Upload
erenmsn1988
View
330
Download
12
Embed Size (px)
Citation preview
GÜMÜŞHANELİ
AHMED ZİYAEDDİN (K.S.) HAZRETLERİNİN
MENKIBELERİ
ve
MENAKIB-I HÜSNİYE
Mustafa Fevzi bin Numan Efendi
Tahir Galip Seratlı
Gümüşhaneli Ahmed Ziyâeddin
Hazretlerinin Menkıbeleri
ve
Menakıb-ı Hüsniye
Vuslat Vakfı Yayınları Tasavvuf – Hikemiyat Serisi: 2
Müellif
Mustafa Fevzi bin Numan Efendi
Hazırlayan
Tahir Galip Seratlı
Birinci Baskı Konya 2006
VUSLAT
Eğitim-Yardımlaşma Dostluk ve Çevre Vakfı Baba Sultan Mah. İstanbul Cad. No: 239 Tel: 0332. 350 64 99 Karatay/ KONYA
Tüm yayın hakları VUSLAT VAKFI’na aittir.
Kaynak gösterilerek iktibas yapılır.
GÜMÜŞHANELİ
AHMED ZİYAEDDİN (K.S.) HAZRETLERİNİN
MENKIBELERİ
Mustafa Fevzi bin Numan Efendi
Hazırlayan
Tahir Galip Seratlı
Mustafa Fevzi bin Numan Efendi (1871-1924)
Erzincan’ın Eğin (Kemaliye) ilçesinde 1871’de doğan şair mutasavvıf Mustafa Fevzi Efendi tahsilini İstanbul’da tamamlamıştır. Bahriye teşkilatında kâtiplik görevinde bulunması dolayısıyla ‘’kâtip’’ lakabıyla tanınmıştır. Nakşibendî tarikatı Halidiyye kolu şeyhlerinden Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevi’ye intisap etmiştir.
Tasavvufi konularda derin bilgisi yanında geniş kültüre de sahip olan Mustafa Fevzi Efendinin eserlerinin hepsi
manzumdur. mânevi coşkuyla hikmetli, didaktik şiirler söylemiştir. Eserlerinde tasavvuf hakikatleri ve terbiyesini,
tarikat adabını anlatan şair esas itibariyle mürşid-i kâmil
bulma ve insanı kâmil olma yolunda uğraşanlara şiirleriyle ışık tutmaya çalışmıştır. 1924’te İstanbul Çarşamba’da vefat etmiş, Süleymaniye camii haziresine defnedilmiştir.
Basılan eserleri şunlardır: Menakıb-ı Ziyaiyye, Mir’atü’ş-şühud, Menakıb-ı Haseniyye, Kitabü İsbati’l-Mesalik,
Mizanü’l-İrfan, Şümusü’s-Safa,
İzharı-ı Hakikat.
Tahir Galip Seratlı (Hafızoğlu)
1938 yılında Konya’da doğdu. Konya lisesini ve Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdikten sonra (1960) Kaymakamlık, Devlet Planlama Teşkilatı uzmanlığı, Polis Enstitüsü Müdürlüğü, Vali Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Evli ve iki çocukludur, Almanca, İngilizce, Osmanlıca bilmektedir. Hazırladığı kitaplar şunlardır:
1. “Atalarımızın Gözüyle At”; (basıldı) 2. “Hakyol”; (basıldı) 3. “Aşka ve Âşıklara Dair” (Kaknüs Yayınları) 4. “Vahdet Aynasında” (İnsan Yayınları) 5. “Abdülkadir Geylani Hazretlerinin Menkıbeleri” (Pamuk
Yayınları) 6. “Kırk Vezir Hikâyeleri” (Selis Kitaplar) 7. “Billûr Köşk Hikâyeleri” (Selis Kitaplar)
8. “Gayb Bahçelerinden Seslenişler” (İnsan Yayınları) 9. “Üss-i İnkılâp” (Selis Kitaplar) 10. “Sipehsalar Risalesi” (Selis Kitaplar)
11. “Çıktım Erik Dalına” (Nil Yayınları) 12. “Mizahımızın Üç Ustası” (Selis Kitaplar) 13. “Bustan’ül Kuds Gayb Sırlarından Hikâyeler” (Furkan
Yayınları) 14. “Masal Masal İçinde – Dokuz Şark Masalı” 15. “Hikâyelerin En Güzeli”; Giritli Sırrı Paşa’nın “Ahsen’ül Kasas”
adındaki Yusuf Suresinin tefsiri, (Selis Kitaplar) 16. “Hazreti Mevlâna’nın Duaları”; Mehmet Fazıl Paşa’nın “Şerh’ül
Evrad’ül Müsemma bi Hakayık-ı Ezkâr-ı Mevlâna” (Rûmî yayınları)
17. “Muhyiddin Arabî Hazretleri ve Beş Risalesi” (Pamuk Yayınları) 18. “Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) Güzelllikleri” Divriğili Hacı
İsmail Hakkı Efendi’nin “Şemail-i Şems-i Cihan” adlı risalesi,
19. “Tevhid ve Vahdet-i Vücud Hakkında Eskimez Risaleler”
20. “Ömer Hayyam Şiiri ve Felsefesi”
21. “Ayntablı Aydî Baba Divanı”
e-posta: [email protected]
1
SUNUŞ
Büyük şeyh, büyük âlim Gümüşhânevi Ahmed
Ziyâeddin Hazretleri’nin menkıbelerine dâir manzum bir eseri sadeleştirilmiş haliyle birlikte sunuyoruz. Eserde Hazreti Pir’in hayatı, eserleri ve kerâmetleri anlatılmakta, mânevî kemâlâtı hakkında fikir verilmeye çalışılmaktadır.
Bu eser şeyh Hazretlerinin müridlerinden şâir Mustafa Fevzi Efendi tarafından divan şeklinde hazırlanmıştır. Münacatla başlayıp naatla devam etmekte, Nakşıbendi Tarikatı’nın Hâlidiye kolu pirleri sayılmakta, Hazreti Pir’in halleri, vefatı gayet akıcı ve yakıcı bir üslupla ifâde edilmektedir. Şeyh Hazretlerinin olağanüstü hal ve üstün vasıflarını ihtiva eden menkıbeleri kaside, gazel, muhammes ve müseddeslerle anlatılmaktadır.
Şair yazarın üslubu yanıktır, şiiri sağlam ve yüksek derecededir. Bu eserinde Niyazi Mısrî, Fuzuli, Nâbi, Yazıcızade ve Süleyman Çelebi’ye parlak nazîre örnekleri vermiştir.
Menkıbelerin milli ve dini kültürümüzde ağırlıklı bir yeri, ferdin dini hayatında önemli bir rolü vardır. Büyük âlim ve şeyhlerden Abdülvehhab Şârânî, Feridüddin Attar,
2
Molla Câmî, Sâkıb Dede; “Tabâkat’ül Kübra”, “Tezkiret’ül Evliya”, “Nefehat’ül Üns”, “Şevahid’ün Nübüvve”, “Sefîne-i Nefîse-i Mevleviye” gibi menkıbe eserlerini bizlere bırakarak, bir nevi menkıbelerin ehemmiyetini belirtmişlerdir. Azizüddin Nesefî hazretleri 'İnsan-ı Kâmil' adlı eserinde demiştir ki:
“Sözü anlamak medresede olur. Ondan sonra tekkeye gelmeli ve bir şeyhin müridi olmalı, ilm-i tarikde lâzım olanı öğrenmeli. Lâzım olan şeyden sonra hikâye-i meşâyihi okumalı. Yani riyazattan ve mücahedattan sonra, takvadan, zühdden, ahval ve menâkıb-ı meşâyihten bir şeyler okumalı. Ondan sonra kitapları terketmeli ve şeyhin münasib gördüğü kâr ile meşgul olmalı."
Menkıbeler, Müslümanın kalbini Allah (c.c), Peygamber (s.a.v) ve evliya muhabbetiyle doldurur, îmanı kuvvetlendirir, âhireti düşündürerek oraya hazırlık yapma gereği duyurur; sonsuz saâdete vesile olur. Hakk yoluna nasıl gidileceğini, o yolda nasıl davranılacağını pratik olarak gösterir, bunun parlak örneklerini verir. Şeriat esasları, tarikat prensipleri, tasavvufun temeli olan edep ve incelikleri en kolay şekilde menkıbelerin satır aralarından öğrenilir. Allah (c.c) ve Peygamber (s.a.v) aşkının, şeyh bağlılığının derinliği menkıbe okurken hissedilir.
Bu eser de; şeriata ve onun özü demek olan tasavvufa dair birçok hikmet ve bilgilerle mevcuttur. Mustafa Fevzi Efendi bu kitabını iman sahiplerinin gözlerini yaşartacak bir içtenlikle ve pek dokunaklı olarak yazmıştır. Kâmil bir şeyhi bulup ona bağlanmanın ne kadar önemli, ne kadar hassas bir mesele olduğunu belirterek bu bağın ne kadar güçlü olması gerektiğini göstermiştir.
3
Okuyucunun kalbine mânevi hazlar tattırıp, zevkler yaşatacak olan bu eser dünyanın karanlık telâşelerinden kurtulup mâneviyatın nurlu ufuklarında dolaşmak isteyenlerin gönüllerini Hakk (c.c) muhabbetiyle doldurup coşturacak, Gümüşhanevî Ahmed Ziyâeddin (k.s) Hazretlerinin kutlu kabirlerini ziyarete koşturacak niteliktedir.
Eserin aslı harekelidir. Kendi özel üslubunu aynen gösterdik; Liyk yerine “leyki”, nagehân yerine “nagihân”, alırsın yerine “alırsun”, bilirsin yerine “bilürsin”, dersin yerine “dirsin”, ona yerine “ana”, eylerim, isterim yerine “eylerem” “isterem” etme yerine “itme”, ettim yerine “itdim” (vb) şeklindeki ifadeleri aynen aktardık. Manzum parçaların sadeleştirilmiş şeklini hemen akabinde verdik, bunlara konu başlıkları ekledik. Anlaşılır bir şekilde Türkçe olan yerlere ise izah eklemedik.
Mustafa Fevzi Hazretleri bu eserinde okuyuculardan dua istemekte ve bütün mü’min kardeşlere dua etmektedir. Biz de öyle yapıyoruz; bu kıymetli eseri din ve irfan hayatımıza yeniden kazandıran muhterem Sami Tokgöz beyefendiye, kitabın yayınlanmasında hizmeti geçenlere Fâtiha ve İhlâs Sûrelerini okuyarak hayır dua etmelerini aziz okurlardan biz de rica ediyoruz, şair yazarın bütün din kardeşlerine ettiği dualara biz de gönülden katılıyor, yanlışlıklarımızın hoş görülerek bağışlanmasını diliyoruz.
Tahir Galip Seratlı
4
BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM
ZİKİR
Mukaddem zikredem ism-i celâl’i Ki oldur mü’minin hayr’ül mekali
Eğer her kim iderse zikr-i Hakk’ı Dilinde ger bulursa fikr-i Hakk’ı
Olur elbette Allah’ın velîsi Zuhûr eyler anın feyz-i celîsi
O ism’ullah bütün esmâyı câmi’ Odur mü’minlerin kalbinde lâmi’
O bir iksîr-i a’zamdır kulûba Odur mâhî gumûma hem kürûba
Hülûs-ı kalb ile kim ide Allah Anı da zikreder ol demde Allah
Eğer Allah dise bir kez lisânın Vücudun titrese içinde canın
Sana lebbeyk ider vallahi Allah Görürsün kimse yok dilde bir Allah
İşitdikçe o zevki dirsin Allah Didikçe dirsin Allah dirsin Allah
Muîn ü hem zahîrim dirsin Allah Zelilem ben nasîrim dirsin Allah
Otursan dirsin Allah yatsan Allah Uyusan dirsin Allah kalksan Allah
5
Olursun zâkir-i Hakk böyle mutlak Çalışsan bu sözü dirsin muHakk
Bana benzese halin pek garibsin Bu lezzetten bu sırdan bî-nasibsin
Giceler subh olunca ağlayanlar Nevâ-yı zikr ile hoş çağlayanlar
Bulurlar hem görürler dürlü nimet Olub âşık duyarlar dilde lezzet
Eğer olmak dilersen Hakk’a mazhar Oturma dâim eyle zikri izhar
Gönül silmek dilersen ger gubârı Bırakma dembedem sen zikr-i yari
Zikirle mezkûra yol bulasın sen Zikirle vâris-i aşk olasın sen
Zikirle mutmaindir cümle diller Zikirle münceli olur gönüller
Zikirle olasın makbûl-i dergâh Zikirle bulasın maksûdu her gâh
Zikirle şah olur cümle gedâlar Zikirle Hakk’ı buldu âşinâlar
Zikirle rıf’ati buldu melekler Zikirle muntazam oldu felekler
Zikirle çarh ider devr ü hırâman Zikirle devreder ol mâh-ı tâban
Zikirle “allemel esma” bilindi Zikirle âdem’e secde kılındı
Zikirle buldu Havva nimeti hem Zikirle İdris aldı cenneti hem
6
Zikirle keşti-i Nuh itdi seyran Zikirle buldu in’am-ı firavan
Zikirle Hud olubdur Hakk’a makbul Zikirle nâka-i Salih bulur yol
Zikirle yakmadı ateş Halîl’i Zikirle kesmedi kard İsmail’i
Zikirle buldu Yakub şâh-ı aşkı Zikirle oldu Yusuf mâh-ı aşkı
Zikirle “erini” didi çü Musa Zikirle ref’ olundu göğe İsa
Zikirle enbiya buldu likayı Zikirle asfiya buldu bekayı
Zikirle çok olur in’am ü ihsan Zikirle Hak olur hakkıyla insan
Zikirle Arş’a çıkdı şâh-ı Batha Zikirle Hakk’ı gördü mâh-ı “evha”
Zikirle ol Muhammed oldu a’lâ Zikirle Hak habîbim didi şehlâ
Zikirle emrider Allah-ı Bâkî Zikirle bulunur ol şah-ı bâkî
Zikirle durdurur Kürsi vü Arş’ı Zikirle döşedi nice bu ferşi
Zikirle ol mûris-i hubb-ı Huda’dır Zikir ol mûnis-i hoş etkiyadır
Zikir ol mahzen-i esrar-ı Sübhan Zikir ol menba-ı derya-yı irfan
Zikir ol meyve-i has-ı ilâhî Zikir ol tuhfe-i derya-yı şâhî
7
Zikir ol mûsıl-ı zat-ı Ehad’dir Zikir bahşâyış-ı Ferd ü Samed’dir
İlâhî âşinâ kıl zikr ü fikre Kılıb eltaf ulaşdır bizi zikre
Zikirle kıl müferreh dilleri hep Zikirle kıl müzeyyen illeri hep
Zikirle eyle Huda’ya hep enîsim Zikir olsun mehâfilde celîsim
İlâhî lutfile zikrin nasîb it O zikrile beni sana karîb it
İlâhî yok kapından gayri dergâh Sana geldim beni sen eyle âgâh
Senin lütfun zehî çokdur ilâhî Meded ey padişahlar padişahı
Zehî ahmak zehî alçak bu nefsim Unutdu zikrini elhak bu nefsim
Ben itdim kapuna geldim dahîlek Gani Settar seni bildim dahîlek
Dahîlek kimsesizler kimsesi ah Dahîlek geçdi ömrüm berhava ah
Seversen Hazreti Kutb-ı Cihanı Oku İhlâs ile Seb’ül mesânî
ZİKİR
İlk önce mü’min kulların en hayırlı sözü olan “Allah (c.c)” ismini anıyorum.
8
Kim Allah’ın (c.c) ismini dil ile anıp gönlünde “Allah (c.c)” düşüncesini muhafaza ederse elbette Allah’ın (c.c) velisi olur, Hakk’ın feyizleri onda açıkça ortaya çıkar.
Bütün ilâhî isimleri içine alan “Allah (c.c)” ismi, mü’minlerin kalplerine parlaklık verir. Bu isim kalpleri en güçlü bir iksir gibi etkiler, gamları ve kederleri yok eder.
Kim içtenlikle “Allah (c.c)” diye zikredip ansa Cenâb-ı Hakk da (c.c) hemen onu anar. Zira Kur’an-ı Kerim’de “Beni anın ki, ben de sizi anayım.” (Bakara Sûresi 152) buyrulmuştur.
İçin titreyerek bir kez “Allah (c.c)” desen yemin ederim ki, Allah (c.c) sana “Buyur!” diye hitap eder, bunu kalbinde açıkça hissedersin.
O ilâhî hitap sana o kadar zevk verir ki, bu zevki duydukça “Allah (c.c)” dersin ve hep tekrar edersin. “Yardımcım ve koruyucum Allah’tır (c.c)” dersin. “Ben zelilim, zavallıyım, bana ancak Allah (c.c) yardımcı olur” dersin.
Oturup kalkarken, yatarken, uyurken bile hep “Allah” dersin artık. Hakk’ı zikredenlerden olursun. Çalışırsan bu hali kazanırsın. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Onlar ayaktayken, otururken, yanları üzerinde yatarken Allah’ı zikrederler” (Âl-i İmran Sûresi 191)
Eğer durumun bana benziyorsa pek zavallısın, bu tattan ve bu sırdan nasip almamışsın demektir.
Geceleri sabahlara kadar “Allah (c.c)” diye ağlayarak coşkuyla zikredenler türlü güzellikler görür, türlü nimetler bulurlar. Hakk (c.c) âşıkı olup gönüllerinde tat duyarlar.
9
Hakk’ın (c.c) tecellilerinden nasip almak istersen boş durma, devamlı olarak Allah’ı (c.c) zikret.
Gönülden kiri, pası, tozu silmek istersen Allah’ın (c.c) zikrini dilinden hiç düşürme. Böylece zikretmiş olduğun Cenâb-ı Hakk’a (c.c) kavuşmanın yolunu bulursun, ilâhî aşka ulaşırsın.
Gönüller ancak Allah’ın (c.c) zikriyle doyuma ulaşır. Zira aşağıdaki ayette “Bilin ki, kalpler Allah’ın zikriyle tatmin olur” (Ra’d Sûresi 28) buyrulmuştur.
Kalpler Allah’ın (c.c) zikriyle parlaklık kazanır. Zikirle Hakk’ın (c.c) sevdiği kul olunur, zikirle her maksada ulaşılır.
Zikirle fakirler, dilenciler padişah olur. Hakk’ı (c.c) bulanlar hep zikir sayesinde bulmuşlardır.
Melekler zikirle yükseklik buldu, gökler zikirle düzenli bir hale geldi.
Gökler ve göklerdekiler zikirle dönerler, parlak ay zikirle dönüp dolaşır.
“Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti” (Bakara Sûresi 31) ayetinin sırrına Hz. Âdem (a.s) zikirle erdi.
Zikir sayesinde (Hz. Âdem’e (a.s) bütün melekler secde etti.
Havva anamız nimeti zikirle elde etti. Hz. İdris (a.s) cennete zikirle girdi.
Hz. Nuh (a.s) zikirle birçok nimetlere erişti ve onun gemisi zikirle seyretti.
Hz. Hud (a.s) zikirle Hakk Teâlâ’nın (c.c) makbul kullarından oldu.
Hz. Salih’in (a.s) devesi yolunu zikirle buldu.
10
Nemrut’un ateşi Hz. İbrahim’i (a.s) zikir sayesinde yakmadı.
Bıçak Hz. İsmail’i (a.s) zikrinden dolayı kesmedi. Hz. Yakup (a.s) çok sevdiği oğlu Hz. Yusuf’a (a.s) zikirle
kavuştu. Hz. Yusuf (a.s) zikir yüzünden aşkın sembolü oldu. Hz. Musa (a.s) zikrin tesiriyle “Yâ Rabbî seni göreyim”
dedi. (A’raf suresi: 143.) Hz. İsa (a.s) göğe zikirle yükseltildi. Peygamberler Cenâb-ı Hakk’a (c.c) zikirle kavuştular.
Veliler zikirle bekabillah makamına erdiler. Zikir birçok nimete ve ilâhî bağışlara sebep olur. İnsan
zikirle Hakkal Yakîn mertebesine erer. Peygamber Efendimiz (s.a.v) Miraca zikirle çıktı. Cenâb-ı
Hakk’a “O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu.” (Necm Sûresi 9) ayetinde belirtilen en yakın mertebeye zikirle yükseldi ve zikirle en yüksek oldu. Zikir yüzünden Hakk Teâlâ (c.c) kendisine “sevgilim” dedi.
Baki olan Cenâb-ı Hakk (c.c) bizlere zikretmemizi emretti, O’na ancak zikirle ulaşılabilir.
Hakk Teâlâ (c.c) Arş’ı ve Kürsi zikirle durdurur. Bu dünyayı zikirle yaratıp düzenledi, süsledi.
Zikir Allah (c.c) sevgisine getirir. Zikir takva sahiplerinin hoş âdetleridir.
Zikir Hakk Teâlâ’nın (c.c) sır hazinelerinin mahzenidir, irfan denizinin kaynağıdır. Zikir Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) özel meyvesi ve hediyesidir.
11
Zikir Ahad olan Hakk Teâlâ’nın (c.c) zatına ulaştırıcıdır. Ferd ve Samed olan Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) lütfudur.
Ya Rabbî, zikri ve tefekkürü bize tanıt, lütfunla bizi zikre ulaştır. Bütün gönülleri zikirle ferahlat, her yeri zikirle süsle.
Zikri bana hep yoldaş ve arkadaş et. Meclislerde zikirle oturayım. Lütfet, zikrini nasip eyle, o zikirle beni sana yaklaştır.
Ya Rabbî, Sen’in kapından başka sığınacak yer yok. İşte Sana geldim, beni Sen uyandır, nurlandır, bilgilendir.
Ya Rabbî, Sen’in lütfun pek çoktur, ey padişahlar padişahı bana yardım et. Çok ahmak ve alçak olan bu nefsim Sen’in zikrini unuttu.
Bu hatayı ben işledim ve kapına geldim, Sana sığındım. Sen Gani ve Settar’sın; çok zengin ve günahları örtücü olduğunu bilerek Sana sığınıyorum.
Sen kimsesizler kimsesisin; ömrüm boşa geçti Sana sığınıyorum.
Cihanın kutbu Ahmed Ziyâeddin Hazretlerini seversen ruhuna Fâtiha ve İhlâs oku!
Zikr-i Hakk’a çalışan gör nice mebrûr olur Zikrile kalbi siler ol zehî mesrûr olur
Zikrini dilden koma eyle ana iktida Zikrile bir nice halk bak nice mağfûr olur
Zâkir-i zikr olagör mezkûra ire yolun Zikrin iden bendesi zatıyla me’cûr olur
Olma zikirden cüda kalbini eyle cilâ Zikrile me’lûf olan aşk ile meftûr olur
12
Zikre çalış daima kalbi uyandıragör FEVZİYA zikreyleyen daima mensûr olur
ZİKRE ÇALIŞ, ZİKRE ALIŞ
Zikre çalışan Hakk Teâlâ’nın (c.c) katında zikrin ne kadar
makbul olduğunu görür. O, zikir ile kalbini temizler ve çok sevinçli olur.
Allah’ın (c.c) emrine uy da zikri dilinden eksik etme. Çünkü zikir yüzünden pek çok kimse mağfirete erer, günahları affedilir.
Hakk’ı (c.c) zikredenlerden ol ve Hakk’a (c.c) ulaşma yoluna gir. Hakk Teâlâ (c.c) kendisini zikreden kulunu Zatına ulaştırarak mükâfatlandırır.
Zikirden ayrı kalma, kalbini zikirle parlat. Zikretmeye alışan kimse Allah (c.c) aşkına kabiliyet kazanır, tabiatı Hakk (c.c) aşkına uygun bir hale gelir.
Daima zikre çalışarak kalbini uyandırmaya bak. Ey Fevzi zikredene her zaman Allah’ın (c.c) yardımı ulaşır.
Zikirden havf iden gafil ne bilsin zevk-i zikrullah Velî zikreyleyen sâdık bulur ol şevk-i fikrullah
Celîsi Hak’dırır zâkir enîsi Hak’dırır zâkir Habîb-i dostdurur zâkir bilir esrâr-ı zikrullah
Bu zikrin câmını nûş it sadâ-yı zikri sen gûş it Nevâ-yı zikrile cûş it duyarsın hubb-ı zikrullah
13
Cemâlî zatını örtmüş celâlî perdesiyle ol Nice bin perdeler yırtub görürsün dildedir Allah
Bu bir âlemdirir ey dost bilemez tatmayan zevki Çalış ezkâr ü evrâda kamu âlemdedir Allah
Şu zikrin zevkine müjde verirdik cümle ekvânı Eğer bilse idik kadrin kılurdun vird-i zikrullah
O bir zat-ı münezzehdir bütün ekvân ü ezmandan Ne bu dünya ne o dünya senin kalbindedir Allah
Zikirden de münezzehdir fikirden de mukaddesdir Seni zikretdiren oldur yine zâtındadır Allah
Ne mümkin FEVZİYA târif idesin âlem-i zikri Hakîki zikri bilmezsin heman bir dildedir Allah
ZİKRİ SEV
Zikirden korkan gaflettedir, zikrin zevkinden habersizdir. Fakat zikreyleyen doğru tabiatlı kişi o coşkuyu ve tefekkürü elde eder.
“Zikredenin yanında Hakk Teâlâ bulunur.” (Hadis-i Şerif) Hakk Teâlâ (c.c) ona dost olur ve onu sever. Zikreden, zikrin sırlarına erer.
Zikir şerbetinden sen de iç, zikir sesini dinle, onun ahengiyle coş, o zaman zikri seversin.
Hakk Teâlâ (c.c) Cemâlini, Celâl sıfatıyla örtmüştür. Bu perdeler sayısızdır ama zikirle bunları yırtıp Allah’ın (c.c) kalbinde olduğunu görürsün.
Ey arkadaş, zikir başka bir âlemdir, onun zevkini tatmayan bilmez, zikre ve virdlere yani velilerin devamlı
14
okudukları dualara çalış. O zaman Allah’ın (c.c) bütün âlemlerde olduğunu idrak edersin.
Zikir o kadar tatlıdır ki, tatmış olsan onun müjdesine bütün kâinatı verirdin.
Onun değerini bilebilseydin, zikirden asla geri kalmazdın.
Zaman ve mekândan münezzeh olan Cenâb-ı Hakk (c.c) ne bu dünyada ne de ahirettedir, o senin kalbindedir.
Hakk Teâlâ’nın (c.c) zatı zikirden de, düşünceden de uzak ve temizdir. Seni zikrettiren O’dur ama yine kendi zatındadır.
Ey Fevzi zikir âlemini tarif edemezsin. Gerçek zikri bilmezsin Allah (c.c) gönüldedir. Hadis-i Kudsi’de “Arzıma ve semama sığmadım, mü’min kulumun kalbine sığdım” buyrulmuştur.
İSTİMDAD
Ya ilâhî zât-ı pâk-i Zülcelâlin aşkına Nur-ı zâtın hem vücûd-ı lâ-misâlin aşkına Sırr-ı tenzîlin kitab-ı bî-zevâlin aşkına Didiğin “lâ taknetû” sıdk-ı mekalin aşkına
Bizleri kurtar bu benlikden cemâlin aşkına Naksımız görme günahkârız kemâlin aşkına
Server-i taht-ı risâlet mehbıt-ı ruh’ül emin Bâis-i esrar-ı hilkat rahmetel lil âlemin Vâsıl-ı güldeşt-i vuslat ya şefi’al müznibin Ey habib-i Rabb-ı İzzet muktedâ-yı mürselin
15
Bizleri kurtar bu benlikden cemâlin aşkına Naksımız görme günahkârız kemâlin aşkına
Ey şeh-i taht-ı sadâkat biyh-ı bünyâd-ı tarik Silsile bend-i tarîkat şems-i Hak pîr-i şefik Mazhar-ı sırr-ı alâ-yı na’t-ı fi’l gar-ı refik Menba’-ı bahr-i kerâmet ya Eba Bekri Atîk
Bizleri kurtar bu benlikden cemâlin aşkına Naksımız görme günahkârız kemâlin aşkına
Gonce-i bağ-ı velâyet kıdve-i erbab-ı dîn Şa’şaa-bahş-ı hilâfet tac-ı ashab-ı yakîn Mehbıt-ı feyz-i risalet vâris-i habl’il metîn Hısn-ı bünyan-ı adalet kal’a-i din-i mekîn
Bizleri kurtar bu benlikden cemâlin aşkına Naksımız görme günahkârız kemâlin aşkına
Lü’lü-i ka’r-ı bihar-ı marifet şeyh-i edîb Anber-i bezm-i hakikat fahr-i ashab-ı Habîb Menba-ı hilm ü hayâsın câmi’-i şer’-i necîb Bab-ı feyzinden beni dûr itme Osman-ı lebîb
Bizleri kurtar bu benlikden cemâlin aşkına Naksımız görme günahkârız kemâlin aşkına
Ey meh-i burc-ı imamet vâris-i sahib-kitap Vâkıf-ı ilm-i nübüvvet şâhid-i fasl’ul hitap Şâh-ı evreng-i şecaat rehrev-i râh-ı savab Bab-ı lütfunda esirim el meded ya ‘bet Türab
Bizleri kurtar bu benlikden cemâlin aşkına Naksımız görme günahkârız kemâlin aşkına
Ey nücum-ı ihtida v’ey hayl-i ashab-ı güzîn Bülbülân-ı gonce-i bağ-ı risalet rükn-i dîn Zümre-i erbab-ı tahkik vey güruh-ı vâsılîn Lâyıkayn-ı rızvanullahi aleyhim ecmaîn Biz günahkârız Huda-yı Zülcelâlin aşkına Merhamet idin ilâhî bî-misâlin aşkına
16
YARDIM DİLEĞİ
Yâ Rabbî! Yüce zatın aşkına, Zatının nuru ve benzersiz varlığının aşkına. Sonsuza dek hükmü geçerli olan Kur’an-ı Kerim aşkına. “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin” (Zümer Sûresi: 53) buyruğun aşkına.
Cemâlin aşkına bizleri bu benlikten kurtar. Günahkârız, kemal sıfatlarının aşkına noksanlığımıza bakma.
Ey Cebrail’in (a.s) indiği peygamberlik tahtının serveri, ey yaratılış sırlarının sebebi ve âlemlere rahmet olan Peygamber Efendimiz (s.a.v) Hakk’a (c.c) kavuşma gülbahçesine ulaştıran sensin. Günahkârlara şefaat edensin. Rabb-ı Teâlâ’nın (c.c) sevgilisi, peygamberlerin önderisin.
Cemâlin aşkına bizleri bu benlikten kurtar. Günahkârız, yüce vasıflarının aşkına noksanlığımıza bakma.
Ey doğruluk tahtının padişahı, tarikat yapısının temeli, tarikat zincirinin baş halkası, Hakk güneşi, şefkatli pir. Peygamber Efendimiz’in mağara arkadaşı, kerâmet denizinin kaynağı Hz. Ebu Bekir (r.a) Efendimiz.
Cemâlin aşkına bizleri bu benlikten kurtar. Günahkârız, güzel vasıflarının aşkına noksanlığımıza bakma.
Velâyet bahçesinin goncası, dindarların imamı, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) şanlı halifesi, büyük sahabilerin tacı, peygamberlik feyzini alan, sağlam ipin vârisi, adâlet ve din kalesi Hz. Ömer Faruk (r.a) Efendimiz.
Cemâlin aşkına bizleri bu benlikten kurtar. Günahkârız, güzel vasıflarının aşkına noksanlığımıza bakma.
Ey marifet denizi derinliğinin incisi, edepli şeyh, hakikat meclisinin anberi, ashab-ı kiramın övüncü olan Hz. Osman
17
Zinnureyn (r.a) Efendimiz. Yumuşak huyluluğun ve hayânın kaynağısın, Kur’an-ı Kerim-i toplayıp bir araya getirensin. Feyzinin kapısından beni uzaklaştırma.
Cemâlin aşkına bizleri bu benlikten kurtar. Günahkârız, güzel vasıflarının aşkına noksanlığımıza bakma.
Ey Haydar-ı Kerrar Aliyy’ül Murtaza (r.a) Efendimiz, imamlık burcunun mehtabısın. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) varisisin, peygamberlik ilmine vâkıfsın. Peygamber Efendimiz’e (s.a.v) gelen ilâhî hitabın şahidisin, şecaat ve kahramanlık tahtının padişahısın, doğru yolun yolcususun, senin lütfunun kapısında esirim.
Cemâlin aşkına bizleri bu benlikten kurtar. Günahkârız, güzel vasıflarının aşkına noksanlığımıza bakma.
Ey hidayet yıldızları seçkin sahabeler, peygamberlik bahçesi goncasının bülbülleri, dinin direkleri, sizler hakikate ve Hakk’a (c.c) ermiş kimselersiniz. Allah Teâlâ (c.c) hepinizden razı olsun. Biz günahkârız, celâl sahibi ve benzeri olmayan Allah Teâlâ (c.c) aşkına bize merhamet edin.
NAAT-I ŞERİF
Ey şefi’-i arsa-i dilsûz-ı hicran el aman Destgîr-i mücrim-i bî-tâb ü giryan el aman
Mahzen-i esrar-ı Tâ Hâ sırr-ı “Sübhanellezi” Menba-ı envâr-ı Yâsin mağz-ı Kur’an el aman
Şah-ı levlâk ü “Leamrük” mâh-ı Yesrib sırr-ı kün Künh-i âlem asl-ı Âdem feyz-i Sübhan el aman
18
Mübarek ravza-i pâke yüzün sürmek diler Bu hakîr-i bî-nevâ sen eyle ferman el aman
Hiç olur mu râh-ı kûyünde şeh ben bir zaman Pa-bürehne baş açık çâk-ı girîban el aman
Ben ne kemter mücrim ü âsi günahkâr bendeyim Ki demâdem kâr u bârım cümle isyan el aman
Âsiyem gerçi günahkâr bendeyem sen şâhsın Affidib mahvit kusurum hakk-ı Rahman el aman
N’ola ey kân-ı kerem bu bende-i üftâdeni Lütfedüb vaslınla güldür ah ü efgan el aman
El aman ey zat-ı pâki cümleye mescud olan Tut elim eyle beni vaslınla şâdân el aman
Zat-ı pâkin hakkına iste beni dergâhına N’ola ben lâyık değilsem eyle ihsan el aman
O ne kutlu rûz ola FEVZİ çıka dergâhına İsteye senden şefaat âli sultan el aman
EY YÜCE PEYGAMBER (s.a.v)
Ey ayrılığın yakıcı arsasında günahkârlara şefaat edici
Efendimiz (s.a.v), suçlu ve güçsüz olup ağlayanların elinden tutan Efendimiz (s.a.v) yardıma yetiş!
Ta-Ha sırlarının hazinesisin, “Bir gece kulunu götürdü” (İsra suresi 1.) ayetinde belirtilen mirac mucizesinin sırrısın, Yasin Sûresi nurlarının kaynağı, Kur’an-ı Kerim’in özüsün; yardıma yetiş!
19
“Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım” kudsi hadisinin manasının padişahısın. Allah Teâlâ (c.c) “Hayatın hakkı için,” (Hicr Sûresi 72) buyurarak Sen’in ömrüne yemin etti.
Medine-i Münevvere’nin mehtabısın, oluş ve yaratılış sırrısın. Âlemlerin ve Hz. Âdem’in (a.s) aslı ve özüsün. Noksanlardan münezzeh olan Hakk Teâlâ’nın (c.c) feyzisin, yardıma yetiş.
Bu aşağılık hiçbir şeye malik olmayan kul Medine’deki Senin tertemiz ravzana yüzünü sürmek istiyor, Senin müsaade emrini bekliyor; yardıma yetiş!
Yalın ayak, başıkabak, yakası yırtık bir halde Ravza-i Mutahhara yoluna düşeyim mi? Yardıma yetiş!
Ben ne kadar değersiz, suçlu, günahkâr bir kulum ki, her zaman işim gücüm isyandan ibaret, yardıma yetiş!
Gerçi değersizim, asiyim, günahkârım ama sen Ulu Padişahsın, suçumu afffeder, kusurumu bağışlarsın, Rahman olan Allah’ın (c.c) hakkı için yardıma yetiş!
Ey cömertik kaynağı, bu düşkün kuluna lütfeyle de beni sana kavuşturarak güldür, ne olur. Ağlıyorum, yardıma yetiş!
Ey herkesin secde ettiği Ulu Zat (c.c) yardımıma yetiş! Tertemiz Zatın hakkı için beni dergâhına iste, ben buna layık değilsem de ne olur ihsan eyle, yardıma yetiş!
Fevzi Senin dergâhına çıktığı gün ne mübarek bir gündür; çünkü o gün Senden şefaat dilerim, ey yüce Sultan yardımıma yetiş!
20
TEVESSÜL-İ SİLSİLE
Ey risalet goncası muhtar-ı cümle enbiya V’ey sadakat menbaı Sıddık-ı pür feyz ü safa
Murg-ı anka-yı tarîkat pîr-i Selmân-ı garib Verd-i sad-berk-i velâyet Kasım-ı mülk-i vefa
Bülbül-i bağ-ı imâmet Cafer-i şeyh-i münir Âşık-ı gülzâr-ı vahdet Bayezid-i bî-riya
Mahzen-i esrar-ı Hak ya Eb’el Hasen zat-ı edîb Ya Ali senden meded ey menba-ı nur-ı hüda
Yusuf-ı şehrâh-ı vuslat ey velîler serveri Gucdevânî ârif-i pür feyz-i cemi’-i enbiya
Fağnevi Râmitenî Baba Simâsi el meded Bârgâh-ı lütfunuzdan etmeyin bir dem cüda
Dürr-i mergub-ı bihar-ı marifet Mîr Külal Şah-ı evrengi tarîk-i Nakşıbendân-ı Huda
Ya Alâüddin-i Attar’ül Buhâri şeyhimiz El meded Yakubü Çerhi’yyül Hisâri pîr-i mâ
Ya Ubeydallahi Ahrâri Semerkandî şerif Ey Muhammed Zâhidi fâni Cenâb-ı Pârisa
Hazreti Derviş Muhammed Hâcegi Bâki meded V’ey Müceddid Ahmed’el Faruk imam-ı evliya
Urvet’el vüska ve Seyfeddin ve Seyyid nûr-ı Hak Ey Habibullahi Mazhar Dehlevî şems’üd duha
Ya sipehsâlar-ı sâdat Hazreti Halid dahîl Ahmedi Şâmi’yyül Ervâdi veliyy-i Kibriya
Gıbta- fermâ-yı Süreyya bahr-i hikmet feyz-i Hak Mültecâ-yı ârifindir Hazreti Ahmed Ziya
21
Ey mukaddes zat-ı pâk-i menba-ı hulk-ı hasen Peyrev-i şâhı velayet zübde-i hilm ü hayâ
Bâb-ı eltâf-ı inayetden beni dûr itmeyin Bahr-i feyza feyzinizden isterem bir katre mâ
Eksilür mi bahr-i ummân-ı kerem bir reşhadan N’ola ger lâyık değilsem eyleyin lütf u seha
Bulmadım bâb-ı Cenâb-ı Hazreti Ahmed’den öz FEVZİYA derman içün bu derdime dâr-ı şifa
PİRLERDEN YARDIM DİLEME
Ey bütün peygamberlerin içinden seçilmiş peygamberlik goncası ve ey doğruluk kaynağı, feyiz ve mutluluk dolu Hazreti Ebu Bekir Sıddık (r.a),
Ey tarikat ankası yani tarikatın devlet kuşu, Pir Selmanı Farisi (r.a),
Velâyetin binyapraklı gülü vefalı Kasım bin Muhammed Hazretleri (r.a) yardım edin!
İmamlık bahçesinin bülbülü, nurlu şeyh Cafer Sadık (r.a) Hazretleri!
Vahdet gülbahçesinin âşıkı riyasız Bayezid Bestami (k.s), Hakk’ın sırlarının hazinesi Hasan Harakani (k.s), Ey hidâyet nurunun kaynağı Ebu Ali el-Faremedi (k.s)
Hazretleri yardım edin! Ey Hakk’a kavuşma caddesi ve veliler önderi Yusuf
Hemedani (k.s),
22
Ey bütün peygamberlerin feyziyle dolu arif Abdülhalik Gucdevani (k.s),
Ey Mahmud İncir el-Fagnevi (k.s), Ey Ali Ramiteni (k.s), Ey Muhammed Baba Semmasi Hazretleri (k.s)! Marifet denizinin beğenilen incisi Seyyid Emir Külal
Hazretleri (k.s)! lütfunuzdan bir an bile bizi ayrı bırakmayın! Ey Nakşıbend Tarikatı tahtının padişahı Bahaeddin
Hazretleri (k.s)! Ey şeyhimiz Buharalı Alaaddin Attar (k.s) Hazretleri
yardım edin! Ey pirimiz Yakup Çerhi (k.s), Ey Semerkandlı Ubeydullah Ahrar (k.s) Hazretleri
yardım edin! Ey Muhammed Parsa (k.s) Hazretleri, Ey Hazreti Derviş Muhammed (k.s) Hazretleri, Ey Hâcegi Emkenegi (k.s) Hazretleri, Ey Bakibillah (k.s) Hazretleri yardım edin. Ey Müceddid-i elf-i sâni, (ikinci binin yenileyicisi),
evliyanın imamı Ahmed Farukî İmam-ı Rabbani (k.s) Hazretleri,
Ey sağlam kulp olan Muhammed Masum (k.s) Hazretleri,
Ey şeyh Seyfeddin Dehlevi (k.s) Hazretleri, Ey Seyyid Bedvani (k.s) Hazretleri yardım edin! Ey Şemseddin Habibullah (c.c) Hazretleri, Ey Abdullah-i Dehlevi (k.s) Hazretleri yardım edin!
23
Ey velilerin kumandanı Mevlâna Halid-i Bağdadi (k.s) Hazretleri yardım edin!
Ey Süreyyayı imrendiren hikmet denizi, Hakk feyzi Ahmed Şamî Ervâdî (k.s) Hazretleri,
Ey ariflerin sığınağı Ahmed Ziyâeddin (k.s) Hazretleri, Ey güzel ahlak kaynağı şahının izinden giden kutlu zat,
yumşak huy ve hayânın özü Hasan Hilmi (k.s) Hazretleri yardım ve bağış kapınızdan beni uzak tutmayın!
Coşkun feyzinizin denizinden bir damla su istiyorum. Bir damlayla cömertlik deryası eksilir mi?
Buna layık değilsem de cömertlik edip lütfeyleyin. Ey Feyzi, derdime derman olarak Hazreti Ahmed
Ziyâeddin’in (k.s) kapısından samimi bir yer bulmadım.
TAZARRU
Esir-i nefs olub geldim kapuna hazreti Â’lâ Düşündüm âsitanenden bana yok gayri bir me’va
Senin lütfun zehî çokdur benim ahkar benim edna Bu mücrim bendene eyle telattuf ey meh-i garra
Garibem âsitânende yüzüm yok zerrece asla Meded Ahmed Ziyâüddin dahîlek gavs-ı bî-hemta
Denî nefsim beni urdu düşürdü bir hatar çâha Gözüm görmez bir a’mâyem nice gitmek gerek râha
Temerrüd eyleyüb nefsim günahkâr oldu Allah’a Anın çün arz-ıhal itdim efendim sen şehinşaha
Garibem âsitânende yüzüm yok zerrece asla Meded Ahmed Ziyâüddin dahîlek gavs-ı bî-hemta
24
Olursa himmetin ancak bulur bu dertli bir çare Aman ey hazreti hâce beni güldürme ağyare Sana bende olub geldim beni dost eyle ol yare Ümidim hazreti şeyhden nazar kılsun dil-i zâre
Garibem âsitânende yüzüm yok zerrece asla Meded Ahmed Ziyâüddin dahîlek gavs-ı bî-hemta
Beni mest eyledi dünya ve hem tutdu dîv-i zalim Bu nefsim cümleden azgun heva-yı bed bütün halim
Unutdum zikr ü fikri hep diğergûn oldu ahvalim Hata vü cürm ü isyandır bütün ezkâr ü akvalim
Garibem âsitânende yüzüm yok zerrece asla Meded Ahmed Ziyâüddin dahîlek gavs-ı bî-hemta
Yapışdım halka-i bab-ı Cenâb-ı Hazreti Pîr’e Getürdim defter-i isyan rikâb-ı Hazreti Pîr’e
Dayandı FEVZİ bî-tb sihâb-ı Hazreti Pîr’e Hacâletle bedi’ kıldı kitab-ı Hazreti Pir’e
Garibem âsitânende yüzüm yok zerrece asla Meded Ahmed Ziyâüddin dahîlek gavs-ı bî-hemta
YALVARIŞ
Ey yüce Pir, nefsime esir olup kapına geldim. Çünkü senin dergâhından başka sığınacak bir yer yok. Senin lütufların çoktur, ben ise en alçak ve aşağılık biriyim; bu suçlu kuluna lütfeyle ey Parlak Ay!
Senin tekkende garibim, yüzüm yok. Ey Ahmed Ziyâeddin (k.s), sen eşsiz bir yardımcısın; sana sığındım bana yardım et.
25
Alçak nefsim beni vurdu, tehlikeli bir kuyuya düşürdü; gözüm görmüyor, yola nasıl gideyim. Nefsim suç işlemekte ısrar edip günahkâr oldu. Onun için sen padişahlar padişahına dileklerimi arzettim.
Senin tekkende garibim, yüzüm yok. Ey Ahmed Ziyâeddin (k.s), sen eşsiz bir yardımcısın; sana sığındım bana yardım et.
Bu dertli ancak sen himmet edersen derdine çare bulur. Aman düşmanlarımı bana güldürme. Sana bağlanıp geldim, beni Hakk’a (c.c) dost et. Ümidim Hazreti şeyhin acılı gönlüme bir nazar eylemesidir.
Senin tekkende garibim, yüzüm yok. Ey Ahmed Ziyâeddin (k.s), sen eşsiz bir yardımcısın; sana sığındım bana yardım et.
Dünya beni kendimden geçirdi ve zalim şeytan beni tuttu. Bu nefsim hepsinden azgındır, heva ve kötü heveslere düşkündür, zikri ve tefekkürü unuttum, halim değişti. İşlerim ve sözlerim hep yanlış ve suç, ilâhi emirlere aykırı.
Senin tekkende garibim, yüzüm yok. Ey Ahmed Ziyâeddin, sen eşsiz bir yardımcısın; sana sığındım bana yardım et.
Hazreti pirin kapısının halkasına yapışıp, günah dolu defterimi hazreti pire sunmaya geldim. Takatsiz, güçsüz Fevzi utanarak Hazreti pir hakkında kitap yazmaya başladı.
Senin tekkende garibim, yüzüm yok. Ey Ahmed Ziyâeddin, sen eşsiz bir yardımcısın; sana sığındım bana yardım et.
26
Bede’el abdü bi rabbin ve celil Feseyekfihi ilel emri delil
Sana bî-had ve şümar hamd ü sena Ey olan zat u sıfatında gına
Meded ey şah-ı rüsul şems-i münir Kereminle bana kıl keşf-i zamir
Lügat-ı şi’r ile tanzim-i kelam İderek söyleyeyim arz-ı meram
Meded ey ruh-ı Ziya kutb-ı zaman Kerem it bendene ey şah-ı cihan
Himeminle dirilür nice fakir Der-i lütfunla senin pir-i münir
Dürr-i derya-yı lütufsun ne aceb Kereminden seni halkeyledi Rab
Rühema meclisinin ekremisin Uzema mecma’ının efhamisin
Niamin addine yok hadd ü şümar Zuafa melceisin bahr-i zihar
İdemem medhini hakkıyla eda Ne disem şanına ey lütf-ı Huda
Zi men ey bâd-ı saba rev befigan Bi kir ez halka-i keşti-i eman
Ceres-i tali’am ez nağme küned Şeref-i hıdmet-i hazret bi resed
Nerevem ez der-i gencin-i kerem Beçi kâr âyedem an bağ-ı irem
Eger ez ebr-i seha katre çeked Beserem reşha-i ez katre zened
27
Bi revem secde künem vâle vü zâr Be Huda şükr-i dihem leyl ü nehar
Kalemim medh idiyor gerçi seni Bilemez künhünü ey zat-ı seniy
Peder-i eşfakimizsin kerem it Be Huda sarf-ı beliğ-i himem it
Verem-i zihn ile mahzun olanın Gam-ı enduh ile mecnun olanın
Dehenin feth idemez seyf-i selil Bunu inkâr idemez tab-ı celil
Ne zaman fikrimi keşfetsem eğer Gam-ı evlâd ü ayal zihne değer
Hareketle bu felek devr ideli Nice a’sar u zamanlar gideli
Senin emsalini görmüş mü cihan Ne riya söyleyeyim var mı nihan
Hasen-i Basri Ebu Yusuf eğer Görebilse seni çok gıbta ider
Sana sadüddin eğer olsa karîn Şeref ü şanına eylerdi yemin
Ne kadar âlicenab olsa emir O kadar çok ola babında fakir
Pes ü pîşim keder-i ıyş-ı ayal Dil-i zârem gede-i vehm ü hayal
Emelim lâne-i simurga sütun Ne rica etsem olur mürde bütün
Şerer-i âhım olur şem’a-ı şeb Dil ü canım yanıyor hem çü hatab
28
Zerre-i bâr-ı giran-ı elemim Fukara bende-i layık keremim
Yürümem bâb-ı keremden ileri Beni mahzûn iderek atma geri
Reh-i maksûduma harlar yürümüş Ruh-ı ikbalimi idbar bürümüş
O semîhâne atâlar o nisar Ne revâ gayre gidem sende ki var
Feliza ci’tüke bil fakri fekul Ene a’taytü şifaen li recül
Hadem-i devletine eyle kabul İdeyim zîr-i cenâhında müsul
Mesel-i FEVZİ hemin mûr-i hakîr Nazarınla ona misl olmaya şîr
Eğer isterseniz eltâf-ı Huda Ruh-ı şeyhe okuyun subh ü mesa
YAKARIŞ
Rabb-ı Teâlâ’nın (c.c) mübarek ismiyle başlıyorum ki, işlerin yolunda gitmesi için bu yeterlidir. Ey zengin ve cömert olan Allah’ım (c.c) sana sonsuz, sayısız hamdler senâlar olsun.
Ey peygamberlerin padişahı nurlu güneş Peygamber Efendimiz (s.a.v) senden yardım diliyorum. Lütfeyle gönlümü aç da meramımı şiirle anlatayım.
Ey zamanın kutbu Ahmed Ziyâeddin (k.s) Efendimizin ruhu, ey cihan padişahı, kuluna lütfet yardım et.
29
Ey nurlu pir, lütfunun kapısında himmetinle nice fakirler zenginleşir. Seni Hakk Teâlâ (c.c) kereminden yaratmış; ilâhî bağışlar deryasının incisisin sen. Merhamet edenler topluluğunun en cömerdisin, büyüklerin en şereflisisin. İyiliklerinin sayısı belirsizdir, yardım denizi gibisin, zayıfların sığınağısın. Ne desem seni hakkıyla övemem.,
Ey sabah rüzgârı! Figan ile git, kurtuluş gemisinin halkasından tut, eğer talih bana dönerse hazrete hizmet etmek şerefine ulaşırım.
Ben bu kerem hazinelerinin kapısından gitmem, ayrılmam, o İrem bağında ne işim var artık?
Eğer cömertlik bulutundan başıma bir damlacık düşse, Allah'a (c.c) inleyerek ve sızlanarak secde eder, gece ve gündüz şükrederim.
Ey yüce zat kalemim gerçi seni övüyor ama senin gerçek değerini bilemez. Şefkatli babamızsın, kerem et, Allah (c.c) için himmet eyle. Zihin dağınıklığı yüzünden üzülen, sıkıntıyla aklını yitirenin ağzını yeni ve keskin kılıç açamaz, bunu akıllı kimseler inkâr edemez. Ne zaman zihnimi toplamaya kalksam, çocuk ve aile kaygısı zihnimi kaplıyor.
Bu gökler dönmeye başladıktan beri pek çok zaman geçti de senin benzerini cihan görmedi. Niçin iki yüzlülük edeyim, gizli değil ki.
Hasan Basri (k.s) ve İmam Ebu Yusuf (k.s) Hazretleri seni görselerdi, çok imrenirlerdi. Sadeddin (k.s) Hazretleri seni tanımış olsaydı şan ve şerefinin yüksekliğine yemin ederdi.
Beyler ne kadar cömert olsalar, kapılarında o kadar çok fakir toplanır.
30
Çoluk çocuğu geçindirme sıkıntısı önümü, arkamı sarmış, vehim ve hayal gönlümü kaplamış.
Anka kuşunun yuvasının direği olmak emelini güdüyorum ama neye el atsam ölüyor. Feryadımın ateşi gecelerin ışığı oluyor. Gönlüm odun gibi yanıyor. Üzüntülerimin ağır yükü altında eziliyorum. Bağışlara muhtaç ve layık bir kulum. Cömertlik kapınızdan ileriye gidemem; beni geriye atıp üzmeyin.
Maksadımın yolunu dikenler almış, mutluluk yüzümü talihsizlik kaplamış. O cömertçe bağışlar, o bol bol dağıtmalar sende var. Başka kapıya gitmek bana yaraşmaz.
Devletinin hizmetine beni kabul et, kanadının altında ayakta dikileyim. Fevzi hor bir karınca gibidir, senin bakışınla o aslandan daha üstün olur.
Eğer Hakk’ın (c.c) lütfunu isterseniz, Şeyhin ruhuna gece gündüz dua okuyun
NAAT-I ŞERİF
Kıblegâh-ı sâlikândır ol dil-i bîdâr-ı Şeyh Cilvegâh-ı âşıkandır ol dil-i bîdâr-ı Şeyh
Nice bin Arş ile Kürsi kalb-i şeyhde gizlidir Hoş penah-ı ârifandır ol dil-i bîdâr-ı Şeyh
Menba-ı sırr-ı tecelli mahzen-i esrar-ı Hak Tahtgâh-ı âlişandır ol dil-i bîdâr-ı Şeyh
Taht u baht u hûr u cennet cümle vildan andadır Seyrgâh-ı bendegândır ol dil-i bîdâr-ı Şeyh
31
Zerredir mah ile hurşid katredir bahr-i hayat Çeşmegâh-ı teşnegândır ol dil-i bîdâr-ı Şeyh
Ey kalan zulmet içinde var ulu dergâha kim Subhgâh-ı tâlibandır ol dil-i bîdâr-ı Şeyh
Sana senden pek yakındır vâkıf-ı sırr-ı maiy Sâyegâh-ı ins ü candır ol dil-i bîdâr-ı Şeyh
Hem şeriat hem tarikat hidmeti pirde olur Tekyegâh-ı sadıkandır ol dil-i bîdâr-ı Şeyh
Terkedüb dâr u diyarı gezme zahid serseri Dâdgâh-ı zahidandır ol dil-i bîdâr-ı Şeyh
Âşık u maşuk u aşkın cümlesi zatındadır Şah-ı râh-ı în ü andır ol dil-i bîdâr-ı Şeyh
Pür-edeb dur sen huzur-ı şeyhde şöyle FEVZİYA Bârgâh-ı zat-ı Sübhan’dır ol dil-i bîdâr-ı Şeyh
ŞEYHİMİN GÖNLÜ
Şeyhin uyanık gönlü müridlerin kıblesi, âşıkların tecelli yeridir. Şeyhin kalbinde binlerce Arş ve Kürsi gizlidir. Şeyhin o uyanık gönlü ariflerin hoş bir sığınağıdır.
Şeyhin uyanık gönlü tecelli sırrının kaynağı, Hak sırlarının hazinesi, yüce bir tahttır. Taht, talih, huri, cennet, vildan şeyhin uyanık gönlündedir; müridler onları onda seyrederler.
Şeyhin uyanık gönlü susuzların çeşmesidir. Onun yanında ay ve güneş bir zerre, hayat denizi bir damla gibi kalır. Ey karanlık içinde kalan, o ulu dergâha git; şeyhin uyanık gönlü Hakk’ı (c.c) isteyenlerin sabahıdır.
Hakk’la (c.c) birlikte olma sırrını bilen, sana senden daha yakındır. Şeyhin uyanık gönlü insanların ve cinlerin gölgeliğidir.
32
Şeriat ve tarikat pire hizmettedir. Sözünde duran doğru kişilerin tekkesi şeyhin uyanık gönlüdür.
Ey zâhid, evini, yurdunu bırakıp başıboş dolaşıp durma; zâhidlerin yeri de şeyhin uyanık gönlüdür.
Âşık, mâşuk ve aşk hep şeyhin zatındadır. Şunun bunun, her şeyin yolunun şahı şeyhin uyanık gönlüdür.
Ey Fevzi, sen şeyhin huzurunda çok edepli dur; şeyhin uyanık gönlü Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) dergâhıdır.
DER BEYAN-I MENAKIB
Huda lütf u inayet eylese ger Dizem nakd-ı kelâmı hem-çü gevher
Meded kılsa Resul’ün ruh-ı pâki Olam ahvâl-i Kutb’u ben de hâki
O nur’ül Hak Ziyâüddini hazret Tulû’-ı bizlere olmuşdu rahmet
O bir şems-i münir-i kibriyadır O bir şah-ı serîr-i evliyadır
O bir dürdâne-i derya-yı irfan Anı tahsin iderdi görse Nu’man
O hazret Ahmed bin Mustafa’dır Ziyâüddin mahlas-ı müctebadır
Cenâb-ı Abdirahman’ın hafîdi Huda’nın bizlere lütf-ı mezîdi
Gümüşhane’ydi zahirde mekânı Veli tutmuşdu sıytı hep cihanı
33
Hakikatde sadakmış dür-nisarmış Değilmiş hâk-i has gevher-disarmış
Ana hayr’ül kura denmek sezadır Türab-ı akdesi ruha şifadır
Küçükdür cirmi lâkin pek mübarek Anı takdis idübdür Hak Tebarek
Kudüm-ı pir ile teşrif idilmiş Vücuduyla anın taltif idilmiş
Emakin içre Tûr olmuş misali Dili tefrih ider daim hayali
Anı medh itmede âciz lisanım Anın şerhinde ebkemdir zebanım
O pirim hazreti şeyhim cenanım O ruh-ı pür-fütuhum can-ı canım
O yerde teşrif eyledi cihanı Nasıl medh itmeye bu bende anı
Şefaat menbaı Fahr-i Risalet Geçince hicretinden hayli müddet
Ki bin sâl ü iki yüz kavl-i mutlak Dahi dirler otuz beşde muHakk
Rivayet var ki söyler bazı erler Yiğirmiden sekiz yıl geçdi dirler
O hâk-i pâk-i pür-feyz ü safa da O şehr-i bî-adîl-i ruh-fezada
Doğurmuş maderi Ahmed Ziya’yı Zahîrim hem muînim pür-hayayı
Mahalle ismine dirler Emirler O şahın hânedânı hep emirler
34
Sakın levm itme ey münkir beni sen O şehrin âşık-ı üftâdesi ben
Anın ismin işitse ger kulağım Görünmez gözüme oğlum uşağım
Değil ben cümle ihvan ü muhibban Yolunda can virirler hep müridan
Görünmez sendeki gözlerle Leyla Ödünç al çeşm-i Kays’ı gör mücella
Seversen hazreti kutb-ı cihanı Oku İhlâs ile Seb’ülmesâni
ŞEYH HAZRETLERİNİN MENKIBELERİ
Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) lütfu yardım etse sözü cevher gibi dizerim. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) tertemiz ruhu yardımcı olsa hazreti Pir’in hallerini anlatırım.
Hakk’ın (c.c) nuru Ziyâeddin (k.s) Hazretlerinin doğumu bizlere rahmet olmuştur.
O, Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) nurlu bir güneşidir. O, evliya tahtının şahıdır. O, irfan denizinin bir incisidir. Onu İmam-ı A’zam Ebu Hanife (k.s) Hazretleri görse beğenip överdi.
Onun adı Mustafa oğlu Ahmed’dir, Ziyâeddin onun mahlâsıdır. Dedesinin adı Abdurrahman’dır. O Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) bizlere büyük bir lütfudur.
Gümüşhanelidir ama namı her yere yayılmıştır. Gümüşhane aslında inci saçan bir yerdir, toprağı toprak değil cevherdir. Ona şehirlerin hayırlısı demek yakışır. Oranın kutsal toprakları ruha şifadır. Küçük bir şehirdir ama
35
pek kutlu bir yerdir, Cenâb-ı Hakk (c.c) onu mübarek kılmıştır. Hazreti pirin oradan çıkmasıyla şereflenmiş, onun yüzünden lütuflanmıştır. Memleketler içinde Tur dağı gibidir. Onu düşünmek bile gönlü ferahlatır. Benim dilim orasını övmekten âcizdir, bu hususta adeta dilsiz sayılırım. Pirim, Hazreti Şeyhim, ruhum, canım orada dünyaya gelmiş, ben onu nasıl övmeyeyim?
Hicri 1235 te, başka bir rivayetle 1228 de Ahmed Ziya (k.s) Hazretleri orada doğmuş. Mahallesinin adı Emirler’miş, şeyhimin ataları hep bey imişler.
Ey inkârcı, benim orayı sevmemi garipseyip beni kötüleme! Ben o şehrin düşkün bir aşığıyım. Kulağım onun ismini işittiğinde gözüme çoluk çocuğum görünmez. Yalnız ben değil, bütün müridleri ve onu sevenler, onun yolunda canlarını verirler. Leyla’nın güzelliğini gören Mecnun’un gözüdür. Onun güzelliğini görmek isteyen Mecnun’un gözlerini ödünç alıp da baksın!
Cihanın kutbu olan Ahmed Ziya (k.s) Hazretlerini seversen, Onun ruhuna Fâtiha ve İhlâs oku!
Doğub beş yaşına gelmiş o dilber Okumuş mushaf-ı aşkı o rehber
Daha nevzad iken şah-ı velâyet Açılmış zatına bâb-ı saadet
Ulûma eylemiş rağbet gönülden Çıkarmış mâsivâyı cümle dilden
Sekiz yaşında ol zât-ı muazzam Delâil hem kasâid hizb-i a’zam
36
Okumuş hatmidüb almış icazet Budur ashab-ı ahbardan rivayet
Kadem basmış meğer on yaşa ol mah Görünmüş râh-ı hicret anda nâgâh
Tarabzon’a idüb rıhlet pederle Ticaret dârına girmiş kederle
Nasıl mağmum ve me’yus olmasun ol Anı maksuduna irgörmez ol yol
Gidermiş ilm içün derse nihânî Ki aşkullah uyarmış nur-ı canı
Okumuş gizlice sarf ile nahvi Haram itmiş özüne lu’b ü lehvi
Peder bir gün dimiş oğlum nidersin Yetişir bunca tahsil ki idersin
İlim efdal bilürem masivadan Veli elzem bize bey’ u şiradan
Ticaret babına bağla kemer sen Gözüm nuru Ziya’m şems ü kamer sen
Seni men’ itmezem tahsil-i fenden Gidersin bir zaman ruhsatla benden
Henüz gelmiş değildir vakt-i merhun Sabır lâzım biraz ey rûy-ı gülgûn
Büyük oğlum ki askerden gelince Ticaretde bana ortak olunca
Gidersin ol zaman dar’ül ulûma Veli şimdi beni salma hümuma
Ciğerparem beni terk itme zinhar Muavin ol bana dükkânda ey yar
37
Vücudun mahz-ı rahmetdir bana bil Bu işde ihtiyacım var sana bil
Fuadım meyvesi Ahmed Ziya gel Şua-ı ibtihacım bî-riya gel
Otur her dem benim nezdimde gitme Sakın gönlüm kırub özür de itme
Mübayin maksada emr-i übüvvet Kırar mı vâlidi ehl-i mürüvvet
Hususan ol Ziyâüddin Ahmed Mükerrem hem mukaddes zat-ı emced
Nüfuz-ı vâlidi tenfiz iderdi Ne emr itse meram üzre giderdi
Henüz on dört yaşında ya ziyade Bulunmaz misli nadir ezkiyada
Görür ki çaresi yok derd-i mübrem Çözülmez ukdesi bir emr-i mübhem
Özün Hakk’a dönüb didi İlâh’ım Ki sensin Rabb ü Mabudum penâhım
Nidem çare bu derd-i bî-devâya İlâhî merhamet kıl bî-nevâya
Yolunda can fida itmek dilerdim Seninçün ağlayub sana gülerdim
Gönülde ateş-i hubbun fürûzan Beni mecnûn ider aşkın kemakân
Eğerçi hakk-ı vâlid emr-i katı’ Beni azmimden almaz seyf-i sâtı’
Bunu tezkâr iderdi ol yüzü ak Giceler subh olunca nur-ı mutlak
38
Bu vech üzre geçirdi nice ezman Kudümüyle müşerref oldu dükkân
İderdi gerçi bazarlık lisanı Huda’sıyla huzurdaydı cenanı
Henüz tıfl-ı dıbistanken o efdal Bilürdi ders-i irfanı mükemmel
Sevenler hazreti kutb-ı cihanı Okusun ruhuna Seb’ülmesâni
HAZRETİ ŞEYHİN ÇOCUKLUĞU
Hazreti şeyh beş yaşında Kur’an-ı Kerim’i öğrenmiş, küçük yaşta iken kendisine saadet kapısı açılmıştı.
İlim öğrenmeye o kadar istek duymuştu ki, Allah’tan (c.c) başka her şeyi gönlünden çıkarmıştı. Sekiz yaşındayken çeşitli salavat-ı şerifeleri ihtiva eden “Delâil-i Hayrat” adlı, meşhur kitabı, veli kişilerin yazmış olduğu kasideleri ve hizib denen evliya tertibi olan dua terkiplerini okumuş, Kur’an’ı Kerim’i hatmedip icazet almıştı.
On yaşındayken babası ticaret yapmak için Trabzon’a gitmişti, onu da beraberinde götürünce derslerinden mahrum kaldığı için çok üzülmüştü. Oyun ve eğlenceden hoşlanmıyor, Allah (c.c) aşkı gönlünde yer ettiği için Trabzon’da gizli gizli derse gidiyordu. Böylece babasından habersizce sarf ve nahvi (Arapca dil bilgisi) öğrenmişti.
Babası oğlunun bu halini öğrenince öğüt vererek demişti ki:
39
- Oğlum ilme çalıştığın artık yeter. İlim gerçi her şeyden önemli ve üstündür ama bizim alım satım yapmamız lâzım; sevgili oğlum sen ticaret işine sarıl. Ben senin tahsil yapmana engel olmam, zamanı gelince, iznimle derse gidebilirsin, gizlice değil. Ama şimdi daha erken; biraz sabret, ağabeyin askerden gelip işime ortak olunca ilim tahsiline devam edersin. Sevgili çocuğum beni yalnız bırakıp üzme, sana ihtiyacım var, dükkânda bana yardım et. Bu hususta mazeret gösterip beni kırma, yanımda otur, derse gitmeyi bırak!
Bunun üzerine baba hakkı gözetip onun sözünü tutan Ahmed Ziya (k.s) babasının her dediğini yapmaya başlar. On dört yaşına geldiğinde, zekâsı akranlarından çok yüksekti. Asıl maksadına bu şekilde ulaşamayacağını anladığı için çok sıkılıyor, içten içe dua ederek Cenâb-ı Hakk’a (c.c) şöyle yalvarıyordu:
“Yâ Rabbî! Derdime çare bulamıyorum, bana merhamet et. Senin yolunda canımı vermek istiyorum. Senin için ağlayıp Senin için gülüyorum. Senin aşkın gönlümde parlıyor, beni kendimden geçiriyor. Gerçi baba hakkına riayet Senin emrin ama beni ilim ve irfan yolundan alıkoymasın.”
Bu şekilde geceleri sabaha kadar dua ederdi. Böylece uzun zamanlar geçti. Babasının dükkânında çalışıp müşterilerle pazarlık filan yaparken gönlü daima Allah (c.c) ile meşguldü. Eli işte, gönlü Hakk’taydı. Daha çocuk yaştayken irfan sahibi olmuştu.
Cihanın kutbu olan Ahmed Ziya (k.s) Hazretlerini seversen, onun ruhuna Fâtiha ve İhlas oku!
40
Terkedüb dâr u diyarı gel beru deyyâre bak Bezmgâh-ı vahdet içre seyriden seyyâre bak
Nûş idüb bezm-i elestden câm-ı pür feyz ü safa Cümle varından geçüb raks eyleyen devvâre bak
Aşk-ı sûzânında giryan olarak pervane-veş Kâbe-i hüsnündeki devran iden züvvâre bak
Ser virüb meydan-ı aşka soyunan uşşakı gör Ateş-i sûzan içinde berk uran envâre bak
Şehsuvar-ı aşk olub sahbâ-yı zâtı nûş iden Nice bin sahibkıran u Haydar u Kerrâr’e bak
Kıyl u kalinden geçüb bu dehr-i bî-bünyadan Mest ü hayran zar u giryan meclis-i ahyâre bak
Aç gözün çâh-ı nedâmet öndedir bil FEVZİYA Yapışub bab-ı Ziya’ya ağla i’tizare bak
BAK
Evini, barkını, yurdunu, yuvanı terket de vahdet düşüncesiyle yaşayan o insana bak.
Allah’ın (c.c) ruhlardan söz aldığı o “Elest” gününde aşk, feyz ve mutluluk şarabı içip kendinden geçerek coşkunca dönen er kişiye bak.
Yakıcı aşkından dolayı ağlayarak pervane gibi güzelliğinin Kâbe’sinde tavaf edip duran ziyaretçiye bak.
Başını verip aşk meydanında her şeyinden vazgeçen Hakk (c.c) âşıklarını gör. Aşkın yakıcı ateşi içinde parlayan nurlara bak.
41
Aşkın baş binicisi olup Hakk aşkının şarabını içen binlerce cihan padişahlarına ve Haydar-ı Kerrar Aliyy’ül Murtaza kerremallahü vecheh’e bak.
Bu temelsiz dünya hayatının dedi kodusunu bırakıp hayranlıkla kendinden geçen, ağlayıp sızlayan seçkinler topluluğuna bak.
Ey Fevzi, gözünü aç, önünde pişmanlık kuyusu var. Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerinin kapısına yapışıp ağlayarak affını dile.
Elâ ya eyyühel ihvan görün neyler o âli şan Kulak virin bana candan idem bir bir size îsan
Meğer ol hazreti şeyhim efendim menba-ı feyzim İşitdim kise işlermiş pederden eylemiş pünhan
Bulundukça ticaretde anı halka furuht itmiş Birikdirmiş nice akça o şah-ı halka-ı hûban
Selef de böyle itmişler güruh-ı enbiya bî-şek Cemi’-i evliyaullah bu yolda oldular pûyan
Bilirsün ekseri ehl-i saadet rahm-i mâderden Velâyet üzre doğmuşlar bu sırra eyleyin iman
Bilenler hazreti pîri görenler şems-i iksiri Bilürler sulb-i vâlidde veliyy-i hazreti Rahman
Anın ahvâli etvârı velâyetden birer şahid Velâkin hazreti vâlid bu şıkkı itmedi iz’an
Eğer bilseydi bir nebze o mâhın yümn-i fazlından Fida eylerdi bir anda yolunda mâmelek evtan
42
Kubab-ı Hak’da mestûr olduğun bilmez velinin halk Anın çün oğlunun kadrin idemez babası iykan
Sadef dürr-i yetimi hıfzeder amma habersizdir Nasıl kim nâfesinde misk olur anlayamaz ceylan
BABASI
Ey kardeşler bakın o üstün vasıflı şeyhimiz neler yapmış, beni dinleyin; size bir bir anlatayım.
Hazreti şeyhim babasına göstermeden kese işlermiş. Para keselerine süsler yapar, satarmış. Eski veliler hatta peygamberler de böyle el emekleriyle kazanç sağlamışlardır. Hazreti şeyh, kese işleme işinden kazandığı paraları biriktirirmiş.
Velilerin çoğu ilâhî bir sır olarak analarından veli olarak doğarlar, buna inanın! Hazreti şeyhi bilen, görenler de buna şahittir ki, pirimiz babasının belindeyken veli idi.
Onun her hâli tavrı veli olduğunu gösterirdi ama babası onun bu özelliğini farketmedi. Onun faziletini ve mânevi değerini bilseydi, yolunda yerini, yurdunu, malını, mülkünü fedâ ederdi.
Hadis-i kudsi’de; “Velilerim kubbemin altında gizlidir, onları benden başkası bilmez” buyrulmuştur. Bu hikmet ve sırdan ötürü halk, velilleri tanıyamaz.
Babası da o ulu şeyhin değerini anlayamamıştı. Nitekim çok değerli, eşsiz inciyi içinde saklayan sedef de içindekinin kıymetinden habersizdir. Göbeğinde çok kıymetli misk bulunan Hind Ceylanı da bunun farkında değildir.
43
Kulak vir dinle bir kez macerayı Gözüm nuru bırak çün ü çerayı
Didi râvi rivayet kavl-i mevsuk Bize nakleyledi bervech-i mantuk
Meğer ammiyle bir gün nâgihâni Cenâb-ı Hakkazreti kutb-ı cihanı
Peder İslambol’a gitsün dimişdi Ticaret kasdına emreylemişdi
Gelüb dâr-ı hilafetden biraz mal Alub tekrar giru gitmekdi âmal
Gelürler paytaht-ı saltanatdan Alurlar her ne lâzım meksebetden
Çü avdet eylemek vaktinde hazret Didi gitmek gerekmez şimdi elbet
Didi gökde ararken yirde buldum Ki dâr’ül ilme geldim hurrem oldum
Ne mümkin terk idem şehr’ül mülûki Bu yerde hatmidem seyr ü sülûki
Beni affeyle ey amm-i nazifim Sakın incinme benden ey şerifim
Velliyy-i nimetim bıyh-ı vücudum Medar-ı havze-i hiss ü şühudum
Zuhurum sırrına bâis olan eb Hasîb ü muhterem ol zat-ı enseb
Beni levmitmesün lütfeylesün di Dua itsün benim hakkımda şimdi
Eğerçi şart değildir burda ruhsat Ki tahsil-i ilim elzemdir elbet
44
Gelince dâder-i pâkin dimişdi Gidersin dâr-ı ilme söylemişdi
İşitdim avdet itmiş şahs-ı mezkûr Kabul itsün recamı zat-ı mebrur
Şu meblağ kesb-i destimdir götür var Helal itsün hukukun ol keremkâr
Yedimle kise örmüşdüm mukaddem Anın esmanıdır ey amm-i ekrem
Eğerçi bende yokdur pul-ı ahmer Muînimdir benim Allahü ekber
Garibem gerçi yok ahbab u yaran Enîsimdir Cenâb-ı zat-ı Sübhan
Zahîrim yok bilürsin burda bir kes Kifayet eyler Allah mukaddes
Beni dûr itmeyin dillerden ey can Dua gûyem size hücremde her an
Virüb hem nakd-i mevcudu temami Didi benden selamla hâs ü âmı
Bu kez ol kurre-i ayn-ı müridan Keramet menbaı ol kâmil insan
Veda eyler kamu ahbab ü yaran Ne bildik var ne hod emsal ü akran
Diyar-ı gurbete çün rıhlet itdi Cemi’-i mâsivadan hicret itdi
Oturdu Bayezid dershanesinde Bulundu bir veli kâşânesinde
Geçürdi vâfir eyyam burda ol nur Olurdu an be an nur’un alâ nur
45
Nihayet eyledi nakl-i mekânı Anı da zikredem gelsün zamanı
Seversen Hazreti Kutb-ı Cihan’ı Oku İhlas ile Seb’ülmesâni
İSTANBUL’DA
Gözümün nuru, nedeni niçini bırak da bana kulak ver; sana şeyhin başından geçenleri anlatayım.
Kesin doğru delillerle anlatıldığına göre babası ticâret maksadıyla Ahmed Ziya (k.s) Hazretlerini amcasıyla birlikte İstanbul’a göndermişti. Oradan mal alıp Trabzon’a getireceklerdi.
İstanbul’a gelip alacaklarını alırlar, dönüş vakti gelince Ahmed Ziya (k.s) Hazretleri amcasına dedi ki:
“- Amca, ben geri dönmek istemiyorum. Burası tam benim aradığım yer. Çünkü burda ilim öğrenme imkânı var. Gelmişken artık burayı terkedemem, tahsilimi burada tamamlayacağım.
Amcacığım kusuruma bakma, beni bağışla. Muhterem babam da bana kızmasın, lütfedip bağışlasın, dua etsin. Gerçi ilim için izin şart değildir ama ağabeyim askerden gelince izin vereceğini söylemişti, duyduğuma göre o da askerden gelmiş. Şu parayı da babama ver; bunu kese örüp işleyerek kazanmıştım hakkını helâl etsin. Yanımda hiç param kalmadı Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) bana yardımcı olacağını biliyorum. Burada kimseyi tanımıyorum, garibim fakat Hakk Teâlâ (c.c) bana yoldaştır, O dost olarak bana yeter. Beni gönülden çıkarmayın, hücremde sizlere hep dua edeceğim.” Buyurarak yanındaki paraların hepsini amcasına
46
verdi. Ordaki herkese selam söyledi ve veda ederek ayrıldılar.
Bu şekilde gurbete çıkınca bütün masivadan da uzaklaştı. Velilerin yetişmiş olduğu Bayezid medresesine girip bir hücreye (odaya) yerleşerek tahsile başladı.
Burada uzun süre kaldı, her an nuruna nur katarak yetişti. Sonra yerini değiştirdi, zamanı gelince onu da anlatacağım.
Cihanın kutbu olan Ahmed Ziya Hazretlerini seversen, onun ruhuna Fâtiha ve İhlâs oku!
Geldi bir tal’at diyar-ı Rum’a misli yok heman Böyle bir mahmûle hâmil olmamış ümm’üz zaman
Çeşm-i İstanbul anın emsalini görmüş değil Tarh-ı bünyânından akdem ya muahhar bî-güman
Çün cemaliyle münevver itdi dâr-ı gurbeti Başka bir hâlet kazandı zümre-i rûhaniyan
Görmemiş a’ma ne bilsün o ziyay-ı izzeti Şebpere inkâr-ı şemsi eylemiş vird-i zeban
Gam değil bimezse kadr-i Ahmed’i efsürde dil Hub-rûyın görmeğe arzu ider ehl-i cenan
Gonce-i gülşen-seray-ı şer’-i pâk-i Mustafa Reşk ider bezmindeki bülbüllere bağ-ı cenan
Bülbül-i bağ-ı hakikat sünbül-i sahra-yı aşk Şûle-i şehr-i velâyet şa’şaa-bahş-ı cihan
Acil ü dermandedir sahra-yı vasfında kalem Hasılı medh-i Ziya’da âciz erbab-ı lisan
47
YÜKSEK DEĞERİ
Anadolu’da öyle âlim birisi çıkmış oldu ki, İstanbul’un gözü onun gibisini görmemişti. Ondan evvel görmediği gibi ondan sonra da görmedi.
Gurbet diyarını cemaliyle aydınlattı, mâneviyat erbabı onunla başka bir hal kazandı.
Kalp gözleri kör olanlar, yarasanın devamlı olarak güneşi inkâr etmesi gibi o ışığın büyüklüğünü bilemezler.
Katı ve donuk kalplerin onun değerini bilmemesi önemli değil, cennetlikler onun mübarek yüzünü görmeye can atarlar.
O, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) tertemiz ve kutsal şeriatının bahçesinin gülüdür. Onun meclisinin bülbüllerini cennet bahçeleri bile kıskanır.
O hakikat bahçesinin bülbülü, aşk ovasının sünbülü, velâyet şehrinin ışığıdır, cihana ışık saçar.
Onun pek çok olan güzel vasıflarını belirtmekte kalem zavallıdır. Söz ustaları Ahmed Ziya (k.s) Hazretlerini övmekte aciz kalırlar.
Henüz nevsal iken rüyada görmüş Büyük bir mabed içinde oturmuş
Görür dehşetli bir yangın o anda Zuhur itdi ki misli yok cihanda
Şehir halkıyla yanmış cümle ekvan Rehâyab olmamış hayvan ve insan
Alevler mescidi sarmış nihayet Kaçub kurtulmağa yok istitaat
48
Cemaat eylemiş dürlü figanlar Ki hayretde kalur kudretlü canlar
Nigâhın atf ider ol dem semaya Görür zencir ulaşmış hâk-i pâye
Hemandem yapışub zencire hazret Çıkar cevv-i semaya kutb-ı izzet
Uyanır dehşetinden maceranın Dili velhan olur sahib-safanın
Bu sırrı ketm ider ağyar u yardan Nişane söylemez dâr u diyardan
Mürur itmez zamanlar vakıadan çok Gelür İstabul’a bir kavl-i mentuk
Girer tedris içün üstada nâgâh Girer bir mabed içre o dil-âgâh
Görür bir mescid-i a’zamdır elhak Süleymaniyye’dir ismi muHakk
Ne kim rüyada görmüşdür rümûzat Tevâfuk eyledi ol dem şuhûdat
Tefahhus itdi bir bir gördü bî-reyb Taayyün eylemiş ol mabed-i gayb
Didi rüyamda görmüşdüm mukaddem İbadethane-i bî-misl ü a’zam
Budur mutlak değildir başka mevzi’ Buna teşbih olunmaz gayri mevki’
Bunu böyle hikâyet itdi hazret İşidenler iderlerdi rivayet
Velinin hâbını sen itme inkâr Nübüvvetden cüzdür ey keremkâr
Anın rüyasına ilham dinildi Kitablarda bu sözler söylenildi
49
Gerekmez bunda ta’bir-i taabbür Bunu inkâr ider ehl-i tekebbür
Hakikat yapışan şer’-i mukîme Urûc itmişdir o Arş-ı azîme
Zamana itmiş Allah kutbı aktab Sakın şek itme olmazsın şifâyab
Ne hacet ehl-i aşka kıyl ile kal Bu sözlerden ganidir ehl-i ahval
Velâkin mübtedi sâlik çocukdur Anın bundan nasib ve hazzı çokdur
Seversen Hazreti Kutb-ı Cihan’ı Oku İhlas ile Seb’ülmesâni
RÜYASI
Ahmed Ziya (k.s) Hazretleri genç yaşlarında iken şöyle
bir rüya görmüş: Büyük bir cami içinde otururken birden korkunç bir
yangın çıkmış, her yeri kaplamış. Şehir, içindeki insan ve hayvanlarla birlikte tamamen yanmış, kimse ve hiçbir şey kurtulmamış.
Alevler oturduğu camiyi de sarmış, kaçıp kurtulma imkânı kalmamış. Cami içindeki cemaat ağlaşıp bağrışmaya başlamışlar.
Şeyhimiz bu sırada göğe baktığında gökten yere kadar bir zincirin sarktığını görmüş ve ona sarılarak göğe çıkmış. O zaman korkuyla uyanmış, rüyanın dehşetinden şaşkınlık içinde kalmış. Bu rüyasını gizlemiş, kimseye anlatmamış.
50
Bu rüyanın üzerinden çok zaman geçmeden İstanbul’a bir vaiz gelmiş. Hazreti şeyh de onu dinlemek için Süleymaniye Camiine gitmiş. Süleymaniye Camiini görüp içine girince rüyasında gördüğü camiin burası olduğunu anlamış.
Bunu şeyh Hazretleri anlatmış, biz işitenlerden dinledik. Siz sakın velilerin rüyasını inkâr etmeyin. Hadis-i şerifte
buyrulduğuna göre “rüya nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüzdür” Böyle rüyalara ilham denir ve tabir edilmesi gerekmez.
Kibirli kimseler bunlara inanmayabilirler. Gerçekten şeriata yapışan ise Arş’a yükselmiştir.
Cenâb-ı Hakk (c.c) Ahmed Ziya (k.s) Hazretlerini zamanın kutbu yapmıştır. Bunu inkâr edersen iflah olmazsın.
Hakk âşıkları gereksiz sözler etmezler. Onlar hal sahibidirler, lüzumsuz söz söylemez, boş sözlere değer vermezler. Ama yeni müridler çocuk sayılır, onlar dedi kodudan çok hoşlanırlar.
Cihanın kutbu olan Ahmed Ziya (k.s) Hazretlerini seversen, onun ruhuna Fâtiha ve İhlâs oku!
Ateş-i aşkı beni hâk ile yeksân eyledi Ben gibi bir mücrime lûtf-ı firâvan eyledi
Hubb-ı zatın dilde pünhan eyledim ruhum gibi Ol sebebden küfrü terk izhar-ı iman eyledi
Bâde-i rûz-i elestü nimet-i uzma iken Nîmetin tezyid içün tenzîl-i Kur’an eyledi
Ayetinin her biri vâfi iken rehberliğe Şem-i zatından Ziya-yı dini bürhan eyledi
51
Şahid-i kûy-i hakikat lütfunu mebzûl idüb Ahter-âsa şem’-i bî-hadd-i fürûzan eyledi
Didiğim ahter değil şem’-i şebistân-ı cemal Yani ol cism ü cihanı cana kurban eyledi
FEVZİYA kulluk gerekdir kul içün kul olmağa Ol kerime kim şeb içre şemsi ihsan eyledi
GECELERİN GÜNEŞİ
Aşkının ateşi beni yerle bir etti. Benim gibi bir günahkâra
çok büyük lütuflar eyledi. Onun sevgisini ruhum gibi içimde sakladığım için küfür
gitti, iman açığa çıktı. Elest günündeki şarap yani Hakk Teâlâ’nın (c.c) “Ben
sizin Rabbınız değil miyim?” sorusuna “Evet, Rabbımızsın” diye cevap vermek çok büyük bir nimet olduğu halde bu nimeti daha da çoğaltmak için Kur’an-ı Kerim’i indirdi.
Kur’an ayetlerinin her biri Hakk’ın (c.c) yolunu göstermeye yettiği halde kendi zâtının ışığından dininin ziyâsını, yani Peygamber Efendimizi (s.a.v) ve şeyhimiz Ahmed Ziya’yı (k.s) ayrı bir delil olarak gönderdi.
Hakikat ülkesini gören zât, bağışlarını artırarak ışığını yıldız gibi daha da parlattı. Bu dediğim yıldız değildir, cemâlinin özel ve mahrem odasının kandilidir. O, cismi ve cihanı bütün maddiyatı ile cana kurban etti.
Ey Fevzi, Allah'a (c.c) kul olmak için kulluk etmemiz gerektir. Çünkü gece içinde bize güneş ihsan etti.
52
Zaman-ı endek içre hemçü Nûman Ana ta’lim idildi sırr-ı Kur’an
Ulûm-ı akl ü nakli fıkh u ahbar Tasavvuf ilm-i hikmet fenn-i âsar
Ulûmun cümlesin tafsil ü ecmel Tedârüs itdi ol zat-ı mübeccel
Cemi’-i ilm ü fenni şah-ı hûban Taallüm eyledi mağbût-ı akran
İcazet aldı Şehrî’den ki meşhur O üstad-ı şehinşahi-i mağfur
Müsemma hâce esseyyid Muhammed Beşehrî hafız üstaz-ı mümecced
İkinci hâcesi kürd Abdirahman Veliyy-i hazreti Allah ü Rahman
Dahi merhum Laz Osman Efendi Cenâb-ı Şeyh onu üstaz idindi
Daha var bazı üstad-ı mükemmel Velâkin itmedim zikr-i mufassal
Bu esnada temekküngâh-ı hazret Civar-ı cami’-i makbul-i haslet
Velipaşa-yı Mahmud-ı mükerrem Tedarüsgâh-ı bî-misl ü muazzam
Bu dâr-ı feyz içinde sol cenahda Nihayet köşede beyt’ül felahda
Şeref-efzâ-yı evreng-i velâyet Füyûzat-bahş-ı sükkân ü karabet
Huda’sıyla olub me’luf ve meşgul Görünmez mâsivâya zât-ı makbul
53
Gider tedris içün tüllâba her gün Yüzü nûrun görenler oldu gülgûn
Okutdu Bayezid’de ders ü devri Öper görse elin Süfyanı Sevri
İcazet virdi bir kez çıkdı derse Kıyam eylerdi ger Şeyhzade görse
İkinci bir icazet de o gül-rûy Oturdu rahle-i üstada hoş-bûy
Görenler dirdi sen bizden değilsin Hezâran aferin üstâz-ı gülsün
Ki biz erbâb-ı ashâb-ı hevâyız Gubâr-ı kil gibi bâd-ı hevâyız
Sen ol sahib-safâ-yı ruh-ı akdes Mücellâ saha-i kalb-i mukaddes
Sen ekmel hem mükemmil nur-ı Haksın Mükerremsin sen ol mansur-ı Hak’sın
Bu söz erbab-ı insafın kelâmı Hased ashabı virmezdi selamı
İşitdin ‘Bu Cehl’i nitdi Habib’e O şah-ı “Kabe Kavseyn” ü edîbe
Eza itmekde münkir itdi ısrar Cefâlar eyledi erbâb-ı inkâr
Neler çekdi neler ağyar elinden Safa nûş eyledi ol yar elinden
Seversen Hazreti Kutb-ı Cihan’ı Oku İhlâs ile Seb’ülmesâni
54
SEN BAŞKASIN
Daha küçük yaşlarda iken, İmamı A’zam Numan ibni Sabit (k.s) Hazretleri gibi, ona Kur’an’ın sırrı öğretildi. Akıl ile ilgili ilimlerle din ilimlerini; fıkıh, (İslam hukuku) Hadis ilmi, tasavvuf ve dünya bilgileri ve büyüklerin eserleri de öğretildi.
Bütün ilimleri toptan ve teferruatıyla o mübarek zat okuyup öğrendi. Her çeşit ilmi, akranlarının imreneceği bir şekilde öğrendi.
Zamanın büyük üstadı merhum Hafız Hoca Seyyid Muhammed Şehrî (k.s) Efendi’den icazet aldı. Diğer hocaları; veli Kürdi Abdurrahman (k.s) ve Laz Osman (k.s) Efendiydi.
Başka değerli hocaları da var ama onların adını burada saymadım. Bu sırada Hazreti Şeyh (k.s) cami yakınındaki Veli Mahmut Paşa’nın mükemmel dersanesinin sol tarafındaki köşede bir evde oturur, Allah’tan (c.c) başka her şeyden elini çekmiş bir halde yaşar dışarıda pek görünmezdi. Yalnızca talebeye ders vermek üzere Bayezid dersanesine giderdi.
O kadar bilgili ve üstündü ki, büyük veli Süfyanı Sevri (k.s) onu görse elini öperdi, büyük âlim tefsir sahibi Şeyhzade (k.s) onu görse saygıyla ayağa kalkardı.
İki kere icazet verip müderris kürsisine oturdu. Onu görenler dediler ki:
- “Sen başkasın, sana binlerce aferin olsun, büyük üstazsın! Biz senin yanında nefs ve hevesimize bağlı kişileriz, toz toprak gibi değersisiz. Sen kalbi nurlu kutsal bir
55
zatsın. Sen en mükemmelsin, Hakk’ın (c.c) nurusun, Allah’ın (c.c) özel yardımına mazharsın!”
Böyle diyenler insaflı kimselerdi. Kıskanç kişiler ise selam bile vermezlerdi. Allah’ın (c.c) sevgilisi olan Peygamber Efendimize (s.a.v) Ebu Cehil’in ne kadar eziyet ettiğini biliyorsunuz.
Şeyhimizin inkârcıları da ona ısrarla eziyet etmeye devam ettiler. Düşmanlarının elinden neler çekti neler. Ama dostu olan Cenâb-ı Hakk (c.c) ona büyük lütuflar eyledi.
Cihanın kutbu olan Ahmed Ziya (k.s) Hazretlerini seversen, onun ruhuna Fâtiha ve İhlâs oku!
Oldu erbab-ı fazîlet günbegün emsâl-i mar Her gören ikbal-perestan itmede meyl-i firar
Daima tohm-ı fesad ekmekde ashab-ı fiten Ehl-i fazlın fazlını inkâra olmuş tiğ-i dar
Ehl-i fazlın binde bir çekdiğini şerh eylesem Zerresinden şerhalar peyda olur kalbde hezar
Bin kere bin vücudumda açılsa yaralar Anlara nisbet kabul itmez bu emr-i bî-karar
Hem ne hacet ki tasaddi eyleyem şerh-i dile Şiddet-i belva zi fazladır didi ol zü-vekar
Aslını sormak ne müşküldür bu emr-i mübhemin Çünki hikmetdir bu ef’al-i Huda-yı Girdigâr
Her işi hikmetledir zat-ı eccell-i akdesin Zerrede binlerce âlem halk ider Perverdigâr
Cem’ ider ezdadı zarf-ı vahidde bî-reyb ü şek Hikmeti vardır abes itmez hakîm ü zi-iktidar
56
Var mıdır hiç hikmetin tağyir ü takbih eylemiş Âlim-i nihrir yahud bir hakîm-i nâmdar
Hiç ne mümkin Halık’ın hükmün mugayyer kıla halk Yok bu vadide bize teslimden başka medar
FEVZİYA zatında fazlın var mıdır yoksa çalış Sen fazilet ehli ol da bilmesün kadrin şirar
İNKÂRCILAR
Yüksek mevki sahipleri yılan gibi gittikçe düşmanlıklarını artırdılar. Dünya menfaatlerini gözetenler onu gördükçe kaçarlardı. Fitneciler daima fesat tohumu saçıp fazîlet sahiplerinin faziletlerini inkarla uğraşırlar. Böyle üstün zatların, bu gibilerin elinden neler çektiğini anlatmaya kalksam bir zerresinden kalplerde binlerce yara açılır.
Vücudumda milyonlarca yaralar açılsa, onların çektikleri acılara göre hiç sayılır. Hem bunları açıklamaya ne gerek var? Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadisi şerifinde “Bela fazilet sahipleri içindir,” buyurmuştur.
Bu mûhim meseleyi araştırmaya gerek yoktur, o Allah’ın (c.c) bir hikmetidir.
Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) her işi hikmetlidir, bir zerrede binlerce âlem yaratır. Hiç şüphe yok ki, birbirine zıt olan şeyleri bir araya getirir. Her işinde hikmet vardır, Allah (c.c) boş ve anlamsız iş yapmaz.
Allah’ın (c.c) hikmetini değiştirmiş, kötülemiş bir âlim kişi veya meşhur bir hâkim çıkmış mı?
Yaratıcının hikmetini yaratılmış olanlar değiştiremez, bu hususta bizlere teslim olmaktan başka yol yoktur.
57
Ey Fevzi, sende fazilet var mı? Bak da, marifetin, olgunluğun yoksa elde etmeye çalış. Sen faziletli kişi ol da varsın kötü kimseler bilmesinler.
Akaid dersine çıkmışdı Hazret Henüz ahz itmemişdi derse ruhsat
Heman te’lif ü tertibe koyuldu Müellifler idâdından sayıldı
Yiğirmi beş sene müddet demâdem Giceler subha dek durmazdı bir dem
Kitab te’lifine eylerdi himmet Dakika nefsine virmezdi mühlet
Bu esnada arardı şeyh-i kâmil Ki zâhir ilmini olmuşdu şâmil
O dem Mevlâ-yı Hâlid Hazretinden O hâk-i hıtta-i Şam milketinden
İşaretle gelür bir abd-i mutlak Mükemmel ilm-i bâtında mu Hakk
Hilafetle mübeccel zat-ı ekrem Ziyâüddin Ahmed şems-i a’zam
Tulû’ itdi cihana hemçü tal’at Ziyalandırdı dehri nur-ı rahmet
Tarablus müftisi dinmekle meşhur O üstad-ı muazzam zat-ı mebrur
Tebahhur eylemişdi hazreti pir Ulûmun cümlesinde şems-i iksir
Fıkh u tefsir tasavvuf ilm-i ahbar Bedi’ mantık meâni fenn-i âsar
58
Kelam hikmet beyan ve ilm-i hey’et Kavâfi hem bilürdi kutbı izzet
Ulûmun her birinde ferd-i kâmil Olubdu gıbta-fermâ-yı emâsil
Kitab te’lif iderdi nesr ü manzum Cemi’-i ilm ü fenden şeyh-i merhum
Keramet pîşe idi pîr-i pür-nur Cenâb-ı Hak anı kılmışdı mansur
Meğer Mevla-yı Halid kutb-ı irşad Cihanı serteser itmişdi is’ad
Ziyâüddin Ervâdî’ye yani O şeyh-i şeyhuna kutb-ı cihanı
Dimiş git şehr-i Kostantani’ye ey can Uyar bir nur-ı Hak şem’-i şebistan
O nûrun şûlesinden arz-ı mağrib Buhara Mısr’a dek Batha ve Yesrib
Diyar-ı Hind ü Tatarı seraser Dahi aksâ-yı maşrık ola enver
Mükemmel sahib-i erbab-ı hâcat Anın dergâhıdır bâb-ı münâcat
O bizden sonra bil sahib-zamandır Tarikat rehberi şems-i cihandır
Velayet goncesidir misk-i ezher Henüz açmış değildir verd-i ahmer
O dürdane-i derya-yı vahdet Özüdür şübhesiz mahbub-ı Hazret
Eğerçi gönderilmişdir halife Seni muhtas kıluram ol şerife
59
Nasibi senden almışdır ezelden Bu takdir olunmuş Lemyezel’den
İriş var şehr-i İstanbul’a durma Anı bul sohbet it bir ferdi görme
İdersin serteser dünyayı bende Senin namın anınla oldu zinde
İriş kim yaverin Allahü Sübhan Sana bî-had ider in’am ü ihsan
Seni bir lütfa mazhar itdi Deyyan Anı görmüş değildir her bir insan
Saadet tacını geydin müebbed Keramet dârını kıldın müeyyed
Çerağın şûlesi cümle cihanı Münevver idecekdir ins ü canı
Olur namın bütün dillerde mezkûr Seni tezkir iderdi kavm-i mebrur
Benim vardır halifem gerçi bî-had Bu sırra mazhar ancak sensin Ahmed
Seni tensib ider ervah-ı sâdat Sana tevcih olunmuş bu fütûhat
Kelâm-ı hazreti dergûş idince Derûnunda mahabbet cûş idince
Semi’na gitmek elzemdir didi ol Ata’na durmazam ey zat-ı makbul
Gelür şehr-i şehir-i âsitâne O göz nûru konar devletle hane
Gör imdi neyledi Ahmed Ziya bil İşit dâim anı sen eyle tebcil
60
Gelince şeyh Ervâdî bu şehre Cemalinden ziya virdikde dehre
Zuhûratla bilür ol mâh-ı tâban Ki doğdu maşrıkından şems-i Rahman
Bu şeb gelmişdir ol üstad-ı ekrem Beni ister didi ol zat-ı efham
Sabah oldukda sultan-ı tarikat Makam-ı hazrete itdi azimet
Bu bî-rehnüma şah-ı velayet Cenâb-ı Ahmed’i şems-i kerâmet
Çün Ervâdî görür Ahmed Ziya’yı Mükemmel abd-i has-ı kibriyayı
Sana geldim dir ey mâh-ı cihanyan Senin çün gönderildim can-ı canan
Beni emreyledi Mevlâyi Halid O kutb’ül ârifin şeyh’ül emâcid
Senin çün gezmişem bunca diyar ben Senin müştakınem ey vech-i ahsen
Celalüddin Rûmî’dir misalin Ben ol şemsem ki meftûn-ı cemalin
Seni arzu iderdim can ü dilden Sana âşık idim her dem gönülden
Gel ey maşuk u mahbubum bana gel Gel ey şah-ı velâyet rûy-ı ecmel
Görünce menba-ı feyzin o server Safa geldin didi ey şah-ı kişver
Didi dertlilerin dermanı geldi Serir-i sadrımın sultanı geldi
61
Şeriat rahının kervânı geldi Tarikat surunun derbânı geldi
Hakikat şehrinin hünkârı geldi Maarif kasrının mîmarı geldi
Hafâ-yı sırrımın esrârı geldi Cila-yı ruhumun mîyarı geldi
Sema-yı kalbimin şemsi görüldü Gönül bîmârına merhem sürüldü
Kudûm-i hazretin mahz-ı kerâmet Neva-yı sohbetin ayn-ı saadet
Seni özlerdi canım çok zamandır Giceler subha dek kârım figandır
Garibem bu diyarda yok enîsim Safa geldin kerâmetli celîsim
İrişdi mah-ı şems-i münire Hemandem bey’at itdi destgîre
Seversen Hazreti Kutb-ı Cihan’ı Oku İhlas ile Seb’ülmesâni
ERVÂDÎ HAZRETLERİ
Hazreti Şeyh (k.s) henüz ders vermeye yetkili olmadığı zamanlarda bir gün Akâid dersine çıktı. Hemen itikad, iman konusundaki bilgileri toplayıp düzenledi, kitap haline getirdi. Artık müellif olarak anılmaya başlandı.
Yirmi beş sene gece gündüz bir an bile durmadan, kitap yazdı, bir dakika rahat edip dinlenmedi.
62
Zâhiri ilimleri yani şeriatla ilgili bütün ilimlerin hepsini öğrenmişti, bir taraftan da tasavvufta kâmil bir şeyh arıyordu.
Bu sırada Şam’dan Mevlâna Halid Bağdadi (k.s) Hazretlerinin gönderdiği mâneviyatı yüksek bir zat İstanbul’a geldi. Trablus Müftüsü denen bu çok âlim ve fazıl kişi Ahmed Ziya (k.s) Hazretlerine halifelik verdi.
Böylece bütün ilimleri kendinde toplamış ve ilim deryası olmuştu. Fıkıh, tefsir, tasavvuf, hadis, mantık, meâni, fen ilimleri, kelam, hikmet (fizik, kimya) heyet (astronomi) ve şiir, edebiyat alanlarında seçkin ve eşsiz bir âlimdi. Akranları ona imreniyorlardı. Her konuda mensur (düz yazı) ve manzum eserler veriyordu. Cenâb-ı Hakk’tan (c.c) özel yardım alıyor, kerâmetler gösteriyordu.
Bütün cihânı baştanbaşa aydınlatıp mutlu kılan Halid Bağdadi (k.s) Hazretleri şeyh Evradi’ye buyurmuştu ki:
- “İstanbul’a git, ordaki Hak nuru Ziyâeddin’i bul. O zat bütün batı ve doğu memleketlerini aydınlatacak, Buhara, Mısır, Mekke, Medine, Hindistan, Türkistan ülkelerini nura boğacaktır.
Onun tekkesi Hakk’a (c.c) münacat kapısı olacak, o bütün hacetleri yerine getirecektir. O bizden sonra zamanın kutbu, tarikat rehberi ve cihanın güneşi olacaktır. Ama henüz o açılma vakti gelmemiş, çok güzel kokulu bir kırmızı gül goncasıdır.
O vahdet denizinin incisidir. O şüphesiz Allah’ın (c.c) sevdiğidir. Seni yalnız ona halifem tayin ettim, yalnız onun için gönderiyorum.
63
Cenâb-ı Hakk’ın takdiriyle o ezelden senden nasip almıştır. Hemen İstanbul’a git, onu bul, yalnız onunla sohbet et, başka kimseye bakma.
Sen bu hizmet sayesinde dünyayı kendine bağlayacaksın, adın onunla anılıp yayılacak, Cenâb-ı Hakk (c.c) bu yüzden sana sonsuz bağışlarda bulunacaktır.
Hakk Teâlâ (c.c) bu hizmeti nasip etmekle sana öyle büyük bir ihsanda bulundu ki, kimseye kısmet olmamıştır. Sen ebedi olarak saâdet tacını taşıyacaksın. Sen sonsuz kerâmetlere erdin, yakacağın kandilin ışığı bütün dünyayı aydınlatacak, adın bütün dillerde anılacak, bütün makbul kullar seni söyleşecektir.
Benim pek çok halifem var ama bu sırra sen eriştin. Büyük velilerin ruhları seni uygun gördüler, bu nimet sana kısmet oldu.”
Hazreti Halid’in (k.s) bu sözlerini işiten Ahmed Ervâdî (k.s) Hazretlerinin içinde muhabbet kaynadı;
- “İşittik ve itaat ettik. Hiç durmadan oraya gidiyorum” dedi.
İstanbul’a gelince bir evde konakladı. O İstanbul’a gelince Ahmed Ziya (k.s) Hazretlerinden şöyle bir kerâmet müşâhede edildi: Onun geldiğini bildi ve dedi ki:
- “O büyük zat bu gece şehrimize geldi ve beni istiyor!” Sabah olunca hemen onun bulunduğu yere vardı Ahmed
Ervâdî (k.s) Hazretlerini buldu. Ervâdî (k.s) Hazretleri Ahmed Ziya (k.s) Hazretlerini görünce dedi ki:
- “Ey değerli şeyh, ben senin için geldim. Mevlâna Halid (k.s) Hazretleri tarafından sana gönderildim. Tâ Şam’dan buraya kadar diyar diyar dolaşıp seni görmek için geldim.
64
Seni görmeden sevdim, seni görmeyi çok arzu ettim. Sen Mevlâna Celaleddin Rûmî (k.s) Hazretlerine benzedin, ben de Şemseddin Tebrizi (k.s) Hazretlerine!”
Ahmed Ziyâeddin (k.s) Hazretleri de ona şöyle dedi: - “Hoş geldin ey veliler sultanı! Dertlerin dermanı geldi,
gönül tahtımın padişahı geldi. Şeriat yolunun kervanı geldi, tarikat kalesinin kapısı geldi, hakikat şehrinin sultanı gedi, maarif köşkünün mimarı geldi, gizli sırlarımın esrarı geldi, ruhumun parlaklığının ölçüsüsün.
Seni görmekle gönül göğümün güneşini görmüş oldum. Hasta gönlüme merhem oldun. Buraya şeref vermen sırf kerâmettir. Seninle beraber olmak mutluluğun ta kendisidir.
Seni uzun zamandır özlüyor, sabahlara kadar ağlıyordum. Burada garip kalmıştım, hiç dostum yoktu. kerâmetli dostum hoş geldin!”
Böylece ay, güneşe kavuşmuş oldu. Hemen ona biat edip bağlandı.
Cihanın kutbu olan Ahmed Ziya Hazretlerini seversen, onun ruhuna Fâtiha ve İhlâs oku!
Gel ey talib kulak vir dinle esrar-ı bu mânâdan Sana takrir idem bir bir Cenâb-ı kutb-ı a’lâdan
Cenâb-ı Hakkazreti Ahmed Ziyâüddin Ervâdî İşaretle gelince şehri Kostantin’e Mevlâdan
O ferman-ı muallâ-yı Cenâb-ı Pir’e tevfikan Ne bir ferdin yüzün gördü ne sohbet kıldı dünyadan
Kulûb-ı evliyadan bir şerâre mahv ider kevni Tezelzül eyler ahından avâlim ta Süreyya’dan
65
Anın bir nebze aşkından eğer âlemlere düşse Hurûş eylerdi bî-perva bu yerler hubb-ı Mevlâ’dan
Neye meylerse anlar bulunmaz men’e bir mani Meğer kim hazreti Allah anı hıfz ide zarrâdan
Gürûh-ı evliyaya şark u garbın cümlesi birdir Ne kim kasd itse vâki’dir gerek zurra ve serradan
Bu sırdandır ki Ervâdî gelince şehr-i sultana Haberdar oldu şah-ı evliya sırran bu davadan
Didi ey dil çü davet oldu yardan durmak olmaz kim O bir peyk-i mukaddesdir bize şah-ı muallâdan
Makam insaf makamıdır gel insaf eyle ey münkir Bu yerde pek büyük sır var bilen anlar muammadan
O sırrı keşfe ger kuvvet bulaydım kendi nefsimde Bu nazmı söylemezdim hiç gerek sugra ve kübradan
Kabahatdir konuşmak gerçi ebrarın lisanından Ümidim afv ü rahmetdir Cenâb-ı Hak Teâlâ’dan
Beni levm itme insaf eyle afveyle kusurum ki Bilirsin sen mukallid levm idilmez şer’-i garradan
Mukallidler idâdından sayılmak cana minnetdir Ki erbab-ı hakayık pek mukaddes ehl-i dünyadan
O ashab-ı hakikatden ümidim bir şefaatdir Anın bir zerre ihsanı büyük dünya ve uhradan
ŞEYH ERVÂDÎ’NİN ELÇİLİĞİ
Ey Hakk (c.c) talibi, bu iki şeyhin buluşmasının sırlarını
sana açıklayayım, iyi dinle.
66
Şeyh Ervâdî (k.s) Mevlâna Halid Bağdadi (k.s) Hazretlerinin emriyle İstanbul’a gelince şeyhinin tembihini tutup hiç kimseyle görüşmedi, konuşmadı.
Evliyanın kalplerinden kopan bir kıvılcım bütün kâinatı yakıp yok eder. Gönülden çektiği bir ah Süreyya yıldızından ta yere kadar her yeri sarsar.
Allah (k.s) velisinin aşkından âlemlere bir parça düşse Hakk (c.c) sevgisiyle yerler kaynayıp coşar.
Veli ne isterse olur, yakıp yıkma dilese istediği yerine gelir, kimse onu engelleyemez. Ancak Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) korudukları müstesnadır.
Onlar için doğular batılar birdir; zarar vermek veya faydalandırmak hususunda ne dilese gerçekleşir.
Bu manâdan dolayı Ervâdî (k.s) Hazretleri İstanbul’a gelince Ahmed Ziya (k.s) Hazretleri ondan haberdar oldu da dedi ki:
- “Ey gönül, dosttan çağrı geldi, durmak olmaz. O çok mübarek bir zâtın yakınıdır, yüce bir veliden haber getiriyor.”
İnsaf etmek ve inanmak gerektir bunlara ey inkârcı! Burada büyük sır vardır. Sırlardan anlayan bunu bilir.
Eğer bu sırrı açıklamaya güç yetirebilseydim, bu şiiri küçük büyük şeylerden bahsedip hiç söylemezdim.
Büyük zatların dilinden söz aktarmak doğru değil ama Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) af ve merhamet edeceğini umuyorum.
Beni kötülemeyin, kusuruma bakmayın. Bildiğiniz gibi şeriatta taklitçiler ayıplanmaz. Ben de taklitçilerden sayılırsam ne mutlu bana.
67
Hakikat mertebesine erişmiş veliler dünya adamlarından pek yüksek ve pek kutsaldırlar. Hakîkâte ermiş o yüce erlerden şefâat ümidindeyim.
Onların birazcık ihsanları, azıcık bağışları bile dünya ve ahiretten büyüktür ve daha hayırlıdır.
Çeşm-i canın aç kulak vir dinle ihvanım beni Kavl-i bî-hâlim görüb levm itme sultanım beni
Sen rivayet ittiğim hâl-i ulûvv-i şana bak Gör kelâmımdan Ziya’yı görme ey canım beni
Gerçi müznib mücrimem çü çokdur günahım bî-hisab Maksadım bu tarz ile afv ide Rahman’ım beni
HOŞ GÖRÜN BENİ
Kardeşim can gözünü aç ve beni dinle. Halsiz sözlerime bakıp beni kötüleme.
Sen benim anlattığım yüce vasıflı hâle, yani mânevi hayata bak! Bana bakma, anlattıklarımdan Ahmed Ziya’yı (k.s) tanımaya, anlamaya bak.
Gerçi günahkârım, suçluyum, günahlarım sayılamayacak kadar çok ama amacım Ahmed Ziya’yı (k.s) anlatıp bu sayede Allah’ın (c.c) affına mazhar olmaktır.
68
Didi ey menba-ı feyzim zahîrim Misafirsin sen bana destgîrim
Eğer lütf eylese şems-i şerafet Teşerrüf eylemek bin cana minnet
Beraber eyledi teşrif o hazret Bu kez dâr-ı Ziya’ya kondu devlet
Biraz müddet beraber itdi halvet Görünmez masivaya mah ü tal’at
Rivayet var ki dersinde o üstad Bulunmak lütfunu itmişdi mûtad
Tamam oldukda halvet müddeti çün Veda itdi Cenâb-ı rûy-ı gülgûn
Nihan oldu gidüb hayli zamanlar Cenâb-ı Ahmed itdi çok figanlar
Zuhur itdi ikinci def’a hazret Yine icra idildi de’b-i halvet
Tarîk-i Nakşibend ü Kadiri’den Süherverdi ve Çeşti Kübrevî’den
Hilafetle idüb tekrim ü taltif İcazetle Ziya’yı kıldı teşrif
Teberrük vechile üstad-ı ekrem Maarif madeni iksîr-i a’zam
Hadis ilmin dahi itdi kıraat O hazret aldı şeyhinden icazet
Hilafet aldı altmış dörtde hazret O dürr-i nadir-i derya-yı vahdet
Bu esnada Cenâb-ı Abdifettah Bulunmuşdu bu yerde hemçü mısbah
69
Bu zat merd-i kâmilden müridan Anı gönderdi Halid şems-i pîran
Mükerrer geldi Şam’dan bu diyara Bu şehri eyledi ihya hemâre
Bilenlerden birinden dinledimdi Didi Bağdat diyarından da geldi
Netice böyledir ey talib-i Hak Bu zat ihyaya memurdur muHakk
Ana tevdi’ idilmiş şehr-i sultan Ki irşad eyleye ol nur-ı Rahman
Velâkin hazreti Ahmed Ziya’yı O sertac-ı güruh-ı asfıyayı
Bırakmış hazreti Halid Ziya’ya O Ervâdî veliyy-i kibriyaya
Anın çün geldi Ervâdî bu şehre Ziya ender ziya virdi sipihre
Hilafet aldı çünki pir-i akdes Hazırdı Abdifettah-ı mukaddes
Bulundu hayli müddet bu diyarda Nihayet defnedildi Üsküdar’da
On altı yıl yahud az ziyade O hazretden idildi istifade
Severler her bir yekdiğerini Ziyaretler ederler birbirini
Bekaya Abdifettah itdi rıhlet Ecel camı bırakdı nar-ı firkat
Ziyâüddin Ahmed can-ı canan O sultan-ı velâyet kân-ı irfan
70
Hilafetden mukaddem kutb-ı a’zam Veraset eyledi ol nur-ı ekrem
Hasan Hilmi ki ayrılmaz makamdan Anı geçmiş bulunmaz has ü âmdan
Cenâb-ı Abdifettah’a getürdi Bizi ihda içün bir nur yetürdi
Hilafet aldığında kân-ı tevhid Hasan Hilmi Cenâb-ı itdi tecdid
Anın terbiyetinde oldu üstad Bu gün itmekdedir ihvanı irşad
Anın hakkında var birçok letâif Velâkin şerhini almaz sahâif
Biri budur buyurdu şeyh-i ekrem Anı sevmek beni sevmekle tev’em
Karındaşım Hasan Hilmi didi hem Birader eyledi ol pir-i efham
Vekilimdir itaat eyleyin siz Bunu yekdiğere hem söyleyin siz
Bulunsaydı eğer ondan sezası Anı takdim ider Hakk’ın Ziya’sı
Çü hazret sağlığında itdi tevkil Anı cümle şüyûha kıldı tafdil
Bu sözü ilan idildi lâ mahale Kulak asma sakın sen kıyl ü kale
Gözün yoksa kulağın dinlemez mi? Senin aklın bu remzi anlamaz mı?
İderdim hüsn-i zan daim Ziya’ya Yüzüm gözüm sürerdim hâk-i pâye
71
Hasan Hilmi vekîlimdir buyurdu Anı her bir mürîdâna duyurdu
Eğer derviş isen FEVZİ muHakk Gözet emr-i Ziya’yı olma ahmak
Otuz sinninde yahud az ziyade Oturdu şüphesiz post-ı reşâde
Hilafet müddeti kırk beşden artık Rivayet böyledir ber kavl-i nâtık
Bu müddetde Cenâb-ı gavs-ı a’zam Reşâdet tal’ati ferd-i muazzam
Serâpâ nûra garketdi cihanı Ki irşâd eyledi binlerce canı
Bu esnada yüz onbeşden bir artık Hilafetname virdi kavl-i sadık
Mahallinde yazub bir bir esâmi Haberdar eylerim ben hâs ü âmı
Didiler on kere yüz bindir ihvan Dahi bundan ziyadedir bil ey can
Halife gönderirdi garb ü şarka Tarîk telkin idildi fırka fırka
Bulunmaz bir şeher dünyada ey can Görülmüş olmasun havlinde ihvan
Bu denlü eyledi ihya zamanı Cihana şerh idildi nam ü şanı
Hatimler açdı dünyada hisabsız Adûyu eyledi, her yerde tabsız
Hisabı yok kitablar itdi telif Anı erbabına itmişdi tevkif
72
Hadis ü fıkh u sarf ile akaid Tasavvuf hem kelâm-ı pür-fevâid
Dahi ilm-i nahivden bî-nihâye Kitablar yazdı erbab-ı nühâye
Didi elli ikidir ehl-i ahbar Anın te’lifinin âdâdı ey yar
Biri Râmuz ile şerhi müdevven Hisabsız tab’ idilmiş tarz-ı ahsen
Garâib’dir biri şerhiyle hem var Hadisdir bunları bil ey keremkâr
Kitabın her birinden yılda bî-had Virir erbabına mevlâyi Ahmed
İdüb tedris icazetle beraber Hediyye eyler idi şeyh-i ekber
Dahi diğer kitablardan virirdi Hizarı şad ü hurrem gönderirdi
Otuz sâle karîb bervech-i tahrir Bu hal üzre ider tüllâbı tesrir
Nihayet on sekiz bin cild kitabı Tasavvuf hem hadis-i müstetabı
Vefatından mukaddem kân-ı şefkat Didi tüllâba vakf itdim o hazret
Dahi inşa idilmiş üç şehirde Kitabhane ki misli yok dehirde
Biri Bayburd kazasıdır biri Of Biri de Rize’de bervech-i ma’ruf
Mükemmel her birinde çok kütüb var Tasavvuf fenn-i hikmet ilm-i âsar
73
Vazife tayin itmiş her birinde Ne kim tertib idilmiş her yerinde
Bu yolda beş yüz altun vakf idilmiş Nemâsından vazife gösterilmiş
Mahallinde bu hayrı itmiş icra Her emri hikmete evkafdi zira
Ne kim ifa iderdi kavl ü fi’li Düşerdi sünnete enseb ü ca’li
Bütün bid’atden itmişdi teberra Özü dünya işinden hep müberra
Makam-ı hazretinde hayli miktar Kitab-ı bî-şumar itmişdi îsar
Makamında olan mezkûr kitablar O te’lif-i âli müstetablar
Vasiyyet vechile tezbîdi meşrut İlâ yevm’il kıyam tecdidi meşrut
Anın tevzi’ ü tecdidi kemâ kân Makamın re’yine merbutdur ey can
Ki mezkûr on sekiz bin başkadır bil Muaahhar didiğim bervech-i tescil
Ki dört oldu bununla ey muhibban Kütübhane değil derya-yı irfan
Daha pek çok müberratı muHakk Kalem âciz anı yazmakda elhak
Bu kim imlâ idildi cümle katre Ne katre belki öşr-i öşr-i katre
Sehavetde bulunmazdı uyarı Gani eylerdi ehl-i iftikarı
74
Yolun beklerdi ashab-ı münâcat Ki ihsan eyleye ol kân-ı hâcat
Vücûdun vakf idübdü mü’minine İşi hep hidmet idi ehl-i dine
Seversen Hazreti Kutb-ı Cihan’ı Oku İhlâs ile Seb’ülmesâni
HAZRETİ ŞEYHİN ESERLERİ
Ahmed Ziya (k.s) Hazretleri, Ervâdî (k.s) Hazretlerine; - “Ey feyzimin kaynağı, sen benim misafirimsin; evimi
şereflendirmen beni pek memnun eder!” dedi. Birlikte Ahmed Ziya’nın (k.s) evine geldiler; böylece
devletli Şeyh onun evine misafir oldu. Bir süre yalnız kaldılar, dışarıya çıkmadılar.
Ervâdî Hazretleri (k.s) şeyhimizin derslerine bir müddet devam etmişti de derler.
Yalnız kalmak süresi dolunca misafir Şeyh veda edip ayrıldı. Uzun zaman görünmedi, Ahmed Ziya (k.s) onun hasretiyle üzülüp çok ağladı.
Sonra ikinci defa yine buluştular. Bir süre daha halvette kaldılar. Ervâdî (k.s) Hazretleri şeyhimize Nakşıbendî, Kâdirî, Suhreverdî, Çeştî, Kübrevî tarikatlarından halifelik icazeti verdi. Hadis ilminden okutup bu alanda da icazet verdi. Tarih Hicri 1264 idi.
Bu sırada Mevlâna Halid (k.s) Hazretlerinin müridlerinden Abdülfettah (k.s) Hazretleri de Şam’dan şeyhinin emriyle İstanbul’a gelmişti. Bundan sonra da birkaç kere gelerek bu şehri aydınlattı.
75
Bazıları Bağdat’tan da geldiğini söylediler. Vazifesi İstanbul’daki Hakk taliplerini irşad etmekti. Ama Ervâdî (k.s) Hazretleri, Mevlâna Halid (k.s) Hazretleri tarafından yalnız Ahmed Ziya (ks.) Hazretleri için gönderilmişti.
Ahmed Ziya (k.s) hilafet aldığı sırada Abdülfettah (k.s) Hazretleri de hazır bulunmuştu. Bu zat 16 yıldan fazla İstanbul’da kalmış, vefat ettiğinde Üsküdar’da defnedilmiştir.
Ahmed Ziya (k.s) Hazretleri yanından hiç ayırmadığı, bütün müridlerinden üstün tuttuğu Hasan Hilmi (k.s) Hazretlerini Abdülfettah (k.s) Hazretlerine getirip teslim etti. Hasan Hilmi (k.s) o Hazretten feyz alıp yetişmiştir. Şimdi şeyhimiz odur, müridleri irşad etmektedir.
Hasan Hilmi (k.s) Hazretlerini Ahmed Ziya (k.s) Hazretleri çok sever ve överdi. Onun için söylediklerinden bazısı şöyledir:
“Onu sevmek beni sevmek demektir, ona itaat edin, bu söylediklerimi burada olmayan müridlere aktarın. Ondan daha üstün ve lâyıkını bulsaydım size onu tavsiye ederdim.”
Bu sözleri herkese duyuruldu ki, bütün dervişlerin ona uyması gerekir.
Ahmed Ziya (k.s) Hazretleri irşad postuna oturduğunda otuz yaşlarındaydı. Halifelik müddeti olan kırk beş yılda binlerce kişiyi irşad etmiş, cihanı nura garketmiştir.
Hicri 1216 yılında halifeler tayin etti; bunları yeri gelince yazıp belirteceğim.
Müridlerinin sayısı bir milyondan fazlaydı. Doğuya, batıya gönderdiği halifeler sayesinde halk her tarafta küme küme tarikate girdiler. Etrafında müridi olmayan, şöhreti her yere yayılmış böyle bir şeyh görülmemiştir.
76
Zamanında her yeri irşad eyledi, çok kitaplar yazıp layık olana bağışladı, düşmanı her yerde zayıf düşürdü.
Hadis, fıkıh, dil bilgisi, akaid, tasavvuf ve kelam ilimlerine dâir pek çok faydalı kitap yazdı. Yazdığı kitapların sayısının 52 olduğunu söylerler.
Onlardan biri defalarca basılmış olan “Ramuz’el Ehadis” ve şerhidir. Biri de “Garaib’ül Ehadis” ve şerhidir. Yazdığı kitaplar çok baskı yapmıştır, bunları ilgilenenlere dağıtır, sevindirirdi.
Otuz sene kitap yazmış, bunları derslerinde açıklamış ve yetenekli olanlara hadis okutmak için icâzet vermiştir. Vefatından önce on sekiz bin cilt tasavvuf ve Hadis’e dair kitabı talebelere vakfetmiştir.
Rize, Bayburt ve Of’da büyük kütüphaneler yaptırmıştı ki, bunlarda her konuda pek çok kitap vardı. Düzenlediği vakfiyede bu hizmete beş yüz altın tahsis etmiş, bunun gelirlerinden ücretli görevliler belirlemişti.
Hazret-i Şeyhimizin (k.s) her işi ve sözü sünnete uygundu, bid’atlerden sakınırdı. Dünya işiyle ilgisi yoktu. Kendi tekkesindeki kitapların adedi de on sekiz bindi. Bunların çoğaltılması vakıfnamede şart kılınmıştı. Böylece açmış olduğu kütüphane sayısı dört olmuş olur.
Yaptığı hayırlar pek çoktur, saymaya imkân yoktur. Bu yazdıklarımız iyiliklerinin bir damlası, hatta damlası bile değil damlanın yüzde biridir.
Cömertlikte eşi yoktu, fakirleri bağışlarıyla zengin ederdi. İhtiyaç sahipleri hep onun yolunu beklerlerdi.
Bütün varlığını mü’minlere vakfetmişti. İşi müslümanlara hizmet etmekten ibaretti.
77
Cihanın kutbu olan Ahmed Ziya (k.s) Hazretlerini sevenler, onun ruhuna Fâtiha ve İhlas okusunlar!
NAAT VE NİYAZ
Bi-hakk-ı hazreti Kur’an dahîlek ya Ziyâüddin Bu canım yoluna kurban dahîlek ya Ziyâüddin
Elâ ey server-i hayl-i velâyet kutb-ı rabbani Ve ya ser-halka-i hûban dahîlek ya Ziyâüddin
Olubsun kutb u mevlâsı güruh-ı Nakşıbendan’ın Ki sensin kıble-i irfan dahîlek ya Ziyâüddin
Olubdu serteser âlem misal-i heykel-i bî-ruh Seninle buldu dünya can dahîlek ya Ziyâüddin
Kudümün eyledi teşrif diyar-ı Rûm u Urbân’ı Hem Afgan’ı ve Hindistan dahîlek ya Ziyâüddin
Hakikat olmadı mahrum cemalin pür-ziyasından Ne Gürcistan ne Kürdistan dahîlek ya Ziyâüddin
Cihanda kalmadı bir yer senin sıytın ola ağyar Olubsun hâdi-i ihvan dahîlek ya Ziyâüddin
Ne mümkin eylemek ta’dad bu arz-ı vâsi’i elhak Senindir bu geniş meydan dahîlek ya Ziyâüddin
Değil hâli bu arzullah senin nüvvab-ı zî-şanın Gezer Çin ü Frengistan dahîlek ya Ziyâüddin
Gürûh-ı evliya içre sen öyle mazhar-ı tamsın Ki mislin görmedi ekvan dahîlek ya Ziyâüddin
Cihanı halk idüb Allah halife Âdem’i kıldı Teselsül eyledi insan dahîlek ya Ziyâüddin
78
Müselsel oldu çok cümle peyamberler gelüb gitdi Habib’in itdi son ihsan dahîlek ya Ziyâüddin
Anın da ümmetin kıldı velilerle müzeyyen Hak Gelüb göçdü nice şâhan dahîlek ya Ziyâüddin
Şeriat esbine bindi tarikat çöpini aldı Cemi’-i kümmelin her an dahîlek ya Ziyâüddin
Hakikat iklimin bir bir gezüb görüb geçüb gitdi Bu resm ile idüb seyran dahîlek ya Ziyâüddin
Nihayet kasr-ı irfana irüb seyrin temam itdi Nice zühhad nice rindan dahîlek ya Ziyâüddin
Nebiler serveri çün kim nihayet geldi dünyaya Velâkin kimse yok akran dahîlek ya Ziyâüddin
Selef ümmetlerin cümle bir yere Mevlâ Olamaz misl ü hem rub’an dahîlek ya Ziyâüddin
Ne misl ü nısf u rub’ u hums ne öşr ola ana nisbet Bu denlü çok ola a’van dahîlek ya Ziyâüddin
Senin de mazhar-ı tam olduğundandır bu sultanlık Ki sensin ahir-i pîran dahîlek ya Ziyâüddin
Gelübsün sonradan amma cihanı şu’lelendirdin Senindir top u hem çevgân dahîlek ya Ziyâüddin
Cüneyd’in askeri olmaz senin kıtmir’inin özrü Doludur şehr ü kûy ü evtan dahîlek ya Ziyâüddin
O biyh-ı gonce-i bağ-ı risalet sende bir yer ki O peygamber tu pir-i ahir’ül ezman dahîlek ya Ziyâüddin
Hem ismin ismine tatbik ve zatın zatına layık Misalin görmedi Nu’man dahîlek ya Ziyâüddin
Ziyâüddin ve’l Hak’sın ki tenvîr eyledin dehri Ne mümkin künhünü îkan dahîlek ya Ziyâüddin
79
Çerağın şûlesiyle pür-münevver şehr-i Kostantin Sabah-ı haşredek el’an dahîlek ya Ziyâüddin
O ka’r-ı bahr-ı vahdetde Ziyâüddin Ervâdî Olubdu vâle vü hayran dahîlek ya Ziyâüddin
Sadefden mayelenmişdi o mâ’ül hayy-ı nisandan Getürsün dür ile mercan dahîlek ya Ziyâüddin
Getürdi mayeden bir dür ki mislin görmedi gözler Anın vasfında dil sekran dahîlek ya Ziyâüddin
O dürrün vasfına hâme yürürken çatladı cana Ki vasfı haric-i imkân dahîlek ya Ziyâüddin
Bu dürrün vaz’ına mevzi düşündü bulmadı bir yer Ki konmaz her yere hakan dahîlek ya Ziyâüddin
O dür dürr’ül yetim idi sazadı şanına rif’at Anın çün eyledi im’an dahîlek ya Ziyâüddin
Dolaşdı rub’-ı meskûnu ki teslim eyledi dürrü Bulamaz sahib-şayan dahîlek ya Ziyâüddin
Nihayet buldu bir insan makarr-ı şehr-i İslambol Veliyy-i hazreti Sübhan dahîlek ya Ziyâüddin
Bulub tevdi’-i mülk itdi o şah-ı nev Huda-dâde Ki namın eyledi i’lan dahîlek ya Ziyâüddin
Ben anın vasfını bilmem felek bî-devr melek hayran Ki oldur sahib-i devran dahîlek ya Ziyâüddin
Meramım bir tevessüldür garibem kapuna geldim Getirdim tuhfe-i eman dahîlek ya Ziyâüddin
Günehkârem yüzüm kare beni yar eyle ol yare Emandır kârım el eman dahîlek ya Ziyâüddin
Sevenler hazreti kutb-ı cihanı Okur İhlâs ile Seb’ül mesâni
80
ŞEYH HAZRETLERİNE YALVARIŞ
Ey Allah’ın (c.c) ışığı, Kur’an-ı Kerim hakkı için yardım
et, sana sığındım, canım yolunda kurban olsun. Ey velilerin başbuğu, zamanın kutbu, Allah’ın (c.c)
sevdiklerinin baş halkası, sana sığındım. Nakşıbendi tarikatı saliklerinin kutbu ve efendisisin,
irfan kıblesisin, sana sığındım ey Ziyâeddin (k.s) . Cihan baştanbaşa cansız heykel gibiydi, dünya seninle
can buldu. Gelişin Anadolu’yu ve Arabistan’ı şereflendirdi,
Afganistan ve Hindistan’ı da. Sana sığındım ya Ziyâeddin (k.s).
Cemalinin ışığından mahrum kalmış bir yer yok, Gürcistan ve Kürdistan da aydınlandı.
Dünyada sana yabancı kalmış bir yer yok, müridlere doğru yolu gösterdin. Aydınlattığın yerleri teker teker saymak ne mümkün? Sana sığındım ya Ziyâeddin (k.s).
Bütün dünya senin meydanındır. Şanlı halifelerinin bulunmadığı yer yok; Çin’de Avrupa’da bile dolaşırlar.
Veliler içinde benzersizsin, tam ve mükemmel bir velisin. Sana sığındım ya Ziyâeddin (k.s).
Cenâb-ı Hakk (c.c) cihanı yarattı ve Hz. Âdem’i (a.s) halife kıldı, insan nesli ondan devam etti.
Çok peygamberler gelip gitti, nihayet Allah’ın (c.c) son ihsanı olarak kendi sevgilisi Peygamber Efendimiz (s.a.s.) gönderildi.
Cenâb-ı Hakk (c.c) onun ümmetini velilerle süsledi, nice evliya gelip gittiler. Dünya hiçbir zaman velisiz kalmadı. Şeriat atına binip tarikat kamçısını ellerine alan bir büyük
81
veli hiç eksik olmadı. Hakikat ülkesini her biri görüp gezdiler ve gittiler.
Pek çok zahid ve âşık irfan köşküne erişip yolculuklarını tamamladılar.
Peygamberlerin önderi dünyayı şereflendirdiğinde hiç akranı yoktu. Geçmiş ümmetler hep bir yere toplansa onun ümmetine denk değil, dörtte bir bile olamaz, dörtte bir de değil, beşte bir, onda bir de olamaz, yardımcılar bu kadar çoktur.
Ey Ziyâeddin, sen de sultansın, çünkü tam mazharsın, velilerin sonuncususun. Sonradan geldin ama cihanı ışıklandırdın, dünya meydanında teksin. Sana sığındım ya Ziyâeddin (k.s)
Cüneyd Bağdadi’nin müridleri senin kapındaki bağlıların onda biri bile değildir. Şehirler, köyler, bütün yurtlar müridlerinle doludur. Peygamberlik bahçesi goncasının özüsün. Peygamber Efendimiz (s.a.v) ahir zaman peygamberi olduğu gibi sen de ahir zaman velisisin.
İsmin zatına uygundur. Benzerini Numan ibni Sabit yani İmam-ı Âzam Ebu Hanife (k.s) görmedi. Sana sığındım ya Ziyâeddin (k.s).
İsminin manası gibi gerçekten dinin ışığısın, çünkü dünyayı aydınlattın. Senin gerçek değerini anlayabilmek mümkün değildir. Sana sığındım ya Ziyâeddin (k.s).
İstanbul senin çerağının ışığıyla şimdi ve kıyamete dek hep aydınlıktır. Vahdet denizinin derinliğindeki Ervâdî Hazretleri (k.s) sana hayran olmuştu. Sana sığındım ey Ziyâeddin (k.s).
Nisan yağmurundan inci oluştuğu gibi, sedefin içinde o da Ervâdî’nin (k.s) feyzinden mayalanmıştı. Onun feyziyle
82
öyle bir inci meydana geldi ki, onun gibisi dünyada hiç görülmemiştir. Sana sığındım ey Ziyâeddin (k.s).
Onun özellik ve üstünlerini yazarken kalem çatladı, o yüzden onu tam anlatabilmek mümkün olmaz. Sana sığındım ey Ziyâeddin (k.s).
O eşsiz inciyi koyacak uygun bir yer aradı, o hakanın konacağı şanına yakışır bir saray bulmak için dünyadaki meskûn yerlerin dörtte birini dolaştı, nihayet İstanbul’u uygun buldu, bu şehri ona teslim etti. Sana sığındım ey Ziyâeddin (k.s).
Bunları onun değerinin yüksekliğini belirtmek için anlatıyorum. Maksadım onun vasıtasıyla ilâhî rıza kazanmaktır. Sana sığındım ey Ziyâeddin (k.s).
Bu niyetle kapına geldim, sana bu yardım dileme hediyesini sundum, sana sığındım ey Ziyâeddin (k.s).
Günahımın çokluğundan dolayı yüzüm karadır, beni Hakk’a (c.c) dost eyle, bunun için sana yalvarıyor, umutla sana sığınıyorum.
Cihanın kutbu olan Ahmed Ziyaeddin (k.s) Hazretlerini sevenler, onun ruhuna Fâtiha ve İhlâs okusun!
Hamd ü şükr olsun Huda’ya gönlü âbâd eyledi Zacre-i kalbe meded-res oldu ve şâd eyledi
Rahmet ü eltâfı anın rehnüma oldu bu gün Tevhid-i zatî yolunda kalbi irşad eyledi
İntisâbım öyle bir zata münasib gördü kim Hâtif-i şer’-i ilâhî nefsi berbad eyledi
Mâh-rûlar cümlesi geldi anın seyranına Demnisâr oldu kamusu anı üstad eyledi
83
Zacr-i kalbi berhava itdi bütün anı gören Yevm-i haşri çok tefekkür itdi feryad eyledi
Eylemek medhin bana düşmez velî ben söyledim Çok senâ itdi bilenler medhin inşad eyledi
Lem’a-i rûyun görenler didi aya bundadır Hak anı emsal içinde böyle is’ad eyledi
Dikka-i gönlüm tecessüs itdi mislin bulmadı Yâve-peymânın kelâmı gayre isdâd eyledi
Nâtık-ı emr-i ilâhî şahid-i habl’ül metin Makdem-i şah-ı velayet dehri incâd eyledi
ŞÜKÜR
Cenâb-ı Hakk’a (c.c) hamd ve şükürler ediyorum ki, gönlümü mamur etti, bana yardım edip sevindirdi. Şeyhimin lütfedip yol göstermesiyle bu gün Hakk’ın tevhidiyle hidayet buldum.
Hakk Teâlâ (c.c) bana öyle bir zata bağlanmayı nasip etti ki, o şeriatın sesi, nefsimi yıktı, mahvetti.
Ay yüzlülerin yani mânevi dereceleri yüksek zatların hepsi gelip onun etrafında toplanarak ona bağlandılar.
Onu görenlerin kalp sıkıntıları gitti, mâneviyatları güçlendi, ahireti düşünmeye ve ağlamaya başladılar.
Onu övmek bana düşmez ama yine de haddimi aşıp övmeye kalktım. Onu bilenler onu çok methetmişler, hakkında çok şiirler, yazılar yazmışlardır.
Onun yüzünün parlaklığını görenler şaşıp kaldı. Cenâb-ı Hakk (c.c) onu akranları arasında seçkin ve mutlu kılmıştır.
Gönlümle ince ince araştırdım, onun benzerini bulamadım, saçma sözler başkalarının yolunu tıkamıştır.
84
O, Allah’ın (c.c) emirlerini söylemiş, ayette belirtilen “Habl’ül metin’in - Sağlam ip’in” (Âl-i İmran Sûresi 103) şahididir, o velilik şahı bütün cihanın ihtiyacını karşılamıştır.
Bidayetde bütün tedris ü tahsil Sülûkiyle hilafet seyr-i tekmil
O mâha medrese olmuşdu matla’ O feyz-i pür-safaya oldu menba
Tulû’ itdi o burucdan hemçü tal’at Zuhur itdi o yerden ayn-ı rahmet
Çoğaldıkça çoğaldı nur-ı Sübhan Görürler gün güne artmakda ihvan
Bu eyyama kadar her cum’a günler Giceler hem sabahlar hem hatimler
Olurdu Fatma Sultan’da velâkin O hazret medrese dârında sâkin
Olurdu bu makamda de’b-i halvet Zaman-ı nakle dek ol mâh-ı tal’at
İki yüz sekseni geçmişdi sâl-i hicret Ki Fatma Sultan’a o naklitdi hazret
Tecemmu’ eyledi bu yerde şemseyn Vuku buldu o demde “kabe kavseyn”
Ziyâüddin biri ikinci Hilmi Çü Sıddık Mustafa’ya yar değil mi?
Sana teşbih idem ser çekme sırdan Sakın aldanma nefs-i şôma birden
Mukaddem medrese olmuşdu Mekke O hazret hücresin kılmışdı tekke
85
O yerden hicret itdi çünki Ahmed Ana yar oldu Hilmi-i mümecced
Gelüb bir yerde halvet kıldı sultan O yerde hatm-i hâce oldu pünhan
Bu halvet işte gar oldu nihânî O yerden kapladı tal’at cihanı
Çü almaz oldu ihvanı bu halvet O anda mescide naklitdi hazret
Kuba’dır işte o cem’a misali Medine şehrine benzet bu hali
Nasıl kim Mekke’den çıkdı Muhammed Medine şehrine geldi o Ahmed
Zamanı nura garkitdi peyamber Cihanı kapladı misk ile anber
Gelürler fevc fevc dâr-ı emine Girerler fırka fırka işbu dine
Ziyâüddin dahi hemçü peyamber Cihanı büsbütün itmişdi enver
Sakın münkirlere aldanma canım Seni aldatmamasun şeytan civanım
Bu teşbihler bütün yerli yerinde Hata yokdur muHak hiç birinde
Bu ümmetde veraset hak değil mi? Veraset âlime elyak değil mi?
Ziyâüddin değil mi vâris-i Hak Bu sözde şübhe ister mi muhakkak
Gel ey dostum eğer bir bir ararsak Seninle bir kılı kırk bin yararsak
86
Her emrinde Ziyâüddin Ahmed Görürdün varis-i hakk-ı Muhammed
Sevenler hazreti kutb-ı cihanı Okur İhlâs ile Seb’ül mesâni
PEYGAMBER VARİSİ
Önce ders okuyup tahsilini tamamladı, sonra tarikata girip Mevlâna Halid (k.s) Hazretlerinin halîfesi oldu. Marifet ve hakikat mertebesine erdi.
O önce medresede yetişmişti, medreseden büyük bir alim ve veli çıktı.
Müridleri günbegün çoğaldı. Bu güne kadar Fatma Sultan camiinde her cuma günü hatimler yapılır, sabahlara kadar Kur’an okunurdu.
Ama Şeyh Hazretleri hep medresede bir hücrede yalnız başına kaldı. 1280 yılından sonra Fatma Sultan Camii’ne geldi.
Burada Hasan Hilmi (k.s) ile beraber oldu, adeta iki güneş bir araya gelmişti; tıpkı Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) Hz. Ebu Bekir (r.a) ile yakın dostluğu gibi. Bu benzetmemden ötürü sakın uğursuz nefse aldanıp hemen itiraz etmeye kalkma!
Peygamber Efendimiz’e (s.a.v) önce Mekke şehri medrese olmuştu, kutlu evini tekke yapmıştı.
Ahmed Ziya (k.s) medresedeki hücresinden başka bir yere göçtüğünde de, yakın arkadaşı Hasan Hilmi (k.s) idi.
Şeyh Hazretleri (k.s) buraya gelip ikisi birlikte hatmihâcede bulundular. Böylece burası da Peygamber
87
Efendimizle (s.a.v) Ebu Bekir’in (r.a) Medine’ye hicret ederken kaldıkları mağaraya benzemiş oldu.
Burada çok müridler toplandı, burası da ilk inşa edilen Kuba mescidi gibi oldu. Sonra dar gelince oradan Fatma Sultan’a geçtiler ki, burası da Medine’ye benzer.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) Mekke’den Medine’ye hicret buyurunca zamanı nura garketti, cihanı mis ve anber kokusu kapladı. Halk küme küme Medine’ye gelip İslam’a girmeye başladılar.
Ahmed Ziyâeddin de (k.s) Peygamber Efendimiz (s.a.v) gibi cihanı aydınlattı.
Bu benzetmelerden dolayı şeytana ve inkârcılara aldanıp itiraza kalkışma! Benzetmelerim yerli yerindedir, hiç birinde yanlışlık yoktur.
Hadis-i şerifte “Ümmetimin âlimleri peygamberlerin varisleridir,” buyurulmuştur. Ziyâeddin (k.s) Hazretlerinin de varisliğe en layık bir âlim veli olduğunda asla şüphe yoktur.
Ey dostum, Ahmed Ziya (k.s) Hazretlerinin işlerini inceden inceye araştırıp bir kılı kırk bine yararak incelersen onun Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) hakkıyla varisi olduğunu görürsün.
Cihanın kutbu Ahmed Ziyâeddin’i (k.s) sevenler, ruhuna Fâtiha ve İhlâs okusunlar.
88
İki yüz seksen idi sâl-i hicret Ki haccitdi birinci def’a hazret
Giderken vâris-i ilm-i nübüvvet Hicaz’a sabih-i derya-yı vahdet
Rükûb-ı hazrete mahsus virildi Muhakkak bir sefine gönderildi
Bütün me’mur idi efrad-ı mellah Feda oldu ana eşbah u ervah
Kılarlardı salâtı bâ-cemaat Hatim ihya iderdi zî-keramet
Didiler ehl-i keştî görmedik biz Bu dürlü rif’ate hiç irmedik biz
Nedir bu feyz-i envar-ı firâvan Nedendir cümlemiz mesrur u şâdan
Ne oldu bizlere hey bu seferde Bize gelmez hümum u gam keder de
Bu âlem başka âlemdir didiler Bu sözü birbirine söylediler
Didiler neyleriz evlâd ü emval Feda itdik yolunda can ü âmal
Dahi İskenderiye şehrini bil Kudümüyle o hazret kıldı tebcil
İkamet eyledi anda on üç gün O şehri nura garkitdi o gülgûn
Ziyaret eyledi her bir makamı Bütün ihya iderdi subh u şâmı
Giderken Mısr’a çıkdı şah-ı hûban Sanurlar şehre geldi mâh-ı Ken’an
89
Otuz günden bir eksik itdi âram O yerde çok idildi izz ü ikram
Küçük Âşık Efendi şeyh-i mâcid Vekil-i hazreti Mevlâyi Halid
O yerde sakin ü irşada me’mur İdilmişdi Cenâb-ı şeyh-i pür-nur
Görünce hazreti kutb’üz zamanı Kıyam itdi hem oldu şâdümani
Yanında ahter-asa kaldı Âşık Görenler söyledi bir kavl-i sadık
Velâkin hazreti üstad-ı ekrem Ana ta’zim iderdi pir-i a’zam
Hidiv-i Mısr olan paşa-yı efham Ziyaret kasd iderdi daima hem
Anın çün davet itdi hayli def’at Müyesser olmadı lâkin mülâkat Görenler hürmet eylerdi zaruri Severlerdi tekellüfsüz o nuru
Ne mümkin sevmemek kutb-ı cihanı Sevenler peyledi kasr-ı cinanı
Medine şehri içre on bir eyyam İdildi çok ana in’am ü ikram
Gicelerdi Harem’de şah-ı hûban Vuku bulmuş değil gayre bu ihsan
Yanında kimse kalmazdı müridan Bulunmuş yalınız bir kân-ı irfan
O hâdim hazreti Eşref Efendi Cenâb-ı şeyh anı mahrem idindi
90
Gemide hem şükufda hâs ü bende Harem’de hem bulundu hidmetinde
Bulundurdu anı her dem nazarda Gice gündüz seferde hem hazerde
Emir-i Mekke Abdullah Eşref Riayetler iderdi ol müşerref
Nere varsa Cenâb-ı zât-ı âli Musahhardı ana her bir ahali
Sevenler hazreti kutb-ı cihanı Okur İhlâs ile Seb’ül mesâni
HAC YOLUNDA
Hicri 1280 senesinde Şeyh Hazretleri (k.s) birinci defa hacca gittiğinde kendisine bir gemi tahsis edildi. Hac yolunda bütün denizciler ona sevinçle hizmet ettiler.
Şeyh Hazretleri (k.s) gemide vakit namazlarını hep cemaatle kıldırdı, Kur’an hatimleri yapıldı, hatmihâceler tertiplendi.
Gemiciler; “biz hayatımızda böyle hayırlı iş yapmadık, böyle feyiz görmedik, böyle coşkun ve sevinçli olmadık dediler. Hiç gam, keder ve zorluk görmüyoruz, bizim için ne mutlu bir sefer oldu, bu başka bir âlemdir” diye birbiriyle söyleşirlerdi.
“Mal ve evlât sevgisi aklımıza gelmiyor, hepsi şeyh hazretlerinin yoluna fedâ olsun” derlerdi.
Şeyh Hazretleri (k.s) İskenderiye’ye çıktı, orada on üç gün kaldı, şehri nura boğdu. Ordaki bütün ziyaret yerlerini ziyaret etti, gece gündüz durmadan ibadet ederdi.
91
Oradan Kahire’ye geçti; halk Hz. Yusuf’un (a.s) geldiğini sandı. Orada da yirmi dokuz gün kaldı, çok hürmet ve ikram gördü.
Mevlâna Halid (k.s) Hazretlerinin Mısır halifesi Küçük Âşık Efendiyle görüştü. Şeyhin halifesi ona saygı gösterdi, onları beraber görenler şeyh hazretlerinin yanında o halifenin güneşin yanında bir yıldız gibi kaldığını söylediler. Ama Ahmed Ziya (k.s) Hazretleri ona saygılı davranırdı.
Mısır Hidivi şeyhimizi ziyaret etmek ister, konağına davet ederdi. Ama görüşmeleri kısmet olmamıştır.
O cihanın kutbuydu, onu sevmemek mümkün değildi, görenler hürmet etmek zorunluluğu duyar ve elinde olmadan severlerdi.
Medine-i Münevvere’ye geldiğinde burada on bir gün eğleşti. Orada kendisine çok ikramlar yapıldı.
Gecelerini Peygamber (s.a.v) Efendimizin mübarek türbesinde, Ravza-i Mutahhare’de geçirdi. Ondan başka kimseye bu izin verilmemiştir.
Harem’de hep yalnız başına geceledi. Geceyi Harem’de geçirirken yanında yalnızca özel hizmetini yapan Eşref Efendi bulundu. Şeyh Hazretleri (k.s) onu kendine mahrem edinmişti, gözünün önünden hiç ayırmazdı.
Mekke valisi Emir Abdullah da Şeyh Hazretlerine (k.s) çok saygı göstermiştir.
Şeyh Hazretleri (k.s) nereye gitse halk onun etrafına toplanır, hizmetine koşardı.
Cihanın kutbu olan Ahmed Ziya (k.s) Hazretlerini sevenler, onun ruhuna Fâtiha ve İhlâs okusun!
92
Lütf u kahrın şey’-i vahiddir mezahirde kusur Vasf-ı zatın itmedi murg-ı hayale hiç hutur
Bahr-i kahrin katresi binlerce ummanı muhit Zerre-i lütfundan eyler bî-şumar derya zuhur
Hun-ı hınzıra tecelli eylesen lütfunla ger Olur elhak zemzem-âsa şübhesiz mâ-i tahur
Kahr ile âb-ı hayata eylesen bir kez nazar Bî-tevakkuf katresinden nüh felek berbad olur
İşte kahrındır senin kâfirdeki küfr ü inad Arif-i âgâha lütfundur didirdin ya Gafur
İşte lütfundur senin mü’mindeki iman ü din Dîv ü tersâyı kılan kahrındır elbette kefur
İşte kahrınla ‘Bu Cehl itdi peyamberle cidal Kalb-i Sıddık’a kılan lütfundurur ilka-yı nur
Kahr ile Fir’avn ve Nemrud eyledi dava nümud Lûtf ile Musa ve İbrahim didiler ya Sabur
Lûtf u kahrında senindir bendenim ben de senin Kahr idersen kim ne dir lâkin lûtfunda var sürur
Kahr idüb itme beni dilteng ü rüsvay eyleme Lütf idüb levh-i derûnum kılma cây-ı fütur
Rûy-ı FEVZİ hâk-i zilletde muhakkar ya Lâtif Fec’alil lahümme vechi ebyazen yevme’n nüşur
ALLAH'IN KAHRI VE LÜTFU
Dünyada insanın başına gelen musibetlerin de, iyiliklerin, sevinçli hallerin de kaynağı birdir, Hakk Teâlâ’nın (c.c) tecellisinden meydana gelir.
93
Kusur yaratılmış olanlardadır. Hakk Teâlâ’nın (c.c) vasıfları insan hayaline sığmaz. Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) kahır tecellilerinden bir damla binlerce okyanusu felaketle kaplar. Lütuf tecellilerinin bir zerresinden sayısız denizler ortaya çıkar.
Ey Allah’ım (c.c), domuzun kanına bir kez lütfunla tecelli eylesen, hiç şüphe yok ki, o Zemzem gibi tertemiz su olur. Abıhayata kahrınla bir kez nazar kılsan, öyle yok edici bir vasıf kazanır ki, onun bir damlasından dokuz gök bozulup mahvolur.
Kâfirdeki küfür ve inat Sen’in kahrının eseridir. Ariflere irfan senin lütfundan gelir, onlar lütfunun tecellisiyle “ya Gafur” deyip Sen’den mağfiret dilerler.
Mü’minlerdeki din ve iman Senin lütfunun sayesindedir, şeytanı ve Hıristiyanı kâfir kılan Senin kahrındır.
Ebu Cehil, Senin kahrın yüzünden Peygamber (s.a.v) Efendimize düşmanlık etti.
Hz. Ebu Bekir’in (r.a) kalbini nurlu kılan Senin lütfundur.
Firavun ve Nemrut Senin kahrınla tanrılık iddia ettiler, Hz. Musa (a.s) ve Hz. İbrahim (a.s) Senin lütfunla “ya Sabur” diye Sana sığınıp bunlara sabrettiler.
Yarabbi, lütuf da kahır da Senindir, Sendendir, ben de Senin kulunum. İster lütfedersin, ister kahredersin, kimse karışamaz, itiraz edemez, ama lütfunda sevinç vardır.
94
Beni kahredip dertli ve rüsvay eyleme, bana lütfunla muamele et, kalbime usanç verme ya Rabbi.
Ey Lâtif olan Allah’ım (c.c) bu Fevzi kulunun yüzü zillettedir. hordur, karadır; kıyamet gününde yüzümü ağart.
İki yüz doksan üç sâlinde hazret Teehhül eyledi bâ-izz ü devlet
Bu emrinde dahi kutb-ı reşadet Veraset mesleğin kıldı hıraset
Asîle hem ganiyye hem sahiyye Takiyye hem nakıyye hem seniyye
Hasîbe hem nesîbe hem muhadder Cenâb-ı pire olmuşdur mukadder
Eb-i pâki vezir-i zî-asalet Emin Paşa Cenâb-ı pür-saadet
O hazret bir zaman Şeyh’ül Haremdi Nedîm-i Ravza-i fahr’ül ümemdi
Saadet olmasaydı ger ezelde Bu lûtfu görmemişdi lem yezelde
Asîle olmasaydı kân-ı iffet İder miydi Cenâb-ı Kutb’a hidmet
Hasîbe olmasaydı ümm’ül ihvan Nasib olmazdı bu in’am ü ihsan
Fida itdi cemi’-i mal ü devlet Sehavet menbaı ol kân-ı şefkat
İki yüz doksanı geçmişdi dört sâl Muharibdi bize küffar-ı bed-hal
95
Trabzondan geçüb gitdi gazaya Biraz ihvan refik oldu Ziya’ya
Didiler Kars’a gitdi hazreti pir Muharibler anınla oldu dilsir
Dahi avdetde geldi şehr-i Of’a Tarikat virdi bir hayli sunufa
O sâlin şehr-i savmında o hazret Hadis tedrîs idüb virdi icazet
İki yüz sekseni geçmişdi talib Anın nezdinde hal oldu metalib
Didi iyd-i fıtırdan sonra şahid Gider Batum’a tekrar ol mücahid
Adûya hem tüfenk atdı didiler Görenler böylece nakleylediler
Vezir-i ekrem ü efham kumandan Riayetler iderdi şeyhe candan
O yerde olduğu müddet demâdem Hadem tayin idildi birçok âdem
Gazada olduğundan hazreti pir Adû oldu o yerde kahr u tedmir
Rikâbında yürürken cemm-i a’zam Dahi paşa-yı pür- fazl u muazzam
Düşer paşmak o pây-ı pâki pirden Alur paşa-yı a’zam anı yerden
Öper sürme çeker çeşme gubarı Dahi takbîl ider akdâm-ı yarı
Maiyyetde olan birçok emîran Ferikler hem livâlar mîr-i mîran
96
Öperler bir bir ol peşmâk-ı pâki Sürerler sürme-veş çeşmâne hâki
Görünce hazreti paşa-yı âgâh Muazzez eylesün dareynde Allah
İşaretdir didi hayr’ul gazaya Tazarru’ eyledi Ahmed Ziya’ya
Bu gavgadan dönünce murg-ı devlet Yine İstanbul’a itmişdi avdet
İki yüz doksan olmuş sâl-i hicret Dahi dört yıl mürur itmişdi müddet
İkinci kez Hicaz’a kıldı niyyet Ayâliyle beraber itdi rıhlet
Bu esnada Cenâb-ı kutb-ı a’zam Vekil itdi Hasan Hilmi’yi efham
Ana teslim edüb post-ı reşadet Gider Mevlayi Ahmed bâ-saadet
Muavin gösterüb ol şems-i iksir Cenâb-ı Hakkilmi’yi itmişdi tevkîr
Muavin üç nefer zat-ı keremkâr Biri Eşref Efendi ol vefadar
Biri el hac Ali Hoca Efendi Biri de Hâce İsmail ekandı
Gider Batha ve Yesrib’de o dilber Olur bir çok şüyûha pir ü rehber
Bu yerlerde hadis-i Mustafa’yı O ferman-ı şerif-i müctebayı
Okudub neşr ider ehl-i ulûma Tarikat gösterir hem de umuma
97
Dahi avdetde Mısr’a geldi hazret Bunu böyle didi ashab-ı hıbret
Mısır’da üç yıl itdi meks ü âram Ne hikmetdir anı derk itmez efham
Yedi def’a hadisi itdi tekmil İcazet aldı andan ehl-i tahsil
Yedinci kez ki virmişdi icazet İki yüz şahs idi sahib-şerafet
Mübarek cami’-i sıbteyn-i Ahmed O ahfad-ı Cenâb-ı zat-ı evhad
Lebâleb pür idi ehl-i hakayık Bütün eşyâh ü erbâb-ı dekayık
Arab’dan beş halife kıldı tahlif Reşadetle cihanı itdi teşrif
Biri Cevdet biri eş şeyh Muhammed İkisi cümleden meşhur ü emced
O hâce rahmet’ul lahi mufaddal Ki Hindî ol müellif zat-ı efdal
Beyan’ül Hak kitabın hâtıbıdır Dahi bî-had tasanif sahibidir
Mısır’da hazreti itdi ziyaret Ana bey’at idüb kıldı itaat
Mukaddem fes geyerdi kıdvet’ün nas Mısır’da tac-ı Nakşı itdi ilbas
Biraz müddet sarıksız yalınız tac Bu hal üzre gezerdi şah-ı minhac
Amame sardı tac üzre muahhar Güzeller pişrevi ol vechi enver
98
Mısır’dan geldi anka-yı velayet Gidüb Tanta’yı itdi dâr-ı izzet
O şehri eyledi ihya seraser Cihanı kabladı ol misk-i ezfer
Sevenler hazreti kutb-ı cihanı Okur İhlâs ile Seb’ül mesâni
EVLENME, GAZA VE HAC
Şeyh Hazretleri (k.s) 1293 yılında şeref ve izzetle evlendi. Evlenirken de sünnete uydu, Peygamber (s.a.v) Efendimizin varisi olduğunu bu hususta da gösterdi.
Asaletli, varlıklı, cömert, takvalı, temiz, saygı değer, eli açık, iffetli, soyu temiz bir hanım Şeyh Hazretlerinin (k.s) eşi oldu.
Babası asil bir zattı, bir zamanlar Mekke ve Medine’nin korunmasında ve hizmetinde vazife görmüş olan Emin Paşaydı.
O iffetli hanımefendi ezelde takdir edilmiş bir mutlulukla bu lütfa erişti. Asaletli olmasaydı o cihanın kutbuna hizmet etmezdi, eli açık olmasaydı bu nimeti elde edemezdi. Çok cömert bir hanımdı, Şeyh Hazretlerinin (k.s) yoluna bütün varlığını feda etti.
Harp başlayınca 1294 de kâfirlerle savaşa girdik, Şeyh Hazretleri (k.s) bazı müridleriyle Trabzon’dan geçip bu savaşa katılmıştır. Bazıları Kars’a gittiğini, oradaki askerlerin gönlünü doyurduğunu söyledi.
99
Dönüşte Of’a uğradı, orada çeşitli insanlara el verip tarikata soktu. O senenin ramazan ayında Hadis okuttu, birçok kimseye Hadis okutma icazeti verdi.
Burdaki müridlerin sayısı 280 i geçmişti. İsteklilerin arzuları yerine geldi, meseleleri çözüldü.
Bayramdan sonra tekrar Batum’a gitti. Orada bilfiil savaşa girip çarpışmıştır. Komutan ona çok saygı gösterdi, emrine hizmetçiler tahsis etti.
Bir gün Şeyh Hazretleri (k.s) atnın üzerinde giderken paşa ve diğer erkân kalabalık bir halde saygıyla yanında yürüyorlardı. Mübarek ayaklarından tozluk yere düştü.
Kumandan paşa hürmetle onu yerden aldı, öpüp gözlerine sürdü. Diğer valiler, paşalar ve emirler de tozluğu teker teker öptüler, tozunu gözlerine sürme ettiler.
Paşa tozluğun yere düşmesini savaşlarda zafer kazanılacağının işareti saydı, ordunun galip gelmesi için dua etmesini Şeyh Hazretlerinden (k.s) yalvararak diledi.
Cenâb-ı Hakk (c.c) o paşayı iki cihanda aziz kılsın. Harpten dönüşünde İstanbul’a geldiğinde sene 1294 idi.
Şeyh Hazretleri (k.s) ikinci defa ailesiyle birlikte hacca gitmeye niyet etti ve yokluğunda yerine Hasan Hilmi (k.s) Hazretlerini vekil bıraktı.
Hasan Hilmi (k.s) Hazretlerini kendisine yardımcı seçmişti. Eşref Efendi, Hacı Ali Hoca Efendi ve Hoca İsmail Efendi de yardımcılarındandı.
100
Mekke ve Medine’ye gidince birçok şeyhe rehber oldu. Oralarda ilim taliplerine Hadis okuttu ve halka tarikat verdi.
Hacdan dönüşünde Mısır’da üç sene kaldı. Burada yedi defa Hadis okuttu, bu hususta iki yüz hocaya icazet verdi.
Hadis dersini Kahire’deki Hüseyin camiinde verirdi ve dersinde cami hınca hınç dolardı.
Burada Cevdet Efendi ve Hindli Şeyh Muhammed Efendiyi halife tayin etti. Bu iki zat da çok âlim ve muhterem kişilerdi.
Hintli Muhammed Efendi “Beyan’ül Hak” adlı kitabın müellifidir, bu gibi daha birçok kıymetli eserlerin sahibidir. Şeyh Hazretlerini ziyaret edip onu şeyh edinmiş ve halifesi olmuştur.
Şeyh Hazretleri Mısır’a gelmezden evvel fes giyerdi. Mısır’dayken başına Nakşıbendi tacı taktı.
Bir süre sarıksız olarak yalnız tac giymiş, daha sonra taca sarık sarmıştır.
Mısır’dan Tanta’ya geçti. Orada da halkı irşad edip şehri mâneviyatıyla aydınlattı.
Cihanın kutbu olan Ahmed Ziya (k.s) Hazretlerini sevenler, onun ruhuna Fâtiha ve İhlâs okusunlar.
101
ŞEMAİL
Bir şemail söyleyem hayran ola ehl-i zemin Sahibidir ma bihil fahr-i güruh-ı Halidin
Gel berü mir’at-ı kalbin tut cemal-i yare bak “Râbıtû” sırrı zuhurundan olursun kâmbîn
Gel bu mişkât-ı vücudunda uyar misbah-ı Hak Ta o mısbahın şuaıyla görünsün mülk-i din
Dinle ey âşık Cenâb-ı Ahmed’i vasfeyleyem Levh-i kalbinde anı nakş it olursun müsteıyn
Vehleten zat-ı Cenâb-ı Hakkazreti şeyhi görüb Dir uzun boylu azim’ül cüsse serv-i nazenin
Kadd-i dilcûsunda kilk âciz kalur ebkem zeban Evsat’ül kadd dinmeğe layık o zat-ı bihterin
Hazreti şeyh ol kadar mevzun idi ser tâ kadem Şah-ı ar’ar kamet-i zîbaya misl olmaz hemin
Reng-i rûyi gül gibidir sanki güldü ruhleri Gül yüzünde derlerin her danesi dürr-i semîn
Mushaf-ı hüsn-i ânın mest eyledi âşıkları Vech-i feyza-feyzine hayran olurdu sâlikin
Humreti galibdi lâkin ak idi vech-i münir Rûy-i zîbasında halin her biri fass-ı nîkin
Gün gibi işrak iderdi lâle benzerdi lebi Söyledikçe mest olurdu talibin ve sâmiin
Derledikçe derleri benzerdi ol dür dânesi Sanki şebnemle müzeyyen oldu derd-i âteşin
Burnu çekme orta az yüksek cenahlar az vasî Pek münasib vechile enfe beraberdi cebin
102
Rûyinin her cânibinde hâl-i müşkin var idi Şem’-i ruhsara üşüşmüş sanki pervane hemin
Vech-i pâki tal’at-asa hem de açık kaşları Bî-mehâba âşıkam ol kaşlara ihvan-ı din
Ebrûların arası tenvîr iderdi şebleri Kaşların mihrabını tafsîl ider mâh-ı nevin
Çeşme-i ayniyle enfin solunu bir hal-i müşk Mülk idinmiş gonce-veş medhûş olurdu nâzırin
Hem mübarek sağ gözü altındaki hâl-i siyah Bir karanfil dânesi gül-veche virmiş zîb ü zîn
Gözleri evsat müdevver çevresi gayet beyaz Ol siyah çeşmânına gıbta ider ahvâ-yı Çin
Mest ider uşşâkı her dem o uzun kirpikleri Tiğ-i müjgânı anın ehl-i dile habl’ül metin
Göz ucuyla bakması medhûş ider bî-dilleri Gamze-yi âhûları cellâd-ı erbab-ı yakin
Dir bu çeşmanım huzur-ı Hak’da biz şahidleriz Görmedik mislin cihanda eyleriz yüz bin yemin
Ol mübarek lihyesi nûra müşabih ak idi Şârib-i pâki anın mesnûn idi ey tâlibin
Mûy-ı anber bûy-ı hazretde bulunmazdı siyah Daima matruş idi re’s-i kümmelin
Hem amame bağladı tac üzre kim rengi beyaz Cümle etvârı anın âyin-i ashab-ı güzin
Boylu entari geyerdi hırka ve cübbe biniş Ak geyerdi yaz günü kışın libâsı ahzerin
Ol vücûd-ı nâzeninden çıkan esvâb-ı pâk Müşk-i Çinîden muattardı bilürler hâdimin
103
Daima pabuş geyerdi pây-ı pâke serv-i naz Hem siyah geymezdi serhadlik geyerdi asfarin
Hâtem-i pîran ü sâdât olmağın ol nur-ı Hak Zahr-ı pâkinde işaret vardı dirler şahidin
Heybetinden o tufeylân-ı harîm-i devleti Vâdi-i hayretde velhan söylemezler ân u în
Yetmiş altıdır didi ehl-i vukuf sinn-i şerif Rahmetullahi alel üstaz-ı kutb’ül ârifin
Seksen üç yıldır didiler bazı erbab-ı haber Hak bilür a’lem odur vallahü hayr’ül kailin
ÖZELLİKLERİ
Nakşîbendî tarikatı Hâlidiye kolunun iftiharı olan Ahmed Ziya’nın (k.s) bazı özelliklerini söyleyeyim de insanlar hayran olsunlar.
Beri gel, kalp aynasıyla Hakk’ın (c.c) cemaline bak! Ayet-i kerimede buyrulan “Bağlanın!” (Âl-i İmran Sûresi 200) sırrı açığa çıkar, bahtiyar olursun.
Vücudunun çerağ yeri olan kalbindeki Hakk kandilini yak. O kandilin ışığıyla görünsün dinin mülkünü.
Ahmed Ziya (k.s) Hazretlerinin vasıflarını dinle ve kalbine yerleştir; Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) yardımlarına mazhar olursun.
Onu gören ilk bakışta uzun boylu, iri cüsseli derdi. Aslında orta boyluydu ama öyle ölçülü ve güzeldi ki, onu tarif etmekte kalem aciz ve dil çaresiz kalır.
104
Yüzünün rengi gül rengindeydi, yanakları gül gibiydi. Yüzündeki terlerin her tanesi sanki kıymetli birer inciydi.
Hakk (c.c) âşıkları yüzünün hatlarının güzelliğinden kendilerinden geçerdi. Feyiz saçan yüzünden aldıkları feyze müridler hayran olurdu.
Nurlu yüzü beyazdı ama kırmızılığı fazlacaydı. Güzel yüzünde her biri uğur ve bereket verici kıymetli cevherher gibi benler vardı.
Lâl taşı gibi kırmızı olan dudakları güneş gibi parlardı. Konuştukça yanında bulunan müridler ve dinleyenler mest olurdu.
Terledikçe inci gibi terleri ateş üzerine çiğ taneleri düşmüş de süslemiş gibi güzel görünürdü.
Çekme burunluydu, burnunun ortası azıcık yüksekti. Burnun kanatları biraz genişceydi. Alnı burunla aynı hizada ve yüzüne pek uygundu.
Yüzünün her yerinde, yanağının ışığına üşüşmüş pervanelere benzeyen misk kokulu benler vardı.
Ey kardeşler, güzel yüzündeki arası açık kaşlara ben aşığım. Yeni doğmuş hilâle benzeyen kaşlarının arasındaki nur, geceleri aydınlatırdı.
Burnunun solunda ve gözünün altında siyah bir ben vardı ki, bakanları kendinden geçirirdi. Mübarek sağ gözünün altındaki siyah ben ise karanfil tanesi gibi yüzüne ayrı bir güzellik verirdi.
105
Gözleri orta büyüklükte ve yuvarlaktı, beyazı gayet aktı. Siyah gözlerine Çin ahuları imrenirdi.
Uzun kirpikleri Hakk âşıklarını hep mest ederdi. Ok gibi olan bu kirpiklerin her biri gönül ehli için sarılınacak birer sağlam ipti.
Göz ucuyla bakması Hakk (c.c) âşıklarını kendinden geçirirdi, gamzeleri, hakikate ermiş erleri can alacak derecede etkilerdi.
Benim gözlerim Hakk huzurunda yüz binlerce yemin ederek; biz bu gözler gibi güzel hiçbir göz görmedik diye şahitlik ederler.
Mübarek sakalı nur gibi beyazdı, bıyıklarını sünnete uygun şekilde kırpardı.
Saçlarında siyah kıl yoktu, kutlu başı daima tıraşlıydı.
Tac üzerine beyaz sarık sarardı. Onun bütün hâli ve tavrı sahabilerin davranışı gibiydi.
Uzun entari, hırka ve cübbe giyerdi. Elbisesi yazın beyaz, kışın yeşildi. Üzerinden çıkan elbise Çin miski gibi güzel kokardı, hizmetçileri bilir.
Her zaman pabuç kullanır, siyah giymez, sarı gömlek giyerdi.
Görenler, sırtında, pirlerin sonuncusu olduğunun işareti bulunduğunu söylerler.
Yakın hizmetinde bulunanların sanki heybetinden dilleri tutulmuştu, her şeyi söylemezlerdi.
106
Bazıları ömrü 76, bazıları 83 idi dediler. Doğrusunu Cenâb-ı Hakk (c.c) bilir.
KASİDE
Reşk ider arz u sema hem ehli anın şanına Görmemiş derya-yı umman öyle bir dürdânesi
Goncesinden bülbül-i şeydalar olmuş bî-sada Şem’ine pervane gelmiş nüh felek divanesi
Nice İskender dahi Keyhusrev ana kul olur Bezm-i lutfunda anın dem urmağa Dârâ’nesi
Bilmeyen nâdâna dûzah hem basîret ehline Ravza-i cennetdir elbet meclis-i rindânesi
Sana ey âşık anın vasfın idem ben ki nedir Nur-ı Ahmed’dir serâpa mûyinin her dânesi
Ey ziya-yı şemse vuslat isteyen pervane gel Bul o hurşid-i zamanı olma sen bîgânesi
Zâhid inkâra koyma ol ser-i nâşadını Gel bu demden bir yudum iç ki açık demhânesi
O şehin bezminde bî-had bende-i dîvâne var Bendegânından o mâhın FEVZİ de bir danesi
VASIFLARI
Onun yüksek vasıflarını yerdekiler ve göktekiler kıskanırlar, denizler öyle bir inci tanesi görmemiştir.
Onun goncasını görünce bülbüllerin dili tutulmuş, dokuz kat gök onun ışığına deli gibi pervane olmuştur.
107
İskender’ler, Keyhüsrev’ler, Dârâ’lar onun lütuf meclisinin kölesi olur. Onun meclisi, basireti açık olanlara cennet bahçesidir, bilmeyene ise cehennem..
Ey Hakk (c.c) aşığı, ben onun vasıflarını şöyle özetleyeyim: kılının her biriyle baştanbaşa Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) nurudur.
Ey güneşin ışığına kavuşmak isteyen pervane gibi Hakk’ı (c.c) arayan talip, o güneşi bul, onu tanımamış olanlardan olma!
Ey zâhid zevksiz, neşesiz başını inkâra koyma, gel, onun açık meyhanesinden bir yudum aşk şarabı iç!
O padişahın meclisinde sayısız kul ve divane âşık var. Onun kullarından biri de bu Fevzi’dir.
Evâilde Cenâb-ı pir-i pür-nur Ziyâüddin Ahmed şeyh-i mebrur
Olurdu bazı kırk gün şeyh-i ekber Bulunmazdı cebinde pul-ı ahmer
Dimezdi halini bir masivaya Özü meşgul idi aşk-ı Huda’ya
Sakın zan itme yoksulluk bu hali Meberrata virirdi nakd ü mali
İki dürlü yimezdi ol yüzü ak İderdi Hak içün it’am ü infak
Bulur bir fuzla gayre minnet itmez Ana katık iderdi cüz’i bekmez
108
Mübarek reyhası vardı muattar Görenler zan iderdi misk-i ezfer
Kokanlar mest olurdu şemmesinden Anı a’ma bilürdü reyhasından
Vücudu kablamışdı zikr-i Sultan Ki uzvun her tüyü olmuşdu ra’şan
Fenafillaha varmışdı ol mücahid Bu sözü söyledi binlerce şahid
Ki altmış yıl başı görmezdi bâlin Kıyas it bundan artık her kemalin
Zaif oldukda ol şah-ı velayet Vücuda lâzım oldu istirahat
Zaruret mes idince lâmahale Yatak yapıldı o sahib-kemale
Zaif ve hasta olmuşken o sultan Uzatmazdı ayağın asla bir an
Uyurken gözleri kalbi görürdü Havâtırdan müridi döndürürdü
Eğer bir hatıra gelseydi kalbe Hemandem hâdimîn eylerdi tevbe Mübarek kalb-i pâki hazreti pir Müridanı ider bir demde tesrir
Huzurunda dururken ehl-i tevhid Huda’yı daima eylerdi tahmid
O gül rûyi gören erbab-ı iman Muhabbetden giru durmazdı ey can
Nazar kıldıkça zîba veche şöyle Huzur-ı Hak hutur eylerdi gönle
109
Gehi lûtf-ı inayetle o dilber Meşam-ı tâlibi eylerdi anber
Celal eylerdi geh bervech-i meşru’ Dilinden olmamış bir zelle mesmu’
İşi te’lif ü tedris-i şeriat Dahi ihvana telkin-i tarikat
Delail’den hizibden vaz iderdi Tamamen kırk sene böyle giderdi
Kaside şerh iderdi hazreti pir Ki nazm itdi Basîri şems-i iksir
Bu suretle avamı kıldı irşad Cihana serteser olmuşdu üstad
Umuma vaz iderken şems-i hûban Gelürdi hazreti Abdülmecid Han
Dahi Abdülaziz sultan-ı a’zam Gelürdi nush iderken ol muazzam
Hususan hazreti Abdülhamid Han O sultan bin sultan bin sultan
Riayet hürmet eylerdi keremkâr O hakan’üs salâtin o cihandar
Çağırdı çok zamanlar o şehinşah Görüşdü zat-ı pakiyle dil-âgâh
Severdi daima Ahmed Ziya’yı Dahi takdis iderdi hâk-i pâyi
İlâhî sevdiği çün Ahmed’i ol Huzurunda anı sen eyle makbul
Hudaya şevketiyle berkarar it Nehar-ı ömrünü hem bî-şumar it
110
Adûy-ı devleti zîr ü zeber kıl Cünûd-ı milleti seyf-i zafer kıl
Ana hainleri kahr it ilâhî Muzaffer kıl o âli padişahı
Himaye eylesün şer’-i müniri Dahi olsun şeriat destgîri
Cenâb-ı Hakkazreti Ahmed Ziya’nın Şeh-i hûban veliyy-i Kibriyanın
Vücudu hasta olmuşdu begayet Yine tüllâba eylerdi inayet
Giderdi hasta hasta derse her gün Dahi hatme devam eylerdi gülgûn
Anın her dem umuma lûtfu mebzul Umûr-ı din ile olmuşdu meşgul
İki def’a iderdi yılda halvet Biri zilhicce şehrinde o hazret
Receb’de erbaîn eylerdi tekmil Bu halvetde bulundu ehl-i tahsil
Bulunmaz ehl-i dünyadan bu yerde Ki dünya onlara olmuşdu perde
Bütün erbab-ı ilm ü cehd ü irfan Mükemmel her biri ashab-ı îkan
Hilafet hasr idildi bu ricale Ki mansıb sezadır ehl-i hale
Sevenler hazreti kutb-ı cihanı Okur İhlas ile Seb’ülmesani
111
ÖZELLİKLERİNDEN
Hazreti Şeyhin (k.s) cebinde önceleri bazen kırk gün on
para bile bulunmazdı. Ama kimseye hâlini söylemezdi. O’nun gönlü her zaman Allah (c.c) aşkı ile meşguldü.
Sen onun bu hâlini sakın yoksulluk sanma. Neyi varsa hep hayır işlerine sarfederdi. Dâima Allah (c.c) rızası için sadaka verir, herkese yemek yedirirdi ama kendisi bir öğünde iki çeşit yemeği yememiştir.
Kimseye minnet etmez, bir ekmek artığı bulursa biraz pekmezi ona katık yapardı.
Kendine mahsus mis gibi öyle güzel bir kokusu vardı ki, koklayanlar mest olurdu. Gözü görmeyen birisi onu kokusundan bilirdi.
“Allah (c.c)” zikri bütün vücudunu kaplamıştı, tüylerinin her biri bu zikirle titrerdi. Fenafillah ve bekabillah mertebelerine erişmişti.
Onun altmış yıl boyunca yatağa girmediğine, başının yastık görmediğine binlerce şâhit vardır.
Hastalanıp zayıf düşünce zaruri olarak istirahat etmesi gerekmiş, kendisine yatak yapılmıştı. Ancak bir kez bile ayağını uzatmamıştır.
Gözleri uyurken kalbiyle görürdü, müridin gönlüne gelen zararlı düşünceyi farkeder, ikaz edip bundan vazgeçirir, fikrini Allah’a (c.c) döndürürdü.
Hizmetçilerinin kalbine Allah’tan (c.c) başka bir şey gelse, hemen tövbe edip Allah’a (c.c) dönerlerdi.
Hazreti Pirin (k.s) mübarek kalbi, müridlerinin kalbine zaman zaman sevinç doldururdu. Huzurunda bulunanlar hep “elhamdülillah” diye hamdederlerdi.
112
Onun gül yüzünü gören her iman sahibi ona sevgi duyardı, ona bakan Allah’ı (c.c) hatırlardı.
Şeyh Hazretleri (k.s) ara sıra lütfeder, huzurundakilere güzel kokular duyururdu.
Şeriata göre öfkelenilmesi gereken şeylere kızar, celâllenirdi.
Dilinden değil günah, hiçbir yanlış söz, bir zelle bile duyulmamıştı.
İşi kitap yazmak, ders okutmak ve tarikat öğretmekti. Delâil-i Hayrat adlı salâvat mecmuasından, şeyhlerin dua tertibi olan hiziblerden açıklamalar yapar, vaaz ve nasîhat ederdi.
Muhammed Bûsirî Hazretlerinin Kaside-i Bürde’sini açıklardı. Bu şekilde halkı da aydınlattı, cihanın en büyük âlimiydi o.
Halka vaaz ederken padişah Abdülmecid Han ve Abdülaziz Han onu dinlemeye gelirlerdi.
Özellikle II. Abdülhamid Han Şeyh Hazretlerine (k.s) çok hürmet eder, sık sık davet eder, görüşürdü, onu çok severdi.
Ya Rabbî! Hazreti Pir’i (c.c) çok sevdiği için sen de o değerli padişahı sev. Onu tahtında şan ve şevketle oturt, ömrünü çok uzun eyle.
Devletin düşmanlarını kahret, milletin ordusunu muzaffer kıl. O kutlu hükümdarımıza şeriatı korumakta muvaffakıyet ihsan et.
Hazreti Şeyh (k.s) hastalanmıştı ama yine de talebelere hasta hasta ders vermekten geri kalmazdı, hatmihâce yaptırırdı. Herkese her işinde yardımcı olur, din işleriyle uğraşırdı.
113
Biri zilhicce ayında olmak üzere yılda iki kere halvete girerdi. Recep ayında girdiği kırk günlük halvette yetişkin müridler de bulunurdu. Dünya işleriyle uğraşanlar oraya giremezdi.
İlim, irfan ve mücâhede erbabı olan yetişkin müridlere halifelik verirdi.
Cihanın kutbu olan Ahmed Ziya (k.s) Hazretlerini sevenler, onun ruhuna Fâtiha ve İhlâs okusunlar.
EL MEDED
Biz güruh-ı Nakşiyiz Sıddık-ı Ekber şahımız Bende-i Mevlâlarız bin şemse fâik mâhımız
Tenbeliz biz nezd-i münkirde velâkin rehreviz Dervişiz biz beyt-i Mevlâ’dır bizim dergâhımız
Ahkarız münkirlerin indinde hemçü mâr u mûr Çok görünmez ta’n-ı cahil fasl ider Allah’ımız
Zikrimiz zikr-i hafîdir mest ider aşıkları Tab’-ı cahildir nasibsiz zevk ider âgâhımız
FEVZİYA sen lafzat’ullahı unutma dembedem Nass-ı pâki “üzkûrullah”dır bizim şehrahımız
BİZ NAKŞÎLERİZ
Biz Nakşıbendîleriz, Ebu Bekir Sıddık (r.a) bizim
şahımızdır. Hakk Teâlâ’nın (c.c) kullarıyız, bizim ayımız bin güneşten üstündür.
İnkârcılar bize tenbel derler ama biz yolcuyuz. Dervişiz biz, dergâhımız Allah’ın (c.c) evidir.
114
İnkârcılar bizi yılan ve karıncalar gibi hor görürler. Onların kötülemeleri hiç önemli değil, biz o cahilleri Allah’a (c.c) havale ederiz, Cenâb-ı Hakk (c.c) onlar hakkında hüküm verir.
Hâfî zikir yaparız, içimizden “Allah Allah (c.c)” deriz, bunun zevkiyle sarhoş oluruz.
Câhilin nasibi, ezeli yaratılışından yoktur. Ey Fevzi sen “Allah (c.c)” ismini hiçbir an unutma.
Kur’an-ı Kerim’de Cenâb-ı Hakk (c.c) “Allah’ı zikredin” (Ahzab Sûresi: 41.) diye emretmiştir; bu bizim geniş caddemizdir.
Ferîd-i asr idi hem de müceddid Bunu teslim ider her bir muvahhid
Meğer münkir ki a’verdir o makhur Gözü görmez dili kasvetle memhur
Kamaşmış gözleri nur-ı Ziya’dan Anın çün bî-haber şems-i Huda’dan
Senin mesmu’un olmuşdur mükerrer Ki şemsi nefy ider şiddetle şebper
Anın nuruyla dünyayı görürken Anı inkâr ider ol erken erken
İmam-ı a’zam-ı asr idi zâhir Bunu izhar ider her bir mezahir
Misal-i Nakşıbend olmuşdu manen Anın ahvalini geymişdi aynen
Muhaddisler hitamı dinse layık Anı derk itmede âciz halayık
115
Vekarı var idi hem ehl-i temkin Celalinden kızarmış rûy-ı rengin
Mehabetden yüzün görmezdi ihvan Görenler cezbeden olmuşdu sekran
Anın re’yinde âciz ehl-i âra Kelam-ı zübde-i ashab-ı şûra
Taam eylerdi huddamıyla her dem Misafirsiz taam itmezdi bir dem
Taamın evvelinde âhirinde Tuzu terk itmedi asla birinde
İşadan sonra kat’a söylemezdi Dahi dünya kelamı dinlemezdi
Lüzumsuz sözleri sevmez konuşmaz Fücur ehliyle hem bir dem görüşmez
Azîmetle amel eylerdi her hal Amelde ruhsatı kılmazdı âmal
Yatağa girdiği demde o hazret Okurdu sure-i Yasin’i elbet
Zaif oldukda dinlerdi bütün şeb Huzurunda okur bir zat-ı enseb
Vuzu’ ittikde terk itmezdi misvak O kâmil vâris-i men’ut-ı “Levlâk”
Gehi sürme çekerdi çeşm-i naze O âhû gözlerdi eylerdi taze
Hına yakmış didiler bazı ihvan Mübarek lihyeye ol şah-ı hûban
Piyade olsa gezmezdi asasız Bu denlü sünneti sevdi hatasız
116
Regaib leyle-i Mirac-ı Ahmed Berat ü Kadr ile iydeyn-i emced
Mukaddes mevlid-i şah-ı risalet Ki doğmuşdu o şeb mâh-ı nübüvvet
Sabah eylerdi bu şeblerde sultan Beraber zikr iderdi cümle ihvan
Receb mâhıyla Şaban’ül mükerrem Hamîs isneyn ile aşr-ı Muharrem
Dahi eyyam-ı beyza sitti Şevval Mübarek günleri bervech-i minval
Sıyam üzre mürur ittirdi her bar Zaif oldu begayet itdi iftar
Sevenler hazreti kutb-ı cihanı Okur İhlâs ile Seb’ülmesani
ÂDETLERİ
Hazreti Şeyh (k.s) asrının en büyük âlimiydi, hem de
müceddid idi. Hadis-i Şerife göre Cenâb-ı Hakk (c.c) her yüz yılda bir
dini yenileyen mübarek bir zat gönderir. İşte Şeyh Hazretleri (k.s) bu müceddidlerdendir.
Tevhidin sırrına eren her büyük veli bunu teslim eder, ama gözleri şaşı ve kör, kalbi mühürlü olan kahrolası inkârcılar kabul etmez.
Çünkü onların gözleri Ziyâeddin’in (k.s) ışığından kamaşmıştır. O yüzden Hakk’ın (c.c) güneşinden habersizdirler.
117
Sen de, yarasanın ısrarla “güneş yoktur” dediğini duymuşsundur, dünyayı sayesinde gördüğü halde onu inkâr eder.
Şeyh Hazretleri (k.s) zamanının İmam-ı A’zamı’ydı (k.s), her davranışı bunu gösterirdi.
Bahaeddin Nakşıbendî (k.s) Hazretlerinin tam bir benzeriydi, bütün halleri aynen onunki gibiydi.
Ona hadis âlimlerinin sonuncusu dense yakışır, onun mânevi değerini anlamakta kullar acizdir.
Vakarlı ve temkinliydi, celâllendiğinde yüzü kızarırdı. Heybetinden müridleri onun yüzüne bakamazlardı.
Bakanlarsa cezbeye tutulur, sarhoş olurlardı. Fikirleri çok yüksek ve isâbetliydi. Sözleri şura azası gibi
seçkindi. Her zaman hizmetçileriyle yemek yerdi, misafirsiz
yemek yemek yemezdi. Yemeğe başlarken ve sonunda sünnete uyar, parmağını
tuza banıp yalardı, bu âdetini hiç bırakmadı. Yatsıdan sonra katiyen konuşmaz, dünya sözü
dinlemezdi. Gereksiz sözleri sevmez, ahlâkı düzgün olmayanlarla
görüşmezdi. Helâlle iş görürdü, her mübâhı işlemezdi. Yatağa girdiğinde mutlaka Yasin Sûresini okurdu.
Hastalandığı zaman ise, münasip birisi okur, o dinlerdi. Abdest alırken misvak kullanırdı, o, hakında “levlâke”
buyrulan yüce peygamberin varisiydi. Bazan gözlerine sürme çekerdi. Sürme gözlere kuvvet
verir. Bazıları sakalına kına yaktığını söylediler.
118
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) bütün sünnetlerini işlerdi. Elinde asa olmadan dışarda yürümezdi.
Regaib, Mirac, Berat, Mevlid geceleriiyle bayram gecelerinde uyumazdı, müridlerle birlikte zikrederdi.
Recep ayının 2., Şaban ayının 5., Muharrem ayının 10., Arabi ayların ortalarında eyyam-ı bıyz denen 13, 14, 15. günlerinde ve Şevval ayının 6. gününde hep oruçlu olurdu. Çok zayıf düştüğünde bu oruçları tutamamıştı.
Cihanın kutbu olan Ahmed Ziya (k.s) Hazretlerini sevenler, onun ruhuna Fâtiha ve İhlâs okusunlar.
Ol mehin rûyüne bak da sen cemalullahı gör Gel bu mir’at-ı Muhammed’den güzel Allah’ı gör,
Zîr-i pâkinde tutub mesken olub âzâde dil Seyr idüb şarkıyla garbı nice arşullahı gör
Kalb-i pür teşvîşini tathir içün emane gel Nîm nazarla pâk ider nâpâki bahr’ullahı gör
Çekme gussa kim iletmez beyt-i İbrahim’e baht Kalb-i şeyhe bir nazar kıl asl-ı beytullahı gör
Beyt-i İbrahim didim anın anın değil bünyad anın Bakma bünyad-ı Halil’e anda sırrullahı gör
Özünü irgörmek içün Kâbe-i maksuda sen Gel bu derya-yı amîka nice süfn’ullahı gör
Dinleme ol bülbülün maşuk içün nâlânını Gel gözüm gel bir nazar kıl bahr-i aşk’ullahı gör
Firkat-i maşuk içün nâlân-ı bülbül çok güzel Gel fakat bu hayz-i aşkda devr iden ol mâhı gör
119
Gezme firkat vadisinde çekme bîhûde cefa Saye-i arş-pâye-i bul anda zevk’ullahı gör
Nur-ı akdesdir bu bezm-i a’zam içre ol peri Gel şeb-i deycûr içinde berk-i nur’ullahı gör
FEVZİYA gitme heves sahrasına gülzara gel Gel bu yolda derdine derman olan dergâhı gör
GÖR
Sen O Hazretin (c.c) ay gibi yüzüne bak da Allah’ın (c.c)
cemâlini gör. Beri gel bu Muhammed’in (s.a.v) aynasından o güzel Allah’ı (c.c) gör.
Ayağının altında otur da gönlün serbestliğe kavuşsun, şarkı garbı seyredip Allah’ın (c.c) Arş’ını görürsün.
Karışık gönlünü temizlemek istersen gel, ona teslim ol, kirliyi yarım bakışıyla tertemiz eder, Allah’ın (c.c) denizidir o.
Hz. İbrahim (a.s) peygamberin evine gidemedim diye üzülme. Şeyh Hazretlerinin (k.s) temiz kalbine bak, Allah’ın (c.c) evini görürsün.
Hz. İbrahim’in (a.s) evi dedim ama aslında onun evi değildir, o, binayı yapandır. Hz. İbrahim’in (a.s) yaptığı binaya bakma, onda saklı olan Allah’ın (c.c) sırrını görmeye bak.
Asıl maksada ulaşmak istersen bu derin denize gel, Allah’ın (c.c) gemilerini gör.
Bülbülün âşık olduğu gül için ettiği feryatları dinleme, gel Allah (c.c) aşkının denizine bir bak!
120
Evet, sevdiğinden ayrılan bülbülün şakıyıp ağlayışları çok güzel, bu nağmeler de kalbi etkiler ama sen asıl aşk fezasında dolaşan o mehtabı görmelisin.
Ayrılık vadisinde dolaşıp durma, boşyere yorulup kendini üzme; Arş’ın gölgesi olan o yüceliğe eriş, oradaki zevki tat.
Bu devranda o Hazret (k.s) kutsal bir nurdur. Gel bu karanlık âlemde ışık saçan Allah’ın (c.c) nurunu gör.
Ey Fevzi, heva ve hevesine uyma, arzularının çölüne gitme, gülbahçesine gel. Bu hayat yolunda derdine derman olacak dergâhı gör.
Fecir vaktinden işraka dek ol can İşi gücü olurdu zikr-i Sübhan
Bu vakt içre kelam itmezdi bir dem Kelamullah idi zatıyla hemdem
Kerahat vakti çıkdıkda o rehber Okur ihvan ile hatmi beraber
İki rekât salât eylerdi ihya Hatimden sonra farz olmuşdu güya
Bunu icra ider her dem bilâ fevt Gelince ta Cenâb-ı Ahmed’e mevt
Olurdu kırk kadar mevki’de her an Ki hatm-i hâcegân eylerdi ihvan
Dahi Cuma günü cümle mürîdan Lebâleb pür olurdu Fatma Sultan
Teveccühler olurdu fırka fırka Bu ahval neşr idildi garba şarka
121
Dahi her leyl-i Salı cümle ihvan Karîbden hem baîdden hep mürîdan
Hatimden sonra yetmiş bin çekerler Ki tevhid eyleyüb sonra giderler
Bu mezkûr hep olurdu şehrimizde Görülmüş misli yokdu dehrimizde
Hasan Hilmi mukaddes zat-ı emced Bütün ifa ider ber ısr-i Ahmed
Hilafet vârisi oldur giride İtaat farz olur her bir mürîde
İlâhî ömr-i Hilmi’yi kıl efzun Bağışla bizlere ey zat-ı bîçûn
Hudaya zat-ı pâkin hürmetiyçün Habib-i tabnâkin hürmetiyçün
Ebu Bekr u Ömer Osman u Haydar Bu dört yar hakkına zat-ı şîzer
Ayırma bizleri bab-ı Ziya’dan Esirge FEVZİ’yi ucb u riyadan
Sev ol Ahmed Ziya’yı can-ı canı Oku İhlâs ile Seb’ülmesani
KELİME-İ TEVHİD
Şafak vaktinden kuşluğa kadar hep zikirle meşgul olur,
hiç başka söz söylemezdi. Kerâhet vakti çıkınca yani kuşluktan sonra kırk kadar
müridiyle hatmihâce okur, sonra mutlaka iki rekât namaz kılardı. Bu âdetini vefatına kadar hiçbir zaman ihmal etmemiştir.
122
Cuma günlerinde Fatma Sultan Camii hınca hınç dolardı, namazdan sonra cemaatle bölük bölük görüşürdü. Bu üsul her yere yayılıp tatbik edilmiştir.
Salı geceleri uzaktan yakından gelen bütün müridler hatmihâceden sonra yetmiş bin adet kelime-i tevhid çekerler, “Lâilâhe illallah” derler, sonra dağılırlardı.
O zamana kadar kadar hiç yapılmayan bu ibadet şehrimizde hep yapılmıştır.
Ziyâeddin (k.s) Hazretlerinden sonra şeyh olan Hasan Hilmi (k.s) Hazretleri de aynen bu üsulü devam ettirmiştir.
Yâ Rabbî, Hasan Hilmi (k.s) Hazretlerinin ömrünü uzun eyle, onu bize bağışla. Benzersiz vasıflı yüce zâtın ve Habib-i Ekremin (s.a.v) hürmetine, Hz. Ebu Bekir (r.a), Hz. Ömer (r.a), Hz. Osman (r.a) ve Hz. Ali (k.v) hakkına duamızı kabul eyle, bizi Ahmed Ziyâeddin (k.s) Hazretlerinin kapısından ayırma.
Bu Fevzi kulunu kendini beğenmişlikten ve iki yüzlülükten koru.
Cihanın kutbu olan Ahmed Ziya (k.s) Hazretlerini sevenler, onun ruhuna Fâtiha ve İhlas okusunlar.
Levh-i dilden sil çıkar gayriyi dildar var iken Yazma ağyarı o levhe sana ol yar var iken
Kalbini eyle mücellâ zikrile ta göresin Lutf-ı Hakk’ı göremezsin dilde ağyar var iken
Hal ü tavr u kıyl u kali hazreti üstada uy Bûy-ı irfânı duyulmaz sende inkâr var iken
Andelib-i gonce-i gülzar-ı hüsn-i yar olub Rûz u şeb feryada başla dilde ikrar var iken
123
FEVZİYA kasvetle kalbin çok kararmış ben gibi Sende hal yok kal ile olmaz bu ısrar var iken
VAR İKEN
Senin gönlünde Allah (c.c) vardır, O, senin kalbindeyken
ondan başka bir şeyi kalbine koymak, yakışık almaz. Başka şeyleri ordan çıkar, Allah (c.c) sana dost olarak yeter, O’ndan başka hiçbir şeyi kalbine koyma.
Kalbini zikirle temzileyip parlatırsan, Hakk’ın (c.c) lütfunu görürsün, gönlünde Allah’tan (c.c) başka şeyler varken lütufların hiçbirini göremezsin.
Hazreti Şeyhin (k.s) hâline, tavrına ve sözlerine uy! Ona inanmazsan irfan kokusu duyamazsın.
Kalbinde iman varken Hakk (c.c) güzelliği bahçesindeki gonca gülün bülbülü olup; gece gündüz feryat etmeye başlamalı, aşk ve şevkle Allah'ı (c.c) zikretmelisin.
Ey Fevzi, senin kalbin de “ben” gibi kararmış. Sende bu günahta ısrar etme âdeti varken, lafla sözle buna çare bulamazsın, zikirle hal kazanmaya çalış.
VAK’A-İ DİLSÛZ-I VEFAT-I HAZRETİ KDS.
Gel beru dünyaya meyyal olma sen Bu benimdir deyu dellal olma sen
Her sürûru velyider ye’s ü fütur Akıbet eyler gıda-yı mâr u mûr
124
Her sabahın var verâsında zulem Her sevincin arkası hüzn ü elem
Her baharı mahv ider bâd-ı hazan Makdemidir mebde-i ah ü figan
Her vilâdet muhbir-i peyk-i ecel Her saadet cisr-i enva-ı zelel
Her kemali bir zevale munkalib Ferd-i vahid yok ki olmaz muztarib
Her zuhurun âhiri mahv ü kürub Her tulû’un mercii râh-ı gurub
Mülk-i dünya malın olsa hayrı yok Nefy ü hayrından ziyan ü şerri çok
Nuh isen de fevt olursun akıbet Bend-i dâm-ı mevt olursun akıbet
Mülk ü malın akıbet berbâd olur Şevk ü şâdi nâle vü feryâd olur
Var mı bir nûş itmedik câm-ı ecel Bu sözü inkâr eder mi bir milel
Hep gelenler gitdiler görmez misin Hanüman terk itdiler görmez misin
Pençe-i mevt girmemiş bir hâne yok Bir vefası yok velî efsâne çok
Nice devletler harâb itdi ölüm Nice yüz bin dil kebâb itdi ölüm
Çok yetimler eyledi feryâd ü ah Çokları kıldı ölüm baht-ı siyah
Hâsılı bir âsiyabdır bu ecel Kurtuluş yok FEVZİYA insafa gel
125
Ne oldu o şeyhim efendim pîr’im ah Kande gitdi ol meh-i iksîrim ah
Menba-ı feyz-i kulûb-ı ârifin Rehnümâ-yı tâlibin ü sâlikin
Hazreti Ahmed Ziya nur-ı Huda Matla-ı feyz-i Ahad şems-i hüda
Bülbül-i bağ-ı şeriat nerdedir Sünbül-i sahra-yı vahdet nerdedir
Nerde kaldı ol tarikat rehberi Nerdedir murg-ı hakikat şehperi
Dürr-i bahr-i marifet noldu gönül Teşnelikden gonceler soldu gönül
Ey gönül şerheyle derd-i firkati Bir haber vir gel mahall-i hicreti
Mest ü medhûş eyle gel âşıkları Nâle vü efgâna sal sâdıkları
Her ne bilsen söyle esrarı bırak Yak dil-i uşşaka bir nâr-ı firak
Rıhlet-i şeyhden bana vir bir haber Söyle her dinledinse muteber
Ah ki sordun bir haber izharı güç Keşf ü şerhinden anın izmarı güç
Hasta olmuşdu Cenâb-ı destgîr Pek zaif olmuşdu ol pîr-i münir
Gelmez oldu mescide birkaç zaman Ağladı bu vak’adan pîr ü civan
Bir sabah kalkdım yatağımdan hazin Çünki rüya görmüşüm ey sâmiin
126
Pisterinde hazreti gördüm beşuş Söyleşür nezdindeki ihvanla hoş
Söyleşürken rahata vardı heman Gözlerin yumdu sivâdan can-ı can
Hem uzatdı pâyını ol destgîr Yasdığından düşdü re’s-i bî-nazîr
Uykudan kalkdım uyandım gamküsar Bir zaman kayguda kaldım şermsar
Gördüğüm rüyada bu dehşet nedir Bir musîbet yok da bu vahşet nedir
Çokça rüya görmüşemben bî-şümar Çok mehâfet çekmişem bunda ne var
Leyki olmazdım bu denlü bî-huzur Dehşetimden kalmamış asla şuur
Var bu işde bir musîbet pek azîm Sen muîn ol bizlere Hayy u Kerîm
Kalkdım ol dem ben giderdim hazrete Ol Cenâb-ı şeyhe kutb-ı izzete
Yolda gördüm bir muhibb-i sâdıkı Bir sadâkat mâdeni bir âşıkı
Dir haber var mı o hazretden aya N’oldu hiç bilmez misin Ahmed Ziya
Ben didim bilmem ne olmuş görmedim Beş gün oldu hazrete ben irmedim
Dir yürü ben de gelürem hazrete İrimişiz bu demde ulu dehşete
Ger dilersen afv ide zat-ı Samed Gel oku sen kulhü vallahü ahad
127
HAZRETİ ŞEYHİN VEFATI
Gel dünyaya meyletme, mal toplamaya düşkün olma. Her sevinci bir ümitsizlik ve üzüntü takip eder, bu
şekilde ölüp gidersin, yılan ve karıncanın yemi olursun. Her sabahın arkasından karanlık gelir, her sevincin
sonrası acı ve üzüntüdür. Her baharı, bir sonbahar yeli yok eder. Baharın gelmesi
ah edip ağlamanın başlangıcıdır. Her doğum ecelin habercisidir. Her mutluluk çeşitli
mahrumlukların köprüsüdür. Her yükseliş bir düşüşe dönüşür. Acı çekmeyen tek bir
insan yoktur. Her ortaya çıkışın sonu tasalar ve yok olmaktır. Her
doğuşun yönü batışın yoludur. Dünya mülklerinin hepsi senin olsa hayrı dokunmaz,
faydasından çok zararı olur. Hz. Nuh (a.s) gibi 900 yıl yaşasan da sonunda ölürsün,
ölümün tuzağına düşersin. Malın mülkün sonunda harap olup dağılır. Sevincin, neşen ağlama ve inleme olur.
Ecel şerbetini içmeyen bir kişi var mı? Hiçbir kavimde bu gerçekler yalanlanmaz.
Görmüyor musun; gelenlerin hepsi evini barkını terkedip gitti.
Ölümün pençesinin girmediği hiçbir ev yok, dünya hayatının vefası yok ama masallarla oyalanma çok.
Ölüm nice devletleri yıktı, yüz binlerce gönlü yaktı. Çok yetimler ağlattı, pek çoklarının bahtlarını kararttı.
Sözün kısası bu ecel bir değirmendir ve ondan kurtuluş yoktur. Ey Fevzi insafa gel.
128
Ah o Şeyhim, Pirim, Efendim (k.s) ne oldu? O her derde çare olan mehtâbım nereye gitti?
İrfanlı kalplerin feyiz kaynağı, Hakk (c.c) yolu isteklilerinin ve yolcularının yol göstericisi,
Tek olan Hakk’ın (c.c) feyiz pınarı, hidâyet güneşi, Allah’ın (c.c) nuru Ahmed Ziya (k.s) nerede?
O şerîat bahçesinin bülbülü, vahdet ovasının sünbülü nerde?
O tarikat rehberi nerde kaldı, hakikat kuşunun o en uzun teleği (kanat tüyü) nerede?
Ey gönül, mârifet denizinin incisi ne oldu? Gonca güller susuzluktan soldu.
- Ey gönül, ayrılık derdini açıkla, o nerden, nasıl göç etti bir haber ver.
Âşıkları dehşete düşür, kendinden geçir, sadıkları ağlatıp inlet.
Sır saklamayı bırak, ne biliyorsan söyle; âşıkların gönlüne bir ayrılık ateşi düşür.
Şeyhin (k.s) gidişinden bir haber ver, bu hususta dinlediğin doğru sözleri anlat!
- Ah, öyle bir haber sordun ki, açıklaması çok güç ama içinde saklamak açığa vurmaktan da güç.
O, muhtaçların elinden tutucu nurlu Pir (k.s) hastalanmış, çok zayıf düşmüştü.
Mescide gelmez olunca yaşlılar da gençler de ağlaştılar. Bir sabah gördüğüm bir rüya üzerine üzüntüyle
uyandım. Rüyamda Hazreti Şeyh (k.s) yatağında güler bir yüzle oturmuştu, yanındaki müridleriyle neşe içinde konuşuyordu.
129
Birden gözlerini yumarak ayağını uzattı, başı yastıktan düştü, sessiz ve hareketsiz kaldı.
Keder ve endişe içinde uyandım. Çok korku duyuyordum. Halbuki çok defa korkulu rüyalar görmüştüm ama hiç biri beni bu kadar etkilememişti.
Büyük bir musibet hissediyor, Allah’a (c.c) sığınıyordum. Hemen Şeyhimi (k.s) ziyaret etmeye karar verip yola
düştüm. Giderken yolda Şeyh (k.s) Hazretlerine içten bağlı bir
mürid kardeşe rastladım. Bana hemen; - “Pir (k.s) Hazretlerinden bir haber var mı?” diye sordu.
Ben; - “Hiç bir şey bilmiyorum, beş gündür görmedim. Şimdi
ona gidiyorum” dedim. O da benimle birlikte geldi. Eğer Allah’tan (c.c) af ve mağfiret istiyorsan İhlâs
Sûresini oku!
Harab oldu cenânı ehl-i aşkın İrer Arş’a figânı ehl-i aşkın
Bu gün mâtemdir ihvan oldu gamkin Bu gün yevm’il hazendir durma miskin
Bu gün enmûzec-i yevm’il cezâdır Bu gün yerler harab olsa sezâdır
Bu gündür râfet-i uzmâ-yı ihvan Bu gündür şiddet-i kübrâ-yı devran
Bu gün dilhâne-i uşşak yıkıldı Bu gün her yareye zehrâb sıkıldı
130
Bu gün güller solar bağbânı gitdi Bu gün dil kasrının sultânı gitdi
Bu gündür mebde-i envâ-ı dehşet Bu gündür makdem-i deryâ-yı şiddet
Bu gün rûz-i figan-ı asfiyadır Bu gün matemzed-i Ahmed Ziya’dır
Bu gün tal’at gurub itdi hafâya Yürü var matem-i Ahmed Ziya’ya Ziyâüddin Ahmed pîr ü pîran Bu gün rıhlet buyurdu ey mürîdan
Seven Ahmed Ziya’yı can-ı canı Okur İhlas ile Seb’al mesani
EN ACI GÜN
Âşıkların gönlü yıkıldı, feryatlar Ârş’a çıktı; bu gün matem günüdür, müridler üzüntü içindeler. Bu gün hüzün günüdür, sen de ağla!
Bu gün kıyamet gününden bir örnektir, dünya harap olsa şaşılmaz.
Bu gün mü’min kardeşler için en büyük bir afettir, zamanın en zor bir günüdür.
Bu gün âşıkların gönül evi yıkıldı, yaralara acı sular sıkıldı, çünkü gül bahçesinin Bahçıvanı, gönül köşkünün Sultanı gitti.
Bu gün büyük korkuların başlangıcıdır, şidddetli günlerin işaretidir.
131
Bu gün Ahmed Ziya (k.s) için yas tutan ulu ve temiz zatların ağlama günüdür.
Bu gün güzellik güneşi battı, Ahmed Ziya’nın (k.s) yasına gelin!
Ey müridler! Pirlerin piri Ahmed Ziyâeddin (k.s) öbür âleme göçtü.
Canların canı Ahmed Ziya’yı (k.s) sevenler onun ruhuna Fâtiha ve İhlâs okurlar.
Bir de gittim dergeh-i sultana dek Fatma Sultan mecma’-ı ihvâna dek
Ah ü vâh olmuş zemîn ü âsuman Nâle vü efgana varmış cümle can
Bir tarafdan hatm-i Kur’an okunur Bir tarafdan nâle arşa dokunur
Bir taraf feryad ü vah eyler hemin Bir taraf mağmûm u me’yus u hazîn
Bir tarafdan gasl ü tekfîn-i Ziya Bir tarafdan firkat-i dehşet-feza
Biz bu hal üzre dururken nâgihan Bir de duyduk taşradan kopdu figan
Derakab fetholdu bâb-ı evliya Bir de gördük girdi tâbût-ı Ziya
Çün cenaze geldi havliye temam Mescide girmezdi asla hâs ü âm
Cümlesi tâbûtu eylerdi tavaf Her gelen havlîde ağlar saf saf
132
Gördüler bu hâle yok bir çâre hiç Kimse doymaz rü’yet-i dildâre hiç
Koydular tâbûtu mescidde heman Girdi ol dem mescide pîr ü civan
Öyleyi kıldık oturduk pür-figan Çün irade gelmemişdi ol zaman
Hazreti Eşref Efendi zî-safa Bir de gördük geldi ol kân-ı vefa
Çünki gitmiş hazreti hakana ol Vak’ayı ihbar içün sultana ol
Böyle adetdir büyükler rıhleti Söylenür sultana hüzn ü firkati
Hâsılı ferman-ı sultan-ı cihan Sâdır olmuş söyleyince bî-güman
Geldi ferman-ı emir’el mü’minin Defnolunsun yani kutb’ül ârifin
Ol zaman serdâr-ı cümle evliya Na’ş-i pâk-i hazreti Ahmed Ziya
Oldu berdûş-i melâik bî-güman Parmak üstünde getürdi merdüman
Ol kadar gelmişdi zengin ü fakir Bayezid almazdı bir cemm-i gafir
Vakt-i asr olmuşdu ki kıldık salât Hazrete olsun salât-i tayyibât
Hazreti Abdülhamid-i tâcdâr Ol şehinşâh-ı Cenâb-ı pâyidar
Gönderüb me’mûr-ı mahsuslar adîd Anlara itmişdi ferman-ı ekîd
133
Bazılar kabrinde me’mûr oldular Bazılar feyziyle mesrûr oldular
Hâsılı Sultan Süleyman-ı şehîr Türbesi nezdinde ol pîr-i münir
Defnedildi mucib-i emr-i şerif Ravza-i cennetdir ol hâk-i lâtif
Sâl-i hicretden bin üç yüz on bire Vardığınca gel dinildi rehbere
Bir bazar gün vakt-i subh idi meger Saat on olmuşdu kavl-i muteber
Sâmin-i zilka’dede kutb-i cihan Vasıl oldu hazrete bî-în ü ân
Nezd-i pâkinde olanlar didiler Her ne yazdımsa anı söylediler
Beş günü geçmişdi asla yimedi Bunca müddet içre bir of dimedi
Üç güne varmışdı ki açmazdı göz Hem lisanında zuhûr itmezdi söz
Geh yeşil oldu didiler geh beyaz Geh kızardı gül gibi ol müstefaz
Meyl iderdi dâmia sağ cânibe Mültefit olmuşdu şems-i gâibe
Ol gice ta subha dek şeyh-i münir Ol Hasan Himi Cenâb-ı destgîr
Hazretin nezdinde olmuşdu mukîm Mest ü müstağrak idi ol müstakîm
Sütre-pûş olmuşdu ümm’üs sâlikin Nezd-i şeyhde eyledi âh ü enîn
134
Hem bulundu ol gice birkaç zevat Hâdimin pür-edeb âli-sıfat
Vakt-i subh oldukda dirler bî-riya Açdı çeşmin serfirâz-ı evliya
Bakdı bir def’a dahi yumdu heman Hâlet-i nez’a karîb oldu zaman
Hâlet-i nez’inde ol kavl-i sahih Söyledi bir söz ki gayetle fasih
Gözlerin açdı didi Ahmed Ziya Hepsini ben isterem ya Kibriya
Son sözü derler bu olmuş hazretin Ol Ziyâüddin âli himmetin
Üç kere aksırdı işitdi sâmiun Didiler “inna ileyhi râciun”
Bir rica söyler bu Fevzi kariîn Dinle Allah aşkına ey sâmiîn
Gel dua eyle bu ahkar bendeye Bu günehkâr mücrim ü şermendeye
Son nefesde hatmidem iman ile Haşrolam Ahmed Ziya Sultan ile
Vâlideynim mağfiret kılsun İlâh Kalmasun mahşerde anlar da tebah
Cümle ihvanı beraber ol Muîn Rahmetullahi aleyhim ecmaîn
Haşr ide mü’minleri merdü zenan Cümlesin taht’el livâ ger ins ü can
Bu dua makbul olur yevm’el hisab Ger okursan Hazret’e Ümm’ül kitab
135
Sev Cenâb-ı Ahmed’i hakk-ı Samed Gel oku sen kul hü vallahü ahad
HAZRETİ ŞEYHİN CENAZESİ
Şeyh Hazretlerinin dergâhına, müridlerin toplandığı
Fatma Sultan Camiine vardım ki, yer gök ahlarla feryatlarla inliyor, bütün canlar ağlaşıyor.
Bir tarafta ağlayıp inlemeler göğe çıkarken bir yanda Kur’an-ı Kerim okunuyor.
Müridlerden bir kısmı hıçkırıyor, bir kısmı da acısını içine akıtıp kederler içinde üzülüp duruyor.
Bir tarafta Şeyh Hazretlerini (k.s) yıkayıp kefenliyorlar, öbür tarafta da dehşetli ağlayışlar var.
Biz bu halde dururken birden dışarda bir feryat koptu, haykırışlar yükseldi. Kapı açıldı ve Şeyh Hazretlerinin (k.s) tabutu avluya girdi.
Kimse camiye girmiyor, herkes tabutu tavaf ediyordu. Cemaat saf saf ağlaşıyor, sevgililerini görmeye doyamıyordu.
Kimse camiye girmeyince, çaresiz, tabutu camiden içeri soktular. O zaman herkes camiye doluştu.
Öğle namazını kıldık, öylece ağlaşarak bekleştik, çünkü padişah iradesi ulaşmamıştı.
Nihayet Şeyh Hazretlerinin (k.s) yakınlarından faziletli zat Eşref Efendi camiye geldi. Meğer Hazreti Pirin (k.s) vefatını padişah hazretlerine bildirmek için saraya gitmiş.
Çünkü büyük Zatların vefatının padişaha haber verilmesi âdettendi. Padişah makamından defnedilmesi
136
hususunda irâde çıkınca bütün velilerin kumandanı Hazreti Pirin (k.s) naaşı meleklerin omuzlarına alındı, cemaatin parmakları üzerinde Beyazıt Camiine götürüldü.
Cemaat o kadar kalabalıktı ki, Beyazıt meydanı almıyordu. Cenaze namazı ikindi namazının ardından kılındı.
Sultan Abdülhamit Han özel memurlar göndermişti; onların bazısı cenaze namazında hazır bulundu, bazısı kabrinde görevliydi.
Padişahın emir ve müsaadesiyle Süleymaniye Camii haziresinde Sultan Süleyman Şahın türbesinin yanına defnolundu.
O kabrin hoş toprağı cennet bahçesindendir. Şeyh Hazretleri 1311 yılı, zilkade ayının 8. Pazar günü,
sabah alaturka saat onda Allah’a (c.c) kavuşmuştur. Şu anlatacaklarım yakın görgü şahitlerinin
söyledikleridir: Beş gün hiçbir şey yememiş ve bir of bile dememiş. Üç gün hiç gözünü açmamış, bir söz söylememiş. Benzi bazan yeşil, bazan beyaz olurmuş, bazan da
kızarırmış. Gaipteki mânevi güneşe yüzünü çevirmek için hep sağ
yanına dönmek istermiş. O gece Hasan Hilmi (k.s) Hazretleri sabaha kadar mest
olup kendinden geçerek Şeyh Hazretlerinin (k.s) yanında kalmış.
Şeyh Hazretlerinin (k.s) muhterem eşi, müridlerin anası bir köşeye sinmiş halde ağlayıp inlemiş.
O gece Şeyhin (k.s) hizmetinde bulunan çok edepli, faziletli birkaç zat da orda gecelemiş.
137
Onların anlattığına göre Şeyh Hazretleri (k.s) sabah olunca gözlerini açmış, sonra yummuş ve sekerat haline geçmiş.
İşte bu haldeyken gayet açık bir şekilde şöyle demiş: “Ey Allah’ım (c.c) hepsini isterim” Bu son sözü olmuş. Sonra üç kez aksırmış, yanında
bulunanlar vefat ettiğini görünce istirca etmişler; yani “inna lillah ve inna ileyhi raciun - biz Allah içiniz, dönüşümüz Allah’adır” (Bakara Süresi: 156.) demişler.
Ey benden bunları dinleyenler, sizlerden benim bir ricam var; gelin bu çok düşkün kula dua edin de, son nefeste iman ile gideyim, mahşerde sultanım Ahmet Ziya (k.s) ile birlikte olayım.
Anamı babamı Allah (c.c) mağfiret etsin, ahirette perişan olmasınlar. Bütün din kardeşlerimin kadın erkek hepsine Cenâb-ı Hakk (c.c) rahmet etsin.
Mahşerde gerek insan, gerek cin olsun bütün mü’minleri Peygamber (s.a.v) Efendimizin “Livaü’l Hamd” sancağı altında toplasın.
Şeyh Hazretlerine (k.s) Fâtiha-i Şerif okursanız bu duamız Allah’ın (c.c) katında kabul olunur.
Samed olan Allah (c.c) hakkı için, Ahmet Ziya’yı (k.s) sevin ve ruhuna İhlâs okuyun.
138
Umulmaz bir vefa asla aceb ibret-nümâdır bu Zehirdir sükkeri şehdi ki dehr-i bî-vefâdır bu
Görülmez bir sabahı ki anı vely itmesün ahşam Sürûru genc-i zulmetdir ferahsız bî-safâdır bu
Hani Âdem ne olmuşdur hani Nuh ile İbrahim Hani Musa hani İsa makam-ı i’tinâdır bu
Muhammed Mustafa n’oldu Ebu Bekr u Ömer nerde Kani Osman kani Haydar ki bir sırr-ı hafâdır bu
Hasan nerde Hüseyn n’oldu bu işlerden haber virgil Muhammer kan toprak serâser Kerbelâ’dır bu
Nebîler nerde kalmışlar velîler nerdedir söyle Kani Lokman ve İskender zehî gaflet-serâdır bu
Kani şevketlü sultanlar kani kudretlü hakanlar Akıllar büht ü hayretde ki derd-i bî-devâdır bu
Seni de yer bu topraklar sonunda bir nefes virmez Gözün aç aklını topla ki bir dâr-ı fenâdır bu
Bu yıl bin üç yüz on birde siyahlar gey ki matemdir Gözünden kanlı yaşlar dök ki hicrân-ı Ziya’dır bu
O şâh-ı halka-i hûban Cenâb-ı gavs-ı bî-hemta Bu yılda eyledi rıhlet zaman-ı intihâdır bu
Vasıyyet itdiği yerde anı defneyledi hünkâr Süleymaniyye’de medfun reis-i asfıyâdır bu
Mezâr-ı sengine yazmış biri ehl-i saadetden Ana Allah rıza virsün ki bir hayr’üd duadır bu
Neler ki söylemiş ol zat anı ketbeyledim aynen Okunsun sübha-veş her dem okunmağa becâdır bu
Oku hem hırz-ı can eyle şifadır cümle eskama Yazub ta’lik idin ihvan kelâm-ı bî-behâdır bu
139
MATEM GÜNÜDÜR BU
Acayip ibretler gösteren dünya hayatından asla vefa
umulmaz. Onun şekeri zehirdir. Ardından akşam olmayan hiçbir sabahı yoktur.
Onun sevinci karanlık hazinesidir, onda ferah ve hoşluk yoktur.
Hz. Âdem’e (a.s) ne oldu? Hz. Nuh (a.s), Hz. İbrahim (a.s), Hz. Musa (a.s), Hz. İsa (a.s) nerde?
Çok dikkat edilecek bir yerdir burası. Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) ne oldu? Hz. Ebu Bekir (r.a), Hz. Ömer (r.a), Hz. Osman (r.a), Hz. Ali, (k.v) nerdeler?
Bu en gizli bir sırdır. Hz. Hasan (r.a) ve Hz. Hüseyin (r.a) Hazretlerinin başına neler geldi? Bunlardan haber ver.
Bu dünyanın her yeri kanın toprakla hamur olduğu bir Kerbelâ’dır.
Peygamberler, veliler, her hastalığın çaresini bilen Hz. Lokman, dünyanın yarısını zabteden İskender şimdi nerde?
Bu dünya çok gaflet vericidir. Büyük hükümdarlardan da hiç kalan olmadı.
Dünya akılları yalancı çıkaran, şaşkın bırakan devasız bir derttir.
Sonunda seni de, bir fazla nefes aldırmadan, yiyip yutacaktır.
Geçici bir yerdir burası, gözünü aç, aklını başına topla. 1311 yılında Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerinden ayrıldık;
bu yıl matem yılıdır, siyahlar giy, gözünden kanlı yaşlar dök.
Güzeller topluluğunun şahı, eşsiz imdada yetişici Pir (k.s), bu yılda öbür âleme göçtü, bu ahir zamandır.
140
Hazreti Pir (k.s) Süleymaniye Camiinin haziresine gömülmeyi vasıyet etmişti. Padişahımız bu vasıyetini yerine getirdi, o temiz zatların reisi dilediği yere defnolundu.
Kabir taşına muhterem bir şair hayırlı ve manzum bir dua yazmıştır, Allah (c.c) ondan razı olsun.
Onu aynen burada yazıyorum. Bu, tesbih gibi devamlı okunmaya değer bir duadır.
Bütün hastalıklara şifa verir, yazıp muska gibi taşıyın, onun kıymeti çok büyüktür.
KASİDE DER SENG-İ MEZAR
Nazar kıl çeşm-i ibretle makam-ı ilticâdır bu İrenler dergehi bâb-ı füyûzât-ı Huda’dır bu
Ziyâüddin Ahmed mevlidi anın Gümüşhane Şehir-i şark u garbın mürşidi râh-ı hüdâdır bu
Muhakkak ehl-i Hakk ölmez ebed haydir bil ey zâir Seray-ı kalbini pâk eyle bâb-ı evliyadır bu
Şua-ı dürr-i vahdet menba-ı ilm-i ledünnîdir Mükemmel vâris-i şer’-i Muhammed Mustafa’dır bu
Hılafet müddetinden “ırcii” vaktine dek hakka Tarik-i Halidi’yi neşr iden Hak-rehnümâdır bu
Oku İhlâs ile bir Fâtiha kalbinde dâim tut Cilây-ı ruhdur zikri mürîdâna gıdadır bu
141
KABİR TAŞINDAKİ ŞİİR
Bu kabre ibret gözüyle bak, burası bir sığınma yeridir.
Erenlerinin dergâhı, Hakk (c.c) feyizlerinin kapısıdır. Doğuya, batıya hidayet yolu gösteren ünlü şeyh Ahmet
Ziya (k.s) Hazretlerinin doğum yeri Gümüşhanedir. Ey ziyaretçi, bil ki, Hakk’ın (c.c) veli kulları ölmez,
ebediyen diridirler. Buraya gönlünü temizleyerek gel, burası evliya kapısıdır.
O, vahdet incisinin ışığı, ledün ilminin kaynağıdır. Muhammed Mustafa (s.a.v) Efendimizin şeriatının mükemmel varisidir.
Halifelik aldığından itibaren Cenâb-ı Hakk’tan (c.c) “Bana geri dön” (Hicr Sûresi: 28) çağrısını alıncaya kadar Nakşıbendi tarikatının Halidiye halkası erkânını yayıp yol göstermiştir.
Onu daima kalbinde tut ve ruhuna bir Fâtiha ile İhlâs Sûresi oku!
Bu, ruhunu parlatır, onu anmak müridlere mânevi gıdadır.
AH MİN EL FİRKAT
Bu firkatden yanar canım ya ben dosta kavuşmazsam Çıkar eflâke efganım ya ben dosta kavuşmazsam
Figan ü zâr ü ah ile demâdem eylerim matem Döker kanlar bu çeşmânım ya ben dosta kavuşmazsam
Urub taşdan taşa başım idem ahı diyem eyvah Aman şefkatlü sultanım ya ben dosta kavuşmazsam
142
N’olur halim bu vahşetden canım titrer bu dehşetden Bana rahmeyle Sübhan’ım ya ben dosta kavuşmazsam
Aceb halim nolur dostlar sabah-ı rûz-ı mahşerde Haber vir ey muhibbânım ya ben dosta kavuşmazsam
Nihayetsiz günehkârım meded ey âli hünkârım Zebûn-ı nefs ü şeytanem ya ben dosta kavuşmazsam
Günâhım çok yüzüm kara nedir bu derdime çare Esir-i dâm-ı düşmânem ya ben dosta kavuşmazsam
Düşündükçe bu esrârı unutdum başka efkârı Bununçün zâr-u giryanem ya ben dosta kavuşmazsam
Eger cennetde olsaydım yanardım nâr-ı firkatde Görünmezse o canânım ya ben dosta kavuşmazsam
Sabah-ı haşr olunca ger görünmezse şeh-i hûban Çeküb yırtam girîbanım ya ben dosta kavuşmazsam
O günde neylerem dostlar neye müncer olur bilmem Benim hal-i perîşânım ya ben dosta kavuşmazsam
Bulunca her kişi bî-şek neyi sevdiyse dünyada Bulunmazsa nerîmânım ya ben dosta kavuşmazsam
Yanar bu FEVZİ’nin canı akıtdı dîdeden kanı İlâhî Hayy ü Rahman’ım ya ben dosta kavuşmazsam
YA KAVUŞAMAZSAM
Gerçek dost olan Hazreti Pir’imden (k.s) ayrıldım, ya bir
daha kavuşmazsam diye canım yanıyor, feryatlarım göklere çıkıyor.
Ağlayıp feryat ediyor, devamlı yas tutuyorum. Ona bir daha kavuşmazsam diye gözlerim kanlı yaşlar döküyor.
143
Ey şefkatli Sultanım (c.c), sana sığındım; ya Pir’ime (k.s) kavuşamazsam diye başımı taştan taşa vurup ah edip eyvah diye haykırayım,
Ona bir daha kavuşamazsam benim halim ne olur? Bu korkunç ihtimali düşündükçe canım titriyor. Ey Sübhan olan Allah (c.c), bana acı, beni ona kavuştur.
Ey dostlar, arkadaşlar, söyleyin bana, yarın mahşer gününün sabahında Şeyhimi (k.s) bulamazsam acaba benim halim ne olur?
Günahım pek çok, yardım eyle ey yüce Sultanım (c.c). Nefs ve şeytanın elinde aciz kalmışım, Şeyhime (k.s) kavuşmazsam halim perişan olur.
Günahım çok, yüzüm karadır, bu derdimin çaresi ne? Düşman tuzağında tutsak kaldım, Pir’ime (k.s) kavuşmazsam durumum kötü.
Bu endişe beni öyle kapladı ki, her şeyi unuttum, başka şey düşünemiyorum. Ya Şeyhime (k.s) tekrar kavuşmazsam diye ağlıyorum.
Cennette olsaydım da Şeyhimi görmeseydim (k.s), hasretinden cehennemdekiler gibi yanardım.
Mahşer sabahı olduğunda güzeller padişahı Şeyhimi (k.s) göremezsem, yakamı çekip yırtarak yas tutarım.
O gün Şeyhimi (k.s) bulamazsam ben ne yaparım, benim perişan hâlim neye varır dostlar?
Hadis-i Şerife göre herkes dünyada neyi severse hiç şüphe yok ki, kıyamet günü onunla beraber olacaktır. Ya o zaman ben Kahramanımı (k.s) bulmazsam hâlim ne olacak?
Şeyhime (k.s) kavuşmazsam diye Fevzi kulunun canı yanıyor, gözünden kanlar akıtıyor. İlâh’ım (c.c), Hay ve Rahman olan Allah’ım (c.c), bundan sana sığınıyorum.
144
MERSİYYE
Hazreti Ahmed Ziya hakkında efgan eylerem Kalbi mahzun dîdemi hunrîz ü giryan eylerem
SÎnemi yırtub derûnum kanla memlû iderek Bu ser-i nâşâdımı taşlara kalkan eylerem
Rûz-ı mahşerde Cenâb-ı Ahmed’i görmezse göz Baş açık yalın ayak çâk-i girîban eylerem
Yalınız ben mi feda-yı cana minnet eyleyen İns ü cin cümle melâik böyle iz’an eylerem
Ey muhibban siz de takdir eyleyin derd ü gamı Sizdeki dehşet nedir dâvâma bürhan eylerem
Dehr-i dâdın devasız derde dûçar olduğu Matem-i Ahmed Ziya’dır böyle îman eylerem
Ger zebâna mâlik olsa söylese levh-i derûn Arş-ı a’lâ sarsılurdı böyle îkan eylerem
Hâk-i pâk-i ravza-i Ahmed Ziya’ya yüz sürüb Canımı medfun olan ol cana kurban eylerem
Bî-nihâye rahmet olsun ol Cenâb-ı Ahmed’e Ruh-ı pâke ben selâm-ı sad hezarân eylerem
Ko ne dirlerse disünler bir gürûh-ı münkirin Ta sabah-ı haşredek kalbim fürûzan eylerem
Ben sabreyleyem söylen dil-i divâneme İtmesün feryad ü efgan böyle ilan eylerem
Ger sükût itse lisânım kalbimin her köşesin Matem-i Ahmed Ziya’da murg-ı nâlân eylerem
Ben sabah-ı haşredek dönmem sözümden bir nefes Dostuna dostam Ziya’nın canıma can eylerem
145
Ya ilâhî rahm idüb kurtar dil-i divânemi Sen meded kıl gerçi ben cürm-i firâvân eylerem
Ya Ziyâeddin Ahmed el meded senden meded Arsa-i yevm’ül cezâda zâr ü emân eylerem
AĞIT
Hazreti Ahmet Ziya (k.s) için ağlıyorum; kalbimi
mahzun, gözlerimden kanlar akıtarak ağlatıyorum. Göğsümü yırtıyor, içimi kanla dolduruyorum, gamlı
başımı taşlara çarpıyorum. Mahşer gününde gözüm Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerini
görmezse, baş açık, yalın ayak yakalarımı yırtarım. Ona canını feda etmeyi kendine borç sayan yalnız ben
miyim? Anladım ki, insanlar, cinler, melekler de benim gibidir.
Ey onu sevenler, derdimin, üzüntümün büyüklüğünü sizler anlarsınız, kendi üzüntüme delil olarak sizin kederinizi gösteriyorum.
Adaletsiz devrânın çaresiz derde düşmesi, Ahmet Ziya’nın (k.s) matemindendir, buna inanıyorum.
İçimin dili olsa da derdini açıklayıp söyleyebilse kesin olarak biliyorum ki, yüce Arş sarsılır.
Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerinin kabrinin toprağına yüzümü sürüp, orada yatan cana canımı kurban ederim.
Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerine sonsuz rahmetler dilerim, temiz ruhuna yüz binlerce selâm eylerim.
146
Bırak inkârcılar grubu ne derse desin, mahşer gününün sabahına kadar kalbimi yakıp parlatacağım.
Deli gönlümün böyle feryat edip ağlamasına nasıl katlanacağım, söyleyin; ağlayıp sızlamayı bıraksın artık.
Dilim sussa bile kalbimin her köşesi Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerinin yasını tutup inleyecektir.
Kıyamete kadar Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerinin dostunu dost ve canımın canı bileceğime söz veriyorum. Bu sözümden bir an bile dönmeyeceğim.
Yâ Rabbî (c.c), ben çok suç işledim, bana yardım eyle, merhamet edip deli gönlümü kurtar.
Ey Ahmet Ziya (k.s) Hazretleri, yardım senden, yardımıma yetiş. Kıyamet günü mahşer yerinde senden şefaat beklerim.
MERSİYYE
Ya ilâh’el âlemin yâ Rabbî Rahman’ir Rahim Neyleyem hâlim kime arz eyleyem sensin Alîm
Cana tesir eyledi nâr-ı firâk-ı Ahmedî Yandı dilgâhım anın aşkında vallah’il azim
Ağlaram gözyaşlarım tesir ider taht’es sera İnlerim âhım çıkar eflâke ta Arş-ı Kerim
Bil sirişkin katresi nîrâna düşseydi eger Hâlime hayret kılardı mutlaka ehl’el cahîm
Ah-ı serdim vasıl olsaydı bihişte şübhesiz Derdime dermân içün ağlardı ashâb-ı naîm
Derd-i hicrin şerhi de hicrân olur âşıklara Ba’dezi ahvâl ü akvâlin görünmez müstakîm
147
Cism-i bî-canım çü rûhum sen idin ey hûb-ru Sen nihân oldukda şahım oldu etvârım sakîm
Ey güzeller padişahı evliyalar serveri Rûhuna rûhum tufeyl olmuşdu ta ahd-ı kadîm
Ol sebebden cism-i FEVZİ bir heyûlâ-yı kadîd Çünki canı daima hâk-i mezârında mukîm
Ya ilâhî bendeni cîrân-ı Ahmed kıl meded Sahm-ı cennetde beni dilşâd eyle ya Halîm
AĞIT
Ey âlemlerin İlâhı (c.c), ey Rahman ve Rahim olan
Rabb’ım. Sen hâlimi bilirsin, ne yapayım, hâlimi kime anlatayım?
Ahmed Ziya (k.s) Hazretlerinin ayrılığının ateşi canıma işledi, yemin ederim ki, onun aşkıyla gönlüm yandı.
Öyle ağlıyorum ki, gözyaşlarım yerin altına geçiyor, öyle inliyorum ki, ah edişlerim ta Arş’a kadar göklere çıkıyor.
Gözyaşlarımın bir damlası cehenneme düşseydi, cehennemdekiler muhakkak hâlime şaşarlardı.
Cennete ulaşsaydı, cennettekiler şüphesiz derdime derman olmak için ağlarlardı.
Ayrılık derdini açıklamak da âşıklara acı verir. Bundan sonra artık doğru dürüst konuşamam, düzgün davranamam.
Ey güzel yüzlü, benim bedenim de ruhum da sendin. Sen gizlenip görünmez olunca davranışlarım bozuldu.
Ey güzeller padişahı, velilerin önderi, ezelde verdiğim söz üzerine ruhum senin ruhuna bağlanmıştı.
148
O yüzden Fevzi’nin bedeni bir iskeletten ibaret, çünkü onun canı daima senin mezarının toprağında kalıyor.
Allah'ım (c.c), bana yardım eyle, bu kulunu Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerine komşu et, cennette beni böyle mutlu edip sevindir.
MERSİYYE
Dilâ eyyâm-ı mâtemdir ne lâzım zevk u seyrânî Gerekdir âşıka pîşe idinsün âh ü efganı
Gönül mülkü harâb oldu vefat itdi Ziyâüddin Dökülsün dîdeden hûnab çü âb-ı ebr-i nîsanî
Gerek kim bî-huzûr olsun halâyık âh ü zârından Düşün eyyam ne eyyamdır bu mudur dervişin şanı
Teemmül eyle ey FEVZİ bugün arş-ı berîn ağlar Senin kalbin zehî mermer ne bilsün kâr-ı hakkani
Aceb tâğîsin ey nefsim ki asla insafın yokdur Yemek içmek uyumak hep işin gücün fâni
Feleklerde melekler âh ü efgan eyledi bugün Bugün yevm’el hazindir ah bir berâ-yı aşk-ı sultânî
Düşün bunda neler oldu bu bir emr-i Huda’dır kim Dilim tutmaz kalem yazmaz bu bir fermân-ı sübhânî
Ziya-bahş olmasa layık bugün şems ü kamer ahter Yıkılsa kubbe-i mîna bozulsa çerh u devrânî
Teemmül kıl ki kimdir ol Ziyâüddin ve elhakdır Tefekkür eyle bir kerre bulunur mu hiç akranı
O bir nur-ı Muhammed’dir o bir şâh-ı velâyetdir O bir mâh-ı saadetdir yüzü şems-i dırahşânî
149
O deryâ-yı nübüvvetden gelen bir dürr-i yektâdır Anın sırrındadır pünhan hezâran bahr-i ummânî
Behey münkir gel insâf eyle kim munsıf Siyeh-pûş ü mükedderdir unutmaz hiç bu hicrânı
Ne dürlü söylesem ya Rab bu kalbim eylemez rahat Ne kim olmuş olacakdır bütün takdir-i Yezdânî
Garîbem âsitanende günehkârım yüzüm kara Dahîlek bâbına geldim bihakk-ı sırr-ı Kur’anî
Cenâb-ı Kibriya hakkı Habib-i mücteba hakkı Gürûh-ı enbiya hakkı kerem kıl afv-ı isyanî
Meded ey hazreti şâh-ı velâyet FEVZİ-i kemter Garîk-i lücce-i isyan kulundur sen keremkânı
AĞIT
Ey Hakk (c.c) aşıkı, bu günler matem günleridir, sana gezmek, zevk etmek lâzım değil, âşıkın ağlayıp sızlamayı âdet edinmesi gerek.
Ziyâeddin (k.s) Hazretlerinin vefatıyla gönüller harap oldu, gözlerden nisan bulutu gibi kanlı sular dökülsün.
Derviş olana bu günün nasıl bir gün olduğunu düşünmek yakışır. Kullar huzursuz olmalı, ağlayıp sızlamalıdır.
Ey Fevzi, düşün ki, bu gün yüceler yücesi Arş ağlıyor, senin kalbin mermerden de katıymış; Hakka ve adâlete uygun işleri bilmiyor.
Ey nefsim ne kadar azgınsın, hiç insafın yok; işin gücün yemek, içmek, uyumak, hep dünya işleriyle meşgulsün.
150
Bu gün göklerde melekler bile ağlayıp feryat ettiler. Sultanın aşkı için bu gün ah etmek gerekir, bu hüzün günüdür.
Bu gün neler olduğunu bir düşün; Hakk Teâlâ’nın (c.c) emri yerine geldi, söylemeye dilim tutmuyor, kalemim yazamıyor. Bunlar hikmetinden sual olunmayan Allah’ın (c.c) emridir.
Bu gün güneş, ay, yıldızlar ışık vermeseler yerindedir. Göğün sırça kubbesi yıkılsa, feleklerin dönmesi bozulsa doğru olur.
İyi düşünün o Ahmet Ziyâeddin (k.s) kimdir? Düşünün, bir kere onun hiç benzeri bulunur mu?
O Muhammed (s.a.v) Efendimizin bir nurudur, o velilik ülkesinin padişahıdır. O yüzü güneş gibi parlayan mutluluk mehtabıdır.
O peygamberlik denizinden gelen eşsiz bir incidir, onun sırrında binlerce umman denizi gizlidir.
Ey inkârcı insafa gel, insafı olan üzüntülüdür bu gün, siyah matem elbiselerine bürünmüştür, bu ayrılık acısını hiç unutmaz.
Nasıl ve ne çeşit anlatsam, kalbim rahat etmiyor. Hâlbuki olmuş ve olacak bütün işler Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) takdiridir.
Ey Ziyâeddin (k.s) Hazretleri, günahkâr ve yüzü kara olarak tekkende garip kaldım, sana sığınmak için kapına geldim, Kur’an hakkı için kabul et.
Allah (c.c) ve Sevgili Peygamberi (s.a.v) hakkı için, bütün peygamberler topluluğu hürmetine günahlarımı bağışla.
Ey veliler padişahı, yardım et; günah denizinde boğulan Fevzi senin kölendir. Lütfeyle senin bağışın boldur.
151
MERSİYYE
Sinemi çâk eyleyüb urdun dile hicran meded Eşk-i hun-âbım seninçün itmede tuğyan meded
Şerha şerha kalbini âşıkların pür-hûn idüb Hançer-i hicrinle itdin âlemi nalân meded
Firkatin yakdı dil-i ihvanı püryan eyledi Ta be-mahşer kalbe saldı ateş-i sûzan meded
Ey felek nitdin bu mehrin şûle ve envârını Eyledin mâh-ı münîri kurs-ı nâ-tâbân meded
Menba-ı esrâr idi pünhan olub gitdi Ziya Bizlere kaldı bütün gün nâle ve efgan meded
Dest-i atşanda koyub cümle mürîdânı bugün Zat-ı pâkin çeşmimizden eyledin pünhan meded
Ah ü vâhı göklere çıkdı mürîdânın bu dem Firkatinle kanlı yaşlar dökmede ihvan meded
Ya Ziyâeddin Ahmed bizleri kılma hazin Rûz-ı mahşerde şefaat eyle ey sultan meded
FEVZİ’yi kurtar bu benlik ateşinden el gıyas Ya ilâhi senden ister derdine derman meded
AĞIT
Seni yardıma çağırıyorum, göğsümü yarıp gönlüme ayrılık acısı doldurdun. Kanlı gözyaşlarım senin için çağlayıp taşıyor, yardım et.
Âşıkların kalbini parça parça yaralayıp kanattın, ayrılık hançeriyle bütün âlemi inlettin.
Ayrılık, müridlerin gönlünü kıyâmete kadar yakıcı bir ateş salıp yaktı kebap etti.
152
Ey Felek, kâinatın ışığını, nurlarını ne yaptın? Nurlu ayı ışıksız bir çembere çevirdin.
Ahmet Ziya (k.s) Hazretleri sırların kaynağıydı, gitti, gizlendi, bizlere bütün gün ağlayıp inleme kaldı.
Bu gün bütün müridleri susuz bir çölde bırakıp kendini gözlerimizden gizledi.
Şimdi onların ağlayıp feryat etmeleri göklere çıkıyor, ayrılığının acısıyla kanlı gözyaşları döküyorlar.
Ey Ziya (k.s), bizleri üzüntün içinde bırakma, mahşer gününde bize şefaat et ey Sultan!
Fevzi’yi bu benlik ateşinden kurtar. Yâ Rabbî o Senden derdine derman istiyor, yardımına yetiş.
MÜNACAAT DER MAKAM-I HAZRETİ ŞEYH KDS.
Sâilem ihsâna geldim ben sana Derdime dermâna geldim ben sana
Yandı dil hicrinle lütfeyle bana Katre-i ummâne geldim ben sana
Nûr idin âlemde mislin yok idi Şu’le-i rahşâna geldim ben sana
Sen ki azmitdin riyâz-ı cennete Şah-ı men seyrâna geldim ben sana
Men türâb-ı tîre sen İsa-nefes Nefha-i insana geldim ben sana
Rûh idin cismimde cana can idin Lâmekân bir cana geldim ben sana
153
Perr ü bâlim yakdı aşkın ateşi Bir aceb devrâna geldim ben sana
Nezr-i can itdim der-i dergâhına Va’dimi ityâna geldim ben sana
Dil riyâh-ı ravzanı şem eyledi Bî-akıl mestâne geldim ben sana
Bir Ziya gördüm ki tal’at zerresi Ahmeda pervane geldim ben sana
Dil sehâb-ı naks ile kapkaradır Mücrimem gufrâna geldim ben sana
Bâb-ı feyzinde çü buldum devleti Kul değil de ya ne geldim ben sana
Bağ-ı hüsnünden direrken gülleri Şimdi bir reyhâna geldim ben sana
Bir nazar kıl dîde-i giryânıma Nâle vü efgana geldim ben sana
El aman şeyhim efendim serverim Rahm kıl emâna geldim ben sana
Ey türâb-ı akdes ü hâk-i Latif FEVZİ’yi kurbana geldim ben sana
YALVARIŞ
Dilenciyim senden bağış istemeye geldim. Derdime çare
bulmak için sana geldim. Gönlüm ayrılığınla yandı, bana lütfeyle; denizden bir
damla almaya geldim. Âlemde eşsiz bir nurdun, parlaklığından ışık almaya
geldim.
154
Sen cennete gitmeye yönelince ben seni orda seyretmek için geldim.
Ben bir kara toprağım, sen ise Hz. İsa (a.s) gibi nefesinle ölüleri dirilticisin. Nefesinle hayat bulmaya, insan olmaya geldim.
Ruhum gibiydin, canımın canıydın. Senin mekânı olmayan canına geldim.
Aşkın ateşi kolumu kanadımı yaktı. Acayip bir gelip gitme âlemine geldim.
Dergâhının kapısına canımı adamıştım, adağımı yerine getirmeye geldim.
Gönül kabrinin kokusunu kokladı; aklımı yitirdim, sana sarhoşça geldim.
Bir zerresi bile büyük bir parlaklık olan bir ışık gördüm; ey Ahmet Ziya (k.s) ben sana pervane olmaya geldim.
Gönlümü noksanlık bulutu kaplamış, kapkara olmuş. Suçluyum, bağışlanmaya geldim.
Senin feyzinin kapısında devlet buldum. Sana kul olmaya gelmedim de peki ne için geldim?
Bir zamanlar güzelliğinin bahçesinde güller devşirirdim. Şimdi ise bir reyhan koklamaya geldim.
Yaşlı gözlerime bir kere bak, sana ağlayıp inlemeye geldim.
Şeyhim, efendim, önderim, bana merhamet et, senden yardım istemeye geldim.
Ey toprağı kutsal ve hoş olan, sana Fevzi’yi kurban etmeye geldim.
155
DER NİYAZ-I HAZRET
Garîb ü bî-nevâyem marîz ü hasta canım Alîlem hem gedâyem fakîr ü nâ-tüvânem
Cüdâyem kârübândan nasîbim yok cihandan Usandım tatlı candan nehâr ü şeb figanım
Esir-i nefs-i şômem rezil-i dehr-i bûmem Ki bir ahkar fuzûlem benim budur nişânım
Unutdum lûtf-ı yari bitürdim dilde hârı Bütün gün âh ü zari idersem yok soranım
Sabâvet geldi geçdi şebâbet murgı uçdu Bu nefsim bayrak açdı kaçırdım hep zamanım
Ne mümkin râhı bulmak aramak nâdim olmak Bilenden sordum elhak hebâdır vakt ü anım
Zevâlim vakti geldi siyah muy ebyaz oldu Civanlık gülü soldu hisabsız çok ziyânım
Gehi uydum hevâya meyil virdim sivâya Bu dîv-i bî-hayâya esir-i bî-emânım
Kusur itmekde yekta gönül Fir’avn’e hemta Dayandı burda güfta yümünsüz bî-zebanım
Sözüm çok dile gelmez günâhım defter almaz Bu FEVZİ Âdem olmaz meded şâh-ı cihânım
HAZRETİ ŞEYHE YALVARIŞ
Gurbetteyim, mahrumum, hastayım. Canım hastalanmış,
körüm, sakatım, hem de dilenciyim, yoksulum ve güçsüzüm.
156
Kervandan ayrı düştüm, dünyada nasibim kalmadı, tatlı canımdan usandım. Gece gündüz ağlamaktayım.
Uğursuz nefsin elinde tutsağım, zamanın alçak baykuşuyum. Yani en hor ve haddini aşmış biriyim, benim özelliğim budur.
Dostun iyiliklerini unuttum, gönlümde dikenler bitti. Bütün gün ağlayıp sızlasam da neye ağlıyorsun diye soranım yok.
Çocukluğum gelip geçti, gençlik bir kuş gibi uçtu. Nefsim isyan bayrağı açtı. Zamanım hep boşa geçti.
Yolu arayıp bulmak, yaptıklarımdan pişman olmak mümkün değil. Bir bilenden sordum; vakitlerimin boşa geçmiş olduğunu söyledi.
Ölme vakti geldi, siyah kıllarım bembeyaz oldu. Gençliğim bir gül gibiydi, soldu. Zararım o kadar çok ki, hesap edilemez.
Bazen heva ve hevese kapıldım, Allah'tan (c.c) başka şeylerle uğraştım. Bu utanmaz şeytana kurtulamayacak şekilde esir düştüm.
Gönlümün kusur işlemekte eşi bulunmaz. Firavun’a benzer o. Bereketsiz sözlerim de burada sona dayandı.
Dile getiremediğim daha çok sözlerim var, günahlarım deftere sığmaz.
Bu Fevzi adam olmaz, ey cihanın padişahı, yardıma yetiş.
157
TARİH-İ DER VEFAT-I PİR-İ DESTGÎR
Bahr-i feyzim ey meded-gîrim efendim el firak Nûr-ı kalbim muhyi-i sırrım efendim el firak Kutb-ı âlem gavs-ı âzam ferd-i ekrem zâv-ı hak Hısn-ı rûhum dilde tezkîrim efendim el firak Dürc-i burc-ı kala-ı din-i metîn-i Ahmedî Mâhitâbım şems-i iksîrim efendim el firak Lî-me’ Allah tahtının hünkârı şeyhim Ahmedâ Kehfini aç ben de kıtmirim efendim el firak Sâbih-i deryâ-yı mutlak kâşif-i esrâr-ı Hu Tercemansın Hakk’a nıhrîrim efendim el firak Nâr-ı hüznüm nûr-ı vechinle olurken muntafi Şimdi ravzan cây-ı tesrîrim efendim el firak Sen ki fass-ı halka-i temkîn-i kutbiyyet idin Vasfidemez kilk-i takrîrim efendim el firak Rûz-ı şenbe saat onda heştümi zilkadede Titredi Arş şâh-ı kişmîrim efendim el firak Söyledi FEVZİ mücevher tarihi feryâd idüb Fahr-ı bezmim mürşidim pîrim efendim el firak (1311)
HAZRETİ ŞEYHİN VEFAT TARİHİ
Ben feyiz denizim olan, yardımıma koşan Efendimden
(k.s) ayrıldım. Kalbimin nurundan, sırrıma hayat veren Efendimden (k.s) ayrıldım.
158
O, âlemin kutbu, en büyük yardım edici, en cömert insandı. Hakk’ın (c.c) nuruydu, ruhumun kalesiydi, dilde zikrimdi.
O Efendim (k.s), sağlam İslâm kalesinin burcuydu, mehtabımdı, her derde derman güneşimdi.
“Allah'la (c.c) öyle beraberlik anlarım olur ki, oraya hiçbir peygamber ve ulu melek sığmaz” meâlindeki hadis-i şerif’in mânâsının tahtında oturan Şeyhim, Efendim mağaranın kapısını aç! Ben de senin Kıtmir’inim. (Ashab-ı Kehf’in köpeğinin adı da Kıtmirdi.)
Üzüntümün ateşi yüzünün nuruyla sönerdi. Şimdi ise sevinci senin kabir bahçende buluyorum.
Sen kutuplar halkasının yüzük taşıydın. Senin niteliklerini anlatmaya kalemimin gücü yetmez.
Zilkâde ayının sekizinde Pazar günü, saat onda Padişahımdan ayrı düştüm Arş-ı A’lâ titredi..
Fevzi vefat tarihini feryat ederek şöyle söyledi: “Meclisimin övüncü olan Mürşidim, Pirim, Efendimden
ayrıldım” (Manzumedeki son mısra ebced hesabıyla 1311 tarihini
gösterir)
NÂLE VE ZAR-I DERUN
Hicr-i firkat târumar itmiş bu kalbim levhasın Dîde-i giryânımın kimse işitmez nevhasın Dilde zulmet şeb karanlık dîde görmez şerhasın Şem’a sönmüş ay tutulmuş dil unutmuş sübhasın
Bunca dehşetle getirdim kalbe Allah sayhasın Ya Rab isminle enîs it yakma gönlüm safhasın
159
Bu vücûdum teknesi pür-rahne derya pek vahim Gark içün uğraşmada dâim o şeytan’ir racîm Kırdı dünbâl-i havassım büsbütün nefs-i esîm Dest ü pâyın bağladı muhkemce dünyayı zenîm
Bunca dehşetle getirdim kalbe Allah sayhasın Ya Rab isminle enîs it yakma gönlüm safhasın
Bir tarafdan derd ü firkat bir tarafdan ah ü vah Kayd-ı evlâd ü ayâlim eyledi kalbim tebah Nukre-i ömr-i azîzim eyledim miss-i siyah Nakdimi teslim idüb aldım mukabilde keyah
Bunca dehşetle getirdim kalbe Allah sayhasın Ya Rab isminle enîs id yakma gönlüm safhasın
Varmışam bâzâr-ı dehre kase-pûş kîse tehî İçmişem zehr-i helahil bilmezem hiç âgehî Dîde bi-fer ser bî-mâzur hıyre tende ferbihî Lâ ilâhe goftem ü illa hüvel hak nâgehî
Bunca dehşetle getürdim kalbe Allah sayhasın Ya Rab isminle enîs it yakma gönlüm safhasın
Lâ tekilni’ nefse yarab rehnümayı kün mera Verham allahümme rahmen vâsian veltaf bina Tûnemi fermûde-i lâ taknetû der hakk-ı mâ Men bedînî Ahmedî gerdem riyada cürmira
Bunca dehşetle getirdim kalbe Allah sayhasın Ya Rab isminle enîs it yakma gönlüm safhasın
AĞLAYIP İNLEME
Ayrılık acısı kalbimin levhasını darmadağın etti, ağlayan
gözümün ağıtlarını kimse işitmiyor. Gönülde karanlık var, gece de karanlık; göz dilim dilim
olmuş parçaları göremiyor. Mum sönmüş, ay tutulmuş, dilim devamlı tekrar ettiği
duaları unutmuş.
160
Büyük bir korku içinde kalbimle “Allah (c.c)” diye haykırdım. Yâ Rabbî, beni ismine alıştır, dost et de gönül sayfamı yakma.
Korkunç bir denizdeyim, vücudum yaralı bereli, delik deşik bir teknedir. Lanetli şeytan da beni boğmak için uğraşıyor.
Vücut teknesinin his dümenini nefsim tamamen kırdı, alçak dünya elimi ayağımı sıkıca bağladı.
Büyük bir korku içinde kalbimle “Allah (k.s)” diye haykırdım. Yâ Rabbî, beni ismine alıştır, dost et de gönül sayfamı yakma.
Bir taraftan ayrılık derdi, bir taraftan ağlayıp sızlamalar, bir yandan aile ve çoluk çocuk bağı kalbimi perişan etti.
Kıymetli ömrümün gümüş paralarını kara bakır yaptı. Elimdeki peşin paraları verip karşılığında saman aldım.
Büyük bir korku içinde kalbimle “Allah (c.c)” diye haykırdım. Yâ Rabbî, beni ismine alıştır, dost et de gönül sayfamı yakma.
Hayat pazarına boş keseyle geldim, öldürücü zehir içtim. Bilgisizim, gözüm seçemiyor. Beyinsizim, şaşkınım ama bedenim besili. Birden “Allah'tan (c.c) başka varlık yok, ancak Hakk (c.c) var” dedim.
Büyük bir korku içinde kalbimle “Allah (c.c)” diye haykırdım. Yâ Rabbî, beni ismine alıştır, dost et de gönül yüzümü yakma.
“Yâ Rabbî, beni bir an bile nefsime bırakma.” (Hadis-i Şerif) Bize doğru yolu göster.
Yâ Rabbî, geniş rahmetinle bize rahmet et, lütfeyle. Ben çok günahlar işledim. Ama Allah Teâlâ (c.c) hakkımızda
161
“Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin, şüphesiz Allah bütün günahları yarlıgar,” (Zümer Sûresi 53) buyuruyor.
Büyük bir korku içinde kalbimle “Allah (c.c)” diye haykırdım. Yâ Rabbî, beni ismine alıştır, dost et de gönül yüzümü yakma.
HİCR VE FİRKAT
Düşmüşem bir derde dostlar derdimin dermânı yok Derdimi bilmem ne dertdir haddi yok pâyânı yok
Derdimi derdle kazandım artıyor günden güne Dağa çıktım derdle dolmuş derdsiz hiçbir yanı yok
Dalmışam deryâ-yı derde garkadır kârım benim Ben garib düşdüm bu derde hiç rehâ imkânı yok
İçmişem zehr-i helâhil neylesün tiryak bana Dâmenim düşman elinde bir nefes emânı yok
AYRILIK ACISI
Dostlar, ben dermansız bir derde düştüm, bu nasıl dertse hiç sonu, sınırı yok.
Bu dertleri dertle kazandım ben, günden güne de artıp çoğalıyorlar.
Dert denizine gömülmüşüm, benim sonum artık burada boğulup gitmektir.
Bu dertten kurtulmanın imkânı yok. Çünkü öldürücü zehir içmişim, panzehir fayda etmez buna.
Eteğim de düşmanımın elinde, bir an bile bırakmıyor.
162
DİĞER
Hicr-i firkat çeşmime bin kez hicâb oldu benim Ah ü zârım dinleyen yok dil harâb oldu benim
Ah bu firkat vâdisinde olmuşam öyle zelil Ahmedâ aşkınla gönlüm bil kebâb oldu benim
Gâh olur yakar serâser aşk-ı dilsûzun senin Zemherîr içre gehi kor dir bu âb oldu benim
Ah benim şeyhim efendim derdimin dermânı gel Sen rehâ kıl canımı cismim yebâb oldu benim
Değme sâkinin yedinden lâl-gûn nûş eylemem Sâki Hızr ü içdiğim hey mey-i nâb oldu benim
Çok zamandan berf-i bâr idi sehâb-ı nefs ile Revnak-ı hüsnünle kalbim mâhitâb oldu benim
Çeşm-i bî-tâbım döker hüznile hûnâbı müdam FEVZİYA nûş eyle eşkim hoş müzâb oldu benim
AH BU AYRILIK
Ayrılık acısı gözüme binlerce perde oldu. Ağlayıp sızlamamı kimse dinlemiyor, gönlüm harap oldu.
Bu ayrılık vadisinde öyle alçaldım ki, ey Ahmed Ziya (K.s) Hazretleri, senin aşkınla gönlüm kebap oldu.
Senin yakıcı aşkın bazen beni baştanbaşa yakar, bazen de zemheri soğuğuna koyar, bu benim suyumdur der.
Ey benim Şeyhim efendim, derdimin dermanısın. Bedenim harap oldu, gel bari canımı kurtar.
Ben öyle her sâkinin elinden şarap içmem. Hızır (a.s) bana sâki oldu, içtiğim ise hâlis aşk şarabı.
163
Uzun zamandan beri nefsimin bulutu kalbime kar yağdırıyordu, şimdi güzelliğinin tazeliğiyle mehtap gibi parladı.
Fersiz gözlerim üzüntüyle daima kanlı yaş döküyor. Ey Fevzi, gel, bu gözyaşlarım gayet hoş bir şarap oldu.
DİĞER
Dostdan haberler getürsin Deyin saba yellerine Böyle bir firkat ateşi Hak vermesün kullarına
Dostum bana şeyhi sorar Dostdan daim haber arar Kalmamış kalbinde karar Gitmiş gurbet illerine
Gördüm şeyhimin yüzünü Dinledim tatlı sözünü Dikmiş mübarek gözünü Bakar cennet bağlarına
Gördüm şeyhin namazını Namazdaki niyazını Hakk’a bağlamış özünü Uçar tûba dallarına
Şeyhim başa tac geyünür Anı görenler yerünür
164
Dostu sevenler sevünür İsmi düşer dillerine
Şehim benim Ahmed Ziya Kendüsi nur ismi Ziya Geçmez kapusundan riya Gider Allah yollarına
Şeyh eşiğini özleyen Dostun dîdarın gözleyen Şeyhin izini izleyen Gider Kâbe yollarına
Şeyhim şol Kâbe’ye benzer Yüzü şems ü aya benzer Nüfusu İsa’ya benzer dalar irfan göllerine
FEVZİ didi bu sözleri Kan ile doldu gözleri Şeyhin mübarek yüzleri Benzer cennet güllerine
DİĞER
Bu şeb zıll u hayâlinle gönül bir başka hâl oldu Görüb hûnâb ol ile ol dem gözüm hep mâlâmal oldu
Hüda dâned ki maşuku ve men dildâre-i tûyem Senin hüsnün beyânında şehim çok kıyl u kal oldu
Nedendir ey peri bilmem bu dil sensiz sebât itmez O nezd-i lâl-dehânında tûti dilteng ü lâl oldu
165
Eger dâned ki tu kistî sofi der meykede mâned Bu murg-ı gönlümün dâmı yanağın üzre hal oldu
Karibdi vaslına irmek şeha ben peyk-i fikrimce Gözedirdim o eyyâmı velî çok mâh ü sâl oldu
Yetişmez mi bu mikdar ah u efganım aceb canan Firâkınla sehî kaddim süzüldü hem çü nal oldu
Bu eyyam rûz-ı firkatdir ki matem vaktidir şimdi Dürüldü safha-i fikrim lisanım bî-mecâl oldu
Bilürsin görmeğe doymam seni ey Husrev-i hûban Seni bir kez gören uşşak büküldü kel-hilâl oldu
Bu ebyat pîle-i bî-kıymet iken FEVZİYA zaten Behâsız hakk-ı mahbubda dizilmiş bir lâl oldu
OLDU
Gönlüm hayalinin gölgesiyle bu gece başka bir haldedir. Seni görünce gözlerim kanlı gözyaşlarıyla doldu.
Allah (c.c) biliyor ki, ben sevgilimin tutkulu aşığıyım. Senin güzelliğini anlatmak için çok sözler söylendi. Neden bilmiyorum, bu gönül sensiz yerinde duramıyor.
Kırmızı ağzının yanındayken tûtinin gönlü daraldı ve dilsiz kaldı. Eğer sofi meyhanedeki kim diye sorarsa, gönül kuşunun tuzağı yanağındaki ben oldu.
Sana kavuşmak yakın diye düşünüyor, hep o günleri gözetiyordum ama çok aylar yıllar geçti.
Bu kadar yanıp yakıldığım yetmez mi? Ayrılığınla belim büküldü, at nalına benzedim.
166
Bugünler ayrılık günleridir, yas tutmak vaktidir. Fikir sayfalarım dürüldü, dilimde güç kalmadı.
Ey güzellerin başkumandanı, bilirsin seni görmeye doyamam. Seni bir kere gören âşıkların belleri büküldü, hilale döndü.
Ey Fevzi, bu şiirin beyitleri değersiz boncuklar gibidir ama sevgilinin hakkında söylendiği için paha biçilmez bir mücevher dizisi oldu.
DİĞER
Yakdı canım büktü kaddim yıkdı cananım beni Hoş timar itdi o şahım derde dermanım beni
Yakmayınca seyf-i berrak olmaz ol tîre hadîd Ol sebebden firkatiyle yakdı hakanım beni
Bükmeyince vâsıl itmez tîri maksuda keman Nükte-i mâhudedendir bükdü sultanım beni
Çün yapılmaz yıkmayınca hâne-i vîrâneyi Yıkdı îmar eylemekçün mâh-i tâbânım beni
Çün bu cânım çıkmayınca vuslât-ı yar yoğimiş FEVZİYA çıksun bu tenden terk idüb canım beni
YİNE AYRILIKTAN
Sevgilim benim canımı yakıp belimi büktü, beni yıktı. Böylelikle güzel bir tedavi yapmış oldu, o Padişahım böylece derdime derman eyledi.
167
Kılıcı ateşte kızdırıp yakmayınca keskinleşmez. Hakanım beni o yüzden ayrılığıyla yaktı.
Yay bükülmeyince oku hedefe ulaştıramaz, işte bu yüzden sultanım benim belimi büktü.
Viran olmuş evi yıkmadıkça o ev yenilenmez, mehtabım beni yeniden yapmak için yıktı.
Can çıkmayınca yâre kavuşulmazmış. Öyle ise ey Fevzi, canım beni terk edip bedenimden çıksın.
DİĞER
Öyle bildim aşk imiş ıslâh iden akranımı Hem dahi bildim ki ol tahkîk ider îmânımı
Hemm-i kalbim sen izâle kıl aşkıle rûz u şeb Kıl beni âlûde aşk ile al cemi’ iz’anımı
Öyle bir aşkla müzeyyen kıl dil-i virânemi Çare bulmaya etibbâ böyle it ihsânımı
Aşk ile dolsun derûnum kalmasın ağyâra yer İt terahhum ya ilâhi aşk kıl a’vanımı
Kaplasun cümle vücûdum aşk benim ey Girdigâr Kâr u bârım cümle varım aşk kıl dahi ezmânımı
Neylerem aşksız cihanı aşk bana derman gerek Derde derman aşk olursa gör ulüvv-i şanımı
Ey benim Perverdigârım derde mahrem kıl beni Ger mecâz ise hakîkat eyle bu efganımı
FEVZİYA bu derd değil mi derde dermân eyleyen Gel sen imdi derdde bul hep derdime dermânımı
168
AŞK
Akranlarımı düzeltip kurtaranın aşk olduğunu anladım. Aşk, imanımı gerçekleştirir, hakiki iman yapar.
Kalbimin üzüntüsünü gece gündüz aşkınla yok et. Beni aşka bulaştır, bütün anlayışımı al ya Rabbi,
Harap olmuş gönlümü öyle bir aşkla süsle ki, tabipler ona çare bulamasınlar, bana bağışını bu şekilde yap.
İçim aşkla dolsun, başka bir şeye yer kalmasın. Yâ Rabbî, bana yardım et, aşkı bana yardımcı eyle.
Yâ Rabbî, aşk bütün vücudumu kaplasın, işim gücüm, varlığım, zamanlarım da hep aşk olsun.
Aşksız yaşamayı istemem, derdime derman olarak bana aşk lâzım. Derdimin dermanı aşk olursa, şanımın yüceliğine bakın siz..
Ey Rabbim, bana derdi arkadaş et, bu yalvarmalarım eğer içten değil sözden ibaretse, yine kabul et de onu gerçekleştir.
Ey Fevzi, bu derdin dermanı yine dert değil mi? Öyleyse sen derdinin dermanını dertte bul.
169
Tebeddülsüz tagayyürsüz bulunmak Hakk’a mahsustur Vücûdu vacib olmuşdur ve zatı hem mutabıkdır
Halâyıkdan bulunmak hâl-i vâhidde muhaldir bil Günün nısfı münevver diğeri nursuz karanlıkdır
Görürsün daima meşhûdun olmuşdur beher gün ki Sabahın bir nefesde nısfı kâzib nısfı sâdıkdır
Kişi her demde mesrûr olmağa layık değil canım Ve mahzûn olmaya daim bu ahbar da nâtıkdır
Bu FEVZİ kemteri devreyledi usr ile yüsr içre Ki metbûuna tâbidir bu haller hep muvafıkdır
HAYATIN SEYRİ
Değişmemek Allah'a (c.c) mahsustur. Hakk Teâlâ (c.c), vacib’ül vücuddur, varlığı kendi zâtındandır, mutlak olarak vardır.
Ama günün yarısı aydınlık, yarısı karanlıktır.
Her günün şafağının yarısı yalancı, yarısı gerçek şafaktır, bunu hep görürsün.
İnsan da her zaman sevinçli ve mutlu olmaz, bazen sevinçli, bazen hüzünlü olur.
Üzüntü insanda devamlı kalmaz. Bu, Hadis-i Şerif’te bildirilmiştir.
Bu âciz Fevzi de zorlukları ve kolaylıkları hep döne döne yaşamıştır.
Bu halleri hep bağlı olduğu zattan dolayıdır ve yerindedir, uygundur.
170
DİĞER MUHAMMES
Oturmuş keşti-i aklım haraba bir ramak kalmış Kırılmış kâse-i kalbim nerîze rîz ü dak kalmış Vücudun teknesi batmış heman sırr-ı gark kalmış Bu fikrim târümar olmuş cünuna mâsadak kalmış Dürülmüş defter-i ecrim hatadan bir varak kalmış
Ne turfe rûz idi evvel hemandem kuş gibi uçdum Nihayet benliğe düşdüm o zehr-i katili içdim Demadem artırub cürmüm günaha perr ü bal açdım Okudum mushafı birden bütün hatmeyleyüb geçdim Ve lâkin şimdi kalbimde heman Rabb’ül felak kalmış
Mukaddem taate mahrem kılurdum ben beni hayfa Bütün gün ah u efgana salurdum ben beni hayfa Giderek artırır derdim bilürdim ben beni hayfa Sığındım cümleden Hakk’a sanurdum ben beni hayfa Meğer ki günc-i nisyanda o şerr-i mâ halâk kalmış
Şaşırdım zikr-i tesbihim düşüb derya-yı isyana Kapıldım mevce-i nefse mecal yok zâr u efgana Başım çekdim itaatden ne layık lutf u ihsana Kaçırdım fırsatı elden vâsılken rûz-ı rahşana Getürdim başıma aklım veli şimdi ğasak kalmış
Beni bu köşe-i gamda koyan kendi günahımdır Bilürdim derdime derman figan u zâr u ahımdır Beni kurtaracak bunca beladan şahrahımdır Der-i lütfunda setr eyler benim rabbım penahımdır O eyvan-ı muallada disünler bir alâk kalmış
Henüz tıfl-ı dibistanken okudum şart-ı İslam’ı Salât u savm u haccı zekâtdan gayra ikramı Şehadetle bütün ihya ederdim sübh u ahşamı Ne oldu bilmezem halim giderdim dürlü in’âmı Bihamdillah imanım o dersden bir sebak kalmış
171
Ne asi müznib ü kemter ne mücrim bendeyem yarab Tutulmuş dâm-ı şeytana zehî bed zindeyem yarab Zebûnem pençe-i nefse katı şermendeyem yarab Adı FEVZİ özü mağmun olan derbendeyem ya rab Beni affeylesen yarab hayatımdan şerak kalmış
KALMIŞ
Aklımın gemisi karaya oturmuş, harap olmasına pek az kalmış.
Kalbimin tası öyle kırılmış ki, parçası bile kalmamış, çok küçük bir kırıntısı kalmış.
Vücut teknesi batmış, batmasının yalnız izi kalmış.
Düşüncelerim darmadağın olmuş, deli denilmeye uygun hale gelmişim.
Amel defterim kapanmış, yalnız bir günah sayfası kalmış.
Önceki günler ne güzeldi, kuş gibi uçardım. Sonra benliğe düşüp o öldürücü zehri içtim.
Günahlarımı gittikçe çoğalttım, suç işlemeye kucak açarak koştum.
Kur’an-ı Kerim’i okuyup bitirdim ama her şeyi unuttum, şimdi kalbimde yalnız Allah (c.c) kalmış.
Ne yazık ki, önceleri hep ibadet ederdim, bütün gün ağlayıp inlerdim. Derdim gittikçe artardı, bunu da bilirdim.
Her şeyden Allah'a (c.c) sığındığımı zannederdim. Meğer unutulmuş gitmişim. Yaptıklarım kötülük olarak kalmış.
172
Günah denizine düşüp zikrimi, tesbih derslerimi şaşırdım. Nefsimin dalgasına kapıldım, ağlayıp sızlamaya bile gücüm kalmadı.
İbadet etmeyi bıraktım, bağışlanmaya lâyık değilim.
Aydınlık günlere ulaşmışken fırsatı kaçırdım, aklımı başıma topladım ama şimdi elimde yalnız koyu bir karanlık kaldı.
Beni bu gam köşesinde koyan kendi günahımdır. Buna çarenin ağlayıp sızlamak olduğunu biliyorum.
Bunca belâdan beni ancak açık ve geniş yolun kurtarır.
Lütfunun kapısında beni saklayan Rabb’ım sığınağımdır.
Beni o yüce dergâhta görenler, burada bir çamur kalmış desinler.
Henüz mektep çocuğuyken İslam’ın şartlarını okudum. Namaz, oruç, hac, başkalarına malımdan zekât vermeyi öğrendim.
Sabah akşam hep şahadet kelimesini söylerdim. Bana ne oldu bilmiyorum, bütün bu iyilikleri yok ettim.
O okuduğum derslerden - hamd olsun - yalnız imanım kalmış.
Yâ Rabbî, ben ne kadar günahkâr, suçlu ve âciz kulum. Şeytanın tuzağına tutulmuş pek kötü biriyim.
Yâ Rabbî nefsime yenilmişim, çok utanıyorum. Adı Fevzi olan içi gamlı bir bağlıyım. Yâ Rabbî beni affeyle, hayatımdan yalnız bir pırıltı kalmış.
173
DİĞER MÜSEDDES
Matlaından rünumûn olmuş idi şems-i hüda Bulmuş idi zikr-i yar ile bu dil ol dem gıda Başlamışdı gelmeğe her dem dile sizden sada İdecekdim akl u iz’ânım bütün anda fida Ebr-i isyanım gelüb itdi beni andan cüda İsterem bir kez dahi göstersün ol şem’i Huda
Subh-ı vaslındır deyu anka-yı dil şâdan idi Murg-ı dil nâlân u giryan goncegül handan idi Hane-i kalbim hazin ü gülşen abâdan idi Aşıka bir rûz-ı işret kâzibe zindan idi Ebr-i isyanım gelüb itdi beni andan cüda İsterem bir kez dahi göstersün ol şem’i Huda
Dil gehi ağlar idi hicran ile giryan ü zar Pîç ender pîç olurdu firkatinle hem çü mar Geh teselli iderek dirdi gelür rûz-ı bahar Nîm tecelli eylemişken rûzen-i vuslatda yar Ebr-i isyanım gelüb itdi beni andan cüda İsterem bir kez dahi göstersün ol şem’i Huda
Gûyiya gülzar içinde bülbül-i nâlân idim Rûz u şeb pervane-veş ben aşk ile hemyan idim Iyd-i vuslatda müheyya dostuma kurban idim Nam-ı pâkin dilde tesbih iderek giryan idim Ebr-i isyanım gelüb itdi beni andan cüda İsterem bir kez dahi göstersün ol şem’i Huda
Vadi-i zulmetde kaldım kurtar ey canım meded Pençe-i âdâda kaldı hem girîbanım meded Can dudağa geldi çıkmaz derde dermanım meded Hayli müddet derde derman idi efganım meded Ebr-i isyanım gelüb itdi beni andan cüda İsterem bir kez dahi göstersün ol şem’i Huda
174
İSTERİM
Hidayet güneşi doğuş yerinden göründüğü zaman gönlüm Hakk’ın (c.c) zikrinden hemen gıda almaya ve sırrımdan kalbime ses gelmeye başlamıştı.
Bu zevki alınca aklımı kaybedecek gibi olmuştum.
Ama isyan bulutu gelip beni bu zevkten ayırdı. Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) o ışığı bir daha göstermesini isterim.
Vuslat sabahına eriştim diye gönül kuşum seviniyor, ağlayıp inliyor, aşık olduğu gonca gül ise gülüyordu.
Kalp evi hüzünlüydü ama gül bahçesi mamurdu.
Âşıklara içip zevketmek, yalancılara da zindan günleriydi.
Ama isyan bulutu gelip beni bu zevkten ayırdı. Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) o ışığı bir daha göstermesini isterim.
Gönül bazen ağlar, ayrılık yüzünden gözyaşı dökerdi.
Ayrılıktan dolayı yılan gibi kıvrım kıvrım bükülürdü.
Bazen de teselli ederdi; bahar günleri gelir derdi.
Sevgili vuslat gündüzünde cemâlini yarı yarıya göstermiş ki, isyan bulutu gelip beni bu zevkten ayırdı. Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) o ışığı bir daha göstermesini isterim.
Karanlık bir vadide kaldım, ey canım imdadıma yetiş, beni kurtar.
175
Yakam düşman pençesinde kaldı, canım dudağıma geldi, çıkmıyor, imdadıma yetiş.
Feryatlarım çok zamandan beri derdime derman oluyorken isyan bulutu gelip beni bu zevkten ayırdı. Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) o ışığı bir daha göstermesini isterim.
DİĞER
Sâkiya sun bâdeyi sen leyle-i gamdır bana Bu şeb-i deycûr-ı gamda rehnüma camdır bana
Rişte-i ümmîd-i vaslım çün senin destindedir Haykırub itsem zebânım o da in’amdır bana
Nağme-i dilsûz ki bin can ile gûş-dâdeyim Meclis-i rindân-ı aşkın dilberâ damdır bana
Sâkiyâ vir bir piyâle dil harâb oldu bu gün Bir kadeh ger nûş idersem subh-ı bayramdır bana
Devr ider peymâne her dem meclis-i uşşâkda Gelmedi nevbet mi bilmem hayli eyyamdır bana
Kâse-i zerrin lebâleb kûşe-i demhânede Hem senin destinden içsem pek büyük namdır bana
Terk ider nam ü nişânı FEVZİYA sermest olan Ben dahi sekrâna varsam nam değil kâmdır bana
BU GECE
Bu gam gecesidir ey sâki, bana Allah (c.c) sevgisini sun. Bu kapkaranlık gamlı gecede bana yol gösterecek olan odur.
176
Kavuşma ümidimin ipi senin elindedir. Dilimi süpürge etmeme müsaade etseler bu da benim için bir nimettir.
Yakıcı nağmelerine bin can ile kulak açmışım, dünyaya âşık olanlar bana tuzak kurdu.
Ey saki, bir kadeh şarap ver, gönül bu gün harap oldu. Eğer bir kadeh içersem bana bayram sabahı olur.
Âşıkların toplantısında kadeh sırayla elden ele dolaşır durur. Ama bana uzun süredir sıra gelmedi bir türlü.
Demhânede ağzına kadar dolu altın renkli kadehi senin elinden içsem bana büyük nam olur.
Ey Fevzi, sarhoş olan adı sanı terk eder, sarhoş olsam dillere düşsem bu bana mutluluk verir.
DİĞER
Fülk-i dil deryâ-yı aşkda rehgüzâr oldu meded Kapladı tûfân-ı hicran dil hasâr oldu meded
Mevc-i deryâ-yı firâkın her biri dağlar gibi Zevrâk-ı kalb-i hazînim bî-karar oldu meded
Görmedim fülk-i fenâda zahmet-i derya nedir Bir telâtumla derûnum târümâr oldu meded
Öyle bir deryâ-yı hicre dil giriftâr oldu ki Yok duracak bir mekân hem bî-kenâr oldu meded
Çekmemiş fülk-i fenâ cürmüm gibi bâr-ı sakîl Yok yalanım bâr-ı cürmüm bî-şümar oldu meded
177
Zerre-i cürmüm gibi görmüş değil arz u sema Bu aceb ki cürmüme yer tâbdâr oldu meded
El meded şeyhim efendim mürşidim Allah içün Gerçi mücrimdir bu FEVZİ tövbekâr oldu meded
MEDET
Gönül gemisi aşk denizinde yol alıyorken ayrılık tufanına tutuldu, hasara uğradı, yardım edin.
Ayrılık denizinin dalgalarının her biri dağlar gibi yükseliyor, hüzünlü kalbimin sandalı çırpınıyor, yardım edin.
Dünya hayatında zahmet görmemiştim ama bu denizde bir dalgayla içim karmakarışık oldu.
Gönül öyle bir ayrılık denizine düştü ki, duracak yer olmadığı gibi, bu denizin kıyısı da yok, yardım edin.
Dünya gemisi suçum kadar ağır bir yük çekmemiştir. Yalan söylemiyorum, suçlarım sayısızdır, yardım edin.
Yer ve gök suçumun zerresi gibi ağır bir yük görmemiş. Şaşılacak şey ki, yer suçlarıma parlaklık verdi, (yahut) suçlarımla parladı.
Ey Şeyhim, Efendim, Mürşidim, Allah (c.c) için imdadıma yetiş. Bu Fevzi gerçi suçludur ama tövbe etti.
178
DER BEYAN-I HULEFA-İ HAZRETİ KDS.
Yüz on altı vardır didimdi Mahallinde anı zikr eyledimdi
Teberrük eyledim ta’dad-ı ismen Diyem bir bir yolunca hayy ü mevta
Hasan Hilmi ki şeyh-i pür hayâdır Vekil-i hazreti Ahmed Ziya’dır
O nur-ı ayn-ı ihvân-ı kiramdır Şirâze bend-i sâdât-ı izamdır
Odur mürşidlerin şahı bu demde Anın misli yaturlar hep ademde
O dürr-i tac-ı ashab-ı tukadır O şems-i Enver-i ehl-i nukadır
Muhakkak kıdve-i cümle müridan Odur şübhe idilmez kâmil insan
Tevazu pîşedir zat-ı kerimi Gel inkâra koma nefs-i leimi
Anı Ahmed Ziya koydu yerine Ana her kim eza itse yerine
Anı inkâr ider mi hiç mürîdan
Ana kem söyleyen hiç olmaz ihvan
HAZRETİ PİR’İN HALİFELERİ
Ahmet Ziyâeddin (k.s) Hazretlerinin yüz on altı tane halifesi olduğunu söylemiştim. Şimdi onların adlarını vefat etmiş olanlarla birlikte teker teker sayayım:
179
Birincisi Hasan Hilmi (k.s) Hazretleridir. Pirimiz hazreti Ahmet Ziya (k.s) hayatteyken onun vekiliydi. O, saygıdeğer müridlerin gözlerinin nurudur.
Büyük velilerle mânevi bağı güçlüdür. Şimdi mürşidlerin padişahı mevkiinde olup bir benzeri yoktur.
Takva sahiplerinin tacı, temiz zatların en parlak güneşidir. Şüphesiz o kâmil insan bütün müridlerin başıdır. Çok alçak gönüllüdür.
Aşağılık nefsine uyup onu inkâr etme. Onu oraya Ahmet Ziyâeddin (k.s) Hazretleri getirmiştir, ona eziyet edene gücenir.
Mürid olan onu inkâr etmez, ona kötü söyleyen mürid olmaz.
NAAT-I ŞERİF
Gel ey ihvan-ı pür-irfan vekil-i hak Ziya geldi Ziya gitdi bu âlemden yerine pür-haya geldi Komazlar bendegânı gurbet içre deşt-i zulmetde Gidince ol Ziyâüddin çirağ-ı asfiya geldi Gelin ey Nakşıbendîler görün üstad-ı nakkaşı Güruh-ı Hâlidîlerden o nakş-ı Kibriya geldi Ziyaiyye tarikinde bu gün meydan-ı irşada Mükemmel vâris-i pâk-i ulûm-ı enbiya geldi Hasan Hilmi reşadet menbaı şayh-i fazilet-mend Bi-hakk-ı Hazret’illah zahîr-i etkıya geldi Ne dürlü medh idersen FEVZİYA acizsin ey aciz Makam-ı Ahmed’e bir nevnihal-i evliya geldi
180
HASAN HİLMİ HAZRETLERİ
Ey çok irfanlı mürid kardeşler, Ahmet Ziyâeddin (k.s) Hazretlerinin vekili geldi, o hazret bu dünyadan gidince yerine çok hayâ sahibi Hasan Hilmi (k.s) Hazretleri geldi.
Müridleri gurbette ve karanlık çölde yalnız bırakmazlar. Dinin ışığı pirimiz Ahmet Ziya (k.s) gidince ulu kişilerin çerağı onun yerine geldi.
Ey Nakşıbendi tarikatının dervişleri, gelin, o usta öğreticiyi görün. Hâlidiye halkasından Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) o güzel eseri geldi.
Ahmet Ziyâeddin (k.s) Hazretlerine bağlı olanları irşad etmek için peygamberlerin ilimlerinin mükemmel varisi geldi.
Yemin ederim ki, irşad kaynağı, üstün vasıflı Hasan Hilmi (c.c) Hazretleri en muttakî kişilerin yardımcısıdır.
Ey aciz Fevzi, onu ne kadar övsen azdır. Ahmet Ziyâeddin (k.s) Hazretlerinin makamına velilerin taze bir fidanı geldi.
Biri şeyh Tahir olmuşdur hılafet Biri Eşşeyh Saidü pür- kerâmet
Biri Hâce Muhammed şeyh-i Gülfem Tarabzonî Cenâb-ı Mustafa hem
Biri Hâce Hasan Sungur mekânı Biri Ürgüplü İbrahim Cinani
181
Nogaylı Abdisalih’dir biri de Dahi Abdülaziz andan geride
Nogaylı Hâce İsmail birisi Biri Hâce Hasan Allah çerisi
Biri Bosna’da Mahmud-ı Mufahham Biri de Mustafa şeyh-i mükerrem
Alâiyye kazasında biri var Halil isminde ol zat-ı keremkâr
Biri Konya vilayet dahilinde Ki Abdullah Efendi nur-ı dîde
Biri El hac Hasan Hâce Efendi Ki Erzincan’ı mesken idindi
Tarabzonî biri de Hâce Ahmed Buharalı biri Eşşeyh Muhammed
Kırımî’dir biri El hac Hasan hem Cinana mürtehil ol zat-ı efham
Biri şeyh’ülmeşâyih nur-ı ezher Dağıstanî ki Abdullah-ı ekber
Biri de anların ey rûy-ı enver Sivaslı Mustafa Seyyid mutahhar
Bazarcıklı Hasan şeyh-i muazzam Halil Vehbi Emetli zat-ı a’zam
Muhammed Kastamonî âli-himmet Biri Eşşeyh Hüseyin zi-saadet
Biri Hâlid benam-ı Hazreti Pir Biri Râşid Muhammed şeyh-i iksir
Biri Ahmed Efendi Filbevî’dir Cenâb-ı Hazreti Şeyh peyrevidir
182
Biri Ofî Cenâb-ı Hakkâce Osman Ana bey’at iderler bir çok ihvan
Biri şehzade hâcesi Ali’dir Kazası Perlepe feyz-i celîdir
Muhammed’biri Çerkes kazası Meramı daima Hakk’ın rızası
İçilli’dir biri dirler bilenler Biri şeyh Mustafa Ürgüplü server
Dağıstanî didiler bir halife Ki Abdullah didiler ol şerife
Muhammed Hâce Ürgüplü biri hem Hüseyn-i Rizevî’dir şeyh-i ekrem
Tarabzonî o Hâce Hafız Osman Kırımî Mücteba’dır bir de ey can
Biri de Of kazalı Hâce Ahmed Biri İslimyeli Şakir Muhammed
Kazanlı Nasırüddin ercümendi Biri Ispartalı Feyzi Efendi
Hısnımansurî Hâce Abdirahman Biri abdüsselam’dır feyz-i Sübhan
Biri Musa biri Çerkes Muhammed Biri Ürgüplü İsmail-i emced
Murad ü Mücteba Osman Çerkes Biri de Mustafa’dır şeyh-i akdes
Ali Râsıh Hüseyn-i Kangırî hem Ki Zeynullah Efendi andan akdem
Kırımî Hâce İsmail Efendi Bu zat İstanbul’u mesken idindi
183
Biri Abid biri Yusuf müşerref Biri Ahmed ki Hemşinli muarref
Biri Şakir Eğinli Oflu Cafer Biri Yusuf’dur eşyah-ı münevver
Biridir Hâce İbrahim-i eslem Bekir’dir Hâce İsmail biri hem
Ömer Ahmed dahi Yusuf Ziya’dır Biri Tahir Ubeyd-i Kibriyadır
Biri Osman Efendi Of kazadan Bular hep feyz alır Ahmed Ziya’dan
Biri Hâce Rahim’dir hem Muhammed Biri Hemşinli Mahmud-ı mümecced
Biri Eşref Efendi Hâce El hac O irfan-ı mücessem zat-ı behhac
Anı nâzır buyurdu hazreti pîr Cenâb-ı şeyhe kıldı hem müşavir
Zehi elyakdır ol zata nezaret Ehakdır hem umur-ı istişaret
Biri hafız kitab-ı hazreti pîr Hasan’dır nam-ı pâki ey edebgîr
Biri hafız Ömer sahib-zekâdır Biri Ahmed Efendi pür-hayadır
Süleyman Eğinî hem Muhammed Hisarîdir ikinci zat-ı emced
Cenâb-ı Mustafa pür-feyz-i sami Ve Seyfüddin dahi Hakkı-i Şamî
Biri Ahmed Kibar El hac Şaban İkisi Sürmene şehrinde ey can
184
Hüseyn-i Rizevî Ofî Muhammed Aliy-yi Rizevî Hâce Muhammed
Biri Yusuf biri Hâce Hasan’dır Ki Çerkes Düzceli hulk-ı hasendir
Biri Mercanlı İsmail Efendi Cenâb-ı Şeyh anı kehya idindi
Biri Talib biridir Mustafa çün Kazanlı Hâce Raşid zat-ı gülgûn
Biridir Hâce İbrahim muhibban Tarabzonî Hacı Hafız Süleyman
Biri şehr-i sıyam’a oldu hemnam Arabkirli Muhammed Hâce nik-nam
Hasan’dır ism-i pâki Nallıhanî Mübarekdir o zatın cism ü cânı
Biri Tarsuslu Hamza Hâcezade Biri İsa Efendi bî-ziyade
Biri Hâce Hasan’dır Düzce şehri Ziyâüddin münevver kıldı dehri
Biri Ahmed Efendi Of’da sakin Hilafetle dolu her bir emâkin
Biri Yusuf Muhammed der Buhara Buhara’dan çıkar ashab-ı ârâ
Biri Alemhan isminde muhakk Biri Ahmed Mekârim Hâce elhak
Biri Osman Efendi Oflu kendi Biri de Hâce İbrahim Efendi
Biri El hac Tavasî Mustafa’dır Biri Harputî Hâce Mustafa’dır
185
Kazan’lıdır biri Gazi Muhammed Yüz on oldu bununla ceyş-i Ahmed
Gümüşhane kazalı Mustafa nam Yüz on birde hilafet buldu itmam
Arabdan beş kişi aldı hilafet Yüz on altı temam oldu nihayet
İkinin ismi zikroldu mukaddem Üçü mechulümüz Allahü a’lem
Budur tahkik-i ashab-ı rivayet Bunu böyle didi ehl-i hikayet
Bilürsin nazma girmez her havatır Bihakk-ı hazreti Allahü Fâtır
Sakın rencide olma ey keremkâr Nizamın darlığını kılma inkâr
Hakikatte genişdir şi’r ü manzum Ve lakin bende yok sermaye malum
Anın çün hazf idüb birçok medaih Sözümde zahir olmuşdur kabayih
İsimlerde kesir mahzuf gözetdim O yolda nazmı bir mikdar bezetdim
Benim zannım kamusu ehl-i insaf Gözetmez ehl-i Hak enva-ı evsaf
Meramım hazret-i Ahmed Ziya’ya Okunsun Fâtiha nur-ı hüdaya
HALİFELERİ
(Hazreti şeyhin halifelerinin isimleri sayılan bu manzumenin sadeleştirilmeye ihtiyacı yoktur. Ancak başta
186
geçen Hısnımansur’un Adıyaman olduğunu işaret edip son mısralardaki birkaç kelimenin manasını hatırlatalım:
Ceyş: asker, ordu demektir ki, burada mürid anlamındadır.
İtmam: tamamlamak.
Hazfetmek: Kesmek, atlamak, geçmek.
Mahzuf: atlanmış, yazılmamış.
Medaih: methiyeler, övmeler.
Kabayih: kabahatler.
Kesir: çok
Nur-ı hüda: hidayetin ışığı, doğru yolun nuru.
HAZRETİ PÎR-İ DESTGÎR (K.S) EFENDİMİZ HAZRETLERİNİN BAZI KERAMÂT-I KUDSİYELERİ
BEYANINDADIR
Hadde gelmez hârik’ul âdât-ı pîr Pür-kerametdir o şeyh-i destgîr
Vasf-ı şeyhde âciz ü ebkem lisan Bir tevessüldür meram ey can-ı can
Defter almaz medh-i kutb-ı ekremi Anlamaz ezhan o gavs-ı azamı
Leyki tenvîr-i kulûb-ı âşıkîn Eylemek çün kasd idüb yazdım emin
187
Harmeni cûd ü keremden dânedir Şerh-i künhünde kalem mestânedir
Zikrimiz bahr-i kerâmet reşhası Ketbimiz levh-i sehâvet noktası
Katreden bahre delâlet eyledim Zerreden şemse işâret eyledim
Dinle bazı harik’ul âdatı sen Kuvve-i kudsiyye-i sâdâtı sen
Kalbini tenvîr ider bu güfteler Her birinde var acaib nükteler
HAZRETİ PİR’İN KERAMETLERİ
Hazreti Pir’in kerâmetleri sayılamayacak kadar çoktur. Onun güzel ve üstün vasıflarını belirtmekte diller aciz kalır.
Amacım birkaç örnek verip anmak ve duaya vesile olmaktır.
Hazreti Pir’i övmeye kalksam defterler almaz, akıllar onun büyüklüğünü kavrayamaz.
Ama âşıkların kalplerini nurlandırmak için onun kerâmet harmanından birkaç tanesini yazdım onun mana derinliğini açıklamakta kalem sarhoş oluyor.
Söylediklerimiz kerâmet denizinden damla, yazdıklarımız cömertlik levhasından nokta gibidir.
Damlasından denizi, zerresinden güneşi göstermek diledim.
188
Onun bazı olağanüstü hallerini, ilâhi gücün büyüklüğünü dinle; bu sözler kalbini aydınlatır, her birinde acayip ince manalar vardır.
MÜNEVVİRE
Çok olurdu uykusuz pîr-i münif Ta sabah eylerdi ol gavs-ı şerif
Bâhusus te’lif-i âsar eyledi Bu cihânı cümle i’mar eyledi
Ol zamanlar uyku girmezdi göze Can ile dinle kulak vir bu söze
Geceler ta subha dek can-ı cihan Mest ü müstağrak olurdu bî-güman
Siyyema te’lif iderken bir kitab Nezd-i pâkinde o pîr-i müstetab
Hazreti Hilmi müdam olmuş refik Hidmet itmiş daima pîr-i şefik
Altı ay geçmiş zamandan bî-riya Geceler göz yummamış Ahmed Ziya
Ta ki işrak vakti geçdikde heman Öyleye pek azca kaldıkda zaman
Kıbleye karşu cülûs eylerdi bil Hem cülûsunda buyurdu ol celil
Dirdi ki öyle ezanında heman Siz beni âgâh idin ey hâdiman
Vech-i pâke peşkir örterdi o nur Öyleden akdem hemandem uyanur
189
Hiç nasîb olmaz uyandırmak anı Çün serâpâ nûr idi can ü teni
Nurda uyku farz olunmaz mutlaka Hiç uyumazdı o sultan-ı beka
Hâsılı bu müddet içre bir zaman Hazreti kimse çağırmaz bi-güman
Kendisi kalkardı daim ol münir Âdet itmişdi bu hali destgîr
Bu kelâmı hazreti Hilmi didi Mecma-ı ihvan da böyle söyledi
Hazreti Eşref Efendi de didi Bu kelâmın aynını nakleyledi
Bu sahabe tabiin ahvalidir Hem de onlardan büyükler halidir
Aşk idi ta ser-kadem ol mehcebin Aşk idi uyku yemek içmek hemin
Ol vücûdu aşk-ı Hakk almış idi Aşk ile cümle cihan dolmuş idi
Her nere varsa o aşkın zübdesi Hep olurdu can ü dilden bendesi
Aşkla hayvanı hem insan ider Bir nazarda taş ağaç devran ider
Ger nazar itse eger küffâra ol Aşk ile küffar ider pâyın müsul
Birkaç emsal var bu yerde pek acib Can kulağın vir de dinle ey Habib
Pek yapış bâb-ı Huda’ya aşk ile Gel oku Ahmed Ziya’ya aşk ile
190
UYUMAZDI
Hazreti Pir (k.s) geceleri sabaha kadar uyumazdı. Özellikle kitap yazar, yazdığı eserlerle cihanı mamur ederdi.
İyi dinle ki, kitap yazarken gözüne uyku girmezdi. O zamanlar yanında Hasan Hilmi (k.s) Hazretleri bulunur, geceleri ona hizmet ederdi.
Altı ay süre zarfında geceleri Hazreti Pir (k.s) hiç gözünü yummamıştır.
Yalnız kuşluktan sonra, öğle vaktine pek az vakit kaldığında kıbleye karşı oturur, otururken uyurdu.
Uyuduğu sırada yüzüne peşkir örter, hizmetçilerine öğle ezanı sırasında kendisini uyandırmalarını tembih ederdi.
Ama hizmetçilerine onu uyandırmak hiç nasip olmamış, öğle ezanından evvel kendisi mutlaka uyanmıştır.
Zira onun canı gibi bedeni de nur idi. Nur ise uyumaz. Uykusuzluğu o yüzdendir.
Onun bu âdetini Hasan Hilmi (k.s) Hazretleri anlatmış, Eşref Efendi de aynen doğrulamıştır. Bu özellikler sahabe ve tabiinin özelliklerindendir.
Hazreti Pir (k.s) baştan ayağa kadar Hakk (c.c) aşkından ibaretti. Onun uykusu, yemesi, içmesi aşk olmuştu.
Nereye varsa herkes ona candan gönülden bağlanır, bendesi olurdu. Aşk ile hayvanı insan ederdi.
Ağacı taşı bir bakışta döndürürdü. Kâfirlere baksa, aşka düşüp ayağa kalkarlardı. Bu hususta birkaç acayip örnek vereyim de dinleyin.
Hakk’ın (c.c) kapısına aşkla sıkıca yapış ve Ahmed Ziya (k.s) Hazretlerine aşkla Fâtiha oku.
191
MÜNEVVİRE
Bir gece Beykoz’da ol şah-ı cihan Nezd-i pâkinde muvafık bendegân
Hayme kurmuşdu çayırda ol kerim Âdet üzre eyledi hatm-i azim
Hatmiderken gördüler bir vak’a hoş Hep ağaçlar itdiler cûş u huruş
Geldiler cümle ağaçlar saf saf Haymenin havlinde itdiler tavaf
Ordaki mevcud olan ihvan-ı din Hadîmin ü âşıkîn ü sâdıkîn
Dehşetinden mest ü medhûş oldular Her biri bî-akl ü bî-hûş oldular
Kutb-ı Hak’tır Hazreti Ahmed Ziya Gavs-ı azamdır o nûr-ı Kibriya
AĞAÇLARIN TAVAFI
Hazreti Pir (k.s) bir zamanlar bazı seçkin müridleriyle Beykoz Çayırına çadır kurmuştu.
Âdeti olduğu üzere hemen hatmihâce yaptı. Hatmihâce yaparken orda bulunanlar bütün ağaçların coşup harekete geçtiğini gördüler.
Ağaçların hepsi saf halinde dizilip çadırın etrafında dönmeye başladılar. Orda hazır bulunan âşık ve sadık müridler bunu görünce hayran olup kendilerinden geçtiler.
192
Ahmet Ziya (k.s) Hazretleri hakkıyla kutuptur, gavs-ı azamdır, o Hakk’ın (c.c) nuru, en büyük yardımcı ve koruyucudur.
MÜNEVVİRE
Hem çayırda idi şâh-ı mânevi Ki gelürdi nezdine bir İsevî
Ah ü vah eylerdi ağlardı heman Artırırdı günbegün zâr u figan
Dir ki ey şeyh görmemiş gözler seni Bu ne haldir serteser yakdın beni
Ger huzurunda bulunsam bir nefes İstirahat eylerem vallahi bes
Bî-huzûrum hod be hod gezsem cihan Rahatım var nezd-i pâkinde heman
Bu ne sırdır anlamam aklım kasîr Senden ahsen görmedim pîr-i münir
Neylesün ol İsevi merd-i zaif Ateş-i küfrü anı itmiş nahif
Gece gündüz yakmada küfr ateşi O zavallı leyki bilmezdi işi
Nur-ı vahdet söndürürdü nârını Şule-i tevhid yakardı hârını
Ol sebebdendi huzûr-ı hazrete Can atardı ki ireydi rahata
Daima isterdi şeyhin vaslını Leyki bilmezdi bu sırrın aslını
193
Hubb-ı şeyhi dilde ol ketmeyledi Akibet îman ile hatmeyledi
Söyleyin ey münkirîn-i bî-edeb Böyle kuvvet var mıdır sizde aceb
Ger bu kuvvet sende varsa sen de hak Çünkü haksın gayri kavgayı bırak
Kuvvetin yoksa behey merd-i fudûl Hakk’ı inkâr etme gel eyle kabul
İtmek istersen sana Allah meded Oku şeyhe kulhü vallahü ahad
HIRİSTİYANIN AŞKI
Şeyh Hazretleri Beykoz Çayırında çadırdayken bir Hıristiyan daima yanına gelir, ağlayıp sızlardı. Derdi ki:
- “Ey Şeyh Hazretleri, senin gibisi hiç görülmemiştir. Hallerin gönlümü derinden etkiliyor. Ne zaman huzuruna gelsem hemen rahatlıyorum.
Hâlbuki benim hiç iç huzurum yok, dünyayı dolaşsam, huzursuzluğum geçmiyor.
Kendimi ancak senin yanında rahat hissediyorum. Bunun sırrını kısır aklım almıyor. Senden daha güzel ve üstün bir Şeyh görmedim.”
Zavallı Hıristiyan’ı yakıp bitiren ve zayıf düşüren onun içindeki kâfirlik ateşiydi ama o bunu bilmiyordu.
194
Hazreti Şeyhin (k.s) nuru onun küfür ateşini söndürüyor, tevhid ışığı kâfirlik dikenlerini yakıyordu. O yüzden Hazreti Şeyhin (k.s) huzuruna varmaya can atar, daima onun yanında olmak isterdi.
İşin aslını bilmiyordu ama Hazreti Şeyhin (k.s) sevgisini içinde sakladı, sonra imana gelip Müslüman oldu.
Şimdi söyleyin ey edepsiz inkârcılar, sizde böyle bir güç var mı? Eğer sende de böyle kuvvet varsa sen de doğrusun, haklısın. Yoksa inkârı ve inatlaşmayı bırak, onu kabul et.
Allah Teâlâ’nın (c.c) sana yardımcı olmasını istersen Şeyh Hazretlerine (k.s) İhlâs oku.
MÜNEVVİRE
Tâlib-i ilmin biri nakleyledi Pek acaib bir rivayet söyledi
Dir ki ben gitdim huzûr-ı hazrete Niyetim olmuşdu taşra ruhsata
Keşf idüb kasdım didi ol pür-himem Hazreti şah-ı velayet muhterem
Git filan mevkide nush it ümmete Sa’y ü verzeş eyle âli-himmete
Emr-i şeyhle gitdim amma neyleyem Bir nasâyih bilmezem ki söyleyem
Çünkü dersim nahv idi ben mübtedi Kudretim yok leyki hazret istedi
Çıkmışam vaz itmeğe kürsiye ben Nâzır oldum cânib-i kudsiye ben
195
Söyledim sözler tasavvuf ya kelam Bir de bakdım mest olur cümle enam
Kendime geldim aceb ne söylerem Halk sözümden mest olur ben neylerem
Meclisin bir mecma-ı ahyâr olur Her sözüm bir şahid-i dildâr olur
Dinledim bir bir kelâmım pek acîb Her kelâmım mağz-ı Kur’an-ı necîb
Ben de şaşdım sözlerimden bî-mecal Bilmezem ne söylerem ben bu ne hal
Nush u pendim bir kitab ketbitmemiş Bir müellif sözlerim sebt itmemiş
Duymamış ömrümde gûş-i ibretim Belki duymaz böyle sözler itretim
Ol zaman bildim ki ben bir terceman Söyleyen Ahmed Ziya kutb’üzzaman
Hamdi şükritdim Cenâb-ı İzzet’e Bende itmiş fakiri hazrete
Gel kerâmet isteyen divane bak Şark u garba hükmiden sultana bak
Gör ki neyler hazreti Ahmed Ziya Ruh-ı âlemdir gürûh-ı evliya
Evliyadır cümle dilde söyleyen Kutb-ı azam cümleye hükmeyleyen
Söyledir dilsizleri bî-şekk ü reyb Böyledir de’b-i şerif-i ehl-i gayb
Göz virir âmâlara gavs-ı azîm Canladır cansızları kutb-ı kerîm
196
Emr-i Hak’la yerde gökde nüh felek Hükmünü infâz ider ins ü melek
Leyki istidâda bağlu her umur Kudretince behremenddir mâr u mur
Gerçi şems-i iksir-i a’zamdır gözüm Hiç kavakdan sen yidin mi bir üzüm
Hurdebi iş’ale olmuş bir sebeb Taşları yakmış mı bir def’a aceb
Gerçi rahmetdir o barân-ı bahar Hayyeden çıkmış mı bir dürr-i sıgar
Bunları fikr it de inkârı bırak Hüsn-i zanna gel de ısrarı bırak
Rıf’at istersen bu bâbda canı ko Ruh-ı pâk-i Ahmed’e İhlâs oku
TALEBENİN VAAZI
Bir talebe acayip bir olay anlatmış ve şöyle demiştir:
“Bir gün Şeyh Hazretlerinden (k.s) İstanbul dışına çıkmak için izin istemeye gitmiştim. O daha ben bir şey söylemeden niyetimi anladı ve:
- Filân yere git, orada Müslümanlara vaaz ve nasihat et! diye emretti.
Şeyh Hazretlerinin (k.s) emrine uyup gittim ama vaaz edip öğüt verecek bilgim yoktu.
Henüz sarf nahiv öğreniyordum, yani talebeliğimin başlangıcındaydım, vaaz edecek halde değildim.
197
Fakat Şeyh Hazretleri (k.s) emrettiği için mecburen gittim. Vaaz kürsüsüne çıktığımda Şeyh Hazretlerinin (k.s) tarafına bakıp onun feyzine sığınarak vaaza başladım.
Tasavvuf ve Kelâm gibi yüksek ilimlerden konuşuyordum, dinleyenler hayran oluyordu.
Cemâatin içinde seçkin kişiler vardı ve sözlerimden çok etkileniyorlardı.
Kendi sözlerimden ben de şaşkınlık içinde kalmıştım. Kur’an’ın derin ve yüce mânâlarından söz ediyordum.
Söylediklerim hiçbir müellifin hiçbir kitabında yoktu. Konuştuklarımı hiç kimseden işitmiş de değildim.
Öyle yüksek ve ince manalar anlatıyordum ki, bunları hiç kimse bir daha işitemezdi.
O zaman bildim ki, bunları söyleyen zamanın kutbu Şeyh Hazretleridir (k.s), ben yalnız ona tercümanlık ediyordum.
Ona bağlanmayı nasip ettiği için Cenâb-ı Hakk’a (c.c) çok şükürler ettim.”
Ey kerâmet görmek isteyen akılsız, doğuya batıya hükmeden Sultana bak, Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerinin neler yaptığını gör!
Allah'ın (c.c) velileri âlemin ruhudur. Bütün dillerde söyleyen onlardır, Kutbu azam ise onların hepsine hükmeder, onların reisidir.
198
Veliler hiç şüphesiz dilsizleri bile söyletirler, gayb erlerinin âdetleri böyledir.
Gavs-ı âzam ise gözleri görmeyenlerin gözlerini açar, cansızları canlandırır.
Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) izni ve emriyle yerde, gökte, dokuz felekte insanlar ve cinler onun dediğini yaparlar.
Lâkin bütün işler kişinin istidadına bağlıdır. Yılan ve karıncaya kadar her şey ezeli istidadına göre davranır ve nasiplenir.
Gerçi kutb-u âzam her şeye fayda verir ama kavaktan üzüm bitmez, çünkü kavak ağacının üzüm bitirmeye istidadı yoktur.
Küçücük şeylerin alevlenip yanmasının da mutlaka bir sebebi vardır ama taşlar yanmaz, çünkü yanmaya yaratılışları müsait değildir.
Bahar yağmurları rahmet ve berekettir velâkin yılandan hiç küçücük de olsa bir inci çıktığı görülmüş müdür? Hâlbuki nisan yağmuru midyenin karnına düşünce inci olur.
Bunları düşün de inkârdan vazgeç, inadı bırak, su-i zannı terket, hüsn-ü zanda bulun!
Bu hususta yükselmek istersen Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerinin ruhuna İhlâs oku.
199
MÜNEVVİRE
Mutemed ihbar ider birçok nüfus
Mısr’a gitmişdi meger şems’üs şümus
Vakıa akdemce i’lâm eyledik Vak’a-i Mısr’ı size hep söyledik
Var velâkin burda bir emr-i acîb Söylemek ister anı abd-i kedîb
Râviyan dirler ki bir gün hazretin Nezd-i âlisinde sahib-rif’atin
Gönlümüz pür-neşe meclis bî-misal Hiç gelür mi bezm-i dildardan melal
Biz cemaliyle anın medhûş idik Sohbetiyle hazretin bî-hûş idik
Biz bu hal üzre dururken nâgihan Bir de gördük hücre açıldı heman
Rûy-ı enver bir mübarek zat-ı pâk Meclis-i ahbaba itdi iştirak
Vech-i mesnûn üzre çün virdi selam Hazreti şeyh eyledi redd-i selam
Ol misafir ki henüz gelmiş idi Hazreti pîr gûyiya bilmiş idi
Şeyhüna Ahmed Ziya eyler kıyam Dir safa geldin selâm ender selâm
Ey şeh-i mülk-i velayet merhaba V’ey meh-i burc-ı saadet merhaba
Birbirini sardılar bin naz ile Çok nüvâziş itdiler üstaz ile
200
Ol kadar benzerdi dilber dilbere Anları anlardı olsa şebpere
San biri can diğer canan idi Nûr-ı vahiden iki şem’an idi
Her gören dirler ki şak olmuş kamer Kabe kavseyn’den misal-i muteber
Bilmedik Ahmed Ziya kimdir aceb Anlaşılmazdı o zat-ı pür-edeb
Nûr-ı asl idi biri diğer misal Kendi itdi kendine arz-ı cemal
Biz heman şemsine müstağrak idik Güyiya bir kevkeb-i eşrak idik
Bir zamandan buldu gaybûbet vuku’ Nûr idi çün aslına itdi rücu’
Yalınız gördük o kutb-ı İzzet’i Ger kıyamet kopsa gitmez lezzeti
Bizleri hayretde gördü pîrimiz Ol reşadet menbaı iksîimiz
Dir sizi sekran ider çünkü bu hal Vak’adan ihbar iden cüz’i mekal
Ol ki halinden sizi hayran ider Arş ve kürsiden geçer seyran ider
İzn-i Hak’la yerde gökde sağ u sol Hep avalimde tasarruf eyler ol
Bazılar dirler ki ol zat-ı şerif Hazreti Hızr olmalı kavl-i zaif
Kavl-i hak oldur bilenler söyledi Ruh-ı hazretdir temessül eyledi
201
Afv ide dirsen seni zat-ı Samed Gel oku sen kul hü vallahü ahad
HAZRETİ PİRİN RUHU
Sözüne güvenilir pek çok kişi şöyle anlatmışlardır:
Şeyh Hazretleri (k.s) Mısır’da bulunduğu sıralarda bir yerde neşe içinde sohbet ediyordu. Onu hayranlıkla kendimizden geçerek dinliyorduk ki, birden odanın kapısı açılıp mübarek bir kişi içeri girdi ve sünnete uygun şekilde selam verdi. Şeyh Hazretleri (k.s) ayağa kalktı ve onu tanıdığını belli eder bir tarzda selamını alarak;
- Merhaba ey velilerin şahı, saadet burcunun mehtabı hoş geldin safa! geldin! dedi. Birbirini kucakladılar, birbirine iltifat ettiler.
Şeyh Hazretleriyle (k.s) bu gelen misafir birbirlerine şaşılacak derecede benziyorlardı, bir nurun iki parçası ve mehtabın iki yarısı gibiydiler.
Öyle ki hangisinin Ahmet Ziya (k.s) olduğunu anlamak mümkün olamıyordu. Kendisi yine kendisiyle görüşüyor gibiydi.
Bu güneşlerin yanında biz yıldızlar gibi kalmıştık. Bunların cemâlini seyrederek derin zevklere daldık.
Bir müddet sonra birisi gitti. Nur aslına dönüp kayboldu. Şeyh Hazretlerinin (k.s) yalnız kendisi kaldığında şaşkınlığımızı görüp şöyle buyurdu:
202
- Sizi zevkten sarhoşa çeviren bu hâli size şu kadarcık açıklayayım. Bu gelen zat Arş’ı Kürsi’yi gezip dolaşır. Allah’ın (c.c) izniyle yerde, gökte, bütün âlemlerde tasarruf eder.
Bazıları o zatın Hızır (a.s) olduğunu söylediler ama bu zayıf bir rivâyettir.
Doğrusu onun Şeyh Hazretlerinin ruhu olduğudur, ruhu cisimleşip görünmüştür. İşin aslını bilenler böyle dediler.
Hakk Teâlâ’nın (c.c) seni affetmesini istersen Şeyh Hazretlerinin (k.s) ruhuna İhlâs Sûresi oku.
MÜNEVVİRE
Bir zaman Yûşa’da birçok sâlikîn Nezd-i hazretde olurlardı mekîn
Gördüler bir serseri elde keman Hal ü tavrı haric-i şer’ ü beyan
Hâsılı fısk u fesad erbâbıdır Ehl-i tuğyan bed-fuad ashâbıdır
Çün ki gördü hazreti o serseri Unf ile ikrâh ile döndü geri
Gönderir bir hâdimi hazret ana Dir ki söyle ol sefih gelsin bana
Gitdi hâdim arkasından çağırır Ol dahi sekrâna varmış bağırır
Dir ki hâdim gel seni hazret diler Bî-mehâba serseri gayet güler
203
Serseri dir şeyhiniz neyler beni Dir o hâdim bilmezem ister seni
Geldiler anlar bu hal üzre hemîn Gel dedi ol mukteda-yı sâlikîn
Bir hafî söz söyledi hazret ana Dir fedâdır can u cismim hep sana
Bu kelâmın heybetinden titredi Cezbeden arslan misâli kükredi
İntisâb itdi o demde hazrete Zilleti terk itdi irdi izzete
Bu sözü nakleyleyen âli-sıfat Dir beraber tekkeye geldi o zat
Hayli dem hidmetde oldu müstakîm Kalmadı kendinde bir hâl-i sakîm
Ol hafî söz ki ana hazret didi Kimse bilmezdi hafîce söyledi
Sordular lâkin dimezdi bir zaman Hayli demler bu sözü kıldı nihan
Akıbet bir gün hikâyet eyledi Dinleyen zatlar rivâyet eyledi
Dir ki bir Bektâşi’ye oldum karîn İntisab itdim ana ey samiîn
Leyki şeyhim benzemezdi anlara Ol güruh-ı erzele ham canlara
Ehl-i sünnetden idi hem müttaki Bid’ati sevmezdi ol zat-ı taki
Halet-i nez’inde ol zat-ı şerif Dir bana bir söz ki gayetde latif
204
Dir seni ısmarladım ben ey mürid Sen olursun akıbet merd-i said
Biz büyükler nezdine virdik seni Anları red eyleyüb olma denî
Ol zamandan gezmişem dâr u diyar Ehl-i bid’atden olub itdim firar
Nefse uymuş olmuşam bir serseri Hak bana gönderdi kutb-ı ekberi
Ol zamanki hazreti Ahmed Ziya Hazreti Yuşa’da dost-ı Kibriya
Ben fakiri nezdine celb eyledi Sem’ime gizlice bir söz söyledi
Dir seni ısmarladı şeyhim bana Ben reşâdet eylerem şimdi sana
Bu kelâmı dinleyince ol zaman İntisab itdim Ziya’ya ben heman
Çok şükür Allah'a fetholdu gönlüm Feyz-i Hak’la akıbet doldu gönlüm
Dürlü dürlü ben şekavet eyledim Tevbeler olsun nedamet eyledim
Şimdi buldum ben şeriat rahını Şimdi gördüm ben tarikat şahını
Hakk hidayet eyledi şimdi beni Aldamışdı evvela nefs-i denî
Hazreti Ahmed Ziya kıldı kerem Bendesin kurtardı ol sahib-himem
Gel oku sen bu kelâmı itme red Fatiha’yla kul hü vallahü ahad
205
YUŞA’DAKİ SARHOŞ
Şeyh Hazretleri Beykoz’da Anadolu Kavağı’ndaki Hz. Yuşa (a.s) Peygamberin kabrinin bulunduğu yerde birçok müridlerle birlikte kaldığı sırada serseri görünüşlü bir adam elinde bir kemanla şeriata uymayan davranışlar sergiliyordu.
Belli ki, ahlakı bozuk, günah işlemeye alışmış biriydi. Bu adam Hazreti Şeyhi (k.s) görünce kaba ve saygısız bir tavırla geri dönüp gitti.
Şeyh Hazretleri müridlerinden birine gidip o adamı çağırmasını emretti. mürid onun arkasından koşup çağırdı, ama adam sarhoş naraları atıyordu.
Mürid ona Şeyhin kendisini çağırdığını söylediğinde sarhoş serseri alay edip gülerek;
- Şeyhiniz beni ne yapacak? dedi. mürid;
- Bilmiyorum, seni yanına çağırıyor! diye cevap verdi.
Sonra razı olup müridle birlikte Şeyh Hazretlerinin (k.s) yanına vardılar.
Hazreti Pir ona yaklaşmasını işaret etti, adam yaklaşınca ona gizlice bir söz söyledi.
Serserinin hali, tavrı derhal değişti, o sözün tesiriyle titreyip;
206
- Canım sana fedâ olsun! diye haykırdı ve hemen Şeyh Hazretlerine (k.s) teslim olup bağlandı, alçaklığı terk edip yücelik buldu.
Bunu anlatan kıymetli zat demiştir ki:
- O adam bizimle tekkeye geldi ve uzun süre gayet düzgün bir şekilde hizmet etti. Kendisinde kötü bir hal kalmadı.
Şeyh Hazretlerinin (k.s) ona gizlice ne dediğini sordularsa da o uzun süre sakladı, nihayet bir gün şöyle anlattı:
- “Ben bir zamanlar bir Bektaşi şeyhine bağlanmış, ona mürid olmuştum.
O şeyh, Bektaşi geçinen ham ve alçak kişilere benzemezdi, çok muttaki, sünnete bağlı bir zattı, bid’at işleri sevmezdi.
Vefat ederken yanındaydım. “Seni büyük velilere ısmarladık, onlara teslim ettik. Sonunda sonsuz saadete ermişlerden olursun. Sakın onları reddetme’” diye tembih etti.
Ondan sonra çok yerler dolaştım, doğru yoldan kaçıp şeriat dışı işlere kapıldım, nefsime uyup serseri oldum.
Ama Cenâb-ı Hakk (k.s) bana büyük Kutbu gönderdi; Ahmet Ziya Hazretleri (k.s) beni yanına çağırdı, kulağıma gizlice dedi ki: “Şeyhin seni bana ısmarladı, seni ben irşad edeceğim!”
207
Bunu duyunca hemen kendisine bağlandım. Çok şükür gönlüm açıldı, Hak feyziyle doldu.
Çok kötülükler yaptım ama pişman olup tövbe ettim. Tarikat şahını görerek şeriat yolunu buldum.
Önceleri alçak nefsim beni aldatmıştı, Cenâb-ı Hakk (c.c) bana hidâyet nasip etti. Ahmet Ziya (k.s) Hazretleri lütfedip bu kulunu kurtardı, hamdolsun.”
Gel sen beni dinle, Şeyh Hazretlerine (k.s) Fâtiha ve İhlâs Sûrelerini oku.
Bir hikâyet nakl ider bu merd-i Hak Dilleri terfih ider misl-i şafak
Dir ki zevcem hasta ve gayet zaif Ah ü vahından bizi kıldı nahif
Çok zamanlar ah idüb eyler enîn Hasta düşdüm ben de kaldım bî-muin
Altı ay müddet bu hal üzre müdam Hanemizde hastalık itdi devam
Kapladı her canibim derd ü elem Artmada günden güne hüzn ile gam
Hasta hasta bir vuzu’ itdim heman Kıble’ye döndüm oturdum ol zaman
Rabıta kıldım didim ey Müsteğas Mücrimem dermandeyem ben el gıyas
Bu zen-i bîçareye kıl şefkati Def’ idüb derd ü bela vü illeti
208
Merhamet kıl ben günahkâr mücrime Sen şifa vir ya ilâhî derdime
Böyle söylerken idüb ah ü figan Hazreti şeyhim zuhur itdi heman
Kalb-i zârım neş’emi Ahmed Ziya Bâis-i azm-i o nur-ı Kibriya
Görmemişdim hayli müddetden beru Hanemi teşrîf ider ol hûb-ru
Kapladı ol demde bir dehşet beni Nâgehani sardı bir hayret beni
Mevkiim gayet uzak çünki ana Ol sebebden geldi bu vahşet bana
Altı aylık hamile hem hasta zen Bir hârâbe-zâr idi can ü beden
Bir de gördüm hazreti pîr-i münir Şems-i tâbân-ı tarikat destgîr
Nezd-i bîmara gelüb kıldı nazar Görmedi Ahmed Ziya’yı mâ-hazar
Dest-i pâkin vaz idüb ol hastaya Çün telattuf eyledi dil-besteye
Vaz-ı haml itdi o hasta bî-karar Doğdu bir kız oldu ol dem âşikâr
Hastalık gitdi heman buldu şifa Hem nihan oldu Ziya-ı pür-safa
Altı aylık doğdu ol kız bî-riya Bergüzâr itdi bize Ahmed Ziya
Hem muammer oldu şimdi ber-hayat Hazreti şeyhe salât-ı tayyibat
209
Hazreti Ahmed Ziya İsa-nefes Hastayı sağ eyledi ol muktebes
Evliya destinde yoklar var olur Evliyayı sevmeyen bî-zar olur
Sev Cenâb-ı Ahmed’i ol mutemed Gel oku sen kul hü vallahü ahad
HASTA VE HAMİLE KADIN
Hakk erenlerinden biri anlatmış, gönülleri şafak gibi ferahlatmıştır.
“Eşim hastalanmış, gayet zayıf düşmüştü. Hastalığı uzun sürmüş, onun ağlayıp sızlamasından dolayı güçsüz ve yardımcısız kalıp ben de hastalanmıştım.
Altı ay boyunca iyileşemedi. Acı ve üzüntü içindeydik, derdimiz günden güne artmaktaydı.
Hasta hasta abdest alıp kıbleye karşı oturdum, Şeyh Hazretlerine (k.s) rabıta edip Cenâb-ı Hakk’a (c.c) dua ettim.
- Ya Rabbî, suçluyum, çaresizim. Bana yardım et, bu dertten kurtar! diye yalvardım.
Böyle dua ederken birden Şeyh Hazretleri (k.s) ortaya çıktı. Onu uzun süredir görmemiştim.
O Hazret evimizi şereflendiriyordu. O zaman beni şaşkınlıkla beraber bir korku kapladı. Çünkü Şeyh Hazretlerine (k.s) çok uzak bir yerdeydim.
Hasta eşim aynı zamanda altı aylık hamileydi, hastalığından dolayı pek zayıf ve takatsiz kalmıştı. Şeyh
210
Hazretleri (k.s) onun yanına vardı, hasta onu görmüyordu, elini hastaya koydu.
Hasta kadın hemen o zaman doğum yaptı ve bir kız çocuğu dünyaya getirdi.
Hastalığı da gitti, tamamen iyileşti. Şeyh Hazretleri (k.s) ortadan kaybolmuştu.
Kız çocuğu altı aylık doğmuştu. O çocuk bize Ahmed Ziya (K.s) Hazretlerinin yadigârıdır.
Altı aylık doğan o kız çocuğu yaşadı, halen de hayattadır.
Hz. İsa (a.s) Peygamberin nefesi gibi Hazreti Şeyhin (k.s) nefesi de hastaya şifa vermişti. Ona çok dualar ettim.”
Evliya elinde yoklar var olur, onları sevmeyen hayatından bıkar, rahatsız olur.
Ahmet Ziya (k.s) güvenilir zattır. Sen onun ruhuna İhlâs oku.
MÜNEVVİRE
Merd-i muhlis bir mürid-i kâm-kâr Yani ol Hacı Muhammed nâmdar
Dir Hüdayi bendesiydim bir zaman Çok vakitler hidmet itdim bî-güman
Hazreti Ahmed Ziya’yı görmedim Kimseden ol merd-i pâki sormadım
Namını lâkin bilürdim hazretin Ol Ziyâüddin sahib-izzetin
211
Çokca yakdı gönlümü aşk ateşi Kalbe geldi intisab itmek işi
Çok zamanlar sürdü bu hal-i garib Bir tereddütde bulundum pek acib
Ben Hüdayi’den hazer itdim heman Havf iderdim vartadan rûz u şeban
Söyledim bir bendeye bu halimi Hazrete arz it dedim ahvalimi
Hazreti Ahmed Ziya’ya söylemiş Hâk-i pâye halimi arz eylemiş
İstihâre emr ider gavs-ı cihan Dir menâmında ana olsun ayan
Her ne gördüyse muti’ olsun ana Böyle iş’ar eylemiş hazret bana
O gece gördüm o sahib-devleti Ki Aziz Mahmud Efendi Hazret’i
Bu fakiri celb idüb vech-i hasen Bî-tevakkuf boynuma takdı resen
Bendeyi çekdi getürdi hazrete Bir kapu girdik ki benzer cennete
Çünki cennetde bulunmaz hüzn ü gam Orda olmaz hasret ü derd ü elem
İşte benzerdi bu mânâya makam Orda cennet reyhası duydu meşam
Bir de gördüm kûşede pîr-i münir İzz ü devletle oturmuş destgîr
Dir ki bu abd-i zaif olsun size İntisab itmişdi akdemce bize
212
Leyki teslim eylerem şimdi sana Lutf u şefkat eyle ey hazret ana
Bu meger Ahmed Ziya’dır zî-kerem Hazreti kutb-ı azîm ü muhterem
Lutf ile tutdu yularımdan beni Bir tezelzül kapladı ruh u teni
Sıçrayub kalkdım yatağımdan heman Ol Cenâb-ı Ahmed’e oldum revan
Bir de gitdim âsitan-ı izzete Hücre-i pâk-i Cenâb-ı Hakkazrete
Her ne gördümse ayan ü âşikâr Aynını gösterdi ol perverdigâr
İntisab itdim o sahib-rif’ate Hamdülillah ki irişdim devlete
Evliya mir’at-i timsal-i cihan Evliya şem’-i şebistan-ı zaman
Evliya şehr-i safa rehberleri Evliya mihr-i vefa dilberleri
Gavs-i vahid evliya serdarıdır Kutb-ı Macid anların hünkârıdır
Kutb-ı azam hazreti Ahmed Ziya Gavs-ı ekremdir o nur-ı Kibriya
HÜDÂYİ DERVİŞİ
Hazreti Şeyhin (k.s) sadık müridlerinden Hacı Muhammed anlatmıştır:
Ben bir zamanlar Aziz Mahmut Hüdayi (k.s) Hazretlerinin müridlerindendim, onun tarikatına bağlıydım.
213
Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerini hiç görmemiş ve onun hakkında hiç kimseden bilgi sormamıştım. Yalnız adını biliyordum ve kendisine karşı büyük saygı duyuyor, ona bağlanmak, onun müridi olmak istiyordum.
Fakat Hüdayi (k.s) Hazretlerinden çekiniyordum, tarikatından çıkarsam bir belâya uğrarım diye korkuyordum.
Bu yüzden uzun süre tereddüt içinde kaldım. Sonra Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerinin bir müridine derdimi söyleyip kendisine meseleyi arz etmesini istedim.
O da gitmiş, söylemiş. Hazreti Şeyh de (k.s) benim istihâreye yatmamı emretmiş, rüyamda ne görürsem ona uymamı, ona göre hareket etmemi buyurmuş. Bunu bana ilettiler.
Hemen o gece rüyamda Aziz Mahmut Hüdayi (k.s) Hazretlerini gördüm; benim boynuma bir ip taktı, cennet gibi bir yere götürdü.
Orada ne keder, ne üzüntü vardı, cennet kokuları duyuyordum. Orada nur yüzlü bir şeyh oturuyordu. Hüdayi (k.s) Hazretleri beni onun önüne götürüp;
- Bu zayıf kul daha önce bize bağlanmıştı. Şimdi onu size teslim ediyorum. Ey Pîr Hazretleri, lütfet, buna şefkat göster! dedi.
Meğer o şeyh Ahmet Ziya (k.s) Hazretleriymiş. Beni yularımdan tuttu, tutunca titremeye başladım ve bu titremeyle uyandım, kalktım.
Hemen Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerinin yolunu tuttum. Tekkesine varınca rüyamda gördüklerimin aynısını gördüm.
214
Kendisine bağlanıp müridi oldum, büyük devlete eriştim hamd olsun.”
Evliya cihanın aynasıdır, zaman gecesinin kandilidir. Veliler mutluluk ayının rehberleridir, vefa güneşleridir. Ahmet Ziya (k.s) Hazretleri velilerin kutbu ve reisidir.
Ahmet Ziya (k.s) Hazretleri en büyük kutup ve gavs’tır, Hakk’ın (c.c) nurudur.
MÜNEVVİRE
Hazreti Elhac Emin Paşa tabib Bizlere nakl itdi ol zat-ı edib
Dir ki dört evladımın ol zî-haya Ruhunu kabz itdi Rabb-ı Kibriya
Rahm-ı mâderde bu dört tıfl-ı sagir Mukteza-yı şive-i Rabb-ı Kadir
Müddet-i hamlin hitâmında heman Her biri itdi o dem teslim-i can
Fenn-i tıbdan çok deva itdik ana Bulmadık bir çare-i sıhhat buna
Sonra bir kız doğdu olduk kâm-bin Leyki gitdi gam-küsar olduk hemin
Çare bulmak istedim leyl ü nehar Âciz ü dermande kaldım bî-karar
Halimi arz eyledim ol hazrete Kutb-ı âlem zat-ı pâk-i devlete
Dir Muhammed tesmiye kılsun anı Müzde itdi cümle hadimler beni
215
Bu işaretdir didiler bî-riya İltimas itdi sana Ahmed Ziya
Çünki emr itdi bu sırrı hub-ru Bir oğul ihsan ider bundan geru
Her ne söylerse yalan olmaz o söz Lâ mahale ruh sezer görmezse göz
Ben tahayyür eyledim birçok zaman Akıbet evladım oldu bî-güman
Doğdu sıhhatle vücud-ı nazenin Bergüzar-ı kutb-ı Rabbi’l alemin
Doğduğundan sonra gitdim hazrete Gavs-i ekrem hâk-i pây-i izzete
Dir ki oğlun oldu mu şeyh-i münir Hazreti Ahmed Ziya ol destgîr
Lutfunuzla oldu bir oğlum didim Ba-teeddüb bu kelâmı söyledim
İsmine Salih Muhammed söyledi Lutf ile bu namı irad eyledi
Hâsılı Salih Muhammed oldu nam Hem Ziyâüddin didim bâ-ihtiram
Nur-ı aynım Hak muammer eyledi Dîde-i kalbim münevver eyledi
Hâliya ol zade-i sulbim benim Nevnihalim rişte-i kalbim benim
Tıfl-ı nev-salim hayatım meyvesi Şems-i ikbalim fuadım neşvesi
Nur-ı çeşmim şimdi el’an ber-hayat Hak muammer eylesün virsün necat
216
Bir daha evladım oldu ber-hayat Hazreti şeyhe salât ender salât
Her ne istersen virir kutb-ı kerim İzn-i Hak’la lutf ider gavs-ı azim
Böyledir zann-ı kavim ey hub-ru Hak virir hayr’ül halef bundan geru
Çünki hazret himmet itmiş ya ahi Şâdümansın dü cihanda ey sahi
İhtiyacın varsa Allah’a gel Bâb-ı pür-feyz-i veliyyullaha gel
Dü cihan istersen ey dost dini tut Halka-i bâb-ı Ziyâüddin’i tut
Ger dilersen devlet-i her dü cihan Dâmen-i pâk-i Ziya’yı tut heman
Hazreti şeyhi seven âlicenab Okusun İhlâs ile Ümmülkitab
PAŞANIN ÇOCUKLARI
Tabip Hacı Emin Paşa hazretleri anlatmıştır:
“Hakk Teâlâ’nın (c.c) takdiriyle çocuklarım analarının karnında doğuma yakın ölüyordu. Dört çocuğum da ölü doğmuştu.
Tabipler buna çare bulmak için ne kadar uğraştılarsa da, bir fayda bulamadık.
Nihayet bir kız çocuğu canlı olarak dünyaya geldi. Ama o da yaşamadı, hemen öldü. Çok üzüldük, gece gündüz çare aradık, bulamayıp âciz kaldık.
217
Hâlimi âlemin kutbu Şeyh Hazretlerine (k.s) arzettim.
- Adını Muhammed koy! buyurdular.
Oradaki müridler;
- Şeyh Hazretleri (k.s) sana himmet etti. Bu, isteğinin olacağına işarettir, bir oğlun olacak! diye müjde ettiler.
Bir süre şaşkın kaldım ama gerçekten bir süre sonra bir oğlum dünyaya geldi.
Şeyh Hazretlerine (k.s) haber vermeye varınca, o hemen;
- Oğlun oldu mu? buyurdu.
- Lütfunuzla bir oğlum oldu, diye edeple cevap verdim.
İsmini Salih Muhammed koymamı emretti. Şeyh hazretlerinin hatırası olduğundan adını Salih Muhammed ve Ziyâeddin koyduk.
Gözümün nuru bu oğlum yaşadı, şimdi halen hayattadır.
Gönlümün neşesi, hayatımın meyvesi oğluma Cenâb-ı Hakk (c.c) uzun ömür versin.
Ondan sonra bir evladım daha oldu, o da yaşıyor. Hazreti Şeyhe (c.c) çok dualar ediyorum.
Kutup Hazretleri Allah’ın (c.c) izniyle her ne istesek verir. İnanıyorum ki, çocuklarım hayırlı evlatlar olacaklardır çünkü üzerlerinde Hazreti Şeyhin (k.s) himmeti vardır.”
Allah'tan (c.c) her ihtiyacınızı veli kulları vasıtasıyla isteyin. İki cihan saadeti isterseniz Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerinin halkasına girin, onun eteğine yapışın.
Hazreti Şeyhi (k.s) seven değerli kişiler, onun ruhuna Fâtiha ve İhlâs okusunlar.
218
MÜNEVVİRE
Halidîlerden biri ehl-i makam Hem hilafetle mübeccel şeyh-i tam
Pek uzakdan hazreti şeyhe gelür Nur-ı keşf ile anın kadrin bilür
Yüz sürer akdâm-ı pîre muttaki Cezbeden medhuş olur zat-ı naki
Ol gece rüyada görmüş pür-safa Davet eylemiş Muhammed Mustafa
Çünki gitmiş davet-i peygambere Secde itmiş Allah’a yerden yere
Çok tazarru eylemiş ol muhterem Gel buyurmuş hazreti kân-ı kerem
Bir de girdim dir huzur-ı Ahmed’e Padişah-ı taht-ı mülk-i sermede
Feyz-i nurundan anın medhuş olub Heybetinden vâle ü medhuş olub
Olmuşam müstağrak-ı mest ü müdam Hiç ne mümkin ki idem arz-ı meram
Orda ben sahba-yı aşk içmişem Akl u iz’anımdan artık geçmişem
Hayret ender hayrete vardım o dem Bu vücudum mahv idi ser tâ-kadem
Bî-eser kaldı o demde cism ü can Aklıma gelmezdi hiç can ü cihan
Bî-tekellüf düşmüşem bir kûşeye Haşyetimden dalmışam endişeye
219
Bir de açdım gözlerim gördüm heman Hazreti Ahmed Ziya kutb’üzzaman
Oturur kürsüde bâ-izz ü safa Mahremi olmuş Muhammed Mustafa
Emr olundum bir yere oldum celîs Merhaba itdi iki hayr’ül enis
Dinledim sohbetlerin bin gûş ile Dalmışam derya-yı aşka cûş ile
Çokça sohbet itdiler aklımda yok Leyki zihnim bir sözü zabt itdi çok
Izz ile dir ki Muhammed Mustafa Ey mükemmel varisim kân-ı safa
Fahr-i aktab-ı zaman gavs-ı güzin Şems-i eflâk-i vilayet rükn-i din
Şer’-i pâkim tal’atı Ahmed Ziya Rehber-i rah-ı Huda-yı Kibriya
Sen benim naib-menabımsın bugün Hem vekil-i müstetabımsın bugün
Meclisin hayr’ül mecami’dir senin Feyz-i pâkin nur-ı lâmi’dir senin
Valideynim hakkına kem söyleyen Bî-mehaba anları ta’n eyleyen
Ehl-i isyandır günahkâr ol kişi Son ucu düşvar olur cümle işi
Öyle şahsı sen kabul itme Ziya Anları sevmez Cenâb-ı Kibriya
Ben de sevmem sen de sevme ey vech-i hasen Meclisinden tard ü teb’id eyle sen
220
Hazreti Ahmed Ziya dir ya Resul Anları sevmem dahi itmem kabul
Bilmesem çare nedir ol şahsı ben Kıl terahhum bendene lutf eyle sen
Fahr-i âlem dir ki ya Ahmed Ziya Menba-ı ilm ü edeb kân-ı haya
Ben ne istersem kabul eyler Huda Lutfuma muhtac olur şah ü geda
Destini kaldır huzur-ı İzzet’e Ben münacat eyleyem ol hazrete
Sen de amin söyle her ne söylesem Şübhesiz makbul olur her ne disem
Dinledim bir bir dua-yı hazreti Dir ilâhi zat-ı pâkin hürmeti
Valideynim tâ’n iden mezmumları Ol güruh-ı bî-edeb meş’umları
Sen kabul itme huzur-ı Ahmed’e Anları girdirme dâr-ı es’ade
Meclis-i Ahmed Ziya’dan dûr idüb Ol makamı anlara mestur idüb
Sen Ziya’yı müsterih it ya ilâh Gelmesün nezd-i Ziya’ya bir tebah
Çün dua bitdi temam oldu kelam Ben de uykudan uyandım vesselam
Zevk ile kalkdım yatağımdan hemin Pür ziya olmuş semavat ü zemin
Nura gark olmuş bütün dâr u diyar Ra’şe düşmüş cismime bî-ihtiyar
221
Bir işaret burda var gayet azîm Valideyne ta’n idüb olma leîm
Sen lisanın kef idüb kıl hürmeti Nezd-i Ahmed’de bulursun rahmeti
Dil uzatma valideyn-i hazrete Sen hata itme Cenâb-ı izzete
Hem de şeyhin kadrini anla gözüm Sen bilürsin nefsime layık sözüm
Kutb-ı Hak’dır hazreti Ahmed Ziya Gavs-ı azamdır o nur-ı Kibriya
VELİNİN RÜYASI
Mevlâna Halid Bağdadi (k.s) Hazretlerinin halifelerinden kıymetli bir zat çok uzak yerlerden Şeyh Hazretlerini (k.s) ziyarete gelmişti.
Şeyhin huzuruna girince, mübarek ayaklarına kapandı ve cezbeye tutuldu.
Meğer bir gece önce rüyasında Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) kendisini çağırdığını görmüş.
O da Cenâb-ı Hakk’a (k.s) secdeler etmiş, çok yalvarmış. Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Gel!” diyerek huzuruna girmesine izin vermiş.
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) huzuruna çıkınca nurunun feyzinden kendinden geçmiş, derdini anlatmaya güç bulamamış.
222
Mübarek Yüzünü görünce aşka düşmüş, aklını fikrini yitirmiş, bayılmış kalmış.
Kendine gelince zamanın kutbu Ahmet Ziyâeddin (k.s) Hazretlerinin kürsü üzerinde oturduğunu görmüş, yanında da Peygamber Efendimiz (s.a.v) varmış.
Oturmasını emretmişler, ikisi de kendisine “Merhaba” demişler. O da zevk içinde onların sohbetlerini dinlemiş.
Uzun uzun birbiriyle söyleşmişler. Onların konuştuklarının çoğu aklından çıkmış ama Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) şu sözlerini unutmamış.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerine şöyle diyormuş:
- “Sen benim en mükemmel varisimsin. Zamanın övülen kutbu ve gavs’ı sensin. Hidayet rehberisin, sen şimdi benim vekilim ve nâibimsin. Senin toplantıların hayırlı kişilerin meclisidir, feyzinin nuru çok parlaktır.
Benim anneme ve babama kötü söz söyleyen günahkârdır, işi hep zorluklara varır. Sen onları sevme ve kabul etme! Çünkü Allah (c.c) onları sevmez, ben de sevmem. Onları meclisinden kov, çıkar!”
Ahmet Ziya da (k.s) şöyle cevap vermiş:
- “Ya Rasulallah (s.a.v), ben onları sevmem ve kabul etmem ama muhterem anne ve babanıza kötü söyleyip kötü düşünenleri tanıyamazsam ne olacak? Lütfeyleyin, merhamet edip onları meclisimden uzak tutmak için bir çare gösterin.”
O zaman Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurmuş ki:
223
- “Ey ilim, edep ve haya kaynağı Ahmet Ziya! Ben ne istersem Cenâb-ı Hakk (c.c) kabul eder. Padişahlar da, dilenciler de benim lütfuma muhtaçtır. Ellerini aç da edeceğim duaya âmin de! Hakk Teâlâ (c.c) ne dersem mutlaka kabul eder:
“Yâ Rabbî, yüce zatın hürmetine, anamı babamı kötüleyen edepsiz uğursuzları Ahmet Ziya’nın meclisine koyma. Onları onun meclisinden uzak tut, giremesinler. Bu duamı kabul eyle de Ahmet Ziya’nın içi rahat etsin, meclisine bir zarar gelmesin.”
O kimse anlatmasına şöyle devam etti:
Peygamber Efendimiz (s.a.v) böyle dua etti, Şeyh Hazretleri (k.s) âmin dedi. Dua bitince uykudan uyandım. Büyük zevk içindeydim, yer gök nura garkolmuştu, heyecandan titriyordum.
Burada önemli bir tembih ve bir işaret vardır ki, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) mübarek anne ve babasını sakın kötüleyip alçaklardan olma, Hakk Teâlâ’ya (c.c) ve Peygamber Efendimize (s.a.v) karşı saygısızlık etme!
Diğer önemli işaret ise Ahmet Ziyâeddin (k.s) Hazretlerinin değerinin ne kadar yüksek olduğudur.
Ahmet Ziyâeddin (k.s) Hazretleri Hakk Teâlâ’nın (c.c) kutbudur ve gavs-ı azam’dır, Allah’ın (c.c) nurudur.
224
MÜNEVVİRE
Aynını görmüş bu rüyanın bu zat Ki ikinci def’a olmuş iltifat
Çokca lutf itmiş ana Fahr-i Cihan Vasfını yazmaz kalem bilmez lisan
Söylemiş Şah-ı Risalet bî-hicab Ey kişi oldun katımda müstecab
Her ne istersen kabulümdür bu dem Hiç girü dönmez sözün kılma nedem
Leyki hiç bildin mi bu lutfa sebeb Hangi hizmet ya ibadetdir aceb
Ya Resulallah ne bilsün bu fakir Sen bilürsin Hak bilür bilmez hakir
Leyki bildirsen nolur ey canı-ı can El meded Peygamber-i Âhir Zaman
Söyle lutf it lutfunu müzdad kıl Bu fakir ü bîkesi irşad kıl
Çünki layık bulmadım bu rif’ate Sa’y ü verziş itmedim bir hidmete
Dir o dem Fahr-i Risalet ya fülan Hidmetin gayet kabulümdür heman
Pek büyük hidmetle buldun rif’ati Her kişi itmez bu dürlü hidmeti
Sen ziyaret eyledin çün Ahmed’i İşte buldun şimdi lutf-ı sermedî
Sen Ziyâüddin’e kıldın çün sefer Bahtiyarsın nefsine buldun zafer
225
O ziyaret lutfa olmuşdur sebeb Her işin oldu revacına teab
Her kişi eyler ziyaret ya ahi Hem ziyaretle ider hizmet dahi
Leyki hâlis eylemek makbul olur Kim riya itmez o hâlis kul olur
İşte hâlis hizmet itmiş bu şerif Hidmeti makbul olub olmuş münif
Hâlidî’dir leyki üstadî değil Hazreti şeyh pîr-i irşadî değil
Hasbeten lillah ziyaret eylemiş Ol ziyaretden ticaret eylemiş
Sanma rüya belki ilhamdır bu hal Bunu inkâr eylemez sahib-kemal
Kim görür peygamberi hâb içre bil Rü’yet-i sadıkdır itme kal ü kıyl
Enbiya vü evliyayı kim görür Ol görüş rüya değil ilham olur
Ehl-i hal kadr-i Ziya’yı bildiler Her biri nezdinde hâdim oldular
Hazreti şeyhi seven âlicenab Okusun İhlâs ile Ümm’ülkitab
ŞEYH HAZRETLERİNİN YÜKSEK DEĞERİ
Önceki rüyayı gören muhterem kişi bir defa daha Peygamber Efendimizi (s.a.v) görmüş. Peygamber Efendimiz (s.a.v) kendisine çok iltifatlar etmiş ve buyurmuş ki:
226
- Senden çok hoşnut oldum. Her ne dilersen katımda makbuldür, isteklerin asla reddedilmez. Bu lütfa ne yüzden eriştiğini biliyor musun?
O da demiş ki:
- Hayır ya Rasulallah (s.a.v), bilmiyorum, Allah (c.c) ve Rasulü (s.a.v) bilir. Lütfet bu fakir ve kimsesiz kulu aydınlat. Çünkü benim bu lütfa layık olacak bir çalışmam ve hizmetim yok.
O zaman peygamberlerin efendisi Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuş:
- Sen pek büyük bir hizmette bulundun, herkes bunu yapmaz. Ahmet Ziya’yı ziyaret ettin. İşte bu ziyaretin bu lütfa erişmene sebep olmuştur. Gerçi onu çok kimseler ziyaret ediyor ama halis niyetle edenlerinki kabul edilir. Sen halis olarak ziyaret ettin.
Temiz kalple ziyareti yüzünden bu büyük lütfa erişen zat Mevlâna Halid (k.s) Hazretlerinin müridlerindendi, ama irşad yetkisi yoktu, şeyh değildi.
Onu Allah (c.c) rızası için ziyaret etmiş ve bundan büyük mânevi kazanç sağlamış.
Onun gördükleri rüya değil, ilhamdır. Peygamber Efendimizi (s.a.v) rüyada gören gerçekten görmüş gibidir. Peygamberleri, velileri rüyada görmeye ilhâm denir.
Hal ehli veliler Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerinin kıymetini bilip ona hizmet ettiler.
Hazreti Şeyhi (k.s) seven değerli kimseler onun ruhuna Fâtiha ve İhlâs okusunlar.
227
MÜNEVVİRE
İşitdim bir hikâyet ey muhibban Meger bir gün Cenâb-ı şah-ı hûban
Müridandan birinin hanesinde Müsafirmiş anın kâşânesinde
Görür ki bir sepet engür-i taze Getürmiş bir mürid ol servinaze
Didi takdim it ey sahib-müsafir Beni mahzun idüb olma münâfir
Getürdim kendi mahsulümdür elhak Bunu bir bir tedarik itdim ancak
Bu tuhfem tıyb-ı mahz olmuş helaldir Cenâb-ı şeyhe mahsus bir nevaldir
Didi takdim edince şeyh-i pür-nur Haramdır yimezem ben böyle engûr
Bunun bağı yetim malıdır mağsub Fidanlar gars idilmiş mal-ı mağzub
Ki başka yerden almışlar muHakk Anı ğars eylemişler bağa mutlak
Habersiz sahibinden bunca eşcar Çalınmış mutlaka söyler bu esmar
Bunu duydu o sahib-hane ihvan Anı iğva ider nefs ile şeytan
İşaretler kodu engûre bir bir Karıştırdı üzüme başka vâfir
Taam eylerken ol bahr-i kerâmet O şah-ı sidre-i bağ-ı vilayet
228
Getürdi bir tabak engûr-i ma’hud Kodu ol sofraya ver bervech-i mesrud
Tenâvül eyledi hazret üzümden Kulak vir dinle esrar-ı sözümden
Gürür ki hazreti sahib-kemali Ayırmış şübheden tıyb ü helali
Yimiş ol pîr üzümlerden ki etyab Ayırmış şübheli engürleri hep
Didi bizler bilürüz hıll ü hürmet Haramlarda görürüz dürlü zulmet
Bizi sen tecrübe eyler misin vah Hatadır bu cesaret eyle ikrah
Bu cür’etden di sen estağfurullah Seni afv eylesin bu demde Allah
Benim hakkımda şübhe itme bir dem Seni mahcub ider ol şübhe her dem
Biz ol erbab-ı cehd ü ictihadız Biz ol ecnad-ı Hak âli-nihadız
Bize mekşûf olur sırr u hafâyâ Bize malum olur her bir mezâyâ
Bizim meşhûdumuzdur levh-i mahfuz Bizi Hak eylemiş her demde mahfuz
İlahi feyzimiz sen eyle tezyid Bizi Ahmed Ziya’dan itme teb’id
Seven Ahmed Ziya’yı can-ı canı Okusun ruhuna Seb’ul mesâni
229
HARAM ÜZÜMLER
Şöyle anlatmışlardır:
“Şeyh Hazretleri (k.s), müridlerinden birinin evine misafir olmuştu. Başka bir mürid oraya, Şeyh Hazretlerine (k.s) sunulmak üzere bir sepet üzüm getirdi;
- Bu kendi bağımın üzümüdür, elimle topladığım helâl malımdır, Şeyh Hazretlerine (k.s) hediye getirdim, dedi.
Ev sahibi mürid üzümü Şeyh Hazretlerine (k.s) sununca Hazret yemedi;
- Bu haram maldan toplanmış.. Üzüm bağının fidanları yetim malıdır, çalınarak bağa dikilmiş. Üzümler “fidanımız hırsızlık malıdır” diyor. Bu üzümleri yiyemem! dedi.
Ev sahibi bunu duyunca nefsine ve şeytana uyup Şeyh Hazretlerini (k.s) denemeye kalkıştı, üzüm salkımlarına teker teker işaret koyarak başka üzümlerle karıştırıp Şeyh Hazretlerinin (k.s) önüne koydu.
Hazreti Pir (k.s) üzümleri yedi ama seçerek, helâli haramından ayırarak yedi ve dedi ki:
- Bizler haramı bilir ve ayırt ederiz. Haram şeyleri karanlık olarak görürüz. Sen bizi tecrübe etmek istedin ve yanlış yaptın. Bu hatandan tövbe et! Bize gizlilikler açılır, her şeyin aslı kendini gösterir. Biz levh-i mahfuza bakar, ona göre davranırız. Cenâb-ı Hakk (c.c) bizi her zaman muhafaza eder.”
230
Yâ Rabbî sen feyzimizi artır. Bizi Ahmet Ziya’dan (k.s) uzak tutma.
O canlar canı Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerini sevenler ruhuna Fâtiha okusunlar.
MÜNEVVİRE
Mısır’da hazrete gelmiş bir ihvan Dimiş müşkül-küşây-ı sırrı Sübhan
Bu gün gitmek göründü dâr-ı küfre Azîmet eylerem ben dâr-ı küfre
Firenk’lerle görüşmek oldu elzem Bana ruhsat vir ey şeyh-i muazzam
Didi gitmek gerek lâkin sakın sen Kemal-i zühd ü takvayı takın sen
Sakın şabka geyinme orda zinhar Seni bend itmesün dîv-i cefakâr
Lüzumu olsa da sen olma lâbis Konuşma küfr ü şirkden ratb u yâbis
Didi şabka geyer mi hiç müsilman Bu fiile olmazam ben asla pûyan
Bu ahd üzre gider ol şahs-ı mezbur Frengistan’a dek bervech-i mezkûr
Lüzumunda geyer bir şabka ol zat Bunu sonra iderdi kendi isbat
Geçince vak’adan bir hayli müddet Oturmuşdu saadetle o hazret
Görür gelmiş ziyaret kasdına ol Didi özrün değildir bizde makbul
231
Çırağı sen söyündürdün yürü var Senin halin bu demde oldu düşvar
Sana biz söyledik çokça nasayih Velâkin eyledin kubh ü kabayih
Bizimle eyledindi ahd ü peyman Niçün nakzeyledin oldun perişan
Küfürdür şabka geymek didimdi Sakın bundan sakın ben söyledimdi
Değişdin dinini dünyaya eyvah Seni bend eyledi şeytan-ı gümrah
Yürü git ağla Allah’a döküb yaş Yüzün sür yerlere her dem açub baş
İlahi nefsime terk itme bir dem Niyazım böyledir bâbında her dem
Beni halimle haşr itme ilâhım Bağışla lütf idüb cürm günahım
Seherde ağlayan aşıklar içün Senin çün ah iden sadıklar içün
Senin izzin celalin hürmetiyçün O zat-ı bî-zevalin hürmetiyçün
Muhammed Mustafa hakkıyçün olsun Habib-i mücteba hakkıyçün olsun
Ayırma bâb-ı feyzinden dahilek Bizi dûr itme lütfundan dahilek
Bizi kıl müttekîler zümresinden Ayırma mülteciler cümlesinden
Eğer afv itmek istersen o vallah Oku ruh-ı Ziya’ya kul hü vallah
232
SÖZÜNDE DURMAYAN MÜRİT
Hazreti Şeyh (k.s) Mısır’dayken müridlerinden biri huzuruna gelip kâfir memleketine gitmek için izin istedi. Hazreti Şeyh buyurdu ki:
- Gitmek gerekiyorsa git ama takva üzere davran, gönlünü dünyaya kaptırma.
Sakın şeytana uyup şapka giyme, ağzına küfür söz alma.
Mürid de;
- Müslüman hiç şapka giyer mi? ben asla giymem! diye söz vererek gitti.
Ama oradayken gerek duymuş ve şapka giymiş. Bunu kendisi itiraf etti.
Aradan uzun zaman geçti, o mürid dönüp Şeyh Hazretini (k.s) ziyarete geldi. Hazreti Şeyh (k.s) onu görünce şöyle buyurdu:
- Yanlış yaptın, işini zora soktun. Senin özrün artık kabul edilmez. Sana çok öğütler verdik, sen de söz vermiştin ama sözünde durmadın, çok büyük kabahat işledin. Sakın şapka giyme, şapka giymek kâfirlik işaretidir, demiştik. Sen dinlemedin, dinini dünyana değiştin. Seni şeytan bağlamış, hadi git artık. Ağlayıp Allah’a (c.c) yalvar, yüzünü yerlere ser!
Yâ Rabbî, beni nefsime bir an bırakma, niyazım daima budur. Beni halimle haşretme, suçlarımı, günahlarımı bağışla.
233
Seherde ağlayan âşıklar, senin için ah eden sadıklar hürmetine, Zat-ı Celâlin hürmetine, Muhammed Mustafa (s.a.v) hakkı için feyzinin kapısından ayırma.
Sana sığındım Allah’ım (c.c), bizi takvalı kişilerden kıl, sana sığınmışların topluluğundan ayırma.
Eğer Allah’ın (c.c) seni bağışlamasını istersen, Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerine İhlâs oku.
MÜNEVVİRE
Bir müridin olmadı oğlu kızı Gel kulağın vir bana dinle sözü
Geldi bir gün dâr-ı şeyhe ol civan Çok tazarru’ itdi kalbinden nihan
Dir ki ey şeyhim sana geldim aman Bir veled virsün Cenâb-ı müstean
Söyledi bu sözleri kalbinden ol Avn-i Hak’la kalb-i şeyhe buldu yol
Muttali oldu o hale kutb-ı Hak Evliyanın serveri ol yüzü ak
Virdi bir elma ana sahib-kerem Nısfını sen nısfını yisün harem
İkiniz de bir veled olsun didi Emr-i şeyhle ol mürid anı yidi
Hamile oldu o gice zevcesi Kalbe sardı aşk-ı Hakk’ın mevcesi
Dir Hudaya ben kimem kıldın nasib Ki bu zata bendeni itdin karib
234
Ya ilâhî lütfuna yokdur şümar Rahmetin deryası bî-hadd ü kenar
Geçdi bir müddet çü doğdu bir gulam Anları şad eyledi Rabb’ül enam
Ey muhibban böyledir gavs-ı cihan Her ne isterse olur o bî-güman
Ger dilerse toprağı kimya ider Lûtf-ı Hak’la mürdeyi ihya ider
Ya Ziyâeddin Ahmed el meded El aman senden meded nur-ı Samed
Mücrimem babında ben rûy-i siyah Gelmişem cürmümle ey şems-i İlâh
Müznibem peygambere yokdur yüzüm Hazreti Allah’a da geçmez sözüm
Yok kapundan başka bir bab-ı necat Ger koğarsan neylesün bunca usat
Senden özge bilmezem ben mülteca Kıl şefaat eylerem senden reca
Nezd-i Hak’da çünki sensin sevgülü Rahm ü şefkat it bize sen ey ulu
Ben de bir Kıtmir-i bab-ı Ahmed’im Bende-i sahib-safa-yı evhadim
Çok günahım Hazreti Ahmed Ziya Sen şefaat eyle nur-ı Kibriya
Kim severse Hazreti Şeyhi eğer Ruh-ı pâke Fâtiha ihda ider
235
ÇOCUKSUZ MÜRİT
Hazreti Şeyh’in (k.s) müridlerinden birinin çocuğu olmuyordu.
Bir gün Şeyh Hazretlerinin (k.s) huzuruna gelip içinden çok yalvardı, kalbinden; “Ey Şeyhim, sana geldim. Cenâb-ı Hakk (c.c) bana bir evlat versin, lütfet.” dedi.
Şeyh Hazretleri (k.s) onun içinden geçen istekleri anlayıp ona bir elma verdi;
- Yarısını sen ye, yarısını da hanımın yesin! Buyurdu.
Mürid o elmayı yedi ve karısı o gece hamile kaldı.
Mürid buna çok sevinip şükürler etti. Hakk (c.c) aşkının dalgası kalbine çarptı. Dedi ki:
- Yâ Rabbî, ben kimim ki, bu kadar büyük bir saadeti bana ihsan ettin; bu kulunu bu büyük zata yakın eyledin. Yâ Rabbî, Senin lütfunun sayısı, sınırı yok, rahmet denizinin kıyısı, kenarı yok.
Müddeti dolunca da bir oğlu oldu, Hakk Teâlâ (c.c) onları bahtiyar etti.
Ey dostlar Gavs Hazretleri (k.s) böyledir. Onun her istediği olur. İsterse toprağı altın yapar, Allah’ın (c.c) izniyle ölüyü diriltir.
Yardım senden ey Ahmet Ziya (k.s) Hazretleri. Suçluyum, kapına kara yüzle geldim.
Peygamber Efendimize (s.a.v) varmaya yüzüm yok, Cenâb-ı Hakk (c.c) duamı kabul etmiyor. Senin kapından
236
başka bir kurtuluş kapısı yok. Buradan kovarsan nereye gideyim?
Senden başka sığınacak yer bilmiyorum. Lütfet, şefaat et çünkü sen Allah’ın (c.c) katında sevgilisin, bize acı.
Ben senin kapında Kıtmir’im, sana bağlıyım. Günahım pek çok, sen yardım et, şefaatçi ol ey Ahmet Ziya (k.s) Hazretleri.
Hazreti Şeyh’i (k.s) kim severse ruhuna Fâtiha hediye eder.
MÜNEVVİRE
Söyledi bir zat-ı akdes bî-güman Dir ki ol kutb-ı Cenâb-ı Müstean
Nezd-i pâkinde bulunmuş bir mürid Bir muhibb-i şeyh zat-ı müsteid
Dir iki oğlum var ey şeyh-i münif Ben dilerdim her biri olsun şerif
Bu sözü kalbden didi itdi niyaz Hazreti şeyh anladı tavl u diraz
Virdi bir mikdar yemiş ol zi-kerem Kutb-ı azam ki o şeyh-i muhterem
Dir ki eklitdi iki tıfl-ı sagir Ol yemişden oldu anlar müstenir
Her ikisi hafız oldu bî-hata Maksadı valid bu idi mutlaka
237
Ya ilâhi lutf u rahmet kıl bize Afv-i isyan ile kıl şefkat bize
Çok günahım gerçi tuğyan itmişem Bî-nihaye cürm ü isyan itmişem
Hazreti şeyhe bağışla ya İlâh Rûz-ı mahşerde beni kılma tebah
Yok kapu başka nere gitsem gerek Sen dururken kime yüz tutsam gerek
Ger şefi’ olsun dilersen Ahmedi Hayrile yâd eyle ruh-ı emcedi
HAFIZ
Çok muhterem bir zat anlatmıştır:
Şeyh Hazretlerinin (k.s) yanına bir gün sadık bir müridi gelip iki oğlunun olduğunu, bunların hayırlı olmalarına himmet eylemesini rica etti.
Hazreti Şeyh (k.s) ona biraz yemiş verdi ve çocuklarına yedirmesini söyledi.
Çocuklar daha küçük yaştaydı, o yemişten yediler ve büyüyüp hafız oldular. Zaten müridin asıl maksadı da buydu, oğullarının hafız olmasını istiyordu.
Yâ Rabbî, bize lütfeyle ve rahmet et, günahlarımızı affet. Çok günah işledim, beni Şeyh Hazretlerine (k.s) bağışla, mahşer gününde perişan eyleme.
238
Senin kapından başka gidecek yerim yok. Senden başka kime yalvarayım?
Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerinin şefâat etmesini istersen, onu hayır dua ile an.
MÜNEVVİRE
Bir sadakat-pîşe bir zat-ı edib Menba-ı hilm ü haya şahs-ı habib
Dir ki bir şeb meclisi üstadda Ol mübarek mecma-ı irşadda
Cem olub cümle müridan-ı izam Her biri pür-neşe olmuşdu müdam
Hazreti üstad-ı azam hub-cemal Adet üzre herkese itdi sual
Yani zikr u hal-i dervişden sorar Kalbi yoklar anda zevk’ullah arar
Gezdiler huddam-ı hazret ber-meram Kıldılar bazı müridanı bekâm
İstedim ben de gönülden hazreti Ben fakire kimse itmez rağbeti
Söyledim yarab olaydı pirimiz Ol Hasan Hilmi meh-i iksirimiz
Vasıta olsaydı şimdi bizlere Bu günahkâr bîkes ü acizlere
Geyve’deydi çünki ol demde bu mah Zat-ı pâk-i pür-safa şefkat-penah
239
Bu havatır kalbe kıldıkda hutur Hicr ü firkat ateşi itdi zuhur
Bir refik buldum o demde bî-teab Geyve’ye azmeylemekçün derakab
Söz virüb yekdigere itdik uhud Hanemizden harc içün aldık nukud
Hem sabah hatminde biz hazır idik Vech-i pâk-i Hazrete nâzır idik
Hatmimiz bittikde mahbub-ı İlâh Lutfile bizden yana kıldı nigah
Dir ne isterler bu askerler meger Söylesünler bir meram varsa eger
Biz sükût itdik dimezdik keyf ü kem San işitmezdik kelâmı biz asam
Bir daha tekrar idüb Ahmed Ziya Dir ne isterler bu insanlar aya
Biz yine susduk dimezdik bir kelâm Bu sözü tekrar iderdi ol hümam
Çünki hazret gitdi devlethaneye Biz de azm itdik sûy-i cânâneye
Geyve’ye gitdik nihayet o zaman Hazreti Hilmi’yi gördük şâdüman
Dir bizi gördükde ol kân-ı kerem Hazreti Hilmi Cenâb-ı muhterem
Merhaba hoş geldiniz dir ey habib Yok size lakin bugünlerde nasib
Ger mukaddem bu diyara gelseniz Üç gün akdem burada hazır olsanız
240
Halvete kordum sizi bî-în ü han Leyki olmaz şimdi geçdi o zaman
Anladım ol demde ben noksanımı İtiraf itdim bütün isyanımı
Bir havatır gör ki neyler dervişi Derviş ol kalbden çıkar her teşvişi
Bir veli her ne meram eylerse ger Diğeri de ol meram üzre gezer
Hasılı Ahmed Ziya şeyh-i kebir Ol kerâmet menbaı ol destgîr
Manevi kuvvetle irşad eyledi Âcizi dilsir ü dilşad eyledi
Çünki gelmek istedik İstanbul’a İttifakan geceden çıkdık yola
Yolda olduk hayli müddet biz revan Vadi-i zulmetde kaldık bir zaman
Şebde zulmet serde gurbet ol hazin Gökde dehşet dilde vahşet bî-muin
Korkub gitdikçe teşeddüd eyledi Gûşuma bir merd-i gaib söyledi
Guyiya söyler ki ey şahs-ı garib Ben seni terk itmezem korkma habib
Çün nazar kıldım yeminimden yana Hazreti Hilmi bakar gördüm bana
İstedim atdan aşağı inmeği Hâk-i pây-i hazrete yüz sürmeği
Dir işaretle otur kalkma sakın İşte ben yanındayım olma hazin
241
Hem tebessüm eyler ol zat-ı şerif Korkma dir daim bana pîr-i münif
Biz bu hal üzre giderdik bir zaman Ta ki zulmet gitdi nur oldu ayan
Elveda itdi bana ol can-ı can Hem o demde oldu gözlerden nihan
Gitdi korku geldi feyz olduk emin Neş’edar oldu kulûb-ı aşıkin
Güfte-i “men lem yekün üstadühu Kâne şeytanün lehü üstadühu”
Sırrı zahir oldu burda ey habib Hüzn ü gam gitdi ferh oldu nasib
Gör ki sâdât-ı izam neyler seni Anları inkâr idüb olma denî
Fevziya insafa gel insafa gel Dilden inkârı bırak insafa gel
Aynıdır yekdiğerinin sâdât-ı Hak Anları sev olma erbab-ı nifak
Ya ilâhi nefse terk itme bizi Sakla şerrinden anın cümlemizi
Sev Cenâb-ı Ahmed’i insan isen Ruh-ı pür-feyze oku ihvan isen
VELİLER BİRBİRİNİN AYNIDIR
Çok sadakatli, edepli, güzel ahlâklı bir zat şunları anlatmıştır:
“Bir gece Şeyh Hazretlerinin (k.s) meclisinde zevk ve neşe içinde oturuyorduk.
242
Hazreti Şeyh (k.s) âdeti olduğu üzere müridlerinin zikirlerini ve hallerini soruyor, kalplerinde Allah (c.c) zikrinin zevki olup olmadığına bakıyordu.
Hizmet edenler müridleri dolaşıp onları memnun ettiler, bana gelmediler.
Ben de içimden şöyle geçirdim: “Yâ Rabbî, benim hâlimi soran olmadı. Şimdi Hasan Hilmi (k.s) Hazretleri burada olsaydı, onun vasıtasıyla Şeyh Hazretlerinin (k.s) iltifâtına nâil olurdum.”
Bu düşünceyle, o sırada Geyve’de bulunan Hasan Hilmi (k.s) Hazretlerine derin bir özlem duydum ve bir arkadaşla birlikte Geyve’ye gitmek üzere sözleştik.
Evlerimize gidip yanımıza harçlık aldık, sabah hatmi hâcegânı sırasında Şeyh Hazretlerinin (k.s) huzurunda hazır olduk. Hatim bitince Şeyh Hazretleri (k.s) bize baktı ve
- Bu dervişlerin istekleri nedir? Bir dilekleri varsa söylesinler! Dedi.
Biz hiçbir şey söylemedik, sağırmışız da duymamışız gibi sessiz durduk. Hazreti Şeyh (k.s) tekrar;
- Bu adamlar ne istiyor? diye sordu. Biz yine sustuk, birkaç kere sorduysa da cevap vermedik.
Şeyh Hazretleri (k.s) evine girince biz de Geyve’ye doğru yola çıktık.
Hasan Hilmi (k.s) Hazretlerine kavuştuğumuzda bize;
243
- Hoş geldiniz ama size bugünlerde bir nasip yok. Üç gün önce gelmiş olsaydınız, sizi halvete koyardım. Şimdi vakit geçti, olmaz artık! dedi.
O zaman hatamı anladım, günahımı kendi kendime itiraf ettim. Bir düşünce bizi engellemiş, gönlümüzü karıştırmıştı.
Velinin biri ne isterse, diğer veli de aynısını ister. Ahmet Ziya (k.s) Hazretleri beni mânevi kuvvetiyle aydınlatıp aklımı başıma getirdi, dağılan gönlümü topladı.
İstanbul’a dönmek için geceleyin yola çıktık. Uzun müddet gittikten sonra karanlık bir vadiye geldik, korkmaya başladık. Korkumuz gittikçe arttı. Birden bir ses işittim;
- Ben seni bırakmam, korkma! diyordu.
Sağ tarafıma dönünce Hasan Hilmi (k.s) Hazretlerini gördüm. Hemen attan inip ayaklarına kapanmaya davrandım ama bana:
- Yerinde otur, sakın kalkma, işte ben yanındayım, üzülme! dedi.
Hep gülümsüyor ve bana “korkma!” diyordu.
Böyle epeyce gittikten sonra ortalık aydınlandı. O zaman Hasan Hilmi (k.s) bize veda ederek ayrıldı ve gözden kayboldu.
Korkumuz gitmiş, feyizlenmiştik, neşemiz yerine gelmişti.
Burada “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” sözünün sırrı belli oldu.
244
Velilerin sana nasıl yardım ettiklerini gör, onları inkâr eden alçaklardan olma.
Ey Fevzi, gönülden inkârı çıkar, insafa gel. Veliler birbirinin aynısıdır. Onları sev, münafıklardan olma.
Yâ Rabbî, bizi nefsimize bırakma, nefsin şerrinden hepimizi koru.
İnsan isen Ahmet Ziya (k.s) Hazretleri’ni sev, din kardeşiysen onun feyiz dolu ruhuna Fâtiha ve İhlâs oku.
MÜNEVVİRE
Bu söze emsal olur bir kıssa var Bu kerâmetde dahi çok hıssa var
Bir ticaret sahibi bir ehl-i hal Bir gece almış evinden hayli mal
Gitmek ister bir kaza-yı diğere Şeb karanlık leyki muhtac rehbere
Hem mesafe çok uzak yol tehlike Yalınız gitmek anın çün mehleke
Gitmeğe çıkdı velakin yok refik Nefs ü şeytan oldular bir müttefik
Hayli müddet gitdi o tenha garib Başladı korkutmağa nefs-i keib
Korkusu itdikçe itdi izdiyad Çokça tahvif itdi div-i bed-nihad
Korkusundan aklı oldu serseri Kapladı dehşet serapa yerleri
245
Aklını devşirdi oldu bî-mecal Bakdı ki söz söylemek emr-i muhal
Kalbine geldi heman Ahmed Ziya Gavs-ı azam nur-ı pâk-i Kibriya
Bakdı bir esb-i sefid üzre süvar Hazreti Ahmed veliyy-i Girdigâr
Ön tarafdan gitmede pîr-i şefik Gördü şâd oldu didi nî’merrefik
Sür’at itdi ol zaman merd-i garib Ta yetişdi hazrete oldu karib
Didi korkma sen merabıt ol bize Biz muiniz mültecayız acize
Hak bize in’am ü ihsan eyledi Bizleri kehf-i gariban eyledi
Biz güruh-ı evliya rehberleriz Bendegâna daima lütfeyleriz
İzn-i Hak’la bizde olmaz sağ u sol Hem uzak olmaz bize rah-ı vüsul
Korkma korkma biz refik olduk sana Sen azimet eyle maksuddan yana
Atdan indi ol mürid-i muhterem Gördü yok Ahmed Ziya kân-ı kerem
Dir ne hal oldu bana eyvah medet Sen bana rahmeyle ey rabb-ı Samed
Bindi bu hal üzre ata ol kişi Artdı gittikçe demadem teşvişe
Gördü tekrar hazreti şeyhi o zat Derakab memnun olub koşdurdu at
246
Vardı tekrar gördü yok pîr-i münir Def’a bindi gördü hazır destgîr
Hasılı hayli mesafe gitdiler Hazreti şeyhle refakat itdiler
Akıbet oldu bu hal üzre sabah Havf ü haşyetden mürid buldu felah
Rabıta eyle Cenâb-ı Ahmed’e Kutb-ı Hakk’a zat-ı pâk-i emcede
Rehber-i rah-ı Huda’dır rabıta Mucibi nur-ı hüdadır rabıta
Bâb-ı pür-feyz-i saadet rabıta Mûsıl-ı gülzar-ı izzet rabıta
Her müride rabıta şehrah olur Kim ki itmez rabıta gümrah olur
Sen kulak virme o münkir sözüne Anların şeytan üfürmüş yüzüne
Sev Cenâb-ı Ahmedi ol mutemed Gel oku sen kul hü vallahü ahad
Gel ey münkir bu inkârdan ne buldun Ki mü’minsin senin şânındır ikrar
Vilayet ehlini tekzibi dersin Seni mahv itdi ehlullahı inkâr
Görürsün halık-ı âdâtı bunca İdersin fikr-i mezmumunda ısrar
Beni inkâr içün nefse bırakma Sana geldim ilâhi Hayy u Gaffar
Kusurum çok erenler dergâhında Beni setr it ki sensin aybı settar
247
YOLDAŞ
Yukarıdaki menkıbeye benzer ibretli bir kıssa daha
anlatayım: Tüccarın birinin bir gece evinden birçok mal alıp başka
bir yere götürmesi gerekmişti. Ama yol uzun ve tehlikeliydi. Kendisine yoldaş olacak
bir arkadaş da bulamamıştı. Bir süre gittikten sonra korkmaya başladı. Korkusu
gittikçe arttı, nefsi şeytanla birlikte korkusunu iyice çoğalttı. Aklını toparlayıp korkusunu yenemeyince kalbinden
Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerine sığındı. Bir de baktı ki, bir kıratın üzerinde Ahmet Ziya (k.s)
Hazretleri en önde gidiyor. Çok sevinip hızlandı, ona yetişmeye çalıştı. Yaklaşınca,
Şeyh Hazretleri (k.s) ona şöyle buyurdu: - Korkma! gönlünü bize bağla. Biz yardım isteyen
âcizlere yardımcıyız. Cenâb-ı Hakk (c.c) lütfetti, bizi gariplerin sığınağı kıldı. Biz evliya grubu müridlere rehber olur, yardım ederiz. Hakk’ın (c.c) izniyle bizde sağ sol olmaz. Erenlerin sağı solu olmaz. Bize varılacak yer uzak olmaz. Korkma, biz sana yoldaş olduk, sen maksadını bize arz et, niyetini temiz tut.
Tüccar mürid Şeyh’i görüp hürmeten attan inince Şeyh Hazretleri (k.s) gözden kayboldu.
Bunun üzerine yine korkuya düştü. Bana neler oluyor, eyvah diye tasalanarak atına bindi. Şeyh Hazretlerinin (k.s) yine önünde gittiğini gördü. Sevinip atını koşturdu.
Yanına yaklaşınca attan indi, fakat Şeyh Hazretlerini (k.s) yine göremedi. Atına bindi, Hazreti Şeyh (k.s) önündeydi.
248
Böylece uzun mesafe, sabaha kadar gittiler. Güneş doğup gündüz olunca müridin korkusu kalmadı, kurtuluşa erdi.
Sen Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerine kalbini bağla, o Hakk (c.c) kutbudur, Hakk (c.c) yolunun rehberidir. Kalbini ona bağlamak doğru yolu buldurur sana.
Rabıta çok saadetli bir feyzdir, Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) dergâhına kavuşturur. Rabıta her mürid için geniş bir caddedir, rabıta etmeyen yolunu şaşırır.
Sen inkârcıları dinleme, onların yüzüne şeytan üfürmüştür.
Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerini sev ve güven, onun ruhuna İhlâs oku.
Ey inkârcı, inkâr etmekle eline ne geçti? mü’min isen inanman gerekir.
Evliyayı inkâr etmen seni mahvetti. Bu kadar olağanüstü kerâmetlerini gördüğün halde inkârında ısrar edersin.
Yâ Rabbî, beni inkârcı nefsin elinde bırakma. Ey Hayy ve Gaffar olan Allah’ım (c.c), erenler
dergâhında kusurum çok, benim günahlarımı ört; sen Settar’sın, ayıpları örtücüsün.
MÜNEVVİRE
Söyledi bir merd-i sadık bi-hilaf Doğru sözdür sanma ki laf-ı güzaf
Gördü bir vak’a bu çeşmim bi-hicab Abdırahman bey ki zat-ı müstecab
Ehl-i takvadan mukaddes muhterem Menba-ı zühd ü edeb kân-ı kerem
249
Halet-i nez’e karib nezdindeyim Hanedana tesliyet kaydındayım
Hücresinde var idi birkaç nisa Gözleri kan dökmede subh u mesa
Hayli dem yummuşdu dünyadan gözün Hâdim’ül lezzata dönmüşdü yüzün
Bir de bakdım gözlerin açmış durur Kükremiş arslan misali oturur
Dir çekilsünler bu zenler ya meger Başları üzre bürünsün sütreler
Hücremi teşrif ider zat-ı fuhul Mahremimdir anlara namahrem ol
Bu kelamı söyledi diz çökdü hem Başladı yaş dökmeğe âl-i himem
Bu makamda geçdi bir hayli zaman Bir beşaşetle gözün açdı heman
Dir şükür Allah’a ref’ oldu zülem Hazreti şeyh cürmüme çekdi kalem
Defterin bir canibi isyan ile Karalanmış köşesi tuğyan ile
Şübhe yok bu vak’ayı gördüm temam Hazreti Ahmed virdi selam
Ağlama dir derde dermanız bu dem Mültecayız kehf-i emanız bu dem
Sahib-i bâb-ı saadet bizleriz Şah-ı evreng-i şefaat bizleriz
Biz güruh-ı evliyayız mükrimiz Destgîr-i bendegân-ı mücrimiz
250
İşte sildim defterinden karayı Biz siyanet eyleriz bî-çareyi
Bir de gördüm defter-i cürmüm sefid Menba-ı feyzimden oldum müstefid
Bu vekayi’ şimdi itmişdir zuhur İşte şimdi gitdi o zat-ı tahur
Pek aceb sizler bu işden bî-haber Bu acaib-i vak’a emr-i muteber
Mîr-i merhum söyledi bu sözleri Reşk-i hasretle lebaleb gözleri
Bir kez Allah sayhası çekdi lisan Emr-i “irci’i” ye meyl itdi cenan
Böyle teslim-i ruh eyler müttakin Rahmetullahi aleyh ecmain
Kim severse hazreti şeyhi eger Ruh-ı pâke Fâtiha ihda ider
MÜRİDİN VEFATI
Sadık müridin biri bizzat gözlerimle gördüm diyerek
şöyle anlatmıştır: Abdurrahman Bey isminde takva sahibi, dünyadan el
çekmiş, edepli ve muhterem bir zatın vefat etmek üzere olduğu sırada yanındaydım.
Onun yakınlarını teselli etmeye çalışıyordum. Odada sabah akşam devamlı ağlamakta olan birkaç da kadın vardı.
Hastanın uzun süredir gözleri kapalıydı. Birden gözlerini açtı, heybetle doğrulup oturdu ve aslan gibi kükredi:
251
- “Bu kadınlar buradan çıksın! yahut başlarını örtsünler. Yüce bir zat geliyor. Bunlara nâmahremdir!” deyip diz çöktü ve ağlamaya başladı.
Uzun süre bu şekilde durduktan sonra birden gözlerini sevinç içinde açtı ve dedi ki:
- “Allah’a (c.c) çok şükür, karanlıklar gitti, günahlarım silindi. Amel defterimin bir tarafı günahlarla kapkara olmuştu.
Ahmet Ziya (k.s) Hazretleri gelip selâm verdi ve dedi ki: Ağlama, ben şimdi senin derdine derman ederim. Biz bugün için emniyetli bir sığınağız. Saadet kapısının sahipleriyiz, şefâat tahtının padişahlarıyız. Biz veliler misafirlerimize ikram eder, günahkâr müridlerin elinden tutar, yardımcı oluruz. Çaresizleri koruruz. İşte, defterindeki kara yazıları siliyorum.
Baktım ki, defterimdeki günah sayfaları bembeyaz olmuş. Onun feyiz kaynağından işte böyle faydalandım. Bu hâdise şimdi burada oldu, Şeyh Hazretleri (k.s) buradaydı, şimdi gitti. Ama şaşılacak şey ki, sizler göremediniz.”
O rahmetli bey hasret gözyaşları içinde bunları söyledi. Sonra bir kere;
- Allah (c.c)! diye haykırdı ve “Bana geri dön” emrine uyup ruhunu teslim etti.
Allah (c.c) hepsine rahmet eylesin. Şeyh Hazretlerini seven, onun ruhuna Fâtiha hediye
eder.
252
MÜNEVVİRE
Bir hikâyet dinledim ey sâmiin Ki ana hayran olur ehl-i zemin
Söyledi bir zat ki tavrı müstakim Sadık’ul kavl-i kerim ibni kerim
Dir ki halvetde bulundum bir zaman Âdet üzre geldi ol kutb-ı cihan
Her ne lâzımsa sülûk erbabına Anı ta’lim eyledi ashabına
Lâkin ol pir-i münir-i destgîr Sâbıkinden eyledi ders-i kesir
Kalbime geldi ki ey zat-ı şerif Hâce-i müşkil-küşa şeyh-i münif
Çokça itdin sohbeti tûl u diraz Anı taklil itsen olmaz mı biraz
Ger kemal-i zatını izhar ise İlm ü fazlın bizlere iş’ar ise
Biz seni tasdik idüb olduk emin Fazlına herkes ider sad sad yemin
Bu havatır geldi çün bî-ihtiyar Tevbe itdim çokca kıldım i’tizar
Gitdi Hazret çün ki yatdım nevme ben Başladım nefs-i leimi levme ben
Her ne hal olduysa ayık ya ki hab Halveti doldurdu nur-ı müstetab
Gördüm ol dem Hazreti Ahmed Ziya Gavs-ı azam abd-i mahz-ı Kibriya
253
Yümn ü izzetle cülus bitmiş durur Halvettin bir köşesinde oturur
Bir mehabet kaplamış arz u sema Halveti kılmış münevver seyyima
Her nere baksam anı gördüm ayan Aşikâre bir Ziya cümle nihan
Dir ne zannetdin meşayih böyledir Her ne söylerlerse Allah söyledir
Bir tezelzül aldı endam ım hemin Ol beni irşad ider bildim yakin
Ol zaman ki Hazret itmişdi nida Bakdım ol ses olmamış benden cüda
Hem mehabet gitmemiş meydanda nur Tevbe itdim istedim afv-i Gafur
İrtesi dersinde ol sahib-kerem Nur-ı ayn-ı asfiya ol zi-himem
Dir veliler nurunu bazı zaman Gösterirler ki gide vehm ü güman
Lâkin ol nur zerreden olmaz mezid Mahvolur ger cümlesin görse mürid
Ya İlâhî çok şükür bu bendeyi Bu günahkâr FEVZİ-i şermendeyi
Müntesib kıldın Cenâb-ı Ahmed’e Öyle bir zat-ı mukaddes emcede
N’ola afveyle günahım Girdigâr Cümle ihvanımla ey Perverdigâr
Ger dilersen afv ide zat-ı Samed Oku Şeyh’e kulhü vallaü ahad
254
ŞEYHİN NURU
Ey dinleyiciler! Doğru sözlü, temiz soylu, güzel ahlâklı
bir zattan aşağıdaki hayranlık verici şeyleri dinledim: Bir zamanlar Şeyh Hazretleri (k.s) bizi halvete koymuş,
halvetteyken ne yapmamız gerektiğini anlatmıştı. Lâkin eski dersleri de tekrarlayarak sözü uzattı. Bunun üzerine kalbimden şu düşünce geçti:
“Aziz Şeyhim, çok uzun anlattın, biraz kısa kessen olmaz mı? İlmini, üstünlüklerini göstermek istiyorsan gerek yok ki. Senin büyüklüğünü, yüceliğini herkes bilir ve buna yüzlerce defa yemin eder.”
Ama hemen bu düşünceyi def edip içimden tövbeler ettim, affımı diledim.
Şeyh Hazretleri (k.s) gitti, ben de nefsimi kötüleyip tövbe estağfurullah diyerek yattım.
Birden nasıl oldu, uykuda mıyım yoksa uyanık mıyım, bilemiyorum; her yeri nur kapladı. Baktım ki, Ahmet Ziya (k.s) Hazretleri odanın bir köşesinde oturuyor. Heybeti her yeri kaplamış, halvet odası nurla dolmuştu. Nereye baksam onu görüyordum. Odanın her yerinde o vardı, ondan başka bir şey yoktu. Dedi ki:
- Sen ne sandın? Şeyhler böyledir, onları Cenâb-ı Hakk (c.c) söyletir, kendilerinden söylemezler.
Bunun bana ikaz olduğunu anladım, her yanım titremeye başladı. Onun sesi hep devam ediyordu, kesilmedi, heybeti ve nuru da gitmedi. Tövbeler ettim, aflar diledim.
Ertesi dersimde Şeyh Hazretleri (k.s) buyurdu ki:
255
- Şeyhler müridlerin vehim ve şüphelerini gidermek için bazen nurlarını gösterirler. Lâkin ancak bir zerresini gösterirler. Eğer tam olarak gösterseler, mürid dayanamaz, mahvolur.
Yâ Rabbî, Sana sonsuz şükürler olsun ki, bu günahkâr kul Fevzi’nin böyle ulu bir şeyhe bağlanmasını nasip ettin. Yâ Rabbî, bütün kardeşlerimle birlikte hepimizin günahını bağışla.
Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) seni affetmesini istersen, Şeyh Hazretlerinin (k.s) ruhuna İhlâs oku.
Gönül pervaz idüb uçdu didim murg-ı hevâdır bu
Gidüb gülzâra çün kondu didi aşk-ı Ziyadır bu Didi sırrım teeddüb kıl ki bir hâb-ı hayâdır bu
Erîke üzre bir hûb-rû ki dirsin Mustafa’dır bu Didim kim bu serir-ârâ didi Ahmed Ziya’dır bu
Menekşe serfüru’ itmiş bekâda lâle vü sünbül Kızarmış gül hicâbından figan eyler dahi bülbül Ruhında hâlini görmüş sararmış dâne-i fülfül
Erîke üzre bir hûb-rû ki dirsin Mustafa’dır bu Didim kim bu serir-ârâ didi Ahmed Ziya’dır bu
Gehi pertâb idüb zülfün dil-i uşşâkı mest eyler Gehi lutfeyleyüb bazen anın gönlün dürüst eyler Nazar kılsa eger taşa nigâhı anı süst eyler
Erîke üzre bir hûb-rû ki dirsin Mustafa’dır bu Didim kim bu serir-ârâ didi Ahmed Ziya’dır bu
Sezâdır âşıka herdem seherlerde figan itmek Devâdır sâdıka şâhım anınçün terk-i can itmek Dilâ gizle bu sırrı sen ki lâzımdır nihân itmek
Erîke üzre bir hûb-rû ki dirsin Mustafa’dır bu Didim kim bu serir-ârâ didi Ahmed Ziya’dır bu
256
Salâdır FEVZİYA bugün bütün uşşâk u yârâna Ki gördüm şemsi ben artık nazar kılmam bir elvâna Haber virdim ben evsâfın bilen gelsün bu meydâna
Erîke üzre bir hûb-rû ki dirsin Mustafa’dır bu Didim kim bu serir-ârâ didi Ahmed Ziya’dır bu
Değil medh eylemek haddim merâmım bir şefaatdir Anı medh eylemek canım hakikatde saadetdir Ziya’ya buğz iden ahmak denî ehl-i şekavetdir
Erîke üzre bir hûb-rû ki dirsin Mustafa’dır bu Didim kim bu serir-ârâ didi Ahmed Ziya’dır bu
BU AHMED ZİYA’DIR
Gönül kuş gibi uçtu, gül bahçesine kondu ve dedi ki: “Bu
Ahmed Ziya (k.s) Hazretlerinin aşkıdır, sırrıma edepli davran, ona hürmet etmek lâzımdır!”
Taht üzerinde o kadar güzeldi ki, onu Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v) sanırdınız. Taht üzerindeki bu azîz zat kimdir? Dedim. O Ahmed Ziya (k.s) Hazretleridir dediler.
Menekşe başını eğmiş, lâle ve sünbül ağlamada, gül utancından kızarmış, bülbül feryat etmede. Yanağındaki beni görünce karabiber tanesi kıskançlıktan sararmış.
Taht üzerinde o kadar güzeldi ki onu Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v) sanırdınız. Taht üzerindeki bu aziz zat kimdir? dedim. O Ahmet Ziya (k.s) Hazretleridir dediler.
Zülfün bazen hareket edip âşıkları sarhoş eyler, bazen de lütfedip sakin durur, gönülleri sakinleştirir. Taşa baksa, bakışı taşı köpük gibi yumşatır.
257
Taht üzerinde o kadar güzeldi ki onu Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v) sanırdınız. Taht üzerindeki bu azîz zat kimdir? dedim. O Ahmet Ziya (k.s) Hazretleridir dediler.
Âşıklara seherlerde ağlamak yaraşır. Sadıkların uğrunda can vermesi dertlerine dermandır. Ey dost, sen bu sırrı sakla, onu gizlemek lâzımdır.
Taht üzerinde o kadar güzeldi ki onu Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v) sanırdınız. Taht üzerindeki bu aziz zat kimdir? dedim. O Ahmet Ziya (k.s) Hazretleridir dediler.
Fevzi bu gün bütün dostlara, âşıklara ilan ediyorum ki, ben güneşi görmüşüm, başka renklere bakmam artık. Onun vasıflarını anlattım, kıymet bilenler buraya gelsin.
Taht üzerinde o kadar güzeldi ki onu Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v) sanırdınız. Taht üzerindeki bu aziz zat kimdir? dedim. O Ahmet Ziya (k.s) Hazretleridir dediler.
Maksadım onu övmek değil ondan şefaat dilemektir.
Zaten onu methetmek benim haddime düşmez ama vasıflarını söylemek büyük mutluluk veriyor. Onu sevmeyen ahmak, alçak ve cehennemliktir.
Taht üzerinde o kadar güzeldi ki onu Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v) sanırdınız. Taht üzerindeki bu aziz zat kimdir? dedim. O Ahmet Ziya (k.s) Hazretleridir! dediler.
258
MÜNEVVİRE
Rivayet eyledi ehl-i dirâyet Sadâkat üzre eylerler hikâyet
Hased itdi cemi’-i ehl-i tedris Bu yolda anları kandırdı İblis
Didiler gelmesün derse o hazret Bu yerde yok ana bir türlü mühlet
Okutsun başka yerde ders ü devri Bu dürlü itdiler ol mâha cevri
Nihayet darb ü şetme itdi ısrar Cemi’-i ehl-i zor erbab-ı inkâr
Müheyya bir sabah ashab-ı tuğyan Gelür ol sahib-i enva-ı burhan
Cülûs eyler reis-i ehl-i irfan Konar re’s-i şerife şah-ı murgan
Yeşil bir kuş idi dirler o mahlûk Ana hayran olurdu cümle mahlûk
Güğercin şekline benzerdi ol kuş Vücudu sert eser olmuşdu menkuş
Oturdu re’s-i hazretde o hayvan Muarızlar bu işde oldu hayran
Temam oldukda ders uçdu hevaya Bu iş hayret virirdi masivaya
Görünce hârık-ı âdâtı bunlar Duyunca rıf’at-i sâdâtı bunlar
Tehî olmaz didiler böyle bir kâr Kemâl-i hazreti itdiler ikrar
259
Gör ey münkir neler eyler veliler Bunu görmez gözü kördür deliler
Bu işde var acaib sırr u hikmet Anı idrak ider erbab-ı dikkat
Habibullah’a olmuşdur bu halet Ki tuğyan itdi erbab-ı şekavet
Ana kasd itdi kâfirler bilürsin Bunu bî-şübhe sen tasdik kılursın
Güğercin hidmet itdi Mustafa’ya Anı göstermedi ehl-i şekaya
Eger aklın başında varsa ey can Bu esrarı düşün de eyle iz’an
İlahi hazreti Ahmed Ziya’dan Ayırma bizleri ol pür-safadan
Seni afv itsün istersen o vallah Oku ruh-ı Ziya’ya kul hü vallah
GÜVERCİN
Sözüne inanılan, güvenilir kişiler anlatmışlardır: Talebeler şeytana aldanıp Şeyh Hazretlerine (k.s) karşı
çıktılar, derse girmesini istemediler. Başka yerde ders versin diye ayaklandılar.
Bu zorbalar ve inkârcılar dövüp sövmeye bile kalkıştılar, bu kadar ileri gittiler.
Bir gün yine itiraz etmek için hazırlanmışlarken, Şeyh Hazretleri (k.s) derse girdi.
260
Kürsüye otururken başına çok güzel, yeşil bir kuş kondu. Güvercine benziyordu, üzeri renkli, nakışlarla süslüydü.
Ders bitinceye kadar Şeyh Hazretlerinin (k.s) başında oturdu. Talebeler hayran kalıp sessizce dersi dinlediler. Ders bitince uçup gitti.
İnkârcılar bunu görüp duyunca Şeyh Hazretlerinin (k.s) yüksek derecesini anladılar ve seslerini kesip teslim oldular.
Onun büyüklüğünü görmeyenlerin gönül gözleri kördür veya delidirler.
Bu işte bir sır ve hikmet vardır, onu ancak dikkat edenler anlayabilir. Şöyle ki:
Peygamber Efendimize de (s.a.v) kâfirler baş kaldırmış, canına kastetmişlerdi, bunu herkes bilir. O zaman Medine’ye hicret etmiş, yolda Hz. Ebu Bekir (r.a) ile bir mağaraya girdiklerinde bir güvercin mağaranın girişinde yuva yapmış, Cenâb-ı Hakk (c.c) onu bu güvercinle düşman gözlerinden saklamıştı.
Aklın varsa düşün ve bu sırrın hikmetini anla. Yarabbî, bizleri Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerinden ayırma. Allah’ın (c.c) seni affetmesini istiyorsan Ahmet Ziya (k.s)
Hazretlerinin ruhuna İhlâs oku.
Hep görenler şeyhi dirler ne ra’nadır bu şeyh İsmi Ahmed bir bilinmez gizli mânâdır bu şeyh
Hem makamın nice yüz bince melâik devrider Sad hezâran arşa fâik kutb-ı bâlâdır bu şeyh
Nice yüz bin hûr u gılman kalb-i şeyhde gizlidir Şübhe itmem cennet-i âlâdan âlâdır bu şeyh
261
He ne dürlü medh idersem binde bir vasfı değil Sırr-ı lâhutla şeref-yab abd-i Mevlâ’dır bu şeyh
Ger bu dürlü mürşidin medhini ifrat diseler FEVZİ dir ki bir Ziya’yı cennet-ârâdır bu şeyh
BU ŞEYH
Şeyh Hazretlerini (k.s) görenler; bu ne kadar güzel, hoş
bir şeyhtir derler. İsmi Ahmed’dir ama iç yüzü bilinmez Allah’ın (c.c) bir gizli sırrıdır o.
Onun makamını yüz binlerce melek tavaf eder, yüz binlerce arştan üstün, yüce bir kutuptur.
Şeyhin kalbinde yüz binlerce huri ve gılman saklıdır. Bu şeyhin cennet-i âlâdan daha yüce olduğuna asla şüphe etmiyorum.
Onu ne kadar översem öveyim, vasıflarından binde birini bile belirtmiş olamam. Bu şeyh ilâhî sırlarla şereflenmiş bir Allah (k.s) kuludur.
Şeyhimi övmemi abartılı bulanlar olursa derim ki, bu şeyh cennet süsleyen bir ışıktır.
MÜNEVVİRE
Bir ziyafet eylemişdir ol kerîm Hazreti Yuşa’da bir cemm-i azîm
Üç yüzü geçmişdi ihvan-ı güzîn Belki dört yüzdü cemi-i mü’minin
Bir koyun kesdi o hazret didiler Ol cemaat cümle andan yidiler
262
Her biri yerdi tükenmezdi taam Ol taamdan ekliderdi hâs u âm
Seyyid’ül kavm olmağın ol zî-kerem Hidmet eylerdi o kutb-ı muhterem
Bu makamda çok iderdi hürmeti Sen de terk itme o âli sünneti
Beykoz’u teşrif iderdi her zaman Hayme kurmuşdu Çayır’da bir zaman
Çok teferrücler iderdi pîrimiz Şeyhimiz Ahmed Ziya iksirimiz
Sen oku bir Fâtiha üstada gel Ruh-ı pâki yâd it istimdada gel
ZİYAFET
Şeyh Hazretleri (k.s) bir gün Yuşa’da büyük bir ziyafet
vermişti. Üç yüz müridle birlikte dört yüz kadar misafir vardı.
Şeyh Hazretleri (k.s) bir tane koyun kestirdi, ondan herkes yedi.
Hazreti Şeyh (k.s) bizzat kendisi davetlilere saygı göstererek hizmet ettti. Zira büyüklerin misafire hizmet etmesi sünnettir, sen de bu güzel sünneti bırakma.
Şeyh Hazretleri (k.s) Beykoz’a sık sık gelir, Beykoz çayırına çadır kurardı.
Sen temiz ruhuna Fâtiha okuyarak Hazreti Şeyhten (k.s) yardım istemeye gel.
263
MÜNEVVİRE
Bir kerâmet nakl idem ihvan-ı din Bu makamda ibret olsun sâmiin
Hazreti Ahmed Ziya kutb-ı zaman Didiler Beykoz’da ol can-ı cihan
Çayır’ı teşrif idüb serv-i hıram Canşîn olmuşdu ber-vefk-i meram
Çevresinde hâdimin olmuşdu hoş Her biri meczûb u medhûş u hâmuş
Bir Yahudi milletinden nâgihan Bir cemaat geldi erkekle zenan
Hasta var bir zengi var gayetle zaif Pister ü bâline kondu ol nahif
Pişügâhında Cenâb-ı Hakkazretin Ol Ziyâüddinü kutb-ı izzetin
Yer tutub bunlar oturdu her biri Bir yere cem oldu birkaç dilberi
Çün teganni itdiler onlar hemin O mahalden kalkdı şeyh-i gül-cebin
Rıhlete yüz tutdu o gerdun-süvar Hazreti Ahmed Ziya takva-şiar
Dir Yahudiler niçin gitdi bu zat Kimlere incindi bu âli-sıfat
Biz onunçün hoş teganni söyleriz Nezd-i pâkinde teberrük eyleriz
Gitmesün dursun recamız var bu dem Hastamız vardır ona kılsun himem
264
Zannımızca ihtiram itdik ona Güyiya tatyib-i kâm itdik ona
Bilmedik bizler ezâlar eyledik Bî-edeblik nâ-sezâlık eyledik
Merhamet kılsun bize bâri nolur Bir dua itse mariz sıhhat bulur
Ruhsat itse bizlere bir dem meğer Destini pûs eylemek cana değer
İzn-i şeyhle hastamız gelsün bu dem Hâk-i pâye yüz sürüb öpsün kadem
Çünki arzetti bu hâli hâdimîn Hem kabul itdi o sultan-ı yakîn
Geldiler bir bir Yahudiler beru Onları redditmedi ol hûb-rû
Dir görenler pek edebli geldiler Hâk-i pây-i Hazret’i pûs itdiler
Hasta eyler ah ider eyler niyaz Hâk-i pâye yüz sürer tûl u diraz
Bir mehabet kapladı o yerleri Lâ mahâle mest ider münkirleri
Heybetinden titredi arz u sema Hâdimin ağlardı ol dem seyyima
Feyz-i Hak’dan dağlar oldu gülsitan Nur ile doldu kulûb-ı âşıkan
Hem bu heybetden biri âşıkların Sayha urdu ordaki sâdıkların
Mest ü medhûş oldu oldu düşdü yerlere Sayhasından sekre geldi serlere
265
Görmedik dirler bu türlü heybeti Duymadık asla bu feyz ü rif’ati
Zann-ı kasır böyledir ol keslere Ol Yahudi milleti bîkeslere
Dünyevi gayet büyük bir lûtf olur Ya olur ki akıbet iman bulur
Ger bileydim onları tahkik içün Çok taharri eylerem tefrik içün
Gel beru vicdana sor ey münkirîn Gör ne hükmeyler buna ol bihterîn
Leyki insaf olmasa vicdan da yok Öyle vicdan ehli de âlim de çok
Biz o vicdandan tekellüm itmedik Öyle bir kalbi tevehhüm itmedik
Biz gürûh-ı ehl-i kalbi söyleriz Onların vicdanına vicdan diriz
Hiç ne lâzım söz uzatmak FEVZİYA Kutb-ı âlem şübhesiz Ahmed Ziya
Ya İlâhî bir mücrimem âsi kesîb Bîkes ü bîçare bâbında garib
Rû-siyâhım düşkünem ey padişah Zerre-veş yokdur sevâbım ya İlâh
Bir vesîle tutmuşam ancak sana Hazreti Ahmed Ziya’yı vir bana
Ger dilersen FEVZİYA hubb-i Samed Oku şeyhe kulhü vallahü ahad
266
YAHUDİLER
Hazreti Şeyhin (k.s) ibret verici bir kerâmetini daha
anlatayım: Şeyh Hazretleri (k.s) Beykoz çayırında yine çadır
kurmuş, etrafına müridleri mânevi zevkler içinde toplanmış, sessizce oturuyorlardı.
Bu sırada oraya kadınlı erkekli bir grup Yahudi geldi. İçlerinde hasta, zayıf bir zenci vardı, gelip Şeyhin önüne oturdu.
Diğerleri de Şeyhin (k.s) huzuruna yerleşti, sonra hep birden şarkı söylemeye başladılar.
Bunun üzerine Şeyh Hazretleri (k.s) yerinden kalktı ve ordan ayrılıp yürümeye başladı. Onlar şaşkınlık içinde kalıp dediler ki:
- Şeyh Hazretleri (k.s) acaba niçin gitti? Bir şeye mi incindi? Biz hoşlanır diye, ona hürmetimizi göstermek için şarkı söylemiştik. Edepsizlik ettiysek affetsin, kusurumuzu bağışlasın. Bize acısın, elini öpmemize müsaade etsin. Bir hastamız var, ayaklarına yüz sürmesine izin versin. Himmetiyle sağlığına kavuşacağına inanıyoruz.
Hizmetçiler bunların dediklerini Hazreti Şeyhe (k.s) arzettiler, o da kabul etti.
Yahudiler bunun üzerine gayet saygılı bir şekilde gelip şeyhin ayaklarını öptüler. Hasta olan ağlayıp yalvardı.
Birden ortalığı öyle bir heybet kapladı ki, yerler gökler titredi. İnkârcılar bile kendilerinden geçtiler. Bütün müridler ağlaşmaya başladı. Dağlar taşlar Hakk (c.c) feyziyle gül bahçesine döndü. Âşıkların gönlü nurla doldu.
267
Bu heybetten âşıkların biri öyle etkilendi ki müthiş bir nara attı. Bu naranın şiddetinden herkes dehşete kapılıp yerlere serildiler.
Orda bulunanlar hiç böyle bir heybet ve yüksek feyiz görmedik dediler.
Yahudiler hakkında benim kısır aklımca zannım ve kanaatim şudur: bunlar dünya mal ve zevklerine bolca erişirler. Onların bazılarına da iman nasip olur.
Onları araştırmak, hangilerinin hangi kısımdan olduklarını bilmek isterdim.
Ey inkârcılar, Şeyh Hazretlerinin (k.s) onlara ne kadar insaflı ve vicdanlı davrandığına bakın. Vicdan, insaf sahiplerinde olur. Asıl vicdan denilen şey budur.
Yoksa insafsız vicdan sahipleri de çoktur ama biz gönül sahiplerinin vicdanından bahsediyoruz. Onların vicdanına vicdan diyoruz.
Ey Fevzi, sözü uzatmanın lüzumu yok. Ahmet Ziya Hazretleri (k.s) hiç şüphesiz âlemin kutbudur.
Yâ Rabbî, günahlıyım, kimsesiz ve çaresizim. Kapında garibim, yüzüm karadır, düşkünüm, zerre kadar sevabım yok.
Ancak sana kavuşmak için Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerini vesile ettim, beni ondan ayırma.
Ey Fevzi, Allah’ın (c.c) sevgisini istersen Şeyh Hazretlerine (k.s) İhlâs oku.
268
MÜNEVVİRE
Bir rivayet dinledim gayet latif Bizlere nakl itdi bir zat-ı şerif
Dir ki halvetden çıkınca beş kişi Onlara emr itdi hazret bir işi
Dir gidin Yuşa’da seyran eyleyin Ol makamı seyr ü devran eyleyin
Emr-i üstada riayet itdiler Çıkdılar cümle beraber gitdiler
Hiç birinde yok bir akça ya ki pul Akçasız cisr ü vapur itmez kabul
Döndüler tekrar gelürler hazrete Girdiler ol hangâh-ı rif’ate
Gördü hazret bunları dönmüş geru İnfial itdi Cenâb-ı Hakkûb-ru
Dir ki gitsünler bu erler durmasun Emrimi bir zerre denlu kılmasun
Hâsılı üç defa gitdi geldiler Asl-ı maksad imtihandır bildiler
Emrider dördüncüde pîr-i münir Durmayın illa gidin dir destgîr
İttifak itdi bu defa her biri Layık olmaz didiler dönmek geri
Hiçbiri bir ferde dimez halini Kimse bilmez bunların ahvalini
İttifakan yolda bir şahs-ı acîb Hall-i işkâl eyledi gayet garib
269
Ayrı ayrı onları infak ider Maddeyi bilmiş gibi işfak ider
Hayli meblağ virdi o sahib-kemal El aldılar ol akçayı bî-kıyl ü kal
Emr-i hazret üzre onlar gitdiler İbn-i Nûn’u hoş ziyaret itdiler
Emr-i şeyhe her kim itse imtisal Bir işinde görmeye asla melal
Her sözü ayn-ı kerâmetdir onun Her umuru mahz-ı hikmetdir onun
Emr-i şeyhi ger tutarsa bir kişi Mutlaka âsân olur her bir işi
Emr-i şeyhin bil Huda fermanıdır Her gumûmun emr-i şeyh dermanıdır
Emr-i şeyhdir her humûmun fârici Çünkü emr itmez şeriat hârici
Her ne emr itse o şeyh-i pür-safa Ya ki Kur’an ya Hadis-i Mustafa
Batn-ı şeyhden emr-i Hak eyler zuhur Bu kelâma mu’terizdir bî-şuur
Şeyh-i kâmil maksadım herkes değil Her teşeyyüh eyleyen nâkes değil
Ehl-i halin her sözü ilham olur Onları inkâr iden bednam olur
Cism ü ruhun görmeye dirsen azab Gel oku İhlâs ile Ümm’ül kitab
270
ŞEYHİN EMRİ
Muhterem bir zattan dinledim: “Beş kişi halvete girmişti, halvetten çıktıklarında Şeyh
Hazretleri (k.s) onlara gidip Yuşa tepesinde gezip dolaşmalarını emretti.
Onlar gitti ama ikisinde de para yoktu. Köprü ve vapura verecek paraları olmadığından gidemeyip geri döndüler.
Şeyh Hazretleri onları görünce öfkelendi; - Bunlar burada durmasın, hemen Yuşa’ya gitsinler! diye
buyurdu. Onlar gittiler ama yine geri geldiler. Hazreti Şeyh (k.s)
yine onların Yuşa’ya gitmelerini emretti. Böyle birkaç kere gitmek için çıktılarsa da hep geri döndüler.
Şeyh Hazretleri (k.s) dördüncü defa muhakkak gitmeleri gerektiğini söyleyince artık bir daha geri dönmeyelim diye kararlaştırdılar. İkisi de paramız yok demez, kimseye hallerini bildiremezdi.
Fakat bu sefer bir adam yolda bunların müşküllerini çözdü, her birine bolca para verdi. Onlar da bir şey demeden aldılar ve gidip Hazreti Yuşa’yı ziyaret ettiler.”
Şeyhin emrini yerine getiren asla üzülmez, onun her sözünde hikmet ve kerâmet vardır. Şeyhin emri Hakk’ın (c.c) emri gibidir. O bütün gamları yok eder. Şeyhler şeriat dışı bir şey emretmezler, her emirleri üzüntüyü giderir, ferahlandırır.
Ahmet Ziya (k.s) Hazretleri de Kur’an ve Hadis’ten başka bir şey emretmezdi. Onlar Allah’ın (c.c) dilediği şeyi söylerler, bunu ancak şuursuzlar inkâr eder.
271
Lâkin her şeyhim diyen gerçek şeyh değildir. Benim dediğim kâmil şeyhlerdir. Kâmil şeyhin söyledikleri ilâhî ilhamdır. Onları inkâr eden kötülenir.
Bedenin de ruhun da azap görmesin dersen, Şeyh Hazretlerine Fâtiha ve İhlâs oku.
MÜNEVVİRE
Nezd-i pâkinde biri ol serverin Hidmetinde ol melaik-peykerin
Bir zaman meşgul olurken bî-keder Masivaya meyl ider kalbi meger
Dir teehhül eyleseydin ibtida Birkaç evladın olurdu mutlaka
Bu havatırdan o şah-ı evliya Bahr-i vahdet dürr-i tac-ı asfiya
İnfial eyler Cenâb-ı destgîr Dir çocuklar oldular mıydı kebir
Bu sözü anlar o zat-ı pür-edeb Pek hacîl oldu dahi çekdi teab
Nezd-i hazretde müsafir bir kişi Var idi ol zat bilmezdi işi
Hâdim-i mezkûr hacâletler çeker Duymamış zan eyledi ol zat meger
Tercüman olmak tarikiyle didi Hazretin tekrar kelâmın söyledi
Bu kelamdan güldü hazret bizzarur Zâhir oldu vech-i pâkinde sürûr
272
Kimse bilmez ehl-i dil ahvalini Anlamaz erbab-ı kavl akvalini
Bu aceb mi kutb içün ey müstemi’ Hükm ider dünyaya kalbi mürtefi’
Ger dilersen sen safa-yı sermedî Hayr ile yâd eyle ruh-ı Ahmedi
HAYALİ ÇOCUKLAR
Hazreti Şeyhin (k.s) hizmetinde bulunan müridlerden
biri bir gün içinden “keşke önceden evlenseydim, birkaç çocuğum da olurdu” diye hayal kuruyordu.
Hazreti Şeyh (k.s) müridin gönlünden geçenleri bildi. Havatır denen bu yabancı düşünceler dervişin yetişmesine, ilerlemesine engel olacağı için onu uyarmak maksadıyla kızdı ve;
- Çocuklar büyüdü mü? diye azarladı. Mürid bu sözün düşüncesinden ötürü, ikaz için
söylendiğini anlayıp mahcup oldu. Ama orada misafir olarak bulunan bir kişi, müridin
şeyhin sözlerini duymadığını, o yüzden cevap vermediğini zannetti ve müride;
- Şeyh Hazretleri (c.c) çocuklar büyüdü mü diye soruyor! dedi .
Hazreti Şeyh (k.s) bunun üzerine gülmekten kendini alamadı.
273
Velilerin hâlini kimse bilmez, sözlerinin gerçek mânâsını anlamaz. Kutup için bunlar şaşılacak şey değildir. O bütün dünyaya hükmeder.
Ebedi mutluluk dilersen, Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerini hayır dua ile an.
MÜNEVVİRE
Didiler bir hâdim-i hazret dahi Bir zaman kılmışdı bir hidmet dahi
Gusl içün yani Cenâb-ı destgîr Su ısıtmışdı o şahs-ı müstenîr
Leyki gaflet eylemiş hidmetde ol Nezd-i şeyhte bulmamış cây-ı kabul
Bî-huzûr u râbıta yakmış ocak Keşf idüb bilmiş o dem o yüzü ak
Münfail olmuş o kutb-ı zî-cemal Hem zuhûr itmiş o saatde celal
Hâdimi kovmuş suyu dökmüş heman Vak’ayı görmüş hem ol dem digeran
Dir ne iş ki onda bir gaflet olur Sâlike o bâis-i kasvet olur
Her ki gafildir o mahcub-ı Huda Kasvete makrun olan görmez hüda
Ey dil-i kasî ne pür-endîşesin Bî-mehâba sen ne gaflet-pîşesin
Gör ki neyler ol şeh-i âli-tebar Hazreti Ahmed Ziya izzet-şiar
Bu kerâmet bir nasihatdir bize Gafleti gör ki ne nikbetdir bize
274
FEVZİYA gafletle dolmuş gözlerin Cürm ü kasvetdir bütün gün sözlerin
Hakk-ı pâk-i hazreti Ahmed Ziya Hâb-ı gafletden uyandır Kibriya
Ey ki gafletden uyanmak isteyen Hazreti Hakk’a dayanmak isteyen
Ger oku İhlâs ile Ümm’ülkitab Ta ki imdâd ile ruh-ı müstetab
HUZURSUZ KALP
Hazreti Şeyhin (k.s) bir hizmetçisi bir gün banyo suyu
ısıtmıştı. Lâkin suyu ısıtmak için ocağı yakarken gönlü Hakk’ın (c.c) zikrinden ve Pir rabıtasından uzaktı, kalbinde dünyaya dâir düşünceler vardı.
Şeyh Hazretleri (k.s) suyun bu şekilde ısıtıldığını keşif gücüyle anladı ve huzur olmayan bir kalple, gafletle ısıtılan suyu kabul etmedi. Kızıp celâllendi ve hizmetçiyi kovdu, suyu döktü ve dedi ki:
- Kalpte Allah (c.c) zikri ve rabıta olmaksızın, gafletle yapılan iş müride sıkıntı verir. Gaflet, müridi Hakk’tan (c.c) perdeler, doğru yola ulaşmasını engeller.
Ey katı kalpli, sen gafilsin, çeşitli düşünceler içindesin. Şeyh Hazretlerinin (k.s) bu kerâmeti bizim için kıymetli ve ibretli bir öğüttür.
Ey Fevzi, gözlerin gafletle bakıyor; bu yüzden sözlerin hep günah oluyor ve sıkıntı veriyor.
Yarabbî Ahmed Ziya (k.s) Hazretlerinin hürmetine bizi gafletten uyandır.
275
Ey gafletten uyanıp Hakk’a (c.c) dayanmak isteyen, Hazreti Şeyhin (k.s) ruhuna Fâtiha İhlâs oku da sana yardım etsin.
MÜNEVVİRE
Merd-i sâbık bir kişi rif’at-meab Bir rivayet söyledi ayn-ı savab
Dir gazaya gitdi her İslamiyan Harb iderdi devlet-i Osmaniyan
Gerçi ben dar-ı hilafetde mekin Leyki evlad ü ayalim bî-muin
Mısr’ı teşrif eylemiş Ahmed Ziya Kutb-ı âlem ser-firâz-ı evliya
Hem makamında bulunmuş bir takî Hazreti pîr-i münir-i muttakî
Dehşet-i harbden bütün pîr ü civan Hicreti isterdi her bir Müslüman
Bir de gitdim o Cenâb-ı şeyhe ben Söyledim ey sahib-i hulk-ı hasen
Ey efendim ben bir ahkar miskinim Dar-ı harbe pek yakındır meskenim
Bilmezem ki noldu evlâd ü ayal Kalbi yıkdı bu perişânî-i hal
Hicret itmek isterem bir mevkie Dar-ı harbden pek uzak bir mevzie
Hem de yazmışlar bana mektub ile Söylemişler bir güzel üslub ile
276
Akrabadan zî-mürüvvet bir kişi Bendene tebliğ ider işbu işi
Bir büyükle istişâre it dimiş İstihâre it cevab vir söylemiş
Dir Cenâb-ı şeyhine ey merdan-ı Huda Çünki kıldın bizlere sen iktida
Emrimiz tutmak gerek rûz u şeban Bir zarar virmez size hiç düşmenan
Hem danışdım ben Cenâb-ı Hakkazrete Virmedi ruhsat bu hal-i hicrete
Pîrimiz Ahmed Ziya kutb-ı cihan Dir ki hicret itmesün şimdi ol can
Pâyitahta nakl iderse yok keder Ger dilerse bu diyâra nakl ider
Emr-i şeyh bu olmağın ey zî-kemal İzn-i şeyhden çıkma bir zerre-misal
Çün işitdim ol vekil-i bî-adil Söyledi bu sözleri pîr-i celil
Hicreti terk eyledim itdim rücu’ Nushu tutdum eyledim Hakk’a huşu’
Çün sekiz yıl geçdi müddetden temam Geyve’ye gitmişdi o zat-ı hümam
Hem de gelmişdi Mısır’dan pîrimiz Hazreti Ahmed Ziya iksîrimiz
Bir sıla itmekliği azm eyledim Hazreti pîre bu kasdım söyledim
Dir kerâmet madeni şeyhim bana Biz sekiz yıldır izin virdik sana
277
Sen ki ruhsat istemek çün hicrete Geldiğin demde huzûr-ı hazrete
Bizlere arz itdi ol kân-ı kerem Ol Hasan Hilmi Cenâb-ı muhterem
Biz didik gelsün makam-ı izzete Bu diyara payitaht-ı devlete
Biz seni nakl eyledi bildik heman Sen niçün meks eyledin ey Müslüman
Çünki ben gûş eyledim bu sözleri Şerha şerha oldu kalbim gözleri
Tüylerim ürperdi akl itdi zuhul Hâk-i pây-i izzete itdim müsul
Sanma ki mektub ile iş’ar ider Bana bir mersul ile ihbar ider
Tarfet’ül ayn içre bu işler tamam Bir teveccühle o dem bulmuş hitam
Şark u garba hükm ider kutb-ı azîm Arş u ferşi seyrider gavs-ı kerîm
Kutb-ı a’zam hazreti Ahmed Ziya Gavs-ı ekremdir o nur-ı Kibriya
DANIŞMA VE HABERLEŞME
Sadık ve muhterem bir zat anlatmıştır: “Osmanlı Devleti kâfirlerle harbe girmiş, Osmanlılar
savaşa gitmişti. Ailem ve çocuklarım memlekette yardımımdan uzak bulunuyorlardı.
O sırada Şeyh Hazretleri (k.s) Mısır’daydı, yerine Hasan Hilmi (k.s) Hazretleri vekâlet ediyordu.
278
Harp korkusuyla gençler, ihtiyarlar başka yerlere göçmeye başladı. Ben Hasan Hilmi (k.s) Hazretlerine gidip dedim ki:
- Efendim, ailemin emniyetinden endişe ediyorum, ben de evimi savaş yerlerinden uzak bir yere taşımak istiyorum. Yakın akrabam olan bir kişi bana mektup yollamış; bir büyük kişiye danış, istihareye yat, bana haber ver diye yazmış. Ne buyurursunuz?
Hasan Hilmi (k.s) Hazretleri bana şöyle cevap verdi: - Madem bize danıştın, Şeyh’in dediklerini tutman lâzım.
Göç etme! düşman sana zarar veremez. Ben Şeyhimize danıştım, başka yere göç etmene izin vermiyor, İstanbul’a gelsin diyor.
Ben bunun üzerine söz dinledim, göç etmekten vaz geçtim.
Aradan sekiz sene geçti, Hasan Hilmi (k.s) Hazretleri Geyve’deydi, Ahmet Ziya (k.s) Hazretleri de Mısır’dan gelmişti.
Kendisini ziyaret edip memlekete gitmek için izin istedim. Bana dedi ki:
- Biz sana sekiz yıl önce izin vermiştik, göç etmek için Hasan Hilmi’ye (k.s) geldiğinde o bize arzetti, biz de o zaman İstanbul’a gelsin demiştik zaten. Biz seni İstanbul’a göçtü biliyorduk. Sen niçin orda eğleştin kaldın?
Bunu duyunca kalbim parça parça oldu, tüylerim ürperdi. Şeyh Hazretlerinin ayaklarına kapandım. Mektup yazmakla kalmamış, elçi gönderip bilgilendirmişti. Bir anda bir rabıta ile emirler alınıp iletilmişti.”
Kutup doğuya batıya hükmeder.
279
Ahmet Ziya (k.s) Hazretleri kutb-u azamdır, gavs’tır, Allah’ın (c.c) nurudur.
MÜNEVVİRE
Bir muhabbet-pîşe bir zat-ı benam Bir mürid-i zî-edeb şahs-ı bekâm
Dir ki gitmişdim huzûr-ı hazrete Hidmet eylerdim o sahib-izzete
Düşdü bir tel lihyesinden nâgihan Ol mübarek lihyeyi aldım heman
Hırz-ı can itdim o mûy-ı bihteri Şem iderdim anda bûy-ı anberi
Gizledim ol lihyeyi canımdan öz Hıfzına dikkat iderdim leyl ü ruz
Başka bir lihye daha buldum veli Eski yerde görmedim sabık teli
Bir daha buldum getürdim gizledim Eskiyi bulsam deyu çok gözledim
Hâsılı bir lihye çift olmazdı hiç Akl-ı âciz sırra yol bulmazdı hiç
Bir daha hidmetde olmuşdum mukim Neş’eliydi hazreti pîr-i kavim
Lihyesinden düşdü bir şa’r-i şerif Şa’ri aldım güldü ol şeyh-i nazif
Ben teeddüb eyledim oldum hamuş Dil safadan eyledi cûş u huruş
280
Anladım bir cilve-i hazret imiş İltifat-ı pîr-i pür-himmet imiş
Bir latife eylemiş kutb-ı cihan Hazreti Ahmed Ziya gavs’üzzaman
Sâlike bir cilve itmiş ol şerif İltifat itmiş ona pîr-i münif
Sev Cenâb-ı Ahmed’i kıl hürmeti Nezd-i Hak’da daima bul rahatı
Kutb-ı azam hazreti Ahmed Ziya Gavs-ı ekremdir o nur-ı Kibriya
LATİFE
Şeyh Hazretlerinin sevgili ve edepli müridlerinden biri
anlatmıştır: “Ben Şeyh Hazretlerinin (k.s) yanında, hizmetinde
bulunuyordum. Bir gün sakalından bir kıl düştü, onu alıp sakladım. O anber gibi kokuyordu. Onu canımdan kıymetli sayıyor, dikkatle muhafaza ediyordum.
Bir süre sonra sakalının bir kılını daha buldum, iki tane oldu diye sevindim. Ama önceki kılı aradımsa da onu bir türlü bulamadım.
Sonra bir kıl daha buldum ama eskisi yine kaybolmuştu. Bir türlü iki tane olmadı.
Bir gün yine Hazretin neşeli bir vaktindeyken sakalından bir kıl daha düştü. Ben onu alınca Şeyh Hazretleri (k.s) gülmeye başladı.
Utanıp hiç ses çıkaramadım. Ama kalbim zevkten coşmuştu. Şeyh Hazretlerinin (k.s) bana bu şekilde şaka
281
yaptığını anlamıştım. Bu iltifatından büyük mânevi tat aldım.”
Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerini sev ve ona hürmet et; Hak katında rahat bul.
Ahmet Ziya (k.s) Hazretleri kutup ve gavs-ı azamdır, Allah’ın (c.c) nurudur.
MÜNEVVİRE
Bir acaib var hikâyet eyleyem Can ü dilden dinle ki ben söyleyem
Lihye-i pâkinden artan tüyleri Ol mübarek mûy-ı anber-buyleri
Topladım behr-i teberrük ey sikat Can ü dilden dinle ey âli sıfat
Boğça itdim bir mübarek bezlere Kûhl-i çeşm itmek sezadır gözlere
Bu bez ol bezdir vücud-ı hazrete Hidmet itmiş hâk-i pây-i devlete
Hâlet-i za’fında sürmüş merhemi Ol mübarek bezlere sarmış emi
İşte ol bezle o şa’r-i bî-adil Tuhfe-i pür-feyz-i üstad-ı celil
Bir şifa-bahş u füyûzat-dâdedir Hâmili rencîdeden âzâdedir
Hırz-ı can itse anı bir hasta ger Hak anın dermanını ihsan ider
Vaz-ı haml itmek zamanında zenin Istırabında dahi her hastanın
282
Boynuna ta’lik içün virdim heman Tecribe itdim anı ben çok zaman
Hastalar hıffet bulub geldi ferec Nezd-i âcizde buna çokdur hucec
Evliyanın bir tüyü bin tûtiya Gavs-ı azam seyyima Ahmed Ziya
Hâl-i bîmârîdeki bez ki şifa Sıhhatin fikreyle ey kân-ı vefa
Evliyanın bir tüyü bin tûtiya Gavs-ı âzam seyyima Ahmed Ziya
Hazreti şeyhi seven âlicenab Okusun İhlâs ile Ümm’ülkitab
ŞİFA
Ey yüksek makam sahipleri, size ilginç bir şey
anlatacağım, can ve gönülden dinleyin: Hazreti Şeyhin kestiği anber kokulu sakal kıllarını uğur
ve bereket vesilesi bilip topladım, biriktirdim. Hastalığı sırasında merhem koyarak vücuduna sardığı
bezlere koyup bohçaladım ki, gözlere sürme gibi çekmeye değer.
İşte o bez ve o eşsiz sakal kılları, Şeyh Hazretlerinin (k.s) feyiz ve şifa verici bir hatıra ve hediyesidir, onu taşıyan ağrıdan sızıdan kurtulur.
Bir hasta onu canı gibi korusa, Cenâb-ı Hakk (c.c) onun derdine derman verir.
283
Doğum sırasındaki hamile kadınların ve acı çeken hastaların boyunlarına asmaları için verdim. Onu çok kere tecrübe ettim.
Hastalar iyileşip hastalıklarından kurtuldular. Bu hususta benim çok delil ve şahitlerim vardır.
Evliyanın bir tüyü bin çeşit ilaç gibi tesir eder. Özellikle Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerinin, o gavs-ı âzamın, hastalığı sırasında kullandığı bezin vereceği şifayı düşünün.
Cihanın kutbunu seven kıymetli zatlar onun ruhuna Fâtiha ve İhlâs okusun.
MÜNEVVİRE
Bir garîbe var daha ey can-ı can Ey muhibb-i hazreti kutb-ı cihan
Bir zaman hanemde bîmar ü marîz Hasta vü bîçare var bir munkabız
Derd-i serden ah ü vah eyler müdam İnkıbazı geçmedi bir ay temam
Âciz ü dermande kaldı her tabib Kat-ı ümmid itdi bu abd-i keib
Hâsılı her ne ilaç itsek eğer İnkıbazı artmada daim meğer
Akıbet günden güne oldu şedid Derdi artdı illeti oldu mezid
Saç yolar ağlar enîn eyler heman Gice gündüz uyku yok ey nevcivan
284
En müessir müshili virdik ona Kârgir olmazdı hiç önden sona
Ol fakire dir Hudaya sen penah Derdime derman ulaşdır ya İlâh
Kalmadı takat daha al canımı Merhamet kıl ya ki vir dermanını
Hayli müddet geçdi bu hal-i garib Bir nefes terk itmedi derd-i acîb
Nezd-i hazretde bulundum bir gice Şal-ı pâkinden kopardım zerrece
Tütsü virdim hastaya geldim anı Bir şifa virdi heman rabb-ı Gani
İnkıbazı def’ ü ref’ oldu anın Ağrısı eksildi hem ol hastanın
Sabıkı mislinde olmaz inkıbaz Çare kıldı şal-ı pâk-i müstefaz
İndifa-ı kabz idi çünki meram Geldi ol dem hastaya bir intizam
Niyyetim noksan imiş ben bilmedim Sıhhat-ı bîmâra niyyet kılmadım
Geldi aklım başıma ey can-ı can Leyki gitdi elden ol kutb-ı cihan
Hamdülillah hasta buldu sıhhati Azca kaldı şimdi eski illeti
Görenler eyler Cenâb-ı Ahmedi Sev anı bul sen de lutf-ı sermedî
Evliyanın sözleri ruha safa Onların her şeyleri derde şifa
285
Bâhusus kutb’üzzaman olsa eğer Her tüyü bin bin derde dermana değer
Kutb-ı a’zam hazreti Ahmed Ziya Gavs-ı ekremdir o nur-ı Kibriya
TÜTSÜ
Ey Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerini sevenler, sizlere
anlatacağım tuhaf bir olay daha vardır: Bir zamanlar evimde hasta bir kadın vardı, kabızlık ve
baş ağrısı çekiyordu. Kabızlığı bir ay sürdü, geçmedi. Hekimlerin ilaçları
fayda etmedi. Kadıncağız hayatından ümidi kesti. Kullandığı ilaçlar
kabızlığını artırıyordu. Hastalığı gittikçe şiddetlendi, ağrısından saçlarını yoluyor, ağlayıp inliyordu.
Geceleri uyumuyordu. En tesirli müshili verirdik, hiç tesir etmezdi;
- “Ya Rabbi” derdi, “artık dayanamıyorum, ya bu derdin çaresini ver yahut canımı al” diye yalvarırdı.
Bir gece Hazreti Şeyhin (k.s) yanında kalmıştım. Şalından ufacık bir parça koparıp aldım, eve getirip onunla hastayı tütsüledim.
Hastanın kabızlığı gitti, ağrısı azaldı, Allah’ın (c.c) izniyle iyileşti. Bir daha da kabız olmadı.
Kabızlığının gitmesine niyet etmiştim; niyetime göre şifa buldu.
Keşke bütün hastalıklarının geçmesine niyet etseymişim, bunu düşünemedim, sonradan aklıma geldi.
286
Ama artık Ahmet Ziya (k.s) Hazretleri hayatta değil. Hastamızın kabızlığı geçti lâkin eski hastalığından biraz kaldı.
Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerini sev, sen de sonsuz iyilik bul.
Evliyanın sözleri ruha zevk ve neşe verir, onların her şeyi her derde devadır.
Özellikle Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerinin her tüyünde bin derdin dermanı vardır.
MÜNEVVİRE
Bir mürid-i müttakî sahib-hısal Zî-mürüvvet bir kişi sahib-kemal
Dir ki mes itdi bana bir ihtiyac İnkıta-ı şehvete itdim ilac
İstedim şehvet nedir hiç olmasun O havâtır kalbime yol bulmasın
Çün tenâvül eyledim ondan heman Nezd-i pâk-i Hazrete oldum revan
Çün oturdum ben huzûr-ı Hazrete Dâhil oldum anda bezm-i vahdete
Dir Cenâb-ı şeyhuna Ahmed Ziya Kutb-ı âzam gavs-ı pâk-i Kibriya
Sen ilâc itme zıyâ-ı kuvvete Ruhsat olmaz inkıtâ-ı şehvete
Nefs ü şeytan sâliki iğva ider Akıbet bir mehlleke ilka ider
287
Marifet ol şehveti tebdîl idüb Kuvve-i nefsiyyeyi ta’dil idüb
Zikr ile ol şehveti nûr eylemek Aşk-ı Hak’la kalbi mesrûr eylemek
Şehvet-i nâsutu lâhût eylemek Nehs-i şômu lâl ü mebhut eylemek
Bî-lüzum ifrat u tefrit itmeyüb Kuvve-i nesli de iskat itmeyüb
İzdiyâd-ı ümmete hidmet gerek Leyki dâim sâlike iffet gerek
Nâbecâ tedbire yokdur ihtiyac Nefy ider mi kudret’ullahı ilac
Dir hacîl oldum bu sözlerden heman Dehşetimden titredi can ü cihan
Terk idüb ol maksudu kıldım rücu’ Tevbe itdim eyledim Hakk’a huşu’
Vak’adan geçdi heman bir az zaman Doğdu bir evladım oldum şâduman
Gerçi akdem var idi ehl ü ayal Leyki oğlum yok idi bî-kıyl u kal
Şimdi erkek virdi o zat-ı Kerîm Lutfedip bu bendeye Hayy u Kadîm
Evliyanın her sözü bahr-i hikem Tut velinin sözlerin çekme nedem
Her sözü irşad içün söyler veli Bir kelâmıyla ider ihya dili
Her kelâm-ı evliya ilham olur Her sözü bir nükte-i ahkâm olur
288
Hiç mudıl olmaz kelâmı evliya Her sözü medlûl-i nass-ı Kibriya
Hiç abes söz söylemez kutb-ı Celil Her kelâmı mağz-ı Kur’an’a delil
Kutb-ı a’zam Hazreti Ahmed Ziya Gevs-ı ekremdir o nur-ı Kibriya
ŞEHVET DUYGUSU
Olgun, muttakîı, mürüvvetli bir mürid anlatmıştır: “Şehvet arzusunun benden tamamen kesilmesine ihtiyaç
duydum, bu duygu kalbime hiç gelmesin diye bir ilaç tertip ettim.
Onu kullanıp Hazreti Şeyh’in (k.s) yanına gittim. Huzuruna varıp vahdet meclisine girdim, oturdum. Şeyh Hazretleri (k.s) bana şöyle dedi: - Sen şehvet gücünün kaybolması için ilaç kullanma, o
duygunun kesilmesine izin yoktur. Evet, nefs şeytanla birlikte müridi kandırıp sonunda bir tehlikeye düşürür ama marifet, şehveti köreltmek değil, onu değiştirip nefs arzusunu dengelemektir. Bu da Hakk’ın (c.c) zikriyle olur, zikirle şehvet nura dönüşür. Kalbi Allah (c.c) aşkıyla neşelendirmek, şehveti ilâhi aşka döndürmek, uğursuz nefsi yenip susturmak gerektir. İfrat ve tefritten yani aşırılıktan ve azaltmaktan sakınmalı, şehveti ölçülü bir şekilde kullanmalı, nesli devam ettirdiği için onu köreltmemelidir. İslam ümmetinin çoğalmasına hizmet etmek lâzımdır. Fakat mürid daima iffetli yaşamalıdır. Bunun için uygunsuz tedbirlere
289
başvurmaya lüzum yoktur, Allah’ın (c.c) takdir ve kudretini ilaç kaldırabilir mi?
Bu sözlerden çok utandım, korkup titredim. O niyetimden döndüm, tövbe edip Allah’a (c.c) sığındım.
Bundan kısa bir zaman sonra bir oğlum oldu, sevindim. Gerçi evladım vardı ama oğlum olmamıştı. Cenâb-ı Hakk (c.c) lütfetti, bu kuluna erkek evlat verdi.”
Evliyanın her sözü hikmet denizidir, dediklerini tut pişmanlık duymazsın.
Velilerin her sözü insanlara doğru yolu göstermek, aydınlatmak içindir, bir sözle gönülleri diriltirler.
Onların her sözü Allah’ın (c.c) ilhamıdır, ilâhî hükümlerin incelikleridir.
Hiçbir zaman insanı yanıltmaz, doğru yoldan çıkarmaz, o sözler Allah (c.c) kelamının mânâlarıdır.
Kutup olan Hazreti Şeyh (k.s) boş konuşmaz, her sözü Kur’an’ın özüne delalet eder.
Ahmet Ziya (k.s) Hazretleri büyük kutuptur, o çok cömert gavs, Allah’ın (c.c) nurudur.
MÜNEVVİRE
Bir zaman yağmazdı yağmurlar müdam Çok tazarru itdiler hâs u avam
Hayli müddet böyle itdi imtidat Âsuman itmişdi güya incimad
Çeşmeler akmazdı yağmazdı sema Sebzeler bulmazdı hiç neşv ü nema
Yer yüzü kaht u gala oldu hemin Böyledir takdir-i Rabb’ül âlemin
290
Çok dualar oldu tesir itmedi Bu mesâib çok zamanlar gitmedi
Söyledi bir gün nihayet bir kişi Hazreti Ahmed Ziya’ya bu işi
Dir ki ey şeyhim efendim el meded Bir rica söyler bu bende itme red
Hâk-i pây-i hazretinden ey şerif Bir dua matlub ider abd-i zaif
Sen dua itsen eger me’sûr olur Bu halâyık cümlesi mesrûr olur
Yerde yok su zerrece gökde sehab Merhamet kıl bizlere âlicenab
Hep çekildi çeşmeler akmaz biri Kapladı dehşet serâpa yerleri
Dir feda olsun sana ümmî ebî Teşnelikden yandı hayvan u sabî
Hep ağaçlar huşk olur bitmez nebat Bir dua it lütfedib âli-sıfat
Hazreti pir-i münir dir ey kişi Zihnime koydun bu dem sen teşvişi
Söyle ey merd-i şefik ben neyleyem Hangi insana dualar eyleyem
Dört bini geçmiş bu gün ehl-i süvar Seyr-i sâdâbâda varmış bî-şümar
Her mesire dopdolu insan ile Hep gider gerdûn ile hayvan ile
Halk-ı âlem büsbütün gafletdedir Hep bu sırdan evliya dehşetdedir
291
Kapladı şer yerleri ta âsuman Fısk ile doldu zemin ile zaman
Bir dua kâr eylemez bu kasvete Hak muîn olsun bu mülk ü millete
Ol kerim itdi yine bir iltica Durmadı bir kez dahi kıldı rica
Dir efendim mücrim ü şermendeyiz Biz günahkâr âsi vü bed-zindeyiz
Sen şefi’ ol merhamet kıl bizlere Bu günahkâr mücrim ü âcizlere
Red idüb bu kulları itme hazîn Bir dua it bizlere pîr-i güzîn
Çünki çok yalvardı ol zat-ı kerîm Merhamet itdi o dem şeyh-i rahîm
Bir teveccüh eyledi kutb-ı cihan Eyledi icra-yı hatmihâcegân
Ra’d ü berk urdu felek dehşet-nüma Hep müzelzel oldu ecrâm-ı sema
Gökyüzü güya olub bir çeşme-sar Yerlere indi bütün hemçü bihar
Her sokak bir nehr idi ey müstenîr Hep havâli oldu bir havz-ı kebîr
Nısıf sat sürmedi ey can-ı can Suya garkolmuşdu güya ki cihan
Cümle dilsîr oldu hayvan u nebat Yeryüzü başdan başa buldu hayat
Gayret-i ehl-i velayet böyledir Şevket-i erbab-ı izzet böyledir
292
Böyledir ervâh-ı kudsün şanları Böyledir mülk-i vefa sultanları
Bir teveccüh eylese kutb’üzzaman Sarsılur arz u sema kevn ü mekân
Hazreti şeyhi seven âlicenab Okusun İhlâs ile Ümm’ülkitab
YAĞMUR DUASI
Bir zamanlar yağmur yağmaz olmuştu, büyükler ve halk
hep yağmur dualarına çıkıyorlardı ama dualar kabul edilmiyor, çok uzun zamandır yağmur yağmıyordu.
Gök sanki donmuştu. Çeşmeler kurumuştu, sebzeler yetişmiyordu. Allah’ın (c.c) takdiriyle büyük kıtlık oldu.
Günlerden bir gün bir kişi gelip Şeyh Hazretlerine (k.s) dedi ki:
- Şeyhim, efendim, sizden bir ricada bulunmaya geldim, lütfen kabul edin; sizden bir dua etmenizi diliyorum. Sizin duanız kabul olur, bütün mahlûkat sevinir. Yerde su kalmadı, gökte bulut yok, bize merhamet edin. Çeşmeler akmaz oldu, ağaçlar kurudu. Ot bitmiyor, hayvanlar, çocuklar susuzluktan yandılar. Anam babam size fedâ olsun, lütfedin yağmur için bir dua edin.
Şeyh Hazretleri (k.s) buyurdu: - Bu sözlerinle benim zihnimi karıştırdın; dua et
diyorsun ama söyle, kime dua edeyim? Bu gün Sâdâbad’a binekle eğlenmeye gidenlerin sayısı dört bini geçmiş. Eğlence yerleri hınca hınç insanla dolu, hep atla, arabayla gidiyorlar. İnsanlar gaflete düşmüş, evliya korku içinde.. Yerleri göklere kadar kötülükler kaplamış, her yer günah
293
işlerle dolmuş. Bu kadar kalp katılığına bir dua kâr etmez. Allah (c.c) bu devlete ve millete acısın.
Ama adam durmadı, yalvarmasını sürdürdü; - Efendim, biz gerçekten suçluyuz ve utanç içindeyiz.
Asiyiz, günahkâr ve kötüyüz. Ama yine de sen lütfet bize şefaat eyle, biz acizlere merhamet kıl. Ricamızı reddedip bizi üzüntüde bırakma. Ey ulu şeyh, ne olur bize bir dua et!
Bu şekilde o adam o kadar yalvarıp yakardı ki, Şeyh Hazretleri acıdı, tövbe edip Hatmihâcegân yaptı.
Hatim okunduğu sırada birden korkunç şimşekler çakıp gökler gürledi, gök cisimleri bile sarsıldı.
Gökyüzü çeşme kesildi, sanki deniz yere indi. Her sokak bir nehre döndü, ortalık büyük bir havuz oldu.
Yağmur yarım saat bile sürmemiş ama dünya suya garkolmuştu.
Hayvanlar, bitkiler suya kandı, yeryüzü baştanbaşa yeni hayat buldu.
Velilerin himmeti işte böyledir, şanları yücedir onların. Zamanın kutbu Cenâb-ı Hakk’a yöneldiği vakit yerler, gökler, bütün kâinat sarsılır.
Cihanın kutbunu seven kıymetli zatlar Ahmed Ziya’nın (k.s) ruhuna Fâtiha ve İhlâs okusun.
MÜNEVVİRE
Aziz beğden işitdim bir rivayet Ki bir şahsa iderdi ol hikâyet
Didi bir gün giderdim hazrete ben Görüb yüzün ireydim rif’ate ben
294
Giderken bir eve girdim muHakk Meğer ki orda varmış birkaç ahmak
Selam virdim oturdum vech-i mesnun Ki sahib-hane oldu çokca memnun
Didi nerden gelürsin ey vefakâr Meramın kande gitmekdir keremkâr
Didim kasdım Cenâb-ı Hakkazreti pir Ziyaret isterem ber-vech-i takdir
Didiler ol misafirler bana hem Ki kimdir ol Cenâb-ı zat-ı efham
Didim şeyhimdir ol Ahmed Ziya’dır Uyun-ı ibtihacım bîriyadır
Didi bir şahs-ı muğrız nefs-i mağrur Seni de aldamış o şeyh-i mezkûr
Didim sus ey muârız söyleme sen Bu sözü bir daha red eyleme sen
Gazablandım bu sözden bî-nihaye Yürüdüm hazreti sahib-safâya
Huzûr-ı hazrete girdim mükedder Yüzüm akdâmına sürdüm mükerrer
Didi nerden gelürsin söyle şimdi Bana bir bir hikâyet eyle imdi
Didim evden gelürim hazretinçün Fida olsun bu canım devletinçün
Didi hiçbir yere sen girmedin mi Dahi bir kimse asla görmedin mi
Didim Tahsin beğe girdim efendim O zatı yalınız gördüm efendim
295
Didi nolaydı asla girmeseydin O münkir kimseyi hiç görmeseydin
Didi kelbler ürer kârban yürür hem Bunu hiç şüphesiz gözler görür hem
Bu sözlerden sakın incinme hem Eğer derviş isen sabreyle her dem
Görürsün taşlanur cevz ile fıstık Söğüd bir taş görür mü eyle tasdik
Daha birçok nasâyih itdi hazret Beni ağlatdı ol sahib-keramet
Eğer isterseniz lutf-ı Huda Anın ihlâs ile ruh-i Ziya’yı
KERVAN YÜRÜR
Aziz bey anlattı: “Bir gün Hazreti Şeyhin (k.s) ziyaretine gidiyordum.
Giderken yolda bir tanıdığın evine uğradım, sünnete göre selâm verip oturdum. Ev sahibi çok memnun oldu,
- Nerden gelip nereye gidiyorsun? diye sordu. - Şeyh Hazretlerini (k.s) ziyarete gidiyorum, dedim. Orada birkaç tane ahmak misafir vardı, onlar; - Şeyhiniz kimdir? diye sordular. - Ahmet Ziyâeddin (k.s) Hazretleridir! diye cevap
verdim. Onlardan biri; - O doğru yoldan yüz çevirmiş, kendini beğenen biridir,
seni de kandırmış. demesin mi? Çok kızdım, canım sıkıldı;
296
- Sus, bir daha bu sözü tekrar etme! diye azarlayıp çıktım.
Üzüntülü bir halde Hazreti Şeyhin (k.s) huzuruna varıp defalarca ayaklarına yüzümü sürdüm.
- Nereden geliyorsun? Bana bir bir anlat! dedi. - Sizi ziyaret etmek niyetiyle çıktım, evden geliyorum
efendim! dedim. - Gelirken hiçbir yere uğramadın mı? Hiç kimseyi
görmedin mi? - Efendim, Tahsin beye uğradım, yalnız onu gördüm. - Keşke onun evine hiç girmeseydin, o inkârcıyı hiç
görmeseydin. İt ürür, kervan yürür. Sakın onun ve onun gibilerin sözünden incinme! Derviş daima sabırlı olmalıdır. Ceviz ve fıstık ağacı taşlanır, hiç söğüde taş atıldığını gördün mü?
Bu şekilde daha birçok nasihatler etti, beni ağlattı.” Eğer Allah’ın (c.c) lütfunu isterseniz, Ahmet Ziya (k.s)
Hazretlerini İhlâs okuyarak anın.
MÜNEVVİRE
Her biri üstad-ı küll fâzıl zevat Hem sudûr-ı zî-şeref âli-sıfat
Tikveşî Yusuf Cenâb-ı muhterem Hem dahi İlyas Efendi zî-kerem
Hem de birkaç hâce-i takva-şiar Bir güruh-ı etkıyâ rif’at-nisar
İttifakan bir gice bu âlimîn Hazreti Yûşa’da mezkûr fâzılîn
297
Haylice muhabbet edib derler ki ah Halimiz cümle harab bizler tebah
Ah nolaydı kutb-ı Hak gavs-ı cihan Vaki olsaydı bu yerde nâgihan
Bizleri irşad ü i’mar eylese Biz marîza lutf u timar eylese
Söyledi bu sözleri bunlar heman Hâba vardı iki üstad-ı zaman
Ol sabah kalkdı bu zatlar uykudan Kalbleri rahat değildi kaygudan
Şâfiî vakti Cenâb-ı destgîr Gördüler ki geldi ol pir-i münir
Hazreti Ahmed Ziya kutb-ı zaman Şeyh-i ekrem gavs-ı Hak ol can-ı can
Gördüler çün ki tahayyür kıldılar Feyz-i Hak’dan mest ü medhûş oldular
Didiler işte budur kutb-ı azîm Şübhe yok Ahmed Ziya gavs-ı kerîm
İşte Hak gönderdi isterdik anı Bizlere lutf itdi ol zat-ı Gani
Çünki yokdur giceden şems-i cihan Tal’at-âsa zâhir oldu nâgihan
Bilmeyiz hikmet nedir meks itdiler İntisabdan ol zaman neks itdiler
Sonradan dirlerdi ki vâ hasretâ Fursatı fevt eyledik vâ firkatâ
Hak bizi kutba irişdirmiş iken Zat-ı pâkiyle görüşdürmüş iken
298
Nefsi irza itmedik dervişliğe Akıbet kaldık yine teşvişliğe
Biz kudûm-ı şeyh ile ma’mûr iken Hem zuhûruyla anın mesrûr iken
Aklımız düşürmedik netdik ayâ Kutb idi hoş hazreti Ahmed Ziya
Nefsimiz gör ki bize netdi o gün Şimdi elvirmez tahassürler bu gün
Hâsılı gör ki bu âlimler ne dir Onlara Hak doğru sözler söyledir
Kutb-ı âlem irişür tâliblere Hem inayet eyler ol râgıblara
Leyki teslim olmağa sadık gerek Rah-ı Hak’da bî-garaz âşık gerek
Çünki âşıksın sadâkat eylegil Müddeîsin çünki bürhan söylegil
Kutb-ı âzam Hazreti Ahmed Ziya Gavs-ı âzamdır o nûr-ı Kibriya
KAÇAN FIRSAT
Tikveşli Yusuf Efendi ve İlyas Efendi gibi birkaç yüksek
mevki sahibi, âlim ve takva sahibi Yuşa’da toplanmış, sohbet ediyorlardı. Bir ara dediler ki:
- “Ah keşke buraya Ahmet Ziya (k.s) Hazretleri de geliverse, bizleri lütfedip irşad eylese.”
Sonra da yatıp uyudular. Sabah erkenden kalktılar ama içleri rahat değildi.
299
Birden, henüz sabah namazı vakti gelmeden Hazreti Şeyhin (k.s) orada hazır bulunduğunu gördüler, şaşkınlık içinde kalıp sevinçlere boğuldular.
Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) bu feyzi onları kendilerinden geçirmişti. Dediler ki,
- İşte büyük kutbun Ahmet Ziya (k.s) Hazretleri olduğu açıkça belli oldu, bunda hiç şüphe kalmadı. Onun buraya gelmesini çok arzu etmiştik, Cenâb-ı Hakk (c.c) lutfedip onu bize gönderdi. Çünkü bu gece burada değildi, ansızın güneş doğar gibi ortaya çıktı.
Ne hikmetse onlar o zaman Hazreti Şeyh’e (k.s) intisap edip mürid olmadılar. Fakat sonradan buna çok pişman oldular;
- Eyvah, fırsatı kaçırdık, çok yazık ettik. Cenâb-ı Hakk (c.c) bize âlemin kutbunu göndermiş, görüşmeyi kısmet etmişken, nefsimizi razı edip dervişliği kabul edemedik, karışıklık içinde kaldık. Aklımızı toplayamadık, nefsimiz bize o gün neler kaybettirdi. Bundan sonra artık pişmanlık fayda etmez, zamanın kutbuna bağlanamadık, dediler.
O âlim kişiler doğru söylemişlerdir. İsteklilere kutup erişir, gönülden, ihlâsla isteyenlere yardımlar eder.
Ama ona teslim olmak için sâdık olmak, Hak yolunda hâlis âşık olmak gerektir.
Âşıksan sözünde durursun yoksa âşıklık iddia ediyorsun demektir ki, ispat etmen gerekir.
Ahmet Ziya (k.s) Hazretleri kutb-ı âzamdır, gavs-ı âzamdır, Hakk’ın (c.c) nurudur.
300
KITA
Dime ashab-ı dil gitdi cihan boşdur sakın câna Bulunur Şems-i Tebrizî hani emsal-i Mevlânâ Gidenler gitdiler lâkin bu dârı boş bırakmazlar Gidince tal’at-ı neyyir gelir mâh-ı münir dâna
BOŞ BIRAKMAZLAR
Sakın gönül erleri gitti, cihan şimdi boştur deme! Şems-i Tebrizî (k.s) Hazretleri ve Mevlânâ (k.s)
Hazretleri gittiler Gidenler gitti ama cihanı boş bırakmazlar. Ey bilgili kişi, güneşin parlaklığı gidince, nurlu ay gelir.
MÜNEVVİRE
Bir kelâmım var kulak vir sen bana Bu hikâye yâdigâr olsun sana
Taşradan bir hâce geldi hazrete Yüz sürerdi hâk-i pây-i devlete
Ağladı ah eyledi kıldı figan Dir fida olsun sana cism ile can
Âşık oldum hazrete pîr-i münîr Hûb cemâlin görmeden ey destgîr
Görmemiş bu gözlerim resmin senin Hem kulağım duymamış ismin senin
Va’z iderdim bir şehirde bî-güman Sem’ime bir ses irişdi nâgihan
301
Bir sadâ ki dilleri medhûş ider Âşık-ı sâdıkları bî-hûş ider
Bir nidâ geldi bi-Hakk-ı Kibriya Kutb-ı âlemdir didi Ahmed Ziya
Hem Gümüşhane didi mevlid ona Bu nidâdan geldi bir dehşet bana
Bu kelâmın heybetinden bir zaman Aklımı gayb eyledim ey merdüman
Çünki kürside olurdu bu nida Nutkumu tutdu heman havf-i Huda
Ağladım kesretle efgan eyledim Bir vakit ah-ı firâvan eyledim
Ağlaram ben hem cemaat pür-figan Ağlamakdan mest olur pir ü civan
Söyledim ey müslimanlar bî-mecal Hastayam va’z eylemek oldu muhal
Var bu gün zihnimde bir hal-i garib Hem vücudum hastalandı pek acîb
Sır idi çünki anı kıldım nihan İstedim hiç duymasun ins ile cân
Hücreme gitdim bu hal üzre hemin Çok düşündüm eyledim ah ü enîn
Ben bu halden düşmüşem rencîdeye Uyku girmezdi bütün şeb dîdeye
İrtesi gün mescide geldim yine Kürsiye çıkdıkda mest oldum yine
Hâsılı üç gün bu hal itdi devam Ağlaram ah eylerem mest ü müdam
302
Sordular halin nedir söyle bize Derdini ketm itme şerh eyle bize
Söyle derdin belki derman eyleriz Def’ine sa’y-i firâvan eyleriz
Derdine biz buluruz hâzık tabib Söyle bizden saklama olma firib
Söyledim derdim kabul itmez ilaç Suretâ tîmâra yokdur ihtiyac
Ateş-i aşkdır perişan eyleyen Gice gündüz zar u giryan eyleyen
Nâgihan bir ses irişdi gûşüme Ol sadâ dehşet getürdi huşüme
Söyledi hâtif kelâmı bî-riya Dir kutubdur hazreti Ahmed Ziya
İşte âşık olmuşam bu isme ben Nerdedir bilsem o anka-yı hasen
BEYT
Meğer meşhûr-ı âlemsin seni ben bilmedim ancak Bilür herkes cihanın mürşidi Ahmed Ziya elhak
303
Bilenler hazreti Pir-izamanı Haber virdi bana nam ü nişanı
Gelüb gördüm seni elhamdülillah Bana lutf eyledi o demde Allah
Daha birçok tazarru itdi bî-had Tebessüm eyledi mevlâyi Ahmed
Kabul itdi recasın kıldı ihsan Ana lutf eyledi çok kân-ı irfan Velâkin çok nasihat itdi hazret Didi hayz-ı ricaldir bu kerâmet
Abid kullukla olmuşdur mükerrem Keramet istikametdir muazzam
Dahi in’am ü iğna eyledi çok Anı manen ve sûren kıldı merzuk
Seni merzuk ide dirsen Hüvallah Oku rûh-ı Ziya’ya kulhüvallah
HÂTİFTEN GELEN SES
Sana bir sözüm var, beni dinle bu hikâye sana hatıram
olsun: İstanbul’un dışından bir hoca Şeyh Hazretlerini ziyarete
geldi. Hazreti Pîr’in ayaklarına kapanıp uzun zaman ağladı ve dedi ki:
- “Canım sana fedâ olsun. Seni görmeden sana âşık oldum ben.
Bir şehirde vaizdim, senin resmini görmemiş, ismini bile duymamıştım. Bir gün vaaz ederken ansızın bir ses işittim.
304
Öyle güzel, öyle heybetliydi ki, gönülleri dehşete düşürür, âşık ve sâdıkları hayran edip kendinden geçirirdi.
Yemin ederim ki, hâtiften gelen bu ses şöyle diyordu: “Ahmet Ziya (k.s) Hazretleri âlemin kutbudur, onun doğum yeri Gümüşhane’dir.”
Gönlüme Allah (c.c) korkusu düştü, aklım başımdan gitti. Konuşamadım, ağlamaya başladım. Kürsüde o kadar ağladım ki, cemâat de benimle birlikte ağladı. Nihayet dedim ki:
- Ey cemaat, hastayım, söz söylemeye mecalim yok. Bana garip bir hâl oldu, zihnim dağıldı, vücudum da rahatsız oldu.
Nereden geldiği belli olmayan ve yalnız benim duyduğum bu ilâhi ses bir sırdı, onu açıklayamazdım, insanlardan ve cinlerden sakladım. Kürsüden inip evime gittim, çok düşündüm, ağladım, inledim. Bütün gece uyumadım.
Ertesi gün camiye gittim. Vaaz kürsüsüne çıkınca yine aynı sesi duydum.
Ağlamaktan yine vaaz edemedim. Bu hal üç gün tekerrür etti. Herkes;
- Sana ne oldu? Derdin nedir? Söyle de çaresine bakalım, bizden saklama! dediler.
Nihayet açıklayıp dedim ki: - Aşk ateşine düştüm, bunun çaresi yoktur.
“Gümüşhaneli Ahmet Ziya (k.s) kutuptur” diye hâtiften bir ses işittim; ona âşık oldum. Onun için ağlıyorum, kendimi toparlayamıyorum ama o Hazret kimdir, nerdedir bilmiyorum.
305
Sen âlemde meşhur imişsin de meğer yalnız ben bilmiyormuşum.
Herkes Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerinin cihanın mürşidi olduğunu bilirmiş de ben habersizmişim.
Hazreti Şeyh’i (k.s) bilenler kim ve nerde olduğunu bildirdiler, hemen seni görmeye koşup geldim. Çok şükür Allah (c.c) seni görmeyi bana nasip etti.”
O hoca bunları ağlayıp yalvararak anlattı. Hazreti Şeyh (c.c) nihayet gülümsedi, lütfedip ona çok bağışlarda bulundu, öğütler verdi. Şöyle buyurdu:
- Kerâmet veliler için kadınların aybaşı hali gibidir, göstermemek lâzımdır. En büyük kerâmet istikamet üzere yaşamaktır. Allah’a (c.c) kullukta düzgün ve doğru hareket etmektir. Kul, kulluk vazifelerini yaparak değer kazanır.
Şeyh Hazretleri (k.s) o hocaya maddi ve mânevi çok ihsanlarda bulundu.
Allah Teâlâ’nın (c.c) seni bol bol rızıklandırmasını istersen Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerinin ruhuna İhlâs suresi oku.
KASİDE
Senin izzin celâlinçün beni mest eyle Allah’ım Yanub aşkın oduna hep irişsün göklere âhım
Düşünmeyem senin gayri geçüb cümle sivâdan hem Olayım aşkına her dem bulunmasun karargâhım
Disünler hep bana mecnun velî Leyla olub pünhan Şirâre ile ile dil can tutuşsun hem cigergâhım
Nedir âşık nedir ma’şuk ve aşkı bilmez iken ben Gelüb bir nâr-ı pünhanî harab itdi beni şâhım
306
Bunu ben dimezem illâ didirdi hep bana aşkın Nolaydı her demi böyle olaydı sâl ile mâhım
Seni bir bilmişem Allah ki senden başka Hâlık yok Beni aşkınla mağruk kıl ki olmaya hiç âgâhım
Esirge dilini şerden bu FEVZİ bendenin yarab Umaram hayr ile her dem açılsun her seher-gâhım
SENİN (c.c) AŞKIN
Allah’ım (c.c) izzetin ve büyüklüğün hürmetine beni
kendimden geçir. Senin aşkının ateşiyle yanayımda ahım göklere çıksın.
Senden başka her şeyden geçeyim, Senden başka hiçbir şey düşünmeyeyim. Daima Senin aşkınla olayım, başka yerde bulunmayayım.
Bana hep mecnun desinler ama Leyla gizli kalsın, Senin aşıkın olduğumu kimse bilmesin. Aşkın kıvılcımlarıyla çiğerim hep tutuşup yansın.
Ben aşk, âşık, maşuk bilmiyordum, gizli bir ateş gelip beni yaktı harap etti.
Bana bunları Senin aşkın söyletti. Keşke yıllarımın, aylarımın her anı hep böyle olsa
Ya Rabbi, Seni bir bildim, Senden başka yaradıcı yoktur. Beni aşkının denizinde boğulmuş kıl, hiç aklım başımda olmasın.
Fevzi kulunun dilini kötülükten esirge yarabbi. Seher vakitlerimin daima iyiliklerle açılmasını umuyorum.
307
MÜNEVVİRE
Buna benzer hisabsız çok kerâmet Kitab almaz idersem ger hikâyet
Velâkin bir rivayet ayn-ı sâbık Anın şerhi de bu nakle muvafık
Didler talib-i ilmin birisi Giderken râha ol Allah çerisi
Beyâban içre kalmış yok celîsi Huda lutf eylemiş olmuş enîsi
O talib dir nolur Perverdigârım Beni kutba irişdir Girdigârım
Bana ilm-i ledün öğret ilâhım Meşakkatden beni kurtar penâhım
Bu sözler fikrini meşgul iderken İşitdi bir nida bervech-i Ahsen
Didi hâtif ki ya tâlib yürü var Merâmın müstecâb itdi keremkâr
Kutubdur hazreti Ahmed Ziya git Ne istersen ona arz u beyan it
Yüzün sür hâk-i pây-i gavs-i Ferd’e Bulunmaz şimdi emsali bu yerde
İşitdi çünki tâlib bu nidâyı Derundan özledi Ahmed Ziya’yı
Çü buldu hazreti kutb-ı cihanı Feda itdi yolunda cism ü canı
Henüz bed’itmemişdi keşf-i râza Daha başlamamış ders-i niyaza
308
Kerametle bilürmiş macerayı Didi ey merd bırak çün ü çerayı
Çalış sa’yinle bul aşk-ı Huda’yı O aşk ta’lim ider ilm-i hüdayı
Ne lâzım kutb içün gezmek cihanı Sana senden yakın ruh-ı revani
Teveccüh kıl kulûb-ı evliyaya Yapış bâb-ı Cenâb-ı Kibriya’ya
Huzur it bizlere tâlib demâdem Olursun bizlere bî-şübhe herdem
Çıkar dilden gumum-ı masivayı Görürsün anda sen Ahmed Ziya’yı
Velâkin avn-i Hak olmazsa yâver Sana lutf eylemez ol şems-i enver
Bütün gün lutfunu iste Huda’nın Olursun hemdemi Ahmed Ziya’nın
Daha pek çok nasihat kıldı hazret Dahi iğna idüb itdirdi avdet
Kutb-ı âlem ruh-ı ecsad-ı cihan Hep tasarruf eyleyen oldur heman
Bir tasarruf eylese gavs-ı Kerim Feyz-i Hakk’a gark olur arş-ı azîm
İzn-i Hak’la her ne emr itse o zat Ol meram üzre dönerler mümkinat
Her ne lutf itse kula Perverdigâr Lutf-ı Hakk’a kutb-ı azamdır medar
Nezd-i Hak’dan bir bela gelmez kula Bir veliye belki zulm itmiş ola
309
Evliya esbab-ı ef’al-i Huda Hem velilerdir nücum-ı ihtida
Evliaydır hem cevasis’ül kulûb Onları sevmek ider mahv-ı kürub
Evliyaya buğz ider merd-i fudul Nezd-i Hak’da bulmadı cây-ı kabul
Son nefes mağlub olur düşmanına Nefsini teslim ider şeytanına
Söyledi ol hazreti Hayy u Gani Evliyamı sevmeyen sevmez beni
Ger dilersen dü cihan iflâhını Sev velîyi sil gönül elvahını
Can ü dilden sev Cenâb-ı Ahmed’i Daima yâd eyle ruh-ı emcedi
Kutb-ı a’zam hazreti Ahmed Ziya Gavs-ı ekremdir o nur-ı Kibriya
Hazreti şeyhi seven âlicenab Okusun İhlâs ile Ümm’ül kitab
KUTUP
Hazreti Şeyh’in (k.s) buna benzer pek çok kerâmetleri
vardır. Hepsini anlatmaya kalksam kitaplar almaz. Ama yukarıdaki mânâya uygun bir rivayet var, onu
anlatayım: Birisi ilim öğrenmek için yalnız başına yola çıkmıştı. Hiç
arkadaşı olmadığından Cenâb-ı Hakk (c.c) onun yoldaşı olmuştu.
310
Issız yollarda giderken içinden “Ya Rabbî, bana zamanın kutbunu göster, bana ledün ilmini öğret” diye dua ederdi. Hakk Teâlâ (c.c) onun duasını kabul etti, birden hâtiften bir ses işitti:
- Ey talip, zamanın kutbu Ahmet Ziya’dır (k.s), ona git. Dileklerini ona söyle, o gavsın şimdi yeryüzünde eşi benzeri yoktur, git ayaklarına yüzünü sür!
Bunu duyunca Şeyh Hazretlerini (k.s) görmek için içten derin bir özlem hissetti, arayıp sordu, gidip onu buldu.
Büyük bir zevk ve heyecanla huzuruna çıktı. Daha dileklerini arz etmeye başlamamıştı ki, Hazreti Şeyh (k.s) ona şöyle buyurdu:
- Ey talip, sen niçini nasılı bırak! Allah (c.c) aşkını kendin çalışarak kazan. O aşk sana hidâyet ilmini öğretir. Kutbu bulmak için dünyayı dolaşmak gerekmez; ruhun sana senden daha yakındır. Evliyanın kalplerine rabıta ile yönel, Hakk’ın (c.c) şeriatına ve tarikatına yapış. Her zaman kalbin bize bağlı bulunursa, hiç şüphesiz bizle can ciğer dost olursun. Dünyaya ait düşünceleri gönlünden çıkarırsan, Ahmet Ziya’yı (k.s) kalbinde görürsün. Ama Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) lütfu olmazsa, kutup sana hiçbir fayda vermez. Daima Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) lütfunu istersen Ahmet Ziya’nın (k.s) en yakını olursun.
Bu şekilde birçok öğütler verdi ve bağışlarda bulunup gönderdi.
Kutup, cihandaki bütün cisimlerinin ruhudur, her şeye hükmeden, tasarruf eden kutuptur.
Onun tasarrufuyla Arş feyizlere boğulur. Allah’ın (c.c) izniyle kutup bütün yaratılmışları dilediği gibi hareket ettirir.
311
Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) lütufları kullara onun aracılığı ile erişir.
Allah’ın c.c) bir velisini incittiklerinden dolayı kulların başlarına musibetler gelir. Veliler ilâhi fiillerin sebebidir.
Onlar hidayet yıldızlarıdır, Hakk’a (c.c) giden doğru yol onlarla bulunur.
Veliler kalp casuslarıdır, insanın içinden geçenleri okurlar.
Onları sevmek gamları, sıkıntıları giderir. Velilere kızıp kin tutanları Hakk Teâlâ (c.c) sevmez ve
kabul etmez. Sonları imansız gitmektir onların. Son nefeslerinde şeytan onları kandırıp imanlarını çalar.
Cenâb-ı Hakk (c.c), Hadis-i Kudsi’de şöyle buyurmuştur: “Evliyamı sevmeyen beni sevmiyor demektir.”
İki cihan saadeti istersen, velileri sev, gönlünün pasını sil.
Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerini can ve gönülden sev, onun ruhunu dualarla an.
O, büyük kutup ve gavstır, Allah’ın (c.c) nurudur. Hazreti Şeyh’i (k.s) seven yüksek vasıflı kimseler, onun
ruhuna Fâtiha ve İhlâs okusunlar.
MÜNEVVİRE
Ehl-i zevk erbab-ı ahvalden biri Sahib-i keşf ü kerâmet ahteri
Hazreti Eyyüb civarından o zat Cum’a gün geldi o şahs-ı hub-sıfat
Hazreti geldi ziyaret kasdına Ol ziyaretden ticaret kasdına
312
Geldi çün ol hangâh-ı devlete Âsitan-ı kutb-ı pâk-i izzete
Dir Cenâb-ı Eşref’e ey bî-riya Ey mükerrem hâdim-i Ahmed Ziya
Gelmişem gayet uzakdan ben garib Hazreti behri ziyaret ey edib
Leyki şeytan-ı hacîl itdi cidal Çok cefalar eyledi ol bed-hısal
Bit-temessül zâhir oldu o rezil Râhı kat’ itdi mel’un u zelil
Pençeleşdi div-i merdud-ı lain Çok şükür Allah’a ki oldu muin
Gitme dir Ahmed Ziya’ya ol denî Takatim kesdi zebûn itdi beni
Bir de gördüm daire çekmiş Ziya Ol sebebden girmedi ol bî-haya
Zâhir oldu nur-ı sultan-ı Rahîm Söndü ol dem nâr-ı şeytan-ı racîm
Çün cenah-ı kutba girdim ben heman Gitdi zulmet feyz ü nur oldu cihan
Gördü gözler hatt-ı kutbu âşikâr Mest olub kaldım hemandem bî-medar
Leyki ol hat hângâha pek yakın Üç bin arşun var veya yokdur hemin
Hatt-ı kubiyyet egerçi pek geniş Ben fakire leyki mahsusdur bu iş
Ol sebebden çok eza çekdi bu kul Hamdülillah ki Ziya itdi kabul
313
Çünki girdim hatt-ı kutba ol zaman Şems-i tâbân-ı Ziya oldu ayan
Çünki geldim hângâh-ı izzete Büsbütün girdim sanursın cennete
Bu kelâm itdi büyüklerden sudur “Lem yekün üstazuhu” sırrı budur
Kim ki mürşid tutdu kavi Hiç zarar kılmaz o şeytan-ı gavi
Leyki kâmil mürşidi bulmak gerek Sıdk ile teslim ü bend olmak gerek
Ehl-i sıdk erbabı iffet-bendedir Kizb ü kasvet sahibi şermendedir
Kim sadakat eylese Hakk’ı bulur Sıdk ile maksadına vâsıl olur
Kim sadakatle Ziya’yı özlese Hem rıza-ı Hakk’ı daim gözlese
Hubb u şevki her zaman tezyid idüb Aşk ile Allah’ı hem tahmid idüb
Eylese zikr-i Huda şam ü seher Masivadan ol kula gelmez keder
Kim ki zikr itse Huda’yı aşk ile Sevse hem Ahmed Ziya’yı aşk ile
Oldu bil sahib-saadet rehberi Hem de sevdi Hazreti Peygamberi
Hazreti şeyhi seven âlicenab Okusun ihlâs ile Ümm’ül kitab
314
KÂMİL MÜRŞİD
Hâl ve kerâmet sahibi, keşfi açık bir zat bir cuma günü
Eyüp Sultan civarında Şeyh Hazretlerini (k.s) ziyarete gelmişti, bu ziyaretle mânevi faydalar elde etmek istiyordu.
Tekkeye girince Hazreti Şeyhin (k.s) yakınlarından Eşref Efendiye dedi ki:
- “Ben büyük pîr Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerini ziyaret etmek için çok uzak yerden geldim. Ama gelirken lânetli şeytan bana engel olmak için yolda pek çok zorluklar çıkardı, çok sıkıntılar çektim. O rezil lânetli, insan kılığına girerek yolumu kesti, benimle cebelleşti, beni yordu, perişan etti. Ama çok şükür, Allah (c.c) bana yardım etti.
Bana Ahmet Ziya’ya (k.s) gitme diyordu. Hazreti Şeyh’in (k.s) tekkesine yaklaşıncaya kadar uğraştı, sonra birden bırakıp gitti.
Ben birden terk edip gitmesinin sebebini önce anlayamadım, sonra dikkat edince, Hazreti Şeyh’in (k.s) tekkenin etrafına çizmiş olduğu daireyi fark ettim.
O dairenin içindeki Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerinin nuru ortaya çıkınca, kovulmuş şeytanın ateşi söndü, melun kaçıp gitmek zorunda kaldı.
Tekkeye girince, etraf nurla doldu, her yer pırıl pırıl aydınlandı. Şeyh Hazretlerinin (k.s) çektiği çizgiyi açıkça gördüm ben. Ama o daire çizgisi tekkeye çok yakın çekilmiş, çapı üç bin arşın kadar.
Gerçi kutupluk dairesi çok geniştir ama bana göre değil. Çünkü benim Hazreti Şeyhe (k.s) intisabım yoktu, onun
315
müridi değildim. Başka bir şeyhe de bağlanmamıştım. O yüzden buraya gelmek için çok eziyetler çektim.
Ama çok şükür Ahmet Ziya (k.s) Hazretleri kabul etti de gelebildim. Onun çekmiş olduğu çizginin içine girince Şeyh Hazretlerinin (k.s) nuru parlak güneş gibi ortaya çıktı. Tekkesine girince de cennete girmiş gibi oldum.”
Büyükler boşuna “şeyhi olmayanın şeyhi, şeytan olur” dememişler. Bu sözün sırrı burada açıkça belli oldu.
Şeyhe bağlanıp onun eline sıkıca yapışana mundar şeytan hiç zarar veremez. Lâkin şeyhin kâmil mürşit olması lâzım, onu bulmalı ve ona teslim olup sadık müridi olmalıdır.
Özü sözü doğru olan sadık mürid iffetlidir, yalancı ve katı kalplilerin Hakk’la (c.c) aralarında perde vardır.
Doğrulukla yaşayan Hakk’ı (c.c) bulur, maksadına erişir. Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerini içten seven ve daima Allah
(k.s) rızasını kazanmaya çalışanın sevgisi, neşesi artar, Allah’a (c.c) aşk ile hamdeder.
Akşam sabah hep Allah’ın (c.c) zikrine devam etse, hiç kimse ve hiçbir şeyden ona bir üzüntü gelmez.
Allah’ı (c.c) aşkla zikredip Ahmet Ziya’yı (k.s) seven Peygamber Efendimizi de (s.a.v) sever ve mutluluğun yol göstericisi olur.
Hazreti Şeyhi (k.s) seven şerefli kimseler, onun ruhuna Fâtiha ve İhlâs okusun.
316
MÜNEVVİRE
Çün menakıb zübdesi buldu nizam İstedim ki ola miskiyy’ül hıtam
Son kelâm-ı Hazreti ben söyledim Nazmımı bu sözle itmam eyledim
Âlem-i ma’nada görmüş ol tahur Nâfesinden bir ziya iymiş zuhur
Ol ziya tutmuş cihanı serteser Âsumâna berk urub itmiş eser
Nûra garkolmuş zemîn ü âsuman Bir mücessem nûr imiş gûya cihan
Şarkı garbı kaplamış nûr-ı sabuh Zulmeti mahveyleyüb kılmış fütuh
Bir şehir ya ki kara kalmış değil Ol ziyadan bî-nasib olmuş değil
Her yeri almış o nûr-ı Kibriya Vasıta olmuş ona Ahmed Ziya
Nûr-ı gavsiyetdir ol nûr-ı azîm Gördüğü ma’nada ol kutb-ı Kerîm
Bunca âsârı şehadet eyliyor, Cümleyi gark-ı saadet eyliyor
Ta kıyam-ı haşre dek nûr-ı Ziya Feyz-i pâk-i serfiraz-ı evliya
Berk urub eyler münevver dilleri Ötmede bağ-ı Ziya bülbülleri
Hazreti şeyhi seven âlicenab Okusun ihlâs ile Ümm’ül kitab
317
HAZRETİ ŞEYHİN SÖZLERİ
Şeyh Hazretlerinin (k.s) menkıbelerinden
seçtiklerimizi düzenleyip manzum olarak yazdıklarımın sonunu misk ile bağlıyor ve Hazreti Şeyh’in (k.s) anlattıklarıyla bitiriyorum. (Âyetteki “Hıtam’ül misk” (Mutaffifîn Suresi 62) tabirine atıf vardır.)
Hazreti Şeyh (k.s) rüyasında göbeğinden bir ışık çıktığını görmüş. O ışık bütün cihanı baştanbaşa kaplamış, gökleri şimşek gibi aydınlatmış. Bütün kâinat nura boğulmuş, sanki nurdan ibaret olmuş. Bu nur doğudan batıya karanlıkları açmış. O ışıkla aydınlanmamış hiçbir şehir ve kara parçası kalmamış. Bu genel aydınlanmanın vasıtası Ahmet Ziya (k.s) Hazretleri olmuş.
Hazreti Şeyh’in (k.s) rüyasında gördüğü bu muazzam nur, gavs nurudur. Gerçekten bu bütün eserleriyle ortadadır, herkese mutluluk dağıtır.
Bu nur kıyamete kadar parlayacak ve gönülleri aydınlatacak, Ahmet Ziya (k.s) bahçesinin bülbülleri daima ötecektir.
Hazreti Şeyh’i (k.s) seven yüksek zatlar ruhuna Fâtiha ve İhlâs okusun.
318
HÂTİMET’ÜL MENÂKİB
KASİDE-İ MUHAMMEDİYYE
DER BEYAN-I ŞUUBAT U MÜCEDDİDAN-I TARİKAT-I
ALİYYE-İ SIDDIKİYYE-İ HÂCEGÂN-I NAKŞIBENDİYYE-İ HÂLİDİYYE-İ ZİYAİYYE
Zuhur ü mebdei halk şems-i tâbân-ı Muhammed’dir Felek de kubbe-i mînada bünyan-ı Muhammed’dir
“Nefahtü fîhi min ruhi” didiği sırr-ı sübhanî Vücûd-ı Âdemî’de rûh-ı rahşân-ı Muhammed’dir
Ademde kalmayub izhâra bâdi olduğu gün ki Şuunât-ı Huda hep aşk-ı sûzân-ı Muhammed’dir
O fermân-ı şerîf-i “allem’el esma” da Âdem’de Temevvüc gerde-i deryâ-yı irfân-ı Muhammed’dir
Cinâna itmeyüb rağbet değişdi habbeye Âdem Bu hod sırr-ı tulû-ı tal’at-efşân-ı Muhammed’dir
Bu yerde kalmayub eflâke çıkdı İbni Meryem hod Merâmı ümmet olmakdır hoş ihvân-ı Muhammed’dir
Taayyünde muahhar geldi ol şâh-ı cihan-ârâ Hakikatde mukaddem nûr-ı zîşan Muhammed’dir
Henüz memzûc iken Âdem anâsır su ile toprak O dem mescûd-ı ervâh-ı rûh-ı rey’ân-ı Muhammed’dir
Gelüb bir bir zuhûr itdi merâtibce bütün mahlûk Nebi mürsel melâik müzde-dârân-ı Muhammed’dir
Tulû’ıyla cihan-ı sert eser tenvîr idüb Mevlâ Felekler devr idüb dirler ki devrân-ı Muhammed’dir
Nübüvvetle mübeccel olduğu dem ol şehinşâhî Münâdîler nidâ kıldı ki âvân-ı Muhammed’dir
319
Şeriat tahtına kondu tarîkat tacını geydi Uruldu tabl u nakkare bu sultan-ı Muhammed’dir
Hakikat esbine bindi maarif iklimin gezdi Anın seyrinde dil âciz bu seyrân-ı Muhammed’dir
Bütün dünya ve mâfîhâ çü doldu nûr-ı Ahmed’le Okundu levha-i menşur ki Kur’an-ı Muhammed’dir
İki yol gösterüb ol şah biri zâhir biri bâtın Bu yollar evvel ü âhir kârbân-ı Muhammed’dir
Çü gitdi hazreti Ahmed Muhammed Mustafa Hakk’a Didi eflâk ü emlâk rûz-ı hicran-ı Muhammed’dir
Gerek zâhir gerek bâtın Ebu Bekr-i sadâkat-kiş Halîfe nasb idildi mâh-ı hûbân-ı Muhammed’dir
Tarîk-i hufyenin şahı o zat-ı pâk akdesdir Reisi kümmel-i ashâb ü yârân-ı Muhammed’dir
Tarîkat aldı andan da o pîr-i pür-safâ Selman Dahi Kasım dahi Cafer nedîman-ı Muhammed’dir
O Tayfur bin Bestami vü Harkani dahi Yusuf Gelürler birbiri ardınca a’van-ı Muhammed’dir
Didiler burda Sıddıkî tarîk-i hufyeye ey can Anın erbâb ü ashâbı sebak-hân-ı Muhammed’dir
Gelince Gucdevani hâce-i sâdât-ı bî-hemta Tarîk-i hâcegân dindi muhibbân-ı Muhammed’dir
Buhâra’dan tulû itdi tarîkat rehberi çün kim Bahaüddin-i şah-ı Nakşıbendân-ı Muhammed’dir
Müridânıyla dünya serteser mâmur olub hakka Cihan-ı feyze gark itdi bu hep şân-ı Muhammed’dir
Mürur itdi zaman çünki tarikat şubelendi çok Gelen pirler bütün mâh-ı münîrân-ı Muhammed’dir
320
Gelince çün Ubeydullah-ı Ahrar-ı Semerkandî Anın ismi şüyu’ buldu nerîman-ı Muhammed’dir
Zuhûr itdikde Serhendî İmam’ül Evliya Ahmed Müceddid oldu ol demde bu ihsân-ı Muhammed’dir
Dahi Hâlid Muhammed şeyh Mevlânâ Ziyâüddin Müceddiddir muhakkak dürr-i kîrân-ı Muhammed’dir
Tarîk-i bâğ-ı vahdetdir Cenâb-ı şeyh Mevlâ’nın Gel ey bülbül terennüm eyle riyzân-ı Muhammed’dir
Gürûh-ı Hâlidîler şark u garbı eyledi ihya O rehberler o dilberler vekîlân-ı Muhammed’dir
Vekil-i hazreti Hâlid Cenâb-ı şeyh-i Ervâdî Mükemmel vâris-i ilm-i firâvân-ı Muhammed’dir
Sadef-veş bî-behâ dürr-i yetîmi eyledi izhar Ziyâüddin Ahmed feyz-bârân-ı Muhammed’dir
Doğunca maşrık-ı izzetden ol Ahmed Ziyâüddin Didiler hep bu bir şem’-i fürûzan-ı Muhammed’dir
Ziyâüddin tarîk-i Hâlidî’yi eyledi tecdid Ziyâiyye tarîki bülbülistan-ı Muhammed’dir
Budur bâğ-ı hakîkat şemmesinden mesd olur uşşak Dibistân-ı maarifdir gülistan-ı Muhammed’dir
Hasan Hilmi vekil-i hazreti Ahmed Ziyâüddin Reşâdet menbaı mâh-ı şebistân-ı Muhammed’dir
Muhalleddir Ziya’nın âsitânında Hasan Hilmi Disinler her ne dirlerse bu meydân-ı Muhammed’dir
Tevessül eyle gel FEVZİ oku esma-ı sâdâtı Gürûh-ı hâcegân elbet mürîdân-ı Muhammed’dir
321
MENKIBELERİN SONU
Nakşıbendi Tarikatı Hâlidiye Şubesinin Ziyâiye Halkası
Yaratılışın başlangıcı Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’dir (s.a.v). Cenâb-ı Hakk (c.c) âlemleri, yaratılmış ne varsa hepsini, onun yüzü suyu hürmetine yaratmıştır. Bir hadisi Kudsi’de; “Sen olmasaydın, sen olmasaydın, gökleri yaratmazdım” buyrulmuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Âdem henüz su ile toprak arasındayken, ben peygamberdim” buyurmuştur.
“Ona ruhumdan üfürdüm” (Hicr suresi 29.) ayetinde” belirtilen ruh yani Hz. Âdem’e (a.s) üfürülen ruh Hz. Muhammed’in (s.a.v) ruhudur.
Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) kendi sıfatlarını ortaya çıkarıp her şeyi yaratmaya başlaması Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) aşkındandır.
Hz. Âdem’in (a.s) cenneti bir buğday tanesine değişip dünyaya inmesi, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) onun neslinden gelip kâinatı nûra boğması içindir.
Hz. İsa (a.s) dünyada kalmadı semâlara çıkarıldı, çünkü âhir zamanda tekrar gelip onun ümmetinden olmak istiyordu. O, Hz. Muhammed (s.a.v) ümmetindendir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) gerçi son peygamber olarak dünyaya geldi ama aslında ilk önce yaratılan onun nurudur.
Hz. Âdem’in (a.s) suyla toprak karışıp daha çamuru karılmamışken, ruhlar onun ruhuna secde etmişti.
322
Bütün yaratıklar, peygamberler, melekler birer birer mertebelerine göre ortaya çıktı; bunlar Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimizin müjdecisidirler.
Cenâb-ı Hakk (c.c) onun doğuşuyla bütün kâinatı aydınlattı, gökler “bu devir hep Muhammed’in (s.a.v) devir” diyerek dönerler.
O’na (s.a.v) peygamberlik rütbesi verildiğinde “bu zaman Muhammed’in (s.a.v) zamanıdır” diye ilan edildi.
Şerîat tahtına kurulup tarikat tacını giyince köslere davullara vurularak “işte iki cihanın Sultanı!” diye duyuruldu.
Hakikat atına binerek maârif ülkesini gezdi, bu mânevi dolaşmasını anlatmakta diller acizdir. Bu mirac, Peygamber (s.a.v) Efendimize mahsus çok yüce bir gidiştir.
Bütün dünya ve içindekiler onun nuruyla doldu. Onun fermanı, Hz. Muhammed’in (s.a.v) Kur’an’ı okundu.
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şeriat ve tarikat olarak iki yol gösterdi. Bunların biri dışla, biri içle ilgilidir. Bunlar baştan sona Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) kervanın yoludur.
Hakk’a (c.c) kavuştuğunda gökler ve yerler dediler ki: “Bu, Muhammed (s.a.v) Efendimizden ayrılık vaktidir, ne acı bir gündür!”
Dışı da içi de doğruluktan ibaret olan Hz. Ebu Bekir Sıddık (r.a) Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) halifesi tayin edildi ki, o Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) nurunu yansıtan parlak bir aydır.
323
O gizli yani sessiz, içten yapılan zikir yolunun padişahıdır. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) yakın dostlarının ve ashab-ı kiramın reisidir.
Ona Hz. Selmanı Farisi (r.a) ve Hz. Kasım ve Cafer Sadık (r.a) Hazretleri bağlanıp tarikatı devam ettirdiler. Bunlar Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) yakın hizmetkârlarıdır.
Hz. Bayezid Bestami (k.s), Hz. Hasan Harakani (k.s), Hz. Yusuf Hemedani (k.s) Hazretleri birbirinin ardınca gelen tarikat pirleridir.
Hz. Ebu Bekir Sıddık (r.a) Hazretlerinden beri süregelen bu gizli zikir yolundaki pirler, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) dersini okutanlardır,
Sıra seyitlerin eşsiz temsilcisi Gucdevani (k.s) Hazretlerine gelince onlara “hâcegân” denildi, Peygamber Efendimiz’i (s.a.v) gerçekten seven kimselerdir bunlar.
Sonra Buhara’dan tarikatın rehberi Hz. Muhammed Bahaeddin Şah Nakşıbendî (k.s) güneş gibi doğdu.
Müridleriyle dünyayı gerçekten baştanbaşa mamur etti, cihanı nura boğdu. Bunlar hep Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) şanındandır.
Zamanla tarikat kollara ayrıldı, pirlerin hepsi de Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) nurlu mehtaplarıdır.
Semerkandlı Hz. Ubeydullah Ahrar (k.s) Hazretleri gelince o Muhammedî mana erinin adı her tarafa yayıldı.
Hz. İmam Rabbani Ahmet Faruk Serhendî (k.s) Hazretleri geldiğinde Peygamber Efendimiz’in (k.s) bir
324
ihsanı olarak müceddid-i elf-i sani yani ikinci binin yenileyicisi oldu.
Sonra Hz. Mevlâna Muhammed Halid Ziyâeddin Bağdadi (k.s) Hazretleri de gerçekten her yüz senede bir gelen müceddidlerden yani yenleyicilerdendir.
Bu Şeyh Allah’ın (c.c) vahdet bağının yoludur, ey bülbül neşeyle öt; bunlar Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) gül bahçeleridir.
Mevlâna Halid Hazretlerinin kolundan gelen pirler, doğuya batıya yeni hayat verdi, o güzel rehberler Peygamber Efendimiz’in (k.s) vekilleridir.
Mevlâna Halid Hazretlerinin vekili Şeyh Ervâdî (k.s) Hazretleri Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) mükemmel ve büyük ilim sahibi bir varisidir.
Şeyh Ervâdî Hazretleri paha biçilmez bir inci kutusu gibi o eşsiz inciyi, Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerini ortaya çıkarmıştır.
Hz. Ahmet Ziyâeddin (k.s) Hazretleri Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) feyiz yağmurudur.
Ahmet Ziya (k.s) kutsal doğudan güneş gibi doğunca herkes dedi ki, o Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) parlak bir kandilidir.
Ahmet Ziya (k.s) Hazretleri Hâlidîler kolunu yeniledi, Ziyâiyye şûbesini kurdu. Bu yol, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) bülbüllerinin yurdudur.
Onun vekili Hasan Hilmi (k.s) Hazretleridir ki, irşad kaynağı olan Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) gecelerinin mehtabıdır.
325
Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerinin tekkesinin mürşidi olarak kalacaktır, ne derlerse desinler bu, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) meydanıdır.
Ey Fevzi, bu pirlerin isimlerini anarak onların aracılığı ile Allah’a (c.c) yönel!
Hâcegân bağlılarının hepsi Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) müridleridir.
ARZ-I MERAM
Gitdi Hazret bizleri kıldı yetim Beynimizde ihtilaf oldu azim
İhtilaf itdikçe itti iştidad Kıyl ü kal gitdikçe itdi imtidad
İhtilafsız hak da olmaz âşikâr Cümlesi takdir-i rabb-ı Girdigâr
Ol sebebden ihtilaf itdi zuhur İhtilafdan gelmedi gerçi fütur
Hazreti Fahr-i Risalet söyledi İhtilaf-ı ümmetî rahmet didi
Hiç olur mu ihtilafsız ictihad Dest-i kâtibde hilaf eyler midad
İhtilafa kimse itmez itiraz İhtilafdır ehl-i Hakk’a müstefaz
Hak içün olsa güzeldir ihtilaf Hak yüzünde nefse vardır çün hilaf
Leyki nefsânî olursa hayrı yok Ol hilaf u i’razın şerri çok
326
Nezd-i Hak’da ihtilafdır didiğim İctihad-ı ehl-i Hak söylediğim
Ehl-i Hakk’ı hak olan red eylemez Hakk’a karşu hak olan söz söylemez
Leyki bir sır var bu gayet de kabih Hiç kabul itmez bunu kalb-i sabih
Nefs ü şeytan fitne ilka eyledi Herkesi bir dürlü iğva eyledi
Lakin ervah-ı ızâm itdi meded Dâm-ı şeytana bu dem çekdirdi sed
Hamdülillah sâye-i şâhânede Hatm olur daim saadethanede
Padişah-ı zî-adalet kâm-bîn Kimseyi itmez sekaletle hazîn
Hazreti Abdülhamid-i şehriyâr Ol emir’ül mü’minin şevket-şiar
Berkarar olsun serîrinde müdam Tâ be-mahşer saltanat itsün devam
İHTİLAF
Şeyh Hazretlerinden (k.s) sonra müridler arasında büyük ihtilaf çıktı. Anlaşmazlık gittikçe şiddetlendi, dedi kodu aldı yürüdü.
İhtilaf olmazsa gerçek açığa çıkmaz, bunlar Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) takdiridir.
Allah’ın (c.c) hikmetiyle çıkan bu anlaşmazlığın sürüp gitmesinden kimse usanıp bıkmadı.
327
Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadisi şerifinde:”Ümmetimin ihtilafı rahmettir” diye buyurmuştur.
İctihadlar hep ihtilaflardan doğmuştur. Kâtip yazarken elindeki kalem yanlış yazabilir.
Kimse ihtilafa karşı çıkmaz, herkes bunu normal karşılar. Anlaşmazlık haklı olana feyiz verir.
Doğruyu bulmak için çıkan anlaşmazlık güzeldir. Çünkü haklılık nefse ters gelir, nefs doğruyu sevmez.
Fakat ihtilâf nefsanî olursa bu hayırsızdır, bu türlü anlaşmazlık çok kötüdür.
İyi ihtilâftan kasdım, velilerin ictihadlarındaki farklılıktır.
Haklı olanı doğru kişiler reddetmez, doğruya kimse karşı çıkmaz.
Fakat bu ihtilâfın, kalbinde doğruluk olan hiçbir Allah’ın (c.c) kulunun kabul etmediği çirkin bir yönü vardı.
Nefs ve şeytan herkesi bir yönden kandırıp kalplere fitne sokmuştu. Bereket versin büyüklerin ruhları imdada yetişti de şeytanın tuzağı bozuldu.
Hamdolsun padişahımızın sayesinde sarayda daima hatmihâcegân yapılırdı. Adâletli hükümdarımız kimseyi hor görmez, incitmezdi.
Mü’minlerin emiri şevketli padişahımız Abdülhamid Han Hazretlerini Cenâb-ı Hakk (c.c) Tahtında daim etsin, saltanatı kıyâmete dek sürsün.
328
KASİDE
Ba’de usrin yüsr ile imrâr ider a’mârımız Çün ki fermân-ı Hudâ’ya doğrudur ikrârımız
Döndü birkaç gün felek ber-vefk-i arzu-yı hilaf Sandılar biz haksızız onlar musib ağyârımız
Bilmediler izdiyâd-ı aşkı mûcibdir firak Çok terakki itdi bu firkatde hep ebrârımız
Çün sehâb-ı gadr ile mestûr idi şems-i hüda Bir zaman vahşetde kaldı nâzenin esmârımız
Münkirânın rişte-i ümmîdi kat’ oldu bu dem Ah ü vahı arşa dek ref’ eyledi ahyârımız
Kim çerağ-ı hazret-i iyşâna kasd eyler ise Mahv olur îmânı elhak böyledir ısrarımız
Şark u garba doldu çün nûr-ı çerâğ-ı Ahmedî Hiç ne mümkin köstebekler mahv ide envârımız
Pür-ziya olmuş avâlim mâh u hurşid zerresi Şebpere varsun çok olsun yok bizim ekdarımız
Sırrımız fâş eylemek ister gürûh-ı seng-dilân Hak bilür ki nass-ı Kur’an’dır bizim esrarımız
Hak mezîd itsün Ziya’ülhak ve’d dîn feyzini Sâyesinde sengsâr içre açar gülzârımız
Biz Ziyaî bendesiyiz ki bu FEVZİ kemteri Serv ü gül eşcârımız hem la’l ü dür ahcârımız
329
AHMED ZİYA’YA (k.s) BAĞLIYIZ
Allah’a (c.c) iman edip emirlerini tuttuğumuz için bize
zorluktan sonra kolaylık gelir, ömrümüz bu şekilde sürer gider.
Bir süre üzüntülü günler geçirdik, düşmanlar bizi haksız, kendilerini haklı sandılar.
Ayrılığın aşkı artırdığını bilmediler. Bu ayrılık sırasında sadık müridler manen çok ilerledi.
Doğru yol güneşi, haksızlık bulutuyla örtülüydü. O yüzden genç müridler bir müddet korku içinde kaldı.
İnkârcıların ümit ipi kesildi, seçkin kardeşlerimiz onların feryatlarını Arş’a kadar yükseltti.
Ulu şeyhlerimizin vahdet kandilini söndürmeye kalkanların imanları gider, hep söyleyip durduğumuz budur.
Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerinin çerağının nuru doğuyu batıyı kapladı, köstebeklerin nurlarımızı söndürmesi mümkün değildir.
Kâinat Ahmet Ziya’nın (k.s) ışığıyla parıl parıl aydınlandı, öyle ki ay ve güneş o ışığın bir zerresidir. Yarasalar varsın çok olsun, biz onlardan müteessir olmayız.
Taş kalpliler sırlarımızı açmaya çalışıyorlar; Allah (c.c) biliyor, bizim sırrımız Kur’an-ı Kerimin hükümlerinden başka bir şey değildir.
Cenâb-ı Hakk (c.c) Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerinin feyzini artırsın, onun sayesinde güllerimiz taşlık yerlerde de açar.
Ey fakir Fevzi, biz Ahmet Ziya (k.s) Hazretlerinin bağlılarıyız, ağaçlarımız servi ve güldür, taşlarımız cevahirdir.
330
MÜSEDDES Beni dil-mürde kılan nefs-i leîmin zararı Bana sorma diyemem dildeki hüzn ü kederi Dile sor ağlayarak şerhide sıhhat haberi Ne bilür erzel olan şîve-i hükm-i kaderi Yine eflâki siyah eyledi âhım şereri Ne hakikat bilür ebter ne gök anlar ne yeri İdemem şerh-i zamir düşme bunun pîşine sen Beni halimle bırak ağlayayım şahıma ben Düşüb azlam eline bende olıcak can ü ten Çıkub eflâke kadar cûş idecek dürlü fiten Nice tavrımda ola hande ve gönlüm ola şen Ne hakikat bilür ebter ne gök anlar ne yeri Düşünüb giceleri subha kadar âh iderem Bizi bu hale koyan hakkına Allah iderem Bu sözü inleyerek vâsıl-ı dergâh iderem Baş açub sîne döğüb hüzn ile her gâh iderem Ne hakikat bilür ebter ne gök anlar ne yeri Getür ey bâd-ı saba lutfile şehraha haber Ağla ey murg-ı seher sen ire dergâha haber Söyle dil giceleri hazreti Allah'a haber Sen ilet peyk-i celil-i halimi ol mâha haber Hûn-ı çeşmim dökerek söylerem ol şaha haber Ne hakikat bilür ebter ne gök anlar ne yeri Gideyim mahşere dek çâk-i girîban iderek Dutayım dâmen-i lutfu zâr u giryan iderek Varayım hazreti Allah'a da eman iderek Sarılam sâkına arşın gidüb efgan iderek İdeyim vird-i zeban FEVZİ’yi nâlân iderek Ne hakikat bilür ebter ne gök anlar ne yeri
331
Deyem ey şâh-ı risalet meh-i eflâk-i kerem Sebeb-i ser-zede-i kevn ü mekân levh ü kalem Meded ey pâdişeh-i her dü cihan fahr-i ümem Lekedâr itmeğe s’ay itdi bana virdi nedem Beni şeytan-ı leîm eyledi zulmiyle nikam Ne hakikat bilür ebter ne gök anlar ne yeri
ŞİKÂYET
Kalbimi öldüren kötü nefsin zararıdır. Kalbimdeki üzüntü ve kederi bana sorma, anlatamam. Onu sen kalbime sor, sana ağlayarak doğrusunu açıklar. Aşağılık kimse kaderin hükmünün nazını ne bilsin? Çektiğim ahların ateşi yine gökleri kararttı.
Hayırsız olan kişi hakikati de, yeri de göğü de bilmez. İçimdekileri açıklayamam, sen bunun peşine düşme.
Beni kendi halime bırak, şeyhim için ağlayayım. Canım bedenim en acımasız kişilerin eline bağlanınca çeşitli karışıklıklar göklere kadar çıkacak, o yüzden gülemiyor, neşelenemiyorum.
Hayırsız olan kişi hakikati de, yeri de göğü de bilmez. Geceleri sabaha kadar düşünüp ah ediyorum.
Üzüntülerimin sebebinden ah edip ağlayarak tiksiniyorum. Bizi bu duruma düşürenin hakkında yalnızca Allah diyor, bu sözlerimi inleyerek dergâha ulaştırıyorum. Başımı açıp göğsümü döğerek her zaman şöyle diyorum:
Hayırsız olan kişi hakikati de, yeri de göğü de bilmez.
332
Ey bad-ı saba, lütfen şeyhime bu haberi ilet. Ey seher kuşu sen ağla da dergaha bu haber ulaşsın. Ey gönül, geceleri bu haberi Allah'a arzet. Haber getirenin halini sen o ay yüzlü şeyhe ilet. Gözlerimin kanını dökerek o padişaha haberi söylerim.
Hayırsız olan kişi hakikati de, yeri de göğü de bilmez. Yakamı yırtarak mahşere kadar gideyim. Lütuf eteğini
tutarak ağlayıp sızlayayım. Allah’ın (c.c) huzuruna aman dileyerek varayım. Arşın ayaklarına (direklerine) feryat ederek sarılayım. Devamlı söyleyerek Fevzi’yi inleteyim.
Hayırsız olan kişi hakikati de, yeri de göğü de bilmez. Ey peygamberlerin şahı, ey cömertlik göklerinin
mehtabı, ey her yerin, levh-i mahfuzun, kalemin yaratılış sebebi, ey her iki cihanın padişahı, ümmetlerin övüncü medet eyle! Beni lekelemeye çalıştı, bana pişmanlık verdi. Kötü şeytan zulmederek intikamını aldı. Hayırsız olan kişi hakikati de, yeri de göğü de bilmez.
Menakib bitdi artık bir sözüm var Beni levm itme ey zat-ı keremkâr
Egerçi çok nekayıs itdim izhar Bana lütf it anı sen eyle ızmar
Kadîm eş’âra taklid itdim ey can Anı sevmişdi gönlüm ey muhibban
Egerçi tarz-ı nev nâzik edâdır Mukaddemler velâkin muktedâdır
333
Velîler söylemiş şîrin kelâmı Bu tarz üzre bina kılmış nizamı
Velînin izine uymak revâdır Velîler iktidâya pek sezâdır
Severdim ben de bu tarz-ı kadîmi Niyâzî Şeyh Kuddûsî Nedîmî
Nizâmî hem Fuzûlî pîr Nâbi Dahi Rûmî Sezâî hem Türâbî
Hisabsız söylemişler şi’r ü manzum Bu tarzda eylemişler nazm-ı mefhum
Daha pek çok esâtîz-i hüner var Husûsan Yazıcızade o rehber
Bu tarzda hep terennüm eylemişler Bu vâdide kelâmlar söylemişler
Bu tarz üzre olur tatyîb-i uşşak Bunu ister kulûb-ı ehl-i ezvak
Bazı tâbirler ki vardır söyledim Bu kitaba anları nazm eyledim
Anları bilmezdim evvel şimdi hem Bilmezem mânâ nedir ey zî-kerem
Neyki geldi kalbime bir bir heman Yazdı kilkim deftere ey can-ı can
Almadım bir mısraı ben âriyet Hamd-i bî-had bitdi nazmım âkıbet
İstedim her yerde hırz-ı can ola Ehl-i aşka mûcib-i efgan ola
Ol sebebden söyledim mevzun kelâm Her sözüm dâd-ı Huda’dır vesselâm
334
Gerçi nazmım kıymet itmez bir meta’ Rişte-i ümmîdim itmez inkıta’
Ehl-i Hakk’dan eylerem daim reca İtmişem erbâb-ı afve iltica
Gerçi bî-had ayb ü noksanım bedîd Setr idüb eylen bana lutf-ı mezîd
Rahm idenler merhamet bulsa gerek Merhamet erbâbı afv olsa gerek
Sen de rahm it bu fakîre zî-kerem Aybı setr eyle ey âli himem
Naksıma kim afv ile eyler nigâh Bâb-ı lutfundan ayırma ya ilâh
Hayr ile yâd eyleyen ehl-i dili Son nefes iman ile kıl müncelî
Hazreti Hilmi’ye vir ömr-i tavîl Ol Muhammed hürmetiyçün ya Celîl
Feyzini müzdâd ber müzdâd kıl Daima kalb-i münîrin şâd kıl
Feyz-i pâkinden bizi dilsîr it Sohbetiyle kalbimiz tesrîr it
Hidmetinde kim olursa müstakîm Onlara ecr-i cezîl vir ya Azîm
Ya ilâhi ger müsâb ü ger usât Cümle ihvâna şefi’ olsun o zat
Müsteşâr-ı hazret-i şeyh-i münîr Nâzırı cümle umûr-ı destgîr
Dersiâm-ı cami-i cennet-misâl Hazreti Fatih Muhammed zî-kemâl
335
Lüleburgazlı ve hacızadedir Hidmet-i ihvan içün âmâdedir
Hazreti Eşref Efendi-i kerim Bahr-i lutfundan ayırma ya Rahîm
Ömrünü müzdâd idüb ey Girdigâr Sa’yini meşkûr it ey Perverdigâr
Sen rıza vir hâdimin-i hazrete Anları irdir ilâhi izzete
Ya ilâhi varlığım kâşânesi Biyh-i bünyâdım vücudum lânesi
Bu cihana gelmeme bâdî olan Evvela Hakk’a beni hâdi olan
Vâlidim Nu’man ile ecdadımı Vâlidem bîçareyi evlâdımı
Ya ilâhi afv idüb kıl rahmeti Hazreti Ahmed Ziya’nın hürmeti
Rü’yetinle müzde it ihvanımı Son nefesde sakla sen imanımı
Ol meh-i burc-ı hilafet zî-kemâl Hazreti Abdülhamid nîk-hisal
Vârisi taht-ı hilafet pür-kerem Ol şehinşah-ı cihan âli himem
Hâmi-i ümmet emir’ül mü’minin Ol muizz-i a’zam-ı dîn-i mübin
Izz ile olsun hilafetde mekîn Sayesinde millet olsunlar emin
Ol şehin a’dâ-yı bed-girdârını Kahr u tedmîr it diyâr u dârını
336
Âl-i Osman’a kıyâm-ı haşre dek Vir beka Yarab zuhûr-ı haşre dek
Bu duamı kıl icabet ya ilâh Dü cihanda cümleye sensin penah
Zat-ı pâk-i zül-celâlin hürmeti Hem sıfat-ı bî-misalin hürmeti
Hazreti Fahr-i Risalet hürmeti Gülbin-i bâğ-ı sadâkat hürmeti
Şimşîr-i şehr-i adalet hürmeti Bülbül-i gülzâr-ı vahdet hürmeti
Hazreti Şâh-ı Velâyet hürmeti Ol iki Sıbt-ı Nübüvvet hürmeti
Ya ilâhî dertli kullar hürmeti Semt-i Hakk’a doğru yollar hürmeti
Hürmetiyçün âşık-ı bî-dillerin Bâğ-ı vahdetde öten bülbüllerin
Sırr-ı mi’rac-ı nübüvvet aşkına Ol şeb-i pür-feyz ü izzet aşkına
Cümle mü’min kullara imdâd kıl Rü’yetinle bizleri dilşâd kıl
Düşmeni kahr eyleyüb tedmîr it Son nefesde bizleri tesrîr it
İltifat itsün Muhammed Mustafa Müsterih olsun bu FEVZİ MUSTAFA
Oldu bin üç yüz on üç yıl bit-tamam Bu menâkıb hatm idildi vesselâm
Avn-i Hak’la bitdi manzum lâyiha Gel oku İhlâs ile bir Fâtiha
337
SONSÖZ
Hazreti Şeyh hakkında yazdığım manzum menkıbeler kitabı burada tamamlanmış bulunuyor.
Şimdi okuyuculara bir sözüm var; sakın beni kötülemeyin. Evet, yazdıklarım eksiktir ama siz bir iyilik yapın, lütfen bunu içinizde tutun, açığa çıkarmayın.
Eski şiir tarzında yazdım, bu tarzı seviyorum ben. Gerçi yeni şiir tarzı da güzeldir ama ben eskilere uydum.
Çünkü veliler o tatlı sözlerini hep bu tarzda söylemişler. Her bakımdan velilerin izinden gitmek lâzımdır diyerek,
ben de onların tarzında yazdım. Eski tarz şiirleri seviyorum, Niyazi Mısri, Kuddusi,
Nedim, Nizami, Fuzuli, Nâbi, Hazreti Mevlâna, Sezai, Türabi pek çok şiirler söylemişler, mânâları nazımla ifade etmişler.
Bunlardan başka Şeyh Mehmet Bîcan Yazıcızade Hazretleri gibi daha pek çok üstad var, bu tarzda çok güzel eserler vermişler.
Böyle yazılmış şiirler Hakk (c.c) âşıklarının gönlüne hoş gelir, mânevi zevk sahipleri bu tarzı tercih ederler.
Kitabımda mânâsını tam olarak bilmediğim bazı tabirler vardır ki, bunlar kalbime ilhamla gelen sözlerdir. Başkalarının şiirinden hiçbir mısra almadım.
Çok şükür kitabım bitti, yazdıklarımın okuyanları etkileyeceğini, ağlatacağını umuyorum. Zaten o yüzden manzum olarak anlattım. Sözlerim Allah (c.c) vergisidir, Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) lütfundandır.
338
Gerçi manzumelerim değersizdir ama beğenileceğini ümid etmekteyim. Dürüst kimselerin beni hoş görüp bağışlamalarını rica ediyorum, siz de bana acıyın, merhamet edin.
Merhamet edenler merhamet bulur ve Allah’ın (c.c) affına uğrarlar. Ey güzel ahlaklı cömert kişiler, siz de benim ayıplarımı örtün.
Kusurlarımı bağışlayanları Cenâb-ı Hakk (c.c) da af ve mağfiret eylesin. Gönül sahiplerini hayırla ananların imanlarını son nefeslerinde kendilerine yoldaş etsin, imanla gitmelerini nasip eylesin.
Yâ Rabbî, şeyhimiz Hasan Hilmi’ye (k.s), Peygamber Efendimiz (s.a.v) hürmetine uzun ömür ver, feyzini çok çok artır. Onun gönlü daima şen ve sevinçli olsun.
Gönlümüzü onun feyziyle doyur, kalbimizi sevinçli kıl. Ona güzel hizmet edenleri bol bol mükâfatlandır. Yâ Rabbî, sevap kazananlara da, günah işleyenlere de o zatı şefaatçi eyle.
Şeyh Hazretlerinin (k.s) danışmanı olan ve her işine bakan Hocazade Lüleburgazlı Eşref Efendi, cennete benzeyen Fatih Camii külliyesinde öğretici olarak kardeşlerimizin daima hizmetindedir. Onu, lütfunun kapısından ayırma, ömrünü uzun eyle, çalışmaları takdir edilsin.
Yâ Rabbî! Sen Şeyh Hazretlerine (k.s) hizmet edenlerden razı ol.
Yâ Rabbî! Benim dünyaya gelmeme sebep olan ve bana Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) yolunu ilk önce gösteren babam Numan Efendiyi, atalarımı, annemi, çocuklarımı da affet,
339
Ahmet Ziyâeddin (k.s) Hazretlerinin hürmetine onlara rahmet eyle.
Yâ Rabbî! Son nefesimde imanımı koru, bütün din kardeşlerimi cemalinle şereflendir.
Ümmetin koruyucusu ve emîri halifemiz, padişahımız Abdülhamid Han şerefli tahtında güçlü olarak kalsın, kötü niyetli düşmanları kahrolsun, evleri yurtları dağılsın. Yâ Rabbî, Osmanlı devletini kıyamete kadar payidar et.
Yâ Rabbî! dualarımı kabul eyle, iki cihanda sığınılacak ancak sensin.
Yüce Zâtın ve benzersiz sıfatların hürmetine, Peygamberler peygamberi olan Peygamber Efendimiz
(s.a.v) hürmetine, Doğruluk bahçesinin gülfidanı Hz. Ebu Bekir Sıddık (r.a)
hürmetine, Adalet kılıcı Hz. Ömer (r.a) hürmetine, Vahdet gülbahçesinin bülbülü Hz. Osman (r.a)
hürmetine, Şah-ı Velâyet Hz. Ali (r.a) kerremallahü vecheh
hürmetine, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) mübarek torunları Hz.
Hasan (r.a) ve Hz. Hüseyin (r.a) Efendilemiz hürmetine, Yâ Rabbî! Dertli kulların hürmetine, sana giden doğru
yolların ve âşıklarının hürmetine, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) miracının kutsal sırrının
aşkına bütün mü’minlere yardımcı ol, didarını gösterip cemalinle bizleri mutlu kıl.
340
Düşmanlarımızı kahret, son nefesimizde bizleri sevindir. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) iltifatına mazhar eyle de bu Fevzi’nin gönlünü rahatlat.
Hicri 1313 senesinde bu menkıbe kitabı Allah’ın (c.c) yardımıyla tamamlanmış oldu. Kitap için hizmeti geçenlere de Fâtiha ve İhlâs okuyun.
İSTİŞFA VE NAAT-I NEBEVÎ
AMAN YA ŞEFİ’AL MÜZNİBÎN
Şâh-ı serîr-i ıstıfa Fahr-i Risâlet pür-safâ Dînim Muhammed Mustafa ente’ş şefi’u kad kefa
Ey mâh-ı burc-ı lâ-zaman şâhınşeh-i kevn ü mekân Peygamber-i âhir zaman ente’ş şefi’u kad kefa
Ey kabil-i fasl’ul hitab gencîne-i Ümm’ül kitab Seyrangâhındır nüh kıbab ente şefi’u kad kefa
Kutb-ı medâr-ı kâinat ferman-fermâ-yı mümkinat Âyine-i zat u sıfat ente’ş şefi’u kad kefa
Ey zübde-i ilm-i ezel sensin ma’şuk-ı Lemyezel Kuldur sana her bir milel ente’ş şefi’u kad kefa
Ey kıble-i insâniyan ve’y Kâbe-i rûhâniyan Ve’y mâye-i ayn-i ayan ente’ş şefi’u kad kefa
Ey mahzen-i esrar-ı Hak cümle senindir tumtırak Hâk-i kademdir nüh tıbak ente’ş şefi’u kad kefa
Mahbûb u ma’şûk-ı İlâh âlemlere sensin penah Şakk-ı kamer eyler güvah ente’ş şefi’u kad kefa
Ya Rahmet’el lilâlemîn ve ya Şefi’al müznibîn Ya mun’im’ül müstağfirîn ente’ş şefi’u kad kefa
341
Cürm ü hatâ şânım benim ey merhamet kânım benim Ve’y derde dermanım benim ente’ş şefi’u kad kefa
Dergahine geldi bu kul lûtfunla sen eyle kabul Göster bana râh-ı vusul ente’ş şefi’u kad kefa
FEVZİ kulun ağlar müdam gerçi hatâda ber-devam Oldu sana şahlar gulam ente’ş şefi’u kad kefa
ŞEFAAT YA RASULALLAH
Ey peygamberlerin övüncü, seçkinlik tahtının padişahı Muhammed Mustafa Efendimiz (s.a.v) sen şefaatçi olarak yetersin.
Zamansızlık burcunun mehtabısın, yaratılmışların bütününün en yüce padişahısın, âhir zaman peygamberisisin sen, Senin şefaatin yeterlidir.
Miracda Allah’ın (c.c) hitâbına mazhar olan, Fâtiha hazinesi ey yüce Resûl (s.a.v), dokuz gök senin gezip dolaştığın meydandır, Senin (s.a.v) şefâatin yeter.
Kâinat Senin (s.a.v) yüzünün suyu hürmetine kuruldu, yaratılmış olan her şey Senin (s.a.v) hükmün altındadır. Sen Hakk Teâlâ’nın (c.c) zat ve sıfatının aynasısın, senin şefaatin bize kâfidir.
Ey ilâhî ve ezelî ilmin özü, Sen Allah’ın (c.c) sevgilisisin. Bütün milletler Senin kulundur, Senin (s.a.v) şefaatin herkese yeter.
Ey insanlığın kıblesi, ey ruhanilerin kâbesi ve ey bütün varlıkların özü, Sen şefaatçi ol yeter.
342
Ey Hakk (c.c) sırlarının mahzeni, şan ve şerefin hepsi Senindir. Dokuz kat gök Senin ayağın tozudur, Sen şefaatçi ol yeter.
Ey Allah’ın (c.c) sevgilisi, bütün âlemlerin sığınağı Sensin, buna bir işaretinle ayın ikiye bölünmesi şahittir. Senin şefaatin yeterlidir, ya Habiballah (s.a.v).
Ey âlemlere rahmet olan yüce Resûl (s.a.v), sen günahkârların şefaatçisisin, tövbe edip Allah’tan (c.c) mağfiret dileyenlerin yardımcısısın, Sen şefaatçi ol yeter.
Bu kul senin dergâhına geldi, lütfet kabul et, bana Hakk’a (c.c) kavuşma yolunu göster, Senin bana arka çıkman yeter.
Senin (s.a.v) kulun Fevzi yanlış işlerde devam ediyor ama hep ağlıyor. Sana padişahlar hizmetçi oldu, ya Resulallah (s.a.v), Sen şefaatçi ol yeter.
Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî (K.S.) Hazretlerinin Tarikat Silsile-i Şerifleri şöyledir:
1. Seyyid-i Kainat Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 2. Hz. Ebubekir Sıddık (R.A.) 3. Hz. Selman el-Farisi (R.A.) 4. Hz. Kasım İbn-i Muhammed (R.A.) 5. Hz. Cafer-i Sadık (R.A.) 6. Hz. Beyazid el-Bestami (K.S.) 7. Hz. Ebu’l-Haseni’l-Harakani (K.S.) 8. Hz. Ebû Ali el-Faremedi (K.S.) 9. Hz. Yusuf el-Hemedani (K.S.) 10. Hz. Abdülhalık el-Gûcdüvani (K.S.) 11. Hz. Arif er-Rivgeri (K.S.)
343
12. Hz. Mahmud İncir el-Fağnevi (K.S.) 13. Hz. Ali Ramiteni (K.S.) 14. Hz. Muhammed Baba es-Semmasi (K.S.) 15. Hz. Emir Külâl (K.S.) 16. Hz. Şah-ı Nakşbend Muhammed Bahaüddin Üveysi
el-Buhari (K.S.) 17. Hz. Alâeddin Attâr (K.S.) 18. Hz. Yakub el-Çerhi (K.S.) 19. Hz. Ubeydullah Ahrâr (K.S.) 20. Hz. Muhammed Zahid (K.S.) 21. Hz. Muhammed Derviş (K.S.) 22. Hz. Hacegi el-Emkenegi (K.S.) 23. Hz. Muhammed Baki (K.S.) 24. Hz. İmam Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani Ahmed
Faruk es-Serhendi (K.S.) 25. Hz. Muhammed Masum (K.S.) 26. Hz. Şeyh Seyfüddin (K.S.) 27. Hz. Seyyid Nur Muhammed el-Bedvâni (K.S.) 28. Hz. Şemsüddin Cân-ı Cânân Mazhar (K.S.) 29. Hz. Şeyh Abdullah ed-Dehlevi (K.S.) 30. Hz. Mevlânâ Ziyâüddin Halid el-Bağdadi (K.S.) 31. Hz. Ahmed İbn-i Süleyman Halid Hasen eş-Şami
(K.S.) 32. Hz. Ahmed Ziyâeddin el-Gümüşhanevi (K.S.) 33. Hz. Hasan Hilmi el-Kastamoni (K.S.) 34. Hz. İsmail Necati ez-Zağferanboli (K.S.) 35. Hz. Ömer Ziyâüddin ed-Dağıstani (K.S.) 36. Hz. Mustafa Feyzi İbn-i Emrullah et-Tekfurdaği
(K.S.) 37. Hz. Hasib es-Serezi (K.S.) 38. Hz. Abdülaziz el-Kazani (K.S.) 39. Hz. Mehmed Zahid İbn-i İbrahim el-Bursevi (K.S.)
Kitabın sonunda “Tevessül-i Şerif” adlı Halidiye pirlerinin sayıldığı Arapça bir manzume yer almaktadır. Bu son sahifeyi aynen veriyoruz.
346
İ Ç İ N D E K İ L E R
SUNUŞ ........................................................................................... 1
ZİKİR.............................................................................................. 4
ZİKİR.............................................................................................. 7
ZİKRE ÇALIŞ, ZİKRE ALIŞ ......................................................... 12
ZİKRİ SEV.................................................................................... 13
İSTİMDAD .................................................................................. 14
YARDIM DİLEĞİ ......................................................................... 16
EY YÜCE PEYGAMBER (s.a.v) ................................................... 18
PİRLERDEN YARDIM DİLEME .................................................. 21
YALVARIŞ ................................................................................... 24
YAKARIŞ ..................................................................................... 28
ŞEYHİMİN GÖNLÜ ..................................................................... 31
ŞEYH HAZRETLERİNİN MENKIBELERİ ................................... 34
HAZRETİ ŞEYHİN ÇOCUKLUĞU .............................................. 38
BAK .............................................................................................. 40
BABASI ........................................................................................ 42
İSTANBUL’DA ............................................................................ 45
YÜKSEK DEĞERİ ........................................................................ 47
RÜYASI ........................................................................................ 49
GECELERİN GÜNEŞİ .................................................................. 51
SEN BAŞKASIN ........................................................................... 54
347
İNKÂRCILAR .............................................................................. 56
ERVÂDÎ HAZRETLERİ ............................................................... 61
ŞEYH ERVÂDÎ’NİN ELÇİLİĞİ .................................................... 65
HOŞ GÖRÜN BENİ ...................................................................... 67
HAZRETİ ŞEYHİN ESERLERİ .................................................... 74
ŞEYH HAZRETLERİNE YALVARIŞ ........................................... 80
ŞÜKÜR ......................................................................................... 83
PEYGAMBER VARİSİ ................................................................. 86
HAC YOLUNDA .......................................................................... 90
ALLAH'IN KAHRI VE LÜTFU ..................................................... 92
EVLENME, GAZA VE HAC ......................................................... 98
ŞEMAİL ...................................................................................... 101
ÖZELLİKLERİ ........................................................................... 103
VASIFLARI ................................................................................ 106
ÖZELLİKLERİNDEN ................................................................. 111
BİZ NAKŞÎLERİZ ....................................................................... 113
ÂDETLERİ ................................................................................. 116
GÖR ............................................................................................ 119
KELİME-İ TEVHİD .................................................................... 121
VAR İKEN .................................................................................. 123
HAZRETİ ŞEYHİN VEFATI ..................................................... 127
EN ACI GÜN .............................................................................. 130
HAZRETİ ŞEYHİN CENAZESİ .................................................. 135
MATEM GÜNÜDÜR BU ............................................................ 139
KABİR TAŞINDAKİ ŞİİR ........................................................... 141
YA KAVUŞAMAZSAM ............................................................. 142
348
AĞIT ........................................................................................... 145
AĞIT ........................................................................................... 147
AĞIT ........................................................................................... 149
AĞIT ........................................................................................... 151
YALVARIŞ ................................................................................. 153
HAZRETİ ŞEYHE YALVARIŞ ................................................... 155
HAZRETİ ŞEYHİN VEFAT TARİHİ .......................................... 157
AĞLAYIP İNLEME .................................................................... 159
AYRILIK ACISI ......................................................................... 161
AH BU AYRILIK ........................................................................ 162
OLDU ......................................................................................... 165
YİNE AYRILIKTAN ................................................................... 166
AŞK ............................................................................................ 168
HAYATIN SEYRİ ....................................................................... 169
KALMIŞ ..................................................................................... 171
İSTERİM ..................................................................................... 174
BU GECE .................................................................................... 175
MEDET ....................................................................................... 177
HAZRETİ PİR’İN HALİFELERİ ................................................. 178
HASAN HİLMİ HAZRETLERİ ................................................... 180
HALİFELERİ ............................................................................. 185
HAZRETİ PİR’İN KERAMETLERİ ............................................ 187
UYUMAZDI ............................................................................... 190
AĞAÇLARIN TAVAFI ............................................................... 191
HIRİSTİYANIN AŞKI ................................................................. 193
TALEBENİN VAAZI .................................................................. 196
349
HAZRETİ PİRİN RUHU ............................................................. 201
YUŞA’DAKİ SARHOŞ ............................................................... 205
HASTA VE HAMİLE KADIN ..................................................... 209
HÜDÂYİ DERVİŞİ ..................................................................... 212
PAŞANIN ÇOCUKLARI ............................................................. 216
VELİNİN RÜYASI ...................................................................... 221
HARAM ÜZÜMLER................................................................... 229
ÇOCUKSUZ MÜRİT .................................................................. 235
HAFIZ ......................................................................................... 237
VELİLER BİRBİRİNİN AYNIDIR .............................................. 241
YOLDAŞ .................................................................................... 247
MÜRİDİN VEFATI ..................................................................... 250
ŞEYHİN NURU .......................................................................... 254
BU AHMED ZİYA’DIR .............................................................. 256
GÜVERCİN ................................................................................ 259
BU ŞEYH .................................................................................... 261
ZİYAFET .................................................................................... 262
YAHUDİLER .............................................................................. 266
ŞEYHİN EMRİ ............................................................................ 270
HAYALİ ÇOCUKLAR ................................................................ 272
HUZURSUZ KALP ..................................................................... 274
DANIŞMA VE HABERLEŞME .................................................. 277
LATİFE ....................................................................................... 280
ŞİFA ........................................................................................... 282
TÜTSÜ ........................................................................................ 285
ŞEHVET DUYGUSU .................................................................. 288
350
YAĞMUR DUASI ....................................................................... 292
KERVAN YÜRÜR ...................................................................... 295
KAÇAN FIRSAT ........................................................................ 298
BOŞ BIRAKMAZLAR ................................................................ 300
HÂTİFTEN GELEN SES ............................................................. 303
KUTUP ....................................................................................... 309
KÂMİL MÜRŞİT ........................................................................ 314
HAZRETİ ŞEYHİN SÖZLERİ ..................................................... 317
MENKIBELERİN SONU ............................................................ 321
İHTİLAF ..................................................................................... 326
AHMED ZİYA’YA (k.s) BAĞLIYIZ ........................................... 329
ŞİKÂYET .................................................................................... 331
SONSÖZ ..................................................................................... 337
ŞEFAAT YA RASULALLAH ..................................................... 341
İÇİNDEKİLER ............................................................................. 346
MENAKIB-I HÜSNİYE
ŞEYH HASAN HİLMİ (K.S.)
HAZRETLERİNİN
MENKIBELERİ
Müellif
Mustafa Fevzi bin Numan
Hazırlayan
Tahir Galip Seratlı (Hafızoğlu)
SUNUŞ
Şeyh Hasan Hilmi (K.S.) Hazretlerinin menkıbelerini anlatan “Menakıb-ı Hüsniye fi Ahval’is Seniyye” adlı bu manzum eser Hazreti Pir’in müridlerinden şair Mustafa Fevzi Efendi tarafından yazılmıştır.
Hasan Hilmi (K.S.) Hazretlerinin Gümüşhanevi (K.S.)
Hazretlerinden nasıl halifelik aldığı, sonra onun yerine nasıl şeyh olduğu, bazı kerametleri ve vefatları anlatılmaktadır. Bilindiği gibi menkıbe veya menkabe büyük zatların hallerini, onlardan görülen olağanüstü olayları, mucize ve kerametleri anlatan yaşanmış hikâyeler demektir. Menkıbelerin dini kültürümüzde önemli bir yeri vardır. Ahmediye, Muhammediye, Hazreti Ali Efendimizin
Menkıbeleri, Nefehat’ül Üns gibi menkıbe eserleri, toplum kültürümüzün henüz bozulmadığı zamanlarda halkımızın çok rağbet ettiği, evlerde, toplantılarda devamlı okunan kitaplardı. Peygamber mucizeleri, evliya kerametlerinin
anlatıldığı bu eserlerin okunması iman ve irfanı artırır, kalbi aydınlatır, ilahi rahmetin inmesine sebep olur. Toplumumuzda artmış bulunan olumsuz manevi gelişmelere rağmen dini kültürüne önem verip bu gibi
eserlerle ilgilenenler hamdolsun eksik değildir. İşte bu mutlu zümre için bu kıymetli eserin yeniden kültür hayatımıza kazandırılması övülmeye değer bir hizmet olmuştur.
Mevlid-i Şerif gibi “failatün failatün failün” vezninde
yazılmış olan eserin son derece samimi ve akıcı bir üslubu vardır. Şair kendine has hassasiyetle şeyhine olan bağlılığını derin sevgi ve saygısını fevkalade bir ustalıkla belirtmiş,
görüp yaşadıklarını inandırıcı bir içtenlikle aktarmıştır. O kadar ki okurken şairin adeta sizinle konuşmakta olduğunu hissedersiniz. Kendisindeki iman kuvvetini, pirine
bağlılığını, evliya sevgisini görür, heyecanını ve içten duygularını paylaşmaktan kendinizi alamazsınız.
Örnek ve ibret alınacak pek çok bilgi ve özellikleriyle
manevi fayda sağlayacağına inandığımız bu eseri hazırlamaktan büyük zevk aldık. Eserin aslını Latin harfleriyle verdiğimiz gibi ayrıca sadeleştirilmiş halini nesir şeklinde de gösterdik. Gerekli gördüğümüz yerlerde -
aklımız erdiği kadar- açıklamalar ekledik. Yanlışlıklarımız görülürse bağışlanıp düzeltilmesini, müellifin istediği duaya bizi de katmalarını muhterem okurlardan rica ediyoruz.
Tahir Galip Seratlı (Hafızoğlu)
1
HASAN HİLMİ (K.S.) HAZRETLERİNİN MENKIBELERİ
Bismillahirrahmanirrahim
Vacib’üz zat ü sıfat-ı zülcelal Hayy u Kayyum ü Kadim lâyezal
Mesnevi Besmele’den sonra kaside geleneğine göre “münâcât” ve “nâat”la -yani Allah'a yakarış ve Peygamber Efendimizi övgüyle başlıyor.
Hakk Teâlâ (c.c) Vâcib’ül vücud’dur, Yani varlığı mutlak olan, yokluğu mümkün olmayandır. Hakk’ın varlığı ezelidir, ebedidir, zevâli muhaldir. Ondan başka ne varsa hepsinin varlıkları ona nisbetle zayıf, adeta bir gölge hükmündedir. İlim ve kudret cihetinden ebedi hayat ile diri olup yüce Zâtına asla ölüm, zeval, acizlik, kusur, zayıflık, usanç ve noksanlık gelmez. Hayatının kaynağı kendi zâtıdır, diğer canlıların hayatı onun lütfudur. Kullarını yaratmak ve rızıklandırmak tedbirlerini bilici ve işleyicidir. O’nun başlangıcı yoktur. O’na zeval ve yokluk erişmez.
Vech-i bâki Hudâvend-i Ahad Ya İlâh’el gıyas ve’l meded
Yüce Allah'ım (c.c) senin zâtın bâkidir. Kurtarıcı ve yardım edici olan ancak Sensin yarabbi, bize yardımcı ol.
2
(Yüz manasında olan vech, burada zat anlamındadır. Nitekim Kasas suresi 88. ayetinde “Onun vechinden başka her şey helâk olucudur” buyurulur.)
Hudâvend; Hudâ gibi Farsça olup, ilâh demektir. Ahad, esma-ı Hüsna’dan olup Allah Teâlâ’nın (c.c) zatı asla çoğalmaz ve ortak kabul etmez demektir. İhlâs suresinin “De ki, o Allah zatında birdir” ayetinde beyan edilmiştir. Ahad ile Vâhid’in mânâsı bir gibi görünürse de farklıdır. Mesela “Ben ahad görmedim” demek, “insan cinsinden hiçbir kimseyi görmedim” demektir. “Ben Vahid’i görmedim” demek ise “bir kişi gördüm, ondan başka kimse görmedim” demektir. Yani vahid öncesini kabul etmez, vahidden önce kimse yoktur mânâsını ifâde eder. Ahad ise sonrakini kabul etmez. Saymaya ahad ile başlanmaz. Yani ahad, isneyn, selâse... denilmez. Vahid, isneyn selâse diye sayılır. Ahad ismi Allah’ın (c.c) zâtına özeldir. Hakk’ın zatı bütün kemal sıfatlarıyla sıfatlanması bakımından zat-ı vahidiyedir. Sıfattan ayrı olarak Hakk’a “zat-ı ahadiye” denir. Ahad ve Vâhid zat ve sıfata delâlet ettiğinden önde gelen isimlerdendir. Ahadiyette tecelli muhaldir. Zira onda başka bir şeyin varlığı yoktur, zâtın zata zuhuru vardır.
Çünki sen varsın o varlık sendedir Varlığınla bu avâlim zindedir
Allah'ım (c.c) bütün kâinat ve içindekiler senin varlığın sayesinde var olup ortaya çıkmışlardır, her şeyin varlığı senin eserindir.
(Avâlim (âlemler), zinde ve canlı demektir.)
Olmasa hesti-i zat-ı lâmekân Nerde bulsun varlığı kevn ü mekân
3
Mekândan münezzeh olan Cenab-ı Hakk’ın varlığı olmasaydı, mevcutlar var olmazdı.
(Hesti, Farsça varlık demektir. Arapça olan kevn de aynı manadadır.)
Bir hayalet gösterüb verdin vücud Mevcelendi neşve-i bûd u nebûd
Ey Allah'ım (c.c)! Sen her şeye hayal gibi geçici bir varlık bağışladın da var yok ne varsa ortalığa yayılıp dalgalandı. Yani var ve yok meselesi ortaya çıktı.
(Mevc dalga demektir. Bûd, Farsça varlık demektir. Bûd
u nebûd, var yok anlamına gelir)
O hayalettir ki icad eyledin Bizleri o dâme münkad eyledin
Bu hayal gibi, gölge olan geçici varlıkları yoktan var edip bizi bu tuzağa bağlı kıldın. Var olduktan sonra yokluğa düşmeye mahkûm eyledin.
Söylemek bilmem zamir-i sinemi Bu hayâlât zâtına âyine mi?
İçimdeki duygu ve düşünceleri dile getirmekten acizim. Acaba bu hayal gibi var olan şeyler senin aynadaki yansıman mı?
Sensin ancak hâkimi vicdanımın Sen bilürsün hissimi öz canımın
Sen her şeyi, içimdeki söyleyemediğim duygu ve düşünceleri de bilirsin.
Hissimi izhar içün âyinede Yok münasib lafz ü mana sinede
4
Duygularımı belirtmek için uygun söz ve mana bulamıyorum.
His ve vicdan butunun zübdesi Yoktur, olmaz, zâtının âyinesi
İçimin özü his ve vicdandır. Senin zâtının aynası olmaz. Butun; bâtının çoğuldur. Zübde öz demektir.
Hep mezahirdir o mir’attan meram O mezahirden göründü intizam
Ayna dediğim şey bu görünen varlıklardır. Bunların hepsi bir düzen içindedir.
Mezahir: mazharlar, görünen şeyler demektir.
O mezahirden sıfatın cilvesaz Zat-ı pâk-i akdesindir bîniyaz
Ortadaki görünen varlıklar senin kutsal zâtının sıfatlarıdır.
Bu mezahirdir ki mecla-yı sıfat Andan eyler ehl-i dil hall-i nikât
Gönül erleri ilahi sırların manalarını sıfatının aynası olan bu varlıklardan anlarlar.
Gâh cemâlinden edersin behrever Gâh olur vech-i celâlin cilveger
Bazen cemal sıfatların tecelli eder, bazen de celal sıfatlarının tecellileri ortaya çıkar.
Cenabı Hakk’ın sıfatları cemal ve celal olarak iki çeşittir. Cemal sıfatları güzel, doğru iyi sıfatlardır, celal sıfatları ise bunun tersidir. O yüzden kâinatta zıtlık hüküm sürer; ak ile kara, küfür ile iman, doğru ile yanlış, güzel ile çirkin daima
5
savaş halindedir.
İlm ü imanın cemaldir masdarı Cehl ü hüsrandır celâlin mazharı
İlim, iman gibi güzel şeyler cemal sıfatlarının eseridir. Cehalet, kayıplar, zararlar ve mahrumluklar da celal sıfatlarından ortaya çıkar.
Masdar: çıkış yeri, kaynak demektir.
Bağ-ı cennettir cemalin meyvesi Nâr-ı dûzahtır celâlin zübdesi
Cemal sıfatlarının meyvesi cennet bahçeleridir. Celal sıfatlarının özü ise cehennem ateşidir.
Çünki iman, mazhar-ı sırr-ı cemal Kadr-i imanı bilir erbab-ı hal
Çünki hüsran, mazhar-ı sırr-ı celal Ehl-i dil hüsrana etmez imtisal
Gönül sahipleri cemal tecellisi olan imanın değerini bilirler. Doğru yoldan sapmak celal sıfatlarının tecellisi olduğundan ona yönelmezler, sapık ve zararlı şeylere uymazlar.
Zahir ü bâtın çü sensin hâsılı Senden olmuştur mezahir münceli
Allah'ım, Zahir ve Bâtın sensin; bu varlıklar hep bu sıfatlarından ortaya çıkmıştır.
Hak Teâlâ açık alametler ve delillerle aşikâr ve zahirdir ve kibriya perdesiyle kullarının gözlerinden ve evhamlarından örtülü ve bâtındır. Zahir ve bâtın olan şeyleri bilicidir.
6
Münceli: ortaya çıkıp görünen
Çünki sensin vahy ü intak eyleyen Türlü dillerden de sensin söyleyen
Vahiy ve ilham veren de söyleten de sensin. Bütün dillerde söylenenler hep senin eserindir.
Fussilet suresi 21. ayette “Bizi her şeyi söyleten Allah konuşturdu” buyrulur.
Sen seni tahmid edersin ya İlâh Ben ne söylersem o noksan ve tebah
Yarabbi, kendini sen kendin översin. Benim övmelerim eksik ve yanlıştır.
Hadisi şerifte “Ben senin kendini övdüğün gibi seni övemem yarabbi” buyrulur.
Tahmid: elhamdülillah demek, hamdin Allah'a mahsus olduğunu söylemektir.
Hamd-i bîhad ve sena, senden sana Şükrünü idrak içün lütfet bana
Sana senin hamdettiğin gibi sayısız hamd ü sena olsun. Bana şükretme idraki ver.
Ya Rasulallah ilâ yevm’il kıyam Ruhuna olsun salât ile selam
Ya Rasulallah, kıyamete kadar senin kutsal ruhuna salât ve selamlar olsun.
7
Arş u Kürsi ve sema ve Sidre’den Kabil-i imkân olan her zerreden
Tâ feza-yı fevk-ı Arş’dan tahte dek Zerreler bin bin tezaüf ederek
Her adet bin âlem olsa bîgiran O avâlim olsa binlerce cihan
Her cihanın cüz’ü ferdi bin cihan Onların ecza-yı ferdince revan
Arş, Kürsi, gökler ve Sidre-i münteha’nın her zerresi, Arş’ın üstünden altına dek ne kadar zerre varsa hepsi, biner kere artarak çoğalsın. Onların her biri biner tane kâinat olsun, onlar da binlerce defa çoğalsın ve onların her bir parçası da binlerce cihan olsun; işte onların her bir parçasıyla sana salât ve selâmlar olsun ey Allah’ın Rasulü!
Esselam ey zat-ı Mahbub-ı Huda Vesselam ey Mücteba ve Mukteda
Ey Allah'ın sevgilisi, sana salât ve selamlar olsun. Ey seçilmiş olan ve uyulan seçkin önderimiz, sana salât ve selamlar olsun.
Mahbub; sevgili demektir. Peygamberimiz “Habibullah” ve Mahbub-ı Huda”dır yani Allah'ın sevgilisidir. Kâinatı ona duyduğu sevgiden dolayı yaratmış.
“Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım” buyurmuştur. Kâinatın yaratılma sebebinin sevgi olduğu şu hadisi
8
kudsi’den de anlaşılır: “gizli hazineydim, bilinmeyi sevdim, yaratıkları o yüzden yarattım.” Bundan dolayı Cenabı Peygamber’e (sas) “Mir’at-ı Hak” denmiştir. Mir’at ayna demektir.
Ya Habiballah hatada kalmışım Kendi fikrimce hesaba dalmışım
Mâdihin Allah iken ben neyleyem Na’t-i zâtın nice takrir eyleyem
Ey Allah'ın sevgisi ben yanılıp kendi aklımca seni övmeye kalkışıyorum; seni yüce Allah övmüşken, ben seni nasıl methedebilirim.)
Hakk selam etsin sana her an müdam Hakk’dan olsun ruhuna bîhad selam
Cenabı Hakk sana, senin ruhuna her an salât ve selamlar eylesin.
Ahzab suresi 56. ayetinde “Allah ve melekleri Peygamber’e çok salâvat getirirler. Ey müminler, siz de ona salâvat getirin ve tam teslimiyetle selam verin” buyrulmaktadır. Peygamber Efendimize salâvat getirmenin fazileti çok büyüktür. Büyük veliler tarafından çeşitli şekilde salâvat tertip edilmiştir. Bunların birçoğu “Delail-i Hayrat” adlı meşhur kitaptadır. Gümüşhanevi Ahmed Ziyaeddin Hazretlerinin üç ciltlik “Mecmuat’ül Ahzab” adlı eserinde de birçok güzel salâvat tertibi bulunmaktadır.
9
Salli yarabbi alâ Şems’üz Zuha Salli yarabbi ve leyse’l münteha
Yarabbi o kuşluk güneşine sonsuz olarak salât eyle.
Zuha veya Duha kuşluk vaktine denir. Şems’üz Zuha kuşluk güneşi demektir ki,
Peygamberimiz Efendimiz güneşin en güzel parladığı zamandaki durumuna benzetilmiştir. Bunda Şems suresine işaret vardır. Cenabı Hak bu surede güneşe ve kuşluk vaktindeki parlaklığına kasem etmektedir.
Salli yarabbi alâ Nur’ül enam Salli yarabbi aleyhisselam
Yarabbi sen yaratıkların nuru olan Peygamber Efendimize salât eyle, üzerine selam olan o Hazrete salât eyle.
Esselam ey yar-ı gar-ı Mustafa Esselam ey menba-ı sıdk u safa
Ey Peygamber Efendimizin mağara arkadaşı, doğruluk ve temizlik kaynağı Ebubekir Sıddık (r.a.) sana selamlar olsun.
10
Esselam ey fahr-i ashab-ı güzin Esselam ey mâhitab-ı adl ü din
Ey seçkin sahabilerin övüncü, adalet ve din mehtabı Ömer Hattab (r.a.) sana selamlar olsun.
Esselam ey tac-ı fahr-i asfiya Esselam ey mahzen-i hilm ü haya
Ey yüce zatların övünç tacı, yumşak huyluluk ve haya kaynağı Osman Zinnureyn (r.a.) sana selam olsun.
Esselam ey zat-ı pâk-i Hayderi Esselam ey ehl-i kalbin serveri
Ey gönül erlerinin reisi, tertemiz Ali’yyül Murtaza, Haydar-ı Kerrar (r.a.) Efendimiz sana selamlar olsun.
Esselam ey her dü sıbteyn-i Resul Esselam ey Fatıma şems’ül Betul
Ey Peygamber Efendimizin sevgili ve muazzez torunları Hasan ve Hüseyin (r.a.) efendilerimiz, sizlere selamlar olsun.
Ey Fâtımat’üz Zehra Betül validemiz hazretleri sana selamlar olsun.
11
Esselam ey cümle zevcat ü benat Esselam ey ehl-i fahr-i kâinat
Ey Peygamber Efendimizin muhterem zevceleri ve kızları Rukiye, Ümmü Gülsüm ve Zeyneb validelerimiz sizlere selamlar olsun.
Esselam ey Ehlibeyt-i Mustafa Esselam ey âl ü ashab-ı safa
Ey Peygamber Efendimizin mübarek zevceleri, ailesi mutlu büyüklerimiz sizlere selamlar olsun.
Esselam ey ehl-i Bedr ü sâbıkiyn Esselam ey cümle ashab-ı güzin
Bedir gazasının aziz şehitleri ve şanlı gazileri, ey ashabın ileri gelenleri, seçkin sahabiler hepinize selamlar olsun.
Esselam ey Hazreti Selman-ı Pir Esselam ey Kasım-ı pir-i Münir
Ey Selman-ı Fârisi (r.a.) hazretleri ve ey Kasım bin Muhammed (kds) sizlere selam olsun.
12
Müellif, Ehlibeyt’i, Hulefa-yı Râşidin’i, Bedir savaşçılarını andıktan sonra “altın halka” silsilesini sayıp selamlıyor.
Esselam ey Cafer-i âli tebar Esselam ey Bayezid-i namdar
Ey İmam Cafer Sadık (r.a.) ve ey Bayezid Bestami (kds) sizlere selam olsun.
Esselam ey şeyh-i Harkan-ı azim Esselam ey Farmedî pir-i kerim
Ey Ebu Hasan Harkani (kds) ve ey Ebu Ali Fârimedi (kds) sizlere selam olsun.
Esselam ey Yusuf-ı kutb’ez zaman Esselam ey Hâcegân-ı Gücdevan
Ey Zamanının kutbu Yusuf Hemedani (kds) ve ey Abdülhâlik Gücdüvani (kds) sizlere selam olsun.
Esselam ey ârif-i billah-ı din Esselam ey Hâce Mahmud güzin
13
Ey Arif Reyvegeri (kds) ve ey Mahmud Encir Fagnevi (kds) sizlere selam olsun.
Esselam ey Hazreti Râmîteni Esselam ey Hâce Semmas’üs seniy
Ey Hace Ali Ramiteni (kds) ve ey Muhammed Baba Semmasi (kds) sizlere selam olsun.
Esselam ey Hazreti Mir Külâl Esselam ey Şah-ı ferhunde cemal
Ey Seyyid Emir Külal (kds) ve ey Şah Bahaeddin Nakşıbend Hazretleri (kds) sizlere selam olsun.
Tarikat kurucusu Şah Bahaeddin Nakşıbend (kds) Hazretleri H: 718 de Buhara’nın çok yakınındaki Kasr-ı Ârifan’da dünyaya gelmiş, Muhammed Baba Semmâsî Hazretlerinin manevi himayesinde yetişmişlerdir. Sonra onun tarafından Emir Külal Hazretlerine ısmarlanıp teslim edilmiş ondan el almışlardır. “Enis’üt Tâlibin”adlı eserde Baba Semmasi Hazretleriyle olan münasebetleri anlatılır.
Bazı kaynaklar kendisinden çok sene evvel vefat etmiş bulunan Abdülhâlik Gücdüvani Hazretleri tarafından Üveysi yolla irşad edildiğinden bahsederler. Semmâsi, Halil Ata ve Mevlana Arif Hazretlerinin sohbetlerinde bulunmuştur. Kendisinden evvelki Hâcegân zikir usulü alenî iken kendisi hafî zikri seçmiştir.Ekseriya Kasr-ı
14
Ârifan’da ikamet eden Şah Hazretleri emaneti Alaeddin Attar Hazretlerine teslim ederek H: 791 yılında irtihal eylemişlerdir.
Esselam ey Hâce attar-ı cihan Esselam ey Hâce Yakub’üz zaman
Ey Alâeddin Attar (kds) ve ey Hâce Yakup Çerhi (kds) sizlere selam olsun.
Esselam ey Hâce Ahrar-ı azim Esselam ey Zahid-i zat-ı kerim
Ey Hâce Ubeydullah Ahrar (kds) ve ey Hâce Muhammed Zahid (kds) sizlere selam olsun.
Esselam ey Hazreti Derviş-i Hak Esselam ey Hâcegi dilriş-i Hak
Ey derviş Muhammed (kds) ve ey Hâcegî Emkengi (kds) sizlere selam olsun.
Esselam ey Bâki-i Abdüssamed Esselam ey Ahmed’ül Hindi meded
15
Ey Hâce Muhammed Bâkibillah (kds) ve ey Ahmed Farukî Serhendî İmam Rabbanî hazretleri (kds) sizlere selam olsun, bize yardımcı olun.
İmam-ı Rabbanî Ahmed Farukî Hazretleri (H: 971-1031) altın halkanın önemli şeyhlerindendir. Müslümanların inanç bakımından zayıfladığı, karışık bir dönemde gelmiş ve dini Resulün yoluna uygun şekilde, Resule ait ölçüleri ve hikmetleri yenilemiştir ki, bundan dolayı kendisine “ikinci binin yenileyicisi” anlamında “Müceddid-i Elf-i Sâni” lakabı verilmiştir. Lahor ve Delhi arasındaki Serhend kasabasında dünyaya gelmiştir. Ömer Faruk (ra) Hazretlerinin soyundan olup Babasının adı Abdülahad’dir. 29. babası Hazreti Ömer’dir ve Farukî sıfatı o yüzdendir. Şeyh Muhammed Bâkibillah Hazretlerinden irşad almıştır. Nakşi, Kadiri, Çeşti, Suhreverdi, Kübrevi tarikatları kendisinde toplanmıştı. Sorulan suallere mektup yazarak cevaplar vermiş, sonra bu mektuplar toplanarak üç ciltlik aslı Farsça olan “Mektubat” adlı büyük eser meydana gelmiştir. “Allah ve Resulünün kitaplarından sonra dinin en büyük eseri Mektubat’tır” denmiştir.
Esselam ey Hâce-i masum-ı din Esselam ey Hazreti Seyfülmetin
Ey Hâce Muhammed Masum (kds) ve ey Şeyh Seyfüddin (kds) sizlere selam olsun.
16
Esselam ey Seyyid-i nur’ül hüda Esselam ey mazhar-ı sırr-ı Huda
Ey Seyyid Nur (kds) ve ey Mazhar-ı Can ü Canan (kds) sizlere selam olsun.
Esselam ey Pir Şah-ı Dehlevi Esselam ey padişah-ı manevi
Ey manevi padişah Abdullah Dehlevî (kds) sana selam olsun.
Esselam ey Pir Mevlâna-yı mâ Esselam ey Halid-i şems’üs sema
Ey pirimiz Mevlânâmız Halid Bağdadi Hazretleri (kds) sana selam olsun.
Mevlana Halid Hazretleri (1192-1255) Altın Halka’nın çok önemli şeyhlerindendir ve Halidiye kolunun başıdır. Musul’un Şehrizor kasabasında dünyaya gelmiş, Bağdat’ta tahsilini tamamlamış, bir işaret üzerine Hindistan’ın Dehlev kasabasına gidip Abdullah Dehlevi Hazretlerine bağlanıp ondan icazet almıştır. İcazetnameden birkaç satır şöyledir: “..Onu icazet ve hilafet ile talipleri terbiyede mümtaz kıldım ve Kadiriye, Çeştiyye, Sühreverdiye, Kübreviye tarikatlarına da icazet verdim. Onun eli benim elimdir ve o benim sadakatli pirlerimin halef ve naibidir. Rızası benim rızam,
17
hilafı benim hilafımdır.” Şam’da Salihiye dergâhında irşad faaliyetine devam etmiştir.
Esselam ey Şeyh Ervadi meded Esselam ey nur-ı feyz-i Nakşıbend
Ey Nakşıbend Hazretlerinin nuru Şeyh Ervadi (kds) sana selam olsun, bize yardımcı olun.
Esselam ey serfiraz-ı evliya Esselam ey Hazreti Ahmed Ziya
(Ey velilerin önde geleni Ahmed Ziyaeddin Hazretleri (kds) sana selam olsun. Ahmed Ziyaeddin Hazretleri “Silsile-i Zeheb”in yani Peygamber Efendimizden (sas) gelen tarikat altın zincirinin 32. halkasıdır. H 1228 yılında Gümüşhane’de doğmuş, İstanbul’da tahsilini tamamladıktan sonra Bayezid Medresesi müderrisi olmuş, bu sırada Mevlana Halid Bağdadi Hazretlerinin özel olarak kendisine gönderdiği Trablus Müftüsü Ahmed Ziyaüddin Ervadi hazretleri tarafından irşad edilerek Nakşi, Kadiri, Suhreverdi, Ceşti ve Kübrevi tarikatları şeyhliğine icazet almıştır. Daha sonra yine Şam’dan özel olarak Mevlana Halid Bağdadi Hazretlerinin gönderdiği Abdülfettah Hazretlerinden de irşad alıp pek çok âlim ve halife yetiştirmiştir. Bayburt, Of ve Rize’de kütüphaneler kurmuş, Fatma Sultan Tekkesinde Hasan Hilmi Hazretleriyle birlikte irşad faaliyetinde bulunmuştur. Abdülmecid, Abdülaziz ve
18
Abdülhamid Han zamanlarında yaşayıp bu hükümdarların yakın ilgisini gören Ahmed Ziyaedddin Hazretleri 52 eser bırakmıştır. Mecmuat’ül Ahzab, Ramuz’el Ehadis, Levami’ül Ukûl, Garaib’ül Ehadis, Menasik-i Hac, Necat’ül Gafilin, Deva’ül Müminin, Câmi’ül Usul adlı eserleri meşhurdur. İstanbul halifesi olarak arkadaşı Hasan Hilmi Hazretlerini tayin eden Şeyh Hazretleri 1331 yılında vefat etmiş, Süleymaniye Camii haziresine defnedilmiştir. Asya, Afrika, Arabistan’da pek çok halifesi, bir milyondan fazla müridi bulunan Şeyh Hazretlerinin menkıbeleri, bu eserin yazarı tarafından “Hediyyet’ül Hâlidin fi Menakıb-ı Kutb’ül Arifin” adlı kitapta anlatılmıştır.)
Esselam ey kutb-ı aktab-ı cihan Esselam ey şemstâb-ı hâcegân
Ey cihan kutuplarının kutbu, Hâcelerin parlak güneşi (kds) sana selam olsun.
Esselam ey can-ı canan esselam Esselam ey derde derman esselam
Ey sevgilinin canı, dertlerin dermanı sana selamlar olsun.
Esselam ey bahr-ı ummanı ulûm Esselam ey afitab-ı mülk-i Rum
19
Ey ilim okyanusu, ey Anadolu’nun güneşi sana selamlar olsun.
Esselam ey manzar-ı Yusuf lika Esselam ey şah-ı iklim-i beka
Ey Yusuf (a.s.) kadar güzel yüzlü, sonsuzluk ülkesinin padişahı sana selamlar olsun.
Esselam ey tâcdâr-ı manevi Esselam ey şeyh Ziyaeddin Gümüşhanevi
Ey Manevi tac sahibi, dinin ışığı Şeyh Gümüşhaneli Ahmed Ziyaeddin Hazretleri sana selamlar olsun.
Esselam ey hâcegânım esselam Esselam ey ruh-ı sâdât-ı kiram
Selam sana ey hâcem, selam sana ey ulu seyyidlerin ruhu.
Esselam ey Kutb-ı aktab esselam Esselam ey Hilm-i cennet-makam
Ey kutupların kutbu, ey cennetlik Hasan Hilmi Hazretleri sana selamlar olsun.
20
Esselam ey Hazreti pir-i münir Esselam ey arif-i firdevs masir
Ey nurlu Pir, cennet yolcusu arif sana selam olsun.
Esselam ey Hazreti sultan-ı aşk Esselam ey mahzen-i irfan-ı aşk
Ey ilâhi aşkın sultanı ve ey aşk irfanının mahzeni sana selam olsun.
Esselam ey Hazreti kutb-ı güzin Esselam ey fahr-i erbab-ı yakiyn
Ey seçkin kutup, ey muhakkik ve muhakkiklerin övüncü sana selam olsun.
Esselam ey şems-i feyyaz-ı Huda Esselam ey mürşid ü şah u geda
Ey Hakk’ın feyzini güneş gibi dağıtan, padişahların ve yoksulların mürşidi sana selam olsun.
21
Esselam ey mah-ı iklim-i fena Esselam ey sırr-ı Hakk’a âşina
Ey bu geçici dünya hayatının mehtabı, Hakk’ın sırlarına vakıf olan şeyh sana selam olsun.
Esselam ey kudve-i ehl-i beka Esselam ey şah-ı taht-ı ittika
Ey ahiret hayatını tercih edip ona göre yaşayanların öncüsü, takva tahtının padişahı sana selam olsun.
Esselam ey nur-ı şems’ül arifin Esselam ey zat-ı gavs’ül vâsıliyn
Ey ariflerin güneşinin nuru, en ileriye erişmiş veli sana selam olsun.
Esselam ey menba-ı hilm ü haya Esselam ey vâris-i Ahmed Ziya
Ey güzel ahlak ve hayâ kaynağı, Ahmed Ziyaeddin Hazretlerinin vârisi sana selam olsun.
Vasfını takrire yeltendi kalem İltimas et Rabbına ey pür-kerem
22
Senin niteliklerini söylemeye kalkıştım, Rabbı Teâlâ’ya bana yardımcı olması için niyaz et ey çok cömert olan şeyh.
Gaib oldu gerçi cismaniyetin Müncelidir büsbütün mahiyetin
Gerçi maddi vücudun aramızdan gitti ama manevi yakınlığın apaçık meydandadır.
Yardım etsin ruh-ı pâkin bendene Ey efendim himmet et şermendene
Tâ ki vasf-ı pâkini yad eyleyem Söyledikce ah u feryad eyleyem
Temiz ruhun bu mahcup kuluna yardım etsin, bana himmet eyle de senin yüksek vasıflarını layık olduğun şekilde anabileyim. O güzel niteliklerini anlatırken ayrılığının acısından ah edip ağlayayım.
Ger muvaffak eylese Perverdigâr Eyleyem ihvanına bir yâdigâr
Eğer Cenabı Hakk bunu başarmayı nasip ederse kardeşlerime bir hatıra bırakmak istiyorum.
23
Şan-ı pâkinde yazıb bir mesnevi Eyleyem tahsil-i feyz-i manevi
Seni anlatan bir mesnevi yazmak ve böylece manevi feyiz kazanmak emelindeyim.
Rahmet-i Hakk’a garik ol ey kerim Sırrını takdis eder Rabb’ül azim
Cenabı Hak sana bol bol rahmet edip kutsal sırrını takdis eylesin.
Şeyh-i kâmil menba-ı hilm ü hayâ Vâris-i ilm-i füyuzat-ı Ziya
Mürşid-i pürfeyz-i şer’-i Ahmedî Rehber-i rah-ı rıza-yı sermedî
Mukbil-i üns-i hüvallahü ahad Mu’rız-ı vech-i sivallah’üs samed
Ol Süreyya-ı sema-ı marifet Mah-ı tal’at, tab-ı burc-ı mes’adet
Hâmil-i âdâb-ı şah-ı Nakşıbend Hafız-ı erkân-ı sâdât-ı bülend
Kudve-i ehl-i tarik-i Halidî Umde-i uşşak-ı rah-ı Vahidî
Hasan Hilmi Hazretleri, ismi gibi yumşak huyluluk ve haya kaynağıydı, Ahmed Ziyaeddin hazretlerinin ilim ve
24
irfan kaynağı, Şeriat feyizlerinin mürşidi, Hak rızası yolunun rehberiydi.Allah Teâlâ’nın sevdiği şeylere yönelmiş, Allah'tan gayri her şeyden yüz çevirmişti.Marifet göğünün yedi kandilli Süreyya yıldızıydı, mutluluk burcunda en parlak dolunaydı.Şah Bahaeddin Nakşıbend Hazretlerinin edebleriyle süslüydü, yüce seyyidlerin yollarının usul ve erkânını koruyup takip ederdi. Mevlana Halid Bağdadi Hazretlerinin yolunun önderi, Allah yolu aşıklarının reisiydi.
Şeyh Hasan Hilmi ki, pir-i pür-kerem İbni Abdullah, aziz muhterem
Kastamonu şehri meşhura karib Azdavay nahiyesinde ol necib
Bin iki yüz kırkda ol safi cenan Eylemiş teşrif-i eyvan-ı cihan
O çok cömert Şeyh Hasan Hilmi Hazretlerinin babasının adı Abdullah’tı.Kastamonu şehrine yakın olan Azdavay nahiyesinde 1240 Hicri senesinde dünyaya geldi.
Vâlidi ümmi imiş lâkin veli Onda ef’al-i velâyet münceli
Babası ümmi olmakla beraber velilik özelliklerine sahipti.
25
Öyle bir ümmi ki, ol zat-ı edib Hak ona ilm-i ledün etmiş nasib
O ümmi zata Cenabı Hak ledün ilmi nasip etmişti.
Hazreti Pir-i münirim söyledi Bazı ahvalin hikâyet eyledi
Çok garaib söyledi Pir-i Celil Söyleyem bir danesi olsun delil
Nurlu Şeyh’im babasının hallerinden çok garib şeyler anlattı. Bu acayip hallerden bir tanesini örnek olmak üzere nakledeyim.
Hastalanmış vâlid-i pir-i Münir Hastalıkdan çok zayıf olmuş o pir
Akıbet bir Cuma gün olmuş zaman Ehl-i beytin toplamış ol nâgehan
Der beni guslettirin sizler heman Tâ taharetle bulunsun cism ü can
Çünki ömrüm ihtimam etti bu gün Hakk’a vuslattır meramım büsbütün
Siz beni tathir edin bil ihtimam Cumadan gelsin cemaat bit’tamam
Nâşımı alsın götürsünler o dem Cumadan Rabbım bana eyler kerem
26
Hâsılı ölmeden evvel gusleder Derakab teslim-i ruh eyler o er
Her ne ettiyse vasiyet bî-kusur O vasiyet bit’tamam etmiş zuhur
Aydınlatıcı Şeyhimizin babası hastalanmış, çok zayıf düşmüş. Nihayet bir cuma günü ailesini başına toplamış, onlara demiş ki:“Yıkanıp gusletmek istiyorum, beni yıkayın da canım ve tenim temizlensin. Bu gün ömrüm tamamlandı, artık Hakk’a kavuşmak istiyorum. Yıkandıktan sonra cuma namazından çıkan cemaat cesedimi alıp götürsünler. Mübarek cuma gününün faziletinden Rabbım beni faydalandırır.”Böylece ona guslettirmişler, yıkandıktan sonra da hemen vefat etmiş. Ölmeden evvel ne söylemiş, ne vasiyette bulunmuşsa tamamen dediği gibi olmuş.
İşte bak tavr-ı velâyettir bu hal Biz gibi gafillere bunlar muhal
İşte bu hal velilerin özelliğidir. Onun veli olduğunu gösteren böyle haller bizim gibi gafil kişilerden görülmez.
Bir veliden bir veli etmiş zuhur Sanki işrak eylemiş nur üzre nur
O veli zattan bizim şeyhimiz gibi bir veli türemiş. Sanki nur üstüne nur doğmuş.
27
İşte Abdullah ümmi hazreti Her cihetten buldu izz ü devleti
Şeyhimizin babası ümmi Abdullah Efendi Hazretleri her yönden mutlu ve üstün bir kimseydi.
Sa’y eder tahsil içün mahdumunu Ecr-i ilme ortak etmiş kendini
Sinni temyize erince ol zaman Pâyitahta gönderir ol dem heman
İlmin sevap ve faziletine ortak olmak için oğlunu okutmaya çalışmış.Ergen yaşa erince hemen onu İstanbul’a göndermiş.
Hazreti Hilmi gelip İstanbul’a Sâlik olmuş rah-ı ilme sa’y ile
Hilmi Hazretleri İstanbul’a gelmiş, ilim yoluna girip çalışmaya başlamış.
Şems-i tâban sema-yı mes’adet Eylemiş tahsil-i ilm ü marifet
O parlak güneş, mutluluk seması ilim ve marifet tahsil etmiş.
28
Hazreti Hazım Efendi hocası İlm ü fennin zübde ve dibâçesi
Şol büyük Hazım Efendi’dir bu pir Andan öğrenmiş ulûmu dest-gir Andan almıştır ulûm-ı âliye Fıkh u tefsir ü fünun-ı âliye
Her çeşit ilim ve fende ilk hocası Hazreti Hâzım Efendi imiş. Her çeşit ilimleri şeyhimiz bu büyük âlimden öğrenmiş, yüksek ilimleri, fıkıh, tefsir ve fen bilgilerini ondan almıştır.
Dest-gir; yardım eden, elinden tutan, arka çıkan demektir.
Çünki tahsil eylemiş bil ihtimam Akıbet bulmuş Ziya’yı ol hümam
Tahsilini tamamladıktan sonra ışığı bulmuş yani Ahmed Ziyaeddin Hazretleriyle tanışmıştır.
Hümam himmetli kişi demektir.
Söyledi bu mebhasin tafsilini Hazreti Şeyh muttali etti beni
Bunları geniş olarak Hazreti Şeyh bizzat kendisi bana anlattı.
29
Var Cağaloğlu’nda bir hoş medrese Tekkeye dört yüz adım bil hendese
Orda iskân eylemiş piri Huda Orda tahsile gidermiş ibtida
Cağaloğlu’nda tekkeye dört adım uzaklıkta güzel bir medrese vardır. Şeyhimiz önce işte bu medresede kalmış ve devam etmiş.
Fatma Sultan camii ıssız imiş O zamanlar pek cemaatsiz imiş
O idi güya ki berdar-ı sükût Adeta olmuştu beyt-i ankebut
Ordaki Fatma Sultan Camiinin o zaman hemen hiç cemaati yokmuş.İçini örümcekler kaplamış, sanki örümcek hane gibi olmuş ıssız ve sessizmiş.
Hazret olmuşdu müezzin ol zaman Hidmet etmiş mescide ruz u şeban
Parasız pulsuz edermiş hidmeti
Hazreti Hilmi o demde genc imiş
Fatıma Sultan’da temekkün eylemiş Mescidi şenlendirirmiş Hazreti
Hazreti Hilmi Efendimiz genç yaştayken işte bu Fatma
30
Sultan camiinin müezzini olmuş, orda kalıp gece gündüz çalışmış. Parasız pulsuz hizmet edip camii şenlendirmiş.
Hiç açılmazmış bu mescid ibtida Bir zuhrdan bir asrdan maada
O mescid önceleri öğle ve ikindi vakitlerinden başka hiç bir vakitte açılmazmış.
Çünki eylemiş teşrif eylemiş ol nevcivan Beş vakit açmış o bâbı her zaman
Şeyhimiz müezzin olunca mescidi her vakitte açmış.
Ser-müezzin olmuş orda pir-i Hak Yok idi ondan daha bir müstahak
O mescide baş müezzin olmuş, çünkü ondan daha ehil bir kimse yokmuş.
Ol zamanlar serfiraz-ı evliya Tâc-ı fahrim Hazreti Ahmed Ziya
Şeyh Ervadi’ye etmiş intisab Derse çıkmıştı henüz âli nısab
31
İşte o sırada velilerin önde geleni Ahmed Ziyaeddin Hazretleri Şeyh Ervadiye bağlanmış ve ders vermeye başlamıştı.
Hazreti Hilmi ile sırdaş idi Bir muhabbet madeni kardaş idi
Hazreti Hilmi gelürmiş ekseri Sohbet eylermiş biriyle diğeri
Hiç ziyarette kusur etmezmiş o Her zaman teşrif edermiş hûbrû
Hazreti Hilmi ile Hazreti Ziyaeddin çok yakın arkadaş imişler, birbirlerini çok severlermiş. Hazreti Hilmi hep Ziyaeddin hazretlerini ziyaret eder, sohbet ederlermiş, ziyaretini hiç aksatmazmış.
Hûbrû: Farsça güzel yüzlü demektir.
Geldi Hilmi Hazreti bir cum’a gün Hazreti Ahmed Ziya yoktu o gün
Bir cuma günü yine Hazreti Hilmi arkadaşı Ziyaeddin hazretlerini ziyarete gelmiş ama o gün yerinde bulamamış.
Sordu tilmizinden o zat-ı şerif Nerdedir oğlum o üstad-ı nazif
Hangâha gitti der tilmiz-i Pir Bekleyin şimdi gelir ol destgir
32
Etmemişti bu kelamlar ihtitam Ya henüz encama ermişti kelam
Hazreti Ahmed Ziya etti vürud Her iki zat-ı kerim etti kuud
Talebesinden o temiz ve nazik zâtın nerde olduğunu sormuş. Talebesi; “Efendim dergaha gitti, şimdi gelir, bekleyin!” demiş. Daha sözünü bitirmeden Ahmed Ziya Hazretleri içeri girmiş. Oturmuşlar.
Hangâh; tekke, dergâh, kuud oturmak demektir.
Hasbihal eylerken ol abd-i İlâh Sordu Hazret nerdedir ol hangâh
Gittiğin yol rah-ı Hak’tır bî-riya Sen beni al Hazreti Ahmed Ziya
Evliya bâbında ben hâkisterim Sen gidersen ben de gitmek isterim
Konuşurlarken Hilmi Hazretleri;- “O gittiğin dergâh nerdedir? Senin gittiğin yol muhakkak ki Hak yoludur; beni de götür! Evliya kapısında ben de külüm, toprağım; senin gittiğin yere ben de gitmek isterim” demiş.
Hâkister: ateş külü demektir.
Böyle söyler çünki Hilmi Hazreti Hazreti Ahmed görür bu gayreti
33
Der ki çünki itimad ettin bana Vasıta olmak gerektir ben sana
Burda yok üstad-ı âli madenim Burda şeyh sohbetim vardır benim
Bak da gör o şeyh-i sahip-devleti Şeyhimin şeyhinden almış nisbeti
Gel seni ol şeyhe teslim eyleyem Mahitabı şemse takdim eyleyem
Hazreti Ziyaeddin arkadaşından bu sözleri duyup ondaki bu istek ve gayreti görünce demiş ki:- “Mademki sen bana güveniyorsun, benim sana aracı olmam gerekir. Benim asıl şeyhim burada değil, ben şeyhimin şeyhine bağlı bir şeyhin sohbetine gidiyorum. Gel seni ona teslim edeyim, ayı güneşle tanıştırayım.
Gitti ol dem her iki yar-ı vefa Şeyh Ziyaeddin ve Hilmi bâ-safa
Abd-i Fettah’a mül’âki oldular Feyz-i pâkinden safalar buldular
Böyle etmiş Hilmi-i âli nısab Abd-i Fettah Hazretinden intisab
İki vefalı dost birlikte Abdülfettah Hazretlerine gitmişler ve onun feyzinden faydalanmışlar.
Hilmi Efendi Hazretleri Abdülfettah Hazretlerine işte böyle bağlanmış.
34
Bu meğer o zat-ı pâktir ey refik Hazreti Halid’den almıştı tarik
Andan almıştı hilafet hem dahi Pek mübarek zat idi merd-i sahi
Abdülfettah Hazretleri Hazreti Halid Bağdadi Hazretlerinin halifesi imiş. Pek mübarek ve cömert bir zatmış.
Çünki İstanbul’a gelmiş ol şerif Derakab bulmuş anı Pir-i münif
Çok görüşmüş Hazreti Ahmed Ziya Sohbet etmiş tac-ı fahr-i asfiya
Çünki bir gün niyet ü cezm eylemiş İntisab etmekliği azmeylemiş
Şeyhe gitmiş Hazreti Pir-i münir Abd-i Fettahdan ola tâ müstenir
Şeyh Ervadi zuhur etmiş ona , Der ki ey dostum benimsin gel bana
Ey Ziyaeddin bana ol müntesib Bendedir feyz ü nasibin ey edib
Ben seninçün çünki memur olmuşam Hem seninçün bu diyara gelmişem
Şüpheden vâreste ol âli siyer Abdifettah hazreti tasdik eder
35
Abdülfettah Hazretleri İstanbul’a geldiğinde Ahmed Ziya Hazretleri hemen onu bulmuş, bir süre sohbetine devam etmiş.
Bir gün kendisine bağlanmağa niyet edip kendisinden nurlanmak istediğinde
Şeyh Ervadi ortaya çıkıp demiş ki:
- “Sen benim müridimsin, bana bağlanmalısın. Senin nasibin bendedir. Çünkü ben buraya senin için geldim, şeyhim beni senin için gönderdi. Bundan hiç şüphe etme, bunu Şeyh Abdülfettah Hazretleri de doğrulayacaktır.”
Derakab gelmiş o dem şeyh ü mürid Abdifettah nezdine dürr-i ferid
O dahi tasdik edüb bu cilveyi Şeyhe vermiş dürre-i nâdideyi
Der senin şeyhin budur Ahmed Ziya Git anınla bu ziya ender ziya
Bizde yok bigânelik ey nevcivan Her iki gül, bir ağaçtandandır heman
Aslımız birdir bizim Ahmed Ziya Şeyhimizdir serfiraz-ı evliya
İşte Mevlana-yı Ahmed hazreti Şeyh Evradi’den almış nisbeti
Hem hilafet andan almış ol münir Sonra oldu mülk-i Rûm’a destgir
Hemen ikisi birlikte Şeyh Abdülfettah Hazretlerine gitmişler. O da Şeyh Ervadi’nin sözlerini tasdik edip o çok değerli inciyi ona teslim edip demiş ki:
36
- “Ey Ahmed Ziya, evet bu şeyh senin nasibindir. O ışık içinde ışıktır, sen yola onunla git. Bizim aramızda yabancılık yok, ikimiz de aynı ağacın gülleriyiz. Aslımız birdir, şeyhimiz velilerin önderi Halidi Bağdadi Hazretleridir.”
Böylece Ahmed Ziya Hazretleri Şeyh Ervadi Hazretlerinden el alıp ona bağlandı, onun bütün Anadolu’da halifesi oldu.
Şeyh Evradi gidince nâgehan Sohbet etmiş Abdifettah’la heman
Var bu mebhasden Menakib’de kelam Git oku tafsilini ondan tamam
Şeyh Ervadi Hazretleri ansızın gidince Hilmi Hazretleri Abdülfettah Hazretlerinin sohbetine devam etmiş.
Bu konuda “Hediyyet’ül Hâlidin fi Menakıb-ı Kutb’ül Arifin” adındaki eserimde geniş açıklamalar vardır.
İşte Hilmi hazreti birçok zaman Şeyh edindi Abdifettah’ı civan
Çün hilafet almış ol dem pirimiz Hazreti Ahmed Ziya iksirimiz
Hem vefat ettikde ol şeyh-i beriyn Abdifettah hazreti pir-i güzin
Hazreti Hilmi tutuşmuş el elele Hazreti Ahmed Ziyaeddin ile
37
Şeyh Ziyaeddin’e etmiş intisab Eylemişti çünki evvel intihab
Hilmi Hazretleri, genç yaşındayken Abdülfettah Hazretlerinin uzun süre müridi olmuş.
Abdülfettah Hazretleri vefat edince de onun halifesi olan Ahmed Ziya Hazretlerine bağlanmış.
Hazreti Hilmi bana nakleyledi Bunları bir bir o Hazret söyledi
Bunları hep Hazreti Hasan Hilmi kendisi bir bir anlatmıştı.
İbtida bil-vasıta olmuş bu pir Abdifettah hazretinden müstenir
Bu hususu eyledim şerh u beyan Evvela nazm-ı menakıb’de ayan
Önce Abdülfettah hazretlerinden bu vasıta ile feyz almış. Bunları yazdığım o manzum menkıbe kitabında belirtip açıkladım.
Mürşid terbiyesi Ahmed Ziya Ondan aldı nisbeti kân-ı haya
38
Hem hadis’i ondan almış bu şerif Hem birader eylemiş pir-i münif
Hilmi Efendi, mürşid terbiyesini de Ahmed Ziya Hazretlerinden almış, onlar aynı zamanda kardeş gibi dost imişler. Hadis ilmini de ondan okumuş.
Elli yıl birlikte etmiş sohbeti Üns ü sohbetten kazanmış devleti
Hacca gitti hazreti Ahmed Ziya Kutb-ı bîhemta-yı cem’ül asfiya
Ol zaman tayin ü tevkil eyledi Hazreti Hilmi’yi tebcil eyledi
Arkadaşlıkları ve şeyh mürid münasebetleri elli sene sürmüş, Hilmi Hazretleri onun sohbetinde uzun süre bulunmaktan çok üstünlükler kazandı. O eşsiz veli hacca gittiğinde yerine Hilmi Hazretlerini vekil bırakarak onun değerini yükseltti.
Dört sene kaldı vekâlette o mah Ondan elyak yok idi bî-iştibah
Akıbet kaim-makam oldu ona Dahil-i sâdât idi önden sona
Çünki kalmıştı Mısır’da çok zaman Hazreti Ahmed Ziya kutb-ı cihan
Ol sebebden dört sene oldu vekil Zahir oldu el vekil ü kel asil
39
Dört sene Ahmed Ziya Hazretlerinin vekilliğini yaptı. Bu vazifeye ondan daha layık kimse yoktu. Bî-iştibah: şüphesiz demektir. Hilmi Hazretleri sonunda onun yerine geçti. Baştan sona kadar seyyidlerin içindeydi.
Ahmed Ziya Hazretleri Hacdan sonra Mısır’a gitti orada uzun müddet kaldı. O yüzden vekillik dört sene sürdü, vekil asil gibidir sözünün doğruluğu belli oldu. Yani vekilin asili aratmadığı görüldü.
Hacc-ı sânidir bu tevkil-i makam Ol zaman olmuştu makbul-i enam
Bu vekillik Ahmed Ziya’nın ikinci haccındadır. O vekilliği sırasında Hilmi Hazretleri kendini herkese sevdirdi.
Çün Mısır’dan geldi Fahr’ülevliya Nur-ı aynim Hazreti Ahmed Ziya
Çünki ihvanı muhabbetlü bulur Nisbet ve feyzi de kesretlü görür
Kesret-i ihvana eyler çün nazar Şöyle ferman eyler ol kimya eser
Ey Hasan Hilmi Efendi ey şerif Çünki sizde görmüşem feyz-i latif
Cümle ihvanı sana terkeyledim Onları birden sana ısmarladım
40
Ahmed Ziya Hazretleri Mısır’dan döndüğünde müridlerin muhabbetlerinin, bağlılıklarının ve feyizlerinin artmış, sayılarının da çoğalmış olduğunu görünce şöyle buyurdu:
- Ey muhterem Hilmi kardeşim, müridlerin senden çok feyiz aldığını gördüm. Artık bundan sonra onları sana bıraktım, sana ısmarladım.
Bir zaman geçti beraber böyle çün Feyz ü nisbet şûle verdi günbegün
Bir müddet böyle devam etti, bağlılıklar ve feyizler iyice parlaklık kazandı.
İzn-i şeyhle Geyve’ye gitti bu pir Şeyh Hasan Hilmi Cenabı destgir
Medrese yaptı o yerde ol zaman Neşr-i ilme başladı orda heman
Bir taraftan ders okuttu ol şefik Bir taraftan eyledi neşr-i tarik
Hasan Hilmi Hazretleri sonra şeyhinin izniyle Geyve’ye gitti. Orada medrese kurup ders okutmaya, etrafa ilim yaymaya başladı. Bir taraftan şeriat ilimleri öğretiyor, diğer yandan tarikatı yayıyordu.
Çok zamanlar orda ârâm eyledi Ol havali böyle üstad görmedi
41
Hep gezerdi ol havali köyleri Şöyle âgâh eyledi köylüleri
Bir namaz kılmaz kişi hiç kalmadı Hazreti inkâr edenler olmadı
Orada uzun süre kaldı, o havali böyle üstad görmemişti. Hep civardaki köyleri gezer, köylüleri aydınlatırdı. Ona karşı çıkan olmamış, namaz kılmayan hiç kimse kalmamıştı.
Yok idi bazı nevahide meğer Şol nisâlarda tesettürden eser
Çok çalışmıştı hükümet erleri Tâ ki mestur eylesünler onları
Gayr-i mümkündü tesettür adeta Hazreti Hilmi gidince orda, tâ
Çünki gitti bu maarif hâcesi Zahir oldu kuvve-i kudsiyyesi
Cümle kadınlar olup mesture hep Ehl-i belde bu işe etti acep
Çün nüfusu orda irşad eyledi Hâsılı ehl-i dili şâd eyledi
Oralarda kadınlar İslam’a uygun şekilde örtünmüyorlardı. Hükümet memurları örtünmeleri için çok uğraşmış ama başaramamışlardı.
Hilmi Hazretleri oraya gelinceye kadar kadınların
42
örtünmesi adeta imkânsız görünüyordu. Hazret oraya varınca manevi kuvveti ortaya çıktı, bütün kadınlar örtündüler.
Halk bu işe şaştı kaldı. Oraların halkını Hak yoluna irşad etti, gönül erlerini sevindirdi.
Davet etti akıbet Ahmed Ziya Durmasın gelsin diye kân-ı haya
Çünki celb etti keramet madeni Derakab kaim-makam etti anı
Cümle ihvanı ona terkeyledi Ba’de mihraba artık geçmedi
Hep ona verdi bütün terbiyeyi Hazreti Hilmi’ye verdi cümleyi
Her umuru çünki teslim eyledi Kimseye artık teveccüh etmedi
Şöyle gördük ol zaman bizler bütün Geldi Hilmi Hazreti bir cum’a gün
Hangâhda yok idi pir-i münir Hazreti Ahmed Ziya-yı destgir
Nihayet Ahmed Ziya Hazretleri hemen gelsin diyerek onu İstanbul’a çağırdı.
Gelince onu hemen kendisine vekil tayin etti. Bütün müridleri ona bıraktı, artık ondan sonra mihraba geçmedi.
Mürşidlerin terbiyesini, bütün mürşidlik vazifesini Hasan Hilmi Hazretlerine verdi.
43
Yaz idi Beykoz’a nakletmişti o Cum’a günlerde gelirdi hûbrû
Var iken bir çok halife ol zaman Cum’ayı terk etmedi bir gün heman
Cum’a gün mutlak gelirdi ol şerif Hatmini bizzat yapardı ol nazif
Cum’ayı hiç kimseye terk etmedi Çok zamanlar böyle mu’tad eyledi
Çünki Hilmi Hazreti geldi o dem Gelmedi Beykoz’dan ol âli himem
Yok idi zahirde asla bir haber İtikadım keşf idi bu cilveler
İşte ol gün Hazreti Pir-i münir Şeyh Hasan Hilmi Cenabı destgir
Eyledi icra-yı hatm-i hâcegân İnkıyad etti ona pir ü civan
Gelmedi Beykoz’dan artık pirimiz Şeyh Ziyaeddin-i destgirimiz
Çünki yaz geçti gelüb kış mevsimi Geldi ol nur buldu hemdem hemdemi
Geçti mihraba artık ol veli Daima mihrabda Hilmi münceli
Nice yıllarca görürdük cümlemiz Hazreti Hilmi idi hep şeyhimiz
Çün hayatında bu türlü eyledi Akıbette hep ona ısmarladı
Çünki gitti Hazreti Ahmed Ziya Nur-ı anîm serfiraz-ı evliya
Hazreti Hilmi olup kaim-makam İttiba etti ona ihvan tamam
44
Zahir ü batında ol pir-i münir Oldu ihvan-ı güzine destgir
Ahmed Ziya Hazretleri yaz mevsiminde Beykoz’a gitmişti. Ama her Cuma günü dergâha gelirdi.
Birçok halifesi olduğu halde Cuma namazını dergâhta kıldırmayı hiç aksatmadı. Hazreti Hilmi Efendi Geyve’den geldiğinde cuma günü Ahmed Ziya Hazretleri Beykoz’dan gelmedi.
Gerçi açıkça bildirmemişti ama onun geldiğini keşif olarak bildiğinden böyle yaptığına inanıyorum.
İşte o cuma namazını Hasan Hilmi Hazretleri kıldırdı ve hatm-i hâcegânı yaptırdı. Bütün müridler ona uydular.
Ahmed Ziya Hazretleri ondan sonra kış mevsimine kadar artık Beykoz’dan hiç gelmedi. Kış gelince geldi ama namazı yine Hasan Hilmi Hazretleri kıldırdı.
Yıllar boyu şeyh olarak hep Hilmi Hazretlerini gördük. Böylece hayatında şeyhliği ona bıraktığını göstermiş oldu. Vefat edince de yerine Hilmi Hazretleri geçti, bütün müridler ona uydular. Zahir yönden de, manevi bakımdan da seçkin müridlere o yardımcı oldu.
Mesleği etti siyanet daima Feyz ü nisbet oldu her dem rünuma
Olsa da bazı taraftan ihtilaf Hazreti Hilmi idi hep pâk ü saf
45
Muhtelif hariç kalırdı her zaman Evvel âhir böyle oldu bîgüman
Tarikatı daima korudu, feyizler ve bağlılıklar açıkça yüz gösterdi.
Bazı yönlerden anlaşmazlıklar çıksa da Hasan Hilmi Hazretleri hep temiz ve tarafsız kaldı.
Anlaşmazlık çıkaran dışarıda kalırdı, başta da sonda da hep böyle olurdu.
Zat-ı pâk Hazreti bir nur idi İnkisaf eyler mi nur-ı sermedî
Her zaman oldu muazzez, muhterem Hak Teâlâ eyledi her dem kerem
Hilmi Efendimiz tertemizdi, bir nurdu adeta; ebedi olan nur hiç söner mi?
Her zaman aziz ve muhterem oldu, herkesçe sevilip sayıldı. Hak Teâlâ ona her zaman cömertçe yardım etti.
İnkisaf; parlaklığı sönme demektir. Güneş tutulmasına küsuf derler.
Dembedem ihvan ederdi izdiyad İntişar etti bütün feyz ü reşad
Hep görüldü rûz u şeb feyz-i mezid Suret u manada olduk müstefid
46
Müridlerin sayısı gittikçe çoğaldı, feyiz ve irşad genişleyip yayıldı.
Gece gündüz feyizler arttı, maddi ve maddi olarak çok faydalandık.
Ben ki suret ehliyim suretteyim Daima her şeyde suret- dîdeyim
Bu kitapta sureti şerh eyledim Gördüğümden bazı ahval söyledim
Maneviyi ehl-i manadan sorun Batını mir’at-ı zahirden görün
Ben zahiri bilirim, batından anlamam. Dış görünüşe bakarım iç manalarını çözemem. Bu kitapta gördüklerimi açıklayıp bazı halleri anlattım. Manevi yönünü batın erbabından sorun, onları dış görünüşün iç yüzünü yansıtıcı birer ayna olan o zatlardan seyredin.
Sen Üveysi ol da sıddık söylesün Hilye-i Peygamberi şerh eylesün
Kim ki sıddıktır bilir Peygamberi Maneviyat-ı Cenabı Serveri
Peygamber Efendimizin manevi yönünü en iyi Ebubekir Sıddık (ra) açıklayabilir. O gibi dosdoğru olan kimse batın hallerini anlatabilir.Üveysî; Veysel Karanî Hazretleri gibi sevdiği ve kendisine bağlı olduğu zatı görmeden ve gaybî olarak hasıl olan muhabbet ve bağlılık; ve bu muhabbetle
47
bağlı olduğu zattan manevî feyz almak tarzı.
Çok şemail var eğerçi âşikâr Zahir-i Peygamberi eyler şumar
Batını görmez bu zahir gözleri Dîde-i mana görür Peygamberi
Böyledir ahval-i ehlullah dahi Vâris-i Peygamber onlardır ahi
Nice vasfeyler anı zahir-perest Vâkıf olmaz rütbe-i bâlâya pest
Peygamber Efendimizin hilye-i şerifeleri gerçi bellidir ama maneviyatını anlamak için Ebubekir (ra.) gibi mana gözüne malik olmak gerek.
Peygamber Efendimizin her bakımdan vârisleri olan velilerin manevi hallerini bilebilmek için de manevi göz gerektir. Benim gibi ancak zahiri görebilenler onun gerçek yüzünü nasıl anlatsın? Aşağıdaki kişi yukarıdakinin halini bilemez.
Eyledim ben zahiri şerh ü beyan Mübtedi sâliklere ettim ayan
Ruh-ı şeyhe bir tevessüldür meram Bir duadır cümle ihvandan ricam
Ruh-ı Hilmi’ye edilsün intisab Feyz ü nurundan edilsün iktisab
Hem okundukça menakib leyl ü rûz Rahmet ü lutf-ı Huda eyler büruz
48
Hazreti Hilmi idi çün maksadım Bildiğimce vasfını nakleyledim
Rabt-ı kalb et Hazreti Hilmi’ye sen Rahmetullahı aleyh şeyh’ul hasen
Ben bu kitapta Şeyhimden gördüklerimi yeni başlayan müridlere anlatmaya çalıştım. Şeyh Hazretlerine rabıta yapılıp o vesile kılınarak dua edilsin.
Benim bu çalışmamdan beklediğim bir hayır duadan ibarettir. Hilmi Hazretlerine bağlanılıp ondan feyiz ve nur kazanmaya bakılsın.
Bu menkıbe kitabı gece gündüz okundukça Cenabı Hakk’ın rahmet ve lütufları ortaya çıkar. Benim amacım Hlimi Hazretlerini bildiğim kadar anlatmaktı, buna gayret ettim. Sen kalbini Hasan Hilmi Hazretlerine bağla.
Allah Teâlâ’nın rahmeti o güzel şeyhimizin üzerinize olsun.
DER BEYAN-I MENKIBE-I HAC
Geçti on dört yıl bin üç yüzden tamam Hacca gitti Hazreti pir-i hümam
Mekke’den çıktı Medine rahına Geldi Fahrialem’in dergâhına
İltifat etti ona Fahr-i Cihan Suret ü mana bir oldu ol zaman
49
Nezd-i pâkinde olan muhlis mürid Hal ü kalinden olurdu müstefid
Ah nolaydı ben de olsaydım o dem Kesbederdim orda feyz-i muğtenem
Gerçi âlidir maiyyet rütbesi Lâkin istidad anın bir zübdesi
Bende istidad olunca mayesiz Nerde olsa kalmış sermayesiz
Müsteid mağribde özler pirini Şarkda söyler pir-i Hak pîş-i meni
Müsteid olmazsa sâlik neylesün Nezd-i pirde ratb u yâbis söylesün
O maiyetten alınmaz feyz ü nur Andan enva-ı şikak eyler zuhur
Hak siyanet eylesün o vartadan Nezd-i pirde lâübali olmadan
Hâsılı pir-i münirim hazreti On sekiz gün orda kıldı uzleti
Çok sehavet madeni bir zat idi Hacda on beş bin kuruş harceyledi
Hep bütün ehl-i Medine ol zaman Nerde görse hazreti pir ü civan
İhtiram eylerdi hâk-i pâyine O da lutfeyler geda vü bayine
Var idi ol yerde bir muhlis mürid Feyzini müzdad ede Rabb’ül Mecid
Şeyh Ziyaeddin’e o mensub idi Hem otuz yıl orda iskân eyledi
Tâ çocukluktan bilürdü hazreti Hazreti Hilmi’ye vardı nisbeti
50
Sonra da ondan hilafet aldı o Orda ihya-yı tarikat kıldı o
İsmini ben burada izmar eyledim Mevzu-ı diğerde izhar eyledim
Böyle oldu çünki ihya-yı kelam Hazreti tavsif idi asl-ı meram
Şeyhini kıldı misafir ol mürid Çok horluk görmüş ol merd-i reşid
Bizlere nakletti birçok halini Kutb-ı Hakk’ın ordaki ahvalini
Bu kitapta bazını nakleylerim Mevkiinde onları hep söylerim
Haccını ba’de’l eda ol destgir Avdet etti hazreti pir-i münir
Görmüşüm çok harik-i âdâtını Liyk mezun eylemezler remzini
Hem Hicaz’da var acayib cilveler Manevi orda neler olmuş neler
Bu kadardır liyk mezuniyetim Maverayı şerhe yoktur kudretim
Belki bundan hazretim dilgir olur Dergehinden isterim aff-ı kusur
Bazı mezun olduğum şeyler de var Mevziinde söylerim hep âşikâr
Asl-ı maksad vasf-ı pir-i muhterem Mürşid-i fazıldır âli himem
Oldu on beş yıl makamda pâyidar Hazreti Hilmi Halil-i Girdigâr
Meslek-i Ahmed Ziya’dır mesleği Andan ayrılma sakın merd-i zeki
51
Rabt-ı kalbet hazreti Hilmi’ye sen Rahmetullahi aleyh şeyh’ul hasen
HAC MENKIBESİ
Hicri 1314 yılında Şeyh Efendimiz hacca gitmişti. Mekke’den çıkıp Medine’de Peygamber Efendimizin (sas) Ravza-ı mutahheresine geldi. Cenabı Peygamber (sas) ona iltifatlar etti, madde ve mana bir oldu.
O sırada şeyhimin yanında bulunma mutluluğuna eren ihlaslı müridler halinden ve sözlerinden istifade ederlerdi.
Keşke ben de o sırada orada olsaydım; onlar gibi ben de feyizler elde etseydim. Gerçi yanında olmanın çok fazilet ve manevi faydaları vardır ama işin özü buna istidatlı olmaktadır. İnsanda istidat olmayınca şeyhin daim yanında olsa da istifade edemez. Ezeli istidat sahibi olan batıda olsa, doğuda olan şeyhi onu bilir, himmet eder.
Mevlana Hazretleri bu manada “Yemen’deki yanımda, yanımdaki Yemen’de buyurmuştur. Yani yanımdaki müridin gönlü benden uzak ama Yemen’deki müridim beni düşündüğü için benim yanımda gibi feyizleniyor.
Müridde istidat olmazsa şeyhinin huzurunda yaş kuru, boş sözler eder. Şeyhin yakınında olmaktan dolayı feyiz almaz, ondan türlü uygunsuzluklar çıkar.
O tehlikeli durumdan yani şeyhin huzurunda boş sözler etmekten Allah bizleri korusun.
Şeyhimiz orada on sekiz gün yalnız kaldı, kimseyle
52
görüşmedi.
Çok cömert idi, hac sırasında on beş bin kuruş harcamıştı.
Bütün Medineliler genç, yaşlı Hazreti Pir’i nerde görseler kendisine büyük saygı gösterirler, ayak tozuna yüzlerini sürerlerdi. O da zenginine yoksuluna cömertçe bağışlarda bulunurdu.
Orda Ahmed Ziya Hazretlerinin ihlaslı bir müridi vardı. Otuz yıldır orada oturuyordu, Hilmi Hazretlerini çocukluğundan beri tanırdı, ona bağlılığı vardı. Sonra o mürid Şeyhin halifesi oldu ve tarikatı oralarda yaydı. Onun ismini şimdi söylemiyorum, başka bir bahiste açıklayacağım.
İşte bu mürid Şeyh’ini misafir etti. O çok eziyetler görmüştü. Şeyh Hazretlerden gördüğü birçok halleri bize anlatmıştır ki, bu kitapta yeri geldiğinde nakledilecektir.
Şeyh Hazretleri haccını tamamlayıp vatanına döndü. Ben onun çok kerametlerini gördüm ama açıklamaya izin vermediler. Hacda iken pek ilâhi tecellilerle karşılaşmışlar. Manevi hayatta neler neler olmuş. Ama ancak bu kadarcık söyleyebilirim, daha ötesini söylemeye gücüm yok. Belki şeyhim bu kadarcık bahsettiğim için bile üzülmüştür. Kendilerinden kusurumun bağışlanmasını diliyorum. Anlatmama izin verdiği bazı şeyler var ki, yeri geldiğinde anlatacağım onların hepsini.
Asıl maksat değerli Pir’imin, o yüksek himmetli mürşidimin vasıflarını anlatmaktır. Cenabı Hakk’ın dostu Hazreti Hilmi Efendimiz on beş sene şeyhlik makamında kalmıştır. Ey akıllı kişi Ahmed Ziyaeddin Hazretlerinden
53
sakın ayrılma; Hilmi Hazretlerinin yolu da onun yoluydu.Sen kalbini Allah Teâlâ’nın rahmetine erişmiş o güzel şeyh Hasan Hilmi Hazretlerine bağla.
HİCAZ’DAN AVDETTE SÖYLENİLEN NEŞİDE
Nasıl firkatle yanmıştı dil ü canım Visalin neş’esi artırdı efganım
Cemalin nuruna garkoldu dünyalar Ne nur ki zerresi mahvetti iz’anım
Tabii mucib-i efgan olur firkat Ne sırdı vuslat içre böyle nalânım
Nedendir hasta ruhum ihtizaz etti Nedendir bu sevinçli günde giryanım
Seni gördükte gözler istemez gayri Vücudun var yeter, mahbub-ı zişanım
Duyunca makdem-i teşrifini FEVZİ Dedi elhamdülillah geldi cananım
HİCAZ DÖNÜŞÜNDE SÖYLEDİĞİM ŞİİR
Ayrılığınla cismim ve canım nasıl yanmıştı; kavuşmanın neşesi ağlamamı artırdı.
Dünyalar güzel yüzünün nuruyla aydınlandı. Öyle bir nur ki bir zerresi aklımı başımdan aldı.
Ayrılık elbette insanı ağlatır; ama kavuşmamdaki bu
54
ağlamamın sebebi nedir?
Neden hasta ruhum bu kavuşmadan dolayı titredi, bu sevinçli günde ağlamam neden?
Ey şanlı sevgilim senin varlığın yeter, seni görünce gözler başka bir şey görmek istemez.
Fevzi senin gelişini duyunca çok şükür sevgilim geldi diye şükürler etti.
DER BEYAN-I HİLYE VE ŞEMAİL-İ HAZRETİ KDS.
Hüsn-i ahlak onda olmuştu tamam Menba-ı hulk-ı hasendir ol hümam
Lâübâli meşrebi, feyz-i celi Pek tevazu ehlidir pir-i veli
Şöyle yokluk eylemiştir ki o nur Bir mücessem yokluk etmiştir zuhur
Bilmeyenler yokluğu ey nur-ı can Öğrenirlerdi o hazretten heman
Zühd ü takva, zikr u taatti işi Asrımızda hiç bulunmazdı eşi
Cehd ü sa’y ü himmeti terbiyedir Nisbet-i Nakşiyye’yi takviyedir
Hep ibadullaha hidmet eyledi Bezl-i vüs’at, sarf-ı himmet eyledi
Hasta olsa evde yatmazdı ferid Sıhhat ü hali marazda müctehid
55
Hidmet etmekti ibada adeti Bir ganimetti zamanda sıhhati
Pek tevazukâr idi kutb-ı cihan Bunda akranı bulunmazdı heman
Hâdimiyle adeta akran idi Salikiyle adeta bir can idi
Hem sehavette adili yok idi Harikulade nezih’ül hulk idi
Yok idi bir varidat-ı zahirî Bu sehada kaldı Hâtem pek geri
Zahiren yok bir medar-ı intiaş Hem değildi hazreti, ehl-i maaş
Üç gelirse beş eder ihsanını Ben sehada görmedim akranını
On kuruş nezdinde vardı bir zaman Ben huzurunda oturmuştum o an
Nakd-i mevcudu tasadduk eyledi O tasaddukta tereddüt etmedi
Eyledim cüz’i tefekkür orda ben O dedi Hak gönderir gam çekme sen
Hakk bize sarf eylemekçün gönderir Gafil oldur, sâili boş döndürür
Bu gibi pek çok sehavetten misal Söyledim bir vakıayı sen ibret al
Hazreti şeyhim sevimli zat idi Orta boylu bir melek-simat idi
Nurlu yüzlü aksakallı pir idi Renk buğday dem-i iksir idi
Çekme burnu, kaş açık, gözler ela Evsat’ül aza idi zat-ı alâ
56
Başta tac, sarık beyaz, hırka beniş Boylu entari giyer âlâ reviş
Sarı serhadlik giyerdi hûb-lika Hep açık renkti libası mutlaka
Fahrialem aşkına ey Girdigâr Hazreti Sıddık içün Perverdigâr
Cümle sâdât-ı izamın hürmeti Dergeh-i kuds-i makamın hürmeti
Merhamet kıl biz günahkâr kullara Hidmet ettir daima makbullere
Bizleri kıl ey Huda-yı Müstean Saye-i kudsîlerinde sâyeban
Hazreti Hilmi’ye rahmet eylesen Rahmetullahi aleyh şeyh’ul hasen
HAZRETİ ŞEYHİN ÖZELLİKLERİ
Güzel ahlak onda tamamlanmıştı; o güzel ahlak kaynağıydı. Senli benliydi, davranışları içtendi, alçak gönüllüydü, feyzi açıkça hissedilirdi.
Tam bir yokluk halindeydi. O kadar ki, yokluk adeta cisimleşmiş gibiydi. Yokluk tasavvufta fena ender fena denen yüce bir makamdır. Buna “fakr” mertbesi de derler. Peygamber Efendimiz bu yokluk haliyle övünür; “el fakru fahri” buyururlardı.
Yokluk ne demektir bilmeyenler ondan öğrenirlerdi.
Dünya meşgalesinden uzak olarak, Allah korkusu ile
57
günahlardan sakınarak, ibadet ederek yaşardı, bu özelliğiyle aramızda eşi yoktu.Müridleri yetiştirmeye, Nakşi Tarikat bağını kuvvetlendirmeye çalışırdı.
Daima Allah kullarına hizmet etti, bu hususta çok büyük gayretler gösterdi.
Hasta olsa dahi evinde yatmazdı; hasta ve sıhhatli olması onun yanında birdi.
Allah kullarına hizmet etmek adetiydi, onun sağlığı herkes için büyük kazançtı. Pek mütevazi idi bu bakımdan benzeri yoktu. Müridleriyle adeta can kardeşi gibiydi.
Sâlik sülûk eden, Hak yoluna yani tarikata giren mürid demektir.
Cömertlikte eşi bulunmazdı, olağanüstü güzel huyluydu.
Görünürde belli bir geliri yoktu. Cömertlikte Hâtemi Tâi’yi geri bırakmıştı.
Hâtemi Tâi Peygamberimizden az bir süre önce yaşamış, cömertliği destanlaşmış bir Arap aşiret reisidir ki, cömertlikte darbı mesel olmuştur.
Geçinmek için herhangi bir meslek ve sanatı yoktu, bir yerden maaş da almazdı. Eline üç geçerse etrafa beş bağışlardı. Ben bu kadar eli açık bir kimse görmedim.
Bir zamanlar cebinde on kuruşu vardı ve ben o sırada yanındaydım; parasının hepsini hiç tereddüt etmeden sadaka olarak verdi. Bunun üzerine ben şaşıp düşünceye daldım, o benim halimi fark edip şöyle buyurdu: “Sen merak etme,
58
Cenabı Hak insanlara parayı harcamaları için kısmet eder ama bunu bilmeyenler dilenciyi eli boş çevirir. Bu anlattığım cömertliğinin derecesini gösteren bir örnektir, onu ibret alman için naklettim.
Hazreti Şeyhim melek yüzlü, orta boylu, çok sevimliydi. Nur yüzlü, buğday tenli, aksakallıydı, nefesi iksir gibi tesirliydi. Çekme burunlu, açık kaşlı, ela gözlüydü. Uzuvları dengeliydi, her yeri çok güzeldi. Başında tarikat tacı vardı, beyaz sarık sarardı, hırka ve uzun entari giyerdi, yürüyüşü, tavırları çok güzeldi, elbiseleri hep açık renkteydi.
Yarabbi, sevgili Resul’ün aşkına, Ebubekir Sıddık hürmetine, bütün seyyidlerin hatırına, Arş-ı a’lâ hürmetine biz günahkâr kullara merhamet et, bize daima makbul kullarına hizmet etmeyi nasib eyle! Ey kendisinden yardım beklenen Allah, bizleri her zaman onların kutsal gölgeleri altında bulundur.
Sen Hilmi Hazretlerine rahmet eyle. Allah'ın rahmeti o güzel şeyhin üzerine olsun.
DER BEYAN-I VEFAT-I HAZRETİ KDS.
Hastalanmıştı cenabı destgir Pek zayıf düşmüştü ol pir-i münir
Nice müddet hatm’e gelmezdi o nur Eyledi ihvanda çok kaygu zuhur
Hâce İsmail Efendi Hazreti Etti ifa, emr-i sahip-devleti
Çün vekil-i mutlak olmuştu o zat Hem asıldır şimdi o âli sıfat
59
Eyledi çünki hayatında vekil Hem budur dedi mematımda asil
Bu idi emr-i kaderde iktiza Zahir oldu cilve-i sırr-ı kaza
Bu idi Ahmed Ziya’ya müntesib Ondan almıştı hilafetten nasib
Sahib-i fazl u kemal bir zat idi Bu makamı ondan ihraz eyledi
Hasılı şimdi bu şeyh-i muhterem Bu makamda eyliyor bezl-i himem
Rıhlet-i Hilmi idi ma nahnü fih Nice rıhlet eyledi pir ü fakih
Nice günler görmemiştik Hazreti Cana te’sir eylemişti hasreti
Şöyle bir son cum’a gündü nâgehan Geldi bir hâdim aldı heman
Nezd-i pire gittik o dem derakab Girdik o âli huzura bâ-edeb
Var idi birçok halife orda hem Hem de vardı hayli zat-ı muhterem
Hazret etmişti şeref-bahş-ı kuud O huzurda yok idi güft u şünud
Nura garkolmuştu hücre sûbesû Alem-i ulvîye meyletmişti o
Ben oturmuştum huzura pek yakın Bir nazar kıldı huzzara kutb-ı din
Bir hazinâne nazardı o nazar Tâ cigergâhımda koydu bir eser
Elveda etmek zamanıydı o an Başkalaşmış büsbütün kutb-ı cihan
60
Bir kâğıt tutmuş elinde Hazret’im Muztaribti o veliy-yi nimetim
O yazılmış bir vasiyetnâmedir Bu meğer dehşet-fez hengâmedir
Öyle hissettim ki pir-i Huda Âlem-i lâhuta etmiş iktida
Başka âlemlerle o meşgul idi Hâl ü kaliyle işaret eyledi
O vasiyet eylemişti ibtida Şeyh Necati’ye edin siz iktida
Bu bütün ihvan içün sâbit idi Bu vasiyetname te’yid eyledi
Var daha bazı furuat münderic Onda ahkâm-ı vesâya mündemic
Hem Hafız Tahsin Efendiydi vasi Eyledi ifa bu emr-i muhtası
Ruh-ı maksat şerh edilmektir meram Fer’ini icra ederler bit’tamam
Hâsılı aldık vasiyetnameyi Cümlemiz gördük vedaat hâmeyi
Çıktık o âli huzurdan vesselam Eyledik ihvana tebliğ-i selam
Hem okundu o vasiyetnamesi Geldi ol dem hüzn ü gam hengâmesi
Böyle hükmettim ki ol nur-ı Huda Eyliyor cananına canı feda
Nice eyyam yemez içmezdi o nur Etmedi zahirde izhar-ı fütur
Böyle birkaç gün geçip derd ü elem Hiç görünmezdi bize ol muhterem
61
Geçmemişti böyle bir hafta henüz Dağdan olmuştu ihvan leyl ü rûz
Kimse bilmez kimsenin ahvalini Şerheder bu bende kendi halini
İktidarım yok o hali şerh içün Munkabız olmuştu ruhum büsbütün
Hâme-âciz vak’ayı bildirmeğe İnkıbaz-ı ruhumu şerhetmeğe
Hastalandı adeta can ü tenim Kimse malum değil halim benim
Bir gece dehşetli bir rüyada ben Ruhumu kıldım merâyâ-yı fiten
Sanki gittim ben Medine şehrine Hazreti Fahr-i Risalet kabrine
Orda gördüm bir muamma-yı garib Geldi ruh u cismime hal-i acib
Mescid-i âli harab olmuş bütün Kubbe-yi Hazra yıkılmış büsbütün
Ben ederken orda feryad ü figan Arkadan bir ses iştim nâgehan
Der ki korkma böyle halden sakın Kubbeyi tecdid eder erbab-ı din
Bir işarettir ki şol kutb-ı cihan Bu yakında irtihal eyler heman
Çün uyandım uykudan oldum hazin Anladın gitmek gerek ol kutb-ı din
Büsbütün ruhumda arttı hüzn ü gam Rahatı selbeyledi derd ü elem
Bazılardan sordum ol sultanımı Ol mukaddes pirimi, cananımı
62
Vermedi hiç kimse bir şâfi cevab Rûy-i rahat büsbütün çekti nikab
Ben bu hal üzre yanardım derdime Bir teselli bulmadım hiç kendime
İbtida-yı sal-i Hicretti henüz Geçti bin üç yiğirmiden dokuz
Hem yiğirmi dört idi mah-ı safer Yevm-i hamsin öğle vaktiydi meğer
Hazreti etmiş bu dünyadan sefer Bu fakire geldi dehşetli haber
Matem-i dehşet-fezadır o sabah Etti rüya-yı muamma iftitah
Bu vücudum râşendi orda hep Dergeh-i pirana gittim derakab
Bir refikim hücreye aldı beni Gördüm orda nâş-ı gufrınkaşını
Gördüğümde arttı eski dehşetim Bir mücessem nur idi ol Hazret’im
Hücre-i uzmâ-yı pir-i muhterem Kasr-ı cennetten nişan verdi o dem
Kendimi gördüm ki pek dermandeyim Başka bir ruh başka bir âlemdeyim
Kudretim yok o demi tarif içün Başkalaşmıştı bu âlem büsbütün
Söz uzandı gerçi ey ihvan-ı din Söyletir hicranı şeyh-i behterin
Hazırûn oldukça temkin eyledi Hazreti techiz ü tekfin eyledi
Hidmet-i gaslinde vardı hayli zat Lâkin onlardan üçü etti sebat
63
Şol mücavir, Hazret’i gasleyledi Hafız Ahmed nam-ı pâki Emcedî
Su dökerdi her iki merd-i kavi Mustafa Hilmi idi Demir Çivi
Bir refik var idi Hafız Said Gaslederdi işte bu üç müsteid
Biz de etmiştik teberrük orda hep Birkaç ihvan ve havadim bâ-edeb
Hidmetine etti o zatlar iştirak Her biri derlerdi “Va ruhî fedâk”
Oldu Hazret o gece mihmanımız Öyle bir mihman ki bu öz canımız
Bir çok ihvan akşam avdet etmedi Hatm-i Kur’an, hatm-i tehlil eyledi
Pasbân-ı nâş-ı pâk-i emcedi Salif’ül ırz Mustafa Hilmi idi
Diğeri Yakup idi dildâdesi Hazreti Şeyh’in birader zadesi
Hafız İsmail biri hidmetçisi O gece bunlardı Kutb’un bekçisi
Cum’a gün geldi bütün ihvanımız Şubelendi mevce-i efganımız
Ah ü vah ettikçe ihvan-ı güzin İbtisam etti o tabut-ı berin
Feyz ü te’sir eyledi çün intişar Ağladı ol Hazret’e dar ü diyar
Hatm-i Kur’an çok tekerrür eyledi Kalbi kasiler tenevvür eyledi
Aldık ordan Hazret’in tabutunu Nakliçün kabre ten-i nâsûtunu
64
Her bir ihvan duymamışken gen cü pir Hadden efzun oldu bir cemm-i gafir
İnzimam etti gören ihvan-ı din Parmak üstünde götürdü müminin
Bayezid’de ettik ifa-yı salât Hazır oldu orda binlerce zevat
Kayserî Hazım Efendi-i hümam Şeyhin emriyle o dem oldu imam
Bayezid’de çün tamam oldu salât Hazret’i yüklendi saf-beste zevat
Defniçün geldik Süleymaniye’ye Çün eriştik o muallâ türbeye
Hazret’in tabutunu koyduk yere Müttasıl kabr-i Ziya-yı servere
Sanki verdi baş başa pir ü mürid Merhabalaştı iki dürr-i ferid
Sure-i Yasin okundu bir zaman Sure-i Mülk eyledi hem iktiran
Hep müsabıklardı huffaz-ı kiram Her bir meşhur kurra-ı benam
Kabr-i pür-nuru tamam oldub o dem Kabre kondu cism-i pir-i muhterem
Zahiren meşhudum oldu işte bu Salikâ gel Fatiha İhlas oku
Rahmetullahi ale’r ruh’ul hasen Fevziya mesmuunu şerheyle sen
Çünki meşhudatımı ettim beyan Dinle mesmuatımı ey sâlikân
İrtihalden bir gün akdem nur-ı can Saat onda çeşmini açmış heman
65
Söylemiş ezvacına ol hûb-rû Bu dakika etmek isterim vuzu’
O muhadderler edüb teşmir-i sak Aldırır abdest ona bil-ittifak
Der benim şol hırkamı ilbas edin Hem yeni serhadliği siz giydirin
Hem serin seccade-i irşadımı Rabbime îsal edem feryadımı
Buradadır nefse şefaatle zafer Sekr-i mevti hem vuzu’ teshil eder
Çün temam olmuş bu işler derakab İttika etmiş firaşa bâ-edeb
Kıbleye karşı alıp vaz’iyeti Sır ve ihfasından etmiş niyeti
Masivadan göz yumup pir-i münir Şol tazarru eylemiş ol destgir
Böyle bir asaat kadar râz eylemiş Mahve düşmüş keşf-i esrar eylemiş
Gözlerinden yaş akıp etmiş figan Çok şefaat eylemiş ol nur-ı can
Bir beşaşetle açıp çeşmanını Müjde etmiş hali ile ihvanını
Az oturmuş pek beşaşetle o nur Başka bir feyz-i Huda etmiş zuhur
Derakab yatmış firaş-ı mevtine Göz yumup o dem sükût etmiş yine
Zevce-i makbule-i abd-i ilah Şol Reşide hâce-i ismet-penah
Rûy-i pâk-i Hazreti messeylemiş Bazı rikkatli kelamlar söylemiş
66
Rişk-i kalbi eylemiş gözden nisar Şöyle istifsara etmiş ictisar
Ey mukaddes pirimiz, üstadımız Ey muazzam rehber-i irşadımız
Bizlere artık veda mı eyledin? Bizleri yaktın, kavurdun neyledin?
Biz bu hali görmeyiz zannetmişiz Biz bu firkatli zamana yetmişiz
Bu ne firkat, bu ne dehşettir bu gün Bendegânın hep yetim oldu bütün
Bu veda eyyamı mı ey nur-ı ayn? Elveda artık sevinsin hur ü ıyn
Sen gidersen sevgili Sübhan’ına Bir vasiyet var mı hiç ihvanına
Vermek istersen mübarek canını Kimlere terkeyledin ihvanını
Çünki duymuş bunları ol destgir Çeşmini açmış heman pir-i münir
Şöyle ferman eylemiş pir-i celil Hakk’a vuslattır meramım müstakil
Durmak olmaz gitmeğe söz vermişim Şimdi rah-ı rıhlete ben girmişim
Söyleyin ihvanıma benden selam Ben helal hukuku bit-temam
Hakkını onlar bana etsin helal Etmesinler ağlayıp kesb-i melal
Onları ben şeyhe teslim eyledim Nice kim hal-i hayatta söyledim
Böyle söyler hem sükût eyler heman Hal-i istiğrak olur ol dem ayan
67
Öyle geçmiş gecesi hayli sükût Mest ü müstağrak imiş âli nuut
Böyle müstağrak iken nur-ı Huda Eylemiş “Allah” deyu bir kez nida
Bu nidadan hücre etmiş ihtizaz Şule vermiş ism-i pâk-i bîniyaz
Bunları zat-ı Reşide söyledi Bu sözü takrir ederken ağladı
Eylemiş te’sir ona İsm-i Celal Zahir olmuş âlem-i tavr-ı misal
Şöyle nakletti bize ol fazıla Nakşedildi ol nida levh-i dile
Öyle “Allah” lafzını hiç duymadım Lezzet-i mana-yı lafza doymadım
Ol nidaya olmuşum hayret-nisar Ömrüm oldukça o lezzet pâyidar
Ol muhadder gerçi böyle söyledi Bunların izharını kastetmedi
İnşirah-ı kalb içün şerheyledim Afvine mağruren izhar eyledim
Bahtiyar olsun o fahr’ül ümmühat Ruh-ı pâk-i şeyhe olsun tayyibat
Böyle haller çok vukubulmuş idi Bir dahi Tahsin Efendi söyledi
Bir gün ol elveda etmiş ona Der ki artık yol görünmüştür bana
Elveda ettim size artık bu gün Ben teveccüh eylerim Hakk’a bütün
Vakıa birkaç ay evvel söyledi Ben muammer olmak isterdim dedi
68
Lâkin artık istemem, gitmek gerek Vech-i Hakk’a can feda etmek gerek
Hem de birkaç gün mukaddem söylemiş Ömrüme artık dua yoktur demiş
Siz dua ettikçe oldum muztarib İster artık abdini Rabb_ı mücib
Bir de şöyle söylemiş ol serfiraz Eylemiş bir hafta evvel keşf-i raz
Şu mealde eylemiş keşf-i butun Zübdesi keşfinden olmuş rûnümun
Bu gidişle akıbet hâkisterim Bir güneşli günde ölmek isterim
Ben temenni eylerim Sübhan’ıma Olmasın zahmet benim ihvanıma
Çünki eyyam-ı şita oldu şedid Berf ü bâran oldu haddinden mezid
Ol sebebden Hazret etmişti rica Eylemiş dergah-ı Hakk’a iltica
Öyle bir günde vuku buldu vefat Mislini ender görürdü kâinat
Sâl-i Rûmî gayesindeydi bu hal Çün bin üç yüz yirmi altı oldu sal
Aşr-ı evvel olduğu gündü şubat Kâinatta var idi bir inbisat
Pek müşabihti bahar eyyamına Gıbta eylerdi bahar hengâmına
Hâsılı ol kutb-ı bîhemta-yı din Öyle günde öldü bak halvet-güzin
Ah ü efgan eyledi hep âşıkan Söyledi tarih-i mevtinden nişan
69
Bazı şairler kasaid söyledi Her biri mersiye inşad eyledi
Nazm ü nesri eyledi tarih-i tam Her biri etti o yerde ihtiram
Cümleden bir tanesi şu zat idi İrticalen şöyle tarih söyledi
O idi Bahriyeli ehl-i himem Âşık-ı şeyh, şol Habib-i muhterem
TARİH-İ MANZUM HABİB-İ EDİB
Ah! Cenab-ı Hilmi-i Kutb-ı Zaman Öldü bu gün mücîb-i davet-i Rahman
1329
TARİH-İ MENSUR HABİB-İ LEBİB
Ah Yarabbi kutb-ı zaman Cenab-ı Hilmi bu gün med’ûvv-ı Rahmandır.
1329
MUMAİLEYHTEN ZUHUR EDEN NAZM-I MÜFRED
A üstadım makam-ı vuslat-ı Rahman’da kaldın sen Va hünkârım mekân-ı garib ü hicranda yandım ben
Bu idi o Hazret’in dildâdesi Hazret’in dîdârının üftâdesi
Pek severdi Hazreti Şeyhim anı Ben de pek sevdim anın irfanını
70
Ol sebebden eyledim tezkir-i nam Rahmete olsun vesile bu kelam
Ruh-ı şeyhe Fatiha bahşeyle sen Rahmetullahi ale’ş şeyh’ül hasen
BAHRİYELİ ŞAİR HABİB İÇİN İÇİMDEN DOĞAN ŞİİR
Ey üstadım, sen Allah’a kavuştun, o yüce makamda kaldın. Ben ise garip kaldım, ayrılık içinde yandım.
Bahriyeli Habib Bey şeyhimin çok düşkün bir bağlısıydı, şeyhim de onu çok severdi.
Ben de onun irfanına hayrandım. O yüzden adını andım. Böylece rahmetle anılmasını istedim.
MERSİYE
Debrenüb derd-i derunum sine suzan ağlarım Ağlarım, ah eylerim, hayran hayran ağlarım
Söyleyin ey dostlarım var mı bu derdin çaresi Çaresiz bir derde düştüm, gitti canan, ağlarım
Bir zaman ağuş-ı lütfunda emerken şir-i aşk Dest-i hicr-i firkatinde şimdiler kan ağlarım
Gösterin cananımı rüyada olsun bir nefes Gece gündüz ağlarım, her yerde her an ağlarım
Ağlarım göz yaşımı silmez bu dehr-i bî-aman Özledim sultanımı fikrim perişan, ağlarım
Kim benim ta’yib eder bu hal-i firkatkârımı Gitti eyvah! Kutb-ı din, üstad-ı irfan, ağlarım
Sen, ben ol da ağlama o servere bîgâne dil Ağlamaz bîgâne lâkin, ben firâvan ağlarım
71
Firkatin yaktı beni ey destgir-i muhterem Verdi hicranın bana hicran, hicran ağlarım
Ruhuna ruhumla teslim etmek isterdim selam Belki koymaz perdedârındır Süleyman ağlarım
Söyleyin FEVZİ bizimdir ey iki kutb-ı cihan Rûz-ı mahşerde beni terk etmeyin, kan ağlarım
AĞIT
İçimin derdi depreniyor, göğsüm yarılık ateşiyle yanıyor.
Ağlıyorum, ah ediyorum, hayranlık içinde göz yaşı döküyorum
Ey dostlar, söyleyin bu derdin çaresi var mı? Sevgilimin gitmesiyle çaresiz bir derde düştüm, ağlıyorum.
Bir zamanlar lütfunun kucağında aşk sütü emiyordum, şimdi ise ayrılık çölünde ağlıyorum.
Sevgilimi bana rüyada bir an için olsun gösterin ne olur diye gece gündüz, her an ağlamaktayım.
Ağlıyorum da bu insafsız zaman göz yaşımı silmiyor. Sultanımı çok özledim, düşüncelerim darmadağın olmuş hep ağlıyorum.
Benim bu ayrılıktan dolayı ağlamalarımı kim ayıplayabilir? Eyvahlar olsun, din kutbu, irfan üstadı gitti, elbette ağlarım ben.
Ey gönül âleminin yabancısı, sen benim yerimde ol da ağlama bakalım. Yabancı ağlamaz ama ben çok çok ağlıyorum.
Ey saygıdeğer yardımcı, senin ayrılığın beni yaktı. Senden uzak kalmak beni acı acı ağlatıyor.
72
Senin ruhuna ruhumla selam vermek isterdim. Ama Süleyman senin kapında bekliyor olabilir de beni bundan alıkoyar.
Ey cihanın iki kutbu Ahmed Ziya ve Hasan Hilmi Hazretleri, mahşer gününde beni bırakmayın; “bu bizimdir” diyerek bana sahip çıkın!
KİTABE-İ SENG-İ MEZAR-I HAZRETİ KUDDİSE SIRRAHU
Pir-i Ruşen, arif-i billah kutb’ül evliya Sani’sneyni Cenabı Ahmed Ziya
Mansıb-ı feyz-i butun Kevser-i peygamberi Abd-i safi, mazhar-ı sırr-ı beka-yı Kibriya
Şeyh Hasan Hilmi Efendi, Hazreti fahr’üş şüyuh Burada medfundur o zat-ı menba-ı hilm ü hayâ
Bir yetiştirmişti şeyhi kendine etmişti yar Görmemişti mislini asrında çeşm-i etkıya
İrtibat-ı kalb edüb gör ki ne feyz eyler zuhur Öldü zannetme hakikatte onu sen FEVZİYA
Dur oku İhlas ile bir Fatiha, ol muntazır Mahzen-i feyz-i ilahidir, kubur-ı asfiya
24 Safer’ülhayr sene 1329 ve 10 Şubat sene 1326 yevm-i perşembe
HAZRETİ ŞEYHİN MEZAR TAŞI YAZISI
Nurlu pir, velilerin kutbu, arifibillah, Ahmed Ziya
Hazretlerinden sonra gelen ikinci şeyh, feyiz kanalı,
73
Peygamber Efendimizin Kevser’i, Cenabı Hakk’ın beka sırrına ermiş saf kulu, Şeyhlerin övüncü, yumşak huylu haya kaynağı Hasan Hilmi Hazretleri burada yatıyor.
Şeyhi Ahmed Ziya Hazretleri onu kendine dost edinip öyle güzel yetiştirmişti ki, takvalı kimseler onun gibisini hiç görmemişti.
Onu gerçekten öldü zannetme ey Fevzi, ona rabıta etsen ne feyizler ortaya çıkar bir görsen..
Burda dur bir Fatiha ile İhlas suresi oku ve bekle; safiyyun mertebesindeki velilerin kabri, ilâhî feyizlerin mahzenidir.
ŞEYH HAZRETLERİNİN VEFATI
Hazreti Şeyh Efendimiz hastalanmış, pek zayıflamıştı. Uzun bir süre hatm-i hâcegâna gelemedi, bundan dolayı mürid kardeşler çok endişendiler. Hâce İsmail Efendi vekili olarak hatm-i hâcegânı yaptırıyordu. O sırada Hazreti Pir’in vekiliydi, şimdi de asil olarak yerine geçmiş bulunmaktadır. Çünkü şeyh Hazretleri “sağlığımda vekilim olan, ölümümden sonra da vekilimdir” demişti. Kaderin gereği buydu, kaza ve kaderin sırrı böylece açığa çıktı. İsmail Efendi Ahmed Ziya Hazretlerinin müridlerindendi, ondan halifelik almıştı. Üstün nitelikli bir zat olduğundan bu makama gelmişti. Şimdi bu muhterem zat şeyh olarak herkese bol bol himmet ediyor.
Sadede gelelim, mevzumuz Hilmi Hazretinin vefatıydı, nasıl vefat etmişti onu anlatıyorduk. “ma nahnü fih”: mevzumuza gelelim demektir.
74
Şeyhimizi çoktan beri görmemiştik, hasreti canımızı yakıyordu. Bir cuma günü aniden bir hizmetçi gelip bizi çağırdı, hemen Şeyhimizin evine gidip edeple huzuruna girdik. Yanında halifeleri ve birçok da saygın zevat vardı. Hazreti Şeyhimiz ulvi âleme yönelmişti, odası baştanbaşa nur içindeydi. Ben çok yakınında oturmuştum, orda bulunanlara öyle hüzünlü bir şekilde baktı ki, o bakışı ciğerimin içine işledi. Çehresi değişmişti, ahrete gitmek üzere veda eder gibiydi. Acı çekiyordu, vasiyetini yazmış, elinde tutuyordu. Bu korkulu bir zamandı. O Allah dostunun artık ilahi âleme tâbi olduğunu hissettim, başka âlemlerle meşgul gibiydi. Bunu haliyle, sözleriyle belirtiyordu.
Şeyh Necati’ye uymamızı daha önce vasiyet etmişti, bunu bütün müridler biliyordu. Vasiyetnamesi de bunu teyid etti. Vasiyetnamede başka çeşitli hususlar da vardı. Hafız Tahsin Efendi’yi vasi tayin etmişti. Vasi ölenin vasiyetini yerine getirmekle görevlendirilen kimsedir. O zat vasiyetin bütün gereklerini yerine getirdi. Maksat vasiyetin esas maddesini açıklamaktır, teferruatını tamamen yerine getirirler. Vasiyetnameyi aldık, hepimiz gördük ve yüksek huzurundan çıktık, müridlere selamlarını ilettik. Vasiyetnamesi okundu ve herkesi üzüntü ve keder kapladı. O Hak nurunun canını sevgilisine feda ettiğini anladım.
Şeyh Efendimiz günlerce yemez içmezdi. Bundan da hiç usanç ve bıkkınlık göstermedi. Birkaç gün böyle üzüntü içinde geçti, Pirimizi hiç göremiyorduk.
Kederli ve gamlı bir hafta böyle geçti. Kimse kimsenin halini bilmez, ben ancak kendi ruh halimi anlatabilirim.
75
Fakat bunu açıklayabilecek gücüm yok.
Ruhum büsbütün sıkışıp kalmıştı. Kalemim ruhumun sıkıntısını anlatmaya güç getiremez. Bedenim ve canım hastalandı, kimseye halimi anlatamıyordum.
Bir gece korkunç bir rüya gördüm. Medine şehrine gitmişim. Peygamber Efendimizin kabrine gidince, şaşkınlık içinde garip bir manzara ile karşılaştım; Ravza-ı Mutahhara’nın yeşil türbesinin tamamen yıkılmış olduğunu gördüm. Orda feryat edip ağlarken hemen arkamdan bir ses duydum, diyordu ki, “böyle halden korkmana gerk yok; dinin adamları kubbeyi yeniden yaparlar.
Bu rüyanın Şeyh Hazretlerinin yakında vefat edeceklerine işaret olduğunu anladım. Üzüntüyle uyandım, ruhumda keder ve gam iyice arttı, rahatım tamamen kaçtı. O sultanımı bazılarından sordumsa da, hiçbiri tatmin edici bir cevap vermedi. İyice huzursuz oldum.
Bu şekilde derdime hiçbir teselli bulmadan yanıp duruyordum. Hicretin 1329 senesinin başlarıydı. Safer ayının yirmi dördü, Perşembe günü öğle vaktiydi ki, Şeyh Efendim Hazretlerinin vefat ettiğinin dehşetli haberini verdiler. O sabah ne kadar yaslı bir gündü, rüyanın tabiri ortaya çıkmıştı. Bütün vücudum titreyerek hemen pirlerin dergâhına gittim. Arkadaşlardan biri beni odasına aldı. Orda mağfirete uğramış naşını görünce dehşet içinde kaldım. O hazretin vücudu cisimleşmiş bir nur heykeliydi. Muhterem pirin odası cennet köşkü gibiydi. Kendimi pek zavallı bir halde ve bambaşka bir âlemde gördüm. Bu halimi tarif etmeye hiç imkân yok. Alem büsbütün başkalaşmıştı. Sözü uzattık ama ey kardeşler, o aziz Şeyhin ayrılığı beni
76
söyletiyor.
Orda hazır bulunanlar kendilerini tutmasını bildiler ve Şeyh Hazretlerini yıkayıp kefenlediler. Gaslinde birçok kişi hizmet etti ama yıkayanlar üç kişiydi. Hafız Ahmed, Mustafa Hilmi ve Hafız Said Efendiler şeyhimi yıkadılar. Biz de birkaç kardeşle birlikte edeple orada bulunduk. Teberrük: uğur ve bereket kazanmak manasındadır. O zatlar yıkama hizmetini yerine getirirlerken “eyvahlar olsun, ruhum sana feda olsun” derlerdi.
O gece Şeyh Hazretleri öz canımız gibi misafirimiz oldu. Birçok mürid akşam evine gitmedi, Kur’an hatmetti ve tehlil eylediler. Tehlil “la ilahe illallah” zikrini söylemektir.
Hazretin naşı başında nöbet tutan Mustafa Hilmi Efendi, Hafız İsmail Efendi ile Hazreti Şeyhin yeğeni Yakup Efendi idi.
Cuma günü bütün müridler toplandılar. Ağlama sesleri ortada dalgalandı.
Onlar ağladıkça o yüce tabut sanki gülümsüyordu. Feyzinin tesiri yayıldı ve o hazrete ağlamayan kalmadı. Çok kere Kur’an-ı Kerim hatmedildi; katı kalplilerin gönülleri aydınlandı.
Oradan hazretin tabutunu kabrine götürmek için aldık. Şeyh Hazretlerinin vefatını genç, yaşlı müridlerin hepsi daha duymamış olduğu halde haddinden fazla kalabalık birikti. Bunu gören din kardeşleri de cemaate katılınca tabutu parmak üstünde götürdüler. Bayezid Camiinde binlerce kişiyle birlikte cenaze namazı kılındı. Şeyh Hazretlerinin emrettiği gibi Kayserili Hazım Efendi imam olmuştu.
77
Namazdan sonra saf saf hazretin tabutunu alıp defnetmek için Süleymaniye Camiine getirdiler, Ahmed Ziyaeddin Hazretlerinin kabrinin yanı başına koydular. Sanki Şeyhle mürid baş başa verip merhabalaştı. Meşhur ve değerli hafızlar Yasin ve Mülk Sureleri okudular. İşte benim gördüklerim bunlardır.
Ey Hakk yolcusu, gel sen de bir Fatiha ve üç İhlâs oku.
Allah'ın rahmeti onun güzel ruhuna olsun.
Ey Fevzi, sen şimdi dinlediklerini anlat.
Şimdiye kadar gördüklerimi anlattım, şimdi de dinlediklerimi anlatıyorum.
Vefat etmeden bir gün önce, saat onda Hazreti Şeyh gözlerini açmış, zevcelerine abdest almak istediğini söylemiş. Onlar da elbiselerinin kollarını, eteklerini sıvayıp abdest aldırmışlar. Emri üzerine yeni hırka ve elbise giydirmişler, seccadesini sermişler. “Feryadımı Rabbıma ulaştırayım, abdest nefsine galip gelmeye yardım eder, ölüm sekeratını kolaylaştırır” buyurmuşlar. Sonra yatakta edeble kıbleye karşı oturmuşlar, içinden niyet edip gözlerini yummuş, Allah'tan gayri her şeyden ilgiyi kesmerek Cenabı Hakk’a yalvarıp yakarmışlar. Bir saat kadar bu şekilde dua ettikten sonra tamamen yokluğa düşmüş, sırlarını açmışlar, gözlerinden yaşlar dökerek çok ağlamışlar. Sonra gözlerini sevinçle açarak haliyle müridlerini müjdelemişler. Böyle
78
neşeli bir halde biraz oturduktan sonra başka bir ilahi tecelli yüz göstermiş; hemen yataklarına uzanmışlar. Gözlerini yumup sessiz kalmışlar.
Zevcelerinden Reşide Hanım bu sırada yaklaşıp yüzünü okşayarak rikkatli sözlerle halini sormuş. Gözlerinden yaşlar dökerek demiş ki: “Ey mukaddes pirimiz, şeyhimiz, her şeyimiz! Artık bize veda mı ediyorsun, bizi ayrılık acısıyla yakıp kavuruyorsun. Biz bu hali görmeyiz, senden ayrılmayız sanıyorduk, meğer ne acıklı bir zamana gelmişiz. Bu ne acıklı, ne müthiş bir ayrılıktır, yakınların hep öksüz kaldı. Demek bizden ayrılıyorsun, artık bundan sonra huriler sevinsin. Allah'a gidiyorken bize bir vasiyetin var mı? Müridlerini kime bıraktın?”
Şeyh Hazretleri bunu duyunca gözlerini açmış şöyle demiş: “Evet isteğim yalnızca Allah'a kavuşmaktır. Gitmeye söz verdim, artık durmak olmaz. Mürid kardeşlerime söyleyin, ben hakkımı onlara helal ettim, onlar da helal etsinler. Arkamdan ağlayıp üzülmesinler. Ben onları sağlığımda söylediğim şeyhe ısmarladım.”
Bunları söyledikten sonra yine sessiz kalmışlar, tam bir istiğrak halinde kendilerinden geçmişler. Bir süre böyle sessiz kaldıktan sonra birden
“Allah” diye bir sayha etmişler ki, oda bu sesin heybetinden titremiş, Allah isminin nurları odayı kaplamış.
Bunları Reşide Hanım söyledi, anlatırken ağlıyordu. Bu Allah nidası onu çok etkilemişti, diyordu ki: “sanki birden rüya âlemine girdim, onun bu “Allah” sözü kalbime yazıldı. Ben böyle “Allah” sözü hiç duymamıştım, şaşkınlık içinde öyle bir manevi tat aldım ki, bu lezzeti ömrüm oldukça
79
kaybetmeyeceğim.”
O mübarek kadın bunları açıklanması için anlatmamıştı ama gönüllerin açılması için affına sığınarak yazdım. Kurura bakmasın, o müminlerin anasının içi rahat olsun. Şeyhin ruhu şad olsun.
Böyle haller çok olmuştu, onlardan biri de Tahsin Efendinin söyledikleridir:
Bir gün Şeyh Hazretleri ona veda edip demiş ki: “Artık bana yol göründü, bu gün sizden ayırılıp Hakk’a yürüyeceğim. Daha yaşamak istiyordum ama artık istemiyorum, Hakk’a canımı feda etmem lazım.”
Bunları birkaç ay evvel söylemiş, birkaç gün önce de; “Artık ömrümün uzun olmasına dua etmeyin, siz buna dua ettikçe ben üzülüyorum. Rabb-ı Teâlâ artık kulunu istiyor.” buyurmuş.
Bir hafta evvel de şöyle demiş: “Yakında öleceğimi hissediyorum, ama güneşli bir günde ölmek isterim. Bunun için kardeşlerime zahmet olmasın diye Cenabı Hakk’a dua ettim.”
Kış mevsimi çok sert geçiyordu, haddinde fazla kar, yağmur yağmıştı. İşte o yüzden Şeyh Hazretleri böyle duada bulunmuştu. Ve istediği gibi görülmemiş derecede güzel ve güneşli bir günde vefat etti. Rûmî 1326 senesinin sonlarıydı, şubat ayının ilk onundaydı. Havada bir yumşama vardı, bahar günlerine benzer bir gündü. İşte böyle güzel bir günde o Hazret ahrete göçtü. Aşıklar ah edip ağlaştılar, ölüm tarihine tarih düşüren şiirler söylediler.
80
Onların hepsi cenazesinde bulundu. Onlardan biri Bahriyeli şeyhin aşıklarından bir şairdi. Şu beyitle tarih düşürmüştü:
(Tarih düşürmek: mısradaki harflerin ebced hesabıyla toplamı tarihi gösterir.)
Ah! Cenab-ı Hilmi-i kutb-ı zaman
Oldu bu gün mücib-i davet-i Rahman (1329)
Anlamı da şöyledir: zamanın kutbu Hilmi Hazretleri bu gün Hakk’ın davetine icabet etti.
Nesir olarak da şu ibareyi söylemişti:
“Ah yarabbi kutb-ı zaman Cenab-ı Hilmi bu gün med’uvv-ı Rahman’dır” (1329)
(Bu cümlenin harfleri ebced harfleriyle 1329 eder.)
Anlamı: Zamanın kutbu Cenabı Hilmi bu gün Rahmanın davetlisidir.
Diğer şiir ve mersiye sadeleştirmeye gerek olmayacak kadar açıktır. Bazı kelimelerin anlamlarını vermekle yetiniyoruz.
Dildade: gönül vermiş
Üftade: düşkün
Tezki-i nam: adını anmak
Suzan: yakıcı
Şir-i aşk: aşk sütü
Deşt-i hicr: ayrılık çölü
81
Ta’yib: ayıplamak
Firkat: ayrılık
DERBEYAN-I HAVARIK-I ÂDÂT
Hazreti Hilmi mükerrem zat idi Her umuru harika âdat idi
Lâkin o zat-ı meâlî menkabet Eyledi yoklukla kesb-i mefharet
Perde etti zâtına mahviyeti Daima yokluk idi her âdeti
Her zaman yokluk idi her bir sözü Bir mücessem yokluk olmuştu özü
Mutlaka yokluk idi sermayesi İşte bu yoklukla arttı pâyesi
Böyle bir yoklukla bulmuştu vücud Maksadı olmazdı hiç bud u nebud
Alemi satmıştı bir geçmez pula Bir alaka yok idi dünya ile
Gerçi hâlis bendegân-ı Girdigâr Harik-i âdâta etmez itibar
İstikamettir onun nezdinde yol İstikametle bulur rah-ı vüsul
Hep ubudiyettir aksa-yı meram Bu hususa eyler onlar ihtimam
Vuslatı Hakk’ı, o merdan-ı Huda Harik-i âdâta etmezler feda
82
Aşk-ı Hak’tır maksad-ı erbab-ı dil Vasl-ı canandır meramı müstakil
İster o cananının öz zâtını Neyler onlar harik-i âdâtını
Maksad-ı aksa ki şems-i zat olur Bu mezahir hep ona mir’at olur
Hep mezahirden zuhur eyler şuun Akseder mir’ata fer’-i gûne gûn
Harik-i âdât olur aks-i zilal Zıl ile meşgul olur mu ehl-i hal
İstemez gerçi onlar harika Berk urur lâkin nüfus-ı nâtıka
Çün nüfus-ı nâtıka pür-tâb olur Onda her dem harika eyler zuhur
Şems-i zâtın pertevindendir o nur Ol sebebden harika makbul olur
Her keramet gerçi ihsan-ı ilah Ondan eyler bazı talib intibah
Ol sebebden burda tahrir eyledim Harik-i âdât-ı piri söyledim
Hal-i şeyhden söyleyem birkaç misal Maadasından sen artık ibret al
83
HAZRETİ ŞEYH’İN KERAMETLERİ
Hasan Hilmi Hazretleri hürmet duyulan, değerli üstün bir zat idi, onun her işi kerametti. Fakat o yüksek kerametli zat, yokluğa erişmiş ve yoklukla övünmüştür. Yok olmayı kendine perde etmiş, mahv halinde yaşamayı adet edinmişti. Sözü, özü ve sermayesi yokluk olduğundan, değeri arttı, yükseldi.
Yoklukta var olmuştu, varla yokla ilgilenmezdi. Dünyaya hiç değer vermez, ilgi duymazdı. Bu yüzden gösterişten uzaktı, keramet göstermeye özenmez ve önem vermezdi.
Hakk’ın has kuları keramete önem vermezler. Onların yolu ancak istikamettir,
Hakk’a eriştirecek dosdoğru yoldan ayrılmazlar. Asıl amaçları Hakk’a ibadettir, buna çok özen gösterirler. Asıl maksatları Hakk’a ulaşmak olan o
Hak erleri, bu amaçlarını keramete feda etmezler. Yalnızca Allah'a kavuşmak isterler, onlar Hak âşıklarıdır. Onlar yalnız sevgilisinin kendisini isterler, keramet değil. Bu maksadı güdenlere her şey Hakk’ın aynası olur.
Cereyan eden hadiseler, bu aynada görünen yansımalardır. Hal ehli veliler bu gölgelerle uğraşır mı?
Onlar gerçi keramet istemezler ama istekleri dışında kendilerinde kerametler ortaya çıkar. Çünkü nefsleri Hakk’ın nuruyla aydınlanmıştır, olağanüstü parlak hadiseler onlar istemeden meydana gelir. İşte böyle kendiliğinden
84
meydana çıkan kerametler makbul ve güzel sayılır.
Bunların bazı faydaları da vardır. Kerametler Allah'ın bir lütfu ve hediyesi olduğundan müridler ondan ibret alıp manevi istifade sağlarlar. Ben Şeyhimden gördüğüm bazı kerametleri bu maksatla burada yazıyorum. Şeyh Hazretlerinden görülen kerametlerin hepsini değil, bazılarını yazıyorum, diğerlerini buna göre siz anlayın ve ibret alın.
HARİKA
Söyledim evvelce takririmde ben Geyve’ye gitmişti ol nazik beden
Eyledi orda tevattun çok zaman Sayesinde çok yetişti sâlikân
Orda pek çok harik-i âdâtı var Feyzini eylerdi her dem âşikâr
Şöyledir bak işte ez cümle biri Var kıyas et vak’aya diğerleri
Bir böcekcik bağlara verdi hasar Hep ahali ondan etti ıztırar
Bu belanın çaresi yoktur heman Ehl-i emlâk eyledi zâr u figan
Dembedem artardı ol mûzi böcek Müşkül oldu onları def eylemek
Çok ilaç eylerdi ehl-i ihtisas Mümkün olmazdı o hayvandan halas
Geldi şeyhe akıbet birkaç kişi Söyledi onlar bu hal-i şûrişi
85
Rahm ü şefkatle ederken istima’ Eylemiş bir emr ü tedbir iltima’
İstemiş ol demde bir miktar türab Üflemiş toprağa şeyh-i müstetab
Söylemiş ihvanına ol nur-ı can Bu türabı bağlara serpin heman
O böcekler mahvolur derhal bütün Bağdaki mahsuller artar büsbütün
Emr-i şeyhe eylemişler ittiba Eylemişler o türabdan intifa
Müsliminin malları ma’mur olur Bağlarında o böcek etmez zuhur
Gayrimüslimler ederler iltica Hazreti Hilmi’ye eylerler rica
Müslümanlar lütfunu gördü bütün Gayrimüslimler harab oldu bu gün
Onları lütfunla dilşad eyledin Bağları bir demde âbâd eyledin
Eyleriz nezdinde dava-yı hukuk O böcekler bizde var onlarda yok
Cümle bağlar bahçeler hep muttasıl Müslüman dilşad olur bizler hacil
Mal-ı müslimde karar etmez böcek Bizleri bu lutfa eyle müşterek
Mahvolup gitsin böcekler ortadan Bizleri kurtar bu müşkül vartadan
Merhamet kıl bizlere Allah içün Lütfunu bizden diriğ etme bu gün
Dinledi rikkatle şeyh-i müstetab Merhametle onlara etti hitab
86
Müslümanlardan alın bir parça hâk Eyleyin bu lütfa sizler iştirak
Siz olun lutf-ı Huda’dan hissedar Çünki Rahman’dır Cenabı Girdigâr
Eyleyince emr-i şeyhe inkıyad Oldular hep gayrimüslimler de şad
Lutf-ı Hakk’a oldu onlar müşterek Mahv ü nâbûd oldu ol mûzî böcek
Ruh-ı şeyhe Fatiha bahşeyle sen Rahmetullahi ale’r ruh’ül hasen
BAĞ ZARARLISI
Hazreti Şeyh’in Geyve’ye gittiğini daha önce söylemiştim. Bir süre orda kaldı, birçok mürid yetiştirdi. Ordayken kendisinden pek çok keramet görülmüştü, onlardan biri şudur:
Geyve bağlarına bir haşere musallat olmuştu, bağlara çok zarar veriyordu.
Bağcılar bu yüzden büyük bir sıkıntıya düştüler, çaresini bulamadılar, zararlara uğradılar, ağlaştılar. Haşere gittikçe artıp yayıldı, hakından gelemediler. Ne türlü ilaç ettilerse faydası olmadı, o zararlıdan kurtulamadılar.
Nihayet birkaç kişi Şeyh Hazretlerine başvurup durumu anlatmış. Hazreti Pir onları dinleyip hallerine acımış ve bir parça toprak getirmelerini söylemiş. Getirdikleri toprağa üfleyip bunu bağlara serpin diye emretmiş. Onlar da Şeyh
87
Hazretlerinin dediği gibi yapmışlar, çok fayda görmüşler, bağları eskisi gibi tertemiz olmuş. Zararlıdan kurtulmuşlar.
Gayrimüslim bağlarında ise o zararlı böcek zarar vermeye devam etmiş. Bunun üzerine gayrimüslimler de Şeyh Efendi’ye başvurup hallerinden şikâyet etmişler, demişler ki:
— Müslümanlara lütfedip iyilik ettiniz, onların derdine çare bularak sevindirdiniz. Onların bağları zarardan kurtuldu, bizim bağlarımız mahvoldu.
Biz de hakkımızı isteriz, o zararlı böcek bizim bağlarımızda var, onlarınkinde yok. Bağlarımız birbirine bitişik iken o böcek, onların bağlarında durmuyor, bizim bağlarımıza zarar veriyor. Bizi de o iyiliğe ortak edin, böcek bizim bağlarımızdan da defolsun, tamamen ortadan kalksın.
Bizi de bu tehlikeli durumdan kurtarın. Bize Allah rızası için acıyın, iyiliğinizi bizden de esirgemeyin.
Şeyh Hazretleri onları üzülerek dinlemiş, hallerine acıyıp onlara şöyle buyurmuş:
— Siz de Müslümanların bağlarından bir parça toprak alıp kendi bağlarınıza serpin de Cenabı Hakk’ın bu lütfundan siz de pay alın. Çünkü Cenabı Hak Rahman’dır.
Cenabı Hak Rahman ismiyle dünyada bütün mahlûkatına merhamet eder, rızık verir, Rahim ismiyle ahrette yalnız iman sahiplerine ikram eyler.
Gayrimüslimler Şeyh Hazretlerinin dediği gibi yapmışlar, o böcek onların bağlarından da kaybolmuş. Zararlı böcek bir daha oralarda görülmemiş.
88
Şeyh Hazretlerinin ruhuna Fatiha okuyun. Allah Teâlâ onun güzel ruhuna rahmetler eylesin.
HARİKA
Geyve’de sakin iken ol nur-ı can Böyle bir vak’a dahi olmuş ayan
Zahir olmuş orda bir dâ’ül bakar Eylemiş zürra’a îrâs-ı zarar
Hastalanmış cümle hayvan berdevam Yok sirayet etmedik bir yer tamam
Çünki hayvanlar olurlarmış telef Kalmaz olmuş adeta hiçbir halef
Sa’yederken bir taraftan gice gün Bulmamış bir çare baytarlar bütün
Çokca tedbir eylemiş iş erleri Aciz ü dermande kalmış her biri
Hazrete etmişler artık iltica Eylemişler zatı-ı pâkinden rica
Kıl inayet bizlere ey zatı-pâk Eyledik rah-ı haraba insilâk
Emerdüb zürra’a ol kutb-ı cihan Bir kazan su celbeder ol dem heman
Bir kaside ol suya derhal okur Hangi hayvan içse ondan kurtulur
İçmeyenler hep olur mahv ü helâk Böyle az müddette olmuş Geyve pâk
Kim duyup geldiyse derhal sûbesû Hasta hayvana yetirdiyse su
89
Katresi hayvana te’sir eyledi Hazreti Şeyh böyle takrir eyledi
Gerçi Hak te’sirini halk eyleyen Dikkat et kimdir sebep ey gülbeden
Çok kasaid, çok hizib var, çok havas Hem de var dava-yı ehl-i ihtisas
Böye yapmış varsa takrir eyleyin Evliyadan başka varsa söyleyin
Kenz-i esrar-ı ilâhîdir veli Nefhası feyz-i Huda’dan münceli
Ruh-ı pirden müstefid et sen seni Rahmetullahı ale’ş şeyh’is seniy
SIĞIR HASTALIĞI SALGINI
Şeyh Hazretleri Geyve’de bulunduğu sırada orada bir sığır hastalığı çıkmış, çiftçilere çok zarar vermiş. Bütün hayvanlar hastalanmış, hastalanmadık hayvan kalmamış. Hayvanlar bu hastalık sebebiyle hep ölüyorlarmış, adeta nesilleri tükenecekmiş. Veterinerler tedavi için günlerce çalışmışlar ama çare bulamamışlar. Çiftçiler çaresiz kalıp Şeyh Hazretlerine sığınmışlar, ricada bulunup yardım dilemişler. Şeyh Hazretleri bunun üzerine hemen bir kazan su getirtip üzerine bir kaside okumuş. O okunmuş sudan içen hayvan hastalıktan kurtulmuş. İçmeyenler ölmüş. Böylece Geyve bu salgın hastalıktan kurtulmuş.
Gerçi iyileştiren Hak Teâlâ’dır ama kimin sebep
90
olduğuna dikkat edilsin. Şifa için tertip edilmiş çok dualar vardır, dua ilmini bilen, nefesi tesirli ehil hocalar da çoktur ama siz söyleyin; hiç birinin böyle bir şey yaptığını duydunuz mu? Hiçbir veliden böyle keramet görülmüş müdür? Evliya ilahi sırların hazinesidir. Nefesleri Hak Teâlâ’nın feyzidir.
Sen kendini Hazreti Pir’in ruhundan faydalandır, Allah'ın rahmeti yüce şeyhimizin üzerine olsun.
HARİKA
İşrete iğfal edilmiş bir mürid Eylemiş meyhaneye azm-i sedid
Çünki azimet eylemiş meyhaneye Hem karışmış zümre-i mestaneye
Zahir olmuş orda bir hal-i acib Olmamış meyhaneye girmek nasib
Hazreti Hilmi zuhur etmiş heman Zannedersin bir tüvâna pehlivan
Hiddet ü şiddetle tekdir eylemiş Şöyle bir tehdid ü ta’zir eylemiş
Bir asa tutmuş elinde kutb-ı din Der bu dar-ı fıska sen girme sakın
Görmemiş lâkin bu hali digeran Çünki ol bir şahsa mahsus imtihan
Girmeğe cebreylemiş onlar bütün Tutmuş o rah-ı firarı büsbütün
91
Görmüş onlar ki bu olmaz müşterek Haydi diğer bir yere gitmek gerek
Gitmiş onlar başka bir meyhaneye Böyle birkaç mecma-ı mestaneye
Her birinde zahir olmuş kutb-ı din Hal-i sabık vechile olmuş muin
Hâsılı meyhaneden etmiş firar Hazreti Hilmi’ye gelmiş zar zar
Tövbe istiğfar edüb ah eylemiş Mâsebak ahvale ikrah eylemiş
Macerayı nakl ü takrir eylemiş Hazreti Hilmi’ye bir bir söylemiş
Çünki mürşiddir nigehbân-ı mürid İbret al bu vakıadan ol müstefid
Ruh-ı şeyhe kıl merabıt sen seni Rahmetullahı ale’ş şeyh’is seniy
İÇKİ İÇEN MÜRİD
Şeyhin müridlerinden birini kandırıp içkiye alıştırmışlar. Meyhaneye devam etmeye başlamış, sarhoşların arasına karışmış.
Bir gün acayip bir şey olmuş, o mürid meyhaneye girememiş. Gözüne Hazreti Hilmi Efendi kuvvetli bir pehlivan şeklinde görünmüş. Elinde bir asa ile ortaya çıkarak sakın bu günah evine girme diye müridi azarlayıp korkutmuş.
92
Ama bir kişiye mahsus bir imtihan olduğu için Hazreti Şeyhi başkaları görmemişler. Meyhanedeki sarhoşlar müridi meyhaneye girmesi için zorlayınca, o oradan kaçmak yolunu seçmiş.
Bakmışlar ki o meyhaneye giremiyor, başka bir meyhaneye gitmişler. Orada da Şeyh görünüp müridi engellemiş. Hangi meyhaneye gittilerse bir türlü müridi içeri sokamamışlar.
Mürid sonunda onların elinden kurtulup doğruca Şeyh Hazretlerinin huzuruna ağlayarak gelmiş. Önceki yaptıklarından pişman olmuş, tövbe ve istiğfar etmiş. Başına gelenleri bir bir Şeyh Hazretlerine anlatmış. Mürşid müridlerin her bakımdan gözeticisi ve koruyucusudur. Sen bu olaydan ibret ve faydalan.Şeyh Hazretlerinin ruhuna bağlan, Allah'ın rahmeti değerli Şeyhimizin üzerine olsun.
HARİKA
Hazreti Ahmed Ziya-yı destgir Bir ziyafet eylemiş cennet-masir
Hazreti Yuşa’da etmişler karar Bir güzel mevki ederler ihtiyar
Hazreti Hilmi o gün mevcud imiş Bir ağaç altında iskân eylemiş
Bir kaside söylenir duymuş o nur Eylemiş bir başka elhanda zuhur
O kıraat gerçi çok mesbuk idi Öyle bir lahni işitmiş yok idi
93
Başka bir türlü makamdır görmüş o Hazreti Ahmed Ziya’ya sormuş o
Bu makamı kimdir icad eyleyen Nağmesiyle bizleri şâd eyleyen
Hazreti Ahmed tebessüm eylemiş Hem lisan-ı hal ile sensin demiş
Nağme-i dil dilsûz olan lahn-ı sürur Hazreti Hilmi’den eylermiş zuhur
Mazhar-ı sırr-ı kelam olmuş o can Nağme-i lâhuta olmuş tercüman
Sırr-ı ahfa nağmedar olmuş meğer Ruh-ı âliye vürud etmiş eser
Kendini kendi ederken nağmedar Ruhunu o nağmeye kılmış medar
Kendini mahveylemiş nur-ı Huda Bilmemiş nerden gelür lahn ü sada
Sahve gelmiş hazreti pir-i münir Hazreti Hilmi cenabı destgir
Başka bir hâlet zuhur etmiş o an Nağmeyi kendinde duymuş ol zaman
Neş’elenmiş Hazreti Ahmed Ziya Tac-ı fahrim nur-ı ayn-ı asfiya
Hazreti Hilmi’ye ferman eylemiş Bu makamı hıfzedin artık demiş
Bu makamdan ba’demâ ayrılmayın Lahn-ı mezkûrdan sakın dûr olmayın
İşte kırk yıldır dedi ol pir-i Hak Müştehirdir bizde lahn-ı mâsebak
İşte elyevm şimdi her ihvan okur Hazreti Hilmi’den etmiştir zuhur
94
Lahn-ı Hilmi’dir ki icad eyledi Ehl-i zevk-i kalbini şâd eyledi
Ruh-ı şeyhe eyle minnettar seni Rahmetullahı ale’ş şeyh’is seniy
İLÂHÎ NAĞME
Ahmed Ziyaeddin Hazretleri bir gün Yuşa tepesinde bir ziyafet düzenlemiş. Yuşa Peygamberin kabri İstanbul’un Beykoz kazasının Anadolu Kavağı semtinde Boğaz’a nazır bir tepededir. Burası hem bir ziyaret yeri, hem de mesirelik güzel manzaralı bir yerdir. O ziyafette Hazreti Hilmi Efendi de bulunuyormuş. Şeyh Hazretleri bir ağacın altında otururken değişik bir makamdan söylenen güzel bir gazel işitmiş. Eski tarzda okunan gazelin nağmesi bilinen musiki makamlarından hiç birisinden değilmiş. Pek hoşuna gitmekle beraber şaşarak Ahmed Ziya Hazretlerinin yanına gitmiş;
— Bu gazelin makamını hiç duymamıştık, acaba bu gazeli kim söyledi? diye sormuş. Ahmed Ziya Hazretleri ise;
— Bu pek tesirli makamı icad edip söyleyen sensin! diye cevap vermiş.
Meğer o nağme Hilimi Hazretinden çıkmış. İşte Şeyhimiz Hak kelamının sırrına mazhar ve o ilahi nağmeye tercüman olmuş bir velidir. Ahfa sırrından çıkan nağme Hazretin ruhuna işleyip ondan bu şekilde ses halinde meydana
95
çıkıyor da Hazret kendini Hak’ta yok ettiğinden dolayı nağmenin kendinden zuhur ettiğinin farkında olmuyor.
Bir süre sonra ayılıp kendine gelince bu sefer nağmenin kendinden çıktığını anlamış. Ahmed Ziya Hazretleri bu tecelliden büyük zevk almış, nağmeden pek hoşlanmış; Hilmi Hazretlerine;- Bu ilâhi nağmeyi ezberde tutun, unutmayın ve hep tekrar edin! diye tenbih eylemiş.
İşte kırk yıldır bu esrarlı nağme, kardeşler arasında devamlı okunmakta,
Hilmi Hazretlerinden ortaya çıkan bu ilahi makam gönül sahiplerine zevk vermektedir.
Şeyh Hazretlerine minnet duyun, Allah yüce Şeyhimize rahmetler eylesin.
HARİKA
Hastalanmış bir çocuk gayet vahim Valideyni vak’adan olmuş elîm
Her etibba aciz olmuş âşikâr Zahir olmuş onda hal-i ihtizar
Valideynin o meğer bir danesi Eylemiş feryad pederle ânesi
Başucunda annesi efgan eder Ah ile esvaka düşmüştü peder
Hazreti Ahmed Ziya’ya gelmiş o Der ki imdad et bize ey hûbrû
El meded gitti gider can paresi Ta ciğergâhdan açılmış yaresi
96
Gerçi kesdik biz hayatından ümid Lütf u himmetten bizi kıl müstefid
Hazreti Hilmi o dem mevcud imiş Hazreti Ahmed Ziya emreylemiş
Git oku nısf-ı kaside hastaya Kıl teselli valid-i dilbesteye
Liyk nısfından ziyade etme sen Gitmek ister emr-i Hakk’a can ü ten
Ol mukaddes kudve-i erbab-ı hal Eyler ol dem emr-i şeyhe imtisal
Derakab eyler azimet hastaya Rahmeder ol gonce-i nevresteye
Bir de bakmış hâlet-i mevti karib İhtizarın şiddeti gayet acib
Pençesin vurmuş ona peyk-i ecel Ortada mevt ü hayat eyler cedel
Yok hayatı, mevt onu mal eylemiş Her uzuv ta’til-i işgal eylemiş
Çünki görmüş garaib dehşeti İhtizaz etmiş uruk-ı rahmeti
Ehl-i beyte halvet emretmiş o dem Yalnız kalmış o şeyh-i muhterem
Çün kıraat eylemiş birkaç fasıl Debrenürmüş hasta ol dem muttasıl
Nısfa geldikte kaside nâgehan Göz açıp kalkmış o hasta nevcivan
Rahm ü şefkat mevcedar olmuş bütün Emr-i üstadı unutmuş büsbütün
Bir kaside orda ikmal eylemiş Hastamız sağlar gibi söz söylemiş
97
Valideyni eylemiş kesb-i neşat Zahir olmuş hastada bir inbisat
Nail olmuş bir hayat-ı tazeye İstemiş çıksın der ü dervazeye
Hâsılı ol tıfl-ı bîmar ölmemiş Refte refte kesb-i sıhhat eylemiş
Çünki duymuş hazreti Ahmed Ziya İltifat etmiş o fahr’ül evliya
Sen nasıl ettin cesaret ey Hasen Tutmadı tenbihimi sen ya neden?
Ben sana ikmalini emretmedim O cesaret rahına ben gitmedim
Bu tecellide sen ettin ihtisas İltimasınla çocuk buldu halas
Çünki sen zımnında tuttun hastayı Hak da ihya eyledi nevresteyi
Evliyaullahda vardır böyle hal Onların nezdinde mümkündür muhal
Emr-i Hak’la onlar eyler iltimas Böyle hali mümkün olmaz ihtisas
Nur-ı aynim ibret al bu vak’adan Bir karar verme sakın fikretmeden
Vak’a-ı Belkıs’a bak sen kıl kıyas Ordan et bu macerayı iktibas
Neyledi gör o Süleyman nebi İşte bu Ahmed Ziya’nın mezhebi
Muktedabih Hazreti Ahmed Ziya Şeyh-i sâni Asaf bin Berhaya
Gör ki şol Fahr-i Risalet neyledi Nice bin Asaf’ları cem eyledi
98
Böyle zat ümmette çok eyler zuhur Nice yüz bin Asaf’a meydan okur
İşte Hilmi Hazreti dür danesi Asıfan-ı ümmetin bir danesi
Ruh-ı şeyhe kıl merabıt sen seni Rahmetullahı ale’ş şeyh’is seniy
HASTA ÇOCUK
Çocuğun biri hastalanmış, ana ve babası çok üzülmüşler. Doktorlar hastalığına çare bulamamışlar, çocuk can çekişme derecesinde ölümün eşiğine gelmiş. Bunu gören babası acısından ağlayarak sokaklara düşmüş, anası hastanın başucunda ağlayıp sızlarmış. Babası Ahmed Ziya Hazretlerine gelip:
— Şeyhim, canımızın parçası çocuğumuz elden gidiyor, yardım edin. Hayatından umut kesildi, lütfedin himmetinizi esirgemeyin! diye yardımını dilemiş.
Hasan Hilmi Hazretleri de o sırada oradaymış, Ahmed Ziya Hazretleri ona şöyle emretmiş:
- Git hasta çocuğa kasidenin yarısını oku da ebeveyni teselli bulsun! Ama yarısından fazla okuma, çünkü hasta Allah'a kavuşmak istiyor.
Bunun üzerine Hasan Hilmi Hazretleri Şeyh’in emrine uyup hemen kalkmış, hastanın yanına gitmiş. Bakmış ki, hastanın durumu vahim, çocuk can çekişiyor, ecel çocuğun
99
canını almak üzere pençesini atmış, hiç hayat belirtisi yok.. Bunu görünce merhameti kabarmış, ailesini odadan çıkarıp hasta çocukla yalnız kalmış, kasideyi okumaya başlamış.
Birkaç bölüm okuyunca hareketsiz yatan hasta kımıldamaya başlamış. Kasidenin yarısına gelince de hasta çocuk gözünü açıp kalkmış, oturmuş.
Bunu gören Şeyh’in acıma hisleri coşmuş, Ahmed Ziya Hazretlerinin emrini unutup kasideyi okumaya devam ederek kasidenin tamamını okuyup bitirmiş. Bu sırada hasta da tam olarak iyileşmiş, konuşmaya başlamış. Bunu gören anası babası sevince boğulmuşlar. Çocuk kendini o kadar iyi Hissetmiş ki, kapı önüne çıkmak istiyormuş.
Netice olarak hasta çocuk ölmemiş, yavaş yavaş iyileşip ayağa kalkmış. Bunu Ahmed Ziya Hazretleri duyunca Hasan Hilmi Hazretlerine iltifat ederek şöyle demiş:
— Ey Hasan, neden tenbihimi tutmadın, kasidenin tamamını okumaya nasıl cesaret ettin? Bu hususta sen uzmanlığını ortaya koydun. Senin sayende çocuk kuruldu. Sen çocuğun iyileşmesini gönülden istediğin için Cenabı Hak çocuğa şifa verdi, yeniden can bağışladı.
Evliyada bu gibi haller olur, onların yanında olmaz diye bir şey yoktur. Hak Teâlâ’nın emri ve izninin meydana çıkmasına böyle aracı olurlar. Bu olaydan ibret almak, düşünmeden bir karar vermemek lazımdır. Süleyman Peygamberle
Belkıs’ın Kur’an’da anlatılan hikâyesini hatırla da bu hadiseyi onunla mukayese et.
Belkıs’ın tahtını çok uzak mesafeden bir anda getirme
100
kerameti gösteren Asaf bin Berhaya adlı bir veli idi ki, Süleyman (as)ın veziriydi. Burada da Ahmed Ziya ile müridi Hasan Hilmi Hazretleri, Süleyman Peygamber ve onun o veziri mesabesindedir. Düşün ki, binlerce Asaf gibi veliler, Kâinatın Efendisi, Peygamberler Peygamberi Hazreti Resul-i Ekrem (sas) Efendimizin ümmetinden çıkmıştır. Hadisi şerifte şöyle buyrulmuştur: “Benim ümmetimin üleması, Beni İsrail peygamberleri gibidir” Ülema ilmiyle amel eden, marifetullah sahibi velilerdir.
Böyle veliler ümmet-i Muhammed (sas) den çok görülmüştür. İşte Hasan Hilmi Hazretleri de o Asaf gibi büyük velilerdendi.
Sen kendini Allah'ın rahmetine erişen o yüce Şeyhe bağla.
Burada okunan kasidenin hangi kaside olduğu belitilmemiş. Öyle zannediyoruz ki, İmam Muhammed Bûsirî Hazretlerinin “Kaside-i Bürde”sidir. Çünkü bu mübarek kasidenin pek çok özelliklerinden bir kısmı da hastalara şifa verme hassasıdır.
101
HARİKA
Zevce-i pirim Reşide Hazreti Şeyh severdi ol zekâ-yı fıtratı
Sohbet eylerken onunla nur-ı can Rahm ü şefkat feyzini kılmış revan
Bir hususi himmeti vad eylemiş Va’dini zahirde ifa etmemiş
Şöyle bir kandil sabahı ol münir Hücrede abdest alırken destgir
Karşısında zevcesi etmiş kıyam Kalbini bu hatıra tutmuş tamam
Va’dile şeyhim sevindirdi beni Lâkin infaz etmedi ol va’dini
Bu havatırla cidal eylerken o Derakab etmiş tebessüm hûb-rû
Ol Reşide hanıma dönmüş heman Şöyle ferman eylemiş kutb-ı cihan
Bak hanım nefsim bana rağmeyliyor Va’dini sen etmedin ifa diyor
Böyle söylerken vuzûda berdevam Şöylece keşf-i derun eyler temam
İbret al bu vak’adan nur’ül uyun Çünki eyler evliya keşf-i derun
Çün cevasis’ül kulûbdur evliya Evliya nezdinde sen etme riya
Salif’ül ma’ruz havatır sadedir O mehâlikten bütün azadedir
Bu havatır gerçi vermez bir keder İbret al da eyle mühlikten hazer
102
Böyle zata müntesip kıl sen seni Rahmetullahı ale’ş şeyh’is seniy
KALP CASUSLARI
Hazreti Pir’im zevcesi Reşide hatunu çok severdi. Onunla bir gün sohbet ederken içinden gelmiş, ona bir şeyler vaat etmiş. Ama bu sözünü yerine getirmemiş. Bir kandil günü sabahı Şeyh Hazretleri abdest alırken Reşide Hanım ayağa kalkmış, karşısında duruyorken Şeyh’in kendine vermiş olduğu söz aklına gelmiş. İçinden “Şeyhim bana bir söz vermiş, beni sevindirmişti ama hala yerine getirmedi” diye düşünürken birden Şeyh Hazretleri gülümsemiş
Reşide Hanıma dönüp demiş ki:
- Bak Hanım, nefsim bana ne diyor, sen verdiğin sözü tutmadın diyor!
Abdest almaya devam ederken bu şekilde Reşide Hanımın içinden geçenleri okumuş.
Ey kardeş sen de bu hadiseden ibret al, evliya karşısında kalbini temiz tut.
Çünkü veliler kalp casuslarıdır. Onlar insanların içinden geçenleri bilirler. Reşide Hanımın içinden geçenlerde sakıncalı bir şey yoktu. Böyle düşünceler zarar vermez. Ama kötü düşünceler tehlikelidir, o gibi düşüncelerden çok sakınmak lazımdır. Sen kendini işte böyle bir veli zata bağla, değerli şeyhin üzerine Allah'ın rahmeti bol olsun.
103
HARİKA
Haccını ikmal edüb pir-i münir Avdet eylerken cenabı destgir
Şehr-i Yesrib’den veda’ eylerken o Toylanır ehl-i Medine sûbesû
Bir tehalükle gelir bay ü fakir Hazreti teşyi eder cemm-i gafir
Hazır oldukta o dem taht-ı revan Ser mukavvim diz çöker ol dem heman
Nerdüban eyler mukavvim zahrını Tâ ki binsin ol keramet madeni
O Arap ister ki etsin intifa’ Bu husustan Hazret eyler imtina’
Hazret’e ısrar eder şeyh’ül arab Zahrını eğdikçe eğmiş bâ-edeb
Der diriğ etme safa-yı fahrımı Kıl kudumünle müşerref zahrımı
Ya Efendi, Seyyidî sen kıl kerem Bas ayağın re’sime ey muhterem
Gör mukavvimler reisi neylemiş Hazret’i bu hale irza eylemiş
Çünki basmış zahrına kutb-ı cihan Ol mukavvim neşelenmişti heman
Vak’adan akranına fahreylemiş Kimse onlardan bu hali görmemiş
Hiç bidayette görülmüş şey değil Ser mukavvim kendini etsin zelil
Zillet ü tahkire katlanmaz Arap Bahusus kavminde şahs-ı müntehap
104
Daima tevkire rağbet eyler o Etmez o şah-ı cihana serfüru’
En fakiri zilleti etmez kabul Böyledir onlarda âdâb u usul
Hâsılı kâr eylemiş enfas-ı pir O mukavvim kendini etmiş hakir
Evliya eyler tasarruf sûbesû Belki hayvanlar da eyle serfüru’
Evliya ahvalini red etme sen Rahmetullahı ale’ş şeyh’il hasen
ARAP KOMUTAN
Hasan Hilmi Hazretleri haccını bitirip Medine-i Münevvere’den yurda dönerken
Medineliler zenginiyle fakiriyle büyük bir kalabalık halinde Şeyh’i geçirmeye gelmişlerdi. Şeyh Hazretlerinin bineceği tahtırevan önüne geldiğinde şehrin zabıta amiri diz çöküp binmek için kendisini merdiven yapmasını istedi. Arap komutanı bu suretle Şeyh’e hizmet edip sevap kazanmak istiyordu. Şeyh ise onun sırtına basmak istemedi. Fakat Arap komutanı önüne eğilmiş “lütfet sırtıma bas, bana şeref ver!” diyordu. “Ey Efendi, kerem et, başıma bas!” diye yalvarıyordu. Bu şekilde ısrarla yalvarmasına dayanamayan Şeyh Hazretleri onun sırtına basınca komutan çok neşelenip sevindi. Arkadaşlarına bununla övündü.
Bu hal Araplarda görülmüş bir şey değildir. Araplar aşağılanmaya kesinlikle katlanamazlar. Hem de seçkin
105
sınıftan bir Arap kendini alçaltmış ve bununla övünmüştür. Araplar halbuki kendilerine saygı gösterilmesini isterler, cihanın padişahına bile baş eğmezler. Onların özelliği en fakirinin bile aşağılanmayı kabul etmemesidir. Ama Şeyh Hazretlerinin nefesi öyle etkilemiş ki, o komutan kendini alçaltmış.
Evliyanın tasarrufu böyle de görülür, bazen hayvanlar bile onlara boyun eğerler.
Sen evliyanın halini inkâr etme, Allah'ın rahmeti o güzel Şeyh’imizin üzerine olsun.
HARİKA
Hafız Ahmed Hazreti nakleyledi Tarz-ı âli vechile o söyledi
Çün Medine şehrine varmış o pir Hazreti Hilmi cenabı destgir
On sekiz gün Hazreti Kutb-ı Cihan Orda olmuştu misafir ol zaman
Orda olmuş şöyle bir hal-i acîb Zevcesi olmuş yedi yıl muztarib
Var imiş o zevcenin bir yaresi Olmuş onlar illetin âvâresi
Göz verir ol yare on yerden, vahim Zahir olmuş onda bir hal-i elîm
Çok etıbba eylemiş sa’y-i medid Iztırabı dembedem olmuş mezid
Hiç kabul etmez o yare iltiyam Lazım olmuş uzvunu kesmek tamam
106
Hafız Ahmed Hazret’e arzeylemiş Zevcenin ahvalini hep söylemiş
Bir teveccüh eylemiş Kutb-ı Benam Yare birkaç günde olmuş iltiyam
İşte on beş gün tamam olmuş bu gün Hastalıktan bir eser yoktur bütün
Evliya eyler tedavi hastayı İbtilâdan kurtarır dilbesteyi
Var cihanda evliya kurbanları İşte o kurbanlar anlar onları
Evliyayı anlamazlar münkirîn Evliya eyler bütün ihya-yı din
Evliyadır vâris-i peygamberî Hazretimiz o velilerden biri
Hem velidir hem de kutb’ül evliya Hazreti Hilmi fedakâr-ı Ziya
Kıl muhabbet hazreti Hilmi’ye sen Rahmetullahı ale’ş şeyh’il hasen
HASTA KADIN
Yine Hafız Ahmed Efendi şöyle anlatmıştır:
Hafız Ahmed Efendinin hanımı Medine-i Münevvere’ye geldiğinin on sekizinci günü birden hastalanmış. Bedeninde bir yara peyda olmuş, çok acı vermiş. Her yerinde çıbanlar çıkmış, hekimlerin ilaçları fayda etmemiş. Iztırabı gittikçe şiddetlenmiş. Artık uzvunu kesmekten başka çare kalmamış.
107
İşte bu sırada Hafız Ahmed, Hilmi Hazretlerine gidip derdini anlatmış. Hazreti Şeyh dua edince hastalık iyileşmeye başlamış, birkaç gün içinde de tamamen geçmiş. On beş sene geçmiş, hastalıktan hiç eser yokmuş. Veliler hastalıkları iyileştirir, kendilerine gönül bağlayanları dertlerinden kurtarırlar. Bu şekilde iyiliğini görmüş insanlar velilerin değerini daha iyi bilir. Münkirler velileri anlamazlar, halbuki evliya dine yeni hayat verir. Veliler Peygamber varisleridir. İşte onlardan biri de Hasan Hilmi Hazretleridir. O Ahmed Ziya Hazretlerinin fedakâr dostu ve mürididir, hem velidir, hem de velilerin başıdır.
Sen Hazreti Hilmi’yi sev, Allah'ın rahmeti o güzel Şeyh’in üzerine olsun.
HARİKA
Şehr-i Yesrib’de olurken Hazret’im Orda mihmanken veliyyünimetim
Miralay varmış Halil Bey orda hem İntisab etmiş o zat-ı muhterem
Şöyle bir gün Hazret’in nezdinde o Bir havatırla oturmuş sûbesû
Parem olsa şeyhe verseydim biraz Himmetiyle nefse olsam çaresaz
Bir hediye yok ki versem Hazret’e Ol sebeble nail olsam himmete
Böyle söylerken derunundan bu zat Kalbini keşfeyler o âli sıfat
Hazreti Hilmi o şefkatli peder Derakab birçok mebaliğ lütfeder
108
Şöyle söyler Hazreti pir-i celil Var zaruret sende ey mîr Halil
Alda git def-i zaruret eyle sen Ailenle var ziyafet eyle sen
Böyle gördükte Halil Bey şeyhini Hayrete müstağrak eyler kendini
Hayretinden ağlayıp ah eyler o Nakleder bu macerayı sûbesû
Hafız Ahmed Hazretinden dinledik Biz de naklettik teberrük eyledik
Rabt-ı kalb et Hazret’in bil kadrini Rahmetullahı ae’ş şeyh’is sseniy
CÖMERTLİK
Şeyh Hazretleri Medine’de iken orda Halil Bey diye bir albay varmış. Bu albay Şeyh Hazretlerine bağlanıp tarikate girmiş. Bir gün bu albay Hazreti Şeyh’in huzurunda otururken gönlünden; “keşke param olsa da Şeyh Hazretlerine sunsam, himmet ve dualarını alsam. Ama yanımda hediye olarak verebileceğim bir şey de yok” diye geçirmiş.
Şeyh onun kalbinden geçenleri bilip hemen ona birçok para vererek şöyle demiş:
— Halil Bey, senin sıkıntıda olduğunu biliyorum, şunu al da ailenin ihtiyacını karşıla!
109
Halil Bey bunu görünce şaşkınlık içinde kalmış, etkilenip ağlamaya başlamış.
Bunları Hafız Ahmed Efendi anlattı, biz de buraya aktardık.
Sen Şeyh’in kıymetini bil ve kalbini ona bağla. Allah kıymetli Şeyh’imize rahmetler eylesin.
HARİKA
Şehr-i mezkûrda misafirken o pir Şah-ı Kevneyn’den olurken müstenir
Askerî kaimmakamından biri Şeyh edinmişti cenabı rehberi
O zamanda işte o kaimmakam Bir siyasetle edilmiş ittiham
Hapsedilmiş zulmedilmiş bir zaman Dembedem bîçare olmuş nâtüvan
Hazret’e etmiş tevessül sîneden Tâ ki kurtulsun o mahpushaneden
O tevessülde ederken iştigal Zahir olmuş Hilmi-i sahip-kemal
Müjde etmiş nâtüvan bîçareye Merhem urmuş o derûni yareye
Vah yazık çektin meşakkat gerçi çok Pek yakın oldu halâsın şüphe yok
Böyle söylerken Cenabı Destgir İhtizaz etmiş sevincinden fakir
110
Bu zuhurattan biraz geçmiş heman Bir mübeşşir zahir olmuş nâgehan
O fakiri orda tebşir eylemiş Çık yürü tahlis-i can ettin demiş
Şâd ü handân olmuş o kaimmakam Vak’ayı şerheylemiş bil-ihtimam
Müjdeyi evvelce aldım ben demiş Şeyhinin tebşirini zikreylemiş
Hafız Ahmed hazreti nakleyledi O zamanki müjdeci kendi idi
Rabt-ı kalb et Hazret’e bil kudreti Rahmetullahi ale’ş şeyh’is seniy
KURTULUŞ MÜJDESİ
Şeyh Hazretleri Medine’de Peygamberimiz Efendimizin nurundan aydınlanırken bir askeri kaymakam ona bağlanmıştı. İşte bu yarbay bir töhmetle tutuklanıp hapse atılmış. Kendisine işkence edilmiş, çaresiz ve kimsesiz kalmış. Bir gün hapiste gönülden Hazreti Şeyh Efendimize sığınıp kurtulmak için kendisinden yardım dilemiş. Böyle kendinden geçmiş bir halde rabıta ederken birden Hazreti Şeyh görünmüş. O zavallıya demiş ki:
- Yazık oldu çok eziyet çektin ama merak etme pek yakında kurtulacaksın.
Bunu görüp bu müjdeyi alan yarbay sevincinden titremiş. Biraz sonra bir müjdeci gelmiş, hadi artık kurtuldun diye müjdelemiş. O da;
111
— Zaten müjdeyi senden önce almıştım, şeyhim bana bizzat geldi ve kurtulacağımı haber verdiydi demiş.
O müjdeyi getiren Hafız Ahmed Efendiydi.
Bunları da Hafız Ahmed Efendi anlattı.
Gücünü gör ve gönlünü Hazreti Şeyh’e bağla. Kıymeti yüksek şeyhimize Allah rahmetler eylesin.
HARİKA
Bir halife var Cenabı Mustafa Bir mürid-i muttaki ehl-i safa
Hazreti Ahmed Ziya’ya müntesib Ondan almış hem hilafetten nasib
Bir birader zadesi var hasta hal Hastalıktan gayet olmuş bîmecal
Çok tedavi eylemiş nice tabib Yok o derde çare bulmaktan nasib
Hey’et-i tıbbiye vermişler karar Bu karara eylemişler ibtidar
Maskat-ı re’se gidüb bîneva Eylesin ta orada tebdil hava
Yok idi lâkin hayatından ümid Olmaz o tebdil havadan müstefid
Ammisi almış götürmüş Hazret’e İltica etmiş harîm-i şefkate
Hazreti Hilmi nazar kılmış o dem Şefkat etmiş zat-ı pâk-i muhterem
112
Sûreta hiddetli sözler söylemiş Bir teveccühle şifâyâb eylemiş
Setr-i ahval eylemekti adeti Şefkate perde edinmiş hiddeti
Gevherin gevherci bildi kadrini Rahmetullahi ale’ş şeyh’is seniy
ŞİFA
Ahmed Ziyaeddin Hazretlerinin Mustafa adında bir halifesi vardı. Bu zâtın hasta bir yeğeni vardı. Uzun süredir çektiği hastalıktan ötürü pek halsiz kalmıştı. Bir çok hekimler tedavisi için uğraşmışlar ama çare bulamamışlardı. Nihayet sağlık kurulu kararıyla kendisine hava değişimi verdiler. Doğduğu yere gitsin, tebdil-i hava etsin, hayatından umut yok dediler.
Amcası da onu alıp Hilmi Hazretlerine getirmiş, durumunu anlatmış. Şeyh Hazretleri hastaya bakmış, kızgın sözlerle hitap etmiş ama gönlünden acıyıp iyileşmesine himmet etmiş. Hasta derhal sağlığına kavuşmuş.
O hiddetli sözleri mahsus kerameti gizlemek için söylemişti. Zaten âdeti kerameti gizlemekti. Şefkatine hiddeti perde edip örtmüş belli etmemişti.
Altının kıymetini sarraf bilir. Allah Teâlâ değerli şeyhimize rahmetler eylesin.
113
HARİKA
Zat-ı sâbık ki Cenabı Mustafa Bir hikâyetle verir sadre şifa
Der ki bir meczuba ettim iktiran Hacca gitmişti o dem Kutb-ı Cihan
Ehl-i Yunan hem muharibti bize Başlamıştı gitmeğe ilk müfreze
Şahs-i mezbur eyledi hall-i nikât Çünki erbab-ı keşiftendi o zat
Söylendi bir çok küşufattan haber Her biri sıhhatte kavl-i muteber
Şöyle oldu o küşufattan biri Vat kıyas et sen ona diğerleri
Der ki haccetti Hasan Hilmi bu sal Hakkımızda bu olur ferhunde fal
Bizlere çok lütf-ı Hak eyler zuhur Ehl-i haccın hacları mebrur olur
Hem muzaffer eyler Allah devleti O Aziz’in âb-ı rûy-ı hürmeti
Mutlaka Yunaniyan mağlub olur Asker-i düşmen bütün menkub olur
Saye-i Hilmi’dedir bu cilveler Evliyaya Hak neler vermiş neler
Çün bu türlü macera oldu hemin Galib ü mağlub içün yoktu yakin
114
Başladı Yunan ile harb ü cidal Her taraf cidale etti iştigal
Galib olduk akıbet Yunan’a biz Hürmet-i Hilmi idi hiç şüphesiz
Şüphe etme böyle haller çok olur Evliyadan eyler enva-ı zuhur
Rabt-ı kalb et Hazreti Hilmi’ye sen Rahmetullahi ale’ş şeyh’il hasen
YUNAN HARBİ
Yukarda adı geçen halife Mustafa Efendi anlatmıştır:
Ben bir zamanlar bir Hak meczubuna rastlamıştım. O sırada Şeyh Hazretleri Hac’da bulunuyorlardı. Yunan’la savaş başlamak üzereydi, cepheye asker sevkediliyordu. Keşfi açık olan o meczub kişi bazı sırlar açıkladı. Onlardan biri şudur, demişti ki:
Hasan Hilmi Hazretlerinin bu sene hacca gitmesi milletimiz için çok hayırlı olacak, bu hac sebebiyle Cenabı Hakk’ın bir çok lütufları görülecektir. Onun yüzü suyu hürmetine bu sene hac edenlerin hac ibadeti kabul edilecek, devletimiz de muzaffer olacaktır. Yunan askeri yenilecek, düşman askerleri hezimete uğrayacaktır. Evliyaya Cenabı Hak çok lütuflarda bulunur, bu iyilikler hep Hilmi Hazretlerinin yüzünden hasıl olacaktır.
Bunu söylediken kısa müddet sonra dedikleri çıkmaya başladı, galip ve mağlup belli oldu. Yunan harbi başladı, her tarafta savaşlar oldu, sonunda
115
Yunanlıları mağlup ettik. Bunun sebebi hiç şüphesiz Hasan Hilmi Hazretleridir. Evliyada böyle haller çok görülür, sen bundan sakın şüphe etme.
Sen kalbini Hilmi Hazretlerine bağla, Allah'ın rahmeti güzel şeyhimize olsun.
HARİKA
Geyve’de meskûn iken ol nur-ı can Köylü ihvanlar gelirler bir zaman
Söyleşirler yolda bir hayli kelam Bahsederler hep kerametten müdam
Der ki onlar evliyadır şeyhimiz Şeyhimizden çok keramet görmüşüz
Şüphemiz yok velinin şanına Lütfunu ibzal eder ihvanına
Bu sefer de zahir olmaz mı aceb Eylesek de bizler itminan-ı kalb
Şöyle bir hal eylese ondan zuhur Kalbimizde mevc urur nur üzre nur
Vâsıl oldukda o âli Hazret’e Garkolunca bir meâli nisbete
Bizlere emreylese bil-iltizam Kalkın ihzar eyleyin siz bir taam
İsmi resmiyle taamı söylese Biz ne zikrettik onu zikreylese
İtikadı biz de te’yid eyleriz Hubb-ı Şeyh’i dilde tezyid eyleriz
116
Vak’ayı tayin ederler yolda hep Bu karar üzre gelirler derakab
Hazret’in nezdinde eylerler karar Hazret eyler macerayı âşikâr
Her ne söylendi taam yahut yemiş Hazreti Şeyh öyle ferman eylemiş
O karardan bir nakisa kalmadı Ayni takrir üzre ferman eyledi
Hem de zımnen keşfini te’yid eder Bu tesadüftür diye takyid eder
Setr içün keşf-i sarihi ol münir Şöyle söyler onlara ol destgir
Bir keramet sanmayın etti zuhur Hadisatta böyle haller çok olur
Birdir Allah evliyaya şark ü garb Dur huzur-ı evliyada bâ-edeb
Rabt-ı kalb et evliyaullaha sen Rahmetullahi ale’ş şeyh’ilhasen
YEMEK KERAMETİ
Hasan Hilmi Hazretleri Geyve’de bulundukları sırada kendisini ziyarete gelen köylüler yolda aralarında konuşurlarmış. Kerametten bahsedilirken söz Şeyh Hazretlerinin kerametlerine gelir. Bu hususta derler ki, “Şeyhimizden gerçi çok kerametler gördük, o Hazret’in veliliği hakkında hiç şüphemiz yok ama bu sefer de bir keramet gösterse, bizim inancımız da kat kat kuvvetlense ne
117
olur? Mesela huzuruna varınca bize belli bir yemek hazırlamamızı emretse, bizim bu konuşmalarımızı bize hatırlatsa imanımız kuvvetlenir, Şeyhimize sevgimiz katlanır.”
Hazreti Şeyh’in huzuruna gelince, yolda olanı biteni, konuştuklarının hepsini bildiğini Şeyh bunlara açıkça göstermiş. Dedikleri gibi yemek hazırlamalarını emretmiş, sonra da bu bir tesadüftür, böyle şeyler çok olur siz bunu keramet sanmayın diyerek bir de teyid eylemiş.
Allah'ın izniyle evliyaya doğu batı birdir, onların huzurunda edebli olmak gerek.
Sen gönünü evliyaya bağla, Hak Teâlâ güzel şeyhe rahmetler eylesin.
HARİKA
Şol Hıra dağında vardır bir makam Belki dört saat çeker Beyt’ülharam
Şerh-ı sadrın olduğu yerde o yer Zirveye çıkmak da bir saat çeker
O yeri eyler ziyaret bazı zat Çıkmağa gençler çekerler müşkülat
Der Hafız Tahsin Efendi hâdimi Biz çıkardık orda Pir-i ekremi
Hazretim pek hasta hem pek pir idi Zirveye çıkmaklığa zor eyledi
118
Lâkin olmazdı o yerde iktidar Çünki gençler o yeri pek zor çıkar
Her iki yandan tutardı Hazret’i Yok idi asla o pirin takati
Böyle zahmetli iken Pir-i celil Şöyle bir söz söyledi ol dem delil
Nazil oldu burada “İkra’” suresi Zahir oldu burda din menşuresi
Burada hem “Lâ uksimu” etti nüzul Burada Cibril, Hazret’e buldu vüsul
Böyle söylerken delilin âdemi İhtizaz aldı o Şeyh-i ekremi
Bunları bilmez değildi Pir-i Hak Tazelendi ateşi Tennur-ı aşk
Bir garibe gösterip Pir-i Münir Çırpınıp çıktı yedimden destgir
Adeta uçtu sanırsın Hazret’i Bizleri hayrette koydu hâleti
Tırmanıp çıktı o müşkül yolları Koydu hayrette bu aciz kulları
Hiç yorulmaktan alâmet vermedi Gözlerim bu türlü hali görmedi
Kıl muhabbet Hazreti Hilmi’ye sen Rahmetullahi ale’ş şeyh’il hasen
119
HIRA DAĞINDA
Hıra dağında Peygamber Efendimize ilk vahyin indiği yerde, kutsal bir makam vardır. Burası Kâbe’ye yaya dört saat mesafededir. Ordan dağın zirvesine çıkmak da bir saat sürer. Orayı bazı hacılar ziyaret ederler ama gençler bile orada zorluk çekerler. Şeyh Hazretlerinin hizmetçisi Hafız Tahsin Efendi oraya Şeyh Hazretlerini biz çıkardık diye şöyle anlatırdı:O sırada Şeyhim pek yaşlı ve hastaydı. Yine de oraya çıkmak istedi. Fakat son derece güçsüzdü, oraya çıkmaya mecali yoktu. Kaldı ki, oraya gençler bile çok zor çıkarlar. İki yanından tutarak götürdük.
Oradaki rehber o sırada şunları anlatıyordu. Diyordu ki, “İkra’ suresi işte burada nazil oldu, din sancağı ilk defa buraya dikildi, Cebrail burada Peygamber Efendimize erişti..” derken bunları dinleyen Şeyh Hazretleri heyecandan titredi, aşka, şevke gelip birden çırpınarak elimden kurtuldu, uçar gibi dağı tırmanmaya başladı. Bunları bilmez değildi, ama rehberden duymak ona yeni can verdi. Bizleri şaşkınlık içinde bırakarak tek başına hiç yorulmadan dağın zirvesine ulaştı. Ben böyle şey görmedim.Sen Hazreti Hilmi’ye muhabbet besle, Allah o güzel Şeyhin üzerine çok rahmet eylesin.
120
Nesirler
KEDİ
Hazreti Şeyh Efendimizin Geyve’deki medresesinde kendisine pek alışkın olup yanından hiç ayrılmayan bir kedisi vardı. Bir gün ortada hazretin ayaklarına dolaşıp dururken Şeyh Efendi birden:
— Kedi senden bıktım artık, öl! deyiverdi. Bunun üzerine zavallı kedicik birkaç yalvarış sesi çıkarttıktan sonra bir kenara çekilip hemencecik öldü.
Cenabı Hak evliyasının celalli bakışından hepimizi muhafaza buyursun.
BAYRAM HARÇLIĞI
Bir bayram sabahı Şeyh Efendimiz Mahmut Paşa Camii haziresindeki evinden camiye gitmek üzere iken muhterem eşleri Hanife ve Emine Hanım kendisinden bir miktar bayram harçlığı istediler, hazreti Hilmi Efendi onlara;
— Size beşer kuruş versem, elli kuruş eder! buyurdu.
Hanımlar bu sözü anlamadılar, biz iki kişi olduğumuz halde neden elli kuruş eder buyurdu. Hâlbuki iki tane beş kuruş on kuruş eder diye düşünüp şaşkınlık içinde işin sonunu beklediler.
Şeyh Hazretleri camide iken erkenden sekiz hanım eve
121
ziyarete geldi. Hilmi Hazretleri namazdan sonra gelip kendi hanımlarıyla birlikte bu hanımlara beşer kuruş bayram hediyesi verince hazretin elli kuruş eder sözünün manası anlaşılmış oldu. Şeyh hazretleri on kişiye harçlık vereceğini önceden bildirmiş oluyordu.
KEŞİF, TEVAZU VE İRFAN
Hazreti Hasan Hilmi Efendimiz bir gün Ahmed Ziya Hazretlerinin halifelerinden olan Bartınlı Hacı Mehmet Hoca Efendi ile birlikte Eyüp Sultan türbesini ziyaret etmişlerdi. Bu arada o civarda oturan Ahmed Ziyaeddin Hazretlerinin özel hizmetçilerinden olan Hacı Emin Efendinin evine de uğramak istediler. Eve yaklaştıkları sırada o ikisinin de müritliğinde bulunmuş olan Bahriyeli Habib Efendi onların birlikte geldiğini görünce gönlünden şöyle bir düşünce geçti:
Bu iki muhterem zattan hangisi eve önce girerse, ona daha büyük sıfatıyla bakayım. Bu fikir onun kalbinde doğar doğmaz Hasan Hilmi Efendimiz hemen arkadaşının arkasına geçti. Olağanüstü bir davranışla Hacı Mehmet Efendiyi öne sürdü. Ondan sonra da düşünce sahibi Habib Efendiyi kolundan tutup arkasından iterek eve soktu. Böylece kendisi üçüncü olarak eve girmiş oldular.
Hazreti Şeyh Efendimizin bu davranışı aynı zamanda Hazreti Peygamber Efendimizin (s.a.s.) bir yere şeref verirlerken çok kere sahabelerinden sonraya kalmak âdetlerine arifçe bir işaret manası da taşımaktadır.
122
KORKULU GECEDE
Anlatacağımız şu olay Ahmed Ziyaeddin Hazretlerinin menkıbelerinde de yazılıdır.
Yukarıda ismi geçen Habib Efendi birkaç arkadaşıyla birlikte Geyve’de Hazreti Hilmi Efendimizi ziyaret etmiş, geri dönüyorlardı. Vakit geceydi ve ortalık zifiri karanlıktı. Sakarya nehrinin korkunç ormanlık bir vadisinde bindikleri hayvanlar üzerinde ıssız ve zahmetli bir yolda ilerlerken hepsini müthiş korkular sarmıştı.Birden Hazreti Hilmi Efendimiz ortaya çıktı, birçok güzel söz ve yumuşak davranışla onlara birkaç saat yoldaşlık edip geçirdikten sonra şafak atınca ortadan kayboldu.
Böylece evliyanın müritlerinin gözetleyicisi ve koruyucusu oldukları, her nerede ve ne zaman kendilerine sığınılsa Allah'ın izniyle hazır bulunduklarını açıkça göstermiş oldular.
Yarabbi, bizi dünya ve ahrette onların maiyetinden ayırma.
KUTBUL AKTAB
Şeyhimiz Hasan Hilmi Efendi kendisine çok yakın müritlerine birçok defa şöyle demişlerdir:
Ahmed Ziyaeddin Hazretleri bana buyurdu ki: “Hasan Efendi, bir kabahat ettik affettiler, iki kabahat ettik affettiler, üçüncüde beni geçtin!”
123
Hilmi Efendimiz şöyle buyururlardı:
“Bende iki şey yoktur; biri kibir, biri haset.”
Yine çok yakın mahrem müritlerine kendisinin zamanının en büyük kutbu olduğunu birkaç defa ifade etmişlerdir.
Gerek Şeyh Efendimiz, gerek onun gibi veliler olmamış şeylerden konuşmaz ve kesinlikle boş sözlerle uğraşmazlar. Bu yüzden Hazreti Pir’in zamanının en büyük kutbu olduğunda şüphe yoktur.
Cenabı Hakk kutsal nefeslerinin bereketlerinden biz acizleri uzak tutmasın.
KEŞİF
Hasan Hilmi Efendimizin halifelerinden Demircili Hacı Hafız Emin Efendi yanında Demircili Hacı Hafız Said olduğu halde Şeyh Hazretlerini ziyarete gelmişti. Said Efendi Şeyh Hazretlerinin ilk defa huzuruna çıkıyordu. Hasan Hilmi Hazretleri yüzünü ilk defa gördüğü bu talebeye:
— Said Efendi, gel bakalım! Buyurdu.
Bu şekildeki iltifatlarıyla sevinçlere boğulan Hafız Said Efendi bu hadiseyi her zaman anlatır, Hazreti Şeyhin keşfine delil gösterirdi.
124
BULGAR BAHÇIVAN
Hazreti Şeyh’i; yalnız müritleri değil, herkes hatta gayrimüslimler bile çok severlerdi. Babıâli civarında bir Hıristiyan bakkal ve daha başka gayrimüslim esnaf alışveriş etmese bile dükkânın önünden geçmesini isterler, onu hayır ve uğur sayarlardı. Hatta bazılarının Şeyh’in katıldığı cenaze alaylarını takip ettiği görülürdü.
Bir Bulgar bahçıvan Babıâli’deki dergâha her gün sebze getirmeyi ve Hazret’in mübarek yüzünü görmeyi alışkanlık haline getirmişti. Bir gün bir sepet incir getirip Şeyh Hazretlerine takdim etmişti. Dergâhın bahçesinde ise bol miktarda incir yetiştiğinden Şeyh Hazretleri bunun geri verilmesini buyurdu.
Hediyesinin geri çevrilmesine çok üzülen Bulgar kabul edilmesi için yalvarıp yakarmaya başladı. Bunun üzerine iyi huylu şeyhimiz parasını vermek şartıyla kabul edince sevinç içinde dergâhtan ayrıldı.
Cenabı Hak kendisini seven gayrimüslimlere iman nasip etsin, bizleri de evliyasına bağlı kılsın.
ACILI KADIN
Hazreti Pir’in müritlerinden Trabzonlu hoca hanımın vücuduna, özellikle ellerine bir hastalık gelmişti. Zavallı kadıncağız bu yüzden abdest almakta çok zorluk çekiyor, her zaman namaz vaktinde duyduğu acıdan dolayı ağlıyordu. Nihayet bir gün artık dayanamayıp seccade
125
üzerinde Cenabı Hakk’a yalvarıp Hazreti Şeyh’ten yardım dilenmeye başladı. Hasan Hilmi hemen birden ortaya çıktı. Gözleri yaşarmış bir halde elleriyle tarif ve işaret ederek;
— Öyle de olur, böyle de olur, kadın, beni kendine acındırdın! buyurdu ve gözden kayboldu.
Kadının hastalığı hemen iyileşti. Çok seneler geçtiği halde sağlığı yerinde olarak devam etti.
Cenabı Hak cümlemizi evliya sevgisinde daim kılsın.
KURTLAR
Şiddetli karlı ve tipili bir kış günü denizci sınıfında asker olan genç bir mürit Okmeydanı’ndan Hasköy’e iniyordu. Kar ve boradan faydalanıp şehre giren kurtlardan birkaçı bu zavallı müride saldırdılar. Kendisini koruyacak silah ve alet olmadığı için çok zor durumda kalan asker Hazreti Şeyh’ten yardım istedi. Derhal Hasan Hilmi Hazretleri ellerinde bir asa olduğu halde ortaya çıktı, kurtlar kaçıştılar.
Şeyh Hazretleri genç müridini teselli edip Hasköy kapısına kadar geçirdi ve yine ortadan kayboldu.
O mürit bunu defalarca anlatırdı.
Allah Teâlâ Şeyh Efendimizin sırrını takdir etsin, izzet ve devletini yüceltsin.
126
BİNBAŞI
Hazreti Şeyhin müritlerinden bir askeri binbaşının hanımı kocasının bir derece terfi etmesi için Hilmi Efendi’ye başvurmuştu. Bu dileğinin yerine gelmesi için dua ve himmet istiyordu.
Hazreti Şeyh ise bu rütbe yükselmesinin hayırsız olacağını, ondan aileye bir fayda gelmeyeceğini söyledi.
Gerçekten çok geçmeden bu binbaşı yarbaylığa yükselmiş, fakat hemen vefat etmiştir.
Bu, Hazreti Şeyh’in geleceğe dair keşiflerindendir.
KAVURMA
Bir gece tekkede nöbetçiydim. Hazreti Pir’im hücresinde rahatça uyuyordu.
Gecenin yarısı geçtiğinde çok acıktığımı hissettim. Bir parça ekmek bulmak için etrafıma baktım, yiyecek bir şey bulamadım. Bütün müritlerin bildiği Hazreti Şeyh’in kendisine mahsus bir kavurma tenekesi aklıma geldi. Dayanamayıp gizlice ondan alıp biraz yemek üzere kalkmıştım ki, Hazreti Şeyhim karşıma dikildi. Akşamdan beri uyku görmemiş gibi ayık bir halde gülümseyerek:
— Kâtip, karnım acıktı, haydi kavurma kutusunu da getir de seninle yiyelim! buyurdular.
127
Ben de canıma minnet bir halde hemen koşup kutuyu getirdim. Kendileri bir miktar aldı ve benim karnım doyuncaya kadar müsaade buyurdu.
Ya rabbi, bizi de onun sevdiklerinden eyle.
MANEVİ YIKANMA
Şeyh Efendinin son günlerinde Perşembe günleri kendilerini yıkamak şerefi bana verilmişti. Ben bununla hep iftihar ederim. Bir gün gusülhanesinde yıkanma sırasında memnun bir tavırla şöyle buyurdular:
— Kâtip, sen beni zahirde yıkıyorsun, ben de seni manen yıkıyorum.
Bunun üzerine birden bana öyle bir hal geldi ki, bunun manevi tadını ve zevkini asla tarif edemem. Kendisine olan sevgim ve bağlılığım derecesi belirtilemeyecek şekilde arttı.
Cenabı Hak bütün kardeşlerimi ve bu acizi Hilmi Efendimizin aşk ve muhabbetinden ayırmasın.
BABAM
Merhum babam, Hasan Hilmi Hazretlerine bağlanmak arzu edip, kendisini ona götürmemi istemiş ama her nedense babam olduğunu Şeyh Hazretlerine söylemememi bana sıkı sıkıya tenbih etmişti. Ben de kabul ettim, Cumadan başka bir
128
gün birlikte dergâha gittik. Hücreden içeri adımımızı atıp huzurlarına girer girmez, Pir Efendimiz şöyle buyurdular:
— Kâtip babasını getirmiş, çok iyi!
Bu suretle babamı zaten keşfen bildiklerini belirtmiş oldular.
Rahmetli babam vefatına kadar bunu anlatır ve mahcubiyetini dile getirirdi.
Şeyh Hazretlerini ne kadar çok sevdiğini bu vesile ile belirtmekten hiç geri kalmazdı.
BABAMIN VEFATI
Babamın ağır bir hastalığa tutulduğu sırada İstanbul dışında bir göreve tayin edilmiştim. Babamın bir gün bile hayatta kalmasına ümidim yoktu ama vazife on üç gün devam etti.
İstanbul’a döner dönmez hemen babamın yanına gittim. Elimi eline alıp sıkarak;
— Pek rahatsızım, seni bekliyordum! dedi.
O vaziyette birkaç saat sonra elim elinde olduğu halde vefat etti. (Allah rahmet eylesin.)
Ertesi gün Hasan Hilmi Efendimizi ziyaret edip babamın vefatını haber vermek üzere dergâha gittim. Huzuruna girdiğimde;
— Kâtip, baban pek ihlâslıymış, seni beklemiş. Allah
129
rahmet eyleye! buyurdular.
Bu sözleri beni şaşkınlığa düşürmüştü.
Yarabbi Peygamber Efendimizin (sas) maiyetinde olanlardan kıl bizi.
ŞEYH HASAN HİLMİ(K.S.)
HAZRETLERİNİN HALİFELERİ
Ermiyeli Mustafa Necip
Kastamonulu Hafız Ahmed
Demircili Hafız Mehmet Emin
Bursalı Hacı Ali
İslimyeli Hacı Ali
Beşiktaşlı Mehmet Hazım
Yenişehirli Hacı Osman
Bosnalı Hacı İbrahim
Şarki Karahisarlı Hacı Mehmet
Hemşinli Hamid
Kırımlı Hacı Abdullah
Medineli Hacı Hafız Ahmed
Aydınlı Mustafa Hilmi
Ispartalı Şerif
Demircili Hacı Hafız Mustafa Hilmi
130
Bayramiçli Hacı Ali
Debreli Hacı Osman
Perlepeli Hasan Hüsnü
Kazanlı Dost Mehmet
Kazanlı Salahaddin
Şamlı Salih
Şamlı Halil
Bilecikli Hacı Mehmet
İstanbullu Hacı Mehmet Muhiddin
Amasyalı Hacı Eyüp Sabri
Kâtip Hacı Mustafa Fevzi
Demircili Hacı Mehmet Said
Şamlı Çerkes Ömer Hulusi
Ünyeli Musa Kâzım
İnebolulu Hafız Abdurrahman
Kazanlı Süfyan
Bolvadinli Ahmed
Ankaralı Hacı Rıfat
Atinalı Hasan
Sürmeneli Hüseyin
Bosnalı Halil
Adapazarlı Ahmed
Alucralı Osman
Alucralı Hacı Ali
131
Karahisarlı Ali Rıza
Oflu Mehmet
Cürcanlı Saltık Hacı Abdullah
Hendekli İsmail
Ünyeli Osman
Ünyeli Mehmet
Kayserili Ali Rıza
Dağıstanlı Hacı Mehmet
Maraşlı Hoca Mehmet
Ereğlili Hacı Osman
Yozgatlı Mehmet Ali
Kazanlı Abdullah
Oflu Hüseyin
Tekfurdağlı Hafız Emin
Karahisarlı Mehmet
Oflu Resul
Geyveli Hacı Yusuf Bahri (57)KİŞİ
Bu efendiler Hasan Hilmi Efendimiz tarafından halife tayin edildiklerinden özel defterinde görüldüğü üzere bu kitabımıza yazıldı.
Allah'a hamdolsun Allah Resulüne, Ehlibeyt’i ve ashabına ve bütün seyyidlere salât ve selam olsun. allahümme salli alâ seyyidina Muhammed ve alâ âl-i seyyidina Muhammed (SAS)
132
ZİKR-İ HAFİ EDEBLERİ
Evvelce düzenlenmiş olan zikir edepleri tariflerinde zikr-i hafi’nin edepleri pek kısa anlatılmıştır. Yeni başlayanlar için açık bir şekilde anlatılması uygun görüldü.
Halidiye tarikatında zikrin yirmi edebi vardır. Bunlardan dördüne ilâhi kapılar anlamında ebvab-ı ilahiye denir. Şunlardır:
Ebvab-ı ilahiye
1- Şeriat kapısı
Önce sağlam bir imanla farzları ve Allah'ın emirlerini yerine getirmek, yasak edilmiş bütün kötülükleri bırakıp cehennemden kurtulmak ve cennete girmek için Cenabı Hakk’a kul olmaya çalışmak.
2- Tarikat kapısı
Önce kâmil bir mürşide bağlanarak imanın kuvvetlendirilmesi ve kalbin temizlenmesi için bütün edeblere uyup verilen zikirlere devam etmek.
3- Hakikat kapısı
Şeriat hükümleri ve tarikat edepleriyle süslenip sıfatlanarak şeriatın bâtın hakikatlerine geçmek ve tam bir ihlası gerçekleştirip insan-ı kâmil olmak.
4- Marifet kapısı
Şeriat, tarikat ve hakikati kendinde toplayarak Allah'tan başka her şeyden kalbini temizleyip irfan-ı Muhammedî kazanmak.
133
Zikir edeplerinden yedisi zahiri edeplerdir.
1- İbadet niyeti ve şeytandan uzak olmak için abdestli olmak.
2- İbadete büyük önem vermek ve vesveseleri kaldırmak için tenha bir yerde kıbleye karşı oturmak.
3- Beden rahatlığı ve ashaba uymak için bağdaş kurmak.
4- Günahlardan temizlenmek için beş yahut on beş veya yirmi beş istiğfar okumak.
5- Yardımlarından faydalanmak için üç İhlas, bir Fatiha okuyup seyyidlerin ruhlarına bağışlamak.
6- Nefs ve şeytan vesvesesinden kurtulmak için seyyidlerin ruhlarının yanında bulunduklarını bilerek onlardan yardım ve şefaat istemek.
7- Allah'tan başka her türlü düşünceyi kolay terk etmek için rabıta ve zikir sırasında gözleri yummak.
Zikrin yedi bâtınî edepleri şunlardır:
1- Nefsini alçaltıp inceltmek için “rabıta-ı mevt” yani ölümü düşünmek.
2- Tarikatta ilerlemekte kuvvet ve manevi yardım sağlamak için “rabıta-ı mürşid” yani tam bir içtenlik ve sevgiyle mürşid-i kâmilin huzurunda hayal ederek kalpten kalbe ilâhî feyiz geldiğini düşünmek.
3- Asıl maksat olan huzura ermek ve aydınlanıp uyanmak için “rabıta-ı huzur” yani evvelki iki rabıtadan
134
sonra Allah'tan başka her şeyi unutarak Hak Teâlâ’nın huzurunda bulunduğunu düşünmek.
4- Vukuf-ı kalbî yani Allah'tan başkan her şeyden ilgiyi kesmek için bütün dikkatiyle kalbine bakarak Hak’tan başka şeyleri ordan çıkarmaya uğraşmak.
5- Vukuf-ı zikrî yani sevip alıştırarak Allah'tan başka şeylerin tadını terk etmek için kalbinde “Allah” yazısı yazılmış olduğunu tasavvur edip ismin sahibini düşünerek zikre devam etmek.
6- Vukuf-ı adedî yani beş bin yahut daha fazla sayıdan daha az ve daha fazla zikretmemek için tesbihin kaç kere döndürüldüğünü bilmek.
7- Zikir sırasında düşünceler geldikçe niyetini düzeltmek için “ilahi ente maksudi ve rızake matlubi” demek. Bunun anlamı “Yarabbi maksadım sensin, isteğim senin hoşnutluğundan ibarettir” demektir.
Edeplerin ikisi tesirdir:
1- Rabıta sırasında zikredenin vücudunda manevi bir tesir meydana geldiğini anlamaya çalışmak ve ona göre rabıtaya önem vermek lazımdır.
2- Zikir sırasında keşif ve keramet, dünya ve ahiret düşünmeyip zikrin manevi tadını almaya çalışmaktır. Bu da ihlâs ve Allah aşkının meyvesidir.
Başarı Allah'tandır.
135
Hasan Hilmi el-Kastamoni (K.S.) Hazretlerinin Tarikat Silsile-i Şerifleri şöyledir:
1. Seyyid-i Kainat Hz. Muhammed Mustafa (S.A.S.) 2. Hz. Ebubekir Sıddık (R.A.) 3. Hz. Selman el-Farisi (R.A.) 4. Hz. Kasım İbn-i Muhammed (R.A.) 5. Hz. Cafer-i Sadık (R.A.) 6. Hz. Beyazid el-Bestami (K.S.) 7. Hz. Ebu’l-Haseni’l-Harakani (K.S.) 8. Hz. Ebû Ali el-Faremedi (K.S.) 9. Hz. Yusuf el-Hemedani (K.S.) 10. Hz. Abdülhalık el-Gûcdüvani (K.S.) 11. Hz. Arif er-Rivgeri (K.S.) 12. Hz. Mahmud İncir el-Fağnevi (K.S.) 13. Hz. Ali Ramiteni (K.S.) 14. Hz. Muhammed Baba es-Semmasi (K.S.) 15. Hz. Emir Külâl (K.S.) 16. Hz. Şah-ı Nakşbend Muhammed Bahaüddin Üveysi el-
Buhari (K.S.) 17. Hz. Alâeddin Attâr (K.S.) 18. Hz. Yakub el-Çerhi (K.S.) 19. Hz. Ubeydullah Ahrâr (K.S.) 20. Hz. Muhammed Zahid (K.S.) 21. Hz. Muhammed Derviş (K.S.) 22. Hz. Hacegi el-Emkenegi (K.S.) 23. Hz. Muhammed Baki (K.S.) 24. Hz. İmam Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani Ahmed Faruk es-
Serhendi (K.S.) 25. Hz. Muhammed Masum (K.S.) 26. Hz. Şeyh Seyfüddin (K.S.) 27. Hz. Seyyid Nur Muhammed el-Bedvâni (K.S.) 28. Hz. Şemsüddin Cân-ı Cânân Mazhar (K.S.) 29. Hz. Şeyh Abdullah ed-Dehlevi (K.S.) 30. Hz. Mevlânâ Ziyâüddin Halid el-Bağdadi (K.S.) 31. Hz. Ahmed İbn-i Süleyman Halid Hasen eş-Şami (K.S.) 32. Hz. Ahmed Ziyâeddin el-Gümüşhanevi (K.S.) 33. Hz. Hasan Hilmi el-Kastamoni (K.S.) 34. Hz. İsmail Necati ez-Zağferanboli (K.S.) 35. Hz. Ömer Ziyâüddin ed-Dağıstani (K.S.)
136
36. Hz. Mustafa Feyzi İbn-i Emrullah et-Tekfurdaği (K.S.) 37. Hz. Hasib es-Serezi (K.S.) 38. Hz. Abdülaziz el-Kazani (K.S.) 39. Hz. Mehmed Zahid İbn-i İbrahim el-Bursevi (K.S.)
Son
137
İÇİNDEKİLER
MENAKIB-I HÜSNİYE………………………………..1 HAC MENKIBESİ .........................................................51 HİCAZ DÖNÜŞÜNDE SÖYLEDİĞİM ŞİİR .................53 HAZRETİ ŞEYHİN ÖZELLİKLERİ ..............................56 TARİH-İ MENSUR HABİB-İ LEBİB ............................69 BAHRİYELİ ŞAİR HABİB İÇİN İÇİMDEN DOĞAN ŞİİR ................................................................................70 AĞIT ..............................................................................71 HAZRETİ ŞEYHİN MEZAR TAŞI YAZISI ..................72 ŞEYH HAZRETLERİNİN VEFATI ...............................73 HAZRETİ ŞEYH’İN KERAMETLERİ ..........................83 BAĞ ZARARLISI ..........................................................86 SIĞIR HASTALIĞI SALGINI .......................................89 İÇKİ İÇEN MÜRİD .......................................................91 İLÂHÎ NAĞME..............................................................94 HASTA ÇOCUK ............................................................98 KALP CASUSLARI ..................................................... 102 ARAP KOMUTAN ...................................................... 104 HASTA KADIN ........................................................... 106 CÖMERTLİK ............................................................... 108 KURTULUŞ MÜJDESİ ............................................... 110 ŞİFA ............................................................................. 112 YUNAN HARBİ .......................................................... 114 YEMEK KERAMETİ ................................................... 116 HIRA DAĞINDA ......................................................... 119 KEDİ ............................................................................ 120 BAYRAM HARÇLIĞI ................................................. 120 KEŞİF, TEVAZU VE İRFAN....................................... 121 KORKULU GECEDE .................................................. 122 KUTBUL AKTAB ....................................................... 122
138
KEŞİF .......................................................................... 123 BULGAR BAHÇIVAN ................................................ 124 ACILI KADIN ............................................................. 124 KURTLAR ................................................................... 125 BİNBAŞI ...................................................................... 126 KAVURMA ................................................................. 126 MANEVİ YIKANMA .................................................. 127 BABAM ....................................................................... 127 BABAMIN VEFATI .................................................... 128 ZİKR-İ HAFİ EDEBLERİ ............................................ 132 İÇİNDEKİLER ............................................................. 137