Upload
others
View
6
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
GİRİŞ
Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve
onun hakkında daha derin bilgiye kavuşmak amacıyla 19.yy başlarında bağımsız olarak ortaya çıkmıştır.
Metodik anlamda ilk kez Alman Grimm Kardeşler’in masallar üzerindeki çalışmalarıyla başlamış,
bu hareket masalların incelenmeye değer metinler olduğunu göstermiştir. Fakat bu çalışmalardan önce
derleme şeklinde küçük çalışmalar vardı ve bunlar ilk olarak vahşi (ilkel) insanların incelenmesiyle
başlamıştı. Bu toplumlara “halk” denildi. “Halk” ile ilgili varolan bilgiler misyonerlerin notlarıyla sınırlıydı
bu notlar bölge insanlarının alışkanlıklarını tanımak ve onları kendi dinlerine alarak “uygarlaştırmak”
amacıyla, derinlemesine olmayan, ilgi düzeyinde yapılan ufak araştırmalardı ve bu sebeple de geniş
kitlelerce ciddiye alınmamıştı. Fakat “halk” tanımı, zamanla maddi unsurların dahil edilmesiyle daha
sonraki araştırmalarda farklı bir anlam kazanmış, kapsamı 19. yy’ dan itibaren değişmiş, bunun sonucunda
da ciddiye alınan bir kavram haline gelmiştir. Herkes halktır. Bir yanımız geleneğini, geçmişten bugüne ve
yarına halktan edinir. Bu kavramın yerleşmesinin ardından ortaya çıkan ve kendini bu şekilde niteleyen
kişileri “sıradan” düzeydeki “halk” tan ayırma amaçlı kullanılan “entelektüel halk” kavramı ise, bireyin
çalışma okuma ile sonradan yanındaki kişiden kendisini ayırabilecek düzeye ulaşan kişiler grubunu
nitelemektedir. Halkbilimindeki “halk” kavramının anlamı ise tüm bunlardan farklı olarak zamana, mekâna
ve kültüre göre anlamsal derinliği değişiklik gösteren bir yapı arz eder. Özetle, halkbilimi kabulleri, kültür
tanımıyla yakından ilgilidir.
Halkbilimi bağımsız bir bilim dalı olarak 19. yy’dan itibaren bilimsel dünyada yer almıştır. Bu dönemde
kültür, daha çok yazılı ve kısmen de sözlü kültür ortamı teknolojisi içinde gerçekleşen öğrenme eyleminin
sonucu olarak beyinde yer alan alanlardı. Halkbiliminin bilim dalı olarak 19. yy sonlarına doğru önem
kazanması sonucunda, E. B. Taylor ile başlayarak bu anlayış bir toplumun bütün hayat tarzı ve üyelerince
öğrenilen unsurların tamamı olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Yani artık kültür, insanın öğrenerek
beyninin içine yerleştirdiklerinin ötesinde, yapıp ettiğimiz her şeyi karşılayacak biçimde kullanılmaya
başlanmıştır. Günümüz sosyal biliminde ise kültür, bir toplumun her türlü kendini ifade edişinin tümü veya
toplam hayat tarzı olarak nitelendirilmektedir. Bunlar davranışlardan veya alışkanlıklardan çok töre, gelenek
– görenek, toplumsal korkular gibi pek çok değişik şekilde kendini gösterir. Aynı şekilde sanat, müzik,
mimari, düşünce, edebiyat gibi ürünler de kültür içinde yer alır. Yani kültür, insanların kişisel özellikleri ve
düşünce dünyası ve yetiştiği ortamın ona kattıklarının yardımıyla şekillenen her türlü maddi ve manevi
ürünler olarak nitelendirilebilir. Bu sebeple de halkbilimi, hem beşeri hem sosyal bir bilim olarak bilimsel
dünyada yer bulmuştur.
1
Tüm bu bilgilerin ışığında halkbilimini şöyle tanımlayabiliriz: “Bir topluluğun geleneksel ve anonim
dünya görüşünü ve bunun dışavurumları olarak kabul edilen, söze, harekete ve nesneye dayalı olarak
tanımlanan her türlü anlamlı formu ve bunların oluşumları, geliştirilip pekiştirilmelerine yönelik iletişim
olaylarının içinde konu edindiği bilim dalıdır.” Ayrıca temelinde insanın davranış ürünlerini de
barındırdığından, halkbilimini davranış bilimi olarak da nitelendirebiliriz.
Halkbilimci ise:
Kültür oluşumu, değişimi süreçlerini nesnel bir gözle değerlendiren;
Bunun için de kültürün ilişkili olduğu bilim dallarından (bildiğimiz bilim dallarının hemen
hemen tümüyle) az veya çok yararlanan;
Bunların kendi aralarındaki etkileşimlerini inceleyen;
Bu özelliği dolayısıyla da kendi sahası başta olmak üzere ilişkili olduğu bilim dallarına da
katkıda bulunabilen kişidir.
Bunlara ek olarak halkbilimcinin branşlarını ikiye ayırmamız mümkündür:
1. Saf ve teorik bilgi üretimi: Mensup olduğu disiplinin prensiplerine göre anlamlı dışavurum
formlarını derleyerek kayıtlara geçirir ve tasnifini yapar. Tasnifini yaptığı malzemeyi kendi içinde
veya kültürler arası çeşitli koşullara göre geliştirilmiş modellerle karşılaştırır, yorumlar, tahlil eder
ve bir senteze ulaşır. Bu şekilde saf ve teorik bilgi üretimi gerçekleşir.
2. Uygulamalı halkbilimi: Halkbilimi çalışmalarında elde edilen bilgilerin; karşılaşılan sosyal,
ekonomik ve teknolojik problemlerin çözülmesine yönelik olarak toplum içinde kullanılmasıdır.
Halkbilimi nasıl bu kadar hızlı gelişebildi?
Halkbilimi; bir ülke veya belirli bir bölge halkına ya da aralarında en az bir ortak unsur bulunan bir
toplumsal grupla ilgili maddi ve manevi alanlardaki kültürel ürünleri, onların gösterimlerini konu edinir.
Bunları kendine özgü yöntemleriyle derler, sınıflandırır ve kuramsal olarak yorumlar. Elde ettiği sonuçları
karşılaşılan sosyal ve toplumsal problemlerin çözümüne yönelik olarak uygular. Belirli bir zaman içinde de
sonuçlarını ilk elden gözlemleme olanağı bulduğundan çalışma prensibi ve sahası itibariyle hızlı bir gelişim
göstermiştir. Yani ilk elden gözlem yapma ve ilk elden uygulama yapabilme olanağı halkbiliminin hızlı
gelişiminde büyük rol oynamıştır diyebiliriz.
Halkbilimi, hemen hemen sosyal ve beşeri bilimlerin hepsiyle ilişkili olup gerektiğinde bu bilimlerin
bulgu ve yöntemlerinden yararlanır, başka ülkelerin halkbilimsel verileriyle koşutluklar kurar,
2
karşılaştırmalar yapar ve bunların kökenine inmeye çalışır. İnsanı bir bütün olarak ele alıp anlamaya çalışır.
Bu şekildeki bir disiplinler ve kültürler arası çalışma sistemi içinde yerel – ulusal – evrensel olmayı
başararak insanlığın ortak kültürünü keşfeder ve ona katkıda bulunur.
I. BÖLÜM
HALKBİLİMİNE İLİŞKİN GENEL BİLGİLERA) Halkbilimi Çalışmalarının Tarihçesi
Halkbilimi / Folkloristik, insan davranışlarını ve geleneklerini çalışarak, objesi olan insanı daha iyi
anlamaya ve onun hakkında daha derin bir bilgiye kavuşmak amacıyla 19. yy başlarında ortaya çıkan
bağımsız bir bilim dalıdır.
Yaygın olarak kabul edilen iki başlangıç tarihi vardır.
1. Grimm Kardeşler’ in Almanya’ da 1912 yılında “Ev ve Çocuk Masalları” adlı sözlü
gelenekten derleyerek oluşturdukları masal kitaplarının yayımlamaları.
2. Bilim dalının adı olarak uluslararası bir kullanıma erişmiş olan folklor “Folk – Lore” (halk –
bilim) teriminin 1846’ da Thoms tarafından Athenaum adlı dergide yayınlanmasıdır. (Folk –
Lore = Volks – Kunde’ nin tercümesi) (“folklor” teriminin zaman içinde anlamı dışında
kullanılması sebebiyle yaygınlaşmış olan “folkloristik” terimi kullanılmaktadır.)
Folklor; bir kültür topluluğunun ortak malıdır, millidir. Milli kültür denilen pek çok unsurdan olaşın
birikimin tarihi gelişim içinde bir milletin çeşitli grupları tarafından farklı ölçülerde yaşanılan verilerinin
varyantlarına ve verileri inceleyen ilme verilen isimdir. Halkın adet, gelenek ve inançlarını, musikisini,
masal ve efsanelerini, oyunlarını, bütün kültür verimlerini inceleyen ve bunlardan sonuçlar ve hükümler
çıkarmaya çalışan bilim kolu, halk bilgisi, halkiyattır.
B) Halkbiliminin Mahiyeti ve Temel Araştırma Alanları
Folklorun köylülerin geleneklerinde yaşayan eski devirlerin kültür kalıntıları olduğu görüşü
günümüzde geçerliliğini kaybetmiştir; çünkü bu sahada yapılan çalışmalar göstermiştir ki zamanın
ihtiyaçlarına göre yeni ürünler meydana gelmektedir ve bu ürünler sadece köylülerin değil, toplumun bütün
sosyal grupları arasında yaşamaktadır. Toplumun sosyal grupları arasındaki farklılıkları göz önüne alacak
olursak çalışılan sahaların farklı olduğu ve her saha için farklı yaklaşımlar kullanılması gerekliliği ortaya
çıkar. Bu sebeple de birbirinden farklı folklor tanımları ortaya çıkmış, her biri folklorun farklı bir özelliğini
kapsamıştır.
Folklorun özellikleri nelerdir? ( Metin merkezli bakış açıları)
3
1. Sözlü Olma: Folklor unsurları kişiler arası sözlü iletişim (yüz yüze iletişim) şekliyle aktarılır
ve bu şekilde nesiller arası iletişim süreci başlar. Buna adetler, törenler, taklit ve gösteriler,
danslar, dramatik oyunlar, saz çalmak, türkü söylemek, hikâye anlatma, ev yapmak, ilaçlar,
tedavi usulleri, yiyecekler, giyecekler ve el sanatları dâhildir.
2. Geleneğe Bağlılık: Gelenekler, folklor ürünlerinin belirli birer şekil içinde kendini devam
ettirmesini sağlar, ayrıca onlara kendilerini belirleyen diğer ayırıcı özellikler de kazandırır.
Gelenekler, ait oldukları insan topluluğunun ihtiyacını karşılamak için, üyelerin gönüllü
katılımıyla oluşurlar. Nesiller değiştikçe, ihtiyaçlar farklılaşır ve gelenekler de değişir.
Sürekli var olmalarının temel nedeni ise, ait oldukları toplumun üyeleriyle uyum içinde
bulunmalarıdır.
3. Çeşitlenme Özelliği: Folklor ürünlerinin dağılımı, yayılımı sözlü geçiş veya sözlü iletişim
ile olur. Anlatımlar, edinimle, öğrenimler ve tecrübeler neredeyse tamamen dil yoluyla
gerçekleştirilir. Ortamı paylaşan kişilerin yetenekleri, durumları, tecrübeleri ise icra edilen
ürünün farklı biçimlerde tekrarına yol açar ve tekrar sırasında eski ürün, yeni unsurlar
kazanabilir veya bazı özelliklerini kaybedebilir. Bu şekilde eski form ve içerikten küçük
değişikliklerle farklılık gösteren yeni ürüne varyasyon, daha büyük değişiklikler gösteren
ürüne ise varyant denir.
4. Anonimlik Özelliği: Anonim, ismi belli olmayan, umuma ait, ortak. Yazanı, söyleyeni,
yapanı belli olmayan anlamına gelir. Folklor ürünlerinin çoğunun ilk yaratıcıları
unutulmuştur. Fakat bu söz konusu ürünün toplumun tamamı tarafından yaratıldığı anlamına
gelmez. Her ürünün ilk yaratıcısı vardır; fakat sözlü anlatım geleneği neticesinde bu bilginin
korunamadığını görürüz. Sözlü geçişlerde her ürün, bulunduğu sözlü iletişim ortamından
kendisine bir şeyler katmış veya çıkarmış olarak yaşar. Halk eserlerinin söyleyeni ile
derleyen – dinleyen arasındaki bağ sözlü olmalıdır. Daha sonradan yazıya geçirilmiş olması
anonim olması gerçeğini değiştirmez. Çünkü ortaya çıkış şekli sözlüdür. Anonim davranışlar
da nesilden nesile sözlü olarak aktarılır. Anonim eserler, muhakkak sözlü olmalı, geleneğe
bağlılık göstermeli (yaşanılan şartlara göre değişiklik gösterebilme, yani zamana uyum
sağlama hakkı saklı olmakla beraber) ve çeşitlenme gösterebilmelidir (aynı unsur,
nesillerarası geçişte değişiklik gösterebilir). İlk söyleyeni unutulmuş olmalıdır
(söyleyenlerinden bir veya birkaçının sivrilmiş olması anonimlik özelliğini değiştirmez).
5. Kalıplaşma Özelliği: Ürünler, türlerine, geleneklerine uygun biçimde kalıplar, anlatım veya
kompozisyon öğeleri yaratırlar. Bunun neticesinde ürünlerin sayısız varyantları meydana
gelse bile, değişmez özellikleri olan kendilerine mahsus kalıpları korudukları sürece
tanınırlar.
4
Halkbiliminin temel sorunları nelerdir / Halkbiliminde cevaplandırılması gereken
sorular nelerdir?
1. Tanım: Folklor nedir? Yani, Folkloru veya içinde yaşadığımız folklor olaylarını nasıl
ve ne şekilde tanımlamamız daha doğrudur?
2. Sınıflandırma: Folklorun türleri nelerdir? Yani, türü nasıl tanımlamamız gerekir ve
hangi bağımlılıklar buna bir ölçü olabilir?
3. Kaynak: Folk / halk / grup / millet kimdir? Yani, bize folkloru veren kaynak kimdir,
folkloru yani halkbilgisini yaratanların özellikleri nelerdir?
4. Köken: Folkloru kim yaratıyor? Yani, folkloru kimler şekillendiriyor, bu nasıl
oluşuyor, bu şekillendirmeyi yapan kişilerin özellikleri nelerdir?
5. Aktarım: Folklorun taşınması, yayılması nasıl oluyor? Yani, Geçişler nasıl meydana
geliyor, hangi faktörle ve kimler bunu sağlıyor, hangi türler bundan etkileniyor?
6. Çeşitlenme: Folklor değişmeleri nasıl ve ne sebeple meydana geliyor? Yani, ürünün
değişmesine, başka bir şekle dönüşmesine veya tamamen ortadan kalkmasına ne –
neler sebep oluyor olabilir, bu durumlarda değişen ve değişmeyen unsurlar nelerdir?
7. Yapı: Folklor formlarını etkileyen unsurlar nedir ve formlar ile içerik arasında nasıl
bir ilişki vardır? Yani, yapı bakımından hangi özellikler taşır, etkin özellikler mi
evrensel özellikler mi ön plandadır, bunların içeriğe katkısı ne ölçüdedir?
8. Anlamı ve Amacı: Folklor, onu taşıyanlar için ne anlama geliyor? Yani, icracının
yüklendiği amaç nedir ve icra yoluyla gerçekleştirdiği etki ve bu etkinin anlamı nedir?
9. İşlev: Folklor, onu kullananların hangi ihtiyaçlarına cevap veriyor? Yani, folklorun,
onu taşıyanlar için ifade ettiği anlam, ne iş gördüğü, neye hizmet ettiği, hangi işlevlere
sahip olduğu. (Böylece, bir folklor unsurunun bir öğesi olarak yer aldığı sosyal
yapıdaki diğer öğelerle birlikte, o yapının çalışmasına olan katkısı, gördüğü iş veya
karşıladığı ihtiyaçlar ortaya çıkarılmış olmaktadır.)
10. Uygulama: Folklorun kullanım ve uygulama alanları neler olabilir? Yani, folklor ile
ne yapılabilir ve elde edilen bilgi hangi alanlarda kullanıldığında yarar sağlar?
Herhangi bir çalışmanın tam anlamıyla çalışılmış olabilmesi için en azından bu soruların
cevaplandırılması bir yeterlilik ölçütüdür. Fakat çoğu zaman bir folklor türü veya bölgesi veya tekniği
üstünde yoğunlaşıldığından herhangi bir çalışmada -genel olarak-bu soruların bir veya ikisi üstünde
durulmaktadır.
C) Pratisyen bir halkbilimcinin sahip olması gereken entelektüel araç ve gereçler nelerdir?
1. Alan Çalışması: Bir halkbilimci alan çalışması yöntem ve tekniklerini iyi bilmeli ve
kullanmalıdır. Konusuyla ilgili teorileri, folklorun edebiyatla ilişkisini, kültürle olan bağını,
5
sözlü geleneğin geçerliliğini kontrol etmesini bilmesi gerekir. Bunun için de sosyal ve beşeri
ilimlerden faydalanabilmeli, bunları sahada uygulayabilmelidir.
2. Terminoloji: Halkbilimci, araştırmalarında düşüncelerini ifade etmek ve başkalarının
araştırmalarını takip edebilmek için uluslararası halkbilimi terminolojisini ve bunun yanı sıra
ulusal halkbilimi terminolojisini bilmek zorundadır.
3. Halkbilimi Çalışmaları Tarihi: Halkbilimci alanındaki gelişmelerin, dünyadaki folklor
araştırmalarının tarihini, gelişme devrelerini belli başlı kuramları ve bunların temel
paradigmaları arasındaki farklılıkları bilip öğrenmelidir. Herhangi bir yöntem veya kuramın
tek yönlü taraftarlığını yapmaksızın bilmeli ve yorumlayabilmelidir. Çünkü bunları bilmeden
yapılan çalışmaları yorumlama ve tenkid konusunda zorlanacaktır.
4. Arşivleri Kullanma Becerisi: Daha önce yapılan derlemelerin yanı sıra yapılacak alan
araştırmalarıyla derlenecek malzemenin dökümü, görüntü ve ses kayıtları arşivde saklanır.
Eğer arşiv malzemesi iyi düzenlenmezse araştırmacıların kullanması güçleşir. Bu nedenle
hem arşivler iyi düzenlenmiş olmalı hem de halkbilimciler arşivleri kullanmasını bilmelidir.
5. Halk Kültürü Müzesi Kullanımı: Derlenen maddi kültür unsurlarının toplandığı,
sergilendiği ve bazı folklor olaylarının değişik gayelerle icra edildiği yerlerdir. Bu özellikler
dolayısıyla arşivlerin tamamlayıcısı durumundadırlar. Halkbilimci, maddi kültür unsurlarıyla
ilgi kurması gereken durumlarda ve gerekirse uygulamalı halkbilimi çalışmaları bakımından
araştırmalarını değerlendirebilmesi için halk kültürü müzelerinden nasıl yararlanabileceğini
bilmelidir.
6. Yazılı ve Basılı Kaynakları Kullanma Teknikleri: Bu tür malzemelerden yararlanırken,
son derece dikkatli olmalı ve malzemesinin geçerliliğini bir tarihçi yaklaşımıyla
denetleyebilmelidir. Böylece, çeşitli yazılı ve basılı kaynaklar içinde halk geleneklerini
bulma gibi zor bir sorunun üstesinden gelmesi kolaylaşır.
7. Kaynakça Yöntemleri Bilgisi: Bibliyografya eserleri halkbilimcinin uzmanlaştığı alana
yönelik çalışmalar dışında dünyanın diğer yerlerindeki çalışmalarla da ilgili olabilir.
Halkbilimci çalışacağı konuya ön hazırlık olarak taslak çalışması esnasında kendisinden önce
o konuda ne tür çalışmalar yapıldığını görme imkanına sahip olur ve kendisindeki eksikleri
tamamlama, tespit ettiği yanlışları düzenlemeye yönelik bir plan hazırlayabilir.
8. Folklor İndekslerinin Kullanımı: Eldeki malzemenin tanınması ve tasnifi için indeks
kullanımı iyi öğrenilmelidir. Bu konuda Thompson’ un 6 ciltlik “Motif Index of Folk
Literature” ve Aarne – Thompson’ un “The Types of the Folktale” adlı eserleri en önemli
olanlarıdır.
6
9. Uluslararası Mesleki İletişim: Bu alandaki çalışmaların uluslararası düzeyde oluşu,
halkbilimcinin uluslar arası tecrübeye sahip olmasını da sağlar. En yerel bir halkbilimi
malzemesinin izi en sonunda kişiyi tüm dünyaya yöneltecek ve kişinin karşılaştığı sorunlarla
ilgili belki başka kıtalarda daha fazla delille karşılaştıracaktır. Bu nedenle halkbilimci,
yeryüzündeki diğer halkbilimi topluluklarıyla çeşitli bağlantılar kurmayı ihmal etmemelidir.
D) Ulusal halkbilimi kuramları ve bazı ülkelerdeki uygulamalar:
Karşılaştırmalı veya kültürlerarası yaklaşımlar, halk kültürünün birçok ülkedeki birlik ve
benzerliğini vurgularken, ulusal yaklaşımlarda dikkat, bir ülke üzerindeki folklor geleneklerinin ayırt edici
özelliklerinde toplanmıştır. Ulusal kuram doğrultusunda çalışan bir halk kültürü uzmanı veya halkbilimci,
bir atasözünde milletinin duygusal, düşünsel, sezgilerinin damgasını görürken, karşılaştırmalı kuramları
kullanan bur halkbilimciyse, bu deyimin bir düzine dilde yer aldığını belirtir ve çalışmalarını onlar üzerinde
yoğunlaştırır.
Halk kültürüne duyulan ilgiyle, ulusal ruhun uyanması çoğunlukla birlikte olmuştur. Finlandiya ve
İrlanda gibi küçük ülkeler, kültürel bağımsızlıklarını, kendi asıl dillerini canlandırarak, bu dillerde aktarılan
destanlarını, efsanelerini ve eskiyi anlatan öyküleri bıkıp usanmadan toplayarak ortaya koymuşlardır.
Bu bağlamda halkbilimi, bir bakıma 19.ve 20.yy da Avrupa’ nın genel sosyal şartlarına bağımlı
olarak kurulmuştur ve halkbiliminin belirli dönemlerinde meydana gelen gelişmeler yine sosyal hayatta
ortaya çıkmıştır esaslı değişiklikleri yansıtmaktadır.
Halkbiliminin 19. yy başlarında bağımsız bir bilimsel disiplin olarak ortaya çıkışı dönemin yaygın
felsefi akımı olan romantizm ve yine ondan esinlenilmiş siyasi bir akım olarak yükselen romantik
milliyetçilikle yakından ilgilidir. O dönemde romantizmin en yaygın olarak kullanılan kavramı halk zihni
veya milli ruhtur. Ve ulusal birliğin varlığını çağrıştırıp derlenip toplanmasının gerekliliğini
vurgulamaktadır. Bu yönüyle, yani milli ruhun ortaya konulması bakımından da hemen hemen bütün sosyal
ve beşeri disiplinlerin araştırmalarını yönlendirici bir özellik kazanmıştır.
Burada ayrımına varılması gereken şey ise, romantizmin duyguya, klasisizmin ise akla hitab
ettiğidir. Klasisizimde toplumlararası aynı estetik anlayış varken, bu romantizmde değişebilir ve burada işin
içine bireysellik girer. Örneğin kişi kendini başka bir kültürden farklı görüyorsa bu romantizmdir ve
kültürünün içeriğini ve özeliklerini araştırarak bunları tespit eder. Yani, toplumun ruhunun topluma ait olan
eserlerden tespit edildiğini savunur. Herder, romantik görüşün etkisinde kalarak bu metodu Alman
Edebiyatı’ na uygulamıştır. “Ortak ulusal ruh” kavramını ortaya atarak derlemeler yapmış, türkü ve
masalları derlemiştir, bu konuda bir adım öteye giderek, türkülerin sadece sözlerini değil müziklerini de
derlemiştir ve böylece halk müziği önem kazanmıştır. Türkülerin sözleriyle beraber müziklerini
derlemesinin sebebini, anonim eserin, meydana geldiği ortam/şartlar, eseri anlatan kişi/sanatkar ve eseri
dinleyenlerce oluşturulduğunu düşünmesidir. Bu teori sonradan “performans teori” adını alacaktır.
7
Örneğin, Almanlar üzerinden devam edersek, meşhur halk şarkıları olan Nibelungen’ deki Roma
baskısından kurtulmalarını anlatan epik tarafları kutsal miras olarak görmüşler, onlarda tarihi geçmişlerini
bulmuşlardır. Hâlbuki klasik metinde bu tarz bir uyum yoktur. Bu bakımdan Herder’ in çalışmalarını halk
biliminin bağımsızlığı konusundaki ilk adımlar olarak görebiliriz. Sadece metinleri derlememiş, onlarla
ilgili görüşler ve açıklayabilmek için yöntemler ortaya koymuştur. Hareket noktası ulusal teoridir. Metinler
incelenirse, ortak Alman ruhunun bulunabileceğini savunmaktadır. Yani bizim şu anda Alman
örneğimizdeki gibi, eğer bir toplum kendi özelliklerini kaybederek bu noktaya gelirse bu dönemlerde halk
metinlerine dönülmelidir. Çünkü kaybedilenler oradadır (Biz de milli mücadele döneminde aynı şeyi
yaparak “milli edebiyat” ı oluşturmuşuzdur). Bunun etkisi o kadar geniş oluyor ki insanlar derlemeler
yapmaya başlıyor. İşte, hepimizin bildiği Alman Grimm Kardeşler bu derlemeleri yapanların en
önemlilerinden, derledikleri masallar üzerine araştırmalar yapıp teoriler üretiyorlar. Sadece masallar değil,
çeşitli konular üzerinde araştırmalar yaparak halk eserlerindeki milli ruhu arıyorlar. Çünkü bu eserler bir
kişinin değil halkın ürünü. Halktan topladıklarını düzenleyerek yayımlıyorlar, fakat bu teknik yanlış
bulunuyor çünkü doğrusu halktan toplanan verinin, yanlış bir söyleniş veya aktarım olduğu düşünülse bile
ona dokunulmaması yanlış da doğru da halkın mirası ve yaptıkları bu müdahale yüzünden eleştiri alıyorlar.
Bu dönemde çok yoğun olarak başlayan sözlü kültür ürünlerinin yoğun olarak derlenip
değerlendirilişinde temel amaç her araştırmacının mensup olduğu milletin milli ruhunun zenginliğini ortaya
çıkarmaya yönelik olduğunu görürüz.
İdealist romantik felsefeye göre, dünya tarihi başarılı milli kültürlerle vardır ve bir anlam taşır, bu
şekilde meydana getirilen doktrine göre her milletin milli ruhu uzun bir süreç sonunda kendi kendini
geliştirir ve hakim güç olarak bunu tüm insanlığa aktarıp mal eder. Almanların ideali, en büyük sıkıntıları
olan ulusal birliklerini sağlayıp, Fransız ve İngilizler gibi sömürge sahibi olmaktı. Bu sebeple de köklerine
inme ihtiyacı hissettiler ve diğer sosyal ve beşeri bilimleri de bu tarih felsefesi tezini doğrulayacak malzeme
arayışına ve bulunanların da bu doğrultuda yorumlanışına gitmişlerdi. (milli ruh – dünyanın hakim gücü
olmak.) Bu dönemde ortaya önce mukayeseli filoloji ve Hint-Avrupa Filolojisi okulu çıkmıştır. Bunların
amacı dilbilimsel olgulardan hareketle Avrupalı ve Asyalı bazı milletlerin akrabalığını oluşturmaktır. Buna
göre aralarına dilbilimsel olarak benzerlikler bulunan bu milletler ortak bir atadan gelmiştir ve bir dil ailesi
oluşturmaktadırlar. Bu ortamda dilbilimi oldukça gelişerek halkbilimi çalışmalarında geliştirilen kuramları
da doğrudan etkilemiştir.
Fakat bir yandan, Almanya’ nın özlediği güce sahip olan İngiltere ve Fransa’ da geliştirilen diğer
erken dönem halkbilimi ve antropoloji kuramları alman kuramlarına şiddetle karşı çıkıp eleştirmişlerdir.
Bunun sebebinin kendi liglerine Almanları sokmak istememeleri olduğu gayet açıktır. Bu milletler sömürge
anlayışlarını şu şekilde haklı gösteriyorlardı; onlara göre sömürgecilik ilkel kültüre sahip ilkel halklara
yardım etmek ve onların gelişim süreçlerini hızlandırmak adı altında yapılan bir çeşit sosyo-kültürel evrim
süreciydi, yani sömürgecilik bir tür sosyal araç olarak gösteriliyordu. Bu tür baskıcı ve sömürgeci ortam
8
halkbiliminin doğuşuna zemin hazırlamıştır. Aynı dönemlerde, farklı bölgelerde vurgulamada farklılıklar
olsa da yaygın halk alışkanlıklarına duyulan ilgi ile milliyetçilik duygusu arasındaki bağ pek çok ülkede
tutarlılık göstermektedir. Bu sebeple kültürler arası kuramların yanı sıra ülkeden ülkeye değişen ve ülke
ihtiyaçlarına göre şekillenen ulusal kuramlar ve yapılanışlar da mevcuttur.
E) Türkiye’ de Halkbilimi Çalışmaları
a) Türk Halkbilimi Çalışmalarının Tarihçesi:
Türkiye’de folklor çalışmaları 20. yy başlarında başlamıştır. Bu durumun, aynı dönemde gelişmeye
ve yayılmaya başlayan Türkçülük hareketi ile bağı oldukça önemlidir. Türkiye’ de Türk kültürünü ortaya
çıkarmak amacıyla kurulan ilk dernek “Türk Derneği” adını taşır ve amacını geniş kitlelerle paylaşmak için
Türk Derneği Mecmuası”nı çıkarır. Dergi vasıtasıyla, okuyucularından bulundukları çevrede halk dilinden
söz derlenmesini, Türklerin söylediği eski türkülerin, atasözlerinin, hikayelerin toplanmasını ve yazılmasını,
genel ahlak, adetler, tarih, söylenceler ve halk tıbbı ile ilgili bilgilerin kaydedilmesini ister. Bu derneği
takiben Türk yurdu ve Türk Ocağı dernekleri kurulur, daha sonra bunlar birleşerek “Türk Ocağı” adını alır,
yayın organları da “Türk Yurdu Mecmuası”dır. Selanik’ te yayınlanan Genç Kalemler Mecmuası da
Türkçülük hareketiyle ilgili faaliyet gösterir.
Ziya Gökalp 1912’den itibaren Türkçülük hareketinin teorisyeni haline gelir ve Herder gibi milli
kültürün ortaya çıkarılması için halk hayatına gidilmesi gerekliliğini savunur. Bu amaçla arkadaşlarıyla
beraber halka doğru adlı dergiyi çıkarır. Dilimizde, folklordan söz eden ilk yazı Gökalp tarafından bu
dergide yayımlanmıştır. Bahsi geçen yazıda folkloru tanımlayarak bu terimin karşılığı olarak “halkiyat”ı
kullanır. Bu çalışmayı M. F. Köprülü’nün İkdam gazetesindeki yazısı takip eder, Köprülü makalesinde
folklorun Batı’daki geçmişi ve gelişimini anlatarak bu bilimin Türkiye’ de tanınmayışından bahseder
aydınların dikkatini çekmeye çalışır. Bu yazı bizde folklor teriminin açık açık kullanıldığı ilk çalışmadır. Bu
çalışmayı Rıza Tevfik Bölükbaşı’ nın Peyam gazetesinde yayınlanan yazısı takip eder, Bölükbaşı yazısında
folklor kelimesinin etimolojisini ve çalışma sahasını anlatır. Köprülü’nün İkdam gazetesinde yayınladığı
“Destanlarımız” adlı başka bir makalesinde Türkçülük hareketine bağlı başka bir dernek olan Türk Bilgi
Derneği’nin Türkiyat şubesinin destan derlemeye yönelik faaliyetleri anlatılır ve bu çalışma bilindiği
kadarıyla bir organizasyon olarak ilk yerli folklor derleme faaliyetidir.
1920’ye kadarki bu dönemde halkbilimi çalışmaları birkaç derleme faaliyetinin ötesine pek
geçememiştir. 1920’de Hars Dairesi’ nin kurulmasıyla öncelikle öğretmenlerle ilişkiye geçilerek yurdun
dört tarafından Türk folklor ürünleri tespit edilerek derlenir ve kaydedilmeye başlanır. Bu faaliyet 1924’e
kadar çeşitli dergilerdeki yazılarla tanıtılmaya ve teşvik edilmeye çalışılır.
1924’ te İstanbul Üniversitesi’ne bağlı olarak kurulan Türkiyat Enstitüsü bu yolda önemli bir
adımdır. Aynı yıl Ankara’ da açılan Musiki Muallim Mektebi ve öncesinde açılmış olan İstanbul Belediye
9
Konservatuarı, Anadolu’dan Türk halk türküleri ve oyun havalarının derlenmesi çalışmaları yapar ve
derlenenler notalarıyla birlikte daha sonraki yıllarda yayımlanır.
Ankara’da 1925’te kurulan Etnografya Müzesi sayesinde Türklerin kullandığı etnografik
malzemelerden örnekler toplanmaya ve sergilenmeye başlanır.
1927’de ilk Türk folklor derneği olan Anadolu Halk Bilgisi Derneği Ankara’da kurulur. Adı sonraki
sene Türk Halk Bilgisi Derneği olarak değiştirilir. Dernek, folklor meraklılarına konuyla ilgili bilgi ve
açıklamalar içeren halk bilgisi toplayıcılarına rehber adlı kılavuzu yayınlar ikinci olarak da halk bilgisi
mecmuasını çıkarır. İlk sayıdan sonra bu dergi kapanır ve yerine sonraki sene halk bilgisi haberleri adlı
aylık dergi çıkarılmaya başlanır, bu dergi de 1932’de kapanır.
1930 yılından sonra TDK ve TTK’nın kurulmasıyla dolaylı da olsa folklor çalışmalarına katkıda
bulunduklarını görmekteyiz. Özellikle TDK’nin tarama ve derleme sözlükleri büyük öneme sahiptir.
Atatürk’ ün emriyle 1932’de Türk Ocakları yerine kurulan Halk Evleri Derneği, Türk kültürünü
geliştirme yayma programına folkloru de dahil etmiştir. Dernek mensupları mahalli olarak çıkardıkları ve 50
civarındaki dergide derlemelerini yayınlarlar ayrıca dergi meraklılara yol-yöntem göstermek için kılavuzlar
da yayınlar.
Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde 1938 de P.Naili
Boratav tarafından “Folklor ve Halk Edebiyatı” adlı bağımsız bir folklor dersi açılır ve bunu diğerleri takip
eder, burada bir Türk halkbilimi arşivi kurulur. Bundan önce folklorla ilgili dersler sadece İstanbul
Üniversitesi’nde Köprülü tarafından verilmekteydi. Fakat Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ndeki bu ders, 1948
yılında ideolojik sebeplerle kapatılır. Bundan önce de 1946 yılında Köprülü’ nün siyasete atılmasıyla
İstanbul Üniversitesi’ndeki çalışmalar da yavaşlayıp durur. Bu gelişmeler, halkbilimi çalışmalarının 1960’
ların sonuna kadar halkbilimi çalışmalarının olumsuz etkilenmesine sebep olur.
Daha sonraları yetişen, üçüncü kuşak akademik halkbilimciler, Türk halkbilimi çalışmalarını
yeniden organize ederler ve dersler gittikçe genişleyen programlar içinde verilmeye başlar. Folklor
çalışmalarının duraksadığı dönemde, İhsan Hınçer’ in çıkardığı “Türk Folklor Araştırmaları” dergisi
1949’dan 1980’e kadar yayınlanarak, Türk halkbilimin çalışmalarının yavaş da olsa devamını sağlaması
bakımından oldukça önemlidir.
Ankara da 1961 de kurulan ve şükrü elçin’ in idaresinde hizmet veren Türk Kültürünü Araştırma
Enstitüsü ve Türk Kültürü Dergisi, kuruluşundan günümüze kadar yayınını sürdürmesiyle önemli bir yere
sahiptir.
1966’da kurulan Milli Folklor Araştırma Enstitüsü, zaman içinde birtakım değişikliklere uğramış
olmakla beraber, günümüzde, Kültür Bakanlığı’ na bağlı olarak Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme
Genel Müdürlüğü adıyla faaliyet göstermektedir. Bu kurumun en önemli çalışmaları arasında Türk Folklor
ve Etnografya Bibliyografyası (dört cilt) önemli bir yere sahiptir. Ayrıca Cahit Öztelli tarafından kurulan ve
P.N. Boratav adlı ihtisas kitaplığı Türk halkbilimi çalışmalarının en iyi koleksiyonlara sahip ihtisas kitaplığı
10
konumundadır. HAGEM’ in 1975’ten bugüne dek her beş yılda bir yaptığı Uluslararası Türk Folklor
Kongresi, sistematik olarak yaptığı derleme, arşivleme ve yayın faaliyetleri önemli çalışmalardır.
1980 sonrası Prof. Dr. Dursun Yıldırım’ın YÖK’ e sunduğu raporun ilgili makamlarca
değerlendirilmesi sonucu, YÖK tarafından üniversitelerimizin bünyesinde lisans diplomasına yönelik
bağımsız programları bulunan Halkbilimi A.B.D. açılmasına karar verilmiştir.
b) Türk Halkbilimi Çalışmalarının Kadrosu:
Halkbiliminin içerdiği ya da içermesi gerektiği konuların eksiksiz, yeterli ve herkesin üstünde
çalışabileceği bir şemasını çizmek oldukça zordur. Sedat Veyis Örnek’in çalışmasına yapılan eklerle
oluşturulan ana kollar şunlardır:
1) Köy, Kasaba ve Kent Yaşamı (monografiler)
2) Yerleşim – Yerleşim Türleri
3) Barınak – Konut (halk mimarisi)
4) Aydınlanma, Isınma
5) Taşıtlar – Taşıma Teknikleri
6) Ekonomi Türleri
7) Halk Ekonomisi
8) Beslenme – Mutfak – Kiler
9) Ölçme, Tartma, Hesaplama Birimleri; Zaman ve Mesafe Kavramları
10) Halk Sanatları ve Zanaatları
11) Giyim, Kuşam, Süs
12) Halk Bilgisi
13) Halk İnançları, Töreler, Adetler, Gelenekler, Görenekler
14) Geçiş Dönemleri
15) Bayramlar – Karşılamalar – Uğurlamalar
16) Kalıp Hareketler, Kalıp Sözler ve Sesler
17) Dernekler, Kuruluşlar, Dayanışma ve Yardımlaşma
18) Dinsel – Büyüsel İçerikli İnançlar, İşlemler
19) Halk Edebiyatı
20) Halk Tiyatrosu (geleneksel tiyatro)
21) Halk Oyunları (danslar)
22) Halk Müziği ve Müzik Araçları
23) Çocuk Oyunları ve Oyuncakları
24) Halk Eğlenceleri, Sporlar
25) Adlar
26) Uygulamalı Halkbilimi
11
II. BÖLÜM
HALKBİLİMİ ALAN ARAŞTIRMASI YÖNTEMLERİA) Halkbiliminde Alan Araştırması Kavramı ve Önemi
Tespit edilen araştırma konusuyla ilgili halk kültürü unsurları hakkında bilgi almak için söz konusu
unsurların yaşadığı topluluğa gidilerek çalışmalarda bulunulmasına “alan araştırması” denir.
Kaynak kişi, bilgisine müracaat edilen, gerçek ve yaşayan kişidir.
Alan araştırmacısı, diğer insanlara varlığını ve aralarında buluşun nedenini açıklayıp onların
güvenini kazanmak ve onlar tarafından kabul edilebilir bir ilişki kurmanın yolunu bulmak zorundadır.
Alan araştırması, planlama, derleme ve değerlendirme safhalarından oluşur.
Planlama: Alan araştırmacısının ne yapmak istediğini ve bunu niçin yapmak istediğini ve
gerçekleştirmek istediği için hangi kaynaklara ihtiyaç duyduğunu, bunları nasıl elde edebileceğini ve aynı
konuda daha önce hangi araştırmaların yapılmış olduğunu dikkate almasıdır.
İkinci kısmı oluşturan derlemede, kullanılan bilgi derleme yöntemleri, “gözlem (müşahade) yoluyla
derleme metotları” ve “görüşme (mülakat) yoluyla derleme metotları olarak ikiye ayrılır. Metot ve teori
bilgisinin yanı sıra derlemecide bulunması gereken kişisel özellikler şunlardır:
- Derlemecinin önyargılarla hareket edecek bir kişiliği bulunmamalıdır.
- Derlemei dikkatli ve duygularını işinden ayırarak tarafsız olarak gözlem yapabilme
yeteneğine sahip olmalıdır.
- Derlemeci, her türlü sosyal kesimden insanların psikolojisini kavrayarak, konuşturabilme,
söyletebilme yeteneğine sahip olmalıdır.
- Derlemeci ya halk içine karışmaktan zevk alan, halkı seven bir kişiliğe sahip olmalı ya da bu
eksikliğini örtebilecek kadar rol yapma yeteneğini geliştirebilmelidir.
Halkbilimcinin malzemesi, halk kültürü veya folklor olduğu için, bu alanda yapılacak bir çalışma
öncelikle malzeme derleyerek başlar. Alan araştırması, kendine has kurallar ve yöntemler içinde, analitik bir
tahlile tabi tutulacak malzemenin elde edilmesidir. Böylece derlenmiş olan malzeme, analitik modellerden
herhangi biri veya birkaçıyla analiz edilebilir veya değerlendirilebilir.
Halkbilimi çalışması iki kısımdan oluşur:
- Sözlü ve yazılı (görüntülü, maddi kültürel, hareket ve sese dayalı unsurları içeren anlamda)
kaynaklardan malzemenin kaydedilip, derlenip toplanmasıdır.
- Bu malzemenin tamamı veya bir kısmının genel geçerliliği olan veya olduğu düşünülen
model ve kavramlar doğrultusunda bilimsel olarak değerlendirilmesidir.
12
B) Derlemenin Planlama ve Hazırlık Safhası
a) Araştırma Konusunun Tespiti, Analizi ve Derleme Planlama
1) Konu seçilmeli.
2) Konu hakkında ön araştırma yapılarak konu sınırlandırılmalı.
3) Araştırma konusuna dair bir ön rapor hazırlanmalı bu rapor araştırmanın amacını
açıkça ifade etmeli.
4) Bu rapor araştırmanın amacını bir veya birkaç cümle ile ifade edilen ve test edilmeye
yönelik olarak ucu açık bir şekilde bir hipotez (ispatlanmamış bilimsel öneri) ve
varsayım haline dönüştürülmüş şeklini içermelidir.
5) Hipotezin, denetleme maksatlı ön testinin nasıl yapılabileceği belirlenmelidir.
6) Araştırmanın amacını gerçekleştirmek için uygun olan yöntemler belirlenmelidir.
7) Çalışma safhalara ayırılmalıdır.
8) Çalışmayı gerçekleştirmek için bir taslak plan hazırlanmalıdır.
9) Gerekli araç gereç ve diğer hazırlıklar tamamlanıp alan araştırması safhasına
başlanmalıdır.
10) Alan araştırmasından elde edilen malzeme geliştirilmiş veya geliştirilecek araştırma
modellerine göre tahlil edilip yine mevcut veya geliştirilecek kuramsal çerçeve içinde
ve nedensellik ilişkisine dayalı olarak yorumlanmalı ve bir sonuca ulaşılmalıdır.
11) Ulaşılan sonuçlar yetersizse, en baştan itibaren yeniden çalışılmalıdır.
12) Ulaşılan sonuçlar yeterliyse bilimsel etiğe uygun bir biçimde kaydedilip planlanan
şekilde bilimsel eleştiriye açmak üzere duyurulup yayınlanabilir.
Araştırmanın planlanmasının birinci adımı, araştırma probleminin formülleştirilmesi, ikincisi ise
araştırmanın temel elementleri ve problemin çözümüne yönelik sıralanışlarıdır. Bunlar araştırma ön
raporuna dönüşür, içermesi gereken temel bilgiler şunlardır:
1) Araştırma projesinin temel düşüncesi
2) Böyle bir projeye neden gerek var?
3) Araştırma projesiyle ilgili olarak yapılmış olan çalışmalar nelerdir?
4) Araştırma projesi çeşitli bakımlardan gerçekleştirilebilir düzeyde mi?
5) Araştırma problemi, tek başına bir proje midir yoksa daha geniş bir yapı gösteren,
çeşitli problemler içeren çoğul bir yapıda mıdır?
6) Problem nasıl çözülecektir?
7) Proje ne kadar bir sürede tamamlanacaktır?
8) Proje kaça mal olacaktır ve buna değecek midir?
13
Araştırma planlaması yapıldıktan sonra araştırma amacı şu şekillerden birinde ifade edilir:
1) Seçilmiş konunun veya alanın betimlenip tanımlanması: çoğu zaman hipoteze
yakındır veya doğrudan ona göndermede bulunur, çeşitli biçimlerde ifade
edilebilir.
2) Seçilmiş konunun veya alanın arasında ilişki olduğu belirlenen başka alan veya
konu ile ilişkisinin test ve tahlili. Bir element veya varyantlarının, bir şekilde
ilişkili olduğu düşünülen diğer malzemelerle mevcut ilişkisinin test ve tahlil edilip
belirlenmesi.
3) Seçilen olgu veya olayın yapısı, işlevi, nedeni, tesirinin araştırılıp tespit edilmesi
4) Belirli bir olayın, olayların eğilimlerin veya kültürel özelliklerin belirli icra ve
gelişim safhalarının araştırılıp incelenmesi mevcudun denetlenmesi: daha önceki
biçimde bağımsız çeşitlemeleri problemleştirirken, bu biçim belirli bir yapı ve
ona bağımlı olan bir başkası üzerinde yoğunlaşır.
5) Kompleks veya karmaşık araştırma dizaynıysa, daha önce sıralanan dört araştırma
paradigmasının en az iki veya birkaçı yahut tamamını birleştiren
kombinasyonlarla oluşturulur.
Bundan hareketle daha kısa, belirgin ve test edilebilir durumdaki hipotezlere dönüştürülerek, amaçlar
ve daha da açık ve nesnellik bakımından denetlenebilir hale getirilmelidir.
Hipotezlerin, araştırma amacı veya problemle doğrudan ilgili olması, gerçekçi ve akılcı olması,
denetlenebilir, ölçülebilir olması, çok açık ve net bir biçimde ifade edilmiş olması bakımlarından gözden
geçirilip denetlenmesi gereklidir. Denetleme sürecinde araştırma konusu veya amacının şunlara göre ele
alınması mümkündür:
1) Araştırılacak konu veya amaç bir icra ile ilgiliyse kim, ne, ne zaman, hangi şartlar
altında diziliş bütünüyle denetlenmelidir.
2) Eğer çalışılacak konu veya amaç zihinsel üretim süreçleriyle ilgiliyse kim, ne, ne
zaman, hangi şartlar altında diziliş bütünüyle denetlenmelidir.
14
3) Araştırılacak konu veya amaç etkileşim ve değişme ile ilgiliyse, kim / ne, ne zaman,
kimden / neden ve hangi şartlar altında, diziliş bütünü içinde denetlenebilir.
METİN MERKEZLİ HALKBİLİMİ KURAMLARI
A) Tarihi – Coğrafi Fin Okulu
1) Tarihi – Coğrafi Fin Okulunun Tarihçesi ve Temel Eserleri
Tarihi – Coğrafi Fin Okulu’nun tarihçesi, halkbiliminin Finlandiya başta olmak üzere İskandinav
ülkelerindeki geçmişi ve gelişme çizgisiyle yakından ilişkilidir. Farklı amaçlarla da başlamış olsa,
İskandinavya’ da, materyal derleme anlamında, halkbilimi faaliyetlerinin uzun bir geçmişi vardır. İsveç
Kralı’ nın emriyle 1632’ de papazlara bugün folklor olarak adlandırılan malzemeyi toplamaları için emir
verilmesiyle başlar ve 1830’ larda sonra Herder ve Grimm Kardeşlerin çalışmalarının etkisiyle daha
istikrarlı bir yapıya kavuşur ve halkbilimi çalışmalarına dönüşür. Bu anlamda, çağdaş İsveç halkbilimi
çalışmalarının başlatıcısı olan Cavallius gerek derlediği malzeme gerekse yaptığı yayınlarla diğer
İskandinav ülkelerindeki örnekleri takip eder. Sydow da yayınladığı makaleleriyle hala halkbilimi kuramları
tarihinde etkin ve son derece önemli bir yere sahiptir.
Diğer yandan Danimarkalı Grundtving de Ossiancılık izinde “Eski Danimarka Baladları” adlı 10
ciltlik çalışmasını yayınlayarak hayatı boyunca onları toplamayı sürdürür. Bunu daha sonra A.B.D.’ de
“Yaygın İngiliz ve İskoç Baladları” adlı çalışmaya (Child) model teşkil edecektir. Grundtving’ in izinden
gidenler arasında Kristiensen ve Olrik de önemli yere sahiptir.
Norveç’ te ise, Herder’ in etkisiyle “Norveç, Norveçlilerindir” ilkesiyle hareket eden Moltke ve
Asbjörgen, 1840’ larda uluslarının ortak ruhunu ortaya koymak amacıyla “Norveç Masalları”nı
yayınlamışlardır. Moltke’ nin oğlu da akademik bir halkbilimci olarak babasının çalışmalarını sürdürmüştür.
Finlandiya’da ise halkbilimi çalışmaları Norveç’ e benzemekle birlikte İsveç’ten farklı bir görünüş
arz eder. Finlandiya, 12. yy’ da İsveç tarafından işgal edilerek bağımsızlığını kaybeder ve 1908’ den sonra
da İsveçlilerin yerini Ruslar alır. Finlandiya bağımsızlığına ancak 1918’de kavuşur. İsveç, işgali süresince,
Fin kültürünün bağımsızlığını ortadan kaldırmak için devamlı çaba harcamıştır. Ancak, Fince’nin yaşaması
ve gelişmesi için ilk çalışmalar, 16.yy’da reformcu din adamlarınca başlatılır ve rahipler İncil’ in Latince
olmasına karşı çıkarlar. Bunlardan biri olan Agricola adlı rahip, Fince’ nin alfabesini oluşturarak bazı dini
eserleri Fince’ ye tercüme eder. Fin Kilisesi de, tabi oldukları İsveç kralının emriyle 17. yy yarılarında
folklor malzemesi derlemeye başlayan İsveç Kilisesi karşısında kültürel bağımsızlığını koruyabilmek için
benzer derleme faaliyetlerine girişir. Ancak Finliler arasında asıl milliyetçilik ve ona bağlı olarak
bağımsızlık hareketlerinin gelişmesi Herder’ in işaret ettiği yönde Fin aydınlarının Fin halk kültürünü
derlemek suretiyle yaptıkları halkbilimi çalışmalarının sonucudur. Bu doğrultuda, Herder’ in
düşüncelerinden etkilenen iki üniversite öğrencisi 1814’ te sistematik derleme faaliyetlerine girişirler. Bunu
15
takip eden E. Lönnrot, Kalevala adlı epik destan parçalarını derler ve onları Grimmlerin masallarda yaptığı
gibi işleyip birleştirerek 1835’ te bir bütün halinde yayınlar. Bu Finlere bir ulus duygusu vermek yolunda
ortaya çıkarılan bir epik destan olma sınırlarını aşarak ve Fin yazı dilinin, müziğinin, tarihinin kaynağı ve
Fin milliyetçilerinin bağımsızlık bayrağı haline dönüşür ve onlar için adeta kutsal bir metin olur. Özetle
Finler bağımsız bir kültürleri ve tarihleri olduğuna Kalevala ile inanmışlar ve Kalevala Finlandiya’ da
bağımsızlık sembolü olmuştur. Halkta ulus bilincini uyandırarak ulusal bağımsızlık ve özgürlük çabaları
sağlam bir teme üstüne oturmuştur. Bu yönü ve işlevselliğiyle daha sonraları sözlü kültür geleneği
metinlerini değişik toplulukların devletleşme ve milletleşme sürecinde son derece işlevsel bir enstrüman
olarak kullanımının ilk ve en başarılı örneklerindendir.
Finli halkbilimciler tarafından sistemleştirilip yaygın olarak kullanılması sebebiyle “tarihi – coğrafi
fin metodu” bu sürecin bir ürünüdür Halkbiliminde masalların varyant ve versiyonlarını derleyip sistematik
bir biçimde sıralayarak çalışılması İskandinav ülkelerinde kökleri Gruntving’ in çalışmalarına kadar giden
bir araştırma çizgisidir. Bunların belli prensipler etrafında toplanılarak başlı başına bir okul olarak
adlandırılması daha sonraları oluşmuştur. Bu okulun kurucusu Krohn’ dur. Ölümüyle yarım kalan
çalışmaları oğlu sürdürmüştür. J. Krohn’ un hazırladığı “Kalevala’ nın Kaynakları” adlı çalışmasında bu
yönteme dair düşünce ve uygulamalarını şöyle ifade etmektedir: “bir şarkının kaynakları hakkında herhangi
bir sonuca varmadan önce, ben onun varyantlarını coğrafik ve kronolojik bir sıraya koyuyorum ve sadece bu
yolla orijinal olanı ona daha sonra eklenenlerden ayırabiliyorum.” Bir yandan ele alınan folklor metnini
popülerliğini göstermesi bakımından varyantların önemini vurgulamış diğer yandan da Kalevala’ nın
derlendiği kaynak kişileri göstermiştir. Derlenmiş olan varyantları muhtevalarına göre organize etmiş
olması ve derlendikleri yerlere göre sıralanması da önemlidir.
a) Alex Olrik’ in Epik Kanunlar Teorisi
Danimarkalı halkbilimci, yayınladığı pek çok çalışma içinde yer alan “Halk Anlatılarının Epik
Yasaları” adlı çalışmasında ortaya koyduğu kanun / teoriler öz olarak Fin yönteminin kuramsal
çerçevesindeki zayıflığı telafi etmeye yönelik bir işleve sahiptir. Nitekim Kaarle Krohn da sunulan ek
kriterleri (edebi üretimde evrensel geçerlilik, taslağın sunumu, içeriğin açıklığı vs)göz önünde bulundurarak
çalışmanın değerini kabul etmiştir.
Olrik’ e göre, halk anlatıları tamamen şahsına münhasır bir olgu olan kültürün ayrılmaz bir
parçasıdır ve buna göre bir halk aşığı veya destancı bir kez anlatmaya başladı mı hiç farkında olmasa da /
ister istemez bu kanunları takip etmek durumundadır (süperorganik yaklaşım / halkbilimini
halksızlaştırmak). Bunun üzerine Tarihi – Coğrafi Fin Metodu’ na getirilen insanı dikkate almama veya
folkloru sosyo kültürel bağlamından ayrıştırarak çalışma gibi tenkitler bu yaklaşımın sonucudur denilebilir.
Fakat denilebilir ki, bu yaklaşım, sözlü kültür ortamı veya sözlü edebiyat türlerinde ortaya çıkan pek çok
türü ve şekil problemini çözmekte kullanışlıdır. Halk anlatılarının epik yasaları şu şekildedir:
16
- Giriş ve Bitiriş Kuralı: Anlatı birdenbire başlamaz ve birdenbire bitmez. Bu ilke giriş ve
bitiriş kuralıdır. Anlatı durgunluktan coşkunluğa doğru giderek başlar ve çoğu zaman başlıca
kişilerden birinin başına gelen bir felaketi içeren sonuç olayından sonra coşkunluktan
durgunluğa giderek biter. Daha uzun anlatılarda bu gibi bir çok durak noktaları gerektirir,
kısa bir anlatı için sadece bir durak noktası yeterlidir. Bitiriş, çoğu zaman konunun o yöreye
özgü bir devamı biçimini alır.
- Yineleme Kuralı: Halk anlatısı kompozisyonunun bir başka önemli kuralı da tekrarlama
ilkesidir. Halk anlatıları tam anlamıyla ayrıntıya inme tekniğinden yoksundurlar, ender olan
tasvirler ise konuya önem kazandıran bir araç olamazlar. Anlatıda ne zaman çarpıcı bir sahne
ortaya çıksa durum olayın akışını kesmeyecek şekilde uygunsa, sahne yinelenir. Yineleme
bazen gerilimi arttırıcı şekilde yoğun bazen basittir. Ama önemli olan halk anlatısının
yineleme olmadan tam olarak kendi biçimini kazanamayacağıdır.
- Üçleme Kuralı: Yineleme hemen hemen her zaman üz sayısına bağlıdır. Üç sayısı da kendi
başına bir kuraldır. Bununla birlikte bütün halk anlatıları üçleme kuralına uymaz.
- Bir Sahnede İki Kuralı: Bütün anlatı boyunca sadece iki kişinin aynı sahnede ortaya
çıkmasıdır. Bu kural zıtlık kuralını tamamlamaktadır. İki aynı zamanda ortaya çıkan en
yüksek kişi sayısıdır. Aynı zamanda ortaya çıkan üç kişiden her birinin kendi kişilikleriyle
rol alması geleneğin bozulması demektir.
- Zıtlık Kuralı: Halk anlatısında her zaman kutuplaşma vardır. Bu temel zıtlık, epik yapısının
önemli bir kuralıdır. Zıtlık kuralı, halk anlatısının başkahramanlarından, özellikleri ve
eylemleri başkahramana zıt olma gereksinimiyle belirlenen diğer bireylere kadar etkili olur.
- İkizler Kuralı: İki kişi aynı rolde ortaya çıktığında bunların ikisinin de küçük zayıf olarak
betimlendiğini görebiliriz. Bu iki tip yakından ilişkili iki kişi Zıtlar Kuralından uzaklaşarak
İkizler Kuralının etkisi altına girer. Bu hem gerçek ikizler hem de aynı rolde olan iki kişi
anlamına gelebilir. İkinci derecede gelen tipler çift olarak ortaya çıkmaktadır. Eğer bu
ikizlerden biri önemli bir role geçerse Zıtlık Kurallarıyla karşı karşıya gelmekte ve böylece
diğeriyle zıtlaşmaya başlamaktadır.
- İlk ve Son Durumun Önemi Kuralı: Bir sürü kişi ve nesne peş peşe ortaya çıkınca en
önemli kişi öne gelir Buna rağmen sonuncu gelen kişi anlatının duygudaşlık doğurduğu
kişidir. Anlatının ağırlık merkezi her zaman buradadır. Bu kısım üçler kuralıyla birleşerek
halk anlatılarının en önemli bir özellini oluşturur.
- Anlatımda Tek Çizgililik Kuralı: Halk anlatısı bir olay çizgisini bir başkasıyla karıştırmaz,
halk anlatıları her zaman tek çizgilidir. Eksik kalan kısımları tamamlamak için geriye dönüş
17
yapmaz. Eğer daha önceki olaylar hakkında bilgi vermek gerekiyorsa bu bir konuşma içinde
verilir.
- Kalıplaştırma Kuralı: Aynı çeşitten iki insan veya durum elverdiği ölçüde değişik değil,
elverdiği ölçüde birbirine benzerdir. Hayatın böyle katı üsluplaştırılmasının kendine özgü bir
estetik değeri vardır. Gereksiz olan her şey atılmış ve sadece gerekli olanlar göze çarpıcı bir
durumda ortaya çıkarılmıştır.
- Büyük Tablo Sahnesi Kuralı: Anlatıda anlatım, anlatılan bütün kahramanların yan yana
geldiği bu sahnelerde doruğa erişir. Bu sahnelerde anlatının kahramanları yan yana gelirler,
Büyük Tablo sahnelerin bir geçicilik duygusu değil bir çeşit zaman içinde süreklilik niteliği
taşır.
- Anlatı Mantığı Kuralı: Ortaya konulan temaların konunu ana hatlarını etkilemesi gereklidir
ve üstelik bu etki temaların anlatı içindeki ağırlığı ile doğru orantılı olmalıdır. Anlatının bu
mantığı her zaman doğal dünyanın mantığı ile ölçülemez. Animizme, mucize ve büyüye olan
eğilim onun temel kuralıdır. Her şeyden önce onun kabul edilmesi büyük ölçüde olay
örgüsünün iç tutarlığına dayanır. Nadiren gerçeklikle ölçülür.
- Olay Örgüsünde Entrika Birliği Kuralı: Olay örgüsünde birbiriyle gevşek
organizasyonlarla bağlanmış ve belirsiz hareketlerin olmayışını sağlar.
- Epik Birlik Kuralı: Bütün anlatı öğelerinin, en baştan beri ortaya çıkma ihtimali görülen ve
artık gözden uzak tutulamayan olaylar yaratması şeklinde gerçekleşmektedir.
- İdeal Epik Birlik Kuralı: Birçok anlatı öğeleri, kişiler arasındaki ilişkileri en iyi şekilde
aydınlatmak için bir araya gelirler.
- Dikkati Baş Kahraman Üzerine Toplama Kuralı: Halk anlatı geleneğinin en büyük
kuralıdır. Anlatıda tarihsel olaylar anlatılıyorsa dikkat karamanın üzerine toplanır. Anlatıda
iki kahraman belirdiğinde halk anlatısının nasıl geliştiğini görmek bakımından ilgi çekicidir.
Bir tanesi her zaman başkahramandır. Halk anlatısı onun hikâyesiyle başlar ve bütün dış
görünüşüyle o en önemli karakterdir.
b) Anti Aarne’ nin Masalların Tip Katalogu
Aarne’ nin oluşturduğu tasnif sisteminde her masal tipine numara verilmiştir ve muhtevasına dair
kısa bir özet yer almaktadır. Tarihi – Coğrafi Fin Metodunu takip ederek masal çalışmalarını sürdürmekte
olan halkbilimciler tarafından standart referans kaynaklarından birisi olarak kullanılmaktadır. Masalları
tiplerine göre tasnif etmiştir. (hayvan m., asıl m., fıkralar, zincirlemeli masallar, sınıflamaya girmeyen m.)
c) Stith Thompson’un Halk Edebiyatının Motif İndeksi
18
Thompson motifi şöyle tanımlamaktadır: “Gelenekte yaşama gücüne sahip olan masalın en küçük
unsurudur.” Bu bağlamda “Motif Index of Folk Literature” adlı eserini hazırlamıştır. Bu çalışma, halkbilimi
araştırmalarında ansiklopedik olarak üretilmiş en geniş ve en önemli referans kaynağıdır. 23 ana başlık
altında topladığı motifleri kendi aralarında alt başlıklar halinde tasnif etmiştir. Eserin ilk beş cildinde
konular sıralanmış, altıncı cilt ise bunlarda yer alan kavramların ve kaynakların alfabetik indeksini
oluşturmuştur. Binlerce element eserde sistematik olarak tasnif edilmiş ve bibliyografik olarak da tespit
edildikleri metinler gösterilmiştir. Motif – Indeks’ te bazı numaraların atlandığı görülür. Bunun nedeni
gelecekte ortaya çıkacak olan yeni motiflerin yerleştirilmesine imkan sağlamaktır. Tasnif sisteminde
kullanılan bir başka özellik de, numaralama sistemine noktalarla eklenecek numaralar sayesinde gelecekte
bulunabilecek olan yeni motiflerin sisteme eklenmesini sağlamaya yöneliktir.
2) Tarihi – Coğrafi Fin Okulunun Temel Paradigmaları
Bu okulun mensupları da diğer yayılmacı yaklaşımlar gibi ağırlıklı olarak geleneksel Batı anlatım
türleri veya diğer bir deyişle sözlü edebiyat üzerinde yoğunlaştılar. Hindolojist ve Mısırolojistlerin tersine
herhangi bir kültürü Batı edebiyatının kaynağı olarak kabul edip araştırmamışlardır. Çeşitli ihtimallerden
birini seçerek sözlü masalların kökenini ve yayılmasını açıklamaya çalışmıştır. Teorik olarak her geleneksel
anlatının belli bir zamanda ve belli bir yerde ve bilinçli bir yaratma soncunda ortaya çıktığını kabul eder ve
söz konusu ilk yaratılışla ortaya çıkan formu bütün incelik ve teferruatıyla görebilmeyi ister. Bu nedenle de
teorik amacı genel kabul olarak belli bir yer ve zamanda bilinçli olarak yaratılan herhangi bir folklor
ürününü, özellikle de çoğunlukla düşünüldüğü gibi bir masalın ilk yaratıldığı şekli yani urformunu ve bunun
oluş zamanı ile oluştuğu coğrafi mekânı ortaya koyabilmektir. Buna göre ilk olarak yaratılan bir masal adeta
suya atılan bir taşın düştüğü noktanın etrafında oluşan dalgaların yayılması gibi, masal da yaratıldığı
noktadan itibaren yer ve zaman boyutları içinde daireler çizerek genişleyen bir yayılım gösterecektir. Bu
yolculukta öncelik ticaret başta olmak üzere diğer sözlü etkenlerdedir. İkincil bir yol olarak yazılı ve basılı
metinleriyle masalın coğrafi yayılımının genişlediği bilinmektedir. Ele alınan bir masalın mevcut bütün
varyantlarını toplayarak ve kendine has yöntemler kullanarak yeniden kurulması ve böylece ilk şeklin veya
urformun elde edilmesi tasarlanmıştır. Bir folklor ürününün tarihini yeniden oluşturmaya çalışır. Böylece bir
yandan ilk şekil veya urform bulunurken diğer yandan da masalın tarihi yahut hayat hikâyesinin ortaya
konulabileceği düşünülmüştür. Yöntem her bir masalın kökeni ve anlamı konusunda ayrıntılı ve önyargısız
bir inceleme yapılabilmesi için ve düşüncesizce yapılabilecek genellemelerin önüne geçmek için
düzenlenmiştir.
c) Tarihi – Coğrafi Fin Okulunun Çalışma Yöntemi
19
Uzun yıllar halkbilimi alanında yaygın bir araştırma aracı olarak kullanılan yöntemin tam bir
sistematik bütünlük içinde ifade edilmesi yüzyılın başlarında gerçekleşmiştir. Krohn’ un “Halkbilimi
Yöntemi” adlı eserinden hareketle çalışma yöntemi veya ana fikirleri şöyle özetlenebilir:
- Çalışma Alanının Sınırlanması: Bir metodolojinin tanıtılması için bunun kullanacağı
çalışma alanının sınırlandırılması gerekmektedir. Bilimsel bir alan, belirli bir parçanın tutarlı
bilimsel bir yaklaşımla aynı alan araştırmacısı tarafından işlenebildiği bir alan olmalıdır.
Halk bilgisi geleneksel, hayal gücüyle yeniden işlenmiş ve gerçekten halk olduğu
zaman halkbilimcinin araştırma alanının kapsamına girer.
- Konunun Seçimi ve Etkinlik Alanı: Bu husus son derece önemlidir. Halkbilimcinin
araştırma alanında yapması beklenilen ilk şey konunun seçimi ve etkinlik alanıdır. Bu alanı
sınırlamadan önce çok geniş bir çevre içinde incelemenin yararı vardır. Çeşitli temalar çoğu
zaman birbirlerine öylesine ilgili ve iç içe görülmüştür ki, diğer birkaç unsur hakkında iyice
bilgi sahibi olmadan bir temanın unsurlarını çözümlemek çoğu zaman imkânsızdır. Gerekli
malzemeyi ararken yapılan aşırı kısıtlama ise yanında yalnızca birkaç önemsiz ayrıntı için
güçlükle yapılan incelemelerin tümüyle bir daha yapılması riskini getirir. Ancak her açıdan
incelenmesi gereken temanın kendisi tam anmalıyla tanımlanmalıdır. Bu husus, konu seçimi
ve daraltılıp genişletilmesine dair çeşitli örnekler vererek bir motiften anektoda, bir masala
hatta birkaç masala kadar genişleyen konu ve etkinlik alanının tanımlanması avantaj ve
dezavantajları bakımından ele alınır. Ayrıca söz konusu yaklaşımın masalın yanı sıra
bilmecelere ve atasözlerine nasıl uygulanabileceği değişik noktalardan tartışılır. Bir
araştırmacının görevi bu yüzden iyi tanımlanmış ve tamamıyla sınırlandırılmış olmalıdır.
Ancak bu sınırın fazla dar olmamasına da özen gösterilmelidir. Çalışmanın tekrar edilmemesi
için malzeme en azından oldukça geniş bir çevre içinde toplanmalıdır.
-Malzemenin Elde Edilmesi: Araştırma konusunu oluşturduktan sonra aynı geleneksel unsurun
olabildiğince çok varyantını toplamak gerekir. Yalnızca yeterli sayıdaki varyantların
karşılaştırılması bir ya da birkaç varyantta tesadüfen ortaya çıkabilecek etmenleri yok
edebilir. Birkaç geniş bölgeden elde edilen transkripsiyonların tümüyle tamamlanması
gerçekte olanaksız olduğu gibi, yoğun çalışmanın yürütüldüğü ve bu çalışmaların
sonuçlarının araştırma için kullanıma hazır olduğu hiç olmazsa bir bölgenin dikkatle
incelenmesi gerekmektedir. Bundan başka, çok büyük çabalara karşın günümüze dek gelen
malzeme bütünüyle elde edilemediği zaman bile mümkün olan her bölgeden bir örneğin elde
olmasına dikkat etmek gerekir. İlk olarak araştırmacının içlerinde folklorla ilgili basılmış her
20
şeyin, hiç olmazsa genel olarak yer aldığı her ülkeden bir bibliyografyaya sahip olması
gerekir. Bunun dışında özellikle Doğu Avrupa’ dan elde edilenlerin Slavik dillerle yazılmış
olması, Batı Avrupa ve İskandinavya’ dan bile elde edilenlerin yerel ağızlarla kaydedilmiş
olması ve bunların çözüm zorlukları bu okula mensup bir halkbilimcinin karşılaştığı
sorunların başındadır. Bu bağlamda Krohn, Folklor birliğinin üyelerinin kendi bölgelerinde
derleyip arşivledikleri malzemenin birer kopyasının ve çevirilerinin merkezi bir kütüphanede
toplanmasını veya daha da olmazsa özetlerinin yaygın olarak bilinen bir dilde değişik
ülkelerin kataloglarından alınarak basılmasını ve bunlardan da yabancı halkbilimcilerin
yararlanabileceğini düşünmüştür. Ancak bunun da zorluğunu göz önünde bulundurarak her
geleneğin bütün önemli özelliklerini koruyarak mümkün olan en kısa formda yayımlanmasını
önerir. Bunun için de içindeki bütün önemsiz sözcüklerin atıldığı bir üslubu, bir telgraf
üslubunu ve bunun sonucu olarak kısaltma işaretlerinin kullanımını dile getirir. Fakat buna
rağmen okulun, konuyla ilgili bütün varyantların derlenmesi gerekliliği dolayısıyla bu
malzemeler de eksik kalacaktır. Fakat buna rağmen Krohn sosyokültürel değişme neticesinde
kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya olan malzemelerin derlenmesinin önemini, aksi takdirde
insanların bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğini vurgulamaktadır.
- Malzemenin Elenmesi: Bu ölçütler doğrultusunda yapılan bir malzeme derlemesi sürecin
bitiminden itibaren çeşitli ölçütler göz önünde bulundurularak elenecektir. Malzemelerin
elenirken uyulması gereken kurallar ise şunlardır: öncelikle az çok sanatsal üsluplu örnekler
yalnızca sözel olan folklor unsurlarının transkripsiyonlarından ayrılmalıdır. Bir halkbilimci,
görünüşte folklorik olan malzemenin değiştirilmesi ve taklit edilmemesi için önceden önlem
almalıdır. Kopya eden kişinin notlarına hayal ürünü şeyler ekleyerek ilgiyi arttırmak
eğilimine dikkat edilmelidir. İki ya da fazla derlenmiş kaydının çeşitli boşlukları doldurmak
için birbirlerine eklenmesi daha ciddi bir durumdur. En tehlikelisi ise malzemeyi kopyalayan
kişinin malzemeye kendi bilgisini ve hayal gücünü kullanarak yaptığı eklemelerdir. Kuşku
duyulan unsurlar ayrıca işlenmelidir. Dikkatsiz bir derleyici kendi bildiklerini yanlış
düzenlenmiş sorularla bilgi veren kişiye yükleyebilir bu durumda gerçek malzemelerin özel
işlemden geçirilmesi gerekebilir. Sonuç olarak derlenmiş kayıtların araştırılan geleneksel
yapıların varyantları olarak görülebilecekleri konusunda bir kuşku olduğunda ayrılarak
işlemden geçirilmeleri gerekir. Genetik benzerlikleri şans eseri ortaya çıkan benzerliklerden
ayırabilmek için daha sonraki bölümlerde bulunacak benzerlikleri, türleri ve dereceleri
konusunda kesin bir bilgiye sahip olmamız gerekir.
21
- Malzemenin Düzenlenmesi: Toplanmış malzemeler gözden geçirildikten sonra kullanılmak
üzere düzenlenmelidir. Edebi belgeler genellikle kronolojik olarak düzenlenirler. Bunlar el
yazması kitabın, basılı kopyanın ya da yazarının kısaltılmış adlarıyla sıfatlandırılırlar. Folklor
ürünlerinin varyantları genelde en seçici özellikleri olan dillerine göre düzenlenirler. Kural
olarak transkripsiyonun dili çeviride bile belirtildiğinden bu etkenden kimsenin kuşku
duymasına gerek yoktur. Aynı dilbilim alanında, eğer adları verili ve doğrulukları
onaylanabilirse kasaba ve köylere göre daha ileri bir sınıflandırma yapılabilir. Daha ileri
aşamada yapılan bir dilbilim sınıflandırmasının yararı, en fazla bilgiyi en kısa ve en kolay
yoldan sunmasıdır. Avrupa dileri ve ulusları birkaçı dışında baş harflerine göre altı grupta
toplanarak sınıflandırılabilir. ( C: Kelt, F: Fin-Ural-Altay, G: Alman, R: Latin, S: Slav, T:
Türk) diğer birçok durumda yakın akrabalığı olanları da kapsayan özel dil gruplarını
adlandırmak için ikinci bir harf yeterli olur. Böylece ilgili bir okuyucu bile derlenmiş bir
kaydın zamanı, yeri ve tipi ile ilgili kesin delilleri daha kolay arayabilir ve varyantın içeriği
özetlenmişse en küçük bir çaba bile harcamadan çözümsel olarak işlenmiş özeliklerinin
bağlantısını kendi kendine öğrenebilir. Tipolojik düzenlemenin daha ileri aşamasında
numaralandırma işlemi söz konusu varyantla ilk örnek (urform) olduğu sanılan varyant
arasındaki bağlantıya göre bir düzen içinde sırayla yapılır. Bu işlemde temel yapı üzerindeki
çalışma, varyantlara sayı verilmeden önce yapılmalıdır. Ancak birkaç numaralandırma
yapılmadan bu çalışma başlayamaz. Öte yandan geçici sayı verme işlemi ise sürekli
düzenleme yapmayı gerektirebilir.
- Coğrafi Sınıflandırmanın Yapılması: Folklorun oluştuğu bölgenin dışına sözlü olarak
yayılması, bütün bir topluluğun ya da tek tek kişilerin özellikle evlilik sonucu göç etmesiyle
gerçekleşebilir. Geçici ziyaretlerin de dikkate alınması gerekmektedir ancak komşu bir
ülkede sürekli olarak kalmak üzere taşınmanın kesin etkisi daha önemlidir. Gelenekler, bu tür
kesintisiz zincirle sözlü olarak halk ağzından yayılmıştır. Evrensel masalda coğrafik
varyasyonlar zincirinin izini bulmak kolaydır. Kat edilen yol uzadıkça dönüşümlere yol açan
etkenlerin sayısı da artmıştır. Birbirinden oldukça uzakta yaşayan, bağı bulunmayan halkların
varyantları arasında da benzerlikler görülmektedir. Uzun bir süredir yok olmuş bir prototip
meselesi değilse o vakit insan hayal gücünün benzer çalışmasının belki de delili olan, yeni
yerlerdeki bağımsız varyasyonların ya da ürünlerin olabileceğini düşünmemiz gerekir. Yakın
bağları olan haklar yada komşu bölgeler arasında bunun tersine yanlış hatırlama sonucu tek
bir masalın birbirinden oldukça farklı varyantlarıyla karşılaşabiliriz. İki yarı coğrafya
bölgesinden gelen geleneksel bir temanın benzerliğini incelerken doğru bir yargıda
bulunabilmek için her bölgenin ayrı ayrı izinin bulunabileceği bir model yapıyı belirlememiz
22
gerekir. Bir unsurun tam olarak gelişmesini daha fazla izlemek için, ortak varyantların ilk
örneğini arayıp bulmalıyız.
- Analiz İşlemi: Bir geleneğin temel yapısının ne olduğunu anlamak için, o geleneğin yerel
örnek yapısıyla birlikte, varyantlarının coğrafya sırasına göre tek tek özelliklerinin analiz
edilmesi gerekir. Bu çözümleme teknik açıdan zaman gerektirmemeli ve anlaşılır olmalıdır.
Tek tarafı kullanılmayan ayrı sayfalardan oluşan bir formanın genel düzeni bu iş için çok
uygundur. Varyasyonlar tam bir dizi halinde tutulurken, her listeye aynı sırayla kaydedilir.
Varyasyonların yazılış üslupları için bazı basitleştirilmiş ifadeler kullanılabileceği gibi
aktarılan bölümler için semboller kullanılabilir. Bu varyasyonlar daha kolay ulaşılabilecek
şekilde numaralandırılarak kataloglanır ve içeriklerine göre yazılmış bir düzende başka
listelere kopyalanarak hazırlanır. Bu analizin amacı çeşitli yörelerdeki örnek yapıyla birlikte
temel yapıyı saptamak incelemekte olan temanın herhangi bir özelliğinin urformunu ve bu
özelliklerin asıl bileşimi ve düzenlenmesinin belirlenmesidir.
- Yanlış Hatırlamanın Etkisi: Manzume şeklindeki epik bir şiirin yenilenmiş kopyalarında
çok açık bir şekilde görülebilir. İlkinde hatırlanan bir dize ikincisinde unutulabilir. Aynı ozan
tarafından yapılan ezbere okumalar nispeten uzun süren aralardan sonra yapılırsa değişmeler
daha da fazlalaşır.
- Yayılma (Genişleme) Eğilimi: Unutmanın karşı tezi olan yayılma eğilimine ya unutma
eyleminin kendisi ya da irticalen söyleme isteğinin ortaya çıkışı neden olur. Bir geleneğe
yapılan ekler, ya yeni buluşlar ya da bir başka metinden ödünç alma ile gerçekleşir. En basit
yayılma türü bir dizenin ya da dize grubunun yinelenmesidir. Unutularak ortaya çıkan
genelleştirmelerin karşıtı, bir öğeye yeni bir yeni bir farklılık veren özelleştirmedir.
Tanımlamayı şöyle genişletebiliriz, halk belleğinde tutuşlu olan geleneksel bilginin diğer
yapılardan genellikle eklemelerin ödünç olarak alınmasıdır.
- Dönüşme Yaraları: Bir özelliğin unutulması ya da saklanması aslında yeni bir özelliğin
eklenmesinde ya da var olan bir özelliğin açıklanmasında olduğu gibi çoğunlukla bir
dönüşmeye yol açar. Unutmayla ekleme birlikte yapılırsa dönüşüm daha da belirginleşir.
Unutma ve ekleme doğan varyasyona yol açan tek etken değildir. Bir kişi bir sözcüğü
unutabilir veya yanlış anlayabilir veya doğru duyduğu bir sözcük yabancı bir diyalekten
gelmiş olabilir. O dilin daha eski bir aşamasından da gelmiş olabilir. Bu durumlarda
sözcüğün doğru telaffuzuyla hatırlanması zor olabilir. O zaman ya bozularak anlaşılmaz bir
23
fonetik kaynaşmaya yol açar ya da bildik başka bir sözcüğe bağımlı olur. Genel olarak
modernize edilmelerinin yanında arada bir tarih hatalarıyla da karşılaşmak mümkündür. Bir
anlatıcı hikâyedeki karaktere kendi yaşamındaki durumunu yükleyebilir. Gezgin efsanelerin
birkaç ünlü tarihi adın daha geleneksel olanlarla değiştirilmesinde belli bir çevreye uyarlama
olgusu daha çok göze çarpar. Yanı geleneğin iki varyantı birbirinden özelikler ödünç alabilir
ya da birbirinin üzerinde tesirli bir güç oluşturabilir. Aynı türden çeşitli gruplar birbirinden
tema ödünç alabilirler. Gerçekten yeni bir yaratma ve yaratıcı değişiklikler yavaş yavaş değil
daha çok birdenbire olur.
Birbirinden son derece farklı iki uyarlamayı karşılaştırırken, daha basit olan uyarlamanın
basitleştirme yoluyla daha karmaşık olandan değil, daha karmaşık bir uyarlamanın
genişletme yoluyla daha basit olandan ortaya çıkarıldığının saptanması gerekir. Ayrıca
genişletmenin diğer geleneklerin birleşmesinden değil, özgür yaratıcılık sonucu ortaya çıktığı
ve sonuç olarak bu uyarlamaların bağımsız ürünler değil tek bir geleneğin gerçek
uyarlamaları olduğuna karar vermek gerekir.
- Ölçütler: Bir uyarlamanın önceliğine karar vermek için ilk ölçüt, onun sayısız derlenmiş
kayıtlarının dağılımıdır. Coğrafya olarak birbirleriyle ilgili yalnızca bir ya da birkaç örnekte
görülen bir değişim, genel olarak yalnızca sınırlı bir alanda ayakta kalmış veya beğenilerek
benimsenmiş tesadüfi bir biçim olarak görülebilir. Bununla birlikte önemli sayıdaki
kaynaklarca verilen iki seçenek arasındaki istatistiki sonuçlar bu konudaki araştırma ve
çalışmaların değişen yoğunluğuna bağlı olabileceği için hiçbir zaman kesin bir etken olamaz.
Coğrafik dağılıma karar verirken daha sonra sömürgeleştirme yoluyla ya da tesadüfi göçlerle
taşınmış olan bu uyarlamalar dikkate alınmayabilir. Çok geniş bir alana yayılmış oldukça az
sayıdaki uyarlamaların, tek bir özelliği birbirinden bağımsız olarak benimsenmeleri ya da bu
özelliği aynı biçimde değiştirmeleri ihtimalinin de göz önünde bulundurulması gerekir.
Uyarlamalar yalnızca bölgeleri göz önünde tutularak sınıflandırılmamalı aynı zamanda
değerlendirilmelidir. Çünkü asıl özellik yalnızca bu varyasyonda tutulmuştur. Dağılma yönü
her zaman kolayca anlaşılmaz. Uyarlamanın çıkış yerine uzak bir alanda, çıkış yerine daha
yakın bulunanlardan daha eski bir uyarlamanın ortaya çıkabileceği belki tek bir özelliğiyle
diğerlerinden ayrılabileceği unutulmamalıdır. Bir folklor unsurunun daha geç göç ettiği bir
bölgede zamanın etkisi o unsurun daha önce ulaşmış olduğu bölgeye göre bazı yönlerden
daha az zararlı olmuştur. Bir uyarlamanın ana yurdundan ayrılan bir sömürgede ortaya
çıkması eğer sonra komşu bölgelerden yayılma ya da ödünç alma yoluyla alınmamışsa bu
uyarlamanın sömürgeleşme tarihinden önce de orada olduğunu gösterir. İki ya da daha fazla
24
folklor unsurunu karıştırırken ya da birleştirirken çeşitli öğelerin ayırıcı özellikleri bağımsız
varyantların kendilerinden daha fazla değişime açıktır. Buna karşın belli ayrıntılar bazen
karışmış bir uyarlamanın el değmemiş bir bölümünde daha basit bir uyarlamada olduğundan
daha iyi korunur. Yabancı bir çevredeki parçalar, dağınık parçalar gibi değişime çok açıktır.
Taşınan özelliklerin eksiksiz olması, iyi korunmuş bir yapının göstergesidir.
Değişik uyarlamalar arasında yapılacak bir seçimde, diğer uyarlamaların doğrudan ya da
dolaylı olarak gelişebildiği ilk yapıyı sağlayan bir uyarlama tercih edilmelidir. Coğrafya ve
zamanla ilgili şartların sunduğu delil kendi aralarındaki karşılaştırma ile daha da güçlenir.
Motiflerden birisinin başka bir metin için kesinlikle gerekli olduğu paralel motif arasında
seçim yaparken aynı öçlük gereklidir. Ortak bir motifin, prototipi kadar gerekli olduğu ikinci
derecede önemli bir yapı ihtimali yine de dikkate alınmalıdır.
Bir dilde belli sayıda hece ve hece sayısında sözcük gerektiren şiir vezni, zayıflama ya da
sözcük sonundaki harf ya da hecenin çıkarılmasıyla eksilmişse, geleneksel bir dize yapısının
muhtemel yaşına, eski bir konuşma yapısında bu sözcüklerin izini bularak karar verebiliriz.
- Epik Yasalar: Bu yasalar kısmen edebi üretimde evrensel geçerliliği olan konunun birliği,
yoğunlaşma, yapı ve mantık gibi genel kurallardır. Taslağın sunulması, tekrar ve eksik olanı,
önceden gerekli olan bilgiyi telafi etmek için yönlendirmenin tekliği, halk edebiyatının daha
ayırıcı özellikleridir. Odaksal yoğunlaşma yasası, bir dizinin en önemli kişisini yerine
koymak için bize yalnızca bir dizi kriter veriri. Dizinin asıl nedeninden söz etmez, bu durum
hikayedeki karakterin durumuna bağlı olan değişen bir durum gibi görünmektedir.
Kahramanın hasım ve yardımcılarının üçlü sayısında önce en geç, en küçük ve en zayıfı
tanıtır, sonra en büyük en güçlü ve en irisi, buna karşın kahramanın kendisi ise üç erkek
kardeşin en genci, en küçüğü, en zayıfı ve en aptalıdır. (Sözlü folklorda üç sayısının
yeğlenmesini özgün urformun kendisinde de görebiliriz.) Giriş ve bitiş bölümünün
değişmezlik prensibi halk geleneğinin bütün türleri için aynı oranda geçerli değildir. Örneğin
şiirde önemli bir durum ya da etkileyici bir sözle keserek birden bire eyleme geçme eğilimi
vardır. Geriye kalan epik yasaların içinde mantık, daha yakın bir incelemeyi gerektirir.
Özellikle kapsamları ve konuda çeşitli kriterlere göre önemleri açısında hikayeyi etkileyen
motifleri öne çıkarmak önemlidir. Fakat halk edebiyatında dışarıdan görünen gerçeklerin
düzeyinden farklı bir düzeyde ilerleyen mantığın doğasına göre yani mite özgü düşünce
işlemine göre sözcüğün bildiğimiz anlamıyla olağanüstü oldan doğal olandan daha mantıklı
olabilir. Halk edebiyatının kolayca olağanüstüye dönüşen aşırılır veya abartma boyutu hiçbir
25
zaman göz ardı edilmemelidir. Doğal olanla birlikte uyumlu, duygusal, karakteristik olana
karar verilen kişiyi kolayca yanlış bir yöne sürükleyecek sübjektif bir etken vardır. Bu tehlike
genel olarak malzeme bilgisinin genişletilmesi ve yoğunlaştırılmasıyla ya da bireysel
temaları araştırırken sarfedilen sürekli çabalarla önemli oranda azaltılır.
Objektif ölçüt bize en çok göreceli başvuru noktaları sağlar. Bu nedenle daha güç durumlarda
kanıtlarının benzerliğin e yada uyuşmazlığına karar vermek için olabildiğince bağımsız bir
kriter uygulanmalıdır. Bunu yaparken sık sık varyantların kendisine ya da çeşitli ayırıcı
özelliğin değişen düzenlerinde gösterildiği varyant özetlerine dönmek gerekir. Böylece
araştırmacı bireysel özelliklerin varyasyonunu yorumlarken karşılaştırırken doğru bir kriter
koyup koymadığını ya da türlere ayrılmış varyasyonları yorumlarken karşıt bir varsayımın
daha uygun olup olmayacağını sınayabilir.
- Temel Yapı: Elimizin altında bulunan bütün kriterlere başvurarak yeniden kurmaya
giriştiğimiz bir geleneğin temel ya da asıl yapısı (urform) soyut ya da şematik bir ifade değil,
daha çok kendine ait olan bütün özellikleri içinde bulunduran bitmiş bir üründür. Bu nedenle
bu yapıyı, varyasyonların birbiriyle en ince noktansa kadar karşılaştırılmasıyla ortaya çıkan
çözümsel bir araştırma yoluyla olabildiğince eksiksiz kılmak önemlidir. Halk masallarında
normdan oluşan her değişme önce bir hata olarak ortaya çıkar ancak şanslı bir sapma belirli
koşullar altında özellikle dinleyicisini hoşnut eder ve bu değişmelerin karışımıyla istisna
yavaş yavaş kural olmaya başlar. bu durumda hikayenin belli bir yerel uyarlamasının ortaya
çıkışından söz edebiliriz. Arada bir urformdan çıkan başarılı bir sapma gittikçe yayılır ve
sonunda masalın dağıldığı bütün yöreyi etkileyerek masal varyantlarının hepsine ya da
çoğuna nüfuz eder. Böyle bir düzeltmeden sonra, yeterli sayıdaki modern varyantların
karşılaştırılmasıyla elde edilebilecek masal yapısının özgün masal yapısıyla hiçbir benzerliği
kalmaz.
Hazır edebi varyantların dönemi bile sınırlıdır ve bir geleneğin nasıl oluştuğu zamana kadar
çok seyrek uzanırlar. Bütün hazır varyantlardan elde edilmiş olan temel yapının geçici
güncelliği bu yüzden göz ardı edilemez. Tükenmiş bir modelin ayrı kalmış modern örnekleri
daha eski edebi varyantların yardımı olmadan da tanımlanabilir. Bu örnekler, yalnızca
dünyanın ulaşılamayan köşelerinde, özellikle daha eski yapının dana sonra göç ettiği çevrede
değil, aynı zamanda bu folklor unsurunun ihraç edildiği ve ayrıca yeni yapının bir başka
bölgede gelişip bilinen yönlerde yayılmasından önce bu unsurun içinden geçtiği alanlarda
bulunur. Geleneksel bir yapı bütün yönlerde düzenli bir biçimde yayılmaz, çoğunlukla
26
toplumsal ilişki yollarına yakın olanlarda daha çok bulunur ve kültürel bir sürüklenme yolunu
izler. Varyantlardan elde edilen temel yapının yalnızca geçici zamana bağlı değişkenliğiyle
de ilgilenmemiz gerekir. Temel bir yapıyı bile malzemelere ulaşamamamız nedeniyle bir
urformuna ulaşmadan da belirleyebiliriz. Bu eksiklik özellikle Hindistan’ da birçok masalın
olası doğum yerinde sürekli, sistematik bir koleksiyon çalışması yaparak giderilebilir. Belli
sayıda derlenmiş boyutların hazır olduğu belli bölgelere ait varyantların zamana ya da yere
bağlı olarak sınırlı bir modelini oluşturmak, bize aynı yapının daha fazla araştırılması için
sağlam basamaklar sağlar. Aynı biçimde, birkaç ayırıcı özelliğin temel yapısına karar
vermemiz, aynı gelenekteki diğer ayırıcı özelliklerin temel yapısını bulmamıza yardımcı olur.
- Özdeşlik (Aynilik): Temel bir yapıyı yeniden oluştururken, karşılaştırılan varyantların
hepsinin tek bir ana kaynağa uzandığını varsaymalıyız. Ancak bu varyantlar farklı ilk orijinal
oluşumlardan ortaya çıkabilirler. Folklor varyantlarını oluştururken, genellikle, daha
yakından araştırılmaları için bir kenara bırakılması ya da kuşkulu durumlarda incelenmeleri
gereken birtakım derlenmiş kayıtlar alınır. Tek bir orijinalin gerçek varyantlar olup
olmadıklarına karar veren şey özdeşlik ölçütüdür. Özdeşlik, bireysel özelliklerde, bunların
karışımlarında, epizotlardaki oluşumlarında ve bu son bileşimlerin bütün hikâyelerdeki
birleşimlerinde gösterilir. Özdeşliğin farklı derecelerini de aslında imkânsız olandan
mümkün olana fazlasıyla muhtemel olana ve sonunda tümüyle kesin olana dek birbirini
izleyen derecelerini belirleyebiliriz.
Asıl bağlantıyı kanıtlamak için bireysel bir özelliğin ya da dağınık birkaç özelliğin özdeşliği
yeterli değildir. Gerekli öğeleri içeren bir an ya da motif içinde motifin bulunduğu
geleneklerin ortak bir kökenden geldikleri olasılığını öne sürer. İki geleneğin, birlikte aynı
kökene ait olup olmadıklarını incelerken, benzer özellikleri, anların epizotların sırası dikkate
alınmalıdır. Özdeşlik incelemesi bize ayrıca değişken bir kriter verir. İki folklor unsuru, çok
az özellikler içeriyorsa, onların tümüyle benzemesi bile genetik bir bağ olduğunu ileri
sürmemiz için yeterli değildir. Zira varyantların çok kaynaklı olma ihtimali ortaya çıkabilir.
Bu durumlarda bunların asıl bilgi yığınından ayrılması önerilir. Şüpheli özdeşlik konusunda
son kararı verirken, coğrafik uzaklık dikkate alınmalıdır. Uzaklık arttıkça genetik bir bağ
kalmaz. Bununla birlikte, ayrıntılı olarak tanımlanmış varyantların büyük bir bölümü,
kökenlerin ortak bir kaynaktan gelip gelmediğini kesin olarak saptamaya yetecek kadar
benzeyen yeterli sayıda özellikler sunar.
27
- Anavatan ve Göç: Grimm Kardeşler masalların anavatanının Hint – Avrupa kabilelerinin
asıl ata yurduyla aynı yer olduğuna inanmışlardı. İlk Finli masal uzmanı Rudback, insanlığın
asıl anayurdunun, masalların anayurdu olduğunu öne sürmüştür. Benfey, masalın yazılı tarih
süresince Hindistan’dan dışarı yayıldığı varsayımını ileri sürdü. Lang, aynı masal yapılarının
ilkel halkların benzer işlemleri ve hayal güçleri sonucu çeşitli zamanlarda ve yerlerde sık sık
geliştiği kanaatine vardı. Her varyantın sayısız yerlerde ayrı ayrı yazılması olgusu, yani çok
kaynaklılık düşünülemez. Bir etnik aile ya da dil ailesinin geleneksel yapıları için,
çoğunlukla tek bir kaynağın olduğu varsayılır ve ortak bir kaynak yalnızca uluslararası olma
durumunda kabul edilemez.
- Yayılma Yönü: Bir geleneğin yayılma yönüne karar vermek için formel ve gerçeklere
dayanan ölçütler kullanmalıyız. Bir dilin diyalektlerindeki varyantlar, özellikle kafiyeli
folklor varyantları, bize bir diyalekt bölgesinden diğerine geçişi tespit için sık sık ağza ait
basamaklar sunar. Bir akış yönünü saptarken, öncelikle coğrafik düzende değişen özelliklerin
analitik incelenmesine dayanmamız gerekir. Eğer önümüzde ayrı ayrı varyasyonlarla birlikte
farklı ülkelerin normları bulunuyorsa göçün yönü belli olabilir. Bir özelliğin değişimi ya da
özelliklerin bir karmaşası, malzemelerin gelişmesi ve dağılımının aynı zamana denk
geldiğinin anlaşılabileceği coğrafik bir zincir oluşturabilir.
- Yayılma Biçimi: Geleneklerin, coğrafik, yatay dağılımıyla zamana bağlı dağılımını aynı
yerde bulunan kanıtlar aracılığıyla karşılaştırırsak, sonraki dağılımın, sık sık öncekiyle
bölündüğünü görürüz. Çeşitli zamanlarda, çok güçlü akımlar, aradaki bölgenin çevresini
genellikle aynı yönde dolaşır. Bir folklor örneğinin daha küçük dalgalarının etkisini bir
bölgede, hatta çıktığı ve son olarak ayakta kaldığı noktada bile belirleyebiliriz.
- Çıkış Zamanı (Yaratılış Zamanı): Folklor kültürel bir ürün olana dek çıkış zamanının
belirlenmesi gerekir. Belirli bir zamandan önce bilinmeyen yabancı sözcük ve kavramlar,
daha sonra eklenmedilerse bize bir geleneğin yaşına karar vermemizde bize yardımcı olurlar.
- Temeller (Çekirdek Yapı): Kültür ortamının incelenmesidir. Baştan başlayarak
araştırmacının ilgisi halk geleneklerinin nerede ve ne zaman geliştiği sorusundan çok, neden
geliştiği sorusuna yöneliktir. Öncelikle, hala var olan geleneklerin dönüşümü, taklit edilmesi
ve birleşmesi sonucu ortaya çıkan yeni ürünlerin aynı türden olduklarını kabul eder. Çeşitli
ülkelerdeki yerel olarak yeniden işlenmiş biçimleri karşılaştırılmadan ve değerlendirilmeden
önce, başka bir dilden alınmış göçmen sözcük ve deyimle, içeriklerine göre
28
belirlenmelidirler. Her bölgedeki modelin bireysel varyantlarını ve bu yapıdan yola çıkarak
yerel yapının gelişmesini ve bu yerel yapılardan bireysel varyantların oluşumunu anlayıp
açıklayabiliriz.
- Sonsöz: Metotlu eğitimin dışında düşünce bağımsızlığı da önemlidir.
d-Tarihi-Coğrafi Fin Yöntemine Yöneltilen Tenkitler
Bu yönteme yöneltilen en eski tenkitler yöntemin takipçilerinden, onu geliştirenlerden gelmiştir.
Avusturyalı halkbilimci Albert Wesselski (1871-1939) bir masalın yazılı kültür ortamı veya edebi
uyarlamasının öyle güçlü bir etken oluşturduğunu savunmuştur ki, sözlü yayılım izlerinin araştırılması
girişimlerine güvenini tamamen kaybetmiştir. O, sözlü gelenekte anlatılmakta olan masalların el yazmaları
veya basılmış kitaplar tarafından yayıldığını düşünmüştür. (Stith Thompsen Wesselski’nin Rönesans
döneminden itibaren basılmış yazılı kültür ortamı materyalleri konusundaki bilgisine erişebilecek bilgin
bulunamayacağını, fakat onun sözlü gelenek konusunu bilmediğini söyler.)
C.Von Sydow da Fin Okulu’nu hayatla hiçbir ilgisi kalmamış olan, özetlerin muhtevasını çalışmak
üzerinde yoğunlaşması nedeniyle tamamen gerçekle ilişkisi olmayan formülasyon ve ön kabulleri havaya
inşa ettiğini söyleyerek eleştirmiştir. Bu eleştiriyi 1970’lerden sonra Performans Teori’nin takipçilerinin de
yönelttiği düşünülürse “yüzyılın en büyük halkbilimcilerinden biri” olarak nitelenen Sydow’un derinliği
ortaya çıkar. Okulun genel çalışma prensiplerini ve bunların takibiyle oluşturulan monografları eleştirmiştir.
Ana amaç olan urform yerine oikoform(ekotip)u önerir. Özellikle sözlü kültür ortamında yayılmada diğer
geleneklerde olduğu gibi masal anlatma geleneğinde de “gelenek taşıyıcılar”ın önemine dikkat çeker. Köyde
yaşayanların düşman oldukları komşularından hiçbir şey öğrenmek istemediklerini ve bunun da yayılmaya,
dil engellerinin yanı sıra, taşıyanların hareketlerini engelleyen faktörler olarak bir başka engel
oluşturduğunu belirtir.
Sydow’un halk kültürünün araştırılması için bölgenin önemini ortaya koyan ve günümüz
paradigmalarında da geçerli kabul edilen “ekotip” teklifi kavramsal bir gelişmedir. Peter Burke’e göre
Sydow; botanikçilerden, doğal seçme ile belli bir çevreye uyarlanan kalıtsal bitki çeşitleri anlamına karşılık
gelen “ekotip” terimini devralmış ve kendi masal araştırmalarında kullanmıştır. Sydow; bir geleneğin kendi
bölgesinde onu taşıyanlareın karşılıklı etkisi ve denetimi yoluyla bir birleştirilme sürecine maruz kalacağını
söyler ve böylece masalın ekotipi oluşur. Sydow’un diğer eleştirisi Fin Okulu’nun içinden çıkılmaz bir
29
kördüğüme dönüştüğüdür. Fin Okulu’nun uygulamaları sonucu oluşan nihai raporun teorik bir bakış açısıyla
yorumlanarak ortaya konulmasının gerekli olduğunu söyler. Bu eleştirilerin tamamı içeriden birisinin Fin
Okulu’nun çalışmalarına katkı amacıyla yaptığı görülmektedir
Tarihi-Coğrafi Fin Yöntemi’ni formalistler olarak bilinen N.P. Andrajev, A.I. Nikiforov, V.Petro ve V.
Propp da eleştirmiştir. Heda Jason 1920-1950 arasında yapılan eleştirileri cevaplamaya çalışmıştır. Onun
oluşturduğu temel üzerine C. Goldberg belki de bu yöntemin en son ve en kapsamlı savunmalarından birini
yapar.
Eleştirileri şöyle sıralar:
1. Sadece eski dünyaya ait peri masalları üzerinde çalışılması,
2. Epizotların kolayca değişik masal tiplerine dahil edilip çıkarılması,
3. Masal parçaları ve kolayca tasnif edilemeyen, sıra dışı veya nadir olan masalların da çalışmaya dahil
edilmesi,
4. Aarne-Thompsen İndeksi’nin Rus masalları için yeterince uygun olmaması,
5. Masal monografilerinin daima tek merkezli yaratmayı tasarlamasının yanı sıra bazen de çok
merkezli yaratmayı bir ihtimal olarak ele almalarının gerekliliği,
6. Masal üzerinde yeniden çalışılırken çıkan yapıda unutkanlığın önemsizliği,
7. Masalın göçünün seçmeye ve yaratmaya dayanan bir süreç olması,
8. Arketipler(urformlar) bulunamazlar, mevcut iddiaların sadece istatistik ve sezgi ürünü olması,
9. Yapılan monografi çalışmaları malzemelerin derlendiği bir dergiden başka bir şey değildirler.
Masalların bir açıklaması ve tarihi olmak yerine bir tipolojiden ibaret olmaları,
10. Çalışmaların çok dar ve sınırlı olmaları.
V.Propp’un bu yönteme getirdiği eleştiriler kendi “Yapısal Anlatı Çözümleme Yöntemi”ni ortaya koyuş
ve şekillendiriş nedenlerini oluşturmaktadır. Fin Yöntemi’nin masalları tiplerine ayırma ve onların tip
katalogunu hazırlayıp motif ve epizot karşılaştırmaları ile urform arayışı şeklindeki ve paradigma ve
uygulamalarını daha “sınıflandırma” temelinde reddettiği görülür.
V.Propp’a göre masallar son derece çeşitlidir. Açıkça bunları bütün çeşitlilikleri içinde
inceleyemeyeceğimiz için derlenmiş olan malzemeyi birçok bölümlere ayırmak, bir başka deyişle,
sınıflandırmak gerekir. Doğru sınıflama bilimsel betimlemenin ilk adımıdır. İncelemenin doğruluğu buna
bağlıdır. Sınıflandırmanın hazırlık niteliğinde derin bir ön araştırmanın ürünü olması gerekir. Fin
Metodu’nun sınıflandırma yanlışlığını da bir ön araştırmanın ürünü olmamakla eleştirir. Araştırmacıların
derlenmiş olan malzemeden hareketle sınıflandırmaya varmak zorunda olduklarını söyler.
30
V. Propp, Aarne’nin masalları tiplerine göre sınıflandıran çalişmasına, “masallara numara vermesinin
ötesinde” sınıflandırma yanlışlarına işaret eder( Olağanüstü masallar, töre masalları,..vb. bölümlendirmeler
düşünüldüğünde “hayvan masalları kimi kez olağanüstülük öğesi taşımaz mı? Bu göstergelerin yeterince
kesin olduğu kabul edilebilir mi?” gibi sorular yöneltmiştir.).
Fin Yöntemine en sert eleştiri Performans Teori mensuplarından gelmiştir. Folkloru içinde yaratılıp
yaşatıldığı insan unsuru veya halktan kopuk ve teatral bir icra olan folklor unsurlarını, “bitmiş, üretilmiş bir
şey” olarak anlamak ve ölü metinler olarak çalışmakla suçlamışlardır. Performans Teori’nin takipçilerine
göre folklor sosyal bir olaydır ve anlatanla dinleyen arasında anlatılan geleneksel anlatı vasıtasıyla kurulan
bir iletişimin icrası folklorun doğasını oluşturmaktadır. Bu böyle olunca Fin Metodu’nun paradigmaları
yetersiz kalmakta ve bir zamanlar disiplinin övünç kaynağı olan, muhteşem ciltlerden oluşan monografi
çalışmaları tipik ve basit salt malzeme koleksiyonları olarak görülmekte, bundan öte değer taşımamaktadır.
B.) Tarihi Yeniden Kurma Kuramı:
Tarihi yeniden kurma veya oluşturma paradigmasına dayanan bu kuramın kavramsal olarak
başlangıcı Grimm kardeşlere kadar uzanmakta ve tesirleri itibariyle de bir ölçüde daha sonra ortaya çıkmış
bütün mitolojik okulları ve hatta Tarihi-Coğrafi Fin Okulu’nu da içine almaktadır. Bu kuram Grimmlerden
özellikle Jacop’a cazip gelmiştir. Teutonic Mythology adlı ansiklopedik çalışmasında sadece hayallerde
belli belirsiz biçimde bulunan eski Alman tanrı ve tanrıçalarını canlandırmaya çalışmıştır.
Jacop Grimm’in tezi 19.yy Britanya halkbilimcilerine çok güçlü ve geçerli görünmüştür. Ancak
Darwin’in 1859’da “The Origin of Spegies” adlı eserini yayımlamasından ve evrim kuramını bilimsel
düşünceye yerleştirmesinden sonra tarihsel yeniden kurmanın kavramsal kabulleri ve yöntemi, bu kuramın
tesiriyle yeniden yorumlanmıştır. Buna göre kronolojisine tarih öncesi başlangıcı getirmiş, uygar
putperestler yerine ilkel vahşileri incelemeye yönelmiş ve “Evrimsel Halkbilimi Kuramı”nı ileri
sürmüşlerdir. Tüm Viktorya dönemi bilim adamları, “yaşayan kalıntı” doktrinine bağlı kalmışlar ve
halkbiliminin tarihsel uygulamalarına ilgi göstermişlerdir.
George Laurance Gomme farklı sayılabilecek çizgisini, tarihe ve tarihsel yeniden kurmacılık
konusuna “Bir Tarih Bilimi Olarak Halkbilimi” adlı çalışmasında da sürdürmüştür. Gomme değişik ırkların
arka arkaya aynı yere gelip yerleşip orayı ele geçirmeleri sonucunda getirdikleri halk geleneklerini ayırarak
incelemenin mümkün olduğuna inanmıştır. İngiltere için, şimdi köylü toplumlara ait malzemede veya
31
folklorda bir araya getirilmiş olan Aryan öncesi ve Aryan geleneklerini birbirinden ayırmış ve böylece
özgün bilgilerin oluşturduğu kültürel kurumları yeniden oluşturduğunu ileri sürmüştür.
Sözlü öykülerle ilgilenirken, halkbilimciler ve diğer sahaların mensuplarına düşündürücü görünen
husus olan, öykü geleneğinin tarihsel ve folklorik içeriğine ne kadar güve olabileceği, tarihi yeniden
oluşturmaya yönelen kişilerin karşılaştıkları bir sorundur. Bu bağlamda, Gomme’un Evrimsel
Halkbilimi(1908) adlı çalışmasını Andrew Lang eleştirir. Gomme’un Londra Köprüsü’nün antik önemini
desteklemek için kullandığı “Londra Köprüsü ve Hazine Düşü Gören Adam” efsanesinin bundan başka
birçok yerlerde bulunduğuna değinerek söz konusu kuramsal soruna işaret eder.
Lord Raglan gibi septikler ve Amerikalı antropolog Robert Lowie, ister mitsel olsun, ister daha
önemsiz olsun tüm tarihsel gelenekleri ve iddiaları reddetmektedirler. Fakat Hector ve Nora Chadwick’le
diğer ilim adamları, bütün büyük halk destanlarında, anlatılanların özünü tarihsel gerçeğin oluşturduğunu
düşünmektedirler. Dorson’a göre bu çetrefilli sorunun çözümü, her bir geleneğin bazı ölçütler
doğrultusunda incelenmesinde yatmaktadır. O, bu ölçütleri, geleneği taşıyanların aynı yörede sürekli oturup
oturmadıkları ve görülen yöre şartlarının destanı pekiştirici bir biçimde olup olmadığı, aşiret geleneklerinin
dilsel, etnolojik deliller ve dış geleneklerle de desteklenip desteklenmemesi olarak sınırlamaktadır.
Gomme’nin takip ettiği “tarihsel- yeniden oluşturma kuramı” çizgisi en büyük tesirini Japon
halkbilimi çalışmalarında göstermiştir. Dorson’a göre fiziksel ve zihinsel yalnızlığı yeğleyen Japon
halkbilimcileri, Britanya halkbilimcilerinin eserlerini okumuş ve Gomme’den çok etkilenmişlerdir. Japon
halkbilimi çalışmalarının kurucusu olan Yanagito Kunio’dan ilham alan çağdaş Japon halkbilimi okulu,
kapsamlı araştırma faaliyetlerini, tarihi yeniden oluşturma varsayımına dayandırmış antik Japon animizmini
yeniden özetlemeye çalışmıştır. Var olan hasat şenliklerini ve yozlaşmış ilahlarla ilgili öyküleri gözlemek
yoluyla Yanagita ve takipçileri, ithal Budizm ve resmi Şintoizm’i sonradan eklenen tarihsel öğelerden
arındırarak, kozmolojik inançların ilk çekirdeğine ulaşmayı amaçlamışlardır.
Dorson’a göre, halkbilimsel ve tarihsel teknikleri birleştiren bazı Amerikan halkbilimciler arasında
tarihi yeniden oluşturma konusunda yeni gelişmeler ortaya çıkmaktadır. Onun tespitlerine göre, Amerikan
halk tarihçisi, Avrupalı ve Amerikalı meslektaşlarına oranla daha yakın tarihle ilgilendiğinden sorunları
daha az görünmekle beraber sadece bir önceki kuşağın bile bir hayli bilinmeyeni ortaya çıkardığını
belirtmektedir.
Dorson’un aktardığına göre, William Lynwood Montel , “The Saga of Coe Ridge: A Study of Oral
History” adlı çalışmasında esas olarak banda ya da deftere kaydettiği hatıralara ve geleneklere dayanarak
Amerikan iç savaşı’ndan sonra güney Kentucky’de dağ eteklerinde kurulmuş bir zenci topluluğun tarihini
oluşturmuştur. Ekonomik ve ırkçı baskıların kurbanı olan bu topluluk 1960’larda yok olmuştur. Bu nedenle
Montel’in dağılmış olan eski yöre sakinleriyle ve yörenin yakınlarında oturan beyazlarla yaptığı
32
görüşmelere dayanarak geçmişi yeniden oluşturması gerekmiştir. On yedi zenci ve yirmi iki beyazla yapılan
görüşmeler sonunda elde edilen sözlü veriler tarihsel, şecere bilim ve etnografik bilgiler diğer kaynaklarla
da doğrulandıklarında şaşırtıcı bir biçimde güvenilir oldukları ortaya çıkmıştır.
C.) Evrimsel Halkbilimi Teorisi:
19. yy boyunca, İngiltere’nin sömürgecilik politikası ve ABD’de devam eden derlemelerin sonucu
olarak ortaya her geçen gün gittikçe büyüyen ve karşılaştırmalı çalışmaları mümkün kılan inanılmaz
büyüklükte bir malzeme yığını oluşmuştur. Coğrafyacılar, dilciler ve halkbilimciler çeşitli ülkelerde yaşayan
insanların dillerine, geleneklerine, ekonomilerine, hayat modellerine ve yarattıkları ürünlere dair her şeyi
derleyip çalışmaktaydılar. Bu durumda yapılacak bir çalışmayı sadece Avrupa ve Yakın Doğu’yla
sınırlamanın yanlışlığı son derece açıktı. Ortaya konulacak bilimsel çalışmanın filologların ve
halkbilimcilerin dünyanın dört bir yanından derledikleri malzemelerin taşıdığı gerçekleri de içerecek şekilde
ele alınmasını gerekli kılmış oluyordu. Böylesi devasa bir malzeme yığınını mitolojistlerin “ortak ata ve
aile” açıklamasıyla veya Benfeyistlerin “ödünçleme” kavramlarıyla ele alınmasının yetersizliği de
ortadaydı.
Çeşitli toplumlardan derlenen malzeme her yıl artıyordu ve her geçen yıl gelen malzeme içinde daha
önce görülmemiş, duyulmamış yeni hayat tarzları ve dünya görüşlerine dair malzeme üst üste yığılıyordu.
Bunların Avrupa dilleri ve hayat tarzlarıyla yapılan karşılaştırmalarında karşılıklı ilişkilendirmeler kurmak
her zaman mümkün olmuyordu. Söz konusu malzemenin tamamı arasında anlaşılabilir açıklamalar
yapabilecek yeni bilimsel teorilere ihtiyaç vardı.
Bu ihtiyacı karşılamak üzere “Evrimsel Halkbilimi Teorisi” veya halkbiliminde “İngiliz
Antropolojik Folklor Okulu” olarak da bilinen bir teori geliştirilir. Kurucusu İngiliz Sir Edward Burnett
Tylor’dır. En yakın takipçisi İskoç Andrew Lang’dır.
Bu kuramın temel paradigmaları için Dorson “Darwin’in evrim teorisinin izinde ve ondan esinlenmiş
halkbilimciler olarak, köylüler arasında yaşayan eski pratikler ve vahşi geleneklerden hareketle insanlığın
tarih öncesini yeniden kurabileceklerini düşündüler.” der.
Darvin’in evrim teorisinde biyolojik gelişmeyle ilgili yorumlarından hareketle tarih öncesi bulguları
ve halkbilimsel verileri karşılıklı etkileşimleri içinde değerlendirme amacına yönelen bu okul mensupları,
halkbilimi kuramları içinde daha önceleri “köken” veya “kökenler”in yanında ikincil bir husus gibi gözüken
“kültürel aşamalar” kavramının birincil ve hakim bir paradigma olarak yerleşmesini sağlamıştır.
E.Tylor 1866’da yayımladığı “İnsanlık Tarihinin Erken Dönemi Üzerine Araştırmalar” adlı
çalışmasında ana amacın insanlık kültürünün gelişme evreleri olduğu görülür. 1871’de yayımladığı “İlkel
Kültür” de bu husus daha açıktır.
Tylor çeşitli toplumlardan hayat tarzlarına, dünya görüşlerine dair inanılmaz bir hacme ulaşmış
derlenmiş olan malzemeden hareketle, bütün toplumlar arasında hayat tarzı, gelenekler ile dini ve edebi
33
kavramlar arasında benzerliklerin mevcut olduğu sonucuna ulaşmıştır. Bu benzerliklerin nedeni de insan
tabiatının, zihninin ve düşüncesinin temeli ile insanlık kültürünün geçirdiği gelişme yollarının benzerliğidir.
Tylor ilkel toplumların kültürü ile uygar toplumların kültürü arasında benzerlikler gösteren sayısız unsur
bulmuştur.
Bunlardan hareketle uygar toplumların bir miras olarak alıp yaşattıkları “dini ve kültürel yaşayan
kalıntılar”(survival) kavramını formüle eder. Ona göre kültürün ilk dönemlerinde mitler gayet iyi bir şekilde
gelişmiş dini sistemlerdir. Tylor insanlık tarihinin bu ilkel dini sistemlerinin temel dini konseptlerini de
ortaya koydu. Bunları “animizm” olarak adlandırdı. Ona göre animizm, insanın etrafını çevreleyen doğal
olgulara ruh izafe etme halidir.
Bu teorik yapılanış Max Müller ve takipçileri başta olmak üzere çeyrek yy’ı aşan bir polemik ve
karşılıklı kritik savaşına dönüşür.
Bu kuramın çalışma yöntemi esas itibariyle karşılaştırmadır. Bu yöntemin uygulanışı A.Lang’a göre
herhangi bir ülkede akıldışı bir gelenek bulunduğunda onun mahiyetini anlamada takip edilecek metot, söz
konusu geleneğin akıldışı olarak görülmeyip toplumun üyelerine harmonik bir uyum içinde kabul görüp
yaşadığı bir ülke bulup oradan hareketle onu anlamak şeklindedir.
Bu kuramı takip eden halkbilimcilerin halkbilimine genel yaklaşımlarıysa; folklor, geçmişin yaşayan
kalıntılarıydı ve halkbilimciler folkloru kullanarak insanlığın tarih öncesini yeniden kurabilirlerdi. Bu
nedenle bu okula mensup halkbilimciler özellikle işlevsizmiş gibi görünen, kaba saba ve hurafe nitelikleri
ağır basan kültürel materyaller üzerinde yoğunlaştılar. Okuma yazma bilmeyen köylülerin paganlık
zamanından başlayarak yaratılışın daha ilkel zamanlarına ait fosilleşmiş yaşayan kalıntılarını koruduklarını
düşündüler. Bu bakış açısı folkloru, biraz da arkeolojinin tesiriyle, insan zihninin arkeolojisi olarak gördü.
Evrimsel teorinin üçüncü kuşak halkbilimcilerinden ve Tarihsel-Yeniden Kurma Kuramı’nın
takipçilerinden Gomme, Tylor’ı “Her zaman mitlerin temelinin hayatın gerçeklerinden kaynaklandığını ileri
sürmüştür.”şeklinde yorumlar. Gomme Tylor’ın insanlar arasında günümüzde yaşamakta olan pek çok
geleneğin tarihsel kökenlere dayandığını gösterdiğini ileri sürer.
Gomme İngiltere’de folklorun bağımsız bir disiplin olarak kabul edilmesi mücadelesini başarıyla
yürüten isimlerin başında gelir. Halkbilimi sahasını tarihi “yazılı kaynakların bir kısmı” olarak düşünür.
Tarihçileri folklorun tanıklığını inkar etmekle, halkbilimcileri de folklorun içindeki tarihselliği görmemekle
suçlar. Folkloru tarih içinde müstakil bir kısım olarak görür. Folkloru “modern kültür içinde köylü ve
mahalli elementler” olarak tanımlar. Dönemin “yaşayan kalıntı teorisi” adıyla bilinen anlayışı doğrultusunda
insan düşüncesinin daha eski ve ilkel düşünce evrelerinin ürünü olarak düşünmektedir.
Söz konusu daha eski dönemlerin ürünü olan elementlerin gelişmeye kapalı olduğu ve modern
kültürel şartlar içinde eski zamanların ve kültürel şartların bir “yaşayan kalıntı”sı (survival) olduğu
görüşündedir. Ona göre bu ürünler nesiller boyunca ya tamamen kristalize olmuş bir halde aynen
34
aktarılmakta ya da dağılıp parçalanarak gittikçe artan bir sembolizasyon veya hurafeleşme süreci
yaşamaktadır. Böylece etraflarındaki insanların günlük hayatlarını oluşturup yönlendirmedeki rolleri
gittikçe azalmakta ve buna bağlı olarak da bu elementler onları uygulayan insanların azalmasıyla sosyo-
kültürel hayattan daha da izole olarak “sır” haline gelmektedir.
Gomme halkbiliminin geçmişine işaret ederek alanını belirlerken ve evrim teorisi doğrultusunda
geçmişten kalan “yaşayan kültürel kalıntılar” olarak gördüğü folklor malzemesinin öncelikle, totemizm
dönemine kadar gidebileceğini ve totemizmin de insani kurumları oluşturan önemli bir etken olması
nedeniyle çok rahatlıkla insanlığın doğuş kaynaklarına kadar gidebileceğini düşünmektedir. Ancak ve ancak
folklor sayesinde tarih öncesini anlayabileceğimizi ileri sürmüştür. Folklor malzemesindeki köklü
değişikliklerin bir etnolog yaklaşımıyla, ancak “değişik ırk kökenlerine” bağlı olarak açıklanabileceğini ileri
sürmektedir.
Bu yaklaşımla aynı zamanda folklor unsurunun dönemin “ barbar, vahşi ve uygar” şeklindeki
kültürel evrim basamakları içindeki yerinin ve gelişiminin de ortaya konulması amaçlanmaktadır.
Gomme’ye göre eski çağların yaşayan kalıntısı olan folklorun, kendi başına bir olgu olarak ele
alınmasının sağlayacağı yararın artması için, oluşup aktarıldığı çağın şatlarıyla birlikte ele alınması
gerekmektedir. Bu bağlamda Grimm kardeşleri ve benzer çalışma yöntemini devam ettiren takipçilerini
eleştirir. Ele aldıkları malzemenin çok nadiren Hristiyanlık öncesine aidiyetlerine işaret etmenin ötesinde
kökenlerini ortaya koymaksızın çalışmışlardır.
Gomme, folklorun her elementinin, tek tek her batıl inanışın, geleneğin, masalın insanlık tarihi
içinde bir başlangıca ve kökene sahip olduğuna inanmaktadır. Ancak bunların tamamının kökenlerini ortaya
koyabilmenin meydana gelen değişimler ve dönüşümler nedeniyle ortaya çıkan güçlüklere rağmen imkansız
olamayacağını düşünür.
Folklorun da tıpkı tarih gibi, ama ondan bağımsız ve kendine has kanunlara ve kurallara dayalı
olarak varlığını sürdürdüğünü ileri sürer.
Öte yandan tarih çalışmalarının da geçmişi ele alışlarında ortaya çıkan bilgi boşluklarını doldurmada
ve çalışılan bir dönemin sosyal ve kültürel arka planını ortaya koymada halkbilimi çalışmalarına ihtiyaç
duyduğunu belirtir. (dipnot: Bu tarih anlayışının çok daha sonraları Fransa’da “Annaneles Tarih Mektebi”
olarak ortaya çıkıp günümüzde neredeyse hâkim tarih anlayışına dönmesi dikkat çekicidir.) birbirine ihtiyaç
duyan bu iki disiplinin daha verimli olabilmesi için yan yana yürütülmesi gereklidir.
Bu kuramın önemli temsilcilerinden olan James Frazer 1890’da başlayarak yayımladığı on iki ciltlik
eseri “Altın Dal”la halkbiliminin erken döneminde akademik çevrelerde prestij kazanmıştır.
Frazer, Tylor ve A.Lang’ın takipçisi olarak başlar. Onların “Zihni veya beyni itibariyle insan her
yerde aynıdır. İnsan zihni her yerde benzer kültürel gelişme evrelerinin kanunlarına tabi olarak gelişir.
Geçmiş kültürel evrelerine ait pek çok kültürel yaşayan kalıntı folklor olarak daha gelişmiş “uygar” evrede
35
yaşamaktadır.” Şeklindeki temel paradigmalarını kabul eder. Ancak vardığı sonuç ve yorumlayışı farklıdır.
Ona göre ilkel kültürlerdeki olguların yapısını esas açıklayıcı kavram “büyü” veya “sihir”dir.
Frazer’a göre “büyü”, öncüllerinin ileri sürdüğü animizmden önce gelmektedir. Bu basit gibi
görünen farklılığın ilkel dinin kaynağının ne olduğunun açıklaması konusunda taşıdığı önem büyüktür.
(dipnot: Frazer’ın çalışmasının SSCB’dedin karşıtı propaganda için tercüme edilişi halkbiliminin ideolojik
kuramına çok ilginç bir örnektir. ) Max Müller’in kuramının oluşturduğu entelektüel tartışmaların bir
benzeri de Frazer’ın görüşleri etrafında yaşanmıştır. “Eski Ahit’te (Tevrat) Folklor” adlı çalışmasında
görüşlerini sürdürür.
Frazer’ın din ve bilimle ilişkisi açısında ele aldığı “büyü” kuramı Malinowski’ye göre mevcut teorik
yaklaşıma katkı sağlamıştır. Frazer’a göre büyü, ilkel insanın esaslı bir görüşünden ileri gelir. Bu da
fikirlerin birleşimi ilkelerinin ve bunların bir doğal süreçler kuramına dönüştürülmesinin uygulanması ya da
daha doğrusu yanlış uygulanmasıdır.
Büyünün iki ilkesi şunlardır: benzerler benzerleri üretirler ve bir kez ilişkiye girmiş bulunanlar
birbirlerini uzaktan etkilemeyi sürdürürler. Frazer bu iki ilkeyi “ilkel büyüsel bakışın yasaları” olarak
niteler. Bu yasalar kuşkusuz sözlerle formüle edilmiş ve “vahşi” tarafından kuramsal olarak kavranmış
değillerse de ;“vahşi”, dolaylı olarak bunların doğanın gidişini insanın istencinden hayli bağımsız olarak
düzenlediklerine kesinlikle inanır. Bu yasaları bulduktan sonra vahşi de uygular ve o böylece bazı doğal
güçleri keyfince kullanma gücüne sahip olduğuna inanır.
Pierre Saintyves kuramın bir diğer temsilcisidir. Çağdaşı Fransız halkbilimci A.Von Gennep’le
Fransa’daki halkbilimi çalışmalarını yönlendirir. 1936’da “Folklorun El Kitabı” adlı hacimli eserini
yayımlamaya başlar.
Pierre Saintyves’in doğrudan ve dolaylı olarak araştırmalarının daimi ilgi noktasını Cochiara’nın
tespitlerine göre “dini-sihri gelenekler” oluşturmuştur. Bu nedenle benzerleri Tylor, Frazer, Lang ve
Hartlang’ın takipçisi olmuştur. “Fransa’nın Frazer’ı” olarak adlandırılır. Karşılaştırmalı metotta tarih
bilimiyle doğa bilimlerinin ortak bir örtüşme noktalarının var olduğunu ve karşılaştırmalarda sadece
benzerliklerin değil, farklılıkların da ele alınarak karşılaştırılmasının gerekli olduğunu söyler. Böylece
halkbilimsel gerçeklerin ve kanunların ortaya konulabileceğini düşünmüştür.
Cochiara’ya göre bu bağlamda halkbilimini sosyolojiyle karıştırmıştır. Saintyves bir geleneği ortaya
çıkış ve şekilleniş, gelişme dönemindeki durumu ve ortadan kalkma dönemlerine ayırarak çalışmıştır.
A.Von Gennep bütüncüllükten uzaklaşan ve belirli bir anlam ve yorum taşımaz hale dönüşen, buna rağmen
ciltler tutan çalışmalarını “malzeme koleksiyonu” diye adlandırarak eleştirmiştir.
P.Saintyves’in ağır tenkitlere rağmen asıl iz bıraktığı hususlardan birincisi “halkbiliminin bir aşk ve
kardeşlik disiplini olduğu ve kardeşlik derecesinde bir arkadaşlık olmadan bir insanın diğer insanın kalbini
anlayabilmesinin imkansız olduğunu yine halkbiliminin öğrettiği” şeklindeki modern-romantik
36
yaklaşımıdır. “Kavimler, ama sadece bir iki kavim değil, kavimlerin büyük bir çoğunluğu folklordan dersini
aldığı gün insanlığın hakiki sulh devri açılacaktır.” der.
D.) Psikoanalitik Halkbilimi Kuramları
a.) Psikoanalitik Halkbilimi Okulları ve Kuramsal Farklılıkları:
Mitolojik Teori’nin tek kavramlı ve sosyal olayları çoğu zaman tek nedene indirgeyerek açıklayan
okullarına benzeyen halkbilimi kuramlarından birisidir. Wunt, Freud ve Jung temsilcileridir.
Wunt ve takipçilerinin okulu, halkbilimi ürünlerinin kaynağını insanın düş, imge ve hülya gibi
psikolojik oluşumlarıyla açıklamaktadır.
S.Freud ve takipçilerinin okulu olan psiko-analitik okul; halkbilimi ürün ve olaylarını, cinsel
organlarla cinsel birleşmelerin birer simgesi olarak düşünen ve halk kültürünü oluşturan her türlü halkbilimi
ürün ve olaylarını cinsel organ simgesi veya birleşme öğesi olarak açıklayıp çözümlemeye dayanmaktadır.
Bu okullar 19. yy bilimsel paradigmalarının sosyal olgu ve olayları tek nedene indirgeyip açıklama
alışkanlığının günümüzde de devam eden örnekleridir. Dorson “Günümüzde geçerli olan halkbilimi
kuramları içerisinde en kurgusal olanı Freud’un anısını yücelten Psiko-analitik Okul’dur.” der.
Malinovski’ye göre Psiko-analitik Okul insanın incelenmesi konusuna belki tek yanlı, ama önemli
bir özel görüş açısı getirmiştir. Psikanalizin gerçek katkısı; aile kurumları bağlamı içinde eğitim, ana-baba
otoritesinin kullanılması ve seks, beslenme, dışkılamayla ilgili bazı temel güdüler gibi kültürel etkiler
altında erken çocukluk dönemindeki zihinsel, yani aynı zamanda toplumsal davranışların oluşumu üzerinde
ısrarla durmasıdır. Malinovski, “Gerçekten de S.Freud çeşitli “ayıplar”a ilşkin batı tabumuzu yıkmayı
başarmıştır. Öyle ki artık psikoanalitik terimleri kullanan herhangi bir kimse insan vücudunun belden
aşağısına ilişkin konularda konuşabilir, oysa önceleri bu konuları salonlarda, hatta akademik toplantılarda
bile ele alınması yasaktı.” der.
1-W. Wunt Okulu: Alman Wilhelm Wunt, E. Taylor ve A. Lang’ın kuramından da yararlanarak
“Milletlerin Psikolojisi” adlı eserinde değişik toplumların mit ve masallarını tahlil ederek pek çok dini ve
edebi olguların insan zihninin spesifik psikolojik şartlarında ve adeta rüyanın yaratılışına benzer bir şekilde
yaratıldığı sonucuna vardı.
Wunt’un takipçisi Von der Leyen bu fikri bilinçaltı ve yarı bilinçaltı terimlerini de kullanarak
neredeyse bütün halkbilimi unsurlarının yegane yaratılış nedeni olarak genelledi. Bunun halkbilimi
çalışmalarında kabul edilmesi mümkün olmadı.
2- Sigmund Freud Okulu: Halkbilimi çalışmalarında psikolojik kuramın en yaygın uygulayıcıları Freud ve
takipçileridir. Freud, bilinçaltı düşünceyi araştırırken mitlere ve peri masallarına, tabulara, şakalara ve batıl
inançlara büyük ağırlık vermiştir. “Rüyaların Yorumları”eserinde çocukluktaki bastırılmış gizli cinsel
arzuların ve korkuların simgesel kılıklarda düşlerde anlatım bulduğu tezini ortaya koymuştur. Buna göre
37
uyanık olma halinde bastırılan seksüel arzular, uyku ve halisünasyon anında serbest kalırlar ve rüyayla
fanteziye dönüşürler. Freud ve arkadaşları pek çok edebi ürünü bu psikoanalitik plana göre yorumladılar.
Psikanalist halkbilimci K.Abraham “düş, bireyin mitidir”der. Ona göre düşlerde ve mitte aynı
psikolojik mekanizma işlemektedir. Mitler o ırkın çocuklarındaki ruhsal baskıları açıklar. Yığma, işleyerek
geliştirme, yerine koyma gibi mekanizmalar çocuksu, yarı unutulmuş cinsel dürtüleri, günlük yaşamdan
alınmış nesnelere ve imgelere dönüştürmektedir.
Freud, Oedipus mitinde, yetişkinliğe ermiş çocukların bastırılmış karanlık arzularının ve dürtülerinin
açığa çıktığı, abartılı bir açıklaması olan mitsel bir öykü görmektedir. Erkek çocuk annesini fücur (ensest
ilişki) bir sevgi ile sevmektedir ve babasını öldürmeyi düşlemektedir. Oedipus Rex’te ise istekleri acıklı bir
biçimde yerine gelmektedir. Burada halkbiliminin sözlü türlerinin psikoanalitik yönden çözümlenmesinde
takip edilen model görülmektedir. Abraham libiinal ilkel benliğin kaba istekleri, üst benliğin zorlamasıyla
bir tür sansür ile perdelenmekteve bu istekler düşlerde ve mitlerde simgesel kılıklarda ortaya çıkmaktadır,
der. Bu perdeyi aralamak halkbilimcinin görevi olmaktadır.
Psikoanalitik yorum ve çözümleme halkbilimi içinde yer alan her şeyi cinsellik simgesi alma
genelliğine düşmüştür. Karl Abraham’ın Rüyalar ve Mitler’de Kuhn’un yöntemine değinmesi ve
Prometheus miti üzerine yorumunu onun yöntemine göre yapması iki kuramın takipçileri arasında doğrudan
metodoloji ilişkisi olduğunu gösterir. Abraham Kuhn’un Prometheus mitine katılır. Fakat bazı simgelerin
aynı kişiyi belirttiğini ileri sürer. Buna göre Prometheus hem yıldırım, hem de Sanskritçe’den aldığı
kelimenin anlamı olan “burgu,matkap” veya “delici” ya da ona göre “üretici”dir. Prometheus, yıldırım ilkel
insana ateşi getirmiş; fakat ilkel insan aynı zamanda düzgün, sert bir çubuğu “delici ,burgu”yu yumuşak,
yuvarlak bir tahta üzerine sürtmekle ateş yakmayı öğrenmektedir. Bunlar apaçık cinsel organların simgesi
olmaktadır. Bu miti “yaşamın ilkesi olan dünyaya getirmedeki eril güç”olarak yorumlar.
Bu okul genel olarak ortodoks halkbilimi araştırmalarında istihza (ince alay) ile karşılansa da
günümüzde de faaliyetlerine devam etmektedir. Bugüne kadar çalışmalarıyla ortodoks halkbilimciler
arasında yankı yapmış ve halk geleneklerini en enerjik biçimde inceleyen üç kişi E.Jones, E.Fromm ve G.
Rohem’dir.
E.Jones, kabus korkuları ve cinlerden korkmaile çocukluk hayallerinin düşlerde ve halkbiliminde
yansılanması arasında doğrudan bir ilişki görmüştür. Kan emen vampir inancı, gece emisyonlarını ve oral
sadizmi belirtmektedir. Şeytanın ise fallus simgesi oluşu, çoğunlukla yılanla özdeşleştirilmesinde
görülmektedir.
Şeytan, baba figürü olup iki bastırılmış arzuyu, oğlun babaya öykünmesi ve ona karşı koyma
istekleri şeklinde belirmektedir. Büyücü ise, kadının kendi ve annesi hakkındaki bilinçdışı düşüncelerinin
dışavurumudur. Bastırılmış fücur istekleri hep bu inançlarda gizlidir ve bunlar ataerkil ve münzevi kilisenin
beslediği ödipal duygular olarak görülebilir.
38
Ernest Jones İngiliz Halkbilimi Kurumu’nun ellinci kuruluş yıldönümünde, Psikanaliz ve Halkbilimi
başlıklı konuşmasında dinleyicilerin bilincinde olarak ırksal geçmişten arta kalan yaşam ile bireyin
geçmişinden arta kalanlar arasındaki paralelliği vurgulamıştır. Fakat fincan, kadeh, kazan, mücevher gibi
nesnelerle dişilik organını belirten simgelerin sıralanmasına dinleyiciler çok az ilgi duymuşlardır.
Halkbiliminde tuzun Sembolik Önemi adlı tebliğinde ayinlerde kötü ruhları kovmak için tuz
kullanılmasında görüldüğü gibi halk düşüncesinde de tuza büyülü özellikler yüklendiğini gösteren delilleri
bir araya toplamıştır. Ona göre beyaz, hayat veren tuz sperm simgesidir ve erkeği ve aşılama ilkesini
göstermektedir.
Erich Fromm düşler, mitler ve peri masallarının psikoanalitik yorumu konusunda ilk eseri yazmıştır.
Jonah hikâyesinde mitsel ilişkilerdeki evrensel simgeye değinir. Hikâyede Jonah gemi ambarında sürekli
beşikte gibi sallanmaktadır. Okyanus, derin uyku, balinanın karnı ,..vs. anne rahmindeki fetüsü ve koruyucu
yalnızlığın iç deneyimini yönlendirmektedir.
Fromm, Kırmızı Şapkalı Kız yorumunda bildik Freud yorumlarını aşar. Genç kızın (şapka
menstruasyon- döl yatağındaki parçaların kanla atılması- simgesidir)erdem patikasında başıboş dolaşırken
kurt(adam) tarafından baştan çıkarıldığını belirtir. Kurt gerçekten de karnını (rahmini) kız ve büyükanne ile
doldururken hamileliğe imrenmeyi sergilemektedir. Kırmızı Şapkalı Kız kurdun karnını taşla
doldurduğunda kısırlık simgesi kullanılarak kurt cezalandırılmaktadır. Bu masal ise erkeklerden ve
cinsellikten nefret eden kadınların masalı olarak gösterilmektedir.
Geza Rohaim çalışmalarına psikoloji ile değil halkbilimi ile başlamıştır ve daha otoriter çalışmalar
ortaya koyar. Avusturya yerlilerini alan araştırması yoluyla inceler. Rüyanın Kapıları adlı çalışmasında pek
çok mit ve masalı incelemiştir. Düşü, mit ve masalla paralel olarak değil, onların habercisi olarak ya da
düşün mitleri oluşturmak için bilinçdışı hayallerle birleştiğini düşünmektedir.
Ona göre İblis Grandel’in uyuyanları boğması ve onların kanını içmesi bir kâbus olayıdır. Odisseus,
polyphemus adlı dev uyurken gözüne şiş saplamakta ve böylece uyuyanın hadım edilme kaygısını (körlük)
baba heykeline yansıtmaktadır...
Geza Rohaim mitolojik masalların özünü oluşturan bir temel düşten söz eder. Buna göre, düş gören
kişi bir göle ya da çukura düşmektedir. Bu da fallusun vajinaya ulaşmasıdır. Sonra bedenin dışında bir
okyanus ya da bir lotusla simgelenen bir rahim oluşmaktadır. Burada yaratılış miti kökeni görürüz. Dalış ne
kadar derin olursa fallus o kadar büyük olur. Çünkü bir düşteki dalma, ereksiyonu simgelemektedir. Geza
Rohaim böyle bir düş gören bir kişi bunu benzer düşler gören kişilere anlattığında ve yinelemeler sonucunda
mitin geliştiğine inanmaktadır.
Psikanalist halkbilimciler, çalışmalarında sadece mitleri ve masalları değil, folklorun bütün türlerine
ait malzemeyi alıp incelemeye çalışmışlardır. Hedwing Heri, John Dollard, Richard Sterta bu
halkbilimcilerdendir.
39
Kenneth J. Murder çağdaş kovboy mitini çalışmasına konu eder. Filmleri ve tv westernlerini içine
alan edebiyatla psikiyatrik hasta kovboy verilerini bağdaştırır. Hastanın tarihçesinin mite uyduğunu
görmektedir. (tüfek fallus, silahı çentmesi babayı öldürmenin kefareti olarak kendini hadım etmesi...,vb.
yorumlar getirir) Munden’e göre milyonlarca film ve tv eleştirmeni westernleri kendi çocukluk travmalarını
yeniden görmeleri zorunluluğu doğuran “yinelenen çocukluk” nedeniyle izlemektedir.
Bu çalışmalar içinde ortodoks halkbilimcilerce en çok kabul gören Gershon Legman’dır. Seksüel
Mizah ve Ayıp Şakaların Akılcı Bir Analizi adlı çalışması önemlidir.
Dorson’a göre Legman zina, evlilik, eş aldatma ve kadın ve erkeklerin cinsel yönden yanlış
deneyimleri ile ilgili fıkraları; onların gizli içerikli saldırganlık, korku ve düşmanlık duygularını açığa
çıkarmak amacıyla incelemeye yönelmektedir. Legman Thompson’un Motif İndeks çalışmasında Seksle
İlgili Mizah bölümünü görüp, tutuculukla boş bırakan Tarihi-Coğrafi Fin Okulu takipçilerine karşı çıkar.
Bilinen Freud yorumlarından farklı olan çalışması halkbilimi çalışmalarına katkıda bulunmaktadır. Çünkü
fıkrayı, özellikle açık fıkrayı çağdaş toplumda en önemli halk öykücülüğü türü olarak tanımlamaktadır.
Legman karşılaştırmalı halkbilimcidir. Fıkraların uzun ömürlülüğünü ve yayılımını, belirli olayları
ve ayrıntılı ifadeleri belgelendirerek göstermektedir. Batı Avrupa masallarının ve fıkralarının İtalya ve
İspanya’ya, Doğu Avrupa fıkralarının da Türkiye ve Yunanistan yoluyla (daha önce Benfey’de vardı) yazılı
kaynaklarla geldiğini ileri sürer.
Legman dönemine göre çok eskimiş bir halkbilimi yorrumlama yolunu takip etmektedir. Freud’un
psikanaliz ve ödipal simgelemesini, erkeklerin neden açık saçık öyküler anlattığını açıklamak için
kullanmıştır.
3.) C. G. Jung Okulu: Freud’un öğrencisidir. Psikanaliz Okulu’nun kuramsal yaklaşımarını reddederek
“analitikal psikoloji” adıyla bilinen bir okul oluşturur.
Dorson halkbilimi çalışmaları açısından Freudçularla Jungcuların pek çok ortak yönü olduğunu
söyler. Her iki grup da halkbilimini kendi öğretilerinin bir parçası olarak görmektedir. Freud da Jung da
mitleri ve peri masallarını simgeleme yöntemiyle yorumlamaktadırlar. Jung’un en coşkulu takipçisi Joseph
Cambell bile dünya mitolojisine dair yorumlarında Freud’a benzer. Freud’un yaklaşımındaki ikilemler olan
erkek-dişi, fallus-vajina, Jung’da cinsel terimler olarak değil de metafizik terimler olarak görülür. Bilinçli
olma-bilinçdışı olma, yaşam-ölüm, tanrı- şeytan biçimine dönüşür. Her iki yorumlama şeması da bilinçaltı
kavramını anahtar kavram olarak kullanmaktadır. Kullanımdaki farklılık Jung’un “bilinçaltı” kavramını
birey’den ırk’a çevirmesindedir.
Halk masalları metinlerindeki birçok çeşitlemeyi açıklamak için Ortodoks halkbilimi uzmanları
tarafından kabul edilen sözlü geçişme yerine Jung, bilnçaltı ruhta var olan benzer mit ve mit öğelerini tekrar
tekrar üreten öğelerden söz etmektedir. Bu mitolojik bileşenlere “motifler”, “yavru imgeler” ya da “ilk
örnekler” adını verir. buna göre ilkel insan mitleri uydurmaz. Ön bilinç-ruh gücünün açığa çıkarttıkları
40
olarak yaşar ve modern insan bunları “aslın canlanması” şeklinde tekrar tekrar yaşamaktadır. Bunlar
genellikle bir bütün halinde olmayıp, mitsel parçacıklar şeklini alırlar.
Asıl türün bir örneği, rüya ve peri masallarında eşit sıklıkla rastlanan yaşlı adam tipinde görülür.
Karakteri yardımseverlik ve iyi niyetlilik gibi niteliklerle, entelektüel yapısı da bilgeliği ve akıllılığıyla
gösterilmiştir. Belki de onunla tanrı arasında ilgi kurulmuştur. “İlkel” peri masallarında yaşlı adam güneşle
özdeşleştirilmiştir. Jung, 1958 yılındaki bir çalışmasında daha da ileri giderek yaşlı adamın kendisinin
karşıtı da olup hem yaşam verici, hem ölüm getirici olduğunu ileri sürmüştür.
Jung’un din, büyü ve mitoloji ile ilgili geleneklere yaklaşımını en belirgin şekilde temsil eden
Amerikalı halkbilimci Joseph Cambell’dir. “Bin Yüzlü Kahraman” adlı çalışmasında bunların asıl tür
kalıplarını göstermek amacıyla ayrılık, öne çıkan engeller ve mitolojik kahramanın geri dönüşü gibi sürekli
tekrarlanan evrensel ana konuları işlemiştir.
J. Cambell “Tanrı’nın Maskeleri”nde kültür çevresinden aldığı örneklerle Frazer’ı da hatırlatır ve
çevresel özellik taşır. Peri masallarında bütün insanları birleştiren derin ana konuların yalnız hafif ve
eğlenceli yansımalarını görür, ciddi ifadeleri ise gelecekten haber veren bilicilerin esinlenmelerinde ve
kutsal yazılarda bulmaktadır.(Dorson)
Dorson’a göre Campbell gibi mitoloji bilginlerinin ve bir kısım edebiyat eleştirmenlerinin Jung’un
düşüncelerini beğeniyle kabul etmeleri, Jung’un ilk örnekleri bağlamından soyutladığını düşünen
antropoloji eğilimli halkbilimcilerin eleştirileri ile dengelenmektedir. Jung Enstitüsü’nde yetişen Amerikalı
halkbilimci Carlos C. Drake Jung’un kavramlarının belli başlı antropologlar tarafından yanlışlarla dolu
olarak anlaşıldığına değinir.
Drake’ye göre dışadönük ve içedönük kavramaları, temel psikoloji türlerini belirlemekteydiler.
Bunların her biri de kendi içinde düşünme, duygu, sezi ve heyecan olarak dört alt türe ayrılmaktadır.
Derlemeci bilgi aldığı kaynak kişinin ve kendisinin hangi psikolojik türden olduğunu bilmesi sayesinde bu
kişilerle daha etkili bir uyum sağlayabilir ve onların kişisel stillerinin anlaşılabilmesi için bu tür bilgilere
gerek vardır.
Jung’un içeriğine “ilk örnek” adını verdiği toplumsal bilinçaltı, toplumu oluşturan herkes tarafından
paylaşılmaktadır. Fakat ilk örnekler kendi başlarına içeriği değil de biçimi tanımlamaktadırlar.
Jung bireyin kompozisyonunu açıklamak için başka terimler de kullanmıştır. “Persona”, bireyin
toplumsal ya da mesleki rolünü; “anima”,dişi özelliğini; “animus” ise dişillerdeki eril özelliği
belirtmektedir. Anima ilk örneklerde bilinç ve bilinçaltı arasında bulunmaktadır.
41
Jung, düşlerde ve hayallerde olduğu gibi mitlerde ve halk masallarında da kişiliğin karanlık yönlerini
temsil eden gölge figürler ve olaylar görmüştür. Drake, bu bilinçaltı faktörlerin folklorla
özdeşleştirilebileceğini iddia eder ve bunlara örnekler verir. Cadılar Pueblo kızılderilierinin masallarında
görülmekte, fakat cadıların aşağılandığı kültürlerde hiçbir zaman görülmemektedir. Bu doğrultuda cadının
yardımcı yönü masallarda ortaya çıkan ve baskı altındaki kişilere duygusal çıkış yolu sağlayan ortak gölge
figürü olarak yorumlamaktadır.
Dorson’a göre Jung UFO adlı çalışmasında da modern bir olguyu halkbilimsel kapsamıyla
incelemektedir. Jung, bu cisimlerin görülmelerini derin toplumsal kaygıların hayallerimizdeki uzay bilincine
uyanan emellerimize uygunluğuna göre açıklanabileceğine inanmaktadır. Günümüz insanları, özellikle
Amerikalılar dünya sınırlarından kurtulmak istemekte ve diğer gezegenlerin insanlarının da dünyaya
uçtuğuna inanmaktadırlar.
b.) Psikoanalitik Halkbilimi Kuramlarına Yöneltilen Eleştiriler:
Bu kuram ve okullar hala yaygın olarak kabul görmektedirler. Geçmişte yöneltilen eleştirilerin
büyük kısmı bu kuramları “edep dışı” veya “ahlaka aykırı” olarak nitelendiren tutucu yaklaşımlardan
kaynaklanır. Asıl eleştirilen ve bugün de geçerli olan yön, bu kuramların son derece ucu açık
“apiriori”(deneyimden önce zihinde var olduğu, zaman ve mekana göre değişmediği kabul edilen ve
doğrudan doğruya akla dayandırılan bilgi) yorumlara yaslanması; geliştirdikleri çözümleme yöntemlerinin
de vardıkları sonuçlar itibariyle denetlenebilirliklerinin son derece az olmasıdır.
Dorson’a göre profesyonel halkbilimi uzmanları Freud ve Jung’un yorumlarına tepkilerini
psikoanalitik simgeciliği ciddiye almamak şeklinde göstermişlerdir. H. Krappe Folklor Bilimi adlı
çalışmasında Abraham’ın çalışmasından “saçmalık” diye söz etmektedir. Stith Thompson simgecilerin
hepsini “fantastik” ve “anlamsız” bulmaktadır.
E.) Mit-Ritüel Halkbilimi Kuramı 1
1 Mit-Ritüel Halkbilimi Kuramı içindeki italik yazılı bölümler Lord Raglan’ın “Mit ve Ritüel” başlıklı makalesinden alınmıştır.
(http://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/36.php)
42
Mit-ritüelistler bir bakıma içinde yer aldıkları kültürel evrimci halkbilimciler arasında belli bir saha ve
uzmanlaşmaya dayanan özel bir gruptur. Yoğunlaştıkları konu, dışavurumcu sanatların evrimidir. Bu bakış
açısına göre kültür ve sanat, ilkel insanın, dini ayin niteliğindeki ritüel törenlerinde davranışlarından,
özellikle de “kurban törenlerindeki kalıplaşmış hareketlerinden kaynaklanmaktadır. Kültür, evrimleşerek
geliştikçe ritüeller de buna paralel olarak sözelleşmekte ve mitlerin doğup gelişmesinin kaynağını
oluşturmaktadır. Ritin sözel tanımlanışı kendine has bir özerklik kazandığı zaman, mit bağımsız bir
dışavurumsal anlamlı form veya anlatı olma statüsünü kazanmaktadır.
Kuramın ortaya çıkışı E. Taylor’un çalışmalarıyla başlayan Evrimsel Halkbilimi Kuramı’na getirilen
sistematik bir eleştiri veya tepki niteliğindedir. (Evrimsel kuram mitlerin kaynağının tarihsel gerçeklere
dayandığını ileri sürer. Mitlere dayanan gözlemleri ve tarihi geleneklere dair çalışmalarından hareketle
insanlar arasında günümüzde yaşamakta olan pek çok geleneğin tarihsel kökenlere dayandığını düşünür. )
Mit- ritüel kuramın kurucusu Lord Raglan’dır. 1955’te yayımlanan “Mit ve Ritüel adlı çalışmasında
amacının “Mit konusunda ileri sürülen mitlerin bozulmuş veya değişmiş eski tarih veya vahşilerin ürünü
olduğuna dair eski moda teorileri delillerle yalanlayıp çürütmek, mitin ne olduğunu açıklamak ve son derece
basit bir şekilde mitlerin sadece ritlerle ilişkili olarak ortaya çıkmış anlatılar olduğunu ifadelendirmek”
olduğuna söyler.
Bu düşüncesini basit bir örnekle ele alır. Leviticus X1’de Harun’un kurban törenini nasıl
gerçekleştirdiği iki ayrı yerde bize şu biçimde anlatılır, der: İlkinde “Onun oğulları ona kanı ilettiler ve o
kanı tapınağın en kutsal, kurban kesilen yeri olan mezbah (minber) üzerine her tarafına serpti ve yağları yine
orada yaktı.” der. Daha sonra on yedinci bölümde de papaz (kâhin) kanı mezbaha (minberin üzerine)
döküp yağı da sonsuzluk için diriltici koku olarak (rabbe hoş koku olarak) yakacaktır.
Raglan’a göre burada aynı ritüelin iki ayrı tanımlanışı vardır. Birinci tanımlanış birisinin bir
defasında ne yaptığını anlatan bir mit, yani bir ritüelin nasıl gerçekleştirildiğini betimleyen bir anlatı
şeklindedir. İkincisi ise basitçe bir kural şeklindedir. Ona göre bu metinde yer alan birinci anlatı, mitlerin
çoğu zaman yaptığı gibi, söz konusu ritüelin kaynağını ortaya koymanın gerekli olduğu bir zamanda
yazılmış olmalıdır. İkinci anlatımın ise söz konusu ritüelin son derece açık bir şekilde uygulanışının,
belirgin dini bir kural veya ritüele dönüştüğü bir zamanda yazılmış olduğunu düşünmektedir.
“Yukarıdaki ifadeler aynı ritüelin türleri olduğu halde, ilk ifadede bir mitken, daha sonra basit bir
tarife dönüştüğü görülüyor. Bu durumda, ritüelin tanımını, bir kimsenin daha önce yaptığı bir şeyin anlatısı
olarak yapmak da mümkün. Mitlerde sıkça görüldüğü gibi ilk ifade, kutsal bir kişiye atfedilerek ritüelin hala
43
geçerli kılınması gerektiği düşünülen oldukça erken bir dönemde yazılmış olmalı.daha sonraki pasaj ise,
büyük bir ihtimalle ritüelin kesinkes benimsenip, yalnızca basit bir tanıma ihtiyaç duyduğu bir döneme
tarihlendirilebilir.”
Raglan bunlardan hareketle “…Mitler tarihsel açıdan kesin doğruluk taşımazlar. Bunun nedeni -her
zaman aynı olmamakla birlikte- ritüellerin çoğunun bazı tarihsel olayların sonucu olarak değil, yavaş yavaş
gelişmiş olmalarıdır...” der. Mitlerin tarihsel bir olayı aksettirmemesine örnek olarak Becket’ın ölümüyle
ortaya çıkan Can-terbury’e yapılan haccı değerlendirir. “…Hacılar katedrali turlarken Becket’ın yaşamı ve
ölümü ile ilgili dualar ve ilahiler okuyarak bir ritüel sergilerler. Bu yolla Becket’ın hikâyesi tekrarlanarak
ezberlenmiş olur. Bu hikaye, sonuçta bir ritüel, tekrarladığından doğrudan bir mit olarak da
tanımlanabilir...” sonucuna varır.
Bir başka örnek olarak Guy Fawkes’in2 durumunu verir. “…Guy Fawkes’in durumu ilgi çekici bir
başka olaydır. Beş kasım, kurban olarak bir insanın yer alması gereken yakılma törenini anlatan tarihi ateş
festivali günüdür. Fawkes gerçekte yakılmayıp yalnızca asılmış olmasına karşın, yakılma hikâyesi bu ritüele
mit olarak adapte edilmiştir…”
“…Adaptasyonla ne kastettiğimizi açıklayalım; mitler tarihsel temelleri olsun ya da olmasın önemli
dini değerlere sahip olabilirler. Hooke’a3 göre Tiamat’ın (Akad mitolojisinde tanrıların annesi ve Apsu’nun 2 Guy Fawkes, (13 Nisan 1570 – 31 Ocak 1606) - tam adı Guido Fawkes'tur- York şehrinde doğmuştu, ve Katolik bir İngiliz askeriydi. 5 Kasım 1605 - Barut komplosunda, Parlamento Binasını havaya uçurmakla görevliydi.
İngiliz tarihinin en büyük "vatan haini" olarak kabul edilen Fawkes, 1593’te Katolik oldu ve İspanyol ordusunun Hollanda’da bulunan birliğine katıldı. Kısa zamanda askeri zekâsıyla sivrilen Guy, 1604’te yurduna döndü. Burada Robert Catesby ve diğer komplocularla tanıştı. Muhafazakâr Protestan Kral I. James'e, kraliyet ailesine ve tüm diğer aristokratlara karşı yapılan ve İngiliz tarihinde "Barut komplosu" olarak bilinen olayda aktif olarak rol aldı. İngiltere devlet yönetiminde ve Katolik monarşik rejimde kökten bir devrime gitmek amacıyla toplanan on iki komplocu, Westminister Sarayı’ndaki İngiliz Parlamento Binasını, o yılki -her sene ekim ya da kasım ayında tekrarlanan- aristokrasi zirvesinde havaya uçurmaya karar verdi. Komploculardan birinin saray çevresinden bir tanıdığına, 5 Kasım 1605 günü saraydan uzak durmasını tavsiye eden bir mektup göndermesi sonucu komplo ortaya çıkınca; Fawkes, 5 Kasım gece yarısı parlamento mahzenlerinde bol miktarda dolu barut fıçısıyla yakalandı. Çeşitli işkencelere maruz bırakılarak yandaşlarının adlarını vermek zorunda bırakıldı. Çıkarıldığı mahkemede vatan hainliğinden hüküm giyen Fawkes, 31 Ocak 1606’da sarayın karşısında asılarak idam edildi.İngilizler, tarihlerindeki bu olayı ülkenin demokrasi zincirinde önemli bir halka olarak kabul ederler. Her yıl 5 Kasım gecesi, Birleşik Krallık ve krallığa ait diğer eyaletlerde komplonun başarısızlığa uğratılmış olması, Guy Fawkes Gecesi olarak şenliklerle kutlanır. Şenliklerde havai fişekler patlatılır, büyük fıçılar ateşe verilerek caddelerde yuvarlanır ve bu büyük vatan haininin cezalandırılmasını anmak için Guy Fawkes maskesi takılmış kuklalar yakılır. Günümüzde politikadan çok, eğlence amaçlı yapılan bir kutlamadır.
3 Samuel Henry Hooke, 1874 yılında İngiltere'nin Gloucester bölgesinde Cirencester kasabasında doğdu. St. Marks School (Windsor) ve Oxford Üniversitesi Jesus College'da eğitim gördü. 1913-1926 yılları arasında Toronto Üniversitesi Doğu Dilleri Bölümü Flavell Kürsüsü Profesörlüğü'nde bulundu. 1930'da Londra Üniversitesi Eski Ahit İncelemeleri Davidson Kürsüsü Profesörlüğü'ne atandı. 1956'dan 1961'e kadar Oxford'da baş okutmanlık yaptı. Society of Antiquaries üyeliğinde ve Folklore Society ile Old Testament Society başkanlıklarında bulundu. Glasgow ve Uppsala üniversitelerinden onur doktorası aldı. Hıristiyanlık ve Yahudilik ile ilgili yapıtlardan çeviriler yaptı. 1968 yılında öldü. Ortadoğu Mitolojisi, bir yandan Klasik Yunan, Roma öte yandan ortaçağ Batı mitolojisinin kökenlerinde yatan Ortadoğu mitolojilerinin birincil kaynaklarına inerek, mitolojinin tüm temalarını ve sorunlarını özümleyen bir yapıt. Yapıtın iki bölümünün Musevi ve Hıristiyan mitoslarına ayrılması, kitabın, mitolojinin yanı sıra dinsel düşünüşün de köklerine inen bir nitelik kazanmasını sağlıyor. Yapıtta, Yaratılış Mitosları, Dumuzi ile İnanna, Tufan Mitosları, Enki ile Ninhursag, Dumuzi ile Enkimdu, Gılgamış Mitosları, İştar'ın ölüler dünyasına inişi, Adapa Mitosu, Etana ile Kartal, Zu Mitosu, Kurtçuk ile Dişağrısı, Osiris Mitosları, Re Mitosları, Apophis'in öldürülüşü, Nil Mitosları, Keret Efsanesi, Agat Efsanesi, Seher ile Selim, Nikkal ile Kathiralar, Ullikummis Mitosu, İlluyankas Mitosu, Kain ile Habil, Babil Kulesi Mitosu, Sodom ile Gomorra, Fısıh Mitosu, Epifani Mitosu, Yeşu Mitosu, Ahit Sandığı Mitosu, İlya ile Elişa, İsa'nın Doğuşu Mitosları, İsa'nın Dirilişi Mitosları bulunuyor.
44
eşi.) katledilmesi mitine eklenen hikâye kesin olarak tarihsel gerçekliği dile getirmez… Fakat, tarihin dar
gerçekliğinden hem daha geniş, hem de daha derin bir gerçekliğe sahiptir… Mitler yoğun duygusal
değerlerle yüklü durumları içerdiğinden temel olarak doğrudurlar. Dahası, bu durum, doğası gereği
tekrarlanarak ezberlenmiştir. Durum, kendisiyle ilgili olan ve uyandırdığı gereksinimi doğuran ritüelin
yinelenmesini gerektirir. İşte bu bağlamda Hıristiyan dininin çıktığı olayların tarihi karakterler üzerine en
küçük bir yansıması olmaksızın bir Hıristiyan mitolojisinden bahsetmek mümkündür. Bu, insanoğlunun
sürekli yineleyerek ezberleme ihtiyacını karşılamak için, dinsel davranışların hayat veren gücünü
ifadelendirmede kullanılmıştır…”
Raglan’a göre ritüeller de insani ihtiyaçlarla tekrarlanma gerekliliğindedirler ve bunun
gerçekleşmesiyle mitler doğmaktadır.
Lord Raglan eski Yunan’da klasik yazar ve şairlerin mitleri dinsel bağlamlarından çıkararak edebi
yaratıcılıklarına temel olarak kullandıklarını, bu nedenle de verdiği örneklerin bir mit özelliği olarak çok
fazla hayali olmadığını ileri sürenlere karşılık “Yunan mitleri edebi olarak işlenmiş mitlerdir. Bu nedenle
söz konusu özellik mitlerin özelliği değildir.” der. Buna ilaveten, pek çok eski Yunan mitinin Mısırlılar ve
diğer komşu mitlerden ödünç alınıp adapte edilmiş olduğuna işaret eder.
Raglan, mitlerin hayal ürünü olduklarını ileri sürenlerin hayal etme sürecinin nasıl oluşup geliştiğini,
kısaca nasıl çalıştığını açıklamadıklarına dikkati çeker. Hiç kimsenin okumadığı, duymadığı, görmediği bir
şey üzerine hayal kuramayacağını, bu nedenle de mitlerin veya bir mitin hayal sonucu ortaya çıkmasının
mümkün olmadığını söyler.
“…Mitlere hayal gücünün ürünleri olarak bakanlar, aslında hayal gücünün nasıl çalıştığını dikkate
almamışlardır. Hiç kimse, gördüğü, duyduğu ya da okuduğu bir şey tarafından işaret edilmeyen bir şeyle
ilgili hayal kuramaz. Yazarlar ve şairler, kendilerine çeşitli yollardan ulaşan fikirleri seçip birleştirerek
hayal gücünün ürünleri olarak değerlendirdikleri şeyleri üretirler. Fakat, mitleri biçimlendiren ya da
kaydedenler bu biçimde davranmamışlardır. Mitler son derece kutsal oldukları için, yalnızca kendilerine
ilham ihsan edildiğine inanılan kişiler tarafından değiştirilmiş ya da üzerine bir şey eklenmiştir ki onlar bile
söz konusu eklemeleri son derece sınırlı biçimde yapmışlardır…”
“Mit yaratıcısının, diğerlerinden farklı olarak sahip olduğu varsayılan hayal gücü türü aslında
kimsenin daha önce sahip olmadığı bir şeydir. Mesela Grote, eski Yu-nan'da güneşi bizim gördüğümüz gibi
görmek yerine, "doğu sabahında arabasına binen yüce tanrı Helios'u gör, gün ortasında saf cennet
yüksekliğine ulaşan ve geceleri yorgun ve dinlenme arzusundaki atlarla birlikte batı ufkuna gelişini gör."
diyerek hiçbir zaman varolmamış bir zihin türünü var kabul ediyor. Güneş arabası bir ritüel arabasıydı ve
tanrı Helios, ritüelde arabayı kullanan bir rahip biçiminde görülüyordu. Hıristiyan inancına göre kutsanmış
mayasız ekmek de İsa'nın bedenidir, ama görünen sadece mayasız ekmektir. Aynı şekilde, biz de eski
45
Yunanlıların güneşin tanrı Helios olduğuna inandıklarını ama gördükleri şeyin sadece güneş olduğundan
emin olabiliriz…
Max Müller’in milletlerin mitolojik bir evreden geçtikleri tezine de karşı çıkar. Eğer öyle olsaydı
bütün ilkel toplumların mitlere sahip olacaklarını düşünmektedir. Örnek olarak bazı araştırmacıların işaret
ettiği mitsiz ritüellere sahip toplulukların varlığını gösterir. Metinlerden hareketle Romalıların ritüellere
sahip olmakla birlikte mitlere sahip olmamalarını söz konusu ritüellerin mitlerini kaybetmiş olabileceklerine
yorar. Bu tür mitlerini kaybetmiş ritlerin zaman içinde tekrar ve başka mitlere de sahip olabileceklerini
düşünmektedir.
“…Genel ve yaygın bir kanı da, her topluluk veya halkın belli bir mit yaratma sürecinden geçtiği
yönündedir. Fakat, bu durumda en ilkel toplumların dahi bir mitolojisi ya da mitolojilerine dair izler
olmalıydı; ve eğer H. J. Rose haklıysa bu durum gerçekten de böyle değildir. Rose'un bize göstermeye
çalıştığı, erken Romalıların mitolojisi olmadığı ve daha sonra Romalı yazarların tanrılarını anlatan mitleri
Yunanlılardan ödünç alınmış olduğudur.(Romalıların ritleri vardı fakat bu ritler mitlerle ilişkili değildi;
çünkü tanrılar tamamıyla kişileştirilmemişti ve tam manasıyla bir kişileştirme yapılmazsa mitolojinin
oluşması zordur. Fakat, eğer Romalıların bir mitolojisi yok idiyse, komşuları ve akrabaları olan
Yunanlıların böylesine incelikli bir mitolojileri nasıl olmuş olabilir?) Klasik bilginler arasında pek popüler
olmamasına karşın Heredot'tan Sir Arthur Evans'a kadar birçok yazar tarafından üzerinde durulan, bu
mitlerin Mısır, Suriye ve Mezopotamya kökenli olduğudur. Ünlü Heredot, Yunan mitolojisi ve dinine ait
birçok öğenin kaynağının Mısır olduğunu belirtmiştir; Hooke, Perseus'u Kenan ülkesi tanrısı Res-heph'le
bir tutmuştur; Evans da, Minota-ur"un izini Euphrates'te sürmüştür. Bu bağlantı bağlamında Hooke şunları
söylemiştir: "hem Minatour hem de Perseus miti, insan kurban etme ritüel modelinin temelini oluşturarak
bizi tekrar mitle ritin birleştiği noktaya taşırlar…
Lord Raglan söz konusu çelişki için Roma ritlerinin büyüsel olduğunu belirtir. Frazer’la
takipçilerinin büyüyü ilkel din olarak kabul etmelerinin yanlış olduğunu düşünür. Reglan “The Origins of
Religion”da (1949) büyülerin din olmaktan çok dinin dejenere olmuş hali olduğunu ortaya koymuştur. Ona
göre büyü, din değil, dinin bozulup dejenere olarak halkın icra etmeye devam etmekle beraber niçin ve
neden kaynaklandığını bilemedikleri ritüellerdir. Bu durumda da sadece ritüellerin mitlerden daha eski
olduğu sonucuna varılabileceğini ve Frazer’ın tezinin yine kanıtlanmış olmayacağını düşünmektedir.
“…Şimdi de Rose'un sözünü ettiği, hiçbir mitle bağlantısı olmayan erken dönem Romalıların
ritüellerini ele alalım. Erken dönem Romalılar mitlerini kayıp mı etmişlerdi yoksa gerçekte hiç mi mitleri
olmamış mıydı? Roma ritüellerinin büyük kısmı, büyülü dediğimiz türdendi. Frazer ve onun takipçileri,
büyüyü kısaca ilkel bir din türü olarak göstermişlerdi; büyüye dayalı ritü-ellerin çoğunun mitik bir
46
kökeninin olmadığı doğru kabul edildiğinde, ritüellerin mitlerden daha eskiye dayandığını kanıtlayabiliriz.
Fakat daha önce de sebeplerini belirttiğim gibi Frazer'ın yanıldığını söylemek mümkün ve büyü ilkel bir din
olmaktan öte dönüşmüş bir din biçimidir. Büyüye dayalı ritüeller, açıkça söylemek gerekirse, insanların
ritüelleri uyguladıkları ama nedenini unuttukları bir din biçimidir. (19) Ayrıca sanırım, Avrupa'da ve
Amerika'da insanlar, böbürlendikten sonra tahtaya vururlar, bir saksağanı selamlamak için onu
gördüklerinde sol omuzlarının üzerine üç tutam tuz serperler ya da, yeni ayı gördüklerinde ceplerindeki
parayı tersine çevirirler. Bunları neden yaptıklarını bilmezler ama yapmadıklarında kötü şansın kendilerini
bulacaklarına inanırlar. Ritüellerin böylesine saçma ve üstü kapalı bir neden yüzünden ortaya çıktıklarına
inanmak güçtür ancak, bu tür adetlerin bir zamanlar bazı tanrılarla ya da kahramanlarla ilişkisi bulunması
olasıdır…”
Asıl ele aldığı konu olan mitlerle ritler arasındaki ilişki konusunda elde bulunan bazı mitlerin çeşitli
nedenlerle zaman içinde ritlerden ayrılmış olabileceklerini düşünmektedir.
Mitlerin dereceli olarak zaman içinde dört aşama geçirerek masala dönüşeceğini ileri süren
W.J.Gruffydd ‘un :
1. aşamada mitoloji durumundadırlar,
2. aşamada mitoloji tarihe dönüşür,
3.aşamada mitolojik tarih, folklora dönüşür,
4. aşamada folklor, edebi masalların ortaya çıkışında kullanılır,
şeklindeki fikrinden hareketle Raglan bazı mitlerin, ilişkili oldukları ritlerle bu süreç içinde ayrılmış
olabileceklerini düşünmektedir. Söz konusu anlatıların mahiyet ve form değişikliklerinin aynı zamanda bir
insanın kurban edilmesinden zamanla bir insanın kurban edilirmiş gibi yapıldığı ritlere, netice itibariyle de
insan yerine hayvanların kurban edilmesine dönüşümünün de izlenebileceğini ileri sürmektedir.
“…Şimdi sanırım en önemli ve ilginç sorumuz olan her mitin bir zamanlar bir ritü-elle ilişkisi olup olmadığı
sorusuna geldik. Gördüğümüz gibi, modern ya da eski birçok mitin ritüellerle bir ilişkisi var, ancak acaba
hiçbir ritle ilişkisi olmayan ya da şimdiye kadar hiç bu tür bir ilişkisi olmamış bir mit var mıdır? Elbette ki
bu şekildeki mitlerin varlığı açıkça görülmektedir; ancak bence, bu mitler bir zamanlar bazı ritüellerle
ilişkili olmalarına karşın mit unutulduktan ve ritüel olarak uygulamasına son verildikten sonra bile hikâye
biçiminde yaşamaya devam etmiştir. Ve bu tür mitler ritüellerinden ayrıldıktan ve diğer nedenlerle
tekrarlanmaya devam ettikten sonra aşama aşama karakterlerini değiştirmişlerdir. Bu durumun nasıl
oluştuğunu W. J. Gruffyd tartışmıştır. Gruffyd Mabino-gion'daki bir hikâye için şöyle söyler: "masalın,
47
oluşurken geçirdiği dört evre şöyle sıralanabilir: 1. Mitoloji: bu tanrı Lugh-Leu buna kanıt olarak
gösterilebilir. 2. Mitolojinin tarih oluşu. 3. Mitolojik tarihin folklora dönüşmesi. 4. Folklorun edebi
hikâyelerde kullanılması." (22) Açıkça söylemek gerekirse, bir tanrı ya da ritüel figürü, ardıllık içinde, sahte
bir tarihî karaktere, bir peri prense, roman ya da destan kahramanına dönüşmüş olabilir; ve bilimsellikten
uzak araştırmacılar, bu dört önemli karakterin her birine farklı bir köken belirlemişlerdir. Bu akla yatkın
görünüyor, ne var ki, bu tür anlatıları tarihî-benzeri ya da kur-maca-benzeri olarak görmek ritüelin kökeni
olarak önermektir. Şimdi de bu tür mitleri değerlendireceğiz.
İnsan kurban edilmesi, gerçek ya da sembolik olarak, birçok dinin en göze çarpan özelliklerindendir.
Hiç kimse bunu açıklamakta başarılı olamamıştır; ben de böyle bir çabaya girmeyeceğim, ne var ki, bu
âdetin evrimini dört ana aşamaya ayırmak mümkün görünüyor. İlk başta mutat olarak kurban edilen tanrı
kraldı; ikinci aşamada tanrı kralı temsilen bir başkası kurban edildi; medeniyetin aşama kaydet-mesiyle
birlikte üçüncü aşamaya gelindi, bu aşamada insan kurban edilmesi ancak acil durumlarda uygulanır oldu;
acil durumlar dışında ise, gene kralı temsilen bir başkası kurban ediliyordu. Dördüncü aşamada kurban
hiçbir zaman insan olmuyordu ancak bir zamanlar yapılan rütüele gönderme yapacak biçimde
davramlıyordu…”
Bu dönüşüm sürecinin mitten masala kadar uzanan anlatı tür ve şekliyle geliştiğini de kabul eder.
Bunu ortaya koyabilmek için de mit, masal, destani tarihi anlatıların (saga) en azından giriş ve mevsimlik
ritüellerle ilişkili olduğunun gerekli olduğunu belirtir. Bunun için daha önce yapılan kalıp çalışmalarından
hareketle kendisi de “geleneksel batı halk kahramanı modeli” ni geliştirir. Bu modelin söz konusu anlatıların
ritüelistik karakterini ortaya koyduğunu düşünmektedir.
“Benzer nedenler benzer sonuçları ortaya çıkarır.” prensibinden hareketle Reglan mitler, benzer
mitlerle olan ilişkilerinden kaynaklandıkları için birbirlerine benzerler, der. Ritüel, çoğu zaman ve çoğu
yerde dünyanın en önemli şeyidir. Müzik, dans, heykeltıraşlık gibi güzel sanatlar ritüellerden
kaynaklanmaktadır. Reglan’a göre bunlar düşünüldüğünde ritüellerin din dışı olmalarının çok öncesinde
dinsel ve kutsal olduklarına inanmamamız için hiçbir neden yoktur. Aynı süreç ve nedenlerin tamamı hikaye
anlatımı için de geçerlidir.
Böylece Reglan, mitlerde ve diğer halkbilimi türlerinde yer alan kahramanların ritüellerden
kaynaklandığını ve söz konusu kahramanların tarihsel birer kişilik olmadıkları genellemesine ulaşır.
Lord Reglan pek çok halkbilimci tarafından şiddetle eleştirilir ve kabul edilmez. Francis Lee Utley
bu görüşlerin tutarsızlığını ortaya koymak için Reglan’ın “geleneksel batı halk kahramanı” modelinden yola
çıkarak yaptığı çalışmada Abraham Lincoln’ün hiçbir zaman yaşamamış bir ritüel kahramanı olduğunu
ortaya koyar. Bu da bir bakıma Mit- Ritüel Kuram’ın sonu olmuştur.
48
F.) Tarihi-Kültürel Halkbilimi Okulu
Guiseppe Cochiara’nın tespitlerine göre Tarihi-Kültürel Okul, iki temel postulat (ön kabul) üzerine
kurulmuştur:
1- Tarihsel çözümlemenin zaman ve mekân içinde gerçeklerini nedensel olarak belirlemek,
2- Evrimsel Halkbilimi Kuramı ve Okulu’nun daha önce ele alınan yaklaşımının yıkılması.
Bu postulatların ilk formülasyonlarından birisi Alman bilim adamı Friedrich Ratzel tarafından
yapılmıştır. O, halkbiliminin hedefini insanın yeryüzündeki hareketleri olarak belirler. Çevresel faktörlerin
insan üzerinde, insan varlığından kaynaklanan faktörlerin de çevre üzerinde etkili olduğu gerçeğine dikkat
çeker. Bu tema üzerine yaptığı çalışmada Evrimsel Halkbilimi Kuramı’nın mensuplarının tarih öncesine
ittikleri insanlığın “ilkel dönemi” ile ilgili yaklaşımlarını eleştirir. Tarih ile coğrafyanın birleştirilerek
halkbilimi çalışmalarının ikisinin kılavuzluğunda yapılması gerektiğini ileri sürmüştür. Ratzel ve takipçileri
farklı kültürler arasındaki benzerlikleri sosyal, maddi ve mitolojik elementlerle açıklanabilen, topyekun
kompleks kültürel olguların yer aldığı tarihsel bir ilişkiye bağlamışlardır.
Ratzel, ulusların tamamının tarihsel bir karakter taşıdığını ileri sürmüş ve kültür unsurlarının, daha
doğrusu kültürün tümünün göçlere dayandığını kabul etmiştir. Ona göre uluslar ve kültürler bu göçler
sayesinde temasa geçmişler ve birbirlerinin karşılıklı olarak etkilemişlerdir. Kültürün kaynağı konusunda,
insanın yaratıcı gücünün çok fazla olmadığını ve insanların yeni bir şey yaratmaktansa bir yerde gördüğü bir
şeyi taklit etmeyi tercih ettiğini düşünmektedir. Yani, kültür değişikliğinin ve kültür yaratıcılığının ana
nedenini, göçler vasıtasıyla birbiriyle temasa geçen ulusların ve kültürlerin büyük ölçüde birbirlerini
etkilemelerinde aramaktadır. Bu ilişkiyi ortaya koymaya yönelik kabul ettiği kriter tamamen dış görünüşle
ilgili “biçimsel” veya “şekilsel benzerlik” ölçütüdür. Buna yönelik olarak belli kültür unsurlarının
yeryüzündeki dağılışlarının doğru bir biçimde tespiti için bir haritacılık sistemi geliştirir. Bu sistemle belirli
ve benzer kültür unsurlarının yeryüzüne rastgele bir biçimde dağılmadıklarını, belirli ve benzer kültür
unsurlarının birbirlerine bağlı olarak bir arada göründüklerini ortaya koymuştur.
Ratzel’in öğrencisi Leo Frobenius onun fikirlerini daha da geliştirmiştir. Çeşitli kültürler arasındaki
benzerlikleri bir tek kültür unsuruna bağlamanın ötesinde, pek çok kültür unsurunu ve kurumlar gibi
karmaşık kültürel kompleksleri, hatta kültür çevrelerini dahi içerebileceğini ortaya koymuştur. Göçler
yoluyla bir kültür çevresinin bir başka yere göç edebileceğini ileri sürmüştür. Ona göre tipik bir kültür
unsurunun çevresinde toplanan diğer kültür unsurlarının birbiriyle ilişkisi vardır. Bu, onun sun derece ünlü
“kültür çevresi” kavramının temelini oluşturmaktadır. O, böylece hocasının “benzerlik ölçütü” nün yanı sıra
“ilişki” ve “kemiyet” (nicelik; sayılabilir, ölçülebilir yan) ölçütlerini de kullanmaya başlamıştır. Daha
sonraları kültürün; insanlara bağlı olmaksızın kendi başına ve kendi kanunlarına göre gelişen “biyolojik” bir
49
varlık gibi; canlı yaratıklardaki çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık denilen gelişme evrelerinden
geçtiğini ileri sürer. Bu fikre bağlı olarak oluşturduğu ve adına “kültür morfolojisi” dediği; kültürün şekli,
dünya görüşü ve ruhunun araştırılmasını öngören yaklaşımı halkbilimi çalışmaları tarihinde yeterince yankı
bulmamıştır.
Tarihi-Kültürel Okul’un asıl kurucusu Fritz Graebner’dir. Çalışmalarına bu kuramsal temel üzerinde
başlar. Toplumun yığınsallığı içinde bireyin ihmal edildiğini; oysa bireyin sadece toplumu meydana getiren
değil, aynı zamanda tarihi de meydana getiren olduğu gerçeğini ileri sürer. Evrim Kuramı’na ve Fransız
Sosyoloji Okulu’nun problem merkezli eğilimine karşı çıkar. Dahası, insan ruhunun araştırılmasını
amaçlayan halkbilimi çalışmalarında doğa bilimlerinin takip edecekleri yöntem konusunda farklı
olmalarının bir gereklilik olduğunu söyler. Bu nedenle bir bireyin tamamen kendi tercihlerinin de olgu ve
olayların oluşup yönlendirilmesinde ne denli önemli olabileceğine dikkat çeker. F.Graebner’in yaklaşımına
göre insanlığın daima daha aşağıdan yukarıya doğru bir gelişme çizdiği varsayımı yanlıştır.
F.Graebner’göre neyin yüksek ve neyin alçak bir değer olduğu tamamen tarihçinin bilgisine dayalı
sübjektif bir değerlendirmedir. İnsanlığı tek çizgili bir gelişme ve uygarlık anlayışıyla yorumlamanın
doğruluğu konusunda şüphelidir ve şu soruları sorar:
-Evrimcilerin ileri sürdüğü “ilkel dönem” gerçekten onların ileri sürdüğü gibi midir?
-Aynı şekilde onları “ilkel” ve “en aşağı seviye” olarak kabul etmek doğru mudur?
-İlkeller pekâlâ farklı bir uygarlık gelişme çizgisi olarak kabul edilemezler mi?
F.Graebner:
- İlkellerin dünyası da incelendiğinde kendi içinde değişik gelişme çizgileri bulunabileceğini, -Aynı şekilde
eski olarak nitelendirilen bir inanç veya objenin değişik formlarının bulunabileceğini
-Bunların birbirine göre “göreceli” olduğunu ortaya koymuştur.
F.Graebner değişik karakterli iki kültürel sınır karşılaştığında birbirleriyle ilişki kurdukları alanda
birbirleriyle benzeşen kültürel elementler ortaya çıktığını söyler. Bunun dışında birbirleriyle ilişkiye
girmemiş kültürler arasında söz konusu benzer kültürel elementlerin bulunmadığına belirtir. Bundan
hareketle kültür dairelerinin coğrafik olarak yayılmalarının araştırılıp tespit edilebileceğini ileri sürer.
“Kültür çevresi” olarak adlandırılan bu anlayışa göre şu yöntem takip edilmelidir:
- Çeşitli uygarlıkları ayırt edip onları coğrafi mekan içinde bölümlere, yani kültür katlarına ayırmak ,
- Göçler, karışımlar ve alıntılar yoluyla bölünen, dağılan kültür unsurlarını ve kültür komplekslerini eldeki
müspet ip uçlarına göre tarihsel olarak zaman içinde yerine koymak,
- Böylece bir anlamda kültür kronolojisi yapmak,
- Olabildiğince ilk kaynağa ulaşmak suretiyle her kültür unsurunun şekillenişini açıklamak.
50
Graebner’in bu yaklaşımı dikkatle irdelendiğinde, esasen müzeci olduğu ve çalışmalarının büyük bir
kısmının Köln Müzesi’ndeki maddi kültür malzemesine dayandığı görülür. Yaklaşım bu yönüyle, sözlü
kültür unsurları ve özellikle de masallar üzerine yoğunlaşan Tarihi-Coğrafi Fin Yöntemi’ni maddi kültür
unsurlarına adapte etmekten başka bir özgün paradigmayı içermez.
Graebner, etnolojinin de halkbiliminin tarihsel perspektifler içinde kurulmuş çevresi içinde
çalışmasının ve çalışırken halkbiliminin bunun için geliştirmiş olduğu araçları örnek almasının gerekli
olduğu kanaatindedir. Ayrıca “eşit olguya eşit anlam” verilmesini halkbilimcilerin ele aldığı konuya ön
yargılarla yaklaşmamasının gereği olarak kabul eder.
Wilhelm Schmidt bu okulun diğer bir temsilcisidir. Schmidh hemen hemen tüm çalışmalarında
halkbilimi ile tarih biliminin birbiriyle olan ayrılmaz ilişkisine dikkat çeker. Bu ilişki halkbiliminin yöntem
yönünden tarih gibi bir kesinliğe kavuşmasının vazgeçilmez bir gereğidir. Halkbilimi tarih yöntemlerini
kullanmak zorundadır. Cochiara’ya göre bununla, Evrimsel Halkbilimi Kuramı’nın yıkılmasının ikinci
nedeni saydıkları “evrim” paradigmasından kaynaklanan açıklaması yerine, ilkel kültürlerin tarihsel
oluşumunun olabildiğince objektif değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Schmidh’in on iki ciltlik eseri “Tanrı Fikrinin İlk Kaynağı” nda bütün ilkel topluluklarda da
“yaratıcı” veya “tanrı” inancının olduğunu ortaya koyar. Bu, ilkel kültürlere o güne kadar var olan tek
gelişme çizgili bakışı etkileyecek güçte bir yaklaşımdır. Tanrı inancının insanlığın başlangıcından beri
varlığını ortaya koyması, daha önce E.Tylor, G.Frazer, E.Durkheim gibi teorisyenlerin dinin kaynağına dair
ileri sürdükleri fikirleri sarsıcı niteliktedir. Tarihi-Kültürel Okul’un en büyük entelektüel başarıları arasında
yer alır.
Bu okula en sert eleştiriler doğal olarak yıkmak istedikleri Evrimsel Halkbilimi Okulu’ndan,
özellikle de bu okulun daha sonraları İşlevse Kuram’ı ileri sürerek tamamen bağımsızlaşan mensuplarından
gelmiştir. Malinovski Tarihi-Kültürel Okul’u bir etnoğrafya müzesinin tozu toprağı ve karmaşıklığı içinde
ortaya çıkmakla ve sonuçları itibariyle yıkıcı olmakla suçlar. “Maddi nesneler bir kültür içinde çok önemli
yer tutarlar. Bir zanaat ürününü bir kültürel öğenin modeli olarak almak son derece tehlikelidir.” diyerek
kuramsal yönlerini eleştirir. “Kültür çevresi” doktrinine yapılan başlıca eleştiriler” bir zanaatsal ürünün
fiziksel biçimini bir kültürel belirlemenin temel ya da tek indeksi olarak almak” yanılgısına yöneliktir.
Malinovski’ye göre; Graebner ve Ankermann gibi bazı “müze köstebekleri”nin etkileriyle
yayılmacılığın temeli eski bir binanın vitrin ve kilerlerine düzensizce ve iyi betimlenmeden doldurulmuş
nesnelerin, işaretlerle yerleştirilmiş kültürel gerçekliklere ilişkin doğru bir kimlik belirlime işi olması
gerekir. Bu durumda biçim ve kitleyle ilgili ünlü ölçütlerden çıkarılan yanlış kimlik belirlemeleri, aslında
başka koşullar altında kabul edilebilir bir eğilimin sağlamca gelişmesine çok zarar vermektedir.
51
Malinovski bu kuramı:
- Kültürü cansız ve inorganik bir şeymiş gibi görmeleri,
- Soğuk hava deposunda yüzyıllarca korunabilecek,
- Okyanuslar ve kıtalar ötesine taşınabilecek,
- Mekanik olarak parçalara bölünüp yeniden birleştirilebilecek bir şeymiş gibi ele almaları açısından da
eleştirir.
G.) Biyolojik Halkbilimi Kuramı
Arnold Van Gennep (1873-1957) yetişme dönemi halkbilimi çalışmalarına neredeyse egemen olan
Tarihi-Kültürel Okul ve Evrimsel Halkbilimi Okulu başta olmak üzere Tarihi- Coğrafi Fin Okulu, Benfeyist
ve Güneş-Mitolojistlerin tamamının kuramsal yaklaşımlarına başkaldırarak Biyolojik Halkbilimi Okulu’nu
oluşturmuştur. (Bu başkaldırı nedeniyle Fransa’da hiçbir üniversiteye kabul edilmemiş, Fransız
Akademisi’nden ihraç edilmiştir.) Dorsonvari bir söyleyişle Van Gennep ve takipçileri aslında halkbilimi
çalışmaları tarihinde birinci kuşak “Genç Türkler” hareketini oluşturmaktadır. Bu benzetme sadece tüm
yaklaşımlara başkaldırarak yerlerine kendi paradigmalarını hâkim kılmalarından kaynaklanmaz. Her iki
kuşak halkbilimci grubu arasında halkbiliminin kaynağı olarak insanı görmeleri, tarihsel malzemeden önce
içinde yaşanılan sosyo-kültürel çevrede yaşamakta olan halk kültürü unsurlarını icra edildikleri bağlamla
birlikte değerlendirmeleri gibi kavramsal yakınlıklar da vardır.
Van Gennep’in karşı çıktığı kuramların neredeyse tamamı tarihi ön planda tutar, geçmişe yönelik
malzemenin peşindedir, yaşanılan döneme ait malzemeyi sadece geçmişi yeniden kurmak için ele alır. Bu
bağlamda Gennep halkbilimini biyolojiye benzer bir hale getirmek istemiştir. Ona göre halkbilimci
yaşamakta olan bir olguyu incelemektedir. Bu nedenle ölü malzemeyi çalışan tarihçinin yöntemini
benimseyemez.
Van Gennep 1924’te yayımladığı “Halkbilimi” adlı çalışmasında “Halkbilimi yaşayan olguları
incelediği için ağırlıklı olarak gözlem yöntemini kullanmalıdır” der. Hâlihazırdaki bu durumun, geçmişe ait
unsurların varlığı nedeniyle tarihsel- kültürel yöntemle çalışılamayacağını belirtir. Ona göre, halkbiliminin
bir kısmı tarih olmadığı gibi, tarihin de bir bölümü halkbilimi değildir. (Andrew Lang ve Gomme’a eleştiri)
Halkbilimi, 19.yy’ın hastalığı olan “tarih mania” saplantısından Gennep’le kurtulmaya başlar.
Gennep’e göre halkbilimi çalışmak isteyen bir kişi önce Tarihi-Kültürel Okul’u terk etmelidir ve bir
zoolojist veya biyolojist gibi davranabilmek için biyolojik yöntemi benimsemelidir.
Van Gennep’e göre halkbiliminin en iyi tanımı; gelenekler ve yaşam tarzlarının metodolojik,
dolayısıyla bilimsel olarak çalışılmasıdır. “Gelenekler için “popular” kelimesinin eklenmesi gereksiz,
52
faydasız ve anlamsızdır. Çünkü, zaten gelenekler ve yaşam tarzları genel olarak toplumsal olgulardır. Irk,
uygarlık tipi, sosyal sınıf, ülke ve iş kolu gibi unsurlara bağımlı olmaksızın bunların farkına varılabilir.” Bu
düşünceleriyle bir bakıma çağının ilerisindedir.
Van Gennep halkbiliminin “insan” kaynağını ön plana çıkartır. “Her birey pek çok sosyal ilişkilere
sahiptir ve aynı zamanda bu geleneğin sabit sınırları içinde daima serbesttir. Aile içinde eşini ve
çocuklarının sayısını seçmede, bir asker olarak kahramanlık yapmada ve oy kullanmada hürdür. Bir başka
ifadeyle küresel sosyal hayatı anlamak isteyen bireyden başlayarak yola çıkmalıdır, toplumdan değil.
Toplum bir bakıma bir soyutlama veya havadan çekilmiş bir fotoğrafın perspektifidir.”der.
Van Gennep’in geleneklerin kanunları üzerine yaptığı çalışma biyoloji ile halkbilimi arasında
kurduğu denklikten kaynaklanır. Biyolojinin halkbilimciye, etrafını çevreleyen kaotik malzemeler yığını ve
detayını bir düzene oturtacak bazı genel kanunları formüle etmeyi sağlayacağını düşünür. Bugün sadece
halkbilimi çalışmalarında değil, neredeyse bütün sosyal ve beşeri bilimlerin kullandığı “geçiş töreni” onun
çalışmaları sonunda formüle ettiği halkbilimi kanunlarıdır.
Van Gennep’e göre bireyin durumunu değiştiren her değişiklik, kutsal ve din dışı arasında, etkisel ve
tepkisel hareketler oluşturur. “Bu etkisel ve tepkisel hareketler düzenli hale getirilmeli ve kontrol altında
tutulmalıdır ki, genel olarak toplum rahatsızlık duymasın veya zarar görmesin. Toplumlarda bir sosyal
durumdan başka bir sosyal duruma geçiş ile ilgili çeşitli ve başarılı uygulamalar vardır. Böylece bir insanın
hayatı, başlangıç ve bitişleri benzeyen geçiş dönemleriyle belirginleşmiş hale gelir. Bu geçiş dönemleri:
- Doğum,
- Sosyal erginlik,
- Evlilik,
- Babalık/analık,
- Sosyal gelişme,
- Mesleki uzmanlaşma ve
- Ölümdür.
Bu olayların her biri için törenler vardır. Bu törenlerin temel görevi veya işlevi bireye tanımlanmış,
belirgin bir durumdan bir başkasına geçişte yardımcı olmaktır. Bunların hepsinin amacı aynı olduğuna göre
yerine getirdikleri işlerin anlamı da aynı olmalıdır. Bu ayniyet detayda bire bir aynı olmasa da en azından
kıyasla bir benzerlik durumundadır. Çünkü birey de değişikliğe yavaşça ilerlerken arkasında bıraktığı birkaç
geçiş ile önündeki birkaç geçiş, bir bakıma aynı yapı içinde onu beklemektedir. Bu durum doğum, çocukluk,
sosyal erginlik, nişan, evlilik, hamilelik, babalık, dini derneklere giriş ve cenaze törenleri arasındaki
benzerlikleri açıklamaktadır. Dahası ne bireyler, ne de toplum, tabiat veya kâinatın belirli bir periyodik
53
düzenle insan üzerindeki akislerine rağmen ondan bağımsız hareket etmezler. Kâinatta da ileri yönelmeler
veya göreceli olarak duraklamalar içeren dönemler ve geçişler vardır. Ayrıca bir aydan diğerine, bir
mevsimden diğerine, bir yıldan diğerine geçiş şeklinde takvime bağlı ve insanların ritlerle karşıladığı geçiş
törenleri vardır. Bütün bu geçiş törenlerini bir grup olarak detaylı bir şemada toplayarak çalışmak bana
mantıklı görünüyor.”(Gennep, The Rites of Passage)
Van Gennep anket formları düzenlemiş, inanılmaz büyüklükte malzeme derlemiştir. Derlemeyi bir
son olarak değil, daima yorumlayıp değerlendirme aşamasına bir başlangıç olarak görmüştür.
Çalışmalarında hazırladığı haritaları da “yaşayan kalıntılar” ı göstermek için değil, milleti oluşturan küçük
topluluklarda yaşamakta olan gelenekleri veya geçiş törenlerini göstermek için kullanmıştır.
Fransız gelenekleriyle ilgili araştırmalarında, yaşamakta olan geleneklerin biyolojisinin yanında,
geçmişe doğru belgeleri de toplayarak “insan ruhu” nun araştırılmasını sağlamaya çalışmıştır. Öte yandan
bu derlenmiş malzemeyi değerlendirip çalışma metodu, diğer bilimlerin yanı sıra tarihi de içine alacak
şekilde genişlemiştir.
Gennep, Fransız halkbilimi çalışmak isteyen birinin, bu milleti meydana getiren karmaşık etkenlerin
üretilip şekillendiği süreci bilmek zorunda olduğunu söyler. Yine aynı nedenle bir halkbilimcinin bir
milletin gelenekleri üzerinde uzmanlaşmasının nedeninin de belli olduğunu düşünür. Gennep’e göre onları
ve onların yansıttığı “insan ruhu” nu daha iyi anlayabilmek için diğer sosyokültürel verilerin yanı sıra,
bizzat tarihin içine de girmek zorundadır.
H.) Seçkin Kültürün Dibe Batması Kuramı
Bu yaklaşım folklorun kaynağı konusunda, yüksek veya seçkin kültürün “aşağı tabakalara inmesini”
veya “batmasını” ileri sürer. Halkbilimi kuramları içerisinde en çok tartışılanlardan biridir. Bunun en önemli
nedenlerinden birisi Grimm kardeşlerden itibaren folklorun kaynağının “kolektif yaratma”, halkbilimi
ürünlerinin de “anonim” olduğunun bir saplantı halinde düşünülmesidir. Kuram bu saplantıyı en azından
kaynak bakımından ciddi bir tartışmaya açmıştır. Çok tartışılmasının diğer bir nedeni de getirdiği
yaklaşımın hem faşist, hem komünist ideolojilerin hâkim olduğu ülkelerde kabulünün yasaklanmasıdır.
Kültür tarihçisi Peter Burke bu kuramın paradigmatik geçmişi için “Swift” (hızlı, kısa süreli,
ömürsüz) düşünceler tıpkı moda gibi hep nitelikli olandan ortalamaya, sonra kaba olana düşüyor, orada yitip
gidiyor, der. Burke’nin tespitlerine göre Herder ve Grimm kardeşler gibi halk kültürü kaşifleri ise bu bakış
açısını tersine çevirerek bu yaratıcılığın alttan, yani halktan geldiğine inanmışlardı. 20. yy’ın başında
Almanya’daki halkbilimciler bu soruyu çok tartıştılar ve önceki görüşe döndüler; yani alt sınıfların
kültürünün, üst sınıfların kültürünün çağdışı bir taklidi olduğu hükmüne vardılar.
54
Burke; Seçkin Kültürün Dibe Batması Teorisi çok kaba ve mekanik olduğundan bu imgelerin,
öykülerin veya düşüncelerin, halk çizerleri ve şarkıcıları ile taraftar ve izleyicileri tarafından pasif bir
şekilde kabul edildiğini iddia etmektedir. Ona göre sıradan insanların zihinleri boş bir kâğıt gibi değildir,
aksine düşümceler ve imgelerle doludur. Yeni düşünceler eskilerle bağdaşmazsa reddedilecektir. Algılayışın
ve düşünüşün geleneksel yolları bazı akımları geçiren, bazılarını tutan bir elek görevi görürler.
Seçkin Kültürün Dibe Batması Teorisi’nin en son ve yaygın kuramsal versiyonu denilebilecek
çalışma neredeyse Alman halkbilimci N. Nauman’ın adıyla özdeşleşen, onun 1922’de yayımladığı “Dibe
Çökmüş Kültür Varlığı Teorisi” adlı çalışmasıdır. Kültür varlıklarının yaratıcı yukarı tabakadan, kabul edici
aşağı tabakaya (halk?) sürekli ve arlıksız çöküşü ve “ilkel cemaat kültürü” haline dönüşmesi pek çok kişi
tarafından benimsenmiş ve tartışmalara yol açmıştır.
Bunların öncelikli olarak amaçları, folklor unsurlarının, özellikle de halk ağzındaki sanat türkülerinin
kaynağını, seçkin yaratıcı bireylere veya elitist kültüre bağlamaktır. Bu yolda yapılan araştırmalarla, halk
kültürünün kaynaklarını yaratıcı seçkinlerin kültüründe veya “yüksek kültür”de bulmaktır. Böylece,
sonunda her bir halk kültürü unsurunun gerçek bulucu ve yaratıcılarını ortaya çıkaracaklardı. Bu bağlamda
yazılı kültürün büyük şairlerinin türküleri ile edebiyatça bilinmeyen halk türküsü yakıcılarının eserleri sözlü
gelenekte veya halk ağzında yan yana yürüyordu. Burada bilinen veya bilinmeyen bir halk türküsü şairinin
kaynağı, tarihi halk türküsü araştırmalarında son hedef durumundaydı. Aynı şekilde masal araştırmalarında
buna uygun düşen tarihi filolojik araştırma yoluyla belirli bir edebi kaynağa, çoğu kez da zaman ve mekân
yönünden uzakta kalmış olan kaynağa ulaşmak amaç edinilmiş durumdaydı. Bunun yanı sıra diğer sözlü
edebi türler içinde vaaz kitapları, antik dönem eserleri gibi yazılı kültür kaynaklarının kaynaklık ettiği iddia
edilmekteydi. Aynı yaklaşım, halka ait atasözlerinin geriye doğru izlendiklerinde, yazılı edebiyat
eserlerinden, halk danslarının ise cemaat danslarından, halk kostümlerinin moda kostümlerden, halk
adetlerinin de herhangi bir toplum, devlet ya da dini kurum kaynağından çıktıkları ileri sürülmüştür.
Bu teori üzerine Gotthelf’in formülasyonunu Tahir Alangu şu şekilde aktarır: “Teolojide olan tıpta
da aynen cereyan etmiş olmalıdır. Bir süre en büyük bilginleri uğraştıran, onların başına dert olan her şey,
zamanla en büyük bilginlerden bilginlere, bilginlerden yarı bilginlere, sonunda halka intikal etmiş; sonra da
daha aşağılara, şarlatanlara ve ebelere kadar gelip dayanmıştır. Ve orada asılı kalmıştır. Modaların başına da
aynı şey gelmiştir. Saraylı hanımlardan soylu bayanlara, soylu bayanlardan madamlara, madamlardan
matmazellere, matmazellerden kenar dilberlerine geçmiş; bir bölümü orada asılı kaldıktan sonra, bir bölümü
de ta sokak yosmalarına, gece kondu mahallerine, işçi kızlara kadar inip sürüklenmiştir.” . Bu
formülasyonla “Seçkin Kültürün Dibe Batması Teorisi”ne getirilen trafiğin ters yönünü, yani toplumsal
katmanların yukarısına doğru giden yönünü ihmal etmesi şeklindeki eleştiriye de cevap verilmiştir. Böylece
tıkandığı noktanın da önü açılmış oluyordu.
55
Tahir Alangu’nun çalışmasına göre dibe çöken kültür varlığının çoğu kez kapalı ve gizli yönünü
izlersek, kesin bir kural olarak, o çok önemli ve kavranması oldukça zor olan “ara tabakalar” ve “aracı
şahsiyetler”i bulabiliriz. Kültürel yaratmanın ürünü olan kültür varlığının, elit ya da bireysel kültürden halk
kültürüne geçiş yolunu bunlar açarlar. Böylece de asıl halkın kabulü ve uygulaması, adaptasyonu gibi
dönüşümler sürecinin yol açıcısı olurlar.
Bu sürecin çift yönlü işleyişini anlayabilmek için dikkatli olmalıyız. Eğer her yerde yalnızca ve
sadece dibe çöken kültürel unsurlar görülür ve onların çöküş yolları bize özellikle halk katmanlarındaki
sözlü kültür varlığı ile kostümlerde etkili olarak, kötümser bir şekilde gösterilirse, hiç şüphesiz halk
kültürünün yanlış bir tasviri yapılmış olur. Bu olay ancak bireysel ya da seçkin (elit) kültürden akan bütün
akımların bir yerde toplanması gibi çalışır. İşte böylece halk kültürü bir “toplama çukuru” gibidir, bir deniz
değildir. Onun içinde yüzyılların yaratıcı kültür oluşumu, kaynaklar, küçük dereler ve nehirler yoluyla
toplanır ve bir bölümü orada aynen muhafaza edilir. Lakin bu toplama çukuru, gelenek yolu ile muhafaza
edilmemesine rağmen durgun bir bataklık da değildir. Adaptasyon sırasında dış etkilerle değişmesine ve
karışmasına rağmen, yine de evrilerek yürür ve halk kültürünün kendine has kaynaklarından yeniden
fışkırır. Suyun yerden bulutlara, oradan yine yere, kaynaklara yaptığı o ebedi devir hareketinde olduğu gibi,
kültür varlığı alışveriş halinde iki kültür tabakası arasında sürekli akar durur.
Bu bağlamda eğer kültür bütünlüğü alanındaki halk kültürünün gerçeğe sadık bir manzarasını bir
taslak halinde ortaya koymak istersek, o zaman çöken kültür varlığının yanında yükselmekte olan kültür
varlığını da göz önüne almak zorundayız. “Çökmekte olan kültür varlığı” ve bunun yanında “yükselmekte
olan ilkel kültür varlığı” , her şeyden önce halk kültürünün çok kanunlu oluşu gerçeğini ve bölgesel kültür
değişmeleri ile değişik kültür tabakaları arasındaki kültür değişmelerini ortaya koyar.
Kültür aktarmalarının çok kanunlu oluşu, kültür varlığını da çok kanunlu duruma getirmektedir.
Kültür varlığı yalnız zamana bağlı tarihsel bulutlar içinde gelişmez ve değişmez. Yukarı tabakadan aşağı
tabakaya çökerken değişir ve aktarıcının alıp götüreceği bir başka coğrafya alanında da yayılır. Ve orada
dibe çökmezse, başka biçimde geleneklerle birleşerek yeniden yeni oluşumlar halinde ortaya çıkar. Kısaca
halk kültürü yalnız almaz, çöken kültür varlığına dengelenebilecek şekilde yükselen cemaat varlıklarının
birçok örneklerinde görüldüğü üzere, verici rol de oynar. Çağımızdaki yerli unsurlara dayanan modalar,
halktan gelen bir yığın gelenek varlığını, yeniden modayla yayılan kültür varlığı haline getirmeye
yönelmektedir. Halk oyunları günümüzde toplum dansları haline gelmekte, aşağıdan yukarıya doğru
yayılmakta, köyden gelerek şehir kültürüne katılıp yükselmekte, şehir kültürüne yeni unsurlar katmakta ve
böylece iki yönlü, hem batan hem yükselip çıkan kültür hareketliliği oluşturmaktadır. (Tahir Alangu)
56
Bu görünüş ve yorumlayışıyla “sosyal tabakalaşma” yla ilişkili sıradan bir sosyoloji paradigmasına
dönüşen “Seçkin Kültürün Dibe Batması Kuramı”, biraz da sosyolojinin gelişip daha kolay ölçülebilir
parametreler kullanmaya başlamasıyla halkbilimi çalışmalarındaki etkisini kaybetmiştir.
Kuramın, yayılmanın tek yönlü ve tek buutlu (boyutlu) olacak kadar basit olmayıp çok yönlü ve çok
kanunlu, çok karmaşık bir sosyokültürel olgu olduğu gerçeğini ortaya koyması, halkbilimi çalışmalarında
son derece önemli bir teorik gelişmedir. Geliştirip önerdikleri model de pek çok kültür değişmesini
açıklamaktadır.
Seçkin Kültürün Dibe Batması Kuramı’na en büyük eleştiriler Nazi ve Komünist ideolojilerin
mensupları tarafından yapılmıştır. Nazi Almanyasında, Komünist Rusya’da kullanılması yasaklanmıştır.
I.) İdeolojik Halkbilimi Kuramları
R. M. Dorson’ a göre 20. yy’da politik gerçekleri yönlendirmek amacıyla halkbiliminin ideolojik
yönden işlenmesi, 19. yy romantik milliyetçiliğinden kaynaklanır. Halk şiirinin ulusal kimliği belirleyici ve
koruyucu rolüne dikkat çeken Herder’ in izinde Avrupa’nın her ülkesinden bilim adamaları halk ruhunu
aramışlardır. Almanya’da Grimmler, Norveç’te Asbjörgen ve Moe, Finlandiya’da Lönnrot ve Krohn,
Sırbistan’da Vuk Karadziç, İrlanda’da Douglas Hideve pek çok başka bilim adamı harekete geçmiştir. Bu
tür miras araştırmalarının erdemleri bulunmasına karşın, bilimi ve bilimsel bilgiyi ideolojik dogmaların
eline verme gibi aşırı uygulamalar Nazi Almanyası ve Komünist Sovyet Rusya’da olduğu gibi halkbiliminin
geniş halk kitlelerini etkilemede propaganda aracı olarak kullanılmasına yol açmıştır.
Halkbilimi çalışmalarını politik bir sermaye olarak kullanan ilk devlet Hitler’in Nasyonal Sosyalist
hükümetidir. Almanya ‘da 1930’larda kapsamlı bir halkbilimi yayını yapılmıştır. Nazi kavramı gizemli bir
biçimde kan, dil, kültür ve gelenek bağlarıyla birleştirmiştir. “Volk” teriminin Herder zamanından beri
mistik bir havası bulunmaktaydı, şimdi politik bir anlam taşımaya başlamıştı: “volk”, ulus demekti. Hitler’in
“üstün ırk” ve “ırk-kan birliği” dogmaları nedeniyle folklorun kökeninin aydınlara özgü olduğunu ve
aydınlardan ağır ağır köylülere geçtiğini savunan Hans Nauman’ın Seçkin Kültürün Dibe Batması
Kuramı’nı Naziler kaldırıp bir kenara atmışlardır. Neumann 1929’da korkusundan eserinin değiştirilmiş bir
baskısını yayımlamıştır. Kan bağına dayanarak ırklarını yüceltecek mistik ve ruhani bir ata arama
çabasındaki Naziler, bu konuda kendileriyle çalışma çabasında olan halkbilimcileri yönlendirmişlerdir.
Grimm, Mannahard, Köhler ve Bolte gibi dünya çapında ünlü halkbilimcilerin teorik yaklaşımlarını dikkate
bile almamışlardır. 1858’de “Bilim Olarak Folklor” adlı eseri yayımlayan sosyolog ve gezi yazarı Wilhelm
Riehl’e sıkı sıkıya sarılmışlardır. Halkbilimle birlikte bütün sosyal bilimlerin Almanlıkla ilgili konulara
ağırlık vermesi ve bu bilginin pratik kullanıma uygulanmasının gerekliliği üzerine Riehl’in önerileri polis
57
eğitimi ve yönlendirmesinde kullanılmıştır. Naziler de bundan özellikle propaganda yapmak amacıyla
faydalanmışlardır.
1920’lerin sonlarında Almanya’da bazı üniversitelerde halkbilimi, çoğunlukla zorunlu ders olarak ya
da “Alman kültür bilimi”, “yurttaşlık bilgisi” derslerine ek olarak alınan, beğeni kazanmış bir konu
durumundaydı. Bu dönemde Adolf Bach Alman halkbilimiyle ilgili bir kitap yazar. Kitap, Alman
halkbiliminin hakemi durumuna gelen Hitler’in “führerschicht”(Führer: önder, komutan Schicht: sınıf,
katman,tabaka) kavramıyla sonuçlanmaktadır. Hitler, “halksal devlet” in kendi politik düşüncesinin odak
noktasını oluşturduğunu düşünmekteydi.
Bu nedenle halkbiliminin verilerini propaganda aracı olarak kullanmak istemiştir. 1937’de bu amaca
yönelik olarak “Arbeitsgemeinschaft für Deutsche Volkskunde”(Alman Halkbilimi için Çalışma Grubu)
kurulmuştur. Kurucuları arasında Nazi devriminin filozofu Alfred Rosenberg, Hitler’in tarım bakanı Walter
Darre, Hitler Gençlik Hareketi’nin önderi Baldur von Schirach ve Hitler’in içişleri bakanı Henrich Himmler
vardır. Bu da halkbilimi çalışmalarının Nazi ideolojisinin yönlendirmesinde yapıldığını gösterir.
Sovyet Rusya da halkbilimini, komünizm propagandası yaparak geniş halk kitlelerini etkilemek,
komünist rejimin temelini oluşturan Marksist kuramı ilerletmek için kullanmıştır. Zengin bir halk kültürüne
sahip olan Rusya’da komünist rejimden önce halkbilimi çalışmaları son derece gelişmiş bir durumdaydı.
Rusya’da da halkbilimine ilgiyi romantik edebiyat akımı uyandırmıştı. Napolyon savaşları esnasında
Ruslarda millet olma bilinci uyanmıştır. Rus subayları Fransız ordularına karşı halk kitleleriyle omuz omuza
savaşmış, halkın kültürünü tanımanın gerekliliğine inanarak savaştan dönmüşlerdi. Ancak Rusya’daki
“Çarlık” ve “Kilise” gibi iki köklü kurum halk kültürüne duyulan ilginin yayılıp büyümesini önlemiştir.
Ortodoks kilisesi halk kültüründe putperestlerin inanış ve törenlerinden izler bulmaktaydı. Çarlıksa halkın
aydınlanmasından korkmaktaydı. Bu nedenle Rusya’da 1830-1850 arasında toplanan halkbilimi örnekleri
ancak kilise ile çatışmadığı taktirde yayımlanabiliyordu. Nitekim toplanan malzemenin büyük bir çoğunluğu
ancak çarın 1855’te ölümünden sonra yayımlanabilmiştir.
Romantik edebiyat akımının Rusya’da ilgilendiği en önemli konu, Rusça’nın zengin bir edebiyat dili
haline gelmesiydi. Rus yazarları bunun için Almanya’da olduğu gibi halk kültürü kaynağını kullanmışlardır.
Sözlü edebiyat örneklerini derleyip yayımlamaya başlamışlar, Almanya’daki Grimm kardeşlerle tanışan
Kreyevski kardeşler, bu akıma 1831’de yayımladıkları Rus halk türküleri külliyatıyla öncülük etmiştir.
Rus romantik milliyetçiliğinin giriştiği, Rus halk dilini sanat dili haline getirme çabası Puşkin’in
(1799-1832) katılması ile büyük bir güç kazanır. Küçük bir çocukken lalasından dinlediği masallar
Puşkin’in üzerinde büyük izler bırakmış ve o her masalı şiir saymıştır. Yayımladığı masal, şiir, tiyatro ve
58
hikâyelerinde halk dili ve anlatım özelliklerini kullanmıştır. Rus köylüsünün geriliğini, yoksulluğunu, baskı
ve zulümden çektiklerini anlatmış, bu nedenle çarlığın gadrine uğramıştır. Çok geçmeden Puşkin’in
çabalarına Lernokof, Gogol, Dostoyevski, Tolstoy gibi yazarlar da katılmış, bu sayede Rusça dünyanın
sayılı edebiyat dillerinden biri, Rus edebiyatı da dünyanın en saygın edebiyatlarından birine dönüşmüştür.
Rusya’nın 1552’de Kazan’la başladığı Türk dünyası işgalleri sonucunda bazı Rus halkbilimcileri
Türk folkloru derlemeye, bu sahada uzmanlaşmaya başlarlar. Castren ve Schalfer’in 1847’de Altay
Türklerinden toplayıp derledikleri destanlar bu tür çalışmaların ilk örneklerindendir.
Ancak Türkistanlı Türkler arasında halkbilimi çalışmalarının asıl öncüsü V.V.Radloff’ tur(1837-
1918). Radloff ilk yedi cildini kendisinin yayımladığı büyük derleme külliyatında Kazak, Kırgız, Uygur ve
Kırım Türkleri arasından derlenmiş sözlü edebiyat örnekleri vermiştir. Kısaca “Proben” olarak bilinen bu
seri, onun ölümünden sonraya yayımına devam etmiştir. I.Kunoş, N.Katanof ve M.Moshkov’un Anadolu-
Rumeli, Güney Sibirya’dan, Hakas Türklerinden derledikleri halk edebiyatı örneklerini içeren sekizinci ve
dokuzuncu ciltleri ve Baserabya Gagavuz Türklerinden derlenen malzemenin yer aldığı onuncu cildi
yayımlar. Radloff’un çalışmalarını Barthold, Potanin, Samayloviç, Kazak türkü Şokan Velihanof ve Başkurt
Türkü Ebubekir Divayef sürdürür. Rus Komünist devrimi böylece, çoğu arşivlerde kalıp yayımlanmamış
büyük folklor malzemesini devralmıştır.
Halkbilimi derlemelerine ve çalışmalarına gösterilen bu akademik ilgi Rus komünist devrimi
esnasında ve sonrasında hızını kaybeder. R.M.Dorson’un ifadesiyle en kötüsü de Komünist Parti’nin bir gün
uyanarak halkbilimcilerin Marksist kurama uymayan kuramlar takip ettiklerini ve ortaya koyduklarının
Marksist kuramı zayıflattığını fark etmesidir. “Seçkin Kültürün Dibe Batması Kuramı”nı bu defa
komünistler ve Stalin yasaklar. Parti’nin emriyle komünist ideolojiye hizmet eden halkbilimciler tarafından
Hans Neumann’ın kuramının tam tersini temsil eden, adeta “Halk Kültürünün Zirveye Yükselmesi”
denilebilecek bir tez anlayışı içinde çalışmalar yapılır. Bu halkbilimi çalışmalarının tamamı, Marksist kuram
ve ideolojiye hizmet edecek ve onun geniş kitleleri etkilemesine, propaganda aracı olarak kullanılmasına
yarayacak şekildedir. Parti tarafından ileri sürülen “folklorun kaynağının işçi sınıfı veya proletaryanın
yaratıcı gücünden kaynaklandığı” dogmasını doğrulama amacı güder.
Parti’nin aldığı karar doğrultusunda o zamana kadar derlenmiş malzemeler de Marksist kurama
uygun hale getirilip ideolojik bir elekten geçirilerek radyo, sinema, tiyatro, basın, …vs. gibi bütün kitle
iletişim araçlarıyla halka dağıtılır ve uzun yıllar bu uygulanır. Toplu çiftlik merkezlerinde ve köylerde
yaşayan halk şairleri devrimi ve Lenin ve Stalin gibi devrim önderlerini öven şarkı, destan ve efsaneler
yaratmaları konusunda teşvik edilir. Dağıstanlı Süleyman Stalskiy, Stalin’i öven destanı nedeniyle “20.
yy’ın Homer’i” ilan edilip ödüllendirilir. Sokolov “…parlak sosyalist kültürün propagandasını yapmak için
59
son derece önemli, artistik bir güçtür.” diyerek komünist ideolojik yaklaşımların altında yatan gerçeği ortaya
koymaktadır.
1939’da II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla, Sovyet halkbilimcileri alelacele harekete geçip; halk
edebiyatında yer alan yiğitlik, kahramanlık ve vatanseverlik temalarını ön plana çıkaran örnekleri
yayımlayarak Nazilerle savaşan Sovyet ordularına dağıtırlar. Savaştan sonra 1944’te Taşkent’te toplanan
“Orta Asya Halk Edebiyatı Konferansı”nda halkbilimi çalışmalarında, geçmişte aralarında kültür alışverişi
ve ortak bağlar bulunan halklar için karşılaştırmalar yapılmasına izin verilir. Bu, Türk Cumhuriyetleri
arasında ilişkiler kurulmasına konulmuş yasağın kalkması demektir. Sovyetler Birliği’nde yaşayan Türklere
kendi destanlarını ve halk edebiyatlarını derleyip yayımlama yolu açılır. Özbek Türkü Zarifof ve Rus
halkbilimci Jirmunski karşılaştırmalı yöntemle hazırladıkları “Özbek Yiğitlik Destanları”nı yayımlarlar. Bu
çalışma destanları yalnızca diğer Türk destanlarıyla karşılaştırarak bir kısmının aynı kaynaktan geldiğini
göstermekle kalmaz; destanlar eski Yunan destanları İlyada ve Odesa ile de karşılaştırılır. Ancak savaş
bitmiştir ve yiğitlik temasının kullanılmasının zamanı geçmiştir. 1947’de yayımlanan çalışma Komünist
Parti tarafından eleştirilir. Kitabı yazanlar burjuva halkbilimcisi Vesselovski’nin (1838-1906) eskimiş
yaklaşımını canlandırmakla suçlanır. Üstelik Marks, Homer destanlarını “belli bir devrin ve özel toplum
koşullarının yaratması” olarak yorumlamıştır, bunun tersi savunulamaz. Bugünün destanları ile eski Yunan
destanları arasında benzerlikler bulma bir anlamda Marks’a karşı gelmektir. Jirmunski ve Zarifof çok
tanınmış bilim adamları olmaları nedeniyle hayatlarını zor kurtarırlar.
Bundan çok daha kötü bir eleştiri ve hücum 1951’de Dede Korkut çalışmalarına yöneltilir. 1949’da
Sovyet Ansiklopedisi’nde “Azeri halk kültürünün şanlı bir yapıtı, dürüstlüğün ve vatan sevgisinin türküsünü
söyleyen destan” olarak övülen Dede Korkut Hikâyeleri şimdi yerilmektedir. Benzer eleştiriler
Türkmenistan’da Köroğlu çalışmalarına, Kırgızistan’da Manas çalışmalarına yöneltilir. Stalin’in 1953’ta
ölümünden sonra halkbilimi çalışmaları biraz rahatlar. 1972’de toplana Yazarlar Kongresi’nden sonra
halkbilimciler daha da bağımsız çalışmalara yönelik yeni haklar elde etmişlerdir.
Günümüzdeyse, 1990’lı yılların başında bağımsızlığa kavuşan Türk topluluklarında çalışan
halkbilimcilerin büyük bir çoğunluğu adeta Komünist Rusya döneminde yaşadıklarına karşı duydukları
tepki ve aşağılık kompleksini “dar kabilecilik” anlayışına yönelik çalışmalar yaparak dışa vurmaktadırlar.
Henüz izole ederek tanımaya, tanımlamaya çalıştıkları parçaların Türk dünyası kültür ekolojisinin
bütünlüğü bağlamında bir anlam taşıdığı gerçeğini yeterince kavrayamamış durumdadırlar.
İ.) Kültürlerarası Çaprazlama Yöntemi
60
Kültürlerarası Çaprazlama Yöntemi; dünyanın her yerinden derlene masal, efsane, türkü, bilmece,
atasözü, halk inancı, gelenek, görenek, tören, gibi her türlü halkbilimi ürünlerinin aralarındaki evrensel
düzeni tespit edip ortaya koymak amacıyla, benzer kültür belgelerinin daha çok sayılarına, örtüşen dizilerine
ve denkliklerine dayanılarak yapılan çalışma şeklidir.
Evrensel halkbilimi kuramına göre insanlığın vahşilikten uygarlığa doğru ilerleyen bir kültürel evrim
çizgisi vardı ve uygar toplumlarda geçmişten kalan malzemeyi yaşayan kalıntılar olarak folklor kuramına
uygun olarak çeşitli kültürlere ait malzemeyi karşılaştırarak ele almışlardı. Ancak 20. yy’ da bu kuram bir
yandan kültür antropolojisi çalışmalarında ve Fin Yöntemi’ nde kısmen yaşamaya devam ediyor olsa da
çaprazlama kültürlerarası yöntem de zaten bu nedenlerle 19. yy’ da aldığı şekli ve kullanışındaki yaygınlığı
uzun müddet kaybetmiştir.
Çaprazlama yöntemine göre derlenip tasnif edilerek yorumlanan malzemeyle, daha önceleri ortaya
konan kültürler arası yüzeysel karşılaştırmalı çalışmaların ortaya çıkan yanılgıları ve bu nedenle bu
yöntemin taşıdığı metodolojik olarak ucu açık genelleme tehlikeleri bu yöntemin uzun süre halkbilimi ve
diğer sosyal ve beşeri bilimlerde değerini kaybetmesine yol açmıştır. Onun yerini bir tek kültür üzerine
yoğunlaşarak derinlemesine yapılan çalışmalar almıştır. Kuramsal olarak da evrimsel bir şematik taslağın
tek sesli ve yönlü yaklaşımını yerini daha çoğulcu bir yaklaşım olan her milletin kendi özgün tarihi ve
kültürel değerlerini ele alan açık – uçlu bir dünya görüşüne dayanan önermeler ileri sürülmüştür.
A. Lomax, bu amaca yönelik olarak 1953’ te alan araştırmalarıyla malzeme derlemeye başlamış,
1955 – 56’ da araştırmalarının ilk sonuçlarını yayınlamıştır. Çalışmalarını temel alarak 1961’ de
“Kantometriks Projesi” adlı çalışmayı başlatarak bilgisayar programı destekli disiplinlerarası bir ekiple
1966’ ya kadar dünyanın muhtelif kültürlerinden derlenmiş 3500 şarkı üzerinde araştırmalarını sürdürür. Bir
yandan anlatım süreçleri ve iletişim süreçleri, diğer yandan da oysal yapı ve kültür kalıpları arasında
önceden kestirilebilecek ve evrensel ilişkileri tespit edecek bir sosyal estetik bilimini tasarlamıştır. Halk
şarkıları incelediği ilk kültürel gösterge olmuştur. Çünkü dünyanın dört bir yanında kaydedilmiş halk
şarkıları bulunmaktaydı. Her kültürün insanları halk şarkıları söylemekteydi ve bütünleyici parçası olan
gereksiz yinelemeyle halk şarkıları kültürleri yansıtmaktaydı.
Evrimsel düzenlilik temeline dayanan 19. yy çapraz kültürel genellemelerinin yerine Lomax, bir tür
kültürel çoğulculuğu her kültürün kendi içi armonileri ve kendi anlatım stili bulunduğu konusundaki özenli
antropoloji kavramıyla birlikte kabul etmiştir. Dünyayı kendi özel yetkin stilleri bulunan ve küçük yöresel
birimlere bölünebilen altı yöreye ayırmıştır. “Folk Song Style and Culture” adlı çalışması, kendi devrinin
akademik çalışma stilini yansıtmaktadır. Buna göre kültürlerarası yöntemle derlediği malzemeyi performans
teorinin o dönemde yeni yeni şekillenmeye başlayan bazı önermeleriyle yorumlamıştır. Ona göre türkü
sadece türkünün metnine ve melodisine dayanarak belirlenemez, okuyucu ile dinleyici arasındaki karşılıklı
etkileniş gibi karmaşık elementlerin bir sentezi olarak görülmelidir. Dünyadaki çeşitli kültürlerde söz
61
konusu icra stillerini inceleyerek iki ana grup bulmuştur. Bunlardan biri uygarlığın yukarı düzeylerinde
bulunan az gelişmiş Avrupa, Asya, Uzakdoğu kültürlerinde yer alan ve kompleks bir türkü metnine sahip
olan ve türkünün bir kişi veya küçük bir koro tarafından okunduğu yapıdır. Bu yapıda türkü metninde ölçü
ve melodi yerleşmiş kalıplar halini almıştır ve metin melodi çeşitli söz ve müzik sanatları ile üslenmiştir. Bu
tür bir türkü icrası politik otoritenin merkezde odaklaştığı kültürle ilişkilidir ve ancak bu tür kültürlerde
bulunur. İkinci icra stilinde ise kişi veya küçük okuyucu grubu türküyü söylemez, söylemeye hakim
değildir. Bütün topluluk türkü söylemeye katılır metin ve melodi basittir, söz ve müzik sanatları ile
süslenmiş söz ve melodi değişmezliğe uğramış ve kesin kalıplar halini almıştır. Bu icra stili ilkeller özellikle
de Afrika yerlileri arasında görülmektedir. Bu toplumlarda politik otorite henüz tek merkezde
toplanmamıştır ve yaygın bir durumdadır. Böylece türkünün sosyal bağlam ve içinde yaşadığı toplum yapısı
ile ilişkili olduğunu ortaya koyar. Ona göre bir kültürde çalışma hayatının örgütlenmesi ve çalışanların
örgütleri ile türkü söyleyen insanların örgütlenmesi arasında sıkı bir ilişki vardır. İş hayatında çalışanlar
örgütlü değilse, o kültürde müzik stilinde solo veya tek okuyucu baskın durumdadır. Lomax türkülerdeki
genel melodinin içeriğinin bile toplumsal kökeni olduğunu belirtir.
Türkülere uyguladığı bu yaklaşımını halk danslarına da uygulamıştır. Dansı da kişisel bir olay değil,
sosyal bir icra olarak kabul eder. Buna göre bir kültürde insanlar önemli işleri görürken nasıl duruyorlar,
bedenleri nalsı eğilip bükülüyor ve kullanılıyorsa danslarını da öyle ederler. Dans hareketleri vücudun iş
içindeki hareketine bağlıdır. Bundan hareketle de dünya dansları vücudu tek bir gövde olarak hareket ettiren
kültürlerdeki danslar olarak iki kümeye ayrılabilir. Bu kümelerden ikincisi ilkel toplumlarda ve birincisi de
Avrupa ve Asya’ nın yüksek kültürlerinde ortaya çıkan dans stilleri olarak belirlenmektedir.
Lomax’ ın bu çalışmaları, disiplinlerarası bir üründür ve alan araştırması sonuncunda elde edilen
bantlardan, filmlerden oluşan deneysel delillere dayanmaktadır.
J) Yığın Kültürü Kuramı
20. yy’da, kentsel, teknolojik, seri üretim ve seri tüketim kültürü ile kırsal, köylü kültürü arasında
savaş sürmektedir. Yakınmalar ise her zaman gelenek çiçeklerinin endüstriyel uygarlığın buharlı silindirleri
ile acımasızca ezildikleri konusunda olmaktadır.
Halkbilimi bilginleri ya kendilerini savunmak için ya da yeni bir aydınlanma iyle 1960’ larda yığın
ve halk kültürlerini yeniden yorumlamışlardır. Artık karşıtlıklar yerine iç içe geçme olgusunu görmeye
başlamışlardır. Etnik ve kırsal halk, kentlere akın etmekte, kentsel tempoya çeşitli yollarla uyum sağlamakta
ve halk kimliklerini korumak için de çaba harcamaktadırlar. Kent gerçekten giderek halk toplumlarının bir
yuğunu haline gelirken orta sınıflar kent merkezinden varoşlara kaçmakta ve gettolar oluşturmaktadır.
Doğal olarak da her şeyi silip süpüren toplu iletişim araçları, halk temaları ve formüllerinin tüm türlerini
içine alıp yutmakta ve bunları çıkarırcasına kültürel geribildirim biçiminde dev izleyici kitlesine
sunmaktadır. Bunun bir sonucu olarak karşımıza çıkan şey de şudur, halk şarkıcısı veya hikâyecisi sanatını
stüdyo taleplerine uydurmak zorunda kalmaktadır.
62
Bu kuram bağlamında yapılan çalışmalar, çocuk gelişimi ile ilgili kavramları, sözbilimsel söylem
olarak halkbilimi ile ilgili edebiyat kavramlarını sıralamaktadır.
Bazı Alman halkbilimciler, özellikle Herman Bausinger, “Teknoloji Dünyasında Halk Kültürü”
adıyla yayınlanan eserinde antika kalıntıları için romantik bir arayışı reddederek modern yaşam olgusunu
kucaklamayı teklif etmektedir.
Bu yeni kültür doğrudan problem yönelimli halkbilimci yöntemleri ve amaçları yönünden
sosyologlardan ayrımlata ve turizmin toplumsal etkilerini isteği bağlı ortaklıkları, küçük ölçekli sanatları ve
zanaat üreticilerini, kentsel halk şarkılarının doğuşunu popüler tiyatroyu, kitle edebiyatını ve tatil
göreneklerini araştırmaktadır. Yaşayan geçmişten canlı olarak günümüze gelen süreklilik gösteren izleri
araştırmakta ve emanetler, hayatta kalanlar ve çok eski olma olguları bir anlamda daha ikinci planda
kalmaktadır.
K) Yapısal Halkbilimi Kuramları
Yapısal çözümleme yöntem ve kuramlarının tamamının amacı, halkbilimi türlerini evrensel
modellere ve formüllere indirgenerek ve böylece zamanla oluşturulacak bir folklor grameri sayesinde
evrensel bazda mukayeseli çalışmaları daha kolay gerçekleştiriliri kılarak insanlığın kültürel ve zihni
gelişimini anlayıp açıklayabilmektir. Birbirinden bağımsız birkaç temel bakış açısı veya ekolü vardır.
Bunlardan birinci grubu halk anlatılarında yer alan kahraman biyografisini yapısal çözümleme modelleri,
ikincisi Propp ve üçüncüsü Strauss’ un geliştirdiği bakış açıları oluşturur.
Yapısalcılığın bir folklor unsurunun temel parçalarının organizasyonu veya birbirleriyle olan
ilişkilerinin çalışılması olduğunu anlamak gerekmektedir. Yapısal çözümleme Propp masalları, Strauss
mitleri çalıştı diye sadece bunlarla sınırlı değildir. Herhangi bir folklor türüne uygulanabilir. Problemler en
küçük bir yapısal birimin ne olduğunun keşfi veya tanımlanması ile bu en küçük bir yapısal birimlerin
geleneksel modelleri oluştururken nasıl birleştiklerinin anlaşılmasıdır. En küçük yapısal birimi ortaya
koymadan yapısal bir çözümleme yapmak neredeyse imkânsızdır.
Yapısalcılığın halkbilimine katkıları Dundes tarafından şöyle özetlenmektedir:
Tür teorisi üzerine yoğunlaşan halkbilimcilere türlerin tanımlanmasında geçerli
kriterler sunmakta oluşu
İleri sürülen tezlerin kolaylıkla başka kültürlerden malzemeye uygulanabilir veya
geçerliliklerinin test edilebilir olması
Bu özellikleri nedeniyle halkbilimcilere çalışmalarında daha somut bir objektif
çalışma vasatı oluşturmasıdır.
a) Kahramanın Biyografisinin Yapısal Çözümleme Modelleri
Bu konuda ilk teşebbüs 1864 yılında Alman halkbilimci von Hahn tarafından yapılmıştır. O halk
anlatıları üzerine çalışırken söz konusu anlatılarda yer alan çeşitli formüller dikkatini çeker ve bunları bir
63
liste haline getirir. 14 kahramanın biyografisinden yola çıkarak hazırladığı kahraman kalıbı 16 maddeden
oluşmaktadır. Ölümünden sonra 1876’ da yayınlanan çalışması halkbilimi araştırmaları tarihinde “Aryan
Sürgün ve Dönüş Formülü” olarak bilinmektedir. Bu çalışma daha sonraları Aarne tarafından 1910’ da
gerçekleştirilen masal tip katalog sisteminin öncüsü kabul edilmektedir. Von Hahn’ ın çalışması masalların
kalıplaşmış yapısı hakkındaki ilk genelleme kabul edilmekte ve dolayısıyla da diğer yapısal şemalarla
birlikte Propp Yöntemi’ nin öncülü sayılmaktadır.
1) J.G. von Hahn’ ın Aryan Kahramanı Biyografik Modeli
Bu modelin, Max Müller tarafından Güneş Mitleri Kuramı doğrultusunda yorumlanması nedeniyle
kuramın geçerliliğini yitirmesinin ardından, akademik çevrede unutulmaya yüz tutmuşken İngiltere’ de
Alfred Nutt tarafından Kelt geleneğine başarıyla uygulanması ve Edward Tylor ile takipçilerince yapılan
çalışmalar oldukça önemlidir.
Fin Okulu ve özellikle takipçileri cihetiyle de bir bakıma yapısal kurama olan katkıları nedeniyle
taşıdığı öncül öneme sahip olan bu model şu şekildedir:
Doğum
-Kahraman gayrimeşru olarak doğar
-Annesi ülkenin prensesidir
-Babası bir tanrı veya bir yabancıdır.
Gençlik
-Kahramanın yükselişinin işaretleri vardır
-Bu nedenle terk edilmiştir
-Hayvanlar tarafından emzirilir
-Çocuksuz bir çoban çifti tarafından büyütülür
-Yüksek ruhlu bir gençtir
-Yabancı bir ülkede hizmet edeceği bir iş arar
Dönüş
-Geriye muzaffer olarak döner ve tekrar yabancı ülkeye gider
-Gerçek düşmanlarını kılıçtan geçirir ve ülkeyi yönetmeye başlar, annesini kurtarır
-Şehirler kurar
-Ölüm şekli olağanüstüdür
İkinci Dereceden Şahıslar
-İnsest ilişki nedeniyle lanetlenmiştir ve genç ölür
-Hakarete uğrayan bir hizmetçinin eliyle intikam için öldürülür
-Daha genç olan kardeşini öldürür.
64
Tylor’ un “İlkel Kültür” adlı çalışmasında kahraman mitleri olarak adlandırdığı halk anlatılarında,
kahramanların ortak bir örneği veya modeli takip ederek oluşturulduklarını ileri sürer. Buna göre, kahraman
doğar, çeşitli olaylar sonucunda büyür ve ulusal bir kahraman olur. Tylor sadece ortak kahraman modeli
oluşturmaya çalışır. Kahramanın veya kahramanların kaynağı, işlevleri ve anlamları onun ilgi sahasına
girmemiştir.
2) Otto Rank’ ın Kahraman Kalıbı
Freud Okulu takipçisi olan Rank’ ın, geliştirdiği kurama göre, kahraman aile ile içgüdüler arasındaki
ilişkilerden kaynaklanmaktadır. Kahramanların baba – oğul arasındaki çekişmelerin neticesi olarak oğulların
babalarını öldürdüklerini ileri sürmekte ve bu ilişkilerdeki kalıplaşmaların da söz konusu kahraman
kalıbının oluşmasını sağladığı düşüncesiyle kahraman olgusunun kaynağını buna bağlamaktadır. Bu kalıba
göre kahramanların hayatlarının ilk yarısı üzerinde durulmaktadır. Bu nedenle sadece ileri sürdüğü
kahraman kalıbına uyanları dikkate almakla eleştirilmiştir.
Kahraman sıra dışı bir ailenin çocuğudur.
Babası bir kraldır.
Ana rahmine düşüş şartları zordur.
Doğumuna karşı kehanetler ve uyarılar vardır.
Suyla bir kutunun içine bırakılır.
Hayvanlar veya iyi insanlar tarafından korunur.
Dişi bir hayvan veya mütevazı bir kadın tarafından emzirilir.
Büyür.
Gerçek ailesini bulur.
Babasından intikamını alır.
Halk tarafından tanınır, kabul edilir.
Rütbe kazanır, yükselir ve onurlanır.
3) Lord Raglan’ ın Geleneksel Kahraman Kalıbı
Esasen söz konusu teorinin çeşitli anlatılara uygulanması ve böylece kuramın temel önermelerinden
biri olan “bu kahramanların hiçbiri tarihsel bir gerçek değildir” veya “tamamı kurmaca kahramanlardır”
genellemelerini doğrulama amacı taşımaktadır. Yazılı ve sözlü kültür geleneklerinde yer alan anlatılardaki
kahramanların biyografik bir profilini ortaya koymak ve çeşitli kahramanlar arasındaki yapısal
kalıplaşmalara dayalı benzerlikleri gelenek ve kültüre özel bazda çalışma imkânı vermesi bakımından
kullanışlı bir araştırma aracı durumundadır. Kahramanların hayatlarının hem ilk hem de ikinci yarısını ele
alması bakımından en kapsamlı kalıp olarak görülmektedir.
Kahramanın annesi soylu bir bakiredir
Babası bir kraldır
65
Baba çoğunlukla kahramanın annesinin yakın bir akrabasıdır
Kahramanın ana rahmine düşüş şartları olağandışıdır
Aynı zamanda bir tanrının oğlu olarak kabul edilir
Doğumu anında genellikle babası veya anne tarafından dedesi onu öldürme
girişiminde bulunur
Kahraman bunun üzerine gizlice bir yere gönderilir
Uzak bir ülkede kendisini evlat edinen bir aile tarafından büyütülür
Çocukluğu hakkında bize hiçbir şey anlatılmaz
Yetişkinlik çağına eriştiğinde gelecekte kral olacağı yere gider
Kral, dev veya yırtıcı bir hayvana karşı kazandığı bir zaferden sonra
Çoğu zaman selefi olduğu kralın kızıyla evlenir
Kral olur
Bir süre herhangi bir olay olmaksızın hüküm sürer
Yeni kanunlar çıkarır
Daha sonra tanrıların ve / veya halkın sevgisini kaybeder
Tahttan ve şehirden uzaklaştırılır
Esrarengiz bir şekilde ölümle tanışır
Çoğunlukla bir tepenin üzerinde ölür
Eğer varsa çocuklarından hiçbiri onun yerine tahta geçemez
Vücudu gömülmemesine rağmen
Gömülü olduğu kabul edilen bir veya daha fazla kutsal mezarı vardır.
4) Eric Hobsbawn’ ın Sosyal Haydut veya Halk Kahramanı Kalıbı
Köylü haydut veya eşkıyaların maceralarını ele alan ve onlar hakkında oluşturulan destan, efsane ve
diğer anlatılarda takip edilen yapısal başka kahraman kalıplarından biridir. Değişik kıtalardan ve
kültürlerden baladlar ve diğer halk şiiri örneklerini kaynak olarak kullanmak suretiyle yapılan çalışmada
değişik zamanlara ait olmakla birlikte sulu olarak görülen köylüler olmalarına karşın halk tarafından
kahraman olarak kabul gören ve yardım edilen sosyal haydutların yapısal benzerlikleri ortaya konmuştur.
Ele alınan kahramanların neredeyse tamamı köylü haydutlardan oluşmaktadır ve yine hemen hepsi
de gerçekten yaşamış kişilerin hikâyeleridir. Bu özelliği kahramanların tamamının gerçek olmadığını iddia
eden Lord Raglan’ ın geliştirdiği kahraman kalıbıyla tamamen zıttır. Hobsbawn, köylü haydutların
başkaldırıları ve bir halk kahramanına dönüşme süreçlerinin sonunda ulusal kurtuluş mücadelelerinin
öncüsü durumunda yeni ve ulusal mücadelelerin yolunu açtıklarını ileri sürmektedir. Dünyanın hemen
hemen her yerinden derlenmiş örneklerle desteklediği söz konusu tezinde 9 maddelik bir genel şema veya
66
kahraman kalıbı ortaya konulmuştur. Ona göre “sosyal” veya “soylu haydut” olarak adlandırılan eşkıyalar
halk kahramanı statüsüne yükselinceye kadar gelişen hikâyelerin biyografik şeması şu şekildedir:
Kahraman kanun dışılık kariyerine bir suçla değil adaletsizliğin kurbanı olarak başlar.
resmi otoritelerce aranmasına rağmen yaptığı toplumun halk kültüründe suç olarak
değerlendirilmez.
Yanlışları düzeltir
Zenginden alır fakire, ihtiyaç içinde olana verir
Meşru müdafaa ve intikam dışında asla adam öldürmez
Eğer yaşarsa halkının arasına saygıdeğer bir vatandaş ve hürmet gren bir birey olarak
döner. Aslında o halkının arasından hiçbir zaman ayrılmaz.
Ona hayran halkı tarafından yardım görmüş ve desteklenmiştir.
Toplumunun üyelerinin resmi kurumlarla kendisine karşı işbirliğine girmemesi
nedeniyle ancak toplum tarafından dışlanmış kişilerce kendisine yapılan kalleşlikler
ve kurulan tuzaklar sonucu muhtelif yollardan biriyle öldürülür.
En azından teorik olarak görülemez ve kolaylıkla ele geçirilemezdir.
Kralın veya imparatorun düşmanı değil fakat onların yerel despot idarecilerinin ve
adaletsiz bürokratlarının düşmanıdır.
b.) Vladimir Propp’un Yapısal Anlatı Çözümleme Yöntemi4
1.) V. Propp’un Çözümleme Yöntemi’nin Tarihçesi
Vladimir Propp (1895-1970) en tanınmış Rus halkbilimcisidir. Petersburg’da Slav Dili ve Edebiyatı
bölümünü bitirir ve 1915’te S.A. Vengerov’un o dönem için önemli sayılan Puşkin Semineri’ne (ileride
doğacak Biçimciler okulunun en önemli temsilcileri burada yetişmiştir) katılır.1918’de eğitimini
tamamladıktan sonra çeşitli okullarda Almanca, Rus Dili ve Edebiyatı dersleri okutur. Daha sonra
Leningrad Üniversitesi’nde çalışmaya başlar. 1938’de bağlı bulunduğu üniversitede profesörlüğe atanan V.
Propp, çalışmalarını bu tarihten sonra doğrudan doğruya halkbilim ve budunbilime yöneltir. Şu kitapları
yayımlar:
Masalın Biçimbilimi (1928)
Olağanüstü Masalların Tarihsel Kökenleri (1946)
Rus Kahramanlık Destanı (1958)
Rus Tarım Şenlikleri (1963)
Propp’un halkbilim kaynaklarında en çok sözü edilen yazıları şunlardır:
Olağanüstü Masalların Dönüşümleri (1928)
Folklorda Ritüel Gülüş (1939)
Olağanüstü Doğuş Motifi (1941)4 Vladimir Propp’un Yapısal Anlatı Çözümleme Modeli konusu içindeki italik yazılı bölümler Propp’un “Masalın Biçimbilimi” kitabından alınmıştır. ( Çeviren: Mehmet Rifat- Sema Rifat, İş Bankası Kültür Yayınları, Mart 2008, İstanbul)
67
Halkbilim Işığında Oidipus (1945)
Değişik bilimsel dergilerde yayımlanmış olan bu yazılar, yazarın ölümünden sonra “Halkbilim ve
Gerçeklik” (1976) adıyla yeniden yayımlanmıştır.
Ayrıca tek başına ya da ortaklaşa olarak Rus folklorundaki klasik nitelikteki başlıca yapıtların yayımını da
gerçekleştirmiştir:
Afanasyev’in “Rus Halk Masalları” (1957)
“Bilinalar”(1958)
Lirik halk Şarkıları (1961)
Kuzey Rusya Masalları (1961)
Leningrad Üniversitesi’nde masal konusunda verdiği dersleri de “Rus Masalı” (1984) adıyla basılmıştır.
V. Propp’un bilim dünyasında adını duyuran ve halkbilimi çalışmaları açısından en önemli olan
çalışması hiç kuşkusuz masalların yapısını araştırdığı “Masalın Biçimbilimi” (1928) dir. Ancak, eserin
yayımlandığı dönem talihsiz bir dönemdir ve o günün mevcut siyasi sisteminin ideolojisine ters düştüğü
gerekçesiyle V. Propp çeşitli sıkıntılarla karşılaşır. Çalışması da adeta unutulmaya terk edilir.
Masalın Biçimbilimi asıl etkisini 1958’de İngilizce’ye tercüme edilince gösterir. Teklif ettiği
yöntem, halkbiliminin yanı sıra antropoloji, dilbilimi, edebiyat disiplinleri tarafından da kabul edilip
dünyanın dört bir yanında uygulanır. Diğer yandan da genel anlamda sosyal ve beşeri bilimlerde
yapısalcılığın yaygınlaşması sürecinde öncülük yapmıştır.
Propp’un eserinin başta halkbilimi olmak üzere sosyal ve beşeri bilimlerde kısa sürede
yaygınlaşmasının nedenleri arasında Alan Dundes, C. Levi Strauss, T. Todorov gibi bilim adamlarının bu
yönteme dayanarak metin çözümleme yöntemleri geliştirmeleridir. Yapısalcılığı ön plana çıkaran söz
konusu bu çalışmalar eserin yaygınlaşmasında önemli rol oynamıştır.
Propp’un kitabı İngilizce’ye tercüme edilince bir bakıma metodu test etme amacı da taşıyan, metodu
değişik malzemeye uygulamaya yönelik çalışmalar ortaya çıkar. Bunlardan biri Alan Dundes’in doktora tezi
çalışmasıdır. (Morfology of North American Indian Tale-1964)
Dundes, kendi çalışmalarında Propp’un belirlemelerinde bazı düzeltmelere gitmiştir. Dorson’un
ifadesiyle “renksiz fonksiyon” yerine dilbilimci Kenneth Pike’ın terimlerinden ürettiği “motifbirim”
(motifeme) terimini kullanmıştır. Motifbirimin parçaları olarak görülen motifleri belirtmek için de
“motifbirimsel değişke” (allomotifeme) terimini önermiştir. Alan Dundes böylece halkbilimi çevrelerinde
yaygın olarak kullanılan ve benimsenen Stith Thompson’un motifleri belirsizlik içinde kullanımıyla,
halkbilimi türlerini eksiksiz temsil eden yapısal modele dayanan daha kesin bir terminoloji arasında köprü
kurmaya çalışmıştır.
Propp metodunun işlerliğinin evrensel olarak kanıtlanmasından sonra bu kuramın:
-Batıl inançlar, oyunlar ve bilmeceler gibi diğer türleri açıklığa kavuşturabileceğini,
68
-Kültürel seçimleri şematik olarak gösterebileceğini,
-Akültürasyon davranışlarını önceden kestirilebilir kılacağını,
-İşlevsel ve psikolojik çalışmaları netleştirebileceğini ileri sürmüşlerdir.
Öte yandan son zamanlarda yapılan tercümeler sonucunda V. Propp’un pek çok kavramı
Nikiforov’dan ödünç aldığı ortaya çıkmıştır.
2.) Vladimir Propp Yapısalcılığının Temel Paradigmaları
Propp, Antti Aarne’nin halk masallarındaki kişiliklere ve diğer muhteva kriterlerine göre yaptığı
sınıflandırmanın yanlış olduğunu düşünmüştür. Çünkü, onun tespitlerine göre, masalın bir başka
versiyonunda bir başka canavar, bir ejderha, bir dev ya da bir ayı aynı eylemi yerine getirmektedir. Fakat
eylem sabit kalmaktadır. Bu tespit ve tenkitten sonra, masalın bütün özelliklerinin yapısal incelenmesini,
tarihsel incelenmesinin yapılması için zorunlu bir koşul olarak kabul eder. “Biçimsel yasallıkların
incelenmesi, tarihsel yasallıkların incelenmesini belirler.” çıkarımını savunur.
Propp, masalları yapı özelliklerine göre analiz ederek masallarda sabit ve değişken unsurlar
olduğunu ortaya koymuştur. Ona göre masalların sabit unsurları şahısların icra ettikleri hareketler veya
aksiyonlardır. Propp bunları “fonksiyon” olarak adlandırmıştır. Ona göre masal kahramanlarının eylemleri
(aksiyonları) birbirinin aynısıdır. Bundan hareketle de fonksiyonların bir masal kahramanından bir diğer
masal kahramanına aktarıldığı sonucuna varmıştır. Masallardaki şahıslar ve çevre değişken unsurlardır.
Propp, yöntemini masalda asli veya sabit unsurlar üzerine kurar. Fonksiyonlara yardımcı olan dört grup
element tespit etmiştir. Bu yardımcı elementler.
1. Olaylar arasında irtibatı sağlayan yardımcı unsurlar,
2. Hareketlerin maksat ve nedenleri,
3. Masal kahramanlarının ortaya çıkış şekilleri,
4. Masal kahramanlarının vasıflarıdır.
Bu yardımcı unsurlar fonksiyonlarla birleşince masalın yapısı ortaya çıkmaktadır. Masalın sabit unsurları
olan fonksiyonlarla değişken unsurlar birleşince, masalın tema ve yapı bakımından zenginleşmektedir.
Propp, olağanüstü masalların iki özelliğinin etkisinde kalmıştır: Masalların çok renkli, olağanüstü
çeşitliliği ve görünürdeki bu çeşitlilik altında yatan tek biçimlilik. Bu tespitten hareketle halk masallarını
karşılaştırmaya yönelmiştir.
Amacı:
- Yüzeydeki çeşitlilik, çok renkli özellik altında, binlerce masala ortak olabilecek “işlevsel” birimleri
bulup ortaya çıkarmak,
- Yahut halk masalının yapısını düzenleyen değişmez yasaları belirlemek
- Ve böylece de “masalın kökeni” sorununa sağlıklı bir biçimde yaklaşabilmek için önce “masalın ne
olduğunu ortaya koyabilmek”tir.
69
Propp, yöntemini ileri sürerken; tenkit ettiği Antti Aarne’nin masalları, masallardaki kişiliklerden
hareketle sınıflandırması yerine, kendi yapısal çözümleme yöntemine göre sınıflandırılmasını amaçlamıştır.
3.) Propp’un Çözümleme Yönteminin İşleyiş Sistemetiği
V. Propp masalların da ürünler gibi yapı özelliklerine göre incelenebileceğini ileri sürerek bu
paradigmayı oluşturur. Masallar sabit ve değişken olmak üzere iki tür unsurdan meydana gelmektedir. Ona
göre masallarda otuz bir tane sabit unsur veya bunları adlandırdığı özel terimle “fonksiyon” vardır.
Değişken unsurlar da kendi aralarında dört temel kategoriye ayrılmaktadır. Şu örnekte sabit ve değişken
unsurların neler olduğu görülecektir:
1. Bir çar kahramana bir kartal verir, kartal kahramanı başka bir krallığa götürür.
2. İhtiyar adam Sucenko’ya bir at verir, at Sucenko’yu başka bir krallığa götürür.
3. Bir sihirbaz İvan’a küçük bir kayık verir, kayık İvan’ı başka bir krallığa götürür.
4. Prenses İvan’a bir yüzük verir, yüzükten çıkan iri yarı adamlar İvan’ı başka bir krallığa götürürler.
Örneklerde görüldüğü gibi masal kahramanlarının isimleri ve yararlandıkları nesneler değişmekte,
fakat yapılan iş değişmemektedir. Değişen, kişi adları ve aynı zamanda kişilerin nitelikleridir; değişmeyen,
kişilerin eylemleri ya da “fonksiyonları”dır. Bundan, masalın çoğunlukla aynı eylemleri değişik kişilere
yaptırdığı sonucuna varılmaktadır. Bu sonuçtan hareketle masallar, değişmeyen ve “fonksiyon” adı verilen
eylemlerine göre analiz edilmelidir.
Propp’a göre “fonksiyon”, kişinin eylemidir, ama bu eylem de olay örgüsünün akışı içindeki
anlamına göre belirlenmiştir. Yani, kişilerin eylemleri masalların temel bölümleridir. Propp, bu eylemleri
kişilerin her masalda sürekli değişebilen özelliklerinden soyutlayarak ele alır ve her eylemi, anlatının akışı
içindeki yerini dikkate alarak belirler. Sonunda da otuz bir fonksiyon (eylem) tespit eder. Propp’un tanımına
göre fonksiyon, “ bir kişinin olay örgüsünün akışının içinde taşıdığı anlam açısından betimlenmiş eylem”dir.
Bütün masallarda bu fonksiyonların tamamına rastlanmaz. Bazı masallarda bazı kesitlerin atlandığı,
kısaltıldığı görülür. Ama bu, fonksiyonların masal örgüsündeki ortaya çıkış düzenini değiştirmez.
Propp’un üzerinde çalıştığı masallar “peri masalları” veya “olağanüstü masallar” olarak adlandırılır.
Stith Thompson’un tasnifinde de yer alan bu masallarda:
- Her şey bir kötülükle başlar.
- Kötülük belli bir ailede, belli bir çevrede bir eksiklik yaratır. (Bir kişinin kaçırılması gibi )
- Bir kahraman bu eksikliği gidermekle görevlendirilir.
- Eyleminde birileri ona yardım ederken, birileri de karşı çıkar.
- Kahraman, birçok deneyden, sınamadan geçerek eksikliği gidermeye çalışır.
70
- Sonunda görevini başarınca ödüllendirilir.
- Bu genel anlatı süreci içerisinde yer alan fonksiyonlar, aynı sıralama içinde birbirini izlerken, yedi
kişi çevresinde dağılım gösterirler.
Propp, çalışmasında, fonksiyonları ve kişileri belirledikten sonra, masalın birbirini bütünleyen iki
tanımını verir. Birinci tanım, fonksiyonların dizilişlerine göre yapılan tanımdır. İkinci tanımsa masalın yedi
kişiden oluşan bir taslağı izlediğini belirtir. Ayrıca bu işlevlerin ikili bir düzlem içinde bulunduklarını
(ikilikler yapısal çözümlemenin özelliğidir), bir masalın nasıl kesitlenip, nasıl çözümleneceğini de ortaya
koyar.
5.) Propp’un Çözümleme Yöntemine Yöneltilen Eleştiriler
Tarihi-Coğrafi Fin Yöntemi takipçileri Propp’un üzerinde çalıştığı “Olağanüstü Masallar”ın Aarne
Thompson Kataloğu’nda AT 300-750 arasında “Asıl Masallar” adıyla yer aldığını söylerler.
Bu masalların yüzlerce değil, bir veya iki tipe sahip ve birbirinin varyantı olduklarını belirtirler. Bu
nedenle görüşleri son derece sınırlı bir uygulama olduğu yönündedir.
Kendisi de Propp yöntemini uygulayan Alan Dundes yapısal çözümleme yönteminin anlamsızlığı
üzerinde durur. Dundes’e gore Propp masalın yapısını ortaya koymuş, ancak ortaya çıkan yapının
anlamına dair hiçbir şey söylememiştir. Bu yorumlamayış veya yorumlanamayış Tarihi-Coğrafi
Metot’un masalın motif ve tiplerini tanımlayıp ortaya koymayla sınırlı kalan kısırlık ve saçmalığa
denktir. Bu yöntemin Rus veya Avrupa kültürü ile ilişkisinin ne olduğunu ortaya koyamayışını
tenkit eder.
Propp Yöntemi veya Çözümleme Modeli herhangi bir kuram doğrultusunda yorumlanmamıştır.
Bu da metni adeta buharlaştırıp ortadan kaldıran son derece soyut bir yapıdır.
Bu soyut yapıya anlam vermek, onun neyi, hangi psikolojik ve sosyal durumu veya olayı
sembolleştirdiğini göstermek için çalışmalar yapılmıştır. Bunlardan biri Alan Dundes’in Amerikan
yerlilerinin masalları üzerine yaptığı bir çalışmada masal yapısının düzensizlikten dengeye ve düzene doğru
bir oluşumu ifade ettiğini ileri sürmesidir.
İngilizce’ye tercüme edilince pek çok değişik kültürdeki masallara uygulanmıştır. Rus masallarına
uygulayan bir başka halkbilimci “Büyük sayıda masalı karşılaştıranlar göreceklerdir ki bazen bir
masalın ortasına ait bir eleman başında yer alıyor. Yapıyı araştıran insan en önemli elemanı göz
önünde tutar ve önemsizlikleri bir tarafa bırakır.”der. Bu halkbilimcinin işaret ettiği “karanlık
noktalar” için İlhan Başgöz “Propp’tan sonra kimse çıkıp Rus masallarını incelemediği için
benzersizlikleri bir araya getirirken onun önemsiz saydığı şeylerin ne ölçüde önemsiz olduğuna
dikkat edilmiş değildir.” der.
Propp’un yaklaşımı ile masalın dilinin incelenemeyeceği,
Masalın kişileri üzerine yorum yapılamayacağı,
Masal-toplum ilişkisinin ortaya konamayacağı,
71
Masalın bir şaka mı, yoksa toplumsal eleştiri mi olduğunun anlaşılamayacağı,
Daha da ileri gidilerek eldeki metnin gerçek bir masal mı, yoksa uydurma mı olduğunun
belirlenemeyeceği söylenir.
Propp, bize soyut bir yapı çizer. Bu yaklaşım kullanılırken bu eksikliklerin göz önünde tutulması
gerekir.
c.) Cladio Levi-Strauss Ekolü Yapısal Çözümleme Yöntemi
1.) Cladio Levi-Strauss’un Hayatı ve Çalışmalarını Tarihçesi
Cladio Levi-Strauss (1908-1996) yüzyılımızın en tanınmış Fransız halkbilimcilerindendir. Paris
Üniversitesi’nde hukuk ve felsefe eğitimi görmüştür. Kısa bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra halkbilimci
olmaya karar vermiştir. Brezilya’da San Paulo Üniversitesi’nde çalıştığı yıllarda özellikle Amazon
bölgesinde yoğun araştırmalar yapmıştır. Daha sonraları (1941-1945 yılları arasında) New York New
School for Social Research’te birlikte çalıştığı “Prag Dilbilimi Okulu” mensubu ünlü Rus halkbilimci
Roman Jacobson’la birbirlerinin derslerini takip ederler.
Levi-Strauss, Jacobson’un etkisiyle yapısal kuramla ilgili çalışmalara başlar. Araştırmalarıyla bu
alanda en önde gelen halkbilimcilerden birisi olur. Çalışmalarıyla halkbilimi başta olmak üzere antropoloji,
dilbilimi, etnoloji ve edebiyat bilimi disiplinlerini etkiler. Başlıca çalışmaları:
Akrabalığın TemelYapıları
Yaban Düşünce
Irk ve Tarih
Din ve Büyü
Çiğ ve Pişmiş
Sofra Adabının Kökenleri
2.) Cladio Levi-Strauss’un Çözümleme Yönteminin Temel Paradigmaları
Cladio Levi-Strauss “Akrabalığın Temel Yapıları” adlı çalışmasında “yakın akrabalarla cinsel ilişki
yasaklanması” kuralını çözümleyerek, bunun bir toplumun var olabilmesi için temel şart niteliğindeki
“dışarıdan evlenme” kuralının (exogami) tersine çevrilmiş olumsuz bir biçimi olduğunu ortaya koyar. Bu,
aynı zamanda doğa/kültür karşıtlığına da denk düşmektedir. Ona göre aile doğal bir ilişki biçimi değil,
kültürel olarak belirlenen bir toplumsal bağıntıdır.
Bir başka çalışmada kendisine kadar ileri sürülmüş bazı kuralları sistemleştirerek, bir toplumdaki
kadın alışverişini sağlayan birkaç tipe indirir. Buna göre nasıl ekonomi kuralları mal ve hizmet dolaşımını,
dilbilimsel kurallar da bildirim dolaşımını sağlıyorsa bu kurallar bir de kadın dolaşımını sağlamaya yarar,
der. Toplumsal yaşamın çeşitli düzlemlerinde, yapısal dilbiliminin dil yetisinde bulguladıklarıyla türdeş
kurallar bulunduğunu ortaya koyar.
72
Totemci sistem de bu türdeş anlatıma bir örnek olarak ele alınmıştır. A. Güngören’in tespitlerine
göre Levi-Strauss’un anlayışında totemcilik, ilkel toplulukların kendi aralarında (aile sistemleri, evlenme
kuralları, birbiriyle evlenen ya da evlenmeyen toplulukların ilişkileri gibi) karşılıklılık ve bütünleyicilik
bağıntılarını, hayvan-bitki türleriyle benzeştirerek düşünmelerinin bir işlevidir. Burada söz konusu olan
oldukça karmaşık bir benzeştirim sürecidir.
Doğadaki hayvan ve bitki türleri toplumsal yapıya benzer biçimde, insan biçimleştirilerek
düşünülmekte, böylece bir ölçüde dönüştürülerek tasarlanan doğa yeniden toplumsal yapıya
yansıtılmaktadır. Sonuç olarak totemci sistem de yansımanın yansımasından oluşur.
İlkel topluluğun amaçladığı şey, karmaşık ve dile getirilmesi güç bağıntıların, somut ve
duyumsanabilir bir anlatıma ulaşmasıdır.
Roland Barthes’e göre, Levi-Strauss klan ve hayvanı değil, klanlararası ve hayvanlararası bağıntıları
karşılaştırmayı önerir. Klan ve hayvan silinir, onların yerini “gösteren” ve “gösterilen” alır. Bu bağıntılardan
birinin yapılanması diğerini anlamlandırır. Anlam bağıntısının kendisi de onu oluşturan somut toplulukta
yansımasını bulur.
Amaç, evlenme kuralları, aile biçimleri, totem sistemleri, mitler gibi çeşitli görünümleri aşarak,
yabanıl düşünceye, yani derin yapıya ulaşmaktır. Levi-Strauss, yabanıl düşüncenin dolaysız ürünleri olarak
kabul ettiği mitlerin incelenmesine yönelik olarak şu kuralları ileri sürer:
a.) Bir mit hiçbir zaman tek bir düzeyde yorumlanmamalıdır. Ayrıcalıklı açıklama diye bir şey olamaz,
çünkü her mit birkaç açıklama düzeyinin bağıntıya getirilmesinden başka bir şey değildir.
b.) Bir mit tek başına değil, bütün olarak ele alındığında bir dönüşüm kümesi oluşturan başka mitlerle
kurduğu bağıntı içinde yorumlanmalıdır.
c.) Bir mit kümesi, kendi başına değil:
-Başka mit kümeleri,
-Geldikleri toplumun halk kültürü göz önüne alınarak yorumlanmalıdır.
Burada açıkça olayların incelenmesinde görülebileceği gibi yapı, veri olarak doğrudan
gözlemlenebilen bir şey değil, halkbilimcinin “modeller” biçiminde bir kurgusudur. Yapı niteliği
kazanabilmek için bir model, şu dört koşulu yerine getirebilmek zorundadır:
1. Yapı, bir sistem niteliği sunar. Bu nedenle herhangi bir öğesindeki değişiklik, geri kalan bütün
öğelerinde de değişikliklere yol açar.
2. Her model, her biri aynı diziden bir modelde karşılık bulan bir değişim kümesine bağlıdır. Böylece
bu değişimlerin bütünü de bir model kümesi oluşturur.
3. Belirtilen bu özellikler, öğelerden birinde bir değişiklik olduğu zaman, modelin nasıl bir durum
alacağını önceden kestirmemizi sağlar.
4. Model, gözlemlenen bütün olguları kapsayacak biçimde olmalıdır.
73
5. Burada açıkça olayların incelenmesinde görülebileceği gibi yapı, veri olarak doğrudan
gözlemlenebilen bir şey değil, halkbilimcinin “modeller” biçiminde bir kurgusudur.
Levi-Strauss’a göre toplum, çeşitli düzeylerde bir yapılar bütününü içerir. Bireyleri, çeşitli yasalara
göre düzenleyen aile sistemleri bu düzeylerden yalnızca biridir. Toplumsal örgütlenme bir başkası,
ekonomik katmanların farklılaşması da üçüncü düzeydir.
Bu düzenleyici yapıların kendileri de düzenlenebilir. Bunun koşulu, aralarındaki bağıntıları,
birbirleri üstündeki senkronik (eşzamanlı) bağıntıları ortaya koymaktır.
Bu bağlamda Levi-Strauss, yaşantı düzeyiyle tasarım düzeyi arasında ayrım yapar:
-Aile yapıları, toplumsal örgütlenme, vb. yaşantı düzeyinin;
- Mitler, din, ideoloji tasarım düzeyinin kapsamına girerler.
Bütün bunlara rağmen bir toplum, yapılarının tümüne indirgenemez. Bunun tersinin düşünülmesi, bir
toplumun yaşayan, devinen yanını göz ardı etmek olur.
Levi-Strauss’un mitlerle ilgili çalışmalarının en son halkasını “mitoloji” adlı dört ciltlik çalışması
oluşturur. Bu, yapısal dilbilime denk bir uygulayışla mitlerin yapısal karşılaştırmalı çözümlemesidir. Levi-
Strauss derleyebildiği çok sayıda mitin bütün öğelerinin ve öğeler arası bağıntılarının halkbilimsel ve
ekolojik (çevrebilim) koşullarını inceleyip çözümlemesiyle oluşturduğu mitolojik düşünceyi kendi kendine
yeterli anlambilimsel bir evren olarak tanımlar.
Muhteşem mitleri çözümleme külliyatında takip edilen yöntemin öncülünü, 1955’te Indiana
Üniversitesi’nde düzenlenen mitle ilgili sempozyumda sunar. Belli başlı kavramları yine bu sempozyumda
tartışılır. Geliştirdiği yapısal çözümleme modelini 1995’te yayımladığı “Mitin Yapısal İncelemesi” adlı
çalışmasıyla tanıtır. Mitolojik anlatılar için geliştirilmiş bir modeldir. Çalışma başta halkbilimciler olmak
üzere sosyal ve beşeri bilimler alanında geniş bir ilgi uyandırır. Dilbilimin kuramsal çalışmalarından ilham
alan Strauss, çalışmasında mitolojik yorum için yepyeni bir yol önerir. “Ben insanların mitleri nasıl
düşündüğünü değil, insanın zihninde, onun bu gerçekten habersiz olmasına rağmen mitlerin nasıl çalıştığına
göstermek iddiasındayım.” der. Yani, ele alınmak istenen, mitlerin bildik veya alışılmış muhtevası değil,
onların oluşumlarının yapısıdır. Strauss’un sistemi, derin veya doğal yapıyı çıkarmak için mitlerdeki
öykülendirme öğelerini bölümlemeye ve yeniden düzenlemeye dayanmaktadır.
Dorson’un tespitlerine göre, daha önceki okullar, mitlerle kültürün basit karşılaştırmasından her
zaman çıkarılacak sonuçlar bulmuşlardır. Mesela, mitler kültürü ya yansıtmış, ya da gerçekleri
çarpıtmışlardır. Fakat, mitlerin dünyanın her tarafında neden bu kadar çok benzerlikler gösterdiğine tatmin
edici bir cevap bulamamışlardır. Strauss’un bu soruya cevabı, insan aklının, hatta vahşi insan aklının
mantıksal yapısında bulunabileceği yönündedir.
Ona göre Oidipus mitini Kuzey Amerika Kızılderili mitlerini örnek olarak ele aldığımızda, bunları
“ilişkiler demeti” temeline dayanarak açıklayabiliriz. Bu yinelenen öykülendirme öğeleri, (örneğin
canavarın kahramanlar tarafından öldürülmesiyle betimlenen), “insanın yerli kökenini yadsıması” gibi ortak
74
düşünceler sergilemektedir. Çünkü Oidipus, toprağın derinliklerinden kötü biçimlendirilmiş olarak
doğmaktadır. Oidipus miti, insanın yerli olduğu kültürel inancı ile, onun erkek ve kadından doğma olduğu
yaşamdaki gerçeklik arasındaki karşıtlığı çözümlemeye çalışmaktadır. Her mitin değişkesi bu tür karşıt
düşüncelere karşıtlık etmektedir. Dolandırıcının karşıtlıklarla dolu olan kişiliği ise bu yapı ile
açıklanabilmektedir. Çünkü kendisi gök ve yer, vahşi ve kültive (kültürlü), eril ve dişi, iyi ve kötü gibi aşırı
uçlar arasında bulunmaktadır.
3.) C. Levi-Strauss’un Yapısal Çözümleme Yönteminin İşlevi
Levi-Strauss’un sistemi, doğal yapıya açığa çıkarmak için mitlerdeki öykülendirme öğelerini
bölümlemeye ve yeniden düzenlemeye dayanmaktadır. Fakat Propp’un sistemi öykünün gidişini
izlemektir. Bunlar iki temel yapısal çözümleme yöntemidir.
Strauss, mitin altında yatan diziyi ya da kavramsal çerçeveyi incelemeyi amaçlar. Dundes, onun
çözümleme yöntemini kavramlara yönelik “dizisel” olarak nitelendirirken, propp’un çözümleme
yöntemini “dizimsel” olarak terimlendirir. (Propp, bir öykünün anlam yönünden, sözdizimini
(sentaks) inceliyordu. )
Strauss, mitsel düşüncenin “daima karşıtlıkların farkında olarak, onların geliştirici aracılığıyla
çalıştığını” ileri sürer. O, daima Chomsky’nin dilbiliminde önerdiği “derin yapı”nın bir benzeri
sayılabilecek olan “mitlerin derin yapısı”nın peşindedir. Bu nedenle Propp’un araştırdığı yapıyı
kendi çalışması açısından önemsemez. Mitlerin yapısal kompozisyonunu araştırmaktan çok mitlerde
tanımlanan dünyanın yapısal çözümlemesini yapmaya çalışmaktadır.
Strauss, “süreksizliklerin yapısal kalıbı”nı ortaya koymaya çalışır. Özellikle de mitlerde yer alan
unsurların alçak/yüksek, gece/gündüz, erkek/dişi gibi zıt anlamlarıyla beraber oluşturdukları yapıyı
ileri süren bir paradigmaya göre yeniden düzenler.
Bu paradigmanın mantıki formülasyonu A:B:C: şeklinde yapılır. Buna göre A-B’dir. B-C’dir.
Formülün ifade ettiği şekilde çeşitli folklor metinlerinden seçilen parçalar arasında kurulan
denklikler “arabulucu” kavramlar etrafında yorumlanarak anlatılarda ifade edilen derin yapı ortaya
konulmuş olur.
Köngas ve Maranda, Strauss’un halkbiliminde en önemli takipçilerindendir. “Arabulucu”
kavramının kapsamını genişleterek:
1. Başarısız arabulucu,
2. Başarılı arabulucu
3. Hükümsüz kılıcı ve iç baskısal arabulucu
4. Başarısız ve denklik sağlayan iç baskısal arabulucu gibi dört tipe ayırırlar.
Mit ve diğer folklor ürünlerinden büyük ölçüde keyfi olarak izole edilmiş çeşitli elementler arasında
kurulan mantıki bir ilişkiye dayalı olarak, parçalarından tasviri bir ifade çıkarılmaktadır.
75
B. Waugh (1966), Strausss’un çözümleme modelinin uygulandığı bir efsaneyi şu şekilde anlatır:
“Fakir bir kadın ineğini kaybeder ve insane kılığında bir şeytan ona, eğer kemeri altındakini on beş
yıl sonar verirse ineğini bulmaya söz verir. Kadın kemerinde sadece ahırının anahtarı olduğunu
düşünerek, vereceğine söz verir ve bir anda ineğini bulur. Ve o zaman hamile olduğunu ve şeytana
doğmamış çocuğunu vereceğine söz verdiğini fark eder. Çocuk on beş yaşına gelince, kadın bir care
bulmak için papazı yardıma çağırır. Papazın yardımıyla çocuk ve şeytan birbirlerini sınarlar.
Başarısız bir hamleden sonar şeytan, çocuk üzerindeki gücünü kaybeder.
Strausss’un modelini uygulayan Köngas ve Maranda’ya gore bu anlatıda arabulucu papazdır ve
tanrının gücünü temsil etmektedir. Bundan hareketle formülizasyon şu şekildedir:
a= şeytanın gücü, b=tanrını gücü (papaz tarafından temsil edilmektedir)
Bu ikili çıkarımın yorumlanışı ise x=dünya hayatı (sonlu), y=sonsuz, ebedi hayat’tır.
Bunun matematiksel ifadesi ise f x(a): fx(b) fx(b): : fx(b) : fa-1(y) şeklindedir.
Yapısal çözümlemede yukarıdaki metnin derin anlamı olarak “Şeytanın gücü, insanın dünyadaki
yaşamına yardım eder. Tanrı sadece sonsuz ve ebedi hayat için işe yarar. Fakat eğer insane, tanrının
dünya hayatı için de yardım ettiğini anlarsa, şeytanın gücü inkar edilir ve sonsuz ebedi hayat elde
edilir.” şeklinde verilir.
4.) Cladio Levi-Strauss’un Çözümleme Yönteminin Tenkit Edilen Yönleri
Levi-Strauss, sonraki çalışmalarında bu görüşlerin bir kısmını geliştirirken, bir kısmını da değiştirir.
İleri sürdüğü model 1960’larda popülaritesini yitirerek eleştirilmeye başlanır.
Eleştirilerden biri adeta Jung’un “kolektif şuuraltı” teorisini çağrıştıracak şekilde folklor unsurlarının
oluşum ve yayılmalarında insan unsurunun tamamen mekanik bir aktarıcıya indirgenmesidir.
Dahası folklorun tabiatına aykırı olarak onun oluşup aktarılması sürecinde bireysel yaratıcılığı
tamamen reddetmektedir.
Ayrıca, önceleri büyük bir heyecan uyandıran bütün folklor türlerinin evrensel olarak bir yapıya
sahip olması ya da “üniversalizm” iddiasının ne kadar gerçek olduğu, kültürlere özel türler söz konusu
olduğu zaman kesintiye uğramaktadır. Bu husus, yapısal kuramlar içinde, yapısal bakımdan ekotiplerin
incelenişinin söz konusu edilmesine yol açmiştır.
Diğer yandan “halk”ı göz önünde bulundurmaksızın “halksız bir kuram ve yöntem” olarak, diğer
metin merkezli halkbilimi kuramlarında olduğu gibi, bilgi ve dolayısıyla metin üzerinde yoğunlaşılması da
eleştirilmiştir. Buna göre Fin metodunu kullanan karşılaştırmalı halkbilimcilerin çalıştığı ölü malzeme
üzerine, bu defa da Proppist ve Leviyist yapısalcılar yöntemlerini uygulamışlardır.
Söz konusu metinler, karşılaştırmalı halkbilimcilerce de onları üreten, tüketen ve aktaran insanlar;
onların bu anlatıları aktarım ve anlatım süreçlerinin kendine has şartları dikkate alınmadan çalışılmıştı.
76
Yapısal halkbilimciler de aynı şekilde, metinlerin anlatıldığı, dinlenildiği bağlamları göz ardı
etmişlerdir.
Bu iki kuramın bir diğer benzer yanı, “benzerlikleri tanımlayıp, farklılıkların altını çizmeleri”dir. Bu
eksikliklerin fark edilmesi Performans Teori’yi oluşturacak zemini hazırlamıştır.
V. BÖLÜM
BAĞLAM MERKEZLİ HALKBİLİMİ KURAMLARI A)İşlevsel Halkbilimi Kuramı
a)İşlevsel Halkbilimi Kuramının Teorik Zemini ve Tarihçesi Bir kültürel antropolog olan ve T.Benfey’in “kültürel ödünçleme” kuramı doğrultusunda çalışıp
çalışmalarını Amerikan Folklore Society(Amerikan Folklor Kurumu)’nun Journal of Amerikan
Folklore(Amerikan Folklor Dergisi) adlı dergide yayınlayan Franz Boas bu akımın öncüsüdür.
b)Kavramsal Çatının Oluşumu: Malinowski Ve Kültür Tanımı
Bu konuda Trobriandlıların sözlü edebiyatlarındaki nesir anlatılarının işlev bakımından çözümlenişi
çok önemlidir. Malinowski mit metinlerini çalışmalarında büyük yer vermiştir.
1926’da yayınladığı “İlkel Psikolojide Mit” (Myth in Primitive Psyhology) çalışmasındaki bağlam
(Context),icra (performance) kavramları başta olmak üzere yaptığı tanım, uygulama ve işlevsel önemlerini
ortaya koyduğu çözümlemeler kuramın ortaya çıkışında etkili olmuştur.
Malinowski’ye göre kültür; “açıkçası aletlerden ve tüketim mallarından, çeşitli toplumsal gruplaşmalar
için yapılan anayasal belgelerden, insana özgü düşünce ve becerilerden, inanç ve törelerden oluşan bütünsel
bir toplamdır” Kültürün kendisinden ne daha az olan çevrenin sürekli bir biçimde yeniden üretilmesi,
sürdürülmesi ve yönetilmesi gerekir. Bu çevre insanın beslenme, üreme ve sağlığı koruma ihtiyaçlarından
doğan sorunların çözülmesi için yaratılan ikincil ve yapay bir çevredir. Bu durum topluluğun kültürel
düzeyini, çevreyi ve grubun verimliliğine dayanan yeni bir yaşam standardı yaratır. Kültürel gelenek bir
kuşaktan sonrakine aktarılmalıdır. Bu yüzden her kültürde eğitime yönelik yöntemler ve mekanizmalar
bulunmalıdır. Her kültürel başarının özü işbirliği olduğuna göre düzen yasa sürdürülmelidir. Her toplulukta
töre, ahlak ve yasayı doğrulayan düzenlemeler olmalıdır. En ilkel kültürlerde bile ekonomik örgütlenme
biçimidir. İnsan öncelikle organizmasının ihtiyaçlarını karşılamalıdır. Bu yüzden beslenme, ısınma,
barınma, giyinme ya da soğuktan rüzgârdan ve havadan korunmak için düzenlemeler yapıp etkinliklerden
bulunmalıdır.
İşlev bir ihtiyacın içinde insanların işbirliği yaptıkları, zanaatsal ürünleri kullandıkları, malları
tükettikleri bir etkinlikle karşılanmasıdır. Bu tanım örgütlenme kavramını da beraberinde getirir. İnsanlar bir
amacı gerçekleştirmek, bir sonuca varmak için örgütlenmek zorundadırlar. Böyle insani ve evrensel olan bir
77
örgütlenme “kurumdur”. Kurum geleneksel değerler üzerinde varılan bir anlaşma içerir. İnsanlar yazılı bir
buyruğun çerçevesi içinde, birliklerinin özel kurallarına uyarak ve kullandıkları maddi aygıtlarla çalışarak
işleri birlikte yaparlar. Böylece hem isteklerini karşılarlar hem de çevrelerini etkilerler.
Kültürel kurumların örgütlenmesi yapısal yasaya, bir dizi değer ve anlaşmalara dayanır. Bu kurumların
her biri içinde yaşayanların, toplumun belli ihtiyaçlarının karşılar, böylece bir işleri yerine getirir.
Temel İhtiyaçlar Kültürel Cevaplar
Metabolizma Besin sağlanması
Üreme Akrabalık
Bedensel rahatlıklar Barınma
Güvenlik Koruma
Hareket Etkinlikler
Büyüme Yetiştirme
Sağlık Hijyen
Metabolizma, besin alınması, sindirilmesi, besinin özümsenmesi ve yarasız maddelerin bedenden
atılması süreci ile çevresel etkenler organizma ile dış dünyanın etkileşimi, kültürel çerçevede bir etkileşim
arasında çeşitli biçimlerde oluşan ilişkiler anlamına gelir. Üremenin bir boyutu da topluluğun sayısını
yenileyecek ölçüde hızlı olmasıdır. Bedensel rahatlıklar, ısı düzeyi, nem oranı ve beden için tehlikeli madde
yokluğuyla ilgilidir. Güvenlik, mekanik kazalardan hayvanların ya da insanların saldırısından ileri gelen
bedensel yaralanmaların önlenmesiyle ilgilidir. Bu sağlanmazsa kültür ve ona bağlı grupların yaşamı sürüp
gitmez. Hareket, etkinliğin organizma için olduğu kadar kültür içinde gerekli olduğunu ifade eder. Büyüme,
insanların çocukluk dönemlerinde yakınlarına bağımlı olmaları, olgunluğun yavaş ve aşamalı bir süreç
olması ve insan yaşlılığında bireyin savunmasız olmasıdır. Bir çocuk hemen terk edilseydi insan topluluğu
hayatta kalamaz kültürel varlığı sürmezdi. Sağlık, genel bir biyolojik ihtiyaçtır. Malinowski’ ye göre temel
ihtiyaç ve buna verilen kültürel cevap birbirleriyle doğrudan ilişkili ve uyum içindedir.
1.Besin sağlanması: Her insan topluluğunda ve her hangi bir bireyin ele alındığında yemek yeme
işinin belli bir kurum içinde gerçekleştiği görülür. Onun yeri sabittir, yiyeceğin sağlanması, hazırlanması
için bir örgütü ve yemeğin tüketilmesini sağlayan imkânlar vardır. Besinin üretilip dağıtılması da örgütlü
davranış sistemine sahiptir. Üretim yöntemlerinin tarımsal aletlere, av silahlarına, ağlara, su bentlerine, balık
tuzaklarına ihtiyacı vardır. Yiyeceği koruma, depolama ve pişirme yöntemlerinde de araç gereç gereklidir.
Besinin korunmasında besin üretme sağlama faaliyetlerinde sürekli üretimsel etkinliklerin ortaya konulması
gerekir. Beslenme olgusu örgütlenmiş gruplar ve örgüt içinde, bunların aracılığıyla gerçekleşmesi
78
nedeniyle yasa ve töreleri de içermektedir. Toplum düzenine ilişkin davranış ve yaptırımlar, yasa ve töreler
bu zincirleme etkinliklerin bütünüyle aksamadan sürdürülmesi için gereklidir.
2.Akrabalık: Üremeyi akrabalık olgusuna bağlamayan bir kültür varlığını sürdüremez. Evlilik
aşamasının yöntemleri, töresel kurallar, ahlak ve dini inanç bakımından geleneğe göre belirlendiği için
sosyal ilgilerin konusu olurlar. Gebelik ve çocuk doğumuyla birlikte evlilik akrabalığa dönüşür. Gebe kadın
ve kocası artık bir dizi kurala uymak zorundadırlar. Gebeliğin töre ve ahlaki yönleri, akrabalığın ilk
aşamaları kamuyu çok ilgilendiren bir sorun olurlar. Gebelik ve çocuk doğumunun geleneksel açıdan
yeniden yorumlanmaları; ölüler dünyasından, çevreden ve topluluğun diğer üyeleri arasındaki etkileşimden
genel etkileri fizyolojik etmenler alanına çeken yeni yorumlar, ana babalığın doğal güçlerini, eğitim ve
öğretim yoluyla, sosyal dayanışmanın güçlü bağları haline dönüştürürler. Soy bağı acısından evliliğin
sonuçlarını açıklayan hukuk kuralları tam olarak açıklanıp belirtilmelidir.
3.Bedensel Rahatlıklar: Bunun sağlanması için basit fiziksel etkenlerin yanı sıra kurumlaşmış
yapılarında varlığı söz konusudur. İnsanların barınak aramaları rastgele değildir. İnsanlar ilkel ya da
gelişmiş olsunlar korunmaya ihtiyaç duyduklarından bir hayvan postunu, bir deriyi, bir kumaşı el
attıklarında hemen bulmazlar. Bütün bu maddi mallar örgütlü yaşamın rutin bir parçası olarak kullanılırlar.
Barınak, ısı, temizlik düzenleri evin içinde bulunabilir. Giysiler ise kapalı ev ekonomisi koşulları altında,
aile içinde ya da iş bölümünün var olduğu toplulukta örgütlenmiş atölye ya da fabrikalarda üretilir.
4.Korunma: Korunma çok sıklıkla öngörülü davranmayı ve planlamayı içerir. Öngörülü korunmanın
biyolojik güvenlik ihtiyacıyla ve kültürel cevaplarıyla bağlılaşım içinde olması gerekir. Seçme, yapma ve
yaşatma işlevlerinin örgütlenmiş, teknik olarak planlanmış ve iş birliği içinde yürütülmüş ilkelerinin
içindeki ekonomik etmen ortaya çıkar. Tekniğin kuralları, bunların davranış, mülkiyet, otorite yasalarının
dönüştürülmesi bellidir. Öğretimin anlamı büyüyen kuşağın hazırlanması, aydınlatılması ve uyarılmasıdır.
İnsan herhangi bir saldırı karşısında silahlı savunmaya yönelir. Nüfus yoğunluğunun az olduğu yerlerde
silahlı örgütlenmeye ihtiyaç çoktur. Bu genelde her erkeğin bir silah sahibi olmasıyla sınırlıdır. Korunma
kurumlaştırılmıştır.
5.Etkinlikler: İnsan harekete ihtiyaç duyar. Kaslar çalışmazsa, sinirsel sistemin yönelişi olmazsa
insan bir şeyi başaramaz. Kassal ve sinirsel etkinliğin kendi başına bir amaç yapıldığı sporlar, oyunlar,
danslar ve festivaller gibi özellikle hazırlanıp örgütlenmiş etkinliklerin biyolojik, psikolojik ve kültürel
açılardan çalışılması için geniş bir alan vardır.
6.Büyüme: Bir toplumun eğitsel ve toplumlaştırıcı sistemleri en uygun büyüme aşamasında alınır.
Bütün simgesel bilgilerin temelleri, bilimsel bakışın ilk öğeleri, töre, otorite ve ahlakın değerlendirilmesi
aile içinde öğrenilir. Çocuk oyun arkadaşlığı grubun da ise töreye ve görgü kurallarına uyup saygılı olmayı
öğrenir. Daha sonraki yıllarda askeri bir derneğin, grubun veya bir yaş grubunun üyesi olunduğunda
ekonomik alanda özel bir çıraklık sağlanır. Eğitimin en dramatik aşamaları üyeliğe kabul törenlerinde olur.
79
7.Hijyen: Sağlık, büyüsel tehlikeler hakkındaki halk inançları açısından çözümlenebilecektir.
c)Halk Biliminin İşlevsel Çözümleme Modelleri 1.Hoş vakit geçirme, eğlenme ve eğlendirme işlevi: Bütün folklor icraları sadece bir eğlence değildir. Bu
ne kadar önemli olsa da tek işlevi değildir.
2.Değerlere, toplum kurumlarına ve törelere destek verme: Bu işlev folklorun kültürdeki icraları
yapanlara ve bunları seyredenlere bu kültürdeki ritüellerin toplumsal kurumları ve değerleri doğrulayıp
onaylatmasıdır. Böylece toplumsal kurum ve değerler güncelleşir, güçlenip köklenir
3.Eğitim ve kültürün gelecek kuşaklara aktarılarak gelecek kuşakların eğitilmesi işlevi: yazılı kültür
geleneği olmayan tek kültür ortamının sözlü olduğu toplumlarda folklor taşıdığı bilgilerin tarihsel olarak
gerçek olması sebebiyle çok önemlidir. Folklor kültürün aynası ve insanlara kılavuz olarak gösterilir.
4.Toplumsal ve kişisel baskılardan kurtulmak için kaçıp kurtulma mekanizması: kabul edilmiş
davranış kalıplarına uygun davranıyor olmak ve bu yolla da toplumsal ve kişisel baskılardan kaçıp
kurtulmayabilmeği sağlamak.
B)Sözlü Kompozisyon Teorisi Şimdiye kadarki ve 19.yy halkbilimi çalışmaları artsüremli (diacronic) olmalarının yanı sıra geçmişi
yeniden kurmaya yönelik ve ele alınan folklor mahsulünün eskiliğini ve ne zaman ortaya çıktığını bulmaya
yönelikken 20.yy da ise yapı, muhteva ve stilinin özellikleri, icra edildiği sosyo-kültürel bağlamda ne iş
gördüğü, icracının dinleyicilerle etkileşimi ve bunun icra edilen geleneksel anlatının tür, şekline; icrasına,
yapısına ve işlevine tesirlerine odaklanılmıştır.
a)Teorinin Ortaya Çıkışının Tarihçesi ve Homer Meselesi20.yy da ortaya çıkmış en önemli kuramlardan birisidir. Önceleri “Sözlü Formulsel Teori (Oral-
Formulaic Theory)” olarak, sonra “Sözlü Teori Oral Theory) olarak adlandırılan teorinin yaygın adı “Sözlü
Kompozisyon Teorisi”dir ( The Theory of Oral Composition). Bu kuram klasistler ve filojistler arasında
Homer meselesi olarak bilinen alanda 20yy ın ilk yarısında çalışmaya başlayan Milman Parry ve Albert
B.Lord tarafından ileri sürülmüş ve Homer’in Odessa ve İlyada’sının sözlü kültür ürünü olup olmamasını
çalışmaktadır. “Homer Meselesi” klasik filoloji çalışmalarıyla birlikte başlayan ve asırlarca süren bir bilgi
ve araştırma alanıdır. Bu çalışma alanının cevap aradığı sorular Homer’in kim olduğu, Odesa ve İlyada’nın
ne zaman yazıldığı, destanların hazırlanışı ve yorumlanışıyla ilgili şüphelerin giderilmesine yönelik
cevapların bulunuşudur. Bu dönemin en önemlisi sorusu ise cevaplanamayan “Homer’in zamanında yazı
yoksa bu kadar uzun şiirler nasıl oluşturulup yazıya geçinceye kadar nasıl saklandığı”dır.
Analist Karl Lachmann 1816’da romantik milliyetçilerin geleneksel sözlü şiir parçalarını derleyip
milli kahramanları tanımaya yönelik çalışmalarından hareketle Alman destanı Nibelungenlied ile Homer’in
destanlarına uyguladığı “şarkı teorisi (liedertheorie)-kolektif yaratma teorisi”nin ilk şeklini ortaya koydu.
80
Bu teorinin günümüzde de takipçileri mevcuttur. Buna göre bir Homer değil birden fazla Homer vardır ve
bunlar şiir parçalarını bir araya getirerek destanı oluşturmuşlardır, yani bir kolektif yaratma söz konusudur.
1840’larda F.Wolf İlyada ve Odessa’nın sözlü kültür ortamında yaratılmış olabileceğini söyledi.
Gottfried Herman kompozisyonun yapı ve birleştirmedeki tipik özellikleri, veznin adapte ediliş ve
uygulanışı, uzun sıfat cümleleri ile süslenişler, atasözü, deyim ve tekerlemeler gibi halk kültürü
unsurlarının kullanılmasıyla oluşan İlyada ve Odessa şiirlerinin okunmak için değil işitilmek için olduklarını
ifade etti.
Yunaristler metinleri Homer’in yazdığını ve dikte ettirmesiyle oluşan tarihi ve bütün bir obje kabul
etmişlerdir. Yunaristler uzun yıllar boyunca süren tartışmada aynı fikirleri savunurken Analistler çeşitli
metodolojiler oluşturmuş, metinleri ve benzerlerini tarayarak mukayeseli çalışmalar yapmışlar ve gittikçe
gelişen sözlü teorinin ortaya çıkışını sağlamışlardır.
b)Kavramsal Çatısının Oluşumu: M.Parry ve Çalışmaları Milman Parry 1923’te Berkeley’de Kaliforniya Üniversitesi’nde (University of California) master
tezinde Homer şiirlerini irticalen meydana getirip sözlü olarak aktaranın bir ozan değil onları yazan bir şair
olduğunu kabul eder. 1928’de Paris’te hazırladığı doktora tezinde ise Homer geleneği takip eden bir şairdir.
Matija Murko ve A.Meilet bu geleneğin sözlü gelenek olduğunu ifade etmişlerdir. Bu görüşler Harvard
Üniversitesi’nde çalışmaya başlayan Parry’nin çalışmalarına da yön verir ve o 1930-32 yıllarındaki
çalışmalarında bu destanların tekrarlanan formüllerle(epiteths-sıfat kalıpları) oluşturulma tekniğiyle
oluşmuş olmasından hareketle bunların geleneksel destanlar olduğuna kanaat ettiğini belirtmiş ve bunların
sözlü olarak kompoze edildiğini düşündüğünü ifade etmiştir.
M.Parry öncelikle şiir stilleri üzerine çalışırken bu şiirlerin formüller dolayısıyla geleneksel olduğunu
anlamaya başlamış ve bu konuda hocası Meilet’in çok büyük etkisi olmuştur. Bundan sonra ise epik
destanların sözlü olarak kompoze edilip yaşadığı “yaşayan laboratuar” olacak yerin tespit edilerek geleneğin
gözlenip derlenmesi aşamasına geçmiştir.
Parry öğrencisi A. Lord ile Yugoslavya’ya gidip Boşnak destanlarını derlemiştir. Yugoslavya epik
şiirin canlı olarak yaşandığı laboratuar olarak seçilmiş ve Homer’in destanları geleneksel kültürde bir ozan
olarak yarattığı doğrulanmak istenmiştir. Parry’nin Yugoslavya’daki çalışmaları 1933-35 arasında
sürmüştür. 16 ay derleme yapılmış Hırvat ve Sırplardan derlenen destanlardan daha uzun ve Homer’in
şiirlerine stil bakımından daha yakın olduğu için özellikle Müslümanlardan 1500’e yakın epik destan metni
derlenir. Derlemeler doğrudan ses kayıt cihazlarıyla yapıldığı için ayrı bir öneme sahiptir. Bu yolun takip
edilmesiyle aynı aşıklardan (gus) aynı destanın farklı yer ve zamanlardaki icraları derlenerek destan
metinlerin ezberlenip aktarılmadığı ve her icranın farklılıklar taşıdığı görülmüş, aynı şekilde aynı destanın
farklı aşıklarca icrası da derlenmiştir.
Parry Vuk Karadziç’in 19.yy daki derlemelerinden hareketle Homer’in destanları ile Güney Slav
destanlarının geleneksel sözlü formüllerle oluşturulması konusunu ele almıştır. O formülü (Formula)
81
“anlatılmak istenen bir ana fikri anlatmak için aynı vezin şartları altında düzenli olarak kullanılan bir grup
sözcük” olarak tanımlar. Albert bu formülün yanı sıra “formülsel açıklama”(formulaic expression)
getirmiştir ki “bir mısra veya yarım mısra şeklinde inşa olunan formül özelliği gösteren unsurlar” dır.
Milman Parry’nin tema(theme) tanımı ise “formüllerin kullanılmasıyla inşa edilen geleneksel bir
şiirin(destanın) söylenişinde düzenli olarak kullanılan bir grup fikir” dir.
c)Teorinin Ortaya Çıkışı: Albert B.Lord ve Çalışmaları Lord Yugoslavya’nın yanı sıra Arnavutluk ve Bulgaristan’a da gider ve “Destanların Söyleyicisi”(The
Singer of Tales) kitabını tamamlayarak yayınlar. Kitap Teori ve Uygulama adlı iki bölümden oluşur. Teori
bölümünde temel kavramlar ve tartışmalar “Destan Söyleyiciler: Yetişme ve İcraları” (Singers: Performance
and Training), “Yazı ve Sözlü Gelenek”( Writing and Oral Tradition) başlıklarıyla ele alınırken ikinci
kısımda ise (The Application) bu teorinin “Homer” “Odessa Destanı”, “İlyada Destanı” ve “Orta Çağ Epiği
Üzerine Bazı Notlar” başlığı altında uygulanışı yer alır. İlk bölümde Lord sözlü kültür ortamında şiiri
meydana getiren kişinin onu oluşturma anının (kompoze etme) icra anı (performance) olduğunu ve sözlü
şiirin önceden hazırlanan değil irticalen meydana getirilen olduğunu ifade eder. Bu şiiri söyleyen yalnızca
icracı (performer) değil kompozitör (compozer) dır aynı zamanda.
Yugoslavya’da küçük kasaba ve köylerde özellikle düğün törenlerinde epik destanlar evlerde icra
edilmektedir. Evler dışında ise kafana denilen kahvehanelerde icra yapılır. İcracı dinleyicilerinden hatırlı
olanları hoş geldiniz parçalarıyla karşılarken gidenleri de uğurlayan parçalarla gönderir.. Dinleyicinin
durumuna göre icra edilen destan uzatılabilmekte veya kısaltılabilmektedir.
Aşıkların yetişme ve eğilimleri üç döneme ayrılır:
1)Dinleme ve özümseme (listening and absorbing)
2)Uygulama (Application)
3)Eleştirel bir dinleyici önünde icra( singing for a critical audience) olarak belirlenmiştir.
Aşıkların çoğunluğu okuma-yazma bilmez (illiteracy) ve aşık tarzı destan söylemeye çok isteklidirler.
Bu dönemde diğer aşıkları dinleyerek hikaye ve şiirlerin temaları, adları, uzak diyarlardaki yerleri ve sosyal
değerleri öğrenilir. Aynı zamanda icra edilen destanların ritim ve müzikleri de öğrenilmekte ve tekrarlanan
formülleri özümsenmektedir. Aşıklıktaki diğer adım ise enstrümanlı veya enstrümansız destan söylemek
için ağzını açmakla başlar. Destanın ritmi veya melodisi tambura veya gusle olarak adlandırılan iki telli
enstrümanla oluşturulur. Destanların ölçüsü 4+6 duraklarıyla oluşturulan 10 hecedir. Bu gelenekleşmiş sabit
yapıdır. Aşıkların bu geleneksel formülleri öğrenmesi gerekmektedir. Öğrenilen epik destan geleneğinin
özel dilidir. Bu aşık adayının (çırağın) öğretmene (usta) en çok ihtiyaç duyduğu zamandır. Aşık diğer
ustaları dinlemesinin yanı sıra okuma yazma biliyorsa basılmış destanları da okuyabilir. Diğer devre
ustaların taklit edildiği devredir. Aşıktaki merak onu sözlü kompozisyon tekniğini öğretmeye yönlendirir.
Bu taklit ve özümseme sürecidir. Eleştirel bir topluluk önünde sanatını icra etmesi ise onun için dönüm
noktasıdır, icrasında pek çok süsleme ve nakış kullanır, sabit metinleri ezberleyip aktaran değildir. Aşık yeni
82
destanlar öğrenmekte ve icra etmektedir, her destanı kendi kelimeleriyle kendine has kılar ve ve ona
mührünü vurur. “Yaratıcı usta” konumuna gelemeyen de olur. “Yaratıcı usta” hem geleneği devam ettiren
koruyucusu hem de yaratıcı sanatkardır.
Kitabın üçüncü bölümü olan “Formül”de (The Formula) Lord Homer destanlarını çalışanların
“tekrarlar”(repetitions), “stok tekrarlar” (stock epiteths), destan klişeleri (epic cliches), “sterotipik
ibareler”( sterotyped phrases) dediklerine Milman Parry’nin “anlatılmak istenen bir ana fikri anlatmak için
aynı vezin şartları altında düzenli olarak kullanılan bir grup sözcük” tanımını kullanır.
Çıraklık devresindeki bir aşık yerine yaşlı ve meşhur olanlarının seçilmesi destanların formüleri,
işlevleri, oluşumlarına dair sağlıklı bilgiyi almamıza engel olmuştur. Formüller usta ve çırak arasında
farklılık arz eder. Formül düşünce ile müzik eşliğinde söylenen mısraın ürünüdür. Formül üzerinde çalışma
şiirin ölçüsü ve müziğini dikkate alarak başlamalıdır. Çırak için de ilk talep edilen unsur müzik ve ölçüdür.
Çırak ölçüyü sıklıkla tekrarlanan düşüncelerden öğrenir. O ölçü kalıpları, kelime sınırları ve melodiyi
özümseyerek öğrenip sahiplenir ve gelenek onun içinde kendini yeniden üretmeye başlar.
Aşık konuşulan dil ile destanlardaki dilin ayrımına da varır. Fiiler günlük konuşmadaki yerlerinden
oldukça farklı yerlerdedir, ekler düşürülebilmekte, ibareler arası ulamalar yapılabilmekte, aliterasyonlar ve
asonanslar yapılmaktadır. Aşığın zihninde kelimeler ses değeri gereği çağrışım yapmaya başlar ve zihninde
melodik, akustik, vezinsel, sentaksa dair kalıplar şekillenecektir. Ritimler değişiklik göstermeyen temel
yapılardır, müzik aleti ise taklitle veya bir başkasının göstermesiyle öğrenilir. Bu temel melodi ve ritimler
başkalarından öğrenecekleri ile gelişecektir. Formüller kutsal değil ama yararlıdır. O da zamanla kendi
formül alışkanlıklarını kazanacaktır. En çok sabit olan formüller şiir geleneğindeki en yaygın olan fikirlerle
ilgili olanlardır ki bunlar da kahramanların adları, olay örgüsündeki ana hareketler, zaman ve yerle ilgili
olanlardır. Hikayelerdeki en yaygın hareketler ve onları ifade eden mısraın ilk veya ikinci yarısını dolduran
fiiller tam formüllerdir. Üçüncü tür formüller ise hareketin ortaya çıkıp oluşmaya başladığı zamanı tanımlar.
Bunlar sözlü stilin temel taşlarıdır. Formüller bir dilin grameri gibidir. Yeni formüller eskilerine yeni
kelimeler koyularak oluşturulur. Aşık orijinalitenin peşinde değil ama icrasını gerçekleştirebilmek için
fikrini en iyi yansıtan formülü bulabilen kişidir. Gelenekteki bütün formüller bütün aşıklar tarafından
bilinmez ama çoğunluk bilinir ve kullanılır ortak olarak. Bu formüllerin indeksi hazırlanarak ulusal ve
mahalli olanları ortak ve bireylere has olanları ortaya çıkarılabilir.
Kitabın dördünü kısmı olan “Tema”da (The Theme) ise Lord, Parry’nin bir destanın anlatımında
düzenli olarak kullanılan fikir gruplarını tema olarak adlandıran tanımını kullanır.
Aşık destanları dinlerken formüllerin kalıbını (pattern), ritmini öğrenirken temaları da öğrenir. Aşıklar
duydukları bir temayı tamamen aynı kelimelerle ifade etmezler. Aynı aşık altı değişik yerde ve zamanda
aynı destanın bir temasını altı değişik söyleyişle söylemiştir. Destanlar büyük temalar (major theme) ve
küçük temalardan (minor theme) oluşur. Aşık destanına element ekleyip çıkarabilir.
83
Kitabın beşinci kısmı “Destan ve Destanlar” dır (Songs and the Song). Sözlü kompozisyon sürecinde
yaratıcı bir birey olan aşık geleneği daha ileriye taşır. Aşık destanını birincil ve ikincil temaların esnek
(değişebilir) bir planı olarak düşünür. Biz de destanı her icrada değişen bir metin olarak görürüz. Aşığa göre
destan değiştirilemezdir, çünkü değişmenin onun zihninde olması gerekir. Her icra belirli bir özel destandır.
Orijinal düşüncesi, sözlü gelenek için mantıksızdır.
Değişme (change) ve değişmezlik (stability) geleneksel sürecin bir araya getirmek için çalışmamız
gereken iki elementidir. Ne niçin ve nasıl değişmektedir sorularına cevap bulmak için destan metinlerini
deney mahiyetindeki üç tematik döneme ayırmalıyız:
1)Bir aşıktan diğerine geçişi.
2) Bir aşığın destanı icralarının zaman bakımından farklılıklarının tespiti.
3)Bir aşığın repertuarındaki bir destanın uzun bir zaman diliminde nasıl bir hale geldiğinin tespiti.
Kitabın altıncı kısmı “Yazı ve Sözlü Gelenek”(Writing and Oral Tradition)tir. Bu kısımda sözlü
geleneğin yazıya geçirilişi ve yazılı kültür ortamının sözlü kültür ortamına tesirleri yer alır.
Sözlü destan anlatma sanatı yazının baş göstermesinden önce mükemmelleşmişti. Yazılmak için
destan anlatması istenen icracılar müzik ve ritim olmadan yalnızca eski alışkanlıklarını hatırladılar. Bu
şekilde sabit bir metin meydana getirildi. Yazının varlığı sözlü geleneğe etki etmesine rağmen bu etki
toplumun tamamını etkilemeyebilir. Sözlü gelenek ürünlerinin toplanıp yayınlanması yeni destanların
yaratılmasına da neden olabilir. Fakat aşıkların basılı metinleri ezberlemesi onları gelenekten uzaklaştırır.
Onlar artık sözlü gelenekten öğrendiklerini de ezberleme ihtiyacı duyarlar. “Doğru metin” (correct text)
anlayışının ortaya çıkması ve yaygınlaşmasıyla sözlü gelenek de ölmeye başlar. Bu destanları yeniden
yaratan değil sadece tekrarlayan (reproducers) bir kuşağın yetişmesi demektir. Değişme sözlü geleneğin
amacı olan hikayenin esasının durağanlığından metnin kelimesi kelimesine aynı olan durağanlığa doğru
olmuştur.
Kitabın ikinci bölümü “Uygulama” da (The Application) Ortaçağ Avrupa epik destanları üzerine
kuram uygulanmıştır.
d) Sözlü Kompozisyon Teorisi’ne Yapılan Tenkitler ve Dönüşümler Bu kurama yapılan eleştirilen başında bağlam merkezli değil metin merkezli olmaya yönelmesidir ki
bu da Tarihi-Coğrafi Metod’a yöneltilen eleştirilerle benzerdir. Bir diğer eleştirilen yönü ise Propp gibi
formüllere dayalı olması nedeniyle mekanik bir yapıda olmasıdır. Bu eleştiriler A.Dundes tarafından
getirilmiştir. Nasıl ki Propp’un masal çözümleme yöntemi sosyal ve psikolojik yön ve anlamlardan uzaksa
bu metod aynı eksikliği nedeniyle eleştirilmiştir.
84
Performans Teori’nin takipçilerinden Roger Abrahams da kompozisyon kelimesine yapılan vurgu ile
yönelinen metin merkezciliği eleştirmiştir. Böylece metine dönüşle canlı performans ihmal edilmiştir.
Yöneltilen bir diğer eleştiri ise epik destanların dışında pek fazla uygulanmayışıdır. Özellikle bilmece
ve atasözleri sabit metin olarak kabul edildiklerinden her seferinde yeniden kompoze edilememektedirler.
Fakat epik destanlar dahi halkbilimin en önemli ve büyük türü olması nedeniyle bu teorinin halkbilimine
kazandırdıkları oldukça fazladır.
Sözlü kavramı da tartışma konusudur. Ezberlenmiş ve kelime kelime muhafaza edilmiş muhafaza
edilmiş metinler(icra) sözlü (oral) kabul edilmezken sözlü şiir(oral poetry) sadece icra anında irticalen ve
sözlü olarak meydana getirilen olarak kabul edilirken A.Lord sözlü kavramı yerine gittikçe
geleneksel(traditional) kavramını kullanır olmuştur.
Bir diğer eleştirilen yön ise doğrulamaya yönelik çalışmalara odaklanılmış olmasıdır. Bu da Tarihi-
Coğrafi Metod’un ”ur-form”, “motif “ve “olay örgüsü” kavramları doğrultusunda çalışmalarla motif-
indeksin ötesine gitmeyen çalışmalara eşdeğer eleştirilere yol açmıştır.
Parry’nin Sırp ve Hırvat yanlısı tutumu da oldukça yanlıştır. Onun bu yanlı tutumunda çalışmalarından
etkilendiği Vuk Karadziç’in etkisi olmuştur. Parry son derece yanlış olarak Müslüman Boşnaklardan
derlediği destanları Sırp-Hırvat Kahramanlık Destanları olarak adlandırmıştır.
e) Sözlü Kompozisyon Teorisinin Bugünkü Durumu Bu teori ile birlikte icra ve kompoze etme birbirinden ayrılmıştır. Tarihi-Coğrafi Metod’un ur-form
arayışının ya da orijinal, varyant kavramlarının geçerliliği kalmamıştır.
Bu teori ile sözlü kültür ortamında irticalen meydana getirilen metinlerin icradan icraya pek çok
değişkene bağlı olarak farklılaştığı ortaya konarak sözlü edebiyatın yazılı edebiyat gibi yazılıp tamamlanmış
yani sabit metin halinde olmadığı, bilmece, atasözü gibi istisnai türler dışında sözlü edebiyat metinlerde
orijinal veya otantik metin aramanın her metnin(icranın) aynı derecede orijinal ve otantik olduğu
belirlenmiştir. Böylece sözlü kültür ortamında icra edilen ürünlerin metin(text) olmayıp süreç (process)
olduğu anlaşıldı.
Bu teori geliştirilen bilgisayar programlarıyla da desteklenmektedir. Bu şekilde sesli ve görüntülü
kaydedilen sözlü edebiyat ürünleri transkribe edilmiş formlarıyla bir arada yer alan sanal metin”hypertext”
olarak aktarılan bilgisayar ortamında Finengan’ın tespitlerine göre geleneksel formülerin tespiti, farklı
varyantların karşılaştırması, şiirlerin vezin kalıpları ve özellikleri, mitlerin yapı ve tahlilinde, tür sınama ve
tasniflerinde başarıyla kullanılmıştır.
C) PERFORMANS TEORİ
85
a) Ortaya Çıktığı Teorik Zemin Ve Tarihçesi
Halkbilimi çalışmalarında, folkloru “geçmişin ürünleri” anlayışından “dinamik bir iletişimsel süreç”
olarak kabule dönüştüren Performans Teori, E. Sapir’ in 1910’ larda başlayan yaş ve cinsiyet gruplarına ve
benzeri diğer özelliklere bağlı olarak değişen konuşma ve anlatma şekilleri gibi dilin sosyal kullanımlarına
ve icrasına dikkat çekmesi ve İşlevsel Kuram’ ın kurucularından Malinowski’ “Şüphesiz metin çok
önemlidir fakat bağlamsız metin ölüdür” şeklinde ifade ettiği “bağlam” ( context) fikirlerinin olgunlaşması
sonucu ortaya çıkmıştır.
Performans Teori’ nin bir başka önemli kavramsal başlangıç noktası ise Tarihi-Coğrafi Fin Okulu’
nu ve erken dönem kuramlarının bazılarının temellendiği “karşılaştırmalı dilbilim” veya kısaca
dilbiliminden gelmektedir.Ancak P.Teori’ yi oluşturan halkbilimciler, önceki gibi “karşılaştırmalı dilbilimi
okulu” ndan değil; “Prag Dilbilim Okulu” nun çalışmalarının da tesirleri altında kalmışlardır. Sosyal
dilbilim üzerine yapılan çalışmalar da performans teorinin kurucularının kavramsal ve kuramsal
formülasyonlarında doğrudan etkili olmuştur.
Karh Bührer, konuşmanın gönderme, dışavurum ve başvurma işlevlerini tespit eder, daha sonra
buna eklenen estetik yani dilin şiirsel kullanımı işlevi de eklenerek diğer üç özelliğin sözel sanat üzerinde
temellendiği ileri sürülür. Bu sanat, kendi içinden faktörlere bağlı olması nedeniyle söyleyip ifade eden,
söylenilen ve dinleyen bağlamında yani sosyal bağlamda bir icranın içinde çalışılması gerekliliği ortaya
çıkmıştır. Sosyo-dilbilimcilerin dilin kullanımı için düşündükleri bu icra veya performans fikri, folklorun
doğasını ve yapısını açıklayıcı olması dolayısıyla, halkbilimi çalışmalarına uygulanmış ve bunun bir sonucu
olarak Performans Teori ortaya çıkmıştır denilebilir.Söz konusu sosyo-dilblimsel “performans” yani icra,
paradigmasını yeniden yorumlayarak halkbilimine yönelik kuramsal bir çerçevenin temelini oluşturan
paradigma haine getiren kişi, Roman JACOBSON’ dur, “dil” ve “parol” ilişkisini “dilbilim” ve “halkbilimi”
ilişkisine benzettiği doğrultuda halkbilimi ve performans ilişkisini ifade eder. Petr Bogatrev’ de “folklorun
aşağı yukarı tiyatroyla aynı olduğunu” ve “folklorun bu teatral” özelliğinden hareketle “bir masalın nasıl
anlatıldığını göz önünde bulundurmadan masal metnin” den hareketin yanlışlığına dikkati çekerek icranın
önemini vurgular.
Milmann Parry ve Albert Lord’ un ileri sürdükleri “Sözlü Kompozisyon Teorisi” : A. Lord’ un “The
Singer of Tales” adlı çalışması sözlü destanların doğası, yapısı ve icra özelliklerinin bir çoğunu ortaya
koyması bakımından Performans Teori’ nin oluşum sürecinde son derece önemli rol oynamıştır.
Dan Ben Amos’ un 1967’ de Folklor Kurumu’ nun yıllık sempozyumunda sunduğu “Halkbilimi: Bir
Kez Daha Tanımlama Oyunu” bildirisiyle halkbiliminin “tür ağırlıklı” ve “madde” veya “nesne merkezli”
86
halkbilimi tanımlarına karşı son derece ağır ve detaylı eleştiriler açılmış olur. Bu çalışmadan sonra,
R.Bauman’ ın “Performans Olarak Sözel Sanatlar” adlı çalışması, halkbiliminde “icra” ve “iletişim”
kavramlarını belirleyici konseptler olarak gören çalışması “performans” yeni yaklaşımı ve geniş bir yelpaze
oluşturan yaklaşımları derleyip toparlayıcı bir şemsiye terim olarak kullanılmağa başlanır. Bauman’ ın
ifadesiyle performans terimi aynı zamanda yeni folkloristik veya halkbiliminde geriye dönük ve yeterince
gelişmemiş veya gelişmesi gecikmiş yapılanışa dayalı perspektiflerden kurtularak insanlık tecrübesinin
tamamını kavrayan yeni halkbilimi yapılanışının temelini oluşturmaktadır.
b) Performans Teori’ ye Göre Halkbilimini Analiz Modelleri
“Performans” kavramı kullanılmaya başlandıktan sonra, halkbilimi öteden beri çalışa geldiği büyük bir
çoğunluğu geçmişin “artık” veya “tortusal kültür niteliğinde olan konuların yanında ve belki de önünde
“yeni oluşan kültürü” çalışan bir disiplin durumuna kavuşmuştur.Daha da önemlisi , halkbilimi disiplininin
hem geçmişe ve hem de şimdiye yönelik kültürel olguları araştırabilecek bütüncül bir kuramsal yapıya
kavuşmasıdır.
1. Performans (icra/gösterim) Kavramına Dair İlk Tespitler
Performans iki temel unsuru içermektedir.
1. Folklorun gerçekleştirilişi veya icrası anlamıyla artistik veya sanatsal bir eylemdir.
2. Performansın icracısı, sanatın formu, dinleyici veya izleyiciyle birlikte icranın gerçekleştiği çevre bütünü
olarak artistik veya sanatsal olaydır.
Bu ikili yapı performans bakış açısının geliştirilmesinin temel elementleridir. Bu şekilde kullanımları
üzerine inşa edilen kuramsal yapı folklorun bir materyaller veya şeyler toplamı olması anlayışından bir
iletişim biçimi olması anlayışından bir iletişim biçimi olarak folklor şeklinde anlaşılmasını sağlamıştır.
Buna göre folklor anlatan ve dinleyen arasında geleneksel bir anlatı yoluyla kurulan iletişim biçimi olarak
ele alınmakta ve sosyal bir olay olarak folklorun canlı icraları incelenmektedir. Performans Teori “metin
merkezli kuramlar”ı (gözlem veya görüşme yoluyla metinlerin yazıya geçirilmesi ve incelemenin de yazıya
geçirilmiş metinler üzerinden yapılması) eksik görüp; bütün sözel sanatları “konuşmaların özel bir biçimi”
olarak ele almak suretiyle sınırları, insanın “sözel davranış biçiminde yer alan artistik veya sanatsal
dışavurumlar” genişliğine ve derinliğine bütüncül bir biçimde tamamını birleştiriciliğe ulaşmıştır.Böylelikle
geniş ve çeşitli türler bir yandan “sözel sanat” kavramı altında toplanmış olmakta ve bunların tamamı
performans veya icra olma durumunda ve yine her birisi kültüre özel yapı ve çeşitlenmeler olarak karşımıza
çıkmaktadır. Kültüre özel olarak var olan olguların var oluş yolları ve biçimlerinin her biri içinde yer
87
aldıkları kültüre ve topluma bağlı olarak taşıdıkları özellikler araştırılıp ortaya konulabilir ve incelenebilir
hale gelinmiştir.
Konuşmacının dinleyiciye, adeta, “konuşmamı söylediğim özel durumu”na bağlı olarak yorumla,
onu kelimelerin sözlükteki karşılıklarıyla değil onları “ses tonuyla ve biçimiyle” yüklediğim anlamları
düşünerek anla” demesinden başka bir şey değildir. Bu durumun tespiti performansın yorumcul bir çerçeve
oluşturduğunu gösterir ve mesajların bu yorumcul çerçeve içinde iletilip anlaşıldığını ortaya koyar. Bu
çerçevelerden birincisi; icra esnasında kullanılan sözcüklerin sözlük anlamını veren “gerçek anlamsal
çerçeve” ikincisi ise ; “dolaylı anlatım”, “şaka”, “taklit” , “aktarma”, “alıntılama” gibi “performans
çerçevesi tipleri”dir.Bunların icra esnasında birkaçı bir arada bulunabilmektedir.Fakat bu bağlamda,önemli
olan “performansın belirgin bir çerçeve olarak” anlaşılıp kabul edilmesidir.Bu bir anlamda performansın bir
dil kullanım yolu veya konuma şekli demektir.Bu aynı zamanda da icra esnasında, dinleyiciye iletişimsel
yeterlilik bakımından, bilgiye ve dili sosyal olarak kullanabilme yeteneğine dayanan bir sorumluluk
yükleyen yaklaşımdır.
Dinleyicilerin defalarca dinledikleri hikayelerin konularını veya anlatılan bilgileri bildikleri halde
merak ve heyecanla bekledikleri yeni bilgi değil aşığın asıl ustalığını göstereceği kahramanları ve olup
bitenleri aktaracağı “icra çerçeveleri” ni kurup dinleyiciyi de onlarla irtibatlandırabilmesidir.Bu neyle
bağdaştırarak veya çerçeveleyerek anlatacağı ve nasıl yorumlayacağıdır. Bununla konu edilen, belli bir
toplumun veya konuşma grubunun kültüre özel yapısıdır.Bununla birlikte kültürler arası seviyede şu tür
genellemeler yapmak mümkündür:
Özel Kodlar: Şiirsel bir dil kullanımı veya “daha eski” yahut “arkaik” miş intibaı veren ibarelerin
kullanımı gibi dile dayalı kullanımlar bunlar arasındadır.
Mecazi Dil: Performansın bir parçasına dönüşür.Bunların bazıları kullanıma hazır geleneksel ve
formülsel malzemeler iken diğerleri icracının yaratıcılığının ürünü olarak karşımıza çıkarlar.
Paralellik veya Koşutluklar: Önceden planlanmış düzenlikler veya semantik, gramatik, fonetik veya
vezin tekniği yahut yapılarından kaynaklanan tekrarlar başta olmak üzere sözlerin inşa ediliş
yapısında yer alan her türlü düzenli unsurdan oluşurlar.
Özel yarı Dilbilimsel Yapılar: Anlatım içinde durma,soluklanma,duraklama,ses tonu, ses yükseltme,
vurgu gibi yapılarda performansın kaydedilmesi gereken önemli özellikleri arasındadırlar ve çok
kolaylıkla performansın çerçevesinde ve dolayısıyla yorumlanışında değişiklikler meydan getirirler.
88
Özel Formüller: “Bir varmış bir yokmuş” ve “Eee.. atalar ne demişler” gibi kültüre ve türe özel
formüller ki bunların bir çoğu türü belirleyici işlevlere sahip olarak içinde yer aldıkları kültürdeki
söz konusu türlerin geleneksel icraların aynı zamanda “icrasal çerçeve anahtarı” dırlar.
Geleneğe Başvuru: Sözlü gelenek yoluyla edinilmiş olduğuna veya bizzat tecrübenin ürünü
olduğuna dair geleneğe başvurma. “Ben dedemden işittim ki…”gibi ifadeler verilebilir.
Performansı Yalanlama: Kendisinin yetersizlini öne sürerek anlatamama gibi yaparak bir şeyi anlatıp
icra etme.
Bunlar dışında kültüre veya konuşma grubuna özel olarak ele alınımp çalışıldığında pek çok farklı tipleri
ortaya çıkacaktır Performans olayının yapısı, icranın çerçevesi, töresi,eylem akışı gibi pek çok faktörün
neticesi olarak oluşur.Bu performans olayının yapısının temeli aynı zamanda icracılar dinleyiciler olarak
katılımcılardır.Bu roller, yapının şekillenişini sağlar.
“Performans” kavramı ve onun temellendirdiği bir kuramın oluşturulmasına doğru halkbilimsel
düşüncede meydana gelen değişmelerin veya mevcut kavramların yeniden değerlendirilmeleri sürecinde en
önemli değişmelerden veya yeniden tanımlamaların en önemlilerinden birisi de “halk” (folk) kavramında
gerçekleşmiştir.
2) Üçlü Bir Araştırma Modeli: Metin (Text), Sözeldoku (Texture) ve Bağlam ( Context)
Bu çalışmada Dundes, halkbilimi ve türlerini tanımlayacak o ana kadar yeterli ölçüt ortaya
konulmamış oluşu ve ileri sürülen ölçütlerin de tutarsızlıklarını irdeledikten sonra, bu tür ölçütlerin “harici”
değil “dahili” olmalarının gerekliliğini ele alır. Buna göre tahlil sözeldoku, metin ve bağlam seviyelerinde
olmalıdır.
a) Sözeldoku (texture): Folklorun sözel formlarının da sözdokusal özellikler dil ile ilgili
özelliklerdir.Örneğin atasözlerinin sözdokusal özellikleri kafiye ve aliterasyonu içine alır.Çok
yaygın olan diğer sözdokusal özelliklerine ise; aksan ve vurgu, ses perde yüksekliği, bağlantı yeri,
ses tonlama ve yansıma sesler dahil edilebilir. Kalıplaşmış sabit türlerin sözeldokusu, özü ve bu
özellikleri itibariyle çeviriyi mümkün kılmaz.Örneğin tekerlemeler, sözdokusal yapıya fazlaca
bağlıdır.Bir toplumda var olan bir tekerlemenin başka topluma geçmesi başka dillerde yaşaması
zordur. Buna karşın daha serbest yapıya sahip olan masallar dil sınırlarını çok daha kolay
aşar.Kalıplaşmış sabit haldeki folklor türleri arasındaki sözdokusal farklılıkların taşınması daha
zordur.
89
b) Metin (text) : Dundes’ e göre, “Bir folklor ürününün metni (texti) esası itibariyle bir masalın bir
versiyonu veya tek bir anlatımı, bir atasözünün yeniden söylenmesi, bir halk türküsünün
okunmasıdır.İnceleme amacına yönelik olarak metin, sözeldokusundan bağımsız olarak ele
alınabilr.Bununla birlikte, sözeldoku bütün olarak çevrilmezken, metin çevrilebilir.” Kaynayan
kahve bozulur.” atasözünün metni teorik olarak herhangi bir dile çevrilir, fakat sözeldokusal bir
özellik olarak kafiyenin ve diğer özelliklerin çeviride yaşaması özü itibariyle mümkün değildir.
c) Bağlam (context): Dundes’ e göre, “Bir folklor ürününün bağlamı onun içinde bilfiil yer aldığı son
derece özel sosyal durumudur.Bağlam ve işlevi birbirinden ayırmak şarttır. İşlev özü itibariyle
belli sayıda bağlama dayanarak oluşturulan bir soyutlamadır. İşlev, çoğunlukla ele alınan bir
folklor türünün kullanımı veya amacı hakkında bir araştırmacı veya incelemecinin ne
düşündüğüdür. Buna göre, mitin işlevlerinden biri günümüzdeki bir harekete kutsallık
sağlamaktadır; atasözlerinin işlevlerinden biri günümüzdeki bir harekete kutsal olmayan, din dışı
bir anlam kazandırmaktır. Hususi bir mit veya atasözünün kullanıldığı gerçek bir sosyal durumla
bu işlevler aynı değildir. Bağlama dair verilen bilgiler de belirli bir metinle göndermede bulunmas
suretiyle ilişkilendirilmeden verilmektedir. Bu şekilde bağlam yani melirli bir metinle birlikte
olanı içermemektedir. Bundan dolayı verilen bu bilgi metin hakkında doğru bir tetkike dayalı bir
bilgi veya gerçek bir bağlam bilgisi değildir.
Bağlama dair verilen bilgiler de belirli bir metinle göndermede bulunmak suretiyle
ilişkilendirilmeden verilmektedir. Böylesi, "con-" önekinin "ile, beraber" anlamını içerecek şekilde bir
"context" yani belirli bir "metinle birlikte olanı" içermemektedir. Bundan dolayı, verilen bu bilgi metin
hakkında doğru bir tetkike dayalı bir bilgi veya gerçek bir "bağlam" bilgisi değildir. Belki, metinle ve
sözeldokuyla birlikte bağlamı da kaydetmenin neden o kadar önemli olduğuna hakkında bazı sorular vardır.
Folkloru kendi orijinal anadilinde derleyememenin anlamının sözeldokunun derlenmemesi demektir.
Bağlamı derleme mecburiyetinin bir nedeni, belirli bir durumda, belirli bir metnin niçin kullanıldığını
açıklamaya ciddi bir girişimde bulunmak için böyle bir bilginin gerekliliğinden dolayıdır. Bağlamı
derlemenin önemi, özellikle fıkra incelenmesinde daha açıktır. Bağlamına ait bilgi olmayan fıkraların
varyantları (çeşitlenmeleri), yayılma (diffuzyon) yollarının Tarihi-Coğrafi Yöntemi kullananlarca
örülmesinde, aynı kökten gelme derecesine karar vermede ve alt türlerin bir sıra dahilinde gelişmelerinin
varsayımında değersiz olabilir, fakat yine de bağlamsal bilgisi olmayan fıkralar sosyal bilimciler için çok
büyük değere sahiptir. Bağlamsal yapıyı (contextual structure) oluşturan en önemli iki unsur; fıkrayı anlatan
kişi (anlatıcı) ile o fıkrayı dinleyenler (dinleyici) dir. Kendi doğal ortamında oluşan bağlam, metni (ve
sözeldokuyu da eğer, tabu bir durumla ilgili sözcük kullanılacaksa) etkileyebilir, fakat esas itibariyle somut
ve kesinleştirilmiş bir şekilde yayınlanmış aktüel örneklerin bu tür tesirleri yaygın değildir.
90
Folklor türlerinin tamamı için bağlamın derlenmesi hayati değerdedir, ama bağlamın derlenmesi
atasözleri, jest ve mimikler için bir mecburiyettir. Buna karşılık atasözleri derlemelerinin büyük bir kısmı
sadece metni verir. Bu ise bağlamsız folklor derlemesi demektir. Folklorun kalıplaşmış veya metin olarak
sabit bir türü olan atasözleri kendi anadillerinde derlenmek zorundadır ki, böylece sözeldoku da
korunabilsin.
Kaynak kişilere anlattıkları malzemenin önemi hakkında ne düşündükleri sorulmalıdır. Mahalli edebi
eleştirinin derlenmesi halkbilimciler tarafından yönlendirilen standart tahlil tiplerine hiçbir şekilde engel
olmaz.
İdeal olarak, bir derleyici kaydettiği metnin bağlamını kendisi gözlemelidir. Halbuki pratikte bir
kaynak kişinin bir derleyiciye veya derleyicinin teybine konuştuğu ortamda çoğunlukla yapay (sun'i) bir
bağlam vardır. Böylece, profesyonel halkbilimcinin deneysel olarak direkt bir şekilde gözlemleyemeyeceği
durumlardaki aydınlığa çıkaran bağlamı araması onun üzerine aldığı bir zorunluluktur. Faydalı bir teknik,
kaynak kişiden atasözü-nün uygun bir şekilde aktarıldığı uydurma bir durum yaratmasını istemektir. Ne
yazık ki, bütünü itibariyle, halkbilimciler "Nerede, ne zaman ve kim tarafından bir söyleyişin kullanıldığını"
belirten tamamlayıcı bilgiyle kendilerini sınırlamayı tercih etmektedirler.
Sözeldoku, metin ve bağlamın hepsi derlenmek zorundadır. Sözeldoku, metin ve bağlamın her
birinin yapısal analizin konusu olabileceği bilinmelidir. Büyük ve küçük çaptaki üniteler her bir seviyede
ayrılabilir. Hususi bazı türlerin büyük çaptaki örneklerle doldurulabilen bağlamlarında küçük boşluklar
vardır. Mevcut bir bağlama ait boşlukta, yani küçük çapta protesto ile ilgili olanda fıkralar, atasözleri, jest
ve mimikler ve halk türküleri gibi çeşitli sayıda farklı türler kullanılabilir. Diğer yandan, mevcut bir tür,
örneğin bilmece, muhtelif sayıda farklı bağlamlara ait boşlukları doldurabilir. Bu durum tamamen metnin
yapısının analiziyle paraleldir. Örneğin; masalın yapısı söz konusu edildiğinde, metinlerdeki büyük çaptaki
boşluklar küçük çaptaki çeşitli ünitelerle doldurulabilir, yani farklı motifler (motif yerine geçen yapılar)
mevcut bir motif bütünlüğü içinde kullanılabilir. Sözeldoku da aynı tarzda analiz edilebilir.
Bu üç seviye arasındaki içi içe geçmiş bulunan ilişki incelenmek için beklemektedir. Bağlamda
meydana gelen bir değişiklik sözeldokudaki bir değişikliği etkiler. Halkbilimcilerin ilk görevinin metnin
tahlil etme olduğu görülür. Metin, sözeldoku ve bağlama göre daha az değişen bir yapıya sahiptir. Belli bir
kalıp halinde olmayan serbest türlerde sözeldokusal özellikler bu türleri tanımlamada çok az değere sahip
olabilir. Kalıplaşmış sabit türlerde ise sözeldokusal özellikler çok düzenlidir, fakat bu özellikler bir türle
ilgili dağılımlarında nadiren sınırlıdır. Bağlamsal ölçüler de aynı tanımlama amacıyla ele alındığında sınırlı
bir değere sahiptir. Ancak folklorun çeşitli türlerinin muhtemel en iyi tanımları bu üç seviyenin hepsinin
tahliline dayananlar olacaktır.
Dundes, halk ve folklor arasında-ki hayati ilişkiye dikkati çekerek sözeldoku (texture), metin (text)
ve onların içinde yer aldıkları şartlar bütünü anlamında bağlam'a (context) dayalı olarak halkbilimi
91
çalışmalarına verdiği halkbilimi çalışmalarında yeni bir paradigmatik çerçevenin veya yaygın adıyla
"Performans Teori"nin ortaya çıkmasına son derece önemli katkılar sağlamıştır. Bu yeni kuramsal yapılanış
öncelikle alan araştırmasından (fıeldwork) başlayarak ve zaman içinde de gelişerek diğer değerlendirme
modellerine kadar yayılır. Alan Dundes'in yeni kuramın oluşmasındaki en büyük kavramsal katkılarından
bir diğerini de "halk" (folk) kavramının yeniden tanımlaması oluşturmaktadır.
3.) "Halk" Kavramının Tanımlanışındaki Büyük DeğişmeAlan Dundes çalışmasında öncelikle on dokuzuncu yüzyıl kullanımlarından kaynaklanan problemleri
ele alır. Ona göre bu tanımlama problemleri şu şekildedir: "Halk (folk) teriminin on dokuzuncu yüzyıldaki
çeşitli kullanımlarında görülen çok ciddi bir problem, bu terimin kaçınılmaz olarak bağımsız bir yapıdan
ziyade, bağımlı bir yapı olarak tarif edilmiş olmasında yatar.
Başka bir ifadeyle, halk daha başka kümelerde oluşan gruplara tezat olarak tarif edilmiştir. Halk
aşağı tabakayı oluşturan, genel nüfus içinde bir sürü bayağı ve kaba bir insan grubu olarak düşünülmüştür.
Halk bir taraftan medeniyete tezat olarak ele alınırken, yani halk medenileşmiş bir toplumda
medenileşmemiş bir unsur kabul edilirken diğer yandan da vahşi (savage) veya ilkel toplum (primitive
society) diye adlandırılan ve evrim (evoluation) basamaklarından daha aşağıda kabul edilen bir grupla da
tezat olarak kabul edilmiştir.
Medeniyetin kenarlarında yaşayan eski moda bir kısım gibi kabul edilen, halk köylü kavramıyla eş
değerde görülmüş ve bu anlamda hâlâ aynı şekilde görülmektedir. Medeni seçkin ve medeniyetten çok uzak
"vahşi" arasında bir tür orta yer işgal eden halkı anlamanın yolu okur-yazarlık (literacy) gibi tek tip bir
kültür özelliğine bağlı olarak yapılan vurgulamayla ortaya konulmasına çalışılmıştır.
Halk "okur - yazar" bir toplumda "cahil kısım" olarak ele alınırken, diğer yandan da etnosentrik
olarak "yazı öncesi" (preliterate) olarak etiketlenen ilkel topluma, ki bu toplumun kültürel gelişme
kaydettikçe okur-yazarhk seviyesine gelebileceği imâ edilmektedir, tezat olarak kabul edilmiştir. Yakın bir
dönemde bu terim "edebi olmayan"la (nonliterate) değiştirilmiştir. (Başka toplumları etiketlemedeki bu
etnosentrik ön yargı "gelişmekte olan (devoloping), gelişmemiş (undevoleped) veya "batılı olmayan"
(nomvestern) gibi kullanımlarla günümüzde de devam etmektedir.
Halk vahşilerden daha medeni olmakla birlikte, tam olarak medeniyeti henüz kesbetmemiştir. Bununla
birlikte, bir toplumun vahşilik dönemine ait yaşayan kültürel kalıntılarının (survivals) halk tarafından hala
muhafaza edildiği kabul edilmiştir. Çünkü seçkin grup (bu kavram halkbilimcileri ve antropologları ihtiva
eder) ciddi bir şekilde kendi kökleriyle ilgilenecek ve seçkin sınıf kendisine yakın olan halkın geleneklerini
toplayıp, topladığı bu malzemeyi incelemekle uğraşacaktır. Derlenen bu gelenekler daha sonra vahşi
toplumlarda kesin şekli ve tamamı bulunduğu farz edilen şekilleriyle karşılaştırılabilir. Karşılaştırmalı metot
yoluyla, seçkin ve okur-yazar medeni Avrupa kültürlerinin köklerini bulma işi yani "tarihi yeniden kurma"
işi gerçekleştirilebilir. "Halk, onun medeni veya seçkinle var olduğu sanılan ilişkisine göre tarif edildiği
92
için, folklorun sadece medeni veya seçkin bir grubun var olduğu yerlerde var olduğu farz edilmiştir. Bu
mantığa göre, ilkellerin, seçkin bir gruba sahip olamayacakları için halka da sahip olmayacaklar ve
dolayısıyla folklora da sahip olmaları mümkün değildir. Bu nedenle de, Kuzey ve Güney Amerika, Afrika
ve Avustralya yerlileri ve benzer gruplar medeni olmadıkları için halk terimin dar ve sınırlı anlamı
bakımından ele alındıklarında halk oluşturamazlar. Buna göre, geniş bir şekilde bakıldığında halk teriminin
başlangıcındaki anlam itibariyle Avrupa köylülerini ifade etmiştir” şeklinde yapmaktadır.
Alan Dundes'in halkbilimi çalışmalarındaki meydana gelen yeni kuramsal çerçeveye uygun ve bir
ölçüde onun oluşumunu hızlandıran unsur olarak sürecin bir parçası olan halk tanımı ve özellikleri şu
şekildedir: en azından bir ortak faktörü paylaşan herhangi bir insan grubunu ifade eder. Bu grubu birbirine
bağlayan faktörün-ortak bir meslek, dil veya din olabilir- ne olduğu önemli değildir. Bundan daha önemli
olan ise, herhangi bir sebebe bağlı olarak olu-şan grubun kendisine ait olduğunu kabul ettiği bazı
geleneklerin olmasıdır. Teorik olarak bir grup en az iki kişiden oluşmak zorundadır, fakat genellikle çoğu
gruplar daha fazla kişiden oluşurlar. Grubun bir üyesi diğer bütün üyeleri bilmeyebilir, fakat o kişi gruba ait
olan geleneklerin ortak özünü muhtemelen bilecektir. Gelenekler bir grup kimliği hissi vermede gruba
yardım eder.
Fakat halkın millet ve aileye ilave olarak daha pek çok şekilleri vardır. daha pek çok şekilleri
vardır.Bölge,eyalet,şehir köy gibi coğrafyaya ait kültürel kümeler halk gruplarını oluşturabilir. Bundan daha
net olan ırk, din ve bir meslek karakterindeki diğer halk gruplarının varlığıdır. Her millet gibi her meslek
grubu da kendine has folklora sahiptir. Daha da ötesi, yeni gruplar ortaya çıktığı sürece,yeni folklorlar da
oluşacaktır.Halkın bu çağdaş kavramıyla bir şehir merkeziyle bağımlı bir ilişki içinde yaşayan köylülerin,
nispeten tek tip halinde oluşturduğu grubu, halkın ifade ettiği tek anlam olarak daha fazla
düşünemeyeceğimizi görürüz. Halk bağımlı bir çeşitlilik değil, bağımsız bir çeşitliliktir. Çağdaş toplumların
üyelerini çok çeşitli halk gruplarının üyeleri olarak görmek zorundayız.Bütün halk gruplarının folkloru
vardır ve böyle grupların (Bir yaz kampı gibi) folkloru ifadenin merak uyandırıcı problemlerini üretme
çerçevesinde sosyal bir tasdik etmeye ve aynı zamanda bir toplumun iletişimi ve dünya görüşünü ifadede
yüksek bir sanat değeri olan vasıtalığa katkıda bulunması bakımından diğerleri kadar önemlidir.Dahası bu
halk grupları kendi içlerinde daha küçük hususi gruplar oluşturabilir.
Peki bir halk grubu ne kadar küçük olabilir? Bir halk grubu en azından iki şahıstan oluşmalıdır. İki
şahsın jest ve mimikler argo ifadeler vb. gibi kendilerine has bir gelenekler seti geliştirmesi mümkündür.
Şahıslar muhakkak bazı özel şeyler yaratır, fakat benim böyle bir davranışın geleneksel veya halka ait
olduğunu rahatlıkla söyleyebilmek için, en az iki şahsın bu yaratmaları paylaşması gereklidir. Halkbilimi
araştırmaları tarafından incelenen en küçük halk grubu şu ana kadar kesinlikle ailedir.
Alan Dundes'in bu şekilde yeniden tanımladığı "halk" tanımı ve ona dayalı yeni halkbilimi
çalışmaları artık, Herder döneminden itibaren neredeyse devamlı surette yönelmek zorunda kaldığı kırsal
kesimle ilgili çalışma bağımlılığından kurtulmuş olmaktadır:
93
4.) Performans Teori'nin Manifestosu: Yeni Bir Halkbilimi Kuramının İlânına DoğruDan Ben-Amos, bağlamı içinde bir folklor ve dolayısıyla ona dayalı halkbilimi tanımı yapmaya
yönelik olarak hazırladığı çalışmasına daha önce yapılmış folklor tanımlarının belli başlılarının tanımlanış
özelliklerini vererek başlar. Ben - Amos'a göre, bunlar şu şekildedir: "Folklorun tanımlan çok iyi bilinen bir
masalın versiyonları kadar birbirinden farklıdır. Semantik ve teorik farklılıkların her ikisi de bu üretkenliğe
katkıda bulunmuştur. Alman Vokskunde' si, İsveç Folkmine' si ve Hint Lok Sathiya' sının hepsi İngilizce
terim "Folklore" un bütünüyle karşılayamadıklarını birbirinden çok az farklı manalarla ifade ederler. Aynı
şekilde antropologlar ve edebiyat bilimcileri yaptıkları folklor tanımlarının içine kendi eğilimlerini
yerleştirme gayretindedirler. Bunun için, antropologlar folkloru edebiyat kabul ederken, edebiyat bilimcileri
onu kültür diye tanımlamıştır. Buna göre folklor materyalleri de bir yerden bir yere taşınan, farklı şekillerde
yorumlanan ve kültürler arası yaratmalardır.
Folklorun özelliklerinden yapılan tanımlamaların analitik tahliline yönelen Dan Ben-Amos bu
hususla ilgili olarak mevcut tanımlamaların temellendiği kavramsal çatıyı şu şekilde sistematize etmektedir.
"Dahası, halkbilimciler kendi tanımlarını bir yanda sosyal bağlam, zaman derinliği ve yayılma vasıtası
arasındaki ilişki ve diğer yanda da bir bilgi bütünlüğü, düşünce tarzı ve bir tür sanattan oluşan folklor
kavramları seti üzerine kurmuşlardı.
Folklor ile sosyal bağlam arasındaki ilişkilerin üç tipini ayırt etmek mümkündür: sahibiyet, temsil
etme ve yaratma veya yeniden yaratma. Basitçe, "folklor" teriminin tamı tamına bir yorumu, ilk ilişki tipini
kurar. Buna göre, folklor "insanların öğrenmesi", "insanların bilgeliği, insanlara ait bilgi" veya daha doğru
olarak "bilim, geniş bilgi veya bir halkın öğretisi"dir. Folkloru ortak olarak bir grubun tamamı tarafından
paylaşılan bir bilim olarak gören bu görüş, pratikte ve teoride, halkın sahip oluşunun farklı derecelerine
uygulanır.
Birincisi, folklor bir toplumdaki bilgi toplamının tamamı olabilir. Toplum üyelerinden hiçbiri, o
toplum değerlerinin hepsinin tam bir komutasına sahip olmadığı için bu anlamda folklor pek çok şahıs
tarafından depo edilmiş olan "insanların geleneksel inançları ve törelerinin hepsinin bütünlüğü" kollektif
bilgi üzerine kurulmuş soyut bir şey olmak zorundadır.
İkincisi ve zıt olarak, folklor sadece grup üyelerinin her biri tarafından paylaşılan bilgi olarak göz
önüne alınmıştır. Bu tarif herhangi bir hususi bilgiyi hariçte tutar ki, ona sadece bir toplumdaki seçilmiş
uzmanlar ulaşırlar, çünkü bu tarif folkloru yalnızca "popüler bilgi" şeklinde sınırlar. Bu durumda folklor
toplumun gerçek ortak malı olur.
Üçüncüsü, Frazer'in tanımladığı gibi, bu gerçek ortak bilim bütün ayrıntılarıyla, toplumun bütün
üyelerinin katıldığı halk kutlamaları, ritüeller ve törenler dahil olmak üzere "halk kitlelerinin ortak
aksiyonlarında" bütün ayrıntılarıyla ifade edilebilir.
94
Son olarak, folklor toplumdaki her bir şahsın kendi evinin mahremiyetinde bağlı olduğu gelenek ve
görenekler sayesinde ona itaat etmeleridir. Bu son yorumlama her ne kadar teorik olarak mümkünse de,
folklorun çevresini bu kadar dar olarak belirleyen hiçbir tarif mevcut değildir.
Folklor ve onun sosyal bağlamı arasında meydana gelen ilişkilerdeki i-kinci setin yapısı, İngiliz
evrim teorisi ve Fransız sosyal antropolojisi üzerine kurulmuştur. Buna göre, folklor hususi bir ortak tarz ve
aynı anda oluşan düşünceyi, Andre Varacnak'm kendi tarifinde formüle ettiği gibi: "Folklor, teorisiz
kollektif pratikler, doktrinsiz kollektif inanışlar toplamını temsil eder." Bu durumda, gerçek gelenekler,
ritüeller ve diğer görenekler onların temelini teşkil eden düşünce tarzının temsilcileridir.
Folklor tanımlan çerçevesindeki ortak düşünce anlayışı, çeşitli çağrışımlara sahiptir. Birincisi, o
averajı gösterir, yani "insan düşüncesinin geleneksel tarzlan" gibi herhangi bir şahsiliğin özelliğine yer
vermeyen istisna teşkil etmeyen düşünce. İkincisi, O, ilk halkbilimciler ve antropologların onlan çıkardıklan
gibi ilkel (primitive) insanın özel düşünce şekillerini imâ eder. Örneğin, Edwin Sidney Hartland; geleneği,
peri masallan biliminin mesele ettiği konu, "medeniyet dışındaki insanın psikolojik fenomeninin nihai
toplamı" gibi tanımlamıştır. Bu anlayışa göre folklor; "ilk insan psikolojisinin ifadesi"dir; ve felsefe, din,
bilim veya tarih gibi konulardan herhangi birisiyle ilgilenebilir.
Düşüncenin bütün bu özellikleri kollektif olarak toplumların folklorunda temsil edilirler. Kollektif
olmanın veya umuma ait olmanın prensibi sanat olarak folklora uygulandığında, buradaki referans özel
olarak halk edebiyatı yaratmasına yapılır. Bu bakış açısından biri toplumsal yaratma ve diğeri de yeniden
yaratma olmak üzere iki kavram geliştirilmiştir:
Birincisi ki onun Amerika'daki en büyük temsilcisi Francis Gumer'di, halk türkülerinin özellikle de
baladların umumi yaratmanın bir ürünü olduğunu imâ eder. Uzun zaman önce kabul edilirlikten çıkan bu
düşünce tamamen manasız değildir. Her ne kadar onu baladların kökü konusunda özel olarak uygulanması
oldukça zor ise de, folklorun diğer türler arasındaki ilişkide böyle bir gelişmeyi kavramak mümkündür. Her
ne kadar, şu anda umumi olarak yaratma düşüncesi artık hiçbir folklor tarifinde mevcut değilse de, uygun
olduğunda bu anlayış; kollektif olarak yeniden yaratma kavramı ile yer değiştirmektedir.
Yeniden yaratma kavramı; ilk yaratmadan sadece yaratma anının süresi bakımından farklıdır.
Folklorun. ana özelliği aynı kalır; sözlü sanat bütün zamanlarda bir cemiyetin yaratmasının tamamının
toplamıdır. Aslında bu hipotezin kendisine meydan okunduğunda, pasif yaratma düşüncesi takdim edilmiş
olur. Buna göre, dinleyicinin reaksiyonu, halk sanatçısının aktif muhayyilesi kadar yaratma hareketinin bir
parçasıdır.
Tabiatıyla, kollektif yeniden yaratma düşüncesi, folklor ve ikinci bir faktör olan zaman derinliği
arasındaki bir ilişkiye dahil edilir. Bir kültürde sirkülasyonda olan materyallerin dayanıklılığı, yani
"nesilden nesile miras kalma" folklor konularının tanımlanması için karar verici bir ölçüt olmaktadır.
95
Üç faktörden yayılma aracı folklor tanımlarından en kalıcı olanıdır. Hemen hemen folklor
tanımlarının başlangıcından beri en çok kabul edilen karakteristiği-bilgi, düşünce veya sanat olarak kabul
edilsin- folklorun sözlü : olarak nakledilmesidir. Bir parçanın folklor olarak nitelenebilmesi için temel ön
şart, o ürünün sözlü olarak yayılma zorunluluğu ve bir kişiden bir başka kişiye yazılı hiç bir metnin yardımı
olmaksızın geçmek zorunda olmasıdır. Görüntüye, müziğe veya harekete ait form göz önüne alındığında
nakletme i taklit yoluyla olabilir. Bu özel nakil formunun materyale bazı ayrıcalıklı kaliteler kazandıracağı,
diğer türlü onun kaybolacağı düşünülmektedir.
Sözlü gelenek ölçütü, folklor araştırmalarında materyallerin eşsizliğini savunmada son kale haline
gelmiştir. Kollektif yaratmayı savunan teoriler yıkıldığında ve geçmişten günümüze canlı kalma veya
yaşayan kültürel kalıntı (survivals) doktrini parçalandığında, halkbilimcilerin sımsıkı tutunabil-dikleri fikir,
folklor "sözlü sanat", "kaydedilmemiş sözlü ürün" ve "sözlü olarak nakledilen edebiyat" fikri olmuştur.
Folklorun bu şekilde kavramlaştırılması, hem yazılı edebiyatı olmayan toplumlarda çalışan antropologlar
tarafından hem de folklom edebiyattan ayırmada onu kullanılmaya hazır, bir ayırıcı olarak gören edebiyat
araştırmacıları tarafından büyük kabul görmüştür. Halkbilimciler nakletmenin bu saflığını sıkça yazılı
metinler için kabul etseler de, materyallerin folklor olarak kabul edilebilmesi için, onların bir defa bile olsa,
sözlü nakil vasıtalarıyla yayılmasını nihai standart olarak görürler.
Vasıta ölçütü, popülaritesine rağmen, folklorun, gerçekten ne olduğunu tarif etmemiş; bu kriterle
folklor sadece dağılma ve yayılma formu hakkında bir yeterlilik kazanmıştır. Bunun da ötesinde, böyle
tanımlar folklorun daha önceden kazanılmış bir çerçevesini zorla kabul ettirir. Onu tanımlamaktan daha çok,
onların ne olması gerektiği hususunda kesin bazı fikirler yerleştirir. Gerçektende bu romantik anlayışı,
empirik (tecrübi) anlayışla uzlaştırma girişimleri, bu sahadaki bilimsel araştırmaları geri koymuş ve onlar,
on dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkan diğer disiplinler ilerlerken, halkbiliminin hala acı içinde kıvranmasında
en azından bir kısmı itibariyle gerçekten sorumludurlar.
Belli başlı halkbilimi kuramları doğrultusunda yapılmış folklor tanımlarını ve bu tanımların
temellendikleri özellikleri ele alan Dan Ben Amos, bütün bu tanımlamaların sonunda folkloru tanımlayan
halkbilimcilerin tamamının "nasıl" sorusuna cevap arayarak, folklor malzemesinden hareketle
"nasıllıklarını" ortaya koymuş olduklarını tespit etmekte ve asıl üzerinde yoğunlaşılması gereken
araştırmanın yani ele alınacak olguların "'ne olduğu" sorusunun hâlâ cevapsız durumda bırakıldığına işaret
eder.
"Folklorun eşsizliğinin farkına varmak için, her şeyden önce konumuzla ilgili mevcut bakış açısını
değiştirmek gereklidir. Şu ana kadar, mevcut tanımların çoğu halkbilimini bir şeylerin bir kolleksiyonu,
derlenmesi gibi görmüşlerdir. Bu ürünler; ya anlatılar, melodiler, inanmalar veyahut da maddi nesneler
olabilir. Bunların hepsi tamamlanmış ürünler ve formüle edilmiş fikirlerdir; onları derlemek mümkündür.
Gerçekte, folklorun bu son özelliği başından beri halkbilimi araştırmalarının büyük bir kısmını
oluşturmuştur. Folklor parçalarını derlemek nesneleri kendi doğal çevresinden bir metodolojik bir
96
soyutlama, ayırma gerektirir. Şüphesiz bu yapılabilir ve çoğunlukla da bir araştırma amacı için de vazge-
çilmezdir. Bununla birlikte, bu soyutlama sadece metodolojiktir ve bütünlüklerin gerçek doğasıyla (bir
eşyanın veya nesnenin kendi doğal çerçevesinin sahip olduğu veya gerektirdiği yapıyla) karıştırılmamalı
veya yeri değiştirilmemelidir.
Daha da önemlisi, bu soyutlanmış şeyler (parçalar) üzerine kurulmuş herhangi bir folklor tanımı
yapılacak yanlışlığı bütüne yayar. Folkloru tanımlamak için olguları var oldukları şekilde incelemek
gereklidir. "Kendi kültürel bağlamında folklor bir şeylerin toplanıp derlenmesi değil, bir süreç kelimenin
tam anlamıyla iletişimsel bir süreçtir." Böylece, Dan ben-Amos tarafından, folklorun kendi kültürel
bağlamından hareketle bir şey, derlenip toplanacak bir nesne olmayıp "iletişimsel bir süreç" olduğu tespiti
yapılmıştır ki bu o zamana kadar mevcut yapılanışların ötesinde bir yaklaşımdır ve yeni kuramın birincil
dereceden önemli paradigmalarından birisi durumundadır.
Dan Ben-Amos ileri sürdüğü kendi kavramının daha önceki benzeşen kavramlarla olan farklılığını
ise şöyle ifade etmektedir. "Şu noktaya işaret edilmelidir ki, folklorun bu şekilde bir süreç olarak
kavramlaştırılması bundan daha önce folklorun süreç olarak kabul eden görüşlerden esas itibariyle farklıdır.
Nakletme, ilâvelerle zenginleştirme ve metne ait çeşitliliğin dinamikleri üzerine yoğunlaşma gibi görüşler
süreç ve eşyalar arasında ikiye bölünmeyi ebedileştirmiştir.
Bu görüşler objelerin zaman içinde ve toplumda yayılmaları üzerinde yoğunlaşmış ve böylece de
anlatıcılarla onların hikâyeleri arasında metot ve teoriyle ilgili bir ayrılığa izin vermişlerdir. Folkloru bu
şekilde görme mantıki olarak düzeltilebilir, çünkü her şeyin ötesinde yetişkin insan ve onun şarkıları, çocuk
ve onun oyunları arasında bir farklılık vardır. Fakat, Malinowski' nin işlevselciliğinden, Hymes' in
"konuşmanın etnografyası"na doğru geliştirilen masalların, şarkıların ve atasözlerinin arkasında yer alan
durumların önemi üzerinde durmak bize sadece folklor üzerinde çalışmayı sağlamakla kalmaz, aynı
zamanda, kendi bağlamı içinde folkloru tarif etmeyi de sağlar. Bütün folklor formlarının gerçek hayat
ortamına dair, bu çerçeve içinde süreç ve ürün arasında ikiye bölünme yoktur. Anlatma masaldır; bu sebeple
de anlatıcı, hikâyesi ve dinleyicileri tek bir bütünün tamamlayıcıları gibi hepsi birbirleriyle ilişkilidir ki bu
konuşma veya iletişimsel bir olaydır."
Kavramsal olarak benzeşenleriyle kendi kavramının farklılıklarını ortaya bu şekilde koyduktan sonra
Dan Ben-Amos, kendi folklor kavramını "Folklor belli zamanda meydana gelen aksiyondur. O artistik
(sanatsal) bir aksiyondur. O yaratıcılık ve estetik kaygıyı içine alır ve bunların her ikisi de kendiliklerinden
sanat formlarında birleşmeye yüz tutarlar. Bu anlayışa göre folklor; sanatsal anlatım yoluyla oluşan
karşılıklı bir sosyal etkilenmedir. Bu iletişim, konuşma ve mimikle ilgili hareketlerin diğer tarzlarından
farklıdır. Bu farklılık kültüre ait gelenekler seti üzerine kuruludur, o toplumun bütün üyeleri tarafından
tanınır ve ona bütün toplum bağlanır ki, bu durum folkloru iletişimin sanatsal olmayan formlarından
ayırır." "şeklinde açıklayarak daha da belirgin bir hale getirir. Dan Ben-Amos, böylece daha belirgin ve
kapsamlı hale getirdiği folklor kavramını geliştirirken dikkate aldığı kuramsal ve kavramsal unsurları ise şu
97
şekilde sıralar: "Başka bir ifadeyle, folklorun tarifi, sadece onun konusu olacak parçaların gelişigüzel bir
şekilde dahil edilmesi veya hariçte tutulmasına dayanan analitik bir yapı değildir; o kültürel ve sosyal bir
temele sahiptir.
Folklor "hemen öyle birinin onunla ne kastettiği" değildir; o kesin bir realiteye, sanata ve konuşmaya
dayalı süreçtir. Folklor ve folklor olmayan şeyler arasındaki sınırları belirleyen geleneklerin yeri. Dundes'in
folklor analizi için oluşturduğu üç seviyenin bir şekilde geliştirilerek uygulanan formülü olarak, formların
(folklor formlarının) metninde (text), sözeldokusunda (texture) ve bağlamında (context) yer almaktadır.
Folkloru iletişimin özel bir türü yapan metne ait noktalar; masalların ve şarkıların başlayış ve bitiş
formelleri arasında yer alan aksiyonların yapısıdır. Başlayış ve bitiş formelleri, onlar arasına yerleştirilmiş
anlatının ayrıcalıklı bir kategorisi olup, realiteyle karıştırılmaması gereken olaylara işaret ederler. Bununla
birlikte masallar tam olarak, hayali kurgu bir eserin gerçekle ilişki kurduğu gibi konuşmanın gerçek
anlamıyla ilişki kurmazlar. Folklorun konusu olan efsane tarihle ilgili, bir anlatı her ne olursa olsun formel
olayların bir kronolojisinden farklı değildir. Bununla birlikte, "bir halk masalındaki gibi" deyimi ki- sanatla
ilgili bir anlatmadaki aksiyonların sıralanışı gerçek olarak aynen kopya edildiğinde insanlar bu ifadeyi
kullanırlar- hususi bir halk masalı yapısı şuuruna şehadet eder.
Ayrıca, atasözleri ve bilmeceler gibi diğer türler, aralarına serpildikleri veya karıştırıldıkları düzenli
konuşmadan onları ayıran farklı cümle yapısı ve anlama sahiptirler. Daha da ötesi, bu sanatsal formlar
iletişimin kültürel olarak tanınan bilinen kategorileridir. Bu formlar onların eşsiz karakterleriyle ilgili
kültürel şuuru işaret eden, özel adlara veya onları birbirlerinden ve sosyal ilişkisinin diğer tarzlarından
ayıran tanıtıcı özelliklere sahiptirler. Bu formların her birisi, onları iletişimin diğer türlerinden ayıran
metinle ilgili farklı kalitelere de sahip olabilirler. Bu metne ait nitelikler, konuşmanın ritmiyle, müziğin
sesiyle, melodinin eşlik etmesi veya şekille ilgili düzene ait olabilir. Bir bakıma bu durum sanat için ters
yönden takip edilen bir tartışmadır. Buna göre, sadece bu niteliklere sahip bir mesaj artistik olarak kabul
edilemez, çünkü o mesaj bu niteliklere sahip olsa da, onu sanat olarak kabul ettirecek farklılaştırıcı noktalar
görevindeki metinle ilgili özelliklere sahip değildir. Çok sık olarak folklor formları sosyal ilişkinin ve diğer
tarzlarının içine yayılıp saçıldıklarından, onları yokmuş saymak yanlışından korunmak için bu formlar
metinle ilgili özel noktalara sahip olmayı gerektirir. Bundan dolayıdır ki, bir hikâye anlatımı, konuşmanın
makamlı olması şeklinde bir anlatımı gerekli kılabilir ve bir atasözü söylemek tonlamada bir değişikliği
ihtiva edebilir.
Son olarak, folkloru ayrı bir yere koyan bağlamsal (contextual) gelenekler var. Bu özellikler folklor
hareketlerinin içinde oluştuğu, zaman, yer ve eşlik etme gibi şartlardır. "Her şeyin her türlü amacı için bir
sezon ve bir zaman vardır." Anlatılar, bir pazar yerinde, taşra alışveriş yerlerinde ve sokak köşelerinde
gündüzleyin veya köy meydanında, otel salonunda ve kahvehanede geceleyin anlatılabilirler. Şarkı, türkü ve
müzik onların söylenip çalınabileceği başka elverişli durumlara sahiptir. Her ne kadar bu bağlamsal
98
özellikler folkloru boş vakitlerin geçirilmesi ve kutlamalara bağlı aktiviteler şeklinde sınırlandırmak gibi
diğer bazı işlevlere de sahiplerse de, aynı zamanda onlar kültürde, sanatı sanat olmayandan ayırırlar ki diğer
türlü onlar zamanın, yerin ve işçiliğin kompleks bir iş bölümünden mahrum olurlar. Bir bakıma, bağlamsal
özellikler, folklora, kültür içinde zamana ve mekana dair özellikleri somut olarak belirlenmiş sosyal bir
tanımlama sağlarlar.
Folklorun, bu iletişimsel özellikleri, her zaman metin (text), doku (texture) ve bağlam (context)
şeklindeki bu üç seviyenin hepsinde mevcut değildir. Sosyal bir ilişkinin hikâye anlatan, şarkı söyleyen,
müzik yapan veya resim boyayan insanlar tarafından folklor olarak belirlenmesi, bu üç seviyenin sadece biri
veya üçüne de dayanabilir. Her halükârda, o insanlar için folklor, çok iyi tanımlanmış bir kültürel
kategoridir.
Artistik bir süreç olarak folklor, müziğe ait, göze hitap eden, harekete dayanan veya dramatik
herhangi bir iletişim aracında bulunabilir. Teorik olarak insanlar için kendiliklerinden onların melodileri,
maskeleri ve masalları arasında kavramla ilgili bağlantı yapmak zaruri değildir. Kültürel görüş, bakış
açısından bunlar birbirleriyle ilişkisiz hatta aynı durumda mevcut olmayan çok iyi ayrılmış olgular olabilir.
Yeterli olan, onların diğer iletişim tarzlarıyla aralarındaki ayrı ayrı ses, hareket ve görme araçlarındaki
ilişkiye dayalı kalite eşitsizliklerinin kültürel olarak tanınmasıdır. Ritim faktörü insan gürültüsünü müziğe,
hareket ve mimiği dansa çevirir. Böylece onlar tamamen kendi varlıklarıyla artistik iletişimdirler. Dahası,
onlar toplumlar tarafından o şekilde, yani artistik iletişim olarak tanınırlar. Çünkü, bu aksiyonların izin
verildikleri kültürde, kesin zaman ve yer bağlamları vardır.
Müzik ve dans ele alındığında, onları sanat olmayan iletişimden ayırmaya gerek yoktur. Onların
sanat kaliteleri mevcudiyetleri için esasi ve hayatidir. Bununla birlikte, bu iletişim araçlarını folklor olarak
ayırmak biraz kaçınılmazdır. Ayırıcı faktör, folklorun özel sosyal bağlamı olabilir.İletişime bağlı bir süreç
olarak folklor aynı zamanda sosyal bir sınırlamaya, ismiyle söylemek gerekirse, küçük gruba sahiptir. Bu
durum folklorun özel bir bağlamıdır.
Folklorik bir hareketin olması için iki sosyal şart zaruridir: Hem gösteriyi yapanlar ve hem de seyirci
aynı halde ve aynı referans grubunun parçası olmak zorundadır. Bu gösterir ki, bir iletişim olarak folklor
insanların birbirleriyle yüz yüze karşılaştıkları ve birbirlerine doğrudan hitap ettikleri durumda meydana
gelir. Kesin bir edebi tema veya müzik stili, aynı yerde, aynı millet içinde veya milletler arasında
bilindiğinde bile, onun gerçek mevcudiyeti böyle küçük bir grup durumuna bağlıdır. Bu durumda anlatıcılar
dinleyicileri bilir ve spesifik olarak onlara anlatırlar ve dinleyiciler de anlatıcıyı bilir ve onun hususi tarzdaki
sunuşuna karşılık verilir. Tabii ki bu tanışıklık, sık olarak genellikle kendisine hitap edilen grubun
büyüklüğü ile orantılıdır. Kendi yöresinde iyi tanınan bir hikâye veya masal anlatıcısı bilmediği insanları,
bildiği kendi köyünden olan insanları eğlendirdiği kadar samimi bir şekilde eğlendirebilir. Bununla birlikte,
öyle durumlarda bile, hem anlatıcı hem de dinleyici aynı referans grubuna aittir; onların her ikisi de aynı dili
konuşur, benzer değerleri, inançları ve geçmişe ait bilgiyi paylaşır ve aynı kodlar sistemine ve sosyal ilişki
99
için gerekli işaretlere sahiptir. Bir başka ifadeyle bir folklor iletişiminin böyle bir durumda mevcut olması
için, küçük grup durumundaki katılımcıların aynı referans grubuna ait olması zorunludur, yani yaş veya
meslek, yer, din veya etnik ilişkinin bir araya getirdiği insanlardan oluşan bir grup. Teoride ve pratikte
yabancılara masallar anlatabilir. Bazen bu difiızyon (yayılma) ile izah edilir. Fakat, folklor kendi grubunun
içinde meydana geldiğinde kendi tabiatını doğrular. Sonuç olarak folklor, küçük gruplarda artistik (sanatsal)
iletişimdir. "
Dan Ben-Amos kendi tanımına kadar yapılan folklor tanımlarının en önemli anahtar terimlerinden
olanları tanımına dahil etmeyişinin nedenlerini şöyle açıklamaktadır; "İki anahtar terimi: ismiyle söylemek
gerekirse; gelenek ve sözlü olarak aktarmak bu tanımda yoktur. Bu dışarıda bırakmak kazara değildir.
Bir disiplin olarak halkbilimi (folkloristik) sadece gelenek üzerine odaklanırsa, bu onun kendi
varoluş mantığıyla ters düşer. Halkbilimi araştırmasının başlangıçtaki kabulü, onun konu ettiği materyalin
kayboluşuna bağlıydı. Bilimi de aynı yolu takip etmekten alıkoymanın imkânı yoktu. Halkbilimcinin işlevi
sadece, geleneği unutulmuş yaşayan kalıntılardan kurtarma girişimi olursa, halkbilimci kendisini çok
zorlayarak kaçmak istediği "antika arayıcılığı" rolüne geri döner. Bu durumda, biz sahada daha geniş ve
daha dinamik araştırmaya yapmaya da, izin vermek için konunun tanımını değiştiriyoruz ki, bu
halkbiliminin yararınadır.
Aynı durum, sözlü nakletme kavramı için de geçerlidir; bütün folklor metinlerinin "saflığında"
(purity) ısrar etme halkbilimi için yıkıcı olabilir. Çünkü iletişimin çağdaş anlamda meydana gelişinde, bu
kriterler üzerinde ısrar eden halkbilimciler gerçekte kendi bindikleri dalın kırıldığını gördüler. Bu kriterler
üzerinde ısrar edenler kaçınılmaz olarak, kıyıda, köşede kalmış izole edilmiş formlar üzerinde yoğunlaşıp,
kültürler, sanat araçları ve iletişim kanalları arasındaki sosyal ve edebi olarak tezahür eden karşılıklı
alışverişi görmezden gelirler.
Bu bağlamda, Halkbilimi çalışmalarını "En geniş ve genel anlamda biri tarifle, insan davranışlarını
ve geleneklerini çalışmaya Folkloristik denir” şeklindeki bir tanımlayışta söz konusu değişim ve
dönüşümlerin ulaştığı boyutu gözlemek mümkündür.
5.) Performans Teori'nin İcra Olayı Tahlil Yöntemi
Performans Teori'ye kadar yaygın halkbilimi anlayışı olan ve folkloru bir "şey" bir nesne, bir unsur,
tamamlanmış bir ürün olarak düşünüp folklor unsuru veya şeyi üzerine çalışmak, Performans Teoriyle
birlikte, folkloru bir olay olarak canlı bir icra veya yapılan ve gerçekleşen bir süreç olarak düşünen ve ele
alan yeni bir yaklaşıma dönüşmüştür. Bu anlayış içinde sözlü anlatım bir sosyal olaydır ve teatral anlamda
bir icra veya performans olan bu sosyal olay, üç temel unsurdan, anlatan, dinleyen ve anlatılan geleneksel
anlatıdan oluşmaktadır.
Günümüzde halkbilimciler, sözlü halkbilimi unsurlarını anlatılan geleneksel anlatı etrafında onu
anlatan ve dinleyen tarafların oluşturduğu bir sosyal olay, bir gösterim bir başka ifadeyle icra olarak ele
100
almaktadırlar. Bir başka ifadeyle bir folklor olayının icrası söz konusu üç unsurdan oluşmaktadır. Nitekim,
Dan Ben-Amos'un geliştirdiği araştırma modeli, bu üç unsuru ele almaya yöneliktir. Onun araştırma
modelinde;
Kişisel boyut (anlatıcı/ oynayıcı).
Sosyal boyut (dinleyici/izleyici).
Söz boyutu (anlatılan) yer almaktadır.
Aynı formül sözsüz (nonverbal) ve maddi kültür (material culture) halkbilimi unsurları içinde geçerlidir.
Sözsüz geleneksel davranışı yapan, yapılan sözsüz geleneksel davranış (geleneksel olarak selamlaşma,
küfürleşme ve diğer konulardaki jest, mimikler ile dans ve benzeri davranışlar) ve söz konusu davranışın
yapıldığı onu görüp anlayan kişi veya kişiler arasında gerçekleşen, sözsüz iletişim de halkbilimi
çalışmalarının içindedir.
Aynı şekilde geleneksel maddi kültür unsurları da, imâl eden, imâl edilen geleneksel maddi kültür
unsuru ve onu alıp kullanan kişi veya kişiler eksenlerinde oluşan bir meydana getiriliş anından ve
kullanılışlara kadar uzanan bu gösterimler anında gerçekleşen karşılıklı bir iletişimler zincirinden
ibarettir.Halk tanımının aralarında "en az bir müşterek bulunan en az iki kişiden oluşan grup" şekline
dönüşmesi ve "geleneksel" ile "iletişimin" temel kavramlarını oluşturduğu yeni folklor metodolojisinde
halkbilimi tanımı da değişmiştir.Performans veya "Gösterimci" folklor teorisinin Dan Ben Amos gibi önde
gelen temsilcileri folkloru "Küçük topluluklar arasında kurulan sanatsal (artistic) iletişim" olarak
kabullerinin temelinde de yatan anahtar kavramın "sanatsal iletişim" olduğu açıkça görülmektedir. İletişim
ise insanlık tarihinin başlangıcından günümüze kadar "sosyal bir varlık" olarak bireyin sosyalleşmesi
sürecinde öğrenilen ve sosyalleşmeyi sağlayan en önemli yetenektir.
Her üç kategoride de yer alan unsurlar kültürün dışa vurulan belirli bir anlamını haiz, ekspresiv
(expressive) formları olarak özellikle işaretlenmiş ve sıradan günlük formlardan (sanatsal olmayan) ayrı ve
kendilerine has biçimlerine dayalı olarak yaratılan sanatsal yahut artistik iletişimin mahsulü olmaları
itibariyle folklordur. Halkbilimi açısından da bu mahsullerle "ne anlatıldığı" kadar "nasıl anlatıldığı" da son
derece önemli bir araştırma konusu olarak kabul edilir.
Yaygın olarak kabul gören bir iletişim tanımına göre "İletişimin ana olgusu şudur: bir "repertuar
"dan belirli yasalara göre bir takım sembolleri alıp toplayan bir "verici "nin zaman ve mekan çerçevesinde
mesajın transfer edildiği bir "kanal"ın ve mesajı oluşturan sembolleri alan kendi öz repertuarındaki
sembollere göre çözümleyen ve bu semboller bütünün ötesinde biçimler, düzenlilikler ve anlamlar gören,
bunları gerekirse belleğine işleyen bir "alıcı"nm birbirine bağlanmasıdır."
İletişim modellerinden hareketle âşık tarzı sözlü, yazılı ve elektronik kültür ortamı destanlarının
iletişim açısından yapılarını şekillendiren altı ana unsurun meydana getirdiği kalıplaşmaları ele alıp tahlil
ettiğimiz bir çalışmamızda geliştirdiğimiz modelde yer alan unsurlar şu şekildedir:
101
Âşık
Seyirci/okuyucu /dinleyici
Âşık ile dinleyici arasında sözlü kültür ortamında yüz yüze ilişki i-çinde icra anında veya farklı
kültür ortamlarında üretilmiş metinlerde destan metinlerinde yapısal ve işlevsel olarak kalıplaşmış
iletişimsel ilişkiler:
Âşığın kendine yaptığı göndermeler
Âşığın dinleyiciye yaptığı göndermeler
Âşığın dış dünyaya yaptığı göndermeler
İletişim araçları ve yollanması
Destanın mesajı
Destanda dilin kullanılışı.
I. Her Öykü Anlatım Olayı İletişimsel Bir Haldir.
A. Her öykü anlatım olayında, en az bir mesajı kurup gönderen (gönde-
rici/encoder) ve bir de mesajı alıp çözümleyen (alıcı/decoder) vardır.
B. Her öykü anlatım olayında, mesajı gönderici ile mesajı alıcı arasında
doğrudan bir iletişim vardır.
C.Her öykü anlatım olayında, mesajı gönderici ile alıcı kodlanmış (an
lam karşılık ve denklikleri üzerinde anlaşılmış/ daha önceden biçimlenmiş
geleneksel) bir mesaj biçimiyle iletişim kurarlar.
Her öykü anlatım olayında, mesaj gönderme ve alıp çözümleme işi i-şitme ve görme yolları (kanalları)
üzerinden yapılır.
Her öykü anlatım olayında, mesajın iletimi ve alımı, gönderici ile alıcı arasında geri itilime yönelik
yorumlanışları sürekli kılar. Bir başka ifâdeyle, mesajın yorumlanışı öykü anlatımı boyunca sürer.
II. Her Öykü Anlatım Olayı Sosyal Bir Tecrübedir.
A. Her Öykü Anlatım Olayında, Katılanlar Karşılıklı Olarak İlişkiye Has Bir Kimlik Seti Oluştururlar.
1. Her öykü anlatım olayında, katılanlar olayın amacı için sosyal kimlikler üstlenirler.
Bir katılımcı öykü anlatıcısı sosyal kimliğini üstlenir.
En az bir katılımcı öykü dinleyici sosyal kimliğini üstlenir.
(1) Öykü anlatım olayında, öykü anlatıcı ve öykü dinleyici sosyal kimlikleri katılanların sosyal kişiliklerinin
sahip olduğu pek çok sosyal kimliklerinden birisi olarak seçilmiştir.
(2) Öykü anlatım olayı esnasında katılanların öykü anlatıcı ve öykü dinleyici şeklindeki kimlikleri sosyal
kişiliklerinin sahip oldukları ve duruma uygun hale dönüşen pek çok sosyal kimliklerinin en önde geleni
olur. 2. Her öykü anlatım olayında, katılanların üstlendikleri sosyal kimlikler birbirleriyle uyumlu bir dizi
oluştururlar. Bir öykü anlatım olayında katılan sosyal kişiliklerin duruma uygun hale gelen pek çok sosyal
102
kimliklere sahip olmaları fikri son derece önemlidir ve burada bazı yönlerinin dikkatlice ele alınması
gerekir. Bir bireyin sosyal bir kimlik olarak öykü anlatıcı ve en az bir başka bireyin de öykü dinleyici
kimliklerini seçtiklerinde, bunlar bir öykü anlatımı olayını üretilen kılanlar aynı zamanda diğer sosyal
kimliklere de sahiptirler ve bu esnada diğer sosyal kimlikler söz konusu öykü anlatım olayı için seçilen
sosyal kimliklerle uyum içinde kalarak işlevlerini yerine getirmek durumundadırlar. Eğer bir adam öykü
anlatıcı sosyal kimliğini seçerse ve onun oğlu da öykü dinleyici sosyal kimliğini seçerse, örneğin diğer
sosyal kimlikler olan baba ve oğul, bir adam ve bir çocuk duruma kesinlikle uygundur ve öykü anlatım
olayının yönü ve katılanların seçimleri üzerine önemli tesirler meydana getirecektir. Fakat öykü anlatım
olayı üretildiğinde, öykü anlatıcı ve öykü dinleyici sosyal kimlikleri son derece öncelikli olarak en önde yer
aldığında, diğer sosyal kimlikler göreceli olarak gerileyerek öne çıkanlarla uyumlu hale dönüşecektir.
B. Her öykü anlatım olayında, katılanlar, ilişkilerin statüsüne has bir sete uygun olarak davranırlar.
1. Her öykü anlatım olayında katılanlar statülerini tanımlayan öykü anlatıcısı ve öykü dinleyici kimliklerine
sahip olmanın gereklerince zevk alırlar.
a) Öykü anlatıcının görevleri kendisi ve dinleyenlerce bilinip, aşina olunan ve sosyal olarak daha önceden
belirlenmiş kurallara göre mesajı kurup, formüle edip kurallara uygun olarak göndermektedir. Öykü
anlatıcının hakları ise, öykü dinleyicinin mesajı alıp, çözüp anlatıcının ve olaya diğer katılanların bilip aşina
olduğu ve sosyal olarak daha önceden belirlenmiş kurallara uygun olarak karşılık vermesidir.
b) Öykü dinleyicisinin haklarıysa, öykü anlatıcının mesajı, kendisi ve dinleyelerce bilinip, aşina olunan ve
sosyal olarak daha önceden belirlenmiş kurallara göre kurup, formüle edip kurallara uygun olarak
göndermesidir.Öykü dinleyicinin görevleriyse, mesajı alıp, çözüp anlatıcının ve olaya diğer katılanların
bilip aşina olduğu ve sosyal olarak daha önceden belirlenmiş kurallara uygun olarak karşılık vermektedir.
2. Her öykü anlatım olayına katılanların statüsüne göre görevleri ve haklan karşılıklı olarak oluşur.
C. Her Öykü Anlatım Olayı Sosyal Kullanımlara Sahiptir.
Sosyal kullanımlar, öykü anlatım olayına katılanların, bütün öykü anlatım olayında veya bir yahut birkaç
cephesinden kendileri için elde ettikleri gerçek kullanımlardır. (Örneğin, vakit geçirme, bir ders verme, bazı
sosyal ve fiziki olguları tanımlamak veya açıklamak gibi.)
Sosyal kullanımlar öykü anlatım olayına katılanlarca da anlaşılabilir veya diğerlerince de aktarılabilir.
D. Her Öykü Anlatım Olayı Sosyal İşlevlere Sahiptir.
1.Sosyal işlevler araştırmacıların, karşılıkların veya karşılıksızlıkların
da dahil olduğu öykü anlatımın olayının tamamının veya bir yahut birkaç
cephesinin anlamı ve özelliğini açıklayıp ortaya koymak için yaptıkları araş
tırmanın sonuçlarıdır.
2. Sosyal işlevler daima bir tahlil sonucu anlaşılırlar.
III. Her Öykü Anlatım Olayı Tektir.
103
A. Her öykü anlatım olayı zaman ve mekan bakımından sadece bir kez
oluşur.
B. Her öykü anlatım olayı kendine has bir sosyal ilişkiler yumağı olarak
sadece bir kez oluşur.
C. Her öykü anlatım olayı, karşılıklı hareketlerin oluşturduğu sosyal
atmosferin yaratılışına tesir edenleri ve sosyal çevreyi etkileyen psikolojik ve
sosyal güçlerin sadece kendisine has sistemini üretir".
Bu, bir folklor olayını (folkloric event) tahlil sistematiği de göstermektedir ki, bir folklor olayı veya icracı
ile dinleyiciler arasındaki etkileşme içinde yer aldığı kültürel sistemin iki önemli açıdan göstergesi
durumundadır. Bunlardan birincisi bu etkileşme, eşzamanlı (senkronik) boyutta kültürün yapısını ve
muhtevasını ortaya koymaktadır. Bu etkileşmenin çok zamanlı (diyakronik) boyutta ise içinde yer aldığı
kültürün evrimini veya folklor formlarının zaman içinde geçirdikleri değişim ve dönüşümleri yansıtmakta-
dır. Bu tahlil yönteminden hareketle bir toplumun folklorunun, o toplumun sosyal yapısını, değerler
sistemini, ekolojik gerçeklerini, ekonomik hayatını, kozmolojisine dair kültürel geleneklerini iki boyutuyla
araştırmak mümkündür.
Bağlam (context) kavramı ise, bir çok boyuta sahiptir. Bağlam folklor unsurunun icra edildiği veya
sunulduğu durum ve süreçteki şartlar bütünün tamamıdır. Ancak bağlamı bu şekilde tek bir boyut olarak ele
almak yanlış olur çünkü bir folklor unsurunun sunuluşu veya icrası esnasında bir değil
değişik seviyelerde bir çok bağlam vardır. Bunlar söz konusu icranın bizzat gerçekleştiği ortamın fiziki ve
sosyal bağlamlarından içinde yer aldığı kültürün tamamına kadar genişlemektedir.
Richard Bauman'ın "Bağlamı İçinde Halkbilimi Alan Araştırması" adlı çalışmasından hareketle bir
folklor unsurunun icra edilişi esnasında içinde yer aldığı değişik bağlamlar şu şekilde tasnif edilebilir.
I. Kültürel Bağlam (cultural context): Kültürel bağlam anlam sistemleri ve sembolik ilişkileri içermektedir.
Kendi içinde üç alt türe ayrılır.
1. Anlam bağlamı (context of meaning): Belki de kültürel bağlam içinde folklor unsuru düşünüldüğünde en
önemli husus olarak "anlama problemi" ile karşılaşırız. Bir başka ifadeyle, bir folklor unsurunu onu
gerçekleştirip icra edenlerin onun muhtevasını, anlamını ve ortaya koyduğu durumu anladığı gibi
anlayabilmek için kültürün geneli hakkında ne tür bilgilere ihtiyacımız vardır.
Kendi kültürü veya aşina olduğu bir kültür içinde alan araştırması yapan halkbilimciler de, bir
kültürün kendi içinde taşıdığı çeşitliliği ve pek çok değişik alt grup ve mahalli alt kültürel katman ve
çeşitlenmeler düşünüldüğünde ele aldıkları folklor unsurunun anlamını her halükarda bilmelerinin
zannettikleri kadar kolay olmadığı açıktır. Bu nedenle bu tür bir durumdaki yani kendi veya aşina olduğu bir
kültür içinde alan araştırması yapan halkbilimci de ele alıp araştırdığı konuların anlamını ve kültürel sistem
104
içinde onu nereye oturttuklarını derleme yaptığı kaynak kişilere açıklamaları için sormalıdır. Böylece
araştırmacı belki de daha önce fark edemediği veya yanlış olarak anladığı hususları düzeltme imkanı da
bulabilir. Kısaca, anlam bağlamı bir folklor unsurunun anlamının ne olduğunun soruşturulmasıdır.
2. Kurumsal Bağlam (institutional context): Kültürel bağlamın geniş fakat son derece ilişkili bir cephesi de
işlevsel olarak organize edilmiş sistem olarak amaçlı ve amaçlanmış bir faaliyet anlamındaki kurum ve
kurumlara bağlı yapılanıştır. Kurumlara bağlı olarak oluşan davranışsal ve sosyal faaliyetlerin birbirleriyle
olan ilişkilerine de dikkat edilmelidir. Kurumlar politik, dini. akrabalık ve ekonomik gibi son derece geniş
kavram ve yapılardan oluşabilecekleri gibi komşuluk, tanışıklık, törensel kutlama gibi daha küçük
yapılardan da oluşabilir.
Analitik bir kavram olarak sosyal veya toplumsal kurum vasıtasıyla ortaya konulabilecek olan en
önemli değer kültürün değişik cepheleri ve parçalarının birbirleriyle nasıl uyum sağladıklarını ve neyin
neyle ilişkili olduğunu anlamamızı sağlamasıdır. Aynı şekilde kurum noktai nazarından halk-bilimsel
yaklaşım bize, belirli bir sözlü edebiyat türü veya maddi kültür unsurunun kültürün diğer cepheleriyle nasıl
uyum sağlayıp bütünleştiğini ve böylece nasıl daha büyük yapılar oluşturduğunu bu yapısal oluşum içindeki
anlamını ortaya koyar. Dahası, söz konusu tür veya ürünün işlevlerinin neler olduğunu ve bir bütün olarak
kültürel yapıya nasıl uyum sağladığını anlayabiliriz. Bir başka ifadeyle bir folklor formunun kurumsal
bağlamın araştırılması, bir hareketin kültür içinde yerini bulup onun söz konusu kültür içindeki işlevlerinin
açığa çıkarılmasını sağlar. Kısaca, kurumsal bağlam bir folklor unsurunun kültür içinde nerede yer aldığının
araştırılmasıdır.
3. İletişim Sistemi Bağlamı (context of communicative system): Bir kültür içinde, bir folklor formunun
diğer folklor formlarıyla ilişkileri ve ilişkilendiriş yollarının nasıl olduğunun açıklanmasıdır. Kısaca, iletişim
sistemi bağlamı bir folklor unsurunun diğerler kültürel unsurlarla nasıl ilişkilendirildiğinin ortaya
konuluşudur.
II. Sosyal Bağlam (social context): Sosyal bağlam, sosyal yapı ile ilgili konularla ve sosyal etkileşimin
durumuna dair ahvali içermektedir. Kendi içinde üç alt türe ayrılır.
1. Sosyal Zemin (social base): Sosyal zemin bağlamı bir folklor unsurunun ne tür bir insan topluluğuna ait
olduğunun belirlenmesidir.
2.Bireysel Bağlam (individual context): Her ne kadar folklor bir sosyal grubun kollektif bir dışavurumsal
açıklanmasıysa da, aynı zamanda da onu kullanan bireyin de bireysel ifadesidir
Bu yönde yapılmış çalışmalarla halihazırda bir halk icracısının kariyerini ve bunu oluşturan
faktörleri daha anlaşılır hale geldiği görülmektedir. Bu anlamda bireyin hayatı aynı zamanda folklor
çalışmasına bağlamsal bir çalışma zemini oluşturmaktadır. Kısaca, bireysel bağlam bir folklor unsurunun bir
bireyin hayatındaki yerinin ve bu yeri nasıl doldurduğunun ortaya konulmasıdır.
3.Durumsal Bağlam (situational context): Folklorun kullanımı anın-
daki etrafındaki sosyal hayat olarak durumsal bağlam demektir. Durumsal
105
bağlam terimi İşlevsel Kuram'ın kurucusu B. Malinowski tarafından yüzyılımızın ilk çeyreğinde
kullanılmıştı.217 Buna rağmen Tarihi-Coğrafi Yöntem ve diğer metin merkezli kuramları takip eden
halkbilimciler tarafından uzun süre ihmal edilmiştir.
Durumsal bağlamda, temel referans çerçevesi ve ünitesinin tanımlanışı ve bunların iletişimsel bir
olay olarak analizi esastır. İletişimsel olaydan kasıt kültürel olarak dizayn edilmiş ve tanımlanmış davranış
ve tecrübedir ki bu bir hareket için anlamlı bir bağlam oluşturmaktadır. Halkbilimi literatürüne girmiş bu tür
folklorik olay örnekleri bir mağazadaki hal hatır sormalardan, aile toplantılarına, doğaçlama müzik
icralarına ve hatta telefon konuşmalarına kadar geniş bir çerçeve içermektedir.
Folklorik olayların yapısı, fiziki çevre dahil, katılanların kimlikleri ve rolleriyle sayısız durumsal
faktörlerin ürünüdür. Kültürel zemin icrayı karşılıklı iletişim ve etkileşim değerleri ve hareketlerin
sıralanışına göre yönetir ve toplananların bütünüyle birlikte bizzat folklorik olayın kendisini kültürün bir
sahnesine dönüştürür.
VI. BÖLÜM
UYGULAMALI HALKBİLİMİ ARAŞTIRMALARIHalkbilimi sahasında 20. yy’ ın ilk yarısından itibaren oluşan yeni teorik yapılanmaların
sonuçlarından biri de halkbilimi çalışmalarında ortaya çıkan kuramsal kavramların geliştirilen araştırma
yöntem ve teknikleriyle elde edilen bilgilerin karşılaşılan sosyal, ekonomik ve teknolojik problemlerin
çözülmesinde kullanılması olarak tanımlanan “uygulamalı halkbilimi” branşının ortaya çıkmasıdır.
“Halkhayatı” kavramı ve yaklaşımının halkbiliminin araştırma sahasını genişleten yapılanması oldukça
önemlidir.
Halkbiliminin özellikle sözlü kültür ve edebiyatın belirli türleri üzerinde yoğunlaşarak halk
kültürünün belli bir alanını ele alması eğilimi oldukça yaygındı, bu tür bir anlayış yanlış olmamakla beraber
eksikti. Halkbilimi çalışmaları içinde özellikle 1950’ lerden sonra gittikçe yaygınlaşarak kabul gören
“halkhayatı” anlayışı beraberinde popüler kültür unsurları dışında kalan geleneksel kültür unsurlarını “halk
kültürü” bütünlüğü içinde ele almayı gerektirmiştir. Böylece halk kültürü kapsamında teori ve pratik
birbirini bütünleyecek şekilde çalışılmaya başlanmıştır. Yani uygulamalı halkbilimi çalışmalarının ortaya
çıkmasıyla modern halkbilimi araştırmalarının sahanın tamamını ifade etmede yaygın olarak birlikte
birbirini bütünleyen ve çoğu zaman da eş anlamlı olarak kullandığı “halkhayatı” kavramına “halk
kültürünün belli bir bölüm veya döneminin araştırma ve halk eğitimi amacına yönelik olarak bu amaç için
geliştirilen bir kurum vasıtasıyla muhafaza edilmesi veya öteden beri mevcut olan kavramın anlamının daha
da genişlemesine yol açmıştır.
Halkhayatı görevini yerine getirecek olan kurumlar ise 19. yy da ortaya çıkan, bilimsel kanıtları,
tarihsel ve sanatsal değere sahip objeleri araştırma ve eğitim amacıyla muhafaza eden müzelerdi. Temel
106
kavram yüksek kültüre daha açık bir tanımla elit veya seçkinlerin yaratmalarına tamamen tarih ve tarihsellik
bakımından yaklaşılmasıydı. Bu tür bir tarih anlayışının getirdiği eksiklik halk sanat ve zanaatlarına dair
maddi kültür unsurlarının da sergilendiği ve tür olarak halk kültürü müzelerinin öncüsü durumunda olan
açık hava müzelerinin ilk örneklerinin yaygınlaşmasını ve uygulamalı halkbilimi çalışmalarının araştırma ve
eğitim amaçlı olarak halk hayatını muhafaza etmeyi ve yeni bir sosyal tarih anlayışı ortaya koymasını
sağlamıştır. Bu yeni sosyal tarih bakış açısı sıradan insanların günlük yaşantısını ve dönemin herkes için
tipik olan özelliklerini ortaya koymayı amaçlıyordu. Bu anlayışla hareket eden ve halk kültürü müzesi
oluşturmaya yönelen Amerikan halkbilimciler, müzelerde sadece araç ve gereçleri değil onları yapanları ve
söz konusu objelerin canlı gösterim şeklinde yapılışını da katmışlar böylece açık hava müzesi ve uygulama
örneklerini daha da geliştirmişlerdir. Bu durum bir süreç olarak düşünüldüğünde de halkbilimi çalışmalarına
hakim olan metin merkezli çalışmaları bağlam merkezliliğe dönüştürmüş, böylece performans teorinin
ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu teorik bağlamda halk kültürü müzeciliğinin getirdiği yeni format veya
şekil, yeni müzeleri içinde yer alan her ne olursa olsun onları depolayan pasif yerler olmaktan çıkarmış,
ulusal kültür bütünlüğü içinde, halk kültürünün sürekliliğini ve dönüşümlerini araştıran, uygulamalı olarak
sergileyen ve yeniden yorumlayan film kaset, basılı yayınlarla çoğaltıp yayan aktif halkhayatı kültür
merkezlerine dönüştürmüştür.
Ancak halkbiliminin eğitim ve ekonomik gelişmede kullanılması ve böylece sosyal ve ekonomik
problemlerin çözülmesinde bir yol olarak ortaya çıkması daha sonraki dönemlerde gerçekleşmiştir. İlk
olarak gelenekselleşmiş durumdaki programlanmış teorik tartışma yokluğu gündeme getirilmiş, daha sonra
teorik tartışma yokluğuna dair fikirler gelişmiş ve bu konuda tartışmalar olmuştur. Bu tartışmaların amacı
halkbilimini geçmişi ve bugünü ele alıp tahlil eden uygulamalı bir kültür bilimine dönüştürmektir. Bu
tartışmaların neticesinde halkbilimi kavramsal ve kuramsal çerçevesi aşılarak uygulamalı bir kültür bilimine
dönüşür. Bu teorik tartışmalar, halkbiliminin tıkanıp kaldığı ve adeta bir saplantıya dönüşen tarihi yeniden
kurmacılıktan çağdaş ve güncel cepheleriyle kültürün bütününü inceleyen ve sosyokültürel hayatta
karşılaşılan sorunların çözümüne katkıda bulunma sorumluluğu taşıyan uygulamalı bir bilim haline
dönüşmesidir.
Bu süreç bir anlamda 1950’ li yıllarda mevcut halkbilimi çalışmalarında takip edilen yöntemleri eski
ve işe yaramaz olarak tanımlayan bazı Alman halkbilimciler tarafından tenkit edilmesiyle başlamıştır.
Bunlardan biri olan Hans Moser, modern kültür ve günümüz kültürü, vatanımızla ve onun kültürü ile ilgili
kaygılarımız halkbiliminin içinde yer almalıdır. Akademik ve bilimsel halkbilimi, uygulamalı halkbiliminin
başlangıcı hükmündedir düşüncesiyle uygulamalı halkbiliminin gerekliliğine dikkat çekilmişti.
Hermann Bausinger’ in “Teknolojik Dünyada Halk Kültürü” adlı çalışması ve onu takip edenler bir
anlamda meydana gelen teorik yeniden yapılanışın temelidir. Alman halkbilimi çalışmalarında Tübingen
107
Okulu olarak bilinen bu ekolün kurucusu Bausinger’ dir. Teorik yeniden yapılanış sürecini başlatıp
geliştirmişlerdir. Bu okulun başlangıcından 1960’ lara kadar topyekün Alman halkbilimi çalışmalarına
getirdiği eleştiriler şunlardır:
Herhangi basit bir noktayı dahi aydınlatmak için ciltler dolusu materyalin bir araya getirilerek
yığılması ve çoğu zaman esas konunun ne olduğundan bile uzaklaşılmasına neden olan teorik
yetersizlik.
Bu amaca yönelik olarak yapılan inanılmaz hacimlere ulaşan malzeme derleme ve üniversitelerde
arşivleme faaliyetleri, derlenmiş olan malzemenin değeri bir kenara, malzeme çokluğuna rağmen
derleme yapmanın ve motif indekslere göre tasnif etmenin disiplin içinde esas faaliyeti oluşturması.
Derlemenin takıntılı bir biçimde yoğunlaşılan temel konuyu oluşturması nedeniyle pek çok iyi
yetişmiş folklor bilgininin dahi teoriden yardım görmeksizin ve teoriye değer vermeksizin folklor
mahsullerinin çok eski veya kadim bir bilgeliğin ileri sürdüğü adeta mutlak gerçekler olarak
görülmesi ve bu haliyle de halkbilimi çalışmalarının adeta Grimm Kardeşler’ in izinden giden, hatta
onların yaptığını yapan bir hal alması.
Apriori olarak kabul edilen ortadan kalkmış geleneklerin ve yaşayanların halk ruhunu yansıttığı
toplanacak olan yaşayan kalıntılarından hareketle söz konusu halk ruhunun yeniden kurulabileceği
varsayımı ve bu kabule dayalı olarak derlenip arşivlenen malzemenin mukayeseli veya
karşılaştırmalı metodolojinin hiçbir şekilde bir teorinin yerini alamayacağı gerçeği.
Herder’ in düşüncelerinden kaynaklanan halk ruhu araştırmasının yöneldiği halk kültürü
unsurlarının ilk şeklini ve kaynağını bularak ortaya koymanın 60’ lara kadar ulaştığı sonuçsuzluk.
Bu şekliyle halkbilimi çalışmasının temel olarak sadece derlemek ve arşivleyip koruma faaliyetine
indirgenmiş gibi bir hale dönüşmesine tepki gösteriliyordu. Bu tepkilerin temelinde yatan amaç,
halkbilimini, sosyal hayat açısından işlevsel bir sosyal bilim haline getirmek ve dolayısıyla ülke ve
toplumların karşılaştığı sosyal ve kültürel meselelerin çözümünde sorumluluk ve rol isteniliyordu. Bu
nedenle onlara göre halkbilimci kendi milletini veya halkını ve onun güncel ve tarihi kültürünü çalışıyordu
ve yine ulusal menfaatler gereği kamu tarafından kamu yararına finanse edilen halkbilimi çalışmalarının
durumu elde edilenlerle kıyaslandığında yararları tartışılmalıydı.
Dieter Kramer’ in “halkbilimi çalışmalarından kimler istifade eder” sorusuyla öncelikle halkbiliminin
aydınlanma çağında ortaya çıkışını ve romantik milliyetçilik ideolojisi içinde yerini ve toplum yapısının
korunmasına yönelik işlevlerini belirlenmiş, daha sonraki dönemlerde Almanya’ da kazandığı ideolojik
mahiyetini irdeler ve bu süreci ütopik muhafazakar toplum yapısı oluşturmaya yönelmiş bir eğilim olarak
görür. Ona göre ilk belirlenmesi gereken halkbiliminin işlevleri bakımından sosyal bir bilim mi yoksa güzel
sanatlar içinde yer alan bir alan mı olduğudur.
108
Birincisi, insani bilimler dallarındaki bütün bilimsel uğraşların geleneksel bir konunun tamamen
pratik amaçlarla ve toplumun karşılaştığı sorunların çözümünde herhangi bir yükümlülükten
kaçınan ve öteden beri tekrarlanagelen anlamsız uygulamasına dönüştüğünü ve mevcut haliyle
halkbilimi uygulamalarının yanlış olarak bu yapıda olduğunu ifade eder.
İkinci tip bilimsel çalışmayı yani deneysel analitik bilimlerin ise belirlenen sosyal ihtiyaçları
karşılamada kullanılabilir teknik bilgi olduğunu ve burada bilimsel sonuçların doğrudan veya
dolaylı olarak hangi amaçlarla uygulanacağı veya hangi ihtiyaçları karşılamada ve problemleri
çözmede kullanılacağına dair karar verilişi özel entelektüel merak ve yarış içinde olan ve o
bilimsel sonuçları üreten araştırmacı bilim adamının dışında olan bir konu olarak karşımıza
çıktığına ve bunun için teknokratik uygulama ve kullanıma yönelik yapılanmaların ortaya çıtaya
çıktığına işaret eden Kramer, bir yandan halkbilimi disiplininin içinde yapılan araştırmaların ve
varılan bilimsel sonuçların diğer sosyal bilimlerin tersine henüz böyle bir teknokratik kullanım
seviyesine ulaşmamış olmasını tenkit eder öte yandan da bu kullanımların disiplini
sürükleyebilecekleri kötü uygulamaların düşünerek bunun teorik yapılanışı gerçekleştirilecek
olan disiplin yapısı içinde bizzat disiplinin mensuplarınca karar verilecek bir yapıya
bağlanmasının gerekliliğine işaret eder. Kramer, yapılagelen ve yapılması gereken halkbilimi
araştırmalarının öncelikle sosyal fonksiyonunun belirlenmesinin gerekliliğini ortaya koyar.
Bunun en önemli nedenini de kendisine göre halkbilimi araştırmalarının henüz yukarıda işaret
edilen birinci tip bilimsel çalışmalar içinde olması ve bu nedenle de icabı halinde Hitler
Almanyasında üstün ırk anlayışının ve Sovyetler’ deki gibi Komünist manifestonun
propagandalarına olduğu gibi rasyonel kullanım ve uygulamaların dışına çıkabilmesi ihtimalinin
önüne geçmek olarak görür. Bunun için geliştirdiği söylem şudur: “Bilim insanlığın sosyal ve
doğal dünyalarıyla olan makul ve rasyonel ilişkilerinin evrensel şekillerini bulmak için yaygın
insani çabadır. Bilim insanlığı makul ve akılcı ölçülerde düzenleyip organize etme görevini
üzerine almıştır. Bizim de disiplinimizi içinde saydığımız sosyal bilimlerin muhtevası sadece sığ
tanımlamalardan ibaret değildir ve olamaz. Bir sosyal bilim olarak disiplinimizin gayeleri sosyal
değişme ve sosyal ilişkiler ve şartlar üzerindeki insani tesirlerdir” ona göre halkbilimi
çalışmalarının sonuçlarından insanlığın son derece aktif bir şekilde yararlanması gereklidir.
Uygulamalı halkbilimi için geliştirdiği formülasyon şöyle özetlenebilir: sosyal bilimler sosyal
süreçlere doğru yöneldiğinde yorumlayış ve her türlü pratik endişelerle birlikte sosyal gruplar
arasındaki karışıklık ve menfaat çekişmelerinin yer aldığı bir alana girer. Bu sosyal gelişme için
pek çok alternatifler içinden birini seçmekle sosyal bilimci kendisini politik alanda bulur.
Halkbilimini bir sosyal bilim olarak anlarsak ve onun toplum üzerinde eleştirel ve insanileştirici
tesirleriyle çalışmasını düşünürsek bunun bazı sonuçları olacaktır:
109
Bilgi toplamak üzere ayrılmış yüceltmelerin yanı sıra aşağılanmış halk diye bir toplum
parçası olmayacaktır. Bunun yerine sadeec birbirinden farklı özelliklere ve var oluş
ölçütlerine sahip halk gruplarından oluşan topyekün toplum olacaktır. Bu şekliyle bir
toplumda yer yer birbiriyle örtüşen genel bir kültür içinde özel şekillere ve davranışlara sahip
alt kültürler ve onların gelenekleri ve yaşam şartları olacak ve bunların tamamının sosyal
durumları ve problemleri araştırılabilecektir. Bir eleştirel tahlile tutulacak olan sadece halk
tanımı değil onun yanı sıra mevcut halkbilimi terminolojisi ve onlarla ilişkili halkbilimi
teorileri de buna dahildir. Bizim disiplinimizin amacı sosyal özelliği ve önemi ereği seçilen
problemin çözümü olacaktır.
Söz konusu teorik yeniden yapılanma sürecini başlatan ve şekillendiren Bausinger’ dir. “Geleneğin
Bir Eleştirisi” adlı makalesinde halkbiliminin geleneksel olarak araştırdığı alanı etnoloji ve sosyoloji başta
olmak üzere diğer sosyal bilimlerle olan benzerlik ve farklılıklarını irdeler ve halkbiliminin alt kültür
(subculture), kültürel geçiş (difüzyon), iletişim (communication), yayılım (transmission), insan davranışı
(attitude), popüler kültür, gelenek gibi temel konseptlerinden hareketle yeniden yapılanabilirliğini ve bunun
muhtemel şartlarının olumlu ve olumsuz yönlerini disiplinler arası bir düzlemde tartışır.
Halkbilimi kültürel değerlerin objektif ve sübjektif formlarda nedenleri ve süreçleriyle birlikte
aktarımlarını analiz eder. Amacı sosyokültürel problemlerin çözümüne katkıda bulunmaktır şeklindeki
tanım genel anlamda evrensel düzeyde halkbilimi çalışmaları üzerinde yeniden yapılanış değişim ve
dönüşümlerine yol açan, büyük tesirler meydana getirmiş ve getirmeye de devam etmektedir.
Bu haliyle halkbilimi uygulamaları sosyokültürel değişme karşısında karşılaşılan her türlü problemle
ilgilenir ve bunların çözümüne yönelik uygulanabilir projeler üreten bir yapıya sahip hale gelmiştir ve bu
yönde devam eden ve her geçen gün daha da gelişen uygulamalı halkbilimi çalışmaları doğrultusunda
uluslararası yeni kuruluşlar da oluşturulmuştur.
Bu gelişmeler, uygulamalı halkbiliminin global bazda veya uluslar arası ilişkilerde görevler üstlenmesi
sürecini başlatması bakımından son derece önemlidir. Sosyokültürel temelli ve siyasi hedefli
anlaşmazlıkların en azından kültürel bazda ve kültürel göreceliliğe dayalı hoşgörü zeminlerinin
oluşturularak çözümlenmesinde halkbiliminin uygulamaya yönelik işlevler yüklenebileceği ortaya çıkmış
durumdadır.
SON SÖZHalkbilimi çalışmalarının ortaya çıktığı günden günümüze kadar kullandığı yöntemler ve kuramsal
yaklaşımlar takip ettikleri araştırma modelinden hareketle iki temel kategoriye ayrılırlar. Birincisi esas
olarak yazılı kaynakları ve sözlü kaynaklardan derlenip yazıya geçirilen metinleri ele alıp inceleyen metin
merkezli paradigmalardır. İkincisi ise teatral bir icra olayının sözlerini içeren metni ve içinde doğduğu
şartlar bütünü anlamıyla bağlamını bir arada ele alıp inceleyen paradigmalardır.
110
Folklora bu iki temel bakış açısı birbirinden son derece kesin çizgilerle ayrılır. Metin merkezli
düşünceye göre folklor tür esasına görekategorilere ayrılarak derlenecek ve değerlendirilecek şeylerdir,
bağlam merkezli düşünceye göre ise tür kategorizasyonunun yanı sıra insanların yaşadığı bir sosyal süreç ve
söz konusu süreçte oluşan sosyal ilişkilerden veya iletişimlerden kaynaklanan ve dışavurulan anlamlı
şekiller ya da formlar olarak anlaşılır.
Romantik milliyetçiliğin hizmetinde dil, edebiyat, kültür ve ideolojinin bir arada düşünülüşünün bir
parçası olarak folklor kavramı 18. yy sonlarında ortaya çıkmıştır. Herder’ in romantik halk kavramı ve
geleneği, bütün folklor şekillerinin ve her türlü kabullenişlerinin oluşmasının kaynağıdır. Herder için ortak
bir dile sahip olmak bir topluluğun kendini diğerlerinden ayırarak bağımsız, kendine has ve sosyal bir
kimlik olarak milletleşmeleri sürecinde son derece önemliydi ve dil bir halk, bir millet oluşun iç yapısını
yahut ruhunu ve karakterini sağlamaktaydı. Herder’ in kültür olarak tanımladıkları ve gelenek en yüksek ve
en doğru dışavurumlarını ve şekillenişlerini halk şiirinde, halk şarkılarında veya folklorda bulmaktaydı.
Antropologlar, dil bilimciler, edebiyatçılar ve halkbilimcilerin hepsi kendi disiplinleri açısından gerekli
gördükleri şekilde folkloru tanımlamışlardı. Folklorun kendi disiplinleri açısından önem taşıyan belirli
özelliklerini, çizgilerini ve görünümlerini vurgulayarak ve folklorla ilgilenen diğer disiplinlerin folklora
olan ilgi ve bakış açılarının ne olduğuna ve yapılanlara muhalefetlerine aldırmaksızın tek yanlı olarak
folklora olan ilgileri devam etmektedir. Bu nedenle bir folklor tanımı yapmak yerine ortaya çıkan pek çok
ve her biri kendi içinde çok değişik temel kabul ve formülasyonlara dayanan tanımlamalardan üzerinde
geniş kabul görenleri folklora olan ve devam eden ilgilerinin bir nevi kılavuzu gibi belirlemek daha yararlı
olacaktır.
METİN MERKEZLİ VE BAĞLAM MERKEZLİ HALKBİLİMİ PARADİGMALARI
ARASINDAKİ TEMEL FARKLAR
A) Metin Merkezli Halkbilimi Paradigmasına Göre Halkbilimi Araştırmalarının
Temel Özellikleri
1) Halk tanımı: Okuma yazma bilmeyen, kırsal kesimde ve büyük ölçüde tarım toplumu hayatı yaşayan ve
toplumsal tabakalaşmada alt belki de en alt sıralarda yer alan insanlar topluluğu şeklindedir. Bu anlayışa
göre halk bağımlı olarak tanımlandığı özelliklerim yitirecek ve buna dayalı bir çalışma da ortadan
kalkacaktır.
Özkul Çobanoğlu, Bilim Felsefesi Bağlamında Halkbilimi Ve Halkbilimsel Bilginin Teleolojik Serüveni, http://turkoloji.cu.edu.tr (19.01.2009)
111
2) Malzeme olarak folklor tanımı: Malzeme olarak folklor bitmiş tamamlanmış bir ürün (product) olarak
düşünülmekte buna göre de folklor derlenmekte ve toplanmakta olan bir şey şeklinde düşünülmektedir.
Örneğin nerde ve nasıl olursa olsun bir masalın metninin anlattırılıp kaydedilmiş olması, malzeme olarak
metnin toplanması yani derlenmesi anlamında temel yeterlilik ölçütü şeklinde düşünülmüş gibidir.
3) Geçmişe dönük eski ve geleneksel kültürel unsurlara yönelik olma: ilk iki kabulden hareketle ele
alınıp çalışılan malzeme veya folklor unsurları neredeyse daimi olarak geleneksel veya geçmişten
aktarılarak gelenler veya eski unsurlar olmak gibi bir yaklaşım içinde değerlendirilmişlerdir. Bu aynı
zamanda metin merkezli kuramların neredeyse tamamının artsüremli olmalarının veya bu tür malzemeye
yönelmelerinin de bir başka nedenini oluşturmuştur.
4) Araştırmaya esas teşkil eden metindir (text): Halkbilimi unsurlarım bitmiş tamamlanmış bir ürün
olarak ele alan yaklaşımların sözlü kültür ortamında yaratılan yaşayan ve teatral bir biçimde icra edilen
unsurların sözel kısımlarını edebi bir metin haline dönüştürerek çalışmak araştırmaların esasını teşkil
etmiştir. Bu sözlü kültür ortamında canlı yaşayan değişen gelişen dönüşen ve ölen yani ortadan kalkan bir
özelliğe sahip olan folklorun sadece sözel kısmının yazma teknolojisiyle yazılı kültür ortamı nesnesi haline
getirilmek suretiyle dondurulup öldürülerek çalışılmasından başka bir şey değildir.
5) Tür tasnifi donmuş veya statik bir yapısal özellik gösterir belirleyicidir: Metin merkezli halkbilimi
paradigması doğrultusunda yapılan çalışmalarda katı ve donmuş bir tür anlayışı kabullenilmiş ve ileri
sürülen ölçütlere uymayan nerdeyse her metin "dejenere" veya "bozulmuş" kabul edilerek tasnif ve tahlil
dışı bırakılmıştır. Eğer sözkonusu "bozulmuş" veya "dejenere" olmuş metin, eskilik veya başka bir nedenle
vaz geçilemeyecek değerde bulunmuşsa sözlü kültür ürünleri için kabul edilemeyecek bir uygulama olan
"metin tamiri" veya "metni yeniden kurma" gibi edebiyat biliminin yöntemlerine başvurulmuştur.
6) Folklor mahsulleri veya olayları halksızlaştırılmıştır: Bağlamından koparılmış metin halkbilimi
çalışmasının esasını teşkil edince doğal olarak onları yaratan ve icra eden halk ile herhangi bir ilişkisi ikinci
veya daha da geri planda düşünülmüş ve böylece "toplanmış ürün"ler üretici ve tüketicilerinden yani halktan
izole edilerek çalışılmıştır. Bu yönüyle de söz konusu malzeme veya materyalin sahipleri için ne anlama
geldiği ve ne iş yahut işlev gördüğü dikkati nazara alınmamıştır.
7) Metnin analizinde tema, üslup, stili, yapı, motif, epizot ve yapı temel araştırma birimleridir: Metin
merkezli paradigmalar doğrultusunda yapılan tahlil çalışmalarında ağırlıklı olarak kullanılan araştırma
birimleri tematik analiz ve yine bununla yakınen ilgili olan üslup, stili, motif ve epiztottur. Yapısalcılığın
yaygınlaşmasıyla birlikte bunlara kahramanın biyografisi, masalın değişmez yapısı ve mitlerin derin
yapısında ifade edilenleri ortaya koymaya yönelik yapı unsurları eklenmiştir.
112
B) Bağlam Veya İcra Merkezli Halkbilimi Paradigmasına Göre Halkbilimi
Araştırmalarının Temel Özellikleri
1) Halk tanımı: Halk tanımı aralarında en az bir müşterek faktör bulunan ve teorik olarak ez az iki kişiden
oluşan insan grubuna dönüşmüştür. Bununla birlikte aile biriminden daha küçük sayıda insanın paylaştığı
bir grup halkbilimi araştırmalarının konusu olmuş değildir. Bir başka ifadeyle en az iki kişi ibaresi teorik bir
soyutlamanın ötesinde anlam kazanmış değildir. Ancak halkın bu şekilde tanımlanması halkbilimcileri köy
veya kırsal kesimle çalışma yapar durumdan kurtarmış ve bir toplumun bütün üyelerini okuma yazma bilsin
bilmesin her türlü sosyokültürel ve ekonomik insan topluluğunu çalışır hale getirmiştir. Buna göre hepimiz
veya herkes halkın bir parçasıdır.
2) Malzeme olarak folklor tanımı: Bağlam merkezli halkbilimi paradigması folkloru bitmiş tamamlanmış
bir ürün değil, anlatan ve dinleyen arasında geleneksel anlatı yoluyla kurulan sanatsal (artistle) bir iletişim
biçimin içinde gerçekleştirildiği yaratıcı bir süreç (process) olarak kabul etmektedir. İletişime bağlı bir süreç
olarak folklor aynı zamanda sosyal bir sınırlamaya, ismiyle söylemek gerekirse, küçük gruba sahiptir. Bu
durum folklorun özel bir bağlamıdır. Bir grup "birbirleriyle çok sık olarak bir zaman dilimi içinde iletişim
kuran ve her kişinin diğer her bir kişiyle başkaları yoluyla ikincil elden değil doğrudan doğruya yüz yüze
iletişim kurmasına yetecek kadar az sayıdaki kişilerin toplamıdır. Bir grup; bir aile, bir sokak çetesi bir oda
dolusu fabrika işçisi, bir köy, bir kabile hatta topyekün bir millet olabilir. Bunlar farklı düzenlerde ve
kalitelerde sosyal üniteler, aynı zamanda onların hepsi büyük veya küçük ölçüde bir grup karakterine ait
özellikler sergilerler. Dan Ben Amos'un ifadesiyle, "Folkloru tanımlamak için olguları var oldukları şekilde
incelemek gereklidir. Kendi kültürel bağlamında folklor bir şeylerin toplanıp derlenmesi değil, bir süreç
kelimenin tam anlamıyla iletişimsel bir süreçtir" (Ben-Amos 1971). Böylece, Dan Ben-Amos tarafından,
folklorun kendi kültürel bağlamından hareketle bir şey, derlenip toplanacak bir nesne olmayıp "iletişimsel
bir süreç" olduğu tespiti yapılmıştır ki bu o zamana kadar mevcut yapılanışlarm ötesinde bir yaklaşımdır ve
yeni paradigmanın birincil dereceden önemli ayırt edici ölçütlerinden birisidir. Buna ve daha önce
verdiğimiz yeni halk tanımına dayalı olarak da folklorun tanımı, "folklor, küçük gruplarda artistik (sanatsal)
iletişimdir" şekline dönüşmüştür.
3) Sadece geçmişe dönük eski ve kültürel unsurlara yönelik değil yeni ve şimdiye ait kültürel
unsurlara da yönelik olma: Bağlam veya icra merkezli paradigmaya göre folklor üründen ziyade
iletişimsel bir olay olarak tanımlanıp kabul edilince bu olayın gerçekleştiği yaratıcı sürecin bir sonucu
olarak ortadan kalkan "urform" anlayışı veya varyant ve versiyon kavramı, beraberinde her icranın yeni bir
yaratma olması kabulünü getirmiş dahası ele alınan halk kültürel unsurların sadece geçmişten gelenek
yoluyla gelenlerle sınırlandırılmasını da ortadan kaldırrarak yeni ortaya çıkan ve kalıplaşan insan davranış
113
ve düşünceleriyle duygularının dışavurum formlarının halkbilimi çalışmalarının araştırma nesnesi olmasını
sağlamıştır.
4) Araştırmaya esas teşkil eden teatral özelliklere sahip sözlü metnin icra edilişi ve icranın
gerçekleştiği bağlamdır (context): Halk tanımı ve buna dayalı yeni folklor tanımı beraberinde folklorun
içinde canlı bir gösterimin icrasının gerçekleştiği sosyo-kültürel ve fiziki şartlar bütünü olarak
tanımlanabilecek olan bağlam'ın (con-text) yani metinle birlikte varolanların veya metnin içinde birlikte
varolduklarının da anlam, işlev ve yapı bakımından önemini ortaya çıkarmış ve bunların da halkbilimi
çalışmalarında en az metin kadar hatta bazen daha fazla bir öneme sahip olmaları nedeniyle alan araştırması
ve değerlendirme çalışması bakımlarından halkbilimsel araştırmanın olmazsa olmazı durumuna dönüşmesi
gerçekleşmiştir. Bağlam merkezli halkbilimi paradigmasına göre alana çıkıp diyelim ki, "Kastamonu
Manilerinin" metinlerinin derlenip yayınlanması hiçbir anlam ifade etmez, ama bir atasözünün dahi farklı
sosyo-kültürel bağlamlarda kullanılırken yüklendiği toplumsal veya sosyal semantik anlam ve işlevler son
derece önemlidir. Hiç şüphesiz bu durum her türlü folklor olayı veya ürünü için geçerlidir.
5) Tür tasnifi esnek veya dinamik bir yapısal özellik gösterir tek başına belirleyici değildir: Bağlam
merkezli halkbilimi paradigaması doğrultusunda yapılan çalışmalarda türler arasındaki etkileşimleri,
geçişleri ve dönüşümleri icra edildikleri bağlama bağlı olarak tespit edebilmek mümkün olmuştur. Tür
tespitlerinde metnin (text) yanısıra, içi bütünlüğünde tonlama, durma vb. diğer metnin iç yapısını ele veren
veya ortaya koyan sözeldokusal (texture) ve bağlamsal (context) ölçütler de kabul edilmiştir".
6) Folklor mahsûlleri veya olayları halkla birlikte ele alınmaktadır: Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi
ortaya çıkan yeni halk ve folklor tanımı ile bunlara dayalı olarak ortaya konulan bağlam ve icra
kavramlarının halkbilimsel çalışma bakımından önemi folklor olay veya ürünlerinin içinde yer aldıkları
veya ait oldukları insan topluluğu içinde yaşayan anlamlı ve işlevsel yapılar vahut dışa vurum formları
olarak onları yaratan yaşatan ve kullanan insanlardan ayrı olarak düşünülemez ve çalışılamaz anlayışı ortaya
çıkmıştır.
7) Metnin analizi yerine metnin içinde tiatral bir biçimde icra olduğu folklor olayının analizi esastır ;
analizde tema, üslup, stili, yapı, motif ve epizot gibi doğrudan metne yönelik ölçütlerin yamsıra
sözeldoku (texture) yapı, işlev, yorumcul çerçeve, bağlam (context) veya icraya (peformance) yönelik
ölçütlerde temel araştırma birimlerinden bazılarıdır: Günümüzde yaygın olarak kullanılan bağlam veya
icra merkezli halkbilimi paradigması doğrultusunda yeni araştırma problemleri ve bunların çözümüne
yönelik yeni araştırma ve değerlendirme ye yönelik model geliştirme çalışmaları son derece hızlı bir
biçimde devam etmektedir. Bu hiç şüphesiz bilimin doğası gereği her ileri sürülenin kabul edildiği anlamına
gelmemekle birlikte bugün için geçerliliği yaygın olarak kabul edilmiş olan bir ikisini burada kısaca
114
özetlemek yararlı olacaktır. Yeni halkbilimi anlayışı veya Performans Teori'ye kadar yaygın halkbilimi
anlayışı olan ve folkloru bir "şey" bir nesne, bir unsur, tamamlanmış bir ürün olarak düşünüp folklor unsuru
veya şeyi üzerine çalışmak, Performans Teoriyle birlikte, folkloru bir olay olarak canlı bir icra veya yapılan
ve gerçekleşen bir süreç olarak düşünen ve ele alan yeni bir yaklaşıma dönüşmüştür. Bu anlayış içinde sözlü
anlatım bir sosyal olaydır ve teatral anlamda bir icra veya performans olan bu sosyal olay, üç temel
unsurdan, anlatan, dinleyen ve anlatılan geleneksel anlatıdan oluşmaktadır. Günümüzde halkbilimciler,
sözlü halkbilimi unsurlarını anlatılan geleneksel anlatı etrafında onu anlatan ve dinleyen tarafların
oluşturduğu bir sosyal olay, bir gösterim bir başka ifadeyle icra olarak ele almaktadırlar. Bir başka ifadeyle
bir folklor olayının icrası söz konusu üç unsurdan oluşmaktadır.
1.HALK NEDİR?
Halk tanımı, erken dönem halkbilimi çalışmalarından günümüze kadarki serüveni içinde hep farklı
şekillerle karşımıza çıkmıştır. Tanımlardaki farklılık özellikle metin merkezli ve bağlam merkezli kuramlar
arasındaki incelemelerde göze çarpmaktadır. Metin merkezli kuramlar arasında ise kendi içinde, birbiriden
ayrılan noktaları olmakla birlikte, hemen hemen ortak bir tanım olduğunu söylemek mümkündür. Bağlam
merkezli kuramları incelediğimizde bu tanımın en güzel şekilde Alan Dundes tarafından yapıldığını
görmekteyiz.
Halkın ne veya kim olduğunu TDK şu şekilde ifade etmektedir: 5
Aynı ülkede yaşayan, aynı kültür özelliklerine sahip olan, aynı uyruktaki insan topluluğu, folk.
Aynı soydan gelen, ayrı ülkelerin uyruğu olarak yaşayan insan topluluğu.
Bir ülke içerisinde yaşayan değişik soylardan insan topluluklarının her biri.
Belli bir bölgede veya çevrede yaşayanların bütünü, ahali.
Bir ülkedeki yurttaşların bütünü, kamu.
1.1. HALKBİLİMİ ÇALIŞMALARININ TARİHİ SEYRİ İÇİNDE DEĞİŞEN HALK
TANIMIBilindiği üzere, halkbilimi çalışmalarının ilk örnekleri antikacı zihniyetiyle toplanan malzemelerdir,
sistemli çalışmalar ise Grimm Kardeşlerin derleme faaliyetleriyle başlatılır. Tabi ki bu çalışmaların
temelinde yatan, Herder’ in “romantik milliyetçilik” düşüncesinin de hakkını vermek gerekir.
Öncelikle antikacı zihniyetle yapılan ilk çalışmalar çerçevesindeki “halk” tanımını inceleyelim, bu
çalışmaların ortak özelliği, Amerika’ nın bulunuşu ve orayı tanıma isteğiyle şekillenmiş olmalarıdır.
Amerika’ nın Avrupalılarca bulunuşunun ardından oradaki “yerli halk” çeşitli sebeplerle tanınmak istenmiş
ve farklı gruplardan insanlar buraya, bu insanları tanımak için gelmişlerdir. Kuşkusuz bu tanıma isteği
5 http://www.tdk.gov.tr (31.01.2009)
115
masum değildi, orada yaşayanları tanıyıp kontrol altına almayı amaçlayan sömürgeci düşünce yapısını
barındırıyordu fakat burada önemli olan bu tanıma faaliyetinin sonucudur. Bu faaliyetler sonucunda
Avrupalı “aydınlar” , “yerlileri” saf, bozulmamış bulmuşlar ve onların insanlığın gelişen kültür yapısını
anlayabilmek için bir model olarak görüyorlardı. İşte bu görüş aydınlarda kendi toplumlarını ve onun
geçmişini öğrenme arzusu doğurmuştur. Bunun sonucunda da “yüksek zümre” arasında yaşamamakla
birlikte “aşağı tabakada” yaşatılan bazı davranış ve yaşayış şekilleri olmasından yola çıkarak kendileri ve
ilkel insanlar arasında kalan topluluğu “halk” olarak nitelendirmişler ve onları anlayabilirlerse kendi
geçmişlerini anlayabileceklerini düşünmüşlerdir, “halk” ın davranışlarını “ilkel soylu vahşi”lerinkiyle
karşılaştırarak bazı sonuçlara ulaşmaya çalışmışlardır. Burada “halk” tanımının, zorlama bir şekilde, tanımı
yapanların kendi bulundukları yere göre değerlendirmeleri sonucunda yapıldığını görmekteyiz. 6
Gerek "batı"da, gerekse "doğu"da ondokuzuncu yüzyıldaki "halk" anlayışı ve halk teriminin ifade ettiği
topluluk, sınıf farklılığını esas alan bir toplum anlayışına göre yapılmıştır. Gerek sahip oldukları sosyal
hayat ve statü, gerekse teknolojik bakımdan dünyanın en ileri toplumları olduklarını iddia eden Avrupalı
bazı toplumlar, kendi toplum yapılarına bakarak ve sahip oldukları hayat şartlarıyla diğer toplumları
mukayese ederek "halk" terimini "Bağımsız bir yapıdan daha çok, bağımlı bir yapı olarak" düşünmüşlerdir.
Bu anlayışla halk terimine; "halk daha başka kümelerden oluşan gruplara tezattır" şeklinde yaklaşan
Avrupalı bu toplumlar, sübjektif olarak yaptıkları karşılaştırma suretiyle, "halkı" bir taraftan "medeni" ve
"seçkin" grupla tezat halinde kabul ederken, diğer taraftan da "primitif" "ilkel" veya "vahşi" olarak
adlandırdıkları topluluklara da tezat olarak değerlendirmişlerdir. Ondokuzuncu yüzyıl Avrupa anlayışının
tarifine göre halk; "okur-yazar bir toplumda cahil kısım" olup, eğitim görmüş, seçkin veya aydın zümre ile
aynı millet içinde veya ona yakın bir yerde yaşamaktadır. Fakat bu "halk" topluluğu; okuma-yazma ve
teknolojiden habersiz "ilkel" veya "vahşi" olarak adlandırılan toplumlardan da oldukça uzak bir yerde
durmaktadır. Bu tarifteki temel ise, "medeni ve edebi olan bir toplumda" ifadesinde yer almaktadır. Buna
göre halk; medeni veya seçkin olarak kendisini "yüksek tabaka"ya yerleştiren grubun hemen altında ve
yakınında düşünülmüştür.7
Metin Ekici, bu tanımı halkın kim olduğunu tespitten ziyade, kendini aydın olarak adlandıran kesimin
bulunduğu yeri belirleme çabası olarak görmekte ve Avrupalı aydınların kendilerini medeni, okur yazar,
medeni olarak gördüğünü, bu özelliklere sahip olmamakla birlikte sahip oldukları özellikler bakımından
ilkel toplumlardan ayrılan ve şehre yakın yerlerde oturan topluluğu nitelendirmek için kullanıldığını
belirtmektedir.8 Bu düşünce yapısı uzun yıllar varlığını sürdürür ve ilk dönem halkbilimi çalışmaları da bu
düşünce yapısı etrafında oluşmuştur.
6 Özkul Çobanoğlu, Halkbilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemleri Tarihine Giriş, 87 – 94 sayfaları arasındaki bölümden hülasa edilmiştir. 7 Metin Ekici, “Halk, Halk Bilimi ve Halk Bilgisi Üzerine Bir Deneme”, http://turkoloji.cu.edu.tr (21.01.2009)8 Metin Ekici, a.g.y.
116
Ondokuzuncu yüzyıl düşünürleri için halk, şehirden çok uzak olmayan ve henüz tam olarak medeniyeti
yakalayamamış köylüleri ifade etmekteydi. Bu anlamda taşrada oturanlar bir toplumun veya milletin sahip
olduğu değerleri hiç değiştirmeden saklayıp, yüzyıllardan beri devam ettiren kişilerdi. Yine onlar için halk
bilimi de; bu köylerde veya taşrada oturan halkın yaratmalarım, yani o toplumun veya milletin en eski,
ilkellik dönemi hatıralarını saklayan grupları ve grupların hâlâ saklamakta olduğu değerleri araştırır ve
kendisine inceleme konusu eder. 9
Bizde de bu anlayışa paralel olarak bir “havas” ve “avam” ayrımı göze çarpmaktadır. Halk tanımı,
sosyal tabakaların oluşmaya başladığı zamana dek halk hükümdar ve yönetim sınıfı dışında olup, bu kişilere
bağlı, kendi içinde ise sosyal tabakalaşma olmayan geniş yığınlardır, hükümdar, tanrı ile bağı dolayısıyla
onun vekili, halk ise hükümdarın kulu addedilmiştir. Daha sonra, Türklerin Müslümanlığı kabulu, ardından
Anadolu’ ya gelmeleri, giderek topraklarını genişletmeleri ve yerleşik düzene uygun yapılanma ve toplum
özellikleri geliştirmeleri neticesinde önce işbölümü, bunu takiben de toplumsal sınıflar ve en sonunda da
sosyal tabakalar oluşmuştur. Havas avam ayırımı da işte bunların neticesinde bir toplumsal işbölümü
ayrımından ziyade, eğitim ve kültür düzeylerinin kıyaslanması sonucunda karşımıza çıkar. 10
Havas, medresede okumuş ya da enderunda yetişmiş olanlarla, bunlar dışında, “mukaddimat- ı ulûm”
denilen ön bilgileri evinde, babasının yardımıyla öğrenerek Arapça ve Farsça’ yı da elde eden, cami
derslerine devam ederek iskolastik bilimleri edinen, Hafız’ ı ve Sadi’ yi okuyup kendi kendini
yetiştirenlerdir. Avam ise, okuma yazma öğrenmemiş, konuştuğu Türkçe’ den başka dil, dinsel ödevlerinden
başka bilgi edinmemiş olanlardır. Havas, Avamı hep hor görüp küçümsemiş, kendisini her bakımdan
avamdan ayırmıştır. (…) Avam da, havası hep kuşku ile karşılayarak yadırgamış, ondan çekinmiştir.
Okumuşlar arasında ancak din adamlarıyle gerçek bilginlere saygı göstermiştir.
Bizdeki havas – avam ayrımıyla, batıdaki aydın – halk ayrımı tamamen aynı olmamakla birlikte
benzer özellikler göstermektedir diyebiliriz.
Tüm bunların ışığında gerek erken dönem halkbilimi çalışmaları gerekse metni merkeze alarak
halkbilimi çalışması yapan kuramlar ışığında halkın ortak tanımı şu şekilde yapılabilir: “(…) okuma yazma
bilmeyen, kırsal kesimde ve büyük ölçüde tarım toplumu hayatı yaşayan ve toplumsal tabakalaşmada alt
belki de en alt sıralarda yer alan insanlar topluluğu(…).” 11
Fakat metin merkezli çalışmaların bazı örneklerinde bireyi öne çıkaran bazı düşünceler ve halk
ürünlerinin, üretildiği toplumdan bağımsız değerlendirilemeyeceği düşünceleri doğrultusunda şekillenen ve
özellikle B.K. Malinowski’ nin işlevsel kuramında çerçevesini ortaya koymasının ardından halk kavramında
bir değişme yaşanmıştır. Malinowski, geliştirdiği kuram dahilinde, insanın ürünlerinin her birinin bir işlev
sonucunda ortaya çıktığını, halkbilimi ürünü olarak değerlendirdiğimiz malzemelerin de bu ürünlerin
9 Metin Ekici, a.g.y.10 Agah Sırrı Levend, Türk Edebiyatı Tarihi 1. cilt, 29 – 31 sayfaları arasındaki bölümden hülasa edilmiştir. 11 Özkul Çobanoğlu, “Bilim Felsefesi Bağlamında Halkbilimi Ve Halkbilimsel Bilginin Teleolojik Serüveni”, http://turkoloji.cu.edu.tr (19.01.2009)
117
gelişmesiyle oluştuğunu savunarak halkı “mevcut kültür varlıklarını koruyan yığın” olmaktan “kültür
varlıklarını oluşturan, geliştiren ve koruyan topluluk” seviyesine yükseltmiş, bu doğrultuda halkı etkin hale
getirmiştir. Bu düşünce etrafında şekillenen bağlam merkezli kuramlardan sözlü kompozisyon teorisi, bizim
halk ürünlerini bulunduğumuz noktadan inceleme yanlışını yaptığımızı söylemiş, halkı tanımlarken düşülen
hatayı açıklarcasına bize bağlamın önemini vurgulamıştır. Bu iki teorinin ışığında oluşan performans teori
ise gerek bağlam merkezli teorilerin amiral gemisi gerekse halk tanımına ve halkbilimi çalışmalarına
getirdiği açıklık ve fonksiyonellik bakımından büyük öneme sahiptir. Performans teoriye göre metin, içinde
oluşturulduğu halk içinde ve o halkın ona yüklediği doku ile anlamlıdır ve dolayısıyla bunları anlayabilmek
için halkı anlayabilmek gerekmektedir. Halkı tanımlarken de bir yığın olarak değil, bireylerin oluşturduğu
şuurlu bir topluluk olarak ele alması da yine tanıma getirilen yeniliklerdendir.12 Bu kapsamda Alan Dundes
halkı şu şekilde tarif eder:
(…) halk terimi en az bir ortak faktörü paylaşan herhangi bir insan grubunu ifade eder. Bu grubu birbirine
bağlayan faktörün -ortak meslek, dil veya din olabilir- ne olduğu önemli değildir. Bu faktörden daha
önemli olan nokta ise, herhangi bir sebebe bağlı olarak oluşan grubun kendine ait kabul ettiği bazı
geleneklere sahip olmasıdır.13
Teoride, bir grubun en az iki kişiden oluştuğunu düşünürsek, burada vurgulanmak istenenin kendine
has anlamlı gelenekler dizisi geliştirebilen ve bunlarla da mensubu bulunduğu gruba kimlik ve aidiyet hissi
oluşturmayı başarabilen insan topluluğunun “halk” olarak tanımlanabileceğidir. (öç)
Performans teori özelinde bağlam merkezli kuramlar tarafından tüm çalışmaların merkezine
oturtulan “halk” ın tanımını ise şu şekilde özetlemek mümkündür:
Halk tanımı aralarında en az bir müşterek faktör bulunan ve teorik olarak ez az iki kişiden oluşan
insan grubuna dönüşmüştür. Bununla birlikte aile biriminden daha küçük sayıda insanın paylaştığı bir grup
halkbilimi araştırmalarının konusu olmuş değildir. Bir başka ifadeyle en az iki kişi ibaresi teorik bir
soyutlamanın ötesinde anlam kazanmış değildir. Ancak halkın bu şekilde tanımlanması halkbilimcileri köy
veya kırsal kesimle çalışma yapar durumdan kurtarmış ve bir toplumun bütün üyelerini okuma yazma bilsin
bilmesin her türlü sosyokültürel ve ekonomik insan topluluğunu çalışır hale getirmiştir. Buna göre hepimiz
veya herkes halkın bir parçasıdır.14
Tarihi seyri içinde değişen anlamlarıyla halkın, “hiçbir şey bilmez cahil topluluk”tan “ortak bir bakış
oluşturabilen herkes” olarak gelişme gösterdiğini söyleyebiliriz.
2. HALKBİLİMİ NEDİR? 12 Özkul Çobanoğlu, Halkbilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemleri Tarihine Giriş, 5. bölümden hülasa edilmiştir13 Metin Ekici, “Halk, Halk Bilimi ve Halk Bilgisi Üzerine Bir Deneme”, http://turkoloji.cu.edu.tr (21.01.2009)
14 Özkul Çobanoğlu, “Bilim Felsefesi Bağlamında Halkbilimi Ve Halkbilimsel Bilginin Teleolojik Serüveni”, http://turkoloji.cu.edu.tr (19.01.2009)
118
Halkı tanımlamaya çalıştıktan sonra, onunla yakın ilişkili olarak folklor kavramını açıklamak da
gerekmektedir. Folklor günümüzde, bilimsel anlamı dışında “yöresel kıyafetlerle donanıp, ait olunan
yörenin müziğini veya dansını icra etmek” şeklinde dar bir manada kullanılsa da kuşkusuz bilimsel anlamı
bu kullanımdan çok daha derinliklidir.
Kelime ilk kez Thoms tarafından “Athenaum” dergisinde kullanıldığında, Almanların
“volkskunde”si halihazırda mevcuttu, fakat folklor kelimesi genel bir kabul görerek bilimin uluslararası adı
haline gelmiştir. Her millet kendi çalışmaları çerçevesinde bu kelimeyi farklı şekillerde karşılamışlardır, bu
kelimelerin hepsinin ortak bir anlamı olmamakla birlikte ifade ettikleri mana aynıdır. Bizde de folklor
karşılığı olarak, halkbilimi, halkiyat gibi kelimeler kullanılmaktadır.
Halkbiliminin tanımını TDK şu şekilde vermektedir:15
Bir ülkede yaşayan halkın kültür ürünlerini, sözlü edebiyatını, geleneklerini, törelerini, inançlarını,
mutfağını, müziğini, oyunlarını, halk hekimliğini inceleyerek bunların birbirleriyle ilişkilerini belirten,
kaynak, evrim, yayılım, değişim, etkileşim vb. sorunlarını çözmeye, sonuç, kural, kuram ve yasaları
bulmaya çalışan bilim dalı, folklor, halkiyat.
Bu tanımın, geniş olmakla birlikte bilim dalının tüm özelliklerini vermekten uzak olduğu göze
çarpmaktadır. Tüm özelliklerini belirten bir halkbilimi tanımı yapmak, onu oluşturan halkın özelliklerinin
çeşitliliği ve sürekli bir değişim ve gelişim içinde olması sebebiyle oldukça zordur. Özetle sabit bir “halk”
tanımı yapılamayacağı gibi, sabit bir “halkbilimi” tanımı yapmak da bu devinim dolayısıyla mümkün
değildir. Fakat şu ana kadarki çalışmalar ve eldeki veriler ışığında halk nasıl tanımlanıyorsa halkbiliminin
kapsamı da ancak bu tanıma paralel olarak ortaya konulabilir.
Daha önce ele alınan metin merkezli kuramlar dahilindeki halkbilimi ürünleri, halkın esas unsur
olarak görülmemesine paralel olarak tamamlanmamış, halktan bağımsız ve ele alan kişinin kendi bilgi
durumuna göre derleyip değerlendirdiği özellikle de metin esasına dayalı malzeme grubu olarak karşımıza
çıkar. Bunlar sözel olarak aktarılan edebiyat tanımından yola çıkarak yapılan çalışmalardır ve hem folklor
hem de edebiyat alanına dahil olmaları bakımından dikkatle incelenmelidirler. Bu incelemenin olmazsa
olmazı farkındalığı bize sağlayacak olan da kuşkusuz halkbilimidir.16
15 http://www.tdk.gov.tr (31.01.2009)16 Francis Lee Utley, “Folklorun Tanımı” çev. Tuba Saltık Özkan, http://turkoloji.cu.edu.tr (30.01.2009)
119
Bu tip tanımlar halkbilimi ürünlerini hiçbir halka ait olmayan ürünler haline getirmekte, ürünün
içinde oluştuğu ortam değerlendirilmeye alınmadığından dolayı da ürünün tam anlamını maalesef ki
verememektedir. Ayrıca ürünlerin sadece metinler olarak ele alınması ve yazılı malzeme özelliklerine göre
değerlendirilmeye çalışılması da eksiklerden biri olarak karşımıza çıkar. Fakat bağlam merkezli kuramların
doğuşu ve olgunlaşmasıyla birlikte halk önem kazanmış ve bu doğrultuda da yeni bir halkbilimi tanımına
ihtiyaç duyulmuştur. Bu doğrultuda halkbilimi şu şekilde tanımlanmaktadır:
Bağlam merkezli halkbilimi paradigması folkloru bitmiş tamamlanmış bir ürün değil, anlatan ve
dinleyen arasında geleneksel anlatı yoluyla kurulan sanatsal (artistle) bir iletişim biçimin içinde
gerçekleştirildiği yaratıcı bir süreç (process) olarak kabul etmektedir. İletişime bağlı bir süreç olarak folklor
aynı zamanda sosyal bir sınırlamaya, ismiyle söylemek gerekirse, küçük gruba sahiptir. Bu durum folklorun
özel bir bağlamıdır. Bir grup "birbirleriyle çok sık olarak bir zaman dilimi içinde iletişim kuran ve her
kişinin diğer her bir kişiyle başkaları yoluyla ikincil elden değil doğrudan doğruya yüz yüze iletişim
kurmasına yetecek kadar az sayıdaki kişilerin toplamıdır. Bir grup; bir aile, bir sokak çetesi bir oda dolusu
fabrika işçisi, bir köy, bir kabile hatta topyekün bir millet olabilir. Bunlar farklı düzenlerde ve kalitelerde
sosyal üniteler, aynı zamanda onların hepsi büyük veya küçük ölçüde bir grup karakterine ait özellikler
sergilerler. Dan Ben Amos' un ifadesiyle, "folkloru tanımlamak için olguları var oldukları şekilde incelemek
gereklidir. Kendi kültürel bağlamında folklor bir şeylerin toplanıp derlenmesi değil, bir süreç kelimenin tam
anlamıyla iletişimsel bir süreçtir" Böylece, Dan Ben-Amos tarafından, folklorun kendi kültürel bağlamından
hareketle bir şey, derlenip toplanacak bir nesne olmayıp "iletişimsel bir süreç" olduğu tespiti yapılmıştır ki
bu o zamana kadar mevcut yapılanışların ötesinde bir yaklaşımdır ve yeni paradigmanın birincil dereceden
önemli ayırt edici ölçütlerinden birisidir. Buna ve daha önce verdiğimiz yeni halk tanımına dayalı olarak da
folklorun tanımı, "folklor, küçük gruplarda artistik (sanatsal) iletişimdir" şekline dönüşmüştür. Bağlam veya
icra merkezli paradigmaya göre folklor üründen ziyade iletişimsel bir olay olarak tanımlanıp kabul edilince
bu olayın gerçekleştiği yaratıcı sürecin bir sonucu olarak ortadan kalkan "urform" anlayışı veya varyant ve
versiyon kavramı, beraberinde her icranın yeni bir yaratma olması kabulünü getirmiş dahası ele alınan halk
kültürel unsurların sadece geçmişten gelenek yoluyla gelenlerle sınırlandırılmasını da ortadan kaldırarak
yeni ortaya çıkan ve kalıplaşan insan davranış ve düşünceleriyle duygularının dışavurum formlarının
halkbilimi çalışmalarının araştırma nesnesi olmasını sağlamıştır. ortaya çıkan yeni halk ve folklor tanımı ile
bunlara dayalı olarak ortaya konulan bağlam ve icra kavramlarının halkbilimsel çalışma bakımından önemi
folklor olay veya ürünlerinin içinde yer aldıkları veya ait oldukları insan topluluğu içinde yaşayan anlamlı
ve işlevsel yapılar yahut dışa vurum formları olarak onları yaratan yaşatan ve kullanan insanlardan ayrı
olarak düşünülemez ve çalışılamaz anlayışı ortaya çıkmıştır. 17
17 Özkul Çobanoğlu, “Bilim Felsefesi Bağlamında Halkbilimi Ve Halkbilimsel Bilginin Teleolojik Serüveni”, http://turkoloji.cu.edu.tr (19.01.2009)
120
3. DEĞERLENDİRME YERİNE
Anladığımız üzere, bağlam merkezli kuramlara, ama özellikle de performans teoriye katar yaygın
halkbilimi tanımı, kapsamı oluşumu bitmiş, bir ürün iken, performans teorinin getirdiği yeniliklerle birlikte
halkbilimi yaşayan bir yapı olarak ele alınmıştır. Özellikle de Dan Ben Amos’ un halkbilimini “iletişimsel
bir süreç” olarak nitelendirmesi, canlılığının ortaya konulması bakımından önemlidir. Bu değişime paralel
olarak da halkbilimiyle ilgilenen okulların artık gündelik yaşamı oluşturan maddi öğelere ve halk yaşamına
daha fazla önem vermeye başladıkları görülmektedir. 18
Fakat bu tanımlar, daha önce de belirtildiği üzere, şu anda elimizde bulunan veriler ve toplumun şu
anki yapısı doğrultusunda oluşturulmuş tanımlardır. İnsanlar sürekli bir gelişim halindedir ve bu gelişim
doğrultusunda ilerleyen dönemlerde yeni ürünler ortaya çıkabilir, yeni inceleme sahaları oluşabilir ve
tanımların da bu “yeni” ler doğrultusunda tekrardan şekillendirilmesi ihtiyacı hissedilebilir. Önemli olan bu
çeşitlenmeleri ve ihtiyaçları en iyi karşılayabilecek anlatımı oluşturabilmektir.
18 Francis Lee Utley, “Folklorun Tanımı” çev. Tuba Saltık Özkan, http://turkoloji.cu.edu.tr (30.01.2009)
121