201
GİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun hakkında daha derin bilgiye kavuşmak amacıyla 19.yy başlarında bağımsız olarak ortaya çıkmıştır. Metodik anlamda ilk kez Alman Grimm Kardeşler’in masallar üzerindeki çalışmalarıyla başlamış, bu hareket masalların incelenmeye değer metinler olduğunu göstermiştir. Fakat bu çalışmalardan önce derleme şeklinde küçük çalışmalar vardı ve bunlar ilk olarak vahşi (ilkel) insanların incelenmesiyle başlamıştı. Bu toplumlara “halk” denildi. “Halk” ile ilgili varolan bilgiler misyonerlerin notlarıyla sınırlıydı bu notlar bölge insanlarının alışkanlıklarını tanımak ve onları kendi dinlerine alarak “uygarlaştırmak” amacıyla, derinlemesine olmayan, ilgi düzeyinde yapılan ufak araştırmalardı ve bu sebeple de geniş kitlelerce ciddiye alınmamıştı. Fakat “halk” tanımı, zamanla maddi unsurların dahil edilmesiyle daha sonraki araştırmalarda farklı bir anlam kazanmış, kapsamı 19. yy’ dan itibaren değişmiş, bunun sonucunda da ciddiye alınan bir kavram haline gelmiştir. Herkes halktır. Bir yanımız geleneğini, geçmişten bugüne ve yarına halktan edinir. Bu kavramın yerleşmesinin ardından ortaya çıkan ve kendini bu şekilde niteleyen kişileri “sıradan” düzeydeki “halk” tan ayırma amaçlı kullanılan “entelektüel halk” kavramı ise, bireyin çalışma okuma ile sonradan yanındaki kişiden kendisini ayırabilecek düzeye ulaşan kişiler grubunu nitelemektedir. Halkbilimindeki “halk” kavramının anlamı ise tüm bunlardan farklı olarak zamana, mekâna ve kültüre göre anlamsal derinliği değişiklik gösteren bir yapı arz eder. Özetle, halkbilimi kabulleri, kültür tanımıyla yakından ilgilidir. 1

GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

  • Upload
    others

  • View
    6

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

GİRİŞ

Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve

onun hakkında daha derin bilgiye kavuşmak amacıyla 19.yy başlarında bağımsız olarak ortaya çıkmıştır.

Metodik anlamda ilk kez Alman Grimm Kardeşler’in masallar üzerindeki çalışmalarıyla başlamış,

bu hareket masalların incelenmeye değer metinler olduğunu göstermiştir. Fakat bu çalışmalardan önce

derleme şeklinde küçük çalışmalar vardı ve bunlar ilk olarak vahşi (ilkel) insanların incelenmesiyle

başlamıştı. Bu toplumlara “halk” denildi. “Halk” ile ilgili varolan bilgiler misyonerlerin notlarıyla sınırlıydı

bu notlar bölge insanlarının alışkanlıklarını tanımak ve onları kendi dinlerine alarak “uygarlaştırmak”

amacıyla, derinlemesine olmayan, ilgi düzeyinde yapılan ufak araştırmalardı ve bu sebeple de geniş

kitlelerce ciddiye alınmamıştı. Fakat “halk” tanımı, zamanla maddi unsurların dahil edilmesiyle daha

sonraki araştırmalarda farklı bir anlam kazanmış, kapsamı 19. yy’ dan itibaren değişmiş, bunun sonucunda

da ciddiye alınan bir kavram haline gelmiştir. Herkes halktır. Bir yanımız geleneğini, geçmişten bugüne ve

yarına halktan edinir. Bu kavramın yerleşmesinin ardından ortaya çıkan ve kendini bu şekilde niteleyen

kişileri “sıradan” düzeydeki “halk” tan ayırma amaçlı kullanılan “entelektüel halk” kavramı ise, bireyin

çalışma okuma ile sonradan yanındaki kişiden kendisini ayırabilecek düzeye ulaşan kişiler grubunu

nitelemektedir. Halkbilimindeki “halk” kavramının anlamı ise tüm bunlardan farklı olarak zamana, mekâna

ve kültüre göre anlamsal derinliği değişiklik gösteren bir yapı arz eder. Özetle, halkbilimi kabulleri, kültür

tanımıyla yakından ilgilidir.

Halkbilimi bağımsız bir bilim dalı olarak 19. yy’dan itibaren bilimsel dünyada yer almıştır. Bu dönemde

kültür, daha çok yazılı ve kısmen de sözlü kültür ortamı teknolojisi içinde gerçekleşen öğrenme eyleminin

sonucu olarak beyinde yer alan alanlardı. Halkbiliminin bilim dalı olarak 19. yy sonlarına doğru önem

kazanması sonucunda, E. B. Taylor ile başlayarak bu anlayış bir toplumun bütün hayat tarzı ve üyelerince

öğrenilen unsurların tamamı olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Yani artık kültür, insanın öğrenerek

beyninin içine yerleştirdiklerinin ötesinde, yapıp ettiğimiz her şeyi karşılayacak biçimde kullanılmaya

başlanmıştır. Günümüz sosyal biliminde ise kültür, bir toplumun her türlü kendini ifade edişinin tümü veya

toplam hayat tarzı olarak nitelendirilmektedir. Bunlar davranışlardan veya alışkanlıklardan çok töre, gelenek

– görenek, toplumsal korkular gibi pek çok değişik şekilde kendini gösterir. Aynı şekilde sanat, müzik,

mimari, düşünce, edebiyat gibi ürünler de kültür içinde yer alır. Yani kültür, insanların kişisel özellikleri ve

düşünce dünyası ve yetiştiği ortamın ona kattıklarının yardımıyla şekillenen her türlü maddi ve manevi

ürünler olarak nitelendirilebilir. Bu sebeple de halkbilimi, hem beşeri hem sosyal bir bilim olarak bilimsel

dünyada yer bulmuştur.

1

Page 2: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Tüm bu bilgilerin ışığında halkbilimini şöyle tanımlayabiliriz: “Bir topluluğun geleneksel ve anonim

dünya görüşünü ve bunun dışavurumları olarak kabul edilen, söze, harekete ve nesneye dayalı olarak

tanımlanan her türlü anlamlı formu ve bunların oluşumları, geliştirilip pekiştirilmelerine yönelik iletişim

olaylarının içinde konu edindiği bilim dalıdır.” Ayrıca temelinde insanın davranış ürünlerini de

barındırdığından, halkbilimini davranış bilimi olarak da nitelendirebiliriz.

Halkbilimci ise:

Kültür oluşumu, değişimi süreçlerini nesnel bir gözle değerlendiren;

Bunun için de kültürün ilişkili olduğu bilim dallarından (bildiğimiz bilim dallarının hemen

hemen tümüyle) az veya çok yararlanan;

Bunların kendi aralarındaki etkileşimlerini inceleyen;

Bu özelliği dolayısıyla da kendi sahası başta olmak üzere ilişkili olduğu bilim dallarına da

katkıda bulunabilen kişidir.

Bunlara ek olarak halkbilimcinin branşlarını ikiye ayırmamız mümkündür:

1. Saf ve teorik bilgi üretimi: Mensup olduğu disiplinin prensiplerine göre anlamlı dışavurum

formlarını derleyerek kayıtlara geçirir ve tasnifini yapar. Tasnifini yaptığı malzemeyi kendi içinde

veya kültürler arası çeşitli koşullara göre geliştirilmiş modellerle karşılaştırır, yorumlar, tahlil eder

ve bir senteze ulaşır. Bu şekilde saf ve teorik bilgi üretimi gerçekleşir.

2. Uygulamalı halkbilimi: Halkbilimi çalışmalarında elde edilen bilgilerin; karşılaşılan sosyal,

ekonomik ve teknolojik problemlerin çözülmesine yönelik olarak toplum içinde kullanılmasıdır.

Halkbilimi nasıl bu kadar hızlı gelişebildi?

Halkbilimi; bir ülke veya belirli bir bölge halkına ya da aralarında en az bir ortak unsur bulunan bir

toplumsal grupla ilgili maddi ve manevi alanlardaki kültürel ürünleri, onların gösterimlerini konu edinir.

Bunları kendine özgü yöntemleriyle derler, sınıflandırır ve kuramsal olarak yorumlar. Elde ettiği sonuçları

karşılaşılan sosyal ve toplumsal problemlerin çözümüne yönelik olarak uygular. Belirli bir zaman içinde de

sonuçlarını ilk elden gözlemleme olanağı bulduğundan çalışma prensibi ve sahası itibariyle hızlı bir gelişim

göstermiştir. Yani ilk elden gözlem yapma ve ilk elden uygulama yapabilme olanağı halkbiliminin hızlı

gelişiminde büyük rol oynamıştır diyebiliriz.

Halkbilimi, hemen hemen sosyal ve beşeri bilimlerin hepsiyle ilişkili olup gerektiğinde bu bilimlerin

bulgu ve yöntemlerinden yararlanır, başka ülkelerin halkbilimsel verileriyle koşutluklar kurar,

2

Page 3: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

karşılaştırmalar yapar ve bunların kökenine inmeye çalışır. İnsanı bir bütün olarak ele alıp anlamaya çalışır.

Bu şekildeki bir disiplinler ve kültürler arası çalışma sistemi içinde yerel – ulusal – evrensel olmayı

başararak insanlığın ortak kültürünü keşfeder ve ona katkıda bulunur.

I. BÖLÜM

HALKBİLİMİNE İLİŞKİN GENEL BİLGİLERA) Halkbilimi Çalışmalarının Tarihçesi

Halkbilimi / Folkloristik, insan davranışlarını ve geleneklerini çalışarak, objesi olan insanı daha iyi

anlamaya ve onun hakkında daha derin bir bilgiye kavuşmak amacıyla 19. yy başlarında ortaya çıkan

bağımsız bir bilim dalıdır.

Yaygın olarak kabul edilen iki başlangıç tarihi vardır.

1. Grimm Kardeşler’ in Almanya’ da 1912 yılında “Ev ve Çocuk Masalları” adlı sözlü

gelenekten derleyerek oluşturdukları masal kitaplarının yayımlamaları.

2. Bilim dalının adı olarak uluslararası bir kullanıma erişmiş olan folklor “Folk – Lore” (halk –

bilim) teriminin 1846’ da Thoms tarafından Athenaum adlı dergide yayınlanmasıdır. (Folk –

Lore = Volks – Kunde’ nin tercümesi) (“folklor” teriminin zaman içinde anlamı dışında

kullanılması sebebiyle yaygınlaşmış olan “folkloristik” terimi kullanılmaktadır.)

Folklor; bir kültür topluluğunun ortak malıdır, millidir. Milli kültür denilen pek çok unsurdan olaşın

birikimin tarihi gelişim içinde bir milletin çeşitli grupları tarafından farklı ölçülerde yaşanılan verilerinin

varyantlarına ve verileri inceleyen ilme verilen isimdir. Halkın adet, gelenek ve inançlarını, musikisini,

masal ve efsanelerini, oyunlarını, bütün kültür verimlerini inceleyen ve bunlardan sonuçlar ve hükümler

çıkarmaya çalışan bilim kolu, halk bilgisi, halkiyattır.

B) Halkbiliminin Mahiyeti ve Temel Araştırma Alanları

Folklorun köylülerin geleneklerinde yaşayan eski devirlerin kültür kalıntıları olduğu görüşü

günümüzde geçerliliğini kaybetmiştir; çünkü bu sahada yapılan çalışmalar göstermiştir ki zamanın

ihtiyaçlarına göre yeni ürünler meydana gelmektedir ve bu ürünler sadece köylülerin değil, toplumun bütün

sosyal grupları arasında yaşamaktadır. Toplumun sosyal grupları arasındaki farklılıkları göz önüne alacak

olursak çalışılan sahaların farklı olduğu ve her saha için farklı yaklaşımlar kullanılması gerekliliği ortaya

çıkar. Bu sebeple de birbirinden farklı folklor tanımları ortaya çıkmış, her biri folklorun farklı bir özelliğini

kapsamıştır.

Folklorun özellikleri nelerdir? ( Metin merkezli bakış açıları)

3

Page 4: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

1. Sözlü Olma: Folklor unsurları kişiler arası sözlü iletişim (yüz yüze iletişim) şekliyle aktarılır

ve bu şekilde nesiller arası iletişim süreci başlar. Buna adetler, törenler, taklit ve gösteriler,

danslar, dramatik oyunlar, saz çalmak, türkü söylemek, hikâye anlatma, ev yapmak, ilaçlar,

tedavi usulleri, yiyecekler, giyecekler ve el sanatları dâhildir.

2. Geleneğe Bağlılık: Gelenekler, folklor ürünlerinin belirli birer şekil içinde kendini devam

ettirmesini sağlar, ayrıca onlara kendilerini belirleyen diğer ayırıcı özellikler de kazandırır.

Gelenekler, ait oldukları insan topluluğunun ihtiyacını karşılamak için, üyelerin gönüllü

katılımıyla oluşurlar. Nesiller değiştikçe, ihtiyaçlar farklılaşır ve gelenekler de değişir.

Sürekli var olmalarının temel nedeni ise, ait oldukları toplumun üyeleriyle uyum içinde

bulunmalarıdır.

3. Çeşitlenme Özelliği: Folklor ürünlerinin dağılımı, yayılımı sözlü geçiş veya sözlü iletişim

ile olur. Anlatımlar, edinimle, öğrenimler ve tecrübeler neredeyse tamamen dil yoluyla

gerçekleştirilir. Ortamı paylaşan kişilerin yetenekleri, durumları, tecrübeleri ise icra edilen

ürünün farklı biçimlerde tekrarına yol açar ve tekrar sırasında eski ürün, yeni unsurlar

kazanabilir veya bazı özelliklerini kaybedebilir. Bu şekilde eski form ve içerikten küçük

değişikliklerle farklılık gösteren yeni ürüne varyasyon, daha büyük değişiklikler gösteren

ürüne ise varyant denir.

4. Anonimlik Özelliği: Anonim, ismi belli olmayan, umuma ait, ortak. Yazanı, söyleyeni,

yapanı belli olmayan anlamına gelir. Folklor ürünlerinin çoğunun ilk yaratıcıları

unutulmuştur. Fakat bu söz konusu ürünün toplumun tamamı tarafından yaratıldığı anlamına

gelmez. Her ürünün ilk yaratıcısı vardır; fakat sözlü anlatım geleneği neticesinde bu bilginin

korunamadığını görürüz. Sözlü geçişlerde her ürün, bulunduğu sözlü iletişim ortamından

kendisine bir şeyler katmış veya çıkarmış olarak yaşar. Halk eserlerinin söyleyeni ile

derleyen – dinleyen arasındaki bağ sözlü olmalıdır. Daha sonradan yazıya geçirilmiş olması

anonim olması gerçeğini değiştirmez. Çünkü ortaya çıkış şekli sözlüdür. Anonim davranışlar

da nesilden nesile sözlü olarak aktarılır. Anonim eserler, muhakkak sözlü olmalı, geleneğe

bağlılık göstermeli (yaşanılan şartlara göre değişiklik gösterebilme, yani zamana uyum

sağlama hakkı saklı olmakla beraber) ve çeşitlenme gösterebilmelidir (aynı unsur,

nesillerarası geçişte değişiklik gösterebilir). İlk söyleyeni unutulmuş olmalıdır

(söyleyenlerinden bir veya birkaçının sivrilmiş olması anonimlik özelliğini değiştirmez).

5. Kalıplaşma Özelliği: Ürünler, türlerine, geleneklerine uygun biçimde kalıplar, anlatım veya

kompozisyon öğeleri yaratırlar. Bunun neticesinde ürünlerin sayısız varyantları meydana

gelse bile, değişmez özellikleri olan kendilerine mahsus kalıpları korudukları sürece

tanınırlar.

4

Page 5: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Halkbiliminin temel sorunları nelerdir / Halkbiliminde cevaplandırılması gereken

sorular nelerdir?

1. Tanım: Folklor nedir? Yani, Folkloru veya içinde yaşadığımız folklor olaylarını nasıl

ve ne şekilde tanımlamamız daha doğrudur?

2. Sınıflandırma: Folklorun türleri nelerdir? Yani, türü nasıl tanımlamamız gerekir ve

hangi bağımlılıklar buna bir ölçü olabilir?

3. Kaynak: Folk / halk / grup / millet kimdir? Yani, bize folkloru veren kaynak kimdir,

folkloru yani halkbilgisini yaratanların özellikleri nelerdir?

4. Köken: Folkloru kim yaratıyor? Yani, folkloru kimler şekillendiriyor, bu nasıl

oluşuyor, bu şekillendirmeyi yapan kişilerin özellikleri nelerdir?

5. Aktarım: Folklorun taşınması, yayılması nasıl oluyor? Yani, Geçişler nasıl meydana

geliyor, hangi faktörle ve kimler bunu sağlıyor, hangi türler bundan etkileniyor?

6. Çeşitlenme: Folklor değişmeleri nasıl ve ne sebeple meydana geliyor? Yani, ürünün

değişmesine, başka bir şekle dönüşmesine veya tamamen ortadan kalkmasına ne –

neler sebep oluyor olabilir, bu durumlarda değişen ve değişmeyen unsurlar nelerdir?

7. Yapı: Folklor formlarını etkileyen unsurlar nedir ve formlar ile içerik arasında nasıl

bir ilişki vardır? Yani, yapı bakımından hangi özellikler taşır, etkin özellikler mi

evrensel özellikler mi ön plandadır, bunların içeriğe katkısı ne ölçüdedir?

8. Anlamı ve Amacı: Folklor, onu taşıyanlar için ne anlama geliyor? Yani, icracının

yüklendiği amaç nedir ve icra yoluyla gerçekleştirdiği etki ve bu etkinin anlamı nedir?

9. İşlev: Folklor, onu kullananların hangi ihtiyaçlarına cevap veriyor? Yani, folklorun,

onu taşıyanlar için ifade ettiği anlam, ne iş gördüğü, neye hizmet ettiği, hangi işlevlere

sahip olduğu. (Böylece, bir folklor unsurunun bir öğesi olarak yer aldığı sosyal

yapıdaki diğer öğelerle birlikte, o yapının çalışmasına olan katkısı, gördüğü iş veya

karşıladığı ihtiyaçlar ortaya çıkarılmış olmaktadır.)

10. Uygulama: Folklorun kullanım ve uygulama alanları neler olabilir? Yani, folklor ile

ne yapılabilir ve elde edilen bilgi hangi alanlarda kullanıldığında yarar sağlar?

Herhangi bir çalışmanın tam anlamıyla çalışılmış olabilmesi için en azından bu soruların

cevaplandırılması bir yeterlilik ölçütüdür. Fakat çoğu zaman bir folklor türü veya bölgesi veya tekniği

üstünde yoğunlaşıldığından herhangi bir çalışmada -genel olarak-bu soruların bir veya ikisi üstünde

durulmaktadır.

C) Pratisyen bir halkbilimcinin sahip olması gereken entelektüel araç ve gereçler nelerdir?

1. Alan Çalışması: Bir halkbilimci alan çalışması yöntem ve tekniklerini iyi bilmeli ve

kullanmalıdır. Konusuyla ilgili teorileri, folklorun edebiyatla ilişkisini, kültürle olan bağını,

5

Page 6: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

sözlü geleneğin geçerliliğini kontrol etmesini bilmesi gerekir. Bunun için de sosyal ve beşeri

ilimlerden faydalanabilmeli, bunları sahada uygulayabilmelidir.

2. Terminoloji: Halkbilimci, araştırmalarında düşüncelerini ifade etmek ve başkalarının

araştırmalarını takip edebilmek için uluslararası halkbilimi terminolojisini ve bunun yanı sıra

ulusal halkbilimi terminolojisini bilmek zorundadır.

3. Halkbilimi Çalışmaları Tarihi: Halkbilimci alanındaki gelişmelerin, dünyadaki folklor

araştırmalarının tarihini, gelişme devrelerini belli başlı kuramları ve bunların temel

paradigmaları arasındaki farklılıkları bilip öğrenmelidir. Herhangi bir yöntem veya kuramın

tek yönlü taraftarlığını yapmaksızın bilmeli ve yorumlayabilmelidir. Çünkü bunları bilmeden

yapılan çalışmaları yorumlama ve tenkid konusunda zorlanacaktır.

4. Arşivleri Kullanma Becerisi: Daha önce yapılan derlemelerin yanı sıra yapılacak alan

araştırmalarıyla derlenecek malzemenin dökümü, görüntü ve ses kayıtları arşivde saklanır.

Eğer arşiv malzemesi iyi düzenlenmezse araştırmacıların kullanması güçleşir. Bu nedenle

hem arşivler iyi düzenlenmiş olmalı hem de halkbilimciler arşivleri kullanmasını bilmelidir.

5. Halk Kültürü Müzesi Kullanımı: Derlenen maddi kültür unsurlarının toplandığı,

sergilendiği ve bazı folklor olaylarının değişik gayelerle icra edildiği yerlerdir. Bu özellikler

dolayısıyla arşivlerin tamamlayıcısı durumundadırlar. Halkbilimci, maddi kültür unsurlarıyla

ilgi kurması gereken durumlarda ve gerekirse uygulamalı halkbilimi çalışmaları bakımından

araştırmalarını değerlendirebilmesi için halk kültürü müzelerinden nasıl yararlanabileceğini

bilmelidir.

6. Yazılı ve Basılı Kaynakları Kullanma Teknikleri: Bu tür malzemelerden yararlanırken,

son derece dikkatli olmalı ve malzemesinin geçerliliğini bir tarihçi yaklaşımıyla

denetleyebilmelidir. Böylece, çeşitli yazılı ve basılı kaynaklar içinde halk geleneklerini

bulma gibi zor bir sorunun üstesinden gelmesi kolaylaşır.

7. Kaynakça Yöntemleri Bilgisi: Bibliyografya eserleri halkbilimcinin uzmanlaştığı alana

yönelik çalışmalar dışında dünyanın diğer yerlerindeki çalışmalarla da ilgili olabilir.

Halkbilimci çalışacağı konuya ön hazırlık olarak taslak çalışması esnasında kendisinden önce

o konuda ne tür çalışmalar yapıldığını görme imkanına sahip olur ve kendisindeki eksikleri

tamamlama, tespit ettiği yanlışları düzenlemeye yönelik bir plan hazırlayabilir.

8. Folklor İndekslerinin Kullanımı: Eldeki malzemenin tanınması ve tasnifi için indeks

kullanımı iyi öğrenilmelidir. Bu konuda Thompson’ un 6 ciltlik “Motif Index of Folk

Literature” ve Aarne – Thompson’ un “The Types of the Folktale” adlı eserleri en önemli

olanlarıdır.

6

Page 7: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

9. Uluslararası Mesleki İletişim: Bu alandaki çalışmaların uluslararası düzeyde oluşu,

halkbilimcinin uluslar arası tecrübeye sahip olmasını da sağlar. En yerel bir halkbilimi

malzemesinin izi en sonunda kişiyi tüm dünyaya yöneltecek ve kişinin karşılaştığı sorunlarla

ilgili belki başka kıtalarda daha fazla delille karşılaştıracaktır. Bu nedenle halkbilimci,

yeryüzündeki diğer halkbilimi topluluklarıyla çeşitli bağlantılar kurmayı ihmal etmemelidir.

D) Ulusal halkbilimi kuramları ve bazı ülkelerdeki uygulamalar:

Karşılaştırmalı veya kültürlerarası yaklaşımlar, halk kültürünün birçok ülkedeki birlik ve

benzerliğini vurgularken, ulusal yaklaşımlarda dikkat, bir ülke üzerindeki folklor geleneklerinin ayırt edici

özelliklerinde toplanmıştır. Ulusal kuram doğrultusunda çalışan bir halk kültürü uzmanı veya halkbilimci,

bir atasözünde milletinin duygusal, düşünsel, sezgilerinin damgasını görürken, karşılaştırmalı kuramları

kullanan bur halkbilimciyse, bu deyimin bir düzine dilde yer aldığını belirtir ve çalışmalarını onlar üzerinde

yoğunlaştırır.

Halk kültürüne duyulan ilgiyle, ulusal ruhun uyanması çoğunlukla birlikte olmuştur. Finlandiya ve

İrlanda gibi küçük ülkeler, kültürel bağımsızlıklarını, kendi asıl dillerini canlandırarak, bu dillerde aktarılan

destanlarını, efsanelerini ve eskiyi anlatan öyküleri bıkıp usanmadan toplayarak ortaya koymuşlardır.

Bu bağlamda halkbilimi, bir bakıma 19.ve 20.yy da Avrupa’ nın genel sosyal şartlarına bağımlı

olarak kurulmuştur ve halkbiliminin belirli dönemlerinde meydana gelen gelişmeler yine sosyal hayatta

ortaya çıkmıştır esaslı değişiklikleri yansıtmaktadır.

Halkbiliminin 19. yy başlarında bağımsız bir bilimsel disiplin olarak ortaya çıkışı dönemin yaygın

felsefi akımı olan romantizm ve yine ondan esinlenilmiş siyasi bir akım olarak yükselen romantik

milliyetçilikle yakından ilgilidir. O dönemde romantizmin en yaygın olarak kullanılan kavramı halk zihni

veya milli ruhtur. Ve ulusal birliğin varlığını çağrıştırıp derlenip toplanmasının gerekliliğini

vurgulamaktadır. Bu yönüyle, yani milli ruhun ortaya konulması bakımından da hemen hemen bütün sosyal

ve beşeri disiplinlerin araştırmalarını yönlendirici bir özellik kazanmıştır.

Burada ayrımına varılması gereken şey ise, romantizmin duyguya, klasisizmin ise akla hitab

ettiğidir. Klasisizimde toplumlararası aynı estetik anlayış varken, bu romantizmde değişebilir ve burada işin

içine bireysellik girer. Örneğin kişi kendini başka bir kültürden farklı görüyorsa bu romantizmdir ve

kültürünün içeriğini ve özeliklerini araştırarak bunları tespit eder. Yani, toplumun ruhunun topluma ait olan

eserlerden tespit edildiğini savunur. Herder, romantik görüşün etkisinde kalarak bu metodu Alman

Edebiyatı’ na uygulamıştır. “Ortak ulusal ruh” kavramını ortaya atarak derlemeler yapmış, türkü ve

masalları derlemiştir, bu konuda bir adım öteye giderek, türkülerin sadece sözlerini değil müziklerini de

derlemiştir ve böylece halk müziği önem kazanmıştır. Türkülerin sözleriyle beraber müziklerini

derlemesinin sebebini, anonim eserin, meydana geldiği ortam/şartlar, eseri anlatan kişi/sanatkar ve eseri

dinleyenlerce oluşturulduğunu düşünmesidir. Bu teori sonradan “performans teori” adını alacaktır.

7

Page 8: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Örneğin, Almanlar üzerinden devam edersek, meşhur halk şarkıları olan Nibelungen’ deki Roma

baskısından kurtulmalarını anlatan epik tarafları kutsal miras olarak görmüşler, onlarda tarihi geçmişlerini

bulmuşlardır. Hâlbuki klasik metinde bu tarz bir uyum yoktur. Bu bakımdan Herder’ in çalışmalarını halk

biliminin bağımsızlığı konusundaki ilk adımlar olarak görebiliriz. Sadece metinleri derlememiş, onlarla

ilgili görüşler ve açıklayabilmek için yöntemler ortaya koymuştur. Hareket noktası ulusal teoridir. Metinler

incelenirse, ortak Alman ruhunun bulunabileceğini savunmaktadır. Yani bizim şu anda Alman

örneğimizdeki gibi, eğer bir toplum kendi özelliklerini kaybederek bu noktaya gelirse bu dönemlerde halk

metinlerine dönülmelidir. Çünkü kaybedilenler oradadır (Biz de milli mücadele döneminde aynı şeyi

yaparak “milli edebiyat” ı oluşturmuşuzdur). Bunun etkisi o kadar geniş oluyor ki insanlar derlemeler

yapmaya başlıyor. İşte, hepimizin bildiği Alman Grimm Kardeşler bu derlemeleri yapanların en

önemlilerinden, derledikleri masallar üzerine araştırmalar yapıp teoriler üretiyorlar. Sadece masallar değil,

çeşitli konular üzerinde araştırmalar yaparak halk eserlerindeki milli ruhu arıyorlar. Çünkü bu eserler bir

kişinin değil halkın ürünü. Halktan topladıklarını düzenleyerek yayımlıyorlar, fakat bu teknik yanlış

bulunuyor çünkü doğrusu halktan toplanan verinin, yanlış bir söyleniş veya aktarım olduğu düşünülse bile

ona dokunulmaması yanlış da doğru da halkın mirası ve yaptıkları bu müdahale yüzünden eleştiri alıyorlar.

Bu dönemde çok yoğun olarak başlayan sözlü kültür ürünlerinin yoğun olarak derlenip

değerlendirilişinde temel amaç her araştırmacının mensup olduğu milletin milli ruhunun zenginliğini ortaya

çıkarmaya yönelik olduğunu görürüz.

İdealist romantik felsefeye göre, dünya tarihi başarılı milli kültürlerle vardır ve bir anlam taşır, bu

şekilde meydana getirilen doktrine göre her milletin milli ruhu uzun bir süreç sonunda kendi kendini

geliştirir ve hakim güç olarak bunu tüm insanlığa aktarıp mal eder. Almanların ideali, en büyük sıkıntıları

olan ulusal birliklerini sağlayıp, Fransız ve İngilizler gibi sömürge sahibi olmaktı. Bu sebeple de köklerine

inme ihtiyacı hissettiler ve diğer sosyal ve beşeri bilimleri de bu tarih felsefesi tezini doğrulayacak malzeme

arayışına ve bulunanların da bu doğrultuda yorumlanışına gitmişlerdi. (milli ruh – dünyanın hakim gücü

olmak.) Bu dönemde ortaya önce mukayeseli filoloji ve Hint-Avrupa Filolojisi okulu çıkmıştır. Bunların

amacı dilbilimsel olgulardan hareketle Avrupalı ve Asyalı bazı milletlerin akrabalığını oluşturmaktır. Buna

göre aralarına dilbilimsel olarak benzerlikler bulunan bu milletler ortak bir atadan gelmiştir ve bir dil ailesi

oluşturmaktadırlar. Bu ortamda dilbilimi oldukça gelişerek halkbilimi çalışmalarında geliştirilen kuramları

da doğrudan etkilemiştir.

Fakat bir yandan, Almanya’ nın özlediği güce sahip olan İngiltere ve Fransa’ da geliştirilen diğer

erken dönem halkbilimi ve antropoloji kuramları alman kuramlarına şiddetle karşı çıkıp eleştirmişlerdir.

Bunun sebebinin kendi liglerine Almanları sokmak istememeleri olduğu gayet açıktır. Bu milletler sömürge

anlayışlarını şu şekilde haklı gösteriyorlardı; onlara göre sömürgecilik ilkel kültüre sahip ilkel halklara

yardım etmek ve onların gelişim süreçlerini hızlandırmak adı altında yapılan bir çeşit sosyo-kültürel evrim

süreciydi, yani sömürgecilik bir tür sosyal araç olarak gösteriliyordu. Bu tür baskıcı ve sömürgeci ortam

8

Page 9: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

halkbiliminin doğuşuna zemin hazırlamıştır. Aynı dönemlerde, farklı bölgelerde vurgulamada farklılıklar

olsa da yaygın halk alışkanlıklarına duyulan ilgi ile milliyetçilik duygusu arasındaki bağ pek çok ülkede

tutarlılık göstermektedir. Bu sebeple kültürler arası kuramların yanı sıra ülkeden ülkeye değişen ve ülke

ihtiyaçlarına göre şekillenen ulusal kuramlar ve yapılanışlar da mevcuttur.

E) Türkiye’ de Halkbilimi Çalışmaları

a) Türk Halkbilimi Çalışmalarının Tarihçesi:

Türkiye’de folklor çalışmaları 20. yy başlarında başlamıştır. Bu durumun, aynı dönemde gelişmeye

ve yayılmaya başlayan Türkçülük hareketi ile bağı oldukça önemlidir. Türkiye’ de Türk kültürünü ortaya

çıkarmak amacıyla kurulan ilk dernek “Türk Derneği” adını taşır ve amacını geniş kitlelerle paylaşmak için

Türk Derneği Mecmuası”nı çıkarır. Dergi vasıtasıyla, okuyucularından bulundukları çevrede halk dilinden

söz derlenmesini, Türklerin söylediği eski türkülerin, atasözlerinin, hikayelerin toplanmasını ve yazılmasını,

genel ahlak, adetler, tarih, söylenceler ve halk tıbbı ile ilgili bilgilerin kaydedilmesini ister. Bu derneği

takiben Türk yurdu ve Türk Ocağı dernekleri kurulur, daha sonra bunlar birleşerek “Türk Ocağı” adını alır,

yayın organları da “Türk Yurdu Mecmuası”dır. Selanik’ te yayınlanan Genç Kalemler Mecmuası da

Türkçülük hareketiyle ilgili faaliyet gösterir.

Ziya Gökalp 1912’den itibaren Türkçülük hareketinin teorisyeni haline gelir ve Herder gibi milli

kültürün ortaya çıkarılması için halk hayatına gidilmesi gerekliliğini savunur. Bu amaçla arkadaşlarıyla

beraber halka doğru adlı dergiyi çıkarır. Dilimizde, folklordan söz eden ilk yazı Gökalp tarafından bu

dergide yayımlanmıştır. Bahsi geçen yazıda folkloru tanımlayarak bu terimin karşılığı olarak “halkiyat”ı

kullanır. Bu çalışmayı M. F. Köprülü’nün İkdam gazetesindeki yazısı takip eder, Köprülü makalesinde

folklorun Batı’daki geçmişi ve gelişimini anlatarak bu bilimin Türkiye’ de tanınmayışından bahseder

aydınların dikkatini çekmeye çalışır. Bu yazı bizde folklor teriminin açık açık kullanıldığı ilk çalışmadır. Bu

çalışmayı Rıza Tevfik Bölükbaşı’ nın Peyam gazetesinde yayınlanan yazısı takip eder, Bölükbaşı yazısında

folklor kelimesinin etimolojisini ve çalışma sahasını anlatır. Köprülü’nün İkdam gazetesinde yayınladığı

“Destanlarımız” adlı başka bir makalesinde Türkçülük hareketine bağlı başka bir dernek olan Türk Bilgi

Derneği’nin Türkiyat şubesinin destan derlemeye yönelik faaliyetleri anlatılır ve bu çalışma bilindiği

kadarıyla bir organizasyon olarak ilk yerli folklor derleme faaliyetidir.

1920’ye kadarki bu dönemde halkbilimi çalışmaları birkaç derleme faaliyetinin ötesine pek

geçememiştir. 1920’de Hars Dairesi’ nin kurulmasıyla öncelikle öğretmenlerle ilişkiye geçilerek yurdun

dört tarafından Türk folklor ürünleri tespit edilerek derlenir ve kaydedilmeye başlanır. Bu faaliyet 1924’e

kadar çeşitli dergilerdeki yazılarla tanıtılmaya ve teşvik edilmeye çalışılır.

1924’ te İstanbul Üniversitesi’ne bağlı olarak kurulan Türkiyat Enstitüsü bu yolda önemli bir

adımdır. Aynı yıl Ankara’ da açılan Musiki Muallim Mektebi ve öncesinde açılmış olan İstanbul Belediye

9

Page 10: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Konservatuarı, Anadolu’dan Türk halk türküleri ve oyun havalarının derlenmesi çalışmaları yapar ve

derlenenler notalarıyla birlikte daha sonraki yıllarda yayımlanır.

Ankara’da 1925’te kurulan Etnografya Müzesi sayesinde Türklerin kullandığı etnografik

malzemelerden örnekler toplanmaya ve sergilenmeye başlanır.

1927’de ilk Türk folklor derneği olan Anadolu Halk Bilgisi Derneği Ankara’da kurulur. Adı sonraki

sene Türk Halk Bilgisi Derneği olarak değiştirilir. Dernek, folklor meraklılarına konuyla ilgili bilgi ve

açıklamalar içeren halk bilgisi toplayıcılarına rehber adlı kılavuzu yayınlar ikinci olarak da halk bilgisi

mecmuasını çıkarır. İlk sayıdan sonra bu dergi kapanır ve yerine sonraki sene halk bilgisi haberleri adlı

aylık dergi çıkarılmaya başlanır, bu dergi de 1932’de kapanır.

1930 yılından sonra TDK ve TTK’nın kurulmasıyla dolaylı da olsa folklor çalışmalarına katkıda

bulunduklarını görmekteyiz. Özellikle TDK’nin tarama ve derleme sözlükleri büyük öneme sahiptir.

Atatürk’ ün emriyle 1932’de Türk Ocakları yerine kurulan Halk Evleri Derneği, Türk kültürünü

geliştirme yayma programına folkloru de dahil etmiştir. Dernek mensupları mahalli olarak çıkardıkları ve 50

civarındaki dergide derlemelerini yayınlarlar ayrıca dergi meraklılara yol-yöntem göstermek için kılavuzlar

da yayınlar.

Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde 1938 de P.Naili

Boratav tarafından “Folklor ve Halk Edebiyatı” adlı bağımsız bir folklor dersi açılır ve bunu diğerleri takip

eder, burada bir Türk halkbilimi arşivi kurulur. Bundan önce folklorla ilgili dersler sadece İstanbul

Üniversitesi’nde Köprülü tarafından verilmekteydi. Fakat Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ndeki bu ders, 1948

yılında ideolojik sebeplerle kapatılır. Bundan önce de 1946 yılında Köprülü’ nün siyasete atılmasıyla

İstanbul Üniversitesi’ndeki çalışmalar da yavaşlayıp durur. Bu gelişmeler, halkbilimi çalışmalarının 1960’

ların sonuna kadar halkbilimi çalışmalarının olumsuz etkilenmesine sebep olur.

Daha sonraları yetişen, üçüncü kuşak akademik halkbilimciler, Türk halkbilimi çalışmalarını

yeniden organize ederler ve dersler gittikçe genişleyen programlar içinde verilmeye başlar. Folklor

çalışmalarının duraksadığı dönemde, İhsan Hınçer’ in çıkardığı “Türk Folklor Araştırmaları” dergisi

1949’dan 1980’e kadar yayınlanarak, Türk halkbilimin çalışmalarının yavaş da olsa devamını sağlaması

bakımından oldukça önemlidir.

Ankara da 1961 de kurulan ve şükrü elçin’ in idaresinde hizmet veren Türk Kültürünü Araştırma

Enstitüsü ve Türk Kültürü Dergisi, kuruluşundan günümüze kadar yayınını sürdürmesiyle önemli bir yere

sahiptir.

1966’da kurulan Milli Folklor Araştırma Enstitüsü, zaman içinde birtakım değişikliklere uğramış

olmakla beraber, günümüzde, Kültür Bakanlığı’ na bağlı olarak Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme

Genel Müdürlüğü adıyla faaliyet göstermektedir. Bu kurumun en önemli çalışmaları arasında Türk Folklor

ve Etnografya Bibliyografyası (dört cilt) önemli bir yere sahiptir. Ayrıca Cahit Öztelli tarafından kurulan ve

P.N. Boratav adlı ihtisas kitaplığı Türk halkbilimi çalışmalarının en iyi koleksiyonlara sahip ihtisas kitaplığı

10

Page 11: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

konumundadır. HAGEM’ in 1975’ten bugüne dek her beş yılda bir yaptığı Uluslararası Türk Folklor

Kongresi, sistematik olarak yaptığı derleme, arşivleme ve yayın faaliyetleri önemli çalışmalardır.

1980 sonrası Prof. Dr. Dursun Yıldırım’ın YÖK’ e sunduğu raporun ilgili makamlarca

değerlendirilmesi sonucu, YÖK tarafından üniversitelerimizin bünyesinde lisans diplomasına yönelik

bağımsız programları bulunan Halkbilimi A.B.D. açılmasına karar verilmiştir.

b) Türk Halkbilimi Çalışmalarının Kadrosu:

Halkbiliminin içerdiği ya da içermesi gerektiği konuların eksiksiz, yeterli ve herkesin üstünde

çalışabileceği bir şemasını çizmek oldukça zordur. Sedat Veyis Örnek’in çalışmasına yapılan eklerle

oluşturulan ana kollar şunlardır:

1) Köy, Kasaba ve Kent Yaşamı (monografiler)

2) Yerleşim – Yerleşim Türleri

3) Barınak – Konut (halk mimarisi)

4) Aydınlanma, Isınma

5) Taşıtlar – Taşıma Teknikleri

6) Ekonomi Türleri

7) Halk Ekonomisi

8) Beslenme – Mutfak – Kiler

9) Ölçme, Tartma, Hesaplama Birimleri; Zaman ve Mesafe Kavramları

10) Halk Sanatları ve Zanaatları

11) Giyim, Kuşam, Süs

12) Halk Bilgisi

13) Halk İnançları, Töreler, Adetler, Gelenekler, Görenekler

14) Geçiş Dönemleri

15) Bayramlar – Karşılamalar – Uğurlamalar

16) Kalıp Hareketler, Kalıp Sözler ve Sesler

17) Dernekler, Kuruluşlar, Dayanışma ve Yardımlaşma

18) Dinsel – Büyüsel İçerikli İnançlar, İşlemler

19) Halk Edebiyatı

20) Halk Tiyatrosu (geleneksel tiyatro)

21) Halk Oyunları (danslar)

22) Halk Müziği ve Müzik Araçları

23) Çocuk Oyunları ve Oyuncakları

24) Halk Eğlenceleri, Sporlar

25) Adlar

26) Uygulamalı Halkbilimi

11

Page 12: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

II. BÖLÜM

HALKBİLİMİ ALAN ARAŞTIRMASI YÖNTEMLERİA) Halkbiliminde Alan Araştırması Kavramı ve Önemi

Tespit edilen araştırma konusuyla ilgili halk kültürü unsurları hakkında bilgi almak için söz konusu

unsurların yaşadığı topluluğa gidilerek çalışmalarda bulunulmasına “alan araştırması” denir.

Kaynak kişi, bilgisine müracaat edilen, gerçek ve yaşayan kişidir.

Alan araştırmacısı, diğer insanlara varlığını ve aralarında buluşun nedenini açıklayıp onların

güvenini kazanmak ve onlar tarafından kabul edilebilir bir ilişki kurmanın yolunu bulmak zorundadır.

Alan araştırması, planlama, derleme ve değerlendirme safhalarından oluşur.

Planlama: Alan araştırmacısının ne yapmak istediğini ve bunu niçin yapmak istediğini ve

gerçekleştirmek istediği için hangi kaynaklara ihtiyaç duyduğunu, bunları nasıl elde edebileceğini ve aynı

konuda daha önce hangi araştırmaların yapılmış olduğunu dikkate almasıdır.

İkinci kısmı oluşturan derlemede, kullanılan bilgi derleme yöntemleri, “gözlem (müşahade) yoluyla

derleme metotları” ve “görüşme (mülakat) yoluyla derleme metotları olarak ikiye ayrılır. Metot ve teori

bilgisinin yanı sıra derlemecide bulunması gereken kişisel özellikler şunlardır:

- Derlemecinin önyargılarla hareket edecek bir kişiliği bulunmamalıdır.

- Derlemei dikkatli ve duygularını işinden ayırarak tarafsız olarak gözlem yapabilme

yeteneğine sahip olmalıdır.

- Derlemeci, her türlü sosyal kesimden insanların psikolojisini kavrayarak, konuşturabilme,

söyletebilme yeteneğine sahip olmalıdır.

- Derlemeci ya halk içine karışmaktan zevk alan, halkı seven bir kişiliğe sahip olmalı ya da bu

eksikliğini örtebilecek kadar rol yapma yeteneğini geliştirebilmelidir.

Halkbilimcinin malzemesi, halk kültürü veya folklor olduğu için, bu alanda yapılacak bir çalışma

öncelikle malzeme derleyerek başlar. Alan araştırması, kendine has kurallar ve yöntemler içinde, analitik bir

tahlile tabi tutulacak malzemenin elde edilmesidir. Böylece derlenmiş olan malzeme, analitik modellerden

herhangi biri veya birkaçıyla analiz edilebilir veya değerlendirilebilir.

Halkbilimi çalışması iki kısımdan oluşur:

- Sözlü ve yazılı (görüntülü, maddi kültürel, hareket ve sese dayalı unsurları içeren anlamda)

kaynaklardan malzemenin kaydedilip, derlenip toplanmasıdır.

- Bu malzemenin tamamı veya bir kısmının genel geçerliliği olan veya olduğu düşünülen

model ve kavramlar doğrultusunda bilimsel olarak değerlendirilmesidir.

12

Page 13: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

B) Derlemenin Planlama ve Hazırlık Safhası

a) Araştırma Konusunun Tespiti, Analizi ve Derleme Planlama

1) Konu seçilmeli.

2) Konu hakkında ön araştırma yapılarak konu sınırlandırılmalı.

3) Araştırma konusuna dair bir ön rapor hazırlanmalı bu rapor araştırmanın amacını

açıkça ifade etmeli.

4) Bu rapor araştırmanın amacını bir veya birkaç cümle ile ifade edilen ve test edilmeye

yönelik olarak ucu açık bir şekilde bir hipotez (ispatlanmamış bilimsel öneri) ve

varsayım haline dönüştürülmüş şeklini içermelidir.

5) Hipotezin, denetleme maksatlı ön testinin nasıl yapılabileceği belirlenmelidir.

6) Araştırmanın amacını gerçekleştirmek için uygun olan yöntemler belirlenmelidir.

7) Çalışma safhalara ayırılmalıdır.

8) Çalışmayı gerçekleştirmek için bir taslak plan hazırlanmalıdır.

9) Gerekli araç gereç ve diğer hazırlıklar tamamlanıp alan araştırması safhasına

başlanmalıdır.

10) Alan araştırmasından elde edilen malzeme geliştirilmiş veya geliştirilecek araştırma

modellerine göre tahlil edilip yine mevcut veya geliştirilecek kuramsal çerçeve içinde

ve nedensellik ilişkisine dayalı olarak yorumlanmalı ve bir sonuca ulaşılmalıdır.

11) Ulaşılan sonuçlar yetersizse, en baştan itibaren yeniden çalışılmalıdır.

12) Ulaşılan sonuçlar yeterliyse bilimsel etiğe uygun bir biçimde kaydedilip planlanan

şekilde bilimsel eleştiriye açmak üzere duyurulup yayınlanabilir.

Araştırmanın planlanmasının birinci adımı, araştırma probleminin formülleştirilmesi, ikincisi ise

araştırmanın temel elementleri ve problemin çözümüne yönelik sıralanışlarıdır. Bunlar araştırma ön

raporuna dönüşür, içermesi gereken temel bilgiler şunlardır:

1) Araştırma projesinin temel düşüncesi

2) Böyle bir projeye neden gerek var?

3) Araştırma projesiyle ilgili olarak yapılmış olan çalışmalar nelerdir?

4) Araştırma projesi çeşitli bakımlardan gerçekleştirilebilir düzeyde mi?

5) Araştırma problemi, tek başına bir proje midir yoksa daha geniş bir yapı gösteren,

çeşitli problemler içeren çoğul bir yapıda mıdır?

6) Problem nasıl çözülecektir?

7) Proje ne kadar bir sürede tamamlanacaktır?

8) Proje kaça mal olacaktır ve buna değecek midir?

13

Page 14: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Araştırma planlaması yapıldıktan sonra araştırma amacı şu şekillerden birinde ifade edilir:

1) Seçilmiş konunun veya alanın betimlenip tanımlanması: çoğu zaman hipoteze

yakındır veya doğrudan ona göndermede bulunur, çeşitli biçimlerde ifade

edilebilir.

2) Seçilmiş konunun veya alanın arasında ilişki olduğu belirlenen başka alan veya

konu ile ilişkisinin test ve tahlili. Bir element veya varyantlarının, bir şekilde

ilişkili olduğu düşünülen diğer malzemelerle mevcut ilişkisinin test ve tahlil edilip

belirlenmesi.

3) Seçilen olgu veya olayın yapısı, işlevi, nedeni, tesirinin araştırılıp tespit edilmesi

4) Belirli bir olayın, olayların eğilimlerin veya kültürel özelliklerin belirli icra ve

gelişim safhalarının araştırılıp incelenmesi mevcudun denetlenmesi: daha önceki

biçimde bağımsız çeşitlemeleri problemleştirirken, bu biçim belirli bir yapı ve

ona bağımlı olan bir başkası üzerinde yoğunlaşır.

5) Kompleks veya karmaşık araştırma dizaynıysa, daha önce sıralanan dört araştırma

paradigmasının en az iki veya birkaçı yahut tamamını birleştiren

kombinasyonlarla oluşturulur.

Bundan hareketle daha kısa, belirgin ve test edilebilir durumdaki hipotezlere dönüştürülerek, amaçlar

ve daha da açık ve nesnellik bakımından denetlenebilir hale getirilmelidir.

Hipotezlerin, araştırma amacı veya problemle doğrudan ilgili olması, gerçekçi ve akılcı olması,

denetlenebilir, ölçülebilir olması, çok açık ve net bir biçimde ifade edilmiş olması bakımlarından gözden

geçirilip denetlenmesi gereklidir. Denetleme sürecinde araştırma konusu veya amacının şunlara göre ele

alınması mümkündür:

1) Araştırılacak konu veya amaç bir icra ile ilgiliyse kim, ne, ne zaman, hangi şartlar

altında diziliş bütünüyle denetlenmelidir.

2) Eğer çalışılacak konu veya amaç zihinsel üretim süreçleriyle ilgiliyse kim, ne, ne

zaman, hangi şartlar altında diziliş bütünüyle denetlenmelidir.

14

Page 15: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

3) Araştırılacak konu veya amaç etkileşim ve değişme ile ilgiliyse, kim / ne, ne zaman,

kimden / neden ve hangi şartlar altında, diziliş bütünü içinde denetlenebilir.

METİN MERKEZLİ HALKBİLİMİ KURAMLARI

A) Tarihi – Coğrafi Fin Okulu

1) Tarihi – Coğrafi Fin Okulunun Tarihçesi ve Temel Eserleri

Tarihi – Coğrafi Fin Okulu’nun tarihçesi, halkbiliminin Finlandiya başta olmak üzere İskandinav

ülkelerindeki geçmişi ve gelişme çizgisiyle yakından ilişkilidir. Farklı amaçlarla da başlamış olsa,

İskandinavya’ da, materyal derleme anlamında, halkbilimi faaliyetlerinin uzun bir geçmişi vardır. İsveç

Kralı’ nın emriyle 1632’ de papazlara bugün folklor olarak adlandırılan malzemeyi toplamaları için emir

verilmesiyle başlar ve 1830’ larda sonra Herder ve Grimm Kardeşlerin çalışmalarının etkisiyle daha

istikrarlı bir yapıya kavuşur ve halkbilimi çalışmalarına dönüşür. Bu anlamda, çağdaş İsveç halkbilimi

çalışmalarının başlatıcısı olan Cavallius gerek derlediği malzeme gerekse yaptığı yayınlarla diğer

İskandinav ülkelerindeki örnekleri takip eder. Sydow da yayınladığı makaleleriyle hala halkbilimi kuramları

tarihinde etkin ve son derece önemli bir yere sahiptir.

Diğer yandan Danimarkalı Grundtving de Ossiancılık izinde “Eski Danimarka Baladları” adlı 10

ciltlik çalışmasını yayınlayarak hayatı boyunca onları toplamayı sürdürür. Bunu daha sonra A.B.D.’ de

“Yaygın İngiliz ve İskoç Baladları” adlı çalışmaya (Child) model teşkil edecektir. Grundtving’ in izinden

gidenler arasında Kristiensen ve Olrik de önemli yere sahiptir.

Norveç’ te ise, Herder’ in etkisiyle “Norveç, Norveçlilerindir” ilkesiyle hareket eden Moltke ve

Asbjörgen, 1840’ larda uluslarının ortak ruhunu ortaya koymak amacıyla “Norveç Masalları”nı

yayınlamışlardır. Moltke’ nin oğlu da akademik bir halkbilimci olarak babasının çalışmalarını sürdürmüştür.

Finlandiya’da ise halkbilimi çalışmaları Norveç’ e benzemekle birlikte İsveç’ten farklı bir görünüş

arz eder. Finlandiya, 12. yy’ da İsveç tarafından işgal edilerek bağımsızlığını kaybeder ve 1908’ den sonra

da İsveçlilerin yerini Ruslar alır. Finlandiya bağımsızlığına ancak 1918’de kavuşur. İsveç, işgali süresince,

Fin kültürünün bağımsızlığını ortadan kaldırmak için devamlı çaba harcamıştır. Ancak, Fince’nin yaşaması

ve gelişmesi için ilk çalışmalar, 16.yy’da reformcu din adamlarınca başlatılır ve rahipler İncil’ in Latince

olmasına karşı çıkarlar. Bunlardan biri olan Agricola adlı rahip, Fince’ nin alfabesini oluşturarak bazı dini

eserleri Fince’ ye tercüme eder. Fin Kilisesi de, tabi oldukları İsveç kralının emriyle 17. yy yarılarında

folklor malzemesi derlemeye başlayan İsveç Kilisesi karşısında kültürel bağımsızlığını koruyabilmek için

benzer derleme faaliyetlerine girişir. Ancak Finliler arasında asıl milliyetçilik ve ona bağlı olarak

bağımsızlık hareketlerinin gelişmesi Herder’ in işaret ettiği yönde Fin aydınlarının Fin halk kültürünü

derlemek suretiyle yaptıkları halkbilimi çalışmalarının sonucudur. Bu doğrultuda, Herder’ in

düşüncelerinden etkilenen iki üniversite öğrencisi 1814’ te sistematik derleme faaliyetlerine girişirler. Bunu

15

Page 16: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

takip eden E. Lönnrot, Kalevala adlı epik destan parçalarını derler ve onları Grimmlerin masallarda yaptığı

gibi işleyip birleştirerek 1835’ te bir bütün halinde yayınlar. Bu Finlere bir ulus duygusu vermek yolunda

ortaya çıkarılan bir epik destan olma sınırlarını aşarak ve Fin yazı dilinin, müziğinin, tarihinin kaynağı ve

Fin milliyetçilerinin bağımsızlık bayrağı haline dönüşür ve onlar için adeta kutsal bir metin olur. Özetle

Finler bağımsız bir kültürleri ve tarihleri olduğuna Kalevala ile inanmışlar ve Kalevala Finlandiya’ da

bağımsızlık sembolü olmuştur. Halkta ulus bilincini uyandırarak ulusal bağımsızlık ve özgürlük çabaları

sağlam bir teme üstüne oturmuştur. Bu yönü ve işlevselliğiyle daha sonraları sözlü kültür geleneği

metinlerini değişik toplulukların devletleşme ve milletleşme sürecinde son derece işlevsel bir enstrüman

olarak kullanımının ilk ve en başarılı örneklerindendir.

Finli halkbilimciler tarafından sistemleştirilip yaygın olarak kullanılması sebebiyle “tarihi – coğrafi

fin metodu” bu sürecin bir ürünüdür Halkbiliminde masalların varyant ve versiyonlarını derleyip sistematik

bir biçimde sıralayarak çalışılması İskandinav ülkelerinde kökleri Gruntving’ in çalışmalarına kadar giden

bir araştırma çizgisidir. Bunların belli prensipler etrafında toplanılarak başlı başına bir okul olarak

adlandırılması daha sonraları oluşmuştur. Bu okulun kurucusu Krohn’ dur. Ölümüyle yarım kalan

çalışmaları oğlu sürdürmüştür. J. Krohn’ un hazırladığı “Kalevala’ nın Kaynakları” adlı çalışmasında bu

yönteme dair düşünce ve uygulamalarını şöyle ifade etmektedir: “bir şarkının kaynakları hakkında herhangi

bir sonuca varmadan önce, ben onun varyantlarını coğrafik ve kronolojik bir sıraya koyuyorum ve sadece bu

yolla orijinal olanı ona daha sonra eklenenlerden ayırabiliyorum.” Bir yandan ele alınan folklor metnini

popülerliğini göstermesi bakımından varyantların önemini vurgulamış diğer yandan da Kalevala’ nın

derlendiği kaynak kişileri göstermiştir. Derlenmiş olan varyantları muhtevalarına göre organize etmiş

olması ve derlendikleri yerlere göre sıralanması da önemlidir.

a) Alex Olrik’ in Epik Kanunlar Teorisi

Danimarkalı halkbilimci, yayınladığı pek çok çalışma içinde yer alan “Halk Anlatılarının Epik

Yasaları” adlı çalışmasında ortaya koyduğu kanun / teoriler öz olarak Fin yönteminin kuramsal

çerçevesindeki zayıflığı telafi etmeye yönelik bir işleve sahiptir. Nitekim Kaarle Krohn da sunulan ek

kriterleri (edebi üretimde evrensel geçerlilik, taslağın sunumu, içeriğin açıklığı vs)göz önünde bulundurarak

çalışmanın değerini kabul etmiştir.

Olrik’ e göre, halk anlatıları tamamen şahsına münhasır bir olgu olan kültürün ayrılmaz bir

parçasıdır ve buna göre bir halk aşığı veya destancı bir kez anlatmaya başladı mı hiç farkında olmasa da /

ister istemez bu kanunları takip etmek durumundadır (süperorganik yaklaşım / halkbilimini

halksızlaştırmak). Bunun üzerine Tarihi – Coğrafi Fin Metodu’ na getirilen insanı dikkate almama veya

folkloru sosyo kültürel bağlamından ayrıştırarak çalışma gibi tenkitler bu yaklaşımın sonucudur denilebilir.

Fakat denilebilir ki, bu yaklaşım, sözlü kültür ortamı veya sözlü edebiyat türlerinde ortaya çıkan pek çok

türü ve şekil problemini çözmekte kullanışlıdır. Halk anlatılarının epik yasaları şu şekildedir:

16

Page 17: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

- Giriş ve Bitiriş Kuralı: Anlatı birdenbire başlamaz ve birdenbire bitmez. Bu ilke giriş ve

bitiriş kuralıdır. Anlatı durgunluktan coşkunluğa doğru giderek başlar ve çoğu zaman başlıca

kişilerden birinin başına gelen bir felaketi içeren sonuç olayından sonra coşkunluktan

durgunluğa giderek biter. Daha uzun anlatılarda bu gibi bir çok durak noktaları gerektirir,

kısa bir anlatı için sadece bir durak noktası yeterlidir. Bitiriş, çoğu zaman konunun o yöreye

özgü bir devamı biçimini alır.

- Yineleme Kuralı: Halk anlatısı kompozisyonunun bir başka önemli kuralı da tekrarlama

ilkesidir. Halk anlatıları tam anlamıyla ayrıntıya inme tekniğinden yoksundurlar, ender olan

tasvirler ise konuya önem kazandıran bir araç olamazlar. Anlatıda ne zaman çarpıcı bir sahne

ortaya çıksa durum olayın akışını kesmeyecek şekilde uygunsa, sahne yinelenir. Yineleme

bazen gerilimi arttırıcı şekilde yoğun bazen basittir. Ama önemli olan halk anlatısının

yineleme olmadan tam olarak kendi biçimini kazanamayacağıdır.

- Üçleme Kuralı: Yineleme hemen hemen her zaman üz sayısına bağlıdır. Üç sayısı da kendi

başına bir kuraldır. Bununla birlikte bütün halk anlatıları üçleme kuralına uymaz.

- Bir Sahnede İki Kuralı: Bütün anlatı boyunca sadece iki kişinin aynı sahnede ortaya

çıkmasıdır. Bu kural zıtlık kuralını tamamlamaktadır. İki aynı zamanda ortaya çıkan en

yüksek kişi sayısıdır. Aynı zamanda ortaya çıkan üç kişiden her birinin kendi kişilikleriyle

rol alması geleneğin bozulması demektir.

- Zıtlık Kuralı: Halk anlatısında her zaman kutuplaşma vardır. Bu temel zıtlık, epik yapısının

önemli bir kuralıdır. Zıtlık kuralı, halk anlatısının başkahramanlarından, özellikleri ve

eylemleri başkahramana zıt olma gereksinimiyle belirlenen diğer bireylere kadar etkili olur.

- İkizler Kuralı: İki kişi aynı rolde ortaya çıktığında bunların ikisinin de küçük zayıf olarak

betimlendiğini görebiliriz. Bu iki tip yakından ilişkili iki kişi Zıtlar Kuralından uzaklaşarak

İkizler Kuralının etkisi altına girer. Bu hem gerçek ikizler hem de aynı rolde olan iki kişi

anlamına gelebilir. İkinci derecede gelen tipler çift olarak ortaya çıkmaktadır. Eğer bu

ikizlerden biri önemli bir role geçerse Zıtlık Kurallarıyla karşı karşıya gelmekte ve böylece

diğeriyle zıtlaşmaya başlamaktadır.

- İlk ve Son Durumun Önemi Kuralı: Bir sürü kişi ve nesne peş peşe ortaya çıkınca en

önemli kişi öne gelir Buna rağmen sonuncu gelen kişi anlatının duygudaşlık doğurduğu

kişidir. Anlatının ağırlık merkezi her zaman buradadır. Bu kısım üçler kuralıyla birleşerek

halk anlatılarının en önemli bir özellini oluşturur.

- Anlatımda Tek Çizgililik Kuralı: Halk anlatısı bir olay çizgisini bir başkasıyla karıştırmaz,

halk anlatıları her zaman tek çizgilidir. Eksik kalan kısımları tamamlamak için geriye dönüş

17

Page 18: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

yapmaz. Eğer daha önceki olaylar hakkında bilgi vermek gerekiyorsa bu bir konuşma içinde

verilir.

- Kalıplaştırma Kuralı: Aynı çeşitten iki insan veya durum elverdiği ölçüde değişik değil,

elverdiği ölçüde birbirine benzerdir. Hayatın böyle katı üsluplaştırılmasının kendine özgü bir

estetik değeri vardır. Gereksiz olan her şey atılmış ve sadece gerekli olanlar göze çarpıcı bir

durumda ortaya çıkarılmıştır.

- Büyük Tablo Sahnesi Kuralı: Anlatıda anlatım, anlatılan bütün kahramanların yan yana

geldiği bu sahnelerde doruğa erişir. Bu sahnelerde anlatının kahramanları yan yana gelirler,

Büyük Tablo sahnelerin bir geçicilik duygusu değil bir çeşit zaman içinde süreklilik niteliği

taşır.

- Anlatı Mantığı Kuralı: Ortaya konulan temaların konunu ana hatlarını etkilemesi gereklidir

ve üstelik bu etki temaların anlatı içindeki ağırlığı ile doğru orantılı olmalıdır. Anlatının bu

mantığı her zaman doğal dünyanın mantığı ile ölçülemez. Animizme, mucize ve büyüye olan

eğilim onun temel kuralıdır. Her şeyden önce onun kabul edilmesi büyük ölçüde olay

örgüsünün iç tutarlığına dayanır. Nadiren gerçeklikle ölçülür.

- Olay Örgüsünde Entrika Birliği Kuralı: Olay örgüsünde birbiriyle gevşek

organizasyonlarla bağlanmış ve belirsiz hareketlerin olmayışını sağlar.

- Epik Birlik Kuralı: Bütün anlatı öğelerinin, en baştan beri ortaya çıkma ihtimali görülen ve

artık gözden uzak tutulamayan olaylar yaratması şeklinde gerçekleşmektedir.

- İdeal Epik Birlik Kuralı: Birçok anlatı öğeleri, kişiler arasındaki ilişkileri en iyi şekilde

aydınlatmak için bir araya gelirler.

- Dikkati Baş Kahraman Üzerine Toplama Kuralı: Halk anlatı geleneğinin en büyük

kuralıdır. Anlatıda tarihsel olaylar anlatılıyorsa dikkat karamanın üzerine toplanır. Anlatıda

iki kahraman belirdiğinde halk anlatısının nasıl geliştiğini görmek bakımından ilgi çekicidir.

Bir tanesi her zaman başkahramandır. Halk anlatısı onun hikâyesiyle başlar ve bütün dış

görünüşüyle o en önemli karakterdir.

b) Anti Aarne’ nin Masalların Tip Katalogu

Aarne’ nin oluşturduğu tasnif sisteminde her masal tipine numara verilmiştir ve muhtevasına dair

kısa bir özet yer almaktadır. Tarihi – Coğrafi Fin Metodunu takip ederek masal çalışmalarını sürdürmekte

olan halkbilimciler tarafından standart referans kaynaklarından birisi olarak kullanılmaktadır. Masalları

tiplerine göre tasnif etmiştir. (hayvan m., asıl m., fıkralar, zincirlemeli masallar, sınıflamaya girmeyen m.)

c) Stith Thompson’un Halk Edebiyatının Motif İndeksi

18

Page 19: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Thompson motifi şöyle tanımlamaktadır: “Gelenekte yaşama gücüne sahip olan masalın en küçük

unsurudur.” Bu bağlamda “Motif Index of Folk Literature” adlı eserini hazırlamıştır. Bu çalışma, halkbilimi

araştırmalarında ansiklopedik olarak üretilmiş en geniş ve en önemli referans kaynağıdır. 23 ana başlık

altında topladığı motifleri kendi aralarında alt başlıklar halinde tasnif etmiştir. Eserin ilk beş cildinde

konular sıralanmış, altıncı cilt ise bunlarda yer alan kavramların ve kaynakların alfabetik indeksini

oluşturmuştur. Binlerce element eserde sistematik olarak tasnif edilmiş ve bibliyografik olarak da tespit

edildikleri metinler gösterilmiştir. Motif – Indeks’ te bazı numaraların atlandığı görülür. Bunun nedeni

gelecekte ortaya çıkacak olan yeni motiflerin yerleştirilmesine imkan sağlamaktır. Tasnif sisteminde

kullanılan bir başka özellik de, numaralama sistemine noktalarla eklenecek numaralar sayesinde gelecekte

bulunabilecek olan yeni motiflerin sisteme eklenmesini sağlamaya yöneliktir.

2) Tarihi – Coğrafi Fin Okulunun Temel Paradigmaları

Bu okulun mensupları da diğer yayılmacı yaklaşımlar gibi ağırlıklı olarak geleneksel Batı anlatım

türleri veya diğer bir deyişle sözlü edebiyat üzerinde yoğunlaştılar. Hindolojist ve Mısırolojistlerin tersine

herhangi bir kültürü Batı edebiyatının kaynağı olarak kabul edip araştırmamışlardır. Çeşitli ihtimallerden

birini seçerek sözlü masalların kökenini ve yayılmasını açıklamaya çalışmıştır. Teorik olarak her geleneksel

anlatının belli bir zamanda ve belli bir yerde ve bilinçli bir yaratma soncunda ortaya çıktığını kabul eder ve

söz konusu ilk yaratılışla ortaya çıkan formu bütün incelik ve teferruatıyla görebilmeyi ister. Bu nedenle de

teorik amacı genel kabul olarak belli bir yer ve zamanda bilinçli olarak yaratılan herhangi bir folklor

ürününü, özellikle de çoğunlukla düşünüldüğü gibi bir masalın ilk yaratıldığı şekli yani urformunu ve bunun

oluş zamanı ile oluştuğu coğrafi mekânı ortaya koyabilmektir. Buna göre ilk olarak yaratılan bir masal adeta

suya atılan bir taşın düştüğü noktanın etrafında oluşan dalgaların yayılması gibi, masal da yaratıldığı

noktadan itibaren yer ve zaman boyutları içinde daireler çizerek genişleyen bir yayılım gösterecektir. Bu

yolculukta öncelik ticaret başta olmak üzere diğer sözlü etkenlerdedir. İkincil bir yol olarak yazılı ve basılı

metinleriyle masalın coğrafi yayılımının genişlediği bilinmektedir. Ele alınan bir masalın mevcut bütün

varyantlarını toplayarak ve kendine has yöntemler kullanarak yeniden kurulması ve böylece ilk şeklin veya

urformun elde edilmesi tasarlanmıştır. Bir folklor ürününün tarihini yeniden oluşturmaya çalışır. Böylece bir

yandan ilk şekil veya urform bulunurken diğer yandan da masalın tarihi yahut hayat hikâyesinin ortaya

konulabileceği düşünülmüştür. Yöntem her bir masalın kökeni ve anlamı konusunda ayrıntılı ve önyargısız

bir inceleme yapılabilmesi için ve düşüncesizce yapılabilecek genellemelerin önüne geçmek için

düzenlenmiştir.

c) Tarihi – Coğrafi Fin Okulunun Çalışma Yöntemi

19

Page 20: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Uzun yıllar halkbilimi alanında yaygın bir araştırma aracı olarak kullanılan yöntemin tam bir

sistematik bütünlük içinde ifade edilmesi yüzyılın başlarında gerçekleşmiştir. Krohn’ un “Halkbilimi

Yöntemi” adlı eserinden hareketle çalışma yöntemi veya ana fikirleri şöyle özetlenebilir:

- Çalışma Alanının Sınırlanması: Bir metodolojinin tanıtılması için bunun kullanacağı

çalışma alanının sınırlandırılması gerekmektedir. Bilimsel bir alan, belirli bir parçanın tutarlı

bilimsel bir yaklaşımla aynı alan araştırmacısı tarafından işlenebildiği bir alan olmalıdır.

Halk bilgisi geleneksel, hayal gücüyle yeniden işlenmiş ve gerçekten halk olduğu

zaman halkbilimcinin araştırma alanının kapsamına girer.

- Konunun Seçimi ve Etkinlik Alanı: Bu husus son derece önemlidir. Halkbilimcinin

araştırma alanında yapması beklenilen ilk şey konunun seçimi ve etkinlik alanıdır. Bu alanı

sınırlamadan önce çok geniş bir çevre içinde incelemenin yararı vardır. Çeşitli temalar çoğu

zaman birbirlerine öylesine ilgili ve iç içe görülmüştür ki, diğer birkaç unsur hakkında iyice

bilgi sahibi olmadan bir temanın unsurlarını çözümlemek çoğu zaman imkânsızdır. Gerekli

malzemeyi ararken yapılan aşırı kısıtlama ise yanında yalnızca birkaç önemsiz ayrıntı için

güçlükle yapılan incelemelerin tümüyle bir daha yapılması riskini getirir. Ancak her açıdan

incelenmesi gereken temanın kendisi tam anmalıyla tanımlanmalıdır. Bu husus, konu seçimi

ve daraltılıp genişletilmesine dair çeşitli örnekler vererek bir motiften anektoda, bir masala

hatta birkaç masala kadar genişleyen konu ve etkinlik alanının tanımlanması avantaj ve

dezavantajları bakımından ele alınır. Ayrıca söz konusu yaklaşımın masalın yanı sıra

bilmecelere ve atasözlerine nasıl uygulanabileceği değişik noktalardan tartışılır. Bir

araştırmacının görevi bu yüzden iyi tanımlanmış ve tamamıyla sınırlandırılmış olmalıdır.

Ancak bu sınırın fazla dar olmamasına da özen gösterilmelidir. Çalışmanın tekrar edilmemesi

için malzeme en azından oldukça geniş bir çevre içinde toplanmalıdır.

-Malzemenin Elde Edilmesi: Araştırma konusunu oluşturduktan sonra aynı geleneksel unsurun

olabildiğince çok varyantını toplamak gerekir. Yalnızca yeterli sayıdaki varyantların

karşılaştırılması bir ya da birkaç varyantta tesadüfen ortaya çıkabilecek etmenleri yok

edebilir. Birkaç geniş bölgeden elde edilen transkripsiyonların tümüyle tamamlanması

gerçekte olanaksız olduğu gibi, yoğun çalışmanın yürütüldüğü ve bu çalışmaların

sonuçlarının araştırma için kullanıma hazır olduğu hiç olmazsa bir bölgenin dikkatle

incelenmesi gerekmektedir. Bundan başka, çok büyük çabalara karşın günümüze dek gelen

malzeme bütünüyle elde edilemediği zaman bile mümkün olan her bölgeden bir örneğin elde

olmasına dikkat etmek gerekir. İlk olarak araştırmacının içlerinde folklorla ilgili basılmış her

20

Page 21: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

şeyin, hiç olmazsa genel olarak yer aldığı her ülkeden bir bibliyografyaya sahip olması

gerekir. Bunun dışında özellikle Doğu Avrupa’ dan elde edilenlerin Slavik dillerle yazılmış

olması, Batı Avrupa ve İskandinavya’ dan bile elde edilenlerin yerel ağızlarla kaydedilmiş

olması ve bunların çözüm zorlukları bu okula mensup bir halkbilimcinin karşılaştığı

sorunların başındadır. Bu bağlamda Krohn, Folklor birliğinin üyelerinin kendi bölgelerinde

derleyip arşivledikleri malzemenin birer kopyasının ve çevirilerinin merkezi bir kütüphanede

toplanmasını veya daha da olmazsa özetlerinin yaygın olarak bilinen bir dilde değişik

ülkelerin kataloglarından alınarak basılmasını ve bunlardan da yabancı halkbilimcilerin

yararlanabileceğini düşünmüştür. Ancak bunun da zorluğunu göz önünde bulundurarak her

geleneğin bütün önemli özelliklerini koruyarak mümkün olan en kısa formda yayımlanmasını

önerir. Bunun için de içindeki bütün önemsiz sözcüklerin atıldığı bir üslubu, bir telgraf

üslubunu ve bunun sonucu olarak kısaltma işaretlerinin kullanımını dile getirir. Fakat buna

rağmen okulun, konuyla ilgili bütün varyantların derlenmesi gerekliliği dolayısıyla bu

malzemeler de eksik kalacaktır. Fakat buna rağmen Krohn sosyokültürel değişme neticesinde

kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya olan malzemelerin derlenmesinin önemini, aksi takdirde

insanların bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğini vurgulamaktadır.

- Malzemenin Elenmesi: Bu ölçütler doğrultusunda yapılan bir malzeme derlemesi sürecin

bitiminden itibaren çeşitli ölçütler göz önünde bulundurularak elenecektir. Malzemelerin

elenirken uyulması gereken kurallar ise şunlardır: öncelikle az çok sanatsal üsluplu örnekler

yalnızca sözel olan folklor unsurlarının transkripsiyonlarından ayrılmalıdır. Bir halkbilimci,

görünüşte folklorik olan malzemenin değiştirilmesi ve taklit edilmemesi için önceden önlem

almalıdır. Kopya eden kişinin notlarına hayal ürünü şeyler ekleyerek ilgiyi arttırmak

eğilimine dikkat edilmelidir. İki ya da fazla derlenmiş kaydının çeşitli boşlukları doldurmak

için birbirlerine eklenmesi daha ciddi bir durumdur. En tehlikelisi ise malzemeyi kopyalayan

kişinin malzemeye kendi bilgisini ve hayal gücünü kullanarak yaptığı eklemelerdir. Kuşku

duyulan unsurlar ayrıca işlenmelidir. Dikkatsiz bir derleyici kendi bildiklerini yanlış

düzenlenmiş sorularla bilgi veren kişiye yükleyebilir bu durumda gerçek malzemelerin özel

işlemden geçirilmesi gerekebilir. Sonuç olarak derlenmiş kayıtların araştırılan geleneksel

yapıların varyantları olarak görülebilecekleri konusunda bir kuşku olduğunda ayrılarak

işlemden geçirilmeleri gerekir. Genetik benzerlikleri şans eseri ortaya çıkan benzerliklerden

ayırabilmek için daha sonraki bölümlerde bulunacak benzerlikleri, türleri ve dereceleri

konusunda kesin bir bilgiye sahip olmamız gerekir.

21

Page 22: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

- Malzemenin Düzenlenmesi: Toplanmış malzemeler gözden geçirildikten sonra kullanılmak

üzere düzenlenmelidir. Edebi belgeler genellikle kronolojik olarak düzenlenirler. Bunlar el

yazması kitabın, basılı kopyanın ya da yazarının kısaltılmış adlarıyla sıfatlandırılırlar. Folklor

ürünlerinin varyantları genelde en seçici özellikleri olan dillerine göre düzenlenirler. Kural

olarak transkripsiyonun dili çeviride bile belirtildiğinden bu etkenden kimsenin kuşku

duymasına gerek yoktur. Aynı dilbilim alanında, eğer adları verili ve doğrulukları

onaylanabilirse kasaba ve köylere göre daha ileri bir sınıflandırma yapılabilir. Daha ileri

aşamada yapılan bir dilbilim sınıflandırmasının yararı, en fazla bilgiyi en kısa ve en kolay

yoldan sunmasıdır. Avrupa dileri ve ulusları birkaçı dışında baş harflerine göre altı grupta

toplanarak sınıflandırılabilir. ( C: Kelt, F: Fin-Ural-Altay, G: Alman, R: Latin, S: Slav, T:

Türk) diğer birçok durumda yakın akrabalığı olanları da kapsayan özel dil gruplarını

adlandırmak için ikinci bir harf yeterli olur. Böylece ilgili bir okuyucu bile derlenmiş bir

kaydın zamanı, yeri ve tipi ile ilgili kesin delilleri daha kolay arayabilir ve varyantın içeriği

özetlenmişse en küçük bir çaba bile harcamadan çözümsel olarak işlenmiş özeliklerinin

bağlantısını kendi kendine öğrenebilir. Tipolojik düzenlemenin daha ileri aşamasında

numaralandırma işlemi söz konusu varyantla ilk örnek (urform) olduğu sanılan varyant

arasındaki bağlantıya göre bir düzen içinde sırayla yapılır. Bu işlemde temel yapı üzerindeki

çalışma, varyantlara sayı verilmeden önce yapılmalıdır. Ancak birkaç numaralandırma

yapılmadan bu çalışma başlayamaz. Öte yandan geçici sayı verme işlemi ise sürekli

düzenleme yapmayı gerektirebilir.

- Coğrafi Sınıflandırmanın Yapılması: Folklorun oluştuğu bölgenin dışına sözlü olarak

yayılması, bütün bir topluluğun ya da tek tek kişilerin özellikle evlilik sonucu göç etmesiyle

gerçekleşebilir. Geçici ziyaretlerin de dikkate alınması gerekmektedir ancak komşu bir

ülkede sürekli olarak kalmak üzere taşınmanın kesin etkisi daha önemlidir. Gelenekler, bu tür

kesintisiz zincirle sözlü olarak halk ağzından yayılmıştır. Evrensel masalda coğrafik

varyasyonlar zincirinin izini bulmak kolaydır. Kat edilen yol uzadıkça dönüşümlere yol açan

etkenlerin sayısı da artmıştır. Birbirinden oldukça uzakta yaşayan, bağı bulunmayan halkların

varyantları arasında da benzerlikler görülmektedir. Uzun bir süredir yok olmuş bir prototip

meselesi değilse o vakit insan hayal gücünün benzer çalışmasının belki de delili olan, yeni

yerlerdeki bağımsız varyasyonların ya da ürünlerin olabileceğini düşünmemiz gerekir. Yakın

bağları olan haklar yada komşu bölgeler arasında bunun tersine yanlış hatırlama sonucu tek

bir masalın birbirinden oldukça farklı varyantlarıyla karşılaşabiliriz. İki yarı coğrafya

bölgesinden gelen geleneksel bir temanın benzerliğini incelerken doğru bir yargıda

bulunabilmek için her bölgenin ayrı ayrı izinin bulunabileceği bir model yapıyı belirlememiz

22

Page 23: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

gerekir. Bir unsurun tam olarak gelişmesini daha fazla izlemek için, ortak varyantların ilk

örneğini arayıp bulmalıyız.

- Analiz İşlemi: Bir geleneğin temel yapısının ne olduğunu anlamak için, o geleneğin yerel

örnek yapısıyla birlikte, varyantlarının coğrafya sırasına göre tek tek özelliklerinin analiz

edilmesi gerekir. Bu çözümleme teknik açıdan zaman gerektirmemeli ve anlaşılır olmalıdır.

Tek tarafı kullanılmayan ayrı sayfalardan oluşan bir formanın genel düzeni bu iş için çok

uygundur. Varyasyonlar tam bir dizi halinde tutulurken, her listeye aynı sırayla kaydedilir.

Varyasyonların yazılış üslupları için bazı basitleştirilmiş ifadeler kullanılabileceği gibi

aktarılan bölümler için semboller kullanılabilir. Bu varyasyonlar daha kolay ulaşılabilecek

şekilde numaralandırılarak kataloglanır ve içeriklerine göre yazılmış bir düzende başka

listelere kopyalanarak hazırlanır. Bu analizin amacı çeşitli yörelerdeki örnek yapıyla birlikte

temel yapıyı saptamak incelemekte olan temanın herhangi bir özelliğinin urformunu ve bu

özelliklerin asıl bileşimi ve düzenlenmesinin belirlenmesidir.

- Yanlış Hatırlamanın Etkisi: Manzume şeklindeki epik bir şiirin yenilenmiş kopyalarında

çok açık bir şekilde görülebilir. İlkinde hatırlanan bir dize ikincisinde unutulabilir. Aynı ozan

tarafından yapılan ezbere okumalar nispeten uzun süren aralardan sonra yapılırsa değişmeler

daha da fazlalaşır.

- Yayılma (Genişleme) Eğilimi: Unutmanın karşı tezi olan yayılma eğilimine ya unutma

eyleminin kendisi ya da irticalen söyleme isteğinin ortaya çıkışı neden olur. Bir geleneğe

yapılan ekler, ya yeni buluşlar ya da bir başka metinden ödünç alma ile gerçekleşir. En basit

yayılma türü bir dizenin ya da dize grubunun yinelenmesidir. Unutularak ortaya çıkan

genelleştirmelerin karşıtı, bir öğeye yeni bir yeni bir farklılık veren özelleştirmedir.

Tanımlamayı şöyle genişletebiliriz, halk belleğinde tutuşlu olan geleneksel bilginin diğer

yapılardan genellikle eklemelerin ödünç olarak alınmasıdır.

- Dönüşme Yaraları: Bir özelliğin unutulması ya da saklanması aslında yeni bir özelliğin

eklenmesinde ya da var olan bir özelliğin açıklanmasında olduğu gibi çoğunlukla bir

dönüşmeye yol açar. Unutmayla ekleme birlikte yapılırsa dönüşüm daha da belirginleşir.

Unutma ve ekleme doğan varyasyona yol açan tek etken değildir. Bir kişi bir sözcüğü

unutabilir veya yanlış anlayabilir veya doğru duyduğu bir sözcük yabancı bir diyalekten

gelmiş olabilir. O dilin daha eski bir aşamasından da gelmiş olabilir. Bu durumlarda

sözcüğün doğru telaffuzuyla hatırlanması zor olabilir. O zaman ya bozularak anlaşılmaz bir

23

Page 24: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

fonetik kaynaşmaya yol açar ya da bildik başka bir sözcüğe bağımlı olur. Genel olarak

modernize edilmelerinin yanında arada bir tarih hatalarıyla da karşılaşmak mümkündür. Bir

anlatıcı hikâyedeki karaktere kendi yaşamındaki durumunu yükleyebilir. Gezgin efsanelerin

birkaç ünlü tarihi adın daha geleneksel olanlarla değiştirilmesinde belli bir çevreye uyarlama

olgusu daha çok göze çarpar. Yanı geleneğin iki varyantı birbirinden özelikler ödünç alabilir

ya da birbirinin üzerinde tesirli bir güç oluşturabilir. Aynı türden çeşitli gruplar birbirinden

tema ödünç alabilirler. Gerçekten yeni bir yaratma ve yaratıcı değişiklikler yavaş yavaş değil

daha çok birdenbire olur.

Birbirinden son derece farklı iki uyarlamayı karşılaştırırken, daha basit olan uyarlamanın

basitleştirme yoluyla daha karmaşık olandan değil, daha karmaşık bir uyarlamanın

genişletme yoluyla daha basit olandan ortaya çıkarıldığının saptanması gerekir. Ayrıca

genişletmenin diğer geleneklerin birleşmesinden değil, özgür yaratıcılık sonucu ortaya çıktığı

ve sonuç olarak bu uyarlamaların bağımsız ürünler değil tek bir geleneğin gerçek

uyarlamaları olduğuna karar vermek gerekir.

- Ölçütler: Bir uyarlamanın önceliğine karar vermek için ilk ölçüt, onun sayısız derlenmiş

kayıtlarının dağılımıdır. Coğrafya olarak birbirleriyle ilgili yalnızca bir ya da birkaç örnekte

görülen bir değişim, genel olarak yalnızca sınırlı bir alanda ayakta kalmış veya beğenilerek

benimsenmiş tesadüfi bir biçim olarak görülebilir. Bununla birlikte önemli sayıdaki

kaynaklarca verilen iki seçenek arasındaki istatistiki sonuçlar bu konudaki araştırma ve

çalışmaların değişen yoğunluğuna bağlı olabileceği için hiçbir zaman kesin bir etken olamaz.

Coğrafik dağılıma karar verirken daha sonra sömürgeleştirme yoluyla ya da tesadüfi göçlerle

taşınmış olan bu uyarlamalar dikkate alınmayabilir. Çok geniş bir alana yayılmış oldukça az

sayıdaki uyarlamaların, tek bir özelliği birbirinden bağımsız olarak benimsenmeleri ya da bu

özelliği aynı biçimde değiştirmeleri ihtimalinin de göz önünde bulundurulması gerekir.

Uyarlamalar yalnızca bölgeleri göz önünde tutularak sınıflandırılmamalı aynı zamanda

değerlendirilmelidir. Çünkü asıl özellik yalnızca bu varyasyonda tutulmuştur. Dağılma yönü

her zaman kolayca anlaşılmaz. Uyarlamanın çıkış yerine uzak bir alanda, çıkış yerine daha

yakın bulunanlardan daha eski bir uyarlamanın ortaya çıkabileceği belki tek bir özelliğiyle

diğerlerinden ayrılabileceği unutulmamalıdır. Bir folklor unsurunun daha geç göç ettiği bir

bölgede zamanın etkisi o unsurun daha önce ulaşmış olduğu bölgeye göre bazı yönlerden

daha az zararlı olmuştur. Bir uyarlamanın ana yurdundan ayrılan bir sömürgede ortaya

çıkması eğer sonra komşu bölgelerden yayılma ya da ödünç alma yoluyla alınmamışsa bu

uyarlamanın sömürgeleşme tarihinden önce de orada olduğunu gösterir. İki ya da daha fazla

24

Page 25: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

folklor unsurunu karıştırırken ya da birleştirirken çeşitli öğelerin ayırıcı özellikleri bağımsız

varyantların kendilerinden daha fazla değişime açıktır. Buna karşın belli ayrıntılar bazen

karışmış bir uyarlamanın el değmemiş bir bölümünde daha basit bir uyarlamada olduğundan

daha iyi korunur. Yabancı bir çevredeki parçalar, dağınık parçalar gibi değişime çok açıktır.

Taşınan özelliklerin eksiksiz olması, iyi korunmuş bir yapının göstergesidir.

Değişik uyarlamalar arasında yapılacak bir seçimde, diğer uyarlamaların doğrudan ya da

dolaylı olarak gelişebildiği ilk yapıyı sağlayan bir uyarlama tercih edilmelidir. Coğrafya ve

zamanla ilgili şartların sunduğu delil kendi aralarındaki karşılaştırma ile daha da güçlenir.

Motiflerden birisinin başka bir metin için kesinlikle gerekli olduğu paralel motif arasında

seçim yaparken aynı öçlük gereklidir. Ortak bir motifin, prototipi kadar gerekli olduğu ikinci

derecede önemli bir yapı ihtimali yine de dikkate alınmalıdır.

Bir dilde belli sayıda hece ve hece sayısında sözcük gerektiren şiir vezni, zayıflama ya da

sözcük sonundaki harf ya da hecenin çıkarılmasıyla eksilmişse, geleneksel bir dize yapısının

muhtemel yaşına, eski bir konuşma yapısında bu sözcüklerin izini bularak karar verebiliriz.

- Epik Yasalar: Bu yasalar kısmen edebi üretimde evrensel geçerliliği olan konunun birliği,

yoğunlaşma, yapı ve mantık gibi genel kurallardır. Taslağın sunulması, tekrar ve eksik olanı,

önceden gerekli olan bilgiyi telafi etmek için yönlendirmenin tekliği, halk edebiyatının daha

ayırıcı özellikleridir. Odaksal yoğunlaşma yasası, bir dizinin en önemli kişisini yerine

koymak için bize yalnızca bir dizi kriter veriri. Dizinin asıl nedeninden söz etmez, bu durum

hikayedeki karakterin durumuna bağlı olan değişen bir durum gibi görünmektedir.

Kahramanın hasım ve yardımcılarının üçlü sayısında önce en geç, en küçük ve en zayıfı

tanıtır, sonra en büyük en güçlü ve en irisi, buna karşın kahramanın kendisi ise üç erkek

kardeşin en genci, en küçüğü, en zayıfı ve en aptalıdır. (Sözlü folklorda üç sayısının

yeğlenmesini özgün urformun kendisinde de görebiliriz.) Giriş ve bitiş bölümünün

değişmezlik prensibi halk geleneğinin bütün türleri için aynı oranda geçerli değildir. Örneğin

şiirde önemli bir durum ya da etkileyici bir sözle keserek birden bire eyleme geçme eğilimi

vardır. Geriye kalan epik yasaların içinde mantık, daha yakın bir incelemeyi gerektirir.

Özellikle kapsamları ve konuda çeşitli kriterlere göre önemleri açısında hikayeyi etkileyen

motifleri öne çıkarmak önemlidir. Fakat halk edebiyatında dışarıdan görünen gerçeklerin

düzeyinden farklı bir düzeyde ilerleyen mantığın doğasına göre yani mite özgü düşünce

işlemine göre sözcüğün bildiğimiz anlamıyla olağanüstü oldan doğal olandan daha mantıklı

olabilir. Halk edebiyatının kolayca olağanüstüye dönüşen aşırılır veya abartma boyutu hiçbir

25

Page 26: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

zaman göz ardı edilmemelidir. Doğal olanla birlikte uyumlu, duygusal, karakteristik olana

karar verilen kişiyi kolayca yanlış bir yöne sürükleyecek sübjektif bir etken vardır. Bu tehlike

genel olarak malzeme bilgisinin genişletilmesi ve yoğunlaştırılmasıyla ya da bireysel

temaları araştırırken sarfedilen sürekli çabalarla önemli oranda azaltılır.

Objektif ölçüt bize en çok göreceli başvuru noktaları sağlar. Bu nedenle daha güç durumlarda

kanıtlarının benzerliğin e yada uyuşmazlığına karar vermek için olabildiğince bağımsız bir

kriter uygulanmalıdır. Bunu yaparken sık sık varyantların kendisine ya da çeşitli ayırıcı

özelliğin değişen düzenlerinde gösterildiği varyant özetlerine dönmek gerekir. Böylece

araştırmacı bireysel özelliklerin varyasyonunu yorumlarken karşılaştırırken doğru bir kriter

koyup koymadığını ya da türlere ayrılmış varyasyonları yorumlarken karşıt bir varsayımın

daha uygun olup olmayacağını sınayabilir.

- Temel Yapı: Elimizin altında bulunan bütün kriterlere başvurarak yeniden kurmaya

giriştiğimiz bir geleneğin temel ya da asıl yapısı (urform) soyut ya da şematik bir ifade değil,

daha çok kendine ait olan bütün özellikleri içinde bulunduran bitmiş bir üründür. Bu nedenle

bu yapıyı, varyasyonların birbiriyle en ince noktansa kadar karşılaştırılmasıyla ortaya çıkan

çözümsel bir araştırma yoluyla olabildiğince eksiksiz kılmak önemlidir. Halk masallarında

normdan oluşan her değişme önce bir hata olarak ortaya çıkar ancak şanslı bir sapma belirli

koşullar altında özellikle dinleyicisini hoşnut eder ve bu değişmelerin karışımıyla istisna

yavaş yavaş kural olmaya başlar. bu durumda hikayenin belli bir yerel uyarlamasının ortaya

çıkışından söz edebiliriz. Arada bir urformdan çıkan başarılı bir sapma gittikçe yayılır ve

sonunda masalın dağıldığı bütün yöreyi etkileyerek masal varyantlarının hepsine ya da

çoğuna nüfuz eder. Böyle bir düzeltmeden sonra, yeterli sayıdaki modern varyantların

karşılaştırılmasıyla elde edilebilecek masal yapısının özgün masal yapısıyla hiçbir benzerliği

kalmaz.

Hazır edebi varyantların dönemi bile sınırlıdır ve bir geleneğin nasıl oluştuğu zamana kadar

çok seyrek uzanırlar. Bütün hazır varyantlardan elde edilmiş olan temel yapının geçici

güncelliği bu yüzden göz ardı edilemez. Tükenmiş bir modelin ayrı kalmış modern örnekleri

daha eski edebi varyantların yardımı olmadan da tanımlanabilir. Bu örnekler, yalnızca

dünyanın ulaşılamayan köşelerinde, özellikle daha eski yapının dana sonra göç ettiği çevrede

değil, aynı zamanda bu folklor unsurunun ihraç edildiği ve ayrıca yeni yapının bir başka

bölgede gelişip bilinen yönlerde yayılmasından önce bu unsurun içinden geçtiği alanlarda

bulunur. Geleneksel bir yapı bütün yönlerde düzenli bir biçimde yayılmaz, çoğunlukla

26

Page 27: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

toplumsal ilişki yollarına yakın olanlarda daha çok bulunur ve kültürel bir sürüklenme yolunu

izler. Varyantlardan elde edilen temel yapının yalnızca geçici zamana bağlı değişkenliğiyle

de ilgilenmemiz gerekir. Temel bir yapıyı bile malzemelere ulaşamamamız nedeniyle bir

urformuna ulaşmadan da belirleyebiliriz. Bu eksiklik özellikle Hindistan’ da birçok masalın

olası doğum yerinde sürekli, sistematik bir koleksiyon çalışması yaparak giderilebilir. Belli

sayıda derlenmiş boyutların hazır olduğu belli bölgelere ait varyantların zamana ya da yere

bağlı olarak sınırlı bir modelini oluşturmak, bize aynı yapının daha fazla araştırılması için

sağlam basamaklar sağlar. Aynı biçimde, birkaç ayırıcı özelliğin temel yapısına karar

vermemiz, aynı gelenekteki diğer ayırıcı özelliklerin temel yapısını bulmamıza yardımcı olur.

- Özdeşlik (Aynilik): Temel bir yapıyı yeniden oluştururken, karşılaştırılan varyantların

hepsinin tek bir ana kaynağa uzandığını varsaymalıyız. Ancak bu varyantlar farklı ilk orijinal

oluşumlardan ortaya çıkabilirler. Folklor varyantlarını oluştururken, genellikle, daha

yakından araştırılmaları için bir kenara bırakılması ya da kuşkulu durumlarda incelenmeleri

gereken birtakım derlenmiş kayıtlar alınır. Tek bir orijinalin gerçek varyantlar olup

olmadıklarına karar veren şey özdeşlik ölçütüdür. Özdeşlik, bireysel özelliklerde, bunların

karışımlarında, epizotlardaki oluşumlarında ve bu son bileşimlerin bütün hikâyelerdeki

birleşimlerinde gösterilir. Özdeşliğin farklı derecelerini de aslında imkânsız olandan

mümkün olana fazlasıyla muhtemel olana ve sonunda tümüyle kesin olana dek birbirini

izleyen derecelerini belirleyebiliriz.

Asıl bağlantıyı kanıtlamak için bireysel bir özelliğin ya da dağınık birkaç özelliğin özdeşliği

yeterli değildir. Gerekli öğeleri içeren bir an ya da motif içinde motifin bulunduğu

geleneklerin ortak bir kökenden geldikleri olasılığını öne sürer. İki geleneğin, birlikte aynı

kökene ait olup olmadıklarını incelerken, benzer özellikleri, anların epizotların sırası dikkate

alınmalıdır. Özdeşlik incelemesi bize ayrıca değişken bir kriter verir. İki folklor unsuru, çok

az özellikler içeriyorsa, onların tümüyle benzemesi bile genetik bir bağ olduğunu ileri

sürmemiz için yeterli değildir. Zira varyantların çok kaynaklı olma ihtimali ortaya çıkabilir.

Bu durumlarda bunların asıl bilgi yığınından ayrılması önerilir. Şüpheli özdeşlik konusunda

son kararı verirken, coğrafik uzaklık dikkate alınmalıdır. Uzaklık arttıkça genetik bir bağ

kalmaz. Bununla birlikte, ayrıntılı olarak tanımlanmış varyantların büyük bir bölümü,

kökenlerin ortak bir kaynaktan gelip gelmediğini kesin olarak saptamaya yetecek kadar

benzeyen yeterli sayıda özellikler sunar.

27

Page 28: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

- Anavatan ve Göç: Grimm Kardeşler masalların anavatanının Hint – Avrupa kabilelerinin

asıl ata yurduyla aynı yer olduğuna inanmışlardı. İlk Finli masal uzmanı Rudback, insanlığın

asıl anayurdunun, masalların anayurdu olduğunu öne sürmüştür. Benfey, masalın yazılı tarih

süresince Hindistan’dan dışarı yayıldığı varsayımını ileri sürdü. Lang, aynı masal yapılarının

ilkel halkların benzer işlemleri ve hayal güçleri sonucu çeşitli zamanlarda ve yerlerde sık sık

geliştiği kanaatine vardı. Her varyantın sayısız yerlerde ayrı ayrı yazılması olgusu, yani çok

kaynaklılık düşünülemez. Bir etnik aile ya da dil ailesinin geleneksel yapıları için,

çoğunlukla tek bir kaynağın olduğu varsayılır ve ortak bir kaynak yalnızca uluslararası olma

durumunda kabul edilemez.

- Yayılma Yönü: Bir geleneğin yayılma yönüne karar vermek için formel ve gerçeklere

dayanan ölçütler kullanmalıyız. Bir dilin diyalektlerindeki varyantlar, özellikle kafiyeli

folklor varyantları, bize bir diyalekt bölgesinden diğerine geçişi tespit için sık sık ağza ait

basamaklar sunar. Bir akış yönünü saptarken, öncelikle coğrafik düzende değişen özelliklerin

analitik incelenmesine dayanmamız gerekir. Eğer önümüzde ayrı ayrı varyasyonlarla birlikte

farklı ülkelerin normları bulunuyorsa göçün yönü belli olabilir. Bir özelliğin değişimi ya da

özelliklerin bir karmaşası, malzemelerin gelişmesi ve dağılımının aynı zamana denk

geldiğinin anlaşılabileceği coğrafik bir zincir oluşturabilir.

- Yayılma Biçimi: Geleneklerin, coğrafik, yatay dağılımıyla zamana bağlı dağılımını aynı

yerde bulunan kanıtlar aracılığıyla karşılaştırırsak, sonraki dağılımın, sık sık öncekiyle

bölündüğünü görürüz. Çeşitli zamanlarda, çok güçlü akımlar, aradaki bölgenin çevresini

genellikle aynı yönde dolaşır. Bir folklor örneğinin daha küçük dalgalarının etkisini bir

bölgede, hatta çıktığı ve son olarak ayakta kaldığı noktada bile belirleyebiliriz.

- Çıkış Zamanı (Yaratılış Zamanı): Folklor kültürel bir ürün olana dek çıkış zamanının

belirlenmesi gerekir. Belirli bir zamandan önce bilinmeyen yabancı sözcük ve kavramlar,

daha sonra eklenmedilerse bize bir geleneğin yaşına karar vermemizde bize yardımcı olurlar.

- Temeller (Çekirdek Yapı): Kültür ortamının incelenmesidir. Baştan başlayarak

araştırmacının ilgisi halk geleneklerinin nerede ve ne zaman geliştiği sorusundan çok, neden

geliştiği sorusuna yöneliktir. Öncelikle, hala var olan geleneklerin dönüşümü, taklit edilmesi

ve birleşmesi sonucu ortaya çıkan yeni ürünlerin aynı türden olduklarını kabul eder. Çeşitli

ülkelerdeki yerel olarak yeniden işlenmiş biçimleri karşılaştırılmadan ve değerlendirilmeden

önce, başka bir dilden alınmış göçmen sözcük ve deyimle, içeriklerine göre

28

Page 29: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

belirlenmelidirler. Her bölgedeki modelin bireysel varyantlarını ve bu yapıdan yola çıkarak

yerel yapının gelişmesini ve bu yerel yapılardan bireysel varyantların oluşumunu anlayıp

açıklayabiliriz.

- Sonsöz: Metotlu eğitimin dışında düşünce bağımsızlığı da önemlidir.

d-Tarihi-Coğrafi Fin Yöntemine Yöneltilen Tenkitler

Bu yönteme yöneltilen en eski tenkitler yöntemin takipçilerinden, onu geliştirenlerden gelmiştir.

Avusturyalı halkbilimci Albert Wesselski (1871-1939) bir masalın yazılı kültür ortamı veya edebi

uyarlamasının öyle güçlü bir etken oluşturduğunu savunmuştur ki, sözlü yayılım izlerinin araştırılması

girişimlerine güvenini tamamen kaybetmiştir. O, sözlü gelenekte anlatılmakta olan masalların el yazmaları

veya basılmış kitaplar tarafından yayıldığını düşünmüştür. (Stith Thompsen Wesselski’nin Rönesans

döneminden itibaren basılmış yazılı kültür ortamı materyalleri konusundaki bilgisine erişebilecek bilgin

bulunamayacağını, fakat onun sözlü gelenek konusunu bilmediğini söyler.)

C.Von Sydow da Fin Okulu’nu hayatla hiçbir ilgisi kalmamış olan, özetlerin muhtevasını çalışmak

üzerinde yoğunlaşması nedeniyle tamamen gerçekle ilişkisi olmayan formülasyon ve ön kabulleri havaya

inşa ettiğini söyleyerek eleştirmiştir. Bu eleştiriyi 1970’lerden sonra Performans Teori’nin takipçilerinin de

yönelttiği düşünülürse “yüzyılın en büyük halkbilimcilerinden biri” olarak nitelenen Sydow’un derinliği

ortaya çıkar. Okulun genel çalışma prensiplerini ve bunların takibiyle oluşturulan monografları eleştirmiştir.

Ana amaç olan urform yerine oikoform(ekotip)u önerir. Özellikle sözlü kültür ortamında yayılmada diğer

geleneklerde olduğu gibi masal anlatma geleneğinde de “gelenek taşıyıcılar”ın önemine dikkat çeker. Köyde

yaşayanların düşman oldukları komşularından hiçbir şey öğrenmek istemediklerini ve bunun da yayılmaya,

dil engellerinin yanı sıra, taşıyanların hareketlerini engelleyen faktörler olarak bir başka engel

oluşturduğunu belirtir.

Sydow’un halk kültürünün araştırılması için bölgenin önemini ortaya koyan ve günümüz

paradigmalarında da geçerli kabul edilen “ekotip” teklifi kavramsal bir gelişmedir. Peter Burke’e göre

Sydow; botanikçilerden, doğal seçme ile belli bir çevreye uyarlanan kalıtsal bitki çeşitleri anlamına karşılık

gelen “ekotip” terimini devralmış ve kendi masal araştırmalarında kullanmıştır. Sydow; bir geleneğin kendi

bölgesinde onu taşıyanlareın karşılıklı etkisi ve denetimi yoluyla bir birleştirilme sürecine maruz kalacağını

söyler ve böylece masalın ekotipi oluşur. Sydow’un diğer eleştirisi Fin Okulu’nun içinden çıkılmaz bir

29

Page 30: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

kördüğüme dönüştüğüdür. Fin Okulu’nun uygulamaları sonucu oluşan nihai raporun teorik bir bakış açısıyla

yorumlanarak ortaya konulmasının gerekli olduğunu söyler. Bu eleştirilerin tamamı içeriden birisinin Fin

Okulu’nun çalışmalarına katkı amacıyla yaptığı görülmektedir

Tarihi-Coğrafi Fin Yöntemi’ni formalistler olarak bilinen N.P. Andrajev, A.I. Nikiforov, V.Petro ve V.

Propp da eleştirmiştir. Heda Jason 1920-1950 arasında yapılan eleştirileri cevaplamaya çalışmıştır. Onun

oluşturduğu temel üzerine C. Goldberg belki de bu yöntemin en son ve en kapsamlı savunmalarından birini

yapar.

Eleştirileri şöyle sıralar:

1. Sadece eski dünyaya ait peri masalları üzerinde çalışılması,

2. Epizotların kolayca değişik masal tiplerine dahil edilip çıkarılması,

3. Masal parçaları ve kolayca tasnif edilemeyen, sıra dışı veya nadir olan masalların da çalışmaya dahil

edilmesi,

4. Aarne-Thompsen İndeksi’nin Rus masalları için yeterince uygun olmaması,

5. Masal monografilerinin daima tek merkezli yaratmayı tasarlamasının yanı sıra bazen de çok

merkezli yaratmayı bir ihtimal olarak ele almalarının gerekliliği,

6. Masal üzerinde yeniden çalışılırken çıkan yapıda unutkanlığın önemsizliği,

7. Masalın göçünün seçmeye ve yaratmaya dayanan bir süreç olması,

8. Arketipler(urformlar) bulunamazlar, mevcut iddiaların sadece istatistik ve sezgi ürünü olması,

9. Yapılan monografi çalışmaları malzemelerin derlendiği bir dergiden başka bir şey değildirler.

Masalların bir açıklaması ve tarihi olmak yerine bir tipolojiden ibaret olmaları,

10. Çalışmaların çok dar ve sınırlı olmaları.

V.Propp’un bu yönteme getirdiği eleştiriler kendi “Yapısal Anlatı Çözümleme Yöntemi”ni ortaya koyuş

ve şekillendiriş nedenlerini oluşturmaktadır. Fin Yöntemi’nin masalları tiplerine ayırma ve onların tip

katalogunu hazırlayıp motif ve epizot karşılaştırmaları ile urform arayışı şeklindeki ve paradigma ve

uygulamalarını daha “sınıflandırma” temelinde reddettiği görülür.

V.Propp’a göre masallar son derece çeşitlidir. Açıkça bunları bütün çeşitlilikleri içinde

inceleyemeyeceğimiz için derlenmiş olan malzemeyi birçok bölümlere ayırmak, bir başka deyişle,

sınıflandırmak gerekir. Doğru sınıflama bilimsel betimlemenin ilk adımıdır. İncelemenin doğruluğu buna

bağlıdır. Sınıflandırmanın hazırlık niteliğinde derin bir ön araştırmanın ürünü olması gerekir. Fin

Metodu’nun sınıflandırma yanlışlığını da bir ön araştırmanın ürünü olmamakla eleştirir. Araştırmacıların

derlenmiş olan malzemeden hareketle sınıflandırmaya varmak zorunda olduklarını söyler.

30

Page 31: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

V. Propp, Aarne’nin masalları tiplerine göre sınıflandıran çalişmasına, “masallara numara vermesinin

ötesinde” sınıflandırma yanlışlarına işaret eder( Olağanüstü masallar, töre masalları,..vb. bölümlendirmeler

düşünüldüğünde “hayvan masalları kimi kez olağanüstülük öğesi taşımaz mı? Bu göstergelerin yeterince

kesin olduğu kabul edilebilir mi?” gibi sorular yöneltmiştir.).

Fin Yöntemine en sert eleştiri Performans Teori mensuplarından gelmiştir. Folkloru içinde yaratılıp

yaşatıldığı insan unsuru veya halktan kopuk ve teatral bir icra olan folklor unsurlarını, “bitmiş, üretilmiş bir

şey” olarak anlamak ve ölü metinler olarak çalışmakla suçlamışlardır. Performans Teori’nin takipçilerine

göre folklor sosyal bir olaydır ve anlatanla dinleyen arasında anlatılan geleneksel anlatı vasıtasıyla kurulan

bir iletişimin icrası folklorun doğasını oluşturmaktadır. Bu böyle olunca Fin Metodu’nun paradigmaları

yetersiz kalmakta ve bir zamanlar disiplinin övünç kaynağı olan, muhteşem ciltlerden oluşan monografi

çalışmaları tipik ve basit salt malzeme koleksiyonları olarak görülmekte, bundan öte değer taşımamaktadır.

B.) Tarihi Yeniden Kurma Kuramı:

Tarihi yeniden kurma veya oluşturma paradigmasına dayanan bu kuramın kavramsal olarak

başlangıcı Grimm kardeşlere kadar uzanmakta ve tesirleri itibariyle de bir ölçüde daha sonra ortaya çıkmış

bütün mitolojik okulları ve hatta Tarihi-Coğrafi Fin Okulu’nu da içine almaktadır. Bu kuram Grimmlerden

özellikle Jacop’a cazip gelmiştir. Teutonic Mythology adlı ansiklopedik çalışmasında sadece hayallerde

belli belirsiz biçimde bulunan eski Alman tanrı ve tanrıçalarını canlandırmaya çalışmıştır.

Jacop Grimm’in tezi 19.yy Britanya halkbilimcilerine çok güçlü ve geçerli görünmüştür. Ancak

Darwin’in 1859’da “The Origin of Spegies” adlı eserini yayımlamasından ve evrim kuramını bilimsel

düşünceye yerleştirmesinden sonra tarihsel yeniden kurmanın kavramsal kabulleri ve yöntemi, bu kuramın

tesiriyle yeniden yorumlanmıştır. Buna göre kronolojisine tarih öncesi başlangıcı getirmiş, uygar

putperestler yerine ilkel vahşileri incelemeye yönelmiş ve “Evrimsel Halkbilimi Kuramı”nı ileri

sürmüşlerdir. Tüm Viktorya dönemi bilim adamları, “yaşayan kalıntı” doktrinine bağlı kalmışlar ve

halkbiliminin tarihsel uygulamalarına ilgi göstermişlerdir.

George Laurance Gomme farklı sayılabilecek çizgisini, tarihe ve tarihsel yeniden kurmacılık

konusuna “Bir Tarih Bilimi Olarak Halkbilimi” adlı çalışmasında da sürdürmüştür. Gomme değişik ırkların

arka arkaya aynı yere gelip yerleşip orayı ele geçirmeleri sonucunda getirdikleri halk geleneklerini ayırarak

incelemenin mümkün olduğuna inanmıştır. İngiltere için, şimdi köylü toplumlara ait malzemede veya

31

Page 32: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

folklorda bir araya getirilmiş olan Aryan öncesi ve Aryan geleneklerini birbirinden ayırmış ve böylece

özgün bilgilerin oluşturduğu kültürel kurumları yeniden oluşturduğunu ileri sürmüştür.

Sözlü öykülerle ilgilenirken, halkbilimciler ve diğer sahaların mensuplarına düşündürücü görünen

husus olan, öykü geleneğinin tarihsel ve folklorik içeriğine ne kadar güve olabileceği, tarihi yeniden

oluşturmaya yönelen kişilerin karşılaştıkları bir sorundur. Bu bağlamda, Gomme’un Evrimsel

Halkbilimi(1908) adlı çalışmasını Andrew Lang eleştirir. Gomme’un Londra Köprüsü’nün antik önemini

desteklemek için kullandığı “Londra Köprüsü ve Hazine Düşü Gören Adam” efsanesinin bundan başka

birçok yerlerde bulunduğuna değinerek söz konusu kuramsal soruna işaret eder.

Lord Raglan gibi septikler ve Amerikalı antropolog Robert Lowie, ister mitsel olsun, ister daha

önemsiz olsun tüm tarihsel gelenekleri ve iddiaları reddetmektedirler. Fakat Hector ve Nora Chadwick’le

diğer ilim adamları, bütün büyük halk destanlarında, anlatılanların özünü tarihsel gerçeğin oluşturduğunu

düşünmektedirler. Dorson’a göre bu çetrefilli sorunun çözümü, her bir geleneğin bazı ölçütler

doğrultusunda incelenmesinde yatmaktadır. O, bu ölçütleri, geleneği taşıyanların aynı yörede sürekli oturup

oturmadıkları ve görülen yöre şartlarının destanı pekiştirici bir biçimde olup olmadığı, aşiret geleneklerinin

dilsel, etnolojik deliller ve dış geleneklerle de desteklenip desteklenmemesi olarak sınırlamaktadır.

Gomme’nin takip ettiği “tarihsel- yeniden oluşturma kuramı” çizgisi en büyük tesirini Japon

halkbilimi çalışmalarında göstermiştir. Dorson’a göre fiziksel ve zihinsel yalnızlığı yeğleyen Japon

halkbilimcileri, Britanya halkbilimcilerinin eserlerini okumuş ve Gomme’den çok etkilenmişlerdir. Japon

halkbilimi çalışmalarının kurucusu olan Yanagito Kunio’dan ilham alan çağdaş Japon halkbilimi okulu,

kapsamlı araştırma faaliyetlerini, tarihi yeniden oluşturma varsayımına dayandırmış antik Japon animizmini

yeniden özetlemeye çalışmıştır. Var olan hasat şenliklerini ve yozlaşmış ilahlarla ilgili öyküleri gözlemek

yoluyla Yanagita ve takipçileri, ithal Budizm ve resmi Şintoizm’i sonradan eklenen tarihsel öğelerden

arındırarak, kozmolojik inançların ilk çekirdeğine ulaşmayı amaçlamışlardır.

Dorson’a göre, halkbilimsel ve tarihsel teknikleri birleştiren bazı Amerikan halkbilimciler arasında

tarihi yeniden oluşturma konusunda yeni gelişmeler ortaya çıkmaktadır. Onun tespitlerine göre, Amerikan

halk tarihçisi, Avrupalı ve Amerikalı meslektaşlarına oranla daha yakın tarihle ilgilendiğinden sorunları

daha az görünmekle beraber sadece bir önceki kuşağın bile bir hayli bilinmeyeni ortaya çıkardığını

belirtmektedir.

Dorson’un aktardığına göre, William Lynwood Montel , “The Saga of Coe Ridge: A Study of Oral

History” adlı çalışmasında esas olarak banda ya da deftere kaydettiği hatıralara ve geleneklere dayanarak

Amerikan iç savaşı’ndan sonra güney Kentucky’de dağ eteklerinde kurulmuş bir zenci topluluğun tarihini

oluşturmuştur. Ekonomik ve ırkçı baskıların kurbanı olan bu topluluk 1960’larda yok olmuştur. Bu nedenle

Montel’in dağılmış olan eski yöre sakinleriyle ve yörenin yakınlarında oturan beyazlarla yaptığı

32

Page 33: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

görüşmelere dayanarak geçmişi yeniden oluşturması gerekmiştir. On yedi zenci ve yirmi iki beyazla yapılan

görüşmeler sonunda elde edilen sözlü veriler tarihsel, şecere bilim ve etnografik bilgiler diğer kaynaklarla

da doğrulandıklarında şaşırtıcı bir biçimde güvenilir oldukları ortaya çıkmıştır.

C.) Evrimsel Halkbilimi Teorisi:

19. yy boyunca, İngiltere’nin sömürgecilik politikası ve ABD’de devam eden derlemelerin sonucu

olarak ortaya her geçen gün gittikçe büyüyen ve karşılaştırmalı çalışmaları mümkün kılan inanılmaz

büyüklükte bir malzeme yığını oluşmuştur. Coğrafyacılar, dilciler ve halkbilimciler çeşitli ülkelerde yaşayan

insanların dillerine, geleneklerine, ekonomilerine, hayat modellerine ve yarattıkları ürünlere dair her şeyi

derleyip çalışmaktaydılar. Bu durumda yapılacak bir çalışmayı sadece Avrupa ve Yakın Doğu’yla

sınırlamanın yanlışlığı son derece açıktı. Ortaya konulacak bilimsel çalışmanın filologların ve

halkbilimcilerin dünyanın dört bir yanından derledikleri malzemelerin taşıdığı gerçekleri de içerecek şekilde

ele alınmasını gerekli kılmış oluyordu. Böylesi devasa bir malzeme yığınını mitolojistlerin “ortak ata ve

aile” açıklamasıyla veya Benfeyistlerin “ödünçleme” kavramlarıyla ele alınmasının yetersizliği de

ortadaydı.

Çeşitli toplumlardan derlenen malzeme her yıl artıyordu ve her geçen yıl gelen malzeme içinde daha

önce görülmemiş, duyulmamış yeni hayat tarzları ve dünya görüşlerine dair malzeme üst üste yığılıyordu.

Bunların Avrupa dilleri ve hayat tarzlarıyla yapılan karşılaştırmalarında karşılıklı ilişkilendirmeler kurmak

her zaman mümkün olmuyordu. Söz konusu malzemenin tamamı arasında anlaşılabilir açıklamalar

yapabilecek yeni bilimsel teorilere ihtiyaç vardı.

Bu ihtiyacı karşılamak üzere “Evrimsel Halkbilimi Teorisi” veya halkbiliminde “İngiliz

Antropolojik Folklor Okulu” olarak da bilinen bir teori geliştirilir. Kurucusu İngiliz Sir Edward Burnett

Tylor’dır. En yakın takipçisi İskoç Andrew Lang’dır.

Bu kuramın temel paradigmaları için Dorson “Darwin’in evrim teorisinin izinde ve ondan esinlenmiş

halkbilimciler olarak, köylüler arasında yaşayan eski pratikler ve vahşi geleneklerden hareketle insanlığın

tarih öncesini yeniden kurabileceklerini düşündüler.” der.

Darvin’in evrim teorisinde biyolojik gelişmeyle ilgili yorumlarından hareketle tarih öncesi bulguları

ve halkbilimsel verileri karşılıklı etkileşimleri içinde değerlendirme amacına yönelen bu okul mensupları,

halkbilimi kuramları içinde daha önceleri “köken” veya “kökenler”in yanında ikincil bir husus gibi gözüken

“kültürel aşamalar” kavramının birincil ve hakim bir paradigma olarak yerleşmesini sağlamıştır.

E.Tylor 1866’da yayımladığı “İnsanlık Tarihinin Erken Dönemi Üzerine Araştırmalar” adlı

çalışmasında ana amacın insanlık kültürünün gelişme evreleri olduğu görülür. 1871’de yayımladığı “İlkel

Kültür” de bu husus daha açıktır.

Tylor çeşitli toplumlardan hayat tarzlarına, dünya görüşlerine dair inanılmaz bir hacme ulaşmış

derlenmiş olan malzemeden hareketle, bütün toplumlar arasında hayat tarzı, gelenekler ile dini ve edebi

33

Page 34: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

kavramlar arasında benzerliklerin mevcut olduğu sonucuna ulaşmıştır. Bu benzerliklerin nedeni de insan

tabiatının, zihninin ve düşüncesinin temeli ile insanlık kültürünün geçirdiği gelişme yollarının benzerliğidir.

Tylor ilkel toplumların kültürü ile uygar toplumların kültürü arasında benzerlikler gösteren sayısız unsur

bulmuştur.

Bunlardan hareketle uygar toplumların bir miras olarak alıp yaşattıkları “dini ve kültürel yaşayan

kalıntılar”(survival) kavramını formüle eder. Ona göre kültürün ilk dönemlerinde mitler gayet iyi bir şekilde

gelişmiş dini sistemlerdir. Tylor insanlık tarihinin bu ilkel dini sistemlerinin temel dini konseptlerini de

ortaya koydu. Bunları “animizm” olarak adlandırdı. Ona göre animizm, insanın etrafını çevreleyen doğal

olgulara ruh izafe etme halidir.

Bu teorik yapılanış Max Müller ve takipçileri başta olmak üzere çeyrek yy’ı aşan bir polemik ve

karşılıklı kritik savaşına dönüşür.

Bu kuramın çalışma yöntemi esas itibariyle karşılaştırmadır. Bu yöntemin uygulanışı A.Lang’a göre

herhangi bir ülkede akıldışı bir gelenek bulunduğunda onun mahiyetini anlamada takip edilecek metot, söz

konusu geleneğin akıldışı olarak görülmeyip toplumun üyelerine harmonik bir uyum içinde kabul görüp

yaşadığı bir ülke bulup oradan hareketle onu anlamak şeklindedir.

Bu kuramı takip eden halkbilimcilerin halkbilimine genel yaklaşımlarıysa; folklor, geçmişin yaşayan

kalıntılarıydı ve halkbilimciler folkloru kullanarak insanlığın tarih öncesini yeniden kurabilirlerdi. Bu

nedenle bu okula mensup halkbilimciler özellikle işlevsizmiş gibi görünen, kaba saba ve hurafe nitelikleri

ağır basan kültürel materyaller üzerinde yoğunlaştılar. Okuma yazma bilmeyen köylülerin paganlık

zamanından başlayarak yaratılışın daha ilkel zamanlarına ait fosilleşmiş yaşayan kalıntılarını koruduklarını

düşündüler. Bu bakış açısı folkloru, biraz da arkeolojinin tesiriyle, insan zihninin arkeolojisi olarak gördü.

Evrimsel teorinin üçüncü kuşak halkbilimcilerinden ve Tarihsel-Yeniden Kurma Kuramı’nın

takipçilerinden Gomme, Tylor’ı “Her zaman mitlerin temelinin hayatın gerçeklerinden kaynaklandığını ileri

sürmüştür.”şeklinde yorumlar. Gomme Tylor’ın insanlar arasında günümüzde yaşamakta olan pek çok

geleneğin tarihsel kökenlere dayandığını gösterdiğini ileri sürer.

Gomme İngiltere’de folklorun bağımsız bir disiplin olarak kabul edilmesi mücadelesini başarıyla

yürüten isimlerin başında gelir. Halkbilimi sahasını tarihi “yazılı kaynakların bir kısmı” olarak düşünür.

Tarihçileri folklorun tanıklığını inkar etmekle, halkbilimcileri de folklorun içindeki tarihselliği görmemekle

suçlar. Folkloru tarih içinde müstakil bir kısım olarak görür. Folkloru “modern kültür içinde köylü ve

mahalli elementler” olarak tanımlar. Dönemin “yaşayan kalıntı teorisi” adıyla bilinen anlayışı doğrultusunda

insan düşüncesinin daha eski ve ilkel düşünce evrelerinin ürünü olarak düşünmektedir.

Söz konusu daha eski dönemlerin ürünü olan elementlerin gelişmeye kapalı olduğu ve modern

kültürel şartlar içinde eski zamanların ve kültürel şartların bir “yaşayan kalıntı”sı (survival) olduğu

görüşündedir. Ona göre bu ürünler nesiller boyunca ya tamamen kristalize olmuş bir halde aynen

34

Page 35: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

aktarılmakta ya da dağılıp parçalanarak gittikçe artan bir sembolizasyon veya hurafeleşme süreci

yaşamaktadır. Böylece etraflarındaki insanların günlük hayatlarını oluşturup yönlendirmedeki rolleri

gittikçe azalmakta ve buna bağlı olarak da bu elementler onları uygulayan insanların azalmasıyla sosyo-

kültürel hayattan daha da izole olarak “sır” haline gelmektedir.

Gomme halkbiliminin geçmişine işaret ederek alanını belirlerken ve evrim teorisi doğrultusunda

geçmişten kalan “yaşayan kültürel kalıntılar” olarak gördüğü folklor malzemesinin öncelikle, totemizm

dönemine kadar gidebileceğini ve totemizmin de insani kurumları oluşturan önemli bir etken olması

nedeniyle çok rahatlıkla insanlığın doğuş kaynaklarına kadar gidebileceğini düşünmektedir. Ancak ve ancak

folklor sayesinde tarih öncesini anlayabileceğimizi ileri sürmüştür. Folklor malzemesindeki köklü

değişikliklerin bir etnolog yaklaşımıyla, ancak “değişik ırk kökenlerine” bağlı olarak açıklanabileceğini ileri

sürmektedir.

Bu yaklaşımla aynı zamanda folklor unsurunun dönemin “ barbar, vahşi ve uygar” şeklindeki

kültürel evrim basamakları içindeki yerinin ve gelişiminin de ortaya konulması amaçlanmaktadır.

Gomme’ye göre eski çağların yaşayan kalıntısı olan folklorun, kendi başına bir olgu olarak ele

alınmasının sağlayacağı yararın artması için, oluşup aktarıldığı çağın şatlarıyla birlikte ele alınması

gerekmektedir. Bu bağlamda Grimm kardeşleri ve benzer çalışma yöntemini devam ettiren takipçilerini

eleştirir. Ele aldıkları malzemenin çok nadiren Hristiyanlık öncesine aidiyetlerine işaret etmenin ötesinde

kökenlerini ortaya koymaksızın çalışmışlardır.

Gomme, folklorun her elementinin, tek tek her batıl inanışın, geleneğin, masalın insanlık tarihi

içinde bir başlangıca ve kökene sahip olduğuna inanmaktadır. Ancak bunların tamamının kökenlerini ortaya

koyabilmenin meydana gelen değişimler ve dönüşümler nedeniyle ortaya çıkan güçlüklere rağmen imkansız

olamayacağını düşünür.

Folklorun da tıpkı tarih gibi, ama ondan bağımsız ve kendine has kanunlara ve kurallara dayalı

olarak varlığını sürdürdüğünü ileri sürer.

Öte yandan tarih çalışmalarının da geçmişi ele alışlarında ortaya çıkan bilgi boşluklarını doldurmada

ve çalışılan bir dönemin sosyal ve kültürel arka planını ortaya koymada halkbilimi çalışmalarına ihtiyaç

duyduğunu belirtir. (dipnot: Bu tarih anlayışının çok daha sonraları Fransa’da “Annaneles Tarih Mektebi”

olarak ortaya çıkıp günümüzde neredeyse hâkim tarih anlayışına dönmesi dikkat çekicidir.) birbirine ihtiyaç

duyan bu iki disiplinin daha verimli olabilmesi için yan yana yürütülmesi gereklidir.

Bu kuramın önemli temsilcilerinden olan James Frazer 1890’da başlayarak yayımladığı on iki ciltlik

eseri “Altın Dal”la halkbiliminin erken döneminde akademik çevrelerde prestij kazanmıştır.

Frazer, Tylor ve A.Lang’ın takipçisi olarak başlar. Onların “Zihni veya beyni itibariyle insan her

yerde aynıdır. İnsan zihni her yerde benzer kültürel gelişme evrelerinin kanunlarına tabi olarak gelişir.

Geçmiş kültürel evrelerine ait pek çok kültürel yaşayan kalıntı folklor olarak daha gelişmiş “uygar” evrede

35

Page 36: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

yaşamaktadır.” Şeklindeki temel paradigmalarını kabul eder. Ancak vardığı sonuç ve yorumlayışı farklıdır.

Ona göre ilkel kültürlerdeki olguların yapısını esas açıklayıcı kavram “büyü” veya “sihir”dir.

Frazer’a göre “büyü”, öncüllerinin ileri sürdüğü animizmden önce gelmektedir. Bu basit gibi

görünen farklılığın ilkel dinin kaynağının ne olduğunun açıklaması konusunda taşıdığı önem büyüktür.

(dipnot: Frazer’ın çalışmasının SSCB’dedin karşıtı propaganda için tercüme edilişi halkbiliminin ideolojik

kuramına çok ilginç bir örnektir. ) Max Müller’in kuramının oluşturduğu entelektüel tartışmaların bir

benzeri de Frazer’ın görüşleri etrafında yaşanmıştır. “Eski Ahit’te (Tevrat) Folklor” adlı çalışmasında

görüşlerini sürdürür.

Frazer’ın din ve bilimle ilişkisi açısında ele aldığı “büyü” kuramı Malinowski’ye göre mevcut teorik

yaklaşıma katkı sağlamıştır. Frazer’a göre büyü, ilkel insanın esaslı bir görüşünden ileri gelir. Bu da

fikirlerin birleşimi ilkelerinin ve bunların bir doğal süreçler kuramına dönüştürülmesinin uygulanması ya da

daha doğrusu yanlış uygulanmasıdır.

Büyünün iki ilkesi şunlardır: benzerler benzerleri üretirler ve bir kez ilişkiye girmiş bulunanlar

birbirlerini uzaktan etkilemeyi sürdürürler. Frazer bu iki ilkeyi “ilkel büyüsel bakışın yasaları” olarak

niteler. Bu yasalar kuşkusuz sözlerle formüle edilmiş ve “vahşi” tarafından kuramsal olarak kavranmış

değillerse de ;“vahşi”, dolaylı olarak bunların doğanın gidişini insanın istencinden hayli bağımsız olarak

düzenlediklerine kesinlikle inanır. Bu yasaları bulduktan sonra vahşi de uygular ve o böylece bazı doğal

güçleri keyfince kullanma gücüne sahip olduğuna inanır.

Pierre Saintyves kuramın bir diğer temsilcisidir. Çağdaşı Fransız halkbilimci A.Von Gennep’le

Fransa’daki halkbilimi çalışmalarını yönlendirir. 1936’da “Folklorun El Kitabı” adlı hacimli eserini

yayımlamaya başlar.

Pierre Saintyves’in doğrudan ve dolaylı olarak araştırmalarının daimi ilgi noktasını Cochiara’nın

tespitlerine göre “dini-sihri gelenekler” oluşturmuştur. Bu nedenle benzerleri Tylor, Frazer, Lang ve

Hartlang’ın takipçisi olmuştur. “Fransa’nın Frazer’ı” olarak adlandırılır. Karşılaştırmalı metotta tarih

bilimiyle doğa bilimlerinin ortak bir örtüşme noktalarının var olduğunu ve karşılaştırmalarda sadece

benzerliklerin değil, farklılıkların da ele alınarak karşılaştırılmasının gerekli olduğunu söyler. Böylece

halkbilimsel gerçeklerin ve kanunların ortaya konulabileceğini düşünmüştür.

Cochiara’ya göre bu bağlamda halkbilimini sosyolojiyle karıştırmıştır. Saintyves bir geleneği ortaya

çıkış ve şekilleniş, gelişme dönemindeki durumu ve ortadan kalkma dönemlerine ayırarak çalışmıştır.

A.Von Gennep bütüncüllükten uzaklaşan ve belirli bir anlam ve yorum taşımaz hale dönüşen, buna rağmen

ciltler tutan çalışmalarını “malzeme koleksiyonu” diye adlandırarak eleştirmiştir.

P.Saintyves’in ağır tenkitlere rağmen asıl iz bıraktığı hususlardan birincisi “halkbiliminin bir aşk ve

kardeşlik disiplini olduğu ve kardeşlik derecesinde bir arkadaşlık olmadan bir insanın diğer insanın kalbini

anlayabilmesinin imkansız olduğunu yine halkbiliminin öğrettiği” şeklindeki modern-romantik

36

Page 37: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

yaklaşımıdır. “Kavimler, ama sadece bir iki kavim değil, kavimlerin büyük bir çoğunluğu folklordan dersini

aldığı gün insanlığın hakiki sulh devri açılacaktır.” der.

D.) Psikoanalitik Halkbilimi Kuramları

a.) Psikoanalitik Halkbilimi Okulları ve Kuramsal Farklılıkları:

Mitolojik Teori’nin tek kavramlı ve sosyal olayları çoğu zaman tek nedene indirgeyerek açıklayan

okullarına benzeyen halkbilimi kuramlarından birisidir. Wunt, Freud ve Jung temsilcileridir.

Wunt ve takipçilerinin okulu, halkbilimi ürünlerinin kaynağını insanın düş, imge ve hülya gibi

psikolojik oluşumlarıyla açıklamaktadır.

S.Freud ve takipçilerinin okulu olan psiko-analitik okul; halkbilimi ürün ve olaylarını, cinsel

organlarla cinsel birleşmelerin birer simgesi olarak düşünen ve halk kültürünü oluşturan her türlü halkbilimi

ürün ve olaylarını cinsel organ simgesi veya birleşme öğesi olarak açıklayıp çözümlemeye dayanmaktadır.

Bu okullar 19. yy bilimsel paradigmalarının sosyal olgu ve olayları tek nedene indirgeyip açıklama

alışkanlığının günümüzde de devam eden örnekleridir. Dorson “Günümüzde geçerli olan halkbilimi

kuramları içerisinde en kurgusal olanı Freud’un anısını yücelten Psiko-analitik Okul’dur.” der.

Malinovski’ye göre Psiko-analitik Okul insanın incelenmesi konusuna belki tek yanlı, ama önemli

bir özel görüş açısı getirmiştir. Psikanalizin gerçek katkısı; aile kurumları bağlamı içinde eğitim, ana-baba

otoritesinin kullanılması ve seks, beslenme, dışkılamayla ilgili bazı temel güdüler gibi kültürel etkiler

altında erken çocukluk dönemindeki zihinsel, yani aynı zamanda toplumsal davranışların oluşumu üzerinde

ısrarla durmasıdır. Malinovski, “Gerçekten de S.Freud çeşitli “ayıplar”a ilşkin batı tabumuzu yıkmayı

başarmıştır. Öyle ki artık psikoanalitik terimleri kullanan herhangi bir kimse insan vücudunun belden

aşağısına ilişkin konularda konuşabilir, oysa önceleri bu konuları salonlarda, hatta akademik toplantılarda

bile ele alınması yasaktı.” der.

1-W. Wunt Okulu: Alman Wilhelm Wunt, E. Taylor ve A. Lang’ın kuramından da yararlanarak

“Milletlerin Psikolojisi” adlı eserinde değişik toplumların mit ve masallarını tahlil ederek pek çok dini ve

edebi olguların insan zihninin spesifik psikolojik şartlarında ve adeta rüyanın yaratılışına benzer bir şekilde

yaratıldığı sonucuna vardı.

Wunt’un takipçisi Von der Leyen bu fikri bilinçaltı ve yarı bilinçaltı terimlerini de kullanarak

neredeyse bütün halkbilimi unsurlarının yegane yaratılış nedeni olarak genelledi. Bunun halkbilimi

çalışmalarında kabul edilmesi mümkün olmadı.

2- Sigmund Freud Okulu: Halkbilimi çalışmalarında psikolojik kuramın en yaygın uygulayıcıları Freud ve

takipçileridir. Freud, bilinçaltı düşünceyi araştırırken mitlere ve peri masallarına, tabulara, şakalara ve batıl

inançlara büyük ağırlık vermiştir. “Rüyaların Yorumları”eserinde çocukluktaki bastırılmış gizli cinsel

arzuların ve korkuların simgesel kılıklarda düşlerde anlatım bulduğu tezini ortaya koymuştur. Buna göre

37

Page 38: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

uyanık olma halinde bastırılan seksüel arzular, uyku ve halisünasyon anında serbest kalırlar ve rüyayla

fanteziye dönüşürler. Freud ve arkadaşları pek çok edebi ürünü bu psikoanalitik plana göre yorumladılar.

Psikanalist halkbilimci K.Abraham “düş, bireyin mitidir”der. Ona göre düşlerde ve mitte aynı

psikolojik mekanizma işlemektedir. Mitler o ırkın çocuklarındaki ruhsal baskıları açıklar. Yığma, işleyerek

geliştirme, yerine koyma gibi mekanizmalar çocuksu, yarı unutulmuş cinsel dürtüleri, günlük yaşamdan

alınmış nesnelere ve imgelere dönüştürmektedir.

Freud, Oedipus mitinde, yetişkinliğe ermiş çocukların bastırılmış karanlık arzularının ve dürtülerinin

açığa çıktığı, abartılı bir açıklaması olan mitsel bir öykü görmektedir. Erkek çocuk annesini fücur (ensest

ilişki) bir sevgi ile sevmektedir ve babasını öldürmeyi düşlemektedir. Oedipus Rex’te ise istekleri acıklı bir

biçimde yerine gelmektedir. Burada halkbiliminin sözlü türlerinin psikoanalitik yönden çözümlenmesinde

takip edilen model görülmektedir. Abraham libiinal ilkel benliğin kaba istekleri, üst benliğin zorlamasıyla

bir tür sansür ile perdelenmekteve bu istekler düşlerde ve mitlerde simgesel kılıklarda ortaya çıkmaktadır,

der. Bu perdeyi aralamak halkbilimcinin görevi olmaktadır.

Psikoanalitik yorum ve çözümleme halkbilimi içinde yer alan her şeyi cinsellik simgesi alma

genelliğine düşmüştür. Karl Abraham’ın Rüyalar ve Mitler’de Kuhn’un yöntemine değinmesi ve

Prometheus miti üzerine yorumunu onun yöntemine göre yapması iki kuramın takipçileri arasında doğrudan

metodoloji ilişkisi olduğunu gösterir. Abraham Kuhn’un Prometheus mitine katılır. Fakat bazı simgelerin

aynı kişiyi belirttiğini ileri sürer. Buna göre Prometheus hem yıldırım, hem de Sanskritçe’den aldığı

kelimenin anlamı olan “burgu,matkap” veya “delici” ya da ona göre “üretici”dir. Prometheus, yıldırım ilkel

insana ateşi getirmiş; fakat ilkel insan aynı zamanda düzgün, sert bir çubuğu “delici ,burgu”yu yumuşak,

yuvarlak bir tahta üzerine sürtmekle ateş yakmayı öğrenmektedir. Bunlar apaçık cinsel organların simgesi

olmaktadır. Bu miti “yaşamın ilkesi olan dünyaya getirmedeki eril güç”olarak yorumlar.

Bu okul genel olarak ortodoks halkbilimi araştırmalarında istihza (ince alay) ile karşılansa da

günümüzde de faaliyetlerine devam etmektedir. Bugüne kadar çalışmalarıyla ortodoks halkbilimciler

arasında yankı yapmış ve halk geleneklerini en enerjik biçimde inceleyen üç kişi E.Jones, E.Fromm ve G.

Rohem’dir.

E.Jones, kabus korkuları ve cinlerden korkmaile çocukluk hayallerinin düşlerde ve halkbiliminde

yansılanması arasında doğrudan bir ilişki görmüştür. Kan emen vampir inancı, gece emisyonlarını ve oral

sadizmi belirtmektedir. Şeytanın ise fallus simgesi oluşu, çoğunlukla yılanla özdeşleştirilmesinde

görülmektedir.

Şeytan, baba figürü olup iki bastırılmış arzuyu, oğlun babaya öykünmesi ve ona karşı koyma

istekleri şeklinde belirmektedir. Büyücü ise, kadının kendi ve annesi hakkındaki bilinçdışı düşüncelerinin

dışavurumudur. Bastırılmış fücur istekleri hep bu inançlarda gizlidir ve bunlar ataerkil ve münzevi kilisenin

beslediği ödipal duygular olarak görülebilir.

38

Page 39: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Ernest Jones İngiliz Halkbilimi Kurumu’nun ellinci kuruluş yıldönümünde, Psikanaliz ve Halkbilimi

başlıklı konuşmasında dinleyicilerin bilincinde olarak ırksal geçmişten arta kalan yaşam ile bireyin

geçmişinden arta kalanlar arasındaki paralelliği vurgulamıştır. Fakat fincan, kadeh, kazan, mücevher gibi

nesnelerle dişilik organını belirten simgelerin sıralanmasına dinleyiciler çok az ilgi duymuşlardır.

Halkbiliminde tuzun Sembolik Önemi adlı tebliğinde ayinlerde kötü ruhları kovmak için tuz

kullanılmasında görüldüğü gibi halk düşüncesinde de tuza büyülü özellikler yüklendiğini gösteren delilleri

bir araya toplamıştır. Ona göre beyaz, hayat veren tuz sperm simgesidir ve erkeği ve aşılama ilkesini

göstermektedir.

Erich Fromm düşler, mitler ve peri masallarının psikoanalitik yorumu konusunda ilk eseri yazmıştır.

Jonah hikâyesinde mitsel ilişkilerdeki evrensel simgeye değinir. Hikâyede Jonah gemi ambarında sürekli

beşikte gibi sallanmaktadır. Okyanus, derin uyku, balinanın karnı ,..vs. anne rahmindeki fetüsü ve koruyucu

yalnızlığın iç deneyimini yönlendirmektedir.

Fromm, Kırmızı Şapkalı Kız yorumunda bildik Freud yorumlarını aşar. Genç kızın (şapka

menstruasyon- döl yatağındaki parçaların kanla atılması- simgesidir)erdem patikasında başıboş dolaşırken

kurt(adam) tarafından baştan çıkarıldığını belirtir. Kurt gerçekten de karnını (rahmini) kız ve büyükanne ile

doldururken hamileliğe imrenmeyi sergilemektedir. Kırmızı Şapkalı Kız kurdun karnını taşla

doldurduğunda kısırlık simgesi kullanılarak kurt cezalandırılmaktadır. Bu masal ise erkeklerden ve

cinsellikten nefret eden kadınların masalı olarak gösterilmektedir.

Geza Rohaim çalışmalarına psikoloji ile değil halkbilimi ile başlamıştır ve daha otoriter çalışmalar

ortaya koyar. Avusturya yerlilerini alan araştırması yoluyla inceler. Rüyanın Kapıları adlı çalışmasında pek

çok mit ve masalı incelemiştir. Düşü, mit ve masalla paralel olarak değil, onların habercisi olarak ya da

düşün mitleri oluşturmak için bilinçdışı hayallerle birleştiğini düşünmektedir.

Ona göre İblis Grandel’in uyuyanları boğması ve onların kanını içmesi bir kâbus olayıdır. Odisseus,

polyphemus adlı dev uyurken gözüne şiş saplamakta ve böylece uyuyanın hadım edilme kaygısını (körlük)

baba heykeline yansıtmaktadır...

Geza Rohaim mitolojik masalların özünü oluşturan bir temel düşten söz eder. Buna göre, düş gören

kişi bir göle ya da çukura düşmektedir. Bu da fallusun vajinaya ulaşmasıdır. Sonra bedenin dışında bir

okyanus ya da bir lotusla simgelenen bir rahim oluşmaktadır. Burada yaratılış miti kökeni görürüz. Dalış ne

kadar derin olursa fallus o kadar büyük olur. Çünkü bir düşteki dalma, ereksiyonu simgelemektedir. Geza

Rohaim böyle bir düş gören bir kişi bunu benzer düşler gören kişilere anlattığında ve yinelemeler sonucunda

mitin geliştiğine inanmaktadır.

Psikanalist halkbilimciler, çalışmalarında sadece mitleri ve masalları değil, folklorun bütün türlerine

ait malzemeyi alıp incelemeye çalışmışlardır. Hedwing Heri, John Dollard, Richard Sterta bu

halkbilimcilerdendir.

39

Page 40: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Kenneth J. Murder çağdaş kovboy mitini çalışmasına konu eder. Filmleri ve tv westernlerini içine

alan edebiyatla psikiyatrik hasta kovboy verilerini bağdaştırır. Hastanın tarihçesinin mite uyduğunu

görmektedir. (tüfek fallus, silahı çentmesi babayı öldürmenin kefareti olarak kendini hadım etmesi...,vb.

yorumlar getirir) Munden’e göre milyonlarca film ve tv eleştirmeni westernleri kendi çocukluk travmalarını

yeniden görmeleri zorunluluğu doğuran “yinelenen çocukluk” nedeniyle izlemektedir.

Bu çalışmalar içinde ortodoks halkbilimcilerce en çok kabul gören Gershon Legman’dır. Seksüel

Mizah ve Ayıp Şakaların Akılcı Bir Analizi adlı çalışması önemlidir.

Dorson’a göre Legman zina, evlilik, eş aldatma ve kadın ve erkeklerin cinsel yönden yanlış

deneyimleri ile ilgili fıkraları; onların gizli içerikli saldırganlık, korku ve düşmanlık duygularını açığa

çıkarmak amacıyla incelemeye yönelmektedir. Legman Thompson’un Motif İndeks çalışmasında Seksle

İlgili Mizah bölümünü görüp, tutuculukla boş bırakan Tarihi-Coğrafi Fin Okulu takipçilerine karşı çıkar.

Bilinen Freud yorumlarından farklı olan çalışması halkbilimi çalışmalarına katkıda bulunmaktadır. Çünkü

fıkrayı, özellikle açık fıkrayı çağdaş toplumda en önemli halk öykücülüğü türü olarak tanımlamaktadır.

Legman karşılaştırmalı halkbilimcidir. Fıkraların uzun ömürlülüğünü ve yayılımını, belirli olayları

ve ayrıntılı ifadeleri belgelendirerek göstermektedir. Batı Avrupa masallarının ve fıkralarının İtalya ve

İspanya’ya, Doğu Avrupa fıkralarının da Türkiye ve Yunanistan yoluyla (daha önce Benfey’de vardı) yazılı

kaynaklarla geldiğini ileri sürer.

Legman dönemine göre çok eskimiş bir halkbilimi yorrumlama yolunu takip etmektedir. Freud’un

psikanaliz ve ödipal simgelemesini, erkeklerin neden açık saçık öyküler anlattığını açıklamak için

kullanmıştır.

3.) C. G. Jung Okulu: Freud’un öğrencisidir. Psikanaliz Okulu’nun kuramsal yaklaşımarını reddederek

“analitikal psikoloji” adıyla bilinen bir okul oluşturur.

Dorson halkbilimi çalışmaları açısından Freudçularla Jungcuların pek çok ortak yönü olduğunu

söyler. Her iki grup da halkbilimini kendi öğretilerinin bir parçası olarak görmektedir. Freud da Jung da

mitleri ve peri masallarını simgeleme yöntemiyle yorumlamaktadırlar. Jung’un en coşkulu takipçisi Joseph

Cambell bile dünya mitolojisine dair yorumlarında Freud’a benzer. Freud’un yaklaşımındaki ikilemler olan

erkek-dişi, fallus-vajina, Jung’da cinsel terimler olarak değil de metafizik terimler olarak görülür. Bilinçli

olma-bilinçdışı olma, yaşam-ölüm, tanrı- şeytan biçimine dönüşür. Her iki yorumlama şeması da bilinçaltı

kavramını anahtar kavram olarak kullanmaktadır. Kullanımdaki farklılık Jung’un “bilinçaltı” kavramını

birey’den ırk’a çevirmesindedir.

Halk masalları metinlerindeki birçok çeşitlemeyi açıklamak için Ortodoks halkbilimi uzmanları

tarafından kabul edilen sözlü geçişme yerine Jung, bilnçaltı ruhta var olan benzer mit ve mit öğelerini tekrar

tekrar üreten öğelerden söz etmektedir. Bu mitolojik bileşenlere “motifler”, “yavru imgeler” ya da “ilk

örnekler” adını verir. buna göre ilkel insan mitleri uydurmaz. Ön bilinç-ruh gücünün açığa çıkarttıkları

40

Page 41: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

olarak yaşar ve modern insan bunları “aslın canlanması” şeklinde tekrar tekrar yaşamaktadır. Bunlar

genellikle bir bütün halinde olmayıp, mitsel parçacıklar şeklini alırlar.

Asıl türün bir örneği, rüya ve peri masallarında eşit sıklıkla rastlanan yaşlı adam tipinde görülür.

Karakteri yardımseverlik ve iyi niyetlilik gibi niteliklerle, entelektüel yapısı da bilgeliği ve akıllılığıyla

gösterilmiştir. Belki de onunla tanrı arasında ilgi kurulmuştur. “İlkel” peri masallarında yaşlı adam güneşle

özdeşleştirilmiştir. Jung, 1958 yılındaki bir çalışmasında daha da ileri giderek yaşlı adamın kendisinin

karşıtı da olup hem yaşam verici, hem ölüm getirici olduğunu ileri sürmüştür.

Jung’un din, büyü ve mitoloji ile ilgili geleneklere yaklaşımını en belirgin şekilde temsil eden

Amerikalı halkbilimci Joseph Cambell’dir. “Bin Yüzlü Kahraman” adlı çalışmasında bunların asıl tür

kalıplarını göstermek amacıyla ayrılık, öne çıkan engeller ve mitolojik kahramanın geri dönüşü gibi sürekli

tekrarlanan evrensel ana konuları işlemiştir.

J. Cambell “Tanrı’nın Maskeleri”nde kültür çevresinden aldığı örneklerle Frazer’ı da hatırlatır ve

çevresel özellik taşır. Peri masallarında bütün insanları birleştiren derin ana konuların yalnız hafif ve

eğlenceli yansımalarını görür, ciddi ifadeleri ise gelecekten haber veren bilicilerin esinlenmelerinde ve

kutsal yazılarda bulmaktadır.(Dorson)

Dorson’a göre Campbell gibi mitoloji bilginlerinin ve bir kısım edebiyat eleştirmenlerinin Jung’un

düşüncelerini beğeniyle kabul etmeleri, Jung’un ilk örnekleri bağlamından soyutladığını düşünen

antropoloji eğilimli halkbilimcilerin eleştirileri ile dengelenmektedir. Jung Enstitüsü’nde yetişen Amerikalı

halkbilimci Carlos C. Drake Jung’un kavramlarının belli başlı antropologlar tarafından yanlışlarla dolu

olarak anlaşıldığına değinir.

Drake’ye göre dışadönük ve içedönük kavramaları, temel psikoloji türlerini belirlemekteydiler.

Bunların her biri de kendi içinde düşünme, duygu, sezi ve heyecan olarak dört alt türe ayrılmaktadır.

Derlemeci bilgi aldığı kaynak kişinin ve kendisinin hangi psikolojik türden olduğunu bilmesi sayesinde bu

kişilerle daha etkili bir uyum sağlayabilir ve onların kişisel stillerinin anlaşılabilmesi için bu tür bilgilere

gerek vardır.

Jung’un içeriğine “ilk örnek” adını verdiği toplumsal bilinçaltı, toplumu oluşturan herkes tarafından

paylaşılmaktadır. Fakat ilk örnekler kendi başlarına içeriği değil de biçimi tanımlamaktadırlar.

Jung bireyin kompozisyonunu açıklamak için başka terimler de kullanmıştır. “Persona”, bireyin

toplumsal ya da mesleki rolünü; “anima”,dişi özelliğini; “animus” ise dişillerdeki eril özelliği

belirtmektedir. Anima ilk örneklerde bilinç ve bilinçaltı arasında bulunmaktadır.

41

Page 42: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Jung, düşlerde ve hayallerde olduğu gibi mitlerde ve halk masallarında da kişiliğin karanlık yönlerini

temsil eden gölge figürler ve olaylar görmüştür. Drake, bu bilinçaltı faktörlerin folklorla

özdeşleştirilebileceğini iddia eder ve bunlara örnekler verir. Cadılar Pueblo kızılderilierinin masallarında

görülmekte, fakat cadıların aşağılandığı kültürlerde hiçbir zaman görülmemektedir. Bu doğrultuda cadının

yardımcı yönü masallarda ortaya çıkan ve baskı altındaki kişilere duygusal çıkış yolu sağlayan ortak gölge

figürü olarak yorumlamaktadır.

Dorson’a göre Jung UFO adlı çalışmasında da modern bir olguyu halkbilimsel kapsamıyla

incelemektedir. Jung, bu cisimlerin görülmelerini derin toplumsal kaygıların hayallerimizdeki uzay bilincine

uyanan emellerimize uygunluğuna göre açıklanabileceğine inanmaktadır. Günümüz insanları, özellikle

Amerikalılar dünya sınırlarından kurtulmak istemekte ve diğer gezegenlerin insanlarının da dünyaya

uçtuğuna inanmaktadırlar.

b.) Psikoanalitik Halkbilimi Kuramlarına Yöneltilen Eleştiriler:

Bu kuram ve okullar hala yaygın olarak kabul görmektedirler. Geçmişte yöneltilen eleştirilerin

büyük kısmı bu kuramları “edep dışı” veya “ahlaka aykırı” olarak nitelendiren tutucu yaklaşımlardan

kaynaklanır. Asıl eleştirilen ve bugün de geçerli olan yön, bu kuramların son derece ucu açık

“apiriori”(deneyimden önce zihinde var olduğu, zaman ve mekana göre değişmediği kabul edilen ve

doğrudan doğruya akla dayandırılan bilgi) yorumlara yaslanması; geliştirdikleri çözümleme yöntemlerinin

de vardıkları sonuçlar itibariyle denetlenebilirliklerinin son derece az olmasıdır.

Dorson’a göre profesyonel halkbilimi uzmanları Freud ve Jung’un yorumlarına tepkilerini

psikoanalitik simgeciliği ciddiye almamak şeklinde göstermişlerdir. H. Krappe Folklor Bilimi adlı

çalışmasında Abraham’ın çalışmasından “saçmalık” diye söz etmektedir. Stith Thompson simgecilerin

hepsini “fantastik” ve “anlamsız” bulmaktadır.

E.) Mit-Ritüel Halkbilimi Kuramı 1

1 Mit-Ritüel Halkbilimi Kuramı içindeki italik yazılı bölümler Lord Raglan’ın “Mit ve Ritüel” başlıklı makalesinden alınmıştır.

(http://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/36.php)

42

Page 43: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Mit-ritüelistler bir bakıma içinde yer aldıkları kültürel evrimci halkbilimciler arasında belli bir saha ve

uzmanlaşmaya dayanan özel bir gruptur. Yoğunlaştıkları konu, dışavurumcu sanatların evrimidir. Bu bakış

açısına göre kültür ve sanat, ilkel insanın, dini ayin niteliğindeki ritüel törenlerinde davranışlarından,

özellikle de “kurban törenlerindeki kalıplaşmış hareketlerinden kaynaklanmaktadır. Kültür, evrimleşerek

geliştikçe ritüeller de buna paralel olarak sözelleşmekte ve mitlerin doğup gelişmesinin kaynağını

oluşturmaktadır. Ritin sözel tanımlanışı kendine has bir özerklik kazandığı zaman, mit bağımsız bir

dışavurumsal anlamlı form veya anlatı olma statüsünü kazanmaktadır.

Kuramın ortaya çıkışı E. Taylor’un çalışmalarıyla başlayan Evrimsel Halkbilimi Kuramı’na getirilen

sistematik bir eleştiri veya tepki niteliğindedir. (Evrimsel kuram mitlerin kaynağının tarihsel gerçeklere

dayandığını ileri sürer. Mitlere dayanan gözlemleri ve tarihi geleneklere dair çalışmalarından hareketle

insanlar arasında günümüzde yaşamakta olan pek çok geleneğin tarihsel kökenlere dayandığını düşünür. )

Mit- ritüel kuramın kurucusu Lord Raglan’dır. 1955’te yayımlanan “Mit ve Ritüel adlı çalışmasında

amacının “Mit konusunda ileri sürülen mitlerin bozulmuş veya değişmiş eski tarih veya vahşilerin ürünü

olduğuna dair eski moda teorileri delillerle yalanlayıp çürütmek, mitin ne olduğunu açıklamak ve son derece

basit bir şekilde mitlerin sadece ritlerle ilişkili olarak ortaya çıkmış anlatılar olduğunu ifadelendirmek”

olduğuna söyler.

Bu düşüncesini basit bir örnekle ele alır. Leviticus X1’de Harun’un kurban törenini nasıl

gerçekleştirdiği iki ayrı yerde bize şu biçimde anlatılır, der: İlkinde “Onun oğulları ona kanı ilettiler ve o

kanı tapınağın en kutsal, kurban kesilen yeri olan mezbah (minber) üzerine her tarafına serpti ve yağları yine

orada yaktı.” der. Daha sonra on yedinci bölümde de papaz (kâhin) kanı mezbaha (minberin üzerine)

döküp yağı da sonsuzluk için diriltici koku olarak (rabbe hoş koku olarak) yakacaktır.

Raglan’a göre burada aynı ritüelin iki ayrı tanımlanışı vardır. Birinci tanımlanış birisinin bir

defasında ne yaptığını anlatan bir mit, yani bir ritüelin nasıl gerçekleştirildiğini betimleyen bir anlatı

şeklindedir. İkincisi ise basitçe bir kural şeklindedir. Ona göre bu metinde yer alan birinci anlatı, mitlerin

çoğu zaman yaptığı gibi, söz konusu ritüelin kaynağını ortaya koymanın gerekli olduğu bir zamanda

yazılmış olmalıdır. İkinci anlatımın ise söz konusu ritüelin son derece açık bir şekilde uygulanışının,

belirgin dini bir kural veya ritüele dönüştüğü bir zamanda yazılmış olduğunu düşünmektedir.

“Yukarıdaki ifadeler aynı ritüelin türleri olduğu halde, ilk ifadede bir mitken, daha sonra basit bir

tarife dönüştüğü görülüyor. Bu durumda, ritüelin tanımını, bir kimsenin daha önce yaptığı bir şeyin anlatısı

olarak yapmak da mümkün. Mitlerde sıkça görüldüğü gibi ilk ifade, kutsal bir kişiye atfedilerek ritüelin hala

43

Page 44: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

geçerli kılınması gerektiği düşünülen oldukça erken bir dönemde yazılmış olmalı.daha sonraki pasaj ise,

büyük bir ihtimalle ritüelin kesinkes benimsenip, yalnızca basit bir tanıma ihtiyaç duyduğu bir döneme

tarihlendirilebilir.”

Raglan bunlardan hareketle “…Mitler tarihsel açıdan kesin doğruluk taşımazlar. Bunun nedeni -her

zaman aynı olmamakla birlikte- ritüellerin çoğunun bazı tarihsel olayların sonucu olarak değil, yavaş yavaş

gelişmiş olmalarıdır...” der. Mitlerin tarihsel bir olayı aksettirmemesine örnek olarak Becket’ın ölümüyle

ortaya çıkan Can-terbury’e yapılan haccı değerlendirir. “…Hacılar katedrali turlarken Becket’ın yaşamı ve

ölümü ile ilgili dualar ve ilahiler okuyarak bir ritüel sergilerler. Bu yolla Becket’ın hikâyesi tekrarlanarak

ezberlenmiş olur. Bu hikaye, sonuçta bir ritüel, tekrarladığından doğrudan bir mit olarak da

tanımlanabilir...” sonucuna varır.

Bir başka örnek olarak Guy Fawkes’in2 durumunu verir. “…Guy Fawkes’in durumu ilgi çekici bir

başka olaydır. Beş kasım, kurban olarak bir insanın yer alması gereken yakılma törenini anlatan tarihi ateş

festivali günüdür. Fawkes gerçekte yakılmayıp yalnızca asılmış olmasına karşın, yakılma hikâyesi bu ritüele

mit olarak adapte edilmiştir…”

“…Adaptasyonla ne kastettiğimizi açıklayalım; mitler tarihsel temelleri olsun ya da olmasın önemli

dini değerlere sahip olabilirler. Hooke’a3 göre Tiamat’ın (Akad mitolojisinde tanrıların annesi ve Apsu’nun 2 Guy Fawkes, (13 Nisan 1570 – 31 Ocak 1606) - tam adı Guido Fawkes'tur- York şehrinde doğmuştu, ve Katolik bir İngiliz askeriydi. 5 Kasım 1605 - Barut komplosunda, Parlamento Binasını havaya uçurmakla görevliydi.

İngiliz tarihinin en büyük "vatan haini" olarak kabul edilen Fawkes, 1593’te Katolik oldu ve İspanyol ordusunun Hollanda’da bulunan birliğine katıldı. Kısa zamanda askeri zekâsıyla sivrilen Guy, 1604’te yurduna döndü. Burada Robert Catesby ve diğer komplocularla tanıştı. Muhafazakâr Protestan Kral I. James'e, kraliyet ailesine ve tüm diğer aristokratlara karşı yapılan ve İngiliz tarihinde "Barut komplosu" olarak bilinen olayda aktif olarak rol aldı. İngiltere devlet yönetiminde ve Katolik monarşik rejimde kökten bir devrime gitmek amacıyla toplanan on iki komplocu, Westminister Sarayı’ndaki İngiliz Parlamento Binasını, o yılki -her sene ekim ya da kasım ayında tekrarlanan- aristokrasi zirvesinde havaya uçurmaya karar verdi. Komploculardan birinin saray çevresinden bir tanıdığına, 5 Kasım 1605 günü saraydan uzak durmasını tavsiye eden bir mektup göndermesi sonucu komplo ortaya çıkınca; Fawkes, 5 Kasım gece yarısı parlamento mahzenlerinde bol miktarda dolu barut fıçısıyla yakalandı. Çeşitli işkencelere maruz bırakılarak yandaşlarının adlarını vermek zorunda bırakıldı. Çıkarıldığı mahkemede vatan hainliğinden hüküm giyen Fawkes, 31 Ocak 1606’da sarayın karşısında asılarak idam edildi.İngilizler, tarihlerindeki bu olayı ülkenin demokrasi zincirinde önemli bir halka olarak kabul ederler. Her yıl 5 Kasım gecesi, Birleşik Krallık ve krallığa ait diğer eyaletlerde komplonun başarısızlığa uğratılmış olması, Guy Fawkes Gecesi olarak şenliklerle kutlanır. Şenliklerde havai fişekler patlatılır, büyük fıçılar ateşe verilerek caddelerde yuvarlanır ve bu büyük vatan haininin cezalandırılmasını anmak için Guy Fawkes maskesi takılmış kuklalar yakılır. Günümüzde politikadan çok, eğlence amaçlı yapılan bir kutlamadır.

3 Samuel Henry Hooke, 1874 yılında İngiltere'nin Gloucester bölgesinde Cirencester kasabasında doğdu. St. Marks School (Windsor) ve Oxford Üniversitesi Jesus College'da eğitim gördü. 1913-1926 yılları arasında Toronto Üniversitesi Doğu Dilleri Bölümü Flavell Kürsüsü Profesörlüğü'nde bulundu. 1930'da Londra Üniversitesi Eski Ahit İncelemeleri Davidson Kürsüsü Profesörlüğü'ne atandı. 1956'dan 1961'e kadar Oxford'da baş okutmanlık yaptı. Society of Antiquaries üyeliğinde ve Folklore Society ile Old Testament Society başkanlıklarında bulundu. Glasgow ve Uppsala üniversitelerinden onur doktorası aldı. Hıristiyanlık ve Yahudilik ile ilgili yapıtlardan çeviriler yaptı. 1968 yılında öldü. Ortadoğu Mitolojisi, bir yandan Klasik Yunan, Roma öte yandan ortaçağ Batı mitolojisinin kökenlerinde yatan Ortadoğu mitolojilerinin birincil kaynaklarına inerek, mitolojinin tüm temalarını ve sorunlarını özümleyen bir yapıt. Yapıtın iki bölümünün Musevi ve Hıristiyan mitoslarına ayrılması, kitabın, mitolojinin yanı sıra dinsel düşünüşün de köklerine inen bir nitelik kazanmasını sağlıyor. Yapıtta, Yaratılış Mitosları, Dumuzi ile İnanna, Tufan Mitosları, Enki ile Ninhursag, Dumuzi ile Enkimdu, Gılgamış Mitosları, İştar'ın ölüler dünyasına inişi, Adapa Mitosu, Etana ile Kartal, Zu Mitosu, Kurtçuk ile Dişağrısı, Osiris Mitosları, Re Mitosları, Apophis'in öldürülüşü, Nil Mitosları, Keret Efsanesi, Agat Efsanesi, Seher ile Selim, Nikkal ile Kathiralar, Ullikummis Mitosu, İlluyankas Mitosu, Kain ile Habil, Babil Kulesi Mitosu, Sodom ile Gomorra, Fısıh Mitosu, Epifani Mitosu, Yeşu Mitosu, Ahit Sandığı Mitosu, İlya ile Elişa, İsa'nın Doğuşu Mitosları, İsa'nın Dirilişi Mitosları bulunuyor.

44

Page 45: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

eşi.) katledilmesi mitine eklenen hikâye kesin olarak tarihsel gerçekliği dile getirmez… Fakat, tarihin dar

gerçekliğinden hem daha geniş, hem de daha derin bir gerçekliğe sahiptir… Mitler yoğun duygusal

değerlerle yüklü durumları içerdiğinden temel olarak doğrudurlar. Dahası, bu durum, doğası gereği

tekrarlanarak ezberlenmiştir. Durum, kendisiyle ilgili olan ve uyandırdığı gereksinimi doğuran ritüelin

yinelenmesini gerektirir. İşte bu bağlamda Hıristiyan dininin çıktığı olayların tarihi karakterler üzerine en

küçük bir yansıması olmaksızın bir Hıristiyan mitolojisinden bahsetmek mümkündür. Bu, insanoğlunun

sürekli yineleyerek ezberleme ihtiyacını karşılamak için, dinsel davranışların hayat veren gücünü

ifadelendirmede kullanılmıştır…”

Raglan’a göre ritüeller de insani ihtiyaçlarla tekrarlanma gerekliliğindedirler ve bunun

gerçekleşmesiyle mitler doğmaktadır.

Lord Raglan eski Yunan’da klasik yazar ve şairlerin mitleri dinsel bağlamlarından çıkararak edebi

yaratıcılıklarına temel olarak kullandıklarını, bu nedenle de verdiği örneklerin bir mit özelliği olarak çok

fazla hayali olmadığını ileri sürenlere karşılık “Yunan mitleri edebi olarak işlenmiş mitlerdir. Bu nedenle

söz konusu özellik mitlerin özelliği değildir.” der. Buna ilaveten, pek çok eski Yunan mitinin Mısırlılar ve

diğer komşu mitlerden ödünç alınıp adapte edilmiş olduğuna işaret eder.

Raglan, mitlerin hayal ürünü olduklarını ileri sürenlerin hayal etme sürecinin nasıl oluşup geliştiğini,

kısaca nasıl çalıştığını açıklamadıklarına dikkati çeker. Hiç kimsenin okumadığı, duymadığı, görmediği bir

şey üzerine hayal kuramayacağını, bu nedenle de mitlerin veya bir mitin hayal sonucu ortaya çıkmasının

mümkün olmadığını söyler.

“…Mitlere hayal gücünün ürünleri olarak bakanlar, aslında hayal gücünün nasıl çalıştığını dikkate

almamışlardır. Hiç kimse, gördüğü, duyduğu ya da okuduğu bir şey tarafından işaret edilmeyen bir şeyle

ilgili hayal kuramaz. Yazarlar ve şairler, kendilerine çeşitli yollardan ulaşan fikirleri seçip birleştirerek

hayal gücünün ürünleri olarak değerlendirdikleri şeyleri üretirler. Fakat, mitleri biçimlendiren ya da

kaydedenler bu biçimde davranmamışlardır. Mitler son derece kutsal oldukları için, yalnızca kendilerine

ilham ihsan edildiğine inanılan kişiler tarafından değiştirilmiş ya da üzerine bir şey eklenmiştir ki onlar bile

söz konusu eklemeleri son derece sınırlı biçimde yapmışlardır…”

“Mit yaratıcısının, diğerlerinden farklı olarak sahip olduğu varsayılan hayal gücü türü aslında

kimsenin daha önce sahip olmadığı bir şeydir. Mesela Grote, eski Yu-nan'da güneşi bizim gördüğümüz gibi

görmek yerine, "doğu sabahında arabasına binen yüce tanrı Helios'u gör, gün ortasında saf cennet

yüksekliğine ulaşan ve geceleri yorgun ve dinlenme arzusundaki atlarla birlikte batı ufkuna gelişini gör."

diyerek hiçbir zaman varolmamış bir zihin türünü var kabul ediyor. Güneş arabası bir ritüel arabasıydı ve

tanrı Helios, ritüelde arabayı kullanan bir rahip biçiminde görülüyordu. Hıristiyan inancına göre kutsanmış

mayasız ekmek de İsa'nın bedenidir, ama görünen sadece mayasız ekmektir. Aynı şekilde, biz de eski

45

Page 46: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Yunanlıların güneşin tanrı Helios olduğuna inandıklarını ama gördükleri şeyin sadece güneş olduğundan

emin olabiliriz…

Max Müller’in milletlerin mitolojik bir evreden geçtikleri tezine de karşı çıkar. Eğer öyle olsaydı

bütün ilkel toplumların mitlere sahip olacaklarını düşünmektedir. Örnek olarak bazı araştırmacıların işaret

ettiği mitsiz ritüellere sahip toplulukların varlığını gösterir. Metinlerden hareketle Romalıların ritüellere

sahip olmakla birlikte mitlere sahip olmamalarını söz konusu ritüellerin mitlerini kaybetmiş olabileceklerine

yorar. Bu tür mitlerini kaybetmiş ritlerin zaman içinde tekrar ve başka mitlere de sahip olabileceklerini

düşünmektedir.

“…Genel ve yaygın bir kanı da, her topluluk veya halkın belli bir mit yaratma sürecinden geçtiği

yönündedir. Fakat, bu durumda en ilkel toplumların dahi bir mitolojisi ya da mitolojilerine dair izler

olmalıydı; ve eğer H. J. Rose haklıysa bu durum gerçekten de böyle değildir. Rose'un bize göstermeye

çalıştığı, erken Romalıların mitolojisi olmadığı ve daha sonra Romalı yazarların tanrılarını anlatan mitleri

Yunanlılardan ödünç alınmış olduğudur.(Romalıların ritleri vardı fakat bu ritler mitlerle ilişkili değildi;

çünkü tanrılar tamamıyla kişileştirilmemişti ve tam manasıyla bir kişileştirme yapılmazsa mitolojinin

oluşması zordur. Fakat, eğer Romalıların bir mitolojisi yok idiyse, komşuları ve akrabaları olan

Yunanlıların böylesine incelikli bir mitolojileri nasıl olmuş olabilir?) Klasik bilginler arasında pek popüler

olmamasına karşın Heredot'tan Sir Arthur Evans'a kadar birçok yazar tarafından üzerinde durulan, bu

mitlerin Mısır, Suriye ve Mezopotamya kökenli olduğudur. Ünlü Heredot, Yunan mitolojisi ve dinine ait

birçok öğenin kaynağının Mısır olduğunu belirtmiştir; Hooke, Perseus'u Kenan ülkesi tanrısı Res-heph'le

bir tutmuştur; Evans da, Minota-ur"un izini Euphrates'te sürmüştür. Bu bağlantı bağlamında Hooke şunları

söylemiştir: "hem Minatour hem de Perseus miti, insan kurban etme ritüel modelinin temelini oluşturarak

bizi tekrar mitle ritin birleştiği noktaya taşırlar…

Lord Raglan söz konusu çelişki için Roma ritlerinin büyüsel olduğunu belirtir. Frazer’la

takipçilerinin büyüyü ilkel din olarak kabul etmelerinin yanlış olduğunu düşünür. Reglan “The Origins of

Religion”da (1949) büyülerin din olmaktan çok dinin dejenere olmuş hali olduğunu ortaya koymuştur. Ona

göre büyü, din değil, dinin bozulup dejenere olarak halkın icra etmeye devam etmekle beraber niçin ve

neden kaynaklandığını bilemedikleri ritüellerdir. Bu durumda da sadece ritüellerin mitlerden daha eski

olduğu sonucuna varılabileceğini ve Frazer’ın tezinin yine kanıtlanmış olmayacağını düşünmektedir.

“…Şimdi de Rose'un sözünü ettiği, hiçbir mitle bağlantısı olmayan erken dönem Romalıların

ritüellerini ele alalım. Erken dönem Romalılar mitlerini kayıp mı etmişlerdi yoksa gerçekte hiç mi mitleri

olmamış mıydı? Roma ritüellerinin büyük kısmı, büyülü dediğimiz türdendi. Frazer ve onun takipçileri,

büyüyü kısaca ilkel bir din türü olarak göstermişlerdi; büyüye dayalı ritü-ellerin çoğunun mitik bir

46

Page 47: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

kökeninin olmadığı doğru kabul edildiğinde, ritüellerin mitlerden daha eskiye dayandığını kanıtlayabiliriz.

Fakat daha önce de sebeplerini belirttiğim gibi Frazer'ın yanıldığını söylemek mümkün ve büyü ilkel bir din

olmaktan öte dönüşmüş bir din biçimidir. Büyüye dayalı ritüeller, açıkça söylemek gerekirse, insanların

ritüelleri uyguladıkları ama nedenini unuttukları bir din biçimidir. (19) Ayrıca sanırım, Avrupa'da ve

Amerika'da insanlar, böbürlendikten sonra tahtaya vururlar, bir saksağanı selamlamak için onu

gördüklerinde sol omuzlarının üzerine üç tutam tuz serperler ya da, yeni ayı gördüklerinde ceplerindeki

parayı tersine çevirirler. Bunları neden yaptıklarını bilmezler ama yapmadıklarında kötü şansın kendilerini

bulacaklarına inanırlar. Ritüellerin böylesine saçma ve üstü kapalı bir neden yüzünden ortaya çıktıklarına

inanmak güçtür ancak, bu tür adetlerin bir zamanlar bazı tanrılarla ya da kahramanlarla ilişkisi bulunması

olasıdır…”

Asıl ele aldığı konu olan mitlerle ritler arasındaki ilişki konusunda elde bulunan bazı mitlerin çeşitli

nedenlerle zaman içinde ritlerden ayrılmış olabileceklerini düşünmektedir.

Mitlerin dereceli olarak zaman içinde dört aşama geçirerek masala dönüşeceğini ileri süren

W.J.Gruffydd ‘un :

1. aşamada mitoloji durumundadırlar,

2. aşamada mitoloji tarihe dönüşür,

3.aşamada mitolojik tarih, folklora dönüşür,

4. aşamada folklor, edebi masalların ortaya çıkışında kullanılır,

şeklindeki fikrinden hareketle Raglan bazı mitlerin, ilişkili oldukları ritlerle bu süreç içinde ayrılmış

olabileceklerini düşünmektedir. Söz konusu anlatıların mahiyet ve form değişikliklerinin aynı zamanda bir

insanın kurban edilmesinden zamanla bir insanın kurban edilirmiş gibi yapıldığı ritlere, netice itibariyle de

insan yerine hayvanların kurban edilmesine dönüşümünün de izlenebileceğini ileri sürmektedir.

“…Şimdi sanırım en önemli ve ilginç sorumuz olan her mitin bir zamanlar bir ritü-elle ilişkisi olup olmadığı

sorusuna geldik. Gördüğümüz gibi, modern ya da eski birçok mitin ritüellerle bir ilişkisi var, ancak acaba

hiçbir ritle ilişkisi olmayan ya da şimdiye kadar hiç bu tür bir ilişkisi olmamış bir mit var mıdır? Elbette ki

bu şekildeki mitlerin varlığı açıkça görülmektedir; ancak bence, bu mitler bir zamanlar bazı ritüellerle

ilişkili olmalarına karşın mit unutulduktan ve ritüel olarak uygulamasına son verildikten sonra bile hikâye

biçiminde yaşamaya devam etmiştir. Ve bu tür mitler ritüellerinden ayrıldıktan ve diğer nedenlerle

tekrarlanmaya devam ettikten sonra aşama aşama karakterlerini değiştirmişlerdir. Bu durumun nasıl

oluştuğunu W. J. Gruffyd tartışmıştır. Gruffyd Mabino-gion'daki bir hikâye için şöyle söyler: "masalın,

47

Page 48: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

oluşurken geçirdiği dört evre şöyle sıralanabilir: 1. Mitoloji: bu tanrı Lugh-Leu buna kanıt olarak

gösterilebilir. 2. Mitolojinin tarih oluşu. 3. Mitolojik tarihin folklora dönüşmesi. 4. Folklorun edebi

hikâyelerde kullanılması." (22) Açıkça söylemek gerekirse, bir tanrı ya da ritüel figürü, ardıllık içinde, sahte

bir tarihî karaktere, bir peri prense, roman ya da destan kahramanına dönüşmüş olabilir; ve bilimsellikten

uzak araştırmacılar, bu dört önemli karakterin her birine farklı bir köken belirlemişlerdir. Bu akla yatkın

görünüyor, ne var ki, bu tür anlatıları tarihî-benzeri ya da kur-maca-benzeri olarak görmek ritüelin kökeni

olarak önermektir. Şimdi de bu tür mitleri değerlendireceğiz.

İnsan kurban edilmesi, gerçek ya da sembolik olarak, birçok dinin en göze çarpan özelliklerindendir.

Hiç kimse bunu açıklamakta başarılı olamamıştır; ben de böyle bir çabaya girmeyeceğim, ne var ki, bu

âdetin evrimini dört ana aşamaya ayırmak mümkün görünüyor. İlk başta mutat olarak kurban edilen tanrı

kraldı; ikinci aşamada tanrı kralı temsilen bir başkası kurban edildi; medeniyetin aşama kaydet-mesiyle

birlikte üçüncü aşamaya gelindi, bu aşamada insan kurban edilmesi ancak acil durumlarda uygulanır oldu;

acil durumlar dışında ise, gene kralı temsilen bir başkası kurban ediliyordu. Dördüncü aşamada kurban

hiçbir zaman insan olmuyordu ancak bir zamanlar yapılan rütüele gönderme yapacak biçimde

davramlıyordu…”

Bu dönüşüm sürecinin mitten masala kadar uzanan anlatı tür ve şekliyle geliştiğini de kabul eder.

Bunu ortaya koyabilmek için de mit, masal, destani tarihi anlatıların (saga) en azından giriş ve mevsimlik

ritüellerle ilişkili olduğunun gerekli olduğunu belirtir. Bunun için daha önce yapılan kalıp çalışmalarından

hareketle kendisi de “geleneksel batı halk kahramanı modeli” ni geliştirir. Bu modelin söz konusu anlatıların

ritüelistik karakterini ortaya koyduğunu düşünmektedir.

“Benzer nedenler benzer sonuçları ortaya çıkarır.” prensibinden hareketle Reglan mitler, benzer

mitlerle olan ilişkilerinden kaynaklandıkları için birbirlerine benzerler, der. Ritüel, çoğu zaman ve çoğu

yerde dünyanın en önemli şeyidir. Müzik, dans, heykeltıraşlık gibi güzel sanatlar ritüellerden

kaynaklanmaktadır. Reglan’a göre bunlar düşünüldüğünde ritüellerin din dışı olmalarının çok öncesinde

dinsel ve kutsal olduklarına inanmamamız için hiçbir neden yoktur. Aynı süreç ve nedenlerin tamamı hikaye

anlatımı için de geçerlidir.

Böylece Reglan, mitlerde ve diğer halkbilimi türlerinde yer alan kahramanların ritüellerden

kaynaklandığını ve söz konusu kahramanların tarihsel birer kişilik olmadıkları genellemesine ulaşır.

Lord Reglan pek çok halkbilimci tarafından şiddetle eleştirilir ve kabul edilmez. Francis Lee Utley

bu görüşlerin tutarsızlığını ortaya koymak için Reglan’ın “geleneksel batı halk kahramanı” modelinden yola

çıkarak yaptığı çalışmada Abraham Lincoln’ün hiçbir zaman yaşamamış bir ritüel kahramanı olduğunu

ortaya koyar. Bu da bir bakıma Mit- Ritüel Kuram’ın sonu olmuştur.

48

Page 49: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

F.) Tarihi-Kültürel Halkbilimi Okulu

Guiseppe Cochiara’nın tespitlerine göre Tarihi-Kültürel Okul, iki temel postulat (ön kabul) üzerine

kurulmuştur:

1- Tarihsel çözümlemenin zaman ve mekân içinde gerçeklerini nedensel olarak belirlemek,

2- Evrimsel Halkbilimi Kuramı ve Okulu’nun daha önce ele alınan yaklaşımının yıkılması.

Bu postulatların ilk formülasyonlarından birisi Alman bilim adamı Friedrich Ratzel tarafından

yapılmıştır. O, halkbiliminin hedefini insanın yeryüzündeki hareketleri olarak belirler. Çevresel faktörlerin

insan üzerinde, insan varlığından kaynaklanan faktörlerin de çevre üzerinde etkili olduğu gerçeğine dikkat

çeker. Bu tema üzerine yaptığı çalışmada Evrimsel Halkbilimi Kuramı’nın mensuplarının tarih öncesine

ittikleri insanlığın “ilkel dönemi” ile ilgili yaklaşımlarını eleştirir. Tarih ile coğrafyanın birleştirilerek

halkbilimi çalışmalarının ikisinin kılavuzluğunda yapılması gerektiğini ileri sürmüştür. Ratzel ve takipçileri

farklı kültürler arasındaki benzerlikleri sosyal, maddi ve mitolojik elementlerle açıklanabilen, topyekun

kompleks kültürel olguların yer aldığı tarihsel bir ilişkiye bağlamışlardır.

Ratzel, ulusların tamamının tarihsel bir karakter taşıdığını ileri sürmüş ve kültür unsurlarının, daha

doğrusu kültürün tümünün göçlere dayandığını kabul etmiştir. Ona göre uluslar ve kültürler bu göçler

sayesinde temasa geçmişler ve birbirlerinin karşılıklı olarak etkilemişlerdir. Kültürün kaynağı konusunda,

insanın yaratıcı gücünün çok fazla olmadığını ve insanların yeni bir şey yaratmaktansa bir yerde gördüğü bir

şeyi taklit etmeyi tercih ettiğini düşünmektedir. Yani, kültür değişikliğinin ve kültür yaratıcılığının ana

nedenini, göçler vasıtasıyla birbiriyle temasa geçen ulusların ve kültürlerin büyük ölçüde birbirlerini

etkilemelerinde aramaktadır. Bu ilişkiyi ortaya koymaya yönelik kabul ettiği kriter tamamen dış görünüşle

ilgili “biçimsel” veya “şekilsel benzerlik” ölçütüdür. Buna yönelik olarak belli kültür unsurlarının

yeryüzündeki dağılışlarının doğru bir biçimde tespiti için bir haritacılık sistemi geliştirir. Bu sistemle belirli

ve benzer kültür unsurlarının yeryüzüne rastgele bir biçimde dağılmadıklarını, belirli ve benzer kültür

unsurlarının birbirlerine bağlı olarak bir arada göründüklerini ortaya koymuştur.

Ratzel’in öğrencisi Leo Frobenius onun fikirlerini daha da geliştirmiştir. Çeşitli kültürler arasındaki

benzerlikleri bir tek kültür unsuruna bağlamanın ötesinde, pek çok kültür unsurunu ve kurumlar gibi

karmaşık kültürel kompleksleri, hatta kültür çevrelerini dahi içerebileceğini ortaya koymuştur. Göçler

yoluyla bir kültür çevresinin bir başka yere göç edebileceğini ileri sürmüştür. Ona göre tipik bir kültür

unsurunun çevresinde toplanan diğer kültür unsurlarının birbiriyle ilişkisi vardır. Bu, onun sun derece ünlü

“kültür çevresi” kavramının temelini oluşturmaktadır. O, böylece hocasının “benzerlik ölçütü” nün yanı sıra

“ilişki” ve “kemiyet” (nicelik; sayılabilir, ölçülebilir yan) ölçütlerini de kullanmaya başlamıştır. Daha

sonraları kültürün; insanlara bağlı olmaksızın kendi başına ve kendi kanunlarına göre gelişen “biyolojik” bir

49

Page 50: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

varlık gibi; canlı yaratıklardaki çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık denilen gelişme evrelerinden

geçtiğini ileri sürer. Bu fikre bağlı olarak oluşturduğu ve adına “kültür morfolojisi” dediği; kültürün şekli,

dünya görüşü ve ruhunun araştırılmasını öngören yaklaşımı halkbilimi çalışmaları tarihinde yeterince yankı

bulmamıştır.

Tarihi-Kültürel Okul’un asıl kurucusu Fritz Graebner’dir. Çalışmalarına bu kuramsal temel üzerinde

başlar. Toplumun yığınsallığı içinde bireyin ihmal edildiğini; oysa bireyin sadece toplumu meydana getiren

değil, aynı zamanda tarihi de meydana getiren olduğu gerçeğini ileri sürer. Evrim Kuramı’na ve Fransız

Sosyoloji Okulu’nun problem merkezli eğilimine karşı çıkar. Dahası, insan ruhunun araştırılmasını

amaçlayan halkbilimi çalışmalarında doğa bilimlerinin takip edecekleri yöntem konusunda farklı

olmalarının bir gereklilik olduğunu söyler. Bu nedenle bir bireyin tamamen kendi tercihlerinin de olgu ve

olayların oluşup yönlendirilmesinde ne denli önemli olabileceğine dikkat çeker. F.Graebner’in yaklaşımına

göre insanlığın daima daha aşağıdan yukarıya doğru bir gelişme çizdiği varsayımı yanlıştır.

F.Graebner’göre neyin yüksek ve neyin alçak bir değer olduğu tamamen tarihçinin bilgisine dayalı

sübjektif bir değerlendirmedir. İnsanlığı tek çizgili bir gelişme ve uygarlık anlayışıyla yorumlamanın

doğruluğu konusunda şüphelidir ve şu soruları sorar:

-Evrimcilerin ileri sürdüğü “ilkel dönem” gerçekten onların ileri sürdüğü gibi midir?

-Aynı şekilde onları “ilkel” ve “en aşağı seviye” olarak kabul etmek doğru mudur?

-İlkeller pekâlâ farklı bir uygarlık gelişme çizgisi olarak kabul edilemezler mi?

F.Graebner:

- İlkellerin dünyası da incelendiğinde kendi içinde değişik gelişme çizgileri bulunabileceğini, -Aynı şekilde

eski olarak nitelendirilen bir inanç veya objenin değişik formlarının bulunabileceğini

-Bunların birbirine göre “göreceli” olduğunu ortaya koymuştur.

F.Graebner değişik karakterli iki kültürel sınır karşılaştığında birbirleriyle ilişki kurdukları alanda

birbirleriyle benzeşen kültürel elementler ortaya çıktığını söyler. Bunun dışında birbirleriyle ilişkiye

girmemiş kültürler arasında söz konusu benzer kültürel elementlerin bulunmadığına belirtir. Bundan

hareketle kültür dairelerinin coğrafik olarak yayılmalarının araştırılıp tespit edilebileceğini ileri sürer.

“Kültür çevresi” olarak adlandırılan bu anlayışa göre şu yöntem takip edilmelidir:

- Çeşitli uygarlıkları ayırt edip onları coğrafi mekan içinde bölümlere, yani kültür katlarına ayırmak ,

- Göçler, karışımlar ve alıntılar yoluyla bölünen, dağılan kültür unsurlarını ve kültür komplekslerini eldeki

müspet ip uçlarına göre tarihsel olarak zaman içinde yerine koymak,

- Böylece bir anlamda kültür kronolojisi yapmak,

- Olabildiğince ilk kaynağa ulaşmak suretiyle her kültür unsurunun şekillenişini açıklamak.

50

Page 51: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Graebner’in bu yaklaşımı dikkatle irdelendiğinde, esasen müzeci olduğu ve çalışmalarının büyük bir

kısmının Köln Müzesi’ndeki maddi kültür malzemesine dayandığı görülür. Yaklaşım bu yönüyle, sözlü

kültür unsurları ve özellikle de masallar üzerine yoğunlaşan Tarihi-Coğrafi Fin Yöntemi’ni maddi kültür

unsurlarına adapte etmekten başka bir özgün paradigmayı içermez.

Graebner, etnolojinin de halkbiliminin tarihsel perspektifler içinde kurulmuş çevresi içinde

çalışmasının ve çalışırken halkbiliminin bunun için geliştirmiş olduğu araçları örnek almasının gerekli

olduğu kanaatindedir. Ayrıca “eşit olguya eşit anlam” verilmesini halkbilimcilerin ele aldığı konuya ön

yargılarla yaklaşmamasının gereği olarak kabul eder.

Wilhelm Schmidt bu okulun diğer bir temsilcisidir. Schmidh hemen hemen tüm çalışmalarında

halkbilimi ile tarih biliminin birbiriyle olan ayrılmaz ilişkisine dikkat çeker. Bu ilişki halkbiliminin yöntem

yönünden tarih gibi bir kesinliğe kavuşmasının vazgeçilmez bir gereğidir. Halkbilimi tarih yöntemlerini

kullanmak zorundadır. Cochiara’ya göre bununla, Evrimsel Halkbilimi Kuramı’nın yıkılmasının ikinci

nedeni saydıkları “evrim” paradigmasından kaynaklanan açıklaması yerine, ilkel kültürlerin tarihsel

oluşumunun olabildiğince objektif değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

Schmidh’in on iki ciltlik eseri “Tanrı Fikrinin İlk Kaynağı” nda bütün ilkel topluluklarda da

“yaratıcı” veya “tanrı” inancının olduğunu ortaya koyar. Bu, ilkel kültürlere o güne kadar var olan tek

gelişme çizgili bakışı etkileyecek güçte bir yaklaşımdır. Tanrı inancının insanlığın başlangıcından beri

varlığını ortaya koyması, daha önce E.Tylor, G.Frazer, E.Durkheim gibi teorisyenlerin dinin kaynağına dair

ileri sürdükleri fikirleri sarsıcı niteliktedir. Tarihi-Kültürel Okul’un en büyük entelektüel başarıları arasında

yer alır.

Bu okula en sert eleştiriler doğal olarak yıkmak istedikleri Evrimsel Halkbilimi Okulu’ndan,

özellikle de bu okulun daha sonraları İşlevse Kuram’ı ileri sürerek tamamen bağımsızlaşan mensuplarından

gelmiştir. Malinovski Tarihi-Kültürel Okul’u bir etnoğrafya müzesinin tozu toprağı ve karmaşıklığı içinde

ortaya çıkmakla ve sonuçları itibariyle yıkıcı olmakla suçlar. “Maddi nesneler bir kültür içinde çok önemli

yer tutarlar. Bir zanaat ürününü bir kültürel öğenin modeli olarak almak son derece tehlikelidir.” diyerek

kuramsal yönlerini eleştirir. “Kültür çevresi” doktrinine yapılan başlıca eleştiriler” bir zanaatsal ürünün

fiziksel biçimini bir kültürel belirlemenin temel ya da tek indeksi olarak almak” yanılgısına yöneliktir.

Malinovski’ye göre; Graebner ve Ankermann gibi bazı “müze köstebekleri”nin etkileriyle

yayılmacılığın temeli eski bir binanın vitrin ve kilerlerine düzensizce ve iyi betimlenmeden doldurulmuş

nesnelerin, işaretlerle yerleştirilmiş kültürel gerçekliklere ilişkin doğru bir kimlik belirlime işi olması

gerekir. Bu durumda biçim ve kitleyle ilgili ünlü ölçütlerden çıkarılan yanlış kimlik belirlemeleri, aslında

başka koşullar altında kabul edilebilir bir eğilimin sağlamca gelişmesine çok zarar vermektedir.

51

Page 52: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Malinovski bu kuramı:

- Kültürü cansız ve inorganik bir şeymiş gibi görmeleri,

- Soğuk hava deposunda yüzyıllarca korunabilecek,

- Okyanuslar ve kıtalar ötesine taşınabilecek,

- Mekanik olarak parçalara bölünüp yeniden birleştirilebilecek bir şeymiş gibi ele almaları açısından da

eleştirir.

G.) Biyolojik Halkbilimi Kuramı

Arnold Van Gennep (1873-1957) yetişme dönemi halkbilimi çalışmalarına neredeyse egemen olan

Tarihi-Kültürel Okul ve Evrimsel Halkbilimi Okulu başta olmak üzere Tarihi- Coğrafi Fin Okulu, Benfeyist

ve Güneş-Mitolojistlerin tamamının kuramsal yaklaşımlarına başkaldırarak Biyolojik Halkbilimi Okulu’nu

oluşturmuştur. (Bu başkaldırı nedeniyle Fransa’da hiçbir üniversiteye kabul edilmemiş, Fransız

Akademisi’nden ihraç edilmiştir.) Dorsonvari bir söyleyişle Van Gennep ve takipçileri aslında halkbilimi

çalışmaları tarihinde birinci kuşak “Genç Türkler” hareketini oluşturmaktadır. Bu benzetme sadece tüm

yaklaşımlara başkaldırarak yerlerine kendi paradigmalarını hâkim kılmalarından kaynaklanmaz. Her iki

kuşak halkbilimci grubu arasında halkbiliminin kaynağı olarak insanı görmeleri, tarihsel malzemeden önce

içinde yaşanılan sosyo-kültürel çevrede yaşamakta olan halk kültürü unsurlarını icra edildikleri bağlamla

birlikte değerlendirmeleri gibi kavramsal yakınlıklar da vardır.

Van Gennep’in karşı çıktığı kuramların neredeyse tamamı tarihi ön planda tutar, geçmişe yönelik

malzemenin peşindedir, yaşanılan döneme ait malzemeyi sadece geçmişi yeniden kurmak için ele alır. Bu

bağlamda Gennep halkbilimini biyolojiye benzer bir hale getirmek istemiştir. Ona göre halkbilimci

yaşamakta olan bir olguyu incelemektedir. Bu nedenle ölü malzemeyi çalışan tarihçinin yöntemini

benimseyemez.

Van Gennep 1924’te yayımladığı “Halkbilimi” adlı çalışmasında “Halkbilimi yaşayan olguları

incelediği için ağırlıklı olarak gözlem yöntemini kullanmalıdır” der. Hâlihazırdaki bu durumun, geçmişe ait

unsurların varlığı nedeniyle tarihsel- kültürel yöntemle çalışılamayacağını belirtir. Ona göre, halkbiliminin

bir kısmı tarih olmadığı gibi, tarihin de bir bölümü halkbilimi değildir. (Andrew Lang ve Gomme’a eleştiri)

Halkbilimi, 19.yy’ın hastalığı olan “tarih mania” saplantısından Gennep’le kurtulmaya başlar.

Gennep’e göre halkbilimi çalışmak isteyen bir kişi önce Tarihi-Kültürel Okul’u terk etmelidir ve bir

zoolojist veya biyolojist gibi davranabilmek için biyolojik yöntemi benimsemelidir.

Van Gennep’e göre halkbiliminin en iyi tanımı; gelenekler ve yaşam tarzlarının metodolojik,

dolayısıyla bilimsel olarak çalışılmasıdır. “Gelenekler için “popular” kelimesinin eklenmesi gereksiz,

52

Page 53: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

faydasız ve anlamsızdır. Çünkü, zaten gelenekler ve yaşam tarzları genel olarak toplumsal olgulardır. Irk,

uygarlık tipi, sosyal sınıf, ülke ve iş kolu gibi unsurlara bağımlı olmaksızın bunların farkına varılabilir.” Bu

düşünceleriyle bir bakıma çağının ilerisindedir.

Van Gennep halkbiliminin “insan” kaynağını ön plana çıkartır. “Her birey pek çok sosyal ilişkilere

sahiptir ve aynı zamanda bu geleneğin sabit sınırları içinde daima serbesttir. Aile içinde eşini ve

çocuklarının sayısını seçmede, bir asker olarak kahramanlık yapmada ve oy kullanmada hürdür. Bir başka

ifadeyle küresel sosyal hayatı anlamak isteyen bireyden başlayarak yola çıkmalıdır, toplumdan değil.

Toplum bir bakıma bir soyutlama veya havadan çekilmiş bir fotoğrafın perspektifidir.”der.

Van Gennep’in geleneklerin kanunları üzerine yaptığı çalışma biyoloji ile halkbilimi arasında

kurduğu denklikten kaynaklanır. Biyolojinin halkbilimciye, etrafını çevreleyen kaotik malzemeler yığını ve

detayını bir düzene oturtacak bazı genel kanunları formüle etmeyi sağlayacağını düşünür. Bugün sadece

halkbilimi çalışmalarında değil, neredeyse bütün sosyal ve beşeri bilimlerin kullandığı “geçiş töreni” onun

çalışmaları sonunda formüle ettiği halkbilimi kanunlarıdır.

Van Gennep’e göre bireyin durumunu değiştiren her değişiklik, kutsal ve din dışı arasında, etkisel ve

tepkisel hareketler oluşturur. “Bu etkisel ve tepkisel hareketler düzenli hale getirilmeli ve kontrol altında

tutulmalıdır ki, genel olarak toplum rahatsızlık duymasın veya zarar görmesin. Toplumlarda bir sosyal

durumdan başka bir sosyal duruma geçiş ile ilgili çeşitli ve başarılı uygulamalar vardır. Böylece bir insanın

hayatı, başlangıç ve bitişleri benzeyen geçiş dönemleriyle belirginleşmiş hale gelir. Bu geçiş dönemleri:

- Doğum,

- Sosyal erginlik,

- Evlilik,

- Babalık/analık,

- Sosyal gelişme,

- Mesleki uzmanlaşma ve

- Ölümdür.

Bu olayların her biri için törenler vardır. Bu törenlerin temel görevi veya işlevi bireye tanımlanmış,

belirgin bir durumdan bir başkasına geçişte yardımcı olmaktır. Bunların hepsinin amacı aynı olduğuna göre

yerine getirdikleri işlerin anlamı da aynı olmalıdır. Bu ayniyet detayda bire bir aynı olmasa da en azından

kıyasla bir benzerlik durumundadır. Çünkü birey de değişikliğe yavaşça ilerlerken arkasında bıraktığı birkaç

geçiş ile önündeki birkaç geçiş, bir bakıma aynı yapı içinde onu beklemektedir. Bu durum doğum, çocukluk,

sosyal erginlik, nişan, evlilik, hamilelik, babalık, dini derneklere giriş ve cenaze törenleri arasındaki

benzerlikleri açıklamaktadır. Dahası ne bireyler, ne de toplum, tabiat veya kâinatın belirli bir periyodik

53

Page 54: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

düzenle insan üzerindeki akislerine rağmen ondan bağımsız hareket etmezler. Kâinatta da ileri yönelmeler

veya göreceli olarak duraklamalar içeren dönemler ve geçişler vardır. Ayrıca bir aydan diğerine, bir

mevsimden diğerine, bir yıldan diğerine geçiş şeklinde takvime bağlı ve insanların ritlerle karşıladığı geçiş

törenleri vardır. Bütün bu geçiş törenlerini bir grup olarak detaylı bir şemada toplayarak çalışmak bana

mantıklı görünüyor.”(Gennep, The Rites of Passage)

Van Gennep anket formları düzenlemiş, inanılmaz büyüklükte malzeme derlemiştir. Derlemeyi bir

son olarak değil, daima yorumlayıp değerlendirme aşamasına bir başlangıç olarak görmüştür.

Çalışmalarında hazırladığı haritaları da “yaşayan kalıntılar” ı göstermek için değil, milleti oluşturan küçük

topluluklarda yaşamakta olan gelenekleri veya geçiş törenlerini göstermek için kullanmıştır.

Fransız gelenekleriyle ilgili araştırmalarında, yaşamakta olan geleneklerin biyolojisinin yanında,

geçmişe doğru belgeleri de toplayarak “insan ruhu” nun araştırılmasını sağlamaya çalışmıştır. Öte yandan

bu derlenmiş malzemeyi değerlendirip çalışma metodu, diğer bilimlerin yanı sıra tarihi de içine alacak

şekilde genişlemiştir.

Gennep, Fransız halkbilimi çalışmak isteyen birinin, bu milleti meydana getiren karmaşık etkenlerin

üretilip şekillendiği süreci bilmek zorunda olduğunu söyler. Yine aynı nedenle bir halkbilimcinin bir

milletin gelenekleri üzerinde uzmanlaşmasının nedeninin de belli olduğunu düşünür. Gennep’e göre onları

ve onların yansıttığı “insan ruhu” nu daha iyi anlayabilmek için diğer sosyokültürel verilerin yanı sıra,

bizzat tarihin içine de girmek zorundadır.

H.) Seçkin Kültürün Dibe Batması Kuramı

Bu yaklaşım folklorun kaynağı konusunda, yüksek veya seçkin kültürün “aşağı tabakalara inmesini”

veya “batmasını” ileri sürer. Halkbilimi kuramları içerisinde en çok tartışılanlardan biridir. Bunun en önemli

nedenlerinden birisi Grimm kardeşlerden itibaren folklorun kaynağının “kolektif yaratma”, halkbilimi

ürünlerinin de “anonim” olduğunun bir saplantı halinde düşünülmesidir. Kuram bu saplantıyı en azından

kaynak bakımından ciddi bir tartışmaya açmıştır. Çok tartışılmasının diğer bir nedeni de getirdiği

yaklaşımın hem faşist, hem komünist ideolojilerin hâkim olduğu ülkelerde kabulünün yasaklanmasıdır.

Kültür tarihçisi Peter Burke bu kuramın paradigmatik geçmişi için “Swift” (hızlı, kısa süreli,

ömürsüz) düşünceler tıpkı moda gibi hep nitelikli olandan ortalamaya, sonra kaba olana düşüyor, orada yitip

gidiyor, der. Burke’nin tespitlerine göre Herder ve Grimm kardeşler gibi halk kültürü kaşifleri ise bu bakış

açısını tersine çevirerek bu yaratıcılığın alttan, yani halktan geldiğine inanmışlardı. 20. yy’ın başında

Almanya’daki halkbilimciler bu soruyu çok tartıştılar ve önceki görüşe döndüler; yani alt sınıfların

kültürünün, üst sınıfların kültürünün çağdışı bir taklidi olduğu hükmüne vardılar.

54

Page 55: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Burke; Seçkin Kültürün Dibe Batması Teorisi çok kaba ve mekanik olduğundan bu imgelerin,

öykülerin veya düşüncelerin, halk çizerleri ve şarkıcıları ile taraftar ve izleyicileri tarafından pasif bir

şekilde kabul edildiğini iddia etmektedir. Ona göre sıradan insanların zihinleri boş bir kâğıt gibi değildir,

aksine düşümceler ve imgelerle doludur. Yeni düşünceler eskilerle bağdaşmazsa reddedilecektir. Algılayışın

ve düşünüşün geleneksel yolları bazı akımları geçiren, bazılarını tutan bir elek görevi görürler.

Seçkin Kültürün Dibe Batması Teorisi’nin en son ve yaygın kuramsal versiyonu denilebilecek

çalışma neredeyse Alman halkbilimci N. Nauman’ın adıyla özdeşleşen, onun 1922’de yayımladığı “Dibe

Çökmüş Kültür Varlığı Teorisi” adlı çalışmasıdır. Kültür varlıklarının yaratıcı yukarı tabakadan, kabul edici

aşağı tabakaya (halk?) sürekli ve arlıksız çöküşü ve “ilkel cemaat kültürü” haline dönüşmesi pek çok kişi

tarafından benimsenmiş ve tartışmalara yol açmıştır.

Bunların öncelikli olarak amaçları, folklor unsurlarının, özellikle de halk ağzındaki sanat türkülerinin

kaynağını, seçkin yaratıcı bireylere veya elitist kültüre bağlamaktır. Bu yolda yapılan araştırmalarla, halk

kültürünün kaynaklarını yaratıcı seçkinlerin kültüründe veya “yüksek kültür”de bulmaktır. Böylece,

sonunda her bir halk kültürü unsurunun gerçek bulucu ve yaratıcılarını ortaya çıkaracaklardı. Bu bağlamda

yazılı kültürün büyük şairlerinin türküleri ile edebiyatça bilinmeyen halk türküsü yakıcılarının eserleri sözlü

gelenekte veya halk ağzında yan yana yürüyordu. Burada bilinen veya bilinmeyen bir halk türküsü şairinin

kaynağı, tarihi halk türküsü araştırmalarında son hedef durumundaydı. Aynı şekilde masal araştırmalarında

buna uygun düşen tarihi filolojik araştırma yoluyla belirli bir edebi kaynağa, çoğu kez da zaman ve mekân

yönünden uzakta kalmış olan kaynağa ulaşmak amaç edinilmiş durumdaydı. Bunun yanı sıra diğer sözlü

edebi türler içinde vaaz kitapları, antik dönem eserleri gibi yazılı kültür kaynaklarının kaynaklık ettiği iddia

edilmekteydi. Aynı yaklaşım, halka ait atasözlerinin geriye doğru izlendiklerinde, yazılı edebiyat

eserlerinden, halk danslarının ise cemaat danslarından, halk kostümlerinin moda kostümlerden, halk

adetlerinin de herhangi bir toplum, devlet ya da dini kurum kaynağından çıktıkları ileri sürülmüştür.

Bu teori üzerine Gotthelf’in formülasyonunu Tahir Alangu şu şekilde aktarır: “Teolojide olan tıpta

da aynen cereyan etmiş olmalıdır. Bir süre en büyük bilginleri uğraştıran, onların başına dert olan her şey,

zamanla en büyük bilginlerden bilginlere, bilginlerden yarı bilginlere, sonunda halka intikal etmiş; sonra da

daha aşağılara, şarlatanlara ve ebelere kadar gelip dayanmıştır. Ve orada asılı kalmıştır. Modaların başına da

aynı şey gelmiştir. Saraylı hanımlardan soylu bayanlara, soylu bayanlardan madamlara, madamlardan

matmazellere, matmazellerden kenar dilberlerine geçmiş; bir bölümü orada asılı kaldıktan sonra, bir bölümü

de ta sokak yosmalarına, gece kondu mahallerine, işçi kızlara kadar inip sürüklenmiştir.” . Bu

formülasyonla “Seçkin Kültürün Dibe Batması Teorisi”ne getirilen trafiğin ters yönünü, yani toplumsal

katmanların yukarısına doğru giden yönünü ihmal etmesi şeklindeki eleştiriye de cevap verilmiştir. Böylece

tıkandığı noktanın da önü açılmış oluyordu.

55

Page 56: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Tahir Alangu’nun çalışmasına göre dibe çöken kültür varlığının çoğu kez kapalı ve gizli yönünü

izlersek, kesin bir kural olarak, o çok önemli ve kavranması oldukça zor olan “ara tabakalar” ve “aracı

şahsiyetler”i bulabiliriz. Kültürel yaratmanın ürünü olan kültür varlığının, elit ya da bireysel kültürden halk

kültürüne geçiş yolunu bunlar açarlar. Böylece de asıl halkın kabulü ve uygulaması, adaptasyonu gibi

dönüşümler sürecinin yol açıcısı olurlar.

Bu sürecin çift yönlü işleyişini anlayabilmek için dikkatli olmalıyız. Eğer her yerde yalnızca ve

sadece dibe çöken kültürel unsurlar görülür ve onların çöküş yolları bize özellikle halk katmanlarındaki

sözlü kültür varlığı ile kostümlerde etkili olarak, kötümser bir şekilde gösterilirse, hiç şüphesiz halk

kültürünün yanlış bir tasviri yapılmış olur. Bu olay ancak bireysel ya da seçkin (elit) kültürden akan bütün

akımların bir yerde toplanması gibi çalışır. İşte böylece halk kültürü bir “toplama çukuru” gibidir, bir deniz

değildir. Onun içinde yüzyılların yaratıcı kültür oluşumu, kaynaklar, küçük dereler ve nehirler yoluyla

toplanır ve bir bölümü orada aynen muhafaza edilir. Lakin bu toplama çukuru, gelenek yolu ile muhafaza

edilmemesine rağmen durgun bir bataklık da değildir. Adaptasyon sırasında dış etkilerle değişmesine ve

karışmasına rağmen, yine de evrilerek yürür ve halk kültürünün kendine has kaynaklarından yeniden

fışkırır. Suyun yerden bulutlara, oradan yine yere, kaynaklara yaptığı o ebedi devir hareketinde olduğu gibi,

kültür varlığı alışveriş halinde iki kültür tabakası arasında sürekli akar durur.

Bu bağlamda eğer kültür bütünlüğü alanındaki halk kültürünün gerçeğe sadık bir manzarasını bir

taslak halinde ortaya koymak istersek, o zaman çöken kültür varlığının yanında yükselmekte olan kültür

varlığını da göz önüne almak zorundayız. “Çökmekte olan kültür varlığı” ve bunun yanında “yükselmekte

olan ilkel kültür varlığı” , her şeyden önce halk kültürünün çok kanunlu oluşu gerçeğini ve bölgesel kültür

değişmeleri ile değişik kültür tabakaları arasındaki kültür değişmelerini ortaya koyar.

Kültür aktarmalarının çok kanunlu oluşu, kültür varlığını da çok kanunlu duruma getirmektedir.

Kültür varlığı yalnız zamana bağlı tarihsel bulutlar içinde gelişmez ve değişmez. Yukarı tabakadan aşağı

tabakaya çökerken değişir ve aktarıcının alıp götüreceği bir başka coğrafya alanında da yayılır. Ve orada

dibe çökmezse, başka biçimde geleneklerle birleşerek yeniden yeni oluşumlar halinde ortaya çıkar. Kısaca

halk kültürü yalnız almaz, çöken kültür varlığına dengelenebilecek şekilde yükselen cemaat varlıklarının

birçok örneklerinde görüldüğü üzere, verici rol de oynar. Çağımızdaki yerli unsurlara dayanan modalar,

halktan gelen bir yığın gelenek varlığını, yeniden modayla yayılan kültür varlığı haline getirmeye

yönelmektedir. Halk oyunları günümüzde toplum dansları haline gelmekte, aşağıdan yukarıya doğru

yayılmakta, köyden gelerek şehir kültürüne katılıp yükselmekte, şehir kültürüne yeni unsurlar katmakta ve

böylece iki yönlü, hem batan hem yükselip çıkan kültür hareketliliği oluşturmaktadır. (Tahir Alangu)

56

Page 57: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Bu görünüş ve yorumlayışıyla “sosyal tabakalaşma” yla ilişkili sıradan bir sosyoloji paradigmasına

dönüşen “Seçkin Kültürün Dibe Batması Kuramı”, biraz da sosyolojinin gelişip daha kolay ölçülebilir

parametreler kullanmaya başlamasıyla halkbilimi çalışmalarındaki etkisini kaybetmiştir.

Kuramın, yayılmanın tek yönlü ve tek buutlu (boyutlu) olacak kadar basit olmayıp çok yönlü ve çok

kanunlu, çok karmaşık bir sosyokültürel olgu olduğu gerçeğini ortaya koyması, halkbilimi çalışmalarında

son derece önemli bir teorik gelişmedir. Geliştirip önerdikleri model de pek çok kültür değişmesini

açıklamaktadır.

Seçkin Kültürün Dibe Batması Kuramı’na en büyük eleştiriler Nazi ve Komünist ideolojilerin

mensupları tarafından yapılmıştır. Nazi Almanyasında, Komünist Rusya’da kullanılması yasaklanmıştır.

I.) İdeolojik Halkbilimi Kuramları

R. M. Dorson’ a göre 20. yy’da politik gerçekleri yönlendirmek amacıyla halkbiliminin ideolojik

yönden işlenmesi, 19. yy romantik milliyetçiliğinden kaynaklanır. Halk şiirinin ulusal kimliği belirleyici ve

koruyucu rolüne dikkat çeken Herder’ in izinde Avrupa’nın her ülkesinden bilim adamaları halk ruhunu

aramışlardır. Almanya’da Grimmler, Norveç’te Asbjörgen ve Moe, Finlandiya’da Lönnrot ve Krohn,

Sırbistan’da Vuk Karadziç, İrlanda’da Douglas Hideve pek çok başka bilim adamı harekete geçmiştir. Bu

tür miras araştırmalarının erdemleri bulunmasına karşın, bilimi ve bilimsel bilgiyi ideolojik dogmaların

eline verme gibi aşırı uygulamalar Nazi Almanyası ve Komünist Sovyet Rusya’da olduğu gibi halkbiliminin

geniş halk kitlelerini etkilemede propaganda aracı olarak kullanılmasına yol açmıştır.

Halkbilimi çalışmalarını politik bir sermaye olarak kullanan ilk devlet Hitler’in Nasyonal Sosyalist

hükümetidir. Almanya ‘da 1930’larda kapsamlı bir halkbilimi yayını yapılmıştır. Nazi kavramı gizemli bir

biçimde kan, dil, kültür ve gelenek bağlarıyla birleştirmiştir. “Volk” teriminin Herder zamanından beri

mistik bir havası bulunmaktaydı, şimdi politik bir anlam taşımaya başlamıştı: “volk”, ulus demekti. Hitler’in

“üstün ırk” ve “ırk-kan birliği” dogmaları nedeniyle folklorun kökeninin aydınlara özgü olduğunu ve

aydınlardan ağır ağır köylülere geçtiğini savunan Hans Nauman’ın Seçkin Kültürün Dibe Batması

Kuramı’nı Naziler kaldırıp bir kenara atmışlardır. Neumann 1929’da korkusundan eserinin değiştirilmiş bir

baskısını yayımlamıştır. Kan bağına dayanarak ırklarını yüceltecek mistik ve ruhani bir ata arama

çabasındaki Naziler, bu konuda kendileriyle çalışma çabasında olan halkbilimcileri yönlendirmişlerdir.

Grimm, Mannahard, Köhler ve Bolte gibi dünya çapında ünlü halkbilimcilerin teorik yaklaşımlarını dikkate

bile almamışlardır. 1858’de “Bilim Olarak Folklor” adlı eseri yayımlayan sosyolog ve gezi yazarı Wilhelm

Riehl’e sıkı sıkıya sarılmışlardır. Halkbilimle birlikte bütün sosyal bilimlerin Almanlıkla ilgili konulara

ağırlık vermesi ve bu bilginin pratik kullanıma uygulanmasının gerekliliği üzerine Riehl’in önerileri polis

57

Page 58: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

eğitimi ve yönlendirmesinde kullanılmıştır. Naziler de bundan özellikle propaganda yapmak amacıyla

faydalanmışlardır.

1920’lerin sonlarında Almanya’da bazı üniversitelerde halkbilimi, çoğunlukla zorunlu ders olarak ya

da “Alman kültür bilimi”, “yurttaşlık bilgisi” derslerine ek olarak alınan, beğeni kazanmış bir konu

durumundaydı. Bu dönemde Adolf Bach Alman halkbilimiyle ilgili bir kitap yazar. Kitap, Alman

halkbiliminin hakemi durumuna gelen Hitler’in “führerschicht”(Führer: önder, komutan Schicht: sınıf,

katman,tabaka) kavramıyla sonuçlanmaktadır. Hitler, “halksal devlet” in kendi politik düşüncesinin odak

noktasını oluşturduğunu düşünmekteydi.

Bu nedenle halkbiliminin verilerini propaganda aracı olarak kullanmak istemiştir. 1937’de bu amaca

yönelik olarak “Arbeitsgemeinschaft für Deutsche Volkskunde”(Alman Halkbilimi için Çalışma Grubu)

kurulmuştur. Kurucuları arasında Nazi devriminin filozofu Alfred Rosenberg, Hitler’in tarım bakanı Walter

Darre, Hitler Gençlik Hareketi’nin önderi Baldur von Schirach ve Hitler’in içişleri bakanı Henrich Himmler

vardır. Bu da halkbilimi çalışmalarının Nazi ideolojisinin yönlendirmesinde yapıldığını gösterir.

Sovyet Rusya da halkbilimini, komünizm propagandası yaparak geniş halk kitlelerini etkilemek,

komünist rejimin temelini oluşturan Marksist kuramı ilerletmek için kullanmıştır. Zengin bir halk kültürüne

sahip olan Rusya’da komünist rejimden önce halkbilimi çalışmaları son derece gelişmiş bir durumdaydı.

Rusya’da da halkbilimine ilgiyi romantik edebiyat akımı uyandırmıştı. Napolyon savaşları esnasında

Ruslarda millet olma bilinci uyanmıştır. Rus subayları Fransız ordularına karşı halk kitleleriyle omuz omuza

savaşmış, halkın kültürünü tanımanın gerekliliğine inanarak savaştan dönmüşlerdi. Ancak Rusya’daki

“Çarlık” ve “Kilise” gibi iki köklü kurum halk kültürüne duyulan ilginin yayılıp büyümesini önlemiştir.

Ortodoks kilisesi halk kültüründe putperestlerin inanış ve törenlerinden izler bulmaktaydı. Çarlıksa halkın

aydınlanmasından korkmaktaydı. Bu nedenle Rusya’da 1830-1850 arasında toplanan halkbilimi örnekleri

ancak kilise ile çatışmadığı taktirde yayımlanabiliyordu. Nitekim toplanan malzemenin büyük bir çoğunluğu

ancak çarın 1855’te ölümünden sonra yayımlanabilmiştir.

Romantik edebiyat akımının Rusya’da ilgilendiği en önemli konu, Rusça’nın zengin bir edebiyat dili

haline gelmesiydi. Rus yazarları bunun için Almanya’da olduğu gibi halk kültürü kaynağını kullanmışlardır.

Sözlü edebiyat örneklerini derleyip yayımlamaya başlamışlar, Almanya’daki Grimm kardeşlerle tanışan

Kreyevski kardeşler, bu akıma 1831’de yayımladıkları Rus halk türküleri külliyatıyla öncülük etmiştir.

Rus romantik milliyetçiliğinin giriştiği, Rus halk dilini sanat dili haline getirme çabası Puşkin’in

(1799-1832) katılması ile büyük bir güç kazanır. Küçük bir çocukken lalasından dinlediği masallar

Puşkin’in üzerinde büyük izler bırakmış ve o her masalı şiir saymıştır. Yayımladığı masal, şiir, tiyatro ve

58

Page 59: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

hikâyelerinde halk dili ve anlatım özelliklerini kullanmıştır. Rus köylüsünün geriliğini, yoksulluğunu, baskı

ve zulümden çektiklerini anlatmış, bu nedenle çarlığın gadrine uğramıştır. Çok geçmeden Puşkin’in

çabalarına Lernokof, Gogol, Dostoyevski, Tolstoy gibi yazarlar da katılmış, bu sayede Rusça dünyanın

sayılı edebiyat dillerinden biri, Rus edebiyatı da dünyanın en saygın edebiyatlarından birine dönüşmüştür.

Rusya’nın 1552’de Kazan’la başladığı Türk dünyası işgalleri sonucunda bazı Rus halkbilimcileri

Türk folkloru derlemeye, bu sahada uzmanlaşmaya başlarlar. Castren ve Schalfer’in 1847’de Altay

Türklerinden toplayıp derledikleri destanlar bu tür çalışmaların ilk örneklerindendir.

Ancak Türkistanlı Türkler arasında halkbilimi çalışmalarının asıl öncüsü V.V.Radloff’ tur(1837-

1918). Radloff ilk yedi cildini kendisinin yayımladığı büyük derleme külliyatında Kazak, Kırgız, Uygur ve

Kırım Türkleri arasından derlenmiş sözlü edebiyat örnekleri vermiştir. Kısaca “Proben” olarak bilinen bu

seri, onun ölümünden sonraya yayımına devam etmiştir. I.Kunoş, N.Katanof ve M.Moshkov’un Anadolu-

Rumeli, Güney Sibirya’dan, Hakas Türklerinden derledikleri halk edebiyatı örneklerini içeren sekizinci ve

dokuzuncu ciltleri ve Baserabya Gagavuz Türklerinden derlenen malzemenin yer aldığı onuncu cildi

yayımlar. Radloff’un çalışmalarını Barthold, Potanin, Samayloviç, Kazak türkü Şokan Velihanof ve Başkurt

Türkü Ebubekir Divayef sürdürür. Rus Komünist devrimi böylece, çoğu arşivlerde kalıp yayımlanmamış

büyük folklor malzemesini devralmıştır.

Halkbilimi derlemelerine ve çalışmalarına gösterilen bu akademik ilgi Rus komünist devrimi

esnasında ve sonrasında hızını kaybeder. R.M.Dorson’un ifadesiyle en kötüsü de Komünist Parti’nin bir gün

uyanarak halkbilimcilerin Marksist kurama uymayan kuramlar takip ettiklerini ve ortaya koyduklarının

Marksist kuramı zayıflattığını fark etmesidir. “Seçkin Kültürün Dibe Batması Kuramı”nı bu defa

komünistler ve Stalin yasaklar. Parti’nin emriyle komünist ideolojiye hizmet eden halkbilimciler tarafından

Hans Neumann’ın kuramının tam tersini temsil eden, adeta “Halk Kültürünün Zirveye Yükselmesi”

denilebilecek bir tez anlayışı içinde çalışmalar yapılır. Bu halkbilimi çalışmalarının tamamı, Marksist kuram

ve ideolojiye hizmet edecek ve onun geniş kitleleri etkilemesine, propaganda aracı olarak kullanılmasına

yarayacak şekildedir. Parti tarafından ileri sürülen “folklorun kaynağının işçi sınıfı veya proletaryanın

yaratıcı gücünden kaynaklandığı” dogmasını doğrulama amacı güder.

Parti’nin aldığı karar doğrultusunda o zamana kadar derlenmiş malzemeler de Marksist kurama

uygun hale getirilip ideolojik bir elekten geçirilerek radyo, sinema, tiyatro, basın, …vs. gibi bütün kitle

iletişim araçlarıyla halka dağıtılır ve uzun yıllar bu uygulanır. Toplu çiftlik merkezlerinde ve köylerde

yaşayan halk şairleri devrimi ve Lenin ve Stalin gibi devrim önderlerini öven şarkı, destan ve efsaneler

yaratmaları konusunda teşvik edilir. Dağıstanlı Süleyman Stalskiy, Stalin’i öven destanı nedeniyle “20.

yy’ın Homer’i” ilan edilip ödüllendirilir. Sokolov “…parlak sosyalist kültürün propagandasını yapmak için

59

Page 60: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

son derece önemli, artistik bir güçtür.” diyerek komünist ideolojik yaklaşımların altında yatan gerçeği ortaya

koymaktadır.

1939’da II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla, Sovyet halkbilimcileri alelacele harekete geçip; halk

edebiyatında yer alan yiğitlik, kahramanlık ve vatanseverlik temalarını ön plana çıkaran örnekleri

yayımlayarak Nazilerle savaşan Sovyet ordularına dağıtırlar. Savaştan sonra 1944’te Taşkent’te toplanan

“Orta Asya Halk Edebiyatı Konferansı”nda halkbilimi çalışmalarında, geçmişte aralarında kültür alışverişi

ve ortak bağlar bulunan halklar için karşılaştırmalar yapılmasına izin verilir. Bu, Türk Cumhuriyetleri

arasında ilişkiler kurulmasına konulmuş yasağın kalkması demektir. Sovyetler Birliği’nde yaşayan Türklere

kendi destanlarını ve halk edebiyatlarını derleyip yayımlama yolu açılır. Özbek Türkü Zarifof ve Rus

halkbilimci Jirmunski karşılaştırmalı yöntemle hazırladıkları “Özbek Yiğitlik Destanları”nı yayımlarlar. Bu

çalışma destanları yalnızca diğer Türk destanlarıyla karşılaştırarak bir kısmının aynı kaynaktan geldiğini

göstermekle kalmaz; destanlar eski Yunan destanları İlyada ve Odesa ile de karşılaştırılır. Ancak savaş

bitmiştir ve yiğitlik temasının kullanılmasının zamanı geçmiştir. 1947’de yayımlanan çalışma Komünist

Parti tarafından eleştirilir. Kitabı yazanlar burjuva halkbilimcisi Vesselovski’nin (1838-1906) eskimiş

yaklaşımını canlandırmakla suçlanır. Üstelik Marks, Homer destanlarını “belli bir devrin ve özel toplum

koşullarının yaratması” olarak yorumlamıştır, bunun tersi savunulamaz. Bugünün destanları ile eski Yunan

destanları arasında benzerlikler bulma bir anlamda Marks’a karşı gelmektir. Jirmunski ve Zarifof çok

tanınmış bilim adamları olmaları nedeniyle hayatlarını zor kurtarırlar.

Bundan çok daha kötü bir eleştiri ve hücum 1951’de Dede Korkut çalışmalarına yöneltilir. 1949’da

Sovyet Ansiklopedisi’nde “Azeri halk kültürünün şanlı bir yapıtı, dürüstlüğün ve vatan sevgisinin türküsünü

söyleyen destan” olarak övülen Dede Korkut Hikâyeleri şimdi yerilmektedir. Benzer eleştiriler

Türkmenistan’da Köroğlu çalışmalarına, Kırgızistan’da Manas çalışmalarına yöneltilir. Stalin’in 1953’ta

ölümünden sonra halkbilimi çalışmaları biraz rahatlar. 1972’de toplana Yazarlar Kongresi’nden sonra

halkbilimciler daha da bağımsız çalışmalara yönelik yeni haklar elde etmişlerdir.

Günümüzdeyse, 1990’lı yılların başında bağımsızlığa kavuşan Türk topluluklarında çalışan

halkbilimcilerin büyük bir çoğunluğu adeta Komünist Rusya döneminde yaşadıklarına karşı duydukları

tepki ve aşağılık kompleksini “dar kabilecilik” anlayışına yönelik çalışmalar yaparak dışa vurmaktadırlar.

Henüz izole ederek tanımaya, tanımlamaya çalıştıkları parçaların Türk dünyası kültür ekolojisinin

bütünlüğü bağlamında bir anlam taşıdığı gerçeğini yeterince kavrayamamış durumdadırlar.

İ.) Kültürlerarası Çaprazlama Yöntemi

60

Page 61: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Kültürlerarası Çaprazlama Yöntemi; dünyanın her yerinden derlene masal, efsane, türkü, bilmece,

atasözü, halk inancı, gelenek, görenek, tören, gibi her türlü halkbilimi ürünlerinin aralarındaki evrensel

düzeni tespit edip ortaya koymak amacıyla, benzer kültür belgelerinin daha çok sayılarına, örtüşen dizilerine

ve denkliklerine dayanılarak yapılan çalışma şeklidir.

Evrensel halkbilimi kuramına göre insanlığın vahşilikten uygarlığa doğru ilerleyen bir kültürel evrim

çizgisi vardı ve uygar toplumlarda geçmişten kalan malzemeyi yaşayan kalıntılar olarak folklor kuramına

uygun olarak çeşitli kültürlere ait malzemeyi karşılaştırarak ele almışlardı. Ancak 20. yy’ da bu kuram bir

yandan kültür antropolojisi çalışmalarında ve Fin Yöntemi’ nde kısmen yaşamaya devam ediyor olsa da

çaprazlama kültürlerarası yöntem de zaten bu nedenlerle 19. yy’ da aldığı şekli ve kullanışındaki yaygınlığı

uzun müddet kaybetmiştir.

Çaprazlama yöntemine göre derlenip tasnif edilerek yorumlanan malzemeyle, daha önceleri ortaya

konan kültürler arası yüzeysel karşılaştırmalı çalışmaların ortaya çıkan yanılgıları ve bu nedenle bu

yöntemin taşıdığı metodolojik olarak ucu açık genelleme tehlikeleri bu yöntemin uzun süre halkbilimi ve

diğer sosyal ve beşeri bilimlerde değerini kaybetmesine yol açmıştır. Onun yerini bir tek kültür üzerine

yoğunlaşarak derinlemesine yapılan çalışmalar almıştır. Kuramsal olarak da evrimsel bir şematik taslağın

tek sesli ve yönlü yaklaşımını yerini daha çoğulcu bir yaklaşım olan her milletin kendi özgün tarihi ve

kültürel değerlerini ele alan açık – uçlu bir dünya görüşüne dayanan önermeler ileri sürülmüştür.

A. Lomax, bu amaca yönelik olarak 1953’ te alan araştırmalarıyla malzeme derlemeye başlamış,

1955 – 56’ da araştırmalarının ilk sonuçlarını yayınlamıştır. Çalışmalarını temel alarak 1961’ de

“Kantometriks Projesi” adlı çalışmayı başlatarak bilgisayar programı destekli disiplinlerarası bir ekiple

1966’ ya kadar dünyanın muhtelif kültürlerinden derlenmiş 3500 şarkı üzerinde araştırmalarını sürdürür. Bir

yandan anlatım süreçleri ve iletişim süreçleri, diğer yandan da oysal yapı ve kültür kalıpları arasında

önceden kestirilebilecek ve evrensel ilişkileri tespit edecek bir sosyal estetik bilimini tasarlamıştır. Halk

şarkıları incelediği ilk kültürel gösterge olmuştur. Çünkü dünyanın dört bir yanında kaydedilmiş halk

şarkıları bulunmaktaydı. Her kültürün insanları halk şarkıları söylemekteydi ve bütünleyici parçası olan

gereksiz yinelemeyle halk şarkıları kültürleri yansıtmaktaydı.

Evrimsel düzenlilik temeline dayanan 19. yy çapraz kültürel genellemelerinin yerine Lomax, bir tür

kültürel çoğulculuğu her kültürün kendi içi armonileri ve kendi anlatım stili bulunduğu konusundaki özenli

antropoloji kavramıyla birlikte kabul etmiştir. Dünyayı kendi özel yetkin stilleri bulunan ve küçük yöresel

birimlere bölünebilen altı yöreye ayırmıştır. “Folk Song Style and Culture” adlı çalışması, kendi devrinin

akademik çalışma stilini yansıtmaktadır. Buna göre kültürlerarası yöntemle derlediği malzemeyi performans

teorinin o dönemde yeni yeni şekillenmeye başlayan bazı önermeleriyle yorumlamıştır. Ona göre türkü

sadece türkünün metnine ve melodisine dayanarak belirlenemez, okuyucu ile dinleyici arasındaki karşılıklı

etkileniş gibi karmaşık elementlerin bir sentezi olarak görülmelidir. Dünyadaki çeşitli kültürlerde söz

61

Page 62: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

konusu icra stillerini inceleyerek iki ana grup bulmuştur. Bunlardan biri uygarlığın yukarı düzeylerinde

bulunan az gelişmiş Avrupa, Asya, Uzakdoğu kültürlerinde yer alan ve kompleks bir türkü metnine sahip

olan ve türkünün bir kişi veya küçük bir koro tarafından okunduğu yapıdır. Bu yapıda türkü metninde ölçü

ve melodi yerleşmiş kalıplar halini almıştır ve metin melodi çeşitli söz ve müzik sanatları ile üslenmiştir. Bu

tür bir türkü icrası politik otoritenin merkezde odaklaştığı kültürle ilişkilidir ve ancak bu tür kültürlerde

bulunur. İkinci icra stilinde ise kişi veya küçük okuyucu grubu türküyü söylemez, söylemeye hakim

değildir. Bütün topluluk türkü söylemeye katılır metin ve melodi basittir, söz ve müzik sanatları ile

süslenmiş söz ve melodi değişmezliğe uğramış ve kesin kalıplar halini almıştır. Bu icra stili ilkeller özellikle

de Afrika yerlileri arasında görülmektedir. Bu toplumlarda politik otorite henüz tek merkezde

toplanmamıştır ve yaygın bir durumdadır. Böylece türkünün sosyal bağlam ve içinde yaşadığı toplum yapısı

ile ilişkili olduğunu ortaya koyar. Ona göre bir kültürde çalışma hayatının örgütlenmesi ve çalışanların

örgütleri ile türkü söyleyen insanların örgütlenmesi arasında sıkı bir ilişki vardır. İş hayatında çalışanlar

örgütlü değilse, o kültürde müzik stilinde solo veya tek okuyucu baskın durumdadır. Lomax türkülerdeki

genel melodinin içeriğinin bile toplumsal kökeni olduğunu belirtir.

Türkülere uyguladığı bu yaklaşımını halk danslarına da uygulamıştır. Dansı da kişisel bir olay değil,

sosyal bir icra olarak kabul eder. Buna göre bir kültürde insanlar önemli işleri görürken nasıl duruyorlar,

bedenleri nalsı eğilip bükülüyor ve kullanılıyorsa danslarını da öyle ederler. Dans hareketleri vücudun iş

içindeki hareketine bağlıdır. Bundan hareketle de dünya dansları vücudu tek bir gövde olarak hareket ettiren

kültürlerdeki danslar olarak iki kümeye ayrılabilir. Bu kümelerden ikincisi ilkel toplumlarda ve birincisi de

Avrupa ve Asya’ nın yüksek kültürlerinde ortaya çıkan dans stilleri olarak belirlenmektedir.

Lomax’ ın bu çalışmaları, disiplinlerarası bir üründür ve alan araştırması sonuncunda elde edilen

bantlardan, filmlerden oluşan deneysel delillere dayanmaktadır.

J) Yığın Kültürü Kuramı

20. yy’da, kentsel, teknolojik, seri üretim ve seri tüketim kültürü ile kırsal, köylü kültürü arasında

savaş sürmektedir. Yakınmalar ise her zaman gelenek çiçeklerinin endüstriyel uygarlığın buharlı silindirleri

ile acımasızca ezildikleri konusunda olmaktadır.

Halkbilimi bilginleri ya kendilerini savunmak için ya da yeni bir aydınlanma iyle 1960’ larda yığın

ve halk kültürlerini yeniden yorumlamışlardır. Artık karşıtlıklar yerine iç içe geçme olgusunu görmeye

başlamışlardır. Etnik ve kırsal halk, kentlere akın etmekte, kentsel tempoya çeşitli yollarla uyum sağlamakta

ve halk kimliklerini korumak için de çaba harcamaktadırlar. Kent gerçekten giderek halk toplumlarının bir

yuğunu haline gelirken orta sınıflar kent merkezinden varoşlara kaçmakta ve gettolar oluşturmaktadır.

Doğal olarak da her şeyi silip süpüren toplu iletişim araçları, halk temaları ve formüllerinin tüm türlerini

içine alıp yutmakta ve bunları çıkarırcasına kültürel geribildirim biçiminde dev izleyici kitlesine

sunmaktadır. Bunun bir sonucu olarak karşımıza çıkan şey de şudur, halk şarkıcısı veya hikâyecisi sanatını

stüdyo taleplerine uydurmak zorunda kalmaktadır.

62

Page 63: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Bu kuram bağlamında yapılan çalışmalar, çocuk gelişimi ile ilgili kavramları, sözbilimsel söylem

olarak halkbilimi ile ilgili edebiyat kavramlarını sıralamaktadır.

Bazı Alman halkbilimciler, özellikle Herman Bausinger, “Teknoloji Dünyasında Halk Kültürü”

adıyla yayınlanan eserinde antika kalıntıları için romantik bir arayışı reddederek modern yaşam olgusunu

kucaklamayı teklif etmektedir.

Bu yeni kültür doğrudan problem yönelimli halkbilimci yöntemleri ve amaçları yönünden

sosyologlardan ayrımlata ve turizmin toplumsal etkilerini isteği bağlı ortaklıkları, küçük ölçekli sanatları ve

zanaat üreticilerini, kentsel halk şarkılarının doğuşunu popüler tiyatroyu, kitle edebiyatını ve tatil

göreneklerini araştırmaktadır. Yaşayan geçmişten canlı olarak günümüze gelen süreklilik gösteren izleri

araştırmakta ve emanetler, hayatta kalanlar ve çok eski olma olguları bir anlamda daha ikinci planda

kalmaktadır.

K) Yapısal Halkbilimi Kuramları

Yapısal çözümleme yöntem ve kuramlarının tamamının amacı, halkbilimi türlerini evrensel

modellere ve formüllere indirgenerek ve böylece zamanla oluşturulacak bir folklor grameri sayesinde

evrensel bazda mukayeseli çalışmaları daha kolay gerçekleştiriliri kılarak insanlığın kültürel ve zihni

gelişimini anlayıp açıklayabilmektir. Birbirinden bağımsız birkaç temel bakış açısı veya ekolü vardır.

Bunlardan birinci grubu halk anlatılarında yer alan kahraman biyografisini yapısal çözümleme modelleri,

ikincisi Propp ve üçüncüsü Strauss’ un geliştirdiği bakış açıları oluşturur.

Yapısalcılığın bir folklor unsurunun temel parçalarının organizasyonu veya birbirleriyle olan

ilişkilerinin çalışılması olduğunu anlamak gerekmektedir. Yapısal çözümleme Propp masalları, Strauss

mitleri çalıştı diye sadece bunlarla sınırlı değildir. Herhangi bir folklor türüne uygulanabilir. Problemler en

küçük bir yapısal birimin ne olduğunun keşfi veya tanımlanması ile bu en küçük bir yapısal birimlerin

geleneksel modelleri oluştururken nasıl birleştiklerinin anlaşılmasıdır. En küçük yapısal birimi ortaya

koymadan yapısal bir çözümleme yapmak neredeyse imkânsızdır.

Yapısalcılığın halkbilimine katkıları Dundes tarafından şöyle özetlenmektedir:

Tür teorisi üzerine yoğunlaşan halkbilimcilere türlerin tanımlanmasında geçerli

kriterler sunmakta oluşu

İleri sürülen tezlerin kolaylıkla başka kültürlerden malzemeye uygulanabilir veya

geçerliliklerinin test edilebilir olması

Bu özellikleri nedeniyle halkbilimcilere çalışmalarında daha somut bir objektif

çalışma vasatı oluşturmasıdır.

a) Kahramanın Biyografisinin Yapısal Çözümleme Modelleri

Bu konuda ilk teşebbüs 1864 yılında Alman halkbilimci von Hahn tarafından yapılmıştır. O halk

anlatıları üzerine çalışırken söz konusu anlatılarda yer alan çeşitli formüller dikkatini çeker ve bunları bir

63

Page 64: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

liste haline getirir. 14 kahramanın biyografisinden yola çıkarak hazırladığı kahraman kalıbı 16 maddeden

oluşmaktadır. Ölümünden sonra 1876’ da yayınlanan çalışması halkbilimi araştırmaları tarihinde “Aryan

Sürgün ve Dönüş Formülü” olarak bilinmektedir. Bu çalışma daha sonraları Aarne tarafından 1910’ da

gerçekleştirilen masal tip katalog sisteminin öncüsü kabul edilmektedir. Von Hahn’ ın çalışması masalların

kalıplaşmış yapısı hakkındaki ilk genelleme kabul edilmekte ve dolayısıyla da diğer yapısal şemalarla

birlikte Propp Yöntemi’ nin öncülü sayılmaktadır.

1) J.G. von Hahn’ ın Aryan Kahramanı Biyografik Modeli

Bu modelin, Max Müller tarafından Güneş Mitleri Kuramı doğrultusunda yorumlanması nedeniyle

kuramın geçerliliğini yitirmesinin ardından, akademik çevrede unutulmaya yüz tutmuşken İngiltere’ de

Alfred Nutt tarafından Kelt geleneğine başarıyla uygulanması ve Edward Tylor ile takipçilerince yapılan

çalışmalar oldukça önemlidir.

Fin Okulu ve özellikle takipçileri cihetiyle de bir bakıma yapısal kurama olan katkıları nedeniyle

taşıdığı öncül öneme sahip olan bu model şu şekildedir:

Doğum

-Kahraman gayrimeşru olarak doğar

-Annesi ülkenin prensesidir

-Babası bir tanrı veya bir yabancıdır.

Gençlik

-Kahramanın yükselişinin işaretleri vardır

-Bu nedenle terk edilmiştir

-Hayvanlar tarafından emzirilir

-Çocuksuz bir çoban çifti tarafından büyütülür

-Yüksek ruhlu bir gençtir

-Yabancı bir ülkede hizmet edeceği bir iş arar

Dönüş

-Geriye muzaffer olarak döner ve tekrar yabancı ülkeye gider

-Gerçek düşmanlarını kılıçtan geçirir ve ülkeyi yönetmeye başlar, annesini kurtarır

-Şehirler kurar

-Ölüm şekli olağanüstüdür

İkinci Dereceden Şahıslar

-İnsest ilişki nedeniyle lanetlenmiştir ve genç ölür

-Hakarete uğrayan bir hizmetçinin eliyle intikam için öldürülür

-Daha genç olan kardeşini öldürür.

64

Page 65: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Tylor’ un “İlkel Kültür” adlı çalışmasında kahraman mitleri olarak adlandırdığı halk anlatılarında,

kahramanların ortak bir örneği veya modeli takip ederek oluşturulduklarını ileri sürer. Buna göre, kahraman

doğar, çeşitli olaylar sonucunda büyür ve ulusal bir kahraman olur. Tylor sadece ortak kahraman modeli

oluşturmaya çalışır. Kahramanın veya kahramanların kaynağı, işlevleri ve anlamları onun ilgi sahasına

girmemiştir.

2) Otto Rank’ ın Kahraman Kalıbı

Freud Okulu takipçisi olan Rank’ ın, geliştirdiği kurama göre, kahraman aile ile içgüdüler arasındaki

ilişkilerden kaynaklanmaktadır. Kahramanların baba – oğul arasındaki çekişmelerin neticesi olarak oğulların

babalarını öldürdüklerini ileri sürmekte ve bu ilişkilerdeki kalıplaşmaların da söz konusu kahraman

kalıbının oluşmasını sağladığı düşüncesiyle kahraman olgusunun kaynağını buna bağlamaktadır. Bu kalıba

göre kahramanların hayatlarının ilk yarısı üzerinde durulmaktadır. Bu nedenle sadece ileri sürdüğü

kahraman kalıbına uyanları dikkate almakla eleştirilmiştir.

Kahraman sıra dışı bir ailenin çocuğudur.

Babası bir kraldır.

Ana rahmine düşüş şartları zordur.

Doğumuna karşı kehanetler ve uyarılar vardır.

Suyla bir kutunun içine bırakılır.

Hayvanlar veya iyi insanlar tarafından korunur.

Dişi bir hayvan veya mütevazı bir kadın tarafından emzirilir.

Büyür.

Gerçek ailesini bulur.

Babasından intikamını alır.

Halk tarafından tanınır, kabul edilir.

Rütbe kazanır, yükselir ve onurlanır.

3) Lord Raglan’ ın Geleneksel Kahraman Kalıbı

Esasen söz konusu teorinin çeşitli anlatılara uygulanması ve böylece kuramın temel önermelerinden

biri olan “bu kahramanların hiçbiri tarihsel bir gerçek değildir” veya “tamamı kurmaca kahramanlardır”

genellemelerini doğrulama amacı taşımaktadır. Yazılı ve sözlü kültür geleneklerinde yer alan anlatılardaki

kahramanların biyografik bir profilini ortaya koymak ve çeşitli kahramanlar arasındaki yapısal

kalıplaşmalara dayalı benzerlikleri gelenek ve kültüre özel bazda çalışma imkânı vermesi bakımından

kullanışlı bir araştırma aracı durumundadır. Kahramanların hayatlarının hem ilk hem de ikinci yarısını ele

alması bakımından en kapsamlı kalıp olarak görülmektedir.

Kahramanın annesi soylu bir bakiredir

Babası bir kraldır

65

Page 66: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Baba çoğunlukla kahramanın annesinin yakın bir akrabasıdır

Kahramanın ana rahmine düşüş şartları olağandışıdır

Aynı zamanda bir tanrının oğlu olarak kabul edilir

Doğumu anında genellikle babası veya anne tarafından dedesi onu öldürme

girişiminde bulunur

Kahraman bunun üzerine gizlice bir yere gönderilir

Uzak bir ülkede kendisini evlat edinen bir aile tarafından büyütülür

Çocukluğu hakkında bize hiçbir şey anlatılmaz

Yetişkinlik çağına eriştiğinde gelecekte kral olacağı yere gider

Kral, dev veya yırtıcı bir hayvana karşı kazandığı bir zaferden sonra

Çoğu zaman selefi olduğu kralın kızıyla evlenir

Kral olur

Bir süre herhangi bir olay olmaksızın hüküm sürer

Yeni kanunlar çıkarır

Daha sonra tanrıların ve / veya halkın sevgisini kaybeder

Tahttan ve şehirden uzaklaştırılır

Esrarengiz bir şekilde ölümle tanışır

Çoğunlukla bir tepenin üzerinde ölür

Eğer varsa çocuklarından hiçbiri onun yerine tahta geçemez

Vücudu gömülmemesine rağmen

Gömülü olduğu kabul edilen bir veya daha fazla kutsal mezarı vardır.

4) Eric Hobsbawn’ ın Sosyal Haydut veya Halk Kahramanı Kalıbı

Köylü haydut veya eşkıyaların maceralarını ele alan ve onlar hakkında oluşturulan destan, efsane ve

diğer anlatılarda takip edilen yapısal başka kahraman kalıplarından biridir. Değişik kıtalardan ve

kültürlerden baladlar ve diğer halk şiiri örneklerini kaynak olarak kullanmak suretiyle yapılan çalışmada

değişik zamanlara ait olmakla birlikte sulu olarak görülen köylüler olmalarına karşın halk tarafından

kahraman olarak kabul gören ve yardım edilen sosyal haydutların yapısal benzerlikleri ortaya konmuştur.

Ele alınan kahramanların neredeyse tamamı köylü haydutlardan oluşmaktadır ve yine hemen hepsi

de gerçekten yaşamış kişilerin hikâyeleridir. Bu özelliği kahramanların tamamının gerçek olmadığını iddia

eden Lord Raglan’ ın geliştirdiği kahraman kalıbıyla tamamen zıttır. Hobsbawn, köylü haydutların

başkaldırıları ve bir halk kahramanına dönüşme süreçlerinin sonunda ulusal kurtuluş mücadelelerinin

öncüsü durumunda yeni ve ulusal mücadelelerin yolunu açtıklarını ileri sürmektedir. Dünyanın hemen

hemen her yerinden derlenmiş örneklerle desteklediği söz konusu tezinde 9 maddelik bir genel şema veya

66

Page 67: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

kahraman kalıbı ortaya konulmuştur. Ona göre “sosyal” veya “soylu haydut” olarak adlandırılan eşkıyalar

halk kahramanı statüsüne yükselinceye kadar gelişen hikâyelerin biyografik şeması şu şekildedir:

Kahraman kanun dışılık kariyerine bir suçla değil adaletsizliğin kurbanı olarak başlar.

resmi otoritelerce aranmasına rağmen yaptığı toplumun halk kültüründe suç olarak

değerlendirilmez.

Yanlışları düzeltir

Zenginden alır fakire, ihtiyaç içinde olana verir

Meşru müdafaa ve intikam dışında asla adam öldürmez

Eğer yaşarsa halkının arasına saygıdeğer bir vatandaş ve hürmet gren bir birey olarak

döner. Aslında o halkının arasından hiçbir zaman ayrılmaz.

Ona hayran halkı tarafından yardım görmüş ve desteklenmiştir.

Toplumunun üyelerinin resmi kurumlarla kendisine karşı işbirliğine girmemesi

nedeniyle ancak toplum tarafından dışlanmış kişilerce kendisine yapılan kalleşlikler

ve kurulan tuzaklar sonucu muhtelif yollardan biriyle öldürülür.

En azından teorik olarak görülemez ve kolaylıkla ele geçirilemezdir.

Kralın veya imparatorun düşmanı değil fakat onların yerel despot idarecilerinin ve

adaletsiz bürokratlarının düşmanıdır.

b.) Vladimir Propp’un Yapısal Anlatı Çözümleme Yöntemi4

1.) V. Propp’un Çözümleme Yöntemi’nin Tarihçesi

Vladimir Propp (1895-1970) en tanınmış Rus halkbilimcisidir. Petersburg’da Slav Dili ve Edebiyatı

bölümünü bitirir ve 1915’te S.A. Vengerov’un o dönem için önemli sayılan Puşkin Semineri’ne (ileride

doğacak Biçimciler okulunun en önemli temsilcileri burada yetişmiştir) katılır.1918’de eğitimini

tamamladıktan sonra çeşitli okullarda Almanca, Rus Dili ve Edebiyatı dersleri okutur. Daha sonra

Leningrad Üniversitesi’nde çalışmaya başlar. 1938’de bağlı bulunduğu üniversitede profesörlüğe atanan V.

Propp, çalışmalarını bu tarihten sonra doğrudan doğruya halkbilim ve budunbilime yöneltir. Şu kitapları

yayımlar:

Masalın Biçimbilimi (1928)

Olağanüstü Masalların Tarihsel Kökenleri (1946)

Rus Kahramanlık Destanı (1958)

Rus Tarım Şenlikleri (1963)

Propp’un halkbilim kaynaklarında en çok sözü edilen yazıları şunlardır:

Olağanüstü Masalların Dönüşümleri (1928)

Folklorda Ritüel Gülüş (1939)

Olağanüstü Doğuş Motifi (1941)4 Vladimir Propp’un Yapısal Anlatı Çözümleme Modeli konusu içindeki italik yazılı bölümler Propp’un “Masalın Biçimbilimi” kitabından alınmıştır. ( Çeviren: Mehmet Rifat- Sema Rifat, İş Bankası Kültür Yayınları, Mart 2008, İstanbul)

67

Page 68: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Halkbilim Işığında Oidipus (1945)

Değişik bilimsel dergilerde yayımlanmış olan bu yazılar, yazarın ölümünden sonra “Halkbilim ve

Gerçeklik” (1976) adıyla yeniden yayımlanmıştır.

Ayrıca tek başına ya da ortaklaşa olarak Rus folklorundaki klasik nitelikteki başlıca yapıtların yayımını da

gerçekleştirmiştir:

Afanasyev’in “Rus Halk Masalları” (1957)

“Bilinalar”(1958)

Lirik halk Şarkıları (1961)

Kuzey Rusya Masalları (1961)

Leningrad Üniversitesi’nde masal konusunda verdiği dersleri de “Rus Masalı” (1984) adıyla basılmıştır.

V. Propp’un bilim dünyasında adını duyuran ve halkbilimi çalışmaları açısından en önemli olan

çalışması hiç kuşkusuz masalların yapısını araştırdığı “Masalın Biçimbilimi” (1928) dir. Ancak, eserin

yayımlandığı dönem talihsiz bir dönemdir ve o günün mevcut siyasi sisteminin ideolojisine ters düştüğü

gerekçesiyle V. Propp çeşitli sıkıntılarla karşılaşır. Çalışması da adeta unutulmaya terk edilir.

Masalın Biçimbilimi asıl etkisini 1958’de İngilizce’ye tercüme edilince gösterir. Teklif ettiği

yöntem, halkbiliminin yanı sıra antropoloji, dilbilimi, edebiyat disiplinleri tarafından da kabul edilip

dünyanın dört bir yanında uygulanır. Diğer yandan da genel anlamda sosyal ve beşeri bilimlerde

yapısalcılığın yaygınlaşması sürecinde öncülük yapmıştır.

Propp’un eserinin başta halkbilimi olmak üzere sosyal ve beşeri bilimlerde kısa sürede

yaygınlaşmasının nedenleri arasında Alan Dundes, C. Levi Strauss, T. Todorov gibi bilim adamlarının bu

yönteme dayanarak metin çözümleme yöntemleri geliştirmeleridir. Yapısalcılığı ön plana çıkaran söz

konusu bu çalışmalar eserin yaygınlaşmasında önemli rol oynamıştır.

Propp’un kitabı İngilizce’ye tercüme edilince bir bakıma metodu test etme amacı da taşıyan, metodu

değişik malzemeye uygulamaya yönelik çalışmalar ortaya çıkar. Bunlardan biri Alan Dundes’in doktora tezi

çalışmasıdır. (Morfology of North American Indian Tale-1964)

Dundes, kendi çalışmalarında Propp’un belirlemelerinde bazı düzeltmelere gitmiştir. Dorson’un

ifadesiyle “renksiz fonksiyon” yerine dilbilimci Kenneth Pike’ın terimlerinden ürettiği “motifbirim”

(motifeme) terimini kullanmıştır. Motifbirimin parçaları olarak görülen motifleri belirtmek için de

“motifbirimsel değişke” (allomotifeme) terimini önermiştir. Alan Dundes böylece halkbilimi çevrelerinde

yaygın olarak kullanılan ve benimsenen Stith Thompson’un motifleri belirsizlik içinde kullanımıyla,

halkbilimi türlerini eksiksiz temsil eden yapısal modele dayanan daha kesin bir terminoloji arasında köprü

kurmaya çalışmıştır.

Propp metodunun işlerliğinin evrensel olarak kanıtlanmasından sonra bu kuramın:

-Batıl inançlar, oyunlar ve bilmeceler gibi diğer türleri açıklığa kavuşturabileceğini,

68

Page 69: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

-Kültürel seçimleri şematik olarak gösterebileceğini,

-Akültürasyon davranışlarını önceden kestirilebilir kılacağını,

-İşlevsel ve psikolojik çalışmaları netleştirebileceğini ileri sürmüşlerdir.

Öte yandan son zamanlarda yapılan tercümeler sonucunda V. Propp’un pek çok kavramı

Nikiforov’dan ödünç aldığı ortaya çıkmıştır.

2.) Vladimir Propp Yapısalcılığının Temel Paradigmaları

Propp, Antti Aarne’nin halk masallarındaki kişiliklere ve diğer muhteva kriterlerine göre yaptığı

sınıflandırmanın yanlış olduğunu düşünmüştür. Çünkü, onun tespitlerine göre, masalın bir başka

versiyonunda bir başka canavar, bir ejderha, bir dev ya da bir ayı aynı eylemi yerine getirmektedir. Fakat

eylem sabit kalmaktadır. Bu tespit ve tenkitten sonra, masalın bütün özelliklerinin yapısal incelenmesini,

tarihsel incelenmesinin yapılması için zorunlu bir koşul olarak kabul eder. “Biçimsel yasallıkların

incelenmesi, tarihsel yasallıkların incelenmesini belirler.” çıkarımını savunur.

Propp, masalları yapı özelliklerine göre analiz ederek masallarda sabit ve değişken unsurlar

olduğunu ortaya koymuştur. Ona göre masalların sabit unsurları şahısların icra ettikleri hareketler veya

aksiyonlardır. Propp bunları “fonksiyon” olarak adlandırmıştır. Ona göre masal kahramanlarının eylemleri

(aksiyonları) birbirinin aynısıdır. Bundan hareketle de fonksiyonların bir masal kahramanından bir diğer

masal kahramanına aktarıldığı sonucuna varmıştır. Masallardaki şahıslar ve çevre değişken unsurlardır.

Propp, yöntemini masalda asli veya sabit unsurlar üzerine kurar. Fonksiyonlara yardımcı olan dört grup

element tespit etmiştir. Bu yardımcı elementler.

1. Olaylar arasında irtibatı sağlayan yardımcı unsurlar,

2. Hareketlerin maksat ve nedenleri,

3. Masal kahramanlarının ortaya çıkış şekilleri,

4. Masal kahramanlarının vasıflarıdır.

Bu yardımcı unsurlar fonksiyonlarla birleşince masalın yapısı ortaya çıkmaktadır. Masalın sabit unsurları

olan fonksiyonlarla değişken unsurlar birleşince, masalın tema ve yapı bakımından zenginleşmektedir.

Propp, olağanüstü masalların iki özelliğinin etkisinde kalmıştır: Masalların çok renkli, olağanüstü

çeşitliliği ve görünürdeki bu çeşitlilik altında yatan tek biçimlilik. Bu tespitten hareketle halk masallarını

karşılaştırmaya yönelmiştir.

Amacı:

- Yüzeydeki çeşitlilik, çok renkli özellik altında, binlerce masala ortak olabilecek “işlevsel” birimleri

bulup ortaya çıkarmak,

- Yahut halk masalının yapısını düzenleyen değişmez yasaları belirlemek

- Ve böylece de “masalın kökeni” sorununa sağlıklı bir biçimde yaklaşabilmek için önce “masalın ne

olduğunu ortaya koyabilmek”tir.

69

Page 70: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Propp, yöntemini ileri sürerken; tenkit ettiği Antti Aarne’nin masalları, masallardaki kişiliklerden

hareketle sınıflandırması yerine, kendi yapısal çözümleme yöntemine göre sınıflandırılmasını amaçlamıştır.

3.) Propp’un Çözümleme Yönteminin İşleyiş Sistemetiği

V. Propp masalların da ürünler gibi yapı özelliklerine göre incelenebileceğini ileri sürerek bu

paradigmayı oluşturur. Masallar sabit ve değişken olmak üzere iki tür unsurdan meydana gelmektedir. Ona

göre masallarda otuz bir tane sabit unsur veya bunları adlandırdığı özel terimle “fonksiyon” vardır.

Değişken unsurlar da kendi aralarında dört temel kategoriye ayrılmaktadır. Şu örnekte sabit ve değişken

unsurların neler olduğu görülecektir:

1. Bir çar kahramana bir kartal verir, kartal kahramanı başka bir krallığa götürür.

2. İhtiyar adam Sucenko’ya bir at verir, at Sucenko’yu başka bir krallığa götürür.

3. Bir sihirbaz İvan’a küçük bir kayık verir, kayık İvan’ı başka bir krallığa götürür.

4. Prenses İvan’a bir yüzük verir, yüzükten çıkan iri yarı adamlar İvan’ı başka bir krallığa götürürler.

Örneklerde görüldüğü gibi masal kahramanlarının isimleri ve yararlandıkları nesneler değişmekte,

fakat yapılan iş değişmemektedir. Değişen, kişi adları ve aynı zamanda kişilerin nitelikleridir; değişmeyen,

kişilerin eylemleri ya da “fonksiyonları”dır. Bundan, masalın çoğunlukla aynı eylemleri değişik kişilere

yaptırdığı sonucuna varılmaktadır. Bu sonuçtan hareketle masallar, değişmeyen ve “fonksiyon” adı verilen

eylemlerine göre analiz edilmelidir.

Propp’a göre “fonksiyon”, kişinin eylemidir, ama bu eylem de olay örgüsünün akışı içindeki

anlamına göre belirlenmiştir. Yani, kişilerin eylemleri masalların temel bölümleridir. Propp, bu eylemleri

kişilerin her masalda sürekli değişebilen özelliklerinden soyutlayarak ele alır ve her eylemi, anlatının akışı

içindeki yerini dikkate alarak belirler. Sonunda da otuz bir fonksiyon (eylem) tespit eder. Propp’un tanımına

göre fonksiyon, “ bir kişinin olay örgüsünün akışının içinde taşıdığı anlam açısından betimlenmiş eylem”dir.

Bütün masallarda bu fonksiyonların tamamına rastlanmaz. Bazı masallarda bazı kesitlerin atlandığı,

kısaltıldığı görülür. Ama bu, fonksiyonların masal örgüsündeki ortaya çıkış düzenini değiştirmez.

Propp’un üzerinde çalıştığı masallar “peri masalları” veya “olağanüstü masallar” olarak adlandırılır.

Stith Thompson’un tasnifinde de yer alan bu masallarda:

- Her şey bir kötülükle başlar.

- Kötülük belli bir ailede, belli bir çevrede bir eksiklik yaratır. (Bir kişinin kaçırılması gibi )

- Bir kahraman bu eksikliği gidermekle görevlendirilir.

- Eyleminde birileri ona yardım ederken, birileri de karşı çıkar.

- Kahraman, birçok deneyden, sınamadan geçerek eksikliği gidermeye çalışır.

70

Page 71: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

- Sonunda görevini başarınca ödüllendirilir.

- Bu genel anlatı süreci içerisinde yer alan fonksiyonlar, aynı sıralama içinde birbirini izlerken, yedi

kişi çevresinde dağılım gösterirler.

Propp, çalışmasında, fonksiyonları ve kişileri belirledikten sonra, masalın birbirini bütünleyen iki

tanımını verir. Birinci tanım, fonksiyonların dizilişlerine göre yapılan tanımdır. İkinci tanımsa masalın yedi

kişiden oluşan bir taslağı izlediğini belirtir. Ayrıca bu işlevlerin ikili bir düzlem içinde bulunduklarını

(ikilikler yapısal çözümlemenin özelliğidir), bir masalın nasıl kesitlenip, nasıl çözümleneceğini de ortaya

koyar.

5.) Propp’un Çözümleme Yöntemine Yöneltilen Eleştiriler

Tarihi-Coğrafi Fin Yöntemi takipçileri Propp’un üzerinde çalıştığı “Olağanüstü Masallar”ın Aarne

Thompson Kataloğu’nda AT 300-750 arasında “Asıl Masallar” adıyla yer aldığını söylerler.

Bu masalların yüzlerce değil, bir veya iki tipe sahip ve birbirinin varyantı olduklarını belirtirler. Bu

nedenle görüşleri son derece sınırlı bir uygulama olduğu yönündedir.

Kendisi de Propp yöntemini uygulayan Alan Dundes yapısal çözümleme yönteminin anlamsızlığı

üzerinde durur. Dundes’e gore Propp masalın yapısını ortaya koymuş, ancak ortaya çıkan yapının

anlamına dair hiçbir şey söylememiştir. Bu yorumlamayış veya yorumlanamayış Tarihi-Coğrafi

Metot’un masalın motif ve tiplerini tanımlayıp ortaya koymayla sınırlı kalan kısırlık ve saçmalığa

denktir. Bu yöntemin Rus veya Avrupa kültürü ile ilişkisinin ne olduğunu ortaya koyamayışını

tenkit eder.

Propp Yöntemi veya Çözümleme Modeli herhangi bir kuram doğrultusunda yorumlanmamıştır.

Bu da metni adeta buharlaştırıp ortadan kaldıran son derece soyut bir yapıdır.

Bu soyut yapıya anlam vermek, onun neyi, hangi psikolojik ve sosyal durumu veya olayı

sembolleştirdiğini göstermek için çalışmalar yapılmıştır. Bunlardan biri Alan Dundes’in Amerikan

yerlilerinin masalları üzerine yaptığı bir çalışmada masal yapısının düzensizlikten dengeye ve düzene doğru

bir oluşumu ifade ettiğini ileri sürmesidir.

İngilizce’ye tercüme edilince pek çok değişik kültürdeki masallara uygulanmıştır. Rus masallarına

uygulayan bir başka halkbilimci “Büyük sayıda masalı karşılaştıranlar göreceklerdir ki bazen bir

masalın ortasına ait bir eleman başında yer alıyor. Yapıyı araştıran insan en önemli elemanı göz

önünde tutar ve önemsizlikleri bir tarafa bırakır.”der. Bu halkbilimcinin işaret ettiği “karanlık

noktalar” için İlhan Başgöz “Propp’tan sonra kimse çıkıp Rus masallarını incelemediği için

benzersizlikleri bir araya getirirken onun önemsiz saydığı şeylerin ne ölçüde önemsiz olduğuna

dikkat edilmiş değildir.” der.

Propp’un yaklaşımı ile masalın dilinin incelenemeyeceği,

Masalın kişileri üzerine yorum yapılamayacağı,

Masal-toplum ilişkisinin ortaya konamayacağı,

71

Page 72: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Masalın bir şaka mı, yoksa toplumsal eleştiri mi olduğunun anlaşılamayacağı,

Daha da ileri gidilerek eldeki metnin gerçek bir masal mı, yoksa uydurma mı olduğunun

belirlenemeyeceği söylenir.

Propp, bize soyut bir yapı çizer. Bu yaklaşım kullanılırken bu eksikliklerin göz önünde tutulması

gerekir.

c.) Cladio Levi-Strauss Ekolü Yapısal Çözümleme Yöntemi

1.) Cladio Levi-Strauss’un Hayatı ve Çalışmalarını Tarihçesi

Cladio Levi-Strauss (1908-1996) yüzyılımızın en tanınmış Fransız halkbilimcilerindendir. Paris

Üniversitesi’nde hukuk ve felsefe eğitimi görmüştür. Kısa bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra halkbilimci

olmaya karar vermiştir. Brezilya’da San Paulo Üniversitesi’nde çalıştığı yıllarda özellikle Amazon

bölgesinde yoğun araştırmalar yapmıştır. Daha sonraları (1941-1945 yılları arasında) New York New

School for Social Research’te birlikte çalıştığı “Prag Dilbilimi Okulu” mensubu ünlü Rus halkbilimci

Roman Jacobson’la birbirlerinin derslerini takip ederler.

Levi-Strauss, Jacobson’un etkisiyle yapısal kuramla ilgili çalışmalara başlar. Araştırmalarıyla bu

alanda en önde gelen halkbilimcilerden birisi olur. Çalışmalarıyla halkbilimi başta olmak üzere antropoloji,

dilbilimi, etnoloji ve edebiyat bilimi disiplinlerini etkiler. Başlıca çalışmaları:

Akrabalığın TemelYapıları

Yaban Düşünce

Irk ve Tarih

Din ve Büyü

Çiğ ve Pişmiş

Sofra Adabının Kökenleri

2.) Cladio Levi-Strauss’un Çözümleme Yönteminin Temel Paradigmaları

Cladio Levi-Strauss “Akrabalığın Temel Yapıları” adlı çalışmasında “yakın akrabalarla cinsel ilişki

yasaklanması” kuralını çözümleyerek, bunun bir toplumun var olabilmesi için temel şart niteliğindeki

“dışarıdan evlenme” kuralının (exogami) tersine çevrilmiş olumsuz bir biçimi olduğunu ortaya koyar. Bu,

aynı zamanda doğa/kültür karşıtlığına da denk düşmektedir. Ona göre aile doğal bir ilişki biçimi değil,

kültürel olarak belirlenen bir toplumsal bağıntıdır.

Bir başka çalışmada kendisine kadar ileri sürülmüş bazı kuralları sistemleştirerek, bir toplumdaki

kadın alışverişini sağlayan birkaç tipe indirir. Buna göre nasıl ekonomi kuralları mal ve hizmet dolaşımını,

dilbilimsel kurallar da bildirim dolaşımını sağlıyorsa bu kurallar bir de kadın dolaşımını sağlamaya yarar,

der. Toplumsal yaşamın çeşitli düzlemlerinde, yapısal dilbiliminin dil yetisinde bulguladıklarıyla türdeş

kurallar bulunduğunu ortaya koyar.

72

Page 73: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Totemci sistem de bu türdeş anlatıma bir örnek olarak ele alınmıştır. A. Güngören’in tespitlerine

göre Levi-Strauss’un anlayışında totemcilik, ilkel toplulukların kendi aralarında (aile sistemleri, evlenme

kuralları, birbiriyle evlenen ya da evlenmeyen toplulukların ilişkileri gibi) karşılıklılık ve bütünleyicilik

bağıntılarını, hayvan-bitki türleriyle benzeştirerek düşünmelerinin bir işlevidir. Burada söz konusu olan

oldukça karmaşık bir benzeştirim sürecidir.

Doğadaki hayvan ve bitki türleri toplumsal yapıya benzer biçimde, insan biçimleştirilerek

düşünülmekte, böylece bir ölçüde dönüştürülerek tasarlanan doğa yeniden toplumsal yapıya

yansıtılmaktadır. Sonuç olarak totemci sistem de yansımanın yansımasından oluşur.

İlkel topluluğun amaçladığı şey, karmaşık ve dile getirilmesi güç bağıntıların, somut ve

duyumsanabilir bir anlatıma ulaşmasıdır.

Roland Barthes’e göre, Levi-Strauss klan ve hayvanı değil, klanlararası ve hayvanlararası bağıntıları

karşılaştırmayı önerir. Klan ve hayvan silinir, onların yerini “gösteren” ve “gösterilen” alır. Bu bağıntılardan

birinin yapılanması diğerini anlamlandırır. Anlam bağıntısının kendisi de onu oluşturan somut toplulukta

yansımasını bulur.

Amaç, evlenme kuralları, aile biçimleri, totem sistemleri, mitler gibi çeşitli görünümleri aşarak,

yabanıl düşünceye, yani derin yapıya ulaşmaktır. Levi-Strauss, yabanıl düşüncenin dolaysız ürünleri olarak

kabul ettiği mitlerin incelenmesine yönelik olarak şu kuralları ileri sürer:

a.) Bir mit hiçbir zaman tek bir düzeyde yorumlanmamalıdır. Ayrıcalıklı açıklama diye bir şey olamaz,

çünkü her mit birkaç açıklama düzeyinin bağıntıya getirilmesinden başka bir şey değildir.

b.) Bir mit tek başına değil, bütün olarak ele alındığında bir dönüşüm kümesi oluşturan başka mitlerle

kurduğu bağıntı içinde yorumlanmalıdır.

c.) Bir mit kümesi, kendi başına değil:

-Başka mit kümeleri,

-Geldikleri toplumun halk kültürü göz önüne alınarak yorumlanmalıdır.

Burada açıkça olayların incelenmesinde görülebileceği gibi yapı, veri olarak doğrudan

gözlemlenebilen bir şey değil, halkbilimcinin “modeller” biçiminde bir kurgusudur. Yapı niteliği

kazanabilmek için bir model, şu dört koşulu yerine getirebilmek zorundadır:

1. Yapı, bir sistem niteliği sunar. Bu nedenle herhangi bir öğesindeki değişiklik, geri kalan bütün

öğelerinde de değişikliklere yol açar.

2. Her model, her biri aynı diziden bir modelde karşılık bulan bir değişim kümesine bağlıdır. Böylece

bu değişimlerin bütünü de bir model kümesi oluşturur.

3. Belirtilen bu özellikler, öğelerden birinde bir değişiklik olduğu zaman, modelin nasıl bir durum

alacağını önceden kestirmemizi sağlar.

4. Model, gözlemlenen bütün olguları kapsayacak biçimde olmalıdır.

73

Page 74: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

5. Burada açıkça olayların incelenmesinde görülebileceği gibi yapı, veri olarak doğrudan

gözlemlenebilen bir şey değil, halkbilimcinin “modeller” biçiminde bir kurgusudur.

Levi-Strauss’a göre toplum, çeşitli düzeylerde bir yapılar bütününü içerir. Bireyleri, çeşitli yasalara

göre düzenleyen aile sistemleri bu düzeylerden yalnızca biridir. Toplumsal örgütlenme bir başkası,

ekonomik katmanların farklılaşması da üçüncü düzeydir.

Bu düzenleyici yapıların kendileri de düzenlenebilir. Bunun koşulu, aralarındaki bağıntıları,

birbirleri üstündeki senkronik (eşzamanlı) bağıntıları ortaya koymaktır.

Bu bağlamda Levi-Strauss, yaşantı düzeyiyle tasarım düzeyi arasında ayrım yapar:

-Aile yapıları, toplumsal örgütlenme, vb. yaşantı düzeyinin;

- Mitler, din, ideoloji tasarım düzeyinin kapsamına girerler.

Bütün bunlara rağmen bir toplum, yapılarının tümüne indirgenemez. Bunun tersinin düşünülmesi, bir

toplumun yaşayan, devinen yanını göz ardı etmek olur.

Levi-Strauss’un mitlerle ilgili çalışmalarının en son halkasını “mitoloji” adlı dört ciltlik çalışması

oluşturur. Bu, yapısal dilbilime denk bir uygulayışla mitlerin yapısal karşılaştırmalı çözümlemesidir. Levi-

Strauss derleyebildiği çok sayıda mitin bütün öğelerinin ve öğeler arası bağıntılarının halkbilimsel ve

ekolojik (çevrebilim) koşullarını inceleyip çözümlemesiyle oluşturduğu mitolojik düşünceyi kendi kendine

yeterli anlambilimsel bir evren olarak tanımlar.

Muhteşem mitleri çözümleme külliyatında takip edilen yöntemin öncülünü, 1955’te Indiana

Üniversitesi’nde düzenlenen mitle ilgili sempozyumda sunar. Belli başlı kavramları yine bu sempozyumda

tartışılır. Geliştirdiği yapısal çözümleme modelini 1995’te yayımladığı “Mitin Yapısal İncelemesi” adlı

çalışmasıyla tanıtır. Mitolojik anlatılar için geliştirilmiş bir modeldir. Çalışma başta halkbilimciler olmak

üzere sosyal ve beşeri bilimler alanında geniş bir ilgi uyandırır. Dilbilimin kuramsal çalışmalarından ilham

alan Strauss, çalışmasında mitolojik yorum için yepyeni bir yol önerir. “Ben insanların mitleri nasıl

düşündüğünü değil, insanın zihninde, onun bu gerçekten habersiz olmasına rağmen mitlerin nasıl çalıştığına

göstermek iddiasındayım.” der. Yani, ele alınmak istenen, mitlerin bildik veya alışılmış muhtevası değil,

onların oluşumlarının yapısıdır. Strauss’un sistemi, derin veya doğal yapıyı çıkarmak için mitlerdeki

öykülendirme öğelerini bölümlemeye ve yeniden düzenlemeye dayanmaktadır.

Dorson’un tespitlerine göre, daha önceki okullar, mitlerle kültürün basit karşılaştırmasından her

zaman çıkarılacak sonuçlar bulmuşlardır. Mesela, mitler kültürü ya yansıtmış, ya da gerçekleri

çarpıtmışlardır. Fakat, mitlerin dünyanın her tarafında neden bu kadar çok benzerlikler gösterdiğine tatmin

edici bir cevap bulamamışlardır. Strauss’un bu soruya cevabı, insan aklının, hatta vahşi insan aklının

mantıksal yapısında bulunabileceği yönündedir.

Ona göre Oidipus mitini Kuzey Amerika Kızılderili mitlerini örnek olarak ele aldığımızda, bunları

“ilişkiler demeti” temeline dayanarak açıklayabiliriz. Bu yinelenen öykülendirme öğeleri, (örneğin

canavarın kahramanlar tarafından öldürülmesiyle betimlenen), “insanın yerli kökenini yadsıması” gibi ortak

74

Page 75: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

düşünceler sergilemektedir. Çünkü Oidipus, toprağın derinliklerinden kötü biçimlendirilmiş olarak

doğmaktadır. Oidipus miti, insanın yerli olduğu kültürel inancı ile, onun erkek ve kadından doğma olduğu

yaşamdaki gerçeklik arasındaki karşıtlığı çözümlemeye çalışmaktadır. Her mitin değişkesi bu tür karşıt

düşüncelere karşıtlık etmektedir. Dolandırıcının karşıtlıklarla dolu olan kişiliği ise bu yapı ile

açıklanabilmektedir. Çünkü kendisi gök ve yer, vahşi ve kültive (kültürlü), eril ve dişi, iyi ve kötü gibi aşırı

uçlar arasında bulunmaktadır.

3.) C. Levi-Strauss’un Yapısal Çözümleme Yönteminin İşlevi

Levi-Strauss’un sistemi, doğal yapıya açığa çıkarmak için mitlerdeki öykülendirme öğelerini

bölümlemeye ve yeniden düzenlemeye dayanmaktadır. Fakat Propp’un sistemi öykünün gidişini

izlemektir. Bunlar iki temel yapısal çözümleme yöntemidir.

Strauss, mitin altında yatan diziyi ya da kavramsal çerçeveyi incelemeyi amaçlar. Dundes, onun

çözümleme yöntemini kavramlara yönelik “dizisel” olarak nitelendirirken, propp’un çözümleme

yöntemini “dizimsel” olarak terimlendirir. (Propp, bir öykünün anlam yönünden, sözdizimini

(sentaks) inceliyordu. )

Strauss, mitsel düşüncenin “daima karşıtlıkların farkında olarak, onların geliştirici aracılığıyla

çalıştığını” ileri sürer. O, daima Chomsky’nin dilbiliminde önerdiği “derin yapı”nın bir benzeri

sayılabilecek olan “mitlerin derin yapısı”nın peşindedir. Bu nedenle Propp’un araştırdığı yapıyı

kendi çalışması açısından önemsemez. Mitlerin yapısal kompozisyonunu araştırmaktan çok mitlerde

tanımlanan dünyanın yapısal çözümlemesini yapmaya çalışmaktadır.

Strauss, “süreksizliklerin yapısal kalıbı”nı ortaya koymaya çalışır. Özellikle de mitlerde yer alan

unsurların alçak/yüksek, gece/gündüz, erkek/dişi gibi zıt anlamlarıyla beraber oluşturdukları yapıyı

ileri süren bir paradigmaya göre yeniden düzenler.

Bu paradigmanın mantıki formülasyonu A:B:C: şeklinde yapılır. Buna göre A-B’dir. B-C’dir.

Formülün ifade ettiği şekilde çeşitli folklor metinlerinden seçilen parçalar arasında kurulan

denklikler “arabulucu” kavramlar etrafında yorumlanarak anlatılarda ifade edilen derin yapı ortaya

konulmuş olur.

Köngas ve Maranda, Strauss’un halkbiliminde en önemli takipçilerindendir. “Arabulucu”

kavramının kapsamını genişleterek:

1. Başarısız arabulucu,

2. Başarılı arabulucu

3. Hükümsüz kılıcı ve iç baskısal arabulucu

4. Başarısız ve denklik sağlayan iç baskısal arabulucu gibi dört tipe ayırırlar.

Mit ve diğer folklor ürünlerinden büyük ölçüde keyfi olarak izole edilmiş çeşitli elementler arasında

kurulan mantıki bir ilişkiye dayalı olarak, parçalarından tasviri bir ifade çıkarılmaktadır.

75

Page 76: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

B. Waugh (1966), Strausss’un çözümleme modelinin uygulandığı bir efsaneyi şu şekilde anlatır:

“Fakir bir kadın ineğini kaybeder ve insane kılığında bir şeytan ona, eğer kemeri altındakini on beş

yıl sonar verirse ineğini bulmaya söz verir. Kadın kemerinde sadece ahırının anahtarı olduğunu

düşünerek, vereceğine söz verir ve bir anda ineğini bulur. Ve o zaman hamile olduğunu ve şeytana

doğmamış çocuğunu vereceğine söz verdiğini fark eder. Çocuk on beş yaşına gelince, kadın bir care

bulmak için papazı yardıma çağırır. Papazın yardımıyla çocuk ve şeytan birbirlerini sınarlar.

Başarısız bir hamleden sonar şeytan, çocuk üzerindeki gücünü kaybeder.

Strausss’un modelini uygulayan Köngas ve Maranda’ya gore bu anlatıda arabulucu papazdır ve

tanrının gücünü temsil etmektedir. Bundan hareketle formülizasyon şu şekildedir:

a= şeytanın gücü, b=tanrını gücü (papaz tarafından temsil edilmektedir)

Bu ikili çıkarımın yorumlanışı ise x=dünya hayatı (sonlu), y=sonsuz, ebedi hayat’tır.

Bunun matematiksel ifadesi ise f x(a): fx(b) fx(b): : fx(b) : fa-1(y) şeklindedir.

Yapısal çözümlemede yukarıdaki metnin derin anlamı olarak “Şeytanın gücü, insanın dünyadaki

yaşamına yardım eder. Tanrı sadece sonsuz ve ebedi hayat için işe yarar. Fakat eğer insane, tanrının

dünya hayatı için de yardım ettiğini anlarsa, şeytanın gücü inkar edilir ve sonsuz ebedi hayat elde

edilir.” şeklinde verilir.

4.) Cladio Levi-Strauss’un Çözümleme Yönteminin Tenkit Edilen Yönleri

Levi-Strauss, sonraki çalışmalarında bu görüşlerin bir kısmını geliştirirken, bir kısmını da değiştirir.

İleri sürdüğü model 1960’larda popülaritesini yitirerek eleştirilmeye başlanır.

Eleştirilerden biri adeta Jung’un “kolektif şuuraltı” teorisini çağrıştıracak şekilde folklor unsurlarının

oluşum ve yayılmalarında insan unsurunun tamamen mekanik bir aktarıcıya indirgenmesidir.

Dahası folklorun tabiatına aykırı olarak onun oluşup aktarılması sürecinde bireysel yaratıcılığı

tamamen reddetmektedir.

Ayrıca, önceleri büyük bir heyecan uyandıran bütün folklor türlerinin evrensel olarak bir yapıya

sahip olması ya da “üniversalizm” iddiasının ne kadar gerçek olduğu, kültürlere özel türler söz konusu

olduğu zaman kesintiye uğramaktadır. Bu husus, yapısal kuramlar içinde, yapısal bakımdan ekotiplerin

incelenişinin söz konusu edilmesine yol açmiştır.

Diğer yandan “halk”ı göz önünde bulundurmaksızın “halksız bir kuram ve yöntem” olarak, diğer

metin merkezli halkbilimi kuramlarında olduğu gibi, bilgi ve dolayısıyla metin üzerinde yoğunlaşılması da

eleştirilmiştir. Buna göre Fin metodunu kullanan karşılaştırmalı halkbilimcilerin çalıştığı ölü malzeme

üzerine, bu defa da Proppist ve Leviyist yapısalcılar yöntemlerini uygulamışlardır.

Söz konusu metinler, karşılaştırmalı halkbilimcilerce de onları üreten, tüketen ve aktaran insanlar;

onların bu anlatıları aktarım ve anlatım süreçlerinin kendine has şartları dikkate alınmadan çalışılmıştı.

76

Page 77: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Yapısal halkbilimciler de aynı şekilde, metinlerin anlatıldığı, dinlenildiği bağlamları göz ardı

etmişlerdir.

Bu iki kuramın bir diğer benzer yanı, “benzerlikleri tanımlayıp, farklılıkların altını çizmeleri”dir. Bu

eksikliklerin fark edilmesi Performans Teori’yi oluşturacak zemini hazırlamıştır.

V. BÖLÜM

 BAĞLAM MERKEZLİ HALKBİLİMİ KURAMLARI A)İşlevsel Halkbilimi Kuramı

 a)İşlevsel Halkbilimi Kuramının Teorik Zemini ve Tarihçesi           Bir kültürel antropolog olan ve T.Benfey’in “kültürel ödünçleme” kuramı doğrultusunda çalışıp

çalışmalarını Amerikan Folklore Society(Amerikan Folklor Kurumu)’nun Journal of Amerikan

Folklore(Amerikan Folklor Dergisi) adlı dergide yayınlayan Franz Boas bu akımın öncüsüdür.

         b)Kavramsal Çatının Oluşumu: Malinowski Ve Kültür Tanımı 

Bu konuda Trobriandlıların sözlü edebiyatlarındaki nesir anlatılarının işlev bakımından çözümlenişi

çok önemlidir. Malinowski mit metinlerini çalışmalarında büyük yer vermiştir.

        1926’da yayınladığı “İlkel Psikolojide Mit” (Myth in Primitive Psyhology) çalışmasındaki bağlam

(Context),icra (performance) kavramları başta olmak üzere yaptığı tanım, uygulama ve işlevsel önemlerini

ortaya koyduğu çözümlemeler kuramın ortaya çıkışında etkili olmuştur.

         Malinowski’ye göre kültür; “açıkçası aletlerden ve tüketim mallarından, çeşitli toplumsal gruplaşmalar

için yapılan anayasal belgelerden, insana özgü düşünce ve becerilerden, inanç ve törelerden oluşan bütünsel

bir toplamdır” Kültürün kendisinden ne daha az olan çevrenin sürekli bir biçimde yeniden üretilmesi,

sürdürülmesi ve yönetilmesi gerekir. Bu çevre insanın beslenme, üreme ve sağlığı koruma ihtiyaçlarından

doğan sorunların çözülmesi için yaratılan ikincil ve yapay bir çevredir. Bu durum topluluğun kültürel

düzeyini, çevreyi ve grubun verimliliğine dayanan yeni bir yaşam standardı yaratır. Kültürel gelenek bir

kuşaktan sonrakine aktarılmalıdır. Bu yüzden her kültürde eğitime yönelik yöntemler ve mekanizmalar

bulunmalıdır. Her kültürel başarının özü işbirliği olduğuna göre düzen yasa sürdürülmelidir. Her toplulukta

töre, ahlak ve yasayı doğrulayan düzenlemeler olmalıdır. En ilkel kültürlerde bile ekonomik örgütlenme

biçimidir. İnsan öncelikle organizmasının ihtiyaçlarını karşılamalıdır. Bu yüzden beslenme, ısınma,

barınma, giyinme ya da soğuktan rüzgârdan ve havadan korunmak için düzenlemeler yapıp etkinliklerden

bulunmalıdır.

         İşlev bir ihtiyacın içinde insanların işbirliği yaptıkları, zanaatsal ürünleri kullandıkları, malları

tükettikleri bir etkinlikle karşılanmasıdır. Bu tanım örgütlenme kavramını da beraberinde getirir. İnsanlar bir

amacı gerçekleştirmek, bir sonuca varmak için örgütlenmek zorundadırlar. Böyle insani ve evrensel olan bir

77

Page 78: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

örgütlenme “kurumdur”. Kurum geleneksel değerler üzerinde varılan bir anlaşma içerir. İnsanlar yazılı bir

buyruğun çerçevesi içinde, birliklerinin özel kurallarına uyarak ve kullandıkları maddi aygıtlarla çalışarak

işleri birlikte yaparlar. Böylece hem isteklerini karşılarlar hem de çevrelerini etkilerler.

         Kültürel kurumların örgütlenmesi yapısal yasaya, bir dizi değer ve anlaşmalara dayanır. Bu kurumların

her biri içinde yaşayanların, toplumun belli ihtiyaçlarının karşılar, böylece bir işleri yerine getirir.

          

             Temel İhtiyaçlar                                    Kültürel Cevaplar

                Metabolizma                                           Besin sağlanması

                Üreme                                                      Akrabalık

                Bedensel rahatlıklar                                 Barınma

                Güvenlik                                                  Koruma

                Hareket                                                    Etkinlikler

                Büyüme                                                   Yetiştirme

                Sağlık                                                       Hijyen

 

         Metabolizma, besin alınması, sindirilmesi, besinin özümsenmesi ve yarasız maddelerin bedenden

atılması süreci ile çevresel etkenler organizma ile dış dünyanın etkileşimi, kültürel çerçevede bir etkileşim

arasında çeşitli biçimlerde oluşan ilişkiler anlamına gelir. Üremenin  bir boyutu da topluluğun sayısını

yenileyecek ölçüde  hızlı olmasıdır. Bedensel rahatlıklar, ısı düzeyi, nem oranı ve beden için tehlikeli madde

yokluğuyla ilgilidir. Güvenlik, mekanik kazalardan hayvanların ya da insanların saldırısından ileri gelen

bedensel yaralanmaların önlenmesiyle ilgilidir. Bu sağlanmazsa kültür ve ona bağlı grupların yaşamı sürüp

gitmez. Hareket, etkinliğin organizma için olduğu kadar kültür içinde gerekli olduğunu ifade eder. Büyüme,

insanların çocukluk dönemlerinde yakınlarına bağımlı olmaları, olgunluğun yavaş ve aşamalı bir süreç

olması ve insan yaşlılığında bireyin savunmasız olmasıdır. Bir çocuk hemen terk edilseydi insan topluluğu

hayatta kalamaz kültürel varlığı sürmezdi. Sağlık, genel bir biyolojik ihtiyaçtır. Malinowski’ ye göre temel

ihtiyaç ve buna verilen kültürel cevap birbirleriyle doğrudan ilişkili ve uyum içindedir.

1.Besin sağlanması: Her insan topluluğunda ve her hangi bir bireyin ele alındığında yemek yeme

işinin belli bir kurum içinde gerçekleştiği görülür. Onun yeri sabittir, yiyeceğin sağlanması, hazırlanması

için bir örgütü ve yemeğin tüketilmesini sağlayan imkânlar vardır. Besinin üretilip dağıtılması da örgütlü

davranış sistemine sahiptir. Üretim yöntemlerinin tarımsal aletlere, av silahlarına, ağlara, su bentlerine, balık

tuzaklarına ihtiyacı vardır. Yiyeceği koruma, depolama ve pişirme yöntemlerinde de araç gereç gereklidir.

Besinin korunmasında besin üretme sağlama faaliyetlerinde sürekli üretimsel etkinliklerin ortaya konulması

gerekir.     Beslenme olgusu örgütlenmiş gruplar ve örgüt içinde, bunların aracılığıyla gerçekleşmesi

78

Page 79: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

nedeniyle yasa ve töreleri de içermektedir. Toplum düzenine ilişkin davranış ve yaptırımlar, yasa ve töreler

bu zincirleme etkinliklerin bütünüyle aksamadan sürdürülmesi için gereklidir.

         2.Akrabalık: Üremeyi akrabalık olgusuna bağlamayan bir kültür varlığını sürdüremez. Evlilik

aşamasının yöntemleri, töresel kurallar, ahlak ve dini inanç bakımından geleneğe göre belirlendiği için

sosyal ilgilerin konusu olurlar. Gebelik ve çocuk doğumuyla birlikte evlilik akrabalığa dönüşür. Gebe kadın

ve kocası artık bir dizi kurala uymak zorundadırlar. Gebeliğin töre ve ahlaki yönleri, akrabalığın ilk

aşamaları kamuyu çok ilgilendiren bir sorun olurlar. Gebelik ve çocuk doğumunun geleneksel açıdan

yeniden yorumlanmaları;  ölüler dünyasından, çevreden ve topluluğun diğer üyeleri arasındaki etkileşimden

genel etkileri fizyolojik etmenler alanına çeken yeni yorumlar, ana babalığın doğal güçlerini, eğitim ve

öğretim yoluyla, sosyal dayanışmanın güçlü bağları haline dönüştürürler.  Soy bağı acısından evliliğin

sonuçlarını açıklayan hukuk kuralları tam olarak açıklanıp belirtilmelidir.

            3.Bedensel Rahatlıklar: Bunun sağlanması için basit fiziksel etkenlerin yanı sıra kurumlaşmış

yapılarında varlığı söz konusudur. İnsanların barınak aramaları rastgele değildir. İnsanlar ilkel ya da

gelişmiş olsunlar korunmaya ihtiyaç duyduklarından bir hayvan postunu, bir deriyi, bir kumaşı el

attıklarında hemen bulmazlar. Bütün bu maddi mallar örgütlü yaşamın rutin bir parçası olarak kullanılırlar.

Barınak, ısı, temizlik düzenleri evin içinde bulunabilir. Giysiler ise kapalı ev ekonomisi koşulları altında,

aile içinde ya da iş bölümünün var olduğu toplulukta örgütlenmiş atölye ya da fabrikalarda üretilir.

         4.Korunma: Korunma çok sıklıkla öngörülü davranmayı ve planlamayı içerir. Öngörülü korunmanın

biyolojik güvenlik ihtiyacıyla ve kültürel cevaplarıyla bağlılaşım içinde olması gerekir. Seçme, yapma ve

yaşatma işlevlerinin örgütlenmiş, teknik olarak planlanmış ve iş birliği içinde yürütülmüş ilkelerinin

içindeki ekonomik etmen ortaya çıkar. Tekniğin kuralları, bunların davranış, mülkiyet, otorite yasalarının

dönüştürülmesi bellidir. Öğretimin anlamı büyüyen kuşağın hazırlanması, aydınlatılması ve uyarılmasıdır. 

İnsan herhangi bir saldırı karşısında silahlı savunmaya yönelir. Nüfus yoğunluğunun az olduğu yerlerde

silahlı örgütlenmeye ihtiyaç çoktur. Bu genelde her erkeğin bir silah sahibi olmasıyla sınırlıdır. Korunma

kurumlaştırılmıştır.

         5.Etkinlikler: İnsan harekete ihtiyaç duyar. Kaslar çalışmazsa, sinirsel sistemin yönelişi olmazsa

insan bir şeyi başaramaz. Kassal ve sinirsel etkinliğin kendi başına bir amaç yapıldığı sporlar, oyunlar,

danslar ve festivaller gibi özellikle hazırlanıp örgütlenmiş etkinliklerin biyolojik, psikolojik ve kültürel

açılardan çalışılması için geniş bir alan vardır.

         6.Büyüme:  Bir toplumun eğitsel ve toplumlaştırıcı sistemleri en uygun büyüme aşamasında alınır.

Bütün simgesel bilgilerin temelleri, bilimsel bakışın ilk öğeleri, töre, otorite ve ahlakın değerlendirilmesi

aile içinde öğrenilir. Çocuk oyun arkadaşlığı grubun da ise töreye ve görgü kurallarına uyup saygılı olmayı

öğrenir. Daha sonraki yıllarda askeri bir derneğin, grubun veya bir yaş grubunun üyesi olunduğunda

ekonomik alanda özel bir çıraklık sağlanır. Eğitimin en dramatik aşamaları üyeliğe kabul törenlerinde olur.

79

Page 80: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

         7.Hijyen: Sağlık, büyüsel tehlikeler hakkındaki halk inançları açısından çözümlenebilecektir.

 c)Halk Biliminin İşlevsel Çözümleme Modelleri  1.Hoş vakit geçirme, eğlenme ve eğlendirme işlevi: Bütün folklor icraları sadece bir eğlence değildir. Bu

ne kadar önemli olsa da tek işlevi değildir.

2.Değerlere, toplum kurumlarına ve törelere destek verme: Bu işlev folklorun kültürdeki icraları

yapanlara ve bunları seyredenlere bu kültürdeki ritüellerin toplumsal kurumları ve değerleri doğrulayıp

onaylatmasıdır. Böylece toplumsal kurum ve değerler güncelleşir, güçlenip köklenir

3.Eğitim ve kültürün gelecek kuşaklara aktarılarak gelecek kuşakların eğitilmesi işlevi: yazılı kültür

geleneği olmayan tek kültür ortamının sözlü olduğu toplumlarda folklor taşıdığı bilgilerin tarihsel olarak

gerçek olması sebebiyle çok önemlidir. Folklor kültürün aynası ve insanlara kılavuz olarak gösterilir.

4.Toplumsal ve kişisel baskılardan kurtulmak için kaçıp kurtulma mekanizması: kabul edilmiş

davranış kalıplarına uygun davranıyor olmak ve bu yolla da toplumsal ve kişisel baskılardan kaçıp

kurtulmayabilmeği sağlamak.

     B)Sözlü Kompozisyon Teorisi Şimdiye kadarki ve 19.yy halkbilimi çalışmaları artsüremli (diacronic) olmalarının yanı sıra geçmişi

yeniden kurmaya yönelik ve ele alınan folklor mahsulünün eskiliğini ve ne zaman ortaya çıktığını bulmaya

yönelikken 20.yy da ise yapı, muhteva ve stilinin özellikleri, icra edildiği sosyo-kültürel bağlamda ne iş

gördüğü, icracının dinleyicilerle etkileşimi ve bunun icra edilen geleneksel anlatının tür, şekline; icrasına,

yapısına ve işlevine tesirlerine odaklanılmıştır.

a)Teorinin Ortaya Çıkışının Tarihçesi ve Homer Meselesi20.yy da ortaya çıkmış en önemli kuramlardan birisidir. Önceleri “Sözlü Formulsel Teori (Oral-

Formulaic Theory)” olarak, sonra “Sözlü Teori Oral Theory) olarak adlandırılan teorinin yaygın adı “Sözlü

Kompozisyon Teorisi”dir ( The Theory of Oral Composition). Bu kuram klasistler ve filojistler arasında

Homer meselesi olarak bilinen alanda 20yy ın ilk yarısında çalışmaya başlayan Milman Parry ve Albert

B.Lord tarafından ileri sürülmüş ve Homer’in Odessa ve İlyada’sının sözlü kültür ürünü olup olmamasını

çalışmaktadır. “Homer Meselesi” klasik filoloji çalışmalarıyla birlikte başlayan ve asırlarca süren bir bilgi

ve araştırma alanıdır. Bu çalışma alanının cevap aradığı sorular Homer’in kim olduğu, Odesa ve İlyada’nın

ne zaman yazıldığı, destanların hazırlanışı ve yorumlanışıyla ilgili şüphelerin giderilmesine yönelik

cevapların bulunuşudur. Bu dönemin en önemlisi sorusu ise cevaplanamayan “Homer’in zamanında yazı

yoksa bu kadar uzun şiirler nasıl oluşturulup yazıya geçinceye kadar nasıl saklandığı”dır.

Analist Karl Lachmann 1816’da romantik milliyetçilerin geleneksel sözlü şiir parçalarını derleyip

milli kahramanları tanımaya yönelik çalışmalarından hareketle Alman destanı Nibelungenlied ile  Homer’in

destanlarına uyguladığı  “şarkı teorisi (liedertheorie)-kolektif yaratma teorisi”nin ilk şeklini ortaya koydu.

80

Page 81: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Bu teorinin günümüzde de takipçileri mevcuttur. Buna göre bir Homer değil birden fazla Homer vardır ve

bunlar şiir parçalarını bir araya getirerek destanı oluşturmuşlardır, yani bir kolektif yaratma söz konusudur.

1840’larda F.Wolf İlyada ve Odessa’nın sözlü kültür ortamında yaratılmış olabileceğini söyledi.

Gottfried Herman kompozisyonun yapı ve birleştirmedeki tipik özellikleri, veznin adapte ediliş ve

uygulanışı, uzun  sıfat cümleleri ile süslenişler, atasözü, deyim ve tekerlemeler gibi halk kültürü

unsurlarının kullanılmasıyla oluşan İlyada ve Odessa şiirlerinin okunmak için değil işitilmek için olduklarını

ifade etti.

Yunaristler metinleri Homer’in yazdığını ve dikte ettirmesiyle oluşan tarihi ve bütün bir obje kabul

etmişlerdir. Yunaristler uzun yıllar boyunca süren tartışmada aynı fikirleri savunurken Analistler çeşitli

metodolojiler oluşturmuş, metinleri ve benzerlerini tarayarak mukayeseli çalışmalar yapmışlar ve gittikçe

gelişen sözlü teorinin ortaya çıkışını sağlamışlardır.

 b)Kavramsal Çatısının Oluşumu: M.Parry ve Çalışmaları          Milman Parry 1923’te Berkeley’de Kaliforniya Üniversitesi’nde (University of California) master

tezinde Homer şiirlerini irticalen meydana getirip sözlü olarak aktaranın bir ozan değil onları yazan bir şair

olduğunu kabul eder. 1928’de Paris’te hazırladığı doktora tezinde ise Homer geleneği takip eden bir şairdir.

Matija Murko ve A.Meilet bu geleneğin sözlü gelenek olduğunu ifade etmişlerdir. Bu görüşler Harvard

Üniversitesi’nde çalışmaya başlayan Parry’nin çalışmalarına da yön verir ve o 1930-32 yıllarındaki

çalışmalarında bu destanların tekrarlanan formüllerle(epiteths-sıfat kalıpları) oluşturulma tekniğiyle

oluşmuş olmasından hareketle bunların geleneksel destanlar olduğuna kanaat ettiğini belirtmiş ve bunların

sözlü olarak kompoze edildiğini düşündüğünü ifade etmiştir.

         M.Parry öncelikle şiir stilleri üzerine çalışırken bu şiirlerin formüller dolayısıyla geleneksel olduğunu

anlamaya başlamış ve bu konuda hocası Meilet’in çok büyük etkisi olmuştur. Bundan sonra ise epik

destanların sözlü olarak kompoze edilip yaşadığı “yaşayan laboratuar” olacak yerin tespit edilerek geleneğin

gözlenip derlenmesi aşamasına geçmiştir.

        Parry öğrencisi A. Lord ile Yugoslavya’ya gidip Boşnak destanlarını derlemiştir. Yugoslavya epik

şiirin canlı olarak yaşandığı laboratuar olarak seçilmiş ve Homer’in destanları geleneksel kültürde bir ozan

olarak yarattığı doğrulanmak istenmiştir. Parry’nin Yugoslavya’daki çalışmaları 1933-35 arasında

sürmüştür. 16 ay derleme yapılmış Hırvat ve Sırplardan derlenen destanlardan daha uzun ve Homer’in

şiirlerine stil bakımından daha yakın olduğu için özellikle Müslümanlardan 1500’e yakın epik destan metni

derlenir. Derlemeler doğrudan ses kayıt cihazlarıyla yapıldığı için ayrı bir öneme sahiptir. Bu yolun takip

edilmesiyle aynı aşıklardan (gus) aynı destanın farklı yer ve zamanlardaki icraları derlenerek destan

metinlerin ezberlenip aktarılmadığı ve her icranın farklılıklar taşıdığı görülmüş, aynı şekilde aynı destanın

farklı aşıklarca icrası da derlenmiştir.

         Parry Vuk Karadziç’in 19.yy daki derlemelerinden hareketle Homer’in destanları ile Güney Slav

destanlarının geleneksel sözlü formüllerle oluşturulması konusunu ele almıştır. O formülü (Formula)

81

Page 82: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

“anlatılmak istenen bir ana fikri anlatmak için aynı vezin şartları altında düzenli olarak kullanılan bir grup

sözcük” olarak tanımlar. Albert bu formülün yanı sıra “formülsel açıklama”(formulaic expression)

getirmiştir ki “bir mısra veya yarım mısra şeklinde inşa olunan formül özelliği gösteren unsurlar” dır.

Milman Parry’nin tema(theme) tanımı ise “formüllerin kullanılmasıyla inşa edilen geleneksel bir

şiirin(destanın) söylenişinde düzenli olarak kullanılan bir grup fikir” dir.

 c)Teorinin Ortaya Çıkışı: Albert B.Lord ve Çalışmaları         Lord Yugoslavya’nın yanı sıra Arnavutluk ve Bulgaristan’a da gider ve “Destanların Söyleyicisi”(The

Singer of Tales) kitabını tamamlayarak yayınlar. Kitap Teori ve Uygulama adlı iki bölümden oluşur. Teori

bölümünde temel kavramlar ve tartışmalar “Destan Söyleyiciler: Yetişme ve İcraları” (Singers: Performance

and Training), “Yazı ve Sözlü Gelenek”( Writing and Oral Tradition) başlıklarıyla ele alınırken ikinci

kısımda ise (The Application) bu teorinin “Homer” “Odessa Destanı”, “İlyada Destanı” ve “Orta Çağ Epiği

Üzerine Bazı Notlar” başlığı altında uygulanışı yer alır. İlk bölümde Lord sözlü kültür ortamında şiiri

meydana getiren kişinin onu oluşturma anının (kompoze etme) icra anı (performance) olduğunu ve sözlü

şiirin önceden hazırlanan değil irticalen meydana getirilen olduğunu ifade eder. Bu şiiri söyleyen yalnızca

icracı (performer) değil kompozitör (compozer) dır aynı zamanda.

        Yugoslavya’da küçük kasaba ve köylerde özellikle düğün törenlerinde epik destanlar evlerde icra

edilmektedir. Evler dışında ise kafana denilen kahvehanelerde icra yapılır. İcracı dinleyicilerinden hatırlı

olanları hoş geldiniz parçalarıyla karşılarken gidenleri de uğurlayan parçalarla gönderir.. Dinleyicinin

durumuna göre icra edilen destan uzatılabilmekte veya kısaltılabilmektedir.

         Aşıkların yetişme ve eğilimleri üç döneme ayrılır:

1)Dinleme ve özümseme (listening and absorbing)

2)Uygulama (Application)

3)Eleştirel bir dinleyici önünde icra( singing for a critical audience)  olarak belirlenmiştir.              

         Aşıkların çoğunluğu okuma-yazma bilmez (illiteracy) ve aşık tarzı destan söylemeye çok isteklidirler.

Bu dönemde diğer aşıkları dinleyerek hikaye ve şiirlerin temaları, adları, uzak diyarlardaki yerleri ve sosyal

değerleri öğrenilir. Aynı zamanda icra edilen destanların ritim ve müzikleri de öğrenilmekte ve tekrarlanan

formülleri özümsenmektedir. Aşıklıktaki diğer adım ise enstrümanlı veya enstrümansız destan söylemek

için ağzını açmakla başlar. Destanın ritmi veya melodisi tambura veya gusle olarak adlandırılan iki telli

enstrümanla oluşturulur. Destanların ölçüsü 4+6 duraklarıyla oluşturulan 10 hecedir. Bu gelenekleşmiş sabit

yapıdır. Aşıkların bu geleneksel formülleri öğrenmesi gerekmektedir. Öğrenilen epik destan geleneğinin

özel dilidir. Bu aşık adayının (çırağın) öğretmene (usta) en çok ihtiyaç duyduğu zamandır. Aşık diğer

ustaları dinlemesinin yanı sıra okuma yazma biliyorsa basılmış destanları da okuyabilir. Diğer devre

ustaların taklit edildiği devredir. Aşıktaki merak onu sözlü kompozisyon tekniğini öğretmeye yönlendirir.

Bu taklit ve özümseme sürecidir. Eleştirel bir topluluk önünde sanatını icra etmesi ise onun için dönüm

noktasıdır, icrasında pek çok süsleme ve nakış kullanır, sabit metinleri ezberleyip aktaran değildir. Aşık yeni

82

Page 83: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

destanlar öğrenmekte ve icra etmektedir, her destanı kendi kelimeleriyle kendine has kılar ve ve ona

mührünü vurur. “Yaratıcı usta” konumuna gelemeyen de olur. “Yaratıcı usta” hem geleneği devam ettiren

koruyucusu hem de yaratıcı sanatkardır. 

         Kitabın üçüncü bölümü olan “Formül”de (The Formula) Lord Homer destanlarını çalışanların

“tekrarlar”(repetitions), “stok tekrarlar” (stock epiteths), destan klişeleri (epic cliches), “sterotipik

ibareler”( sterotyped phrases) dediklerine Milman Parry’nin “anlatılmak istenen bir ana fikri anlatmak için

aynı vezin şartları altında düzenli olarak kullanılan bir grup sözcük” tanımını kullanır.

         Çıraklık devresindeki bir aşık yerine yaşlı ve meşhur olanlarının seçilmesi destanların formüleri,

işlevleri, oluşumlarına dair sağlıklı bilgiyi almamıza engel olmuştur. Formüller usta ve çırak arasında

farklılık arz eder. Formül düşünce ile müzik eşliğinde söylenen mısraın ürünüdür. Formül üzerinde çalışma

şiirin ölçüsü ve müziğini dikkate alarak başlamalıdır. Çırak için de ilk talep edilen unsur müzik ve ölçüdür.

Çırak ölçüyü sıklıkla tekrarlanan düşüncelerden öğrenir. O ölçü kalıpları, kelime sınırları ve melodiyi

özümseyerek öğrenip sahiplenir ve gelenek onun içinde kendini yeniden üretmeye başlar.

         Aşık konuşulan dil ile destanlardaki dilin ayrımına da varır. Fiiler günlük konuşmadaki yerlerinden

oldukça farklı yerlerdedir, ekler düşürülebilmekte, ibareler arası ulamalar yapılabilmekte, aliterasyonlar ve

asonanslar yapılmaktadır. Aşığın zihninde kelimeler ses değeri gereği çağrışım yapmaya başlar ve zihninde

melodik, akustik, vezinsel, sentaksa dair kalıplar şekillenecektir. Ritimler değişiklik göstermeyen temel

yapılardır, müzik aleti ise taklitle veya bir başkasının göstermesiyle öğrenilir. Bu temel melodi ve ritimler

başkalarından öğrenecekleri ile gelişecektir. Formüller kutsal değil ama yararlıdır. O da zamanla kendi

formül alışkanlıklarını kazanacaktır. En çok sabit olan formüller şiir geleneğindeki en yaygın olan fikirlerle

ilgili olanlardır ki bunlar da kahramanların adları, olay örgüsündeki ana hareketler, zaman ve yerle ilgili

olanlardır. Hikayelerdeki en yaygın hareketler ve onları ifade eden mısraın ilk veya ikinci yarısını dolduran

fiiller tam formüllerdir. Üçüncü tür formüller ise hareketin ortaya çıkıp oluşmaya başladığı zamanı tanımlar.

Bunlar sözlü stilin temel taşlarıdır. Formüller bir dilin grameri gibidir. Yeni formüller eskilerine yeni

kelimeler koyularak oluşturulur. Aşık orijinalitenin peşinde değil ama icrasını gerçekleştirebilmek için

fikrini en iyi yansıtan formülü bulabilen kişidir. Gelenekteki bütün formüller bütün aşıklar tarafından

bilinmez ama çoğunluk bilinir ve kullanılır ortak olarak. Bu formüllerin indeksi hazırlanarak ulusal ve

mahalli olanları ortak ve bireylere has olanları ortaya çıkarılabilir.

         Kitabın dördünü kısmı olan “Tema”da  (The Theme) ise Lord, Parry’nin bir destanın anlatımında

düzenli olarak kullanılan fikir gruplarını tema olarak adlandıran tanımını kullanır.

        Aşık destanları dinlerken formüllerin kalıbını (pattern), ritmini öğrenirken temaları da öğrenir. Aşıklar

duydukları bir temayı tamamen aynı kelimelerle ifade etmezler. Aynı aşık altı değişik yerde ve zamanda

aynı destanın bir temasını altı değişik söyleyişle söylemiştir. Destanlar büyük temalar (major theme) ve

küçük temalardan (minor theme) oluşur. Aşık destanına element ekleyip çıkarabilir.

 

83

Page 84: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

         Kitabın beşinci kısmı “Destan ve Destanlar” dır (Songs and the Song). Sözlü kompozisyon sürecinde

yaratıcı bir birey olan aşık geleneği daha ileriye taşır. Aşık destanını birincil ve ikincil temaların esnek

(değişebilir) bir planı olarak düşünür. Biz de destanı her icrada değişen bir metin olarak görürüz. Aşığa göre

destan değiştirilemezdir, çünkü değişmenin onun zihninde olması gerekir. Her icra belirli bir özel destandır.

Orijinal düşüncesi, sözlü gelenek için mantıksızdır.

         Değişme (change) ve değişmezlik (stability) geleneksel sürecin bir araya getirmek için çalışmamız

gereken iki elementidir. Ne niçin ve nasıl değişmektedir sorularına cevap bulmak için destan metinlerini

deney mahiyetindeki üç tematik döneme ayırmalıyız:

1)Bir aşıktan diğerine geçişi.

2) Bir aşığın destanı icralarının zaman bakımından farklılıklarının tespiti.

3)Bir aşığın repertuarındaki bir destanın uzun bir zaman diliminde nasıl bir hale geldiğinin  tespiti.

         Kitabın altıncı kısmı “Yazı ve Sözlü Gelenek”(Writing and Oral Tradition)tir. Bu kısımda sözlü

geleneğin yazıya geçirilişi ve yazılı kültür ortamının sözlü kültür ortamına tesirleri yer alır.

         Sözlü destan anlatma sanatı yazının baş göstermesinden önce mükemmelleşmişti. Yazılmak için

destan anlatması istenen icracılar müzik ve ritim olmadan yalnızca eski alışkanlıklarını hatırladılar. Bu

şekilde sabit bir metin meydana getirildi. Yazının varlığı sözlü geleneğe etki etmesine rağmen bu etki

toplumun tamamını etkilemeyebilir. Sözlü gelenek ürünlerinin toplanıp yayınlanması yeni destanların

yaratılmasına da neden olabilir. Fakat aşıkların basılı metinleri ezberlemesi onları gelenekten uzaklaştırır.

Onlar artık sözlü gelenekten öğrendiklerini de ezberleme ihtiyacı duyarlar. “Doğru metin” (correct text)

anlayışının ortaya çıkması ve yaygınlaşmasıyla sözlü gelenek de ölmeye başlar. Bu destanları yeniden

yaratan değil sadece tekrarlayan (reproducers) bir kuşağın yetişmesi demektir. Değişme sözlü geleneğin

amacı olan hikayenin esasının durağanlığından metnin kelimesi kelimesine aynı olan durağanlığa doğru

olmuştur.

         Kitabın ikinci bölümü “Uygulama” da (The Application) Ortaçağ Avrupa epik destanları üzerine

kuram uygulanmıştır.

d) Sözlü Kompozisyon Teorisi’ne Yapılan Tenkitler ve Dönüşümler           Bu kurama yapılan eleştirilen başında bağlam merkezli değil metin merkezli olmaya yönelmesidir ki

bu da Tarihi-Coğrafi Metod’a yöneltilen eleştirilerle benzerdir. Bir diğer eleştirilen yönü ise Propp gibi

formüllere dayalı olması nedeniyle mekanik bir yapıda olmasıdır. Bu eleştiriler A.Dundes tarafından

getirilmiştir. Nasıl ki Propp’un masal çözümleme yöntemi  sosyal ve psikolojik yön ve anlamlardan uzaksa

bu metod aynı eksikliği nedeniyle eleştirilmiştir.

84

Page 85: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

         Performans Teori’nin takipçilerinden Roger Abrahams da kompozisyon kelimesine yapılan vurgu ile

yönelinen metin merkezciliği eleştirmiştir. Böylece metine dönüşle canlı performans ihmal edilmiştir.

         Yöneltilen bir diğer eleştiri ise epik destanların dışında pek fazla uygulanmayışıdır. Özellikle bilmece

ve atasözleri sabit metin olarak kabul edildiklerinden her seferinde yeniden kompoze edilememektedirler.

Fakat epik destanlar dahi halkbilimin en önemli ve büyük türü olması nedeniyle bu teorinin halkbilimine

kazandırdıkları oldukça fazladır.

         Sözlü kavramı da tartışma konusudur. Ezberlenmiş ve kelime kelime muhafaza edilmiş muhafaza

edilmiş metinler(icra) sözlü (oral) kabul edilmezken sözlü şiir(oral poetry) sadece icra anında irticalen ve

sözlü olarak meydana getirilen olarak kabul edilirken A.Lord sözlü kavramı yerine gittikçe

geleneksel(traditional) kavramını kullanır olmuştur.

         Bir diğer eleştirilen yön ise doğrulamaya yönelik çalışmalara odaklanılmış olmasıdır. Bu da Tarihi-

Coğrafi Metod’un ”ur-form”, “motif “ve “olay örgüsü” kavramları doğrultusunda çalışmalarla motif-

indeksin ötesine gitmeyen çalışmalara eşdeğer eleştirilere yol açmıştır.

         Parry’nin Sırp ve Hırvat yanlısı tutumu da oldukça yanlıştır. Onun bu yanlı tutumunda çalışmalarından

etkilendiği Vuk Karadziç’in etkisi olmuştur. Parry son derece yanlış olarak Müslüman Boşnaklardan

derlediği destanları Sırp-Hırvat Kahramanlık Destanları olarak adlandırmıştır.

 

         e) Sözlü Kompozisyon Teorisinin Bugünkü Durumu          Bu teori ile birlikte icra ve kompoze etme birbirinden ayrılmıştır. Tarihi-Coğrafi Metod’un ur-form

arayışının ya da  orijinal, varyant kavramlarının geçerliliği kalmamıştır.  

         Bu teori ile sözlü kültür ortamında irticalen meydana getirilen metinlerin icradan icraya pek çok

değişkene bağlı olarak farklılaştığı ortaya konarak sözlü edebiyatın yazılı edebiyat gibi yazılıp tamamlanmış

yani sabit metin halinde olmadığı, bilmece, atasözü gibi istisnai türler dışında sözlü edebiyat metinlerde

orijinal veya otantik metin aramanın her metnin(icranın) aynı derecede orijinal ve otantik olduğu

belirlenmiştir. Böylece sözlü kültür ortamında icra edilen ürünlerin metin(text) olmayıp süreç (process)

olduğu anlaşıldı.

        Bu teori geliştirilen bilgisayar programlarıyla da desteklenmektedir. Bu şekilde sesli ve görüntülü

kaydedilen sözlü edebiyat ürünleri transkribe edilmiş formlarıyla bir arada yer alan sanal metin”hypertext”

olarak aktarılan bilgisayar ortamında Finengan’ın tespitlerine göre geleneksel formülerin tespiti, farklı

varyantların karşılaştırması, şiirlerin vezin kalıpları ve özellikleri, mitlerin yapı ve tahlilinde, tür sınama ve

tasniflerinde başarıyla kullanılmıştır.     

                   C) PERFORMANS TEORİ 

85

Page 86: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

a) Ortaya Çıktığı Teorik Zemin Ve Tarihçesi 

             Halkbilimi çalışmalarında, folkloru “geçmişin ürünleri” anlayışından “dinamik bir iletişimsel süreç”

olarak kabule dönüştüren Performans Teori, E. Sapir’ in 1910’ larda başlayan yaş ve cinsiyet gruplarına ve

benzeri diğer özelliklere bağlı olarak değişen konuşma ve anlatma şekilleri gibi dilin sosyal kullanımlarına

ve icrasına dikkat çekmesi ve İşlevsel Kuram’ ın kurucularından Malinowski’ “Şüphesiz metin çok

önemlidir fakat bağlamsız metin ölüdür” şeklinde ifade ettiği “bağlam” ( context) fikirlerinin olgunlaşması

sonucu ortaya çıkmıştır.

              Performans Teori’ nin bir başka önemli kavramsal başlangıç noktası ise Tarihi-Coğrafi Fin Okulu’

nu ve erken dönem kuramlarının bazılarının temellendiği “karşılaştırmalı dilbilim” veya kısaca

dilbiliminden gelmektedir.Ancak P.Teori’ yi oluşturan halkbilimciler, önceki gibi “karşılaştırmalı dilbilimi

okulu” ndan değil; “Prag Dilbilim Okulu” nun çalışmalarının da tesirleri altında kalmışlardır. Sosyal

dilbilim üzerine yapılan çalışmalar da performans teorinin kurucularının kavramsal ve kuramsal

formülasyonlarında doğrudan etkili olmuştur.

             Karh Bührer, konuşmanın gönderme, dışavurum ve başvurma işlevlerini tespit eder, daha sonra

buna eklenen estetik yani dilin şiirsel kullanımı işlevi de eklenerek diğer üç özelliğin sözel sanat üzerinde

temellendiği ileri sürülür. Bu sanat, kendi içinden faktörlere bağlı olması nedeniyle söyleyip ifade eden,

söylenilen ve dinleyen bağlamında yani sosyal bağlamda bir icranın içinde çalışılması gerekliliği ortaya

çıkmıştır. Sosyo-dilbilimcilerin dilin kullanımı için düşündükleri bu icra veya performans fikri, folklorun

doğasını ve yapısını açıklayıcı olması dolayısıyla, halkbilimi çalışmalarına uygulanmış ve bunun bir sonucu

olarak Performans Teori ortaya çıkmıştır denilebilir.Söz konusu sosyo-dilblimsel “performans” yani icra,

paradigmasını yeniden yorumlayarak halkbilimine yönelik kuramsal bir çerçevenin temelini oluşturan

paradigma haine getiren kişi, Roman JACOBSON’ dur, “dil” ve “parol” ilişkisini “dilbilim” ve “halkbilimi”

ilişkisine benzettiği doğrultuda halkbilimi ve performans ilişkisini ifade eder. Petr Bogatrev’ de “folklorun

aşağı yukarı tiyatroyla aynı olduğunu” ve “folklorun bu teatral” özelliğinden hareketle “bir masalın nasıl

anlatıldığını göz önünde bulundurmadan masal metnin” den hareketin yanlışlığına dikkati çekerek icranın

önemini vurgular. 

  Milmann Parry ve Albert Lord’ un ileri sürdükleri  “Sözlü Kompozisyon Teorisi” : A. Lord’ un “The

Singer of Tales” adlı çalışması sözlü destanların doğası, yapısı ve icra özelliklerinin bir çoğunu ortaya

koyması bakımından Performans Teori’ nin oluşum sürecinde son derece önemli rol oynamıştır.

Dan Ben Amos’ un 1967’ de Folklor Kurumu’ nun yıllık sempozyumunda sunduğu “Halkbilimi: Bir

Kez Daha Tanımlama Oyunu” bildirisiyle halkbiliminin “tür ağırlıklı” ve “madde” veya “nesne merkezli”

86

Page 87: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

halkbilimi tanımlarına karşı son derece ağır ve detaylı eleştiriler açılmış olur. Bu çalışmadan sonra,

R.Bauman’ ın “Performans Olarak Sözel Sanatlar” adlı çalışması, halkbiliminde “icra” ve “iletişim”

kavramlarını belirleyici konseptler olarak gören çalışması “performans”  yeni yaklaşımı ve geniş bir yelpaze

oluşturan yaklaşımları derleyip toparlayıcı bir şemsiye terim olarak kullanılmağa başlanır. Bauman’ ın

ifadesiyle performans terimi aynı zamanda yeni folkloristik veya halkbiliminde geriye dönük ve yeterince

gelişmemiş veya gelişmesi gecikmiş yapılanışa dayalı perspektiflerden kurtularak insanlık tecrübesinin

tamamını kavrayan yeni halkbilimi yapılanışının temelini oluşturmaktadır.

b) Performans Teori’ ye Göre Halkbilimini Analiz Modelleri

         “Performans” kavramı kullanılmaya başlandıktan sonra, halkbilimi öteden beri çalışa geldiği büyük bir

çoğunluğu geçmişin “artık” veya “tortusal kültür niteliğinde olan konuların yanında ve belki de önünde

“yeni oluşan kültürü” çalışan bir disiplin durumuna kavuşmuştur.Daha da önemlisi , halkbilimi disiplininin

hem geçmişe ve hem de şimdiye yönelik kültürel olguları araştırabilecek bütüncül bir kuramsal yapıya

kavuşmasıdır. 

1. Performans (icra/gösterim) Kavramına Dair İlk Tespitler

Performans iki temel unsuru içermektedir.

1. Folklorun gerçekleştirilişi veya icrası anlamıyla artistik veya sanatsal bir eylemdir.

2. Performansın icracısı, sanatın formu, dinleyici veya izleyiciyle birlikte icranın gerçekleştiği çevre bütünü

olarak artistik veya sanatsal olaydır. 

Bu ikili yapı performans bakış açısının geliştirilmesinin temel elementleridir. Bu şekilde kullanımları

üzerine inşa edilen kuramsal yapı folklorun bir materyaller veya şeyler toplamı olması anlayışından bir

iletişim biçimi olması anlayışından bir iletişim biçimi olarak folklor şeklinde anlaşılmasını sağlamıştır.

Buna göre folklor anlatan ve dinleyen arasında geleneksel bir anlatı yoluyla kurulan iletişim biçimi olarak

ele alınmakta ve sosyal bir olay olarak folklorun canlı icraları incelenmektedir. Performans Teori “metin

merkezli kuramlar”ı (gözlem veya görüşme yoluyla metinlerin yazıya geçirilmesi ve incelemenin de yazıya

geçirilmiş metinler üzerinden yapılması) eksik görüp; bütün sözel sanatları “konuşmaların özel bir biçimi”

olarak ele almak suretiyle sınırları, insanın “sözel davranış biçiminde yer alan artistik veya sanatsal

dışavurumlar” genişliğine ve derinliğine bütüncül bir biçimde tamamını birleştiriciliğe ulaşmıştır.Böylelikle

geniş ve çeşitli türler bir yandan “sözel sanat” kavramı altında toplanmış olmakta ve bunların tamamı

performans veya icra olma durumunda ve yine her birisi kültüre özel yapı ve çeşitlenmeler olarak karşımıza

çıkmaktadır. Kültüre özel olarak var olan olguların var oluş yolları ve biçimlerinin her biri içinde yer

87

Page 88: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

aldıkları kültüre ve topluma bağlı olarak taşıdıkları özellikler araştırılıp ortaya konulabilir ve incelenebilir

hale gelinmiştir.

Konuşmacının dinleyiciye, adeta, “konuşmamı söylediğim özel durumu”na bağlı olarak yorumla,

onu kelimelerin sözlükteki karşılıklarıyla değil onları “ses tonuyla ve biçimiyle” yüklediğim anlamları

düşünerek anla” demesinden başka bir şey değildir. Bu durumun tespiti performansın yorumcul bir çerçeve

oluşturduğunu gösterir ve mesajların bu yorumcul çerçeve içinde iletilip anlaşıldığını ortaya koyar. Bu

çerçevelerden birincisi; icra esnasında kullanılan sözcüklerin sözlük anlamını veren “gerçek anlamsal

çerçeve” ikincisi ise ; “dolaylı anlatım”, “şaka”, “taklit” , “aktarma”, “alıntılama” gibi “performans

çerçevesi tipleri”dir.Bunların icra esnasında birkaçı bir arada bulunabilmektedir.Fakat bu bağlamda,önemli

olan “performansın belirgin bir çerçeve olarak” anlaşılıp kabul edilmesidir.Bu bir anlamda performansın bir

dil kullanım yolu veya konuma şekli demektir.Bu aynı zamanda da icra esnasında, dinleyiciye iletişimsel

yeterlilik bakımından, bilgiye ve dili sosyal olarak kullanabilme yeteneğine dayanan bir sorumluluk

yükleyen yaklaşımdır.

Dinleyicilerin defalarca dinledikleri hikayelerin konularını veya anlatılan bilgileri bildikleri halde

merak ve heyecanla bekledikleri yeni bilgi değil aşığın  asıl ustalığını göstereceği kahramanları ve olup

bitenleri aktaracağı “icra çerçeveleri” ni kurup dinleyiciyi de onlarla irtibatlandırabilmesidir.Bu neyle

bağdaştırarak veya çerçeveleyerek anlatacağı ve nasıl yorumlayacağıdır. Bununla konu edilen, belli bir

toplumun veya konuşma grubunun kültüre özel yapısıdır.Bununla birlikte kültürler arası seviyede şu tür

genellemeler yapmak mümkündür:

Özel Kodlar: Şiirsel bir dil kullanımı veya “daha eski” yahut “arkaik” miş intibaı veren ibarelerin

kullanımı gibi dile dayalı kullanımlar bunlar arasındadır.

Mecazi Dil: Performansın bir parçasına dönüşür.Bunların bazıları kullanıma hazır geleneksel ve

formülsel malzemeler iken diğerleri icracının yaratıcılığının ürünü olarak karşımıza çıkarlar.

Paralellik veya Koşutluklar: Önceden planlanmış düzenlikler veya semantik, gramatik, fonetik veya

vezin tekniği yahut yapılarından kaynaklanan tekrarlar başta olmak üzere sözlerin inşa ediliş

yapısında yer alan her türlü düzenli unsurdan oluşurlar.

Özel yarı Dilbilimsel Yapılar: Anlatım içinde durma,soluklanma,duraklama,ses tonu, ses yükseltme,

vurgu gibi yapılarda performansın kaydedilmesi gereken önemli özellikleri arasındadırlar ve çok

kolaylıkla performansın çerçevesinde ve dolayısıyla yorumlanışında değişiklikler meydan getirirler.

88

Page 89: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Özel Formüller: “Bir varmış bir yokmuş” ve “Eee.. atalar ne demişler” gibi kültüre ve türe özel

formüller ki bunların bir çoğu türü belirleyici işlevlere sahip olarak içinde yer aldıkları kültürdeki

söz konusu türlerin geleneksel icraların aynı zamanda “icrasal çerçeve anahtarı” dırlar.

Geleneğe Başvuru: Sözlü gelenek yoluyla edinilmiş olduğuna veya bizzat tecrübenin ürünü

olduğuna dair geleneğe başvurma. “Ben dedemden işittim ki…”gibi ifadeler verilebilir.

Performansı Yalanlama: Kendisinin yetersizlini öne sürerek anlatamama gibi yaparak bir şeyi anlatıp

icra etme. 

Bunlar dışında kültüre veya konuşma grubuna özel olarak ele alınımp çalışıldığında pek çok farklı tipleri

ortaya çıkacaktır Performans olayının yapısı, icranın çerçevesi, töresi,eylem akışı gibi pek çok faktörün

neticesi olarak oluşur.Bu performans olayının yapısının temeli aynı zamanda icracılar dinleyiciler olarak

katılımcılardır.Bu roller, yapının şekillenişini sağlar.

     “Performans” kavramı ve onun temellendirdiği bir kuramın oluşturulmasına doğru halkbilimsel

düşüncede meydana gelen değişmelerin veya mevcut kavramların yeniden değerlendirilmeleri sürecinde en

önemli değişmelerden veya yeniden tanımlamaların en önemlilerinden birisi de “halk” (folk) kavramında

gerçekleşmiştir.

2) Üçlü Bir Araştırma Modeli: Metin (Text), Sözeldoku (Texture) ve Bağlam ( Context)

         Bu çalışmada Dundes, halkbilimi ve türlerini tanımlayacak o ana kadar yeterli ölçüt ortaya

konulmamış oluşu ve ileri sürülen ölçütlerin de tutarsızlıklarını irdeledikten sonra, bu tür ölçütlerin “harici”

değil “dahili” olmalarının gerekliliğini ele alır.  Buna göre tahlil sözeldoku, metin ve bağlam seviyelerinde

olmalıdır.

a) Sözeldoku (texture): Folklorun sözel formlarının da sözdokusal özellikler dil ile ilgili

özelliklerdir.Örneğin atasözlerinin sözdokusal özellikleri kafiye ve aliterasyonu içine alır.Çok

yaygın olan diğer sözdokusal özelliklerine ise; aksan ve vurgu, ses perde yüksekliği, bağlantı yeri,

ses tonlama ve yansıma sesler dahil edilebilir. Kalıplaşmış sabit türlerin sözeldokusu, özü ve bu

özellikleri itibariyle çeviriyi mümkün kılmaz.Örneğin tekerlemeler, sözdokusal yapıya fazlaca

bağlıdır.Bir toplumda var olan bir tekerlemenin başka topluma geçmesi başka dillerde yaşaması

zordur. Buna karşın daha serbest yapıya sahip olan masallar dil sınırlarını çok daha kolay

aşar.Kalıplaşmış sabit haldeki folklor türleri arasındaki sözdokusal farklılıkların taşınması daha

zordur.

89

Page 90: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

b) Metin (text) : Dundes’ e göre, “Bir folklor ürününün metni (texti) esası itibariyle bir masalın bir

versiyonu veya tek bir anlatımı, bir atasözünün yeniden söylenmesi, bir halk türküsünün

okunmasıdır.İnceleme amacına yönelik olarak metin, sözeldokusundan bağımsız olarak ele

alınabilr.Bununla birlikte, sözeldoku bütün olarak çevrilmezken, metin çevrilebilir.” Kaynayan

kahve bozulur.” atasözünün metni teorik olarak herhangi bir dile çevrilir, fakat sözeldokusal bir

özellik olarak kafiyenin ve diğer özelliklerin çeviride yaşaması özü itibariyle mümkün değildir.

c) Bağlam (context): Dundes’ e göre, “Bir folklor ürününün bağlamı onun içinde bilfiil yer aldığı son

derece özel sosyal durumudur.Bağlam ve işlevi birbirinden ayırmak şarttır. İşlev özü itibariyle

belli sayıda bağlama dayanarak oluşturulan bir soyutlamadır. İşlev, çoğunlukla ele alınan bir

folklor türünün kullanımı veya amacı hakkında bir araştırmacı veya incelemecinin ne

düşündüğüdür. Buna göre, mitin işlevlerinden biri günümüzdeki bir harekete kutsallık

sağlamaktadır; atasözlerinin işlevlerinden biri günümüzdeki bir harekete kutsal olmayan, din dışı

bir anlam kazandırmaktır. Hususi bir mit veya atasözünün kullanıldığı gerçek bir sosyal durumla

bu işlevler aynı değildir. Bağlama dair verilen bilgiler de belirli bir metinle göndermede bulunmas

suretiyle ilişkilendirilmeden verilmektedir. Bu şekilde bağlam yani melirli bir metinle birlikte

olanı içermemektedir. Bundan dolayı verilen bu bilgi metin hakkında doğru bir tetkike dayalı bir

bilgi veya gerçek bir bağlam bilgisi değildir.

Bağlama dair verilen bilgiler de belirli bir metinle göndermede bulunmak suretiyle

ilişkilendirilmeden verilmektedir. Böylesi, "con-" önekinin "ile, beraber" anlamını içerecek şekilde bir

"context" yani belirli bir "metinle birlikte olanı" içermemektedir. Bundan dolayı, verilen bu bilgi metin

hakkında doğru bir tetkike dayalı bir bilgi veya gerçek bir "bağlam" bilgisi değildir. Belki, metinle ve

sözeldokuyla birlikte bağlamı da kaydetmenin neden o kadar önemli olduğuna hakkında bazı sorular vardır.

Folkloru kendi orijinal anadilinde derleyememenin anlamının sözeldokunun derlenmemesi demektir.

Bağlamı derleme mecburiyetinin bir nedeni, belirli bir durumda, belirli bir metnin niçin kullanıldığını

açıklamaya ciddi bir girişimde bulunmak için böyle bir bilginin gerekliliğinden dolayıdır. Bağlamı

derlemenin önemi, özellikle fıkra incelenmesinde daha açıktır. Bağlamına ait bilgi olmayan fıkraların

varyantları (çeşitlenmeleri), yayılma (diffuzyon) yollarının Tarihi-Coğrafi Yöntemi kullananlarca

örülmesinde, aynı kökten gelme derecesine karar vermede ve alt türlerin bir sıra dahilinde gelişmelerinin

varsayımında değersiz olabilir, fakat yine de bağlamsal bilgisi olmayan fıkralar sosyal bilimciler için çok

büyük değere sahiptir. Bağlamsal yapıyı (contextual structure) oluşturan en önemli iki unsur; fıkrayı anlatan

kişi (anlatıcı) ile o fıkrayı dinleyenler (dinleyici) dir. Kendi doğal ortamında oluşan bağlam, metni (ve

sözeldokuyu da eğer, tabu bir durumla ilgili sözcük kullanılacaksa) etkileyebilir, fakat esas itibariyle somut

ve kesinleştirilmiş bir şekilde yayınlanmış aktüel örneklerin bu tür tesirleri yaygın değildir.

90

Page 91: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Folklor türlerinin tamamı için bağlamın derlenmesi hayati değerdedir, ama bağlamın derlenmesi

atasözleri, jest ve mimikler için bir mecburiyettir. Buna karşılık atasözleri derlemelerinin büyük bir kısmı

sadece metni verir. Bu ise bağlamsız folklor derlemesi demektir. Folklorun kalıplaşmış veya metin olarak

sabit bir türü olan atasözleri kendi anadillerinde derlenmek zorundadır ki, böylece sözeldoku da

korunabilsin.

Kaynak kişilere anlattıkları malzemenin önemi hakkında ne düşündükleri sorulmalıdır. Mahalli edebi

eleştirinin derlenmesi halkbilimciler tarafından yönlendirilen standart tahlil tiplerine hiçbir şekilde engel

olmaz.

İdeal olarak, bir derleyici kaydettiği metnin bağlamını kendisi gözlemelidir. Halbuki pratikte bir

kaynak kişinin bir derleyiciye veya derleyicinin teybine konuştuğu ortamda çoğunlukla yapay (sun'i) bir

bağlam vardır. Böylece, profesyonel halkbilimcinin deneysel olarak direkt bir şekilde gözlemleyemeyeceği

durumlardaki aydınlığa çıkaran bağlamı araması onun üzerine aldığı bir zorunluluktur. Faydalı bir teknik,

kaynak kişiden atasözü-nün uygun bir şekilde aktarıldığı uydurma bir durum yaratmasını istemektir. Ne

yazık ki, bütünü itibariyle, halkbilimciler "Nerede, ne zaman ve kim tarafından bir söyleyişin kullanıldığını"

belirten tamamlayıcı bilgiyle kendilerini sınırlamayı tercih etmektedirler.

Sözeldoku, metin ve bağlamın hepsi derlenmek zorundadır. Sözeldoku, metin ve bağlamın her

birinin yapısal analizin konusu olabileceği bilinmelidir. Büyük ve küçük çaptaki üniteler her bir seviyede

ayrılabilir. Hususi bazı türlerin büyük çaptaki örneklerle doldurulabilen bağlamlarında küçük boşluklar

vardır. Mevcut bir bağlama ait boşlukta, yani küçük çapta protesto ile ilgili olanda fıkralar, atasözleri, jest

ve mimikler ve halk türküleri gibi çeşitli sayıda farklı türler kullanılabilir. Diğer yandan, mevcut bir tür,

örneğin bilmece, muhtelif sayıda farklı bağlamlara ait boşlukları doldurabilir. Bu durum tamamen metnin

yapısının analiziyle paraleldir. Örneğin; masalın yapısı söz konusu edildiğinde, metinlerdeki büyük çaptaki

boşluklar küçük çaptaki çeşitli ünitelerle doldurulabilir, yani farklı motifler (motif yerine geçen yapılar)

mevcut bir motif bütünlüğü içinde kullanılabilir. Sözeldoku da aynı tarzda analiz edilebilir.

Bu üç seviye arasındaki içi içe geçmiş bulunan ilişki incelenmek için beklemektedir. Bağlamda

meydana gelen bir değişiklik sözeldokudaki bir değişikliği etkiler. Halkbilimcilerin ilk görevinin metnin

tahlil etme olduğu görülür. Metin, sözeldoku ve bağlama göre daha az değişen bir yapıya sahiptir. Belli bir

kalıp halinde olmayan serbest türlerde sözeldokusal özellikler bu türleri tanımlamada çok az değere sahip

olabilir. Kalıplaşmış sabit türlerde ise sözeldokusal özellikler çok düzenlidir, fakat bu özellikler bir türle

ilgili dağılımlarında nadiren sınırlıdır. Bağlamsal ölçüler de aynı tanımlama amacıyla ele alındığında sınırlı

bir değere sahiptir. Ancak folklorun çeşitli türlerinin muhtemel en iyi tanımları bu üç seviyenin hepsinin

tahliline dayananlar olacaktır.

Dundes, halk ve folklor arasında-ki hayati ilişkiye dikkati çekerek sözeldoku (texture), metin (text)

ve onların içinde yer aldıkları şartlar bütünü anlamında bağlam'a (context) dayalı olarak halkbilimi

91

Page 92: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

çalışmalarına verdiği halkbilimi çalışmalarında yeni bir paradigmatik çerçevenin veya yaygın adıyla

"Performans Teori"nin ortaya çıkmasına son derece önemli katkılar sağlamıştır. Bu yeni kuramsal yapılanış

öncelikle alan araştırmasından (fıeldwork) başlayarak ve zaman içinde de gelişerek diğer değerlendirme

modellerine kadar yayılır. Alan Dundes'in yeni kuramın oluşmasındaki en büyük kavramsal katkılarından

bir diğerini de "halk" (folk) kavramının yeniden tanımlaması oluşturmaktadır.

3.) "Halk" Kavramının Tanımlanışındaki Büyük DeğişmeAlan Dundes çalışmasında öncelikle on dokuzuncu yüzyıl kullanımlarından kaynaklanan problemleri

ele alır. Ona göre bu tanımlama problemleri şu şekildedir: "Halk (folk) teriminin on dokuzuncu yüzyıldaki

çeşitli kullanımlarında görülen çok ciddi bir problem, bu terimin kaçınılmaz olarak bağımsız bir yapıdan

ziyade, bağımlı bir yapı olarak tarif edilmiş olmasında yatar.

Başka bir ifadeyle, halk daha başka kümelerde oluşan gruplara tezat olarak tarif edilmiştir. Halk

aşağı tabakayı oluşturan, genel nüfus içinde bir sürü bayağı ve kaba bir insan grubu olarak düşünülmüştür.

Halk bir taraftan medeniyete tezat olarak ele alınırken, yani halk medenileşmiş bir toplumda

medenileşmemiş bir unsur kabul edilirken diğer yandan da vahşi (savage) veya ilkel toplum (primitive

society) diye adlandırılan ve evrim (evoluation) basamaklarından daha aşağıda kabul edilen bir grupla da

tezat olarak kabul edilmiştir.

Medeniyetin kenarlarında yaşayan eski moda bir kısım gibi kabul edilen, halk köylü kavramıyla eş

değerde görülmüş ve bu anlamda hâlâ aynı şekilde görülmektedir. Medeni seçkin ve medeniyetten çok uzak

"vahşi" arasında bir tür orta yer işgal eden halkı anlamanın yolu okur-yazarlık (literacy) gibi tek tip bir

kültür özelliğine bağlı olarak yapılan vurgulamayla ortaya konulmasına çalışılmıştır.

Halk "okur - yazar" bir toplumda "cahil kısım" olarak ele alınırken, diğer yandan da etnosentrik

olarak "yazı öncesi" (preliterate) olarak etiketlenen ilkel topluma, ki bu toplumun kültürel gelişme

kaydettikçe okur-yazarhk seviyesine gelebileceği imâ edilmektedir, tezat olarak kabul edilmiştir. Yakın bir

dönemde bu terim "edebi olmayan"la (nonliterate) değiştirilmiştir. (Başka toplumları etiketlemedeki bu

etnosentrik ön yargı "gelişmekte olan (devoloping), gelişmemiş (undevoleped) veya "batılı olmayan"

(nomvestern) gibi kullanımlarla günümüzde de devam etmektedir.

Halk vahşilerden daha medeni olmakla birlikte, tam olarak medeniyeti henüz kesbetmemiştir. Bununla

birlikte, bir toplumun vahşilik dönemine ait yaşayan kültürel kalıntılarının (survivals) halk tarafından hala

muhafaza edildiği kabul edilmiştir. Çünkü seçkin grup (bu kavram halkbilimcileri ve antropologları ihtiva

eder) ciddi bir şekilde kendi kökleriyle ilgilenecek ve seçkin sınıf kendisine yakın olan halkın geleneklerini

toplayıp, topladığı bu malzemeyi incelemekle uğraşacaktır. Derlenen bu gelenekler daha sonra vahşi

toplumlarda kesin şekli ve tamamı bulunduğu farz edilen şekilleriyle karşılaştırılabilir. Karşılaştırmalı metot

yoluyla, seçkin ve okur-yazar medeni Avrupa kültürlerinin köklerini bulma işi yani "tarihi yeniden kurma"

işi gerçekleştirilebilir. "Halk, onun medeni veya seçkinle var olduğu sanılan ilişkisine göre tarif edildiği

92

Page 93: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

için, folklorun sadece medeni veya seçkin bir grubun var olduğu yerlerde var olduğu farz edilmiştir. Bu

mantığa göre, ilkellerin, seçkin bir gruba sahip olamayacakları için halka da sahip olmayacaklar ve

dolayısıyla folklora da sahip olmaları mümkün değildir. Bu nedenle de, Kuzey ve Güney Amerika, Afrika

ve Avustralya yerlileri ve benzer gruplar medeni olmadıkları için halk terimin dar ve sınırlı anlamı

bakımından ele alındıklarında halk oluşturamazlar. Buna göre, geniş bir şekilde bakıldığında halk teriminin

başlangıcındaki anlam itibariyle Avrupa köylülerini ifade etmiştir” şeklinde yapmaktadır.

Alan Dundes'in halkbilimi çalışmalarındaki meydana gelen yeni kuramsal çerçeveye uygun ve bir

ölçüde onun oluşumunu hızlandıran unsur olarak sürecin bir parçası olan halk tanımı ve özellikleri şu

şekildedir: en azından bir ortak faktörü paylaşan herhangi bir insan grubunu ifade eder. Bu grubu birbirine

bağlayan faktörün-ortak bir meslek, dil veya din olabilir- ne olduğu önemli değildir. Bundan daha önemli

olan ise, herhangi bir sebebe bağlı olarak olu-şan grubun kendisine ait olduğunu kabul ettiği bazı

geleneklerin olmasıdır. Teorik olarak bir grup en az iki kişiden oluşmak zorundadır, fakat genellikle çoğu

gruplar daha fazla kişiden oluşurlar. Grubun bir üyesi diğer bütün üyeleri bilmeyebilir, fakat o kişi gruba ait

olan geleneklerin ortak özünü muhtemelen bilecektir. Gelenekler bir grup kimliği hissi vermede gruba

yardım eder.

Fakat halkın millet ve aileye ilave olarak daha pek çok şekilleri vardır. daha pek çok şekilleri

vardır.Bölge,eyalet,şehir köy gibi coğrafyaya ait kültürel kümeler halk gruplarını oluşturabilir. Bundan daha

net olan ırk, din ve bir meslek karakterindeki diğer halk gruplarının varlığıdır. Her millet gibi her meslek

grubu da kendine has folklora sahiptir. Daha da ötesi, yeni gruplar ortaya çıktığı sürece,yeni folklorlar da

oluşacaktır.Halkın bu çağdaş kavramıyla bir şehir merkeziyle bağımlı bir ilişki içinde yaşayan köylülerin,

nispeten tek tip halinde oluşturduğu grubu, halkın ifade ettiği tek anlam olarak daha fazla

düşünemeyeceğimizi görürüz. Halk bağımlı bir çeşitlilik değil, bağımsız bir çeşitliliktir. Çağdaş toplumların

üyelerini çok çeşitli halk gruplarının üyeleri olarak görmek zorundayız.Bütün halk gruplarının folkloru

vardır ve böyle grupların (Bir yaz kampı gibi) folkloru ifadenin merak uyandırıcı problemlerini üretme

çerçevesinde sosyal bir tasdik etmeye ve aynı zamanda bir toplumun iletişimi ve dünya görüşünü ifadede

yüksek bir sanat değeri olan vasıtalığa katkıda bulunması bakımından diğerleri kadar önemlidir.Dahası bu

halk grupları kendi içlerinde daha küçük hususi gruplar oluşturabilir.

Peki bir halk grubu ne kadar küçük olabilir? Bir halk grubu en azından iki şahıstan oluşmalıdır. İki

şahsın jest ve mimikler argo ifadeler vb. gibi kendilerine has bir gelenekler seti geliştirmesi mümkündür.

Şahıslar muhakkak bazı özel şeyler yaratır, fakat benim böyle bir davranışın geleneksel veya halka ait

olduğunu rahatlıkla söyleyebilmek için, en az iki şahsın bu yaratmaları paylaşması gereklidir. Halkbilimi

araştırmaları tarafından incelenen en küçük halk grubu şu ana kadar kesinlikle ailedir.

Alan Dundes'in bu şekilde yeniden tanımladığı "halk" tanımı ve ona dayalı yeni halkbilimi

çalışmaları artık, Herder döneminden itibaren neredeyse devamlı surette yönelmek zorunda kaldığı kırsal

kesimle ilgili çalışma bağımlılığından kurtulmuş olmaktadır:

93

Page 94: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

4.) Performans Teori'nin Manifestosu: Yeni Bir Halkbilimi Kuramının İlânına DoğruDan Ben-Amos, bağlamı içinde bir folklor ve dolayısıyla ona dayalı halkbilimi tanımı yapmaya

yönelik olarak hazırladığı çalışmasına daha önce yapılmış folklor tanımlarının belli başlılarının tanımlanış

özelliklerini vererek başlar. Ben - Amos'a göre, bunlar şu şekildedir: "Folklorun tanımlan çok iyi bilinen bir

masalın versiyonları kadar birbirinden farklıdır. Semantik ve teorik farklılıkların her ikisi de bu üretkenliğe

katkıda bulunmuştur. Alman Vokskunde' si, İsveç Folkmine' si ve Hint Lok Sathiya' sının hepsi İngilizce

terim "Folklore" un bütünüyle karşılayamadıklarını birbirinden çok az farklı manalarla ifade ederler. Aynı

şekilde antropologlar ve edebiyat bilimcileri yaptıkları folklor tanımlarının içine kendi eğilimlerini

yerleştirme gayretindedirler. Bunun için, antropologlar folkloru edebiyat kabul ederken, edebiyat bilimcileri

onu kültür diye tanımlamıştır. Buna göre folklor materyalleri de bir yerden bir yere taşınan, farklı şekillerde

yorumlanan ve kültürler arası yaratmalardır.

Folklorun özelliklerinden yapılan tanımlamaların analitik tahliline yönelen Dan Ben-Amos bu

hususla ilgili olarak mevcut tanımlamaların temellendiği kavramsal çatıyı şu şekilde sistematize etmektedir.

"Dahası, halkbilimciler kendi tanımlarını bir yanda sosyal bağlam, zaman derinliği ve yayılma vasıtası

arasındaki ilişki ve diğer yanda da bir bilgi bütünlüğü, düşünce tarzı ve bir tür sanattan oluşan folklor

kavramları seti üzerine kurmuşlardı.

Folklor ile sosyal bağlam arasındaki ilişkilerin üç tipini ayırt etmek mümkündür: sahibiyet, temsil

etme ve yaratma veya yeniden yaratma. Basitçe, "folklor" teriminin tamı tamına bir yorumu, ilk ilişki tipini

kurar. Buna göre, folklor "insanların öğrenmesi", "insanların bilgeliği, insanlara ait bilgi" veya daha doğru

olarak "bilim, geniş bilgi veya bir halkın öğretisi"dir. Folkloru ortak olarak bir grubun tamamı tarafından

paylaşılan bir bilim olarak gören bu görüş, pratikte ve teoride, halkın sahip oluşunun farklı derecelerine

uygulanır.

Birincisi, folklor bir toplumdaki bilgi toplamının tamamı olabilir. Toplum üyelerinden hiçbiri, o

toplum değerlerinin hepsinin tam bir komutasına sahip olmadığı için bu anlamda folklor pek çok şahıs

tarafından depo edilmiş olan "insanların geleneksel inançları ve törelerinin hepsinin bütünlüğü" kollektif

bilgi üzerine kurulmuş soyut bir şey olmak zorundadır.

İkincisi ve zıt olarak, folklor sadece grup üyelerinin her biri tarafından paylaşılan bilgi olarak göz

önüne alınmıştır. Bu tarif herhangi bir hususi bilgiyi hariçte tutar ki, ona sadece bir toplumdaki seçilmiş

uzmanlar ulaşırlar, çünkü bu tarif folkloru yalnızca "popüler bilgi" şeklinde sınırlar. Bu durumda folklor

toplumun gerçek ortak malı olur.

Üçüncüsü, Frazer'in tanımladığı gibi, bu gerçek ortak bilim bütün ayrıntılarıyla, toplumun bütün

üyelerinin katıldığı halk kutlamaları, ritüeller ve törenler dahil olmak üzere "halk kitlelerinin ortak

aksiyonlarında" bütün ayrıntılarıyla ifade edilebilir.

94

Page 95: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Son olarak, folklor toplumdaki her bir şahsın kendi evinin mahremiyetinde bağlı olduğu gelenek ve

görenekler sayesinde ona itaat etmeleridir. Bu son yorumlama her ne kadar teorik olarak mümkünse de,

folklorun çevresini bu kadar dar olarak belirleyen hiçbir tarif mevcut değildir.

Folklor ve onun sosyal bağlamı arasında meydana gelen ilişkilerdeki i-kinci setin yapısı, İngiliz

evrim teorisi ve Fransız sosyal antropolojisi üzerine kurulmuştur. Buna göre, folklor hususi bir ortak tarz ve

aynı anda oluşan düşünceyi, Andre Varacnak'm kendi tarifinde formüle ettiği gibi: "Folklor, teorisiz

kollektif pratikler, doktrinsiz kollektif inanışlar toplamını temsil eder." Bu durumda, gerçek gelenekler,

ritüeller ve diğer görenekler onların temelini teşkil eden düşünce tarzının temsilcileridir.

Folklor tanımlan çerçevesindeki ortak düşünce anlayışı, çeşitli çağrışımlara sahiptir. Birincisi, o

averajı gösterir, yani "insan düşüncesinin geleneksel tarzlan" gibi herhangi bir şahsiliğin özelliğine yer

vermeyen istisna teşkil etmeyen düşünce. İkincisi, O, ilk halkbilimciler ve antropologların onlan çıkardıklan

gibi ilkel (primitive) insanın özel düşünce şekillerini imâ eder. Örneğin, Edwin Sidney Hartland; geleneği,

peri masallan biliminin mesele ettiği konu, "medeniyet dışındaki insanın psikolojik fenomeninin nihai

toplamı" gibi tanımlamıştır. Bu anlayışa göre folklor; "ilk insan psikolojisinin ifadesi"dir; ve felsefe, din,

bilim veya tarih gibi konulardan herhangi birisiyle ilgilenebilir.

Düşüncenin bütün bu özellikleri kollektif olarak toplumların folklorunda temsil edilirler. Kollektif

olmanın veya umuma ait olmanın prensibi sanat olarak folklora uygulandığında, buradaki referans özel

olarak halk edebiyatı yaratmasına yapılır. Bu bakış açısından biri toplumsal yaratma ve diğeri de yeniden

yaratma olmak üzere iki kavram geliştirilmiştir:

Birincisi ki onun Amerika'daki en büyük temsilcisi Francis Gumer'di, halk türkülerinin özellikle de

baladların umumi yaratmanın bir ürünü olduğunu imâ eder. Uzun zaman önce kabul edilirlikten çıkan bu

düşünce tamamen manasız değildir. Her ne kadar onu baladların kökü konusunda özel olarak uygulanması

oldukça zor ise de, folklorun diğer türler arasındaki ilişkide böyle bir gelişmeyi kavramak mümkündür. Her

ne kadar, şu anda umumi olarak yaratma düşüncesi artık hiçbir folklor tarifinde mevcut değilse de, uygun

olduğunda bu anlayış; kollektif olarak yeniden yaratma kavramı ile yer değiştirmektedir.

Yeniden yaratma kavramı; ilk yaratmadan sadece yaratma anının süresi bakımından farklıdır.

Folklorun. ana özelliği aynı kalır; sözlü sanat bütün zamanlarda bir cemiyetin yaratmasının tamamının

toplamıdır. Aslında bu hipotezin kendisine meydan okunduğunda, pasif yaratma düşüncesi takdim edilmiş

olur. Buna göre, dinleyicinin reaksiyonu, halk sanatçısının aktif muhayyilesi kadar yaratma hareketinin bir

parçasıdır.

Tabiatıyla, kollektif yeniden yaratma düşüncesi, folklor ve ikinci bir faktör olan zaman derinliği

arasındaki bir ilişkiye dahil edilir. Bir kültürde sirkülasyonda olan materyallerin dayanıklılığı, yani

"nesilden nesile miras kalma" folklor konularının tanımlanması için karar verici bir ölçüt olmaktadır.

95

Page 96: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Üç faktörden yayılma aracı folklor tanımlarından en kalıcı olanıdır. Hemen hemen folklor

tanımlarının başlangıcından beri en çok kabul edilen karakteristiği-bilgi, düşünce veya sanat olarak kabul

edilsin- folklorun sözlü : olarak nakledilmesidir. Bir parçanın folklor olarak nitelenebilmesi için temel ön

şart, o ürünün sözlü olarak yayılma zorunluluğu ve bir kişiden bir başka kişiye yazılı hiç bir metnin yardımı

olmaksızın geçmek zorunda olmasıdır. Görüntüye, müziğe veya harekete ait form göz önüne alındığında

nakletme i taklit yoluyla olabilir. Bu özel nakil formunun materyale bazı ayrıcalıklı kaliteler kazandıracağı,

diğer türlü onun kaybolacağı düşünülmektedir.

Sözlü gelenek ölçütü, folklor araştırmalarında materyallerin eşsizliğini savunmada son kale haline

gelmiştir. Kollektif yaratmayı savunan teoriler yıkıldığında ve geçmişten günümüze canlı kalma veya

yaşayan kültürel kalıntı (survivals) doktrini parçalandığında, halkbilimcilerin sımsıkı tutunabil-dikleri fikir,

folklor "sözlü sanat", "kaydedilmemiş sözlü ürün" ve "sözlü olarak nakledilen edebiyat" fikri olmuştur.

Folklorun bu şekilde kavramlaştırılması, hem yazılı edebiyatı olmayan toplumlarda çalışan antropologlar

tarafından hem de folklom edebiyattan ayırmada onu kullanılmaya hazır, bir ayırıcı olarak gören edebiyat

araştırmacıları tarafından büyük kabul görmüştür. Halkbilimciler nakletmenin bu saflığını sıkça yazılı

metinler için kabul etseler de, materyallerin folklor olarak kabul edilebilmesi için, onların bir defa bile olsa,

sözlü nakil vasıtalarıyla yayılmasını nihai standart olarak görürler.

Vasıta ölçütü, popülaritesine rağmen, folklorun, gerçekten ne olduğunu tarif etmemiş; bu kriterle

folklor sadece dağılma ve yayılma formu hakkında bir yeterlilik kazanmıştır. Bunun da ötesinde, böyle

tanımlar folklorun daha önceden kazanılmış bir çerçevesini zorla kabul ettirir. Onu tanımlamaktan daha çok,

onların ne olması gerektiği hususunda kesin bazı fikirler yerleştirir. Gerçektende bu romantik anlayışı,

empirik (tecrübi) anlayışla uzlaştırma girişimleri, bu sahadaki bilimsel araştırmaları geri koymuş ve onlar,

on dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkan diğer disiplinler ilerlerken, halkbiliminin hala acı içinde kıvranmasında

en azından bir kısmı itibariyle gerçekten sorumludurlar.

Belli başlı halkbilimi kuramları doğrultusunda yapılmış folklor tanımlarını ve bu tanımların

temellendikleri özellikleri ele alan Dan Ben Amos, bütün bu tanımlamaların sonunda folkloru tanımlayan

halkbilimcilerin tamamının "nasıl" sorusuna cevap arayarak, folklor malzemesinden hareketle

"nasıllıklarını" ortaya koymuş olduklarını tespit etmekte ve asıl üzerinde yoğunlaşılması gereken

araştırmanın yani ele alınacak olguların "'ne olduğu" sorusunun hâlâ cevapsız durumda bırakıldığına işaret

eder.

"Folklorun eşsizliğinin farkına varmak için, her şeyden önce konumuzla ilgili mevcut bakış açısını

değiştirmek gereklidir. Şu ana kadar, mevcut tanımların çoğu halkbilimini bir şeylerin bir kolleksiyonu,

derlenmesi gibi görmüşlerdir. Bu ürünler; ya anlatılar, melodiler, inanmalar veyahut da maddi nesneler

olabilir. Bunların hepsi tamamlanmış ürünler ve formüle edilmiş fikirlerdir; onları derlemek mümkündür.

Gerçekte, folklorun bu son özelliği başından beri halkbilimi araştırmalarının büyük bir kısmını

oluşturmuştur. Folklor parçalarını derlemek nesneleri kendi doğal çevresinden bir metodolojik bir

96

Page 97: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

soyutlama, ayırma gerektirir. Şüphesiz bu yapılabilir ve çoğunlukla da bir araştırma amacı için de vazge-

çilmezdir. Bununla birlikte, bu soyutlama sadece metodolojiktir ve bütünlüklerin gerçek doğasıyla (bir

eşyanın veya nesnenin kendi doğal çerçevesinin sahip olduğu veya gerektirdiği yapıyla) karıştırılmamalı

veya yeri değiştirilmemelidir.

Daha da önemlisi, bu soyutlanmış şeyler (parçalar) üzerine kurulmuş herhangi bir folklor tanımı

yapılacak yanlışlığı bütüne yayar. Folkloru tanımlamak için olguları var oldukları şekilde incelemek

gereklidir. "Kendi kültürel bağlamında folklor bir şeylerin toplanıp derlenmesi değil, bir süreç kelimenin

tam anlamıyla iletişimsel bir süreçtir." Böylece, Dan ben-Amos tarafından, folklorun kendi kültürel

bağlamından hareketle bir şey, derlenip toplanacak bir nesne olmayıp "iletişimsel bir süreç" olduğu tespiti

yapılmıştır ki bu o zamana kadar mevcut yapılanışların ötesinde bir yaklaşımdır ve yeni kuramın birincil

dereceden önemli paradigmalarından birisi durumundadır.

Dan Ben-Amos ileri sürdüğü kendi kavramının daha önceki benzeşen kavramlarla olan farklılığını

ise şöyle ifade etmektedir. "Şu noktaya işaret edilmelidir ki, folklorun bu şekilde bir süreç olarak

kavramlaştırılması bundan daha önce folklorun süreç olarak kabul eden görüşlerden esas itibariyle farklıdır.

Nakletme, ilâvelerle zenginleştirme ve metne ait çeşitliliğin dinamikleri üzerine yoğunlaşma gibi görüşler

süreç ve eşyalar arasında ikiye bölünmeyi ebedileştirmiştir.

Bu görüşler objelerin zaman içinde ve toplumda yayılmaları üzerinde yoğunlaşmış ve böylece de

anlatıcılarla onların hikâyeleri arasında metot ve teoriyle ilgili bir ayrılığa izin vermişlerdir. Folkloru bu

şekilde görme mantıki olarak düzeltilebilir, çünkü her şeyin ötesinde yetişkin insan ve onun şarkıları, çocuk

ve onun oyunları arasında bir farklılık vardır. Fakat, Malinowski' nin işlevselciliğinden, Hymes' in

"konuşmanın etnografyası"na doğru geliştirilen masalların, şarkıların ve atasözlerinin arkasında yer alan

durumların önemi üzerinde durmak bize sadece folklor üzerinde çalışmayı sağlamakla kalmaz, aynı

zamanda, kendi bağlamı içinde folkloru tarif etmeyi de sağlar. Bütün folklor formlarının gerçek hayat

ortamına dair, bu çerçeve içinde süreç ve ürün arasında ikiye bölünme yoktur. Anlatma masaldır; bu sebeple

de anlatıcı, hikâyesi ve dinleyicileri tek bir bütünün tamamlayıcıları gibi hepsi birbirleriyle ilişkilidir ki bu

konuşma veya iletişimsel bir olaydır."

Kavramsal olarak benzeşenleriyle kendi kavramının farklılıklarını ortaya bu şekilde koyduktan sonra

Dan Ben-Amos, kendi folklor kavramını "Folklor belli zamanda meydana gelen aksiyondur. O artistik

(sanatsal) bir aksiyondur. O yaratıcılık ve estetik kaygıyı içine alır ve bunların her ikisi de kendiliklerinden

sanat formlarında birleşmeye yüz tutarlar. Bu anlayışa göre folklor; sanatsal anlatım yoluyla oluşan

karşılıklı bir sosyal etkilenmedir. Bu iletişim, konuşma ve mimikle ilgili hareketlerin diğer tarzlarından

farklıdır. Bu farklılık kültüre ait gelenekler seti üzerine kuruludur, o toplumun bütün üyeleri tarafından

tanınır ve ona bütün toplum bağlanır ki, bu durum folkloru iletişimin sanatsal olmayan formlarından

ayırır." "şeklinde açıklayarak daha da belirgin bir hale getirir. Dan Ben-Amos, böylece daha belirgin ve

kapsamlı hale getirdiği folklor kavramını geliştirirken dikkate aldığı kuramsal ve kavramsal unsurları ise şu

97

Page 98: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

şekilde sıralar: "Başka bir ifadeyle, folklorun tarifi, sadece onun konusu olacak parçaların gelişigüzel bir

şekilde dahil edilmesi veya hariçte tutulmasına dayanan analitik bir yapı değildir; o kültürel ve sosyal bir

temele sahiptir.

Folklor "hemen öyle birinin onunla ne kastettiği" değildir; o kesin bir realiteye, sanata ve konuşmaya

dayalı süreçtir. Folklor ve folklor olmayan şeyler arasındaki sınırları belirleyen geleneklerin yeri. Dundes'in

folklor analizi için oluşturduğu üç seviyenin bir şekilde geliştirilerek uygulanan formülü olarak, formların

(folklor formlarının) metninde (text), sözeldokusunda (texture) ve bağlamında (context) yer almaktadır.

Folkloru iletişimin özel bir türü yapan metne ait noktalar; masalların ve şarkıların başlayış ve bitiş

formelleri arasında yer alan aksiyonların yapısıdır. Başlayış ve bitiş formelleri, onlar arasına yerleştirilmiş

anlatının ayrıcalıklı bir kategorisi olup, realiteyle karıştırılmaması gereken olaylara işaret ederler. Bununla

birlikte masallar tam olarak, hayali kurgu bir eserin gerçekle ilişki kurduğu gibi konuşmanın gerçek

anlamıyla ilişki kurmazlar. Folklorun konusu olan efsane tarihle ilgili, bir anlatı her ne olursa olsun formel

olayların bir kronolojisinden farklı değildir. Bununla birlikte, "bir halk masalındaki gibi" deyimi ki- sanatla

ilgili bir anlatmadaki aksiyonların sıralanışı gerçek olarak aynen kopya edildiğinde insanlar bu ifadeyi

kullanırlar- hususi bir halk masalı yapısı şuuruna şehadet eder.

Ayrıca, atasözleri ve bilmeceler gibi diğer türler, aralarına serpildikleri veya karıştırıldıkları düzenli

konuşmadan onları ayıran farklı cümle yapısı ve anlama sahiptirler. Daha da ötesi, bu sanatsal formlar

iletişimin kültürel olarak tanınan bilinen kategorileridir. Bu formlar onların eşsiz karakterleriyle ilgili

kültürel şuuru işaret eden, özel adlara veya onları birbirlerinden ve sosyal ilişkisinin diğer tarzlarından

ayıran tanıtıcı özelliklere sahiptirler. Bu formların her birisi, onları iletişimin diğer türlerinden ayıran

metinle ilgili farklı kalitelere de sahip olabilirler. Bu metne ait nitelikler, konuşmanın ritmiyle, müziğin

sesiyle, melodinin eşlik etmesi veya şekille ilgili düzene ait olabilir. Bir bakıma bu durum sanat için ters

yönden takip edilen bir tartışmadır. Buna göre, sadece bu niteliklere sahip bir mesaj artistik olarak kabul

edilemez, çünkü o mesaj bu niteliklere sahip olsa da, onu sanat olarak kabul ettirecek farklılaştırıcı noktalar

görevindeki metinle ilgili özelliklere sahip değildir. Çok sık olarak folklor formları sosyal ilişkinin ve diğer

tarzlarının içine yayılıp saçıldıklarından, onları yokmuş saymak yanlışından korunmak için bu formlar

metinle ilgili özel noktalara sahip olmayı gerektirir. Bundan dolayıdır ki, bir hikâye anlatımı, konuşmanın

makamlı olması şeklinde bir anlatımı gerekli kılabilir ve bir atasözü söylemek tonlamada bir değişikliği

ihtiva edebilir.

Son olarak, folkloru ayrı bir yere koyan bağlamsal (contextual) gelenekler var. Bu özellikler folklor

hareketlerinin içinde oluştuğu, zaman, yer ve eşlik etme gibi şartlardır. "Her şeyin her türlü amacı için bir

sezon ve bir zaman vardır." Anlatılar, bir pazar yerinde, taşra alışveriş yerlerinde ve sokak köşelerinde

gündüzleyin veya köy meydanında, otel salonunda ve kahvehanede geceleyin anlatılabilirler. Şarkı, türkü ve

müzik onların söylenip çalınabileceği başka elverişli durumlara sahiptir. Her ne kadar bu bağlamsal

98

Page 99: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

özellikler folkloru boş vakitlerin geçirilmesi ve kutlamalara bağlı aktiviteler şeklinde sınırlandırmak gibi

diğer bazı işlevlere de sahiplerse de, aynı zamanda onlar kültürde, sanatı sanat olmayandan ayırırlar ki diğer

türlü onlar zamanın, yerin ve işçiliğin kompleks bir iş bölümünden mahrum olurlar. Bir bakıma, bağlamsal

özellikler, folklora, kültür içinde zamana ve mekana dair özellikleri somut olarak belirlenmiş sosyal bir

tanımlama sağlarlar.

Folklorun, bu iletişimsel özellikleri, her zaman metin (text), doku (texture) ve bağlam (context)

şeklindeki bu üç seviyenin hepsinde mevcut değildir. Sosyal bir ilişkinin hikâye anlatan, şarkı söyleyen,

müzik yapan veya resim boyayan insanlar tarafından folklor olarak belirlenmesi, bu üç seviyenin sadece biri

veya üçüne de dayanabilir. Her halükârda, o insanlar için folklor, çok iyi tanımlanmış bir kültürel

kategoridir.

Artistik bir süreç olarak folklor, müziğe ait, göze hitap eden, harekete dayanan veya dramatik

herhangi bir iletişim aracında bulunabilir. Teorik olarak insanlar için kendiliklerinden onların melodileri,

maskeleri ve masalları arasında kavramla ilgili bağlantı yapmak zaruri değildir. Kültürel görüş, bakış

açısından bunlar birbirleriyle ilişkisiz hatta aynı durumda mevcut olmayan çok iyi ayrılmış olgular olabilir.

Yeterli olan, onların diğer iletişim tarzlarıyla aralarındaki ayrı ayrı ses, hareket ve görme araçlarındaki

ilişkiye dayalı kalite eşitsizliklerinin kültürel olarak tanınmasıdır. Ritim faktörü insan gürültüsünü müziğe,

hareket ve mimiği dansa çevirir. Böylece onlar tamamen kendi varlıklarıyla artistik iletişimdirler. Dahası,

onlar toplumlar tarafından o şekilde, yani artistik iletişim olarak tanınırlar. Çünkü, bu aksiyonların izin

verildikleri kültürde, kesin zaman ve yer bağlamları vardır.

Müzik ve dans ele alındığında, onları sanat olmayan iletişimden ayırmaya gerek yoktur. Onların

sanat kaliteleri mevcudiyetleri için esasi ve hayatidir. Bununla birlikte, bu iletişim araçlarını folklor olarak

ayırmak biraz kaçınılmazdır. Ayırıcı faktör, folklorun özel sosyal bağlamı olabilir.İletişime bağlı bir süreç

olarak folklor aynı zamanda sosyal bir sınırlamaya, ismiyle söylemek gerekirse, küçük gruba sahiptir. Bu

durum folklorun özel bir bağlamıdır.

Folklorik bir hareketin olması için iki sosyal şart zaruridir: Hem gösteriyi yapanlar ve hem de seyirci

aynı halde ve aynı referans grubunun parçası olmak zorundadır. Bu gösterir ki, bir iletişim olarak folklor

insanların birbirleriyle yüz yüze karşılaştıkları ve birbirlerine doğrudan hitap ettikleri durumda meydana

gelir. Kesin bir edebi tema veya müzik stili, aynı yerde, aynı millet içinde veya milletler arasında

bilindiğinde bile, onun gerçek mevcudiyeti böyle küçük bir grup durumuna bağlıdır. Bu durumda anlatıcılar

dinleyicileri bilir ve spesifik olarak onlara anlatırlar ve dinleyiciler de anlatıcıyı bilir ve onun hususi tarzdaki

sunuşuna karşılık verilir. Tabii ki bu tanışıklık, sık olarak genellikle kendisine hitap edilen grubun

büyüklüğü ile orantılıdır. Kendi yöresinde iyi tanınan bir hikâye veya masal anlatıcısı bilmediği insanları,

bildiği kendi köyünden olan insanları eğlendirdiği kadar samimi bir şekilde eğlendirebilir. Bununla birlikte,

öyle durumlarda bile, hem anlatıcı hem de dinleyici aynı referans grubuna aittir; onların her ikisi de aynı dili

konuşur, benzer değerleri, inançları ve geçmişe ait bilgiyi paylaşır ve aynı kodlar sistemine ve sosyal ilişki

99

Page 100: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

için gerekli işaretlere sahiptir. Bir başka ifadeyle bir folklor iletişiminin böyle bir durumda mevcut olması

için, küçük grup durumundaki katılımcıların aynı referans grubuna ait olması zorunludur, yani yaş veya

meslek, yer, din veya etnik ilişkinin bir araya getirdiği insanlardan oluşan bir grup. Teoride ve pratikte

yabancılara masallar anlatabilir. Bazen bu difiızyon (yayılma) ile izah edilir. Fakat, folklor kendi grubunun

içinde meydana geldiğinde kendi tabiatını doğrular. Sonuç olarak folklor, küçük gruplarda artistik (sanatsal)

iletişimdir. "

Dan Ben-Amos kendi tanımına kadar yapılan folklor tanımlarının en önemli anahtar terimlerinden

olanları tanımına dahil etmeyişinin nedenlerini şöyle açıklamaktadır; "İki anahtar terimi: ismiyle söylemek

gerekirse; gelenek ve sözlü olarak aktarmak bu tanımda yoktur. Bu dışarıda bırakmak kazara değildir.

Bir disiplin olarak halkbilimi (folkloristik) sadece gelenek üzerine odaklanırsa, bu onun kendi

varoluş mantığıyla ters düşer. Halkbilimi araştırmasının başlangıçtaki kabulü, onun konu ettiği materyalin

kayboluşuna bağlıydı. Bilimi de aynı yolu takip etmekten alıkoymanın imkânı yoktu. Halkbilimcinin işlevi

sadece, geleneği unutulmuş yaşayan kalıntılardan kurtarma girişimi olursa, halkbilimci kendisini çok

zorlayarak kaçmak istediği "antika arayıcılığı" rolüne geri döner. Bu durumda, biz sahada daha geniş ve

daha dinamik araştırmaya yapmaya da, izin vermek için konunun tanımını değiştiriyoruz ki, bu

halkbiliminin yararınadır.

Aynı durum, sözlü nakletme kavramı için de geçerlidir; bütün folklor metinlerinin "saflığında"

(purity) ısrar etme halkbilimi için yıkıcı olabilir. Çünkü iletişimin çağdaş anlamda meydana gelişinde, bu

kriterler üzerinde ısrar eden halkbilimciler gerçekte kendi bindikleri dalın kırıldığını gördüler. Bu kriterler

üzerinde ısrar edenler kaçınılmaz olarak, kıyıda, köşede kalmış izole edilmiş formlar üzerinde yoğunlaşıp,

kültürler, sanat araçları ve iletişim kanalları arasındaki sosyal ve edebi olarak tezahür eden karşılıklı

alışverişi görmezden gelirler.

Bu bağlamda, Halkbilimi çalışmalarını "En geniş ve genel anlamda biri tarifle, insan davranışlarını

ve geleneklerini çalışmaya Folkloristik denir” şeklindeki bir tanımlayışta söz konusu değişim ve

dönüşümlerin ulaştığı boyutu gözlemek mümkündür.

5.) Performans Teori'nin İcra Olayı Tahlil Yöntemi

Performans Teori'ye kadar yaygın halkbilimi anlayışı olan ve folkloru bir "şey" bir nesne, bir unsur,

tamamlanmış bir ürün olarak düşünüp folklor unsuru veya şeyi üzerine çalışmak, Performans Teoriyle

birlikte, folkloru bir olay olarak canlı bir icra veya yapılan ve gerçekleşen bir süreç olarak düşünen ve ele

alan yeni bir yaklaşıma dönüşmüştür. Bu anlayış içinde sözlü anlatım bir sosyal olaydır ve teatral anlamda

bir icra veya performans olan bu sosyal olay, üç temel unsurdan, anlatan, dinleyen ve anlatılan geleneksel

anlatıdan oluşmaktadır.

Günümüzde halkbilimciler, sözlü halkbilimi unsurlarını anlatılan geleneksel anlatı etrafında onu

anlatan ve dinleyen tarafların oluşturduğu bir sosyal olay, bir gösterim bir başka ifadeyle icra olarak ele

100

Page 101: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

almaktadırlar. Bir başka ifadeyle bir folklor olayının icrası söz konusu üç unsurdan oluşmaktadır. Nitekim,

Dan Ben-Amos'un geliştirdiği araştırma modeli, bu üç unsuru ele almaya yöneliktir. Onun araştırma

modelinde;

Kişisel boyut (anlatıcı/ oynayıcı).

Sosyal boyut (dinleyici/izleyici).

Söz boyutu (anlatılan) yer almaktadır.

Aynı formül sözsüz (nonverbal) ve maddi kültür (material culture) halkbilimi unsurları içinde geçerlidir.

Sözsüz geleneksel davranışı yapan, yapılan sözsüz geleneksel davranış (geleneksel olarak selamlaşma,

küfürleşme ve diğer konulardaki jest, mimikler ile dans ve benzeri davranışlar) ve söz konusu davranışın

yapıldığı onu görüp anlayan kişi veya kişiler arasında gerçekleşen, sözsüz iletişim de halkbilimi

çalışmalarının içindedir.

Aynı şekilde geleneksel maddi kültür unsurları da, imâl eden, imâl edilen geleneksel maddi kültür

unsuru ve onu alıp kullanan kişi veya kişiler eksenlerinde oluşan bir meydana getiriliş anından ve

kullanılışlara kadar uzanan bu gösterimler anında gerçekleşen karşılıklı bir iletişimler zincirinden

ibarettir.Halk tanımının aralarında "en az bir müşterek bulunan en az iki kişiden oluşan grup" şekline

dönüşmesi ve "geleneksel" ile "iletişimin" temel kavramlarını oluşturduğu yeni folklor metodolojisinde

halkbilimi tanımı da değişmiştir.Performans veya "Gösterimci" folklor teorisinin Dan Ben Amos gibi önde

gelen temsilcileri folkloru "Küçük topluluklar arasında kurulan sanatsal (artistic) iletişim" olarak

kabullerinin temelinde de yatan anahtar kavramın "sanatsal iletişim" olduğu açıkça görülmektedir. İletişim

ise insanlık tarihinin başlangıcından günümüze kadar "sosyal bir varlık" olarak bireyin sosyalleşmesi

sürecinde öğrenilen ve sosyalleşmeyi sağlayan en önemli yetenektir.

Her üç kategoride de yer alan unsurlar kültürün dışa vurulan belirli bir anlamını haiz, ekspresiv

(expressive) formları olarak özellikle işaretlenmiş ve sıradan günlük formlardan (sanatsal olmayan) ayrı ve

kendilerine has biçimlerine dayalı olarak yaratılan sanatsal yahut artistik iletişimin mahsulü olmaları

itibariyle folklordur. Halkbilimi açısından da bu mahsullerle "ne anlatıldığı" kadar "nasıl anlatıldığı" da son

derece önemli bir araştırma konusu olarak kabul edilir.

Yaygın olarak kabul gören bir iletişim tanımına göre "İletişimin ana olgusu şudur: bir "repertuar

"dan belirli yasalara göre bir takım sembolleri alıp toplayan bir "verici "nin zaman ve mekan çerçevesinde

mesajın transfer edildiği bir "kanal"ın ve mesajı oluşturan sembolleri alan kendi öz repertuarındaki

sembollere göre çözümleyen ve bu semboller bütünün ötesinde biçimler, düzenlilikler ve anlamlar gören,

bunları gerekirse belleğine işleyen bir "alıcı"nm birbirine bağlanmasıdır."

İletişim modellerinden hareketle âşık tarzı sözlü, yazılı ve elektronik kültür ortamı destanlarının

iletişim açısından yapılarını şekillendiren altı ana unsurun meydana getirdiği kalıplaşmaları ele alıp tahlil

ettiğimiz bir çalışmamızda geliştirdiğimiz modelde yer alan unsurlar şu şekildedir:

101

Page 102: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Âşık

Seyirci/okuyucu /dinleyici

Âşık ile dinleyici arasında sözlü kültür ortamında yüz yüze ilişki i-çinde icra anında veya farklı

kültür ortamlarında üretilmiş metinlerde destan metinlerinde yapısal ve işlevsel olarak kalıplaşmış

iletişimsel ilişkiler:

Âşığın kendine yaptığı göndermeler

Âşığın dinleyiciye yaptığı göndermeler

Âşığın dış dünyaya yaptığı göndermeler

İletişim araçları ve yollanması

Destanın mesajı

Destanda dilin kullanılışı.

I. Her Öykü Anlatım Olayı İletişimsel Bir Haldir.

A. Her öykü anlatım olayında, en az bir mesajı kurup gönderen (gönde-

rici/encoder) ve bir de mesajı alıp çözümleyen (alıcı/decoder) vardır.

B. Her öykü anlatım olayında, mesajı gönderici ile mesajı alıcı arasında

doğrudan bir iletişim vardır.

C.Her öykü anlatım olayında, mesajı gönderici ile alıcı kodlanmış (an

lam karşılık ve denklikleri üzerinde anlaşılmış/ daha önceden biçimlenmiş

geleneksel) bir mesaj biçimiyle iletişim kurarlar.

Her öykü anlatım olayında, mesaj gönderme ve alıp çözümleme işi i-şitme ve görme yolları (kanalları)

üzerinden yapılır.

Her öykü anlatım olayında, mesajın iletimi ve alımı, gönderici ile alıcı arasında geri itilime yönelik

yorumlanışları sürekli kılar. Bir başka ifâdeyle, mesajın yorumlanışı öykü anlatımı boyunca sürer.

II. Her Öykü Anlatım Olayı Sosyal Bir Tecrübedir.

A. Her Öykü Anlatım Olayında, Katılanlar Karşılıklı Olarak İlişkiye Has Bir Kimlik Seti Oluştururlar.

1. Her öykü anlatım olayında, katılanlar olayın amacı için sosyal kimlikler üstlenirler.

Bir katılımcı öykü anlatıcısı sosyal kimliğini üstlenir.

En az bir katılımcı öykü dinleyici sosyal kimliğini üstlenir.

(1) Öykü anlatım olayında, öykü anlatıcı ve öykü dinleyici sosyal kimlikleri katılanların sosyal kişiliklerinin

sahip olduğu pek çok sosyal kimliklerinden birisi olarak seçilmiştir.

(2) Öykü anlatım olayı esnasında katılanların öykü anlatıcı ve öykü dinleyici şeklindeki kimlikleri sosyal

kişiliklerinin sahip oldukları ve duruma uygun hale dönüşen pek çok sosyal kimliklerinin en önde geleni

olur. 2. Her öykü anlatım olayında, katılanların üstlendikleri sosyal kimlikler birbirleriyle uyumlu bir dizi

oluştururlar. Bir öykü anlatım olayında katılan sosyal kişiliklerin duruma uygun hale gelen pek çok sosyal

102

Page 103: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

kimliklere sahip olmaları fikri son derece önemlidir ve burada bazı yönlerinin dikkatlice ele alınması

gerekir. Bir bireyin sosyal bir kimlik olarak öykü anlatıcı ve en az bir başka bireyin de öykü dinleyici

kimliklerini seçtiklerinde, bunlar bir öykü anlatımı olayını üretilen kılanlar aynı zamanda diğer sosyal

kimliklere de sahiptirler ve bu esnada diğer sosyal kimlikler söz konusu öykü anlatım olayı için seçilen

sosyal kimliklerle uyum içinde kalarak işlevlerini yerine getirmek durumundadırlar. Eğer bir adam öykü

anlatıcı sosyal kimliğini seçerse ve onun oğlu da öykü dinleyici sosyal kimliğini seçerse, örneğin diğer

sosyal kimlikler olan baba ve oğul, bir adam ve bir çocuk duruma kesinlikle uygundur ve öykü anlatım

olayının yönü ve katılanların seçimleri üzerine önemli tesirler meydana getirecektir. Fakat öykü anlatım

olayı üretildiğinde, öykü anlatıcı ve öykü dinleyici sosyal kimlikleri son derece öncelikli olarak en önde yer

aldığında, diğer sosyal kimlikler göreceli olarak gerileyerek öne çıkanlarla uyumlu hale dönüşecektir.

B. Her öykü anlatım olayında, katılanlar, ilişkilerin statüsüne has bir sete uygun olarak davranırlar.

1. Her öykü anlatım olayında katılanlar statülerini tanımlayan öykü anlatıcısı ve öykü dinleyici kimliklerine

sahip olmanın gereklerince zevk alırlar.

a) Öykü anlatıcının görevleri kendisi ve dinleyenlerce bilinip, aşina olunan ve sosyal olarak daha önceden

belirlenmiş kurallara göre mesajı kurup, formüle edip kurallara uygun olarak göndermektedir. Öykü

anlatıcının hakları ise, öykü dinleyicinin mesajı alıp, çözüp anlatıcının ve olaya diğer katılanların bilip aşina

olduğu ve sosyal olarak daha önceden belirlenmiş kurallara uygun olarak karşılık vermesidir.

b) Öykü dinleyicisinin haklarıysa, öykü anlatıcının mesajı, kendisi ve dinleyelerce bilinip, aşina olunan ve

sosyal olarak daha önceden belirlenmiş kurallara göre kurup, formüle edip kurallara uygun olarak

göndermesidir.Öykü dinleyicinin görevleriyse, mesajı alıp, çözüp anlatıcının ve olaya diğer katılanların

bilip aşina olduğu ve sosyal olarak daha önceden belirlenmiş kurallara uygun olarak karşılık vermektedir.

2. Her öykü anlatım olayına katılanların statüsüne göre görevleri ve haklan karşılıklı olarak oluşur.

C. Her Öykü Anlatım Olayı Sosyal Kullanımlara Sahiptir.

Sosyal kullanımlar, öykü anlatım olayına katılanların, bütün öykü anlatım olayında veya bir yahut birkaç

cephesinden kendileri için elde ettikleri gerçek kullanımlardır. (Örneğin, vakit geçirme, bir ders verme, bazı

sosyal ve fiziki olguları tanımlamak veya açıklamak gibi.)

Sosyal kullanımlar öykü anlatım olayına katılanlarca da anlaşılabilir veya diğerlerince de aktarılabilir.

D. Her Öykü Anlatım Olayı Sosyal İşlevlere Sahiptir.

1.Sosyal işlevler araştırmacıların, karşılıkların veya karşılıksızlıkların

da dahil olduğu öykü anlatımın olayının tamamının veya bir yahut birkaç

cephesinin anlamı ve özelliğini açıklayıp ortaya koymak için yaptıkları araş

tırmanın sonuçlarıdır.

2. Sosyal işlevler daima bir tahlil sonucu anlaşılırlar.

III. Her Öykü Anlatım Olayı Tektir.

103

Page 104: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

A. Her öykü anlatım olayı zaman ve mekan bakımından sadece bir kez

oluşur.

B. Her öykü anlatım olayı kendine has bir sosyal ilişkiler yumağı olarak

sadece bir kez oluşur.

C. Her öykü anlatım olayı, karşılıklı hareketlerin oluşturduğu sosyal

atmosferin yaratılışına tesir edenleri ve sosyal çevreyi etkileyen psikolojik ve

sosyal güçlerin sadece kendisine has sistemini üretir".

Bu, bir folklor olayını (folkloric event) tahlil sistematiği de göstermektedir ki, bir folklor olayı veya icracı

ile dinleyiciler arasındaki etkileşme içinde yer aldığı kültürel sistemin iki önemli açıdan göstergesi

durumundadır. Bunlardan birincisi bu etkileşme, eşzamanlı (senkronik) boyutta kültürün yapısını ve

muhtevasını ortaya koymaktadır. Bu etkileşmenin çok zamanlı (diyakronik) boyutta ise içinde yer aldığı

kültürün evrimini veya folklor formlarının zaman içinde geçirdikleri değişim ve dönüşümleri yansıtmakta-

dır. Bu tahlil yönteminden hareketle bir toplumun folklorunun, o toplumun sosyal yapısını, değerler

sistemini, ekolojik gerçeklerini, ekonomik hayatını, kozmolojisine dair kültürel geleneklerini iki boyutuyla

araştırmak mümkündür.

Bağlam (context) kavramı ise, bir çok boyuta sahiptir. Bağlam folklor unsurunun icra edildiği veya

sunulduğu durum ve süreçteki şartlar bütünün tamamıdır. Ancak bağlamı bu şekilde tek bir boyut olarak ele

almak yanlış olur çünkü bir folklor unsurunun sunuluşu veya icrası esnasında bir değil

değişik seviyelerde bir çok bağlam vardır. Bunlar söz konusu icranın bizzat gerçekleştiği ortamın fiziki ve

sosyal bağlamlarından içinde yer aldığı kültürün tamamına kadar genişlemektedir.

Richard Bauman'ın "Bağlamı İçinde Halkbilimi Alan Araştırması" adlı çalışmasından hareketle bir

folklor unsurunun icra edilişi esnasında içinde yer aldığı değişik bağlamlar şu şekilde tasnif edilebilir.

I. Kültürel Bağlam (cultural context): Kültürel bağlam anlam sistemleri ve sembolik ilişkileri içermektedir.

Kendi içinde üç alt türe ayrılır.

1. Anlam bağlamı (context of meaning): Belki de kültürel bağlam içinde folklor unsuru düşünüldüğünde en

önemli husus olarak "anlama problemi" ile karşılaşırız. Bir başka ifadeyle, bir folklor unsurunu onu

gerçekleştirip icra edenlerin onun muhtevasını, anlamını ve ortaya koyduğu durumu anladığı gibi

anlayabilmek için kültürün geneli hakkında ne tür bilgilere ihtiyacımız vardır.

Kendi kültürü veya aşina olduğu bir kültür içinde alan araştırması yapan halkbilimciler de, bir

kültürün kendi içinde taşıdığı çeşitliliği ve pek çok değişik alt grup ve mahalli alt kültürel katman ve

çeşitlenmeler düşünüldüğünde ele aldıkları folklor unsurunun anlamını her halükarda bilmelerinin

zannettikleri kadar kolay olmadığı açıktır. Bu nedenle bu tür bir durumdaki yani kendi veya aşina olduğu bir

kültür içinde alan araştırması yapan halkbilimci de ele alıp araştırdığı konuların anlamını ve kültürel sistem

104

Page 105: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

içinde onu nereye oturttuklarını derleme yaptığı kaynak kişilere açıklamaları için sormalıdır. Böylece

araştırmacı belki de daha önce fark edemediği veya yanlış olarak anladığı hususları düzeltme imkanı da

bulabilir. Kısaca, anlam bağlamı bir folklor unsurunun anlamının ne olduğunun soruşturulmasıdır.

2. Kurumsal Bağlam (institutional context): Kültürel bağlamın geniş fakat son derece ilişkili bir cephesi de

işlevsel olarak organize edilmiş sistem olarak amaçlı ve amaçlanmış bir faaliyet anlamındaki kurum ve

kurumlara bağlı yapılanıştır. Kurumlara bağlı olarak oluşan davranışsal ve sosyal faaliyetlerin birbirleriyle

olan ilişkilerine de dikkat edilmelidir. Kurumlar politik, dini. akrabalık ve ekonomik gibi son derece geniş

kavram ve yapılardan oluşabilecekleri gibi komşuluk, tanışıklık, törensel kutlama gibi daha küçük

yapılardan da oluşabilir.

Analitik bir kavram olarak sosyal veya toplumsal kurum vasıtasıyla ortaya konulabilecek olan en

önemli değer kültürün değişik cepheleri ve parçalarının birbirleriyle nasıl uyum sağladıklarını ve neyin

neyle ilişkili olduğunu anlamamızı sağlamasıdır. Aynı şekilde kurum noktai nazarından halk-bilimsel

yaklaşım bize, belirli bir sözlü edebiyat türü veya maddi kültür unsurunun kültürün diğer cepheleriyle nasıl

uyum sağlayıp bütünleştiğini ve böylece nasıl daha büyük yapılar oluşturduğunu bu yapısal oluşum içindeki

anlamını ortaya koyar. Dahası, söz konusu tür veya ürünün işlevlerinin neler olduğunu ve bir bütün olarak

kültürel yapıya nasıl uyum sağladığını anlayabiliriz. Bir başka ifadeyle bir folklor formunun kurumsal

bağlamın araştırılması, bir hareketin kültür içinde yerini bulup onun söz konusu kültür içindeki işlevlerinin

açığa çıkarılmasını sağlar. Kısaca, kurumsal bağlam bir folklor unsurunun kültür içinde nerede yer aldığının

araştırılmasıdır.

3. İletişim Sistemi Bağlamı (context of communicative system): Bir kültür içinde, bir folklor formunun

diğer folklor formlarıyla ilişkileri ve ilişkilendiriş yollarının nasıl olduğunun açıklanmasıdır. Kısaca, iletişim

sistemi bağlamı bir folklor unsurunun diğerler kültürel unsurlarla nasıl ilişkilendirildiğinin ortaya

konuluşudur.

II. Sosyal Bağlam (social context): Sosyal bağlam, sosyal yapı ile ilgili konularla ve sosyal etkileşimin

durumuna dair ahvali içermektedir. Kendi içinde üç alt türe ayrılır.

1. Sosyal Zemin (social base): Sosyal zemin bağlamı bir folklor unsurunun ne tür bir insan topluluğuna ait

olduğunun belirlenmesidir.

2.Bireysel Bağlam (individual context): Her ne kadar folklor bir sosyal grubun kollektif bir dışavurumsal

açıklanmasıysa da, aynı zamanda da onu kullanan bireyin de bireysel ifadesidir

Bu yönde yapılmış çalışmalarla halihazırda bir halk icracısının kariyerini ve bunu oluşturan

faktörleri daha anlaşılır hale geldiği görülmektedir. Bu anlamda bireyin hayatı aynı zamanda folklor

çalışmasına bağlamsal bir çalışma zemini oluşturmaktadır. Kısaca, bireysel bağlam bir folklor unsurunun bir

bireyin hayatındaki yerinin ve bu yeri nasıl doldurduğunun ortaya konulmasıdır.

3.Durumsal Bağlam (situational context): Folklorun kullanımı anın-

daki etrafındaki sosyal hayat olarak durumsal bağlam demektir. Durumsal

105

Page 106: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

bağlam terimi İşlevsel Kuram'ın kurucusu B. Malinowski tarafından yüzyılımızın ilk çeyreğinde

kullanılmıştı.217 Buna rağmen Tarihi-Coğrafi Yöntem ve diğer metin merkezli kuramları takip eden

halkbilimciler tarafından uzun süre ihmal edilmiştir.

Durumsal bağlamda, temel referans çerçevesi ve ünitesinin tanımlanışı ve bunların iletişimsel bir

olay olarak analizi esastır. İletişimsel olaydan kasıt kültürel olarak dizayn edilmiş ve tanımlanmış davranış

ve tecrübedir ki bu bir hareket için anlamlı bir bağlam oluşturmaktadır. Halkbilimi literatürüne girmiş bu tür

folklorik olay örnekleri bir mağazadaki hal hatır sormalardan, aile toplantılarına, doğaçlama müzik

icralarına ve hatta telefon konuşmalarına kadar geniş bir çerçeve içermektedir.

Folklorik olayların yapısı, fiziki çevre dahil, katılanların kimlikleri ve rolleriyle sayısız durumsal

faktörlerin ürünüdür. Kültürel zemin icrayı karşılıklı iletişim ve etkileşim değerleri ve hareketlerin

sıralanışına göre yönetir ve toplananların bütünüyle birlikte bizzat folklorik olayın kendisini kültürün bir

sahnesine dönüştürür.

VI. BÖLÜM

UYGULAMALI HALKBİLİMİ ARAŞTIRMALARIHalkbilimi sahasında 20. yy’ ın ilk yarısından itibaren oluşan yeni teorik yapılanmaların

sonuçlarından biri de halkbilimi çalışmalarında ortaya çıkan kuramsal kavramların geliştirilen araştırma

yöntem ve teknikleriyle elde edilen bilgilerin karşılaşılan sosyal, ekonomik ve teknolojik problemlerin

çözülmesinde kullanılması olarak tanımlanan “uygulamalı halkbilimi” branşının ortaya çıkmasıdır.

“Halkhayatı” kavramı ve yaklaşımının halkbiliminin araştırma sahasını genişleten yapılanması oldukça

önemlidir.

Halkbiliminin özellikle sözlü kültür ve edebiyatın belirli türleri üzerinde yoğunlaşarak halk

kültürünün belli bir alanını ele alması eğilimi oldukça yaygındı, bu tür bir anlayış yanlış olmamakla beraber

eksikti. Halkbilimi çalışmaları içinde özellikle 1950’ lerden sonra gittikçe yaygınlaşarak kabul gören

“halkhayatı” anlayışı beraberinde popüler kültür unsurları dışında kalan geleneksel kültür unsurlarını “halk

kültürü” bütünlüğü içinde ele almayı gerektirmiştir. Böylece halk kültürü kapsamında teori ve pratik

birbirini bütünleyecek şekilde çalışılmaya başlanmıştır. Yani uygulamalı halkbilimi çalışmalarının ortaya

çıkmasıyla modern halkbilimi araştırmalarının sahanın tamamını ifade etmede yaygın olarak birlikte

birbirini bütünleyen ve çoğu zaman da eş anlamlı olarak kullandığı “halkhayatı” kavramına “halk

kültürünün belli bir bölüm veya döneminin araştırma ve halk eğitimi amacına yönelik olarak bu amaç için

geliştirilen bir kurum vasıtasıyla muhafaza edilmesi veya öteden beri mevcut olan kavramın anlamının daha

da genişlemesine yol açmıştır.

Halkhayatı görevini yerine getirecek olan kurumlar ise 19. yy da ortaya çıkan, bilimsel kanıtları,

tarihsel ve sanatsal değere sahip objeleri araştırma ve eğitim amacıyla muhafaza eden müzelerdi. Temel

106

Page 107: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

kavram yüksek kültüre daha açık bir tanımla elit veya seçkinlerin yaratmalarına tamamen tarih ve tarihsellik

bakımından yaklaşılmasıydı. Bu tür bir tarih anlayışının getirdiği eksiklik halk sanat ve zanaatlarına dair

maddi kültür unsurlarının da sergilendiği ve tür olarak halk kültürü müzelerinin öncüsü durumunda olan

açık hava müzelerinin ilk örneklerinin yaygınlaşmasını ve uygulamalı halkbilimi çalışmalarının araştırma ve

eğitim amaçlı olarak halk hayatını muhafaza etmeyi ve yeni bir sosyal tarih anlayışı ortaya koymasını

sağlamıştır. Bu yeni sosyal tarih bakış açısı sıradan insanların günlük yaşantısını ve dönemin herkes için

tipik olan özelliklerini ortaya koymayı amaçlıyordu. Bu anlayışla hareket eden ve halk kültürü müzesi

oluşturmaya yönelen Amerikan halkbilimciler, müzelerde sadece araç ve gereçleri değil onları yapanları ve

söz konusu objelerin canlı gösterim şeklinde yapılışını da katmışlar böylece açık hava müzesi ve uygulama

örneklerini daha da geliştirmişlerdir. Bu durum bir süreç olarak düşünüldüğünde de halkbilimi çalışmalarına

hakim olan metin merkezli çalışmaları bağlam merkezliliğe dönüştürmüş, böylece performans teorinin

ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu teorik bağlamda halk kültürü müzeciliğinin getirdiği yeni format veya

şekil, yeni müzeleri içinde yer alan her ne olursa olsun onları depolayan pasif yerler olmaktan çıkarmış,

ulusal kültür bütünlüğü içinde, halk kültürünün sürekliliğini ve dönüşümlerini araştıran, uygulamalı olarak

sergileyen ve yeniden yorumlayan film kaset, basılı yayınlarla çoğaltıp yayan aktif halkhayatı kültür

merkezlerine dönüştürmüştür.

Ancak halkbiliminin eğitim ve ekonomik gelişmede kullanılması ve böylece sosyal ve ekonomik

problemlerin çözülmesinde bir yol olarak ortaya çıkması daha sonraki dönemlerde gerçekleşmiştir. İlk

olarak gelenekselleşmiş durumdaki programlanmış teorik tartışma yokluğu gündeme getirilmiş, daha sonra

teorik tartışma yokluğuna dair fikirler gelişmiş ve bu konuda tartışmalar olmuştur. Bu tartışmaların amacı

halkbilimini geçmişi ve bugünü ele alıp tahlil eden uygulamalı bir kültür bilimine dönüştürmektir. Bu

tartışmaların neticesinde halkbilimi kavramsal ve kuramsal çerçevesi aşılarak uygulamalı bir kültür bilimine

dönüşür. Bu teorik tartışmalar, halkbiliminin tıkanıp kaldığı ve adeta bir saplantıya dönüşen tarihi yeniden

kurmacılıktan çağdaş ve güncel cepheleriyle kültürün bütününü inceleyen ve sosyokültürel hayatta

karşılaşılan sorunların çözümüne katkıda bulunma sorumluluğu taşıyan uygulamalı bir bilim haline

dönüşmesidir.

Bu süreç bir anlamda 1950’ li yıllarda mevcut halkbilimi çalışmalarında takip edilen yöntemleri eski

ve işe yaramaz olarak tanımlayan bazı Alman halkbilimciler tarafından tenkit edilmesiyle başlamıştır.

Bunlardan biri olan Hans Moser, modern kültür ve günümüz kültürü, vatanımızla ve onun kültürü ile ilgili

kaygılarımız halkbiliminin içinde yer almalıdır. Akademik ve bilimsel halkbilimi, uygulamalı halkbiliminin

başlangıcı hükmündedir düşüncesiyle uygulamalı halkbiliminin gerekliliğine dikkat çekilmişti.

Hermann Bausinger’ in “Teknolojik Dünyada Halk Kültürü” adlı çalışması ve onu takip edenler bir

anlamda meydana gelen teorik yeniden yapılanışın temelidir. Alman halkbilimi çalışmalarında Tübingen

107

Page 108: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Okulu olarak bilinen bu ekolün kurucusu Bausinger’ dir. Teorik yeniden yapılanış sürecini başlatıp

geliştirmişlerdir. Bu okulun başlangıcından 1960’ lara kadar topyekün Alman halkbilimi çalışmalarına

getirdiği eleştiriler şunlardır:

Herhangi basit bir noktayı dahi aydınlatmak için ciltler dolusu materyalin bir araya getirilerek

yığılması ve çoğu zaman esas konunun ne olduğundan bile uzaklaşılmasına neden olan teorik

yetersizlik.

Bu amaca yönelik olarak yapılan inanılmaz hacimlere ulaşan malzeme derleme ve üniversitelerde

arşivleme faaliyetleri, derlenmiş olan malzemenin değeri bir kenara, malzeme çokluğuna rağmen

derleme yapmanın ve motif indekslere göre tasnif etmenin disiplin içinde esas faaliyeti oluşturması.

Derlemenin takıntılı bir biçimde yoğunlaşılan temel konuyu oluşturması nedeniyle pek çok iyi

yetişmiş folklor bilgininin dahi teoriden yardım görmeksizin ve teoriye değer vermeksizin folklor

mahsullerinin çok eski veya kadim bir bilgeliğin ileri sürdüğü adeta mutlak gerçekler olarak

görülmesi ve bu haliyle de halkbilimi çalışmalarının adeta Grimm Kardeşler’ in izinden giden, hatta

onların yaptığını yapan bir hal alması.

Apriori olarak kabul edilen ortadan kalkmış geleneklerin ve yaşayanların halk ruhunu yansıttığı

toplanacak olan yaşayan kalıntılarından hareketle söz konusu halk ruhunun yeniden kurulabileceği

varsayımı ve bu kabule dayalı olarak derlenip arşivlenen malzemenin mukayeseli veya

karşılaştırmalı metodolojinin hiçbir şekilde bir teorinin yerini alamayacağı gerçeği.

Herder’ in düşüncelerinden kaynaklanan halk ruhu araştırmasının yöneldiği halk kültürü

unsurlarının ilk şeklini ve kaynağını bularak ortaya koymanın 60’ lara kadar ulaştığı sonuçsuzluk.

Bu şekliyle halkbilimi çalışmasının temel olarak sadece derlemek ve arşivleyip koruma faaliyetine

indirgenmiş gibi bir hale dönüşmesine tepki gösteriliyordu. Bu tepkilerin temelinde yatan amaç,

halkbilimini, sosyal hayat açısından işlevsel bir sosyal bilim haline getirmek ve dolayısıyla ülke ve

toplumların karşılaştığı sosyal ve kültürel meselelerin çözümünde sorumluluk ve rol isteniliyordu. Bu

nedenle onlara göre halkbilimci kendi milletini veya halkını ve onun güncel ve tarihi kültürünü çalışıyordu

ve yine ulusal menfaatler gereği kamu tarafından kamu yararına finanse edilen halkbilimi çalışmalarının

durumu elde edilenlerle kıyaslandığında yararları tartışılmalıydı.

Dieter Kramer’ in “halkbilimi çalışmalarından kimler istifade eder” sorusuyla öncelikle halkbiliminin

aydınlanma çağında ortaya çıkışını ve romantik milliyetçilik ideolojisi içinde yerini ve toplum yapısının

korunmasına yönelik işlevlerini belirlenmiş, daha sonraki dönemlerde Almanya’ da kazandığı ideolojik

mahiyetini irdeler ve bu süreci ütopik muhafazakar toplum yapısı oluşturmaya yönelmiş bir eğilim olarak

görür. Ona göre ilk belirlenmesi gereken halkbiliminin işlevleri bakımından sosyal bir bilim mi yoksa güzel

sanatlar içinde yer alan bir alan mı olduğudur.

108

Page 109: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Birincisi, insani bilimler dallarındaki bütün bilimsel uğraşların geleneksel bir konunun tamamen

pratik amaçlarla ve toplumun karşılaştığı sorunların çözümünde herhangi bir yükümlülükten

kaçınan ve öteden beri tekrarlanagelen anlamsız uygulamasına dönüştüğünü ve mevcut haliyle

halkbilimi uygulamalarının yanlış olarak bu yapıda olduğunu ifade eder.

İkinci tip bilimsel çalışmayı yani deneysel analitik bilimlerin ise belirlenen sosyal ihtiyaçları

karşılamada kullanılabilir teknik bilgi olduğunu ve burada bilimsel sonuçların doğrudan veya

dolaylı olarak hangi amaçlarla uygulanacağı veya hangi ihtiyaçları karşılamada ve problemleri

çözmede kullanılacağına dair karar verilişi özel entelektüel merak ve yarış içinde olan ve o

bilimsel sonuçları üreten araştırmacı bilim adamının dışında olan bir konu olarak karşımıza

çıktığına ve bunun için teknokratik uygulama ve kullanıma yönelik yapılanmaların ortaya çıtaya

çıktığına işaret eden Kramer, bir yandan halkbilimi disiplininin içinde yapılan araştırmaların ve

varılan bilimsel sonuçların diğer sosyal bilimlerin tersine henüz böyle bir teknokratik kullanım

seviyesine ulaşmamış olmasını tenkit eder öte yandan da bu kullanımların disiplini

sürükleyebilecekleri kötü uygulamaların düşünerek bunun teorik yapılanışı gerçekleştirilecek

olan disiplin yapısı içinde bizzat disiplinin mensuplarınca karar verilecek bir yapıya

bağlanmasının gerekliliğine işaret eder. Kramer, yapılagelen ve yapılması gereken halkbilimi

araştırmalarının öncelikle sosyal fonksiyonunun belirlenmesinin gerekliliğini ortaya koyar.

Bunun en önemli nedenini de kendisine göre halkbilimi araştırmalarının henüz yukarıda işaret

edilen birinci tip bilimsel çalışmalar içinde olması ve bu nedenle de icabı halinde Hitler

Almanyasında üstün ırk anlayışının ve Sovyetler’ deki gibi Komünist manifestonun

propagandalarına olduğu gibi rasyonel kullanım ve uygulamaların dışına çıkabilmesi ihtimalinin

önüne geçmek olarak görür. Bunun için geliştirdiği söylem şudur: “Bilim insanlığın sosyal ve

doğal dünyalarıyla olan makul ve rasyonel ilişkilerinin evrensel şekillerini bulmak için yaygın

insani çabadır. Bilim insanlığı makul ve akılcı ölçülerde düzenleyip organize etme görevini

üzerine almıştır. Bizim de disiplinimizi içinde saydığımız sosyal bilimlerin muhtevası sadece sığ

tanımlamalardan ibaret değildir ve olamaz. Bir sosyal bilim olarak disiplinimizin gayeleri sosyal

değişme ve sosyal ilişkiler ve şartlar üzerindeki insani tesirlerdir” ona göre halkbilimi

çalışmalarının sonuçlarından insanlığın son derece aktif bir şekilde yararlanması gereklidir.

Uygulamalı halkbilimi için geliştirdiği formülasyon şöyle özetlenebilir: sosyal bilimler sosyal

süreçlere doğru yöneldiğinde yorumlayış ve her türlü pratik endişelerle birlikte sosyal gruplar

arasındaki karışıklık ve menfaat çekişmelerinin yer aldığı bir alana girer. Bu sosyal gelişme için

pek çok alternatifler içinden birini seçmekle sosyal bilimci kendisini politik alanda bulur.

Halkbilimini bir sosyal bilim olarak anlarsak ve onun toplum üzerinde eleştirel ve insanileştirici

tesirleriyle çalışmasını düşünürsek bunun bazı sonuçları olacaktır:

109

Page 110: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Bilgi toplamak üzere ayrılmış yüceltmelerin yanı sıra aşağılanmış halk diye bir toplum

parçası olmayacaktır. Bunun yerine sadeec birbirinden farklı özelliklere ve var oluş

ölçütlerine sahip halk gruplarından oluşan topyekün toplum olacaktır. Bu şekliyle bir

toplumda yer yer birbiriyle örtüşen genel bir kültür içinde özel şekillere ve davranışlara sahip

alt kültürler ve onların gelenekleri ve yaşam şartları olacak ve bunların tamamının sosyal

durumları ve problemleri araştırılabilecektir. Bir eleştirel tahlile tutulacak olan sadece halk

tanımı değil onun yanı sıra mevcut halkbilimi terminolojisi ve onlarla ilişkili halkbilimi

teorileri de buna dahildir. Bizim disiplinimizin amacı sosyal özelliği ve önemi ereği seçilen

problemin çözümü olacaktır.

Söz konusu teorik yeniden yapılanma sürecini başlatan ve şekillendiren Bausinger’ dir. “Geleneğin

Bir Eleştirisi” adlı makalesinde halkbiliminin geleneksel olarak araştırdığı alanı etnoloji ve sosyoloji başta

olmak üzere diğer sosyal bilimlerle olan benzerlik ve farklılıklarını irdeler ve halkbiliminin alt kültür

(subculture), kültürel geçiş (difüzyon), iletişim (communication), yayılım (transmission), insan davranışı

(attitude), popüler kültür, gelenek gibi temel konseptlerinden hareketle yeniden yapılanabilirliğini ve bunun

muhtemel şartlarının olumlu ve olumsuz yönlerini disiplinler arası bir düzlemde tartışır.

Halkbilimi kültürel değerlerin objektif ve sübjektif formlarda nedenleri ve süreçleriyle birlikte

aktarımlarını analiz eder. Amacı sosyokültürel problemlerin çözümüne katkıda bulunmaktır şeklindeki

tanım genel anlamda evrensel düzeyde halkbilimi çalışmaları üzerinde yeniden yapılanış değişim ve

dönüşümlerine yol açan, büyük tesirler meydana getirmiş ve getirmeye de devam etmektedir.

Bu haliyle halkbilimi uygulamaları sosyokültürel değişme karşısında karşılaşılan her türlü problemle

ilgilenir ve bunların çözümüne yönelik uygulanabilir projeler üreten bir yapıya sahip hale gelmiştir ve bu

yönde devam eden ve her geçen gün daha da gelişen uygulamalı halkbilimi çalışmaları doğrultusunda

uluslararası yeni kuruluşlar da oluşturulmuştur.

Bu gelişmeler, uygulamalı halkbiliminin global bazda veya uluslar arası ilişkilerde görevler üstlenmesi

sürecini başlatması bakımından son derece önemlidir. Sosyokültürel temelli ve siyasi hedefli

anlaşmazlıkların en azından kültürel bazda ve kültürel göreceliliğe dayalı hoşgörü zeminlerinin

oluşturularak çözümlenmesinde halkbiliminin uygulamaya yönelik işlevler yüklenebileceği ortaya çıkmış

durumdadır.

SON SÖZHalkbilimi çalışmalarının ortaya çıktığı günden günümüze kadar kullandığı yöntemler ve kuramsal

yaklaşımlar takip ettikleri araştırma modelinden hareketle iki temel kategoriye ayrılırlar. Birincisi esas

olarak yazılı kaynakları ve sözlü kaynaklardan derlenip yazıya geçirilen metinleri ele alıp inceleyen metin

merkezli paradigmalardır. İkincisi ise teatral bir icra olayının sözlerini içeren metni ve içinde doğduğu

şartlar bütünü anlamıyla bağlamını bir arada ele alıp inceleyen paradigmalardır.

110

Page 111: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Folklora bu iki temel bakış açısı birbirinden son derece kesin çizgilerle ayrılır. Metin merkezli

düşünceye göre folklor tür esasına görekategorilere ayrılarak derlenecek ve değerlendirilecek şeylerdir,

bağlam merkezli düşünceye göre ise tür kategorizasyonunun yanı sıra insanların yaşadığı bir sosyal süreç ve

söz konusu süreçte oluşan sosyal ilişkilerden veya iletişimlerden kaynaklanan ve dışavurulan anlamlı

şekiller ya da formlar olarak anlaşılır.

Romantik milliyetçiliğin hizmetinde dil, edebiyat, kültür ve ideolojinin bir arada düşünülüşünün bir

parçası olarak folklor kavramı 18. yy sonlarında ortaya çıkmıştır. Herder’ in romantik halk kavramı ve

geleneği, bütün folklor şekillerinin ve her türlü kabullenişlerinin oluşmasının kaynağıdır. Herder için ortak

bir dile sahip olmak bir topluluğun kendini diğerlerinden ayırarak bağımsız, kendine has ve sosyal bir

kimlik olarak milletleşmeleri sürecinde son derece önemliydi ve dil bir halk, bir millet oluşun iç yapısını

yahut ruhunu ve karakterini sağlamaktaydı. Herder’ in kültür olarak tanımladıkları ve gelenek en yüksek ve

en doğru dışavurumlarını ve şekillenişlerini halk şiirinde, halk şarkılarında veya folklorda bulmaktaydı.

Antropologlar, dil bilimciler, edebiyatçılar ve halkbilimcilerin hepsi kendi disiplinleri açısından gerekli

gördükleri şekilde folkloru tanımlamışlardı. Folklorun kendi disiplinleri açısından önem taşıyan belirli

özelliklerini, çizgilerini ve görünümlerini vurgulayarak ve folklorla ilgilenen diğer disiplinlerin folklora

olan ilgi ve bakış açılarının ne olduğuna ve yapılanlara muhalefetlerine aldırmaksızın tek yanlı olarak

folklora olan ilgileri devam etmektedir. Bu nedenle bir folklor tanımı yapmak yerine ortaya çıkan pek çok

ve her biri kendi içinde çok değişik temel kabul ve formülasyonlara dayanan tanımlamalardan üzerinde

geniş kabul görenleri folklora olan ve devam eden ilgilerinin bir nevi kılavuzu gibi belirlemek daha yararlı

olacaktır.

METİN MERKEZLİ VE BAĞLAM MERKEZLİ HALKBİLİMİ PARADİGMALARI

ARASINDAKİ TEMEL FARKLAR

A) Metin Merkezli Halkbilimi Paradigmasına Göre Halkbilimi Araştırmalarının

Temel Özellikleri

1) Halk tanımı: Okuma yazma bilmeyen, kırsal kesimde ve büyük ölçüde tarım toplumu hayatı yaşayan ve

toplumsal tabakalaşmada alt belki de en alt sıralarda yer alan insanlar topluluğu şeklindedir. Bu anlayışa

göre halk bağımlı olarak tanımlandığı özelliklerim yitirecek ve buna dayalı bir çalışma da ortadan

kalkacaktır.

Özkul Çobanoğlu, Bilim Felsefesi Bağlamında Halkbilimi Ve Halkbilimsel Bilginin Teleolojik Serüveni, http://turkoloji.cu.edu.tr (19.01.2009)

111

Page 112: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

2) Malzeme olarak folklor tanımı: Malzeme olarak folklor bitmiş tamamlanmış bir ürün (product) olarak

düşünülmekte buna göre de folklor derlenmekte ve toplanmakta olan bir şey şeklinde düşünülmektedir.

Örneğin nerde ve nasıl olursa olsun bir masalın metninin anlattırılıp kaydedilmiş olması, malzeme olarak

metnin toplanması yani derlenmesi anlamında temel yeterlilik ölçütü şeklinde düşünülmüş gibidir.

3) Geçmişe dönük eski ve geleneksel kültürel unsurlara yönelik olma: ilk iki kabulden hareketle ele

alınıp çalışılan malzeme veya folklor unsurları neredeyse daimi olarak geleneksel veya geçmişten

aktarılarak gelenler veya eski unsurlar olmak gibi bir yaklaşım içinde değerlendirilmişlerdir. Bu aynı

zamanda metin merkezli kuramların neredeyse tamamının artsüremli olmalarının veya bu tür malzemeye

yönelmelerinin de bir başka nedenini oluşturmuştur.

4) Araştırmaya esas teşkil eden metindir (text): Halkbilimi unsurlarım bitmiş tamamlanmış bir ürün

olarak ele alan yaklaşımların sözlü kültür ortamında yaratılan yaşayan ve teatral bir biçimde icra edilen

unsurların sözel kısımlarını edebi bir metin haline dönüştürerek çalışmak araştırmaların esasını teşkil

etmiştir. Bu sözlü kültür ortamında canlı yaşayan değişen gelişen dönüşen ve ölen yani ortadan kalkan bir

özelliğe sahip olan folklorun sadece sözel kısmının yazma teknolojisiyle yazılı kültür ortamı nesnesi haline

getirilmek suretiyle dondurulup öldürülerek çalışılmasından başka bir şey değildir.

5) Tür tasnifi donmuş veya statik bir yapısal özellik gösterir belirleyicidir: Metin merkezli halkbilimi

paradigması doğrultusunda yapılan çalışmalarda katı ve donmuş bir tür anlayışı kabullenilmiş ve ileri

sürülen ölçütlere uymayan nerdeyse her metin "dejenere" veya "bozulmuş" kabul edilerek tasnif ve tahlil

dışı bırakılmıştır. Eğer sözkonusu "bozulmuş" veya "dejenere" olmuş metin, eskilik veya başka bir nedenle

vaz geçilemeyecek değerde bulunmuşsa sözlü kültür ürünleri için kabul edilemeyecek bir uygulama olan

"metin tamiri" veya "metni yeniden kurma" gibi edebiyat biliminin yöntemlerine başvurulmuştur.

6) Folklor mahsulleri veya olayları halksızlaştırılmıştır: Bağlamından koparılmış metin halkbilimi

çalışmasının esasını teşkil edince doğal olarak onları yaratan ve icra eden halk ile herhangi bir ilişkisi ikinci

veya daha da geri planda düşünülmüş ve böylece "toplanmış ürün"ler üretici ve tüketicilerinden yani halktan

izole edilerek çalışılmıştır. Bu yönüyle de söz konusu malzeme veya materyalin sahipleri için ne anlama

geldiği ve ne iş yahut işlev gördüğü dikkati nazara alınmamıştır.

7) Metnin analizinde tema, üslup, stili, yapı, motif, epizot ve yapı temel araştırma birimleridir: Metin

merkezli paradigmalar doğrultusunda yapılan tahlil çalışmalarında ağırlıklı olarak kullanılan araştırma

birimleri tematik analiz ve yine bununla yakınen ilgili olan üslup, stili, motif ve epiztottur. Yapısalcılığın

yaygınlaşmasıyla birlikte bunlara kahramanın biyografisi, masalın değişmez yapısı ve mitlerin derin

yapısında ifade edilenleri ortaya koymaya yönelik yapı unsurları eklenmiştir.

112

Page 113: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

B) Bağlam Veya İcra Merkezli Halkbilimi Paradigmasına Göre Halkbilimi

Araştırmalarının Temel Özellikleri

1) Halk tanımı: Halk tanımı aralarında en az bir müşterek faktör bulunan ve teorik olarak ez az iki kişiden

oluşan insan grubuna dönüşmüştür. Bununla birlikte aile biriminden daha küçük sayıda insanın paylaştığı

bir grup halkbilimi araştırmalarının konusu olmuş değildir. Bir başka ifadeyle en az iki kişi ibaresi teorik bir

soyutlamanın ötesinde anlam kazanmış değildir. Ancak halkın bu şekilde tanımlanması halkbilimcileri köy

veya kırsal kesimle çalışma yapar durumdan kurtarmış ve bir toplumun bütün üyelerini okuma yazma bilsin

bilmesin her türlü sosyokültürel ve ekonomik insan topluluğunu çalışır hale getirmiştir. Buna göre hepimiz

veya herkes halkın bir parçasıdır.

2) Malzeme olarak folklor tanımı: Bağlam merkezli halkbilimi paradigması folkloru bitmiş tamamlanmış

bir ürün değil, anlatan ve dinleyen arasında geleneksel anlatı yoluyla kurulan sanatsal (artistle) bir iletişim

biçimin içinde gerçekleştirildiği yaratıcı bir süreç (process) olarak kabul etmektedir. İletişime bağlı bir süreç

olarak folklor aynı zamanda sosyal bir sınırlamaya, ismiyle söylemek gerekirse, küçük gruba sahiptir. Bu

durum folklorun özel bir bağlamıdır. Bir grup "birbirleriyle çok sık olarak bir zaman dilimi içinde iletişim

kuran ve her kişinin diğer her bir kişiyle başkaları yoluyla ikincil elden değil doğrudan doğruya yüz yüze

iletişim kurmasına yetecek kadar az sayıdaki kişilerin toplamıdır. Bir grup; bir aile, bir sokak çetesi bir oda

dolusu fabrika işçisi, bir köy, bir kabile hatta topyekün bir millet olabilir. Bunlar farklı düzenlerde ve

kalitelerde sosyal üniteler, aynı zamanda onların hepsi büyük veya küçük ölçüde bir grup karakterine ait

özellikler sergilerler. Dan Ben Amos'un ifadesiyle, "Folkloru tanımlamak için olguları var oldukları şekilde

incelemek gereklidir. Kendi kültürel bağlamında folklor bir şeylerin toplanıp derlenmesi değil, bir süreç

kelimenin tam anlamıyla iletişimsel bir süreçtir" (Ben-Amos 1971). Böylece, Dan Ben-Amos tarafından,

folklorun kendi kültürel bağlamından hareketle bir şey, derlenip toplanacak bir nesne olmayıp "iletişimsel

bir süreç" olduğu tespiti yapılmıştır ki bu o zamana kadar mevcut yapılanışlarm ötesinde bir yaklaşımdır ve

yeni paradigmanın birincil dereceden önemli ayırt edici ölçütlerinden birisidir. Buna ve daha önce

verdiğimiz yeni halk tanımına dayalı olarak da folklorun tanımı, "folklor, küçük gruplarda artistik (sanatsal)

iletişimdir" şekline dönüşmüştür.

3) Sadece geçmişe dönük eski ve kültürel unsurlara yönelik değil yeni ve şimdiye ait kültürel

unsurlara da yönelik olma: Bağlam veya icra merkezli paradigmaya göre folklor üründen ziyade

iletişimsel bir olay olarak tanımlanıp kabul edilince bu olayın gerçekleştiği yaratıcı sürecin bir sonucu

olarak ortadan kalkan "urform" anlayışı veya varyant ve versiyon kavramı, beraberinde her icranın yeni bir

yaratma olması kabulünü getirmiş dahası ele alınan halk kültürel unsurların sadece geçmişten gelenek

yoluyla gelenlerle sınırlandırılmasını da ortadan kaldırrarak yeni ortaya çıkan ve kalıplaşan insan davranış

113

Page 114: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

ve düşünceleriyle duygularının dışavurum formlarının halkbilimi çalışmalarının araştırma nesnesi olmasını

sağlamıştır.

4) Araştırmaya esas teşkil eden teatral özelliklere sahip sözlü metnin icra edilişi ve icranın

gerçekleştiği bağlamdır (context): Halk tanımı ve buna dayalı yeni folklor tanımı beraberinde folklorun

içinde canlı bir gösterimin icrasının gerçekleştiği sosyo-kültürel ve fiziki şartlar bütünü olarak

tanımlanabilecek olan bağlam'ın (con-text) yani metinle birlikte varolanların veya metnin içinde birlikte

varolduklarının da anlam, işlev ve yapı bakımından önemini ortaya çıkarmış ve bunların da halkbilimi

çalışmalarında en az metin kadar hatta bazen daha fazla bir öneme sahip olmaları nedeniyle alan araştırması

ve değerlendirme çalışması bakımlarından halkbilimsel araştırmanın olmazsa olmazı durumuna dönüşmesi

gerçekleşmiştir. Bağlam merkezli halkbilimi paradigmasına göre alana çıkıp diyelim ki, "Kastamonu

Manilerinin" metinlerinin derlenip yayınlanması hiçbir anlam ifade etmez, ama bir atasözünün dahi farklı

sosyo-kültürel bağlamlarda kullanılırken yüklendiği toplumsal veya sosyal semantik anlam ve işlevler son

derece önemlidir. Hiç şüphesiz bu durum her türlü folklor olayı veya ürünü için geçerlidir.

5) Tür tasnifi esnek veya dinamik bir yapısal özellik gösterir tek başına belirleyici değildir: Bağlam

merkezli halkbilimi paradigaması doğrultusunda yapılan çalışmalarda türler arasındaki etkileşimleri,

geçişleri ve dönüşümleri icra edildikleri bağlama bağlı olarak tespit edebilmek mümkün olmuştur. Tür

tespitlerinde metnin (text) yanısıra, içi bütünlüğünde tonlama, durma vb. diğer metnin iç yapısını ele veren

veya ortaya koyan sözeldokusal (texture) ve bağlamsal (context) ölçütler de kabul edilmiştir".

6) Folklor mahsûlleri veya olayları halkla birlikte ele alınmaktadır: Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi

ortaya çıkan yeni halk ve folklor tanımı ile bunlara dayalı olarak ortaya konulan bağlam ve icra

kavramlarının halkbilimsel çalışma bakımından önemi folklor olay veya ürünlerinin içinde yer aldıkları

veya ait oldukları insan topluluğu içinde yaşayan anlamlı ve işlevsel yapılar vahut dışa vurum formları

olarak onları yaratan yaşatan ve kullanan insanlardan ayrı olarak düşünülemez ve çalışılamaz anlayışı ortaya

çıkmıştır.

7) Metnin analizi yerine metnin içinde tiatral bir biçimde icra olduğu folklor olayının analizi esastır ;

analizde tema, üslup, stili, yapı, motif ve epizot gibi doğrudan metne yönelik ölçütlerin yamsıra

sözeldoku (texture) yapı, işlev, yorumcul çerçeve, bağlam (context) veya icraya (peformance) yönelik

ölçütlerde temel araştırma birimlerinden bazılarıdır: Günümüzde yaygın olarak kullanılan bağlam veya

icra merkezli halkbilimi paradigması doğrultusunda yeni araştırma problemleri ve bunların çözümüne

yönelik yeni araştırma ve değerlendirme ye yönelik model geliştirme çalışmaları son derece hızlı bir

biçimde devam etmektedir. Bu hiç şüphesiz bilimin doğası gereği her ileri sürülenin kabul edildiği anlamına

gelmemekle birlikte bugün için geçerliliği yaygın olarak kabul edilmiş olan bir ikisini burada kısaca

114

Page 115: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

özetlemek yararlı olacaktır. Yeni halkbilimi anlayışı veya Performans Teori'ye kadar yaygın halkbilimi

anlayışı olan ve folkloru bir "şey" bir nesne, bir unsur, tamamlanmış bir ürün olarak düşünüp folklor unsuru

veya şeyi üzerine çalışmak, Performans Teoriyle birlikte, folkloru bir olay olarak canlı bir icra veya yapılan

ve gerçekleşen bir süreç olarak düşünen ve ele alan yeni bir yaklaşıma dönüşmüştür. Bu anlayış içinde sözlü

anlatım bir sosyal olaydır ve teatral anlamda bir icra veya performans olan bu sosyal olay, üç temel

unsurdan, anlatan, dinleyen ve anlatılan geleneksel anlatıdan oluşmaktadır. Günümüzde halkbilimciler,

sözlü halkbilimi unsurlarını anlatılan geleneksel anlatı etrafında onu anlatan ve dinleyen tarafların

oluşturduğu bir sosyal olay, bir gösterim bir başka ifadeyle icra olarak ele almaktadırlar. Bir başka ifadeyle

bir folklor olayının icrası söz konusu üç unsurdan oluşmaktadır.

1.HALK NEDİR?

Halk tanımı, erken dönem halkbilimi çalışmalarından günümüze kadarki serüveni içinde hep farklı

şekillerle karşımıza çıkmıştır. Tanımlardaki farklılık özellikle metin merkezli ve bağlam merkezli kuramlar

arasındaki incelemelerde göze çarpmaktadır. Metin merkezli kuramlar arasında ise kendi içinde, birbiriden

ayrılan noktaları olmakla birlikte, hemen hemen ortak bir tanım olduğunu söylemek mümkündür. Bağlam

merkezli kuramları incelediğimizde bu tanımın en güzel şekilde Alan Dundes tarafından yapıldığını

görmekteyiz.

Halkın ne veya kim olduğunu TDK şu şekilde ifade etmektedir: 5

Aynı ülkede yaşayan, aynı kültür özelliklerine sahip olan, aynı uyruktaki insan topluluğu, folk.

Aynı soydan gelen, ayrı ülkelerin uyruğu olarak yaşayan insan topluluğu.

Bir ülke içerisinde yaşayan değişik soylardan insan topluluklarının her biri.

Belli bir bölgede veya çevrede yaşayanların bütünü, ahali.

Bir ülkedeki yurttaşların bütünü, kamu.

1.1. HALKBİLİMİ ÇALIŞMALARININ TARİHİ SEYRİ İÇİNDE DEĞİŞEN HALK

TANIMIBilindiği üzere, halkbilimi çalışmalarının ilk örnekleri antikacı zihniyetiyle toplanan malzemelerdir,

sistemli çalışmalar ise Grimm Kardeşlerin derleme faaliyetleriyle başlatılır. Tabi ki bu çalışmaların

temelinde yatan, Herder’ in “romantik milliyetçilik” düşüncesinin de hakkını vermek gerekir.

Öncelikle antikacı zihniyetle yapılan ilk çalışmalar çerçevesindeki “halk” tanımını inceleyelim, bu

çalışmaların ortak özelliği, Amerika’ nın bulunuşu ve orayı tanıma isteğiyle şekillenmiş olmalarıdır.

Amerika’ nın Avrupalılarca bulunuşunun ardından oradaki “yerli halk” çeşitli sebeplerle tanınmak istenmiş

ve farklı gruplardan insanlar buraya, bu insanları tanımak için gelmişlerdir. Kuşkusuz bu tanıma isteği

5 http://www.tdk.gov.tr (31.01.2009)

115

Page 116: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

masum değildi, orada yaşayanları tanıyıp kontrol altına almayı amaçlayan sömürgeci düşünce yapısını

barındırıyordu fakat burada önemli olan bu tanıma faaliyetinin sonucudur. Bu faaliyetler sonucunda

Avrupalı “aydınlar” , “yerlileri” saf, bozulmamış bulmuşlar ve onların insanlığın gelişen kültür yapısını

anlayabilmek için bir model olarak görüyorlardı. İşte bu görüş aydınlarda kendi toplumlarını ve onun

geçmişini öğrenme arzusu doğurmuştur. Bunun sonucunda da “yüksek zümre” arasında yaşamamakla

birlikte “aşağı tabakada” yaşatılan bazı davranış ve yaşayış şekilleri olmasından yola çıkarak kendileri ve

ilkel insanlar arasında kalan topluluğu “halk” olarak nitelendirmişler ve onları anlayabilirlerse kendi

geçmişlerini anlayabileceklerini düşünmüşlerdir, “halk” ın davranışlarını “ilkel soylu vahşi”lerinkiyle

karşılaştırarak bazı sonuçlara ulaşmaya çalışmışlardır. Burada “halk” tanımının, zorlama bir şekilde, tanımı

yapanların kendi bulundukları yere göre değerlendirmeleri sonucunda yapıldığını görmekteyiz. 6

Gerek "batı"da, gerekse "doğu"da ondokuzuncu yüzyıldaki "halk" anlayışı ve halk teriminin ifade ettiği

topluluk, sınıf farklılığını esas alan bir toplum anlayışına göre yapılmıştır. Gerek sahip oldukları sosyal

hayat ve statü, gerekse teknolojik bakımdan dünyanın en ileri toplumları olduklarını iddia eden Avrupalı

bazı toplumlar, kendi toplum yapılarına bakarak ve sahip oldukları hayat şartlarıyla diğer toplumları

mukayese ederek "halk" terimini "Bağımsız bir yapıdan daha çok, bağımlı bir yapı olarak" düşünmüşlerdir.

Bu anlayışla halk terimine; "halk daha başka kümelerden oluşan gruplara tezattır" şeklinde yaklaşan

Avrupalı bu toplumlar, sübjektif olarak yaptıkları karşılaştırma suretiyle, "halkı" bir taraftan "medeni" ve

"seçkin" grupla tezat halinde kabul ederken, diğer taraftan da "primitif" "ilkel" veya "vahşi" olarak

adlandırdıkları topluluklara da tezat olarak değerlendirmişlerdir. Ondokuzuncu yüzyıl Avrupa anlayışının

tarifine göre halk; "okur-yazar bir toplumda cahil kısım" olup, eğitim görmüş, seçkin veya aydın zümre ile

aynı millet içinde veya ona yakın bir yerde yaşamaktadır. Fakat bu "halk" topluluğu; okuma-yazma ve

teknolojiden habersiz "ilkel" veya "vahşi" olarak adlandırılan toplumlardan da oldukça uzak bir yerde

durmaktadır. Bu tarifteki temel ise, "medeni ve edebi olan bir toplumda" ifadesinde yer almaktadır. Buna

göre halk; medeni veya seçkin olarak kendisini "yüksek tabaka"ya yerleştiren grubun hemen altında ve

yakınında düşünülmüştür.7

Metin Ekici, bu tanımı halkın kim olduğunu tespitten ziyade, kendini aydın olarak adlandıran kesimin

bulunduğu yeri belirleme çabası olarak görmekte ve Avrupalı aydınların kendilerini medeni, okur yazar,

medeni olarak gördüğünü, bu özelliklere sahip olmamakla birlikte sahip oldukları özellikler bakımından

ilkel toplumlardan ayrılan ve şehre yakın yerlerde oturan topluluğu nitelendirmek için kullanıldığını

belirtmektedir.8 Bu düşünce yapısı uzun yıllar varlığını sürdürür ve ilk dönem halkbilimi çalışmaları da bu

düşünce yapısı etrafında oluşmuştur.

6 Özkul Çobanoğlu, Halkbilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemleri Tarihine Giriş, 87 – 94 sayfaları arasındaki bölümden hülasa edilmiştir. 7 Metin Ekici, “Halk, Halk Bilimi ve Halk Bilgisi Üzerine Bir Deneme”, http://turkoloji.cu.edu.tr (21.01.2009)8 Metin Ekici, a.g.y.

116

Page 117: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Ondokuzuncu yüzyıl düşünürleri için halk, şehirden çok uzak olmayan ve henüz tam olarak medeniyeti

yakalayamamış   köylüleri ifade etmekteydi. Bu anlamda taşrada oturanlar bir toplumun veya milletin sahip

olduğu değerleri hiç değiştirmeden saklayıp, yüzyıllardan beri devam ettiren kişilerdi. Yine onlar için halk

bilimi de; bu köylerde veya taşrada oturan halkın yaratmalarım, yani o toplumun veya milletin en eski,

ilkellik dönemi hatıralarını saklayan grupları ve grupların hâlâ saklamakta olduğu değerleri araştırır ve

kendisine inceleme konusu eder. 9

Bizde de bu anlayışa paralel olarak bir “havas” ve “avam” ayrımı göze çarpmaktadır. Halk tanımı,

sosyal tabakaların oluşmaya başladığı zamana dek halk hükümdar ve yönetim sınıfı dışında olup, bu kişilere

bağlı, kendi içinde ise sosyal tabakalaşma olmayan geniş yığınlardır, hükümdar, tanrı ile bağı dolayısıyla

onun vekili, halk ise hükümdarın kulu addedilmiştir. Daha sonra, Türklerin Müslümanlığı kabulu, ardından

Anadolu’ ya gelmeleri, giderek topraklarını genişletmeleri ve yerleşik düzene uygun yapılanma ve toplum

özellikleri geliştirmeleri neticesinde önce işbölümü, bunu takiben de toplumsal sınıflar ve en sonunda da

sosyal tabakalar oluşmuştur. Havas avam ayırımı da işte bunların neticesinde bir toplumsal işbölümü

ayrımından ziyade, eğitim ve kültür düzeylerinin kıyaslanması sonucunda karşımıza çıkar. 10

Havas, medresede okumuş ya da enderunda yetişmiş olanlarla, bunlar dışında, “mukaddimat- ı ulûm”

denilen ön bilgileri evinde, babasının yardımıyla öğrenerek Arapça ve Farsça’ yı da elde eden, cami

derslerine devam ederek iskolastik bilimleri edinen, Hafız’ ı ve Sadi’ yi okuyup kendi kendini

yetiştirenlerdir. Avam ise, okuma yazma öğrenmemiş, konuştuğu Türkçe’ den başka dil, dinsel ödevlerinden

başka bilgi edinmemiş olanlardır. Havas, Avamı hep hor görüp küçümsemiş, kendisini her bakımdan

avamdan ayırmıştır. (…) Avam da, havası hep kuşku ile karşılayarak yadırgamış, ondan çekinmiştir.

Okumuşlar arasında ancak din adamlarıyle gerçek bilginlere saygı göstermiştir.

Bizdeki havas – avam ayrımıyla, batıdaki aydın – halk ayrımı tamamen aynı olmamakla birlikte

benzer özellikler göstermektedir diyebiliriz.

Tüm bunların ışığında gerek erken dönem halkbilimi çalışmaları gerekse metni merkeze alarak

halkbilimi çalışması yapan kuramlar ışığında halkın ortak tanımı şu şekilde yapılabilir: “(…) okuma yazma

bilmeyen, kırsal kesimde ve büyük ölçüde tarım toplumu hayatı yaşayan ve toplumsal tabakalaşmada alt

belki de en alt sıralarda yer alan insanlar topluluğu(…).” 11

Fakat metin merkezli çalışmaların bazı örneklerinde bireyi öne çıkaran bazı düşünceler ve halk

ürünlerinin, üretildiği toplumdan bağımsız değerlendirilemeyeceği düşünceleri doğrultusunda şekillenen ve

özellikle B.K. Malinowski’ nin işlevsel kuramında çerçevesini ortaya koymasının ardından halk kavramında

bir değişme yaşanmıştır. Malinowski, geliştirdiği kuram dahilinde, insanın ürünlerinin her birinin bir işlev

sonucunda ortaya çıktığını, halkbilimi ürünü olarak değerlendirdiğimiz malzemelerin de bu ürünlerin

9 Metin Ekici, a.g.y.10 Agah Sırrı Levend, Türk Edebiyatı Tarihi 1. cilt, 29 – 31 sayfaları arasındaki bölümden hülasa edilmiştir. 11 Özkul Çobanoğlu, “Bilim Felsefesi Bağlamında Halkbilimi Ve Halkbilimsel Bilginin Teleolojik Serüveni”, http://turkoloji.cu.edu.tr (19.01.2009)

117

Page 118: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

gelişmesiyle oluştuğunu savunarak halkı “mevcut kültür varlıklarını koruyan yığın” olmaktan “kültür

varlıklarını oluşturan, geliştiren ve koruyan topluluk” seviyesine yükseltmiş, bu doğrultuda halkı etkin hale

getirmiştir. Bu düşünce etrafında şekillenen bağlam merkezli kuramlardan sözlü kompozisyon teorisi, bizim

halk ürünlerini bulunduğumuz noktadan inceleme yanlışını yaptığımızı söylemiş, halkı tanımlarken düşülen

hatayı açıklarcasına bize bağlamın önemini vurgulamıştır. Bu iki teorinin ışığında oluşan performans teori

ise gerek bağlam merkezli teorilerin amiral gemisi gerekse halk tanımına ve halkbilimi çalışmalarına

getirdiği açıklık ve fonksiyonellik bakımından büyük öneme sahiptir. Performans teoriye göre metin, içinde

oluşturulduğu halk içinde ve o halkın ona yüklediği doku ile anlamlıdır ve dolayısıyla bunları anlayabilmek

için halkı anlayabilmek gerekmektedir. Halkı tanımlarken de bir yığın olarak değil, bireylerin oluşturduğu

şuurlu bir topluluk olarak ele alması da yine tanıma getirilen yeniliklerdendir.12 Bu kapsamda Alan Dundes

halkı şu şekilde tarif eder:

(…) halk terimi en az bir ortak faktörü paylaşan herhangi bir insan grubunu ifade eder. Bu grubu birbirine

bağlayan faktörün   -ortak meslek, dil veya din olabilir- ne olduğu önemli değildir. Bu faktörden daha

önemli olan nokta ise, herhangi bir sebebe bağlı olarak oluşan grubun kendine ait kabul ettiği bazı

geleneklere sahip olmasıdır.13

Teoride, bir grubun en az iki kişiden oluştuğunu düşünürsek, burada vurgulanmak istenenin kendine

has anlamlı gelenekler dizisi geliştirebilen ve bunlarla da mensubu bulunduğu gruba kimlik ve aidiyet hissi

oluşturmayı başarabilen insan topluluğunun “halk” olarak tanımlanabileceğidir. (öç)

Performans teori özelinde bağlam merkezli kuramlar tarafından tüm çalışmaların merkezine

oturtulan “halk” ın tanımını ise şu şekilde özetlemek mümkündür:

Halk tanımı aralarında en az bir müşterek faktör bulunan ve teorik olarak ez az iki kişiden oluşan

insan grubuna dönüşmüştür. Bununla birlikte aile biriminden daha küçük sayıda insanın paylaştığı bir grup

halkbilimi araştırmalarının konusu olmuş değildir. Bir başka ifadeyle en az iki kişi ibaresi teorik bir

soyutlamanın ötesinde anlam kazanmış değildir. Ancak halkın bu şekilde tanımlanması halkbilimcileri köy

veya kırsal kesimle çalışma yapar durumdan kurtarmış ve bir toplumun bütün üyelerini okuma yazma bilsin

bilmesin her türlü sosyokültürel ve ekonomik insan topluluğunu çalışır hale getirmiştir. Buna göre hepimiz

veya herkes halkın bir parçasıdır.14

Tarihi seyri içinde değişen anlamlarıyla halkın, “hiçbir şey bilmez cahil topluluk”tan “ortak bir bakış

oluşturabilen herkes” olarak gelişme gösterdiğini söyleyebiliriz.

2. HALKBİLİMİ NEDİR? 12 Özkul Çobanoğlu, Halkbilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemleri Tarihine Giriş, 5. bölümden hülasa edilmiştir13 Metin Ekici, “Halk, Halk Bilimi ve Halk Bilgisi Üzerine Bir Deneme”, http://turkoloji.cu.edu.tr (21.01.2009)

14 Özkul Çobanoğlu, “Bilim Felsefesi Bağlamında Halkbilimi Ve Halkbilimsel Bilginin Teleolojik Serüveni”, http://turkoloji.cu.edu.tr (19.01.2009)

118

Page 119: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Halkı tanımlamaya çalıştıktan sonra, onunla yakın ilişkili olarak folklor kavramını açıklamak da

gerekmektedir. Folklor günümüzde, bilimsel anlamı dışında “yöresel kıyafetlerle donanıp, ait olunan

yörenin müziğini veya dansını icra etmek” şeklinde dar bir manada kullanılsa da kuşkusuz bilimsel anlamı

bu kullanımdan çok daha derinliklidir.

Kelime ilk kez Thoms tarafından “Athenaum” dergisinde kullanıldığında, Almanların

“volkskunde”si halihazırda mevcuttu, fakat folklor kelimesi genel bir kabul görerek bilimin uluslararası adı

haline gelmiştir. Her millet kendi çalışmaları çerçevesinde bu kelimeyi farklı şekillerde karşılamışlardır, bu

kelimelerin hepsinin ortak bir anlamı olmamakla birlikte ifade ettikleri mana aynıdır. Bizde de folklor

karşılığı olarak, halkbilimi, halkiyat gibi kelimeler kullanılmaktadır.

Halkbiliminin tanımını TDK şu şekilde vermektedir:15

Bir ülkede yaşayan halkın kültür ürünlerini, sözlü edebiyatını, geleneklerini, törelerini, inançlarını,

mutfağını, müziğini, oyunlarını, halk hekimliğini inceleyerek bunların birbirleriyle ilişkilerini belirten,

kaynak, evrim, yayılım, değişim, etkileşim vb. sorunlarını çözmeye, sonuç, kural, kuram ve yasaları

bulmaya çalışan bilim dalı, folklor, halkiyat.

Bu tanımın, geniş olmakla birlikte bilim dalının tüm özelliklerini vermekten uzak olduğu göze

çarpmaktadır. Tüm özelliklerini belirten bir halkbilimi tanımı yapmak, onu oluşturan halkın özelliklerinin

çeşitliliği ve sürekli bir değişim ve gelişim içinde olması sebebiyle oldukça zordur. Özetle sabit bir “halk”

tanımı yapılamayacağı gibi, sabit bir “halkbilimi” tanımı yapmak da bu devinim dolayısıyla mümkün

değildir. Fakat şu ana kadarki çalışmalar ve eldeki veriler ışığında halk nasıl tanımlanıyorsa halkbiliminin

kapsamı da ancak bu tanıma paralel olarak ortaya konulabilir.

Daha önce ele alınan metin merkezli kuramlar dahilindeki halkbilimi ürünleri, halkın esas unsur

olarak görülmemesine paralel olarak tamamlanmamış, halktan bağımsız ve ele alan kişinin kendi bilgi

durumuna göre derleyip değerlendirdiği özellikle de metin esasına dayalı malzeme grubu olarak karşımıza

çıkar. Bunlar sözel olarak aktarılan edebiyat tanımından yola çıkarak yapılan çalışmalardır ve hem folklor

hem de edebiyat alanına dahil olmaları bakımından dikkatle incelenmelidirler. Bu incelemenin olmazsa

olmazı farkındalığı bize sağlayacak olan da kuşkusuz halkbilimidir.16

15 http://www.tdk.gov.tr (31.01.2009)16 Francis Lee Utley, “Folklorun Tanımı” çev. Tuba Saltık Özkan, http://turkoloji.cu.edu.tr (30.01.2009)

119

Page 120: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

Bu tip tanımlar halkbilimi ürünlerini hiçbir halka ait olmayan ürünler haline getirmekte, ürünün

içinde oluştuğu ortam değerlendirilmeye alınmadığından dolayı da ürünün tam anlamını maalesef ki

verememektedir. Ayrıca ürünlerin sadece metinler olarak ele alınması ve yazılı malzeme özelliklerine göre

değerlendirilmeye çalışılması da eksiklerden biri olarak karşımıza çıkar. Fakat bağlam merkezli kuramların

doğuşu ve olgunlaşmasıyla birlikte halk önem kazanmış ve bu doğrultuda da yeni bir halkbilimi tanımına

ihtiyaç duyulmuştur. Bu doğrultuda halkbilimi şu şekilde tanımlanmaktadır:

Bağlam merkezli halkbilimi paradigması folkloru bitmiş tamamlanmış bir ürün değil, anlatan ve

dinleyen arasında geleneksel anlatı yoluyla kurulan sanatsal (artistle) bir iletişim biçimin içinde

gerçekleştirildiği yaratıcı bir süreç (process) olarak kabul etmektedir. İletişime bağlı bir süreç olarak folklor

aynı zamanda sosyal bir sınırlamaya, ismiyle söylemek gerekirse, küçük gruba sahiptir. Bu durum folklorun

özel bir bağlamıdır. Bir grup "birbirleriyle çok sık olarak bir zaman dilimi içinde iletişim kuran ve her

kişinin diğer her bir kişiyle başkaları yoluyla ikincil elden değil doğrudan doğruya yüz yüze iletişim

kurmasına yetecek kadar az sayıdaki kişilerin toplamıdır. Bir grup; bir aile, bir sokak çetesi bir oda dolusu

fabrika işçisi, bir köy, bir kabile hatta topyekün bir millet olabilir. Bunlar farklı düzenlerde ve kalitelerde

sosyal üniteler, aynı zamanda onların hepsi büyük veya küçük ölçüde bir grup karakterine ait özellikler

sergilerler. Dan Ben Amos' un ifadesiyle, "folkloru tanımlamak için olguları var oldukları şekilde incelemek

gereklidir. Kendi kültürel bağlamında folklor bir şeylerin toplanıp derlenmesi değil, bir süreç kelimenin tam

anlamıyla iletişimsel bir süreçtir" Böylece, Dan Ben-Amos tarafından, folklorun kendi kültürel bağlamından

hareketle bir şey, derlenip toplanacak bir nesne olmayıp "iletişimsel bir süreç" olduğu tespiti yapılmıştır ki

bu o zamana kadar mevcut yapılanışların ötesinde bir yaklaşımdır ve yeni paradigmanın birincil dereceden

önemli ayırt edici ölçütlerinden birisidir. Buna ve daha önce verdiğimiz yeni halk tanımına dayalı olarak da

folklorun tanımı, "folklor, küçük gruplarda artistik (sanatsal) iletişimdir" şekline dönüşmüştür. Bağlam veya

icra merkezli paradigmaya göre folklor üründen ziyade iletişimsel bir olay olarak tanımlanıp kabul edilince

bu olayın gerçekleştiği yaratıcı sürecin bir sonucu olarak ortadan kalkan "urform" anlayışı veya varyant ve

versiyon kavramı, beraberinde her icranın yeni bir yaratma olması kabulünü getirmiş dahası ele alınan halk

kültürel unsurların sadece geçmişten gelenek yoluyla gelenlerle sınırlandırılmasını da ortadan kaldırarak

yeni ortaya çıkan ve kalıplaşan insan davranış ve düşünceleriyle duygularının dışavurum formlarının

halkbilimi çalışmalarının araştırma nesnesi olmasını sağlamıştır. ortaya çıkan yeni halk ve folklor tanımı ile

bunlara dayalı olarak ortaya konulan bağlam ve icra kavramlarının halkbilimsel çalışma bakımından önemi

folklor olay veya ürünlerinin içinde yer aldıkları veya ait oldukları insan topluluğu içinde yaşayan anlamlı

ve işlevsel yapılar yahut dışa vurum formları olarak onları yaratan yaşatan ve kullanan insanlardan ayrı

olarak düşünülemez ve çalışılamaz anlayışı ortaya çıkmıştır. 17

17 Özkul Çobanoğlu, “Bilim Felsefesi Bağlamında Halkbilimi Ve Halkbilimsel Bilginin Teleolojik Serüveni”, http://turkoloji.cu.edu.tr (19.01.2009)

120

Page 121: GİRİŞ - Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği · Web viewGİRİŞ Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun

3. DEĞERLENDİRME YERİNE

Anladığımız üzere, bağlam merkezli kuramlara, ama özellikle de performans teoriye katar yaygın

halkbilimi tanımı, kapsamı oluşumu bitmiş, bir ürün iken, performans teorinin getirdiği yeniliklerle birlikte

halkbilimi yaşayan bir yapı olarak ele alınmıştır. Özellikle de Dan Ben Amos’ un halkbilimini “iletişimsel

bir süreç” olarak nitelendirmesi, canlılığının ortaya konulması bakımından önemlidir. Bu değişime paralel

olarak da halkbilimiyle ilgilenen okulların artık gündelik yaşamı oluşturan maddi öğelere ve halk yaşamına

daha fazla önem vermeye başladıkları görülmektedir. 18

Fakat bu tanımlar, daha önce de belirtildiği üzere, şu anda elimizde bulunan veriler ve toplumun şu

anki yapısı doğrultusunda oluşturulmuş tanımlardır. İnsanlar sürekli bir gelişim halindedir ve bu gelişim

doğrultusunda ilerleyen dönemlerde yeni ürünler ortaya çıkabilir, yeni inceleme sahaları oluşabilir ve

tanımların da bu “yeni” ler doğrultusunda tekrardan şekillendirilmesi ihtiyacı hissedilebilir. Önemli olan bu

çeşitlenmeleri ve ihtiyaçları en iyi karşılayabilecek anlatımı oluşturabilmektir.

      

18 Francis Lee Utley, “Folklorun Tanımı” çev. Tuba Saltık Özkan, http://turkoloji.cu.edu.tr (30.01.2009)

121