16
15 . Türk Dünyası Gençlik Günleri ve Kurultayı İstanbul’da Yapıldı 15. Türk Dünyası Genç - lik Günleri ve Kurultayı “Dilde , Fikirde , İŞTE Birlik “ şia- rının etrafında DTGB Bir Araya ge- lerek 16 - 19.12.2012 Tarihinde İs- tanbul - Hilton Otelinde XV . Dünya Türk Gençlik Günleri ve Kurultayı Başladı. Dünya Türk Gençliğini İs- mail Gaspıralı’nın “ Dilde , Fikirde , İŞTE Birlik “ sloganı altında birleş- tirmek ve tum Dünyanin Türk halk- larının Sorunları uzerine dikkati- leri çekmek icin İstanbula geldiler . Bugün İstanbulda 15. Türk Dün- yası Genclik Günleri ve Kurultayı- nın açılışı Dünya Türk Gencler Birliği (DTGB) Başkanı Ekrem Abdullayev yaptı. Ardından Türk Konseyinin Baş- kanı Halil Akıncı, Azerbaycan Gencler Bakanlığı Müsteşarı İntikam Babayev, İrak Gencler-Bakanlığı Yrd. İrak Mil- letvekili Fevzi Ekrem Terzioğlu, Bulga- ristan parlamentosunun 37.38.Milletve- kili ve Ulusal Hak ve Özgürlük Partisi Genel Başkanı Güner Tahir, BMT-nin Azerbaycandakı temsilcisi, büyükelçi Fikrət Akçura, İstanbul Vali Yrd. Ha- run Kaya ve Türk Bölgelerinden ge- len Başkanlar birer konuşma yaptılar. Devamı 15’de Eurovizyon Yerine Türkovizyon… TRTTürkiye’nin, 2013 yılında İsveç’te yapıla- cak 58. Eurovision Şarkı Yarışması’na katılmayacağını açıkladı. Buna ge- rekçe olarak ya- rışma sonuçlarının belirlenmesinde haksızlıklar ol - duğu gösterildi. Bu karar yerinde midir, değil midir? Bunun değerlendirmesini mü - zik otoritelerine bırakıyoruz. Ancak, 2013 yılında Eurovizyon yerine Türk devlet ve toplulukları musiki sanatçı ve gruplarının katılacağı Türkovizyon Şarkı, Türkü, Ezgi ve Halk Dansları Yarışmasının düzenlenmesi yerinde olabi - leceğini söy- leyebiliriz. 1991’de SSCB da - ğıldıktan ve Türk dünya- sını olgusu ortaya çık- tıktan sonra Türk dünya- sının uluslara - rası ilişkiler, ekonomi, eğitim ve kültür gibi çeşitli alanlarda ortak çalışmalar yaptığı göz - leniyor. Ancak, musiki alanda büyük çaplı ça - lışmaların olmadığı dikkatlerden kaçmıyor. Her zaman Türk dilinin, kültürün, ede- biyatının ve musikisinin zengin olduğun- dan dem vuruyoruz. Devamı 5’de 15 Yüzyıllık Dediler Amma... Bulgar profesör, kazılarda bulduğu taştaki ya - zının 15 yüzyıllık olduğunu söyledi. Ama taştaki yazı, Türk çoban Niyazi Kazım’ın, kendi kazıdığı adından başka bir şey değildi. Antik şehirdeki taşların üzerine adını kazı - yan Türk çoban neredeyse Bulgaristan’da tarihe geçecekti! Filmleri aratmayan ilginç olay, Bul - gar profesör Nikolay Ovçarov’un, “Perperikon” antik kentinde yaptığı kazı ve incelemelerle il - gili Kırcaali kentinde düzenlediği basın toplantı - sıyla ortaya çıktı. Perperikon’da yaptığı kazı ve incelemelerle ilgili gazetecilere açıklamalarda bu - lunan Ovçarov, yeni bir antik yol kalıntısı buldu - ğunu söyledi. MUHABİRİ AZARLADI Daha sonra da, üzerinde yazı bulunan bir taşı gazetecilere göstererek, yazıların M.S. 4 ve 6. yüzyılı kapsayan geç antik döneme ait olduğunu, yazının da kentin tarih boyunca aldığı isimlerden biri olabileceğini ileri sürdü. Ancak Türk kökenli bir foto muhabiri, kendisinin çok az Türkçe bil - diğini ve taştaki yazıların Türkçeye benzediğini söyledi. Bunun üzerine öfkelenen Ovçarov ga - zeteciye, “Biz çözemedik, sen iki dakikada nasıl çözdün?” diyerek tepki gösterdi. Muhabir olayın üzerine gitmeyince de konu unutuldu. Devamı 11’de Türk Gençlerine İnovasyon Türk Gençlerine İnovasyon 2012 Ödülü Leiden Girişimciler Fonu ‘Girişimcilik – İnovasyon Ödülü’, Leiden Üniversitesi’nde tıp öğrenimi gören Asiye Gedik ve Nejla Bekdur adlı Türk gençlere verildi. Girişimcilik ödülü için düzenlenen törene Rotterdam Başkonsolosu Togan Oral, Leiden Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Si - mone Buitendijk, Leiden Girişimciler Fonu yö - neticisi Ed van der Kraan, öğrenciler, işadam- ları, STK temsilcileri ve diğer davetliler katıldı. Devamı ‘5’de Çin’in Uygur Türklerine Karşı Ayrımcılık Politi- kası Devam Ediyor. Doğu Türkistan’lı Uygur Türk - leri, kendi ülkele- rinde Çinli yetki- liler ve işverenler tarafından ayrımcılığa maruz kalıyor. Doğu Türkistan’da, bölgeye göçle ge- len Çinli yetkililer ve işverenlerin iş- gücü pazarında etnik Han grubunu kayırdığı, Uygur Türklerine karşı ise ay- rımcılık uyguladıkları bildiriliyor. Müs- lümanlar sadece düşük ücretli ve düşük statülü işler bulabiliyor. Devamı ‘te Çin’in Uygur Türklerine Karşı Ayrımcılık Politikası Genel Başkanı Dünya Türk Gençler Birliği Yeni bir yıla girerken Gençbengu’nun 2.sayısını çıka- rabilmemizin onurunu yaşıyoruz. Dünyayı değiştirmek isterse- niz kalbinize inanın, arkadaşları - nıza ve kendinize güvenin, idea - linize DTGB’ye sımsıkı sarılın.. Sahip olduklarımızla yaşamayı öğrenmekte bir süreç, bir ka- tılım, yani yaşamamızın yoğrul - masıdır. Gelecek yıllar ise varlı - ğımızı zenginleştirecek. İnsan, armağanını kalbi ile birlikte ver - mezse ne değeri vardır. Nerede ha - yat varsa, orada umut da vardır. Devamı 11’de Ekrem ABDULLAYEV Türk Dünyası Gençliğinin Sesi ENG B Ü Genç Türk Dünyası Yıl:1 Sayı: 2 Aralık 2012 Aylık Siyasi, Sosyal ve Kültürel Gazete “Dilde, Fikirde ve İste Birlik” www.gencbengu.org Necati Özfatura’ya göre ise Türk dünyası ile kurula- cak her türlü ilişkide yapıla- bileceklerin bazıları şunlardır: 1-Dış Türkler Bakanlığı ve Enstitüsü acilen kurulmalıdır. 2-Türk Dünyası’nın iç ve dış meseleleri,aylık dergi ve ilmi yayınlarla tartışılmalı- dır.Türkiye’de yapılan bu konudaki çalışmalar,gelecek için ümit kaynağıdır. 3-Her yıl dünyadaki bütün Türkleri eşit olarak temsil eden KURULTAY her Türk toplumunu devamlı temsil eden(Türk Dünyası’nın hükümeti görevini ifa eden) TÜRK DÜNYASI YÜKSEK KON- SEYİ ve nüfusa göre sayısı belirlen- miş ve seçimle gelen TÜRK DÜNYASI PARLAMENTOSU acilen kurulmalıdır. Devamı 11‘de Türk Kimliği İle İlgili Teklifler Bozdağ: Avusturya’daki Türk Öğrenciler İçinTürkçe Zorunlu Ders Olarak Okutulmalı Avustralya’da temaslarını sürdüren Başbakan Yardımcısı ve Dış Türklerden Sorumlu Dev- let Bakanı Bekir Bozdağ, başkent Viyana’da Türk gazeteciler ile kahvaltıda buluştu. Bozdağ: Avusturya’daki Türk Öğrenciler İçin Türkçe Zorunlu Ders Dünya Türk Gençleri Biz Ötükenden bu yana; Özgür yaşayan, zincirleri kıran bir ırkın evlatlarıyız. Karanlık yerlere ışık ve medeniyet götüren, ada- let ve şefkatiyle, kılıçları güle çeviren, kölelere hürri- yet veren, hizmetleriyle insanlığa efendilik yapan ci- hana hükmeden Devletler kurmuş Ataların evlatlarıyız. Onlara layık evlatlar olabilmemiz için: Elimize, belimize, dilimize, işi - mize, eşimize, aşımıza sahip çıkmalıyız. Burçlarda dalgalanan bayrakların gölgelerinde; da- marlarında asil Türk kanı taşıyan bütün kardeş- lerimizin özgür olarak yaşamalarını sağlamalıyız. Dilde, fikirde ve işte, bir olarak; Adriyatik denizin- den Çin Seddine kadar değil, bütün dünyada yaşa- yan insanların yaratılış sırlarına uygun olarak birbir- lerini kucaklayıp, dostça yaşamalarını sağlamalıyız. Türküm deyip; Türkle gülen, Türk için çalışan bütün insan - lar, ayrı bayraklar altında olsalar dahi Türk kimliği altında ya - şamalarının onur ve şerefiyle, mazlum milletlerin gasp edilmiş olan haklarının ve itibarlarının iade edilmesini sağlamalıyız. Sömüren değil paylaşan, ağlatan değil güldü- ren, zulüm eden değil okşayan, öldüren değil ya- şatan, ruhlara sahip olan, Tanrı tarafından övülmüş in- sanlığın güvencesi Türk Milletinin Çalışkan Gençleri: İnsanlık ve kâinat bizim omuzlarımızda yükselecektir. Damarlarımızda akan asil kan bunun teminatıdır. İnsanlığın ve kâinatın mutluluğu için Ne Mutlu Türküm Diyene! Rafet ULUTÜRK

Genç Bengü Gazetesi 2.Sayı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Türk Dünyası Gençliğinin Sesi Gazetesi'nin 2.sayısı

Citation preview

Page 1: Genç Bengü Gazetesi 2.Sayı

15 . Türk Dünyası Gençlik Günleri ve Kurultayı İstanbul’da Yapıldı

15 . Türk Dünyas ı Genç -l i k Gün le r i ve Kuru l t ay ı“Dilde , Fikirde , İŞTE Birlik “ şia-

rının etrafında DTGB Bir Araya ge-

lerek 16 - 19.12.2012 Tarihinde İs-tanbul - Hilton Otelinde XV . Dünya Türk Gençlik Günleri ve Kurultayı Başladı. Dünya Türk Gençliğini İs-

mail Gaspıralı’nın “ Dilde , Fikirde , İŞTE Birlik “ sloganı altında birleş-tirmek ve tum Dünyanin Türk halk-larının Sorunları uzerine dikkati-leri çekmek icin İstanbula geldiler .Bugün İstanbulda 15. Türk Dün-

yası Genclik Günleri ve Kurultayı-nın açılışı Dünya Türk Gencler Birliği (DTGB) Başkanı Ekrem Abdullayev yaptı. Ardından Türk Konseyinin Baş-kanı Halil Akıncı, Azerbaycan Gencler Bakanlığı Müsteşarı İntikam Babayev, İrak Gencler-Bakanlığı Yrd. İrak Mil-letvekili Fevzi Ekrem Terzioğlu, Bulga-ristan parlamentosunun 37.38.Milletve-kili ve Ulusal Hak ve Özgürlük Partisi Genel Başkanı Güner Tahir, BMT-nin Azerbaycandakı temsilcisi, büyükelçi Fikrət Akçura, İstanbul Vali Yrd. Ha-run Kaya ve Türk Bölgelerinden ge-len Başkanlar birer konuşma yaptılar.

Devamı 15’de

Eurovizyon Yerine Türkovizyon…TRT Türkiye’nin,

2013 yı l ında İsveç’te yapıla-cak 58. Eurovision Şarkı Yarışması’na katılmayacağını açıkladı. Buna ge-rekçe olarak ya-rışma sonuçlarının belirlenmesinde haksızlıklar ol-duğu gösterildi. Bu karar yerinde m i d i r , d e ğ i l m i d i r ?

Bunun değerlendirmesini mü-zik o tor i te ler ine b ı rakıyoruz .

Ancak, 2013 yılında Eurovizyon yerine Türk devlet ve toplulukları musiki sanatçı ve gruplarının katılacağı Türkovizyon Şarkı, Türkü, Ezgi ve Halk Dansları Yarışmasının

düzenlenmesi yerinde olabi-leceğini söy-leyebiliriz.

1 9 9 1 ’ d e SSCB da-ğıldıktan ve Türk dünya-sını olgusu ortaya çık-tıktan sonra Türk dünya-sının uluslara-

rası ilişkiler, ekonomi, eğitim ve kültür gibi çeşitli alanlarda ortak çalışmalar yaptığı göz-leniyor. Ancak, musiki alanda büyük çaplı ça-lışmaların olmadığı dikkatlerden kaçmıyor.

Her zaman Türk dilinin, kültürün, ede-biyatının ve musikisinin zengin olduğun-dan dem vuruyoruz. Devamı 5’de

15 Yüzyıllık Dediler Amma...Bulgar profesör, kazılarda bulduğu taştaki ya-

zının 15 yüzyıllık olduğunu söyledi. Ama taştaki yazı, Türk çoban Niyazi Kazım’ın, kendi kazıdığı adından başka bir şey değildi.

Antik şehirdeki taşların üzerine adını kazı-yan Türk çoban neredeyse Bulgaristan’da tarihe geçecekti! Filmleri aratmayan ilginç olay, Bul-gar profesör Nikolay Ovçarov’un, “Perperikon” antik kentinde yaptığı kazı ve incelemelerle il-gili Kırcaali kentinde düzenlediği basın toplantı-sıyla ortaya çıktı. Perperikon’da yaptığı kazı ve incelemelerle ilgili gazetecilere açıklamalarda bu-lunan Ovçarov, yeni bir antik yol kalıntısı buldu-ğunu söyledi.

MUHABİRİ AZARLADI Daha sonra da, üzerinde yazı bulunan bir taşı

gazetecilere göstererek, yazıların M.S. 4 ve 6. yüzyılı kapsayan geç antik döneme ait olduğunu, yazının da kentin tarih boyunca aldığı isimlerden biri olabileceğini ileri sürdü. Ancak Türk kökenli bir foto muhabiri, kendisinin çok az Türkçe bil-diğini ve taştaki yazıların Türkçeye benzediğini söyledi. Bunun üzerine öfkelenen Ovçarov ga-zeteciye, “Biz çözemedik, sen iki dakikada nasıl çözdün?” diyerek tepki gösterdi. Muhabir olayın üzerine gitmeyince de konu unutuldu.

Devamı 11’de

Türk Gençlerine İnovasyon

Türk Gençlerine İnovasyon 2012 ÖdülüLeiden Girişimciler Fonu ‘Girişimcilik –

İnovasyon Ödülü’, Leiden Üniversitesi’nde tıp öğrenimi gören Asiye Gedik ve Nejla Bekdur adlı Türk gençlere verildi.

Girişimcilik ödülü için düzenlenen törene Rotterdam Başkonsolosu Togan Oral, Leiden Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Si-mone Buitendijk, Leiden Girişimciler Fonu yö-neticisi Ed van der Kraan, öğrenciler, işadam-ları, STK temsilcileri ve diğer davetliler katıldı.

Devamı ‘5’de

Çin’ in Uygur Türklerine Karşı Ayrımcılık Politi-kası Devam Ediyor. Doğu Türkistan’lı U y g u r T ü r k -leri, kendi ülkele-rinde Çinli yetki-liler ve işverenler tarafından ayrımcılığa maruz kalıyor.

Doğu Türkistan’da, bölgeye göçle ge-len Çinli yetkililer ve işverenlerin iş-gücü pazarında etnik Han grubunu kayırdığı, Uygur Türklerine karşı ise ay-rımcılık uyguladıkları bildiriliyor. Müs-lümanlar sadece düşük ücretli ve düşük statülü işler bulabiliyor. Devamı ‘te

Çin’in Uygur Türklerine Karşı Ayrımcılık Politikası

G e n e l B a ş k a n ı

Dünya Türk Gençler Birliği

Yeni bir yıla girerken Gençbengu’nun 2.sayısını çıka-rabilmemizin onurunu yaşıyoruz.

Dünyayı değiştirmek isterse-niz kalbinize inanın, arkadaşları-nıza ve kendinize güvenin, idea-linize DTGB’ye sımsıkı sarılın..

Sahip olduklarımızla yaşamayı öğrenmekte bir süreç, bir ka-tılım, yani yaşamamızın yoğrul-masıdır. Gelecek yıllar ise varlı-ğımızı zenginleştirecek. İnsan, armağanını kalbi ile birlikte ver-mezse ne değeri vardır. Nerede ha-yat varsa, orada umut da vardır.

Devamı 11’de

Ekrem ABDULLAYEV

Türk Dünyası Gençliğinin Sesi

ENGB ÜG e n ç

TürkDünyası

Yıl:1 Sayı: 2 Aralık 2012 Aylık Siyasi, Sosyal ve Kültürel Gazete “Dilde, Fikirde ve İste Birlik” www.gencbengu.org

Necati Özfatura’ya göre ise Türk dünyası ile kurula-cak her türlü ilişkide yapıla-bileceklerin bazıları şunlardır:

1-Dış Türkler Bakanlığı ve Enstitüsü acilen kurulmalıdır.

2-Türk Dünyası’nın iç ve dış meseleleri,aylık

dergi ve ilmi yayınlarla tartışılmalı-dır.Türkiye’de yapılan bu konudaki çalışmalar,gelecek için ümit kaynağıdır.

3-Her yıl dünyadaki bütün Türkleri eşit olarak temsil eden KURULTAY her Türk toplumunu devamlı temsil eden(Türk Dünyası’nın hükümeti görevini ifa eden) TÜRK DÜNYASI YÜKSEK KON-SEYİ ve nüfusa göre sayısı belirlen-miş ve seçimle gelen TÜRK DÜNYASI PARLAMENTOSU acilen kurulmalıdır.

Devamı 11‘de

Türk Kimliği İle İlgili Teklifler

Bozdağ: Avusturya’daki Türk Öğrenciler İçin Türkçe Zorunlu Ders Olarak Okutulmalı

Avustralya’da temaslarını sürdüren Başbakan Yardımcısı ve Dış Türklerden Sorumlu Dev-let Bakanı Bekir Bozdağ, başkent Viyana’da Türk gazeteciler ile kahvaltıda buluştu.

Bozdağ: Avusturya’daki Türk Öğrenciler İçin Türkçe Zorunlu Ders

Dünya Türk Gençleri B i z Ö t ü k e n d e n b u y a n a ; Özgür yaşayan, zincirleri kıran bir ırkın evlatlarıyız. Karanlık yerlere ışık ve medeniyet götüren, ada-

let ve şefkatiyle, kılıçları güle çeviren, kölelere hürri-yet veren, hizmetleriyle insanlığa efendilik yapan ci-hana hükmeden Devletler kurmuş Ataların evlatlarıyız.

Onlara layık evlatlar olabilmemiz için: E l i m i z e , b e l i m i z e , d i l i m i z e , i ş i -

mize, eşimize, aşımıza sahip çıkmalıyız. Burçlarda dalgalanan bayrakların gölgelerinde; da-

marlarında asil Türk kanı taşıyan bütün kardeş-lerimizin özgür olarak yaşamalarını sağlamalıyız.

Dilde, fikirde ve işte, bir olarak; Adriyatik denizin-den Çin Seddine kadar değil, bütün dünyada yaşa-yan insanların yaratılış sırlarına uygun olarak birbir-lerini kucaklayıp, dostça yaşamalarını sağlamalıyız.

Türküm deyip; Türkle gülen, Türk için çalışan bütün insan-lar, ayrı bayraklar altında olsalar dahi Türk kimliği altında ya-şamalarının onur ve şerefiyle, mazlum milletlerin gasp edilmiş olan haklarının ve itibarlarının iade edilmesini sağlamalıyız.

Sömüren değil paylaşan, ağlatan değil güldü-ren, zulüm eden değil okşayan, öldüren değil ya-şatan, ruhlara sahip olan, Tanrı tarafından övülmüş in-sanlığın güvencesi Türk Milletinin Çalışkan Gençleri:

İnsanlık ve kâinat bizim omuzlarımızda yükselecektir. Damarlarımızda akan asil kan bunun teminatıdır. İnsanlığın ve kâinatın mutluluğu için

N e M u t l u T ü r k ü m D i y e n e !

Rafet ULUTÜRK

Page 2: Genç Bengü Gazetesi 2.Sayı

2 Türk Dünyasının Sesi

I - T ü r k ç ü l ü ğ ü n T a r i h iTürkçülüğün yurdumuzda ortaya çıkmasından önce

Avrupa’da Türklükle ilgili iki hareket oluştu. Bulardan bi-rincisi Fransızca, Turquerte denilen, Türk hayranlığı’dır. Türkiye’de yapılan ipekli ve yün dokumalar, halılar, ki-limler, çiniler, demirci ve marangoz işleri, ciltçilerin, tez-hipçilerin yaptıkları ciltler ve tezhipler, mangallar, şam-danla, vb. Gibi Türk sanat eserleri çoktan Avrupa’daki sanat severlerin dikkatini çekmişti. Bunlar, Türklerin eseri olan bu güzel şeyleri binlerce lira vererek toplarlar ve ev-lerinde bir Türk salonu veya Türk odası oluştururlardı. Ba-zıları da bunları başka milletlere ait güzel şeylerle birlikte, bibloları arasında sergilerdi. Avrupalı ressamların Türk ha-yatıyla ilgili yaptıkları tablolar ile, şairlerin ve filozofla-rın Türk ahlakını nitelemek amacıyla yazdıkları kitap-lar da Turquerie’nin içine girerdi. Lamartine’in, Auguste Comte’un Pierre Laffite’in, Ali Paşa’nın özel sekreterleri olan Mismer’in, Pierre Loti’nin, Farrere’in Türklerle il-gili dostça yazıları bunların örneklerindendir. Avrupa’daki bu hareket tamamen Türkiye’deki Türklerin güzel sa-natlardaki ve ahlaktaki yüksekliklerinin bir sonucudur.

Avrupa’da otaya çıkan ikinci harekete de Türkiyat (Tür-koloji) adı verilir. Rusya’da, Almanya’da, Macaristan’da, Danimarka’da, Fransa’da, İngiltere’de, birçok bilim adam-ları eski Türklere, Hunlara ve Moğollara ait tarihi ve ar-keolojik araştırmalar yapmaya başladılar. Türklerin eski bir millet olduğunu oldukça geniş bir alanda yayılmış bu-lunduğunu ve çeşitli zamanlarda dünya egemenliğine ya-raşır devletler ve yüksek medeniyetler kurduğunu mey-dana koydular. Gerçi bu sonuncu araştırmaların konusu Türkiye değil, eski Doğu Türkleri idi. Fakat, birinci ha-reket gibi, bu ikinci hareket de yurdumuzdaki bir takım fikir adamlarının ruhuna etkisiz kalmıyordu. Özellikle Fransız tarihçilerinden Deuignes’nin Türkler Hunlar ve Moğollara ait yazılmış olduğu büyük tarihle; İngiliz bi-lim adamlarından Sir Davids Lumley’in Üçüncü Selime ithaf ettiği Kitab-ı İlmü’n Nafi (yaralı bilim kitabı) adın-daki genel Türk grameri, aydınlarımızın ruhunda büyük etkiler yaptı. Bu ikinci eser, yazarı tarafından İngilizce yazılmıştı. Bir süre sonra annesi bu kitabı Fransızca’ya çevirerek Sultan Mahmut’a ithaf etti. Bu eserde, Türkçe’nin çeşitli dallarından başak, Türk medeniyetin-den, Türk etnografyasından ve tarihinden söz ediliyordu.

Sultan Abdülaziz’in son dönemi ile Sultan Abdülhamid’in ilk devirlerinde, İstanbul’da büyü bir düşünce hareketi görüldü. Burada hem bir Encümen-i Daniş (akademi) oluşmaya başlamış, hem de bir Da-rülfünun (üniversite) kurulmuştu. Bundan başak as-keri okullar yeni bir ruhla yükselmeğe başlamıştı.

O zaman bu Darülfünün’da Tarih Felsefesi profe-sörü Ahmet Vefik Paşa’ydı. Ahmet Vefik paşa, Şecere-i Türkiye’yi (Türklerin soy kütüğü) Doğu Türkçe’si’nden İstanbul Türkçesi’ne çevirdi. Bundan başak, Lehçe-i Osmani (Osmanlı lehçesi) Türk lugati hazırlayacak Türkiye’deki/Türkçe’nin genel ve büyük Türkçe’nin bir lehçesi olduğunu ve bundan başka Türk lehçeleri bulundu-ğunu aralarında da karşılaştıralar yaparak meydana koydu.

Ahmet Vefik Paşa’nın bu bilimsel Türkçülükten başka, bir de sanat Türkçülüğü vardı. Evinin bütün fertlerinin mo-bilyaları, kendisinin ve ailesi fertlerinin elbiseleri genellikle Türk ürünüydü. Hatta, çok sevdiği kızı Avrupa modeli bir terlik almak için çok ısrar ettiği halde, “Evine Türk ürün-lerinden başka bir şey giremez” diyerek bu arzusuna en-gel oldu. Ahmet Vefik Paşa’nın başka bir orijinalitesi de, Moliere’in komedilerini Türk geleneklerine adapte et-mesi ve şahısların adlarını ve kimliklerini Türkleştirerek Türkçe’ye aktarması ve milli bir sahneden oynatması idi.

Darülfünün’un bir profesörü Türkçülüğün bu ilk esasla-rını kurarken, askerî okullardan sorumlu bakan olan Şıpka Kahramanı Süleyman Paşa da Türkçülüğü askeri okul-lara sokmağa çalışıyordu. Süleyman Paşa’nın Türkçü-lüğünde, Deguignes’in tarihi etkili olmuştur, diyebiliriz. Çünkü yurdumuzda ilk defa olarak Çin kaynaklarına da-yanarak Türk tarihi yazan Süleyman Paşa, bu eserde, özel-likle Değuignes’i kaynak almıştır. Süleyman Paşa Tarih-i Alem (Dünya Tarihi) adlı eserinin başında, bu kitabı ni-çin yazmağa başladığını anlatırken diyor ki: “Askeri okul-ların başına geçince, bu okullara gerekli olan kitapların di-limize çevrilmesini uzmanlara bıraktım. Fakat sıra tarihe gelince, bunun çeviri yoluyla yazdırılamayacağını dü-şündüm. Avrupa’da yazılan bütün tarih kitapları ya dini-mize, veya milliyetimize (Türklüğümüze) ait karalama-larla doludur. Kitaplardan hiç birisi dilimize çevirtilip de okullarımızda okutturulamaz. Bu nedenledir ki, okulları-mızda okunacak tarih kitabının yazılması işini ben üze-rime aldım. Yazmış olduğum bu kitapta gerçeğe ters hiç bir söze rastlamayacağı gibi, dinimize ve milliyetimize ters düşecek hiç bir sözle karşılaşmak imkanı da yoktur.”

Avrupa tarihlerindeki Hunlar’ın, Çin tarihindeki Hiyong-nu’lar olduğunu ve bunların Türklerin ilk dede-leri bulunduğunu ve Oğuz Han’ın Hiyong-nu devleti-nin kurucusu Mete olması gerektiğini bize ilk kez öğre-ten Süleyman Paşa’dır. Süleyman Paşa, bundan başka, Cevdet Paşa gibi, dilimizin grameriyle ilgili bir kitap da yazdı. Fakat bu kitaba Cevdet Paşa gibi, Kavaid-i Os-

maniye (Osmanlıca kuralları) adını vermedi. Çünkü, di-limizin Türkçe olduğunu biliyordu ve Osmanlıca adı altında üç dilden… yapılmış bir dil olamayacağını anla-mıştı. Süleyman Paşa, bu konudaki düşüncesini, Ta’lim-i Edebiyyat-ı Osmaniye (Osmanlı edebiyat öğrenimi) adıyla bir kitap yayınlayan Recaizade Ekrem Bey’e yaz-dığı bir mektupta meydana koydu. Bu mektupta diyor ki: “Osmanlı edebiyatı demek, doğru değildir. Ayrıca, dili-mize Osmanlı dili ve milletimize Osmanlı milleti demek de yanlıştır. Çünkü Osmanlı tabiri yalnız devletimizin adı-dır. Milletimizin adı ise, yalnız Türk’tür. Bundan dolayı dili de Türk dilidir, edebiyatımız da Türk edebiyatıdır.”

Süleyman Paşa, askeri okulların ilk kısmında okunmak üzere, Esma-yı Türkiye (Türk isim-leri) adlı kitabı da Osmanlıcanın etkisi altında Türkçe kelimelerin unutulmaması amacı ile yazmıştı.

Görülüyor ki, Türkçülüğün ilk babaları Ahmet Ve-fik Paşa ile Süleyman Paşa’dır. Türk ocaklarında ve di-ğer Türkçü kuruluşlarda bu iki Türkçülük öncüsünün bü-yük boyda resimlerini asmak, değerbilirlilik gereğidir.

Türkiye’de Abdülhamid bu kutsal akımı durdurmağa çalışırken, Rusya’da iki büyük Türkçü yetişiyordu. Bun-lardan birincisi Mirza Fethali Ahundzade’dir ki, Azeri Türkçesi’nde yazdığı orijinal komediler bütün Avrupa dil-lerine çevrilmiştir. ikincisi, Kırım’da Tercüman gazete-sini çıkaran Gaspıralı İsmail’dir ki, Türkçülükteki ilkesi dilde, fikirde ve işte birlik idi. Tercüman gazetesini Ku-zey Türkleri anladığı kadar Doğu Türkleri ile Batı Türk-leri de anlardı. Bütün Türklerin aynı dilde birleşmeleri de anlardı. Bütün Türklerin aynı dilde birleşmelerinin mümkün olduğuna bu gazetenin varlığı canlı bir delildir.

Abdülhamid’in son devrinde, İstanbul’da Türkçülük akımı tekrar uyanmağa başladı.

Rusya’dan İstanbul’a gelen Hüseyin-zade Ali Bey, Tıbbiye’de Türkçülük esaslarını anlatıyordu. Turan ismin-deki şiiri, Turancılık idealinin ilk dışa vurumu idi. Yunan sa-vaşı (1897) başladığı sırada, Türk şair Mehmet Emin bey:

Ben bir Türk’üm, dinim, cinsim uludur.Dizesi ile başlayan ilk şiirini yayınladı. Bu iki şiir ha-

ber veriyordu Hüseyin-zade Ali Bey, Rusya’daki milli-yetçilik akımlarının etkisiyle Türkçü olmuştu. Özellikle, daha kolejde iken, Gürcü gençlerinden son derece mil-liyetçi olan bir arkadaşı ona milliyet aşkını aşılamıştı.

Türk şairi Mehmet Emin Bey’e Türkçülüğü aşı-layan kendisinin söylediğine göre Afganlı Şeyh Cemaleddin’dir. Mısır’da Şeyh Muhammed Abduh’un Kuzey Türkleri arasında Fahreddin oğlu Rızaeddin’i yetiştiren bu büyük İslam lideri Türkiye’de Mehmet Emin Bey’i bularak hak dilinde, halk vezninde mil-let sevgisiyle dolu şiirler yazmasını söylemişti.

Türkçülüğün ilk devrinde, Deguignes tarihinin et-kili olduğunu görmüştük. İkinci devirde, Leon Cahun’ün Asya Tarihine Giriş adlı kitabının büyük etkisi oldu. Ne-cip Asım Bey, birçok eklemlerle bu kitabın Türklerle il-gili bölümünü Türkçe’ye aktarmıştı. Necip Asım Bey’in bu kitabı, her tarafta, Türkçülüğe doğru eğilimler uyan-dıydı. Ahmet Cevdet Bey, İkdam gazetesini Türkçülüğün bir organı haline koydu. Emrullah Efendi, Veled Çelebi ve Necib Asım Bey bu Türkçülüğün ilk mücahitleri idi.

Fakat, ikdam gazetesi etrafında toplanan bu Türk-çülerden özellikle Fuat Raif Bey’in Türkçe’yi sa-deleştirmek konusunda yanlış bir teoriyi izle-mesi Türkçülük akımının değer kaybetmesine neden oldu. Bu yanlış, tasfiyecilik (arı Türkçecilik) fikriydi.

“Arı Türkçecilik” dilimizden Arap, acem köklerinden gelmiş bütün kelimeleri çıkararak, bunların yerine Türk kökünden doğmuş eski kelimeleri, veya Türkçe köklerden yeni eklerle yapılacak yeni Türk kelimeleri yerleştirmek demekti. Bu teorinin uygulamasını göstermek için yayın-lanan bazı makaleler ve mektuplar, zevk sahibi olan oku-yucuları tiksindirmeğe başladı. Halk diline yerleşmiş olan Arapça ve Farsça kelimeleri Türkçe’den çıkarmak bu dili en canlı kelimelerden, dini, ahlaki, felsefî kavramlardan yoksun kılacaktı. Türkçe köklerden yeni yapılan kelimeler gramer esaslarını altüst edeceğinden başka, halk için ya-bancı kelimelerden daha yabancı, daha bilinmezdi. Bun-dan dolayı bu hareket dilimizi sadeliğe, açıklığa doğru gö-türecek yerde karışıklığa ve karanlığa doğru götürüyordu. Bundan başka, doğal kelimeleri atarak onların yerine ya-pay kelimeler koymağa çalıştığı için, gerçek dil yerine ya-pay bir Türk esperantosu oluşturuyordu. Ülkenin ihtiyacı ise, böyle yapma bir esperantoya değil, bildiği ve anla-dığı, alışılmış ve yapmacık olmayan kelimelerden oluş-muş bir anlaşma aracı idi. İşte, bu nedenden dolayı, ikdam-daki arıcılık akımından yarar yerine zarar meydana geldi.

Bu sarıda Tıbbiye’de şekillenen gizil bir ihtilal örgü-tünde Pan-Türkizm, Pan-Ottomanizm, Pan-İslamizm ide-allerinden hangisinin gerçeğe daha uygun olduğu tartı-şılıyordu. Bu tartışma Avrupa’daki ve Mısır’daki Genç Türklere de yapılarak; kimileri Pan-Türkizm idealini ki-mileri de Pan-Ottomanizm idealini kabul etmişlerdi. O zaman Mısır’da çıkan Türk gazetesinde Ali Kemal Os-manlı Birliği fikrini ileri sürerken Akçura - oğlu Yusuf Bey’le Ferit Bey Türk birliği politikasını öneriyorlardı.

Bu sırada, Hüseyinzade Ali Bey İstanbul’dan

ve Ağaoğlu Ahmet Bey Paris’ten Bakü’ye gelmişler ve orada mücadele için el ele vermişlerdi. Topçuba-şıoğlu da bunlara katıldı. Bu üç kişi, orda o zamana kadar hakim olan Sünnilik ve Şiilik çekişmelerini gi-dererek Türklük ve İslamlık çerçevesindeki bir örgüt-lenmede bütün Azerbaycanlıları toplamağa çalıştılar.

23 Temmuz (1908) hareketinden sonra, Türkiye’de Osmanlıcılık düşüncesi hakım olmuştu. Bu sıra-larda yayınlanmaya başlayan Türk Derneği der-sini, gerek bu nedenden gerek yine ara Türkçeci-lik akımına kapılmadan dolayı hiç bir rağbet görmedi.

31 Mart’tan sonra, Osmanlıcılık fikri eski geçerliliğini kaybetmeğe başladı. Zamanında Abdülhamid’e İslam Bir-liği düşüncesini aşılamış olan Alman Kayzer’i, bu fırsat-tan yararlanarak, Sultanahmet Meydanın’da İslam Birliği adına bir miting yaptırdı. Bu günden itibarın, ülkemizde, gizli İslam Birliği örgütlenmeğe başladı. Genç Türk-ler, “Osmanlıcı” ve “İslam Birliği taraftarı” olmak üzere, iki karşı guruba ayrılmağa başladılar. Osmanlıcılar koz-mopolit, İslam Birliği taraftarları ise, ültramonten idiler.

Her iki akım da ülke için zararlıydı. Ben, 1910 kongresinde Selanik’te Genel Merkez üyeli-ğine seçildiğim sırada, politik görünüş böyleydi.

Bu sırada, Selanik’te Genç Kalemler adında bir dergi çıkıyordu. Derginin başyazarı Ali Canip Bey ile, bir gece, Beyaz Kule bahçesinde konuşuyorduk. Bu genç bana der-gisinin dilde sadeliğe doğru bir dönüşüm gerçekleştirmeğe çalıştı3ğını; Ömer Seyfettin’in dil hakkındaki bu fikirci-leri tamamiyle benim düşüncelerime uyuyordu. Genç-liğimde Taşkışla’da tutuklu bulunduğum sırada erlerin mülazım-ı evvel’e evvel mülazım (teğmen), Trablus-ı Garp’a Garp Trablus’u (Libya), Trablus-ı Şam’a Şam Trablus’u demeleri bende şu kesin yargıyı uyandırmıştı:

Türkçe’yi yeniden düzenlemek için, bu dilden bütün Arapça ve Farsça kelimeleri değil, Arap ve Fars kurallarını atmak, Arapça ve fakça kelimelerden de Türkçe’si olanları çıkararak, Türkçe karşılığı bulunmayanları dilde bırakmak.

Bu düşünceyle ilgili bazı yazılar yazmış isem de, ya-yınlanmağa fırsat bulamamıştım. Nasıl ki, Türkçülük hak-kında yazı yazmak içinde henüz bir fırsat çıkmamıştı. Daha on beş yaşında iken Ahmet Vefik paşa’nın Lehçe-i Osmani’si ile Süleyman Paşa’nın Tarih-i Alem’i bende Türçülük fikri uyandırmıştır. 1896 da İstanbul’a geldiğim zaman, ilk aldığımız kitap Leon Cahun’ün tarihi olmuştur. Bu kitap, adeta, Pan-Türkizm ülküsünü özendirmek, üzere yazılmış gibidir. O zaman Hüseyin-zade Ali Bey’le temas ederek, Türkçülük hakkındaki görüşlerini öğreniyordum.

Özetle on yedi- on sekiz yıldan beri Türk milletinin sos-yolojisini incelemek için harcadığım çalışmaların ürünleri kafamın içinde toplanmış duruyordu. Bunları meydana at-mak için yalnız bir nedenin oluşması gerekiyordu. İşte, Genç Kalemler’de Ömer Seyfettin’in başatmış olduğu fi-kir mücadelesi bu sebebi hazırladı. Fakat ben dil meselesini yeterli görmeyerek Türkçülüğü bütün idealleriyle bütün programıyla ortaya atmak gerektiğini düşündüm. Bütün bu fikirleri kapsayan Turan şiirini yazarak Genç Kalemler’de yayınladım. Bu şiir tam zamanında yayınlamıştı.

Çünkü Osmanlıcılıktan da İslam Birliği fik-rinden de ülke için tehlikeler doğacağını gö-ren geç ruhlar, kurtarıcı bir ideal arıyorlardı. Turan şi-iri bu idealin ilk kıvılcımı idi. Ondan sonra sürekli bu şiirdeki esasları açıklamak ve yorumlamakla uğraştım.

Turan şiirinden sonra Ahmet Hikmet Bey, Altın ordu makalesinin yayınladı. İstanbul’da, Türk Yurdu dergisi ile Türk Ocağı cemiyeti kuruldu. Halide Edib Hanım, Yeni Turan adlı romanı ile,Türkçülüğe büyük biri değer verdi. Hamdullah Suphi Bey, Türkçülüğün aktif bir önderi oldu. İsimleri yukarıda geçen veya geçmeyen bütün Türkçüler gerek Türk Yurdu’nda, gerek Türk Ocağı’nda birleşerek beraber çalıştılar. Fuat Köprülü, Türkoloji alanında büyük bir bilim adamı oldu. İlmi eserleri ile, Türkçülüğü aydınlattı.

Yakıp Kadri, Yahya Kemal, Falip Rıfkı, Refik Halit, Re-şat Nuri, Beyler gibi yazarlar ve Orhan Seyfi, Faruk Nafiz, Yusuf Ziya, Hikmet Nazım, Vala Nurettin beyler gibi şairler yeni Türkçe’yi güzelleştirdiler. Müfide Ferit Hanım da, ge-rek değerli kitaplarıyla, gerek Paris’teki yüksek konferans-ları ile Türkçülüğün yükselmesine büyük emekler harcadı.

Türkçülük dünyası bugün o kadar genişlemiştir ki, bu alanda çalışan sanatçılarla bilim adamlarının isimlerini say-mak ciltlerle kitap gerektirir. Yalnız. Türk mimarlığında, Mimar Kemal Bey’i unutmamak gerekir. Bütün genç mi-marların Türkçü olmasında, onun büyük bir etkisi vardır.

Bununla beraber, Türkçülüğe ait bütün bu hareketler ve-rimsiz kalacaktı, eğer Türkleri Türkçülük ideali çevresinde birleştirerek büyük bir yok oluş tehlikesinden kurtarmayı başaran büyük bir dahi ortaya çıkmasaydı. Bu büyük dahi-nin adını söylemeğe gerek yok. Bütün dünya, bugün Gazi Mustafa Kemal Paşa adını kutlu bir kelime sayarak, her an saygıyla anmaktadır. Eskiden Türkiye’de. Türk milleti hiç bir önemli yere sahip değildi. Bugün, her hak Türk’ündü. Bu topraktaki egemenlik Türk egemenliğidir. Politikada kültürde, ekonomide hep Türk halkı egemendir. Bu kadar esin ve büyük inkılabı yapan kişi Türkçülüğün en büyük adamıdır. Çünkü, düşünmek ve söylemek kolaydır. Fakat, yapmak ve özellikle başarı ile sonuçlandırmak çok güçtür.

TÜRKÇÜLÜĞÜN ESASLARI - Ziya GÖKALP - Kültür Bakanlığı Yayınları - 1975

Sayın başkan, Türk Dünyasını de-ğerli geçleri, Hanım efendiler ve Bey efendiler! Hepinizini Afganistan Türk-leri adına saygıyla selamlıyorum.30 yılı geçgın bir savaş için de olan

Afganistan’ı anlatarak sizi başınızı ağrıt-mayacağım, bu gün Türk dünyasını ko-nuşacağım. Biraz geriye doğru gideceğiz ilk önce 1550 de Ruslar kazanı işgal eti ve yakıp yıktı, 1585 ufayı işgal etti Rus-lar yavaş yavaş güneye doğru inmeye başladı ve nihayet 1920 de İslam’ın güz bebeği olan Buhara’yı işgal eti bu saydı-ğımız tarih içerisinde hep Türkleri, ölüm, sürgün ve göç. analarını güz yaşı hiç din-memiştir. Rusların en büyük Türklere karşı kötülüğü, asimilasyon ve Türkler arasında nifak tohumunu ekmiştir, kav-miyetçiliği öne pilana çıkarrak Suni milli-yetler icat etmiştir. Rusların bu işkalından önce günümüzdeki kavmiyetler hepsine Türk olarak hitap ediliyor ve Türkçe ko-nuşyorlardı. mesela İstanbul’da, kazan da, Taşkent Buhara da ve Herat ta bası-lan eserler Adriyatik denizinden Çin sed-dine kadar okunup anlaşa biliyordu. O zamanlar günümüzde ki Türk boyları kaşkarlı Mahmud’un divanı loğatı türk, emirali şiir navayinin divanında, sofi al-lahyarın sıbatıl acizin de ve Ahmet ye-sevi hazretlerinin divanı hikmetinde ve fuzulinin divanın da türk olarak geç-mektedir. Ruslar boyları ayırdığı gibi dilleri de hatta kılık kıyafeti de ve hatta Türk yemeklerini bile boy boy ayırmış-tır. Büyük Türküstanı parçalayarak kü-çük cumhuriyetlere ayırdı. Nihayet 1979 de Afganistan’ı işgal eden Rusya, Afga-nistan kuzeyi güney türküstanı da Özbek Türkmen olarak ayırmıştır. Bu gün İsmail Gaspıralının dediği gibi işte fikirde dilde dinde birlik olalım. Ne mutlu türküm di-yene hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Dünya Türkmenleri Eğitim Vakfı Başkanı

Mustafa Kemal

MAHDUM

Türkçülüğün Özü - I. Türkçülüğün Tarihi

RF Karaçay-Çerkes Özerk Cumhuriyeti’nde düzenlenen Karaçay-Balkar Halk Şairi İs-mail Semenov’u anma ve “ZİKİRLE” kitabı-nın tanıtım programında RF Karaçay-Çerkes Özerk Cumhuriyeti Parlamento Başkanlığı ve Semenov Sülalesi tarafından TÜRKSOY Genel Sekreteri Düsen Kaseinov’a Teşekkür Belgesi ve Plaketi takdim edildi.

Genel Sekreter Düsen Kaseinov’a plaket ve bel-geleri Temmuz ayının ilk haftası RF Karaçay-Çerkes Özerk Cumhuriyeti’nde etkinlik-lere katılan Ufuk Tuzman tarafından sunuldu.

Etkinlikler ve TÜRKSOY’un oradaki tanıtımı ile ilgili bilgi veren Tuzman tanıtımı yapılan Semenov’un son yayınlanan eseri “ZİKİRLE” kitabının koleksiyon serisine ait ilk yüz baskısından biri olan 10.nüshasını Kaseinov’a takdim etti.

TÜRKSOY’a RF Karaçay-Çerkes Özerk Cumhuriyeti Parlamentosu’ndan

Teşekkür Belgesi

Page 3: Genç Bengü Gazetesi 2.Sayı

Türk Dünyasının Sesi 3

Türk Dünyası Kültür BaşkentiEskişehir’in Türk Dünyası

Kültür Başkentliği Hazırlığı Eskişehir Valisi Kadir Koçdemir, Kasım’da Kazakistan’ın başkenti Astana’dan Türk Dünyası Kültür Başkentliği bayrağını teslim alacak.Eskişehir Valisi Kadir Koçdemir,

Kasım’da Kazakistan’ın başkenti Astana’dan Türk Dünyası Kültür Başkentliği bayrağını teslim alacak.Vali Koçdemir ve beraberindeki

heyet, bayrağı Astana’da Kasım’da Kazakistan Devlet Başkan Nursultan Nazarbayevin de katılımıyla gerçekleştirilecek törenle devralacak.Astana’nın “Türk Dünyası Kültür

Başkenti” unvanıyla yapacağı son etkinlik olan devir teslim töreni, gala konseriyle Piramit Konser Salonu’nda yapılacak.Astana’ya gidecek resmi heyette

MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel, Ak Parti Eskişehir milletvekilleri Salih Koca ve Ülker Can, CHP Eskişehir Milletvekili Kazım Kurt, İl Genel Meclisi Başkanı Ahmet Yapıcı, Odunpazarı Belediye Başkanı Burhan Sakallı, Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Başkanı Ekrem Birsen ile yerel ve ulusal basından temsilciler yer alacak.-”Bayrağı daha yukarı taşıyacağız”-Koçdemir, konuyla ilgili yaptığı

açıklamada, Eskişehir’in Türk

Dünyası Kültür Başkentliği bayrağını bir yıl boyunca onur ve heyecanla taşıyacağını bildirdi.Eskişehir’in bayrağı üst seviyelere

çıkaracağını kaydeden Koçdemir, çalışmalarda Eskişehir için bir milat, Türkiye için saygın referansı, Türk Dünyası için kolay unutulmayacak bir kucaklaşma olması adına gayret göstereceklerini ifade etti.TÜRKSOY üyesi ülkelerden

sanatçıların katılımıyla düzenlenecek gala konserinde, Türkiye’den Kültür ve Turizm Bakanlığı Türk Halk Müziği Korosu, Azerbaycan, Rusya Federasyonu’ndan Altay, Başkurdistan, Tataristan, Hakas, Tuva ve Saha-Yakut Özerk Cumhuriyetleri, KKTC, Ukrayna, Kırgızistan ile Kazakistan’dan ünlü sanatçılar ve müzik grupları sahne alacak.

Rafet ULUTÜRKDünya Türk Gençler Birliği İstanbul Koordinatörü

Değerli Misafirler, Basın mensup-ları, Sevgili dava arkadaşlarım, ben ko-nuşmama bir şiir ile başlamak isterim

Ey Yüce TÜRK ! …Seni anlamak, seni tanımak, seni tanımlamak,

sana ulaşmak için bu kadar uğraşa, emeğe külfete gerek var mı ?

Senin erdemin, senin özverin, inandığın ilkelerin, tarihi ve kültür mirasın, oluşturduğun değerlerin,Bilim ve sanat aşkın, insanlık dünyasına ve me-

deniyetine yaptığın katkıların, hürriyet ve istiklalin,

Namusun ve onurun uğruna her millete örnek olan mücadelelerin, sabrın,

vefakarlığın, konuk severliğin,Binlerce yıllık tarihin ve yüksek insani ideallerin bütün kalplerde ve zihinlerde yazılı değil mi ?

Ertuğrul ÖKTEMuhterem dava arkadaşlarım, hepinize ko-

nuksever ve güler yüzlü Balkan Türklerinden kucak dolusu sevgi ve selam getirdim. .Bu in-sanlar öyle insanlar ki her zaman Türklüğünün bilincinde olmuş ve Türk birliğinin gerçekleş-mesi için kalplerinde tutuşan iman ateşiyle, ça-lışmış ve mücadele etmiştir. Bu insanlar öyle insanlar ki dünyada eşi benzeri bulunmayan iş-kencelere katliamlara ve her tür fiziki ve ruhi baskılara rağmen, kendi benliğinden taviz ver-meyerek bütün zorluklara göğüs germiş ve asır-larca Türk’ün gurur ve şerefiyle yaşamıştır.

Türk Dünyası’na sayısız şairler, yazarlar, sa-natçılar, sporcular ve bilim adamları vermiş-tir. Türk Dünyası’nın bir ferdi olarak Balkan Türklüğünün temsilcisi olmaktan gurur du-yuyorum. Bu gün böyle bir toplum içinde kendimizi anlatma ve düşüncelerimizi ifade etme imkânı bulmaktan şeref duyuyorum.

Değerli dava arkadaşlarım. Ben vatanımı ara-mak isterim, bir kısmı dedi ki Anadolu’dan Balkanlara gitmişsiniz, kimsi dedi ki Kavkas-yadan gitmişsiniz, kimisi dedi ki Türkistan’dan gitmişsiniz, kimsi dedi ki Altaylardan, Ötü-kenden gitmişsiniz. Neticede anladım ki be-nim vatanım Adriyatik’ten Çin seddine uza-nan KOSKOCA BİR TÜRK DÜNYASI. Hiç bir Millete nasip olmayan Büyük bir tarihe sahip, hatta düşmanlarımızın bile okudukla-rında Âşık eden engin Tarihimizin hareket nok-tamız olmalıdır. Öncelikle bu zengin ve in-sanda hayranlık uyandıran tarihimizi çok iyi öğrenmeli ve ilk önce tarihte birleşmeliyiz.

Tarihimizi avunma kaynağı olarak de-ğil, geleceğe giden yolda bir basamak ola-rak ele almalıyız. Geçmişteki başarılarımız-dan ve başarısızlıklarımızdan ders almalıyız.

Türk Dünyası yıllar boyunca bir birinden kopup, birbirinden ayrı, birbirine kavuşma hasreti içerisinde olağan üstü zor şartlar al-tında, var olma mücadelesi vermişlerdir. İşte bu mücadelenin neticesinde birçok Türkiye Cumhuriyetleri bağımsızlığına kavuşmuştur. Bu mücadele. Esaret ve mücadele esnasında birçok yaralar alınmıştır. Bu yaraların sarıl-ması önemli bir zaman alacağı muhakkaktır.

Ancak Türk Dünyası’nı iktisadi, içtimai, si-yasi hayatta yaptıkları iş birliği oranında ba-şarılı olacak ve uluslararası alanında da etkili olacaktır. Bu iş birliğinin etkileri bü-tün dünya üzerinde olacağı gibi, özellikle Türklerin yoğun olarak yaşadıkları yer-lerde büyük değişikliklere sebep olacaktır.

Bizler devletlerimizde kurulan dış işleri ve dış Türkler konularında kurulan yeni kuruluşlarda bizim DTGB-Dünya Türk Gençler Birliğinin yönetiminin referansları ile buralara görevliler alınmalıdır. Bunu yapabilmek için tabi ki bizim de yapmamız gerekenler var. Bunun için DTGB-Dünya Türk Gençler Birliğinin başına aday olabilecek kişi Dünya siyasetini çok iyi okuya-bilmelidir. Ayrıca para ile satın alınamamalıdır. DTGB nin içinde bu insanları çoğaltabilirsek demek ki dünyayı yönetmeye hazırız demektir.

Dünyayı yönetmek için ne gerekirse yapmaya hazır olmalıyız, buna hazırlıklı olmalıyız. Her yıl Liderler kurslarına gençlerimize sağlamalıyız. Türkiye Türkçesi ile yazışmalara başlamalıyız. Türk Dünyası’nın resmi dili Türkçe olmalıdır.

Eline, Beline ve diline sahip çık la-f ını yanlış yorumlayanlar var.

Eline-İline devletine sahip çık demektirBeline-Nesline geleceğine sahip çık demektirDiline-Dil Türkçeye sahip çıkDünyayı Türkçe konuşturmalıyız. İngilizce-

nin önüne geçebilmeliyiz, hedef koymalıyız.Burada aramızda samimi olmalı-

yız, bir birimize sahip çıkmalıyız.Siyasi hakları alamayan toplumlar yok ol-

maya mahkûmdurlar, bunu çok iyi öğrenmeli ve bunun gereğini yapmalıyız. Bizim çok bü-yük şansımız var çünkü biz kendi kültürümüzü

yaşatabilmek için önce Türkiye Cumhuriyetini güçlendirmekten geçtiğini çok iyi öğrenmeli ve gerekenleri yapmaya başlamalıyız. Bizler artık Türk Dünyasında stratejiler üretmeliyiz, bizler geçmişi değil geleceğimizi çizebilmeli-yiz. İşte o zaman biz değerli ve güçlü olabiliriz.

Bizler 20-50-70 yıl sonra neler olmalı neler yapmalı bu gençlerin yolunu çizmeliyiz. Bun-ları yapabilmek için ilk önce kendi toplumu-muzu çok iyi tanımalıyız ve neler yaparak yön verebileceğimizi zaten kendiliğinden gelecektir.

Evet, son olarak da,“Biz Türkler, devletsiz yaşamadık, yaşayama-

yız ve dünya devlet kurmayı bizlerden öğrenmiş-tir, ancak artık Türk gibi başlayıp Türk gibi bitir dedirtmeliyiz. Artık gerçek ve doğru tarihi an-latmak yazmak ve yaymak lazım, Türk tarihini dünyaya kabul ettirmemiz lazım. Her şey sabır işidir, benim Türk gençlerine üç tavsiyem olacak:

1. Hayallerinizin sonu olmayacak2. Ağır şartlar karşısında düşüp yıkılmayacak3. İnanç ve dava adına savaşırken ke-

sinlikle mükâfat beklemeyeceksiniz.Bedenleri ruhlara galebe çalanlar, asla bü-

yük işler başaramazlar, ruhlar bedenlere ga-lebe çalmalı. Birde şahsınıza yapılan zulmü af-fedin ki zalim olmayasın. Fakat Devletinize veya Milletinize yapılan zulmü hiç bir zaman asla ve asla affetmeyiniz. Muhtaç olduğunuz kudret damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur.

Ayrıca buradan 2 önerim olacak;1.Artık Türk Dünyası’nın bir takvimini yap-

malıyız, bu da Türk Dünyası’nın önemli olay-larının sıralandığı ve belirli tarihlerde anma tö-renlerini anımsatacak bir takvimini oluşturmak

2.Bizler aramızda artık bir vakıf oluşturmalıyız.Değerli arkadaşlar biz Balkan Türklerinin bir

temsilcisi olarak Balkanlardaki duruma bir göz atmak istiyorum. 1877 – 78 Rus Türk harbin-den sonra Balkanlarda sürekli olarak Türk nü-fusunu azaltmak için çeşitli yöntemler kulla-nılmıştır. Göçler, fiziki ve kültürel soy kırım, iktisadi kalkınmayı engelleme ve asimilas-yon. Yaklaşık 120 yıllık tarihte bu gün bü-tün dünyanın önünde sergilenen bu vahşet tablolarından, yüzlerce örnekler mevcuttur.

Ancak bizim amacımız, bu gün konuları incelemek ve ortaya koymak değildir. He-pimiz 21’ci yüzyılın eşinde Bulgaristan’da, Bosna Hersekteki olayları gördük. Me-deni dünya ise içki kadehlerini tokuştura-rak seyretti. Çünkü burada katledilenler Türk Dünyası’nın bir parçalarıdırlar. Hepimiz şun-dan emin olmalıyız ki, gelecekte de bu olay-lar devam edecektir. Şunu sormak istiyorum:

Bu gün iktisadi, içtimai, siyasi ha-yatta tek vücut olmuş, ortak dış politi-kayı uygulayan Türk Dünyası olsa, yuka-rıda bahsettiğimiz olaylar vuku bulurmuydu?

Kesinlikle bu acı olaylar yaşanmazdı. Çünkü Türk Dünyası’nın gücü karşısında Türk Dünyası’nın düşmanları geri adım at-mak zorunda kalacak ve burada yaşa-yan kardeşlerimiz kendilerine tanınmış veya elde ettikleri haklarını son noktasına ka-dar kullanma imkânına sahip olacaklardır.

H A N G İ Ç I L G I N B İ R L E Ş -MİŞ BİR TÜRK DÜNYASININ ÖNÜNE SED ÇEKEBİLİR Kİ?

Değerli arkadaşlar, işte Türk Dünyası’nın tek vücut haline gelmesi için her sahada çalışma-lar yapılması şarttır. Türk Dünyası Gençleri’nin hedefi de bu birliği sağlamak olmalıdır.

Bunun içinde hepimizin çalışmalar yapma-sını ve projeler üretmesini, gelecek kongrede de çalışmaların değerlendirilmesini teklif ediyor.

Bizler artık devletlerimizde yöne-timlere gelmeliyiz buralara gelme-miz için neler yapılmalı işte bunları yapmalıyız. Türk Dünyası gerçek manada ku-rulması için bizler devlet yönetimine gelmeliyiz.

Buradan tüm Türk Dünyası’nın analarına ses-leniyorum; “Çocuklarınızı yetiştirirken onları Dünyayı yönetebilecek bilgi, beceri, birikim ve ahlakla donatarak yetiştiriniz. Biz bu ağır işin altından kalkamasak da, sizin büyüttüğünüz ge-lecek kuşaklar bu ağır yükü bulunması gerek-tiği olan yüksekliklere rahatlıkla taşıyacaklardır. Türk Birliğine Dünyanın ihtiyacı vardır; bunu herkes idrak etmeli, dünyada kim adaletin hâkim olmasını isterse, bu birliğe destek olup sahip çıkmalıdır.” Son olarak KURULTAYIMIZ’IN Türk Dünyasına hayırlı uğurlu olmasını ve başarılı geçmesini temenni ediyorum.

DÜNYADA BİZ TÜRKLER, VARDIK, VARIZ VAR OLACAĞIZ

Bulgaristan Temsilcisi Rafet ULUTÜRK’ün konuşması;Sn.Başkan, Sn.Valim, Sn.Türk

Konseyi Başkanı,Sn.UHOH Ge-nel Başkanı Güner TAHİR

S n . M i l l e t v e k i l l e r i

Tuva Cumhuriyeti Kültür Bakanı Türkiye’de Tuva Cumhuriyeti Kültür Bakanı V. Dongak

Türkiyeye geldi. Ankarada temaslarda bulunan soydaş Tuva Cumhuriyeti Kültür Bakanı Ankarada Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatını ziyaret etti. Tuva Cumhuriyeti başşehri Kızıl şehrinin ikiyüz onbeş yılı için Bütün Türk Dünyasının Kültür Başkenti olmasını dilediklerini söyledi. Bilindiği üzere Tuva, Sakalardan (İskitlerden) günümüze kadar Türk kültürünün beşiği olmuştur. Yüzyıllar boyu Tuvada Çin, Rus işgalleri olsa bile Türk kültürü direnç gösterip erimemiştir. Günümüzde gölleri, ormanları, toplumu ile buram buram Türklük kokan Güney Sibiryadaki Tuva, Türkiye ve bütün Türk Dünyasından gezginleri beklemektedir. Türk akarsuyu da diyebileceğimiz Yenisey akarsuyunun kolları Tuvanın merkezi Kızılda

birleşir. Bu birleşim yerine «Asyanın Ortası» anıtı da dikilmiştir. Coğrafik olarak da Asya kıtasının tam ortası Kızıl şehri olmaktadır.

Yenisey akarsuyu boyunca yüzlerce Turan (Eski Türk) Alfabesi ile yazıtlar (kitabeler, bideler) bulunmaktadır. Arkeolog ve tarihçi araştırmacıların yetersiz olduğu ülkede hergün yine de asırlar öncesi Türk kültürüne ait tarihi eşyalar bulunmaktadır.

A y t m a t o v A n ı l ı y o rAytmatov Anılıyor Burkay Eskitürk Aralık

Dünya, Genel, Tüm Manşetler. Dünyaca ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov doğumunun 84. yılında anılıyor.Kaleme aldığı etkili eserleri ile dünyanın çeşitli ülkelerinde kalın okuyucu kitlesini toplayan ünlü Kırgız yazarı Cengiz Aytmatov doğumunun 84. yılında düzenlenen etkinliklerle anılıyor.

Kırgızistan Milli İlimer Akademisi Dil ve Edebiyat Enstitüsü yazarın köşesini düzenleyerek bir de heykelini dikti. Yazarın kardeşi İlgiz Aytmatov ile kız kardeşiRoza Aytmatova’nın hazır bulunduğu törende milletvekilleri, sanat ve ilim adamları da

katılarak, birer anlamlı konuşma yaptı. Aytmatov heykelin örtüsü yazarın kardeşleri tarafından açıldı. Aralık tarihinde dünyaya gelen Aytmatov, hayatından aldığı doğa ve insanların yaşam tarzını kaleme aldı. Savaşı, aşkı, hüznü, sabrı, aile tutumlarını sayfalarında en güzel sergileyen Aytmatov’un romanları film setine kadar taşındı.

5. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongresi Türk Dünyası Edebiyat Dergilerinin

beşinci büyük buluşması olacak bu edebiyat zirvesi; Çin’den Kosova’ya, Yakutistan’dan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne kadar onbeş ülkeden edebiyat dergisinin katılımı ile gerçekleşti. beşinci Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongresi, TÜRKSOY ve Avrasya Yazarlar Birliği’nin işbirliği; TİKA, L.Gumilov Avrasya Ulusal Üniversitesi, Altın Kıran ve Yunus Emre Türk Kültür Merkezi’nin katkılarıyla Kasım tarihlerinde Kazakistan’ın başkenti Astana’da toplanmıştır. ülkeden önde gelen edebiyat dergisinin genel yayın yönetmeni veya temsilcilerinin katıldığı Kongrede, çeviri ve edebiyat, edebiyat ve dil gibi başlıkların yanı sıra Türk Dünyasında edebiyat dergileri arasındaki

işbirliği imkanları ele alınmıştır. h t t p : / / w w w . a y b . o r g . t r

Page 4: Genç Bengü Gazetesi 2.Sayı

4 Türk Dünyasının Sesi

Dr.Müjgan DENİZ

Bulgar Türkü ve Bulgaristan

Türkü

Düşünceler

II - Türkçülük Nedir?

Türkçülük, Türk milletini yükseltmek demektir. O halde, Türkçülüğün özünü anlamak için, millet adı verilen topluluğun tanımını bilmek gerekir. Millet hakkındaki çeşitli görüşleri inceleyelim.

1) Irkı esas alan Türkçülere göre millet, ırk de-mektir. Irk kelimesi, gerçekte zoolojinin bir terimi-dir. Her hayvan türü anatomik özellikleri açısın-dan birtakım tiplere ayrılır. Bu tiplere ırk adı verilir. Mesela at türünün Arap ırkı, İngiliz ırkı, Macar ırkı adlarını alan birtakım anatomik tipleri vardır.

İnsanlar arasında da, eskiden beri, “be-yaz ırk, siyah ırk, sarı ırk, kırmızı ırk” denilen dört ırk mevcuttur. Bu kaba bir sınıflandırma olmakla beraber, hala önemini korumaktadır.

Antropoloji bilimi Avrupa’daki insanları, kafalarının şekli ve saçları ve gözlerini renk-lerini dikkate alarak üç ırka ayırmıştır: Uzun kafalı kumral, uzun kafalı esmer, yassı kafalı.

Bununla beraber, Avrupa’da hiç bir mil-let, bu tiplerden yalnız birini, içine almaz. Her millette, çeşitli oranlarda olmak üzere, bu üç ırka mensup bireyler vardır. Hatta, aynı aile-nin içinde, bir kardeş uzun kafalı kumral, diğer-leri uzun kafalı esmer ve yassı kafalı olabilirler.

Gerçi bir zamanlar, bazı antropologlar bu ana-tomik tiplerle sosyal davranışlar arasında bir ilişki olduğunu savunurlardı. Fakat birçok ilmi eleştiri-lerin ve özellikle… bizzat antropologlar arasında en yüksek bir konumda bulunan Manouvrier adındaki bilim adamının anatomik özelliklerin sosyal karakterler üzerinde hiç bir etkisi olmadı-ğını ispat etmesi, bu eski iddiayı tamamıyla çü-rüttü. Irkın, böylelikle sosyal niteliklerle hiç bir iliş-kisi kalmayınca, sosyal karakterlerin toplamı olan milliyetle de hiç bir ilişkisinin kalmaması gerekir. O halde, milleti başka bir alanda aramak gerekir.

2 ) K a v m i T ü r k ç ü -ler de, milleti kavim ile karıştırırlar.

Kavim, aynı anadan, aynı baba-dan üremiş, içine hiç yabancı karışma-mış aynı kandan bir topluluk demektir.

Eski toplumlar genellikle saf ve yabancılarla karışmamış birer kavim olduklarını savunurlardı. Halbuki, toplumlar tarih öncesi zamanlarda bile, kavmiyetçe saf değildiler. Savaşlarda esir alma, kız kaçırma, suç işleyenlerin kendi toplumundan kaçarak başka bir topluma girmesi, evlenmeler göçler, yabacıları kendine benzetme ve başka bir topluluk içinde erime gibi olaylar milletleri sürekli birbirine karıştırmıştı. Fransız bilim adamlarından Camille Julian ile Millet, en eski zamanlarda bile saf bir kavmin bulunmadığını savunmaktadırlar. Tarih öncesi zamanlarda bile saf bir kavim bu-lunmazsa, tarihi devirdeki kavim karışmalardan sonra, artık saf bir kavmiyet saçma olmaz mı? Bundan başka, sosyolojiye göre, fertler dünyaya gelirken sosyal bir nitelik taşımazlar. Yani sosyal duygu ve düşüncelerden hiç birini beraberinde getirmezler, mesela dil, din, ahlak, estetik; poli-tika, hukuk, ekonomi alanına ait hiç bir duygu ve düşünceyi beraber getirmezler. Bunların hepsini sonraları terbiye yoluyla toplamdan alılar. Demek ki, sosyal özellikler kalıtımla geçmez, yalnız ter-biye yoluyla geçer. O halde, kavmiyetin milli ka-rakter bakımından da hiç bir rolü yok demektir.

Kavim saflığı hiç bir toplumda bulunmamakla beraber, eski toplumlar kavmiyet idealini izler-lerdi. Bunun nedeni dini idi. Çünkü o toplumlarda kendisine tapılan, toplumun ilk atasından ibaretti. Bu yalnız kendi dölünden olanlara tanrılık etmek isterdi. Yabancıların kendi tapınağına girmesini, kendisine yapılacak ibadetlerle katılmasını kendi mahkemelerinde kendi kanunlarına göre yargı-lanmasını istemezdi. Bundan dolayı, toplumun içine çeşitli biçimde evlât edinme yoluyla girmiş bir çok kişi bulunmakla birlikte, bütün toplum yalnız Tanrının dölünden gelmiş sayılırdı. Eski Yunan sitelerinde, İslam’dan önceki Araplarda, eski Türklerde, kısaca henüz il devride bulunan bütün toplumlarda şu yalancı kavmiyeti görürüz.

Şurası da var ki, sosyal gelişmenin o aşama-sında yaşayan milletler için kavmiyet idealini iz-lemek normal bir hareket olduğu halde, bu-gün içinde bulunduğumuz aşamaya anormaldir. Çünkü, o aşamada bulunan toplumlarda sos-yal dayanışma yalnız dindaşlık bağından ibaretti. Dindaşlı kandaşlığa dalyanınca, doğaldır ki, sos-yal dayanışmanın dayanağında kandaşlık olur.

Bugünkü sosyal aşamada ise, sosyal daya-nışma, kültürdeki ortaklığa dayanıyor. Kültü-rün kuşaktan kuşağa aktarılması terbiye aracılı-ğıyla olduğu için, kandaşlıkla hiç bir ilgisi yoktur.

3) Coğrafi Türkçülere göre, millet, aynı ülkede oturan halkların toplamı demektir. Mesela onlara göre bir İran milleti, bir İsviçre milleti, bir Belçika milleti, bir Britanya milleti vardır. Halbuki İran’da Fars, Kürt ve Türk’ten ibaret olmak üzere üç mil-let; İsviçre’de Alman, Fransız, İtalyan’dan iba-ret olmak üzere yine üç millet; Belçika’da aslen Fransız olan Valon’larla, aslen Cermen olan Fla-manlar vardır. Büyük Britanya adaların da ise Anglo-Sakson, İskoçyalı, Galli, İrlandalı adla-rıyla dört millet vardır. Bu çeşitli toplulukların dil-leri ve kültürleri birbirinden ayrı olduğu, için hep-sine birden millet adanı vermek doğru değildir.

Bazen bir ülkede birçok sayıyla mil-let olduğu gibi, bazen de bir millet birçok ül-keye dağılmış bulunur. Mesela Oğuz Türk-lerine bugün Türkiye’de, Azerbaycan’da, İran’da, Harzem ülkesinde rastlarız.

Bu toplulukların dilleri ve kültür-leri ortak aldığı halde, bunları ayrı mil-letler saymak doğru olabilir mi?

4) Osmanlıcılara göre, millet, Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunan vatandaşları içine alır. Halbuki, bir imparatorluğun bütün vatandaş-larını bir tek millet saymak büyük bir hatadan ibaretti. Çünkü, bu birbirine karışmış topluluğun içinde, ayrı kültürlere sahip birçok millet vardı.

5) İslam Birliği taraftarlarına göre, mil-let, bütün Müslümanların toplamı demektir. Aynı dinde bulunan insanların bütününe üm-met adı verilir. O halde, Müslümanların bü-tünü de bir ümmettir. Yalnız dilde ve kültürde ortak olan millet ise bundan ayrı bir şeydir.

6) Fertçilere göre, millet, bir adamın ken-disini ait hissettiği herhangi bir toplumdur.

Gerçi, bir fert, kendisini görünüşte şu veya bu topluma bağlı saymakta özgür sanır. Oysa ki fert-lerde böyle bir özgürlük ve bağımsızlık durgu-larla yoktur. çünkü insandaki ruh. Duygularla dü-şüncelerden oluşmuştu. Yeni psikologlara göre, duygu hayatımız asıldır, düşünce hayatımız ona aşılanmıştır. Ruhumuzun normal bir halde bulu-nabilmesi için, düşüncelerimiz duygularımıza ta-mamıyla uygun olması gerekir. Düşünceleri duy-gularına uymayan ve dayanmayan bir adam, ruh bakımından hastadır. Böyle bir adam, hayatta mutlu olamaz. Mesela duygusu bakımından din-dar olan bir genç, kendisinin düşünce bakımından dinsiz sayarsa psikolojik bir dengeye sahip olabi-lir mi? Şüphesiz hayır! Bunun gibi, her fert, duy-guları aracılığıyla belli bir millete mensuptur. Bu millet, o ferdin, içinde yaşadığı ve terbiyesini al-dığı toplumdur. Çünkü, bu fert, içinde yaşadığı toplumun bütün duygularını terbiye aracılığıyla almış, tamamen ona benzemiştir. O halde bu fert, ancak bu toplumun içinde yaşarsa, mutlu olabilir. Başka bir toplumun içine giderse, sıla hastalığına uğrar, duygu bakımından bağlı olduğu halde, bir ferdin, istediği zaman milletini değiştirebilmesi kendi elinde değildir. Çünkü, milliyet de, dışa-rıda var olan bir gerçektir. İnsan milliyetini bilgi-sizliği yüzünden tanıyamamışken, sonradan araş-tırıp soruşturarak bulabilir. Fakat, bir partiye girer gibi, sırf iradesiyle şu veya bu millete katılamaz.

O halde, millet nedir? Irka, kavme, coğ-rafyaya politikaya ve iradeye ait güç-lere üstün gelecek ve onları egemenli-ğine alabilecek başa ne gibi bir bağımız var?

Sosyoloji ispat ediyor ki, bu bağ terbiyede, kül-türde, yani duygularda ortaklıktır. İnsan en sa-

mimi, en içten duygularını ilk terbiye zamanla-rında alır. Ta beşikte iken, işittiği ninnilerle ana, dilinin etkisi altında kalır. Bundan dolayıdır ki, en çok sevdiğimiz dil, ana dilimizdir. Ruhu-muzu oluşturan bütün din, ahlak ve güzellik duy-gularımızı bu dil aracılığıyla almışız. Zaten ru-humuzun sosyal duyguları, bu din, ahlak ve güzellik duygularından ibaret değil midir? Bun-ları çocukluğumuzda hangi toplumdan almış-sak sürekli o içinde daha büyük bir imkanla yaşamamız mümkün iken, toplumumuz için-deki fakirliği ona tercih ederiz. Çünkü dostlar içindeki bu fakirlik, yabancılar arasıdaki o zen-ginlikten daha fazla bizi mutlu ede. Zevkimiz, vicdanımız, özleyişlerimiz, hep içinde yaşadı-ğımız, terbiyesini aldığımız toplumdur. Bunla-rın yankısını ancak o toplum içinde işitebiliriz.

Ondan ayrılıp da başka bir topluma katıla-bilmemiz için, büyük bir engel vardır. bU en-gel, çocukluğumuzda o toplumdan almış oldu-ğumuz terbiyeyi ruhumuzdan çıkarıp atmanın mümkün olmamasıdır. Bu mümkün olmadığı için, eski toplum içinde kalmak zorundayız.

Bu açıklamalardan anlaşıldı ki, millet, ne ır-kın, ne kavmin, ne coğrafyanın, ne politikanın ne de iradenin belirlediği bir topluluk değildir. Mil-let, dilce, dince, ahlakça ve güzellik duygusu ba-kımından ortak olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden oluşan, bir topluluktur. Türk köylüsü onu (dili dilime uyan, dini dinime uyan) diye-rek tarif eder. Felekten de bir adam, kanca ortak olduğu insanlardan çok dilde ve dinde ortak ol-duğu insanlarla beraber yaşamak ister. Çünkü, in-sani karakterimiz bedenimizde değil, ruhumuz-dadır. Maddi becerilerimiz ırksızımdan geliyor, manevi becerilerimizde terbiyesini aldığımız top-lumdan geliyor. Büyük İskender diyordu ki; “Be-nim gerçek babam Filip değil, Aristo’dur. Çünkü birincisi maddi varlığımın, ikincisi manevi varlı-ğımın meydana gelmesine neden olmuştur.” İn-san için, manevi varlık, maddi varlıktan önce ge-lir. Bu bakımdan, milliyette soy kütüğü aranmaz. Yalnız, terbiyenin ve idealin milli olması ara-nır. Normal bir insan, hangi milletin terbiyesini almışsa, ancak onun idealine çalışabilir. Çünkü ideal bir heyecan kaynağı olduğu içindir ki ara-nır. halbuki, terbiyesiyle büyümüş bulunmadığı-mız bir toplumun ideali ruhumuza asla heyecan veremez. Aksine, terbiyesini almış olduğumuz toplumun ideali ruhumuzu heyecanlara boğarak mutlu yaşamamıza neden olur. Bunden dolayı-dır ki, insan, terbiyesiyle büyüdüğü toplumun ide-ali uğruna hayatını feda edebilir. Halbuki zihnen kendisini bağlı sandığı bir toplum uğruna ufak bir çıkarını bile feda edemez. Kısaca insan, terbiyece ortak olmadığı , bir toplum işinde yaşarsa, Mut-suz olur. Bu düşüncelerden çıkaracağımız pratik sonuç şudur; yurdumuzda bir zamanlar dedeleri Arnavutluk’tan veya Arabistan’dan gelmiş mil-letdaşlarımız vardır. Bunların Türk teri beysiyle büyümüz ve Türk idealini e çalışmayı alışkanlık haline getirmiş görürsek, diğer milletdaşlarımız dan hiç ayırmamalıyız. Yalnız iyi günlerimizde değil, kötü günlerimizde de bizden ayrılmayan-ları nasıl milliyetimizin dışında sayabiliriz? Özel-likle bunlar arasında milletimize karşı büyük fe-dakarlıklar yapmış, Türklüğe büyük hizmetler vermiş olanlar varsa, nasıl olurda bu fedakar in-sanlara (siz Türk değilsiniz) diyebiliriz. Gerçi at-larda soy aramak gerekir. Çünkü, bütün üstünlük-leri içgüdüye dayandığı ve bunlar kalıtım yoluşla geldiği için, hayvanlarda ırkın büyük bir önemi vardır. İnsanlarda ise, ırkın sosyal niteliklere hiç bir etkisi olmadığı için, soy aramak doğru de-ğildir. Bunun tersi bir yol tutacak olursak mem-leketimizdeki aydınların ve fikir savaşçılarının birçoğunu feda etmek gerekecektir. Bu durum doğru olmadığından, (Türküm) diyen her ferdi Türk tanımaktan, yalnız Türlüğe ihaneti görü-lenler varsa cezalandırmaktan başak çare yoktur.

TÜRKÇÜLÜĞÜN ESASLARI - Ziya GÖ-KALP - Kültür Bakanlığı Yayınları – 1975

Türkçülüğün Özü II.Türkçülük Nedir

1 . S a y ı d a n D e v a mTerimler ile ilgili yaptığımız bu kısa açıklama-

lar göstermektedir ki Bulgar Türkleri ile Bul-garistan Türkleri birbirlerinden çok farklı kav-ramlardır. Öncelikle Bulgar Türkleri günümüz için tarihte yaşanmış bir nostalji, bir ansiklo-pedik bilgidir. Bulgaristan Türkleri ise en az Anadolu Türklüğü kadar gerçek bir olgudur.

Bulgaristan Türklerinin her gündeme geldi-ğinde bu konu ile yazı yazan yorum yapan ya-zarlar gazeteciler aydınlar! Bu iki kavramı aynı olguyu ifade etmek için kullanmaktadırlar. Bu-nun iki nedeni olabilir; birincisi Bu günkü Bul-garistan Devletine adını veren Bulgar Türkleri Nostaljisini yaşatmak veya Bulgaristan Türk-lerini bununla özdeşleştirmek, bu bizim iyim-ser tahminimiz ve sayın aydınlarımızın yanlış-lığının altındaki nedeni aramak için iyimser bir yaklaşımımız. İkinci neden ise aydınlarımıza! yakıştıramadığımız ve söylemeye dilimizin vara-madığı ancak söylemek zorunda olduğumuz ül-kemize has bir durum olan sözde aydınlarımızın Aydın cehaletidir. Bulgar ile Türk’ü ayırmayan Bulgaristan’da kendilerine Bulgar denilmemsi için adı Türk milleti Türk kardeşlerinin ülkesine sığınan ve bu ülke için bu sözde aydınlarımızdan çok daha fazlasını yapan ve yapacağından şüphe duyulmayan yüz binlerce Bulgaristan Türkünün gözünde daha fazla küçülmeleri için ve bu konu-daki karanlıklarına bir mum ışığı olması amacı ile yüzlerce kitaptan sadece üç tanesini oku-malarını en azından göz gezdirmelerini tavsiye ediyorum. Böylece insanları aydınlatmaya ça-lışmaktan önce kendi karanlıklarına bir kibrit ya-karalar. Böylece hem bizi rencide etmekten vaz-geçerler hem de kendilerini küçük düşürmezler.

Prof. Sven Lagerbring: Bizim atalarımız Türklerdir.Prof. Sven Lagerbring: “Bizim atalarımız Oden’in yol-

daşları Türklerdir. Bu konuda elimizde yeterli belge var. Onları Traklar ya da Getler olarak göstermek isteyen-ler var. Eleştirme gereği duymuyorum. Benim vardı-ğım sonuçlar değişmiyor. Çünkü bunlar da aslında Türk-lerle bir serüveni olan halklardır. Liderlerimiz rahatlıkla, atalarımızı Türkler ve Göçerler olarak gösteriyorlar.”

Göl… Türkçe, “dört yanı ka¬ra ile çevrili su biri-kintisi” anlamına gelen bir söz¬cük… İsveç-çede de aynı ama eski bir sözcük. Gü¬nümüzde artık daha çok “sjö” sözcüğü kullanılıyor.

İsveç’in Lund Üniversitesi profesörle¬rinden Olof Hellqvist’in 1929 yılında yazdığı 1100 sayfa-lık Det Svenska Ordförrådets Ålder och Ursprung (İsveççe Kelime Haznesinin Yaşı ve Kaynağı) isimli kita¬bına bakıyoruz. “Göl” için, “Eski Kuzeyce (Ur-nordiska) kaynaklı yalnız İsveççe bir sözcük” diyor.(2)

İsveç Dil Geliştirme Enstitüsü (Institutet för svensk språkvård) Başkanı Pro¬fesör Gösta Bergman İsveç Dil Tarihi isimli kitabında, İskandinavya’da öncele¬ri aynı dilin konuşulduğunu ama 600′lü yıllardan sonra ve esas olarak da 1000′li yıllardan sonra Danca, İsveççe, Nor-veççe, İzlandaca dillerinin ayrıştığını söylü¬yor. İşte bu ortak dile Urnordiska deniyor.(3) Bugün de İskandinav halkları iyi kötü birbirlerini anlayabiliyorlar. Araların¬da yaptıkları konferansları “İskandinavca (Skandinaviska)” adı altında yapmaya özen gösteriyorlar. 2008 yılında Kuzey Konseyi (Nordiska Rådet) İngilizceye karşı “İskandinaviska”yı koruma ve ortak dil yapma yolunda ça-lışma kararı aldı (darısı Türkçe konuşan halkların başı¬na).

Yine Prof. Olof Hellqvist’in 1993 yılın¬da yayımlan-mış olan iki ciltlik İsveççe Etimoloji Sözlüğü’ne (Svensk Etymologisk Ordbok) bakıyoruz. “Göl” sözcüğü¬nün Eski Kuzeyce (Urnordiska) “guljö, gjöl” sözcüğün-den geldiğini yazıyor, İz-landaca “gil”, Norveççe “gyl, gjöl”, Fince “kulju” olduğunu belirtiyor. Ayrıca İskan¬dinavya’da bu sözcükten türeyen yer ad¬ları be-lirtilmiş: Göljahult, Gölyaryd, Göljemåla, Gölinge…(4)

Prof. Hellqvist, Urnordiska kökenli İsveç söz-cüğü dediği “göl”ün ta Çin’de yaşayan Uygurla-rın da kullandığı Türkçe bir sözcük olduğunu bilmi-yor. Lund Üni¬versitesi Tarih Enstitüsü’nün ilk tarih pro¬fesörü Sven Lagerbring’in 1764 yılında yazdığı İsveççe Türkçe Dilleri Arasında Benzerlikler kitabın-dan da haberi yok. Olsaydı, Prof. Lagerbring’in yal-nız “göl” sözcüğünü değil, İsveççe’deki iki yüzden fazla Türkçe sözcüğü ortaya koyduğunu bilebilirdi. Peki nasıl oluyor da Orta As¬ya’da konuşulan “göl” ve diğer Türkçe sözcükler 2000 yıl öncesinin Eski Kuzey¬ce (Urnordiska) denen dilinde bulunabili¬yor?

Yanıtı eski İskandinav kaynaklarında arayacağız.

İskandinavlar’ın Türk Ataları

Page 5: Genç Bengü Gazetesi 2.Sayı

Türk Dünyasının Sesi 5

16 Aralık 2012’de İstanbul’da Hilton Garden In Otel’de bir şölen yaşandı. Dünya Türk Genç-leri 20. Kuruluş Yıldönümünde 15. Türk Dünyası Gençlik Günleri ve Kurultayı bir araya gelmenin heyecan ve gururunu yaşadılar.Dünyaya Türk’ün gücünü,dayanışmasını ve özlemlerini bir kez daha haykırdılar.250 milyon nüfuslu Türk dünyasının bi-reyleri arasında çekilen sosyal,siyasal ve kültürel setler kalkmış, soydaşlar arasındaki bu anlamlı ku-caklaşma bir kez daha gerçekleşmiştir.

Çağdaş Türk Uygarlığının çok katmanlardan oluştuğuna bir kez daha tanık olduk.Türk dünyasının çok renkli bir çiçek demeti olduğunun farkına var-dık.Anladık ki, bu çiçek demeti içinde aynı armoni ancak değişik tonlar bulunmaktadır.Bu uyum güzel-liğini iki gün boyunca yaşadık.

Türkiye’den Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hiz-met Derneği ve onun başkanı sayın Rafet Ulutürk’ün hizmetleri ve iletişim yeteneği Türk dünyası ara-sındaki dayanışmayı üst sıralara çıkardı. Toplan-tılarla, tartışmalarla alınan yeni kararlarla,kültür ve müzik ziyafetleriyle,Altay Türkleri,Kazak Türkleri,Tatar Türkleri,Doğu Türkistan Türkleri,Yakutya(Sibirya’da) Türkleri,Türkmenistan Türkleri,Azerbaycan Türkleri(Dönem başkanlı-ğını elinde bulundurmaktaydı.),Kırgızistan Türkleri,Afganistan Türkleri,Irak Türkleri,Gagavuz Türkleri,Makedonya Türkleri,Romanya Türkleri vs. bu şölene ruh verdiler,renk kattılar.

Aynı düşünceleri, duyguları,kültürleri yaşamala-rına karşın ne yazık ki,çoğunluğunun anlaştığı ortak dil Rusça idi.Yaklaşık yüz yıl ayrı kalmış bu insanlar özlem içindeydi.Türkiye Cumhuriyeti’nin liderliğine o kadar ihtiyaçları vardı ki.

Türk dünyasında çoğul bir uygarlığın dokuları-nın sıklaştırılması için Türk Lehçeleri ile Türk Edebi-yat dilinin birbirine bağlanması kaçınılmazdır.

Etkili bir Türk Dünyası Araştırma Merkezi ku-rulması ön koşuldur.

Doğu-Batı kültürel sentezi içinde Türk Dünya-sının belirleyici rolünün dünya çapında açıklanması önem arz etmektedir.

Türk Dünyası içinde Türkçe konuşulması zorun-luluğu bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Bütün Türk Dünyası ortak bir alfabeye,Latin Al-fabesine geçmelidir.

Dünya Türkleri,1991 yılında Türkistan ve Güney Kafkasya Türklerinin bağımsızlıklarına kavuşmasıyla,Türk Dünyasının entegrasyonu yo-lunda uzun yolculuklarına başlamışlardır.Dünya Türk Gençleri Birliği o zamandan günümüze pek çok kurultay,konferans ve benzeri organizasyona im-zasını atmıştır. DTGB, 1990’lardan bu yana gençli-ğin yaşadığı problemlere dikkat çekerek, kültür so-runlarından çevre sorunlarına,İnsan Haklarından.demokratikleşmeye pek çok alanda faaliyetlerini sür-dürmektedir.

Dünya Türk Gençleri Birliği kurulduğu günden beri Türk Dünyası içinde en uzun soluklu ve somut çalışmalara imza atmış geniş katılımlı bir sivil top-lum platformudur.

Türk Dünyası,bilimsel çalışmalarıyla,sanatıyla,kültürüyle dünya arenasındaki haklı yerini alacaktır.Daha güzel,daha temiz daha adil bir dünyada yaşa-mak için çabalarımızı sürdüreceğiz.Her Türk bu dün-yada barışın,kardeşliğin,demokrasinin,insan hakları-nın güvencesi olacaktır.

Kurtuluş Savaşıyla mazlum ülkelerin mücade-lesini başlatan, bugün ülkemizde Türk Ulusu’nun sembolü olan Atatürk’e ve Türk Dünya’sına selam olsun…

Kutlu Altay KOCAOVA

Ancak, bunun içi doldurulmadığı tak-dirde havada kalıyor. Laftan ibaret oluyor.

Şu anda dünyada nüfusu 200 milyonu aşan Türk dünyası gerçekten çok zengin bir kül-türe sahip. Ancak, bunlar yer altında çıkarılıp değerlendirilmeyi bekleyen petrol, altın, gü-müş gibi atıl durumdalar. Bunları çeşitli etkin-lik ve projelerle gün ışığına çıkarmak insan-lığın hizmetine sunmak görevimiz olmalıdır.

Türk musikinin binlerce yıllık tarihe sahip dünyadaki sayılı musikilerden biri oluduğu Moğol arkeologların Göktürk dönemine ait en eski Türk sazını geçtiğimiz yıllarda bir ma-ğarada ortaya çıkarmasıyla tekrar gündeme geldi. 2008 yılında bulunan ve Türk musikinin tarihinin 1500 gerilere götürün sazın üzerinde runik yazıyla Türkçe sözler de bulunmaktaydı.

Ayrıca Çin’de 1970’li yıllarda bulunan ve 1981’de koruma altına alınan kaya resimle-rinden Türk halk danslarının tarihinin de en az 2500 yıllık olduğunu ispatlamaktadır. Kaya resimlerindeki dans eden insanların başların-daki sivri uçlu börkler ve börklere takılmış puhu kuşu tüyleri bunların Saka veya Hun Türkleri olduklarını gösteriyor. Dans figürleri ise uzmanlar tarafından Kazak Türklerinde günümüzde de yaygın bir şekilde oynanan Karajorga dansı olduğunu belirtmektedirler.

Ancak böylesine köklü musiki ve dans gele-neğimizi dünyaya ne kadar tanıtabildik? Hatta kendimiz ne kadar biliyoruz? Cevabımız tabii pek tanıtamadık ve pek bilmiyoruz olacaktır.

Demek bu sahada büyük bir eksiklik mev-cuttur. Bundan dolayı işe Türk dünyasının gü-nümüzde yaşayan musiki ve danslarını ta-nıtmakla işe başlanmalıdır. O yüzden bir Türkovizyon musiki yarışması bu zengin-liğin ortaya çıkmasında ilk adım olabilir.

Bu yarışmaya katılmaya aday dünyada 30 kadar devlet veya topluluk bulunmak-tadır. Bunlar Azerbaycan, Kazakistan, Kır-

gızistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Özbekistan, Türkiye ve Türkmenistan ola-rak 7 devlet ve Ahıska Türkleri, Altay Türk-leri, Başkurtlar, Batı Trakya Türkleri, Bul-garistan Türkleri, Çuvaşlar, Gagavuzlar, Hakaslar, Irak Türkmenleri, İran Türkleri, Karaçaylar, Malkarlar, Karakalpaklar, Kı-rım Türkleri, Tatarlar, Kumuklar, Nogay-lar, Suriye Türkleri, Tuvalar, Uygurlar ve Yakutlar olarak çeşitli Türk topluluklarıdır.

Yarışma dört alanda yapılabilir:1.Pop müzik2.Halk musikisi3.Ezgi (Küy)4.Halk danslarıTürk kültürü gerçekten çok zengin-

dir. Dil olarak, edebiyat, olarak musiki ola-rak, örf-adet ve gelenek olarak her alanda keşfedilmemiş zenginler vardır. Bun-ları tek tek ele almakta yarar vardır. Bun-ların içinde halkın da hoşuna gideceği mu-sikidir. Türkovizyon Şarkı, Türkü, Ezgi ve Halk Dansları Yarışmasıyla Türk dünyası-nın zengin musiki kültürü ortaya çıkarılabilir.

Bu günümüzde başarılamayacak bir etkinlik değildir. TRT buna öncülük edebilir. Ayrıca Türk Keneşi, Türk Akademisi ve TÜRKSOY gibi kurumlar da bu organizasyona destek verebilir.

Prof. Dr. Abdulvahap Kara

Yere uzanmıştı. Artık bu uykuya kendisini teslîm ede-cekti. Hem böyle güzel bir uykuyu, hayâtı boyunca hatırla-mıyordu. Nasıl hatırlasın ki? Erzurûm vilâyetinin, Bayburt nâhiyesinde dünyâya gelmişti. Babası bir çobandı. Elbet ken-disi de bir çoban olacaktı.

Çocukluğunu nahiyedeki çocukların çoğu gibi geçirdi. Az sayıda zengin olsa da, genel olarak fakir bir nâhiyeydi ve çocukların geleceğinde sâdece üç meslek vardı. Ya as-ker, ya imâm ya da çoban olacaklardı. Dördüncü bir seçe-nek yoktu. O da babasından öğrendikleriyle yaşamış ve ço-ban olmayı seçmişti.

Çobanların yaşamı basittir, ancak zordur. Gece geç sa’âte kadar ayakta kalmaları; ancak sabah, güneş doğmadan uyanmaları gerekir. Yânî bir çoban için doğru dürüst bir uyku yoktur. Çünkü koyun sürüsü, onun olmasa da, onun sorum-luluğundaydı. Kaybolacan, ölen, hastalanan ya da kurtların parçaladığı her koyunun hesâbı, ondan sorulurdu. O da bun-ları bildiğinden, sürekli çalışırdı.

İşte, şimdi hayâtında görmediği kadar güzel ve huzûrlu bir uykuya kendini teslîm etmek üzereydi. Üstelik bundan çok memnundu. Ayağa kalkmak için en küçük bir istek bile duymuyordu. Aslında buna gücü de yoktu, ancak o, henüz bunu bilmiyordu.

* * *22 Aralık 1914 gecesi, ordu harekete geçmişti. Osmanlı

Orduları Başkumandan Vekîli olan Enver Paşa’da askerle-riyle berâber cebhedeydi. Rus ordusunun harekete geçtiğini öğrendikten sonra doğunun kapısı olan Sarıkamış’ı almak için bir ân bile beklememek zorunluluğu ortaya çıkmıştı. Bu yüzden de Enver Paşa, İstanbul’dan gelmesi gereken yardımı beklemeden hareket emri vermişti.

Ordu ise çok kötü durumdaydı. Ne yemek, ne kıyâfet, ne de silâhlar konusunda çok ciddî eksikler vardı. Oysa Sa-rıkamış ve Sarıkamış’ın içinde bulunduğu Erzurûm ve Kars bölgesi, Anadolu’nun en soğuk bölgesiydi. Kışları, hava-nın -40, hattâ -45 dereceye kadar soğuduğu bilinirdi. Böyle bir ortamda askerlerin ihtiyâçlarını karşılamadan yapılacak bir harekâtın sonuçları, çok kötü olurdu. Ancak yapacak bir şey yoktu. İstanbul’dan yardım gelememişti. Yardım gemi-lerini, Karadeniz’de Ruslar batırmıştı. Erzurûm ve çevresin-deki halktan yardım toplamakta kimsenin aklına gelmemişti. Zâten artık bunları düşünecek zamân yoktu. Ruslar harekete geçmişti ve karşı hareket gerekiyordu.

Harekâtın ilk günlerinde büyük başarılar sağlandı. Ruslar adına savaşan iki Ermenî tugayı, bozguna uğratıldı. Narman-Oltu hattına kadar ilerleme sağlandı. Hattâ karşılaşılan ba’zı Rus birlikleri de yenilgiye uğratıldı.

Bu arada 9., 10. ve 11. kolorduların Sarıkamış’a yürü-meleri emri gelmişti. Ancak 26 Aralık günü, Ruslarla yapı-lan çarpışmalar ve bundan öte tabiât, 10. ve 11. kolorduları, Allahu Ekber Dağları’na sürmüştü. Yaklaşık 10 kilomet-rekarelik bir alan, âdetâ bir kar çölü idi. Ne bir mağara, ne bir ağaç… Askerlerin korunabileceği en küçük bir yer bile yoktu. Üstelik yaklaşık 3000 metre yükseklikteydiler ve üze-rindekiler, oldukça inceydi. Üstelik bir de açlık vardı. Sabah sa’âtleri olduğunda iki kolordu, çok büyük kayıblar vermişti. Her iki kolordunun büyük bölümü, şehîd düşmüştü. Ancak 9. kolordu, Sarıkamış’a girmiş, ancak daha sonra gelen Rus birlikleri tarafından yenilgiye uğratılmıştı.

* * *O da, 10. kolordunun erlerinden biriydi. Daha yaşı

gençti. On dokuz yaşındaydı ve iki sene evvel evlenmişti. Bir yıl sonra da biri kız, biri erkek olmak üzere ikizleri olmuştu. Oğluna, dedesinin adını vermişti. Bunu babası istemişti. Çünkü babası, kendi babasını hiç görmemişti. Onun özle-mini, torunu ile gidermek istiyordu. Bu yüzden de, torununa “Durmuş” adını vermişti. Kızına ise karısı, isim vermişti. Bir kızı olmasını çok istiyordu. Bu yüzden de hâmileliği boyunca duâ etmiş ve şöyle demişti. “Allahım, eğer bana bir kız evlâd nasîb edersen, adını Fâtımâ koyacağım” demişti. İşte Allah, duâlarını kabûl etmiş, ona hem bir erkek, hem bir kız nasîb et-mişti. Bu yüzden de kızının adını, Fâtımâ koymuştu.

Kendi adını hiç önemsememişti. Ona ba’zen Çoban Ali, ba’zen de sâdece Ali derlerdi. Artık kendisini uykuya teslîm etmişti. Yaşayıp, yaşamadığı konusunda kimse fikir sâhibi olamazdı. Ancak çok güzel rü’yâlar görüyordu. Sonrasında kendi vücûdunu, karla kaplanmış bir şekilde gördü. Sonra da bütün arkadaşlarını gördü. Hepsi de karların altındaydı ve kar, onların mezâr toprağı olmuştu. En sonunda karısını, ço-cuklarını, annesini ve babasını gördü. Babası, kendi babasını görememişti. Onun çocukları da, onu göremeyeceklerdi. Ha-tırlamayacaklardı… Sâdece bunun için üzüldü. Hem de çok üzüldü. Hattâ gözyaşları, evinin yakınındaki akarsuya karıştı da, daha da coşkun akmasını sağladı. Ancak kimse bunu an-lamadı. Sâdece iki kişi hâric. Biri Çoban Ali’nin karısı, diğeri ise kilometrelerce uzakta bir şâir…

O ân, karısı, şâirin diliyle konuşmaya başladı ve ağzın-dan henüz yazılmamış şu satırlar döküldü ve gözlerinden de bir damla yaş döküldü…

Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,Sana âgûşunu açmış, duruyor Peygamber.

En Güzel Uyku - Sarıkamış

Üniversitenin De Stal Salonu’nda ger-çekleşen programda konuşan Rotterdam Başkonsolosu Togan Oral, “Türk insanının Hollanda’da geldiği noktayı göstermesi ba-kımından çok önemli bir gün daha yaşıyo-ruz. Leiden Girişimciler Fonu, ilk defa bir inovasyon ödülü verme kararı alıyor. Ve bu ödülü ilk alan kişiler, 2 tane genç tıp öğren-cisi Türk kızımız. Tamamen Hollandalı giri-şimcilerin tarafsız değerlendirip, bu ödülü on-lara vermiş olmaları son derece önemli.” dedi.

Leiden Üniversitesi bünyesinde kurulan ve halen 240 Türk üyesi bulunan Biruni Öğrenci Derneği kurucuları olan Asiye Gedik ve Nejla Bekdur, üniversite ile iş dünyası arasında ‘ortak çalışma ve köprü kurma’ yönünde yaptıkları çalışmalarında dolayı bu ödüle layık görüldü. Togan Oral, “Bu ülkede, başarılı, çalışkan ve topluma faydalı işler yapan Türklerin de oldu-ğunun bir göstergesidir bu ödül. Bizim açımız-dan, geleceğimizin bu ülkede var olduğunu ve bununla ilgili umut taşımamız gerektiğini, po-zitif düşünmemiz gerektiğinin en önemli gös-tergesi. Buradaki gençlerimizin başarısı, Hol-landa Türk toplumunun teminatıdır. Bu gençler, gelecek nesillere örnek teşkil ediyorlar, bunla-rın sayılarının artması sevindiricidir.” dedi.

Leiden Üniversitesi Rektör Yardımcısı

Prof. Dr. Si-mone Buiten-dijk, Biruni derneğinin yap-tığı çalışmalar, diğer öğrenci derneklerine ör-nek oldu. Asiye ve Nejla’nın başarılı ça-lışmalarından gurur duydum. Benim gibi gelecekte doktor olacak olan bu genç-lerimizin bu güzel ödülü almaları üniversi-temiz adına gurur verici.” şeklinde konuştu.

Asiye Gedik ise “Bu sene bu ödülü ilk defa verdiler ve bize nasip oldu, çok mutluyuz. Bu yıl Türkiye – Hollanda arasında diplomatik ilişkilerin 400. yılı olması sebebiyle gerçekleş-tirdiğimiz programlar büyük beğeni topladı ve beraberinde bu ödülü getirdi. Öğrenci arkadaş-larımızın bu gibi etkinliklerle hemen iş hayatına geçişlerine yardımcı olmak istiyoruz.” dedi.

Nejla Bekdur, “Birunu Öğrenci Der-neği kurucularıyız. Bugün Leiden Gi-rişimcilik ödülü aldık. Biruni derneği vasıtasıyla akademisyenler, öğrenciler ve işa-damlarını bir araya getirme başarısı gösterdiği-miz için bu ödülü hak ettik.” ifadelerini kullandı.

Eurovizyon Yerine Türkovizyon…

Türk Gençlerine İnovasyon

Avustralya’da bulunan Melbourne Üniversitesi tarafından yapılan araştır-manın sonucu durumun ne kadar va-him olduğunu gözler önüne seriyor. Araştırmaya göre, Han Çinlileri eği-tim, sağlık ve kamu yönetiminde nüfus oranlarının üstünde yer alırken, Uygur-ların yüzde 80′i tarım alanında çalışıyor.Resmi rakamlardaki bilgilere göre

Çin’de yaklaşık 8 milyon Uygur Türk’ü yaşıyor. Çin yönetimi Doğu Türkistan’a göç etmek isteyen Çinlilere ise ulaşım,

sigorta, konut ve iş bulma veya kurma yardımında bulunuyor. Bu şekilde dev-let desteği altında Doğu Türkistan’a göç eden Çinliler Uygurların toplumsal ve siyasi konumunu giderek tehdit ediyor.Bölgede yaklaşık 1,5 milyon Uygur’un

işsiz olduğu tahmin ediliyor. Bütün bunları protesto eden, bu ayrımcılığa isyan eden Uygur Türkleri ise sürekli katlediliyor. Bu durumun sonucu olarak da 2009′dan bu yana düzenlenen kitle gösterilerinde top-lam 194 Uygur Türkü hayatını kaybetti.

Çin’in Uygur Türklerine Karşı Ayrımcılık Politikası

Ataner YILDIRIM

1 5 . T ü r k D ü n y a s ı

İstanbul - 24.12.2012

Page 6: Genç Bengü Gazetesi 2.Sayı

6 Türk Dünyasının Sesi

Nazarbayev, Atatürk”ü kendisine örnek aldı

Mesut UĞURLUIII Türkçülük ve Turancılık

Türkçülükle Turancılığın farklarını anlamak için, Türk ve Tu-ran topluluklarının sınırlarını belirlemek gerekir. Türk, bir mil-letin adıdır. Millet, kendisine özel bir kültüre sahip olan top-luluk demektir. O halde, Türk’ün yalnız bir dili, bir tek kültürü olabilir.

Oysa ki Türk’ün bazı kolları Anadolu Türklerinden ayrı bir dil, ayrı bir kültür yapmağa çalışıyorlar. Mesela, Kuzey Türkler’inden bir kısım genç-ler bir Tatar dili, bir Tatar kültürü oluşturmaya çalışmaktadırlar. bU ha-reket, Türklerin başka bir millet, olması sonucunu verecektir. Uzata bu-lunduğumuz için, Kırgızların ve Özbeklerin nasıl bir yol izleyeceklerini bilmiyoruz. Bunlarda birer ayrı dil ve edebiyat, birer ayrı kültür oluşturmaya çalışırlarsa, Türk milletinin sınırı daha daralmış olur. Yakıtlarla Altay Türkleri daha uzakta bulundukları için, bunları Türkiye Türkler’in bulundukları için, bunları Türkiye Türkleri’nin kültürü dairesine almak daha güç görünüyor.

Bugün kültürce birleşmesi kolay olan Türkler, özellikle Oğuz Türkleri yani Türkmenleredir. Türkiye gibi, Azerbaycan, İran, Harzem ülkelerinin Türkmen-leri de Oğuz uyruğundandır. Bundan dolayı, Türkçülükteki yakın idealimiz (Oğuz Birliği) yahut, (Türkmen Birliği) olmalıdır. Bu birlikten amaç nedir? Siyasi bir birlik mi? Şimdilik, hayır! Gelecek hakkında bugünden bir yargıya varamayız. Fakat bu günkü idealimiz Oğuzların yalnız kültürce birleşmesidir.

Oğuz Türkleri, bugün dört ülkede yayılmış olmakla beraber, hepsi birbi-rine yakın akrabadırlar. Dört ülkedeki Türkmen illerinin adlarını karşılaştırırsak, görürüz ki, birinde bulunan bir ilin veya boyun diğerlerinde de dalları vardır.

Mesela, Harzem’de Tekeler’le Sarılar’ı ve Karakalpaklar’ı görüyo-ruz. Yurdumuzda Tekele, bir sancak teşkil edecek kadar çoktur; hatta, bir bölümü zamanında Rumeli’ye yerleştirilmiştir. Türkiye’deki Sarılar, özel-likle Rumkale’de otururlar. Karakalpaklar ise, Karapapak ve Terekeme adaların alarak Sivas, Kars ve Azerbaycan yörelerindedir. Harzem’de Oğuz’un Salur ve maralı boylarıyla Çavda ve Göklen (Karluklardan Kealin) illeri vardır. Bu adlara Anadolu’nun çeşitli yerlerinde rastlanır. Göklen, kendi adanı Van’da bir köye Gök oğlan şeklinde vermiştir.

Oğuz’un Bayat ve Afşar boyları da gerek Türkiye’de gerek İran’da ve Azerbaycan’da vardır. Akkoyunlular ile Karakoyunlular bu üç ül-kede yayılmışlardır. O halde Harzem, İran, Azerbaycan ve Türkiye ül-keleri, Türk etnografyası açısından aynı uruğun yurtalırdır. Bu dört ül-kenin bütününe Oğuzistan (Oğuz ili) adanı verebiliriz. Türkçülüğün yakın hedefi, bu büyük ülkede yalnız bir tek kültürün hakim olmasıdır.

Oğuz Türkleri, genellikle oğuz Han’ın torunlarıdır. Oğuz Türkleri, birkaç yüzyıl öncesine gelinceye kadar, birbiriyle yakından ilgili bir aile biçiminde yaşarlardı. Mesela Fuzuli, bütün Oğuz boyları içinde bilinen bir Oğuz şairi idi. Korkut Ata Kitabı Oğuzlar’ın resmi Oğuznamesi olduğu gibi, Şah İsmail, Aşık Kerem, Köroğlu kitapları gibi hak eserleri bütün oğuz iline yayılmıştır.

Türkçülüğün uzak ideali ise, Turan’dır. Turan, kimilerinin sandığı gibi, Türklerden başka, Moğolları, Tunguzları, Finuvaları, Macarları da içine alan kavimler karması değildir. Bu zümreye bilim dilinde Uralo - Altay topluluğu denilir. Bununla beraber, bu sonuncu topluluğun içindeki kavimlerin dilleri arasında bir akrabalık bulunduğu da henüz ispat edilememiştir. Hatta bazı ya-zarlar Ural kavimleriyle Altay kavimlerinin bir birinden ayrı iki topluluk oluş-turduğunu ve Türklerin Moğollar ve Tunguzlarla beraber Altay grubunu Fi-nuvanlarla Macarların da Ural gurubunu oluşturduklarını iddia ediyorlar.

Türklerin Moğollarla ve Tunguzlarla dil akrabalığı olduğu da henüz is-pat edilmemiştir. Bugün bilim açısından tartışılmaz olan bir gerçek varsa, o da Türkçe konuşan Yakut, Kırgız, Özbek, Kıpçak, tatar, Oğuz gibi Türk boylarının dilce ve gelenekçe kavmi bir birliğe sahip olduğudur. Turan ke-limesi, Türlar yani Türkler demek olduğu için, sadece Türkleri içine alan bir birliğin adıdır. O halde, Turan kelimesini bütün Türk boylarını kapsa-yan Büyük Türkistan’a karşılık kullanmamız gerekir. Çünkü Türk keli-

mesi, bugün, yalnız Türkiye Türkleri’ne verilen bir isim haline gelmiştir. Türkiye’deki Türk kültür dairesinde olanlar elbette yine bu adı alacaklardır. Benim inancıma göre bütün Oğuzlar, yakın bir zamanda bu isimde birle-şeceklerdir. Fakat, Tatarlar, Özbekler, Kırgızlar ayrı kültürler oluştururlar ise ayrı milletler durumuna geleceklerinden yalnız kendi isimleriyle anılacaklar-dır. O zaman, bütün bu eski akrabaları kavmi bir topluluk halinde birleşti-ren müşterek bir isme gerek duyulacak, iste bu ortak isim Turan kelimesidir.

Türkçülerin uzak ülküsü Turan adı altında birleşen Oğuzları, tatarları, Kır-gızları, Özbekleri, Yakutları, dilde, edebiyatta, kültürde birleştirmektir. Bu ide-alin bir gerçek haline geçmesi mümkün mü, yoksa değil mi? Yakın ide-aller için bu yön aranırsa da, uzak idealler için aranmaz. Çünkü uzat ideal ruhlardaki heyecanı sonsuz bir dereceye yükseltmek için, ulaşılmak isteni-len, çok çekici bir hayaldir. Mesela, Lenin, Bolşeviklik için kayın ideal ola-rak “Kollektivizmi”, uzak ideal şeklinde de “Komünizmin ne zaman uygula-nacağını şimdiden kestirmek mümkün değildir. Bu Hazret-i Muhammed’in cenneti gibi, ne zaman ve nerede görüneceği bilinmeyen bir şeydi.”

İşte, Turan ideali bunun gibidir. Yüz milyon Türk’ün bir millet ha-linde birleşmesi, Türkçüler için en güçlü bir heyecan kaynağıdır. Turan ül-küsü olmasaydı, Türçülük bu kadar hızla yayılmayacaktı. Bununla be-raber, kim bilir? Belki, gelecekte Turan idealinin gerçekleşmesi de mümkün olacaktır. Ülkü geleceğin yaratıcısıdır. Dün Türkler için hayali bir ülkü olan milli devlet, bugün Türkiye’de bir gerçek halini almıştır.

O halde Türkçülüğün, ideal inin büyük -lüğü noktasından, üç dereceye ayırabiliriz:

1) Türkiyecilik2) Oğuzlar veya Türkmencilik3) Turancılık,Bugün, gerçekli sahasında, yalnız “Türkiyecilik” vardır. Fakat, ruhların bü-

yük bir özleyişle aradığı Kızıl Elma, gerçeklik sahasında değil, hayal sahasın-dadır. Türk köylüsü, Kızıl Elma’yı hayal ederken, gözünün önüne eski Türk ilhanlıkları gelir. Gerçekten, Turan ülküsü geçmişte bir hayal değil, bir gerçekti. Milattan 210 sene önce Kun hükümdarı Mete Kunlar (Hunlar) adı altında bütün Etürkelir birleştirdiği zaman Turan ülküsü bir gerçek haline gelmişti. Hunlardan sonra Avarlar, Avarlardan sonra Göktürkler, Göktürklerden sonra Oğuzlar, bunlardan sonra Kırgız-Kazaklar, daha sonra Kur Han, Cengiz Han ve sonuncu olmak üzere Timurlenk Turan idealini gerçekleştirmediler mi?

Turan kelimesinin anlamı bu şekilde sınırlandırıldıktan sonra, artık Macarların, Finuvaların, Moğolların, Tunguzların Turan ile bir ilgilerinin kalmaması gerekir.

Turan, Türklerin geçmişte ve belki de gelecekte bir ger-çek olan büyük vatanıdır. Turanlılar, yalnız Türkçe konu-şan milletlerdir. Eğer Ural ve Altay ailesi gerekten varsa, bu-nun kendisine özel bir ismi olduğundan “Turan” adına ihtiyacı yoktur.

Bir de bazı Avrupalı yazalar, Batı Asya’da aslen Samilere veya Ari-lere mensup olmayan bütün kavimlere “Turani” adını veriyorlar. Bun-ların anacı bu kavimlerin Türklerle akraba olduğunu belirtmek değildi. Yalnız Samilerle Arilerden başka kavimler olduğunu anlatmak içindir.

Bundan başak, bazı yazarlar da, Şehname’ye göre “Tür” ile “İrec” in kardeş olduğuna bakarak, Turakh’ı eski İran’ın bir kısmı saymakta-dırlar. Oysa ki, Şehname’ye göre, Tür ile İrec’in üçüncü bir kardeşleri daha vardır ki adı “Selem” dir. “Selem” ise, İranlı bir boyun dedesi de-ğil, bütün Samilerin müşterek atasıdır. O halde Feridun’un oğulları olan bu üç kardeş, Nuh’un oğulları gibi eski etnografik ayırımların adların-dan doğmuştur. Bundan anlaşılıyor ki “Turan”, İran’ın bir parçası de-ğil, bütün Türk illerini8n hepsini içine alan Türk topluluğundan ibarettir.

TÜRKÇÜLÜĞÜN ESASLARI - Ziya GÖ-KALP - Kültür Bakanlığı Yayınları - 1975

Türkçülüğün Özü Türkçülük ve TurancılıkDTGB ÜYE TESKILATLAR- AfganistanCümbüş-i Milli İslami Gençlik TeşkiletıDünya Türkmenleri Eğitim Vakfı- Ahıska TürkleriVatan CemiyetiAhıska Türkleri Gençlik Teşkilatı- AltayKan-Kerede Altay Gençler Birliği- AvrupaAvrupa Türk Federasyonu- AlmanyaAlmanya Genç Türkler Ocağı- AvustralyaAltın Ordu Cemiyeti- AzerbaycanGençlik Teşkilatları Milli Şurası- BalkaryaAnt Gençler TeşkilatıTaulu Gençlik İçtimai Teşkilatı- BaşkurdistanBaşkurt Gençleri İttifakı- Batı Trakyaİskeçe Türk Birliği - Gümülcine Türk Birliği- Bayır BucakBayır Bucak Türkmenleri Derneği- BulgaristanUfuk Vakfı; BULTÜRK / www.bulturk.org- ÇuvsaşistanSuvar Çuvaş Gençleri BirliğiÇuvaş Doğu Sporları Merkezi- Doğu TürkistanDoğu Türkistan Gençlik Birliği- Gagauz TürkleriAnadili Gençler Cemiyeti- HakasyaTun Gençlik Teşkilatı- HollandaTürk Ademisyenleri Birliği, Türk Evi - Karaçayİslam Vakfı- KazakistanBolaşak-Otağ Gençleri CemiyetiDünya Kazak Gençleri Birliği- KırgızistanKırgızistan üye teşkilatı altında “Türk-Ata”. - KırımKırım Tatar Milli Meclis Gençlik TeşkilatıQardaşlık Kırım Tatar Gençleri Birliği- KKTCTürk-Bir- KosovaKosova Türk Demokratik Partisi -- KumukTenklik Gençlik Teşkilatı, (Dağıstan)- MakedonyaMakedonya Türk Demokratik Partisi; UFUK- NogayNogay Gençleri Teşkilatı Birlik- RomanyaMüslüman Tatar Türkleri Domakrat Birliği İs-mail Gaspıralı Gençlik TeşkilatıDemokrat Türk Birliği Atatürk Gen.Teşkilatı- Saha CumhuriyetiÖğrenci Birliği Eder Saas- Sibirya Omsk BölgesiMoldir Sibir-Kazak Kültür MerkeziVahdet Türk Gençleri Teşkilatı- Şor BölgesiŞor Milli Kültür MerkeziTan-Tol Şor Milli Teşkilatı- TataristanAzatlık Tatar Gençleri Birliği- TeleutTele Utmilli Merkezi Ene Bayat- TuvaHostul TeşkilatıAreve Tuva Gençleri Birliği- Tümen BölgesiTatar Gençleri Teşkilatı- Türk-Ata BölgesiTürk-Ta Derneği (Kırgızistan)- TürkiyeTürk Ocakları - http://www.turkocagi.org.tr- TürkmeneliTürkmeneli Vakfı Kültür Merkezi

Kazakistan’da iktidardaki Nur Otan Demok-ratik Halk Partisi Başkan Yardımcısı Darhan Ka-letayev, Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu Mus-tafa Kemal Atatürk’ü örnek aldığını kaydetti. ‘1 Aralık Kazakistan Cumhurbaşkanı Günü ‘ ilan edilmesinin fikir babalarından biri olan Kaleta-yev, Cihan Haber Ajansı’na(Cihan) konuştu. Ge-çen yıl Kazakistan meclisinin aldığı karar doğrultusunda ülkede 1 Aralık ülke genelinde “Ka-zakistan Cumhurbaşkanı Günü “ olarak kutlanıyor. -Siz Kazakistanlı siyasetçilerin içerisinde ilk olarak ‘Halk Önderinin Faktörü’ adlı eseri yazdınız ve Nazarabyev’e “milli lider, önder gibi’ unvanların verilmesi fikrini ortaya attınız. Bu size bir yerden sipariş mi verildi, yoksa Cumhurbaşkanı’na yaranmak mı istediniz.? -“Her ikisi de değil. Eğer siz Kazakistan’daki siyasi ge-lişmelerin tarihini bilseydiniz, egemenliğimizden önce, tarihin dönüm noktalarında ülkenin başında olan bi-reylerin rolü devre dışında tutuldu. Tarih ile birey ara-sındaki bağın ayrılmaz bütünlüğü hakkında yazılmış, daha doğrusu belli bir tarihi süreç içerisinde önderin rolünü anlatan çalışmaların olmadığının görürsünüz. Çünkü bizim sosyal bilimler dalı Marksizm ve Leni-nizm felsefesi üzerine kuruluydu ve tarihi harekete ge-çiren güç olarak sadece onlar öne çıktı. Tabii ki, ta-rihi yapan temel güç halktır. Ancak o gücü belli bir amaç doğrultusunda yönlendirecek, yol gösterecek li-derdir. Dolayısıyla, biz tarihe at gözüyle baktık, di-ğer bir deyişle kırılmış aynadaki yansıma gördük.Bildiğiniz gibi Kazakistan Cumhuriyeti bağımsızlı-ğını 1991 yılında ilan etti. Vatan tarihinde sadece yeni bir dönem değildi bu. Bu tamamen yeni bir oluşum, yeni bir devlet ve yeni bir felsefenin başlangıcıydı. Biz bu zor, ama aynı zaman da şaşırtıcı olan dönemin tanığı olduk ve tüm süreçleri aşama aşama geçerek dı-şardan gözün göremeyeceği tarafları içten izledik. Ül-kenin bugününü belirleyen, geleceğini öngören tarih-sel kararlar ve başarılarının yazarının olduğunu gördük. Sovyet ideolojisi tarafından çok eleştirilen K. Jaspers’in “Tarih bazı bireylerin sürekli ilerleme arzusudur” de-diği sözlerinin anlamını kavradık. Belki siz bilirsiniz buna benzer bir cümleyi Kazak halkının büyük düşü-nürü Abay söylemiş. O’nun tabiriyle “ Kafasında bilgi olmayanın boş konuşanlarından fayda gelmez”. Eğer özetlersek, tarihi bilincimizdeki bakış açımızı değiştir-mek için “milli lider faktörü” adlı çalışmamı yazmama neden olan asıl sebepler bunlardır. Ayrıca çalışmamı ele alırken tarihi ve sosyoloji alanını genişleterek, dünya standartlarına uygun bir monografi yazmak istedim. Asıl düşüncem bunlardı, inanmak ya da inanma-mak, siparişle yazılmış veya beğeni kazan-mak için yapılmış demek artık size kalmış” -‘Milli önder’ kavramı sadece Kazakistan’ın şim-diki Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’e yö-nelik kullanılacak mı yoksa, Kazak tarihin-deki başka dönemleri de kapsayacak mı? -”Bu arada bir meseleyi açıklığa kavuşturmamız la-zım. Tabii ki her dönemin kendi zorlukları vardır ve o zorluklardan çıkaran kahramanları vardır. Ben bir siyaset bilimcisi olarak Kazak halkının tüm siyasi tarihini analiz yapmayı amaçlamadım. Aksi halde Kazak tarihinde birçok reform yapan Kasım Han, Esim Han, Salkam Jangir Han, Tauke Han ve Abı-lay Han dönemleri incelenebilirdi. Reform yapmak-tan kastettiğim olanı geliştirmek ve zamana uyar-lamakla ilgili değil, daha önce olmayan bir şeyi kurmak ve geliştirmektir. Reformun bu türü en zorudur. Osmanlı döneminde de Türk toplumunu çağdaşlaş-tırmak için uğraşan reformcular olmuştur. Buna ör-nek olarak 18. yüzyılın sonunda III. Sultan Selim’i ve 19. yüzyılın başlarındaki II. Mahmud’u gösterebiliriz. Onlar, İngiliz doğubilimcisi B.Lyuis tabiriyle ‘Neresi doğru değil, nerede hata yaptık?’ sorusuna cevap ara-mışlardır. Oysa Atatürk neresinin hatalı olduğunu bile-rek Türk toplumunu tamamen değiştirmiştir, diğer bir deyişle ‘medeni’ değişiklikleri yapmıştır. Bundan do-layı O tüm Türkiye tarihinde en büyük lideri olmuştur. Nazarbayev’in önünde de buna benzer ‘medeni değişiklikler’ yapma görevi vardı. Bundan dolayı şimdiki Kazakistan tarihinde Nazarbayev faktö-rünü başka dönemler ile beraber inceleyemiyoruz.” -Siz Mustafa Kemal Atatürk ile Nursultan Nazarbayev’in reformları arasındaki benzerlikten bahsettiniz, bu ko-nuyu biraz daha açar mısınız ? Mesela Türkiye’de ‘cumhurbaşkanlığı günü’ bayram olarak kutlanmıyor -”Bir meseleyi doğru anlamanızı isterim. Türkiye Melihşah’tan başlayan bin yıllık tarihinin çoğunda öz-gür yaşamıştır. 20. yüzyılın son yılları ve başı hariç Türkiye, özgür yaşamıştır. Türkiye gücünü kaybetse bile birçok ülkeye aynı anda hakkını savunmak adına meydan okuyabilen ülkeydi. Bu söylediklerimden şu çıkıyor, Atatürk Türk halkının kaderini değiştiren re-formu yaparken, özgür halkı temsil ediyordu. Halbuki Nursultan Nazarbayev bir buçuk asırlık kolonize edil-miş, Sovyet sisteminden yorulmuş, ezilmiş ve milli de-ğerleri ve devlet bilincini kaybetmeye başlayan halkı toplayarak yön verendir, her şeye yeniden başlayandır. Yani bizim için ilk cumhurbaşkanı kavramı bağımsız Kazakistan’ın bayrağı, milli marşı, milli arması ve baş-kenti gibi sembolik değere sahiptir. Kendi bağımsızlı-ğına her taraflı güç kazandıran Kazakistan ve Kazak halkı için bu bayram böyle bir anlam ifade etse gerek. “

DIŞ POLİTİKAMIZDA TÜRKİYE’NİN YERİ AYRIDIR

15 Ekim İdil-Ural’da Türklere Yapılan Soykırımı Anma Günü15 Ekim 1552 tarihi dünyadaki

bütün Tatar Türkleri için önemli bir gündür. Kazan Hanlığının yıkılması, çok sayıda Tatar Türkleri-nin Rus Çarlığı tarafından soykırıma uğraması tarihin en acı olaylarından biridir. Bu tarihte ve buna yakın za-manlarda dünyadaki bütün Tatar Türkleri Bu elim olayda hayatlarını kaybedenler için dua okuyup anmaktadırlar. İdil Ural Kültür ve Yardımlaşma Derneği olarak anma gününü icra etmekteyiz. Bu sebeple 20 Ekim 2012 (Cumar-tesi) günü, Panorama 1453 Müzesi karşısındaki, Topkapı Kültür Parkı Türk Dünyası Evleri Büyük Kazak Çadırı TOPKAPI / İSTANBUL

Page 7: Genç Bengü Gazetesi 2.Sayı

Türk Dünyasının Sesi 7

Sayın Başkan, Sn. Milletvekil-leri, Sn.Valim, Belediye BaşkanlarıDeğerli misafirler, basın men-

supları, sevgili kardeşlerim,Hepinize Bulgaristan Türklerinden ku-

cak dolusu selamlar getirdim, Bizler Türk-lüğün beşiği olan Orta Asya Bozkırla-rından yola çıkarak Anadolu’dan önce Türkleşen Rumeli’ye ulaşıp Türk Dün-yası coğrafyasına bu bölgeyi de ka-tan Evladı Fatihanların torunlarıyız.Böyle bir toplantıda konuşma fırsatı bul-

maktan ve bütün Türk Dünyasından gelen sizler ile buluşup dertleşmekten ve hasret gi-dermekten büyük bir mutluluk duyuyorum.Balkanları anlatmaya gerek yok desek,

daha doğru olur, çünkü 130 yıldan beri hiç-bir şey değişmemiştir. Osmanlının Balkan-lardan çekilmesiyle buralarda hala devam eden bir soykırım ve etnik temizlik yaşan-maktadır. Son Rus-Türk 1877 - 1878 sava-şından bugüne kadar yalnız Bulgaristan’dan iki milyon Türk ülkeden kovuldu, dünya da buna seyirci kaldı. Son 22 yılda de-mokratikleşme adıyla başlayan yağma dü-zeni ile eski Gizli servis (DC) ve Komünist partisinin adamları bütün mal varlıkla-rına da el koyarak ekonomik hayatı tama-men ele geçirdiler ve ülkede yaşayan Türk-leri ekonominin dışında tutmak için resmi devlet organları ile birlikte elinden geleni yapmaktadır.. Şimdi Bulgaristan Türkleri sefalet içindedir. Bu yörelerde işsizlik oranı en yüksektir. Kısaca bir ekonomik soykı-rımın da vuku bulduğunu söyleyebiliriz.Değerli genç kardeşlerim, artık sizler de

planlı programlı çalışmalara başlamalısınız ve hedefimize doğru emin adımlarla yürü-melisiniz. Türk Dünyası toplantılarını her yıl yapıyorsunuz, olumlu kararlar alıyo-ruz. Sizleri bu konuda tebrik ediyorum. 20 yıldır bu çalışmaları yapıyorsunuz ve ar-tık ektiklerimizi biçme zamanıdır. Bu top-lantıların meyvelerine koparma zamanıdır artık. Ancak artık daha aktif, daha prog-ramlı çalışmanız da gerektiğini ve sorum-lulukların sizlerde olduğunu bilmelisiniz.En önemli meselelerimizden birisi olan

dil birliği konusunda çözüme pek yavaş gi-dilmekte. Ben bu konuya çok büyük önem veriyorum, çünkü her şey dille başlar. Şu anda Bulgaristan Türk aydınları Türkle-rin yoğun olduğu yörelerde anadilimi-zin zorunlu bir ders olarak okullarımızda okutulması hususunda çaba harcamakta, resmi çevreler ise hiç aldırmamaktadır.Şayet bizler Bulgaristan’da Türkçe ko-

nuşma ve Türkçe eğitimi konusunda di-renmeseydik muhakkak eritilmiş olurduk.Sizlerin önünde altını çizerek söy-

lüyorum: Dil konusuna özel bir önem vermemiz gerektiği kanaatindeyim!Türk Dünyası temsilcilerini böyle

bir arada görmek insana inanılmaz bir güç, ferah ve mutluluk veriyor.Bu toplantıyı düzenleyenleri ve bizleri

buraya davet eden BULTÜRK yöneti-cilerine teşekkür ediyor, toplantıya katı-lanları cani gönülden kutluyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.Tanrı Türkü ve Türk Dünyasını korusun ve yüceltsin!

Bulgaristan’danGüner Tahir

Ulusal Hak veÖzgürlükler Hareketi

Genel Başkanı

Güner Tahir 37. ve 38. Dönem Razgrat Milletvekili

Osmanlı İmparatorluğunun dağılma devrini XIX. asır iptidasından başlatmak doğru olur. Bu dağılmanın birçok amilleri vardır; bu amillerin bizce en mühimleri şunlardır:

1.Garp müverrihlerinin Reformation ve Re-naissance dedikleri fikri hareketin, XV. ve XVI. asırlarda, Garpta zuhur edip yayıldığı zaman, me-deniyetçe Hıristiyan Garba mütefevvik bulunan İslam Şarkın ve onun aksamından bulunan Os-manlı Müslüman camiasının başka dillerle konu-şup başka mezheplere tabi bulunmasından dolayı, bu harekete iştirak etmemiş olması;

2. Garp kavimlerinin geniş denizlere sefer-ler tertip edip, müstemlekeler elde ederek servet ve marifetlerini arttırdıkları XVI. asırda, Osman-lıların bu Avrupa hareketine tamamen iştirak ede-memeleri;

3. Rönesans’ın, Reformasiyon’un, denizaşırı kıt’alara yayılmanın, elhasıl yeni kurunu orta ku-rundan ayıran belli başlı hareketlerin Avrupa Hı-ristiyan halkında husule getirdiği fikri ve ilmi in-tibah ile servet artmasından neş’et eden maddi ve manevi tefevvuka umumiyetle İslam Şarkın, hu-sus ile Osmanlı aleminin muvaffakıyetle karşı ko-yacak vasıtalardan mahrum kalması;

4. Büyük devletlerin cümlesi gibi muhtelif dinlere mezheplere inanan, muhtelif dillerle konu-şan birçok kavimlere hakim Osmanlı İmparatorlu-ğunun tebaasını, maddi, manevi tesirlerle uzlaştı-rarak birleştirmeğe muvaffak olamaması

5. İmparatorluğun çok geniş sahaya yayılmış bulunması, merkezi kuvvetin bütün memleket-lere kat’i bir kontrol yapmasını, o zamanki muha-bere ve muvasala vasıtalarına nazaran imkan hari-cine çıkardığından, iyi ve muntazam bir idarenin kabil olamaması;

6. Türklerde tabii bir haslet olan istila ve te-vessü arzusunu, ihtişam ve azamet emelini tatmin ve gittikçe genişliyen memleketin mu’dil idaresini temin için, o zamanki usullerle dahilden toplanan varidatın kifayet etmemesinden naşi, harp ve isti-laların bir varidat membaı sayılarak. Sonu gelmi-yen harplere girişilmesi;

7. Bu mütemadi harplerin devlet bünyesini za-afa uğrattıktan başka, sulh devirlerinde idare ve in-tizamın bozulmasına bir sebep teşkil etmesi;

8. XVII. asır ortalarından sonra, harplerin va-ridat membaı olmaktan ziyade büyük masrafları mucip olması;

9. XVII. asır sonlarındaki Viyana ricatinden itibaren harp ve sulh inisiyatifi artık Osmanlı Dev-letinin elinden çıkmış olduğundan komşu devletin ardı arası kesilmiyen taarruzlarına mukabele et-mek için hazırlanmak zarureti hasıl olan orduların, edilmek lazım gelen harplerin hemen hiçbir vari-dat temin etmeksizin ancak devletin askeri ve ikti-sadi membalarını çok daraltmağa sebep olması;

10. XVII. ve XVIII. asırların muvaffakıyetsiz harpler ile, Devletin mühim varidat temin eden ve ahalisinin ekserisi Hıristiyan olan eyaletlerinden bir kısmı elden çıkmakla beraber, devletin kudret, nüfuz, şeref ve sultasının da çok rahnedar olması;

11.Kanuni Süleyman zamanında temeli atılıp, Mahmut I. devrinde vazih ve kat’i bir şekil alan Kapitülasyonlar, Osmanlı Devletinin harici ticare-tinde Osmanlı tebaasının çok zarar görmelerini ba-his olduğu gibi, Şark sularında Fransız sancağına daha sonraları Felemenklilere, Venediklilere ve İn-gilizlere verilen imtiyazların da Osmanlı tüccar ge-milerinin inkişafına engel teşkil etmesi;

12. Kapitülasyonlarla gayri Müslim Osmanlı tebaasının bir nevi himayesine hak kazandıkla-rını iddia eden ecnebi devletlerin tesirler ile, muh-telif mezheplere mensup Hıristiyan tebaasının hü-kümet tarafından idaresinde birtakım müşkülatın yüz göstermesi;

13. Osmanlı Devletinin zayıflamasından fır-sat bulan ecnebi devletlerinin Kapitülasyonlarda münderiç bazı maddeleri fazla serbest tefsire baş-lıyarak, {Osmanlı tebaası Hıristiyanları himayeye kalkışıp onları metbu devletlerine karşı itaatsizliğe teşvik etmeleri;

14.Fatih zamanında İstanbul Rum Patrikliğine bahş ve ihsan olunan imtiyazları, Rum Patrikhane-sinin mütemadiyen tevsie çalışması ve Hıristiyan tebaanın, herhangi cins ve mezhepten olursa ol-sun, cümlesi üzerine pek geniş olan sultasile de ik-tifa etmiyerek, adli, idari ve hatta siyasi hususlarda daha geniş iddialara kalkışması;

15.Rum Patrikhanesinin gölgesi altında üreyip artan Fenerli Rum Beylerinin, çok defa Osmanlı Devletinin harici siyasetinde ve mali işlerinde mü-him mevkiler tutaral{bu kudret ve nüfuzlarını ba-zan Osmanlı menafiine münafi bir surette kullan-maları;

16. -Harplerin mağlubiyetle kapanmasından dolayı, iktisaden alettevali zararlara uğrıyan Os-manlı içtimai heyetinde husLıle gelen hoşnutsuz-luk ve tezebzübün ve idarei hükümette iktisadi sıkıntılardan naşi, gittikçe artan suiistimallerin ne-ticesi olarak, hükümetle ahali arasında imtizaç ve ahengin eksilmesi; alelhusus hıristiyan tebaanın gerek dahili sıkıntılar, gerekse harici propaganda-lar tesirile Osmanlı camiasından ayrılmak emel ve arzularının kuvvetlenmesi, nihayet bunların fiili hareketlere bile kalkışmaları;

17. -Osmanlı devletinin siyasi, adli ve idari teşkilatının esaslarından biri olan İslam şeriatinin zaman ve mekana göre terakki ve tekamül ettiri-lememesinden naşi, devleti ve içinde bulunan ka-vimleri idareden aciz kalması;

18. -Gerek merkezde, gerekse vilayetlerde adaleti tevzi ve saltanatı temsil eden makamların şeriata ve kanuna muğayir keyfi hareketlerinin art-ması ve binnetice zulmün, irtikap ve irtişanın mey-dan alması;

19. -Şeriat esaslarına göre tanzim olunan mek-tep ve medreselerin, XVII. asırdan itibaren garpta inkişaf eden serbest ulumu benimsiyemediğinden dolayı, Müslüman Osmanlıların medeni tekamül-lerine kafi derecede hizmet edememesi, hatta bu mektep ve medreselerin XV. ve XVI. asırlarda bulunduğu seviyeden aşağı düşerek ilim ve ma-rifetçe Osmanlıların Garbe nazaran geri kalmala-rına sebep olması;

20. Garpte Rönesanstan sonra, üniversiteler, yani medreseler mütemadi terakki ve inkişaf et-tikten ve dini alakalardan yavaş yavaş sıyrılmağa yüz tuttuktan başka, ayrıca ihtisas mektepleri, me-sela harbin usul ve kaidelerini, gemilerin inşasını, top ve tüfek imal ve istimalini, istihkam hafir ve tanzimini öğreten mektepler açılmış iken Osmanlı memleketlerinde ve umumiyetle şarkta, XVIII. asır sonlarına kadar böyle teşebbüslerin hemen hiç vaki olmaması;

21.Harplerde muvaffakıyetsizliklerin, idarede tezebzüplerin, maliyede sıkıntıların, adliyede ada-letsizliklerin, hükümdarlarda zaf ve aczin, ulum ve maarifte inhitatın tabii bir neticesi olmak üzere cehil ve taassubun hakim mevkie geçmesi ve her nevi teceddüt ve terakkiye mümanaat edebilecek bir kuvvete malik olması;

22. XVIII. asırda buhar kuvvetinin ve bu-harlı makine ler, imalinin garpte keşfolunarak xıx. asır başlarından itibaren Garpte servetin teza-yüt ve temerküze başlaması ve bu suretle Garbin Şarka karşı korkunç bir iktisadi tefevvuk kazan-ması; nihayet Garpte büyük sanayi sermayesinin ve buharlı büyük sanayiin mütemadiyen inkişafı esnasında, şarkın küçük sermaye ve sanayi sevi-yesinden yükselemiyerek, sermaye ve sanayi sa-hasında, yani siyasi ve içtimai hayatın ruhu de-mek olan bir sahada, şarkın garpten çok geriye kalması.

Yukarda sayılan amiller, bir devletin inhitat ve inkırazına kafi gelebilecek illetlerdir. Osmanlı Devleti, bütün bu illetlerle malul olmasına rağ-men. XVIII. asırdan sonra dahi, mütemadi küçül-mek ve zayıflamakla beraber, bir buçuk asır kadar daha yaşıyabilmiş ve inkıraz sıralarında bu devle-tin esas unsuru olan Türklüğün harikulade haya-tiyeti, parçalanarak dağılmış imparatorluğun için-den taze ve kavi bir devletin doğmasına kifayet etmiştir. Yusuf Akçura

Vakıalardan doğan fikirler, vakıalar ha-line geçmekte teehhür etmez; yani vakıa-lar fikirlerin müvellidi olduğu gibi, fikirler de vakıaların müvellididir. İntibah-ı ikti-sadi fikirlerinin geçen sene fikir halinden fiil haline geçtiğini gördük. İntibah-ı ikti-sadinin nişaneleri, Osmanlı memleketinin her tarafında, hemen her gaün bir suretle tecelli etti ve etmektedir. Birkaç yıl evvel, sırf müstehlik tanınan, yalnız bütçe yiyip yaşar bir tufeyli sanılan Osmanlı Türkü, geçen sene bakkal, aşçı, manifaturacı, tu-hafiyeci, kavaf, marangoz, inşaat müte-ahhidi, kitabcı, tüccar, komisyoncu, iş be-ceren, hatta fabrikacı olabileceğim fiili ve mukni misallerle gösterdi. İstanbul, Üskü-dar sokaklarını, Büyük Çarşı’yı, hatta Be-yoğlu Cadde-i Kebiri’ni dolaşanlar, bir sene zarfinda Türk-Müslüman dükkanla-rının göze çarpacak kadar arttığını müşa-hede ederler.

İntibah-ı iktisadinin asıl en mühim ci-heti, sanat ve ticareti hor gören, bir Os-manlı Türk’üne layık meşgale ancak askerlikle memurluktur diyen hatalı ve za-rarlı zihniyetin değişmesidir. Osmanlı sal-tanatında Türk burjuvazisi hemen yok gi-biydi. Zavallı Lehistan krallığında olduğu veçhile, Türkiye’de dahi burjuvazi sını-fını mahkum unsurlar teşkil ediyordu. Os-manlı, yalnız sipahi ve memurdu. Halbuki zamanımız devletlerinin temeli burjuvazi-dir; muasır büyük devletler, sanatkar, tüc-car ve bankacı burjuvaziye dayanarak tees-süs etmiştir. Türk intibah-ı millisi, Devlet-i Osmaniye’de Türk burjuvazisi tekevvünü-nün mebdei itibar olunabilir ve Türk bur-juvazisinin inkişaf-ı tabiisi sekteye uğ-ramayacak olursa, Osmanlı Devleti’nin sağlam taazzuv temin edilmiş olur.

İntibah-ı iktisadinin husulüne, hiç şüphe yok ki istihlak-ı umumiyi tenkik ve menafi-i milliye-i iktisadiyeyi müdafaa zımnında teşekkül etmiş “İstihlak-ı Milli Cemiyeti”nin de tesir-i fikrisi dokunmuş-tur; fakat asıl müessir, yukarıda izah edil-diği veçhile vekayi ve vekayiden sonra daha canlı ve daha sağlam mehafilin neşr-i fikr etmesi ve faaliyet-i ciddiyede bulun-masıdır.

Türklerde ve alelumum Müslüman-larda iktisadi faaliyetin artmasına sebep olarak, Türk-Müslüman müstehliklerin mümkün olduğu kadar ecnebi mamulatı satın almamalarını, ecnebi ve hatta Os-manlı fakat gayr-ı müslim ve gayr-ı Türk ticarethanelerle alışveriş etmemelerini gös-terenler vardır. Buna, İrlanda’dan gelme bir tabirle “boykotaj” diyorlar. Gayr-ı müs-lim Osmanlıların en yüksek mehafili tara-fından bile, Müslümanların Hıristiyan va-tandaşlarına “boykotaj” yaptıkları iddia edilerek hükümet-i Osmaniye’ye istikada bulunulmuştur. Biz bütün bu rivayet ve şikâyetlerde, mevcud ve meşhud bir vakı-anın arzuya göre tefsiri, ve esbabının mat-luba göre tayini nakısasından sakınılma-mış olduğuna zahibiz. Bununla beraber, münasebet düşmüş iken, Türk intibah-ı ik-tisadiyesinin muvaffakiyeti için gayrıla-rın rekabeti meselesine nasıl baktığımı be-yan ve ilan etmeksizin geçmek istemem. Bence, bugünkü günde Türkler, ne siya-seten ve ne de iktisaden taarruz hareke-tinde bulunmamalıdırlar. Türklerin iktisadi faaliyeti, hayat-ı iktisadiyelerini müda-faa etmek tenemmüv ve tekemmül ettir-mek cihetine masruf kalmalıdır. Bu teda-füi vaziyet, makul, sebatlı ve devamlı muhafaza olunursa Türklerin esaret-i ikti-sadiyeden kurtulmasına yol açılmış olur. Hasım ve rakiblerinin Türklere isnad ettik-leri taarruzi hareketlerin vücuduna inanı-yorum; lakin biz o isnadlara vesile olabile-cek efâlden bile müctenib davranmalıyız; çünki hakiki kuvvetlere istinad etmeyerek, sırf his ve heyecan ile yapılan efâl muvaf-fakiyetsizliğe mahkûmdur...

Türklerin İktisadi Uyanışı

Yusuf Akçura

Osmanlı Devletinin Dağılmasında Başlıca Amiller

Yusuf Akçura

Page 8: Genç Bengü Gazetesi 2.Sayı

8 Türk Dünyasının Sesi

Türklük Ve BozkurtBazı milletler bazı hayvanları be-

nimsemişler, onları kendilerine sem-bol yapmışlardır. Kartal, aslan, ho-roz bunların ilk akla gelenleridir. Türkler de bozkurtu benimsemişler, onu kendilerine sembol yapmışlardır.

Sembollerle sembolü benimse-yen milletler arasında bazı uygun-luklar olduğu muhakkaktır. Sembol ile milletin birbirine en uygun düşeni ise, şüphesiz kurt ile Türk’tür. Çünkü kurt, hayvanlar dünyasının pençesi en sert olanı; Türk ise, insanlık ale-minin yiğitlikte en önde bulunanıdır.

Kurt, Türk soyunun hayatında çok mü-him yeri olan bir varlıktır. Milletimiz, bu sert pençeli hayvanı yüzyıllar boyunca kendisinin yakını, yol gösterici, hatta kendi varlığının bir parçası gibi bilmiştir.

Türk milletinin çeşitli nesilleri-nin ortak eserleri olan milli des-tan parçalarımız, bu Türk-kurt yakınlığının edebi ürünleri ve belgeleridir.

Milli Türk destanının en güzel parçalarından birisi olan Oğuz Kağan Destanı’nın da, kurt, Türk’ü zafere ve do-layısıyla mutluluğa götüren bir yol gösterici, bir kılavuz-dur. Tür’ün ulu atası Oğuz Kağan, savaşa giderken boz yeleli kurt her zaman O’nun ve ordusunun önündedir.

Ergenekon Destanın da, bozkurt, Türkleri kapalı yurttan, o küçük vatan parçasından çıkarıp büyük va-tanlarına kavuşturan bir yol gösterici, bir kurtarıcıdır.

Bozkurt başka destan parçalarımızda da, Türk’ün hayatında büyük rol oynayan bir varlıktır.

Türk milleti, bu yapısı küçük, fakat hayat mücadelesin-deki yeri büyük, sert pençeyi öylesine benimsemiştir ki, kendisinin bozkurt neslinden olduğuna dahi inanmıştır.

Tarihimizde, Türklüğe büyük hizmetler eden kah-raman başbuğları bozkurtlar olarak adlandırmakta olmamızın sebebi budur. Türkçülük ülküsü ile do-

lup taşan yakın yıllar edebiyatımızda, bir çok eser-lerde bozkurta yer verilmiş olması da bundandır.

İnsan cemiyetlerini güçlü kılan, hayat mücadele-sinde başka cemiyetlere üstün getiren manevi kuv-vetler arasında, tarihten getirilmiş bu gibi milli un-surların yeri büyüktür. Milli varlıklara göz diken düşmanların, ilk önce bu manevi varlıklara saldırıp onları yıkmaya çalışmaları da bundan değil midir?

Bozkurt Türk’ün manevi hayatında bundan do-layı mühim bir yer tutar Gazi Mustafa Kemal, ha-yatının son yıllarında coşkun milliyetçilik dev-rinde, bunun için, “Ergenekondan Çıkış” tablosunu yaptırıp Maarif Bakanlığı binasına astırmıştır.

Sinsi Türk düşmanlarının, bozkurt düşmanlığı yap-

malarının sebebi de bundan başka bir şey midir? Bozkur’u, bir milli sembol ola-rak gönlünde yaşatan; Ergenekon efsa-nesi ile büyülenip bu yönden de Türklü-ğüne sımsıkı bağlanan bir Türk çocuğuna, hangi yıkıcı fikir veya inanç tesir edebilir?

Vicdanlarını kuzey iklimine satmış olan-ları, Türk’ün ilahi bozkurtuna “it” demeye ve bu adi horlamayı yaparken cibilliyetle-rini ortaya koymaya sevk eden nedir? Kız-gın çölün sarı altınları ile gözleri dönenleri, Türk’ü bu manevi güçten mahrum bırak-mak için, tarihimizin onuncu yüzyıldan öncesini inkara yönelten hangi sebeptir?

Türk düşmanları, bundan dolayı bozkur-tun da düşmanlarıdır. Hayatı sadece madde olarak görenler de bu gibi mana hareketle-rinin milletlerin hayatlarındaki yerini an-layamadıkları için, ister istemez Türklük düşmanları ile aynı safta yer almaktadırlar.

Bozkurt, Türk soyunun hayatında ve milli varlı-

ğında, karanlık gecelerin yol-cularına yol gösteren Çoban Yıldızı gibi büyük bir kıla-vuzdur. Türk’e kastı olanlar O’na düşmanlık edebilirler Sadece mideleri için yaşa-yanlar veya ihtiraslarına esir bulunanlar, bozkurtu horla-yabilirler. Fakat, hayatın ma-nasını, millet ve vatan için mücadele diye kabul eden, bu yüksek ruha erişmiş ve bu ruhla Türklük yolunda mücadeleyi varlıklarının tek manası bilenler için, boz-kurt, bayrak gibi, sancak gibi büyük bir mana-dır. Bayrağı bir bez parçası sayan adi yaratıkla boz-kurta it diyebilen fikri sapık arasında ne fark vardır?

Türk için manevi birçok kutsal varlıklar vardır. Boz-kurt da bunlardan birisidir. Bundan dolayı da bozkurtu korumak ve yaşatmak, ay-yıldızlı bayrağı vatan ufkunda dalgalandırmak kadar büyük bir Türklük vazifesidir.

Türk’ün Türklük için yaşayan çocukları var oldukça, Türk Bayrağı Türk göklerinde nasıl dalgalanacaksa; ulu atamız Oğuz Kağan’a yol gösteren ve Türk’ü Ergenekon’dan çıkarıp büyük yurduna kavuşturan boz-kurt da öyle yaşayacaktır. Çünkü bozkurt, Türk de-mektir. Türklük var oldukça, O’nu meydana geti-ren maddi ve manevi bütün unsurlar da var olacaktır.

Bütün sinsi ve planlı ihanetlere rağmen, boz-kurt, bunun için ebedidir. Mesut UĞURLU

Milletlerin ve toplumların kal-kınıp yükselmesinde sistemler mi daha büyük rol oynar, yoksa sis-temleri uygulayacak insanlar mı?

Bu mesele üzerinde biraz dur-mak ve düşünmek faydasız değildir:

En yeni ve asri silahlarla donatılmış bir ordu düşünelim. Böyle bir ordunun kumandanları, askerliğin gerektirdiği bil-giden ve vasıflardan yoksun iseler, bu ordu, sadece sahip bulunduğu o maddi silah gücü ile savaş kazanabilir mi?

Bir toplumun milli menfaatlerini ko-rumak ve onu her türlü tehlikelerden uzak tutmak için hazırlanmış bir kanun düşünelim. Böyle bir kanun, onu uygu-layacak ellere sahip bulunmazsa; o ka-nun, kütüphane raflarında kalmış, tozlu bir kitaptan başka bir şey sayılabilir mi?

En güzel ve milliyetçi bir müfredat programına uyularak hazırlanmış ders ki-taplarının, milli ruh ve milli şuurdan yok-sun bir öğretmenler ordusunun eline tes-lim edildiğini düşünelim. Alınacak sonuç ise, beklenilen dereceye yaklaşabilir mi?

İkinci Dünya Savaşı’nın, maddi si-lah bakımından güçlü İtalyan ordusunu hatırlayalım. Komünizmi yasaklayan kanun maddelerinin, yakın yıllardaki devrede, en aşırı ve azgın hareketler kar-şısında dahi uygulanmadığı memleketi-mizi düşünelim. Ve, Fransızlık ruhunu baltalamayı birinci vazife saymış olan, İkinci Dünya Savaşı komünist Fran-sız öğretmenlerini aklımıza getirelim.

Bunlar ve benzeri örnekler, bizi şu gerçeğe götürecektir: Bu gibi meselelerde asıl olan insandır. İn-san olmadıkça, sade en güzel fikir-ler ve sistemler değil, en güçlü silah-lar da gereken faydayı sağlayamaz.

Toplumların kalkınıp, yükselmesi ko-nusunda da durum aynıdır. Yani bir top-lumun maddi ve manevi alanlarda yük-selmesi, milletin mutluluğa erişmesi meselesinde de, sistemlerden çok, on-ları uygulayacak insanlar mühimdir.

En güzel içtimai-iktisadi bir fikri ve sis-temi, vatana hizmet düşüncesi taşımayan insanların meydana getirdiği bir hüküme-tin eline teslim edin. Alınacak sonuç, alın-ması gerekenden çok az olacaktır. Buna karşılık, şöyle böyle bir sistemi, millete hizmet düşüncesiyle dolup taşan insan-lardan meydana gelen bir heyete verin. Sonuç, muhakkak, çok daha iyi olacaktır.

Çünkü her şey insana, insanın ni-yetine, hareketine bağlıdır. İnsan ye-tişmiş, iyi niyetli, vatansever ve mil-liyetçi olmadıkça; toplumuna hizmet aşkıyla dolup taşmadıkça, onun eline teslim edilecek silah da, sistem de kı-sır ve yavan kalmaya mahkumdur.

Sistem, elbette, mühimdir. Ama, sistemi uygulayacak insan çok daha mühimdir. İnsan ise, ancak, mil-liyetçi olduğu nispette insandır.

Bu sebepten sistemi, fikri, kanunu uy-gulayacak olan milli insanları, heyetleri, hükümetleri bulmadan, herhangi bir sis-teme bel bağlamak boştur. İnsanın en mükemmeli olan milli düşünenlerdir.

İnsan ile sistem bir araya geldiği tak-dirde milletler ihtiyaçları olan şeyleri elde edebilirler. Nasıl insan, milliyet-çiliği nispetinde insansa, fikir ve sis-tem de milliyetçilik görüş ve temeline dayandığı nispette fikir ve sistemdir.

Dr.Nedim BİRİNCİİnsan ve Sistem

Bilgilendirme

Türkler, birçok insanlık meziyetlerini varlık-larında toplamış bir millettir. Kahramanlık, sa-vaşçılık, teşkilatçılık gibi, dünyanın başka hiçbir milletinde bir bütün halinde görülme-yen üstün vasıflarımız yanında; güzel sanatla-rın çeşitli dallarında ulaştığımız seviye de, bu-nun inkarı mümkün olmayan delilleridir.

Dünyanın en büyük kahramanları, Türk so-yunun oğulları arasın arasından çıkmıştır. Dün-yanın en büyük zaferleri, Türk ordusunun eserleridir. Dünyanın, her bakımdan en büyük dev-letlerinin ve imparatorluklarının sahibi de Türklerdir.

Güzel sanatların en üst basamakla-rında oturmakta olan insanlar arasında Türk-ler az değildir. Mimarlıkta Sinan; Şiirde Yu-nus Emre, Nevdi ve Fuzuli; Musikide Itri ve Dede Efendi, bir millete tek başlarına şerefle-rin en büyüğünü sağlayacak çapta sanatçılardır.

Cihan tarihinin akışı içinde, dünyanın en bü-yük, en muhteşem ve en uzun ömürlü dev-let ve imparatorluklarına sahip oluşumuz, bu büyük meziyetlerimizin tabii sonucudur.

Fakat, bu büyük meziyetlerimizin neticesi olup yüzyıllarca sürüp giden dünya hakimiyetimiz, bir çok milletleri, Türk’e düşman etmiştir. Düşman-larımızın çokluğunda, Müslümanlık-Hıristiyanlık mücadelesinde, İslamiyet’in tek başına savunucu-luğunu yaparken, yüzyıllarca Hıristiyan dünyasını kabuğunun içinde bırakışımızın rolü de az değildir.

Bu dış düşmanlarımızın yanında, bir de, iç düşmanlarımızın bulunduğu da unutulmamalı-dır. Son büyük imparatorluğumuzun çöküş yıl-larında ve çöküşünden sonra, eski çağlarda is-tila edilmiş toprakların mensuplarından olup da içimizde kalanların, yıllardan beri sürüp giden düşmanlıkları da, cemiyetimizin manevi haya-tında devamlı olarak yaralar açıp durmaktadır.

Dış ve iç düşmanlarımızın, Türk’ü vurmak için giriştikleri hareketlerde yüzyıllardan beri, ustalıkla kullandıkları bir kozları vardır. Bu, Türk’ün sıfatı-dır. Doğru, mert, yiğit ve efendi Türk; hileye ge-rektiği derecede akıl erdiremediği için, düşman-ları tarafından kolayca kandırılıp vurulmaktadır.

Göktürk çağının düşmanı Çinli, o ulu ataları, güzel Çinli prensesleri, ipeği vesairesiyle kandı-rıp vurmuştu. Selçuklular ve Osmanlılar devrinde bu cins hilelerin en tehlikelileri, dini elbiseye bü-ründürülerek Türk’ü uyutmak şeklinde yürütüldü. Tanzimat sonrasının sıkıntılı ve tehlikeli yıllarında ortaya çıkan “ittihad-ı anasır” dolması da; saf, temiz ve hileye akıl erdiremeyen Türk’ü, nere-deyse, son devletini kaybettirecek hale getirecekti.

Tarih; düştüğümüz büyük sıkıntılar ve tehlikeler sırasında, “Oğuz Kağan” ve “Ergenekon” destan-larındaki yol gösterici ve kurtarıcı Bozkurtun, her zaman soyumuzun içinden çıkıp başına geçtiğini ve Tanrı’nın en yüce soyunu tehlikeler içinden çı-karıp zafere ve selamete ulaştırdığını gösteriyor.

Asya’da, dağınık parçalar halinde yaşarken, Türk soyunu bölünmüşlükten kurtarıp bir bütün haline getiren Tanrıkut Mete, bunun tarihte ilk bü-yük örneğidir. Gök Türkler çağında, deniz büyük-lüğündeki Çin kıtasında eritilmeye çalışılırken, kırk arkadaşıyla birlikte, o büyük destanı yaratan Kür Şad, bunun, Türk ruhunu büyüleyen misal-lerinden birisidir. XX. Yüzyılın başlarında, Hıris-tiyan dünyasının, Türk’ü haritadan silmek üzere harekete geçtikleri ve artık her şeyin bittiğinin sa-nıldığı sıralarda Türklerin tarihte armağan ettik-leri “Milli Mücadele” ise, bunun son örneğidir.

Türk soyunun gizli gücü, işte bu devletinin bü-yük tehlikelerle karşılaştığı sıralarda, içinden çıka-rıp başına geçirdiği ulularının etrafında perçinle-şip, milli varlığını tehlikeden sıyırmasıdır. Bu güç, Türk’e Tanrı’nın bağışıdır. Bugüne kadar karşılaş-tığı tehlikelerde olduğu gibi, bundan sonra karşı-laşması mümkün ve muhtemel olanlarla da, Türk, bu gizli gücü ile düşmanının mutlaka alt edecektir.

Soyumuzun son kalesi Türkiye, bir müddet-ten beri, büyük tehlikelerle karşı karşıya bulun-maktadır. Bir kısım siyasilerin kaprislerinin bü-yük rol oynadığı yakın hadiseler sonunda, içine girmiş bulunulan durum, elbette ki, omuz silki-nebilecek cinsten değildir. Ama, karamsarlığa ka-pılmaya da lüzum yoktur. Türk soyunun gizli gücü, sonunda mutlaka kendisini gösterecektir. Son günlerin kıpırdanmaları, bunun belirtileridir.

Türk düşmanları hangi oyunlara başvurur-larsa vursunlar, emellerine ulaşmaları imkan-sızdır. Çünkü; “Üstte gök çökmediği, altta yer delinmediği” takdirde Türk soyunun yur-dunu ve türelerini hiçbir kuvvet yok edemez.

Dr.AyhanBOYACIOĞLU

Türklerin Gizli Gücü

Tarihi Bilgi

Kazakistan Milli Günü Ankara’da KutlandıKazakistan milli günü dün akşam

Ankara’da kutlandı. Kaakistan’ın Ankara Büyükelçisi Canseyit Tüymebayev’in ev sahipliğini yaptığı kutlama Ankara’da JW Marriot Otel’de gerçekleşti. Geceye Türkiye Cumhuriyetini temsilen TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Meclis’te temsil edilen çeşitli partilerden milletvekilleri, TÜRKSOY Başkanı Düsen Kaseinov, Ankara’daki diplomatik temsilciliklerden diplomatlar ve Türkiye’de yaşayan Kazaklardan yoğun bir katılımla kutlama gerçekleşti. Kazak milli motifleriyle süslenmiş olan salonda ayrıca Kazak çadırı kurulup, konuklara da Kazak milli yemekleri ikram edildi.

Türk Akademisi ve Türkoloji Dergisi2010 yılında Astana (Ka-

zakistan Cumhuriyeti) şehrinde halk-aralık Türk Akademisi ku-ruldu. Akademinin başlıca ül-küsü - köhne devirden bugüne değinki Türk Alemi tarihine, dili ve edebiyatına, medeniyetine dair bir çok dalda araştırmalar yapmak ve bunu dünyaya tanıtmaktır. Bu yönde süreli yayınlar arasında “Altaistika ve Türkoloji” akade-mik dergisi çıkmaktadır.

“Алтаистика жəне түркология” журналы http://turkacadem.kz/files/120912/at6.pdf

Page 9: Genç Bengü Gazetesi 2.Sayı

Türk Dünyasının Sesi 9

Bilge KAĞAN - Bengu Taşının Türkçe Çevirisi1. yüz. (Doğu yüzü)1- Teñri teg Teñri yaratmış Türk Bilge Kağan;

Sözüm: Babam Türk Bilge ..nda al..tı Sir, To-kuz Oğuz, İyi Ediz otağlı beğleri, bodunu .. Türk Teñri ..

2- üstüne kağan oturdum. Oturduğumda ölür-cesine sıkılan Türk beğleri, bodunu, silkinip, se-vinip, yere bakan gözü yukarı baktı. Bu çağda kendim oturup bunca ağır töreyi dört yandaki .......... etdim. Üstte Kök Teñri, altta yağız yer kı-lındığında ikisi arasında kişi oğlu kılınmış.

3- Kişi oğlunun da üstüne atalarım Bumın Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturunca Türk Bodunu’nun ilini, töresini tutu vermiş, edi ver-miş. Dört yan hep yağı imiş. Ordu gönderip dört yandakı bodunu hep almış, hep bağlamış. Başlıya baş eğdirmiş, dizliye diz çöktürmüş. Doğu’da Kadırkan ormanına kadar, Batı’da

4- Temirkapı’ya kadar kondurmuş. İkisi ara-sında pek düzensiz Kök Türk öylece oturur imiş. Bilge kağan imiş. Alp kağan imiş. Buyruğu bile bilge imiş gerçek, alp imiş gerçek. Beğleri bile, bodunu bile düz imiş. Onun için ili öyle tutmuş gerçek. İli tutup töre düzenlemiş. Kendisi öylece ölümü bulmuş.

5- Yasçı, ağlayıcı, Doğu’da, gün doğusunda Böklü Çül’lü İl, Çin, Tibet, Apar, Rum, Kırgız, Üç Kurıkan, Otuz Tatar, Kıtayn, Tatabı, bunca bodun gelerek ağlamış, yaslanmış. Öyle ünlü ka-ğan imiş. Ondan sonra, kardeşi kağan olmuş ger-çek. Oğulları kağan olmuş gerçek. Ondan sonra kardeşi, ağabeği gibi

6- kılınmadığı gerçek, oğlu babası gibi kı-lınmadığı gerçek, bilgisiz kağan oturmuş ger-çek. Kötü kağan oturmuş gerçek. Buyruğu yine bilgisiz(miş)gerçek, kötü imiş gerçek. Beğleri, bodunu eğri (olduğu) için, Çin bodunu alcı, kan-dırıcı (olduğu) için, aldatıcı (olduğu) için, kardeşi ağabeğe düşürdüğü için, beğle, bodunu

7- çekiştirdiği için, Türk Bodun, illediği ilini el-den çıkarmış, kağanladığı kağanını yitiri vermiş. Çin Bodunu’na beğlik er oğlanı kul oldu, kadın-lık kız oğlanı odalık oldu. Türk beğleri Türk adını attı. Çinli beğlercesine Çin adını tutarak, Çin ka-ğanına kapılmış. Elli yıl

8- işini güçünü vermiş. Doğu’da, gün do-ğusunda Bökli kağana kadar ordulayı vermiş. Batı’da Demirkapı’ya kadar ordulayı vermiş. Çin kağanına ilini, töresini alı vermiş. Türk’ün bütün kara bodunu şöyle demiş: “İlli bodun idim. İlim şimdi hani? Kime ili kazanırım” der imiş.

9- “Kağanlı bodun idim. Kağanım hani? Ne kağana işi güçü veririm.” der imiş. Böyle de-yip Çin kağanına yağı olmuş. Yağı olup, ken-dini derleyip toparlamadığından yine tutsaklaş-mış. Bunca işi güçü verdiğini düşünmeden Türk bodununu öldüreyim, kazıyaym der imiş. Yokol-maya varır imiş. Üstte

10- Türk Teñrisi, Türk kutlu yerini, suyunu öyle düzenlemiş. Türk bodunu yok olmasın diye, bodun olsun diye babam İlteriş Kağanı, anam İlbilge Kadını göğün tepesinde tutup yukarı kaldırmış gerçek. Babam Kağan onyedi erle dı-şarılamış. “Dışarı yürüyor” diye söz işitip kent-teki dışarılamış, dağdakı

11- inmiş. Dirilip yetmiş er olmuş. Teñri güç verdiği için babam kağanın çerisi börü gibi, ya-ğısı koyun gibi imiş. Doğu’yu Batı’yı çerileyip derlemiş toparlamış. Hepsi yediyüz er olmuş. Yediyüz er olunca ilsizleşmiş, kağansızlaşmış bodunu, odalıklaşmış, kullaşmış bodunu, Türk Töresi’ni bırakmış

12- bodunu atam, babam töresince yaratmış, yerleştirmiş. Tölis Tarduş bodunu orada, düzelt-miş. Yabguyu şadı orada vermiş. Güney’de Çin bodunu yağı imiş. Kuzey’de Baz Kağan, Doku-zoğuz bodunu yağı imiş. Kırgız, Kurıkan, Otuz-tatar, Kıtayn, Tatabı hep yağı imiş. Babam kağan bunca... kırk artığı

13- yedi yol ordu salmış, yirmi savaş savaş-mış. Teñri istediği için illiyi ilsizleştirmiş, kağan-lıyı kağansızlaştırmış, yağıyı buyruğunda kılmış. Dizliye diz çöktürmüş, başlıya baş eğdirmiş. Ba-bam kağan onca ili töreyi kazanıp ölü vermiş. Babam kağana ilkin Baz kağanı balbal dikmiş. Babam

14- kağan öldüğünde kendim sekiz yaşında idim. Töreye göre üste amcam kağan oturdu. Oturunca Türk bodununu yine düzenledi, do-yurdu. Yoksulu bay kıldı. Azı çok kıldı. Amcam kağan oturduğunda kendim tigin erk..... iy..... . Teñri istediği için

15- Ondört yaşımda Tarduş bodunu üzerine şad oturdum. Amcam kağan ile Doğu’da Yeşil Ir-mak, Şantuñ yazısına kadar ordu saldık. Batı’da Demir Kapı’ya kadar ordu saldık. Kögmen’den aşıp Kırgız yerine kadar ordu saldık. Topluca yirmibeş (yol) ordu saldık. Onüç (yol) savaş-tık. İlliyi ilsizleştirdik. Kağanlıyı kağansızlaştır-dık. Dizliye

16- diz çökerttik. Başlıya baş eğdirttik. Türgiş kağanı Türk’üm bodunum idi. Bilemediği için,

bize karşı yanıldığı, yağılık yaptığı için kağanı öldü. Buyruğu, beğleri yine öldü. On Ok bodunu eziklik gördü. Atalarımızın tuttuğu yerler, sular ıssız kalmasın diye Az bodununu eğitip, düzen-leyip ..... Bars Beğ

17- idi. Kağan adını burada biz verdik. Kız kar-deşim eceyi verdik. Kendisi yağılaştı. Kağanı öldü. Bodunu odalık, kul oldu. Kögmen yeri, suyu ıssız kalmasın diye Az, Kırgız budununu eğitip, eğitip, düzenleyip geldik. Savaştık. ..... ilini yine verdik. Doğu’da Kadırkan ormanını aşıp bodunu öyle düzenledik, öyle eğittik. Batı’da

18- Keñü Tarman’a kadar Türk bodununu öyle kondurduk, öyle düzenledik. O çağda kul kullu, odalık odalıklı olmuş idi. Kardeşi ağabeyini bil-mez idi. Oğlu babasını bilmez idi. Öyle kaza-nılmış, öyle edilmiş elimiz, töremiz vardı. Türk Oğuz beğleri, bodun, işit: Üstte Teñri basmazsa, aşağıda yer delinmezse

19- Türk bodunu, elini, töreni kim bozabilir, yı-kabilir? Türk bodunu, irkil, uyan. Buyruk dinle-mezliğinden, eğiten bilgili kağanına, bağımsız, bunsuz iyi iline kendin yanıldın. Kötülük et-tin. Pusatlı nereden gelip (seni) dağıtıp gönderdi. Süngülü nereden gelerek sürüp gönderdi. Kutlu Ötüken ormanının bodunu, gitti. Doğu’ya gide-nin gitti. Batı’ya

20- gidenin gitti. Gittiğin yerde iyiliğin oydu gerçek. Kanın ırmakça aktı. Kemiğin dağca yı-ğıldı. Beğlik erkek oğlunu kul kıldı. Kadınlık kız oğlunu odalık kıldı. O bilmediği için, kötülük (et-tiği) için amcam kağan ölüme vardı. İlkin Kırkız kağanını balbal diktim. Türk bodununun adı sanı yok olmasın diye babam kağanı,

21- anam katunu yücelten Teñri, il veren Teñri, Türk bodununun adı, sanı yok olmasın diye, beni o Teñri kağan oturttu gerçek. Varlıklı, bay bodun (üstüne) oturmadım. İçi aşsız dışı giyimsiz, düş-kün, kötü bodunun üstüne oturdum. Kardeşim Költigin, iki şad, kardeşim Költigin ile konuş-tuk. Babamızın,

22- amcamızın kazandığı bodunun adı sanı yok olmasın diye Türk bodunu için gece uyuma-dım, gündüz oturmadım. Kardeşim Költigin ile, iki şad ile öle bite kazandım. Öyle kazanıp bü-tün bodunu od su yapmadım. Ben kendim kağan oturduğumda her yere gitmiş bodun yayan çıp-lak, öle bite dönüp

23- geldi. Bodunu düzenliyeyim diye Kuzey’de Oğuz bodunu üstüne, Doğu’da Kıtayn, Tatabı bodunu üstüne, Güney’de Çin üstüne oniki (kez)

ordu saldım. Savaştım. Ondan sonra Teñri bağış-ladığı için, kutum,, gücüm var (olduğu) için öle-cek bodunu diriltip besledim. Çıplak bodunu gi-yimli kıldım. Yoksul bodunu varlıklı kıldım.

24- Az bodunu çok kıldım. Değerli illiden, de-ğerli kağanlıdan iyi kıldım. Dört yandaki bodunu hep buyruğumda kıldım, yağısız kıldım. Hep bana sığındı(lar). Onyedi yaşımda Tañut yönüne ordu saldım. Tañut bodununu bozdum. Oğlunu, karısını, at sürüsünü, (bütün) varlığını orada al-dım. Onsekiz yaşımda Altı Çub Soğdak

25- yönüne ordu saldım. Bodununu orada boz-dum. Çinli Oñ paşa beş tümen erle geldi. Iduk Baş’da savaştım. O orduyu orada yok ettim. Yirmi yaşımda, Basmıl Idıkut soyum (olan) bo-dun idi. Yüklü deve göndermedi diye ordu sal-dım. ..... boyun eğdirttim. Varlığını beri getirdim. Yirmiki yaşımda Çin

26- yönüne ordu saldım. Çaça Paşa’nın sekiz tümen ordusu ile savaştım. Ordusunu orada öl-dürdüm. Yirmialtı yaşımda Çik bodunu Kırgız ile (birleşip) yağı oldu. Kem Irmağını geçip Çik yönüne ordu yürüttüm. Örpen’de savaştım. Or-dusunu sançtım. Az bodununu aldım. Boyun eğ-dirttim. Otuzyedi yaşımda Kırgız yönüne ordu yürüttüm. Mızrak batacak (boydaki )

27- karı sökerek, Kögmen ormanını aşıp yürü-yerek Kırgız bodunu uykusunda bastım. Kağanı

ile Soña ormanında savaştım. Kağanını öldür-düm. İlini aldım. O yıl Türgiş üzerine Altun or-manını aşarak, İrtiş ırmağını geçerek yürüdüm. Türgiş bodununu uykusunda bastım. Türgiş ka-ğanının ordusu od gibi, bora gibi geldi.

28- Bolçu’da savaştık. Kağanını, yabgusunu, şadını orada öldürdüm. İlini orada aldım. Otuz yaşımda Beş Balık’a doğru ordu yürüttüm. Altı yol savaştım. .... Ordusunu hep öldürdüm. Beş Balık içinde pek çok kişi .... yok olacağından, kişi(ler) beni çağırmaya geldi(ler). Beş Balık onun için kurtuldu. Otuz artığı

29- bir yaşımda Karluk bodunu sıkıntısız, ba-ğımsız iken güçlü (bir) yağı oldu. Tamağ Iduk Baş’da savaştım. Karluk bodununu öldürdüm. Orada aldım. Basmıl kara bodunu ..... Karluk bo-dunu (ile birlikte) toparlanıp geldi. Sançtım, öl-dürdüm. Dokuz Oğuz benim bodunum idi. Kök, yer bulandığı için, içine

30- kıskançlık değdiği için yağı oldu. Bir yılda dört yol savaştım. En ilki Toğu Balık’ta savaştım. Toğla ırmağını yüzerek geçip ordusu .... . İkinci (olarak) Andırğu’da savaştım. Ordusunu sanç-tım. İlini aldım. Üçüncü (olarak) Çuş Başı’nda savaştım. Türk bodunu ayak titretti. Kötü

31- olacak idi. Uzanıp yayılıp gelmekte olan ordusunu uçurdum. Pek çok ölecek kişi orada dirildi. Orada Toñra yiğiti bir boyu Toñga Ti-gin yoğunda çevirip vurdum. Dördüncüsü Ez-ginti Kadız’da savaştım. Ordusunu orada sanç-tım, yıprattım. ...barım... ..... Kırk yaşımda Amğı Kurgan’da kışladığımızda kıtlık oldu. İlk ya-zında

32- Oğuz’a doğru ordu yürüttüm. İlk ordu dı-şarı çıkmıştı. İkinci ordu yerleşik idi. Üç Oğuz ordusu basıp geldi. (Bizim için) Yaya, kötü ol-dular deyip yenmeye geldi. Ordunun yarısı evi barkı yağmalamaya gitti. Ordunun yarısı da sa-vaşmaya geldi. Biz az idik. Güçsüz idik. Oğuz ...t yağı ..... Teñri güç verdiği için orada sançtım.

33- dağıttım. Teñri istediği için ben kazandığım için Türk bodunu kazanmış oldu beliğ. Ben kar-deşimle böylece başa geçip kazanmasam Türk bodunu ölecek idi, yok olacak idi. Türk beğleri, bodunu böyle düşünün, böyle bilin. .... Oğuz bo-dunu ...d... göndermesin diye ordu yürüttüm.

34- Evini, barkını bozdum. Oğuz bodunu Do-kuz Tatar ile dirilip geldi. Ağu’da iki büyük sa-vaş savaştım. Ordusunu bozdum. İlini orada al-dım. Öyle kazanıp .... Teñri buyurduğu için ben otuzüç yaşımda ...uk idi. (Bu) çağda (kendisine) öğüt, uğur, güç (vermiş olan)

35- doyurmuş alp kağanına baş kaldırdı. Üstte Teñri, kutsal yer, su ... . amcam kağanın kutunu yeter bulmadı beliğ. Dokuz Oğuz bodunu, yerini, suyunu koyup Çin’e doğru gitti. Çin ..... bodunu ..... bu yerde (burada) geldi. “Besleyeyim” diye düşünüp ..... bodunu .....

36- kınat... . Güney’de Çin’de adı sanı yok oldu. Bu yerde (burada) bana kul oldu. Ben ken-dim kağan oturduğum için Türk bodununu ... kılmadım. İli, töreyi iyice kazandım. ... toparla-nıp yi...

37- orada savaştım. Ordusunu sançtım. Baş eğen baş eğdi, bodun oldu. Ölen öldü. Seleñe’den aşağıya yürüyerek Karğan geçidinde evini, bar-kını orada bozdum. ... ormanına çıktı. Uygur il-başısı yüz kadar erle Doğu’ya kaçıp gitti. .....

38- ...ti. Türk bodunu aç idi. O at sürüsünü alıp doyurdum. Otuzdört yaşımda Oğuz kaçıp Çin’e girdi. Öfkelenip ordu yürüttüm. Soyunu, ...., oğ-lunu, karısını orada aldım. İki ilbaşılı bodun .....

39- ..... Tatabı bodunu, Çin kağanının buyru-ğuna girdi. Elçisi, iyi sözü, yakarışı gelmiyor diye yazın ordu saldım. Bodununu orada bozdum. At sürüsünü ... ordusu toparlanıp geldi. Kadırkan or-manında kon... .

40- ...ğakıña, yerine doğru, suyuna doğru kondu. Güney’de Karluk bodununa doğru ordu yürüt deyip Tudun Yamtar’ı gönderdim. ... Kar-luk ilbaşısı yok olmuş, kardeşi bir korgana

41- ..... vergisi gelmedi. Onu korkutayım deyip ordu yürüttüm. Koruyucusu iki üç kişiyle kaçıp gitti. (Onun) Kara bodunu “Kağanım geldi” de-yip (beni) övdü. ...ka ad verdim. “Küçük” adlı...

2. yüz. (Güneydoğu yüzü) Gelecek SayıdaKök Öñ’ü yürüyerek ordu yürütüp, geceli gün-

düzlü yedi çağda Susuz’a geçtim. Çorak’a ulaşıp yağmacı er(ler)i k...bes Keçin’e kadar ... .

Devamı Gelecek Sayıda

D e v l e t l e r i m i z U y u r s a Nurgali JUSİPBAY - Alma Ata-Kazakistan

Devletler de insanlar gibidir. Onlar da tıpkı bizim gibi rengarenk rüyalar görebili-yor. Derin uykulara dalabiliyor. Mışıl mışıl...

Hele uykuya en düşkünleri bizimkilerdir ga-liba. Uykuya bir daldı mı kaldıramazsınız ko-laylıkla... Horulu yankılanarak duyulur, o uyur-ken yanına yaklaşırsanız, uykunun gizemi sizi de sarar, sizi de uyutur, ve siz çok sevdiği-niz şarkının nakaratını mırıldar gibi horuluna ayak uydurur, uyku kokusunda erir gidersiniz...

Ya da kaldırmak istersiniz.***Devletlerimizin düşündükleri ile bizim düşün-

düklerimiz bazen birbirini tutmadığı gibi, uyku-larımızın derinlikleri, boyutları, uykuya dalışımız, uykudan kalkışımız, uyanışımız da farklıdır bizim.

Bir saatimiz var yüreğimizde. Kurdu-ğumuz zaman diliminde bizi uyandır-maya yarayan bir çalar saatimiz, işte...

Kurduğumuz vakitte çalıyor. Kimilerimiz için bu bir ezan sesidir, kimileri için de işe veya okula geç kalkma endişesi. Uyandırır. Gözlerimiz kapalı olsa bile dimdik ayağa kaldırır. Bize güvenenle-rin güvenini yetirmememiz için. Daha net de-yişle: akşam eve birkaç yumurta, azıcık makarna, ekmek getirebilmemiz için, işe geç kalmama-mız, daha doğrusu şu (kahrolası) taksitleri kapa-tabilmemiz için. Özeti: ayakta kalabilmemiz için.

Devletleriimiz uykuya daldığında onları uyan-dıracak, aklını başına toplatacak ve ayağa kaldı-racak olan nedir? Gördüğü veya göreceği kabusu mu? Çaplarına ve derinliklerine uygun olan o ko-caman, o şaşalı, o gösterişli çanlı saatleri nere-dedir onların? Nerelerde saklıdır? Neye benzer?

Bir zamanlar peygamberlerin Tanrıyı arayışı gibi biz de devletlerimizin saatlerini arıyoruz. Bul-maya çalışıyoruz. Çalmasını istiyoruz. Çalsın, çanlasın diyoruz. Uyansın istiyoruz. Çünkü, dev-letlerimiz o kadar derin, rengarenk ve tatlı uy-kuya dalmış ki, o, yüreğimizdeki çalan saatle-rin seslerini duyma hassasiyetini, biz de, sesimizi duyurma yetimizi hep birlikte yitirmiş gibiyiz.

. . . ve sonunda buluyoruz o ko-caman saatlerii . Fakat, bulduklar-mız da çalışmıyor, çalmıyor, kurulmuyor.

Saati çalıştıracak ustalarımızı arıyoruz.... ve sonunda onları da buluyoruz. Kimilerini me-

zarlarda gömülü, kimilerinin elini kelepçeli olarak....Yüreğimizdeki saatimiz çalmadığı için,

hala sustuğu için, biz de susuyoruz, nedense. ***Çalışmıyor da olsa kurulabilme ih-

timali olan o bulduğumuz saatlerimizi biraz-cık da ayarlama işinden anladığını sandı-ğımız, daha doğrusu anlayacağından umut ettiğimiz ve tam olarak uyumuyor olsa da iki de bir esneyip duran saatçilere teslim ediyoruz...

O saatleri çalıştırmak için kimileri Kremlin’e, kimileri ise Big Ben’e bakıyor. Ve biz, Londra ile Moskova, Big Ben ile Kremlin arasında sıkışmış, çalar saatlerimizi ayarlamaya çalışıyoruz. Saatleri-mizin ayarı, kıblesi farklı olmasına rağmen, bizim coğrafyamıza, doğasına hiç uymamasına rağmen gene boynumuzu uzatıp uzatıp bakıyoruz oralara.

Sonra...“Saat kaç” diyoruz, devletimize gün ortasında?Biri “sabah” oldu diyor, diğeri “akşam”.“Sahi mi?” diyoruz, başımızı kaşı-

yarak, tepemizdeki güneşe mi, devleti-mizin dediğine mi inanacağımzı şarak.

Sonra susuyoruz. Suskun saatlerimiz gibi. Bir tuhaflığın olduğunu hissetsek de...

***Bizde “1. Kanal” diye bir televiz-

yon kanalı var. Daha önceki adı “ORT”, SSCB döneminde “Vremya” idi . . .

Her gün seyredildiğinden bazen bu TV ka-nalının bir Rusya yayını olduğunu unu-tup, bir ulusal kanal sandığım da sık oluyordu. Öyle ki, hatta, sizin da az önce oku-duğunuz gibi, “Bizde “1.Kanal” diye bir televiz-yon kanalı var” diyorum. Alışkanlıktan olsa gerek.

Benim bu tuhaf alışkanlığım gibi bu TV ka-nalının da kendine özgü bir alışkanlığı vardı ay-rıca. Her yıl tam 31 Aralık gecesi yerel (Kazakis-tan, Özbekistan, Kırgızistan vs.) saatle 21:00’da Kremlin’in o kocaman saatinin çan sesleriyle yeni yıla girildiğini duyurur ve Rusya’nın dev-let başkanı şampanya kadehini kaldırırdı. Çünkü Rusya’da saat 24:00’dır. Tuhaf olsa da söyleme-liyim, bizde, birkaç milyon kişi de “Gospodin Prezident”in bu şampanya içişine eşlik ederlerdi. Hatta, kadehleri kaldırır kaldırmaz, peşisıra, Krem-lin saatlerine göre el ve duvar saatlerini de kontrol ederlerdi. Dakik olmak istediklerinden olsa gerek.

Ve böylece Kremlin saati ve Rusya devlet başkanıyla birlikte bir şampanya kadehinin ek-şimsi tadı ve köpükcükleriyle memleketin yarı-sından çoğu yeni yıla girmiş hissederdi kendisini.

Tuhaf, ama gerçek. Tıpkı, insanlar gibi dev-letlerimizin de ayarlı rüya görmesi gibi.

Devamı Gelecek Sayıda

Page 10: Genç Bengü Gazetesi 2.Sayı

10 Türk Dünyasının Sesi

“BİR KIŞ GÜNÜ VAHŞETİ HOCALI” İSTANBUL’DA MASAYA YATIRILDIERMENİLERİN

TÜRKLERE YAPTIĞI SOYKIRIMI BELGELERLE

ORTAYA KONULDUErmeni le r ta raf ından

Azerbaycan’a karşı başlatılan soykırımda, Hocalı’da meydana gelen olaylar “Bir Kış Günü Vahşeti Hocalı” adlı kitapta toplandı. Bu amaçla da Hocalı katliamı İstanbul’da yapılan bir toplantı ile dünya kamuoyu ile paylaşıldı.

Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği Başkanı Ek-ber Koşalı, Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği Başkanı Hikmet Eren, Bazı eski Irak parla-menterleri, Fevzi Ekrem Terzioğlu ve kitabın redaktörlerinden Dr. Şemsettin Kuzeci ile çeşitli sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, Türk Dünyası’na gönül verenler ile gazetecilerin bir araya geldiği toplantı başarı ile sonuçlandı.

Toplantının düzenlenmesinde etkin rol oynayan DGTYB Başkanı Ekber Koşalı, “Hocalı’da Türklere karşı Ermenilerin ortaya koyduğu vahşetin bütün Türk gençlerinin bilm-esi gerekiyor. Bu toplantıyı bu bilinç ve ama-çla yaptık. Dünya, asıl soykırımcıların Ermeler olduğunu görmeli ve kabul etmelidir” demiştir

Türk Dünyası’na yaptığı hizmetlerle dikkatleri çeken Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği’nce yayına sokulan “Bir Kış Günü Vahşeti Hocalı” kitabı büyük ilgi görüyor. Kitap“O Günler Un-utulmaz”, “Kadim Azerbaycan- Türk Toprağı Hocalı”, “ Tekrarlanan Katliam Senaryoları”,

“Karbağ’da Yaşadığım Acı Tatlı Günler” , “Bir Kış Günü Faciası Ya Hocalı’da Evim Kaldı” , “Dış Basında Hocalı Katliamının Yankısı”, “Hocalı Katl iamı İnsanlığa Karşı İşlenmiş Cinayettir” ,”İlaveler”, “ Fotoğraflarla Hocalı”adlı bölümlerden oluşuyor.

Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği Başkanı Hikmet Eren, dost, kardeş ve Türk kanı taşıyan Azerbaycan’ın Hocalı’daki katliamının ortaya konulması amacıyla hazırlanan bu kitabı dernek olarak yayınlamaktan mutluluk duyduklarını söylüyor ve “ Biz, Türk Dünyasına hizmette sınır tanımıyoruz ve bu hizmeti de var olduğumuz sürece sürdürme kararlılığındayız”diyor.

“Bir Kış Günü Vahşeti Hocalı” kitabına Azer-baycan Milletvekili Prof. Dr. Nizami Caferov, milletvekili Prof. Dr. Necdet Ünüvar, Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği Başkanı Hikmet Eren ile Azerbaycanlı bazı sivil toplum kuruluş yetkilileri ve uzmanlar katkıda bulundular.

Bir teranedir tutturmuş gidiyoruz. ‘Biz yeni yılı kutluyoruz, Noel’i değil’ diye…Ama ne hikmetse, bu yeni yıl kutla-

malarında kullanılan sembollerle Hıris-tiyanlıkta kullanılan semboller aynı…Durum böyle olunca da kimin

neyi kutladığı biraz karışık oluyor…Türkiye’mizde aziz milletimiz yeni yılı

Noel Baba ile kutlarken, geçen sene git-tiğim İngiltere’de aynı Noel Baba ile İngilizler Noel’i kutluyorlardı. Ne en-teresandır ki, ‘kristmıst’ çamı ile ev-lerini, dükkânlarını süslüyorlardı.Televizyon kanallarımız yeni yıl prog-

ramı adı altında Noel kutlaması ha-zırlıklarını hızla tamamlıyorlar…‘Bu bizim kültürümüzde yok’ di-

yenlere de o bildik ve beylik, ‘Biz yeni yılı kutluyoruz, Noel’i de-ğil’ ifadesiyle hazır cevap veriyorlar…Kimi dostlarımızda ya bugünün dünya-

sında böyle şeylere takılmamak lazım diye-rek sözüm ona evrensel mesaj veriyorlar…İyi de kardeşim şu evrenselleşen dün-

yada ne hikmetse hiç bizim kültürümüz, örf ve adetlerimiz ‘evrenselleşmiyor’…Sanırım siz ne demek istedi-

ğimi anladınız Sevgili Okurlar…* * * Kardeş Özbekistan kaynaklı Uzmetre-

nom internet haber sitesinin yayınladığı ha-bere göre Özbekistan’daki tüm TV kanal-ları bir araya gelerek yılbaşında Noel Baba karakterine yer vermeme kararı aldılar. Noel Baba karakterinin yanı sıra, Rus Peri Masalları, Pamuk Prenses, Rus Efsaneleri vb. öğelerinde Özbekistan’daki TV kanal-larında gösterimi yasaklanma kararı alındı.Söz konusu kararın televizyon yöneticile-

rine ait olduğu, Özbek yönetiminin böyle bir baskısı olmadığı veya bu yönde teş-viki ya da engellemesi olmadığı bildirildi. Televizyon idarecilerinin bu kararı,

Noel Baba karakterinin Türk kültürüne ait olmadığı gerekçesiyle aldığı kayde-dildi. Televizyonlar bu karakterlerin ye-rine millî kahramanları ekrana çıkaracak.Öte yandan yeni yılın Özbekistan’da sa-

dece devlet düzeyinde kutlanacağı kay-dedildi. Taşkent’in en büyük kongre sa-lonu olan İstiklâl’de yılbaşında tek bir çam ağacı dikilecek ve yabancı misyon-ların katılacağı bir tören düzenlenecek.Özbekistan yönetimi 2005 yılında, yıl-

başı kutlamasını ‘Nevruz’ olarak sadece 21 Mart günü kabul edilmesi gerekti-ğini öne sürerek, 31 Aralık’taki kamu-sal kutlamalara sınırlandırma getirmişti. Yönetim daha çok çocukların ilgisini

çeken bu etkinliğin kısıtlama nedenini ise olası her türlü kültürel dezenformas-yona karşı önlem olduğunu açıklamıştı. 2006 yılından sonra ise ül-

kede yılbaşı etkinlikleri artık es-kisi gibi yoğun olarak kutlanmıyor. * * * N e d i y e l i m , d a r ı s ı b i -

zim televizyonların başına…

Noeli Kapı Dışarı Eden

ÜlkeDünya Türk Gençleri

Birliği’nin İstanbul Kurultayına katılanlar ülkelerine Türkün en büyük dostu her zaman Türk oldu ve Türk olacaktır inancını götürdüler. 15. Kurultay, Türk olan ve çok farklı koşullardan gelen gençlerin İstanbul güzellik buketini oluşturdu. Türk dünyası harikalarını bütünleyen böyle bir buket daha önce görülmemişti.

Türklüğün en geniş diyarı olan Altay’dan gelen Reza berabe-rinde ahşap yarışta güç ölçme aletleri getirmişti. “Kim Daha Kuvvetli” yarışmasında, Tür-kün ezelden beri Altay ve Orta Asya’da en güçlü kuvvetli boy olduğunu örneklemekle kal-madı, Türk gençlerin oluştu-racağı yeni medeniyetin çok güçlü olacağını da kanıtladı.

Yine Bozkırdan olan başka bir Türk genci, ayakları yerden kop-muş uçarak koşan Türk atı üze-rinde nefes kesmiş genç avcının ok atışını canlandırdı. O da Türk-lerin doğru karar almada ve isa-bette usta olduklarını kanıtladı.

Bayan sanatçılar Türkün yaşa-dığı doğanın bir barçası olduğunu,

Ata mezarımız olan her yerin bize Vatan olduğunu söz ve sazla anlatırken, özümüzde farklı do-ğal yansıma taşıdığımızı büyük bir orkestra hüneriyle solo icrala-rında canlandırırken hepimize ıs-sız Sibirya’nın dondurucu kışını, rüzgâra karışan bin bir hayvanın vahşi sesini, korkunç gece uğul-tusu yaşatıp, hepimizi büyüledi.

Afganistanlı Türkmen kızı Hürriyet şarkılarında vatanının yalçın dağ dizilerini yankıladı.

Suyu giderek çekilen Aral Gölü’nden Türk gençler, eski Türk medeniyetlerinden söz ederken, atalarımızın çeltik ova-larını barajlar yapıp kanallar açıp suladıklarını, çeltiği dibek ta-şında soyduklarını, kış için bü-yük çömlekler içinde sakladık-larını anlatırken, sulanır tarım kültüründen, Türk tarım gele-nek ve uygarlığından söz ettiler.

Kimi delegelerin halk belle-ğinde Timurlenk Çağı’nın de-rin izleri iz sürmeye devam edi-yor olacak ki, kürsüden, “Türkün Düşmanı Türk’tür!” sözlerini te-lafuz edenler de oldu. Zamanını yaşamış savların tarihe gömül-mesi zaman istiyordu. Ne iyi oldu ki, 15. Kurultayın közden gelen ateşinde “Türk Dostluğu”, “Türk Kardeşliği” inancı hâkimdi. Türk gençleri arasındaki birlik ve bera-berlik, Türklüğü yaşatma, dallara meyve yükleme, Türklüğü arzu-lanan üstün uygarlık olarak geliş-tirip yüceltme dile gelince önce-lik kazandı, yol haritası belirledi.

Problemlerin çözümü prob-lemlerin kendi içindedir.

Balkanlar’dan gelen genç Türk delegelerin konuşmalarında bu gerçek dikkati çekti. Onların söy-leşileri ve davranışlarında kötülük-lerin içinden süzülüp dirilmişliğin onuru okunurken, sanki ezilme-yen insan eğitilemez, diyorlardı.

Kırcali’nin Most (Köprülü) köyünden Niyazi, Kafkasların Kara Çay Muhtar Cumhuriye-tinden konuklarla sohpetinde atasının ve babasının verdiği uzun ve sert Türklük mücade-lesini yerel şairlerden Ömer Os-man Erendorun şu dörtlükle-riyle anlatmaya çalışıyordu:

Türkçe söylemek yasak, Türkçe yürümek yaya Türkçe işitmek yasak, Türkçe bakmak dünyaya. Türkçe sevinmeyecek, Türkçe gülmeyeceksin Alnından akan teri Türkçe silmeyeceksin.

Türkçe bağlamak yasak ayak-kabı bağını

Türkçe ayırmak yasak, solunu ve sağını

Sofrada ekmeğini Türkçe dil-meyeceksin,

Türkçe yaşamayacak, Türkçe ölmeyeceksin.

Bu dörtlüklerde 1989 ön-cesi Bulgar ırkçılığının zalimliği vardı. Oysa Bulgarlarla Türkler Orta Asyalı kardeşlerdi. Güzel-lerin güzeli ise, Türk ve Bulgar kardeşlerin omuz omuza verip zulmedenlerin belini kırması ve kardeşlik ağaçlarını yeniden çi-çek açmasıyla çağırması oldu.

Niyazi’yi dinleyen Türklerin Türkçe söz dağarcığı büzülmüş, deyim anlamlarında farklılık-lar vardı, ama hazır bulunanların hepsi birbirini anlamaya gayret ediyor ve gönül sesine inanıyor-lardı. Onlar geçmişlerini birlikte görüp geleceğe beraberce bak-mak istiyorlardı. Bu yüzden ola-cak, delegelerin hepsi Tüm Türk ağızlarının araştırılması, ortak yanlarının öne çıkarılması ve mo-dern Türkçenin öğretilmesinde çağdaş teknik araçlardan yarar-lanmasında görüş birliğine vardı-lar. Yeni yolda susarak değil dert-leşip yardımlaşarak gidilecekti.

Türklüğün hem özünden hem de İslam’dan aldığı güçle daha da güçlü kaynaşacağı inancını dile getiren delegelerden Kırımlı Ayşegül şu şiirle söze katıldı:

Kayalıklardan fışkıran, Şu neşe pınarına bakın, Bir yıldız çakışı sanki; Bulutlar üzerinde Yüce ruhlar beslemiş gençliğini Bağrında koruluktaki kayalıkların. Katmış da önüne rengarenk çakılları Sürüklüyor dağ geçitlerinden aşağı, Ve bir önder azmiyle Götürüyor beraberinde, Nice kardeş pınarları Vaadilerden aşağı Çiçeklenir geçtiği yerler, Ve çimenler Soluğuyla yeşerir. Lakin eyleyemez onu, Ne gölgeli vaadiler, Ne sevdalı bakışlarla yüze gülerek, Dizlerine kapanan çiçekler; Basıp ovayı taa işlere kadar ilerler, Sonra döne dolana akar gider. Yoldaşı oluverir akar sular. Ve şimdi gümüş parıltılar içinde, Girer uçsuz bucaksız ovaya, Ve onunla parıldar ova, Ve ovalardan gelen ırmaklardan Ve dağlardan inen derelerden Sevinçle bir ses yükselir: Kardeş! Kardeş, kardeşlerini de al yanına. Dünya Türk Gençliğinin ham-

lesi pınarları, dereleri, çayları top-layan ve Türk dünyasını yeşe-rip orman olmaya çağıran yüce mantığın, uyanış ve devini-min sembolüdür. Bu ateş sön-dürülemez. Kırım güzeli şiiri okurken tüm bakışları üzerine topladı, gözlerinde dereleri top-layan derin ırmağı gördüm.

Bu perspektifte olmak üzere ana dilleri atkı, soy ve boyları doku ve ellerine aldıkları kendi-sinden şüphe olmayan kitap on-ların öz güzelliği olan farklılık-ları birleştiren medeniyet ruhu yepyeni bir dünyaya taşıyacak-tır. Taşıyor. Bu âlem, Türk kar-deşliğinin yeni uygarlık dünyası olacaktır. TÜRKÜN BÜYÜK DOSTU TÜRKTÜR ÇI-NARI DTGB dikilmiş su alı-yor, dal budak salmış devleşiyor.

Türkün BüyükDostu Türktür

Hikmet EFENDİEV15.Dünya Türk Gençler Birliği Kurultayından

Belçika’daki Türk Köyü’ne, Türk diye Naziler GiremediBelçika daki Türk Köyü

FaymonvilleOnların öyküsü, Osmanlı

döneminde yaralı bir Yeniçeri Askerinin onlara sığınmasıyla başlıyor.Kendilerini asırlardır

“Türk” olarak adlandıran Belçikalı bu köylüler, Türk Kültürünün izlerini yansıtan geleneksel olarak Türk giysisi, şarkıları, dansı ve mutfağıyla, ellerinde Türk Bayrağı atlı karnaval ko-rteji oluşturuyorlar. “Önemli olan; Fay-monville köylüleri olarak biz, Anadolu Türkleri gibi kendimizi “Türk” hissedi-yoruz…” diyorlar. Ve yalnız Ağustos Karnavalında değil, her gün Türk gibi yaşamaya özen gösteriyorlar, milli bay-ramlarda bile kutlama yapıyorlar

Her sokak başında ve her evde mut-laka Türk motifler bulunduruyorlar, burası Türk toprağı belçikanın değil diye belçikalı siyasetçilere mesaj yol-luyorlar

Yaklaşık 100 haneden oluşan ve bin kişinin yaşadığı Faymonville köyünün her köşesinde bir Türk bayrağı görmek mümkün. Türk bayrağını taşımakla yetinmeyen köylüler fes gibi aksesu-arlar kullanarak Türklere daha da çok benzemeye çalışıyor.Düğünlerde başlık parası istiyor-

lar, evlerine Türk bayrağı asıyorlar, en

başta içecekleri çay ve Türk kahvesi, Futbol takımlarıda var isimi ise RFC TÜRKANİA.Faymonville

köyünün “Türk köyü” olarak adlandırılmasıyla alakalı olarakt

çeşitli rivayetler var. Ancak bunlar-dan en güçlüsü 16. ve 17. yüzyılda zamanın kilise yönetcilerinin aldığı ka-rar üzerine Osmanlı’ya karşı başlatılan haçlı seferlerine destek amacıyla para yardımı istenir. Ancak Faymonville köyü sakinleri bu talebi reddeder ve yardım etmezler. Böyle bir davranış karşısında kilise yönetimi Faymon-ville köyünde yaşayanları Osmanlı ve Türk hayranı olarak tanımlayıp, hain-ler köyü diye ilan eder. Faymonville köyü ise bu yakıştırmadan dolayı şeref duyduklarını, Türk lakabını seve seve taşıyacaklarını söyler

Köylüler savaş da neler yaşadıklarınıda şöyle anlatıyorlar ‘’2. Dünya Savaşında bu köyü işgal etmeye gelen Naziler köyde TÜRK Bayraklarını görünce bu köyde Türkler var geri çekilin di-yerek işgal etmekten korktular, bizde göğsümüzü gere gere Biz Türküz ve burası Türk toprağıdır dedik’’

Y A Z I Ş M A L I K b é t i ğ i n d e n g ö r ü n t ü l e r 2012 yılı içerisinde derlem-

eye başlayıp, dördüncü ayda basımevinde ellerimde tuttuğum Yazışmalık’tan birkaç görüntü paylaşmak istedim. Satışları istediğim gibi gitti. Almanya’dan, Gürcüstan’dan, Aze rbaycan’dan sanırım bir okuyucumuz da

İsveç’ten édinmişti. Türkiye’den çok, yurdışındaki Türklerden gelen ilgi, beni şaşırtsa da, bir yoldaşım şunu anımsattı; “Gurbetteki adam, daha çok ilgi duyar yurduna”. Yurtdışında yaşayan Türkleriñ il-gisiniñ de nedenini añladıktan soñra géçelim bedizlerimize.

Alptekin CEVHERLİ

Page 11: Genç Bengü Gazetesi 2.Sayı

Türk Dünyasının Sesi 11

Yeni yıl; Öncelikle Azerbaycan’a ve Türk Dünyası için umutlu, be-reketli, 2012’de yaşanan tüm olumsuzlukların tersinin yaşa-nacağı bir ıyl olmasını dileriz...

Yeni yılın en güzel müjde-ler, en güzel sürprizlerle kapı-nızı çalması ve yeni yılı tüm DTGB’lilere ümit saçan gülü-cüklerle karşılamanız dileğiyle...

Yeni yılda tüm ümutlar ve başa-rılar sizinle olsun. Rüyanız mutlu, hayaleriniz umutlu yapan bugün-lerdir, gönlün neyin özlemini çeki-yorsa yarınlar sizlere onu getirsin...

En büyük zaman hırsızı, yaşa-dığımız kararsızlıktır. 2013 yılı tüm kararlarımızın gerçekleş-mesi ve mutluluğu getirmesi di-leğiyle, nice mutlu yarınlara..

Yeni yıl DTGB’nin ba-şarılarının anahtarıyla tüm kapıları açacaktır..

Y E N İ Y I L I N K U T L U O L S U N . . ! ! . .Türk lehçelerinde

yeni yıl kutlamasıTürkiye: Yeni yılınız kutlu olsun Azerbaycan : Yeni i l i-

n i z m ü b a r e k o l s u n (Bakû dışındaki Azerbaycan

agızlarında)Teze iliniz mübarek ! Kazak: Canga cılıngız kuttı bolsın Kırgız: Canga cılıngız kutu bolsın Özbek: Yengi yılıngız mübarek olsun T ü r k m e n : Te z e y ı -

l ı n ı z ı g u t l a y a a r ı n Y.Uygur: Yengi yılın-

gızğa mübarek bo l sun Karakalpak: Canga cı-

l ı n g ı z k u t t ı b o l s ı n Tataristan: Sezne yanga

yı l belen teabrik i tem Kırım: Yanı ılınız kaırlı olsun Başkurt : Hezze yangı

y ı l m e n e n k o t l a y ı m Karaçay-Balkar: Cang-

ngı cı lğıznı alğışlayma Nogay: Yana yılınız men Kumuk: Yangı yılınız kutlu bolsun Gagauz: Yeni yılınızı kutlerim K a r a y / K a r a i m : S i z n i

yanhı yıl bıla kutleyymın H a k a s : N a a ç ı l -

nanga alğıstapçam şirerni Tuva: Caa çıl-bile ba-

y ı r ç e d i r i p o r m e n Altay: Slardi cangı cılla utkup turum Şor: Naa çıl çakşı pozlun Ç u v a ş ç a : S e -

nel sul yaçepe salamlatap Yakutça: Ehingi şanga

c ı l ı n a n a ğ a r d e l i i b i n Irak Türkmencesi (Kerkük):

Yengi iliviz mumbarek ossın Irak Türkmencesi (Kuzey İrak):

Yengi iliyiz mumbarek ossın

Ekrem ABDULLAYEVYeni YılınızKutlu Olsun

Dünya Türk Gençleri Birliği’nden Kınama

Bugün Kerkük’te Türkmeneli Öğ-renci ve Gençler Birliği binası önünde bomba yüklü bir aracın infilak etmesi, Irak Türkmen öğrenci ve gençlerine yö-nelik yapılan bir gaddar saldırıdır. Mer-kezi Azerbaycan’da bulunan ve Dünya’da 60 üye teşkilatı olan Dünya Türk Genç-leri Birliği olarak teşkilat üyemiz “Türk-meneli Öğrenci ve Gençleri Birliği” ne ya-pılan bu saldırıyı şiddetle kınıyoruz. Türk dünyası gençliğine büyük geçmiş olsun. Yaralı Türkmeneli Öğrenci ve Gençler Birliği personeline ve çalışanlarına acil şi-falar dileriz. Saldırıyı gerçekleştiren cani-ler; Türk Gençliliğini yıldıramazlar, sindir-temezler ve yok edemezler. Yaşasın Türk Gençliği, Yaşasın Türkmeneli Gençleri…

.

Ekrem AbdullayevDTGB - Genel Başkanı

İNSANLAR TARİH BOYUNCA BİLGİ ÜRETMİŞLER VE BU BİLGİLERİ OLUMLU OLUMSUZ KULLANMIŞLARDIR.B İ L İ M V E T E N O L O J İ N İ N

GELİŞMESİ,BİGİYE DAHA KO-LAY ULAŞMAYI SAĞLAMIŞTIR.ULAŞILAN,SAHİP OLUNAN BİLGİ-

LER YİNE BİLİM VE TEKNOLOJİ MA-RİFETİYLE KULLANILMAKTADIR.BİGİNİN ÇOĞALMASI ÖNEMLİDİR

AMA BU BİLGİ ÇOĞALMASI,BİLGİ KİR-LİLİĞİNİ DE BERABERİNDE GETİRMEK-TEDİR.BİLGİ KİRLİLİĞİ OLDUĞU BİR ZAMANDA,DOĞRU VE GERÇEK BİLGİ-LERE DE ULAŞMAK DAHA DA ÖNEM KA-ZAN MAKTADIR.EĞER DOĞRU BİLGİYE ULAŞILMAZSA HATALAR,YANILGILAR ÇOĞALABİLMEKTEDİR.BÖYLELİKLE TOPLUM YANLIŞ BİLGİLENMEKTE VEYA BİLGİLENDİRİLMEKTEDİR.BİLGİ AKIŞINI EN ÇABUK

GERÇEKLEŞTİREN BİLİM VE TEKNOLOJİ,DOLAYISIYLA OLUŞTU-RULAN YAZILI VE GÖRSEL MEDYA-DIR.BU İMKANI KÖTÜ VE ART NİYETLİ KİŞİLER VE KURUMLAR DÜNYA VE ÜLKE ÖLÇEĞİNDE KULLANABİLİRLER.İŞTE YAZILI VE GÖRSEL MED-

YAYI ELE GEÇİREN GÜÇLER; İSTE-DİKLERİ KİŞİ VE KURUMLAR HAK-KINDA KÖTÜLEYİCİ,AŞAĞILAYICI YAYINLAR YAPABİLİRLER.BÖYLE-LİKLE KİRLİ VE YANLIŞ BİLGİLER VE KARALAMALARLA İNSANLANLARI-MIZ YÖNLENDİRİLİRLER. BU YÖN-LENDİRME VE BEYİN YIKAMA FAA-LİYETİ BİR ZAMAN İÇİNDE SOSYAL PATLAMALAR,KARIŞIKLIKLAR,HAKSIZ YERE KİŞİ VE KURUMLAR CEZALANDIRILARAK,AMAÇLARINA U L A Ş A B İ L İ R L E R .

BİR TARAFTA KİRLİ BİLGİLER,DİĞER TARAFTAN TEKNOLOJİNİN VERDİĞİ İMKANLAR KİŞİLER VE KURUM-LARI KARALAMA KAMPANYASI İLE (SİYASETÇİ İSE SEÇİMDE VEYA NOR-MAL ZAMANDA SİYASİ RANT İÇİN VB..) AMAÇLARINA ULAŞIRLAR.SONUÇTA;İYİ YERİNE KÖTÜ,GÜZEL

YERİNE ÇİRKİN,DOĞRU YERİNE YAN-LIŞ HAKİM OLUR.OLAN ÜLKEYE VE O ÜLKENİN ONURLU YAŞAMA HAKKINA SAHİP OLAN VATANDAŞLARINA OLUR.“AHLAK İNSANIN AYNASI,KÜLTÜR DE MİLLETİN AYNASIDIR”

Elmeddin Behbud

Bugün İstanbulda XV Türk Dünyası Gənclik Günləri və Qurultayının təntənəli açılış törəni düzənləndi. Qurul-tayı çərçivəsində çox önəmli tanışlıqlar və görüşlərim oldu. İnşallah irəlidə bu görüşlərin Türk dünyası ilə əlaqəli or-taq çalışmalarımız üçün önəmli vəsilə olmasına çalışa-cağıq. Doğu Türkistanlı jurnalist qardaşımızın, dəyərli İraq türkman millət vəkilimizin söylədiklərindən xü-susi ilə çox üzüldüm. Qazağıstan, Altay, Qaqauz, Tatarıs-tan, Türkiyə təmsilçilərinin də çıxışları çox maraqlı oldu.

20 il öncə ilə müqayisə edəndə nə qədər uğur əldə olun-sada, milli hədəflərə doğru birgə yürümək varsa da hara baxırsan əksər Türk topluluqları haqqının pozulmasından, tökülən qanlardan bəhs edir. Türklüyə çox təriflər verilib indiyədək. Bunlar öz yerində... Ancaq bu gün bir daha bu haqda düşünərək qənaətimi möhkəmləndirdim ki, necə ki, Rəsulullah (s) “dünyanın harasındasa bir müsəlmanın haq-qının qəsb olunduğunu duyan, ürəyində də olsa buna etiraz etməyən ümmətimdən deyil” söyləyib, eyni ilə də dünyanın harasında yaşamasından asılı olmayaraq BİR TÜRKÜN HAQQINA TƏCAVÜZ EDİLDİYİNİ EŞİDİB BUN-DAN NARAHAT OLMAYAN, QƏLBİNDƏ DƏ OLSA BUNA ETİRAZ ETMƏYƏN ƏSİL T Ü R K DEYİL!!!

4-Türk Dünyası’nda üst ede-biyat dili olarak “İSTANBUL LEHÇESİ” kabul edilmelidir.

5 - T ü r k D ü n y a s ı ’ n d a haberleşme,ilmi yayın ve her türlü işbirliğini temin için tek bir MÜŞTEREK AL-FABE acilen kabul edilmelidir.

6-Türk Dünyası’nı teşkil eden topluluk ve ül-keler arasında “TÜRK BİRLİĞİ” kurulmalıdır.Bu birlik başta kültürel ve ekonomik olmak üzere her türlü işbirliği ve yardımlaşma teşkilatı ya da federas-yonu veya Konfederasyon çatısı altında kurulacak ihtisas kuruluşlarıyla en üst seviyeye getirilmelidir.

7-Gerekli ortam temin edilince,en kısa zamanda “TÜRK DÜNYASI ORTAK PAZARI” kurulmalıdır.

8 - T ü r k D ü n y a s ı S o s -yal Yardımlaşma Fonu kurulmalıdır.

9-Türk Dünyası’nda ortak para birimi kulla-nılması için ön hazırlıklar başlatılmalıdır.

1 0 - T ü r k D ü n y a s ı ’ n d a v i z e v e p a s a p o r t k a l d ı r ı l m a l ı d ı r .

11-Türk Toplulukları arasında Türk Dün-yası olimpiyatları 3 yılda bir yapılmalıdır.

12-Tespit edilen düre içinde ve belirli şartlarla Türk Dünyası arasındaki “Gümrük Duvarı” kaldırılmalıdır.

13-Dış haber ajansları her Türklü haberleri kendi ideoloji ve menfaatlerine göre verdiğinden,acilen TÜRK DÜNYASI HABER AJANSI kurulmalıdır.

14-Türk Dünyası’nda ki her türlü para iş-lemlerinin kolay akışı için TÜRK DÜN-YA S I B A N K A S I k u r u l m a l ı d ı r .

15-Türk Dünyasına dahil toplulukların öğren-cilerine burs vermek,bu ülkeler arasındaki yakın-laşmayı ve bilgi akışını temin edecek “TÜRK DÜNYASI ÜNİVERSİTESİ” kurulmalıdır.

16-Türk Dünyası ülkeleri arasında “tu-rizm geliştirilmeli,bu ülke halkları ara-sında evlilik,ticaret ve birbirinde misafir edilerek,kaynaşma en üst seviyeye getirilmelidir.

17-Türk Dünyas ı ’n ın mese le le -rini dünya kamuoyuna anlatmak için basın,yayın,televizyon ve her türlü propaganda araçlarından en geniş ölçüde istifade edilmelidir.

18-Her türlü eser,bilgi,teknoloji,arşiv,kütüphane bilgileri müşterek bilgisayar ağı ile aynı anda bütün Türk Dünyası’na ulaştırılmalıdır.

19-Türk Dünyası Televizyonunda yabancı kültürlerin ürünleri asla gösterilmemelidir.Türk-İslâm şuuru aşılanan programlar esas alınmalıdır.

20-Türk Dünyası’nın en ücra köşesinden Türk Dünyası’nın hatta dünyanın her kçşesi ile konu-şulabilecek bir haberleşme ağı kurulmalıdır.

21-Savaş felaketinden korunmak,savaşa hazırlan-makla mümkündür.Türk Dünyası en modern silahları ihtiva edecek şekilde Savunma Sanayisini kurmalıdır.

22-Türk Dünyasını teşkil eden ülkelerin “milli ordusu” ve “Türk Dünyası ortak güç’ü düşma-nın yüreğine korku verecek şekilde olmalıdır.

23-Hıristiyan Batı Kültür potasında eriyen bazı aydınlar,artık milli ve manevi değerleri hor görmeyi bırakıp,milletle barışmalı ve Batı’nın firma temsilcili-ğini terk etmelidirler.Japonya’nın başarısı milli kültü-ründen taviz vermemsi ve entelektüel halk ile bütünle-şerek onlara önderlik etmesinden kaynaklanmaktadır.

24-Diğer kültürlerin ve bilhassa Batı kültürünün esaretinden kurtulmalıdır.

25-AVRASYA televizyon kalanlında Türk Dünyası’nı teşkil eden bütün topluluklara hitap ede-cek ortak yapımlar gösterilmelidir.Bu kanal,tamamen milli ve manevi değerleri güçlendirici ve sağlam Türk aile yapısını takviye edici mahiyette olmalıdır.Türk İslâm kültürü dışındaki programlara asla yer ve-rilmemelidir. Başta ABD olmak üzere süper ve em-peryalist güçlerin bu kural vasıtasıyla Türk Dünya-sını dejenere etmesine asla müsaade edilmemelidir.

26-Her ülkenin tapu senetleri olan tarihi Türk İslâm eserlerinin onarımı için müşterek bir fon kurulmalıdır.

27-Türk Dünyasını tercih eden ülke-ler arasında hukuk birliğine gidilmelidir.

28-Genel Türk Tarihi yeniden yazılmalıdır.29-Türk Dünyası Bilimler Akademisi kurulmalıdır.30-Türk Dünyasındaki hukuki ihtilafları halletmek

üzere “Türk Dünyası Adalet Divanı” Kurulmalıdır. 31-Türk Dünyası’nın Türk Birliği-

nin merkezi İSTANBUL olmalıdır.32-Bütün Türk dili ve lehçelerini bir

arada ihtiva eden bir lügat hazırlanmalıdır.33-Türk Dünyası kütüphaneleri dünya-

nın en zengin ilim hazinelerine sahiptir.Bu eserle çoğaltılmalı,bu günkü konuşma diline çevri-lerek asırlardır gizli bir hazine halinde saklı du-ran bu ilim deryası,Türk ve İslâm Dünyası’na ve bütün dünyanın istifadesine açılmalıdır.

34-Türk Dünyası’ndaki bütün tarihi eser-ler ile müzelerinde bulunanların dökümü yapıl-malı ve kataloglar halinde Türkçe,Arapça,İngilizce ve münasip görülen dillerde dünya ilim adamlarının gözleri önüne serilmelidir.

35-Türk Dünyası Stratejik Araştırma-ları Enstitüsü kurularak,Türk Dünyası’nın ge-leceği ile ilgili yöneticilere yön verilmelidir.

Devam edecek…

T ü r k K i m l i ğ i İ l e İ l g i l i T e k l i f l e r

15 Yüzyıllık Dediler Amma...

TÜRK EDİTÖR ANLADI Ovçarov’un ‘tarihi’ buluşu, Bulgar basınında

geniş yankı buldu. Ancak Kırcaali bölgesinde ya-yın yapan ‘Yeni Hayat’ gazetesi editörü Türk ga-zeteci Nahit Doğu, taşın üzerinde Türkçe ola-rak “Niyazi Kazım” yazdığını fark etti. Yazı, bilgisayar yardımıyla belirginleştirince de ger-çek ortaya çıktı. Gazete, epigrafi (yazıt bilimi) ko-nusunda ülkede otorite olan Prof. Dr. Kazımır Popkonstantinov’dan da görüş istedi. Popkonstan-tinov da söz konusu taşta ‘Niyazi Kazım’ yazdı-ğını doğruladı. Bu ilginç durumun ardından araş-tırmalarına devam eden gazete, taşın üzerindeki yazının yıllar önce bölgede çobanlık yapan Niyazi Kazım tarafından yazıldığını belirledi. Kazım’ın 1989 yılında yaşanan göçten önce bölgede çoban-lık yaptığı ve sürüsünü tarihi kent kalıntıları ara-sında otlatırken can sıkıntısı nedeniyle bulduğu bir taşın üzerine adını ve soyadını kazıdığı belirlendi. Böylece ‘tarihi yazı’ tartışmalarına da son nokta konulmuş oldu.

‘ÇOBANLIK YAPARKEN YAZIYORDUK’ Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç eden ve

İzmir’de yaşayan 54 yaşındaki Niyazi Kazım, yıl-lar önce bölgede çobanlık yaparken taşlara yazılar yazdığını söyleyerek şöyle dedi: “Hayvanları otla-tırken canın sıkılır. Eşeğimi bağladığım uzun de-mirle taşlara ismimi kazırdım. Kaya ya da taşların etrafında eski dönemlere ait taşlar da vardı. On-ların üzerine hayvan, nal, haç gibi resimler yapıl-mıştı. Ben de onlardan esinlenirdim.”

BİLGİYİ KULLANMA!

İstanbul - 16-19.12.2012

Page 12: Genç Bengü Gazetesi 2.Sayı

12 Türk Dünyasının Sesi

Azerbaycan Milli Meclisi Milletvekili Ganire Paşayeva, “Karabağ’daki işgale son verilecek.

Azerbaycan Milli Meclisi Milletvekili Ga-nire Paşayeva, “Karabağ’daki işgale son ve-rilecek. Bu barış yoluyla olmayacaksa savaş yoluyla Azerbaycan bunu yapacak. Hakkı da var. Bunu herkesin bilmesi gerekir” dedi.

Türk Ocakları Antalya Şubesi tarafından An-talya Kültür Merkezi’nde ‘Azerbaycan’dan Türk Dünyasına Bakış’ konulu konferans düzenlendi. Konferansa konuşmacı olarak Azerbaycan Milli Meclisi Milletvekili Ganire Paşayeva katıldı. Orta Asya’daki Türk Cum-huriyetleri, Türk devletleri ve başka ülkelerde yaşayan Türk gençliğinin ortak bir düşünce yapısının olmadığına değinen Paşayeva, her bölgedeki farklı sorunlar olduğu için ortak gençliğin ortak bir anlayış sergileyemedi-ğini ve tarihsel sorunları bilmediğini söyledi. Gençlerin tarihsel süreci bilmesi ve ortak Türk milleti bilincinin oluşturulması için öğ-retmenler ve aydın kesim tarafından yetiştiril-mesi gerektiğini kaydeden Paşayeva, ilk defa Türk Tarih Kurumu’na gittiğinde orada yazılı olan Atatürk’ün, ‘Tarih yazmak, tarihi yarat-mak kadar önemli’ sözünün kendisini etkile-diğini söyledi.

Ermeni ve Yahudi gençliğinin dünyanın ne-resinde olursa olsun ortak bir bilince sahip ol-duğunu ve bu bilinç doğrultusunda hareket ettiklerini belirten Paşayeva şunları kaydetti:

“Ermenistan’a hiç gitmeyen, başka ülkede yaşayan Ermeniler, Türkiye’nin sözde Er-meni soykırımını gerçekleştirdiğini iddia edi-yorlar. İsrail’de doğmayan, 5 kuşak boyunca ABD veya başka ülkede yaşayan Yahudi in-sanları Kudüs için görüşlerini belirtip, ortak tavır sergiliyorlar. Ama bir Türk genci Azeri, Özbek veya başka ülkede yaşayan Türkler milletinin hangi sorunu yaşadığını bilmiyor.”

JENNİFER LOPEZ ÖRNEĞİSosyal medya ile ilgisinin olduğunu belir-

ten Ganire Paşayeva, dünyanın artık eskisi gibi büyük olmadığını dile getirdi. Sosyal medya aracılığı ile internetten dünyanın her yerindeki gelişmelerin takip edildiğini ifade eden Paşayeva, Türk gençliğinin orada oluş-turduğu gruplarla kendi seslerini duyurabile-ceğini ve bazı sorunlara tavrını gösterebile-ceğini söyledi. Paşayeva, internet ortamında Türk gençliğinin yüzde 70’inden fazlasının aşk şiiri ve kendi fotoğraflarını paylaştığını, yüzde 20’sinin ülke ve tarih sorunlarıyla ilgi-lendiğini kaydetti. İnternet ortamındaki geliş-melerin etkisini örneklerle anlatan Paşayeva, şöyle konuştu:“Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki

bir otelin açılışına Jennifer Lopez gelecekti. Parasını da alıp şarkı söyleyecekti. İki gün içinde 40 milyon tweet gönderdiler. ‘Nasıl gidersin oraya, seni böyle yaparız, sana her yerde aynısını yaparız’ diye baskı uyguladı-lar. Kadın parasından vazgeçti. Bizim genci-miz öyle bir ses çıkarabilir mi?”

Azerbaycan VE TÜRKİYE’NİN ÖNEMİGanire Paşayeva, Türk dünyası birliği-

nin Avrasya coğrafyasında Azerbaycan ile Türkiye’nin güçlenmesiyle oluşturulacağını belirtti. Azerbaycan’da Dağlık Karabağ böl-gesinde yapılan soykırımın orada yaşayanlar Azeri oldukları için yapılmadığını ifade eden Milletvekili Paşayeva, orada yaşayanların Türk olduğu için soykırım yapıldığını genç-liğin bilmesi gerektiğini kaydetti. Türk birliği olursa Azerbaycan Karabağ’daki işgalin daha kolay sona ereceğini ifade eden Ganire Paşa-yeva, şunları söyledi:

“Azerbaycan bunu yapacak güçte. Bu bi-zim için bir namus, şeref meselesidir. Karabağ’daki işgale son verilecek. Bu barış yoluyla olmayacaksa savaş yoluyla Azerbay-can bunu yapacak. Hakkı da var. Bunu her-kesin bilmesi gerekir. Bu işgale son verece-ğiz. Ama insanımız birlik içinde olursa daha rahat işgale son veririz.”‘SURİYE KONUSUNDA AYNI FİKİRDEYİZ’

Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde ya-şanan ve ‘Arap Baharı’ adı verilen olayları da değerlendiren Paşayeva, Irak, Mısır ve diğer ülkelerde de insanların istedikleri rahata he-nüz erişemediğini dile getirdi. Paşayeva, Su-riye konusunda da Azerbaycan’ın Türkiye ile aynı fikirleri paylaştığını ve masum insanla-rın akan kanının bir an önce durmasını dile-diTodiis, quissilicae faute inculius ad condaci iu it, sente cultia terficta re cae in sum inat-quam. Gra? Tor inat, deris.

Mis cremque facchil icamenam facta re, ut inam ad sendius ortis. Um ta inicame au-conte morditi dertien testuam num re fac-tum antis. Ipsedo, Cupicut quam Romnes-sene vem acchictem orarehebem pulesse que

Müzisyen Ali Özaydın’a Özel Hizmet ÖdülüDTGB’in bütün kurultay ve

başkanlar toplantılarına katılan ve konser veren, Türk dünyası mü-ziği üerine ciddi araştırma ve in-celemeler yapan, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı Türk Dünyası Müzik Topluluğu’nun ku-rucularından olan Rahmetli Ali Özaydı’a DTGB özel Hizmet Ödülü takdim edildi. Ödülünü Özaydın ailesi DTGB Başkanı Ek-rem Abdullayev’in alından aldı.

Ganire Paşayeva’ya D T G B

Türk Dünyasına Hizmet Ödülü Verdi

Azerbay-can ile Er-m e n i s t a n a r a s ındak i Karabağ so-rununu İsveç Parlamento-su’nun gün-demine geti-ren Yeşiller Partisi Mec-lis Grup Baş-kanı Mehmet Kaplan’a bir teşekkür zi-y a r e t i d e Azerbaycan Milletvekili ve aynı zamanda Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Üyesi Ga-nire Paşayeva’dan geldi.

Dünya Türk Gençleri Birliği’nin 20. Ku-ruluş Yıldönümü dolayısıyla Azerbaycan Milletvekili ve Avrasya Araştırmaları Ens-titüsü Başkanı Ganire Paşayeva’ya Türk Dünyasına Hizmet Ödülü takdim edildi. Ödülü DTGB Genel Başkanı Başkanı Ek-rem Abdullayev Ganire Paşayeva’ya “Bu güne kadar Türk Dünyasına yapmış oldu-ğunuz hizmetlerinizi taktir ile karşılıyor, başarılarınızın devamını diliyorum “dedi ve teşekkür ederek takdim etti.

K A R A B A Ğ S O R U N U N U P A R L A M E N T O D A

1992 yılından bu yana Dünya Türk Gençleri Birliği’nin yapmış olduğu 14. Türk Dünyası Genç-lik Günleri ve Kurultayı , 10 kez DTGB Baş-kanlar Toplantısı’nın fotoğraf sergisi, Şemsettin Küzeci’nin Özel Arşifinden hazırlanarak 33 adet 50x70 boyunda fotoblok olarak hazırlanarak ser-gilendi. Devlet yetkililerinin kurultaylara vermiş olduğu önem ve destekleri sergilenen fotoğraf-lara yansıdı. Sergi Estergon Kültür Merkezi salo-nunda yapıldı

DTGB’nin 20 Yıllık (Fotoğraf Sergisi)

İNSAN HAKLARI GÜNÜ’NDE KARABAĞ SORUNU ELE ALINDI

Hollanda’nın Lahey şehrinde 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü dolayısıyla Ka-rabağ sorunu ele alındı. Etkinliğe Azerbay-canlı milletvekilleri Ganire Paşayeva ve Adil Aliyev konuşmacı olarak katıldı.

Hocalı soykırımı ile ilgili belgeselin gös-terildiği programda Ermeni işgalinde hayat-larını kaybeden binlerce şehit için saygı du-ruşunda bulunuldu.

Programın ev sahipliğini yapan Dialoog-huis Başkanı Yadin Karabulut Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinde yapılan haksızlığı Lahey’den tüm dünyaya tanıtmak ve dertle-rine ortak olmak için bu programı düzenle-diklerini söyledi.

Karabağlı bir milyon insanın 20 yılı aş-kın süredir evlerinden uzak göçebe hayatı yaşadığını vurgulayan Karabulut, ‘Dünyanın bu duruma seyirci kalmasını asla kabul etmi-yoruz. Azerbaycan halkının, haklı davasında her zaman yanında yer alacağız.’ dedi.

ERMENİSTAN TÜM KARARLARA RAĞMEN İŞGALDEN VAZGEÇMİYOR

Azerbaycan Milletvekili Ganire Paşa-yeva, Hollanda’nın dahil olduğu Avrupa sı-nırları içerisinde 20 yıl önce tüm dünya-nın gözü önünde Avrupa Konseyi üyesi Ermenistan’ın, konseyin diğer üyesi olan Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sini iş-

gal ettiğini ifade etti. Paşayeva, şöyle de-vam etti: ‘Bu işgal halen de devam ediyor. BM Güvenlik Konseyi kararlarına Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi kararlarına Av-rupa Birliğinin kararların, AGİT’in kararla-rına rağmen Ermenistan işgalden vazgeç-miyor. Ama daha acısı bugün bir milyon insan yurtlarından sürülmüş durumda. Er-menistan etnik politika yürütmekte. 20 yıl-dır bu bir milyon insan evlerine dönemiyor. Anne-babalarının, çoluk-çocuklarını meza-rını göremiyorlar bu insanlar. Bütün dün-yaya Lahey’den sesleniyoruz. Bu insanların acısını görün. Bir milyon insan evine döne-miyor ise bunu görün ve durdurmaya çalı-şın. Çünkü bu en büyük insan hakları ihla-lidir. Eğer dünyada huzur yok ise herkes bu huzursuzluktan nasibini alır.’

Uluslararası örgütlerin Ermenistan’a baskı yapması gerektiğini ifade eden Paşa-yeva, ‘AGİT bu baskıyı yapabilir. Kendi al-dıkları kararların uygulanması için baskı yapsınlar yeter. BM Libya ile ilgili karar aldı ve 5 ila 6 gün geçmeden uyguladı. Ama 20 yıl önce aldığınız karar için baskı yapın di-yoruz.’ şeklinde konuştu.

KARABAĞ SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ İÇİN SAVAŞ GİBİ BİR DÜŞÜNCEMİZ YOK

Azerbaycan Milletvekili Adil Aliyev ise bu tür programların Azerbaycan’ın Dağ-lık Karabağ sorununu gündeme getirme-sinde önemli yer teşkil ettiğini söyledi. Ali-yev, ‘Bu sorunun çözümü için Azerbaycan bütün kurumları ile yoğun bir çaba göster-mekte. Uluslararası camianın, AGİT’in buna kayıtsız kalması bizi çok üzüyor. Biz bu so-runun barış yolu ile çözülmesi için çaba gös-teriyoruz. Bu çabamız devam edecek. Ka-rabağ sorununun çözümü için savaş gibi bir düşüncemiz yok. Hollanda’nın bu soruna duyarsız kalmamasını ve bu sorunun çözü-münde de aktif rol almasını istiyoruz.’ ifade-lerini kullandı.

TÜRK AYDINLAR, KARABAĞ SORUNUNA ÇÖZÜM ARIYOR

Azerbaycan’ ın başken t i Bakü’de düzenlenen, ‘Karabağ, Türk Dünyasının Ortak Sorunu’ konulu konferans, Türk dünyası-nın tanınmış birçok gazeteci ve yazarını bir araya getirdi.

Güne şehitlik ziyareti ile başla-yan katılımcılar şehit mezarlarına karanfiller bıraktı. Burada basına açıklamalarda bulunan Milletve-kili Ganire Paşayeva toplam 12 ülkeden konferansa katılım oldu-ğunu söyledi.

Konferansla hedeflenen amacın ise Azerbaycan haki-katlerinin soydaş ülkelerdeki yazar ve gazetecilere daha iyi anlatabilmek olduğunu ifade etti. Karabağ sorunu ve Ho-calı soykırımının Türk dün-yasının ortak problemi oldu-ğunu vurgulayan Paşayeva, bu sorunların çözümünde ve Ermeni vahşetinin dünyaya anlatılmasında ortak hareket edilmesinin önemini belirtti.

Şehitlik ziyareti sonrası Ata-türk Kültür merkezinde ger-

çekleştirilen konferansta, Kara-bağ sorunu ve sorunun çözümü için Türk dünyasının üzerine dü-şen görevler ele alındı.

Konferans, Genç Türk Yazarlar Birliği’nce düzenlenirken Azer-baycan Gençlik ve Spor Bakan-lığı Gençlik Fonu, TİKA, TU-SİAB, Atatürk Kültür Merkezi, Azerbaycan Uluslararası Av-rasya Enstitüsü tarafından des-tekleniyor.

Page 13: Genç Bengü Gazetesi 2.Sayı

Türk Dünyasının Sesi 13

1 5 . T ü r k D ü n y a s ı G e n ç -lik Günleri ve Kurultayı gerçekleşti.Hilton Garden İnn.Otel’de Türk dün-yasının muhtelif bölgelerinden ge-len gençlerin yoğun katılımıyla ger-çekleşen organizasyonda, ayrıca DTGB’nin 20. yılı da kutlandı.DP Gençlik Örgütü’nü temsilen Genel Başkan Münür Öztürk delege olarak ka-tıldığı kurultayda, DTGB Başkanlığı’na yeniden Ekrem Abdullayev seçildi.15.Türk Dünyası Gençlik Günleri ve Ku-rultayına, KKTC’yi temsilen DP Genç-lik Örgütü Başkanı Münür Öztürk’ün yanı sıra, Türk Birliği Kültür Merkezi Gençlik Kolları Başkanı Ercan Arıklı ve şair-yazar Dr. Beste Sakallı da katıldı.KKTC’li sanatçı Dr. Beste Sakallı’nın ba-şarılı sunumuyla başlayan program katı-lımcı ülkelerin konuşmaları ile devam etti.Kurul taya KKTC DamgasıKurultaya , Demokrat Parti Gençlik Örgütü Başkanı Münür Öztürk, Türk Birliği Kültür Merkezi Gençlik Kolları Başkanı Ercan Arıklı ve şair-yazar Dr. Beste Sakallı da katıldı. KKTC’li sa-natçı Dr. Beste Sakallı’nın başarılı su-numuyla başlayan program katılımcı ülkelerin konuşmaları ile devam etti.Demokrat Parti Gençlik Örgütü Baş-kanı Münür Öztürk’ün kurultay ko-nuşması ve Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş’ın KKTC bay-rağı üzerindeki fotoğrafı salondaki ka-tılımcılara duygu dolu anlar yaşattı.Dünya Türk Gençleri Birliği Başkanı Ekrem Abdullayev açılış konuşmasında, katılımcılara başarılar diledi. Protokolde yer alan Türk Konseyi Genel Sekre-teri Halil Akıncı, Azerbaycan Gençlik ve Spor Bakanı Yardımcısı Faik Baba-yev, Irak Gençlik ve Spor Bakanı Tem-silcisi Irak Milletvekili Fevzi Ekrem Terzi, İstanbul Vali Yardımcısı Harun Kaya, Bulgaristan 37 /38’inci dönem milletvekili UHÖH Partisi Genel Baş-kanı Güner Tahir ve çok sayıda Genç-lik teşkilatları yetkililerine teşekkür etti.P l a k e t v e r i l d iDTGB Başkanı Ekrem Abdullayev’in konuşmasının ardından, Heyet Baş-kanları kendi ülkerinden getirdik-leri geleneksel hediyeleri, Dünya Türk Gençleri Birliği’nin yönetim ku-rulu üyelerine ve protokole takdim etti.Birinci gün Türk Dünyası Genç İleti-şimciler Birliği’nin kongresi yapıldı. Kongrede birliğin kurucu başkanı Dr. Şemsettin Küzeci, birliğin faaliyetleri ile kurultay katılımcılarını bilgilendirdi. Ge-lecek dönem için önemli kararlar alındı.Kültür etkinlikleri eğlenceli anlar yaşattıProgram çerçevesinde ülkelerin kül-türel tanıtım etkinlikleri düzenlendi. Dünya Türk Gençleri Birliği üyeleri Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya, Tür-kistan kültürlerinin yer aldığı et-kinliklerde eğlenceli anlar yaşadı.Kültürel kostümleriyle sahne alan sa-natçılar, organizasyon çerçevesinde ül-kelerinin müziğini dinletisini sundu.

Ercan ARIKLI

Kıbrıs Basınından

DTGB - Kıbrıs TemsilcisiKazak Türklüğünün en Büyük Efsane Şairi ile Söyleşi

Bu yıl dünyaca ünlü Kazak Türklüğünün en büyük efsane şairi, Kazak milli kimliğinin ve ruhunun koru-yucusu ve kalkanı saygıdeğer Muhtar ŞAHANOV’un 70. Yıldönümüdür. Bu nedenle şairimiz TRT-AVAZ tarafından 29 Temmuz - 04 Ağustos, 2012 tarihlerinde Türkiye’ye davet edilmiştir. Bu vesileden faydalanarak Türkiye’deki okurlarımız için özel olarak Muhtar Ağa-mızla dertleştik...

SÖYLEŞİ-Nurgali JUSİPBAY: Muhtar Ağa, soh-betimize başlamadan önce, okurlar adına, doğumunu-zun 70. yıldönümünü kutluyorum. Okurlar olarak sizi Kazak Türklüğünün tavizsiz en cesur ve kahraman milli şairi, UNESCO’nun kabul ettiği büyük düşünürü, büyükelçi, milli ruh hareketinin ve düşüncesinin lideri olarak biliriz. 986’da Almatı’da Sovyet rejimine karşı ayaklanma yaptığından dolayı hapse atılan, işkence gö-ren, işyerleri ve üniversiteden atılan Kazak gençlerinin ve o dönem tüm Kazaklara yersiz ve haksız olarak sü-rülen leke ve yapılan iftiranın geri alınması ve aklan-ması için Kremlin’de canlı yayın yapan SSCB kurul-tayında ilk olarak Jeltoksan Ayaklanması meselesini gündeme getirdiniz.

Bununla birlikte aynı konuşmanızda, SSCB tari-hinde ilk defa, Kırım Türklerinin ve “Sovyetler” sınır-ları içinde yaşamakta olan Ahıska Türklerinin zor duru-munu gündeme getirmekle birlikte, sayısı az halkların ana diline resmi statü verilmesini istediniz.

Bize, okurlara o günkü tarihi olaylardan bahseder misiniz? Jeltoksan Ayaklanması nedir?

Muhtar ŞAHANOV: 1986 yılının Aralık ayında, Kazakistan’ın Almatı şehrinde patlak veren ve Aralık ayının Kazak Türkçesi’nde “Jeltoksan” olarak söylen-mesi dolaysıyla tarihe “Jeltoksan Ayaklanması” adıyla geçmiş olan bu tarihi şahlanış; Kazaklar’ın milli onur ve namusunu silkindirerek uyandıran, milli bağımsız-lık için alevlenen, Sovyetler Birliği’ndeki tüm cum-huriyetlerde milli bağımsızlıklarını kazanma ruhunu ayağa uyandıran, dünyadaki dev devletlerden biri olan SSCB’nin dağılmasına önemli derecede etki eden ve Sovyetler Birliği’ne üyeliği açısından cumhuriyet kap-samında, tüm Sovyetler Birliği genelinde ve dünya ça-pında çok büyük öneme sahip olan bir ayaklanmadır. Bu ulu ayaklanmanın kökeni geçmiş tarihimizin çok derinlerine kadar uzanır. Kazak gençlerinin Jeltoksan Ayaklanması sömürgecilik ve mankurtluk siyasetine karşı Kazak Milletinin duyduğu ve artık dayanılmaz hale geldiği öfkenin ateşe, kızgınlığın volkana ve geril-miş sinirin aleve dönüştüğü andır.

Kazakistan Sovyetler Birliği yönetiminde bulun-duğu yaklaşık 70 yıl içinde, Kolbin’in idareciliğine ka-dar Cumhuriyeti yöneten 20 kişiden 17’si diğer millet-tendi. Cumhuriyet KGB’si başkanlarından sadece iki kişi Kazaklar’dandı. Kazakistan yönetimindeki kişileri sadece Moskova’a tayin ederdi. Yerleşik halkın dilin-den, dininden, tarihinden habersiz olan devlet başkan-ları kadrosunu kendileri gibilerinden kurarak, tüm çalış-malarını Moskova’nın siyasetine göre yapmaktaydılar. Resmi evrakları tamamen Rusça yazma,bütün eğitim merkezlerinde Rus Dilini öğretme, Kazak okullarını yavaş yavaş azaltma siyaseti Cumhuriyet’te Kazak Di-linin yaşam alanını iyice kısıtladı. Neticesinde, sekse-ninci yılların ortalarına kadar Kazakistan’da Kazakça eğitim veren 700’e yakın okul kapatıldı, nüfusu bir mil-yonu geçen Cunhuriyetin başkenti olan Almatı’da sa-dece tek okul Kazak dilinde eğitim verebildi.

Kazaklar kendi topraklarında yerli halk sayılma-yıp, kalabalık arasında ana dilinde rahatça konuşmak-tan çekinen, milli kimliğinden utanır bir hale geldiler. Kendi topraklarında ekonomik ve sosyal eşitsizlikte yaşadılar. Örneğin; Kazaklar’a Kazak bozkırında bu-lunan büyük ve orta şehirlerde yaşama imkanını ver-mediler. 1980’li yılların istatistiğine göre Almatı nüfu-sunun ancak %16’ı Kazaklar idi. Köylerden şehirlere eğitim veya iş arama nedeniyle gelen Kazaklar yurt-larda veya imparatorluğu temsil eden ırkın dairele-rinde kiracı olarak kalabildiler. 1986 yılında 16 Ara-lık günü Moskova’nın kararıyla Kazakistan Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin Genel Sekreterliğine o güne kadar Kazak topraklarında hiç olmayan Genadi Kolbin’in tayin edilmesi şovenizmin Kazak halkını yerle bir etmesi idi.

Ancak, Kazaklar artık dayanamadı. “Kazakis-tan Cumhuriyeti’nin yönetimine yerli halkın hayatın-dan hiç bilgisi bile olmayan ve üstelik başka bir halk-tan olan biri nasıl seçilebilir? Kazak milletinden kendi halkını yönetmeye layık Kazak vatandaşı hiç mi bulu-namadı?”

Cevapsız kalan bu sorularla 1986 yılının 17 Ara-lığında Almatı şehrinin alanına yürüyen Kazak genç-lerinin aklında hükümeti devirme gibi bir düşünceleri yoktu. Sadece “Her Cumhuriyeti kendi milletinden olan lider yönetsin”, “Hiç bir millete üstünlük verilme-sin” sloganlarıyla adaletsiz ve totaliter yönetime şika-yetlerini barışçıl yolla bildirdiler.

Ancak, kibirli, gururlu yönetim, eli altındaki hal-kın kendisine karşı fikrini bildirmesinden, bu başkal-dırıdan korktu.

Almatı’ya cumhuriyetin diğer şehirlerinden özel askeri ekipler ve Taşkent, Ufa, Frunze, Çelyabin, No-vosibirsk, Sverdlovsk, Tiflis, şehirlerinden askerler geti-rildi. Milli namusunu savunduğu ve düşüncelerini yö-netime açıkça söyledikleri için demir sopalardan ağır travmalar alan, asker kazmalarından ölümcül yarala-nan, saçlarından çekilip tartaklanan, ağır darbeler alan, ayazda buz gibi soğuk tazyikli su püskürtülen, itfaye

arabalarının altında ezilen, zehirli gazla zehirlenen, köpeklere ısırtılarak parçalanan, namusu acımasızca çiğnenen Kazak kız-ları ile onuru lekele-nen Kazak delikanlı-ları bu trajik olaydan sonra takibe alındı ve sürgün edildi.

18-19 Aralık günleri Sovyetler Birliği Merkezi Te-levizyon kanalı Ka-zak gençlerini mil-liyetçi, bozguncu, uyuşturucu düşkünü, esrarkeş olarak ka-ralamakta ve suç-lamaktaydı. Diğer basın yayın kaynakları da karalama ve suçlama kam-panyasını yürütmekteydiler.

Aralık hareketi suçlamalarıyla toplam 8500 kişi tutuklandı, 99’u çeşitli sürelerle hapse atıldı. Yüzlerce kişi çeşitli cezalar aldı. 300’den fazla genç üniversite-lerden atıldı, 319 kişi işinden, 52 kişi partiden, 758 kişi Lenin Komsomolu Gençler Birliğinden çıkartıldı. Pa-saportlarında bozguncu damgası vurulan bunlar işçi-likten başka iş yerlerinde çalışamadı, annesi, babası, akrabalarıyla birlikte sürgüne gönderildiler. Olay kur-banları hakkında hiçbir bilgi verilmedi, bütün belge-ler yok edildi.

Meydana çıkanları suçlama ve cezalandırmada ak-tif olanlar yönetim tarafından gizlice ödüllendirildiler.

1989’da Moskova’da, Kremlin’de SSCB milletve-killlerinni kurultayı düzenlendi. Ama, Kazakistan’dan katılan doksan dokuz delegeden kurultayda iki kez ko-nuşma yaptığı halde Jeltoksan Ayaklanması’nın ger-çekleri hakkında konuşan olmadı. Sanki, Kazakistan’da Jeltoksan trajedisi hiç olmamış gibi.

Tüm dünyanın izlediği bu kurultayda Almatı’da olan Jeltoksan Ayaklanmasıyla ilgili tüm gerçeği, ne olursa olsun, söylemeye karar verdim. Konuşmaya çı-kacakların listesinde ilklerdendim. Ama, benden bir hafta sonra listeye alınan Kazakistanlı milletvekilleri-nin bazıları iki defa dahi konuşma yaptılar. Benim söz hakkım hep ertelendi. Birkaç gün önce Genadi Kol-bin bana:

“Aralık olaylarını gündeme getirmek istediğini bi-liyorum. Bu fikrinden vazgeç. Sonra her şeyi hallede-riz” diye ricada bulundu. Sonra sözü geçer sandığı çok yetkili iki kişiyi gönderdi. Ama ben kararımı değiştir-medim ve neticede KGB, Gorbaçyov ve Kolbin’i kan-dırarak tribünden meseleyi gündeme getirdim.

Nurgali JUSİPBAY: Bunu nasıl başardınız? Muh-tar ŞAHANOV: Jeltoksan Ayaklanması hakkında ko-nuşturtmayacaklarını anladığım için, Kazakistanlı bir kısım milletvekillerinden Gorbaçyov’a bir dilekçe yaz-dırtarak imzalattım. Dilekçedeki metinde şöyle yazılı-yordu: “Muhtar Şahanov’a Aral ve Balhaş gölleriyle ilgil ekolojik problemleri dile getirimesi için konuş-maya izin vermenizi istyoruz”. Ancak, Gorboçyov ko-nuşmama izin verse de, divan başkanı Gorbunov’un “Yoldaşlar, yaklaşık on dakikamız kaldı. Sırada söz isteyenler çok. Vakti uzatmadan, bu on dakikayı ve-rimli kullanalım. İlk konuşma sırası Vitali İyosifoviç Goldanski’ye, ikinci sıra ise Şahanov Muhtar’a verile-cektir. Sizden ricamız konuşmalarınızın iki veya bir da-kikadan aşmamasın” diye uyarmasına rağmen, canlı yayında gerçekleri ortaya koydum. 6 Haziran, 1989’da Kremlin’de Muhtar Şahanov’un yaptığı tarihi ko-nuşma metni:

Yüksek Kurultay! Sıradaki olağan milletlerarası çatışmayı önlemek amacıyla, ben, Kazakistandan se-çilen 19 Milletvekili adına cumhuriyetimizde büyük olumsuzlukları yol açmakta olan şu durumu ortaya koymak istiyorum. Kurultayda Gürcistan’da yaşa-nan olaylar meselesi gündeme getirilmesinden itibaren Kazakistan’dan seçilen milletvekilleri seçmenlerinden sayısızca mektuplar almaktadırlar. Onlar bu kurul-tayda saltanat kurduğu “glastnost” ve açıklığa rağmen barşcıl mitingcilere karşı askeri kazmaların, köpeklerin kullanıldığı, kadın ve kızları asker çizmelerle tekmelen-diği, coplarla saldırı yapıldığı 1986 yılında Almatı’da yaşanan Aralık Olayları meselesini gündeme getir-mediğimizden dolayı bize şikayetlerini açıkça bildir-mektedirler. Bahsettiğimiz bütün bu canilik herkes ta-rafından bilinen mitingler hakkında genelgenin daha yayınlanmadığı dönemlerde yaşanmıştır. Miting kur-banları hakkında gerçekler bugüne kadar hala top-lumdan gizlenmektedir. Bazı kaynaklara göre olaylar sırasında iki bine yakın kişi tutuklanmıştır. Bunların ço-ğunluğu uzun yıllara hapse atılmıştır. Binlerce kişi üni-versitelerden, iş yerlerinden atılmıştır. Devir çıkmazı hususundaki eksiklikler ilk deneye dayanamadan ger-çek yüzünü ortaya koyarak siyasi hazırlığa sahip ol-mayan yüzlerce gençlerin kaderini sonsuza kadar le-kelenmiştir.

Ancak, Almatı olaylarıyla ilgili gerçekler ve asa-yiş kuvetleri askerlerinin canice hareketleri şuana ka-dar gizli tutulmaktadır. Bundan dolayı, ülkede Aralık olaylarıyla ilgili çeşitli söylentiler çoğalmakta ve bu çe-şitli milletlerarası anlaşmazlığın ortaya çıkmasına ne-den olmaktadır. Bundan dolayı, biz, çeşitli cumhuriyet ve milletlerden oluşan milletvekillerinden Almatı’da yaşanan Aralık Olaylarını inceleyecek olan komisyo-nun oluşmasını talep ederiz. Almatı olaylarından sonra

Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkezi Komitesi “İşçilerin internasyonal ve vatanseverlik terbiyesiyle il-gili Kazakistan Cumhuriyeti Parti Heyeti’nin Faaliyet-leri Hakkında” adlı kararı yayınlanmıştır. Bu kararda Almatı’daki Aralık Olaylarına “Kazak Irkçılığı” tanımı verilmiştir. Irkçılıkla beş bin, on bin, yüz bin kişi suçla-nabilir. Ancak, tüm Kazak Halkını ırkçı olarak suçlaya-mazsınız! Irkçılık suçlaması tüm Kazak halkına sürülen leke ve iftiradır! Bundan dolayı millete adaletsizce atı-lan iftiranın geri alınması için gerçeklerin tespit edilme-sini ve adaletin yerini getirilmesini talep ederiz. Kazak Halkı tarihi ve kanıyla halklar dostluğuna sadık oldu-ğunu birçok kez ispatlamıştır. Yakında Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkezi Komitesi’nin milletlerarası sorunları masaya yatıracak toplantısı düzenlenecek-tir. Merkezi Komite’ye üye olmadıkları için milletve-killerin çoğunluğu bu foruma katılma hakkına sahip değildir. Bundan dolayı biz, Kazakistanlı milletvekil-leri şunu teklif ederiz: Bu kurultayda BİRLİĞE ÜYE VE OTONOM CUMHURİYETLERİN, OTO-NOM EYALETLERİN, MİLLİ BÖLGELERİN ve AZ SAYILI HALKLARIN ANA DİLİNE RESMİ DEVLET STATÜSÜ VERİLMELİDİR! Ayrıca, BUGÜNE KADAR DOĞDUKLARI TOPRAK-LARDA KENDİLERİNİ SÜRGÜN KURBAN-LARI GİBİ HİSSETMEKTE OLAN SOVYET-LER BİRLİĞİNDEKİ TÜRKLERİN VE KIRIM TATARLARIN ZOR DURUMUNA ÇÖZÜM BU-LUNMASINI TALEP EDERİZ!

Müsadenizle, divana seçmenlerden gelen şikayet-lerin bir kısmını ve ülkedeki tanınmış yazarların, bili-madamların, gençlerin imza atarak kurultaya yollamış oldukları mektupları vermek istiyorum.

Dikkatleriniz için teşekkür ederim.Konuşmamı tamamladıktan sonra Aralık olayları-

nın araştırılması için özel heyet kurulmasını talep eden 3000’i aşkın insanın imzaladığı mektubu ve bana ula-şan acil mektupların büyük bir kısmını Gorbunov’a teslim ederken yanında oturan Gorbaçyov’un kızgın-lıktan kıpkırmızı olduğunu farkettim. Salona döndü-ğümde kalbim ağzıma tıkanacaktı. Kürsüye yakın otu-ran Rusya milletvekilleri beni hiç alkışlamamış, sert bakışlarını bana yöneltmiş olarak oturuyorlardı.

Beni sadece iki milletvekili tebrik etti. Biri, büyük Rus bilimadamı, Nöbel ödülünün sahibi Andrey Saha-rov, diğeri ise, Özbekistan Yazarlar Birliğinin Başkanı Adil Yakubov: “Vah, cesur yiğidim” diye kucakladı. Kurultaya Kazakistan’dan gelen diğer doksan sekiz milletvekilinden yanıma gelen olmadı. Nedenini söy-lemezsem de bellidir. “Kendilerinin Şahanov’la iliş-kisi olduğunu düşünecek” diye Kolbin’den korkar-lardı. Kurultaydan sonra “Moskova” konukevindeki odama döndüğümde telefon hiç durmadan çalıyordu. Ahizeyi kaldırdığımda Kolbin: “Sen beni diri diri göm-dün! Geçende “Şimdilik söyleme” diye ricada bulun-madım mı? Ne yaptın sen?!” diye bağırdı. “Şu an bana konuşma fırsatını vermemiş olsan da, er ya da geç, bu gerçek başka birinin ağzıyla söylenmesi gerekirdi” de-dim. “Ben bunu böyle bırakmam. Senin bu bozguncu davranışından sonra ülkede tekrar ayaklanma çıkarsa hapse atılacak, olacaklardan sorumlu tutulacaksın” diye bağırdığında kulağım patlayayazdı.

“Tam tersi, ikimiz yerimizi değiştirirsek nasıl olur?” dedim, ben de sinirlenerek. Sonra telefonu kapattım.

Ertesi gün sabah Kazakistan KGB başkanı Mi-roşnik: “Yoldaş Şahanov, siz kendinize yaptınız. İm-zalarını aldığınız 19 milletvekilinin çoğunluğunu Aral problemini söyleyeceğim diye kandırmışsınız. Onla-rın bazıları: “Şahanov bizi kandırdı. Dolaysıyla SSCB milletvekili olarak çalışmamalı” diye rapor verdiler. Bu olay ispatlanırsa bundan sonraki durumunuzun nasıl olacağını tahmin ediyor musunuz? ” dedi.

“Ben sadece 19 kişiyi kandırmadım. Gorbaçyov’u da kandırdım. Yirminci kişi olarak onu da kaydedin” dedim ve dönerek yoluma devam ettim.

Nurgali JUSİPBAY: Muhtar Ağa, bu konuşmanın sonu planlanmış bir “araba kazasıyla” veya bir “kalp kriziyle”, yani, ölümle sonuçlanacağıını hiç düşünme-diniz mi?

Muhtar ŞAHANOV: Tabi ki düşündüm. Ancak, tatlı yalanlarla yaşamaktansa, ölmem daha iyidi.

Nurgali JUSİPBAY: Peki böyle bir girişimler ya-pıldı mı? Hayatınızı tehlikeye atan bir saldırı, bir suikast girişimi yaşandı mı?

Muhtar ŞAHANOV: SSCB milletvekillerinin ikinci kurultayından sonra kimliği belirsiz bir kişi tele-fon ederek bana şunları bildirdi:

Devamı 14’te

Page 14: Genç Bengü Gazetesi 2.Sayı

14 Türk Dünyasının Sesi

“Sizi ortadan kaldırmak için iki kez suikast planı hazırlanmıştı. Birincisi, Jeltoksan Meselelerini tek-rar gündeme getireceğinizden korkarak, sizin SSCB Milletvekillerinin İkinci Kurultayına katılmanızı en-gellemek için yapılmıştı. Sizi bu planlı trafik kazasın-dan havalimanına tek başınıza değil, iki arabayla grup halinde yola çıkmış olmanız kurtarmıştır

İkinci kez Moskova’da hava durumunun uygun olmayışı sebebiyle uçması bir günlüğüne ertelenen uçak biletini beklenmedik anda başka bir uçak için değiştirmeniz, ve esas vaktinden 30-40 dakika ön-cesinde başka bir uçakla geriye dönmenizden dolayı suikastı atlattınız. Şunu net bildirmek isterim ki, uçuş saatinin değişmesini çok iyi bildiğim tanıdıklarımın dı-şındakilerin haberleri olmadığı için bu tuzaktan da kur-tulmuş oldunuz.

Ayrıca, heyetin çok hararetli çalıştığı o günlerin bi-rinde, Moskova’da iken tansiyonum çok sık yükse-liyor, başım hep dönüyordu. Bundan rahatsız olarak “acil servis” cankurtaranıyla Kremlin hastanesine git-tim. Benimle çok iyi ilgilenen doktor tomografi çek-tirdikten sonra, odasında oturtup, bana bir müddet ses-sizce baktıktan sonra: “Hemen hastaneye yatmanız lazım. Beyninizin yarısına kan gitmiyormuş” dedi. Çok korktum. Ama, SSCB Yüksek Kurulun üyesi ol-duğum için bana tahsis edilen “Moskova” konukevin-deki odamda Jeltoksan Ayaklanmasıyla ilgili çok gizli belgeleri masamda açık halde bırakmıştım. Bundan endişe duyduğum için, doktora her ne kadar “Hasta-nenize yarın yatayım” dediysem de, o sözümü hiç din-lemedi. Hemen yatmam gerektiğini söyleyip, ısrar etti. Buna kızarak, ne olursa olsun hastanede kalmayaca-ğımı söyledikten sonra, çaresizce kabul etti. “Öyleyse yarın gene sabah sekizde hastaneye gelin” diye, söz al-dıktan sonra beni uğurladı. O gece saat 23’te biri tele-fon açtı bana. Adamın sesi uzunca bir borudan çıkar gibiydi. Sesini belli etmek istemediği belliydi.

“Şahanov musunuz?” dedi adam Rusça.“Evet” dedim.“Siz yarın hastaneye yatacak mısınız? Dikkatli

olun. Yatarsanız bir daha çıkamazsınız” der demez te-lefonu hemen kapattı.

Şüpheli düşünceler kafamı kurcalamaya başladı. Kremlin hastanesindeki doktorun bana gösterdiği aşırı ilgisinin sırrını o anda anlamaya başladım. Aynı gece saat bir buçuktaki uçakla Almatı’ya döndükten sonra, ertesi gün bütün gün boyu yataktan kalkamadım. Ba-şımın dönmesi hiç kesilmedi. Ertesi gün Bakanlar Ku-rulu hastanesine gittim, ama başhekim Muhtar Aytka-zin yerinde yoktu. Yardımcısı genişçe bir odaya yatırdı. Hemşire olarak orta yaştaki bir Rus kadınını tayin etti. Gazete okuyordum. Kapı çalındı. Muhtar Aytkazin’di. Bana bir şey söylemeden işaret ederek dışarıya çağırdı. Uzunca koridorun ücra bir köşesine gelince:

“Muhtar Bey, doktor hanımın verdiği ilaçları içti-niz mi?” diye sordu.

“Hayır, ama iki üç haptan almam gerektiğini söy-ledi” dedim. “İçmediğiniz iyi olmuş. Kadının verdiği ilaçları sanki içmiş gibi davranınız. Daha sonra onları gizlice, şu Kamal Tölebaykızı’na teslim edin. Bu bi-zim kardiyoloji servis sorumlusu” dedi. Ayrıca:

“Muhtar Bey, kusura bakmayın, sizi şu ankin-den daha kötü bir odaya almam lazım” dedi Aytkazin. Meğerse, bu hastanedeki iki odaya; benim ve Özbe-kali Janibekov’un odasına dinleme cihazları yerleş-tirmişler. Ertesi gün M. Aytkazin başımın tomografi-sini çektirdi.

“Beyninizin yarısına kan gitmiyormuş dediği boş laf. Ama bunu benim söylediğimi kimse bilmesin, lüt-fen. Sizi bundan sonra korumaya benim gücüm yet-mez. Muhtar ağa, buradan çabucak kendi isteğinizle çıkmalısınız” dedi.Beni ortadan kaldırmak için SSCB KGB’sinden gelen gizli emirden Muhtar Aytkazin böyle kurtarmaya çalışmıştı.

Nurgali JUSİPBAY: Jeltoksan Ayaklanmasının gerçeklerini dünyaya yayılmasında ve Jeltoksan ha-reketinin kazanmasında Türkiyeli dostlarınızın ve Av-rupa Kazaklarının yardımı olduğunu biliyorum. Açık-çası, birçoklarmız için dostlarınızın bu yardımı, bu desteği, sizlerin milli davanın çetin yollarındaki duruş-larınız, yürüyüşleriniz, tüm tehlikelere rağmen ruh ve ülkü eksenindeki kenetlenmeleriniz gerçek dostluğun örnek alınması gereken kardeşlik destanıdır. Bu işbir-liği, ortak hareketleriniz hakkında bahseder misniz?

Muhtar ŞAHANOV: Jeltoksan Ayaklanmasını in-celeme sırasında topladığımız bilgiler bizi şu düşün-ceye ulaştırdı: Eğer, Jeltoksan Ayaklanması gerçeğini tüm dünyaya yaymazsak, masum olduğu halde hapse atılan gençlerin acı sesini dünyaya duyuramazsak, o günkü Sovyetler Birliği rejiminin şartlarında muzaf-fer olmamız mümkün değildi. Bunun için ne yapma-lıydık? Dar çemberden çıkacak tek bir yol vardı. O da, bugüne kadar elde ettiğimiz, sahip olduğumuz, ulaş-mış olduğumuz gerçekleri yurt dışındaki okurlara ta-nıtmaktı. Onlar desteklerse, “gerçekler ayak altında ezilmesin” diye yankı uyandırısa, yönetimdeki yetkili-lerin engellerini yıkma ihtimalimiz vardı.

Bir çözüm arayarak zorlandığım o günlerin bi-rinde yerden aradığım gökten inercesine hiç bekle-mediğim günde Türkiye’den bir mektup aldım. Türk Dünyası Araştırmaları Başkanı Prof.Dr. Turan Yazgan memleketine sanat etkinliği için davet etmekteydi. Çe-şitli engellere rağmen yurt dışına çıkmayı başardım. Kıbrıs’taki konferans salonunun duvarına Türk kar-deşlerimiz “Rus İmparatorluğunun baskısı altında ya-şamakta olan Orta Asya ve Kazakistan Türklerine ba-ğımsızlık verilsin” sloganı yazmışlardı.

SÖYLEŞİ Devamı

Konferansta Turan Yazgan’dan sonra söz sırası bana verildi. Bildirimin Kıbrıs Türkleri’ne etkisi o kadar büyük oldu ki, ikinci komisyon kararından sonra “Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkezi Komitesi kendi tarihinde ilk defa kendi kararıını de-ğiştirerek, Kazak halkına attığı “ırkçılık” iftirasını geri almaya mecbur oldu” dediğim anda salondaki herkes ayağa kalkarak alkış fırtınasını kopardılar.

Buraya gelişimin esas amacı Sovyetler Birliği’nin yöneticileri tarafından doğrudan baskı yapılan Almatı’daki Jeltoksan Ayaklanmasının gerçekle-rini dünya insanlarına duyurmaktı. Çünkü, Gorbaç-yov ile yanındaki yandaşları benim Yeltsin’le fikir ve dostluk ilişkilerimin olduğunu öğrendikten sonra benden çekinmeye başladılar. Yoksa, onlar için beni ortadan kaldırmak, heyet çalışmalarını istedikleri yöne çevirmek çocuk oyuncağıydı.

Nurgali JUSİPBAY: O dönemde, zaten sizi ber-taraf etmeyi, sizden bir şekilde “kurtulmayı” planla-makta olan KGB için bu çok güzel fırsattı. Örneğin, klasik bir yöntemle, bir “Adana Kebabı”ndan zehir-lenme sonucunda “ölebilirdiniz” ve tüm suçu ve ifti-rayı Türkiye atabilirlerdi.

Muhtar ŞAHANOV: Benim Türkiye’de bulun-duğum sürede özellikle Turan Bey’in desteği çok büyük oldu. Turan Bey bilgin, yüksek erdem, en-gin tecrübe ve cesur yürek sahibi bir şahsiyettir. Ve tabi ki, KGB’nin olası bu planını da varsaydığından, aynı zamanda Türk ve Kazak kardeşlik ilişkilerinin en ufak leke sürülmemesi için tüm çalışmaları, gö-rüşmeleri, sohbetleri titizlikle organize etti. Hatta, sa-dece benim için konuk evinin tüm katını boşaltarak, güvenlik ve koruma hizmetine güçlendirdi. Eğer o günleri Turan Bey çalışmaları yüksek derecede ol-masaydı, belki de tarihin akışı bambaşka yöne kaya-bilirdi. Bu vesileyle Turan Bey’e bir daha teşekkür etmek isterim. Turan Bey benim Hasan Oraltay’la tanışmama vesile oldu. Hasan Oraltay’ın Jeltoksan Ayaklanmasıyla ilgili gerçekleri dünyaya duyurma-sındaki özverili çalışmasını şükranla takdir ederim. 24 dilde yayın yapan “Azatlık” radyosunda tüm bu dillerde benim konuşmalarım olduğu gibi çevirile-rek yayımlandı. Hasan Ağa tanıdıkları vasıtasıyla ABD Kongre milletvekilleriyle, çalışanlarıyla bağ-lantı kurarak Kıbrıs’taki bildirimi İngilizce nüsha-sını göndermiş. Bildiri Kongre milletvekillerine da-ğıtılmış. Kısa bir süre sonra Bess Braun’ın “ABD Kongresi Jeltoksan Olaylarını İnceledi” başlıklı ma-kalesi yayımlanmış ve bu konuda yazılmış olan di-ğer makaleler de dünyanın en önemli basınında yayımlanmıştı. Bu bizim çok büyük manevi zaferi-mizdi. İşte, bu olaydan sonra Sovyet yönetimi çekin-mek zorunda kaldı.

Nurgali JUSİPBAY: Başlatmış olduğunuz Jeltok-san Ayaklanmasını inceleyen komisyon çalışmaları-nız nasıl sonuçlandı? Kimlerdi gerçek suçlular? Ça-lışma sonucunda ne tür kararlar alındı?

Muhtar ŞA-HANOV: 24 Eylül, 1990 ta-rihinde Kazak Sovyet Sosya-list Cumhuriyeti Yüksek Kurulu Jeltoksan Olay-larını inceleyen Komisyonu-muzun Sonuç-ları hakkında bir Karar kabul etti.

Yani, komisyon çalışmasını tamamlamış ve Jeltok-san Ayaklanması’nı Kazak Halkı’nın diğer halklara düşmanlığı değil, kendi haklarını talep eden başkal-dırısı olarak ispatlamıştı. Bu baş kaldırının ayaklan-maya dönüşmesinin; yöneticilerin protestocularla barışçıl çözüm üretemediklerinden, çözüm yolu bulamadıklarından, kasıtlı olarak çıkmaza sürükle-diğinden, onlarla anlaşmaya ulaşmanın yerine, ilk andan itibaren kuvvete başvurduklarından kaynak-lanan trajedi olduğuna dair karar alındı. Kararda Jel-toksan Ayaklanmasının ters yönde gelişmesinden sorumlu ve suçlu olan 41 şahıs tespit edildi. İki Rus subayının “Askeri kuvvetlerin taarruzundan dolayı olayda birçok kişi öldürüldü” dediği itirafını açıkça yayımladık, bunların titizlikle soruşturulmasından, gereken cevapların alınmasından yönetimi, savcılığı, mahkemeleri doğrudan yükümlü ve sorumlu tut-tuk. Jeltoksan’da protestoculara karşı asker kazma-larının, demir sopaların, copların, itfaiye arabalarının, köpeklerin kullanıldığını ispatladık, tutuklanan ve yaralananların net sayını tespit ettik. Jeltoksan olay-larındaki tutumlarından dolayı Kazak Sovyet Sos-yalist Cumhuriyeti İçişleri Bakanı Knyazev’ten ve yardımcısı Basarov’tan başlayarak, tüm asayiş gö-revlileri ile ordu mensuplarından, aldıkları ödüllerin geri alınmasını ve Jeltoksan olaylarında işlenen suçla doğrudan ilişkileri olan önemli yetkililer ile yönetim-deki belli başlı şahısların görevlerinden uzaklaştırıl-masını, makamı yükselenlerin kariyerlerinin tekrar gözden geçirilmesini talep ettik. Olaylar sonucunda hapishaneye atılan ve öldürülenlerin dosyasının tek-rar gözden geçirilmesini istedik ve 17 Aralık’ın “De-mokratik Yenileşme Günü” olarak kabul edilmesini teklif ettik. Kazak gençlerine “esrarkeş, sarhoş, ser-seri” diye iftira atarak, onlara askeri kuvveti kullan-dığından dolayı “Sovyetler Birliği Komünist Par-tisi Merkez Komitesi’nin Gorboçev başkanlığındaki Politbüro suçlu olarak kabul edilsin” cümlesini de dahil ettik.

Kazak Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Yüksek Ku-rul Başkanı Asanbayev ve diğer yöneticiler: “Bu mümkün değildir. Sovyetler Birliğini kimin yönetti-ğini unutunuz mu yoksa?” diye şaşırdılar. Ben inatla ısrar ettim. Sonunda “Gorboçev başkanlığında” diye başlayan cümlenin silinmesine onay verdim. Ko-misyonun son kararı oturumda okundu. Sevinçten yüreğimiz paramparça olmuştu. Kendi maaşımdan heyet çalışmasına katılan herkesi Göktepe’nin öte-sine, dağa götürerek, çimenler üzerine sofra hazırla-yıp kutladık, birbimizi kucaklayıp ağlaştık.

Bu belge yayımladıktan sonra, ertesi gün, bana Ka-zakistan devlet başkanı, kendisini M.Gorboçyov’un telefonla arayak: “Komisyonu neden böyle kafa-sına göre hareket ettiriyorsunuz?” diye çok kızdı-ğını bildirdi. 24 Eylül’de Kazak Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin kararı yayımlandı.

Hakikatin yolu hep dikenli, kaygan ve çetindir. Jel-toksan Ayaklanması gerçeğini mum ışığıyla aradı-ğımız uykusuz gecelerimizi veya gece yarısı evi-mize dönerken “hangi köşeden kim vuracak, kim bıçaklayacak” diye geçirdiğimiz, yaşadığımız kor-kulu anlarımızı o dönem anlayan, paylaşan insan-lar çok azdı. Onların sayısının şu an bile çoğaldığını söyleyemeyiz.

Nurgali JUSİPBAY: Komisyon kararından sonra Gorbaçyov’la yüzyüze görüştünüz mü?

Muhtar ŞAHANOV: 2001’in baharında Sov-yetler Birliği Komünist Partisi Merkezi Komitesi-nin eski Genel Başkanı Gorbaçyev Almatı’ya geldi. Ben o dönem Kazakistan’ın Kırgızistan’daki Bü-yükelçisi görevindeydim. Tam o sırada biz Cen-giz Aytmatov’la Almatı’da bulunuyorduk. Kaza-kistan Cumhuriyetinin Kültür ve Enformasyon Bakanı Muhtar Kul-Muhammed bana telefon aça-rak, Gorbaçyov’un Almatı’ya Cumhurbaşkanımı-zın davetiyle geldiğini, Başbakan Yardımcısı İman-gali Tasmağanbetov’un misafire eşlik ettiğini ve öğle yemeğini birlikte yemeyi teklif ettiğini bildirdi. Öğle yemeği molasından sonra ben Gorbaçyov’u: “Si-zinle özel görüşmem gereken mevzum vardı” ke-nara çekerek şöyle dedim:

“Siz Sovyetler Birliği gibi koskoca devleti birkaç yıl yönettiniz. Ancak, sizin yaptığınız hataların biri ve en önemlisi 1986’daki Aralık Ayaklanmasıyla ilgili olaylar. Tüm Kazak milleti, tüm cumhuriyet yıllarca azabını çekti. Bu yaranı ağzı hala da kapanmadı. Aralık Ayaklanmasının gizli sırları hala da aydınlığa kavuşmuş değildir”.

Bu arada Mihail Gorbaçyov’un rengi attı.Ben sözüme devam ettim. “Ama, her şeye rağ-

men, bizzat şahsi başkanlığınızda yaşanmış olan trajik olaylardan sonra Kazak topraklarına ilk defa lekmiş bulunuyorsunuz, milletin özür dilemek aklı-nızda var mı, yok mu?” dedim.

Mihail Gorbaçyov şaşkın bakışlarla: “Yoldaş Şa-hanov, dedi uzunca sesszilikten sonra, “hatanın ya-pıldığı gerçektir, ancak, Aralık Ayaklanmasından sa-dece ben sorumlu değilim ki. Neden diğer politbüro üelerini de hesaba almıyorsunuz?” dedi.

Am o anda cep telefonum çalmaya başladı. Tele-fonu cevapladığımda Aralık Ayaklanmasına katılım-cılardan Amancol Nalibayev’ti.“Mutar Ağa, Gorbaçyov’u Kazakistan’a geldi

diye duyduk. Birkaç Aralıkçı arkadaşlar biraraya ge-lerek, “Gorbaçyov Kazakistan’dan defol!” slogan-lar yazılı pankartlar hazırladık. Şuan ise kendisini bu-lamıyoruz. Gorbaçyov’un nerde olduğunu biliyor musnuz?” dedi.

Sözlerimi Gorbaçyov’un anlaması için Rusça ola-rak “Ben şuan kendisiyle konuşmaktayım” dedim. “Amancol, az sabır et” dedikten sonra, cep telefo-numu kapatmadan, Gorbaçyov’a: “Mihail Sergeye-viç, Aralık Ayaklanmasına katılanlar telefon açmak-tadırlar. Eğer Kazak milletinden özür dilemezseniz, onlar, “Gorbaçyov, Kazakistan’dan def ol!” pankart-larıyla sokağa çıkacaklar” dedim.

Kıpkırmızı olan Gorbaçyov, kısa bir sessizlikten sonra “Tamam, suçlu olduğumuz gerçektir. Özür di-lememi isterseniz, dileyeceğim” dedi.

Almatıya döndükten sonra, Kültür ve Enformas-yon Bakanı Muhtar Kul-Muhammed’in organizas-yonuyla Gorbaçyov basın açıklmasını yaparak, Ka-zak milletinden özür diledi.

Devamı Gelecek Sayıda

DTGB - DÜNYA’DAKİ TEMSİLCİLERİMİZRomanya Dincer GeaferAmerika-New York:Terken HACALOĞLUKırgısistan Edil Marlis UuluKazakistan- Dosay KenjetayAfganistan: Mustafa K.MAHDUMAhıska Türkleri: Paşali SeferoğluAltay: Katya TıdıkovaAvrupa: Orhan KutluIAzerbaycan: Akber Yolçiyev (Qoşalı)Balkarya: Alim HubolovBaşkurtistan: Florid BagayevBatı Trakya: Cemil KapzaBayır-Bucak: Sami YıldırımBulgaristan: Semra HüseyinCuvaşistan(Rusya) :Oleg TcyplenkovDoğu Türkistan: Erkin EmetFin-Ugor: Vasili PetrovGagauzya: Oleg Federovich GarizanHakasya: Lev NerbışevHollanda: Serdar Can Karacay: Hasan HalkkoçKırım: Eskender BariyevSibirya Omsk Altınay JunusovaŞor (Rusya) Cıltıs Tannagasheva Nogay (Rusya) Yangurchi Adzhiev KKTC Ercan Arıklı Tataristan (Rusya) Bulat Gatin Türkmenistan Murat Toylyyev

İsmail Gaspıralı Gençlik Teşkilâtı.......................................................................Kırgız Gençleri Birliği Dünya Genç Türk Bilimadamları BirliğiCümbüş-İ Milli İslami Gençlik Teşkilatıist. Vatan CemiyetiKan-Kerede Altay Gençler BirliğiAvrupa Türk FederasyonuGençlik Teşkilatları Millî ŞurasıAnt Gençler TeşkilatıBaşkurt Gençleri İttifakıGümülcine Türk Gençler BirliğiBayır Bucak Türkmenleri DerneğiUfuk Vakfı - Sofya Suvar Çuvaş Gençleri BirliğiDünya Uygur KurultayıMofun - FİN-UGORAnadili Gençler CemiyetiTun Gençlik TeşkilatiTürk EviKaraçay VakfıQardaşlık Kırım Tatar Gençleri BirliğiVahdet Türk Gençleri TeşkilatıŞor Millî Kültür MerkeziBirlik Nogay Gençleri TeşkilatiTürk-Bir DerneğiAzatlik Tatar Gençleri BirliğiMahtumkuli Düşünce Topluluğu

www.gencbengu.org/[email protected] Tel:0090 212 511 63 47İmtiyaz Sahibi - DTGB

Genel Başkan-Ekrem Abdullayev

Yazı İşleri MüdürüAbidin HACİEV

Yazı İşleri Müd.Yrd.

İsmail ERDEMSemiha AHMET

Genel Yayın YönetmeniRafet ULUTÜRK

Genel Yayın MüdürüSemra HÜSEYİN

Yayın DanıSmanları:Prof. Dr. Hayati DURMAZDr. Ganira PAŞAYEVA Dr. Mustafa KAHRAMANProf. Dr. Emin ÇARIKÇIProf. Dr. Ahmet ÇOLAKYakub DELİÖMEROĞLUDoc.Dr.Kutluk KaanSÜMERDr.Müjgan DENİZ

Erdoğan ASLIYÜCEAygun HASANOĞLU

Haber Sorumlusu: Nafiye YILMAZHukuk Danışmanı: Seniha MERTEkonomi Müdürü: Mujgan DENİZİstihbarat Müdürü: Elşat ABDULLAYEVEğitim Sorumlusu: M.ustafa K.MAHDUMGörsel Yönetmen: Nedim BİRİNCİNKültür-Sanat: Murat TOYLUİSpor Müdürü: İbrahim SOYTÜRKArt Direktör: Samet ERDEMİnternet Müdürü: Murat ULUTÜRKHalkla İlişkiler: Neriman ERALPReklam Müdürü: Nihat KAHRAMAN

İrtibat Bürosu: (500 Evler) Yıldırım Mh. Şehit Kamil Balkan cad. No: 114 / A 500 Evler - Bayrampaşa / İST.Bayrampaşa - Adaparkın üstü - Palmyalar durağın altıTel: 0212 581 78 08 // 511 63 47 - Fax:0212 511 33 91

[email protected] Star Medya Yayıncılık A.Ş.

Teknik Hazırlık: Murat ULUTÜRK

Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder.Yazarlar yazılarından sorumludur.www.genbengu.org

BTürk Dünyasının Sesi

ENGÜG E N Ç

Page 15: Genç Bengü Gazetesi 2.Sayı

Türk Dünyasının Sesi 15

15.Türk Dünyası Gençlik Günleri ve Kurultayın’dan

Page 16: Genç Bengü Gazetesi 2.Sayı

Tarihte eñ çok abece değişen (13 ayrı abece), eñ çok din değiştiren (gi-rilmedik din yok. Üstelik hangi dine girmişse, eñ ateşli savunucusu olmuş-tur), eñ çok yurt değiştiren, eñ çok ülke kuran (bunlardan 16’sı impatorluk dü-zeyindedir), işte daha neler neler yapan Türkler... :)

13 abeceden yalnızca Orkun abecesi bize özgüdür. Ben bu abeceyi gelişti-renlere hayranlık duyuyorum. Çağları-nın en büyük bilgini olmalılar. Hem bu denli tutarlı hem de Türkçeyi bu denli iyi yansıtan yetmemiş bir de Türkçeye bekçilik etsin diye katı kurallar gelişti-ren insanların eli ayağı öpülmeli.

Bana kalsa, şöyle olmalı;Ön yüzünde Atatürk olan ak-

çanın, arka kısmına Atatürk’ün Latin el yazısı ile Türkçe üze-rine bir sözü eklenmeli. Başka bir akçanın ön yüzüne Cengiz Han koyulmalı, arkaya Uygur-Moğol abecesi ile hanımızın bir sözü eklenmeli. Bir başkasına Bilge Kağan eklenmeli, Gök-türkçe metin ve yine bir baş-kasına II. Mehmet konarak Os-manlıca Fatih’in sözü yazılmalı; “Benim elimin ulaştığı yerlere, onların hayalleri ulaşamaz.”

Türk Dünyasının Sesi

ENGB ÜG E N Ç

Türk Yazısı Paralarımızda Yaşatılmalı

Azerbaycanın 5 manat akça biriminden güzel bir görüntü vereyim sizlere...

Dünya Türk Gençler Birliğinin Ankara’da Anıt Kabir Ziyareti17-19 Mayıs 2012 tarihleri arasında yapılan

kurlamlar öncesi DTGB heyeti bazı resmi ziyarteler gerçekleştirdi. Türkiye Büyüm Millet Meclisis, Türkmeneli Vakfı Kül-tür Merkezi Başnalığı, Keçiören Belediye Başkanlığı, 9. Cumhurbaşkanı Süleymna Demirel, Eski Kültür Bakanı Namık ke-mal Zeybek, Avrasya Yazarlar Birliği, Türk Ocakları e. Genel Başkanı ve ATO Meclis Başkanı Nuri Gürgür. AkoAvra-sya Derneği, TRT AVAZ, gibi kurm ve önemli şahsiyetleri ziyarette bulundu. 17 Mayıs 2012 tarihinde resmi kutlama-

lar Anitkabir resmi töreniyle ile başladı. DTGB Başkanlar 70 kişilik bitr heye-tle Saat 11.00’de Atatürk’ün Mozolisine Dünya Türk Gençleri Birliği’nin Çe-lengini kuydular. Ardından da Antıkabir ziyaretçi defeterine DTGB Genel Başkanı ve 3. Dönem Azerbaycan Milletvekili Ekrem Abdullyev şunları kaydetti:

Türk Milletinin Büyük Atası,17 Mayıs 2012 Dünya Türk Gençleri Birliği; Türk tari-

hinin şeref dolu sayfalarında yer alan on-larca atasından aldığı güç ve azimle, acısı bir, mutluluğu bir; hedefi bir, ülküsü bir ne-silleri bir araya getirmek arzusundadır. Bu amaçla Türk dünyasının otuzu aşkın

coğrafyasından, kırktan fazla üye teşkilatıyla düzenlemiş olduğu 11. Başkanlar Toplantısı ve 20. Kuruluş yıldönümü kutlamaları dolayısı ile huzurunuzda bulunuyoruz.Bugün burada bulunan, Türk Dünyasının

her köşesinden gelmiş olan gençler olarak, aziz hatıranız önünde saygıyla eğiliyor, si-zlerin açtığı yolda, Türk Dünyasının birliği ve geleceği için çalışma azmini bir kez daha bu vesile tekrar ediyoruz. Nur içinde yatınız,

Akram AbdullayevDTGB Genel Başkanı

Hocalı Katliamı AnıldıKeçiören Belediyesince inşa edilen

ve bir kültür abides olan Estergon Kül-tür Merkezi’nde 1992 yılında ermeniler tarafından Azerbaycan halkına yapılan Hocalı Katliamı Anıtına DTGB teşkilat başkanları bir çelenk bıraktı. Çelenk koyma merasiminde kısa bir konuşma yapan DTGB Başkanı Ekrem Ab-dullayev Keçiören Belediyesine Türk dünyasına karşı göstermiş olduğu duyarlığından dolayı teşekkürlerini sundu. Keçiören Belediyesi Başkan temsil-cisi de Anıtın önemne ve ehemmiyetine değindi. Keçiören olarak her zaman Türk dünyasının yanında olduğumuzu bildirmek isteriz. Onlara yapılan katliam-lar bizlere yapılmış gibidir.

G ö k t a ñ r ı , b e ñ g ü y u r d a g ü ç v é r !

800 Yıllık Esrarengiz Türk Sembolü!Aksaray’da

r e s t o r a s y o n çalışmaları de-vam eden 12. yüzyıldan ka-lma Alayhan Kervansarayı girişinde dik-kati çeken ”tek başlı çift gövdeli aslan figürü”nün anlamı çözül-e m e d i .

Aksaray’da restorasyon çalışmaları devam eden 12. yüzyıldan kalma Alay-han Kervansarayı girişinde dikkati çeken ”tek başlı çift gövdeli aslan figürü”nün anlamı çözülemedi. Anadolu’da sadece

Alayhan’da görülen ilg-inç sembolle ilgili farklı görüşler or-taya atılıyor.

Selçuklu döneminde yaptırılan K e r v a n -s a r a y , Aksa ray-Nev ş eh i r

karayolunun 35. kilometresinde yer alıyor. Anadolu’da Selçuklu sultanlarının kaldığı özel kervan-saraylardan biri olan Alayhan’da restorasyon çalışmaları sürüyor.

DTGB - 20.KURULUŞ YILDÖNÜMÜ-İstanbul-201215.Türk Dünyası Gençlik Günleri ve Kurultayı