106
LEGAL PARTİ SORUNU VE TÜRKİYE SOLU GELENEK KİTAP DİZİSİ 9 / TEMMUZ-AĞUSTOS 87

Gelenek09

  • Upload
    che1955

  • View
    316

  • Download
    14

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Gelenek09

LEGAL PARTİ SORUNU VE TÜRKİYE SOLU

GELENEK KİTAP DİZİSİ 9 / TEMMUZ-AĞUSTOS 87

Page 2: Gelenek09

İÇİNDEKİLER

Okurlarla..........................................................................................5 Gündem: Sol Parti, Dünün Deneyimleri, Bugünün Tartışmaları ............................................................... 9 Parti ve Örgüt Teorisi .................................................................21 Aydın GİRİTLİ Bir Parti Tartışmasının Düşündürdükleri.........................................................................................................35 Metin ÇULHAOĞLU Parti: Uzlaşma mı Mücadele mi? 47 Harun Koçak "Cephe"ler... Geçmiş ve Bugün .................57 Cemil DURMAZ/Fırat ÖZDEMİROĞLU Gorbaçov ve Sol........................................................................................................ 77 Cemal HEKİMOĞLU Üç Yazı ve Bir "Ahlak".....................85 A.G. Asena, Kadın ve Sevgi ........................................................... 103 Osman AKIN

1

Page 3: Gelenek09

2

OKURLARLA

Gelenek'in bu kitabı, Temmuz - Ağustos kitaplarını birlikte içeri- yor. Bu durumda okurlarımızla yeniden, Eylül başında buluşacağız.

Son aylarda, legal sol parti tartışmalarına soldan daha geniş bir kesim katılmaya başladı. Bilindiği gibi Gelenek'in önceki kitabı soru- nu "Gelenek Gündemi"nde genel hatlarıyla ele almıştı. Bu kitapta da "Gündem" aynı konuya ilişkin. Geçmişteki legal sol parti deneyimle- rinden birkaçı belirli yönleriyle kısaca hatırlatıldıktan sonra, soruna, sol'un değişik kesimlerinden yönelen kimi yaklaşımlar ele alınıyor. Bu arada, okurlarımıza iletmekte yarar görüyoruz: Gün, Görüş ve Zemin dergilerinin Temmuz sayılarında sol parti sorununa eğilen çe- şitli yazılar yer alıyor. Ayrıca yayın yaşamına yeni atılan Toplumsal Kurtuluş dergisi de bir yazısını aynı konuya ayırmış.

Konuya ilişkin olarak Gün dergisinde Çağatay Anadol'un yazısı yer alıyor, "Yedi Milyon Genç ve Sol Parti" Görüş dergisinin Tem- muz sayısında ise, gene aynı konuya ilişkin olarak Halit Çelenk'1e yapılan bir söyleşi ve Kenan Somer'in "Sol Parti" başlıklı değerlen- dirmesi yer alıyor. Uğur Cankoçak'ın "Tartışabilmek" ve Emin Tan- rıyar'ın "Program Tartışmaları Başlamalıdır" yazıları da Zemin dergi- sinin gene Temmuz sayısında bulunuyor.

Bu kitabımızda, "Gündem"in yanısıra, parti sorununu çeşitli yön- leriyle ele alan başka değerlendirmeler de var. Aydın Giritli "Parti ve Örgüt Teorisi"nde klasik kaynak ve metinlerden, uluslararası deneyim- lerden hareketle parti - örgüt konusuna teorik düzeyde yaklaşıyor. Me- tin Çulhaoğlu'nun yazısı "Bir Parti Tartışmasının Düşündürdükleri". Çulhaoğlu bu yazısında legal sol parti olgusunu, özellikle sosyalizme yönelen genç kuşaklar açısından ele alıyor, gene geçmişten kimi ha- tırlatmalarla, güncel sorunlara yönelmeye çalışıyor. Parti sorununa ilişkin son yazı ise Harun Koçak'ın. Koçak "Parti: Uzlaşma mı, Müca- dele mi?" başlığını taşıyan değerlendirmesinde özel olarak geçtiğimiz

Page 4: Gelenek09

3

yıl öne çıkan parti tartışmalarını ele alıyor. Bu tartışmalar sırasında sergilenen çeşitli eğilimleri vurgulayıp, bunlardan sonuçlar çıkarıyor.

Sonra "Cepheler: Geçmiş ve Bugün" başlıklı bir değerlendirme yazısı var sırada. Yazarları Cemil Vurmaz ve Fırat Özdemiroğlu. Tür- kiye'de geniş bir kesimde en çok sözü edilen, istenen, hedeflenen bir olgudur cephe. Ama nedir, teorik - pratik içeriği geçmiş deneyimlerde nasıl somutlanmıştır, bu konuda yeterli bilgi olduğunu söylemek güç. Yazarlar, Avrupa'daki "cephe"lerin tarihine bu tür eksiklikleri kapatma amacıyla eğiliyorlar. Cemal Hekimoğlu'nun bu kitaptaki yazısı ise ol- dukça önemli bir konuyu ele alıyor. Yazının başlığı "Gorbaçov ve Sol". Hekimoğlu, uluslararası sosyalist hareketin tarihini ana hatlarıy- la özetledikten sonra SSCB'deki yeni yönelimlerin uluslararası planda- ki yansımalarının ne tür yönler alabileceğine değiniyor. Jakobenizm dendiğinde akıllarına daha çok giyotin ve ellerinde şişleri, örgüleri idam izleyen kadınlar gelen solculann Türkiye'de hayli çok olduğuna değinmiştik. Gelenek 'in bu konudaki yaklaşımlarına, yeni tepkiler de geldi. Aydın Giritli, bu sayıdaki yazısında bu tür tepkiyi ve Saçak der- gisinde yer alan iki yazıyı ele alıp eleştiriyor.

Son yazımız, Osman Akın'a ait. Akın "Asena, Kadın ve Sevgi" ya- zısında, Asena'nın yayınlanmış bir kitabından hareketle, bu kitapta iletilen görüşleri eleştiriyor. Kadın – sevgi - cinsellik türü konulardatutarlı yaklaşım koşullarını bu yazıda bulmak mümkün.

Okurlarımıza bir haberimiz daha var: Türkiye kapitalizmi, tekelci yapısını yayıncılık alanında da en somut düzeyde sergilemeye karar vermiş görünüyor. İki büyük dağıtım şirketi, tüm bayilere gönderdik- leri bir yazı ile, kendi dağıttıkları dışında hiçbir yayının alınmamasını buyurdular. Bir de tehdit: Aksi taktirde bayilik sözleşmelerinin ipta- li... Kuşkusuz bu durum, Gelenek kitap dizisi dışında, çok sayıda sol dergiyi de ilgilendiriyor. Gelenek baskıya girdiği sıralarda sorun devam ediyordu. Bu durumda okurlarımızın kitap dizimizi eskiden bulabil- dikleri kimi gazete bayilerinde bulamamaları gündeme gelebilir. So- nuçta, sorunun çözümüne dek kitabevlerine başvurmak gerekiyor.

Türkiye'yi Eylül ayındabir referandumbekliyor.

Son olarak kısaca bu konuya değinmeyi uygun gördük. Hemen en başta ve açıkça vurguluyoruz: Türkiye sosyalistlerini, şu ya da bu ge-

Page 5: Gelenek09

4

rekçeyle, burjuvazinin iç sorunlarının uzantısı ikilemlere hapsetmenin hiçbir anlamı yoktur. Üçü eski MC inşaat, biri de sola duvar çekme ustası dört politikacının siyasal yaşamlarını sürdürüp sürdüremeyecek- leri, sosyalistlerin gündemine alınacak bir sorun değildir. Ayrıca Gele- nek Türkiye solunda çok sözü edilen "demokratikleşme"de, milimet- rik ilerlemelerle kilometrik yolların katedilebileceğine de hiç inan- mamaktadır. Bu nedenle Gelenek'in tutumu açıkça, dayatılan iki- lemlerin reddedilmesi doğrultusunda, referandumda boş oy kullanıl- ması yönündedir.

Eylül'de yeniden buluşmak üzere...

Page 6: Gelenek09

5

GÜNDEM: SOL PARTİ: DÜNÜN DENEYİMLERİ, BUGÜNÜN TARTIŞMALARI

Türkiye solu tartışıyor. Türkiye solu pek çok sorununu tartışıyor. Bu arada, ağırlığını ge-

leneksel solun oluşturduğu kesimde "legal sol parti" sorunu gündem- de giderek başlıca yeri alıyor. Gelenek, bir önceki kitabında, konuya yaklaşımının genel hatlarını ortaya koymuştu. Burada da sürdürmek, önemli kimi noktaları açmak istiyoruz.

Türkiye solundaki çeşitli tartışmalara katılanlar, hangi düzeyi ser- giliyor, ne tür bir birikimi yansıtıyorlar? İşe buradan başlamak müm- kün.

Önce, genel bir gözlemimizi dile getireceğiz. Baskı dönemleri, so- lun farklı kesimlerinde gene farklı denebilecek yönelimler doğuruyor. Belli soyutlamalarla bu farklılığı iki çıkış noktasından hareketle aç- mak mümkün. Geleneksel sol, örgüt kavramını ve bu kavram doğrultu- sunda belli bir pratiği kendine içselleştirmiş durumda. Geleneksel sol, her olguyu, her süreci, her gelişmeyi "örgütü" bağlamında değerlendi- riyor. Tek başına bu ifadeyle ele alındığında kuşkusuz olumlu bir yan. Ancak gene de başka özelliklerle birlikte açılması gerekiyor. Az sonra yapmaya çalışacağız.

İkinci kesimde ise devrimci demokrasi var. Yirmi küsur yıldır örgüt, ne kavram olarak ne de pratiğiyle, devrimci demokrasinin gündemine gerçek anlamda hiç giremedi. Bu, devrimci demokrasinin doğası gere- ği böyle. Devrimci demokraside hareket herşeyi oluşturuyor; herşeyin başı ve sonu o. En başta, bu temel farklılığı göz önünde bulundurmak gerekiyor.

Page 7: Gelenek09

6

Türkiye'nin son yirmi yılı, gerek örgüt gerekse hareket olgularına çarpıcı etkilerde bulunan gelişmelere tanık oldu. Geleneksel sol açısın- dan bakıldığında, birinci baskı dönemi olan 12 Mart, bu kesimin en büyük genel doğrusu örgütün yok olduğu dönemdi. Ancak tüm kıyıcı- lığına karşın 12 Eylül, geleneksel solun örgüt tutamağını yok edeme- di. Geleneksel solun temel ve marjinal yapılanmaları, 12 Mart'tan farklı olarak, 12 Eylül döneminde örgüt tutamakları ile birlikte oldular. Bu- na karşılık devrimci demokrasinin büyük kozu hareket, her iki dönem- de de "likide" oldu. Kesinlikle küçümseme amacıyla değil; ancak gene de bir benzetme yapılabilir: Geleneksel sol 12 Eylül döneminden, elin- de bir teselli ödülü ile çıkmaya çalışırken, devrimci demokrasinin elin- de, her zaman saygı duyulması gereken direniş gerçekleri dışında, bu da yoktur.

Yukarıda söylenenler ilk bakışta geleneksel solun hanesine önem- li puanlar yazılması gerektiği türü düşünceler doğurabilir. Oysa pratik, soruna bu denli iyimser yaklaşılamayacağını gösteriyor. Nedenlerini açmaya çalışalım.

İkinci kesimden, devrimci demokrasiden başlanabilir. Tek tuta- mak noktasının yani hareketin yok olması, devrimci demokrasinin diri ve az çok deneyimli kesimlerinde bir teori tutkusu ya da aranışı doğu- ruyor. Dün de böyle oldu; devrimci demokrasi 12 Mart'tan çıkışta, el- de kazma kürek teori aradı. Böylesine tutkulu bir aranışta zaman za- man doğrulara teğet geçilmesi de mümkündü ve böyle oldu. Ancak, bir dönem yok olan hareket, devrimci demokrasinin reel varlık nedeni- dir; olmazsa olmazıdır. Bu nedenle, devrimci demokrasinin örgüt ara- nışının hedefine ulaşıp rayına oturması, bu kesimin hareketi fetişleş- tirmesi, örgüt kavramı ile pratiğine yapısal uzaklığı nedeniyle mümkün değildir. Dahası, devrimci demokrasinin gene doğası gereği, geleneksel sol teorik çerçeve gibi, yeni sol teorik denemeler de aynı kesim için kalıcı olamayacaktır. Özetle şu: Devrimci demokrasi, hareketin yoklu- ğunda ve bastırılmışlığında teori aradıkça kimi doğrulara teğet geçe- cek, ancak gündemde hep ve tek başına hareket olduğu için örgüt so- runu gerçek anlamda gündeme hiç gelmeyecek, kalıcı bir teorik çerçe- veye ulaşamayacaktır. Devrimci demokrasinin "teorik" yapısında ege- men öge, zaman zaman geleneksel sola da göz kırpabilen, ama en çok yeni soldan cephane sağlayan bir amorfluk, bilinçli - bilinçsiz bir ideo- lojik kaypaklık olacaktır.

Page 8: Gelenek09

7

Devrimci demokrasinin iç dinamiklerini, ilerde, başka vesilelerle de açmaya çalışacağız.

Geleneksel Sol: Geçmişe Kısa Bir Bakış

Geleneksel sol 12 Mart'ı örgütsüz yaşadı. Ancak daha 12 Mart ön- cesinde örgüt, bu kesimin MDD karşısında azınlığa düşmüş ama inatçı militanının en büyük tutkusu konumuna gelmişti. 12 Mart günleri, bu tutkunun bilenmesi ve realize edilebileceği dönemin beklenmesi ile geçti. Bu noktada çok açık biçimde söylenmeli: Geleneksel solda ör- güt tutkusu ideolojik yetkinlik ile beslenememiş, hatta belli kesimler- de tam tersine örgüt bağlılığı ideolojik yetkinliği ikame edebilen bir fazilet olarak görülmüştür. Bu, doğrudan doğruya, 12 Mart öncesi ve 1975 sonrası TİP'inin temel özelliklerinden biridir.

Geri dönülüp bakıldığında bir başka nokta çok daha net görülüyor: Kökeni gene 12 Mart öncesi TİP olan belli bir kesim ise, aynı biçimde benimsenen örgüt gerçeğini, TİP bünyesinde eksik olan ideolojik yet- kinlik ve oturmuşlukla kendi bünyesinde bütünleştirmeyi denemiştir. İlginç yalpalamalara, Türkiye sol hareketi tarihinin nevi şahsına mün- hasır kimi kadrolarından güncel ideolojik önder yaratma çabalarına karşın bu kesim, örgütçülük - ideolojik yetkinlik denklemini kendi bün- yesinde TİP'ten daha homojen biçimde kurabilmiştir. Bu da, TSİP ha- reketidir. Gene de bu kesim geçmişte yaratıcılıktan çok didaktizme "ortodoksluk" aşkına prim verme eğilimi taşımıştır.

Geriye TKP kalıyor. TSİP'te olduğu gibi TKP'de de, 1970 sonra- sı atılımda başı çeken kadrolar, büyük ağırlıkla 12 Mart öncesi TİP'inin örgüt tutkunu genç kadroları olmuştur. Burada hemen eklemek gere- kiyor: Örgüt tutkusu ve aranışı çok ileri boyutlara varıp zamanla ör- gütsel güce ilişkin halüsinasyonlar doğunca, ideolojinin örgütle ikamesi inanılmaz boyutlara ulaşabiliyor. Bu örgüt fetişizmi, TKP'nin 75-80 döneminde, başta ünlü programı olmak üzere, ideolojik geriliğinin ne- denlerinden biridir. İkinci bir neden de tabanda devrimci demokrasi- ninkine benzer bir hareketliliğin şu ya da bu biçimde yaratılabilmesi- dir. Bu taban ve gençlik hareketliliği, gene devrimci demokraside oldu- ğu gibi, teori aranışını çok geri planlarda tutmuştur. Sonuç olarak, ge- leneksel sol içindeki gücüne, militan bir tabanın varlığına karşın TKP 74 - 80 döneminin ideoloji ve program alanında en geri geleneksel sol

Page 9: Gelenek09

çizgisi olmuştur. Bu yapılanmanın 78 programı, geleneksel solun gel- miş geçmiş en geri programıdır. (*)

Yukarıda söylenenleri kimi güncelliklerle bütünleştirmek müm- kün. Örgüt bağı ve örgütlerin varlıklarını sürdürmeleri, aynı ikameci et- kiyi 12 Eylül döneminde daha ağır sonuçlarıyla yaratmışa benziyor. Burada, TKP'nin güncel ideolojik konumuna ilişkin çok şey söylemek gerekmiyor. TİP ise, elde bir örgüt bulunması adına, öyle anlaşılıyor ki pek çok ideolojik ödüne ve gerilemeye hazır durumda. Ayrıca son ge- lişmelerle, TİP'in geçmişte bir süreci "yanlış" yaşamış olduğu bugün daha belirgin biçimde ortaya çıkıyor. 12 Mart çölünün örgüt tutkusu, ideoloji alanındaki doğal ikameci etkisiyle daha mütevazı ve ortalama- cı bir çizgiyi gerektirirken, kimi öznel etkenler bu yapılanmayı Türki- ye solu için oldukça ayrık bir çizgi sayılabilecek "sosyalist devrim" görüşüne ve 1975 programına itti. TİP, bu iğretiliği ya da eşitsizliği, özellikle 1978'den başlayarak gidermeye çalıştı. Kendi açısından doğ- ru da yaptı. Bugün oldukça önemli bir mesafe aldığı görülüyor.

Şimdi, söylenenleri toparlamak gerekiyor. Güncel sonuçları şu bi- çimde özetlemek mümkün:

1- Geleneksel solun en başta "örgütçü" ve "örgüt sahibi" olma adına kabullenir göründüğü ideolojik ve programatik gerilik, solun dış (devrimci demokrat) kesimlerindeki teorik aranış çabalarıyla bütünleş- tiğinde, yanılsamalı tercihlerin yapılma olasılığını artırmaktadır. Oysa geleneksel sol gerçek radikalizmi ve bu çerçevede ideolojik doyurucu- luğu, her ne pahasına olursa olsun, özellikle devrimci demokrat kesim- deki sorumsuz odakların eline teslim etmemelidir.

2- Devrimci demokrasinin, sözünü ettiğimiz özel konumdan kay- naklanan teorik aranış çabaları, hemen yukarda değinilen olumsuz yan etkilere karşın, genelde bir kalıcılığa ve oturmuşluğa yol açamaz. Devrimci demokrasi uzun dönemde hem yeni sola hem de geleneksel sola insan verecek, ancak gündeminde tek başına "hareket" olduğu sürece geneldeki amorf yapısını koruyacaktır.

3- Geleneksel solun kabullenir göründüğü ideolojik ve programa- tik gerilik, bugün üzerinde tartışılan legal sol parti olayını da kaçınıl-

(*) Haydar Kutlu'nun son olarak basında yer alan ve Gelenek'in önceki kita- bında kısaca değinilen görüşleri programlaştırıldığı takdirde bu tezimiz kuş- kusuz "demode" olacaktır...

8

Page 10: Gelenek09

9

maz olarak aynı doğrultuda etkileyecektir. Bu sınırlardaki bir homo- jenlik dayatıldığında ise, söz konusu parti bir sosyal demokrat yapı- lanmayı aşamayacaktır. Bu, en baştan ve ciddi olarak tartışılması ge- reken bir noktadır. Böyle bir tehlike karşısında legal sol parti, sola ve ileriye yönelik dinamiklere açık olmayı yola çıkarken benimsemelidir.

Zaaflar ve Olumlu Sesler

Devrimci demokrasinin "teorik aranış" çabalarından söz edildi hep. Söylenenlerin soyut düzeyde kalmasını istemiyoruz. İşte bir ses, dikkatlice kulak vermek gerek: "Siyaset yapmanın olanaklarının maya- landırılacağı yeni yapılanmaları yaratmak yerine, siyasetin kendisi in- kar edildi. Bu da “yeni düzen”in mantığını benimsemenin başka bir göstergesidiydi. Siyaset ve toplumsal muhalefet yine solun eski sağlık- sız geleneklerine bağlı kalınarak, sınıfsal yapı temelinde değil, geçici dönemsel bir toplumsal çelişki temeli üzerinde inşa edilmeye çalışıldı, özerk yapılanma zorunluluğu yine terk olunarak, yine başat çelişki esas alınıp, görüngü muhalefete eklemlenme önerildi. Yine sınıflı top- lum temelinde değil, bizim varsayılan kendine özgü “antika” toplumu- muz temelinde yeni türden bir MDD politikası üretildi." (M. Ragıp Za- ralı; "Kimlik Sorunu Üstüne Bir Deneme", Türkiye Sorunları Dizisi-1, s: 16)

Yukarıdaki değerlendirme, devrimci demokrasinin teorik aranış girişiminin uzantısı bir yeni üründe yer alıyor. Kastedilen hangi kesim? Ya da belli bir kesim mi? Hiç önemi yok. Ancak bu değerlendirmeye katılmamak mümkün değil. Güzel de ifade edilmiş. Dahası, yukarıdaki değerlendirmenin geleneksel sol için özellikle geçerli olduğuna inanı- yoruz. İnanmadığımız şu: Devrimci demokrasi, hareket tutkusunun in- sanları henüz tam sarmadığı geçiş dönemlerinde gerçekleştirdiği bu tür teorik silkiniş denemelerini kalıcılaştıramayacak, ciddi bir örgütsel- likle bütünleştiremeyecektir. Gene de bu, alıntılanan değerlendirmenin doğruluğuna gölge düşürmüyor.

O halde yeniden vurgulanabilir. Geleneksel sol, en genelde Türki- ye solunun sorunlarına, somut olarak da gündemdeki parti sürecine "demokrasi" hedefinin dar sınırları içinden baktığı, sahip olması gere- ken tüm ideolojik silahları bu yönde törpülediği sürece, boş bırakılan ideolojik yetkinlik ve doyuruculuk alanında rant sağlayanlar türeye-

Page 11: Gelenek09

10

cektir. Sorun, yalnızca bir haksız kazancı önleme sorunu da değil. Ge- leneksel sol, böyle bir geriliği bu aşamada "taktik" olarak benimsedi- ğine istediği kadar inansın, sonuçta gerçek anlamda da gerileyecektir. Böyle bir gerilemenin güncel parti tartışmalarına da yansıtılması, daha kötüsü aynı geri düzlemin parti tartışmalarının kesin üst sınırı olarak belirlenmesi, verimli olabilecek bir süreci baştan iğdiş etme anlamını taşıyacaktır.

Ancak geleneksel soldan gelen olumlu sesler de var. Devrimci de- mokrasinin uzaktan dile getirdiği doğruların yanısıra, geleneksel solun içinden de, üstelik parti tartışmaları çerçevesinde, doğru görüşlerin di- le getirildiğine tanık olunuyor. İşte bir örnek: "Yaşayan sosyalizmi sa- vunmakla beraber, partinin rolünü 'demokrasi' mücadelesi ile sınırla- yan, partiyi iktidar hedefi olan sosyalist odaklaşmanın parçası olarak ele almayan, sosyalizm hedef ve ülkülerinin kitlelere anlatılmasını ‘yasaklayan”, partiyi 'demokrasi güçlerinin' partisi olarak görmek isteyenyanlışeğilimlerlede,oluşum dönemindemücadele edilecektir." (Mehmet Emin Sert; "Yasal Sosyalist Parti ve Görevler", Toplumsal Kurtuluş, sayı: 1, Temmuz 87, s: 9)

Legal sol partinin kendisi bir yana, tartışma sürecinin de verimli olabileceğini gösteren başka örnekler de var. Bunlardan birinin altını özellikle çizmek istiyoruz. Sorun, üstünde tartışılan legal sol partinin, ortaya çıktığı taktirde "ikameci" ya da "dalaşma yaratıcı" etkileriy- le ilgili kuşkulardan kaynaklanıyor. Bu konuda, kanımızca oldukça yetkin sayılması gereken bir yaklaşım, gene geleneksel soldan geliyor. "Son zamanlarda tartışma gündemine bir kez daha giren sol parti soru- nu, konjonktürel bir sorundur. Öyleyse bu sorunun şu ya da bu biçim- de bir sonuca bağlanarak tartışma gündeminden çıkması, temel parti sorununu her zaman güncel olmaktan çıkarmaz. Belki ona yeni bir bo- yut kazandırır." (Kenan Somer; "Sol Parti", Görüş dergisi, Temmuz 88, sayı: 8, s: 26) Gelenek bu değerlendirmeyi içtenlikle benimsiyor. Aynı çerçevede, önceki kitabımızda yer alan bir değerlendirmeyi tekrar ha- tırlatıyoruz: "Türkiye'de 'işçi sınıfı partisi' sorunu, şu ya da bu biçim- de, belki de güncel parti tartışmalarının ve sonuçlarının da katkısıyla, ama zamanla çözülebilecek bir sorundur. Gündemdeki tartışma ve so- mut sonuçları, kendi başına, ortadaki sorunun nihai çözümünü oluştu- ramaz." ("Sol Parti Hangi Zemine Oturmalı?", Gelenek 8, Haziran 87, s: 10).

Page 12: Gelenek09

11

Sırada, geleneksel solun temel yapılanmalarının hassas göründüğü bir başka nokta daha var. Bunu tam anlamıyla görebilmek için, geçmi- şe göz atmak gerekiyor. 1960'larda, MDD çizgisinin "haklılığını" anla- tan ve Mihri Belli'nin imzasını taşıyan bir analoji vardı. MDD adına bu söylendiğinde, akan sular duruyordu. Hep birlikte, istasyondan bir tre- ne biniliyordu. Yola çıkılıyordu, milli burjuvazi bir süre gittikten son- ra, ilk istasyonlardan birinde iniyordu. Kimileri "bağımsızlık" istasyo- nunda treni terkediyor, kimileri de "demokrasi" durağında "işte gel- dim" deyip valizlerini hazırlıyordu. Sonunda, sosyalizm istasyonuna işçi sınıfı tek başına varıyordu... Kendileri bu kadarını söylüyorlardı, ama makinistlik ve kondüktörlük görevi de herhalde MDD'nin ideolog- larına düşüyordu.

Bugün, bu kadarı söylenmiyor. Ancak, en başta, yola mümkün ol- duğunca kalabalık bir yolcu topluluğu ile çıkma mantığı tam tamına gene egemen. Bu kadar yolcuyu bir araya getirecek sihirli sözcük de belli: "Demokrasi" geleneksel solun temel yapılanmaları, "demokra- si"yi çok çok isteyen, ama sosyalizme nedense pek ısınamamış geniş kesimler olduğuna gerçekten inanıyor olsa gerek. Ancak, bunun da bir ideolojik yanılsama olduğunu hemen vurgulamalıyız. Gelenek'in önce- ki kitabında, bu şöyle yapıldı: "Teorik konumları ne olursa olsun, de- mokratlarla birlikte kendi demokrat geçmişine pratikte sürekli dönüş yapan sosyalistler zamanla demokratlaşacaklardır. Bu, büyük ölçüde kaçınılmazdır ve Türkiye bu dönüşü yapanların örnekleriyle doludur. Sosyalist, kendinden geridekilere en büyük yardımı, kendisi daha ileri- ye giderek yapar." (a.g.y. s: 15) Gelenek, geleneksel solda bu sapta- masıyla da yalnız kalmadığını söyleyebiliyor. Görüş'te gene Kenan So- mer yazıyor: "...sosyalizme geçiş çağında, sosyalizme yönelmeden sürgit demokrat kalabilme olanağı da yoktur. Demokrasi, devrimci içe- riğinden arındırılamaz." (Görüş, a.g.y. s. 27).

Şimdi toparlayabiliriz. Ancak ortada "toparlanacak" kadar dağı- nık bir durum da olmadığı görülüyor. Yalnızca şunlar:

1- Türkiye'de demokrat mücadelede kalıcı kazanımlar elde edebil- menin tek yolu, kısa ve uzun erimli perspektiflerde sosyalist mücadele- yi geliştirmektir. Legal bir sol parti, demokrat görevler çerçevesinde gerçek anlamını, ancak sosyalist mücadeleye katkıları oranında bulabi- lecektir.

Page 13: Gelenek09

12

2- Demokrasinin en kararlı savunucularının sosyalistler olması, sosyalistlerin salt bu amaçla parti kurmalarını doğrulamaz. Sosyalist- ler, demokrasinin en kararlı savunucuları konumuna, ancak sosyalist mücadeleleri aracılığıyla gelebilirler.

Devrimci Demokrasi: Bir Yaklaşım Üstüne

Sırası gelmişken, önce genel olarak, sonra da güncel parti tartış- maları çerçevesinde geleneksel sol - devrimci demokrasi ilişkilerine bir kez daha eğilmek istiyoruz.

Gerekçeyi, önemli sandığımız birkaç nokta oluşturuyor. Bunlar- dan ilkine başlarda değinildi, özellikle günümüz koşullarında devrimci demokrasinin geleneksel sola göre belirli bir teorik canlılık ve yaratıcı- lık göstermesi mümkündür. Bunu ne çok abartmak ne de küçümsemek gerekiyor. Abartmak yanlış olur; çünkü teorik aranış devrimci demok- rasinin asli etkinliği değil bir tür "yorgunluk molası"dır. Çok yol alın- sa, ulaşılacak yer, büyük ölçüde yeni sol olacaktır. Ancak, küçümse- mek de yanlış olur; çünkü devrimci demokrasinin bu yönelimindeki içsel dinamiklerin yanısıra, ulaştığı etkinlikte, geleneksel soldaki kısır- lığın da payı bulunuyor. Aşılması gereken asıl tehlike, buradadır. 12 Eylül'ün bilinen koşullarında bile tercihlerini sosyalist mücadele doğ- rultusunda yapabilen insanlar kendi alanlarında "demokrasi"den baş- ka söz edilmediği için devrimci demokrasinin yeni sola götürücü vasıta- larına bindirmek, geleneksel sol için acı olacaktır.

İkinci olarak bir başka ve yeni eğilimin altını çizmek istiyoruz. Doğrudan kulak verelim: "Ateşli hareketlilik içinde, 1970 yıllarının ikinci yarısından itibaren TKP çizgisi ile THKP - Çayan çizgisine yer yer hummalı ve yer yer nostaljik bir ilgi uyanıyor. Toprak akıyor; her iki çizgi birbirinin varlık nedenleri olduklarını bir türlü anlayamıyorlar. TKP'de yok olan, THKP-C için bir varlık kaynağı olarak ortaya çıkı- yor ve her iki çizgi ayrı ayrı kaldıkları sürece, Türkiye sol hareketinde bir güce değil güçsüzlüğe kaynaklık ediyor. Kütle, TKP'ye bakınca THKP-C çizgisinin eksikliğini ve yalnızca eksikliğini ve kütle, TKP, THKP-Çayan'a bakınca, TKP çizgisinin eksikliğini ve yalnızca eksik- liğini görüyor." (Çelik Bilgin; "Akan Toprakta Geleceği Yakalamak", Toplumsal Kurtuluş sayı: 1, s: 34).

Page 14: Gelenek09

13

Yukarıdaki değerlendirme, geleneksel soldevrimci demokrasi iliş- kisinin belli bir açıdan ele alınışını içeriyor. Çok açık söylenmeli: Yu- karıdaki değerlendirme, "nineye sakal takıp dede yapma" türü bir öz- lemden öteye geçmiyor. İçtenlikle söylenmişse, ciddi bir yöntemsel eksikliğe işaret ediyor. Ama politik amaçlarla söylenmiş de olabilir. Bu durumda, ikide bir sağa sola bükülmekten laçkalaşmış çubuğun bir süre de "ortada" tutulma denemesi olarak görülebilir.

Geleneksel solu devrimci demokrat türü bir aktivizme; devrimci demokrasiyi ise reel sosyalizme, örgüt fikrine vb. ısındırıp sorunu çöz- me düşüncesi, düşsel güzelliğine karşın, hiç de gerçekçi görünmüyor. Geleneksel sol ve devrimci demokrasi, her ikisini de aynı anda etkile- yen genel ulusal-uluslararası gelişmelerin dışında, kendi iç dinamikle- rine sahip ayrı kategorilerdir. Bu kategorik ayrılık nedeniyle, gelenek- sel solun devrimci demokrat türde bir aktivizmi içselleştirmesi, dev- rimci demokrasinin de örgüt, reel sosyalizm türü kavramları kendi iç dinamiğiyle yakalaması mümkün değildir.

En geneldeki ayırım şu: Geleneksel solun, başta kuşkusuz kendi türünde bir aktivizm olmak üzere, varolan eksikliklerini giderici dina- mik, gene bu kategorinin, yani geleneksel solun içindedir. Buna karşı- lık, devrimci demokrasinin "eksiğini giderecek" dinamik, ona dışsal- dır, yabancıdır ve farklı bir alanın ödünç alınması mümkün olmayan parçasıdır. Somut göstergeler şöyle özetlenebilir: 70-80 döneminde, geleneksel solu sorgulayan ve mevcut yapılanmalardan kopan tüm tep- kiler, gereksindikleri aktivizm dahil nihai yerlerini gene geleneksel sol çerçevede bulmuşlardır. Bu birincisi. İkincisi şöyle: Gene aynı dönem- de devrimci demokrat kesimden, bu kesimi örgüt, reel sosyalizm vb. türü "temel eksiklik" alanlarında sorgulayan ve tepkilerini bu doğrul- tuda biçimlendiren tek bir çıkış olmamıştır. İki somut gerçeği birleş- tirdiğimizde ortaya çıkan sonuçların rastlantı sayılmaması gerekiyor. Tekrarlıyoruz: 12 Eylül öncesinde geleneksel soldaki yapılanmalardan çok sayıda kopuş yaşanıyor. Pek çoğu, oldukça ciddi bir aktivizm sergiliyor; ancak bu aktivizmde "suni denge", "öncü savaş" vb. hiç yer almıyor. Kopanlar, aktivizmleriyle birlikte, geleneksel solda kalıyor- lar. Aynı dönemde devrimci demokrat kesimde, bu kez "çok" değil sayısız tepkisel kopuş yaşanıyor. Hiçbirinin kökeninde ya da ulaştığı yerde örgüt fikrinin gelişkinliği ya da reel sosyalizme bakışın yeni baş- tan değerlendirilmesi görülmüyor. Neden acaba?

Page 15: Gelenek09

14

Son olarak eklemek gerek. Ortada iki aşama var. Önce, deniz özle- mini duymak gerekiyor. Deniz özlemini hiç duymayanlar için yapacak bir şey olmasa gerek. Ama deniz özlemi duyanlar için de, denizi onla- rın bulundukları yere getirmek mümkün değil. Kalkıp, eleştirileri, dina- mizmleri vb. ile denizin bulunduğu yere gitmeleri gerekiyor. Nitekim, böyle oluyor. Devrimci demokrasiden geleneksel sola çizgi değil, ama kadro transferleri gerçekleşiyor. Tümünü de "nefessizlik", "yorgun- luk", "yılgınlık" vb. ile açıklamak mümkün değil.

Ama nedense, geleneksel soldan devrimci demokrasiye yönelik sınırlı da olsa bir mobilite hiç gündeme gelmiyor.

Gene, bir rastlantı mı acaba?

Sonuç: Küçük Hatırlatmalar

Söylenenlerin toparlanıp, güncel parti tartışmaları çerçevesinde son olarak kimi noktalara değinilmesine geldi sıra. İlk sonuçlardan bi- ri şöyle belirginleşiyor: Geleneksel sol, devrimci demokrat kesimdeki teorik aranış girişimleri ve bu girişimleri karşılamaya soyunan adaylar karşısında, genelde, ama özellikle de güncel parti tartışmaları çerçeve- sinde geri ve sınırlı tutumlar aldığı sürece, büyük bir yanlış yapacaktır. Geleneksel sol, en başta, "goşist" olmadan aktif, "troçkist" olmadan radikal ve nihayet "sekter" olmadan sosyalist olmanın yolları bulun- duğunu bilmek zorundadır.

İkinci olarak, geleneksel solu parti tartışmaları çerçevesinde bek- leyen bir başka tehlike, yeni sol, liberal, sivil toplumcu vb. motifler ta- şıyan bir başka kesimin de, paradoksal biçimde, gene parti tartışmala- rında "sosyalist söylem"i savunmasıdır. Çok açık bilinmelidir: Tüm bunlar, günümüzde "sosyalist söylem"in ancak malum çevrelerce savu- nulan bir "yanlış" olduğunun değil, geleneksel solun bu alanı inanıl- maz bir sorumsuzlukla ve "demokrasi" adına başkalarına terkettiğinin göstergesidir. Mutlaka aşılmalıdır.

Ve son olarak vurgulanması gereken de şu: Bugünkü tartışmalarla birlikte, ortada başlamış bir süreç vardır. Tartışmalardan başlayarak ilerde olduğu taktirde fiili partileşme noktasına ve daha sonrasına dek, söz konusu olan, sayısız dinamiğe gebe bir süreçtir. Böyle bir sü- reçte, üzerinde anlaşılan (örneğin söz konusu partileşmenin gerçek bir

Page 16: Gelenek09

15

işçi sınıfı örgütünü ortaya çıkarmayacağı konusunda genel bir anlaşma ortaya çıkmıştır) temel noktalar dışında, aşırı sınırcı olmanın, peşinen çok dar kanallar önermenin de ciddi sakıncaları vardır.

Yaşanacak sürecin, bu tür ön zorlamaları altüst etmesi yerine, en azından belli dinamiklerin gerçekleşebileceği bir yapılanmanın yaratıl- ması daha yerinde olacaktır.

Gelenek 2.7.1987

Page 17: Gelenek09

16

PARTİ VE ÖRGÜT TEORİSİ

Aydın GİRİTLİ

Türkiye sol hareketi, 20. yüzyılın son on yıllık dilimine yaklaşılır- ken hâlâ işçi sınıfının bilimsel sosyalist partisinden yoksun olmasının sancısını çekiyor. Kesinlikle burjuva demokrasisinin eksikliğinden ya- kınmak, ya da Batının geleneksel ve kitlesel işçi partilerine öykünmek anlamında söylemiyorum. Burjuva demokrasisinin eksikliği, Türkiye'- de siyaset alanının zenginleşme potansiyelinin var olmaması anlamına gelmiyor. Olsa olsa, egemen sınıfların, muhalefeti kanalize edebilecek- leri düzen içi mekanizmalar yaratmak konusundaki zaaflarına ve ken- dilerine güvensizliklerine işaret edebilir. Batının partilerine gelince; bunların, çoğunlukla, durağan toplumların durağan ve tamamlayıcı parçaları haline gelmeleri, kitleselliğin her zaman sosyalist bir gelecek hesabına ve olumlu haneye yazılamayacağına örnek oluşturmakta. Türkiye işçi sınıfının "parti" anlamında sorunu, sosyalist öncünün ide- olojik ve programatik bağımsızlığını, sınıfının ileri unsurları elele vere- rek kurumsallaştıramamış olmasıdır.

"Parti" nasıl oluşur? Yerleşik iki yaklaşım iyi biliniyor. Partiyi teknik ve pratik bir sorun, basit bir aygıt olarak algılamak ya da işçi sınıfının özellikle ekonomik gelişkinliğinin doğal ve kendiliğinden bir ürünü olarak görmek. İkincisi, elbette işçilerin ekonomik örgütlerinin kitlesel bir inisiyatifle, bir Labour Party örneğini izleyerek siyasete dö- külmeleri olarak düşünülmüyor artık. Ancak bu uç örnekle, kurulu bir partinin işçi sınıfı geliştikçe, sınıf tarafından adım adım benimseneceği yolunda görüşlerin pek önemli bir farklılık taşımadıklarını düşünüyo-

Page 18: Gelenek09

17

rum. "Kendiliğindenci" yaklaşım, saf halinde ele alındığında, bugünkü sorunumuz için ışık tutucu olamayacaktır; "bekleme"yi önermek poli- tik bir tutum da sayılamaz. O halde tek bir işlev taşıyor: Mevcut ve CIA organlarında "negligible ihmal edilebilir" sayılan oluşumların kad- rolarında, geleceğe yönelik bir umut, naif bir iyimserlik psikolojisini yaşatmak...

İşçi sınıfının partisine ilişkin teorik bir bakışın yokluğunda geriye teknik-pratik düzlemde düşünmek kalıyor çoğu zaman. Sorunun biz- zat pratiğe ait olduğu söylenebilir. Ancak pratik olgulara teorisiz yak- laşmak mümkün değil; "teori", pratikten uzakta ayrı bir departmanda, entelektüellerin eğlenceli bir zaman geçirme uğraşı değil... Bu yazı, parti sorununa teorik bir bakışın odaklarını aydınlatma hedefini taşı- yor.

Tartışmayı gündemde tutan asıl neden, konuya genel olarak hep sıradan değerlendirmelerle yaklaşılmış olmasıdır. Bir de daha güncel et- ken var: Yeni başlamış bulunan "legal sol parti" tartışmaları... Sosya- list kadrolar, bu alanda atılacak adımların anlamı, niteliği ve boyutları üzerinde ciddiyet ve derinlikle düşünmek, tartışmakla yükümlüler. Eli- nizdeki kitabın içerdiği diğer kimi yazılar gibi, bu çalışma da, söz ko- nusu tartışmaya derinlik kazandırarak katkıda bulunmayı amaçlıyor...

Örgüt Teorisinde Boş luklar

Zemin dergisindeki bir yazıda U. Cankoçak, bolşevik örgütün bü- tünüyle 20. yüzyıl başındaki Rusya'nın somut ve özgün koşullarından türemiş olduğunu yazmıştı.1 Hatırlanacak, 70'li yılların başından beri "hızlı" bir siyasal mücadeleye soyunan devrimci demokrat kesimlerde "fokoculuk-particilik" tartışması zaman zaman parlayıp sönmüştür. Devrimci demokratların "partici" kanatlarının tüm yaptıkları, pratikte, varolan birlikteliklerine "parti" adını vermekten, teoride de "partisiz olur mu hiç!" demekten ibarettir... Bu kesimlerin yirmi yıldır sergile- yemedikleri bir örgütlenme dinamiğini bugün yaratmaları için pek cid- di bir neden mevcut değil... Yeni sol ve devrimci demokratların bu çıkmazlarının nedeni şundan ibaret: Yeni sol, geleneksel sola muhale- fetini, klasik parti örgütlenmelerine karşı somutladığı için, sunacağı alternatifin o biçimlenmeden de uzak olmasına özen gösterir. Güçlü klasik partilerin varolduğu yerlerde yeni sol, partidışı sol kategorisi-

Page 19: Gelenek09

18

nin büyük kısmını doldurmaktadır... Devrimci demokratlar, nitelikleri- nin zorladığı yönde bir popülist partinin inşası ile, bilimsel sosyalizmin çekici etkisi altında edinilen işçi sınıfı partisi kavramı arasında sıkışıp kalmışlardır. Bu çelişkinin, devrimci demokrat kalınarak üstüne çıka- bilmek ise mümkün görünmüyor.

Ancak, örgüt teorisi alanında kısırlık yeni sol ve devrimci demok- rasiyle sınırlı kalmıyor. Geleneksel sol da -artık Türkiye ile sınırlama- dan kullanıyorum- bu teknik-pratik düzleme teslim olmuş bir görüntü çiziyor. Geleneksel sol dışı kesimler, dünya sosyalist hareketinin belir- gin özelliklerinden biri olan örgüt teorisine de dışsal kalabilirler; ama geleneksel solun kendisini örgütün pratiğiyle kısıtlaması nasıl açıklana- bilir?

Özellikle, Batı Avrupa'da II. Enternasyonal partilerinin bölünerek, kendi içlerinden KP'ler türetmelerinin sonrasında, "örgüt", geleneksel sol için halledilmiş bir sorun olarak görülmeye başlandı. Reel sosyaliz- min, kendi hanesine bir pratik-politik başarı kaydettiği bu bakışı, teo- rik düzeyde derinleştirmeye herhangi bir gerek duymaması anlaşılır bir şeydir. Ekim'le tarihsel bir kanıta kavuşmuş olan bu model, içerdiği teori aksiyomlaştırılarak benimsenmiştir. Bir anlamda Ekim'in ve reel sosyalizmin apriori kabulü anlamına gelen bu tutuma itiraz etmek için neden yok. Ancak daha marjinalde kalan teorik analiz girişimleri- nin içselleştirilememesi, iki yönlü bir zedelenmeye yol açmıştır: Batılı partilerin, Rus ve Bulgar sosyalistlerinin yaşadığı bolşevizasyonu yaşa- madan üstlendikleri "gelenek", bir süre sonra ellerinden kayıp gitmeye başlamıştır. Başlangıçtaki yaşanmamışlığın etkisini silebilecek bir dev- rimci ileri atılıma da tanık olunmayan Avrupa'da, zedelenmenin ikinci yönü, yeni kuşaklar için apriori bilgilerin inandırıcılıklarını giderek yitirmesidir. Örgüt teorisinin Rus tarihine gömülmesinin ve teknik - pra- tikçilik tarafından sahneden kovulmasının önünde çok fazla engel kal- mamıştır.

Örgüt teorisinin yaratıcısı olan bolşevik hareketin, bu erozyon karşısında direnebilecek bir teorik anıt kuramamış olduğu da bir ger- çek. Kurulabilmiş olsaydı, erozyona yol açan sağnak hafifleyebilir miydi, şeklinde bir spekülasyona hiç gerek yok. Batı solcusunun, 17'- den -öncesinde ve sonrasında- farklı bir tarih yaşamış olması, tartış- manın temeline yerleştirilmesi gereken bir olgudur. Teorik açılımların eksikliğine, Bolşevikler tarafından bakıldığında da, "kaçırılmış fırsat"

Page 20: Gelenek09

19

psikolojisine girmek için neden bulunmuyor. Birinci nokta, sözü edi- len "teorik katkı", 1900'lerin başında, 20'lere kadar yaşanan bir süre- cin teorisinin üretilmesidir. Yaşanan süreç, teoriyi üretmeleri bekle- nenlerin bizzat yapıcısı oldukları bir süreçtir. İçinde bulunulan zaman dilimine teorik bakabilmenin güçlüğüne, sürecin başlıca öznesi olma- nın getirdiği bir ikinci yük eklenmiştir. İkinci bir açıklayıcı etken ola- rak konunun özgünlüğünün altı çizilmeli: Örgüt pratik bir olgu ve so- run olarak gündeme gelmiştir. Bu durumda, örgüt teorisi gündelik poli- tikaya emdirilmiş olarak ortaya çıktı. Her zaman, güncel pratiğin yer yer kişiler düzeyinde somutlanan tartışmalarına nüfuz etti. Bundan ay- rı bir teorik netleştirme için karmaşık güncelliğin imbikten geçirilece- ği bir laboratuvar varolmadı. Özellikle örgüt ve devrim teorisi alanla- rında, marksist düşüncede bir dönüşümü pratik ve politik düzeyde ol- dukça keskin ve açık ifade eden Bolşevikler, sıra bu katkılarına teorik bir vücut vermeye geldiğinde "çekingen" davranmayı tercih ettiler, öyle ki, Ekim'in sağladığı prestijin koruyucu kalkanı altında öne atı- lan teorileştirme girişimleri de yine kuşkuyla ve soğuk karşılandı: Ör- nek olarak, Gramsci'nin Modern Prensi’ni, Lukacs'ın Devrimin Güncel- liği'ni hatırlatmak mümkün.

Bu çekingenliğin nedeni politikanın yasalarında aranmalı. Tek ül- kede sosyalizmi var etme ve yaşatmanın ön plana çıkmakta olduğu bir konjonktürde, ittifak kurulabilecek ciddi tek bir unsurun dahi ürkütül- mesi göze alınamazdı. Üstelik burada ürkmeye yatkın olanlar, uluslar- arası sosyalist hareketin büyük kısmını oluşturmaktaysa... Batı Avrupa sosyalistlerinin toplumsal ve siyasal devrime ilişkin sorunsalları darbe- cilik-kitlesellik, azınlık iktidarı-çoğunluk devrimi, yönetici elit-emek- çi sınıflar ittifakı kavramlarıyla belirleniyordu. Birincilerin sınıflı top- lumlara ve özel olarak burjuva sınıfına mal edilmesine karşılık, ikinciler sosyalist ve işçi sınıfı hareketinin doğası sayılıyordu. Aydının misyo- nuna koyduğu vurgu, kontrolsüz kitle hareketine duyduğu soğukluk, öncünün rolüne verilen ağırlık ve uvriyerizm eleştirisi ile yeni örgüt te- orisinin böylesi bir sorunsala elini kolunu sallayarak girmesi mümkün değildir. Batı Avrupa solunun Rus paraleli Menşeviklerinin, hatta dev- rimci sosyalist kanattan Rosa Luxemburg'un geliştirdikleri eleştiriler biliniyor. Bolşevikler, gerek sağ, gerek soldan benzer bir eleştiriye, "kitlelerin devrimci özlerine" dayanan bir eleştiriye maruz kalmışlardı. Ekim'in yaratıcısı hareketin Batılı sosyalistleri teorik olarak zorlamaya

Page 21: Gelenek09

20

kalkışması, zamansız ve sonucu belli bir otopsi denemesinden başka bir şey olmayacaktı, önceden belli olan sonuç, darbecilik, anti-de- mokratiklik vb. ile eleştirilmek ve dışlanmaktır. Bunun, yalnızca bir risk olması durumunda bile, otopsiden vazgeçme kararı saygın bir tu- tum olurdu...

Uluslararası sosyalist hareketin yeni merkezinin, hareketin bütünü- nü politik düzlemde kollamayı ve yönlendirmeyi başardığı bir gerçek. Sürecin teori alanındaki sonucu, açıkça söylenmeli, geleneksel solun özellikle örgüt konusunda ve ardından, bunu tamamlayan diğer konu- larda ortalama tezlerde statikleşmesi olmuştur.

Dolayısıyla sorun, teorik güncelliğini korumaya devam ediyor. El- bette bu denli politize bir alanda, teorik doğrulara varabilmek için, bu doğrularla tam örtüşen bir politik projeye gerçekleşme olanağı suna- cak bir nesnelliğin varlığı gerekiyor. Batılı işçi kitle partilerinin, bugün 80-90 yıllık bir gecikmeyle bolşevizasyon süreci yaşayabileceği sanıl- mamalı. Diğer taraftan, çok ağır sorumlulukların ve sayısız reel poli- tik dengelerin fonksiyonu olarak işleyen mekanizmalara sahip sosya- list ülkelerden de bu yönde fazla bir teorik zorlama beklenmemelidir. Bu konuda teorik ve politik olarak cesur ve yaratıcı çıkışlar için, II. Enternasyonal geleneğinden fazla derin etkilenmemiş, böyle bir gele- neğin var olabileceği bir nesnelliğe bugün sahip olmayan topraklar ge- rekiyor. Asıl sorumluluk bu ülkelerin sosyalistlerine düşüyor...

İşçi Sınıfının Partisi

Yukarıda 20. yüzyılın başlarında Rusya'da marksist politika teori- sine bir katkı yapıldığından söz edildi. Açılmak üzere bir önerme orta- ya atarak sürdürelim: Katkının örgüte ilişkin yönünde belirleyici olan adım, altyapı-üstyapı türü bir belirlenme bağıntısının siyaset alanına mekanik olarak adapte edilemeyeceğinin görülmesiyle atılmıştır.

Türkiye'den bir örnek, M. Ali Aybar; on yıla yakın bir süre önce geleneksel sol eleştirisini şöyle bir tezle bütünleştirmişti: Her örgütlen- me biçimi, mevcut toplumsal üretim tarzı tarafından belirlenir. 2 Bu te- zin mantıksal sonucu, aslında kapitalist toplumda kapitalizme karşı bir örgütlenmenin yaratılamayacağı olmalı. Ancak yazar, bu karamsarlığa düşmemenin yolunu proletaryayı adeta şerbetli addetmekte buldu; proletaryanın kendi içerisinde alternatif bir örgütlenmeyi yaratacak di-

Page 22: Gelenek09

21

namiği taşıdığını ileri sürdü. Tezin ilk kısmı, üretim tarzının belirleyici- liği görüşü, bir ekonomizm denemesi sayılabilir. Ancak sosyalist bir ör- gütlenmenin tek güvencesini işçi sınıfında aramak, Aybar'a özgü bir fantezi değil...

Siyasal örgütlerin toplumsal sınıfların temsilcisi olduğu görüşü faz- la abartılmaya gelmiyor. Abartıldığında, altta sınıf ve üstünde yükselen sınıf tarafından bir üstyapı misali belirlenen siyasal örgüt (parti) şema- sına varılabilir. Mevcut statükonun korunması politikasını güden burju- va partileri bile, tekil burjuvaların amaçlarının ötesindeki genel çıkar- ları savunurlar. Ya statükoyu ters yüz etmek isteyen sosyalistler?... On- ların önünde de, gündelik yaşantılarıyla burjuva ideolojisinin sınırları- na hapsolmuş işçi sınıfını siyasete yansıtmakla sınırlı bir görev varsa, bu işlevi hep yerine getirmeye çalışan burjuva siyasetçileri zaten mev- cut değil mi?...

Sosyalistler işçi sınıfını da dönüştürmekle yükümlüdürler. Sınıfın güncelliğiyle belirlenen bir siyasal örgütün ayrı ve ileri bir toplum pro- jesi geliştirmesi mümkün değil... Burada peşpeşe birkaç nokta sıralana- cak. Sosyalist örgüt düzenden kopabilen aydın ve ileri işçilerin birlik- teliği anlamını taşır. Düzenden kopuş, düzenin belirlenimi altındaki emekçi sınıfların güncel niteliklerinden de kopuştur. O halde şu zım- nen söylenmiş oluyor: Kapitalizm, kitleleri mücadelelerin üst sınırı ekonomik mücadele olmak üzere, bir sürekli esarete mâhkum ederken, aydınların sivrilip sıyrılmalarını, kendilerini arındırmalarını ve daha ile- ri bir programı benimsemelerini engelleyemez.

"Kopanlar"ın neden işçi sınıfına yöneldikleri, ya da marksizmin bu sonuca nasıl ulaştığı sorunları, bu yazının sınırlarını bir ölçüde aşı- yor. Ancak bağlantılı bir soru şu olabilir: İşçi sınıfının konumunu yansıtmayan bir siyasal hareket, kendisine ne hakla öncülük niteleme- sini uygun görebilir?... İkamecilik, bürokratizm vb. eleştirilerin bu klasik sorusuna, o denli klasik bir cevap verilmesi zorunlu oluyor: Ön- cülük, tam da budur; var olanı taşıyan, yansıtan, bir basit aracı aygıt, sı- nıfın sade üyelerinin zaten bildiklerini tekrardan öteye gitmiyor de- mektir, öncülük, öncülük edilen kitleyi bir yandan değiştirme faaliye- tini de kapsar. Değiştirme, anlık çıkarlardan tarihsel çıkarlara yönel- mek anlamını taşır. Birinci tür çıkar, sınıfın kendiliğindenliğinde men- kuldür. Tarihsel çıkarlar ise, yalnızca sosyalistlerin kavrayabilme avan- tajına sahip oldukları bir gelecek projesinin işçi sınıfıyla örtüştüğünü

Page 23: Gelenek09

22

ifade eder. Sınıfın görece geri konumu, örgütlü müdahalenin alanını açar. İçe-

risinde çeşitli gelişmişlik derecelerinde kesimler barındıran bir sınıfsal kitle söz konusudur. Parti, ileri unsurları bizzat içererek, kimilerine yakın, kimi daha geri kesimlere uzak kalarak, sınıf içi bu eşitsizlikleri silebilmeyi hedefler. Amaç, sınıfın heterojen nesnel gerçekliğini tek ve en ileri sınıf siyasetinde eritmektir. Sosyalist örgüt, bu anlamda da, sı- nıfsalın siyasala tercüme edildiği basit bir adaptör, ya da mekanik bir süzgeç değildir, örgüt ya da parti, sınıfsalı siyasal alana yükseltip, sınıf- sallığı siyaset alanında yeniden üretir. İşçi sınıfı, sosyalist enjeksiyon- dan yoksun olduğunda geçici ve arızi olarak ulaşabileceği siyasallığı hiçbir zaman "muhalif" bir karakterden öteye geçiremeyecektir. Üst sınır, Prens Lvov'un geçici hükümetinin bizzat Sovyetler tarafından desteklenmesi olabilir... Ötesinde iktidar perspektifi var. Saf haliyle sı- nıfsal düzlemde, iktidarın olsa olsa özlemi, hayali doğabiliyor; somut yöntem ve araçlarla donanan bir perspektif, "siyasal"ın sınırları dahi- linde, dolayısıyla sosyalist öncünün misyonu olarak varlık kazanabili- yor. Bu anlamda işçi sınıfının bilimsel sosyalist partisinin varlık nedeni iktidar mücadelesi, iktidar hedefidir. Parti iktidar için ve iktidara yö- nelen bir süreç içinde yaratılır.

Marksizm ve Örgüt Teorisi

Bir teorik-siyasal geleneğin belli bir momentinde, katkının varlı- ğını saptamak, o moment öncesinin eksikliklerini telaffuz etmek anla- mına da geliyor. Bolşevik bir operasyondan geçmezden önce, 19. yüz- yıl marksizmi, Marx ve Engels'te simgelendiği haliyle ciddi eksiklikler barındırıyordu. M. Çulhaoğlu, Gelenek'te daha önce Marx'ta "ekono- mist vurgular"ın varlığına ilişkin şunları yazdı: "Bunun açık nedeni, Marx'ın tüm çalışmalarında çubuğun toplumsal özden yoksun siyasal kurtuluş modellerinin eleştirisinden yana bükülmesi, toplumsal kurtu- luş koşullarının öneminin gene çabuk bükülerek vurgulanması ve niha- yet eşitsiz gelişim olgusunun yasallık düzeyinde biçimlendirilmeme- sidir."3 Aynı nedenselliğin, Marx ve Engels'in eserinin örgüt teorisinden yoksunluğu için tekrarlanmasında hiçbir sakınca yok: Toplumsal kur- tuluşun koşullarına ilişkin olarak öznel iradi müdahele değil, nesnel bir etken, işçi sınıfının varlığı vurgulandı. Öznel müdahelenin biçimle-

Page 24: Gelenek09

23

neceği örgüte değil, sınıfın bütününün taşıdığı nesnel dinamiklere ön- celik verildi. İşçi sınıfının devrimciliğini sergileyeceğine duyulan gü- ven, Rusya'da yıllar sonra tartışılacak olan "sınıf bilincinin üretilmesi-taşınması" sorununun gündeme gelmesine engel oldu.

İşçi sınıfına bir bütün anlamında ve güncelliği içerisinde beslenen güven, sınıfı bu olumlu konuma ulaştıran dinamiklere de kuşku duy- madan yaklaşmak demektir. Kapitalist toplumun bir parçası olan işçi sınıfının, toplumun giderek çoğunluğunu oluşturması, modern fabri- kada kalabalık gruplar halinde bir araya gelmesi, disiplinli özellikler kazanması, giderek siyasallaşması ve sosyalistleşmesi... Bütün bunlar kapitalist toplumun sağlıklı gelişme dinamiğinin, aynı anlama gelmek üzere burjuvazinin devrimcileştirici niteliğinin bir sonucu olarak görül- müştür. Burjuvazi demokratik devrimini gerçekleştirmemiş, sonuna kadar ilerletip, sahneyi yeni baş aktör proletarya için hazır etmemiş olsa, proletaryaya bu denli güven duyulması anlamsız olurdu...

Kapitalizmin düzgün bir rotada gelişmesine ve burjuvazinin dev- rimcileştirici niteliğine kesin birer gerçeklik olarak bakmak... Eşitsiz gelişme yasasının Marx ve Engels'in sistemlerinde içselleştirilememiş oluşu, tam da bu şekilde somutlanıyor. Marksizmin kurucuları, parlak- lığını henüz yitirmemiş burjuva demokratik devrimler çağında, bu devrimlerin ileri atılımının eksikli ve eşitsiz bir gelişmenin ötesine ge- çemeyeceklerini net olarak kavramış değillerdir. Ek etkenlerden de söz edilebilir: Bilimsel sosyalizmin kendi doğumu öncesinden devraldı- ğı mirasta, kapitalist toplumun sınıfsal ayrışmalarının net olmamasın- dan kaynaklanan bir karmaşıklık mevcuttur. Küçük burjuva etkiler en sonunda, bu sınıf ile proletarya arasında bir ittifaka işaret etmek üzere sosyal demokrasi teriminde de ifadesini bulmuştur. Paralel, ancak farklı bir diğer olgu, sosyalist kampın heterojen yapısı ve marksizmin bu yapı içerisindeki marjinalliği: Marx ve Engels, tarihsel-somut bir kanıtlamadan yoksun olmaları nadeniyle, kendi dışlarındaki eğilimlere ya da akımlara, belki de hak ettiklerinden çok daha fazla bir hoşgörü beslemişlerdir. İddiaları, çok sayıda işçi hareketinden bir tanesi ol- maktan öteye gitmemiştir, öncü yerine sınıfa konan vurgu burada bir- den fazla işlev taşıyor: Söylenenlerin kanıtlanmamış olmasından kay- naklanan bir mütevazılığa işaret ediyor; ikinci olarak da, işçi sınıfının sonuçta doğruyu, yani bilimsel sosyalizmi bulacağına ilişkin bir özgüveni yansıtıyor...

Page 25: Gelenek09

24

Sözünü ettiğim eksiklikler konusunda tatmin olmayanlar için kısa birkaç hatırlatma yapılabilir: Marx ve Engels, Alman İdeolojisi'nde şöyle diyorlar: "Toplum üyelerinin çoğunluğunun oluşturduğu bu sı- nıfın (proletarya) içinden radikal bir devrim zorunluluğunun bilinci fışkırır." 4 Ekliyorlar, bu sınıfın nesnel durumuna düşen başka toplum kesimlerinden bireylerde de aynı sosyal bilinç ortaya çıkacaktır... En- gels, siyasal mücadelenin durgunlaştığı, sosyalist hareketin tedrici bir gelişme yaşadığı bir konjonktürde, Komünist Liga'nın Tarihi'ni değer- lendirirken şunları yazabilmiştir: "O zamanlar, çalışıp çabalayıp prole- taryanın tarihsel rolünü kavramaya kadar gelebilmiş az sayıda insanın gizlice gruplaşmaları ve 3 ila 20 kişilik küçük komünlerde saklanarak bir araya gelmeleri gerekliydi; bugün Alman proletaryasının ne açık ne gizli resmi örgüte artık ihtiyacı yoktur; aynı toplumsal sınıfa ait ve ay- nı fikirleri ileri süren yoldaşların basit ve doğal bağı, ne tüzüklere, ne yönetici komitelere, ne kararlara, ne de başka somut biçimlere ihtiyaç olmaksızın tüm Alman İmparatorluğu'nu sarsmaya yeterlidir. (...) Amerikan ve Avrupa proletaryasının uluslararası hareketi şimdi o denli güçlü hale gelmiştir ki, yalnızca hareketin ilk ve dar biçimi -gizli Liga- değil, ama sonsuz şekilde geniş ikinci biçimi de -açık Uluslararası Emekçiler Birliği- onun için bir pranga haline gelmiştir ve aynı sınıf konumunda olmanın kavranmasında temellenen basit dayanışma duy- gusu, tüm ülke ve dillerden emekçiler arasında bir tek ve aynı büyük proletarya partisini yaratmaya ve bir arada tutmaya yetmektedir." 5

Bu alıntılarla açıklığa kavuşturmak istediğim şu: Marx ve Engels, örgüt teorisi alanında sağlam bir çizgi yaratabilmiş değillerdir. Yukarı- daki alıntılara tam karşıt anlamlar çağrıştırabilecek başka pasajlar, aranırsa bulunabilir; ama bunların varlığı olsa olsa bir tutarsızlığa işa- ret edebilecektir... Marx ve Engels'in bu alanda tutarlı ve net olmayış- larını da haddinden fazla abartmak gerekmiyor. 20. yüzyılın başında üretilen örgüt teorisinin bir kopuş değil, katkı olarak adlandırılmasının mantığı, yöntemin ya da ana hattın böyle bir yeniliğe açık olmasında- dır. Şöyle de denilebilir: "Marx'ın gözlemi ve yönelttiği soru, 'ittifak- lar'dan siyasal iktidara, 'öncüler' kavramından örgüt sorununa dek, pek çok 20. yüzyıl tartışmasının, kendisine doğrudan atıfta bulunulmasa bile, hem kaynağı hem de çözüm anahtarı olmuştur." 6

Rusya ve Bolşevizm

Page 26: Gelenek09

25

Rusya'da yaratılan yeni örgüt modeli ve teorisi, bu kaynak ve çö- züm anahtarını kullanarak, sosyalist hareketi Batı Avrupa'da içine yu- varlanmakta olduğu parlamentarist kitle partisi modelinin anaforun- dan kurtarmıştır. Bu yenilik, Rusya için marksizmin manifestosu sayı- lan, Plehanov'un Sosyalizm ve Siyasal Mücadele broşürü içinde, daha 1883'te kendini hissettirdi: "Ulusal yaşantının eski biçimlerinin ... üst sosyalist bir biçime yükselmeleri ... güçlü ve iyi örgütlenmiş bir sosyalist işçi partisinin" müdahalesine bağlıdır,7 değerlendirmesi, uluslararası sosyal demokrasinin menşevikleşmekte olduğu bir dönemde yapılmış- tır... Yirmi yıl sonrasının Ne Yapmalı'sı, bir örgüt ilkesi, ya da tüzük tartışması etrafında döner gözükürken, katkının bir savaş ilanı havasın- da ortaya sürüldüğü bir yapıttır; adım adım ve pratik olarak gerçekleş- tirilecek olan model, en rafine haliyle ilk kez burada dile getirilmiştir...

Bolşevizmin yaşadığı gelişim sürecinde temel nitelikler ve geçilen ana yollar olarak görülebilecek olan özellikleri, ekonomizm-legal mark- sizm eleştirisi, örgütlenme ilkeleri, profesyoneller örgütü esprisi, hepsi- nin odağında da sosyalist iktidar perspektifidir. Bu gelişim, en sonun- da, dar örgütlenmenin 17 Ekimi’nde bir kitle hareketiyle çakışmasıyla doruğuna ulaştı. Bolşevikler, uzun süre kendilerini özenle ayırdıkları ve eleştirdikleri kitlenin güncelliğini bir devrimci durum sırasında ya- kalamayı başardılar.

Bu sonuca varana dek birer birer edinilen nitelikler, bir gelişim sü- reci yaşandığını gösteriyor. Bolşevizmin, daha yüzyılın başlangıcında olgunluğa ulaşmış olduğu, doğru politikalarla adım adım bir duvar örüldüğü, inşaatın da Ekim'de sona erdiği düşünülmemeli. Bolşevizm açısından sorun aslında bir siyasal tavrı benimseyip, reddetmek türü bir düzeyde yaşanmamıştır. Yaklaşık yirmi yıllık sürede, hareket doğ- rular ve hatalarla evrilmiş, sağa sola savrulmalar yaşamıştır. Bu yirmi yıl için bir "bolşevizasyon" sürecinden söz etmek mümkün. Bu oluşu- mun bir teorik dayanağının, aydın ve öncünün bir özne olarak rolleri- ne verilen önem olduğu söylendi. Bununla bağlantılı olarak, bolşevi- zasyon sürecinde de, birkaç liderin varlığının "sınıf mücadelesi kavram- laştırmasının iradi müdahaleyi devre dışı bıraktığını" düşünenler için çok ürkütücü bir yeri olmuştur. Yalnızca iki kritik momentten birer hatırlatma: Lenin, 1917 Nisanı’nda partisi için bir yeniden inşa öner- miştir; 8 aynı yılın Ekimi’nde iktidarın alınması tarihi üzerine Merkez Komitesi içerisinde ortaya çıkan sürtüşmeler, yine Lenin'in ayaklan-

Page 27: Gelenek09

26

maya karşı çıkanları kastederek "ya onlar, ya ben" dayatmasına kadar boyutlanmıştır...

Bolşevizasyon süreci, iktidarın alınmasından sonra da sona ermi- yor. Örnek, Lenin 1919'da Kurucu Meclis seçimlerini değerlendirir- ken, sosyalizmin ancak siyasal iktidarın alınmasından sonra nüfusun çoğunluğunun desteğini kazanma şansına sahip olabileceğini açıkça yazdı. Pratik olarak aşılmış olan 19. yüzyıl patentli "çoğunluk devri- mi" modelinin yerine, konjonktürü kullanmasını bilen, nicel kitle des- teğine değil, nitel siyasal güce dayanan bir devrim modeli konulmak- taydı.

Oluşumun, anlık ya da kısa süreli bir teorik kopuş ile gerçekleş- meyip bir sürece yayılmış olması, akademik bir tartışma olarak görül- memeli. Önemli bir tartışma; çünkü bütün bu süreç boyunca çeşitli taktikler, yaklaşımlar, birbirini dıştalayabilen farklı politikalar her za- man ortak bir paydaya sahip olmuşlardır. Bu ortak paydayı saptaya- mayan sayısız yorumcu, örneğin bir Lenin'in çalışmalarından yine sa- yısız Lenin kişiliği türetebilmekteler... Ortak payda, sosyalist iktidar perspektifidir. Yalnızca bir örnek: Troçkistlerin bir tezi, 1917'ye dek, Lenin'in örgüt, Trotskiy'in de devrim teorisini geliştirmiş ve bu yılın Nisan-Ekim arasında karşılıklı olarak kendi yanlışlarını bırakarak, bir- birlerinin doğrularını devraldıkları yolunda. Oysa, Lenin'in 17'ye dek savunduğu tez "demokratik devrim" olarak adlandırılsa da, menşevik ya da popülist demokratik devrimcilikle hiçbir bağ taşımaz. Proletar- yanın önderliği ve devrimin, sosyalizme kesintisiz (iktidar değişikliği anlamında) geçmesi, Lenin'in ayraç noktalarını oluşturur. Aynı şekil- de, örgüt de iktidarın alınması işlevine yönelik bir aygıt olarak teori- leştirilmiştir.

Yeni parti teorisi ve modeli, yirmi yıllık bir sürede iktidarı almak hedefiyle ve iktidar mücadelesi verilirken oluşturulmuştur. İşçi sınıfı- nın bilimsel sosyalist partisi, hiçbir zaman bu perspektif ve güncel mü- cadeleden ayrı düşünülmemelidir. Rusya'da bu nitelikler sayesinde olu- şan yapı, diğer yerlerde farklı bir yol izlemedi, izlemeyecek. Bir muha- lefet odağı, ya da baskı grubu perspektifinden kalkılarak işçi sınıfının partisi yaratılamayacaktır. Güncel mücadelenin ufku içinde hem nes- nel, hem öznel olarak siyasal iktidarın olanaklılığı görülmeden, herhan- gi bir oluşumun bilimsel sosyalist parti sıfatını hak etmesi olanaksız- dır...

Page 28: Gelenek09

27

Türkiye'ye Bakarken

Geleneksel sol, apriori bir doğru olarak kabul ettiği söz konusu parti modeli ve teorisinden zaman içinde sapmalar ya da kaymalar gös- terdi. Her şeyden önce "kabulün" temelini oluşturması gereken "çekir- dekleşme" süreci yaşanmadığı, iktidara dönük -perspektif ve pratik anlamlarında- bir partileşme söz konusu olamadığı için... Geriye, kimi yerleşik tutumlar kalmıştır: Örneğin kontrolsüz kitle hareketine gü- vensizlik, bürokratizm-merkeziyetçilik eleştirilerini ciddiye almama vb... Bunlar aynı zamanda yeni solcu ve devrimci demokratlar için en önemli eleştiri malzemeleridir. Bu eleştirileri, kategorik olarak dışarı- dan ve yıkıcı saymak gerekiyor. Zira geleneksel solun eleştirilere konu olan tutumları, kendi doğumunda başlıca dönemeçleri oluşturan po- pülizm ve demokratizm reddiyelerinin mirasıdır...

Ancak bir de, kitle hareketinin öncüyü aşması ya da örgüt kadro- larının bir mesai zihniyetinde atıllaşmaları gibi olasılıklar da var. Genel niteliği "darlık" ve "öncülük" olan örgütlenme, sınıfının ve diğer top- lum kesimlerinin içinde dayanak noktalarına sahip olmak, elverişli konjonktürde kitleselliğin düzenleyici, yönetici, harekete geçirici mer- kezi haline dönüşmek üzere hazırlıklı olmakla yükümlüdür. İktidar perspektifinin teorik tezler ve siyasal program dışında, gündelik pratik- te somutlanması bu hazırlıkların yapılması anlamına geliyor. Olağan dönemlerde, marjinal kalmaya mahkum olan sosyalist hareket, denge- lerin altüst olduğu momentlerde ciddi bir nicel ve dönüştürücü nitel gü- ce ulaşma şansına sahiptir. Bu momentlerde örgütün niteliği, sınıfın ni- celiğiyle buluşmadığı sürece, hazırlık sonuçlanmamış, "öncülük" reali- ze edilmemiş olacaktır. Realize edilmemiş "öncülük" bir iddiadır; say- gı duyulur, iddia sahiplerinde ve çevrelerinde kendine güveni besler... Bu işlevi bir yana, realize edilmemiş öncülüğün, ancak potansiyel bir anlam taşıdığı bilinmelidir.

Türkiye, tam da böyle bir konumu yaşıyor. Yerleşik bir partileş- menin varolduğu ülkelere göre, işçi sınıfının sosyalist mücadelesinin ve öncülüğün hiçbir yapılanmanın hanesine yazılamayacağı bir dönemde bulunuyor. Bu konum, varolanın toparlanması anlamında bir legal par- tileşme ile aşılacak bir sorun olarak görülmemeli. Türk sosyalistleri için "iktidar"ın henüz somut bir adım görüntüsü taşımadığı açık olma- lı. Bugün, sosyalistler, bu kavramdan gündemde bulunan bir atılımı de-

Page 29: Gelenek09

28

ğil, bir siyasal-teorik perspektifi anlamak durumundalar. Sosyalist bi- rey ve gruplaşmaların geleceğe katkıda bulunabilmelerinin, kalıcı ola- bilmelerinin, iktidar perspektifinin yerleşmesine yardımcı olmalarına bağlı olduğuna inanıyorum. Bugün sosyalist hareketin karmaşık yapı- sını değerlendirirken, bu, bir temel kıstastır. Mevcut oluşumların kimi- lerinin, yaşamlarını daha uzun zaman sürdürecek olsalar da, tarihsel olarak aşılmış ya da aşılmakta olmaları buradan kaynaklanıyor. Legal partiyi, toplumsal demokratikleşmenin göstergesi olarak değerlendir- mek; sosyal demokrasi ile kurulması hayal edilen bir cephenin motor gücü olarak görmek; sendikal hakların, demokratik kazanımların savu- nuculuğuyla sınırlamak... Tüm benzeri değerlendirmeler, Türkiye solu- na sosyalist iktidar perspektifini kazandırma görevini geri plana itici, köstekleyici sonuçlara yol açacaktır. "Legal sol parti" yukarıda sözü edilen bir "hazırlık" sürecinin parçası olarak kavranmak zorunda. Artı, bir dengede durmak zorunda: İktidarın güncelliği yanılsamasına kapıl- maksızın, iktidar tutkusunun Türk sosyalistlerine, aydınlara ve ileri iş- çilere içselleştirilmesi görevini üstlenmek... Ahmet Kaçmaz'ın Görüş dergisinde yer alan röportajında, hukuki engellerin zorlanmasına iliş- kin olarak kullandığı "üzüm yemek, ama bağcıyı dövmemek" 9 ifadesi- ni bu şekilde genişletmek ve yorumlamak istiyorum.

Özetle, Türkiye'de yeniden güncellik kazanan legal sol parti tartış- masında birkaç önemli köşe taşı, bilimsel sosyalist partinin genel oluşum yolları, örgüt teorisi ve Türk solunun gereksinmeleri oluştur- malıdır. Türk sosyalistlerinin, partileşme sürecinin hangi noktasında bulunduklarına ve bu süreçte bir ara adım olarak legal sol partinin ne anlam taşıyacağına "teorik" bir gözle bakmaları gerekiyor. Ayrıntılı ve zengin bir tartışmayla buna ulaşmak gerekiyor. Parti girişiminin ilk ve gerçekten de çok önemsenmesi gereken somut ürünü, bu tartışma ve değerlendirmeler olacaktır.

NOTLAR

(1) Cankoçak, Uğur; "Sosyalist Parti İçin Yanıtlar", Zemin 3 içinde, İst. Aralık 1986,s.62

(2) Aybar, M. Ali; Marksizm'de Örgüt Sorunu, İst. 1979 (3) Çulhaoğlu, Metin; "Geleneksel Solun Anatomisine Doğru", Gelenek 4 için-

de, Ank. Şubat 1987, s. 22

Page 30: Gelenek09

29

(4) Marx, Karl - Engels, Friedrich; Oeuvres Choisies I, Ed. du Progres, Moskova 1978, s. 37

(5) Marx, K.-Engels, F., a.g.e., s. 122 (6) Çulhaoğlu, M.; "İşçi Sınıfı: Neden ve Nasıl",Gelenek 7 içinde, Ank. Mayıs

1987.s.49 (7) Plekhanov, Georges; "Socialisme et Lutte Polltique", Oeuvtes Philosophi-

ques I içinde, Moskova, s. 7. (8) Lenin, V.I.; "Proleter...bir parti kuralım; Bolşevizmln en iyi yandaşları bu

partinin ögelerini daha önce yaratmış bulunuyorlar"; Oeuvres 24, Ed. So- ciales, Paris - Ed. de Progres, Moskova, 1971, s. 30

(9) Kaçmaz, Ahmet; "Sol Siyasetten Silinemez", Görüş 7 İçinde, İst. Haziran 1987,s. 7.

Page 31: Gelenek09

30

BİR PARTİ TARTIŞMASININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Metin ÇULHAOĞLU

Legal sol parti, 1987 yılının ikinci yarısında Türkiye solunun ağır- lıklı gündem maddesini oluşturacağa benziyor. Gelenek, 8. kitabının "Gündem"inde konuya yaklaşımının genel hatlarını ortaya koymuştu. Burada, zaman zaman geçmişe de dönerek, bu genel yaklaşımı kimi görüşler doğrultusunda ayrıntılandırmaya çalışacağım.

Daha yolun başındayken bir noktada açık olunması gereğine ina- nıyorum: Tarihsel ve sınıfsal zorunluluklar, istisnasız her koşulda kitle- sel gereksinim ya da dayatmalarla çakışma durumunda değildirler. Ko- numuz açısından bakıldığında ise, legal bir sol partinin gerekliliğini doğrudan doğruya "kitlesel dayatma"lara bağlamanın yanlış olacağını düşünüyorum. Başka deyişle, solda nesnel olarak açık bir boşluk bu- lunmasına karşın, aynı boşluk Türkiye'de henüz belli bir kitlesellikte saptanabilmiş değildir. Bu açıdan, bir tarihsel gerekliliği, temelleri hayli kuşkulu kitlesellik umutlarıyla şişirip sakatlamamak, yola çıkı- lırken gözetilecek bir nokta olmalıdır. Dile getirilişinde belki aşırı ka- tegorik bir yan da bulunsa, Gencay Gürsoy'un konuya ilişkin değer- lendirmesine özde katılıyor ve aktarmakta yarar görüyorum: "Türkiye' de sosyalizm ne aydın kesimde ne de emekçi kesimlerde anlamlı bir kitle desteği kazanamayacaktır. Dolayısıyla sosyalist parti daha uzun süre, Türkiye siyasal yaşamında kitlesel güç bakımından marjinal kala- caktır." 1 Ve hemen ekliyorum: Türkiye solunda insanların böyle bir saptamayla ve ona rağmen ayakta ve diri kalabilmeleri, kesinlikle kü- çümsenmeyecek aşamaların geçildiğinin kanıtıdır.

Page 32: Gelenek09

31

Gene sırası gelmişken bir başka noktaya daha değinmek mümkün. Türkiye'deki çeşitli sol-sosyalist çizgilerin, bu arada geleneksel solun bir legal sol parti olayına hiç olmazsa soğuk bakmaması, kimilerine doğal da görünse, bana hem ilginç hem de anlamlı geliyor. Bir kere so- lun bu sıcak denebilecek bakışının, kitlesellik olmasa bile, sürece ve so- nucuna bir canlılık, belli bir nicelik katması mümkündür. Ama bana asıl ilginç ve anlamlı gelen şu: Eğer Türkiye'de şu an yaşanan, bir 12 Mart'tan çıkış dönemi, yani 73-74'ler olsaydı, legal sol parti için kapı- lar çalındığında alınan yanıt çoğu durumda "Evde kimse yok" olurdu. Çünkü 12 Mart çıkışında bir Ecevit-CHP umut dalgası sarmıştı ortalı- ğı. Durup dururken sorun çıkarma, rahatsız edici defterleri açma ama- cı gütmeksizin yalnızca not edip geçiyorum: Bugün legal sol parti için kapıları çalınanların önemli bölümü "buyrun konuşalım" diyorsa, bun- da herhalde ortanın hemen "solundaki" savrukluk ve umutsuzluğun da payı vardır...

Değindiğim gibi, legal sol parti olayına Türkiye solunun değişik kesimlerinden "olumlu" denebilecek yaklaşımlarda bulunuluyor. An- cak gene de bir kaba ayırım hemen en başta göze çarpıyor: Yeni sol ya da popülist eğilimli kesimler olaya anladıkları anlamda bir gerçek sınıf partisi umuduyla yaklaşırken, geleneksel sol haklı olarak "Biz sınıf partisi nedir, nasıl olur biliriz" dedikten sonra, bu kez kanımca haklı olmayarak kendini tam tamına demokrat görevlerle sınırlayan, sosya- list söylemden en genel anlamda bile uzak kalan bir yapılanma gözetti- ğini vurguluyor.

Bu iki yaklaşımı derinlemesine tartışmayı bu noktada gerekli gör- müyorum. Yalnızca şu kadarı söylenebilir: Yeni solun sözü edilen ke- simlerince umulan "gerçek sınıf partisi" kuşkusuz bir zorlamayı içeri- yor; burada, gerçek sınıf partisinin nitelikleri konusunda, geleneksel soldan oldukça farklı bir yaklaşım benimseniyor. Buna karşılık gele- neksel solun gündemdeki yapılanmayı peşinen ve iyiden iyiye sınırlandıran, neredeyse bir “gerçek sosyal demokrat parti” aranışını çağrıştıran tutumu da bana olabilecekten daha geri bir tutum olarak görünüyor.

Az önce de değindiğim gibi, derinlemesine tartışmaya girmeden bir gerçeğe kısaca değinmek istiyorum. Hemen söyleyeyim, görünüşte- ki basitliğine karşın oldukça önemli olduğuna inanıyorum: Değişik, belli anlamlarda "oturmuş" denebilecek yapıların varlığına karşın Tür-

Page 33: Gelenek09

kiye'de geleneksel solun sorunları tek tek bu yapıların herbirini eritip aşan bir genelliğe ve derinliğe sahiptir. (*) Başka deyişle sosyalist hare- kette niteliksel gelişme, bu yapılardan avantajlı herhangi birinin özel "huruç"u aracılığıyla değil, marjinal kümelenmelerle birlikte hepsini kucaklayan ortak ve bugünkünden çok daha geniş boyutlu bir dinami- ğin sonuçlarıyla sağlanabilecektir.

İşte biçilen misyon, etkinliğine çizilen çerçeve ne denli sınırlı olursa olsun bir legal sol yapılanma, geleneksel sol yapıların her birinin tekil yetersizlikleri dolayısıyla sosyalist bir söyleme kendiliğinden ula- şacak, mevcut her yapıyı etkileyen genel bir dinamik ortaya çıkabile- cektir. Düşünülen yeni yapılanmanın somut demokrat görevlerini kü- çümsemeden, ama bu yazıda bir yana bırakarak söylüyorum: Bu yapı- lanma kuşkusuz bir işçi sınıfı partisini ortaya çıkartmayacaktır; ancak, istense bile çeşitli siyasal yapılanmaların ortak demokrasi şubesi ola- rak da kalamayacaktır. Sonuç olarak yeni yapılanma, sosyalist hare- kette geleneksel yapıların tek tek kucaklayamayacakları dinamikleri ortak bir zeminde harekete geçirebilecektir.

Bu yazıda yapılmaya çalışılan, geçmiş sosyalist yapılanmaların pratiğinden hareketle, Türkiye'deki sosyalist kalın çizginin bugünkü düzeyini ve birikimini genel hatlarıyla saptamaktır.

Dünün ve Bugünün Çıkış Noktaları

Gelenek'in sürekli ve dikkatli okurları açısından bıktırıcı olur mu, bilemiyorum. Ancak, Türkiye sosyalist hareketi açısından geçmişi in- kâr etmeksizin bir tür "ilk birikim" kesiti sayılması gereken 1961-71 dönemine burada da dönmek istiyorum.

(*) Geri dönüp bakıldığında, oldukça İlginç bulunacağına inanıyorum. 1978'de, kısa denebilecek bir zaman dilimi içinde, başta geleneksel sol olmak üzere iki temel kümedeki yapılanmalardan kopuşlar gerçekleşiyor. Kopanlar, kalanla- rı "sağa kaymak"la eleştiriyorlar. TİP, TSİP, TKP, Dev-Yol ve başkaların- dan, bu anlamda kopuşlar yaşanıyor. Hepsini "rastlantı" saymak mümkün değil, Kanımca 1978, temel yapılanmaların soluklarını yitirip daha "merkez" denebilecek bir çizgiye kaymalarının yılı oluyor. Böylece, kopmalar başlı- yor. Geleneksel sol için ilginç olansa şu: Kalanların tüm etiketleme çabaları- na karşın, kopmalar gene geleneksel sol içinde kalıyorlar. Klasik deyişle kimi "papaza kızıp oruç bozma" eğilimlerine karşın, temel gelenekselci çizgi de- ğişmiyor. Kanımca bu, geleneksel soldaki birikim ve sorunların varolan yapı- larca karşılanamadığının, kopanların da kendilerine aynı geniş alanda yer bu- labileceklerinin göstergesidir. Bir de, geleneksel sol içinde küçümsenmeyecek bir "kişiliklilik" birikiminin sağlanabildiğini anlatır, özetle tek tek gelenek- sel sol yapılanmaların zaafını örten, bir bütün olarak geleneksel sol alanın gü- cü ya da potansiyelidir...

32

Page 34: Gelenek09

33

Türkiye'deki bu birikim döneminin özgün yanlarını daha net göre- bilmek için, artık klasikleşmiş bir başka sürecin aşağı yukarı benzer dönemini hatırlamada yarar var sanıyorum. Geçmişin Çarlık Rusyası’nda, gene bu anlamdaki bir ilk birikim döneminin kabaca üç temel bileşeni olduğu söylenebilir: Bilimsel sosyalist çekirdek, köklü denebilecek bir devrimci demokrat gelenek ve Legal Marksistler. Çarlık Rusyası’ndaki birikim döneminin, ama elbette yalnızca dar olarak bu dönemin özelliklerinden başlıcası, bilimsel sosyalist çekirdeğin özel olarak Legal Marksistlerle ittifak yapıp devrimci demokrat geleneği kuşatması, formel de olsa marksist görüşlerin yayılmasının bu yolla sağlanmasıdır.

Türkiye'nin 1961-71 dönemine bu göstergeler açısından eğildiği- mizde kanımca hayli farklı bir tablo ile karşılaşıyoruz. Gelenek'te ön- ceki çeşitli yazılarda da vurgulanmaya çalışıldı. Türkiye solunun 60'lı yıllara sağlam bir bilimsel sosyalist çekirdekle girdiğini söylemek çok güçtür. İkincisi, gene aynı dönemde köklü bir devrimci demokrat gele- nek bulmak da mümkün değildir. Ancak, kimi özel yanlarıyla birlikte, bu dönem için, Türkiye'nin Legal Marksistlerinden, Struve zihniyetli aydınlarından söz etmek pekala mümkündür.

Yukarıda kabaca vurgulanan özgünlük ya da farklılık, doğal sonu- cunu sanırım şu şekilde verdi: Sosyalist hareket için her yerde ve her zaman sancılı olan ilk birikim dönemi, ülkemizde klasik sancıların öte- sinde oldukça karmaşık boyutlarda yaşandı. Kaba da görünse, benzet- me yapıyorum: Genel olarak ilk birikim dönemlerinde yaşanan, do- ğum sancılarıdır. Türkiye'de doğum sancıları ötesinde, doğmuş çocu- ğa nesep tayini de oldukça zorlu süreçlerden geçmiştir.

Açmaya devam ediyorum: Türkiye'de 61-71'de söz konusu olan, geçmişten gelen bir bilimsel sosyalist çekirdeğin bilinçli ittifakları vb. değil, bir bilimsel sosyalist kaynağın tam tamına kaos ortamında, bi- linçsiz ya da yarı bilinçli ittifaklarla ve el yordamıyla bulunmasıdır. Kısacası 1961-71 döneminde bilimsel sosyalist bir çekirdek soldaki farklı ideolojik yapılanmalarla bilinçli bir ittifak-mücadele ilişkisi içi- ne girmemiş, farklı ideolojik yapılanmaların dürtükleyiciliğinde oraya buraya çarpılarak bir genel bilimsel sosyalist çizgi ortaya çıkarılmıştır.

Yukarıda söylenenlerin, üstü örtülü de olsa yetkin bir ifadesini bu- raya almakta yarar görüyorum: "TİP bir 'sosyalistleşme' sürecine girdi. TİP'in on yıllık tarihi bu 'sosyalistleşme' sürecinin dışa dönük ve iç

Page 35: Gelenek09

34

mücadelelerle gelişmesi tarihi olarak nitelenebilir. Bu sosyalistleşme parti kurulduktan bir yıl sonra başlayıp üstten alta doğru yayılma bi- çiminde olmuştur." 2

Boran'ın bu yetkin ama örtülü saptamasını, daha sonra başka de- ğerlendirmeler de izledi. Açık söylenmeli: Gelenek, solun yakın tarihi- ne ilişkin çözümleyici saptamaları kendi özel çerçevesinde dile geti- renlerden biridir. Yoksa, bugünün Türkiyesi’nde devrimci demokratlar bile 61 -71 döneminin çarpıcı özelliklerini yakalayacak önemli bir birikim sağlayabilmişlerdir ve bu hiç kuşkusuz sevindirici bir olgudur. Olabilecek küçük tartışma ve itiraz noktalarını saklı tutarak, şu genel saptamaya özde hak ve kulak vermeliyiz: "Marksizmin sapmaları doğal olarak marksizmin içinden doğmuştur. Türkiye'de ise marksizm doğ- madan marksizmin sapmaları doğmuş ve kendilerini siyasal arenada ta- nımlamışlardır." 3 Hiç öfkelenmemek gerekiyor. Bu sonuç, varolan ama kısır bir geleneğin ürünüdür ve son çözümlemede hepimizin soru- nudur...

Dikkatli bir okur bile, bu aşamada, tüm bunlardan hangi amaçla söz edildiğini düşünüyor olabilir. Ülkemizde yaşanan 61 -71 sürecini ve içinde geliştirdiği "sosyalistleşme"yi bugün yeniden hatırlatmamın iki temel nedeni var:

1- Legal sol yapılanma geçmişte, ideolojik netleşme alanında, önemli adımların atılmasını sağlamıştır. Netleşme sürecinde bugün da- ha da ileri adımların atılabilmesinde, yeni bir sol yapılanma gene önem- li işlevler görebilecektir. Ayrışma, ideolojik netleşmenin tek ve kaçı- nılmaz ürünü olarak görülmemelidir. İdeolojik netleşme, hele hele ileri düzeylerde gerçekleştiğinde, bu kez yapay ayrımların son bulmasına da yarayabilir. Geçenlerde bir Görüş başyazısında değinildiği gibi: "... birlikte, aynı çatı altında çalışmak bölünmüşlükteki öznel faktörlerin aşılmasına hizmet edebilir. Böylece sol parti, soldaki dağınıklığın gide- rilmesi doğrultusunda olumlu bir işlev görmüş olur." 4

2- 1961-71 dönemi gelişmeleri de düşünüldüğünde, Türkiye'de ideolojik netleşme alanında her şeye sıfırdan başlama söz konusu de- ğildir. Özellikle geleneksel sol ve devrimci demokrasinin deneyimli ve seçme kadroları söz konusu olduğunda netleşmeleri çok daha üst dü- zeylerde sağlamak mümkündür. Sol parti, bir bütün olarak ideolojik netleşme süreçlerinin zemini biçiminde değerlendirilebilir. 61-71 ör- gütü "sosyalistleşme" sürecinin kanalı olmuşsa, yeni bir sol parti, bu

Page 36: Gelenek09

35

kez, netleşme ve ideolojik sıçrama süreçlerinin zemini işlevini görebilir. Burada, bir adım daha atılmasının yararlı olacağına inanıyorum.

Yukarıda, bir legal sol partinin, global başka görevlerinin yanı sıra, sol içi gelişme ve netleşmelerin zeminini de oluşturabileceği vurgulandı. Atılacak adımdan kasıt şu: "Netleşme", "gelişme" vb. tür kavramlar üs- tünde soyut olarak durup geçmek yerine, açık açık ne kastedildiği, ne tür gelişme ve netleşmelerin beklenebileceği söylenemez mi? İşte bu alanda bir ilk yaklaşımı denemeye çalışacağım.

Bugün ortada görüleni açık açık dile getirmekte sakınca yok: Para- doksal biçimde, geleneksel sol kapsamına girmeyen kesimler doğrudan bir "sosyalist" söylemden yana iken, geleneksel sol, parti bağlamında, daha büyük bir ağırlıkla liberal, demokrat ögeleri vurguluyor. Bu, baş- langıç için kuşkusuz geri sayılabilecek bir konumdur. Ancak yaşamın, daha somutu topluca bir örgütsel çatı altında yer almanın, bu geri ko- numların aşılması açısından yararlı dinamikler yaratabileceğine de ina- nıyorum. Legal sol parti çatısı altında olsun ya da olmasın, sosyalist söylemin geleneksel sol dışı kesimlerce sahiplenilmesi, bu söylemden uzak durmaya çalışan geleneksel sol için dürtükleyici ve canlandırıcı bir işlev görebilecektir, özetle legal sol parti, böyle bir dinamiğin çer- çevesini oluşturduğu ölçüde özel bir anlam da kazanacaktır.

Gene aynı bağlamda, yazının başlarında vurguladığım noktayı bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Geleneksel sol bugün, kendi alanında- ki yapılanmalarca tek tek karşılanması mümkün olmayan bir dinamiz- me ve aynı doğrultuda gene bu yapılanmalarca tek tek çözülemeyecek teorik-pratik sorunlara sahiptir. Bu durumda, geleneksel sol dediğimiz alandaki boşlukların doldurulabilmesi, ancak yakın bir karşılıklı etki- leşimle ve nitelikli yeni kadro adaylarının kazanılmasıyla mümkündür. İşte legal sol parti her iki gereksinimin de bugün için belli ölçülerde karşılanabileceği zemin olmaya adaydır. Başka türlü söylersek, siper- lerden yapılan uzak salvolar yerine ortak iş; bir de, nitelikli yeni insan- lara "beni bul" mesajı yerine "ben buradayım" demek...

Ancak, tüm bu söylenenlere karşın, kucaklayıcı bir legal sol parti- nin solun tarihsel sorunlarını kendi başına ve hemen çözüvermesi el- bette mümkün değildir. Böyle bir yapılanmanın, vaatettiği olumluluk- lar kadar nesnel ve öznel sınırlarını da iyi bilmek gerekiyor.

Bunun için, 1961-71 deneyine ve kimi sonuçlarına yeniden dön- mek istiyorum.

Page 37: Gelenek09

36

Sapmalar": Yenilenler mi, Asılanlar mı?

Bu bölüme başlarken, kanımca büyük önem taşıyan bir noktanın altını çizmek istiyorum. Bilimsel sosyalizmle aynı zemine oynayıp ona karşıt olan çizgiler ya da "sapmalar"la ilgili bir nokta bu. Şunu söylü- yorum: Bugün hiçbir aykırı çizgi ya da "sapma" özünde yepyeni değil- dir. Bilimsel sosyalizmle yarışan çizgiler tarihsel olarak kuşkusuz yeni ve güncel biçimler alabilirler. Ancak öz, yenilenemez. Bunun doğal bir uzantısı da şöyle: Hiçbir aykırı çizgi ya da "sapma" kökleriyle, bir da- ha sahneye çıkmamacasına evrensel yenilgiye uğratılamaz. Bu durum- da aykırı çizgilerin ya da "sapma"ların tam anlamda yenilmesinden çok, aşılması söz konusudur. Aykırı çizgi ya da sapmaların aşılması demek, bunlarla tanışmış, bunlarla mücadele etmiş ve deyim yerindey- se bunlara karşı "şerbetli" bir çizginin oluşması demektir.

Bu noktayı özellikle ve önemle vurgulamamın kuşkusuz bir ne- deni var. 1961-71 dönemi, sosyalist hareketin olgunlaşması sürecine bakıldığında, ancak bu ilke gözetilerek yerli yerine oturtulabilir. Daha açık bir deyişle 61-71 döneminin üç önemli çizgisi olan Aybarcılık, MDD'cilik ve legal marksizm, kesinlikle tarihe gömülme ya da yok olma anlamında "yenilmiş" değillerdir. Söz konusu olan, bu çizgilerin aşılmasıdır. Bu da, karşılarında, kendilerine ilişkin bilinçli ve karşıt bir genel çizginin biçimlenmesi demektir. İşte bu açıdan bakıldığında, ya- ni belli bir birikimin oluşması anlamında, 61-71 dönemi önemli ölçü- de aşılmıştır. Gene de hatırlatıyorum: Bu birikimin karşısındaki çizgi- lerin "yok olması" anlamında bir yenilgi söz konusu olamaz; sınıfsallık açısından, böyle bir rahatlık mümkün değildir.

Tüm bu söylenenlerin önemi ise şurada ortaya çıkıyor: Bugün, söz gelimi Aybar çizgisi kuşkusuz yeni ideolojik takviyelerle solun ge- ne gündemindedir. Daha önemlisi de var: Aybar çizgisinin bir biçimi, legal marksist ya da Struveci denebilecek yeni söylemlerle takviyeli, kendine geleneksel sol adına kapılar açma çabasındadır ve bu çabala- rın basına yansıması aynı kesimde her nedense "tarihi" olarak nitelene- bilmektedir. Ancak, tümüyle, bir bütün olarak bakıldığında, bu da bir gerileme değildir, eskiye tam anlamda bir dönüş söz konusu olamaz. Çünkü son 25 yılda yaşananlar, geleneksel solda, bu tür çıkışları be- nimsemesi mümkün olmayan bir nitelik birikimi de yaratmıştır. İşte bu anlamda bir ilerleme ya da aşma, apaçık ortadadır.

Page 38: Gelenek09

37

Peki, MDD'cilik konusunda neler söylenebilir? Bu konuda, oldukça önemli vurgulamaların yapılabileceği kanı-

sındayım. Hemen en başta ve çok açık olarak söyleme gereği duyuyo- rum: Türkiye sosyalist hareketi MDD'nin belli ve ilkel bir biçimini pek çok anlamda aşmış, ancak aynı çizginin özüne genelde teslim olmuş- tur. Başka biçimde de söylenebilir: Geleneksel sol 1961-71 MDD'cili- ğini yıllarca rötuşlamış, sonra ortaya çıkan nihai biçimi gösterip "işte böylesine ben de varım" demiştir. En önemlisi ise şu: Az önce sözünü ettiğimiz başka çizgiler karşısındaki konumdan farklı olarak, MDD karşısında oluşan birikimin nicel yetersizliği düşünülürse, Türkiye so- lunda MDD'nin özünün "aşılabildiğini" söylemek de mümkün değildir.

Sırası bir kez daha gelmişken, 61-71 döneminin önemini yeni- den vurgulamak, bu arada Sezar'ın hakkını da Sezar'a teslim etmek ge- rekir. Bugün Türkiye solunda MDD'ciliğin yaygın etkisine karşılık, ge- ne de aşılmış önemli boğazlar vardır. Bunları somutlamak da mümkün:

o Feodal kalıntıların nicel-nitel önemi ve bu kalıntılara karşı mücadelenin, genel mücadeleye özel bir boyut katması,

o Türkiye'nin, burjuva devrimlerini henüz tamamlamamış, daha önemlisi gene burjuva çerçevede bu süreci tamamlama durumundaki bir ülke olarak görülmesi,

o Toplumsal mücadelede varlığı, daha ötesi ilerici ve anti emper- yalist olduğu ileri sürülen bir "milli burjuvazi"ye özel misyonlar tanın- ması,

o Anti emperyalist mücadelenin anti kapitalist özden büsbütün ayrı, bütünüyle milliyetçi sınırlara hapsedilmesi...

MDD'nin bu ilkel çerçevesinin Türkiye solunda büyük ölçüde aşıldığına inanıyorum. Kuşkusuz kimi uzak ya da dolaylı bağların, öz- lemlerin sürdüğü söylenebilir. Ancak solda bu ilkel çerçeveyi içlerine sindirmeleri artık mümkün olmayan önemli birikimler vardır. Dahası bu birikimler, geleneksel solla sınırlı da değildir; devrimci demokrasi- nin bilimsel sosyalizme yol alan nitelikli kesimlerinde gene aynı çerçe- vede bir uyanıklık söz konusudur.

Bunların bugün söylenmesi kolay gelebilir. Ancak, sözü edilen bu "aşma" süreci oldukça sancılı geçmiştir. Süreçte, genel olarak 1961-71 TİP'inin, özel olarak da Behice Boran'ın önemli katkıları olmuştur. Boran 1969'la yaygınlaşan ünlü Sosyalist Devrim-MDD tartışmaların- dan da önce, 65-67 arasında ve YÖN tartışmaları bağlamında oldukça

Page 39: Gelenek09

38

kararlı bir tutum sergilemiştir. Söz etmemin nedeni, salt saygı değil. Çıkarılabilecek bir önemli sonucu daha not ederek geçiyorum: Türki- ye'de doğruların ve gerçeklerin genel olarak geleneksel sol çerçevede, ama bu çerçeve içindeki resmi yapılanmaların dışında dile getirilebil- mesi dün mümkün olmuştu. Bugün gene mümkündür; dahası, belki da- ha da büyük bir olasılıktır.

Ancak, bir kez daha vurgulamalıyım: Aşılmış ilkel biçimlerine karşın, MDD'nin özü ve yeni biçimleri söz konusu olduğunda, yeterli bir karşıt birikim bugün de mevcut değildir. Dahası, MDD'ci özün bel- li bir yeni biçimi geleneksel soldaki tüm önemli yapılanmaları etkisi al- tında tutmaktadır. Pek çok kişi böyle bir sonucu "strateji" bağlamın- da ele alacak, hele hele Türkiye'nin bugünkü koşullarında söz konusu yapılanmaların "gerçekçi" bir strateji tercihi yaptıklarını ve pek de iyi ettiklerini savunacaktır.

Doğrusu ben böyle düşünmüyorum. Çünkü, en başta sorunu bi- linçli bir "strateji tercihi" ya da saptaması olarak görmüyorum. Yanlış anlaşılmamak için iki ayrı süreci ya da modeli tanımlamak istiyorum: Belli bir deneyime ve olgunluğa sahip nitelikli kadroların ve köklü bir yapılanmanın özel bir stratejiyi seçmesi başka, deneyimsizlik, köksüz- lük, formasyon eksiklikleri ve çaresizliklerin hep birlikte kendilerine uygun ve "mütevazi" bir kulvarı zorla davet etmesi başkadır.

Bunu açmaya çalışacağım.

Kadrolar ve Reel Politika

Bu bölüme girerken okuyucuya, artık alışkanlıkla telaffuz etti- ğimiz iki sözcük üstüne bir kez daha düşünmesini önereceğim: Kadro- (lar) ve reel politika...

Aralarındaki ilişkinin, karşılıklı gereksinimler anlamında, büyük önem taşıdığına inanıyorum. Şöyle: Sosyalist mücadelede reel politika yapılır, yapılmalıdır. Ancak, bu mücadelede reel politikayı, hakkını ve- rerek ve yozlaştırmadan ancak nitelikli kadrolar yapabilir. Ve nihayet "kadrolar" yalnızca bilgili ve deneyimli insanlar değillerdir; gerçek kadro kavramı, buna indirgenmemelidir.

Öyleyse kimdir kadro? Sözcüğün gerçek ve tam içeriğinden söz ediyorum burada. Her-

hangi bir dolambaçlı yola girmeden, kendi hesabıma şöyle bir tanım

Page 40: Gelenek09

39

yapabiliyorum: Deneyim ve bilginin ötesinde, gerçek kadro, başta ül- kesi olmak üzere insanlığın geleceğine yönelik ve neredeyse "obses- yon" gibi görünen siyasal-toplumsal tutkuları, hedefleri olan siyasetçi- dir. Böyle bir çerçevede kadro, en üst düzey felsefi-entelektüel bağlan- maların temsilcisi, taşıyıcısıdır. Bu konumu ile, reel politikanın da ger- çek anlamda hakkını verebilecek güçtür. Sosyalist kadro, reel politika yapabildiği için apolitik üst düzey entelektüelden, bu reel politikayı her an gelişkin bir felsefi-politik çerçeveye oturtabildiği için de sıra- dan burjuva ya da sol politikacıdan ayrılır. Hiç kuşku olmamalı; böyle bir tanım bize 20. yüzyıl başları özel sınıf mücadelesi deneyimlerinin hediyesidir. Jakoben öz, buradadır. Jakobenliğin kimileri için dudak uçuklatıcı yönü de...

Yukarıda söylenenler, özellikle aynı yüzyılın başlarında, sosya- lizmin çeşitli ülkelerdeki öncüleri tarafından da, öyle sanıyorum, net biçimde görülmüştür. Trotskiy işçi sınıfı partileri için, tüm siyasal par- tiler arasında yalnızca onların "felsefi anlamda da politik olduklarını" söylerken, kanımca aynı gerçeği vurguluyordu.5 Trotskiy yalnız değil. Gramsci de siyaseti "sağduyu ile üst düzey felsefe arasındaki bağ" ola- rak tanımlıyor. Devam ediyor: Marksizm, total bilince giden yoldur, ancak total bilincin bizzat kendisi değildir. Marksizm total bilinç için siyasal pratiği gereksinir. Bu durumda, kadrolardan oluşan siyasal pra- tikli örgüt, total bilincin mümkün tek temsilcisi oluyor.6

Yeterince açık oldu mu, bilmiyorum. En açığı, şunu söylemeye çalışıyorum: Türkiye sosyalist hareketinde, yukarıdaki entelektüel-fel- sefi içeriğiyle, çok, ama çok ciddi bir kadro sorunu vardır. Elbette de- neyimli ve bilgili sosyalist sayısı ülkemizde çok az değil. Ancak, bu de- neyim ve bilgiyi ülkesinin ve dünyanın geleceğine ilişkin tutkulu birey- sel (ve elbet örgütsel) bağlanmaların çerçevesine oturtabilen insan, Türkiye'de azdır. Ülkemizde kuşak tartışmalarının bu denli katılımcı bulmasının bilinçli ya da yarı bilinçli nedenlerinden biri budur. Daha günceli ve somutu: Türkiye'de sosyalist hareket, eksiklik takviyesi için yeni alanlara, genç kuşaklara yönelmek zorundadır. Bir sol parti bu misyon adına ve seçim alanını genişletme anlamında önemli işlevler yerine getirebilir...

Türkiye solunun bir anlamda "hasbel kader" MDD'ciliğinin bun- larla ilgisi ne?

Bu sorunun tam yanıtı için özeli, Türkiye'yi bırakıp yeniden ge-

Page 41: Gelenek09

40

nele dönüyorum ve devam ediyorum: Gerçek kadroların denetiminde olmayan ya da olamayan, bu nitelikte kadroların tutkulu ama bilimsel perspektiflerinden yararlanmayan reel politika, karikatür sol politika- dır. Özgün felsefesiz, entelektüel bağlanmasız ve tutkusuz reel politi- ker, bilgi ve deneyim sahibi de olsa, bunları üst düzeyde yeniden ürete- mediği için, çoğu kez kuyrukçu reel politiker olur. İşte Türkiye so- lundaki MDD'cilik, bir de bu gözle değerlendirilmelidir...

Türkiye'den gene ayrılıyoruz. 1900'lerin başında, Lenin'in ka- nımca en çarpıcı polemiklerinden biri taktiklere ilişkin olarak Menşe- viklere karşı yürütülmüştü. Basit gibi görünse de, sorun çok önemli: Taktikler plan mıdır, yoksa süreç mi? Bu kadar yalın, bu kadar açık. Şöyle bir yanıt verilebilir mi? Taktikler, özde bir süreç olarak görül- melidir; çünkü nesnel sorunlar ve partinin bu sorunlarla başedebilme gücü, bir sürece bağlı olarak değişir. Partinin görevleri, parti geliştikçe artar. Parti, verili bir anda, o an için mümkün olan mücadeleleri sürdür- melidir...

Bu açıklamanın, pek çok kişiye "doğal" ya da "rasyonel" gelebi- leceğini biliyorum. Dahası "işte reel politika budur" diyenler de çıka- caktır. Ancak hemen belirteyim: Yukarıda özetlenen görüş, Lenin'in acımasızca polemiğe giriştiği menşevik görüştür. Nasıl bir görüş? Din- leyelim: "Bu görüşe göre ancak o anda mümkün olan mücadele veril- melidir ve o anda mümkün olan mücadele de o anda sürmekte olan mü- cadeledir." 7

Yeterince açık olduğu kanısındayım. Lenin taktiklerin kesinlikle süreç değil, ancak plan bağlamında ele alınabileceğini vurguluyor. Hangi "plan" mı? İşte bu, bir kadro sorunudur; onun belki de "hülya- lı" sayılabilecek projeleri, özlemleri ya da tutkularıdır. Daha doğrusu, bunların somut düzeyde politikleştirilmiş biçimleridir.

Sözü daha da uzatmaya gerek yok sanırım. Kuşkusuz bu son söylenenler sol parti sorunu ile doğrudan doğruya ve bire bir ilişki ta- şımıyor. Gene de önemli dersler çıkarılabilir sanıyorum. Türkiye sos- yalist hareketinin temel sorunu, gerçek anlamda kadro sorunudur. Ya- zıda, en çok bunu vurgulamaya çalıştım. Ve açık söylemek gerekiyor- sa, bir sol parti tartışması, bana en çok sosyalist harekette yeni ve diri kadro adaylarına ulaşılabilmesi bağlamında anlamlı geliyor.

Başka somut görevlerle birlikte, gündemde olan, sosyalist söyle- mi sol parti aracılığıyla canlandırmak, gerek sorunlar gerekse insanlar

Page 42: Gelenek09

41

anlamında henüz bakir alanlara yönelebilmektir.

NOTLAR

(1) Gürsoy, Gencay; "Sosyalist Parti ve Sol Potansiyel", Görüş, Haziran 87, Sayı 7, s. 21.

(2) Boran, Behice; "TİP: 1961-71", Yürüyüş, Temmuz 1976, Sayı 67, s. 8. (3) Altaylı, Muzaffer; "Sosyalist Solun Görevleri, Sosyal Muhalefetin Geleceği" Mayıs

Dergisi, Haziran 87, Sayı 3, s. 24. (4) Anadol, Çağatay; "Sol Partinin Sosyal Yer) ve işlevi", Görüş, Mayıs 87, Sayı

6.s.4. (5) Trotskiy, L.; "Sosyalizmin Güncel Meseleleri", Çev: Yılmaz Öner, Suda Yay.

İst. 1976, s. 17. (6) Gramsci, Antonio; Prison Notebooks, Camelot Press, s. 331 -336. (7) Lenin, V.I.; Collected Works, C. 5, s. 228.

Page 43: Gelenek09

42

PARTİ: UZLAŞMA MI, MÜCADELEMİ?

Harun KOÇAK

Sosyalist olmayanların sosyalist parti kurma çabaları bilindiği gibi "birleşik" sıfatını tümüyle yitirdi. Burjuvazinin sol görünümlü eski par- tisi TİKP yandaşlarınca sahiplenilmeye çalışılan ve bu çevre tarafın- dan yönlendirilen tartışma yalnız bırakıldı; sınıf uzlaşmacı, ihbarcı eğilim sol içinde yeniden tecrit olma sürecine girdi.

Hapishanelerde yatan sol siyasiler genellikle dışarıdaki gelişmeleri, siyasi havayı yeterince yakından tanıyamadıklarından rahatsızlık du- yarlar. Bir anlamda hapishanelerde insanların "konserve" edildiklerini düşünmek mümkün. Çoğunlukla olumsuz, ama zaman zaman da olum- lu olabilen sonuçlarıyla birlikte. 1980-83 yıllarında, Türkiye'de derin bir sessizliğin hüküm sürdüğü dönemde, hemen her eğilimden "siyasi- ler" işte bu "konservasyon" ortamında onurlu bir biçimde direndiler. Sessizliği bozmaya çalıştılar. Ayıran duvarlar bu sesleri de, dışarıdaki genel yılıgınlığı da süzerek geçirdi. Yine, solda tüm eğilimler, siyasi çizgiler, eylül öncesi olduğu gibi TİKP yanlılarını içlerine almadılar. Çünkü ayıran duvarların içinde geçmişe daha sıkı sarılmak gerekiyor- du. Olumlu veya olumsuz, ama ayakta kalabilmek için...

Bugün de hapishanelerde binlerce devrimci yatıyor. Yine bugün de TİKP yanlıları sosyalistlerle birlikte sol siyasi koğuşlarda genellikle ka- lamıyorlar. Oysa, içeride cezaevi yönetim sekreterliği yapanlara, dışa- rıda "sosyalist parti sekreterliği" uygun görülebiliyor. Köksüzlüğün teorisini yapan Yeni Sol'un ve politikada ilkeleri anlık "kazanımlara" feda etmekte sakınca görmeyenlerin Türkiye soluna bu kötü hediyesi,

Page 44: Gelenek09

43

yine de kısa zamanda kimliğini ortaya çıkarmakta gecikmedi. Gelinen noktada, Aybar'ın çağrısına sahiplenerek katılan Perinçek'in ne kendi- sinin, ne de temsil ettiği eğilimin sol içinde kimseyle birleşemeyecek- leri açıkça görüldü.

Gerçek niyetler neydi? Perinçek gerçekten bir "Birleşik Sosyalist Parti" kurulması amacıyla mı hareket ediyordu? Gelişmeler böyle ol- madığını gösterdi. Bir politik yanlış olarak Perinçek'le aynı sandala binmeyi göze alanlar, birliğin genişledikçe anlam kazanacağını düşü- nenler, yanıldıklarını gördüler ve yazdılar: "Kendi yarattıkları batakta boğulmakta olan bu hastalıklı ve ihbarcılığı mücadele biçimi olarak sistemleştiren yapı için yapılabilecek tek ve en doğru şey, başlarına basarak batağın dibine bir an önce göndermek olmalıyken..." (Zemin, Sayı 6, s. 69). Oysa batağın içine düşmeden, uzaktan farketmek hiç de güç değildi. Gelenek Aralık 86 kitabında açıkça yazdı: "Ancak bun- lardan daha önemli görünen ürünün Doğu Perinçek'in hanesine yazıl- ması gereken bir kazanım olduğu bizce çok açık. Bu şaibeli isme, tar- tışmanın uzunca bir döneminde tanınan sol hareketin kimi eğilimlerini temsil edebilecek nitelikte kişilerle aynı masaya oturma imtiyazı, gide- rek bir itibar iadesi ya da sol meşruluk kazandırılması haline gelmiştir. Bu kazanımın büyükçe bir kısmının dışlanmayla erozyona uğrayacak olması, gene de ortama egemen olduğu görünen şekilci-demokrat zih- niyetin yarattığı bu sonucu unutturamayacaktır." (Gelenek, Sayı 2, s. 8).

Söylemek gerekiyor ki, Perinçek'le bir masaya oturup sosyalizmin sorunlarını tartışanlar en azından politik bir yanlış yapmışlardır. Say- falarında gerçeği dolaylı olarak yazanların da bunu açıkça ifade etme- leri ve yeniden dışlanan Perinçek grubunun üzerinde kalan son meşru- iyetin de geri alınması zorunludur. Bunun ötesinde, bu eğilimin milli- yetçi ve sınıf uzlaşmacı teorisi eleştirilmeli, "ait olduğu batağa geri gönderilmelidir".

Önce Konuya Doğru Yaklaşım

Tüm bu olumsuzlukların yanı sıra, solda parti üzerine yapılan tar- tışmalar, bu tartışmalara doğrudan ya da dolaylı olarak katılan veya başka platformlarda düşüncelerini açıklayanlar tarafından genişletil- miş, son 6-7 yıldır olmayan bir genel tartışma ortamı sağlanmıştır.

Page 45: Gelenek09

Çerçevesi belirli bir konuda birbirinden farklı yaklaşımlar ile solun birçok kesiminin olaya bakış açısı, 1987 Türkiyesi’nde gelecek için kafa yoranlara anlamlı ipuçları vermiştir. Gelinen noktada sol için bir genel durum değerlendirmesine imkân tanıyan ipuçlarının ortaya çık- ması, belki de önemsenmesi gereken en önemli sonuçtur.

Bugün parti tartışmalarının ağırlık merkezinin yer değiştirdiği gö- rülüyor. Başka bir platformda yavaş yavaş ısınmaya başlayan sol parti tartışmalarına bir genel çerçevenin ilk çizgilerini koymak ve bugüne kadar yapılan tartışmalarda gelinen noktaları belirlemek, bu nedenle de zaman zaman "Birleşik Sosyalist Parti" tartışmalarına geri dönmek gerekiyor.

Politikada kullanılmayan olanaklar, kullanılmamış olmanın öte- sinde anlam kazanabiliyor, bir dezavantaja dönüşebiliyor. Açıkçası, yeni olanakların önünü tıkayabiliyor. Bu nedenle, ancak son derece bi- linçli tercihlerin ürünü olarak, bazı olanakları dışlamak akılcı olabili- yor. Bazıları ise hemen her koşulda yeni olanakların önünü açıcı bir iş- lev kazanabiliyor. İşte legal çalışma biçimlerine ve solda legal partinin gerekliliğine bu biçimde, yani işlevselliğini ön plana çıkararak yaklaş- mak durumundayız. Önümüzdeki aylarda sürecek parti tartışmaları bu işlevselliği açılarak ve işlenerek genişletilmelidir.

Geçtiğimiz dönemde yapılan tartışmalarda Türkiye'de solun de- ğerlendirilmesi için önemli bazı ipuçları yakalanabileceğini söyledim. Bir tanesi şu biçimde formüle edilebilir: Türkiye solu yeni dönemde atacağı her adımda, "yeniden başlanılması" gereken her konuda, önce bir miktar geriye gitmeye kararlı görünüyor. Ancak hızla mesafe katet- me becerisiyle birlikte. Bir örnek: Yapılan ilk tartışma, yasallığın Tür- kiye'de, solda bir partiye izin verip vermeyeceği üzerine oldu. Bu man- tığın birçoklarınca eylül öncesinde aşılmış olması gerekiyordu. Aşıl- mıştı. Ancak yine de belli bir geri noktadan başlandı. Buna rağmen, önce sosyal demokrasi görevini yapmalıdır diyen, partinin işlevselliğini kavrayamayacak düzeyde ateorik yaklaşımla, bu düzende hiçbir zaman parti kurulamaz diyen, ya da Türkiye'de yasaların ve güç dengelerinin bir gün işçi sınıfı partisini gerçek anlamda, legal olarak kurulmasına olanak verinceye kadar beklemeye kararlı olan, kısacası geleceğe sırtla- rını tümüyle dönen çok küçük kesimler dışında, yasallığın yaşanarak, pratik olarak aşılması gerektiği, yine çok kısa bir zamanda anlaşıldı. Bu anlamda Türkiye solu, belli bir mesafeyi çok çabuk katedebileceği-

44

Page 46: Gelenek09

45

ni gösterdi. Bu gelişme pratik olmaktan ziyade teorik bir zeminde gerçekleşti-

rildi. Çeşitli dergilerde ve Gelenek'te, yasaların belirli güç ilişkilerinin ifadesi olduğu, güçler dengesine uygun düşmeyen yasaların biçimsel olarak varolmaktan öteye bir anlam taşımadığı ve dolayısıyla solda partileşmenin olabilirliğinin yasa metinlerinin karıştırılmasından ziya- de güçler dengesinin doğru olarak kavranmasıyla anlaşılabileceği belir- tildi. Gelenek bunun da ötesinde "Sosyalist mücadelenin özü tam anla- mıyla burjuvazinin sınıf iktidarından ve bu iktidara yol açan ilişkiler- den bağımsız, onun dışındadır. Sosyalist anlayış kapitalist düzenin dı- şında odaklanır. Ancak sosyalist mücadelenin bir bölümü, hemen bir- çok durumda bu sınırların içine de girer. Sorun en genel anlamıyla bu odağın, egemenlik ilişkilerinin çizdiği sınırın içine çekilmesine izin vermemektedir." (Gelenek Gündemi, Sayı 8, s. 12) biçiminde formüle ettiği görüşünde, yasallık, sosyalist örgütlenme ve taşıdığı risklere de dikkati çekti. Yasallığın uygun olup olmadığı tartışmasının belli sınır- ların içine hapsolma tehlikesini doğuracak eğilimlere yol açabileceğini vurguladı.

Bir ikinci ipucu da şöyle formüle edilebilir: Türkiye solu bazı kav- ramlar söz konusu olunca derinlikten uzak kalmaya, bundan böyle de kararlı olarak devam etme niyetinde görünüyor, örneğin birlik sorunu...

Aybar her şeyden önce birlik fikri etrafında birlik olunmasını, bir- çok sorunun çözümüne bu şekilde başlanabileceğini düşünüyor. Çıka- cak görüş ayrılıklarını bir masa etrafında, bilim adamlarına yakışır bir serinkanlılık ve objektiflikle tartışmak gerektiğini söylüyor. Bu tartış- maların işçi sınıfı örgütünü oluşturacağına inanıyor. Altı çizili bir ger- çek olarak bilinmelidir ki, bu anlamda bir işçi sınıfı örgütünün masa başında, değişik görüş sahiplerinin bir araya gelip ortak noktalar üze- rinde anlaşmalarıyla oluşturulabilmesi mümkün değildir. Her şeyden önce işçi sınıfı ideolojisi eklektizme hiçbir yanıyla yakın olmadığı için mümkün değildir. Kadroların birliği süreci, kendisi için, "farklı görüş" olmaktan başka özelliği olmayan eğilimleri doğal olarak dışlayacaktır. Örgüt sorununun çok daha kapsamlı ve hiç de pratik olmayan boyut- ları vardır. Bu boyutlar içinde "birlik", bir ön gereklilik olarak değil, ancak bir sonuç olarak ortaya çıkar.

Çeşitli kişisel hesaplar ve gerçekte olmaması gereken ayrılıklar dı- şında, varolan görüş farklılıklarının kendi içinde bir tutarlılğı ve nesnel

Page 47: Gelenek09

46

bir zemini vardır. Bu nesnelliğin biçimlendirilmesi sürecinde sadeleş- melerin olacağı, olması gerektiği doğrudur. Ancak böyle bir sadeleş- meye yol açacak gerçek bir partileşme sürecinin bile, düşüncelerin ob- jektif doğrularda tekleşmesi sürecine karşılık gelmeyeceği açıktır. Çünkü sorun objektifliğin ötesinde, farklı idealler ve siyasi çizgi anla- mında farklı kişilikler sorunudur.

Toplumsal bilimlerde ve fen bilimlerinde objektifliğin anlaşılması, uygulanım biçimi tekil olmak-genel olmak ve bir süreci içermek anla- mında birbirinden çok farklı olma durumundadır. Toplumsal mücade- lede gelecek her zaman geçmişi içinde barındırır. Olgular, herkesin kendi konumlanışına göre, hiçbir zaman "tam" objektif bir sonucu vermez. Eğer böyle olsaydı Aybar'ın 1987'de "önce birlik olalım" de- mesinin kendisi için bile gereği olmayacaktı.

Belirli bir zaman için çeşitli görüş sahipleri bazı konularda, belki de önemli sayılan bazı konularda ortak noktalara sahip olabilirler. Bu ortaklıklar gerçek olarak da "nokta" tanımına uygunluk gösterirler. Çünkü genellikle farklı doğruların kesişmesini ifade ederler. Biz yaşa- nılan anı, yalıtılmış bir zaman birimi olarak değil, bir sürecin yaşan- makta olan bölümü olarak algıladığımızda, yani geçmişi ve belli bir doğrultusu, kısacası özgün bir dinamiği olan "bir an" olarak düşündü- ğümüzde, varılan bu ortak noktaların gerçekte ayrılma eğilimi taşıdık- larını da bilmek durumundayız. Çünkü, belirttiğim gibi, öncüller fark- lıdır, perspektifler değişiktir, örneğin, bugün demokrasi için mücadele etmenin gereğini kimse reddetmiyor. Oysa birleşilen nokta bunun bir adım ötesinde bile değil. İşte bu nedenle, bir parti programına demok- rasi mücadelesini katmakla en azından bir konuda bile birlik sağlana- mıyor. Ancak birlik meraklıları bunu anlaşılan nokta olarak kabul ede- biliyorlar. Masa başına oturulduğunda, demokrasi için mücadelenin hangi perspektifle ele alınacağı, mücadelenin genelliği içinde nerede ve ne kadar görece önem taşıdığı, nasıl ve hangi araçlarla yapılacağı ko- nuşulduğunda, işin hiç de Aybar'ın düşündüğü kadar basit olmadığı ortaya çıkacaktır...

Politikada sadeleştirme teorik olarak olmaz. Teoriyle olmaz. Poli- tikada sadeleştirme, güçle olur. Güç, teorinin pratikte sınanmasıyla gerçeklik haline gelir. Politik eylemin teoriyi maddi bir güç haline dö- nüştürebilmesiyle gerçeklik haline gelir. Bu, izafi bir sadeleştirme sağ- lar. Odaklar yine de sadeleştirmenin dışında kalırlar. Toplumsal müca-

Page 48: Gelenek09

47

dele için "anlamlı" olmaktan çıkarlar. Bu nedenle işçi sınıfı ideoloji- sinden sapmalar tarih içinde farklı görünümlerle sosyalistlerin karşısına yeniden, yeniden çıkıyor. Bu anlamda sadeleştirme, sivriliklerin törpü- lenmesiyle değil, sivriliği toplumsal gelişimin yönünü gösteren teorik politikanın maddi olarak ete kemiğe bürünebilme becerisini göstermesi sonucu mümkün olabiliyor.

Sınıf uzlaşmacı teorilere özellikle bugünlerde dikkat etmek gereki- yor. Saçak'a göre sol kendi anlamını tutuculuk-yenilikçilik ayrımında buluyor. Kendi yaşadığı zamana göre statükonun devamından yana olanlarla, statükonun değişmesinden yana olanlar arasındaki ayrımı- nın önemli olduğu söyleniyor. Elbette, burada o zaman "statükonun" ne olduğu önem kazanıyor. Onlara göre statüko ortaçağ kalıntıları ve tamamlanmamış bir demokratlaşma süreci. Bize göre ise en genel tanı- mıyla toplumun büyük bir kısmının sömürülmesi. "Solu, sömürüyü or- tadan kaldırma programıyla özdeşleştirmek, ortaçağ kalıntılarından kurtulamamış ve demokratlaşma sürecini tamamlamamış bir ülkede, potansiyel müttefiklerle birleşmeye zarar veren bir etki yapar." Sosya- lizm çağında sömürüye karşı bir programla ittifak yapamayacağımız potansiyelin burjuvazi olduğunu, yine Perinçek'in aksine burjuvazinin birleşilecek müttefik olmadığını düşünüyorum. Uzlaşmak için hayali düşmanlar yaratmaya hiç gerek yok...

Yeniden Demokrasi Konusu

Yeni bir parti oluşumu arifesinde üzerinde dikkatle durulması ge- reken nokta burjuvazinin varolan sosyalist birikimi düzen içinde erit- me ihtiyacına ve buna uygun politikalara karşı uyanık olmaktır. Ob- jektif olarak bu ihtiyaca cevap verecek veya bu politikalarla paralellik gösterecek çıkışlara özellikle dikkat etmek gerekiyor.

Türkiye'de dengeler uzun süre varlıklarını sürdüremiyor. Askeri re- jimler ve militarist siyasal ortam, yerini parlamenter demokrasiye bı- rakmak zorunda kalıyor. Görülüyor ki Türkiye'yi askeri rejimlerle yö- netmek, bu rejimi kalıcılaştırmak mümkün değil. Peki, Türkiye parla- menter demokrasi ile yönetilebiliyor mu? Yönetilemediği sık sık orta- ya çıkıyor. Yani buna da olumlu yanıt vermek mümkün değil. Türki- ye zemini, yapısal olarak sola eğiktir. Düzenin bu zeminde statükoya oturabilmesi için payandalara ihtiyacı var. Ciddi olarak ihtiyacı var.

Page 49: Gelenek09

48

Bugün Türkiye'de iki partinin iktidarı sırasıyla kullanabilecekleri bir düzen yerleştirilmeye çalışılıyor. Sağda, bunun kavgası var. DYP ve ANAP tahteravallinin sağında kavga ediyorlar. "Sol"da ise sosyal demokratlar bu ikili sistemin sağlam bir bölümünü oluşturmak niyetin- deler. Ancak 1987 Türkiyesi sosyal demokrasinin kalıplarına sığmaya- cak dinamikleri barındırıyor içinde. Yakın gelecekte Türkiye burjuva- zisinin düzenin devamını sağlayabilmek için, sosyal demokrasinin "so- lunda" düzen içi bir siyasi alternatife şimdiye kadar olmadığı biçimde ihtiyacı olacak. Bu ihtiyacın belki de en belirgin görünüm biçimi, çe- şitli yerlerde ortaya çıkan talipleri olsa gerek. Türkiye dengesizlikler ülkesi. İhtiyaç kendini dayatmadan ihtiyacı gidermek için adaylar or- taya çıkıyor. Euro-komünizm tandanslı çeşitlemeler, Perinçek'in 2000'li demokrasisi, Uğur Mumcu'nun dikensiz gül bahçesi, sınıf uz- laşmasının teorileri, milli konsensüslar, hep bu siyasal öngörüyle çakı- şıyor. Tesadüf olmamalı.

İşte bu süreç içinde sosyalist birikimin düzen içi sınırlarda eritil- mesine objektif olarak uygun düşecek çıkışlar neler olabilir?

1- Kurulacak bir partinin kendisini demokrasi hedefi ya da söyle- miyle sınırlı sayması. Bu politika Türkiye'de yaşamını sosyalist müca- dele ile anlamlı bulan insanların demokratlaşmasını istiyor. Bu politi- ka, önce tam demokrat olalım demektir. Önce demokrat olmak de- mek, çok açıktır; sonra da demokrat kalmak anlamına geliyor. Bu po- litika yeni kuşakları sosyalist değil, demokrat olarak kazanmak isti- yor. Bu politikayla yoğrulacak insanların ve kadroların, gelişmiş tam demokrasinin ötesinde bir düzenin neyi çözeceği sorusuna verecekleri yanıt olmayacak. İşkence mi var, tam demokrasi olmadığı için. İşçi- ler, çalışanlar her gün yoksullaşıyor mu, demokrasi eksik. Eğitim çık- mazda mı, demokrasi çözecek. Toplumun örgütlenme, yazma, konuş- ma hakları mı sınırlı, çare demokrasi... Bu politikayla yetişen kadrola- ra sosyalizm ile hangi sorunların çözüleceği nasıl anlatılacak? Evet, de- mokrasi için mücadele verilecek. Ancak biliyoruz ki Türkiye'de sosya- lizm olmadan bunlar ve diğerleri tam çözülmeyecek. Demokrasi bu ne- denle hep gündemimizde kalacak. Sosyalistler, liberalinden sosyal demokratına bu düzenin hiçbir siyasi temsilcisinin halkın sorunlarının bir tekine nihai bir çözüm bulamayacağını göstermek için demokrasiyi gündemde tutacaklar. Sosyalistler demokrasi mücadelesini sosyalizmin içerdiği biçimde ve sosyalizm mücadelesi içinde, gündemde tutacaklar.

Page 50: Gelenek09

49

2- Kurulacak partinin bir anti ANAP biçiminde formüle edilmesi ve en geniş muhalefeti kucaklaması düşünülen bir cephenin nüvesi ola- rak yorumlanması. Bunun yanlışlığı önümüzdeki aylarda bir kez daha en açık biçimde ortaya çıkacak. Yıllarca anti MC mücadelesini yürü- tenler, şimdi anti ANAP olduklarından, Demirel'in, Erbakan'ın, Tür- keş'in serbest siyaset yapabilmeleri için "evet" oyu kullanılmasını iste- yecekler. Dün MC vardı, şimdi ANAP. Bu ülkede daha birçok ANAP' lar olabilecek; sosyalistler "antihükümet" politikalarıyla soluklarını tükettikleri sürece... Antisi olunacak pek çok iktidar olacak bu ülke- de, sosyalistler hükümetlerin yıpranmalarından kendilerine pay almak, halkın hoşnutsuzluğuna ortak olmak yerine, bu hoşnutsuzluğu düzene muhalefete yürütecek kişilikli politikalar üretemedikleri sürece... Bu ise açıklanmamış bir toplumsal uzlaşmanın ön adımıyla, dincisinden sosyal demokratına düzen güçleriyle cepheleşme politikasıyla mümkün görünmüyor.

3- Açık ya da kapalı biçimlerde formüle edilsin, sosyalist düşün- cenin burjuva model içinde partinin tüm hacmiyle yer alabileceği pers- pektifine sahip olarak kurulabileceğinin düşünülmesi. Bu politikaya en başta karşı çıkmak, kapitalizmin iç kurallarıyla kurumsallaşmak "zo- runda" olan legal sol partinin yine bu düzenin kendisini yeniden üret- mesi aracı haline gelmesini önleyecek ve bunun zeminini ortadan kal- dıracak yegane yoludur. Teori kapitalizmin dışında, yapı ise bu ilişki- lerin içinde! Bu durum kaçınılmaz olarak maddi yaşamın belirlediği teorinin de düzen ilişkileri içinde ve ona yarar biçimlere girmesiyle so- nuçlanır.

Bu sonuncusu iki şekilde savunulabiliyor. Bir türü Halil Berktay'a ait. En açık o anlatıyor. Halil Berktay Türkiye'de sosyalistlerin legal parti platformunda yer almaktan başka çareleri olmadığı ve kitlelerle başka türlü bağ kurulamayacağı gerekçesiyle birleşik sosyalist parti kurulmasının aciliyetini vurguluyor. "Ve bu partinin süreç içinde Tür- kiye'nin sosyalizme geçişinde önderlik edecek bir öncü parti haline ge- leceğini" söylüyor. (Sosyalist Parti'de Parti İçi Demokrasi Paneli, 26 Temmuz 1986) Açık olarak yazılmalı. Legal parti platformunda yer almaktan başka çareleri olmayanların, yani düzenin yasallıkları sınırla- rına saygılı olmaktan başka, bunun ötesinde bir alternatif göremeyen- lerin, bir başka ifadeyle sosyalizme açık kitlelere bu sınırların ötesin- de hitap edememenin aczini yaşayanların Türkiye'nin sosyalizme ge-

Page 51: Gelenek09

50

çişine öncülük edecek bir parti oluşturabilmeleri mümkün değildir. Yi- ne açıklıkla yazılmalı: Türkiye'yi sosyalizme götürecek öncü partinin yalnız başına bir legal partinin örgütlenmesi sürecinden çıkabileceğini düşünmek, dahası bunu demokratikliğin, anti bürokratizmin, kitlesel- leşmenin güvencesi saymak mümkün mü? İki nedenle, mümkün görü- yorlar.

Birincisi, yine Berktay'ın kabullendiği gibi bir aczin ifadesidir. İkincisi ve sonuçları itibariyle kendi içinde daha tutarlı olanı ise, Uğur Mumcu'nun sözlerinde ifadesini buluyor. "Demokrasiden neyi amaçlı- yoruz? Demokrasiden o ünlü adıyla 'burjuva demokrasisini' amaçlıyo- ruz." Ve ekliyor: "(Bu düzende) bütün siyasi partiler örgütlenme hakkı- na sahiptir. Bütün dernekler, vakıflar, sendikalar... Demokrasi ve sosya- list parti tanımı da ancak böyle bir yelpaze içinde anlam kazanır." (De- mokrasi ve Sosyalist Parti Paneli, Saçak, Sayı 29)

Mumcu açıklıkla yazıyor: Burjuva yasaları sosyalizme açıktır, sos- yalizm bu sınırların dışına çıkılarak kurulamaz. Koroya Murat Belge de katılıyor: "Bu kurumların 'burjuva demokrasisi' diyerek küçümse- necek bir şey olmadığına inanıyorum." (Demokrasi ve Sosyalist Parti Paneli, Saçak, Sayı 29). Katılmıyorum, büyütecek bir tarafının olmadı- ğına inanıyorum. Önem sorununun ötesinde, sosyalist kimliğin Türki- ye sol hareketinin kişiliğinin erozyonuyla yakından ilgili olduğunu dü- şünmek gerekiyor.

Ne dünyada ne de Türkiye'de sosyalizm ülkeye "dikensiz gül bah- çesine girercesine" olmadı, olmayacak.

Yine, Mumcu'nun aksine, sosyalist kadroların "diken yolma" gö- revini üstlendikleri bir perspektifle yeni bir toplumun yaratılabileceği- ne inanmıyorum. Dahası, sosyalist kadrolarla İkinci Enternasyonal kavşağında kalmış Mumcu'ların aynı çatı altında hiçbir işi olmadığını düşünüyorum. (*)

Uğur Mumcu'nun yolu iç tutarlılığa sahiptir. Sosyal demokrasinin yolunu gösteriyor. Sosyal demokrasinin tutarlı savunusunu yapıyor. Yollar ayrı. Bir sosyalist parti tartışmasında yer alıyor olmasının, ken- (*) Dördüncü bir eğilim olabilecek, biraz da heyecanlı diğer bir yoruma göre, "Biz

ne kadar aptal olursak o la l ım iktidara geleceğiz". Plan, taktik, strateji... O halde bunlardan daha önemlisi var: Gündemde kalmak. Türkiye'yi değiş- tirmek için yaşanılan mücadele süreci ve bu süreç içinde gelişmek önemli de- ğil. Kendiliğinden değişen Türkiye'nin değişik sorunlarında gündemde kala- bilmek. Gündemde kalmak, etkilemek oluyor. Etkilemek, değiştirmek olu- yor. Değişmek, özü yitirmek olmamalı...

Page 52: Gelenek09

51

di çerçevesinin silikleşmesinden kaynaklanmadığını düşünmek için pek çok neden var ortada. Tüm bunların ötesinde bazı sınırlar içine "sıkıştırılan" örgütlenme modelinin, parti içi demokrasinin de güvence- si olabileceği, bu partide kitlelerin program yapması gerektiği savunu- luyor.

Kitlelere "Ey kitleler, titreyin ve kendinize dönün" mü diyeceğiz? Kitleleri program yapmaya çağırmakla anti bürokratizmi bağdaştıra- mıyorum. Kitleler program yapmaz. Benimser, onaylar ve uygular. Onaylamazsa, başka program oluşur, başkaları yapar. Önemli olan, kitlelere -bilinçli hareket edebilen ve kendi çıkarları doğrultusunda aktif olarak hareketlenebilen örgütlü kitlelere- kendi içlerinden prog- ram oluşturabilecek kadroları çıkarabilme inisiyatifinin yollarını açık tutacak bir örgütlenme modeli sunabilmektir. Sunabilmektir; çünkü bu kendiliğinden gerçekleşecek bir süreç değildir. Bu sürecin bilinçle işle- nen bir yanı mutlaka olmalıdır. Çünkü model oluşturma çabaları ve modelin bir anlamda çekirdeği, devrim öncesinde oluşturulabilmelidir. Bu sürece partileşme süreci deniliyor. Bir başka tanımı "alternatifin yaratılması" olmalı. Devrim öncesinde iktidar için örgütlenen, devrim sürecinde kitleselleşen ve kitlelerle organikleşen, örgütlü kitleyi kendi gerçek efendisi yapabilen bir alternatif olmalıdır. Gelecekte önemli olan, sol için ana sorun budur. Burada oluşturulacak olan partinin ni- teliği, bugün oluşma süreci tartışılan legal sol partinin niteliği ile sıkı sı- kıya ilişkilidir. İşte, legal sol partinin yeri ve anlamı buradan çıkacaktır.

Page 53: Gelenek09

52

''CEPHE''LER... GEÇMİŞ VE BUGÜN

Cemil VURMAZ - Fırat ÖZDEMİROĞLU

1980'li yılların ilk bölümünde sosyalist hareket son yirmi yılı "çö- zümleme" gücü açısından oldukça kısır bir dönem yaşadı. Sol, kendi dinamiğindeki sorunlar ile nesnel koşullar arasında ilişki kurmakta güç- lüklerle karşılaştı. Bugün bu sıkıntının yavaş yavaş ortadan kalkmakta olduğunu görüyoruz. Türkiye solu belli bir aradan sonra, elindeki bi- limsel çözümleme araçlarını (yavaş yavaş) siyasetin içerisine doğru çe- kebilir. Burada, Türkiye sosyalist hareketinin gerek teorik, gerekse si- yasal olarak üzerinde durması gereken bir sorunu işte bu çerçeve içeri- sinde incelemek istiyoruz.

Bu sorun sosyalist mücadelenin ülkemizdeki muhtemel özellikle- riyle, genelde demokrasi mücadelesi ve daha somut olarak -doğruluğu yanlışlığı, olanaklılığı olanaksızlığı bir yana- demokrasi mücadelesi- nin bir aracı olarak görülebilecek "cephe" olgusu arasındaki ilişkidir. Ele alınan konunun genişliği ve aynı oranda karmaşıklığı birçok tehli- keyi de beraberinde getirmektedir. Birincisi, her biri dallanıp budak- lanmış olan "faşizm", "demokrasi mücadelesi", "sosyal demokrasi", "sosyalist devrim", "burjuva demokrasisi" gibi olgular konumuz ile doğrudan ilişkilidir. Bu çeşitlilik ve söylenebileceklerin çokluğu her zaman, akademik bir çalışmanın sınırlayıcı cazibesine yol verebilir. Bu, özellikle kaçırmak istediğimiz bir kanal. İkincisi, sorunun özellikle 1917-44 arasında yoğunlaşan tarihi niteliğidir. Bu gibi durumlarda ta-

Page 54: Gelenek09

53

rihselliğin aşırı ölçülerde belirlediği bazı tezlere ulaşmak tehlikesi ge- nellikle gündeme gelir. Son olarak yukarıdakilerle birlikte, bir "teori- sizm"in, daha doğrusu güçlü bir "soyutlama merakı"nın, oluşturula- cak açılımları zorladığı görülebilir. Bu tehlikelerin önüne geçmek için elbette bir sistematik geliştirildi; ama her şeyden önce, Türkiye koşul- larını ve belli bir siyasal perspektifi merkeze koyduğumuzu bir kez da- ha vurgulamak istiyoruz.

Bir iki noktada da sözünü ettiğimiz sistematiğe değinelim. Dünya sosyalist hareketinde uzun yılların deneyimi sonucu, önemli oranda resmileşen, genel kabul gören birçok çözümlemenin ciddi tıkanıklık- lara yol açtığı, en azından yetersiz kaldığı hep söylendi. Bu kısırlığın nedenleri de az çok vurgulandı. Ancak her şeye rağmen elde bulunan "miras" bizim için kısırlıkların, tıkanıklıkların yanında gelişme dina- miğini de verdiği için, bazı zaafların ve yanlışların yanında önemli ka- zanımların da birikimi olduğu için ve nihayet her şeyden önce bir mi- ras, üstelik sahip çıkılması gereken bir geleneğin mirası olduğu için, esastır. Biz, boşlukta sallanan teoriler istemiyoruz. Biz, tarih dışı, hiçbir kalıba sığmayan keşifler istemiyoruz; ne de bir mirasın yarlığını tembelliğe ve kısırlığa mazaret olarak gösteriyoruz. Kısırlık ile özgün- lük heveslisi teorik zorlamalar arasında bir yol; doğrusu bu...

Söylediklerimize hemen ekleyebileceğimiz bir başka nokta da şu: Burada, öne sürdüğümüz çözümlemeleri gerek teorik, gerekse siyasi açıdan net, anlaşılır ve ayakları yere basan bir konuma oturtabilmek için, yıllardır Türkiye'de cephe kavramı üzerine yazılan, söylenen ve hemen hemen hiçbir şey açıklamayan teorik açılımlara fazla değinme- dik. Herşey bir yana, bir polemik için bile hiçbir anlam ifade etmeyen bu açılımların sadece kaynaklandıkları temele değinmemiz gerekiyor- du. Bunu yaptık.

"Cephe" sorunu üzerine burada ortaya koyduğumuz tezler, bir gereksinmenin giderilmesine yöneliktir. Ancak sözü edilen gereksinme içinde, özellikle cephe olgusunun ön plana çıkmasının hem Türkiye sosyalist hareketinin geneli, hem de onun içindeki belli kesimler açı- sından bazı nedenleri vardır. Bizi, kendi çalışmamızı ilgilendiren yan şudur: Hiçbir sorunda, ülkede, ülkenin herhangi bir üstyapısal kesitin- de, sosyalist hareketin geçmişinde-bugününde yer etmiş hiçbir sorun- da, işin içinden "biz şunu yanlış buluyoruz" türünden bir pişkinlikle davranılarak çıkılamaz.

Page 55: Gelenek09

54

Somut olana sinmemiş teorik soyutlamalar ve bunlara bağlı ola- rak eleştiriler her zaman mükemmel gözükürler. Şimdi burada, bugüne dek bu konuda söylenen bir tek tezi geri almadan, tersine tamamen onları temel alarak, gerçekten mükemmel hale getirmeye gerek duyu- yoruz.

Cephe konusunun gündeme gelmesine bir diğer neden de, Türkiye solundan kaynaklanmaktadır. Daha önce de vurguladığımız gibi, Tür- kiye solu güçsüzlüğün verileri ile hareket etmektedir. Türkiye'nin verili koşulları ile birlikte bu durum, "cephe" olgusunun daha bir önem ka- zanmasına yol açmaktadır. Kısacası geçmiş miras, devresel zayıflıklar ve nesnel koşullar bugün Türkiye solunda ister istemez, şu veya bu isim altında "cephe" denilen yapılanmanın bir ilgi odağı, hatta bir he- def (kimine göre gerçekleşmiş hedef) yapıyor. Sırf bu bile sorunun üzerinde durmak için bir nedendir. Bir şartla; akıntıya kapılmamak şartıyla...

Önce Tarih

Başlarken, yalnızca tarihe dayanan bir açıklamadan kaçındığımızı vurguladık. Ancak bu, üzerinde hareket edeceğimiz, ülkemiz koşulla- rına ve Türkiye soluna yönelik saptamalara ulaşırken bir netliğe, bir bütünlüğe ve hatta bir güvenceye sahip olmamızı sağlayacak belli bir tarihsel zemin çizme zorunluluğunu ortadan kaldırmıyor. Üstelik gerek bir kavram, gerek bir mücadele aracı olarak "cephe"nin iç gelişimini yakalamanın başka yolu da yok. Şimdi, anahatlarıyla bunu yapacağız.

Sorunun kökeni temel olarak işçi sınıfı hareketi ile diğer sınıf ve katmanları, bunların siyasi örgütleri arasındaki ilişkilerdir (bu ilişki mücadele olarak da anlaşılmalı). Bu ilişki, değişik tarih kesitlerinde değişik biçimler almış ve kendi gelişimi içerisinde değişik kurumsal- laşmalar, değişik yapılanma ve iktidarlar yaratmıştır. "İttifak", "cep- he" veya daha muğlak bir terimle "işbirliği" türü olgular, hep bu iliş- kilerin ürünüdürler.

19. yüzyılın ortalarından itibaren işçi sınıfının gerek nicelik, ge- rekse siyasi mücadele açısından ağırlığını hissettirmesi ile birlikte, bur- juva devrim süreçleri çok karmaşık bir yapıya büründü. Burjuvazi dev- rim ile karşı devrimi birarada yaşamak zorunda kalıyordu. Bu, cesaret

Page 56: Gelenek09

55

ile korkaklığın, kararlılık ile tereddütün, ilericilik ile gericiliğin iç içe geçmesi demekti. Ancak burjuvazi her zaman karşı devrimci bir statü- koya oturdu. Bu söylediklerimiz her şeyden önce bir soyutlamadır ve bu anlamda açıklayıcıdır, güzeldir. Ne var ki bu netliğe işçi sınıfı hare- keti çok sonraları ulaştı. 19. yüzyıl ortalarında, işçi sınıfı hareketi bu karmaşık süreci bizim ulaştığımız sonuçlardan yoksun olarak, ama dersler çıkararak yaşadı. Bu unutulmamalı.

Burjuva devrim sürecinde veya daha somut olarak burjuvazi ile iliş- kilerinde işçi sınıfı, bu yüzden belirgin bir mantığa sahip olamadı. Marx'ın o dönemdeki bütün çözümlemeleri bu durumdan etkilenmiştir. Marx, burjuvazi ile proletarya arasında uzlaşmaz karşıtlığı büyük bir coşkuyla selamlarken, gene de bıçağın keskin tarafını o anda varolan statükoya (aristokrasi) yöneltiyordu.

Konumuz açısından bunun önemi şudur: 19. yüzyıl ortalarında kısa aralıklarla gündeme gelen burjuvazi ile ittifak dönemleri doğru dü- rüst kurumsallaşmadan, çok acımasız bir kavgaya dönüşmüştür. Bu ne- denle dönemin pratiği, kapitalist toplumlardaki "devrim-ittifak", "de- mokrasi mücadelesi" gibi konularda çok önemli ama çok karmaşık bir deneyi miras bırakmış, bu mirasın ışık tutucu bir soyutlaması ise an- cak ve ancak 1903 sonrasında, bazı tutucu kalıpların kırılması ile müm- kün olabilmiştir.

1905'ten 17 Ekimi'ne (bir ölçüde sonrasına) dek geçen süre için- de, burjuva devrimlerinin dönüştürme ve devrimcileştirme açısından taşıdığı sınırlılığı kendi dinamiğinde bir kez daha ve çok belirgin ola- rak yaşayan Rusya'da ise sınıflar arası ilişkilere gerçekten bir katkı olan, bugün "ittifaklar" dediğimiz bir politika ortaya çıktı. Eşitsiz ge- lişme yasasının yarattığı ve gündeme getirdiği bu politika, tarihte ilk kez işçi sınıfını bir sınıflar arası işbirliğinde yedek durumundan öncü konumuna, yaptırım gücüne sahip duruma getirdi.

Yukarıda anlattığımız tarihi olguların sınıflar arası ilişkilerde özel- likle ortaya çıkardığı gerçek, "ittifak"ın yani sınıflar arasında bir mücadeleyi de barındıran işbirliğinin, mutlaka devrim sürecine dayanmak zorunda olduğudur. İttifak, sınıfları temsil eden örgütlerin birbirleriyle anlaşmalarından çok, bir statüko ve durgunluğa oturmayan bir sürecin, doğrudan sınıfların aktif eylemlerinin ifadesidir. Bu, ülke çapında bir bunalımdan, dahası bir devrimci durumdan kaynaklanır.

Page 57: Gelenek09

56

Önemli olan bir başka nokta da, ittifakın, iki ayrı sınıfın, yani işçi sınıfı ile yoksul köylülüğün basit ve eşit koşullarda anlaşması biçimin- de ele alınmasını engellemektir. İşçi-köylü ittifakını sıradan bir muka- veleden ayıran, işçi sınıfının, partisi aracılığı ile uyguladığı yaptırım- dır. İki saptamayı birleştirdiğimizde, ittifakın herşeyden önce iktidara yönelik olarak, örgütlü işçi sınıfının politik açıdan kendisi ile aynı öl- çüde organize olmayan ve daha amorf bir yapıya sahip kır emekçileri ile küçük burjuvazinin bazı kesimlerini sürüklemesine dayandığını söy- leyebiliriz.

İttifaklar sorununa ilişkin olarak söylenecekler elbette bu kadar değil. Ancak bizim burada yapmak istediğimiz, "cephe" olgusunun nereden kaynaklandığını göstermektir. Bu doğrultuda sürdürüyoruz.

1919'da Avrupa ve Amerika'da çok güçlü bir devrimci dalga hü- küm sürerken kurulan Komintern'in ilk yılları bu çalışmayı doğrudan ilgilendiren bir işleve sahip. Komintern'de özellikle 1919-20 yılları, yeni partilerin merkezcilerden koparak kurulması ile geçiyor. Ancak savaşın getirdiği yıkım ile iyice hareketlenen işçi kitlelerinin, bu par- tilerin kuruluşu ile birlikte eski örgütlerini bırakacakları beklentisi ger- çekleşmiyor. Hatta bu açıdan hayal kırıklığı yaratacak sonuçlar alını- yor. Güçlü bir devrimci bunalım sırasında işçi sınıfının sosyal demok- rat partilerin çatısı altında kalması, Komintern yönetiminin ve en baş- ta Sovyet liderlerinin uluslararası harekete yönelik politikasını etkile- yen faktörlerin başlıcası oluyor. Ama önce 1917-45 dönemi söz konu- su olduğunda, hep birinci planda ele alınması gereken bir göreve de- ğinmek gerekiyor: "Tek Ülkede Sosyalizmin Kurulması".

Bu dönemi incelerken "tek ülkede sosyalizm" olgusunu temel al- mamak demek, dönem üzerinde bir tek doğru çözümleme bile yapma- mak demektir. "Tek ülkede sosyalizm" mücadelesinin önemini vurgu- lamak yeterli değildir; bu mücadelenin birçok konudaki belirleyicili- ğinden söz etmek gerekir. Şimdi bu da moda oldu. Özellikle batıda birçok marksist, hatta kimi troçkistler gerek "eşitsiz gelişme yasası" gerekse "tek ülkede sosyalizm" olgusuna değinerek bazı şeylerin far- kında olduklarını hissettiriyorlar. Oysa çok iyi biliyoruz ki, böyle ko- nularda kaçamak formülasyonlar öldürücüdür. Ya açıkça "bu iş tek ül- kede olmaz" denmelidir, ya da sorunun hakkı verilip 70 yılın iç mantı- ğını anlamaya yönelik ilk ve önemli adım atılmalıdır.

Page 58: Gelenek09

57

Tek ülkede sosyalizmin savunulması olgusu da yeni partilerin, işçi kitlelerini sosyal demokrat çatı altında bıraktıkları sıra önem kazanı- yor. Komintern'in ilk yıllarında gündeme gelen "sınıf cephesi"nin (birle- şik cephe, tek cephe, işçi cephesi) ortaya çıkma nedeni konusun- da bu kadarı yeterlidir. Bu iki gerekçeyi temel alarak "sınıf cephesi" politikasını inceleyelim.

Batılı, başka deyişle gelişmiş kapitalist ülkelerde burjuvazi çok sarsıcı bunalım süreçlerinde bile, işçi sınıfını ve doğal ki bütün toplu- mu, sayısız ideolojik motif ile esir almaktadır. Elbette bu farklılaşmış yaklaşımın nesnel bir temeli bulunmaktadır. Kapitalist gelişimin uzun süreli bir karmaşık tarihi vardır. Bu tarih boyunca ve özellikle emper- yalist aşamada kapitalizm gerek ideolojik, gerekse iktisadi anlamda de- ğişik gruplar, katmanlar, hatta bireyler yaratmıştır. Burjuvazi açısın- dan, bu "entegre çeşitlilik" zamanla politik sezgi ve sınıf bilinci ile takviye edilmekte ve böylece bu çeşitliliğin çözülmeye yol açması en- gellenmektedir.

Kapitalist toplumun nesnel kriz dönemlerinde toplumsal hareket- liliğin sosyal demokrat, hatta muhafazakar, daha sonra ise faşist parti- ler ile kontrol altına alınmasını sağlayan işte budur. Kapitalist düzenin devrimci duruma karşı oluşturduğu bu barikatlar ancak ve ancak güçlü bir özne tarafından etkisizleştirilebilirdi. Olmadı... Finlandiya'da, Ma- caristan'da, Almanya'da, Varşova'da, gerçekleşen güçlü çıkışlara kar- şın, 1917 Ekimi 1944'e kadar tek başına yaşadı. Evet, batılı ülkelerde burjuvaziye büyük bir manevra kabiliyeti veren "emekçilere sus payı" olanaklarını, bu olanakların işçi sınıfı üzerindeki çirkinleştirici etkisi- ni, bunları ve diğer nesnel koşulları biliyoruz. Ama, başkalarının gücü- nü, atalet ve beceriksizliğe mazaret yapanları onaylamaya niyetimiz de yok.

Burada üzerinde durulması gereken önemli nokta şudur: Hareket- li işçi kitlelerinin bir devrimci durum sırasında sosyal demokrat örgüt- lerin etkisinde kalmaları, işçi sınıfı partilerini de ideolojik olarak etki- leyen bir durumdur. Ne kadar güçlü olursa olsun, bir parti sözü edilen olumsuzluklardan tamamen kurtulabilecek ölçüde izole değildir. Olum- suzlukların başında, devrimci dalgaya sosyal demokratların hakim ol- ması nedeniyle, gelişmelerin "demokrat" olarak tanımlanmaları ve "sosyalist iktidar" perspektifinin unutulması gelmektedir. Devrim sü- recinin burjuva demokratik yörüngede seyretmesi ve Batılı marksistle-

Page 59: Gelenek09

58

rin, Rosa Luxemburg da dahil olmak üzere, sosyalist devrim sürecini aşırı determinist bir mantıkla ele almaları, bugüne dek yaşayan bir olumsuz alışkanlık yarattı. Stalin'in "katıksız bir devrim hayali" diye tanımladığı bu alışkanlık, batılı partilerin, burjuva siyasi örgütleri ile tüm bir 20. yüzyıl boyunca sürdürdükleri ilişkileri de mantık olarak ne yazık ki belirlemiştir. "Cephe" olgusunu da...

1920'den Komintern'in VII. Kongresi'nde kabul edilen "halk cep- hesi" politikasına kadar geçen süre boyunca gündemde kalan "sınıf cephesi" hedefinin temel özellikleri şunlardır:

1) Cephe, kapitalizme karşı olan işçi kitlelerinin birliğini sağla- mada bir araç olarak öngörülmüştür.

2) Cephe, diğer sınıflardan kesin biçimde ayrılmayan işçi sını- fının kendi sınıf kişiliğini mücadele içinde bulmasını sağlayacak bir or- ganizasyon biçiminde değerlendirilmiştir.

3) Cephe, sosyalist devrime değil bir alternatif, onun önünde bir hazırlayıcı aşama olarak bile düşünülmemiştir.

4) Cephe politikası, parlamenter mücadelenin, burjuva demokrat olanaklardan yararlanmak gerektiğinin, hatta gerici sendikalarda da çalışma yapılmasının önemle vurgulandığı bir dönemde ortaya çıkmış- tır. Burada Lenin'le birlikte birçok liderin üzerinde durduğu nokta, iş- çi sınıfının sözkonusu kurumlarda hareketliliklerini sürdürmeleridir.

5) Cephe, sosyal demokrasi ile burjuvazi arasındaki bağların he- nüz çok organik bir öz taşımadığı sırada ortaya çıkmış, bu nedenle çok sınırlı da olsa sosyal demokratlarla işbirliği yapılmasını, tamamen gündem dışı bırakmamıştır.

6) Cephe politikası, ancak bir devrimci durum sırasında, kitleler- le ilişki açısından büyük olanaklar yaratacağı için hedeflenmiştir.

Birleşik Cephe Politikasının Sonuçları İlk söylenecek şey cephe politikasının, tek ülkede sosyalizm mü-

cadelesi açısından büyük önemi olduğudur. Belki birleşik cephe kendi özgün hedefleri açısından somut bir başarı elde edemedi. Hatta yuka- rıdaki gerçekler sözkonusu olduğunda ciddi bir başarısızlıktan bile sözedilebilir. Ancak birleşik cephe politikası, tam tamına tek ülkede sosyalizm kavgasının ruhuna ve felsefesine uygun bir çıkıştır ve bu anlamda uluslararası hareketin o yıllardaki en önemli hedefi ile çakış- maktadır. Bu nedenle tek cephe politikasının başarılı olup olmadığı

Page 60: Gelenek09

59

sorunu bizzat bu politikanın içsel gelişimi ile cevaplanamaz. Burada cephe kavramının ortaya çıkmasındaki tek nedenin "Sovyet Rusya'nın savunulması" olduğunu söylemiyoruz. Ne var ki önemli olan, bir tak- tiksel açılımın gerek ortaya çıkışında, gerekse uygulanmasında hangi temel sürece dayandığıdır. Daha önce de söylendiği gibi, hiç kimse 1917-44 yılları arasında tek ülkenin savunulmasının önüne geçen, bu- nun önemini azaltan bir uluslararası görev aramamalıdır. 1927'de Sta- lin herhalde böyleleri için olsa gerek, "devrimci, Sovyetleri savunan- dır" demek durumunda kalmıştır.

Troçkistler de dahil olmak üzere küçümsenemeyecek sayı ve et- kinlikte kesim "tek ülkede sosyalizm" yaklaşımından uzakta kaldıkları için, gelişen olayların dışında kaldılar. Bu tamam. Ancak tek ülkede sosyalizm politikası çevresinde ortaya çıkan birçok pratik sürecin -ki bunlara cephe politikası da dahildir- başka tehlikeleri inkar edile- mez.

Bir politika hangi koşullarda ortaya çıkarsa çıksın, karşıtları ile birlikte uç yorumcularını da yaratır. Bu bir kuraldır. Tersinden de ele alınabilecek bir kural. Bir politika uç yorumcularını da ortaya çıkar- madan varolamaz, etkin olamaz. Birleşik cephe politikasında da böyle olmuştur. Elbette kökleri 19. yüzyıla kadar uzanan bir "aşamacılık" merakı III. Enternasyonal'de ilk kez bu politika ile kurumsallaşabilme olanağı bulmuştur. Kaçınılmaz bir biçimde.

Zaten rüştünü ispat etmemiş olan Avrupa partileri devrimci duru- mun etkisizleşmesi ile birlikte kapılmaya başladıkları paniğe karşı, toplumdan soyutlanmalarına engel olacağına inandıkları bu politikaya sıkıca ve çok "sağ" bir konumla sarılmışlardır. Olanakları değerlendir- meyip cılız ve güçsüz kalındığı zaman, ya bir geleneğin ürünü olabile- cek bir dirençle ayakta kalınır ya da ilkeler, doğrular pazarlık masa- sında kaybolup giderler.

Tek ülkede sosyalizm mücadelesi sürerken, Batılı partilerin özellik- le işçi sınıfı içerisindeki yerlerini pekiştirmeye ve geliştirmeye yönelik bir operasyon olarak tanımlanabilecek sınıf cephesi, tüm sonuçlarına karşın gerekli bir politikaydı. Bir politika gerekliyse, ortaya çıkaracağı olumsuzluklara karşı etkisi sınırlı önlemler alınır, alındıktan sonra ise o politika, elbette bu önlemlerle birlikte, ama o önlemleri kaçınılmaz olarak güçsüzleştiren bir şekilde yürürlüğe girer. Tarihte yanlışın da içerilmediği hiçbir doğru politikanın olmadığı söylenmelidir. "Sınıf

Page 61: Gelenek09

60

cephesi" gündeme, yapacağı tahribat bilinerek getirilmiştir ve yine o tahribatla birlikte vardır.

Bu çerçevede, ortaya çıkan olumsuzluklara karşı bir oranda koru- nabilmek için büyük ölçüde Stalin'in etkinliğinde, temel olana karşıt süreçler başlatılmıştır. Bu nokta çok iyi kavranılmalıdır. Kavranılma- dığı takdirde, "sosyal faşizm", "sınıfa karşı sınıf” gibi sloganlaşmış politikaların da anlaşılması olanaksızlaşacaktır. Ve ne yazık ki bugün bu süreçler sözüm ona teorik bir çabayla çözümlenmeye çalışılıyor ve elbette olumlu bir tek açılıma ulaşılamıyor.

İtiraz edilebilir. Koskoca bir dönem tartışılmış, hâlâ tartışılan şeyler "sağ gidişe sol kulak çekmeler" olarak nasıl anlaşılabilir, diye sorulabilir. Oysa politikanın yasalarını başka türlü hatırlatmak müm- kün değil. Tek cephe politikası ile birlikte, sosyal demokrasi ile flört etmeye yönelik bir heves yeri göğü kaplıyor. Mekan, zaman uygun, herşey uygun. Oyunu bozmaya yönelik çıkış da bu yüzden aynı oran- da cüretkar oluyor: "Sosyal Faşizm" acaba Stalin'in "köylü" zihniye- tinin ürünü mü?

Sosyal demokrasi ile ilişkiler çalışmamızı yakından ilgilendirdiği için bu konu üzerine önemle durmaya çalışıyoruz. Önce şu: Sosyal demokrasiye yönelik "Sosyal Faşizm" nitelendirmesini bir kavram olarak ele alıp incelemek, bırakalım altındaki ideolojik kaygıları, yöntemsel olarak büyük bir yanlıştır. Bir kavram herşeyden önce süreklilik taşıması gereken ve nitelendiriciliğinin yanında açıklayıcı işlevi de olan bir mücadele aracıdır. Bugün her aklı başında solcu, sosyal demokrasiye sosyal faşizm yakıştırması ile yaklaşılamayacağını bilir. Bu ayrı bir şeydir. Ama Stalin de bu yakıştırmayı durup dururken, bağnazlık olsun diye ortaya çıkarmamıştır.

"Sosyal Faşizm" çıkışı ile Batılı sosyalistlere bazı uyarılar yapıldı: 1) Burjuvazi, sosyal demokrasi olmadan iktidarını sürdüremez.

Sosyal demokrasi diğer işlevleri bir yana, kapitalist sistemin dışına düşmesi muhtemel tepkileri düzenin içinde eritme, en azından dizgin- leyebilme beceri veya niyeti nedeniyle burjuvazi açısından "olmazsa olmaz" bir özellik taşır.

2) Sosyal demokrasi burjuvazinin hareketidir. İşçi tabanlı olma- sı bu gerçeği değiştirmez. Bu çok önemlidir. Herhangi bir politika yü- rütülürken, politikanın zararına olabilecek davranışlardan elbette kaçı- nılır. Ancak, şu veya bu politika adına kesenin ağzını hepten açıp, ör-

Page 62: Gelenek09

61

neğin sosyal demokrasiyi işçi sınıfı partilerinden birisi olarak değer- lendirmek, hiç de işçi sınıfı politikasını hayata geçirmek değildir, baş- ka şeydir. Yapılan uyarı buna yöneliktir.

3) Sosyalistler sosyal demokratlarla aralarındaki ayrımları, sınıf karşıtlığını kitlelere de anlatabilmek zorundadırlar. Ayrım noktaları törpülenmeye, "biz birbirimize benzeriz"den başka propaganda yapıl- mamaya başlanırsa, yukarıdaki uyarı da haklılık kazanır. İşçi sınıfının, "benzerler arasındaki" tercihini sosyal demokratlar lehine yapması için bir sürü neden vardır. En iyi sosyal demokratlar, sosyal demokrat- lardır.

4) "Sosyal Faşizm" saptamasının yanı sıra "tek işçi partisi biziz" tezi de öne sürülmüştür. Bu da, başkalarını onurlandırmaktan kendi kıymetlerini unutan ve garip bir aşağılık kompleksi içerisine girenlere yönelik anlamlı bir uyarıdır.

Bütün bunlardan sonra Stalin'i sosyal demokratlarla faşistleri aynı kefeye koymakla suçlamak saçmalıktır. Sorun, sosyal demokrasinin olumlu sınıf karşıtlarını dışarı vurarak, burjuvazinin sınıf hareketi ha- line geldiği süreci anlayabilmektedir. Bunun dışındaki hiçbir yaklaşım doğru olmayacağı gibi, bugünkü sosyal demokrasinin rolünü anlamamı- za da engel olacaktır.

Sınıf Cephesi'nden Halk Cephesi’ne

Birleşik cephe politikasından gerek amaç, gerekse yapısal olarak çok farklı olan "halk cephesi"ne geçmeden önce bu farklılığın temeli olan "dünya nesnelliğindeki değişikliklere" değinmemiz gerek.

Komintern 1920'lerin sonuna doğru yeniden yükselen devrimci dalga nedeni ile, daha "sol" bir politika izlemeye başladı. Ancak gerek birikim, gerek kadro, gerekse program açısından birçok eksiklikler taşıyan Batılı partiler devrim sürecini gene yakalayamadılar. Bu açı- dan, diğerlerinden daha fazla olanak ve güce sahip olan AKP de çok karmaşık nedenlerin iç içe geçmesi sonucu başarısız oluyor ve bilinen Hitler dönemi başlıyordu.

Bunların dışında, halk cephesinin gündeme gelişi ile ilgili olarak anımsatılması gereken kimi noktalar şunlar:

1) Faşizm ilk elde devrimci harekete karşı, yani bir devrimci durumu burjuvazinin kesin yenilgisi ile taçlandırmak isteyen işçi sı-

Page 63: Gelenek09

62

nıfı partisine karşı olduğu için faşizmdir. Faşizmin anti-komünist özü her zaman ön planda tutulmalıdır.

2) 1930'lar evrensel zeminde hem burjuvazi hem de işçi sınıfı açısından politik çeşitliliğin arttığı bir dönemi simgeliyor. 1920'lerin sonunda başlayan iktisadi bunalım ve emperyalist ülkeler arasında de- rinleşen çıkar çatışmaları, ülkelerde çok değişik politik kurumsallaş- maları ve güçler dengesinin eşit olmayan bir dağılımını yarattı. Daha açığı, kapitalist dünya tek ve belirgin bir süreç görüntüsünü iyice kay- betmiş oldu. Bu durum tek tek ülke devrimcilerinin farklı politik he- def ve araçlarla donatılmalarını da beraberinde getirdi. Sözü edilen bu farklılaşma, Komintern'in 1943'teki dağıtılma kararına kadar va- ran bir sürecin başlangıcıdır.

3) Uluslararası sosyalist hareket bir avuç kişiden ibaret bir ekip tarafından mutlak bir biçimde idare edilmiyordu. Hiç kuşku yok Sta- lin önderliğinde Sovyet yönetimi büyük bir otorite ve yaptırım gücüne sahiptiler. Ancak gerek Komintern'in, gerekse onun üzerinde yükseldi- ği partileri iç çelişkileri olmayan, eşitsizliklerden nasibini almamış yekpare bir gövde olarak düşünmemek gerekir.

Halk Cephesi'nin Ayırdedici Yanları

1) Halk cephesi Kremlin'de yaratılan bir politika değildir. Nes- nel zorunluluklar ile Batı Avrupa partilerinin içsel gelişimi arasında gerçekleşen bir çakışmanın ürünüdür. Bu ürün Komintern tarafından onaylanmıştır.

2) Uluslararası harekette, I. Savaş ve sonrasındaki ileri hedef- ler, öznel yetersizlikler ve bu öznel yetersizliklerin de katkısıyla deği- şen nesnel koşullar nedeniyle terk edilmiştir. Bu yüzden, bir kural olarak, "halk cephesi"ne atılması zorunlu bir geri adım olarak bak- mak gerekir.

3) Halk cephesi kâğıt üzerinde iktidarın ele geçirilmesini unut- mayan, ama pratikte iktidardan (belli bir süre) vazgeçilen, zaten ikti- dara yönelik mücadele araçlarını da geri plana iten bir politikadır.

4) Halk cephesi Komintern'de 1935'teki Kongre ile resmileş- miştir. Bu kongrede vurgulanan ana tema "yeni bir savaş tehlikesi" dir. Halk cephesi tek tek ülkelerin dış politikasına birçok yönden bağımlı bir açılımdır.

Page 64: Gelenek09

63

5) Yukarıdakilere bağlantılı olarak, halk cephesi politikasının en önemli özelliği olan sosyal demokrasi ile iyi ilişkiler, daha çok Al- man yayılmacılığına karşı olan ülkelerde can alıcı bir sorun haline gel- miştir. Herhangi bir barışçı dönemde sözü bile edilemeyecek diyalog yolları, emperyalist ülkeler arası çıkar çatışmaları nedeni ile (elbette sınırlı ölçülerde) açılmıştır.

6) Kitle ilişkileri sözkonusu olduğunda, halk cephesi politikası- nın en belirgin özelliği propaganda yöntemlerinde olabildiğince libe- ralleşmektir. Güçlü nesnel olanaklar sırasında işçi kitlelerini sosyal de- mokrasiye, hatta faşizme kaptıranlar, daha sonra nesnel koşullar da el- verişliliğini yitirince, daha rahat kabul göreceğine inandıkları "demok- rat" propagandaya ağırlık vermişlerdir.

7) Halk cephesi, güçsüzlük ve zaafın yol açtığı bir politikadır. 1933 sonrasında savaş ve faşizme karşı mücadelenin yürütülmesi batıda ancak halk cephesi yardımıyla mümkün olduysa, bu, cephe politikası- nın evrensel doğruluğundan değil, eldeki potansiyelin kısa sürede daha fazlasına izin vermemesindendir.

8) Birleşik cephe ile halk cephesinin sınıfsal tabanları da tama- men farklıdır. Birleşik cephe, işçi sınıfının cephesidir. Halk cephesin- de ise bu taban orta katmanlara dek genişletilmiştir. Bu da pratikte "tekelci burjuvazinin bazı kesimleri"nden bile medet uman bir kimliğe bürünmüştür.

9) Halk cephesi gerek geniş kitlelerde, gerekse devrimci militan- larda çok ani bir alternatifsizlik sonucu düşülen panik ortamında geliş- tirilmiştir. Açıkça, Batılı devrimciler faşizmin beklemedikleri yükseli- şi karşısında burjuva demokrat güneşi keşfetmişlerdir. Cephe politika- sı yürütülürken özellikle bu psikolojiye hitap edilmiştir.

10) Halk cephesi politikasının organize edilmesinde büyük katkısı olan Dimitrov da dahil olmak üzere, Komintern'in bütün yöneticileri cephe politikası ile "sağ sapma" tehlikesinin daha da artacağını vurgu- lamışlardır. Daha önce de vurgulandığı gibi, bir politika her zaman ge- tireceği tehlikeler ile beraber vardır ve bunlar politikanın kendisinden kaynaklandığı için önlerine geçilmesi çok güç olan tehlikelerdir.

11) Halk cephesi sözkonusu bu özellikleri nedeniyle, evrensele uzanabilen bir teorik soyutlamaya açık bir politika değildir. Zaman ve mekan boyutunun geri plana itildiği bir cephe çözümlemesi, berabe- rinde her zaman çok geri bir programı ve mücadele araçlarını da sosya- list mücadeleye sızdıracaktır. Cephe politikasının ortaya çıkış nedenle-

Page 65: Gelenek09

64

ri vurgulandıktan sonra, bir soyutlama olarak söylenebilecek son söz şudur: "Cephe, savunma durumundaki işçi sınıfının, eşitler arasında birinci olmayı umduğu, ama bunun güvencelerine baştan sahip olmadı- ğı bir birlikteliğin içinde yer almasıdır".

Bugün bir fetiş haline gelen "birlik", "cephe" gibi araçların ger- çekte ne kadar cazip olduğu ancak reel olarak cephenin iç tarihinde gözlenebilir.

Bilindiği gibi halk cephesi politikası en etkin biçimde Fransa'da ve belli özgünlüklerle İspanya'da yürütüldü. Fransa'nın II. Dünya Sava- şı öncesi konumuna ilişkin en özlü saptama şudur: Savaş öncesi SSCB' ne karşı haçlı seferinin oluşturulmasında en kararsız ülke Fransa ol- muştur. Bunun önemi ne midir?

FKP'nin o yıllardaki lideri M. Thorez, Fransa'da halk cephesinin en önemli misyonunun faşist devletlerin karşısında olmak ve SSCB ile iyi ilişkiler sürdürmek olduğunu söylüyor. Bu çok önemlidir. Böylesi bir politikayı en azından gündemde tutan bir oluşumun, kısa bir süre için de olsa hükümet olması daha da önemlidir. Ama halk cephesinin ülke içinde kalıcı bir demokratizasyon politikası yürüttüğü ve böyle bir politikayı temel görev saydığı fikrine katılmak mümkün değildir. Fran- sa'da halk cephesi hükümeti döneminde kısaca şunlar yapılmıştır:

En başta ücretler ve çalışma koşulları iyileştirilmiştir. Ancak ödünler tek taraflı değildir. O dönemde işçi sınıfı içerisinde büyük bir saygınlık ve otoriteye sahip olan FKP'nin de bilinçli politikasıyla, sı- nıf mücadelesinin bazı araçları iptal edilmiştir. Halk cephesi dönemin- de atılan geri adımların yalnızca günlük politika ile ilgili olduğu da sanılmamalıdır. FKP o yıllarda açıkça burjuva kültür ve burjuva demokrat mirası savunmuştur. Kendi hedef ve ideallerinin faşist ideoloji ile rekabet edemediği gerekçesi ile yürütülen bu propaganda yönteminin ektiği olumsuz tohumlar bugün dikkatle incelenmelidir.

Halk cephesinin hükümet olup iktidar olamadığı dönemin özellik- leri bu kadar değildir. Ancak yukarıdakilere ek olarak bunun bir "etki- leme", "denetleme" hükümeti olduğunu söylemek yeterlidir. Bu söy- lenenlerin en güzel kanıtı, halk cephesi propaganda ve etkinliklerinin, hükümette veya muhalefette olmaya bakmaksızın değişmez olarak kal- masıdır. Bu değişmezliğin en büyük nedeni ise halk cephesinin taban- dan gelen denetimi bir türlü oluşturamamış olmasıdır. Oluşturulamaz- dı çünkü, cephenin faaliyetleri büyük ölçüde dış politikanın bir türevi olarak ortaya çıkıyordu.

Page 66: Gelenek09

65

Halk Cephesi'nin Pratik Sonuçları

1) Halk cephesi tek ülkede sosyalizmin savunulması döneminin belki de en hassas kesiti olan 1935-45 yıllarında, dünya sosyalizminin güçlenmesi için tartışılmayacak bir yardımda bulunmuştur. Cephe'nin diğer sonuçları üzerinde, bu gerçeğin her zaman hakim bir konumu olacaktır. Bu anlamda halk cephesi politikası ile amaçlanan gerçekleş- tirilmiştir. Elbette uluslararası görevler sözkonusu olduğunda.

2) Halk cephesi dönemi, doğuşundan bu yana Menşevik-Bolşevik ayrışmasını hakkını vererek gerçekleştiremeyen Batılı sosyalistlerin bu ayrışmayı tamamen unutmalarına, ayrım noktalarının ise iyice silikleş- mesine neden olmuştur.

3) Çok özgün koşullarda etkin araç ve konumların terk edilmesi ve mücadelenin geri bir mevzide sürdürülmesi, özgün koşulların orta- dan kalkması ile, öngörülen geri hedeflere bile ulaşamama sonucunu doğurmuştur.

4) Halk cephesinin, geri bir politika olmasına rağmen bir zorunlu- luktan kaynaklanması, Batılı partilerde gelenekselleşen oportünizme karşı birçok haklı çıkışın güdük kalmasına da yol açmıştır. Üstelik çok talihsiz koşullarda doğan bu itirazlar hem anlayış, hem de kadro olarak uluslararası hareketten uzaklaştırılınca, bugüne uzaması olası bir mücadeleci birikim güçlenemeden yok olmuştur. Koşullar sağ po- litikayı gerektirince, çok farklı itirazları olan troçkistlerin yanında, gerçekten saygı duyulması gereken birçok diri unsur da tarihin dışına düştü. Bunun sonucu olarak da, sağ liderlik anlayışı Batılı partilere yerleşti.

Halk Cephesi'nin Teorik Sonuçları

1) Riski olmayan, cesaret ve atılganlığa, yani öznel müdahaleye yer vermeyen, ciddi bir karşı devrim tehlikesini içermeyen devrim sü- reci beklentisi, marksist teoride bu dönem sonunda kalıcı bir yer edin- miştir. Bu, öznel faktörün gözönüne katılmadığı bir "nesnel olgunluk" analizinin olanaklı olduğunu savunmaktadır.

Page 67: Gelenek09

66

2) Halk cephesi geleneğinin teorik düzlemde yaptığı bir diğer tahribat da, çağımızda burjuva demokrasisinin tekelci burjuvazinin çıkarlarına hizmet etmediği yolunda bir "geri" teze yol açmasıdır. Bu nedenle bazı partiler, halk cephesi dönemlerinden itibaren faşizme al- ternatifi sosyalizmin değil burjuva demokrasisinin oluşturabileceğini vurgulamaktadırlar.

3) Sosyal demokrasiyi mutlaka bir yedek olarak tanımlama alış- kanlığı da bir başka olumsuzluktur. Sosyal demokratların hükümet po- zisyonunda uzun süre kalamamaları bu yargıyı kesinlikle haklı çıkar- maz. Sorun burjuvazinin siyasal temsilcilerinin bir çeşitlilik içerisinde tüm sistemi denetleyebilmeleridir. Bu nedenle sosyal demokrat parti- lerin muhalefete kaldıkları sürede burjuvaziye sunduğu olanaklar unu- tulmamalıdır.

4) Halk cephesinin sonuçları sözkonusu olduğunda, Doğu ve Or- ta Avrupa, bu arada İspanya deneyimlerinin de üzerinde durmak ge- rekir. Bu deneyimler aslında savunma ekseni üzerinde yükselen cephe- lerin şu veya bu nedenle iktidar sürecine girmesi nedeniyle önemlidir. Ayrıca bu deneyimlerin varlığı, bugün devrim sürecinde mutlaka bir "cephe" oluşumunun gerektiği saplantısının yerleşmesine yardım et- miştir.

Orta ve Doğu Avrupa'da Alman ve İtalyan işgalinin demokrat güçleri birleştirici etkisi ve bu birlikte sosyalistlerin rolü tek başına fazla şey açıklamaz. Dışsal faktör Sovyet Ordusu'nun Doğu Avrupa taarruzu yalnızca Hitler'in sonunu getirmekle kalmamış, birçok ülkede varlığı ancak partizan birliklerinin onurlu direnişi ile hissedilen "cep- he"lerin iktidar yolunu da açmıştır, önemli olan budur.

Bu ülkelerde devrim sürecinde sosyalistlerin yanında yalnızca kır emekçileri değil, sosyal demokratlar ve bazı Hıristiyan güçler de yer almıştır. Buna en büyük neden, bu ülkelerde doğal olarak sosyalist devrimin karşısında olan sınıf güçleri ile işçi sınıfı ve devrimci demok- ratlar arasında bir çatışmanın ülkenin kendi iç dinamiğinde daha tam yükselmediği bir sırada iktidarın önemli bir sıçrama ile ele geçirilmiş olmasıdır. Bütün sözü edilen ülkelerde gelişme aynı rotayı izlememiş- tir. Örneğin Bulgaristan'da daha baştan sosyalist devrime yönelinmiş, diğer bazılarında bu daha sonra gerçekleşmiş, gene bir bölümünde sos- yalist devrim bazı kamburlardan halen kurtulamamıştır.

Page 68: Gelenek09

3) Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde sosyalizme geçişin "cephe" oluşumu ile birlikte gerçekleşmesi ve haliyle bir aşamalı karakter ka- zanmasına evrensel bir nitelik yakıştırmak olanaksızdır.

4) İspanya'da ise "halk cephesi" hükümeti, cepheyi oluşturan sı- nıf ve örgütlerin çeşitlilik ve karmaşıklığı nedeniyle belirgin bir siyaset ve program oluşturamamış, birlik zorunlu tartışmalar ile sarsılmış ve sonuçta Franco kuvvetlerine yenilmiştir. 20. yüzyılın yazdığı en bü- yük uluslararası dayanışmalardan birisine sahne olan İspanya İç Sava- şı, cepheler ile iktidar yolunun ne ölçüde açılacağı konusunda trajik bir örnektir.

Bugün

Uluslararası harekette cephe sorunu bugün daha değişik biçimler- de kendisini göstermektedir. Yanılgılar, hastalıklar elbette aynıdır. An- cak II. Dünya Savaşı sonrası gelişmeler, farklı yaklaşımları kaçınılmaz kılmıştır. En başta, Batı Avrupa'da "faşizm ve savaş" gibi çok somut ve varolan bir tehlikeye karşı geliştirilen, bu somutluk nedeniyle et- kinliği olan "demokrasi güçlerinin eylem birliği" bugün aynı motifler- le ayakta durabilecek durumda değildir. Avrupa'nın gelişmiş ülkelerin- de her tarafta gericilik kol gezse de, bir faşist darbe tehlikesinden söz- etmek olanaksızdır. Savaş tehlikesi ise, tüm sıcaklığına karşın, batılı kitlelerde başka sorunlarla birleştirilen, somut bir programa oturan bir tepkiden ziyade, soyut, hatta mistik bir biçim taşımaktadır. Bu soyut- luk, elbette batılı sosyalistlerin program ve perspektiflerine yansımış, anti-faşist halk cephesi yerini bir türlü anlam kazanamayan, anti-te- kelci demokratik düzene bırakmıştır.

Azgelişmiş ülkelerde, özellikle Latin Amerika'da ise, iktidara yö- nelik devrimci mücadele cephe örgütlenmesi temelinde yürütülmekte- dir. (*)

Şimdi, klasik cephe oluşumu ile günümüzdeki mücadele araçları arasında kurulacak bir analojinin içereceği yanılgılara değinmekte ya- rar var. İlk adım klasik cephe ile klasik faşizm arasındaki belirleyici iliş- kinin açıklanmasıdır. Klasik cephe, klasik faşizm ve onun politize edil- miş soyutlaması olmadan var olamaz. Var olmamasının birçok nedeni vardır.

(*) Bu, ayrı bir çalışmanın konusudur.

67

Page 69: Gelenek09

68

Klasik faşizm, ideolojik ve politik araçlarla faşist demogojinin sü- rüklediği güçlü bir kitle tabanı ile birlikte vardır. Neo-faşizm'de ise, yalnız iktidar olarak değil, burjuva parlamenter sistemin işlediği siya- sal sistemdeki bir faşist partide de böylesi bir kitle tabanı kesinlikle yoktur. Farklılık, olağanüstü önemlidir.

1) Günümüzde faşist iktidarlar sırasında aktif bir kitle tabanının oluşmaması diğer burjuva partilerine bu iktidarlar sırasında önemli iş- levler yüklemektedir. Klasik faşizmde görülen devlet-parti tekleşmesi, burada faşist iktidarın, artık gelenekselleşmiş tabanlara sahip diğer burjuva partiler ile takviyesi (bunun ölçüsü, biçimi, meşruluğu elbette ülkeden ülkeye değişir) biçimini almaktadır. Bu da, neo-faşist iktidar- ların bazı burjuva demokrat kurumlarla iç içe yaşayabilme olanak ve zorunluluğu anlamına gelir.

2) Klasik faşizm de elbette devlet içinde boy atmış bir olgudur. Ancak günümüzde faşist iktidarların devlet içinde boy atmak eğilimle- ri geçmişle karşılaştırılamayacak ölçüde artmıştır. Ve bu devlet doğal- dır ki, bugün tuzu kuru solcuların elinde fetişleştirilen burjuva demok- ratik kurumları da kapsamaktadır. Bu kurumlar da sanıldığının tersine, ilerici güçlerden daha çok, faşist hareketin meşrulaşmasını sağlamak- tadır.

3) II. Dünya Savaşı sonrası kapitalist sistem daha koordine ve çok çeşitli araçlarla donatılmış olarak varlığını koruyor. Sistemin topye- kün gericileşmesi, bu bütünlüğün de gericileşmesi anlamına gelir. Belki dönem dönem, özgün koşullar nedeni ile "her ne pahasına olursa olsun sistemde gedik açmak" gündeme geldi, gelecek. Ancak sosyalist hare- ketin gerçek bir gelişme dinamiği olan herhangi bir yerde böylesi ara- yışlar her zaman ihanet ve yıkım getirecektir.

Burjuvazinin gerici olmayan kesimlerini içine almaya çalışan ve sosyalist devrim perspertifini barındırmayan cephe mantığı artık basa- cak toprak bulamamaktadır. Ancak ne var ki halk cephesi dönemi fii- len ve gerekçe olarak bitmesine karşın, kâğıt üzerinde halen varlığını sürdürmektedir.

Türkiye'de Cephe

Siyasi mücadeleyi geri mevzilerde sürdürme olgusu, Türkiye sözko- nusu olduğunda bir dönemsel zorunluluğu değil, doğuşundan bugüne

Page 70: Gelenek09

69

dek Türkiye sosyalist hareketinin içsel ve gelenekselleşmiş bir niteliği- ni simgelemektedir. Türkiye sosyalist hareketi, II. Enternasyonal döne- mini etkinliği çok sınırlı ve dernek özelliğini aşmayan birkaç kümelen- me ile geçirmiştir. Doğumu temel olarak 1917 sonrasına denk düş- mektedir. Yani batıda bir kopma ve ayrışma yaşanırken bizde sol mü- cadele yeni yola koyulmaktaydı. Tek ülkede sosyalizm mücadelesinin özelliklerine, Türkiye'nin de eklenmesi gereken bazı özellikleri vardır. Sosyalizmin ilk ülkesine komşu olması, bir burjuva demokratik devri- min öz olarak olmasa bile anti-emperyalist bir biçime dönüşmesi gibi... Bu koşullarda, bir sosyalist kadrolaşmanın güçsüz doğacağı açıktır.

Burada asıl üzerinde durulması gereken konu Türkiye burjuvazisi- nin güçlü sezgileridir. Türkiye burjuvazisi, tek ülkede sosyalizm döne- mini en az sosyalistler kadar iyi kavramış ve gerekeni kendi hesapları içerisinde yerine getirmişlerdir. Bu arada Türkiye soluna da MDD mik- robu bulaşmıştır. Kısacası, Türkiye solu için "en geniş demokratik güçlerin eylem birliği" yeni bir şey değildir.

60 sonrasında söz konusu gelenek, en arı ifadesini 71 öncesinden çok, daha sonraki "Ulusal Demokratik Cephe"de bulmuştur. CHP'nin ulusal burjuvazinin temsilcisi olarak yer aldığı "cephe", klasik cephe tanımına bir hayli yakın özellikler taşımaktadır. En başta, bu cephe bir devrim sürecinden mümkün olduğunca uzak tutuluyor ve değişik- lik isteyen (!) faşist MHP'ye karşı "birşeyleri" savunan ve kollayan de- mokratik güçlerin tek çatı altında toplanmaları olarak anlaşılıyordu.

UDC bu dayanıksız teorik ve cılız siyasal açılımlarına karşın, bir dönem Türkiye'de çok tartışıldı. Tartışılmasını TKP'nin özellikle genç- lik ve demokratik kitle örgütleri aracılığıyla yaptığı yatay çıkış ile açıklamak büyük bir yanılgıdır. Tam tersine, TKP'nin o yıllardaki et- kinliği, burjuvazinin CHP kartını Türkiye sosyalist hareketine karşı sürmesi ile çakıştığı, daha doğrusu çakıştırıldığı için UDC hiç haket- mediği bir güncellik kazanmıştır.

UDC gerçekleşmedi, gerçekleşmesi için ciddi bir çaba da gösteril- medi. Sadece bir dönem, kimi siyasi çizgilerin mantığını çok iyi ifade etmiş oldu.

Ülkemizde cephe mantığının genel kabul gördüğü bir diğer kesim de devrimci demokratlardı. Kökeninde cuntacı eğilimleri de barındıran "halk kurtuluş cephesi" formülasyonu, zamanla artan ölçülerde devrim- iktidar perspektifini kapsayan ve işçi sınıfı partisinin işlevlerini yükle-

Page 71: Gelenek09

70

nen bir özelliğe kavuştu. Devrimci öncüyü, çeşitli sınıfların temsilcisi hareketleri içinde barındıran bir yapıya indirgemek, ittifaklar politika- sının karşısına bu yapıyı çıkarmak, Türkiye solunun yalnızca tarihsel gelenekleri sonucu oluşan bir yanılgı değildir. 1960 sonrası azgelişmiş ülkelerde cephe iktidarlarının parlaması, Türkiye'de kapitalistleşmenin boyutlarını ve sistemin ideolojik-politik zırhını kavrayamayanları mut- laka etkilemiştir. Ancak "kurtuluş cephesi" de UDC gibi, bir gerçeklik haline gelememiştir.

Bugün durum daha açıktır. Geleneksel solun, bu kavramı en hak etmeyen partisi, bütün bir geleceği, sosyal demokrasi ve diğer "ulu- sal" (!) güçlerce yapılacak bir işbirliğine terketmiştir. 12 Eylül'ün ba- şından bu yana MHP dışında hemen hemen bütün burjuva parti ve kadrolarına davetiye çıkaran bu anlayışın bugün vardığı nokta biliniyor.

Bugün ve Yarın

Türkiye sosyalist hareketinin, yakın bir gelecekte karşısına çık- ması olası kimi görevlerle karşı karşıya olması, bu görevlerin ve bu görevlerin yerine getirilişinin somut bir biçimde sergilenmesi zorunlu- luğunu da beraberinde getirmektedir.

Türkiye sosyalist hareketinin şu andaki iç dinamiği, bir ayrışım sürecini, gerek teorik, gerekse örgütsel boyutu ile birincil sorun olarak gündemde tutuyor. Buradaki ayrışma, bir "sol"a dönüş ile eş anlamlı bir ayrışma olacaktır. Bu ayrışmada olgunluk aşamasından henüz ol- dukça uzak olunduğu da bilinmelidir. Ayrışma asıl gücünü "teorik ve örgütsel" bazından alsa da, kendi kimliğini siyasal pratiğin bizzat içeri- sinde göstererek kazanacaktır.

Ayrışma süreci en somut sıçramayı her zaman bu siyasal pratikte gerçekleştirir. 1903 ayrışmasını Rusya'da önemli kılan II. Kongre'nin kendisi değil, daha sonraki yıllar ve en fazla 1917 Ekimi olmuştur. Ayrışma önce mutlaka teorik ve örgütsel boyutu ile yaşanmış, bunu takiben siyasal mücadele pratiğinde tescil edilmiştir.

Türkiye'de şu anda bir süredir depolitize kimlikleri ile varolan işçi kitleleri siyasal açıdan duyarlı hale gelmeye başlamışlardır. Burjuvazi siyasal yaşantıyı tek merkezli bir işlerlilikten çıkarmak zorunda kal- mıştır. Zaten, ordu başta olmak üzere devlet kurumlarının sistemi tek başlarına ayakta tutmaları daha fazla (riski olmayan bir biçimde) ola- naklı değildi. Bu nedenle Türkiye'de depolitizasyon, sürekli olarak si-

Page 72: Gelenek09

71

yaseti besleyen bir nesnellik ile beraber gitmektedir. Bunun sonuçları ise ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu, sosyalist hareket açısından büyük bir önem taşımaktadır. Burjuvazinin kendi öznel niyetlerini uygulaya- bilme şansı sınırlıdır. Bu durumda oldukça geniş bir sınıfsal-ideolojik yelpazede yer alan kesimler (elbette burjuvazinin herhangi bir kesi- mini katmıyoruz) belli bir hareketliliğe doğru gitmektedirler. Bu hare- ketin yaygınlığı konusunda hayalci olmamakla beraber, Türkiye sosya- list hareketi için yaratacağı olanakların iyi değerlendirilmesi gerek- mektedir. Burada hareketin aldığı biçim, görüntü ya da isimden çok, sürecin kendisinin taşıdığı öz bizi ilgilendirecektir, önemli olan hare- ketlenen kesimlerdeki siyasal, teorik yanılgılar değil, bu kesimin sosya- lizm mücadelesinde nasıl bir yol açıcı işlev gösterebileceğidir. Sosyalist teori, şekilsiz bir hareketlilikteki teorik yanılgıları çok fazla önemse- yecek denli mütevazi olmamalıdır.

Page 73: Gelenek09

72

GORBAÇOV VE SOL

Cemal HEKİMOĞLU

1980'li yılların başı, azgelişmiş ülkelerde yükselen devrimci dalga- nın geri çekilmesiyle birlikte, dünya devrim sürecinin gözle görülür bi- çimde durağanlaşmasına tanık oldu. Belli bir canlılık düzeyini tuttu- ran az sayıdaki ülke ve bölge sözkonusu olduğundaysa görülen, bura- lardaki etkinliğin çok büyük oranda işçi sınıfının dışındaki marjinal kesimlerin denetimine geçmiş olduğudur.

Yaşanan durgunluk kimi öznel ve nesnel etkenlerin saptanmasını gerektiriyor. Bu, sol içi bir değerlendirme olacaktır. Atılacak ilk adım solun bugünkü görüntüsünü çizmektir. Bu çabaya girildiğinde ilk göze çarpan olgu, bir bütün olarak dünya solunun olağanüstü bir çeşitlilik içerisinde bulunmasıdır. Çeşitlilik, süreç içerisinde verili bir an için geçerli bir saptamadır. İşin içerisine zaman boyutu girdiğinde, dünya solunu oluşturan parçaların örgütsel, politik ve teorik alanlarda karar- lı dengelere oturmadıkları, sürekli kaymalar içerisinde bulundukları görülüyor, özetle, teorik ve politik kaymalar dünya solundaki olağan- üstü bir çeşitliliği belirliyorlar.

Çeşitlilik ve kaymalar nasıl açıklanabilir? İlk akla gelen yanıt, dünya solunu oluşturan tekil parçaların birbirinden farklı, özgün ko- şullar içerisinde yaşamlarını sürdürmeleri olabilir. Ancak bu tür bir yanıt açıkça yetersizdir. Tekil parçaların özgün koşullardan kaynak- lanan çeşitliliği, evrensel kimi noktaların, sorunların unutulmasına neden olmamalıdır. Dünya sosyalist hareketinin iç eşitsizlikleri, met-

Page 74: Gelenek09

73

Page 75: Gelenek09

74

ropol ülkelerin iktisadi ilerilikleri-konjonktürel gerilikleri ve teorik mirasın siyasal kısırlık ile birleşmesi, III. Enternasyonal'in içsel sorun- ları... Bunların hiçbirisinin unutulmaması gerekiyor. Ancak...

Yukarıda sözü edilen çeşitlilik, dünya solunun bugünkü durumu- nu belirleyen nesnel ve öznel nedenlerin bir çözümlemesini yapmanın gerekli araçları olan belirli tanımlamaların, sınıflandırmaların olanak- lılığını ortadan kaldırmıyor. Bu çözümleme açısından en işlevsel olan sınıflandırmanın yeni ve geleneksel sol tanımlamalarıyla yapılabilece- ğine inanıyoruz. Dünya solunun karmaşık çeşitliliği, yeni-geleneksel ayrımını engellemiyor. Bu ayrım, solu oluşturan tekil parçaların poli- tikadaki tarihsel seçimlerini yansıtıyor: Ekim 17'nin ve onun sonraki nesnel uzanımlarının benimsenip benimsenmediği...

Bu, kesin bir seçimdir. Dolayısıyla, soldaki karışık çeşitlilik geleneksel-yeni ayrımını işlevsiz kılmamaktadır. Bu ayrımı gözönünde tutarak, yukarıda sözünü ettiğimiz çeşitlilik ve kaymalara birkez daha dönelim. Hem geleneksel hem de yeni sol, çeşitlilik ve kaymalardan paylarını alıyorlar. Geleneksel soldaki parçalar, kuramsal düzeyde şa- şırtıcı ölçüde hızlı bir biçimde birbirinin yerini alan "geriye dönük manevralar"dan oluşan esnek bir kayma sürecini yaşamaktadırlar. Bu kayma, politik ve örgütsel düzeyde de kendisini göstermektedir. Görü- nen şu: Geleneksel sol, politik anlamda ve bir oranda kadrolar düzeyin- de, tüm sınıflamalarına, gelgitlerine karşın yok olmuyor. Ancak bir türlü çıkış da yapamıyor.

Yeni solda ise işler biraz daha değişik. Yeni solda temel, bir "in- kar" olduğu için bir tutarlılıktan sözetmek olanaklı. Yeni solun ku- ramsal etkinliği, kendi içinde olmasa bile geleneksel sola göre daha canlı olabiliyor. Örgütsel düzeyde ise yeni solun ilginç bir yaşam çevri- mi var. Bir eğilim çıkış yapabiliyor, belli dengelere oturuyor, ete kemiğe bürünüyor, sonra o dengeler sarsılıyor ve "eğilim", yerini bir başkasına bırakıyor...

Özetle dünya solunun çizdiği görüntü şudur: İkisini ayıran sınırın hemen yakınında yer alan kesimlerin bulunduğunu söylemek koşuluy- la yeni ve geleneksel sol gibi iki ana kesimin oluşturduğu bir karışık bütün. Geleneksel sol bir türlü "birşeyleri" aşamıyor. Diğeriyse, poli- tik ve örgütsel alandaki bütün dezavantajlarına karşın, hep belirli di- namiklerce besleniyor, hep belirli bir rant toplamayı becerebiliyor. İlk elde, bu süreçleri belirleyen etkenleri saptamak gerekiyor. Bugün yeni

Page 76: Gelenek09

75

ve geleneksel sol birlikte, dünya solunun toplamını oluşturuyorlar. Bu iki kesimin toplamının, dünya soluna eşit oturan basit bir tanımsal özellik olarak görülmemesi gerekiyor. Yeni ve geleneksel sol ayrımını işlevsel kılan şey, iki kutuplu bir dünya nesnelliğinde ve politik yasa- ların zorlayıcılığında herkesin, son aşamadaki seçimini, sözünü ettiği- miz nesnelliğin çekim etkisinden kurtulamayarak ve dolayısıyla onu temel eksen olarak ele alıp yapması gerçeğinde aranmalıdır.

Bütün bu söylenenler, 17'den bu yana uzanan bir nesnellik olarak reel sosyalizmin ve elbette onun en önemli parçası olan SSCB'nin ge- rek geleneksel, gerekse yeni sol üzerinde yönlendirici etkilerde bulu- nabileceği ve bulunduğu düşüncesini gündeme getiriyor. Bu tür bir yönlendirici üst etki sözkonusu olduğundaysa, geleneksel solun sosya- list ülkeler dışındaki parçalarının izledikleri varlık çizgisinin yalnızca onların içlerinde bulunduğu özgün-ulusal koşullarca belirlenmediği sonucunu çıkartmak doğal oluyor. Dolayısıyla, geleneksel solun so- runlarının ele alınışı, hemen hiçbir ülke için yalnızca ulusal düzeyde incelenerek aydınlatılabilecek birşey değildir. Geleneksel solun kay- malarının açıklanması ulusal düzeydeki koşulların etkisiyle olabildiği gibi, doğrudan dışsal etkenlerden, açıkça başta SSCB olmak üzere reel sosyalizmden kaynaklanan kararsızlaştırıcı, dengesizleştirici etki- ler yoluyla da olabilir. Benzer bir etki kısmen de olsa, yeni sol için de geçerlidir. Şimdi bu tezi açabiliriz.

İşe 1917 Ekim öncesinden başlamak gerekiyor. Devrimin önce- sinde Rus bolşeviklerinin dışa dönük etkilerinin, sonrasındakine oran- la daha az ve dolaylı olduğuna kuşku yok. Ancak gene de, Ekim önce- si, özellikle kuram ve uygulama düzeylerinde izlediği sıçramalı çizgiy- le, yıllarca sonrasının sosyalist eylemine ve düşüncesine büyük bir etki- de bulunmuştur. Bunu gözardı etmek tümüyle olanaksızdır. Dahası, Ekim 17 öncesinin, "sovyetik" olup olmama sorununu ana karnında saklı tuttuğu bir dönemi oluşturduğu bilinmelidir.

Devrim öncesi ve bolşevizasyon sürecinin belirgin özelliği, politik iktidara yakınlığın "sol"a, uzaklığın "sağ"a çekici bir etkisi bulundu- ğunun kuramsal düzeyde sergilenişidir. Nisan 1917 öncesinin politik iktidara yönelik radikal perspektifinin ürünü "Ne Yapmalı"dır. Ör- gütlü müdahale, iradecilik ve dönüştürmenin önemi vurgulanmıştır. 1905'te ortaya çıkan yetersiz öznellik, iradeciliğin gerilediği, bugün- künden farklı olmakla beraber "sağ"a itici etkileri yadsınamayacak bir

Page 77: Gelenek09

76

aşamacı düşünceye yol açtı. On iki yıl sonra yeniden "sol"a yönelindi. Bu süreç Rus devrimcileriyle Avrupa solcusu arasındaki çelişki-

lerin ilk zeminini de oluşturdu. Avrupa'da 1917'yi izleyen yıllarda, ortada mevcut olan "sıçrama"yı kavramak yerine dar anlamda II. En- ternasyonal'den örgütsel bir kopuş ile sınırlı bir ayrışma yaşandı. Bi- rinci Büyük Savaş'ın ertesinde, kaynayan toplumsal koşullarda bu dar anlamdaki ayrışma, Ekim'in kendisine kattığı coşkuyla aşırılıklar ya- rattı. Avrupa'da yükselen devrimci dalga, Rusya'da devrimin hemen ertesindeki idealizasyonla birleşti. Ancak bu bir kez sürdü. Hemen, Sol Komünizm yazıldı, tek ülkede sosyalizmin kuruluşuna yardım günde- me geldi. Bu gündem, Avrupa'daki dalganın 24'lerdeki dramatik geri çekilişi ile birlikte gelen bir tür kişiliksizleşmenin de habercesi oldu. 20'li yıllar, hatta sonrası, dünya solunun tek ülkede sosyalizm hedefine uyarlandığı bir dönemdi. Bu dönemin içindeki alt dönemler, örneğin NEP'ten kollektivizasyona geçiş, dünya solunda sancılı değişikliklerle karşılandı. Avrupa solu, kitle çizgisini korumaya özellikle önem ver- di; reel sosyalizmin uluslararası görevler bağlamında önemli gördüğü kitle çizgisini koruma anlayışı Avrupa soluna içselleşti, eksik yaşa- nan bolşevizasyon sürecinin tümüyle durmasına yol açtı. Kollektivi- zasyon ve Stalin dönemi, dünya solunun sınırları son derece katı bir hiyerarşi içerisinde yapılandırılmasına tanık oldu. Bir dönemin biri- cik savunma yolu olan bu yapılanma, iç dinamikteki bütün sıçrama potansiyellerini de eritti.

1933 yılına değin, Avrupa solunun tek yaşamsal gıdası tek ülke- de sosyalizmin korunması çabası oldu. 30'lu yılların başı, tek ülkede sosyalizmin inşası sorununun yerine, Avrupa solunun kendisinin daha doğrudan hissedebileceği bir sorunun, faşizmin yükselişine karşı koy- ma mücadelesinin geçişine tanık oldu. Sonrası sıcak savaş...

Savaş, tek ülkede sosyalizmin korunması ve desteklenmesi göre- vinin daha özgün bir biçim aldığı dönemdi. Savaş bitti, sosyalist sis- tem ortaya çıktı. Yeni dönemin uluslararası görevlerini belirleyen, em- peryalizmin Soğuk Savaş’ı başlatması oldu. Soğuk Savaş, gerçek sosyalizm için, içeride yaraları sarma ve emperyalizme karşı güçlenme yolunda dışarıdan destekler aramanın sürdürüldüğü bir dönem oldu. Bunun azgelişmiş ülkelerde yükselen toplumsal dalgayla çakışması, ka- pitalist olmayan yol, milliyetçi hareketlere daha dostça bakma sap- tamalarını da ortaya çıkardı. Soğuk Savaş ve ertesinde, Batı kendisini

Page 78: Gelenek09

77

çeşitli açılardan dengelemek yolunda önemli adımlar attı; bu, batı ekonomilerinin genişleyen bir uzun dalgaya girişleriyle birlikte, sis- temin kendisini kararlaştırmasını sağladı. Bu koşullar altında Sovyet- ler Birliği açısından, azgelişmiş ülkelerdeki gelişmeler özellikle önemli oldu. Doğal ki, batıdaki kararlılaşma, sol için "sağ"a çekici bir etki yarattı. Bu sağa kayış, 20. Kongre'nin, dengelerini tutturamayan çıkı- şının bir "koşulsuz" özgürleşme biçiminde algılanmasıyla birlikte Avrupa solunun bir kopuşu -yazık ki ters yönden- başlatması süreci gözlenebildi. Buzlar, bazı ilke ve geleneklerin de çözülmesi göze alına- rak eritilmeye başlandı. Beklenenin tam tersi oldu. Daha öncesinin ürkülen ama saygı duyulan "sol"u, bu kez ciddiye alınmaz hale gelme- ye başladı. Yani, reel sosyalizm içerisindeki nesnel sağ'a gidiş, Avrupa solunda öznel bir sağa kayışa uyarlandı.

Brejniyev dönemi, belirli bir akışı tersine çevirdi. Batı ile yollar bir kez daha ayrıldı. Kopuş, batı solu için birkez daha sağa kayış an- lamına geldi: İDD-tarihsel uzlaşma gibi kuramsal açılımlar yaratıldı. Sağa kayış, gerici ürünler vermeye başladı.

Öte yandan Avrupa'nın doğusundaki ülkeler, henüz kuruluş aşa- masından başlayarak, gerek Stalin ve gerekse Hruşçov-Brejniyev dö- nemlerinin sıçramaları ile kendi iç dinamiklerinin çakışmamasının ge- tirdiği kadro ve politika düzeyindeki kesiklikleri yaşadılar. Yakın yıl- larda ve bugün, bu ülkelerdeki sorunlar biliniyor...

Gorbaçov dönemi, Brejniyev ve Hruşçov dönemlerinin kapsamlı bir eleştirisinden yola çıkarak yeni bir sıçramayı belirledi, yeni bir sü- reci başlattı. Bu dönem, her saptama ve hedefinde, dünya solunun et- kinlik açısından durgun bir dönem yaşadığı gerçeğini veri almaktadır. Uluslararası görevlerin geleneksel solun sosyalist sistem dışı bölmeleri- nin karşısına koyduğu "barışın korunmasına destek verme" gibi he- deflerin, önceki dönemlere benzer bir biçimde "kitle çizgisi"ne bağlı bir anlayışın sürdürülmesine yol açması ve fiilen açtığı şaşırtıcı birşey değildir. Kısacası, reel sosyalist ülkelerdeki gelişmeler, bu gelişmeleri omuzlarında taşıyanların öznel niyetlerinden bağımsız bir biçimde ye- ni bir "sağa dön" komutu olarak değerlendirilecektir.

Yukarıda aktarılan ve geçmişten bugüne uzanan gelişmelerin ışı- ğında, geleneksel ve yeni solun varolan durumlarının bir değerlendir- mesine girilebilir. Geleneksel sol ile ilgili olarak söylenebilecekler şun- lar: Geleneksellik, bir bağlılığı gerektiriyor. Belirli ilkelerin, gerçek-

Page 79: Gelenek09

78

liklerin neler olduğunun saptanması, belirli dönemlerde daha da çok olmak üzere genelde doğru dengelerin oldukça güç tutturulabildiği bir görevdir. Bu tür bir bağlılık, bir sorumluluktan kaynaklanır ve çok haklıdır. Gene bu tür bir bağlılık, belirli kopmaların gerçekleştirilme- sinde bir çekingenliği doğurabilir, bu da çok doğaldır. Geleneksellik açısından bağlılık ve kopuşun uygun bir bileşiminin oluşturulması zordur; ve öznel eksiklikler, çubuğun bağlılık yönünde bükülmesini hızla getirirler. 17'nin ertesinde, uluslararası görevlerin ve başlı başı- na bir uluslararasılığın, geleneksel sol açısından önem kazandığı göz- lemlendi. Bu uluslararasılık, baştan aşağıya uzanan bir disiplin içeri- sinde, gelenekselliğin bağlılık yanının öne çıkmasını getirdi. Bağlılı- ğın öne çıktığı koşullarda, III. Enternasyonal'in bütünlükten yok- sun, politik gereksinmelere göre büyük bir esneklik ve hızlılıkta sap- tanan yönelimleri, ciddi kadro kesintilerini getirdi, geçmişin değer- lendirilmesini önledi ve her tür kopuşu denetim altına aldı. Uluslar- arası görevler tek ülkede sosyalizmi kurma dönemine benzer bir bi- çimde faşizme karşı mücadele dönemi boyunca da ağırlıklı bir biçim- de gündemde oldu. 33 sonrasında, anti-faşist hareket içerisinde eri- yen geleneksel sol kadroların durumu, yalnızca ülkelerin özgün koşul- larından kaynaklanmıyordu. Bu yıllarda, ancak özellikle Büyük Sa- vaş'ın bitiminde, iktidarı hedefleyen, gelenekselliğin kopuş yanını öne çıkarmaya çalışan kadroların yaşadıkları deneyim, ülke özgün- lüğünün uluslararası görevlerle çakışmaması sonuçlarının bir örneğini oluşturdu. SSCB'nin başını çektiği uluslararasılık, bu ülke dışındaki geleneksel sol bölmeler söz konusu olduğunda, kadro ve kuram dü- zeyinde kesintiler, kalıcılaşamama ve sürekli olarak bir kitle çizgisi arayışı biçiminde yansımasını buldu.

Geleneksel solun ulusal bölmeleri üzerindeki bu dışsal, dengeden uzaklaştırıcı etkiler, tekil ülkeler düzeyinde ortaya çıkan nesnel ve öz- nel eksikliklerle birlikte, gelenekselliğin iktidar perspektifine kenet- lenme anlamındaki bir kopuşu ve dolayısıyla kuramsal anlamda bir ya- ratıcılığı başaramamasına neden oldu. Kopuşun zorladığı bir yaratı- cılığın ortaya çıkmaması, geleneksel solun, geçmişin kuramsal biri- kiminin evrensel yönlerini saptayamamasını getirdi. Sonuç, kuram- sal alanda bir dağınıklık ve örgüt-kadro anlamında yüzeysel ve bağnaz bir bağlılık oldu. Geleneksel sol, böyle adlandırılabilmesine karşın,

Page 80: Gelenek09

79

kuramsal açıdan homojen olmayan bir topluluk görüntüsünü sürdür- dü.

Geleneksel solun dışladıklarını oluşturan yeni sol, bir anlamda, bu birincinin kendisine bırakmış olduğu bir alandan sağladığı rant ile beslenerek yaşamını sürdürmektedir. Geleneksel solun tekil ülkele- rin özgün koşullarının yeterli bir çözümlemesini getirmeyişi, yeni so- lun kapsayıcı bir görüntüde olabilen kuramsal ürünlerinin çekicilik ka- zanabilmesini sağlamaktadır. Yeni sol, herşeye karşın, iki kutuplu bir dünyada, kendi konumuna uygun bir politik söylem geliştirmeyi başa- ramamaktadır. Politik alandaki belirsizlik, yeni solun içerisinde bulun- duğu kaymaların temel açıklayıcısıdır.

Buraya dek söylenmiş olanlar, geleneksel solun gerçekleştireceği sıçramanın ve dolayısıyla yeni solun yaşam bulduğu alanın daraltılma- sının yollarını gösteriyor. SSCB'nin ve onun dışındaki geleneksel sol kesimlerin ortak geçmişleri, uluslararası ve ulusal nesnelliklerin çakış- ma ve çakışmama dönemlerine tanık olmuştur. Çakışmama dönemle- rinde, ulusal düzeyde ortaya çıkan olumlu özgünlüklerin değerlendiri- lemeyişi ve bir kopuşa dönüştürülemeyişi sıkça görülen bir durum ol- muştur. Günümüzde SSCB'nin ve onun dışındaki geleneksel sol bölme- lerin içerisinde bulundukları yönelimlerin ve nesnelliklerin arasındaki boşluk genişliyor, çakışmama durumu belirginleşiyor. Bu çakışma- manın belirginleşmesi, geleneksel sol açısından hem uygulama hem de kuramda gerçekleştirilebilecek bir kopuşun, sıçramanın ön koşulları- nın hızla olgunlaştığı anlamına geliyor. Boşluğun kuramsal yönünün doldurulması sosyalist ülkelerde gerçekleşemez. Bu tür bir müdahale, oldukça heterojen bir özelliğe sahip olan geleneksel solda, bazı parça- ların hiç kaldıramayacağı bir yükün altına girmelerine neden olabilir. Kuramsal sıçrama, geleneği besleyen "güçlü halkalar"da olacaktır. Bu ise siyasal açıdan "zayıf halka"larda gerçekleşebilecek bir güçlülüktür.

Şimdi bir uyarı... Gerçekleşmesinin zorunlu olduğunu belirttiği- miz bu sıçrama sürecinin sancısız olmayacağı kuşkusuzdur. Ulusal dü- zeyde geleneksel solun gerçekleştirmeye çalıştığı kopuş, uluslararası görevlerle bir uyuşmazlığı yaşayabilir. Politik hedefler, ulusal düzey- de geri hedeflere kenetlenmeyi önermek anlamına gelebilir. Ancak, sözünü ettiğimiz uyuşmazlığın, boşluğun varlığı, bizzat oldukça üret- ken bir zeminin varlığını müjdelemektedir. Bu üretkenlik içerisinde

Page 81: Gelenek09

80

bağlılık ve kopuş yönleri arasında tutarlı bir denge bulmak güçlü bir olasılıktır.

Daha da somuta yönelmek gerekebilir. Gorbaçov dönemi ne anla- ma geliyor?

SSCB, bugün uluslararası sosyalist hareketteki otorite ve prestiji- nin kendi içine dönük bir çalışma içerisinde pekiştirme yolundadır. Kendi iç dinamiğindeki sorunlar, dünya devrimci dalgasının düştüğü bir dönemde, çözülmek için gündeme gelmiştir. İçerdeki sorunlar olgun sosyalizmin sorunlarıdır. Olgun sosyalizmin sorunları ise, artık sosyalizmin popüler bir ifade tarzına gereksinme duyacağı bir aşama- dır. 70 yıl geçmiştir. Şimdi "yığınların" ve "halkın" altının çizildiği bir marksizm sözkonusudur. Tam da...

Evet, tam da dünyada sosyalist teorinin Jakoben bir şırıngaya ge- reksinim duyduğu bir sırada. Bu denge nasıl tutturulacak? Zor olacak- tır. Zor olacağını "biz glasnostu çok önceden keşfettik" diyen TKP, "SSCB'ndeki gelişmeler FKP'nin demokrasi programının doğruluğunu kanıtlıyor" diyen FKP ve benzerleri gösteriyorlar.

Gorbaçov, geçtiğimiz Mayıs ayında, üstüne basa basa "dünya dev- rimci hareketinde karar alan bir merkezin olmadığını" vurguladı. "Bu mantık, bize de dostlarımıza da zarar vermeye başladı" biçiminde ko- nuştu. Sovyetler Birliği'nin değişik ülkelerde çok karmaşık ilişkileri vardı. Bu ilişkilerde ne kimse adına taahhüde girmek, ne de o ülkedeki sosyalistleri kimi politikalara angaje etmek niyetinde değillerdi...

Bir boşluktan, aradan, olması gereken bir açıklıktan sözettik. İşte Mihail Sergeyeviç'in konuşması bu anlamda bir umut ışığıdır. SSCB'- nin içerde ve dış politikada yaşadığı süreçlerin her tarafa damga vur- maması gerekiyor. Bugün, dünya sosyalist hareketi "varlık" sorunu ile karşı karşıya gelmek istemiyorsa, bu açıklığı-arayı korumak- ve be- nimsemek zorundadır. Kapitalist ülkelerdeki sosyalistler, Gorbaçov döneminin reel sosyalizm için ölümcül bir gereklilik olduğunu kavrar- ken, Gorbaçov'u, kendi sorun ve perspektiflerinin üzerine bir gölge olarak itelememelidirler. Uluslararası geleneksel sol, yekpare bir orga- nizma olmaktan çok uzaktır. Sorunlar eşzamanlı bir müdahale ile çö- zülemez. Herkes, mesafeyi ve boşluğu iyi kontrol etmelidir.

Page 82: Gelenek09

81

ÜÇ YAZI VE BİR "AHLAK"

Aydın GİRİTLİ

Gelenek kitap dizisinin önceki sayılarında, başlıkta adı geçen iki konu ayrıntılı olarak ele alınmıştı. Geçtiğimiz ay içinde, başka dergi ve kitaplar içerisinde bu yazılara yönelik açık ya da imalı eleştiriler taşıyan üç çalışma yayınlandı. Biri, Türkiye Sorunları Dizisi'nde, C. Akman'ın "Bir Yanlış Tartışma" denemesi, diğerleri Saçak 'ta, H. Berk- tay'ın 'Türkiye'nin Özgüllüğü" başlıklı bir konuşma metni ve M. Ulu- soy'un, Hikmet Özdemir'in Yön Hareketi araştırmasına ilişkin değer- lendirmesi.

Ulusoy hariç diğer iki yazar, Gelenek 'te geliştirilen görüşlere atıf- ta bulunurken bir ortak tutum sergiliyorlar. Teorik içerik anlamında bir ortaklaşmadan söz etmiyorum. Vurgulayacağım yön, tartışma yöntemi, üslubu ve ahlakına ilişkin. Bir örnek Berktay'dan; yazar son dönem yayınlanmaya başlanan, Gelenek dahil birkaç "dergi"nin isim- lerini saydıktan sonra, şöyle sürdürüyor: "Bunlara bakıyorum da, Tür- kiye'yi tahlile yönelen derin bir teorik çaba göremiyorum. Bol bol şöyle başlıklar var: Alt alta sendikal mücadeleler, haber düzeyinde ve ”İşçi sınıfı mücadele ediyor” diye bir slogan; sonra gençlik mücadelesi diye bir yığın olay ve gene bazı sloganlar (...) Bunlarda herhangi bir tahlil veya fikir parıltısı yok (...)" 1 Berktay ve içinde yer aldığı çev- renin "teori yoksunluğun"dan dem vurmaya, kendilerinde nasıl bir hak bulabildikleri ayrı bir konu. Benim söylemek istediğim şu: Berk- tay, olağanüstü ucuz bir tutumla, haberciliği, sendikal sorunları ya da öğrenci sorunlarını ön planda tutmayı yayınlarına ilke edinen dergiler ve aktüel siyasal-kültürel tartışma platformu niteliği taşıyan yayınlar ile teorik bir organ kimliğindeki Gelenek dergisini aynı kefeye koyu- yor. Gelenek okurları, bu dizinin kitaplarında bir yayın çizgisi olarak güncel haber ve yorumların yer almadığını biliyorlar. Ama Berktay,

Page 83: Gelenek09

Gelenek'i eleştirilmesi kendince kolay, ancak ait olmadığı bir kategori- ye sokarak, kendi okurunu meraktan kurtarmış oluyor...

İkinci örnek Akman'dan; yazısının hemen girişinde "Bu tartışma- lar (Jakobenizm tartışmaları kastediliyor-AG) daha sonra yeni sol- geleneksel sol türü bir kutuplaşma içinde 'geleneksel sol'u temsil etti- ğini ileri süren kişi ve çevrelerce alevlendirildi" 2 deniliyor. Açıkça bel- li; kastedilen Gelenek kitap dizisinin yazarlarıdır. Ancak, yazısının de- vamında Akman'ın eleştirileri Saçak dergisinin Kemalist, uzlaşmacı tavırlarına, sağ tarih tezlerine yöneliyor. Akman, Saçak'ın "sağ" çiz- gisiyle, Jakobenizm yorumunu birbirine bağlıyor. Arada Gelenek'i alıntılarla hatırlatmayı da ihmal etmiyor... Sonuçta, Saçak'ın basit ve net görüntüsü hedef alınırken, Gelenek de "halledilmiş" olunuyor. Ama şu var ki, Gelenek'te geliştirilmeye çalışılan jakobenizm yoru- muyla, eleştirilen yorum hiç benzeşmiyor. Gelenek'in Jakobenizmi sahiplenişi, yorumunun uzantısı olarak "sol"a çekici bir etki yapmakta- dır. Akman'ın, yorum farklılığını tartışmak yerine, kendi Jakobenizm değerlendirmesini önce Gelenek'e yüklemesi, sonra da Gelenek'i sağ revizyonist ilan etmesine akıl sır erdirmek mümkün değil... Akman, Berktay gibi ucuz bir yolu benimsiyor: Kendi kurguladığı bir karika- türe savaş açıyor.

Benzer bir tartışma ahlâkını, M. Ulusoy da paylaşmakta. Aşağıda görülecek; yazar, kesinlikle kendisi kurgulayarak yazıyor. Yazısına koyduğu bir dolu alıntı, satır aralarındaki anlamsız ve çirkin anti- Sovyetizme (*) akademik (!) bir ciddiyet kazandırmak için düşünül- müş olmalı...

Sözünü ettiğim ilk iki yazı da, daha uzun çalışmaların birinci bö- lümlerini oluşturmakta. Okuyup bu "değinme"yi kaleme almaya karar verdiğimde, yazıların devamının henüz yayınlanmamış olmasını bir ek- siklik olarak görmedim; Yazmak için dizilerin tamamlanması gerekti- ğini hiç düşünmedim. Nedeni şu: Gerek Berktay'ın, gerek Akman'ın, çalışmalarının 2., 3., vb. kısımlarında neler yazabilecekleri rahatlıkla anlaşılabiliyor. İç tutarlılığa sahip olduklarından değil; yeni ve derin tek bir satır içermemelerinden...

(*) Bu arada, Yön hareketinin değerlendirmesinde saldırgan bir anti-Sovyetiz- min yerinin ne olduğunu da anlamakta güçlük çektiğimi itiraf etmeliyim.

82

Page 84: Gelenek09

83

Öyleyse, eleştirmek neden gerekiyor? Kesinlikle eleştirinin muha- tapları ile karşılıklı bir tartışma açmak için değil. Bunda herhangi bir yarar görmüyorum. Bu, devrimci demokrasi, Türkiye'de sol tarih ve jakobenizm gibi çok önemli ve hassas konularda düşünülenleri bir kez daha vurgulamak için vesile doğurmuştur. Akman, Berktay ve Ulusoy'- un "yararları" bundan ibarettir... Bir de, Akman'a özel not: Saçak ya- zarlarının unutkanlık, uydurma ve tahrifat ile ilişkileri çoktandır bili- niyor. Akman'ın, eğer eleştirdiği yazıları okumamak ya da anlama- mak huyları yoksa, belli bir tür siyasal "ahlak" ile aynı noktaya düş- müş olması üzerine düşünmesi gerekiyor...

Jakobenizm: Miras bir Siyasal Çizgi mi?

Jakobenizm ile başlayalım. Başka yazılarda da söylendi, ama tek- rardan kaçınmamak gerekiyor. Jakobenizm, Büyük Fransız Devrimi'- nin yükselttiği demokrasi ve evrensel özgürlük düşüncelerinin, genel anlamıyla bir hümanizmanın doruğu olarak biçimlenmiş bir siyasal hareketti. Her siyasal hareket ve ideolojinin sınıfsal düzlemdeki izdü- şümlerini sorgulama yöntemi, marksizmin alfabesinde yer alıyor. 1790'ların Jakobenizmi de sonuçta burjuva siyasetinin sınırları içeri- sindedir. Bunu söylemek yalnızca bir başlangıçtır. Bir adım daha atıl- dığında şu saptanmalı: Jakobenizm, devrimle yaratılan bir sınıflar ittifa- kının, devrimci burjuvazi, orta sınıflar ve yeni doğan işçi sınıfının, hat- ta köylülüğün kimi kanatlarının oluşturduğu nesnel bir ittifakın, orga- nik olmayan bir birliğin önderliğiydi. Bu "ittifak", siyasal inisiyatifle- rin bir konjonktürde, belirli bir ortak zeminde buluşmalarıyla ortaya çıkmamış, kitlelerin örgütlü inisiyatiflerden yoksun olduğu bir mo- mentte, en gelişkin örgütlenmeyi oluşturan Jakobenlerin siyasal alan- daki boşluktan süzülmesini bilerek yükselmelerini yansıtmıştır. Bu "yükselme" sürecinde Robespierre ve çevresi bir hümanizmaya aşırı dozda angaje oluyorlar. Burjuva devriminin durulma döneminin yak- laştığı, burjuvazinin statükonun sağlanmasını talep ettiği, kitlesel sol radikalizmin düşüşe geçtiği yeni bir döneme geçilirken, jakobenizm, gerileme dalgasına karşı bir direniş yaratıyor. Burjuva devrim sürecin- de bir demokrat-hümanist iktidarın kural değil istisna olduğu gerçeği, Thermidor darbesiyle ilk kez tarihe bu kadar yalın şekilde yazılmış

Page 85: Gelenek09

84

oluyor. Soyut bir toplumsal kurtuluşun havariliğini üstlenen Jakoben- ler, kendi sınıfsal özlerine, hatta temsil ettikleri genel ittifaka yabancı- laşıyorlar. Bunun adı, devrimci demokrasidir. Burjuvazinin doldurma- ya muktedir olmadığı "özgürleştirme" misyonu boyluğunu doldurma- ya soyunmanın, bunu yaparken, tarihsel kökenini oluşturan burjuva- ziden koparak, orta sınıf tepkiselliğine tercüman olmanın adı, devrim- ci demokratlıktır. Jakobenizmi, bu anlamda, devrimci demokrasinin doğumu olarak düşünmek mümkün. Ancak, bu görüş, çağdaş devrim- ci demokrat hareketin Jakobenizme eşit olduğu, ya da "Jakoben" sıfatını hak ettiği anlamına gelmiyor...

Devrimci demokrasinin, saf demokratların, ya da 1790'ler Jako- benizminin trajedisi, siyasal hümanizmalarını yaslayabilecekleri bir temel sınıf bulmanın ve yaratabilecekleri -ne kapitalist, ne sosyalist bir orta yol- düzenin nesnel olanaksızlığında gizlidir. Burjuvazi de bir trajedi yaşıyor: Yeni düzenini yaratırken altüst oluştan besinini alan benzer hümanizmaları denetiminde tutamaması... İki tür trajedi arasında önemli bir farklılık var: Devrimci demokrasi kendiliğinden doğan bir harekettir. Bilinç ve öğrenip-değişme özelliklerini pek az barındırıyor. 1790'ların Jakobenlerinde ilk kez biçimlenen demokrat hülyalar, İtalya'da Mazzini'ci cumhuriyetçilikte, Rusya'da narodizm- de, vb. hep yeniden doğdu. Türkiye'de 1960'lardan beri bir gençlik hareketi olarak, bağımsızlık ve demokrasi ile sınırlı talepleri savunuyor devrimci demokratlar. Kendilerini bilinç ile yenileyemiyorlar. Dışarı- dan bir başka güç merkezinin çekimine kapılmak, tek çıkış yollarını açıyor: Sol sosyalist devrimciler, Ekim sonrası koalisyon hükümetine Bolşeviklerin çekim gücüne kapılarak katıldılar. Küba'da Castro önder- liğindeki hareket ulusal ve daha önemlisi uluslararası sosyalist güçlerin çekiciliğiyle kimliğini tedricen değiştirdi, bilimsel sosyalizme katıl- dı... Oysa burjuvazi gelişkin bir siyasal bilinç sergiliyor. Fransız Dev- rimi'ni "büyük" kılan gelişkin bir siyasal bilinç sergiliyor. Fransız Devrimi'ni "büyük" kılan radikalizmi artık burjuva demokrat devrim- lerde gözlemleyebilme olanağı yitirildi. Burjuvazi kendi yarattığı, beslediği jakobenizmin tekrarına göz yummuyor. 1848 Fransa, hemen ardından da Almanya'daki devrimler, Rus burjuvazinin, demokrat-hü- manist ideolojilerden arınmaya özen göstermesi, sosyalizme devşirile- bilecek zeminler yaratmamayı birincil hedef sayması, bunun için pre-

Page 86: Gelenek09

85

kapitalist unsurlarla uzlaşma yollarını araştırması yaşandı. Hiçbir sü- reçte, jakobenizm artık burjuvazinin ya da burjuvazinin dahil olduğu bir ittifakın önderi olamadı. Hiçbir yerde, burjuvazi, jakobenizmi yükseltmeye yönelmedi... Böylece, 1790'ların Fransız jakobenleriy- le Fransız burjuvazisi arasında yaşanan kopuş, süreklilik ve evrensellik kazandı.

Bir önemli özellikle birlikte: Jakobenizm, "burjuvazinin en dev- rimci kanadı" anlamında tarihe gömülmüş oldu. Artık, bu anlamda, bir siyasal hareket ve ideoloji olarak, jakobenizm mevcut değil. Belki de, 9 Thermidor'un ertesi günü, Robespierre'in 25 arkadaşınınkiyle birlikte giyotin sepetine yuvarlanan başı, bir iktidar değişiminin öte- sinde, bunu simgeliyordu. Burjuvazi için, jakobenizm artık başı ezilesi bir düşman olmuştur, öldürülen, jakobenizmin siyasal hareket olma niteliğidir...

Geriye kalan ne? "Jakobenizmi bugüne taşıyan, sahip olduğu dönüştürme tutkusu-

dur, ait olduğu sınıftan bağımsızlaşabilme gücüdür" 3 C. Akman, jako- benizmin 1790'lardaki dar anlamını ele alıyor; sınıfsal kökenini vurgu- luyor. Jakobenizmin bundan öte özelliklere sahip olduğu ve başta sosyalistler için olmak üzere, önemli olanın da bu diğer özellikler ol- duğunu reddetmeye varıyor. Yaşayan, jakobenizmin "siyasal gelecek projesine bağlanma", "geri kitleye teslim olmama" nitelikleri, iktidar tutkusudur. Jakobenizm, bunlar adına 1790'larda burjuvaziyi astı; ar- tık bu niteliklerin sosyalistlerden başka mirasçıları bulunmuyor. Jako- benizmin burjuvazi için ne anlama geldiği artık açık. Devrimci demok- rat orta sınıf hareketlerinde ise, ağır basan popülizm ve kendiliğinden- cilik, jakobenizmin dönüştürücülüğünü iğdiş etmekten başka işlev gö- remiyor. Yukarıda Robespierre ve çevresinde, devrimci demokrasinin ilk kez doğmuş olduğu saptanmıştı. Bu çakışma, daha sonraki dev- rimci demokrat hareketlerde "kopuş" anlamında sürerken, popülizm ve kendiliğindencilik ile sona ermiştir. Popülizmin dönüştürme tutku- su olamaz, popülizm bir teslimiyet çizgisidir...

Sosyalizm, Jakobenliğin tek mirasçısı olarak kalıyor. Elbette, o çok eleştirilen "yukarıdan devrim" ya da "sınıfın yerine öncü örgütü ikame etme" gibi anlamları kastetmiyorum. Bunların hayali eleştiriler olduğunu düşünüyorum. Sosyalistlerin Jakoben yönü de kendi sınıf-

Page 87: Gelenek09

86

larını, işçi sınıfını aşma anlamına gelir; ancak sınıfının tarihsel yöneli- mi ve çıkarlarının sahiplenilmesi anlamında, "sınıfın güncelliği"ni aş- maktır bu. Sınıfın güncelliğini aştıkları için Bolşevikler, ekonomist ve Menşevikler tarafından pek çok eleştirildiler. Bu arada da "Jako- ben" suçlamasına hedef oldular. Lenin, buna karşılık "Evet, biz pro- letaryanın jakobenleriyiz" demekten kaçınmadı. Kesinlikle, Akman' ın verdiği anlamda değil: "Bunu, bir yandan kendisini tam bizim sivil toplumcularıın mantığıyla jakobenlikle suçlayanlarla çarpıcı biçimde alay etmek için ama daha çok kendisine yöneltilen suçlamayı vesile bilerek kendi 'kesintisiz devrim' perspektifini açıklamak için yapmış- tı" 4 Akman'ın bunu nereden çıkarttığını anlamak oldukça zor. Le- nin, örgüte ilişkin bir tartışmada, durup dururken devrim perspektifi- ni vurgulamaya acaba neden gerek duyuyor?! Bence pek de bir ilişkisi yok. Bu yakıştırma için bir dayanak bulabilmenin olanağı da yok. "Proleter jakoben" tamlamasının ikinci terimi, Akman'a göre burjuva demokrat devrimciliği, ilk terimi de sosyalist devrimciliği anlatıyor. Tamlama ile de kesintisiz devrim ifade edilmiş, proleter önderlik ve demokratik aşamayı sosyalist aşamanın kesintisiz izlemesi anlatılmış oluyor. Akman, böyle anlamak zorunda, çünkü jakobenizmi yalnız- ca bir siyasal hareket, ideoloji, bir bütünlük olarak düşünebiliyor. Ja- kobenizmin bu haliyle, Lenin döneminde de ömrünü tüketmiş olduğu- nu görmemek, burjuvazinin ufku içerisinde jakoben niteliğin hâlâ var olabileceğini, dolayısıyla bu sınıfın hâlâ devrimcilik yapabileceğini saklı tutmak oluyor. Burjuvaziye böyle bir prim bahşetmek, Lenin'in düşüncesi içinde yer almıyordu. Lenin, jakobenizmle bir burjuva si- yaseti olarak hesaplaşmak tarihsel ve pratik olarak gerekli olmadığı için, iç rahatlığıyla jakoben sıfatını kendi örgütünün şahsında bilim- sel sosyalizme mal edebilmiştir. "XX. yy'da, Avrupa'daki ya da Avrupa ile Asya'nın sınırındaki 'jakobenizm' devrimci sınıfın, proletaryanın egemenliği olabilecektir" 5 Bu sözler 1917'de kâğıda dökülmüştü; 1904'e dönersek karşımıza şu satırlar çıkıyor: "Çoğunluk ve azınlık diye bölünmemiz, sosyal-demokratların devrimci ve oportünist kanat olarak, Montagnardlar ve Girondanler olarak bölünmelerinin, doğru- dan ve kaçınılmaz devamıdır" 6 Görülüyor, Lenin, "Montagnard" teri- miyle analoji kurmayı seviyor. "Kendisini proletaryanın -kendi sınıf çıkarlarının bilincinde olan proletaryanın- örgütüyle tam olarak özdeş- leştiren bir Jakoben, devrimci bir sosyal-demokrattır" 7

Page 88: Gelenek09

87

Analoji üzerine Akman'ın metodolojik (!) değinmelerini hatırla- mak gerekli. Analoji, bire bir karşılaştırma ya da özdeşlik kurma an- lamına gelmiyor. İki olgunun belirli yönlerini bilinçli olarak, o an için tartışma dışı tutmak oluyor. Ne jakobenizmin sosyalistlerce sahip- lenilişinde, ne de Türkiye'de yapılan tartışmalarda bu şekilde bir ana- lojinin önemli bir yer tuttuğunu düşünmüyorum. Ama öyle olsa da, en azından Gelenek 'teki yazılarda jakobenizme burjuva olduğu için değil, başka nedenlerle sahip çıkıldığı, şimdiye dek oldukça net ola- rak ifade edilmedi mi? Oysa Akman, birden bire "analoji"nin bir çağrışım anlamı taşıdığını unutuyor, "ama sınıfsal öz, sınıfsal öz!" Bu haykırışı bir çığlık değil de çiğlik olarak gördüğümü söylemem ge- rekiyor... Diğer yandan, Akman'ın sosyal-demokrasi ile jakobenizm arasında kurduğu ilişki ise bir analojinin sınırlarını çok aşıyor. Çağdaş sosyal demokrasi, bir analojiden hareketle jakobenizmin sürdürücü sayılıyor. Analoji kurmaya itirazım yok; ama burjuva tutuculuğunun sınırları içine hapsolmuş çağdaş sosyal demokrat hareketle jakobe- nizmin bağını fazla zorlamanın, bir spekülasyondan ibaret olduğunu düşünüyorum... Bu noktadan sonra, Akman'ın analoji üzerine yöntem dersi vermeye de hakkı kalmıyor...

Akman'ın şöyle bir tezi var: "Ama bütün bunlar (öncü-sınıf ilişki- si, nesnel-öznel koşullar, devlet ve demokrasi, proletarya diktatörlüğü vb, konular üzerindeki tartışmalar-A.G.) doğrudan doğruya değil, 1789'da başlayan Büyük Fransız Devrimi ile kurulan analojiler yardı- mıyla yapılıyor (...) Jakobenler olumlanır ya da olumsuzlanırken as- lında Türk burjuva devrimcileri, bu dolayımla onların geleneğini sa- vunduğu düşünülen CHP, 27 Mayısçılar vs gibi siyasi yapılar savunulu- yor ya da reddediliyor" 8 "Diğer kesim sol Jakobenler (bununla Sa- çak, Gelenek ve bir de -ne demekse- Küçük'çüler hep birlikte kaste- dilmekte - A.G.) ise jakobenizmi savunuyorlar; çünkü Türk burjuva devrimcilerini -İttihat Terakki, Kemalistler vs.,- onun benzeri sayı- yorlar. Kendini Türk burjuva devrimcilerinin dolaysız mirasçısı sayan bu kesimlerle -örneğin 27 Mayısçılar ya da SHP- ittifak düşlerini anti- Jakoben propaganda bozuyor. Her iki kesim de (sol Jakobenler ve si- vil toplumcular - A.G.) bu ittifaklar suya düşünce kuyrukçuluk faali- yetlerini sürdürmek için 'sosyalist parti' kuruculuğunda buluşabiliyor- lar" 9 Birincisi, gizlice ya da ima yoluyla tartışmak neden tercih edil-

Page 89: Gelenek09

88

sin? Açıkça söylenmeyecek derecede vahim ve utanılacak tezler söz- konusu olabilir, ya da hukuki sorunlar... Akman, bunları kastetmiyor, yepyeni keşiflerde bulunduğuna inanıyor. İki, bu keşifler arasında Türk burjuva devrimcilerine Gelenek'in de Jakoben sıfatını yakıştırdı- ğı görüşü yer alıyor. Ancak, Gelenek'te buna dayanak oluşturacak hiçbir ifade yer almış değil10. 20. yy'da burjuva devrimlerinden Jako- ben önderlerin türeyebileceğine inanmıyorum. Üç, Gelenek yazarları- nın SHP vb. ile ittifak arayışında oldukları iddiası hakkında ne yorum yapılabilir diye düşünüyorum; hiçbir şey dememeyi tercih ediyorum. Yalnızca Akman'a Gelenek'in geçmiş kitaplarını yeniden okumasını tavsiye edebiliyorum...

Akman'ın eleştiri yöntemi, önce kendisi kurgularını geliştirip, sonra bunları birilerine alelacele ve el çabukluğuyla mal edip topa tut- maya dayanıyor. Satır aralarına ve dipnotlara "70 yıllık revizyonizm- den" ibaret olan "geleneksel sol",11 "Gelenek'in iç çelişkileri" gibi sataşmalar serpiliyor. Bir tanesi ise şöyle başlıyor: Yazar, Gelenek'in jakobenizminin devrimci demokratları etkilemesinden çekindiğini söylüyor ve Yeni Çözüm dergisinden reel sosyalizme saygılı bir ifadeyi seçip alıntılıyor. Ardından devrimci - demokratlara Sovyetizmden kop- ma çağrılarında bulunuyor. Söz konusu derginin, anti ya da asovye- tik demokratlar (!) ve yeni solcuları ürkütecek bir sovyetiklik barındır- dığını ilk kez duyuyorum. Geleneksel solun teorik bir söylemle bu ko- nuda devrimci demokratlara adım attırabileceğine de pek fazla olasılık tanımıyorum. Geleneksel sol, güçlü olabildiği sürece, devrimci demok- rasinin sosyalizme yakınlaşacağını düşünüyorum. Akman'ın bu tür kı- sa vadeli endişelere kapılmasına hiç gerek yok...

Benzer bir diğer nokta, bir dipnotta gizli: "Marksizm çoğunluk devrimi anlayışını terk etmedi bu bir, Sovyet devrimi işçi köylü itti- fakına dayanıyordu, yani nüfusun ezici çoğunluğuna... Proleter dev- rimciler için siyasal güç, karbonariler, narodnik örgütler ya da blankist örgütler gibi yalnızca örgütlü nitelikle ölçülemez bu iki" 12 Sovyet res- mi tarihçileri, Ekim'in kitlesel karakteri ve çoğunluğun hareketi olma niteliğini hep vurgulamışlardır. Kendilerine, kendi geçmişlerine biçim- sel bir "demokratik"lik atfetmeye gereksinim duydukları düşünülebi- lir. Ancak 1987 Türkiyesi’nde sosyalistlerin artık bu yanılsamadan

Page 90: Gelenek09

89

kurtulmaları gerekiyor. Ekim'i ve genelde sosyalist devrimleri, "ezici çoğunluk" ile anlamaya çalışmak, artık bir cehalet sayılmalıdır. Ekim, önemli sınai merkezlerde ileri işçilerin en önemli unsurlarını içine alan, işçi sınıfının çoğunluğunu yönlendirmeyi başaran, konjonktürel olarak orta sınıflardan ve köylülükten sempati gören, ama nüfusun "ezici" çoğunluğunu kazanmayı hayal bile etmeyen bir örgütlü öncü- nün rolünü sergilemiştir. Ekim, bu niteliğiyle sosyalist düşünce ve pra- tikte bir dönüm noktası, bir katkıdır. Kurucu meclis seçimlerini ikin- ci, parlamentarist bir terimle "ana muhalefet" partisi olarak kapatan Bolşevikler, devrimde örgütlü niteliğin önemini bildikleri ve bizzat ya- şadıkları içindir ki, iktidarı sosyalist-devrimcilere devretmek yerine Kurucu Meclis'i feshettiler... Çoğunluk devrimi tutkusu 19. yy mark- sizminin bolşevik katkıyı yaşamazdan önceki burjuva demokrat sız- malara, parlamentarizme ya da popülizme açılan bir yanılgısından iba- rettir...

Bir başka belirleme: "Aradan hemen hemen 200 yıllık bir zaman geçtiği halde, bugünün Türkiye'sinde bu konunun (jakobenizm - A.G.) önemli bir tartışma haline gelmesi tuhaflık ya da bir çeşit entellektüel züppelik olarak algılanabilir. Fakat öyle görünüyor ki, sorun bu kadar basit ve zararsız değil" 13 Bu tutum, Türkiye'nin, "cehaletin radikal- leştirdiğine" inanan, teorik tartışmayı, sloganları aştığında "züppelik" sayan ve yaş ortalaması 20'yi bulmayan bir eski "solcu" tipolojisine prim vermekten başka anlama gelmiyor!....

Herkesi "sağ sapma" ilân eden yazar, yazısını şöyle noktalıyor: "Sosyalistlerin küçük burjuva/burjuva devrimciliğini desteklemek için onlarda jakobenlik ya da ne idüğü belirsiz bir mücadelecilik araması gerekmez. Böyle bir destek için, burjuva devrimcilerin sosyalistlere kendi bağımsız örgütlenme hakkını tanımaları ve sağlamaları gerekir" 14

Tarihe, koşulsuz destek vermek için mi bakılmak zorunda? Sosyalist devrimcilerin siyasal-teorik miraslarına katacakları yönleri barındırı- yorsa, küçük burjuva-burjuva devrimcilerinden korkmaları gerekmi- yor, örneğin Bolşeviklerin narodnik hareketin nesini miras aldıkları, nesini reddettikleri daha önce Gelenek'te tartışıldı. Yukarıdaki alıntı- nın asıl ilginç bulduğum yönü, burjuva devrimcilerine desteğin koşulu: "örgütlenme hakkı". Bir devrim sürecinde, sosyalist hareket, desteği değil, iktidarı, önderliği düşünmek durumundadır, bu bir. Örgütlenme

Page 91: Gelenek09

hakkı, devrim süreçlerinde, çoğunluk, pratik olarak elde edilir, ya da yitirilir, bu iki. İktidar mücadelesinde, "bize karşı demokratça davra- nın" çağrısını duyduğunda gözleri yaşaracak bir burjuva demokrat bulmak kolay değildir; ola ki bulundu, bu, sosyalistlerin sınıf düşmanı- na destek vermesi için geçerli neden sayılırsa, Akman'ın radikalizmi toptan çöküyor demektir. Desteğin bu gerekçesini, "sosyal demokrat- lar bize özgürlük tanımayı vaad ettikleri takdirde..." şeklinde kurgula- mak çok mümkün; şimdilik buna dikkat çekmekle yetiniyorum.

Bu bölümün sonuna yaklaşılırken, son bir tartışma konusu, yazı- nın ikinci bölümünü oluşturan devrimci demokrasi kavramına da geçiş sağlayacak: Akman ısrarla "71 proleter devrimcilerinden" söz ediyor: "... sömürgelerde birtakım küçük burjuva önderlikli, halka dayanan kurtuluş hareketleri gelişti. Jakoben geleneğinde gerçek bir canlanma o zaman doğdu. Fakat hemen ardından iki gelişme geldi. Bu küçük burjuva hareketler iktidara gelirse halka ihanet edip burjuvazi ve em- peryalizm ile anlaştı. İktidara gelemediği durumlarda hareket hızla radikalleşti ve devrimci cephenin önderliği proleter devrimcilerin eline geçti. 12 Mart döneminin bağımsız devrimci hareketinin simgelediği bu aşamadır ve jakoben geleneğin canlanmasını değil, proleter devrim- ci gelenek adına yıkılmasını ifade eder (...) 1971 ile ilk defa proleter devrimci ideoloji bağımsız sınıf tavrını ve halkın doğrudan iktidar mü- cadelelerini ortaya koyabildi" 15 68-71 dönemi gençlik hareketinin yaşadığı yükseliş gerçekten bir kopuştur (*) ve "ortaya birşeylerin konmasıdır". Ama işçi sınıfı önderliğini hazmedememiş, milli demok- ratik devrimi bir isim değişikliği ile sahiplenmeyi sürdüren bir popü- lizmden başka birşey de değildir: "... 1968 yılında dünyada gelişen olayların da etkisi altında, anti otoriterizmi, 'yaşamın her alanında ve her kurumunda devrim' düşüncesini savunan sınırlı sayıda öğrenci bile, iş strateji tartışmalarına geldiğinde bir önceki kimliğinden sıyrılıveri- yor, bir anda papağanlaşıyordu: 'Bugün yarı bağımı ve yarı feodal bir ülke olan Türkiye'de hakim çelişki işbirlikçi sermaye, feodal ağalar ve emperyalizm ile bunların dışında kalan tüm millici güçler arasındadır. Dolayısıyla Türkiye'nin önündeki devrimci adım milli demokratik devrimdir.' Bu olur mu? Türkiye'de 1968 yılında oluyordu. (...) 68

(*) Yukarıdaki alıntıda yer alan jakobenizm yorumuna yeniden değinmeye ge- rek duymuyorum.

90

Page 92: Gelenek09

91

kuşağı, aranış ve yaratıcılık özlemlerinin karşısına çıkarılan 'millici güçler' edebiyatını ve siyasal oyunlarda piyon olarak kullanılmaya is- yan etti. Kesinlikle teorik olarak değil" 17 71'in "proleter devrimcili- ği" bundan ibarettir. Eklenmeli: Gençliği piyon sayan eski tüfekler, gözlerini iktidara dikmişlerdi. Kopuşu gerçekleştiren genç kadrolar ise ancak, öncü savaşı, gerillacılık, halk savaşı özentilerini ithal edebil- diler; özentileriyle birlikte giderek iktidar perspektifinden uzaklaşa- rak, 70'li yıllara faşist teröristlere karşı direnen, mücadeleci ama dar pratikçi bir kitle bıraktılar... 1987'de bu unsurların sığ, teorisiz, yü- zeysel yönlerine övgüler düzmek, hele hele proleter devrimcilikle taç- landırmak, hiç olmamalı. Yazık, Türkiye'de 1987'de oluyor...

Devrimci Demokrasi Üzerine

Sözü edilen kopuşu, o zamanlar PDA adıyla anılan bugünkü Saçak çevresi yaşamadı. PDA, devrimci demokrat hareketten maocu bir sağ sapma olarak ayrıldı. 68 kuşağının, 70'lerde yaşadığı iktidarsızlaşma- yı, daha çarpık olarak tattı. Uluslararası sosyalist harekete düşmanlık, kör bir köylü hayranlığı, Çin Kültür Devrimi’nin rüzgârıyla beslenen bir aydın düşmanlığı ve siyasal etik yoksunluğu... PDA bunlarla ta- nındı.

Saçak'ın Haziran sayısında M. Ulusoy, Yön'ü Kemalistlikle, 71 gençlik direnişçilerini de "mahkemelerde (...) ideolojik uzlaşma tu- tumunu" sürdürmekle eleştirebiliyor.18 Siyasal etik yoksunluğuna bi- rer örnektir; D. Perinçek'in "Mustafa Kemal, partimizin başkanıdır" sözünü ve aynı çevrenin mahkemelerde, sorgularda hiç de övünülecek yanı bulunmayan tutumlarını hatırlatmak gerekiyor. Sol hareketteki Kemalist etkinin ve mahkemelerde uzlaşmacılğın eleştirileceği son yer, Saçak dergisinin satırlarıdır...

Aynı dergiden, H. Berktay ile devam edilebilir: "27 Mayıs 1960'- dan sonra, Türkiye solunda cereyan etmiş olan en büyük ve en anlamlı tartışmadır MDD-SD tartışması. Bu tartışmanın özü, Türkiye'nin son tahlilde emperyalist dünya sisteminin ezilen kutbunda mı yer aldığı ve dolayısıyla diğer bağımlı, sömürülen ülkelerle ortak bir genel devrim türü ile mi yüzyüze bulunduğu; yoksa, artık burjuva-demokratik devri- min bütün görevlerini tamamlayıp kapitalist bir ülke haline mi geldiği ve dolayısıyla önünde doğrudan doğruya sosyalist devrim aşamasının

Page 93: Gelenek09

92

mı bulunduğu sorunuydu" 19 Devamında, yazar, sosyalist devrim sa- vunucularının, kapitalizmin gelişmesini beklemekten başka birşey önermediklerini ileri sürüyor. İnanılması güç bir iddia. Birincisi, sos- yalist devrim tezi güncel olarak işçi sınıfının iktidarı alabilirliği ve ken- di sosyalist programını uygulayabilirliği üzerine kurulu olduğu için "bekleme"nin bu tez içinde yeri bulunmuyor. Tam tersine, her tür de- mokratik devrimcilik bekleme ve ertelemeyi içeriyor, gerektiriyor: Menşevizm, burjuvazinin devrimini yapıp sahneyi sosyalizme hazırla- masını beklemeyi öneriyordu. Maocu milli demokratik devrim, köylü- lüğün aynı misyonu yerine getirmesinin ertesine erteliyordu, sosyaliz- mi. İleri demokratik düzen ya da devrim görüşleri, ulusal ve küçük bur- juva güçlerin, sosyalistler için iktidarın önkoşulu sayılan anti-tekel bir ileri demokrasiyi kurmalarına dayanıyor. 60'lardan MDD'si benzer bir işlevi asker-sivil-aydın zümrenin yerine getireceğine inanç besli- yordu. Sonradan MDD'ye proleter önderlik şırınga eden ulusal de- mokratik halk devrimi tezleri, gelecekteki iktidarın görevlerini ayrıştı- rıp kimilerini ileri bir aşamaya bırakacaklardı... Ama 60'ların eksikli sosyalist devrim tezinde bile bir "bekleme" motifi çok sınırlı bir kesi- min dışında yer adamıştır.

SD ve savunucusu TİP'in eksiği ikilidir: Tez, yalnızca ekonomik gerekçelere dayanmakta, dolayısıyla sosyal devrimin ana sorununun iktidar olduğunu atlamaktaydı. İkincisi, çoğunluk devrimi modeline bağlılık, parlamentarist eğilimleri besliyordu... Bu açıklar, geleneksel solun iç dinamiğini yansıtan katkılarla, Yürüyüş ve Sosyalist İktidar dergilerinin sayfalarında adım adım aşılmıştır. SD tezinin eski biçimi- nin yerine konan, eşitsiz gelişme yasasından temellenen bir yorumdur. Gelenek'te başka yazılarda da ele alındı; özünde bu yorum, kapitaliz- min sosyalizm için tamamıyla olgun bir zemin hazırlamasının sözko- nusu olmamasına dayanıyor. Burjuva düzeni, Manifesto'da tarif edilen düz ve devrimci bir gelişim değil, eşitsizliklerin biriktiği bir süreç ya- şıyor. Kapitalizm, pre-kapitalizmden kopamıyor. Ancak, burjuvazi bir kez siyasal iktidara ortak olduktan sonra, burjuva demokratik dev- rim, "her toplumsal devrimin özünün siyasal iktidar sorunu" olduğu anlamında tarihsel olarak aşılmış sayılır.

Sosyalist devrimin pür işçi talepleri ya da saf sosyalist bir progra- mın maddeleriyle sınırlı sayılması, Ekim'i önceleyen yıllardan kalma

Page 94: Gelenek09

93

bir yanılgıdır. Ekim, sosyalist devrimin başka sınıflarla kurulacak itti- faklara, toprak sorunu ve ulusal sorun gibi konulara çözüm getirmeye, savaşa son vermeye, akla gelebilecek daha birçok demokratik soruna kapalı bir sekterlik olmadığını göstermiştir.20

Sosyalist devrim tezini, bir ekonomist determinizme indirgeyerek eleştirme yolunu seçen Berktay'ın değirmenler savaşı, yazının he- men başında, hiçbir deneyimin aynen tekrar edilmeyeceği, ülke özgül- lüklerinin önemi vb. görüşlerle ilân ediliyor. İktidarı düşünen hiçbir hareketin, ülkesinin özel olanak ve dezavantajlarını dikkate almadan yola çıkması düşünülemez. "Aynısı olmaz" tartışmasının muhatabı, ciddi siyasal eğilim ya da hareketler değil, çocukluk hastalıklarından muzdarip girişimlerin sahipleri olabilir. Berktay'ın tuhaf eleştirisinin aslında bir özeleştiri olduğu az sonra ortaya çıkmaktadır: "(yarı-sö- mürge, yarı-feodal kavramlarının kullanımı - A.G.) madem üretim tarz- ları veya sosyo-ekonomik yapıları esas olarak aynı, o zaman iktidar yolları da aynı olmalı mantığıyla, özellikle Çin Devrimi'nin yolunun bir model olarak taklit edilmesi eğilimini körüklemiştir (...) Nitekim biz, 1960'ların sonları ve 1970'lerin başlarında, kendi şablonculuğu- muzun sonuçlarını acı bir şekilde yaşadık" 21 Şablonculuk özeleşti- risi bir gerçeğe parmak basıyor; ancak, Berktay bir de, Kaypakkaya grubunun PDA'dan kopuşunu hatırlatıyor. Burada "sol sapma" eleş- tirisini açmak gerekiyor. Kaypakkaya, Mahir'lerin Deniz'lerin MDD' den kopuşlarını, çok daha çarpık bir yola girildikten sonra, maoculuk zemininde yaşamayı deniyor. Diğerlerinin kopuşunun, moral anlamı- nın pek azı Kaypakkaya'da bulunabilir; ama aynı girişim benzer bir radikalleşmeyi ifade etmiştir. Kaypakkaya, geriye devrimci demokrat bile sayılamayacak bir maoculuk varyantı bıraktı; herşeye rağmen PDA hareketine göre, etik açıdan çok daha onurlu olduğu da kabul edilmelidir.

Berktay'ın "özgüllükler" teorisine dönersek, söylenerek az ve oldukça net şeyler var: Reel bir anlamı ve değeri olmayan özgüllük edebiyatı, her zaman, her yerde bilimin genelleştirme ve evrensel mo- del kurma arayışlarına karşı durmanın bir aracı olmuştur. Bir vülga- rizasyondan ibarettir. Saçak özelinde, maoculuğun halk savaşı vb. ile barındırdığı bir radikal tondan "ulusal uzlaşma" doğrultusunda arınmanın gerekçesini oluşturma anlamına geliyor.

Page 95: Gelenek09

94

Berktay ve Ulusoy, Türkiye sol tarihinin tahrifatını tamamlama- ya çalışıyorlar. Peşpeşe sıralamak istiyorum: 1960'lar için üç eğilim- den söz eden Ulusoy, SD'nin dışındaki Yön ve MDD'yi özenle ayrış- tırmaya çabalıyor: Yön darbeci, MDD ise işçi sınıfı önderliğinin sa- vunucusu olarak lanse ediliyor. Kesinlikle aslı yok: Yön ne kadar dar- beci ise, MDD de o kadar darbeci ve işçi sınıfından uzaktı. "Yön'ün 'devrim stratejisinde' devrimin itici gücü işçi sınıfı ve yoksul köylü- lük değil, aydının, öğretmenin, subay ve öğrencinin heyecanı, sabır- sızlığı ve öfkesiydi" Tekrar ediyorum, MDD teorisyenleri için bu açı- dan gerçek bir farklılık mevcut değildir." 'Suni denge' teorisi de esas olarak yön'ün halkın geriliği ve pasifliği düşüncesine dayanan, şiddete dayanarak tepeden zorlama çizgisinin devamıydı" 22 Aşağıdan hare- kete övgüleri kim daha fazla yaptı, ya da kim daha popülist tartış- malarını yapabilirler, ilgilenmiyorum. Ama THKP-C'nin, Yön ya da MDD'den pratik kopuşunu süsleyen "teorik yenilikleri" Latin Ame- rika kökenlidir. Yön'den gelen bağ ise MDD'yi daha da sıkı şekilde sarmıştır... MDD, asker-sivil-aydın zümreye ilişkin revizyonu, 70'li yıllarda sessizce gerçekleştirdi. Revizyonun nedeni ve aşamacılığın iş- çi önderliği tabelasıyla renklenmesinin nedeni, ortada üzerine hesap yapılabilecek "sol cunta" olasılığının hiç kalmamış olmasıydı. Kesin- likle, teorik bir kopuş yaşanmadı...

Yön değerlendirmesinde bir bilgisizlik örneği saydığım bir nokta daha var: "Yöncülerin toplumsal tahlilleri ve arada bir 'sınıf kavram- ları’ndan söz etmeleri; sadece sözde marksist olmanın yüklediği bir görevi yerine getirmek için kullanılan bir süs olmaktan ileri gitmiyor- du"" Yazar, sınıftan söz edilmesini marksistlik için yeterli koşul saydığından olsa gerek, Yön'ün böyle bir özellikten uzak olduğunu anlatmaya koyuluyor. Hiç gerek yok, Yön yazarlarının çoğu ve başta D. Avcıoğlu'nun çabası tam tersine, marksizmden ayrım nok- talarını belirginleştirme yönünde olmuştur; kullanılan nitelemeler ise, ısrarla "Kemalizm" ve -en sol ifade olarak- "devletçi sosyalizm" olmuştur.

Ulusoy'un iki allerjisi var: Biri, daha önce değinildi, Sovyetler Birli- ği'ne karşı. Yazar, bu alanda sınır tanımayarak Nasırcılığı, Cezayir sos- yalizmini -Türkiye'de eski MDD'cilerin çok sempati besledikleri bu örnekleri- SBKP'ye mal edebiliyor... İkincisi, devrimci demokratlara

Page 96: Gelenek09

95

duyulan tepki: Ulusoy, bu kesime yönelttiği eleştirilerinin birinde, kendisinin ne istediğini açığa vuruyor: "Partisizliği bir erdem, bir olumluluk olarak görmeleri, öncülük misyonu yükledikleri 'ara tabaka- lar'ın uzun süreli istikrarlı bir örgütlenmenin gerektirdiği disiplin ve de- netimden hoşlanmayan sınıf tabiatına uyuyordu. Adı üzerinde, ara ta- bakalar, ekonomik konumları nedeniyle maddi şartları durmadan de- ğişen, hiçbir istikrarı ve geleceği olmayan bir toplumsal kesimdir" 24

Saçak yazarı, istikrarlı, uzun süreli bir düzen partisini arzuluyor. İşçi sınıfının bilimsel sosyalist partisi, işçi sınıfının istikrarını, kapitalist toplumun ana sınıflarından biri olma niteliğini yansıtarak, düzenli ge- nişleyen, güçlenen bir parti olmak durumunda değildir, öncü işçi ve aydınların, dar ve ancak bir devrimci "istikrarsızlık" döneminde ve dü- zenli olarak değil, sıçramalarla güçlenebilecek olan örgütüdür parti. Saçak'ın niyeti ise, biliniyor, bir milli uzlaşmanın taşıyıcısı olmakla sı- nırlıdır.

Yeniden Berktay'a dönüyorum. Tez, SD teorisinin evrensel daya- naktan yoksun olduğuyla başlıyor, emperyalizm dönemi marksist lite- ratürünün MDD'nin dayanağını oluşturduğu görüşüyle sürüyor. "Daya- nak", III. Enternasyonal literatürü olarak adlandırılıyor, 1920 ve 30'lu yıllara uzanıyor.25 1920'li yıllar uluslararası sosyalist hareketin mer- kezi Komintern'in Doğu ve Batı için iki farklı hareketlenme yolu öner- mesine tanık oldu. Doğu için, ulusal motiflerin ağır bastığı bir emper- yalizmden kopuş süreci öngörüldü. "Bağımsız konumun vurgulanması ve belirli bir iktidar perspektifinin taşınması, hareketlendirici ana ide- olojik temalar (milliyetçilik, Asyacılık vb.) sosyalizme önde dışsal da olsalar, sol çizgiye belirli bir kişilik kazandırabiliyor. Bu kişilikliliğin, zamanla bilimsel sosyalizme daha da yakınlaşmasıyla sonuçlanması ciddi bir olasılıktır" 26 Berktay'ın MDD'nin "evrensel teorik mirası" olarak gördüğü kısaca budur. Komintern'in sol hareket için pratik can- lanışı, teorik (self-likidasyon riskini de içinde barındıran) bir sağa açıl- ma ile birlikte olanaklı saydığı, sınırlı bir konjonktürdür sözkonusu olan. "Teorik miras" ise sınırlı dönemin siyasal-ideolojik söyleminden oluşuyor. Geleneksel solun benzer sağ teorik açılımlarının örnekleri arasında Batı Avrupa'da cephecilik ve barışçılık, daha sonra destalini- zasyon kampanyası sayılabilir. Sağa açılışları, bağlamlarının dışına çı- kartıp evrenselleştirmeye dönük girişimler, pratik canlandırma olana- ğının gündemden silindiği dönemlerde yalnızca geriletici işlev görebi-

Page 97: Gelenek09

96

lirler. Eklektisizmle damgalanan unsurların elinde, sosyalist teori ve politikayı likide etmenin aracı haline gelebiliyorlar. Berktay gibi, "sol"u çoktandır terketmiş olanlar ise "sosyalist" kimliklerini ancak böylesi tarih dilimlerindeki ideolojik dalgalanmalardan devşirebiliyorlar... Ya- zarın, SD tezlerini 20. yy literatürünün karşısına koyması ise yine bir tuhaf yanılgı olarak kalıyor. Sosyalist devrim perspektifi, tersine, Ekim ve sonrasında tarihsel kanıtlarına kavuşan bir katkı olarak üretilmiştir...

Berktay, Ulusoy ve Akman'ın devrimci demokrasi değerlendirme ve değinmeleri, bu yazının sonuç bölümü olarak, devrimci demokrat kavramlaştırmasının siyasal sonuçlarını yeniden netleştirmeyi gerekli kılıyor. Devrimci demokrasi, Türkiye yakın tarihinde somutlanışıyla, Yön hareketi, MDD ve sonrası gençlik hareketleri, bilimsel sosyalizm- den ayrı, ona dışsal bir nesnelliğe sahipler. Ayrı hedefler ve programla- rın taşıyıcıları olmaları, bu unsurları sosyalizmin kıstaslarıyla değerlen- dirmeyi olanaksız kılıyor.

Sosyalistlerin devrimci demokratlardan farklılıklarını vurgulamala- rının bir anlamı, ortak örgütlenme çatısı altında var olmanın olanaksız- lığını ortaya koymaktır. Farklılık, ne Akman benzeri devrimci demok- ratların "proleter devrimcilik" iddialarıyla, ne de solculukları tartışma- lı Saçak'çıların MDD'yi ve kendilerini "ortodoks marksist" ilân etme- leriyle zedelenecek bir özellik değil. Ancak, yine de görüntünün bula- nık olması kaçınılmaz sayılmalı. Sosyalist devrimler çağında ilericilik iddiasındaki her eğilim, zorunlu olarak marksizmin etki alanına girmiş demektir. Etkinin dozajı, birinci olarak siyasallaşmanın derecesine, ikinci olarak bilimsel sosyalist hareketin gücüne bağlı. Devrimci de- mokrasi, bu çekime kapıldığı ölçüde, sosyalistler ve işçi sınıfı için bir müttefik adayı olabilecektir. Maoculuk türü kronik hastalıklar ise bir karşı çekimi besliyor; ancak devrimci demokrasi sosyalist teoriden uzaklaştığı ölçüde, kendi özünden, kapitalizme karşı tepkiselliğinden de uzaklaşmaya başlıyor. Saçak bir yönüyle bu süreci sergilemiştir: Sosyalizme düşmanlaşan devrimci-demokrasi, devrimci demokratlık- tan düzen içine transfer oluyor...

Geleneksel solun teorik görevleri arasında, kendisini devrimci de- mokratların bu çok yönlü konumları konusunda teçhizatlandırmak, pratik olarak da muhtemel gelecek senaryolarına hazırlanmak yer alı-

Page 98: Gelenek09

97

yor. Pratik görevler açısından bu kesimlere yönelik özel bir çaba da gerekli değil. Geleneksel sol, kendi yolunu sağlam çizdiği ve bu yolda ilerlediği ölçüde devrimci demokrat dinamikler de tarihsel sınırlılıkları- nı aşabileceklerdir.

NOTLAR

(1) Berktay, Halil; "Türkiye'nin Özgüllükleri Üzerine Bazı Düşünceler (I)", Saçak dergisi, sayı 41 içinde, İstanbul, Haziran 1987; s. 4.

(2) Akman, Cüneyt; "Bir Yanlış Tartışma", Türkiye Sorunları Dizisi-1 içinde, Alan yay. İst. Haziran 1987; s. 77.

(3) Giritli, A.; "Fransız Devrimi: Bir Mirasın İzinde", Gelenek 6 İçinde, Ankara Nisan 1987;s. 78.

(4) Akman, C.;a.g.y., s. 82. (5) Lenin, V.I.; "İşçi Sınıfının 'Jakobenizm'den Çekinmesine Gerek Var mı?";

Gelenek 6 içinde, s. 94 ve Oeuvres 15 içinde, Ed. Sociales Paris/Ed du Progres Moskova, 1971, s. 125.

(6) Lenin, V.I.; Bir Adım İleri, İki Adım Geri, Sol yay. Ank. Mart 1979; s. 179 (7) Lenin, V.I.; a.g.e., s. 229. (8) Akman, C.;a.g.y., 78. (9) Akman, C.;a.g.y.,s. 102 -103.

(10) Hatta, Gelenek 3 içinde Saçak'in sivil toplum eleştirisi ve kurduğu Kema- lizm-Jakobenizm bağlantısına ilişkin bir değinmede tam tersi ifadeler bulu- nuyor :Giritli, A.; "Türkiye'de Sivil Toplumculuk: 1981-86" Gelenek 3 için- de Ank., Ocak 1987, s. 66...

(11) Akman, C; a.g.y s. 77. .,(12) Akman, C; a.g.y., s. 83. (13) Akman, C.; a.g.y., s. 77. (14) Akman, C.; a , s. 103, .g.y.(15) Akman, C.; a.g.y.,s. 105. (16) Giritli, A.; "Türkiye'de Devrimci Demokrasi", Gelenek 8 içinde, Ank. Haz.

1987. (17) Çulhaoğlu, Metin; "68 Kuşağı üzerine", Gelenek 3 içinde, s. 75. (18) Ulusoy, Mehmet; "Yön'ün Yönü", Saçak dergisi, sayı 41 içinde, s. 16. (19) Berktay, H.; a.g.y., s. 5. (20) Bu tartışma daha geniş olarak, Uygur Cengiz - Giritli, A.; "Türkiye'de Ge-

leneksel Sol: Yüzyıllık Rehavet" yazısında ele alınmıştı; Gelenek 5 içinde, Ank. Mart 1987.

(21) Bertay, H.; a.g.y., s. 10. (22) Ulusoy, M.; a.g.y.,s. 15. (23) Ulusoy, M.; a.g.y., s. 14. (24) Ulusoy, M.; a.g.y., s. 16. (25) Berktay, H.; a.g.y., s. 7. (26) Çulhaoğlu, M.; "Solun Tarihinde Atılım ve Restorasyon Dönemleri", Ge-

lenek 6 içinde, Ank., Nisan 1987; s. 45.

Page 99: Gelenek09

98

ASENA, KADIN VE SEVGİ

Osman AKIN

Okuru kadın, sevgi ve cinsellik olguları üzerinde uzun uzun düşün- düren bir kitap daha yayınlandı. Duygu Asena'nın Kadının Adı Yok adlı eseri, yayınlanır yayınlanmaz liste başına yerleşen, ilk baskısı bir haftada tükenen ve şu ana dek ona yakın baskı yapacak denli tutulan bir kitap oldu.

Başlarken aktaracağım ve kitabın arka yüzünde yazılı şu sözler, kanımca, Duygu Asena'nın anlatısının içeriği ve yönü ile, yazarın uf- kunun darlığını ya da genişliğini en iyi anlatan sözler olacak: "Duygu Asena'nın adı olmayan kadını kendi mecrasını kendi yaratan bir nehir. Denize ulaşıp ulaşmaması önemli değil."

Asena'nın adı olmayan kadını, gerçekten de, yaşamı boyunca top- lumsal çevrenin tüm baskı ve kuralları ile boğuşan, "kendi ayağı üze- rinde durabilmek" için el yordamıyla da olsa yolunu arayan, adım başı karşılaştığı bencillik ve sevgisizlik çıkmazında "büyük aşk yaşama" tutkusunu hiç yitirmeyen, bunun için çabalayıp duran, bulan, başarı- sızlığa uğrayınca bir daha, bir daha deneyen, ne olursa olsun aramak- tan ve denemekten vazgeçmeyen, sözün kısası, kendi yolunu kendi çizme erdemine sahip bir kadındır. Kendini, kadın cinsini, acındırmayı düşünmez. Tersine, hep güçlü olmak ve başını dik tutmak, erkeklerle boy ölçüşmek ister. Bunun için, evlilik kâbusunun kıskacından kurtul- mak, "özgür" olmak ister...

Page 100: Gelenek09

99

Ama Asena'nın kadın tipi, aynı zamanda, kadınların kurtuluşunu ve özgürlüğünü toplumsal bir proje ile birlikte ele almak gibi bir pers- pektif yokluğunda, hep kendini yaşayan, kendi deneyleri ve arayışları ışığında kendi özgürlüğünün peşinde koşturan, kendisini bir "simge" olarak gördüğü halde yalnız kendi mutluluğunu kovalayan bir kadın- dır. Yaşanacak büyük aşksa "onun" aşkıdır, kavuşulacak özgürlükse "kendi" özgürdüğüdür, savaşsa "tek başına" savaşır. Tabii bu durumda kendisinin dışına çıkmaz, çıkamaz; "denize ulaşamaz". Ve tuhaftır, Asena'nın adsız savaşçısı bu yüzden de kendisini çok sever!...

Bununla birlikte Asena, anlatısında, toplum yaşamındaki en eski ve en gerçek sorunlardan birisine, kadınların ezilmişliği ve kadın-er- kek eşitsizliği olgusuna el atar. Kadınların, yaşam boyu, kendilerine toplumsal ödev olarak öğretilmiş ev, eş ve anne üçgenine nasıl hapsol- duklarının tablosunu çizer. Kadın cinsinin, "geleneksel" rollerine uy- gun olarak ve sırf kadın olmaları yüzünden toplum ve aile yaşamında gördükleri baskıyı, ezgiyi, aşağılamayı, değersiz kılınmayı ve ikinci sı- nıf insan muamelesini, çarpıcı bir anlatımla verir. Burjuva karı-koca evliliğinin bütün sevgisiz, bayağı, bencil ve ahlaksız özünü ve açmazla- rını gözler önüne serer. Kadınların erkeklerle olan ilişkilerini ve onlar karşısındaki konumlarını, çocukluktan ölüme, yer yer "feminizm"in işaretleri ağırlık kazansa ve baştan aşağı "bireysel" kalsa dahi, yine de eleştirel olmayı başarmış bir sorgulamadan geçirir; bu doğrultuda ata- erkil, yani erkek kültürüne keskin eleştiriler yöneltir ve kendince bazı çıkış yolları önerip bunları tartışır.

Kadının Adı Yok, milyonlarca kadının yaşamlarındaki ortak yan- lara ışık tutma ve yaşanan "kadın" gerçekliği üzerinde düşündürme noktasında, "kadınlığın ortak macerası" nitelemesini hak eder. Ancak Asena, gerek gözlerini kalabalık çalışan kadın kesimlerinin sorunlarına çevirmede, gerek gözlemlediği ilişkilerin açmazlarını aşma yönünde genelleştirilebilecek köktenci çözüm yolları önermede, gerekse bir çı- kış ararken bunu toplumun diğer temel sorunları ile birleştirmede, böylesine bütünsel bir çerçeveye oturtmakta tamamen yetersiz kalır. Asena, kendi yaşamına ve yakın çevresindeki insan ilişkilerine karşı eleştirel bir çizgi tutturmayı başarırken, toplumsal ilişkilerin karma- şıklığını ve her halükârda bireyleri (bireyler ne kadar güçlü ve hırslı olursa olsunlar) aşan niteliğini hesaba katmaz; kadın sorununu top- lumsal bir sorun olarak ele almaz ve varlıklı olmayan geniş kadın ke-

Page 101: Gelenek09

100

simlerinin temel sorunlarına da parmak basmayı, onların geleceğini de aydınlatmayı düşünmez.

Kendi "ben"ini her şeyin merkezine koyan Asena'nın, bireyin kurtuluşunu toplumsal ilişkilerden koparıp, onları çevreleyen maddi koşullarda gerçeklik bulacak yönelişler yerine, "ayrı mekânlar" ve "yalnız kalabilme özgürlüğü" ile sınırlı sığ çözüm arayışları belki ken- disi ve kendi gibi ekonomik-toplumsal konuma sahip kadınlar için bir cazibe taşıyabilir ve onlar için denize ulaşıp ulaşmamak önemli olma- yabilir. Ancak, serüven arayan Asena'nın kadın tipinin aksine, macera- lara tahammülü olmayan geniş kadın kesimleri için esas ve vazgeçilmez olan denizin kendisidir. Asena'nın ki türünden tekil arayışlar ile sözde kurtuluşlar, bir fantezi olmaktan öteye gitmez. Somut çıkarları ile ni- hai kurtuluş düşünüldüğünde, bir başına okyanusa açılan ve hangi li- mana varacağı konusunda açık bir fikri ve kararı bulunmayan gemiler, eğitimsiz, sınıf atlama fırsatından yoksun, ev kadınlığı ile emeğiyle ça- lışmaktan başka "yazgı" bilmeyen kadınlara hitap etmez. Onların, de- nize ulaşamayan nehirlerde, bu nehirler ne kadar güçlü akarlarsa aksın- lar, görecekleri bir umut yoktur.

Belirtmek isterim: Bunu söylerken, kadının, ya da kitaptaki örne- ğine uyarsak, "orta sınıf" kadınının çalışma yaşamındaki başarısını kü- çümsemiyor, kadınların kurtuluşunda asıl kadınların çözümleyici ola- bileceğini reddetmiyorum. Ayrıca, ekonomik bağımsızlığın kadın öz- gürlüğünün ana halkalarından birisi ve başlıcası olduğunu, kadın cinsi eve kapanmaktan ve ev işlerinin yükünden kurtulmadan, çalışma haya- tına katılmadan, toplumsal üretim süreci içerisinde bilfiil yer almadan, ekonomik bağımsızlığın ve özgür insan olmanın maddi temellerini oluşturan öğeler olmadan, bir bütün olarak kadın cinsinin kurtuluşun- dan söz etmenin olanaksızlığını da gözardı etmiyorum. Benim söyle- mek istediğim, sadece, Asena'nın kadın tipinin elde ettiği türden bir ekonomik gücün, "banka hesabının" ve kariyerin, bu sistem sınırları içerisinde çok az sayıda kadına nasip olduğu, toplumun çalışan kadın- larının bütünü açısından bir genellik taşımadığı, bu anlamı ile "rastlan- tısal" bir örnek olarak kaldığı ve kendisiyle benzerlikler taşıyan birey- ler dışında kimseyle özdeşleştirilemeyeceğidir.

"Kadınlığın ortak macerası"nı anlatma isteği ve bütün kadınları kapsayacak ve onlara mal olacak bir tablo çizme isteği ile, çare arayış- larının tekil, bireysel ve dar bir kesimle sınırlı kalması, birbirine taban

Page 102: Gelenek09

101

tabana zıt iki olgu. Buna rağmen Asena'nın ve kitabın başarısı hiç yok mu? Var. Birincisi, bir birey olarak, kendi yaşamını kendisi düzenle- mek ve yaşamına hırsla sarılıp, ideali olan "büyük aşk yaşama" tutku- suyla, mutluluğun peşinden koşturmaktaki kararlılığı, inatçılığı ve tu- tarlılığı. İkincisi, farkında ya da değil, eleştirisinin asıl okunu evlilik kurumunun soyut varlığına yöneltmekten çok, burjuva insan ilişkile- rini belirleyen bencil çıkarlara yöneltmesi ve bu sayede, bu ilişkilerin özündeki sevgisizliği ve ahlaksızlığı sergilemesi. Ama hepsi bu kadar! Asena'nın ufku daha ileriyi göremez.

Asena'nın çağımız insan ve özelde kadın erkek ilişkilerinin yoz- laşmasında ve evlilik sürecinde çok geçmeden "ayrı dünyalar"ın orta- ya çıkışında başlıca faktör ve çiftler arasındaki iletişimsizlikte esas ne- den olarak çıkar güdüsünü öne çıkarması ve sevgisizlikte somutlanan gayri insani, gayri ahlaki değerleri hedef alması, isabetli bir yöneliş. Çünkü evlilik kurumunun, bir kurum ve toplumsal-hukuki bir varlık olarak, kökeni ve ortaya çıkışı açısından, ne tarafların bilinçli tercihle- rine dayalı özgür eş seçimi ile, ne sevgiyle ilintisi vardır. Çağımız evli- lik kurumunun ve modern karı koca ailesinin ilk doğuşu, tarihsel açı- dan, eşlerin karşılıklı duyguları ya da isteklerine değil, bizatihi ekono- mik nedenlere, ekonomik gereksinimler üstünde yükselen miras huku- kuna dayanır:

"Tek eşli evlilik, hiçbir şekilde, bireysel cinsel aşkın meyvesi ol- madı; evlilikler, geçmişte olduğu gibi, gene büyükler tarafından karar- laştırıldıklarına göre, monogamie'yle bireysel cinsel aşkın hiçbir ilişki- si yoktu. Bu, doğal koşullar üzerinde değil, iktisadi koşullar (yani, özel mülkiyetin, ilkel ve kendiliğinden ortaklaşa mülkiyet üzerindeki yengisi) üzerine kurulmuş ilk aile biçimi oldu. Aile içindeki erkeğin egemenliği ile sadece ondan olabilecek ve babanın serveti kendilerine kalacak çocukların doğması - karı koca evliliğinin ... gerçek erekleri işte bunlardı."1

Aynı biçimde, kadınla erkeğin karşılıklı toplumsal konumları da ne ezeli, ne ebedidir. Kadının toplumsal konumundaki değişme, üre- tim ilişkilerinin değişimine bağlı olarak, belirli bir tarihsel-toplumsal gelişme sonucu ortaya çıkmıştır. Buna koşut olarak, toplumun üst ya- pısını, ahlakını, töresini, değerler sistemini ve dolayısıyla aile biçimini hep maddi ekonomik ilişkiler temeli belirlediğine, burjuva toplumdaki insan ilişkileri, insan sevgisi, karşılıklı dostluk, dayanışma gibi bireysel

Page 103: Gelenek09

102

niteliklere ve erdemlere değil de, doğal bir zorunluluk olarak kendini dayatan bencil çıkar ilişkilerine dayandığına göre, sevgisizlik burjuva insan ilişkilerinin ortak paydasıdır; toplumdaki tüm bireylerin ortak yazgısı ve dramıdır. Bu yüzden, evlilikte aşkı öldüren ve "ayrı dünya- lar"ı, "iki kişilik yalnızlıklar"ı yaratan evlilik kurumunun kendisi de- ğil, evlilik kurumunda somutlanan burjuva insan ilişkilerinin ve dolayı- sıyla burjuva kadın erkek ilişkisinin bencil ve çıkarcı niteliğidir. Burju- va evliliğin, sevgiye katabileceği hiçbir şey yoktur.

Burjuva evliliğin temel açmazı, eşler arasında uzun süreli bir or- tak dünya yaratamamak, "iki kişilik yalnızlıklar"a meydan vermeye- cek bir paylaşımı gerçekleştirememek, bunu sürekli kılamamaktır. Çünkü burjuva evliliği, evlilik birliğinin temeline, sevgiyi, dostluğu, or- tak bir yaşam ve düşünce birliğini, eşlerin birbirlerinin yaşamlarını tüm olarak paylaşmalarını, birbirlerinde bir transformasyon, bir dönü- şüm yaratmalarını koymaz. Evlilik boyunca, ortak bir fiziksel ve zihin- sel sürecin paylaşılmasını kalıcı kılacak yetenekte değildir. Onun için, eşleri birbirine bağlayan sayısız tuşların azalması ya da çoğalması, aşınması ya da güçlenmesi, hiç önemli değildir. Burjuva evliliğin iste- diği, sadece, toplumun en küçük ve temel ekonomik birimi olarak aile- nin sürekliliğinin sağlanması ve ekonomik çıkarları kollayan âdetlerin, geleneklerin, yasaların yaşatılmasıdır. Gerisi onu ilgilendirmez. Aile kurumunun temellerine darbe indirmediği sürece, eş aldatma pekala meşrudur.

Evlilik bir sözleşmedir. Sevgi ise bir sözleşme değildir. Bizim için esas olan da sevgidir, evlilik değil. Sevgi, insanın en içten ve yalın duygularıyla ötekisinin varlığına, yaşamına ve ruhsal dünyasına duydu- ğu yakın ilgidir. Gönül bağı dışındaki bütün bağlardan ve kurumlardan bağımsız olarak, kayıtsız şartsız ve hiçbir tedirginlik duymadan sev- mektir. Sevgi, tek başına duygular da olmayıp, Asena'nın da farkında olduğu gibi, öncelikle bir dostluk ilişkisidir. Gerçek sevgi, yaşamın tüm yönlerinin paylaşılmasını amaçlayan bir içerik taşır. Bunun için- dir ki eşler arasında gerçek bir dostluk, cinselliğin kendisi kadar aşkın motorudur. Sevgiyi cinsel paylaşımla sınırlı kalıp soğumaktan kurta- ran başlıca faktör de budur, sevginin birbirinde dönüşüm sağlayan bir yaratıcılık göstermesidir.

Bu anlamıyla sevgi, yalnızlıktan kurtuluştur. Yalnız seveni değil, seveni ve sevileni yalnızlıktan birlikte kurtaran ve birbirini dönüştüren

Page 104: Gelenek09

103

bir etkinliktir. Asena, "yalnız kalabilme özgürlüğü"nü arayadursun, gerçek sevgi, yalnızlık nedir bilmez. Yalnızlık ile sevgi, birbirini dışta- layan iki zıt olgudur. Eşler bağımsız birer bireydirler ve sevgi, bir duy- gu olarak, tek başına kişiyi ilgilendiren bir duygudur ama, sevgi karşı- lıklı duyulduğu ve bir ilişki halini aldığı andan itibaren, yalnız kişiyi ilgilendirmekten çıkıp somut bir ilişki niteliğini alır ve tarafların ikisi- ni de ilgilendiren etkin bir ortaklığa dönüşür. Bir sevgi ilişkisi yalnızlı- ğı giderememiş ya da eşlerin duydukları yalnızlığın üstesinden geleme- mişse, o ilişkide mutlak aksayan bir şeyler vardır. Hem sevmek, hem özgür olmak, hem yalnız olmamak; bu, hiç de gerçekleşmesi olanaksız bir rüya değildir.

Ek olarak, üstelik sevenler, sevgilerinin yarını için hiçbir taahhüt altına girmemeli, ilişkilerini "baskı" altına sokmamalıdırlar. Mutlak ke- sinlik iddiasını taşıyan her söz, bağrında doğal olarak gelecek koşulla- rın ve ilişkilerin bilinemez değişikliklerini taşıyacağı için, soyut kal- mış ve eksik verilmiş bir söz olacaktır. Vurgulamak istiyorum: Bu açı- dan, verilecek bir net yanıt geleceği bağlayan bir söz ya da akit olarak, anlamsızlığı açıkça ortada olan bir şeydir. Soruna bu açıdan bakıldı- ğında, aşkın yarını yoktur, bilinemez. Aşkta bugün gerçek, yarın ise kurgusal ve düşseldir.

Bütün bu nedenlerden ötürü, tarih sahnesine çıkışında tek eşli ai- leyi koşullandıran olgu ekonomik çıkarlar olduğu ve aşk ile evlilik ara- sında doğrudan bir bağ bulunmadığı için, evlilik kurumu milyonlarca insanın aile yaşamında karşılaştıkları ve çözemedikleri en temel sorun olan "karı-koca yabancılıklarına hiçbir çare bulamaz. Rutinliği yara- tan, sevginin heyecanını ve coşkusunu yitirten, eşleri doyumsuzluk içinde başka kanallara akmaya yönelten ve aşkı öldüren, ilişkinin öz- gür ve gönüllü tercihe dayalı olarak değil, bağımlılık ilişkisi temelinde sürdürülmeye çalışılmasıdır, sevginin ve ortak paylaşımın zayıflığıdır. Asena'nın haklı bir tepki ve meşru bir nefretle karşı çıktığı sahiplilik duygusu da bağımlılık ilişkisi de, tek tek bireylerin zaaflarından değil, ekonomik nedenselliğin ve miras hukukunun bağrından fışkırır. Kal- kan olarak evlilik bağlarını, toplumsal çevreyi, dahası çocukları kulla- nan bir ilişkide, aşk ölüdür. Asena ise bütün bunların farkında olmakla birlikte, ufkunun darlığından dolayı, idealindeki "özgür kadın" imajını toplumsal değil, bireysel bir ölçeğe oturtmakta ısrar eder. Oysa burju- va toplum üyelerinin toplumsal çevrelerinden kopuk atomlar olmadık-

Page 105: Gelenek09

104

ları,2 iyi bilinen bir gerçektir. Tekrarlarsam: Kadın erkek eşitliğinin "ruhu", yani gerçek eşit-

lik, evlilik kurumu gibi bir sözleşme değil, karşıt cinsten ve bağımsız kişilikteki iki insanın karşılıklı aşkından başka hiçbir nedene dayan- mayan bir dostluk ilişkisi temelinde, yaşamın uyum içinde ve tam ve sınırsız bir paylaşımı demektir. Böyle bir ilişkiyi toplumun tüm insan- ları için gerçek yapacak toplumsal temel ise, varolan ilişkilerin -yalnız üretim ilişkilerinin değil, ayrıca, bütün bir insan ilişkilerinin de- radi- kal dönüşümünü öngerektirir. Sevgisizlik ve çıkar, toplumun tüm ilişki- lerini belirleyen temel öğeler oldukça, ne evlilik bir kurtuluş hülyası olabilir, ne Asena'nın ayrı mekanlardaki bireysel "özgürlüğü". İnsanlı- ğın ve bireylerin özgürleşmesinin önündeki engel, dar anlamıyla evlilik kurumu değil, toplumsal ilişkilerin kendisidir. Özgürlükten "yalnız ka- labilme özgürlüğü"nü anlayan Asena'nın kadını geri dönüp dönmeyece- ğinden bile emin olmadığı Aydın'ı bekleye dursun, kadın cinsi ile er- kek cinsi arasında gerçek bir eşitlik mümkündür ve iki bireyin ayrı me- kânlarında değil, asıl toplumsal mekânda mümkündür.

Asena ise, toplumsal bir gerçekle yüzyüzeyken, ne yazık ki dö- ner ve biçimsel bir çareye sığınır: "Benim hayalimdeki mutluluğun bi- rinci şartı ayrı mekânlar. Her gün, her gece aynı eve dönme zorunlulu- ğunun olmaması. Yalnız kalabilme özgürlüğü."3 Asena, bırakın kadın sorununu toplumsal bir sorun olarak ele almayı ve bu sorunun çözümü için her bilinçli bireyin toplumsal bir sorumluluk duyarak uğraş ver- meleri gerektiğini anlamayı, tikel bir aşk ilişkisinde eşler arasında kar- şılıklı bir insani ve ahlaki sorumluluktan bile açık açık uzak durmak istemektedir.

Oysa sorumluluk, aynı zamanda, eşlerin birbirinin "ben"i üzerin- de çalışmaları demektir. Gerçek bir sevgi üstünde yükselen bir aşk iliş- kisinin duyurduğu sorumluluk, sevginin ve duyulan duyguların içtenli- ğine bağlıdır ve bunların bir göstergesidir. Böyle bir ilişkide, sorumlu- luk ile güven elele yürür. Bir örnek vermek gerekirse, bir Rosa Luxem- burg'un, aynı evde birlikte yaşamaktan ısrarla kaçınan sevgilisi Leo Jogiches'le ilişkisinde ortaya koyduğu bir yaklaşıma dikkat çekmek ve bunu ayakları yere basmayan bir "büyük aşk" tutkusu içindeki Ase- na'nın özlemleri ve hülyaları ile karşılaştırmak ilginç olacaktır:

"Eğer kişi sürekli bir beraberlikten yana değilse, bu bir evlilik ilişkisini uzaktan ya da kaçamak ziyaretlerle idare etmektir ve bence

Page 106: Gelenek09

105

ancak yüreksizlik olarak nitelenebilir."4

Asena, aşkın dışındaki ortaklıkları vurgulayamadığı ve gözden kaçırdığı için kadın-erkek çiftinin çok uzağında kalırken, Luxemburg beraberliğin salt bir aşk ilişkisi olmayıp, karşıt cinsten iki insanın ya- şamlarının bütün yönlerini paylaşmaları ve yaşama değin bir ortaklık kurmaları anlamına geldiğinin bilincindedir. Emek katılmayan bir sev- gi, uzun süreli ve kalıcı olamaz.

Sonuç olarak diyebilirim ki, yaşamın anlamı salt aşk olsaydı, Asena belki doğru yolda olurdu. Ancak aşk ve cinsellik, insan yaşamı- nın çok önemli bir bileşeni olmakla birlikte, yaşamın anlamı değildir ve merkezinde yer almaz. Çünkü yaşamın anlamı insan olmaktır ve in- san olmanın, tek bir ruhsal-fiziksel etkinliğe ve duygulara indirgene- meyeceği çok açıktır.

(1) Engels, Ailenin, Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni, s. 85-86. (2) Marx, Kutsal Aile, s. 184. (3) Duygu Asena, Nokta Dergisi, Sayı 7, 22 Şubat 1987, s. 72. (4) Rosa Luxemburg, Sevgiliye Mektuplar, Kaynak Yayınları, İstanbul 1984, s.

146.