Upload
others
View
6
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
ENSAR VAKFI Marmara Bölge Başkanlığı
Dünden Bugüne İslfun Dünyasıİlda Zibniyet Değişiklikleri
ve Çağdaştaşma Problemleri
Sempozyumu
16-17 Haziran 1990 BURSA
TASA VVUFi DÜŞÜNCEDEİNSAN-DÜNYA MÜNASEBETLERi VE ZİHNİYETİMİZ Doç. Dr. Mustafa KARA*
Tasavvufta Dünyaya Bakış ifadesi çoğu zaman şöyle birsoru ile karşılaşmaktadır: Tasavvuf dünyaya da bakıyor mu? Tasavvuf dünyayı terk değil midir?
Tasavvufu'un dünyaya bakıp bakmadığını veya nasıl baktığını tesbit edebilmek için Kur'an'ın dünyaya bakışını incelemek gerekir. Çünkü sfifilerin bakış açılannın en önemli kaynağıKur'an-ı Kerim'dir. Dünya ve ahiret hayatı ile ilgili bu Kitap'ta yer alan tesbitiere bakıldığında, açık olarak görülen hususlar şunlardır:
ı. Dünya hayatı aldatıcı bir meta'dır (Al-i İm.ran, 3/1 85; Hadi d, 57/20). 2. Dünya hayatı oyun, eğlenceden ibarettir (En' am, 6/32; Ankebut, 29/64; Muhammed, 47/36; Hadid, 57!20) .
. 3. Dünyanın süs ve şaşaasına göz dikilmemelidir (Kehf, 18/28; Taha, 20/131).
4. Dünyayı atı.irete tercih etmemek gerekir (İbrahim, 14/3; Nahl, 16/107). 5. Ahirete karşılık dünya hayatı satın alırunamalıdır (Bakara, 2/86; N sa,4n4). Buna karşılık Kur'an-ı Kerim'de şu ifade de yer almaktadır: '!Dünyadan danasibini unutma .. "(Kasas, 28n7). Aynı st1renin bir baş-
ka ayetindeki şu uyan da dikkat çekicidir: "Size verilen şeyler dünya hayatının geçim vasıtası ve debdebesidir.
Allah katında olanlar ise, daha hayırlı ve .daha kalıcıdır. HMa buna aklınız ermeyecek mi?" (Kas as,- 28/60).
Kur'an-ı Kerim'de "aman dünya işlerinizi yoluna koyun", "kısa sürede
157
zengin olmaya bakın, yoksa diğer milletler sizi sömürür", "dünyayı imar edemezseniz ahiretiniz de perişandır" gibi ifadelerin yer almayıp "dünya hayatı sizi aldatmasın", "dünya malı az bir şeydir", "sürekli olan öteki Memdir" gibi u yaniann bulunması, insan psikolojisine daha uygundur. Çünkü insan "dünya hayatından danasibini unutmaması lazım" esasıyla yola çıktığında, çoğu zaman dünya adı verilen maddenin, menfaatin, paranın ve şöhretin avı haline gelmekte, hakim olması gerekiiken mahkum duruma düşmekte, vasıta gaye haline gelmekte, dini hayat ters yüzs olmakta, denge dünya lehine bozulmakta, kısaca "insan insanın kurdu" olmaktadır. halbuki isıarn bu dengenin korunmasını, vasıta ile gayenin birbirine karıştınlmamasını ve insamn insan dostu olmasını ısrarla istemektedir.
Toplumumuzda tasssavvufkelimesi çok şeyi çağnştırmaktadır. Daha doğrusu değişik insanlara faıklı şeyleri hatırlatmaktadır. Bu kelime ile kimi Yunus Emre'yi, kimi Mevlan§'yı, kimi hümanizmi, kimi anarşizmi, kimi miskinliği ve tenbelliği, kimi hau, eyvallah nağmesini, kimi kolorıizatör mücahid dervişleri, kimi mütevekk:il pasif kalenderleri, ki.mi bekt§şt fıkralarını, kimi de tesbih ve cübbeyi hatıdamaktadır. Tasavvuf tarihine bir bütün olarak bakıldığında bütün bunların örneklerini bulmak mümkündür.
FAKRveZÜHD
Tasavvufi hayat (seyr u sülfik) için uygulanan terbiye usullerine bakıldığında bazı hususlara dikkat edildiği görülür. Bunlardan, özellikle konumuzu ilgilendirenleri F AKR, RİY AZET ve ZÜHD'tür. Yani, dervişm dünyaya bakışı, derviş-dünya münasebetleri, dervişin, insan-dünya-Allah üçlüsündeki durumu.
Sufilere göre gönül terbiyesinin birinci .şartı, onu "alıcı" hale getirmek, onu lüzumsuzluklardan, manevi kir ve pisliklerden temizlemek, Allah'ı sevebilecek bir duruma yükseltmektir. Dünya sevgisi ve Iiıasiva ile içiçe olan bir kalbin terbiyesi mümkün değildir. Allah'tan başka şeyleri seven bir gönülün Allah'ı sevmesi mümkün değildir. Çünkü Allah insanda iki kalp yaratmaınıştır (Ahzab, 33/4). Öyleyse yapılacak iş, dünya ile olan ilişkileri asgariye indirmektir. Yeme, içme, uyuma, dinlenme gibi tabü ihtiyaçları en aza indirerek dini ve ahiili esaslara titizlilde uyarak tezkiye ve tasfiyeyi gerçekleştirmektir. Burada özellikle belirtilmesi gereken husus şudur: Bu terbiye usOlü kişiye bir şuur kazandumaya, asıl olanla tmolan şeyleri göstermeye yöneliktir. Hiç bir safi hayat boyu dünya işleri ile ilgilenmemeyi tavsiye etmemiştir. Onların zühd, fakr, halvet ve tevekk:ül ile ilgili görüş ve tesbitleri bu şuur halini kazandırıncaya, bu dersin imtihanını verinceye kadardır. Kendini bi-
158
len, dünyayı tanıyan, kulluğunun şuuruna varan kimse için bir kısıtlama söz konusu değildir. Bu tesbit Türk. tasavvuf tarihinin mühim kaynaklarından biri olan Ankaravi'nin "Minhacu'l-Fuicara"smda yer alan şu ifade ile belgelenebilir: "Cem'i masivanın mahabbeti kalbinde kalmadıktan sonra ser-ta-ser cümle dünya senin mülkün olsa, zarar itmez. Nitekim enbiya aleyhimü's-selam'dan Hazret-i İbrahim Halil'in em vali ve yrzakı var idi ve Hazret-i Süleyman'ın ve evliyaullahdan dahi nice sahabi ünvanın her birinin nice emlak ve esbabı var idi. Lakin onlar Huda'dan gafil olmadıklarından emval ve erzak onlara hicab olmazdı" (a.g.e., s. 164). Şeyh Sadi şöyle diyor:
Dervişi' der palaspuşi' nist Dervişi' pak-baş ve atlas pOş
"Dervişlik yanıalı hııka giyrnek değildir. Temiz ol da istersen ipek giy, esas dervişlik budur".
Bir diğer sOfiyane tesbit de şöyledir: Der dünya baş
·.Ez dünya na-baş "Dünyada olmak~ ama dünyadan olmamak". Sa.filerin anladığı. -maalesef gerçek sOfilerin demek gerekiyor.:. fakr ve
zühd budur. Fakat adı sı1fi olan herkesin böyle düşündüğünü söylemek mümkün değildir. "Dünyayı dünya için terkedenlyr" de vardır. Bunların durumunuNefahatü'/-Ons'ten takip edelim:
"Amma bunların müteşabih mubulı şol tarifedir ki, kabul-i halk için terk-i zinet-i dünya iderler. Ve hanralarını esbab-ı dünyevi' cem'inden men kılurlar ve bununla halayık içinde mertebe ıssı olmak isterler ve mümkindir ki, bazıları anların ahvlli müteşebbih olup anları dünyadan iraz-ı küll.i imiŞ sanalar. Bunlar hod terk ile mertebe-i dünyayı saun almışlardır-(terekii'd- · dünya li'd-dünya). Ve mutasavverdir ki kendilerin hali kendilerine dahi müteşebbih ola ve zan ideler ki, çun hatır-ı esbab-ı dünyevi' talebine meşgul değildir, anın illeti dünyadan ı'razlan olmuş ola.." (s. 61).
"Amma fukaraya müteşebbih şunlardır ki, zahirierini rusOm-ı fakrla müteressim kılurlar ve batınlarını hakikat-ı fakrdan hali muradları mücerred da'vay-ı fakr'dır. Ve sıt u sadadır, ta kim halayık yanında bu unvanla makbu1 ve mükerrem olalar" (s. 61).
İ.kbal da şöyle diyor: "Şeyh Efendi büyük mutasavvıf Beyazıd Bist.ami'nin makamından bahsediyorsa da o esasen İngiliz lordunun ve frenginin mürididir" (Ey Şark Kavimleri, 83).
Fakr, halvet ve zühd hayau şu sorulara zemin hazırlayacakUr: Hayau boyunca hiç bir iktisadi faaliyete katılmayan, sürekli halvet hayatı yaşayan, tevekkül ve teslimiyeti baştacı eden, bir türlü küçük elliadla büyük ·cihad
159
dengesini leuramayan dervişler yok mudur? Bu soruya "yoktur" diye cevap vermek kaabil değilse de, böyle bir bayan tavsiye eden sUfi yoktur denebilir. Büyük sıllilerin bir çoğunun geçimini temin ettiği bir iş ve mesleği vardır.
Bir zaviyede de yaşasa, kendi ekip biçtiği ile geçinen, hatta onlan hiç tanımadığı insanlarla paylaşan tasavvuf ehli kişiler de gözler önündedir. Dolayısıyla isıam dünyasımn dününü tahlil ederken çöküş ve çözülüşün bütün faturasını tasavvufi düşüneeye kesrnek konusunda acele edilmemelidir. Aksi halde bugünkü müslümaniann perişanlığırun faturasını Kur'an'a kesrnek gibi benzer bir hataya düşülmüş olur.
Öyleyse bunun sebebi nedir? yani niçin bir müsebbib aranırken ilk olarak tasavvuf ve tarikat dünyası akla gelmektedir? Bize göre bu durum tasavvufun müsbet bir yönüne işaret etmektedir: O da, topluriıu eğitme ve yönlendirme gücüdür. Gerçekten hiç bir İsl§mt ilim tasavvufi metod kadar insanımızı kavrayamamış, onu yönlendirememiş, onu can alıcı noktadan yakalayamamış, daha yaygın bir ifade ile zihniyetine hakim olamamıştır. Zihniyetimizin tahlilini merak edenlerin bilmeleri gereken ilk kaynaklardan biri de tasavvuftur. Dünyaya bakış tarzımızı incelemek isteyenlerin öğrenmeleri gereken hususlardan biri de tekke psikolojisidir. Lonca teşkilatını tanımak için bu şarttır. Niyazi Mısıfye kulak verebilniek için bu şarttır. Yeniçeriyi anlamak için bu şarttır. Dede Efendi'yi duymak için bu şarttır, İslami fetibierin özünü kavrayabilmek için bu şarttır. dolayısıyla bu dünyadan haberi olmayan tarihçi ve sosyolog tarihimizi tahlil edemez, bunu ciddiye almayan iktisat tarihçisi, san'at tarihçisi meselelerdeki nüanslan yakalayamaz. Çünkü "kütlerıin dünya görüşünü ve iktisat ahlfunı yoğurup şekillendiren tasavvuf ve tarikat adabıdır" (Ülgener, Din ve Zihniyet, 14).
Fakr ve zühdde reddedilen dünyanın çirkeflikleridir; menfaatperestliktir, bencilliktir, kin ve gayz dolu insani ilişkilerdir, tüketim hastalığıdır, israf ve gösteriş tutsaklığıdır. Yoksa, dünyanın kendisi ilmıi gü.zelliklerin ser~ gisidir. Cemalinin tecelli yeridir. Sadece derviş değil her canlı sevgili yi tesbih eder. Bunun için derviş bir çiçeği koparamayacak kadar "ÇEVRE Cİ" dir. Dağlar ile taşlar ile, seherlerde ktişlar ile Mevlası'nı çağıran derviş dünyanın dışında değil, içindedir.
FARKLI .BAKIŞ AÇlLARI
Tasavvufi konular tartışılırken göz ardı edilmemesi gereken bir husus da şudur: Bazı tasavvufi meselelere bakışta sililler arasında da fikir ve meşreb farklılığı vardır. Cihad konusundaki tavırları, bunların başında saymak gerekir. Suhreverdi Avfuifu'l-Maarifte karşı görüşte olan iki safi'nin rnek-
160
tuplaşmalanndan bahseder. Tasavvufi terbiyedeki teslimiyet ve tevekkül anlayışı bazı dervişleri, ülkelerini işgal edenlere karşı biç bir tepkiye sevketmezken, Moğollarla dişe diş mücadele ederek savaş meydanında şehid olan Necmuddin Kübra'yı izleyenler de az değildir. Başka milletierin tahakkümü altında yaşamaya, -benlikle mücadele açısından- müsbet olarak bakaniann yanında Kuzey Afrika ve Rusya'da tam aksi bir tavırla karşılaşmak hiç de zor değildir. Bazı dervişler ferdi hayatı tercih ederken, bazılan da insanların ızdıraplanyla içiçe olmuşlardır. Bir kısmı insanlardan fuar ederken, bir grup derviş de uzletine şöyle bir açıklama getinniştir: Benim halvetim, insanların · şerrioden kaçmak değil, onlan nefsimin kötülüklerinden uzak tutmaktır (bkz. Kuşeyn, s. 240). . .
Tasavvuf ve t~rikat dünyasının insanımıza aşıladığı zihniyet tartışılırken bu ikili durumu iyi değerlendirmek gerekir. Bunlardan biri alırup genelleştirilirse, doğrulan yakalamak çok zorlaşır.
Tasavvufi düşünce ve bu düşüncenin sosyal hayattaki tesir ve uzantılan, günümüzde de farklı değerlendirmelere tabi tutulmakta, hatta bazı mütefekkirler hayatlannın muhtelif dönemlerinde değişik görüşler ileri sürmektedirler. Pakistanlı Muhammed İk.bal bunlardan biridir. O hayatının bir safhasında Muhyiddin İbn Arabf ve V abdet-i vücudu savunurken, daha sonra Mevlana merkezli bir sistem kurmaya çalışmış, İbn Arabi ve düşüncesine, "İslWı dünyasının çöküşünü hazırlayan bir sistem" olarak bakmıştır (CavidnWıe, s. 12 vd). R Garaudy'e göre, felsefelerimizin gerçek tarihi İbn Arabf ile başlayacak ve yeniden diriliş bu yolla olacaktır (İslrun'ın Vadettikleri, s. 134). Erol Güngör tasavvufun ferdiyetçiliği sosyal problemleriri çözülmesi için müslümanlan organize etmediğini ileri sürerek şöyle der: "Tasavvuf hareketleri çoklannın zannettiği gibi, İslam cemaannın sefalete veya ahiili gevşekliğe düşmesinde sebep değildir. Daha ziyad~ böyle hallere bir tepki olarak doğmuş veya kuvvetlenın iştir. Ancak şurası muhakkak ki, şikayet konusu olan hallere tasavvuf yoluyla bir çözüm bulmaya imk§n yoktur, nitekim olmamıştır (İslam Tasavvufu'nun Meseleleri, s. 215-216).
İranlı Seyyid Hüseyin Nasr tasavvufun sadece müslümanlara değil, bugünkü batı toplumunun bazı eksikliklerini tamamiayabilecek bir gücü olduğunu ifade etmekte (İslam ve Modem İnsanın Çı.kı:İıazı, s. 110-112), aynca, "Tasavvuf şeyhlerinin görünüşte şeriatı yıkıyor veya reddediyor gibi görünen bir çok sözleri, hitabettikleri toplum ve içinde bulunduklan şartlar çerçevesinde anlaşılmalıdır" demektedir (İslam, İdealler ve Gerçekler, s. 141).
Filistinli İsmail Raci Faruk! ise, İslam dünyasındaki çöküntünün temelinde düşünce ile eylem arasındaki parçalanmanın olduğunu söyleyerek şöy-
161
le devam ediyor: "Artan gerilim kunıplaşmaya yol açtı, bu da hem düşünce,~ hem de eylem için yıkım oldu. Eylem müstebitleşti, iktidara gelme kan dökülmesini gerektirdi. Düşünce deneysel gerçekliği terketti. Halk da eski eserlerin yorumlanyla veya tasavvuf alemine dalarak kendini oyalamaya koyuldu. Kısa sürede ümmet kendi siydst yönetimi üzerinde etkisiz hale geldi, sayısız müstebit ve ahlaksız yönetici, taht hırsızlan, güçlü sultanlaıca k.ullarulan kukla halifeler ümmetin moralini bozdu ve onu siyaset sahnesinden tamamen kopardı. Tarikatlethalkı ba:ğırlıınha bastılar. Kendi kendini disipline sokarak ve sUfi tecrübe içerisinde yoğurarak halkın tarih sahnesinden kayboluşunu telafi ettiler. Onların elinde din, dayarulmaz hale gelmiş istibdattan bir kaçışa dönüştü " (Bilginin İslfunfleştirilmesi, s.62).
Malezyalı Nakib Attas V abdet-i vücud düşüncesinin doğru anlaşılması halinde İslfun'da tasavvur edilen hakikat görüşünün ontolojik, kojmolojik ve psikolojik sahalannı kuşatan gerçek bir metafizik sistem olduğunun anlaşılacağına işaret ederek tesbitlerine şöyle devam ·ediyor: "Eğer bazılan gerçekten tasavvufun olumsuz yönlerinden sözediyarıarsa hakikatte bunların
. bahsettikleri şey tasavvuf değildir. TasavVufu yanlış kavramışlardır. Onlann ki gerçek tasavvufu küçük düşüren bazı tipierin pratikleri ve sözleridir ... " (İslfunl Düşünüşün Problemleri: 232).
Tasavvuf için "gizemli Doğu'nun son kapalı sayfası" tabirini kullanan Afgan kökenli İdris Şah, dervişiri sosyal hayatla olan münasebetlerine temas ederken samerin 'topluma hizmet etmeyen toplum dışı kalır' tesbitini hatırıatmakta ve şöyle demektedir: "SUfi hayatın gayesini gerçek anlamda tesbit edinceye kadar dünya işleriyle uğraşmaz. Bu bir çelişki gibi görünürse de değildir. İnsan iyi ahlak sahibi, alçakgönüllü olmayı öğrendikten sonra dünya nimetlerinden yararlanmaya hak kazanır" (Doğu Büyüsü, 99-120),_
SUÇLU KİM?
Tasavvufi düşünce ve yaşam'! tarzının toplumumuzdaki tesirlerini Din ve Zihniyet adlı eserinde inceleyen Sabri Ülgener, iktisMi hayattaki çöküntün4fl sebeblerini tartışırken şöyle demektedir: "Bütün bunların şu veya bu akımla ilişiğinden söz etmeye sıra gelince, ölçüyü gereğinden fazla taşırmamaya dikkatli olmak gerekir. Tüketim tutkusunu değer sıralanışının üst . basamağına çıkarıp oturtan elbette tasavvuftur, diyecek değiliz. Esasında bütün bir ortaçağ dünyası nerede olursa olsun, belli bir seviyeden üste bol ve ferah yaşama ve harcama tutkusunun kesip savurduğu zamanlar olarak bilinir. Böylesi bir yaygınlığı tek bir akımın, filan veya falan .tarikatın hesabına yazıp geçiverrnek, en azından hafiflik olur. Üst tabaka ve özellikle yönetici
162
sınıfbol yaşama ve onun gereği olan başınet ve gösteriş araçlan için aradığı desteği ilk ve ortaçağıann siyaset felsefesinde çoktan ve fazlasıyla bulmuştur.
Mülk durmaz eğer olmazsa rica.i. U.zun ainma ki ricaıe emvru. O noktada tasavvufa düşen pay, olsa olsa ilk kat üzerine ikinci bir meş
ruluk tabakası çekmekten ibaret kalmış olabilir"(a.'g.e., s. 19Ş). Erol Güngör ise, daha sert bir ifade kullanmaktadır. Tasavvufi bayann
şiir ve musiki ile olan müsbet ilişkisine temas ettikten sonra şöyle devam ediyor: "Tasavvufun İsl~ kültürüne yapuğı en büyük menfi tesir, eri kaliteli zihinleri, en parlak zekaları kültür bayannın dışına çekmesi ve onlaı;ı kısırlığa mahkum etmesi olmuştur. şiir ve musiki kültürden değilmidir,. diye sorulabilir. Kültür, daima bir cemiyetin kültütüdür ve cemiyet hayaunın bütünü ile devamlı bir organik münasebet halindedir. mutasavvıfliır ise, kendi doktrinlerinin bir gereği olarak cemiyeti daima geri plana atmışlar, hatta yokfarzetmişler, şiir ve musikil.erini de bu doktrinlerinin bir vasıtası olarak kullanmışlardır. Bunun en hazin örneği, İslfun dünyasının yetiştirdiği en büyük zihin sayabileceğimiz. Gazaif dir'' (İslamTasavvufu'nun Meseleleri, s. 197).
TASA VVUF GÜNÜMÜZ İNSANINA NE VEREBİLİR?
Bu soruya cevap ararken, ~avvufu, İslfun yerine koyarak cevap aramak yanlışur. Yani, tasavvuf e§ittir,lslôm formülü doğru değildir. Tasavvuf sihirli formüllere sahip bir disiplin de değildir. İslfuni kaynaklann ışığında, İsl~ toplumunda doğmuş olan bir ilimdir. Ve müslüman toplumlann ihtiyaçlannın bir kısmını. giderebilir, kabiliyetlerinin ancak bir bölümünü yönlendirebilir. Tefsirin, hadisin fonksiyonlannı ondan beklemek, alimin, devlet adamının görevini ondan beklemek, alim.in, devlet adaınının görevini ondan gözlernek doğru olmasa gerektir. Ama o, tefsire, hadiSe yeni bir yorum getirebilir, ru.imle yöneticinin gönül dünyasına ufuk kazandırabilir.
Tas.avvufun gayesi zoolog yetiştirmek değildir. Amma heybesindeki kanncayı yuvasına götürmek için geri dönerek kilometrelerce yol kateden İbrahim b. ·Ethem'in tavnyla insanımıza bir mesaj sunabilir.
Tekkenin gayesi, iktisatçı yetiştirmek değildir. Fakat "bu).ursak, insanlar için harcanz, bulamazsak şükrederiz" tesbiti yle, lüks ve israfa tapan ezici, yırtıcı ve sömüıiicü kazanma bırsına sahip insanların dikkatlerini değişik bir noktaya çekebilir.
Tasavvufun san'atkar yetiştirmek diye bir hedefi yoktur. Fakat kruıtattaki güzellikleri görmek, duymak ve bunları başkalarına sunmak için eğitil-
163
miş gönüllere ihtiyaç vardır. Binaenaleyh "elest bezminin sarlıoşluğu" nu yaşatarak göz yaşı denen diriitici iksir ile insanları tanışt:ımıak için bu psikolojiden daha uygununu bulmak zordıır. Bütün müslümanları çağdaş pozitif bilimlerin kalıplan ile tatmin etmeye kalkışmak zikir. fikir ve ibadetle göz yaşını beraber mütalaa eden Kur'an-ı Kerim'in mistik muhtevasının kavrana-mamasına sebeb olacaktır. ·
Son olarak şu da ilave edilmelidir: İlk sfifilerden Ebu Hüseyin N url'ye göre, "tasavvuf ahlaktan ibarettir''. Tasavvufi düşünce ve yaşama tarzıru dikkate almadan 1 slô.m ahlô./a hakkında yeterli ve tatmin edici bilgi bulunamayacağı gibi. yarın için de. bu ilimden vazgeçmek mümkün olamayacaktır. Arayanlar için bu hayatta, ahlakımızm hem nazariyesini }1em de pratiğini bulmak zor olmayacaktır. Ahlak konusunda ideal bir noktayı yakalamayan toplumların değeri ise, çok tartışmalıdır "[?ünyaya nizamat venneye" kalkan insanlar. yim:ii santimlik tuğlanın öbür tarafındaki insandan habersizlerse, bir "kandırmaca"run içinde değiller midir'? Her şeyden önce insan, haddini bilmelidir. Sadece haddini bilen insan. insana hürmet duyabilir. Ahiili güzelliği gerçekleştirerne yen, bir diğer ifad~ ile kendini fethedemeyen insanların ise uzayı fethetmeleri bir şey ifade etmeyecektir.
SONUÇ
1- Tasavvufi düşünce ve yaşama tarzının İslam dünyasına getirdikleri konusu tartışılırken dikkat edilmesi gereken ilk husus Kur'an-ı Kerim'in ve scihih hadislerin konuya bakış tarzlandır. Meseleye bu açıdan değil de, günümüz insanına hakim olan kapitalist zihniyet ve "tüketici olmanın tadına vannız" afişleriyle bakılırsa, sıhhatli neticelere u1aşmak mümkün değildir.
2- Ta5avvufi eğitimin gereği olarak tesbit edilen fakr, zühd riyazet ve teslimiyet gibi esaslar zamanla özünü kaybederek iskelet haline gelmişlerdir. "Bir iki harf-i tasavvufkapmış" insanın "ehl-i tasavvufu amiyfuıe taklid"i ile dengeler boıulmuştur. Unutmamak gerekir ki. esaslar kadar, onlan uygulayan insaniann tavırları da önemlidir.
3- Medeniyetlerin temel taşlarmdan biri de güzel san'atlardır. İslfun medeniyetinde ise, güzel san'atlar tasavvuf psikolojisinin meyvesidir. Tekke atmosferi olmasaydı, şiir ve musikfmiz başta olmak üzere güzel san'atlanmızın muhtelif dallanndaki mevcut şaheseriere de sahip olamayacaktık. Erol Güngör'ün konuyla ilgili görüşlerine katılmak mümkün değildir (bkz. a.g.e, s. 199).
4- Tasavvufi şahsiyetlerin güzel san' atlardan başka diğer sahalara girmediklerini, girmek istemediklerini is bat etmek de, iıııkfuı dahilinde değil-
164
dir. Tasavvufun ilgi alaru askerlik değild~, iktisat hiç değildir. Fakat, yeniçerilikle bektaşiliği birbirinden ayırmak mümkün olmadığı gibi, esnaf teş
. ldlatı ile melamiliği de yek diğerinden ayn düşünmek çok zordur. 5- İktisat tarihçilerine göre, müslüman toplumlarda düzenli çalışma,
vakti nakit olarak bilme, vakitleri zapt-urapt alnna alma işi tekke eğitiminin neticesidir (Din ve Zihniyet, s. 39). "Süfi ibnü'l-vakt'tır" sözünü esas anlamından alarak onu gevşeklik, vurdumduymazlık ve laub~ğin delili baline getirmekte ve · . · cc -......... İbn-i vakt ol cam çek gussay-ı ferdftyı ko demekte, bu sözü söyleyen Sehl b. Abdullah Tusteri'nin günahı ne kadardır?
6- Nihayet, tasavvufklasiklerinde yer alan ifadelerden hareketle şunu . da ilave etmeliyiz ki, tasavvuf dünyasında "aktör" olan şeyhler daima "gerçek" olan meslektaşlarından çok olmuştur. Bu bizi yanlış değedendirmelere götüımemelidir.
165