Upload
others
View
5
Download
1
Embed Size (px)
Citation preview
ÇİĞDEMİN SESİ Aylık Online Dergi Kasım 2017
MERHABA AĞAÇ DİKMEK VE KESMEK ÜZERİNE
11 EKİM DÜNYA KIZ ÇOCUKLAR GÜNÜ JOTA-JOTİ FAALİYETİ GÖLBAŞI SEVGİ ÇİÇEĞİ
BİZDEN BİR ÖYKÜ ŞİİR KÖŞESİ SÜS TAŞLARI FANZİN Mİ DEDİNİZ? İSTANBUL BELEDİYELERİ NE YAPAR DAMAK TADININ İZİNDE SATRANÇ ÖĞRENİYORUM KÜTÜPHANEMİZDEN GEZİ NOTLARI ÖZGÜRLÜK BOŞUNA İSTENMEZ ZAPTİ’DEN JANDARMA’YA KAYBOLAN DİL VE UNUTULMUŞ ŞARKILAR ÜZERİNE
Çiğdem Eğitim, Çevre ve Dayanışma Derneği Çiğdem Mah. 1551.Cadde No:14-A Çankaya-ANKARA
www.cigdemim.org.tr
Tel: 0312 2852047
ÇİĞDEMİM DERNEĞİ AYLIK ONLİNE DERGİ
Sahibi : Çiğdemim Derneği Yönetim Kurulu
Düzenleme: Fatih Fethi Aksoy
Tüm yayın hakları saklıdır. Yayımlanan yazı, görsel ve bilgiler kaynak gösterilmeden alıntılanamaz. İmzalı yazılarda görüşler yazarlarına aittir.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 2
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 3
MERHABA,
Sevgili komşularımız,
28 Ekim tarihinde ilk kez “Üye Danışma Toplantısı” gerçekleştirdik. Genel Kurullarda sürekli gündeme gelen, birçok Sivil Toplum Kuruluşunun, Sendikanın, Siyasi Partilerin yapmaya çalıştığı bir demokratik katılım mekanizmasını işletmeye çalıştık.
Daha önceki genel kurullarda da gündeme gelen ama bir türlü başlatamadığımız bu girişime bu yıl başladık. Amacımız genel kurulun rutin gündeminde, tartışmalarında ve seçim heyecanında yapılamayan, dilek ve temennilerin ötesine geçemeyen her üyenin söz hakkı, görüş ve eleştirisini daha rahat bir ortamda dile getirmesini sağlamaktı.
Bu ilk denememizde katılım çok az olmasına ragmen son derece önemli katkılar oldu. İlk Yönetim Kurulu Toplantımızda ve ilk Genel Kurulumuzda bu önerileri değerlendirip uygulamaya alacağız. Katılan tüm üyelerimize katılımları ve katkılarından dolayı teşekkür ediyoruz. Devamının daha geniş katılımla olmasını diliyoruz.
Yoğun etkinlikler ve çalışmalar devam ediyor. Bir yandan rutine oturmaya başlayan kurslar devam ederken yenilerinin başlamasının heyecanı içerisindeyiz. Tiyatro Topluluğumuz yeniden Çiğdem Kabare’yi çalışmaya başlıyor. Önem verdiğimiz bir proje olan “Şirindere Çocuk Orkestrası” çalışmaya başladı. Şimdilik 10 çocukla flüt çalışmaya başladık. Bu çocukları müzik yoluyla kazanmaya çalışıyoruz.
Edebiyat, Sinema Topluluğumuz hız kesmeden çalışmalarını sürdürüyorlar. Seminer ve Söyleşilerimiz devam ediyor. Hep Birlikte Kültürel Etkinliklere gitmeye devm ediyoruz. Yoğun talep üzerine 2 olan servis sayımızı 3’e çıkardık. Gezilerimiz yoğun katılımla devam diyor. Geçtiğimiz ay Safranbolu Safran Hasadı gezimizi yoğun talep üzerine hem cumartesi hem Pazar günü yaptık.
Tüketim Kooperatifi çalışmamız devam ediyor. Küçük üreticiden birçok ürünü sizler için getirmeye başladık. Gösterilen ilgi umut verici. Ürünleri çeşitlendirerek devam ediyoruz.
Tüm bu çalışmalara gösterdiğiniz ilgi ve güven bizleri mutlu ediyor. Hızla büyümeye devam ediyoruz. Mahalle dışında örnek gösterilmeye devam ediyoruz. Birçok yerde, mahallelerde ve toplantılarda örnek gösteriliyoruz. Derneğimizin bilinirliği ve her yerde tanınıyor olması gurur verici. Ve bu gurur hepimizin. Birlik içerisinde çalışmaya devam ediyoruz…
Sevgi, saygı ve dostlukla….
Fatih Fethi Aksoy Çiğdemim Derneği YK Başkanı
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 4
AĞAÇ DIKMEK VE KESMEK ÜZERINE
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı’nın istifasını açıklamadan önce yaptığı ve bende iz bırakan son icraatı ODTÜ arazisindeki ağaç katliamının emrini vermesiydi. Katledilen ağaçların dikilmesine öncülük eden Kemal Kurdaş’ın ODTÜ rektörlüğünden ayrılışından önceki son işi ise 20 Kasım 1969’da üniversite arazisine ağaç dikmek olmuştu. Kurdaş, göreve başladığı 1961 yılı kasım ayında üniversite kurulacak araziye gitmişti. ODTÜ’lü Yıllarım kitabında anlattığına göre şimdiki Madencilik Bölümü binalarının sol üst bölgesinde tek başına duran bir alıç ağacına rastladı, çevresinde başka hiçbir ağaç yoktu. Ağaca yaslandı, onunla bir dost gibi konuştu, “Üzülme, yakında biz seni bu yalnızlıktan kurtaracağız” dedi. Bu sözün ardından, 1 Aralık 1961 Pazar günü yerleşkenin Eskişehir yolu cephesindeki girişinin sağında kalan tepeye fidanlar dikildi. Bu ilk ağaç dikme etkinliğinde, Kurdaş’ın dikkatini 5-6 kişilik grubun içindeki zayıf, uzun boylu, üzerinde çok şık lacivert bir palto olan ciddi görünüşlü kişi çekti, ona yaklaştı ve “Biraz da siz ağaç dikmek ister misiniz?” diye sordu. “Yeşil Türkiye Cemiyeti” Başkanı olduğunu daha sonra öğreneceği kişi, “ağaçları hatalı dikiyorsunuz, yüzde onu tutarsa ne ala, kalanı heba olacak” diye çıkıştı. Kurdaş, yaptıkları hataları öğrenmek istedi, karşısındakinden, “Bu benim işim değil” karşılığını aldı. Rektör, o fidanların yetişmesini endişeli biçimde izledi, birkaçı dışında tümü başarıyla büyüdü. 1962 ilkbaharı geldiğinde 135 bin fidanın dikimi tamamlanmıştı. Kurdaş’ın ifadesiyle, “Öğrenciler nerede olurlarsa olsunlar pencerelerinden baktıkları zaman önce ormanı görsünler” diye ağaç dikimine binaların yapımından önce başlanmıştı. Kurdaş, görevde bulunduğu dönemde 12 milyon dolayında ağaç dikilmesine öncülük etti. 1969 yılında üniversiteye vedasını da 20 Kasım günü düzenlenen ağaç dökme töreniyle yaptı. Komşumuz ormandan çok sayıda ağacın kesilmesi için onay veren Büyükşehir eski Belediye Başkanı’nın önceki yıllarda Kızılırmak’tan getirilen su ile ilgili rapor üzerine ODTÜ binalarının kaçak olduğunu iddia etmesi olayı olayı hafızalarda tazeliğini korumaktadır. Kurdaş, bu olayın hatırlatılması üzerine şöyle demişti: “Meselenin ilk günlerinde basında çıkan haberlere baktığımda, bu olayın Afrika’da, bir üçüncü dünya ülkesinde geçtiğini sandım. Çünkü uygar bir toplumda, bir büyükşehir belediye başkanının, dünyaca tanınmış bir üniversiteyi taciz edip, onu rahatsız etmesi rastlanır bir olay değildir.” Kurdaş, 2009 yılında nehir söyleşi kitabı “Hayatım Mücadeleyle Geçti”de ağaçların başına gelecekleri biliyormuş gibi konuşmuştu: “ …O müessese (ODTÜ) o şehre, kimse istemediği halde bir orman yapmış, bir nefes alma yeri vermişse o orman alanını küçültmek değil, bir katı artırmayı büyütmeyi düşünürler uygar toplumlarda.” Yukarıdaki yazı için yararlanılan kaynaklar: ODTÜ Yıllarım "Bir Hizmetin Hikayesi, ODTÜ Geliştirme Vakfı Yayınları, 1998. Hayatım Mücadeleyle Geçti: “Kemal Kurdaş Kitabı” (Söyleşi: Şengün Kılıç Hristidis), T. İş Bankası Kültür Yayınları, 2010.
Vecdi Seviğ
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 5
11 EKİM DÜNYA KIZ ÇOCUKLARI GÜNÜ
Kız çocuklarının insan haklarından eşit yaralanmalarını sağlamak amacıyla Birleşmiş Milletler (BM) tarafından 10 Aralık 2012 yılından itibaren her yıl 11 Ekim “Dünya Kız Çocukları Günü” olarak ilan edilmiştir.
Bu Karar Türkiye, Kanada ve Peru’nun önerileri ile alınmış olup, kız çocuklarının kendilerini etkileyecek kararların alınmasına katılım açısından desteklenmesinin, güçlendirilmesinin, onlara yatırım yapılmasına önemli olduğunu, ayrıca bunun başarılmasının kız çocuklarına karşı ayrımcılık ve şiddeti önleyeceği, onların insan haklarından tam ve etkili bir şekilde yaralanmalarını sağlayacağı, belirtilmiştir. Ayrıca bu kararda, kız çocuklarının güçlendirilmesinde aileler ve toplumlara büyük rol düştüğü de vurgulanmaktadır.
Kız çocuklarının sorunlarına ilişkin konuları görünür kılmak ve farkındalık yaratmayı amaçlayan “Kız Çocukları Günü” üç yıldır Türkiye’nin bazı büyük kentlerinde yapılan toplantılarla da kutlanmaktadır.
Ülkemizde insani bir gelişme ve sürdürülebilir bir kalkınma için kızların ve kadınların insan haklarından eşit olarak yararlanmasına ilişkin konular yasalarla belirlenmiştir. Ancak, Türkiye’ nin cinsiyet eşitsizliği sıralamasında 145 ülke arasında 130.sırada yer aldığı görülmektedir. Bu gösterge değerlendirildiğinde, ülkede kız çocuklarının haklarına ilişkin uygulamalarının gerçekçi ve yeterli olmadığı düşünülür.
Ülke nüfusunun 7 milyonunun okuma yazma bilmediği, bunun %75’inin kız çocukları ve kadınların olduğu bilinmektedir. Okullaşma oranları bölgelere göre farklılık göstermekte olup, kız çocuklarında %80.6, erkek çocuklarında %93.9 dur. Ayrıca kız çocuklarının %40’ı okullarını erken bırakmaktadır.
Yapılan araştırmaya göre; Kız öğrenciler okumada, erkek öğrencilere göre 25 puan ileride, matematikte ise 7 puan geridedir. Fen bilgilerinde ise, erkek ve kız çocukları aynı performansı göstermektedir.
UNESCO verilerine göre: Dünya genelindeki çocuk gelin sayısı 700 Milyondur. Türkiye’de 10-11-12-13-14-15-16 yaşlarında evlendirilen kız çocuklarının sayısı (H.Ü. saha araştırması) 3 milyon civarında olduğu var sayılmaktadır.
Kısır döngüye dönüşmüş olan bu gelenekle, anneler de erken yaşta evlendikleri için, kız çocuğunun erken evlenmesinin sakıncalarının farkında olamıyorlar. Erken evlenmenin getirdiği çok çocukluluk da kız çocuklarının erken evlenerek, evden ayrılmasını gerektiriyor.
Annelik bilincinde olmayan kız çocuklarının büyüteceği çocukların durumları da önemli bir toplumsa olgu konumundadır.
Kız çocuklarının tecavüz, taciz ve enses olaylarından korunmaları konusunda, insani haklar bağlamında değerlendirilmesi önemlidir.
Ülkemizde son yıllarda artan ve özellikle okul, cami gibi kamu kurumlarında görülen bu olaylar, toplumsal bir diğer önemli sorun olarak yaşanmaktadır. Söz konusu soruların da tartışıldığı kız çocukları ve kadınların ekonomik, sosyal ve fen bilimleri alanlarında güçlenmesinin vurgulandığı, “Güçlü Kızlar, Güçlü Yarınlara 21. YY’ın Toplumsal Değişim Aktörleri” başlıklı 10-11 Ekim 2017 tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenen konferansta; Sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda toplumsal cinsiyet eşitliği, kız çocukları ve kadınların güçlendirilmesi gibi karalar alınmıştır.
Ayrıca, Türkiye’nin farklı bölgelerinden gelen 70’e yakın öğrenci ile düzenlenen çalıştayda, farklı bölgelerdeki kızların eğitim hakkından eşit faydalanması ve erken yaşta evlendirilmelerine engel olunması için gereken önlemler tartışılmıştır.
Filiz Doğanay
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 6
22-23 EKİM JOTA-JOTI FAALİYETİ
22-23 Ekim haftasonu, Çiğdemim Derneği, dünyanın dört bir yanındaki izciler ile aynı anda, her
yıl ekimin 3üncü haftası gerçekleştirilen ve milyonlarca izciyi amatör telsizleri(JOTA) ve
internet(JOTI) üzerinden bir araya getiren büyük bir faaliyete ev sahibi olarak Ankara İzcilerini
misafir etti.
Derneğin, binbir emekle hazırlanan,
güzel kütüphanesinin önüne
HF(yüksek frekans) telsizimizin
antenini kurduk ve izcilerimiz için
hazırladığımız ahşap yakma
istasyonumuzu hemen
kütüphanenin yanındaki güzel
kamelyaya hazırlarken, derneğin
keyifli sunum salonuna da ilk gelişte
tüm izcilerimize bu iki günün genel
bilgilerinin verileceği sunum
istasyonumuzu kurduk.
Dünyadaki tüm izciler, 4 senede bir kendi olimpiyatları, festivalleri diye adlandırdıkları
‘’jamboree, büyük cümbüş, büyük kamp ile bir ülke teşkilatının ev sahipliği yaptığı, binlerce
izcinin bir araya geldiği kampı gerçekleştirirler.
Sürecin uzun olması ve buluşmaların
daha ucuz ve daha sık yapılması adına
her sene ekim ayının 3 üncü haftasonu
dünyanın dört bir yanındaki izci grupları,
her yaştan izcileri ile, amatör telsizleri
aracılığıyla –jota- jamboree on the
air(havada buluşma), internet aracılığı ile
–jotı-jamboree on the internet(internette
buluşma) bir araya gelirler.
Bizlerde bu sene adını izciliğin kurucusu
Baden Powell’dan alan IMPEESA İZCİ
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 7
GRUBU olarak, çiğdemim derneğinin ev sahipliğinde izcilerimizi dünya izcileri ile buluşturma
fırsatı bulduk.
2 gün içerisinde toplamda 50 izci, 18 civarında lider, 60.sı düzenlenen JOTA, 21.si düzenlenen
JOTI faaliyetine katıldık.
Tüm katılımcılar önce sunum salonunda; JOTA/JOTI’nin içeriksel açılımları, tarihçesi, mors
alfabesi ve Q kodları konularında bilgi aldılar. Akabinde mors kodlarını kelimelere çevirmeleri
için hazırlanan istasyona geçtiler. İlk istasyonu tamamlayan izcilerimiz, temel bilgileri ceplerine
koyarak, telsizin başında onları bekleyen liderimiz ile danimarka, arabistan, almanya, rusya,
ukraynadan bir çok izci grubu ile frekanslarda denk gelerek keyifli konuşmalar yaptılar.Telsiz
istasyonunu tamamlayan izcilerimiz, bir havya yardımı ile, ahşaba bu güne ait kendilerine hatıra
kalacak, kendi tasarımlarımlarını onlar için hazırladığımız küçük hatıra tahtalara işlediler ve
faaliyet bitti tekmillerini ünite liderlerine vererek günü mutlu bir şekilde tamamladılar.
Güzel havanın avantajı yanında, derneğin güler yüzlü güzel üyeleri ile keyifli çay sohbetlerimiz
ile her dinlenme vaktimiz biz liderler için çok daha keyifli geçti.
Bize bu güzel faaliyeti
gerçekleştirme fırsatı veren
önce Çiğdemim Derneği’nin
Değerli Başkanına ve tüm
Yönetim Kurulu üyelerine ve
her saniye her ihtiyacımıza
yetişen ailemizin bir parçası,
sıcacık güzel sohbeti ve
yardımları ile bizimle olan Sayın
Akın Yücel’e gönülden teşekkür
ederiz.
Klup Önderi
Cansın Yılmaz
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 8
ÇİĞDEM MAHALLESİ MUHTARLIĞI
ÇALIŞMA RAPORU
Sevgili Komşularımız,
22.raporumuzda; mahallemizde yapılan, yapılması halen devam etmekte olan etkinlik ve
değişiklilerle ilgili bilgilerimizi paylaşmaktayız.
1. Muharrem ayı nedeni ile Çiğdemim Derneği, Muhtarlık ve Çankaya Belediyesi’nin katkısı
ile aşure pişirdik ve komşularımızla paylaştık. Bu etkinliği yaklaşık 500 komşumuzla
birlikte yaptık.
2. Kaymakamlık daveti ile mahalle sorunlarının konuşulduğu bir toplantıya katıldık. Konu ile
ilgili bilgiyi (Mahallede yaşadığımız güvenlik sorunları yeni kanunla pasaport
uygulamaları, asfalt sorunları vb.) daha önce ayrıntılı olarak sizlerle paylaşmıştık.
3. 1578. Sokakta yaşayan komşularımızın talebi doğrultusunda bölgede bulunan
kanalizasyonlarda Büyükşehir Belediyesi tarafından ilaçlama yapılmıştır.
4. 1551. Cadde üzerinde muhtarlık yanı ile Park Sitesi önünde bozulan, bir seneden fazla
süredir defalarca söylememize rağmen yaptıramadığımız kaldırımlar; ismini vermek
istemeyen bir komşumuz tarafından yaptırılmıştır. Kendisine teşekkür ediyoruz.
5. Muhtarlık önünde bulunan bayrak direklerimiz eski ve paslıydılar. Çankaya Belediyesi
tarafından yenisi ile değiştirilmiştir.
6. 1591, 1993, 1581 ve 1552. Caddelerimiz Çankaya Belediyesi tarafından tam kaplama
şeklinde yapılmıştır. Kendilerine teşekkür ediyoruz.
7. 1580, 1582, 1583, 1577 ve 1575. Caddeler Büyükşehir Belediyesi tarafından
asfaltlanmak için kazılmaya başlanmıştır. Umarız kısa zamanda bitirilir. Şimdiden
teşekkür ediyoruz.
8. Büyükşehir Belediyesi asfalt müdürü ile makamında bir toplantı gerçekleştirdik. 1549,
1561 ve 1557. caddelerin asfaltlanması ile ilgili talebimiz; ekipler mahallemizde iken bu
çalışmaya dahil edilmesi şeklinde yenilenmiştir.
9. Yıkılmış olan Çiğdemkent Sitesi arazisinden 1557. caddeye uzun zamandır yeraltı suyu
akmaktadır. En son kooperatif yöneticilerine ve şirket görevlilerine durumu bir kez daha
ilettik, çözmeye çalışacaklarını bildirmişilerdir. Aynı bölge kışın akan sudan dolayı buzla
kaplanmakta, araç ve yaya trafiği için tehlike oluşturmaktadır. Durumun takipçisi
olacağız.
10. Ve son olarak Ekim ayı içerisinde doğan tüm komşularımıza sevdikleri ile birlikte sağlıklı
mutlu uzun bir yaşam dileriz
ÇİĞDEM MAHALLESİ MUHTARI
Hasan Hüseyin ASLAN
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 9
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 10
İSTANBUL BELEDİYELERİ NE YAPAR?
2013-2016 yılları arasında 2 yıl 2 ay kaldığım İstanbul’da, 3 bin tarihsel cadde ve sokağı
(ağırlıkla Suriçi, Boğaziçi ve Beyoğlu’da) adım adım ve 39 ilçenin tamamına yakınını da arabayla ve
otobüsle dolaştım. (İstanbul’da 65 binin üstünde cadde ve sokak vardır.) Bazı belediyeleri, belediyecilik
açısından kısaca değerlendirmek istiyorum. Ele aldığım ilçe belediyeleri, başarılı ve başarısızlara temel
örnek olabilecekleri için seçtim.
- Büyükşehir Belediyesi (İBB) : Büyükşehir ve ilçe belediyelerinin tamamı, benim anladığım ve
beklediğim belediyeciliğin çok uzağında olsa da, İBB, Ankara Büyükşehir Belediyesinden (ABB) çok
daha iyi bir 23 yıl geçirdi. İstanbul’da bu dönemde 136 km tramvay ve metro yapıldı. ABB ise CHP
döneminden gelen iki hatta bir km bile eklemedi. Öte yandan, İstanbul’da 72 km uzunluğunda iki
banliyö hattı 2012’de yenisi yapılmak üzere sökülürken, 5-6 yıldır bir çalışma yok ve ufukta da
görünmüyor. İBB, çocuklara ücretsiz ve halka açık 35 spor salonu ve yüzme havuzu yaparken,
Ankara profesyonel spor için sadece bir spor salonu yaptı. İBB, o zaman başbakan olan T.Erdoğan’ın
talimatıyla 150 okula spor salonu yaptı. ABB’ye talimat verilmemiş olmalı ki, hiç okul salonu
yapılmadı. İBB’nin 25 dinlenme tesisi, 5’i gezici 22 kütüphanesi, 20 kültür merkezi varken (19
tane de planlama aşamasında), ABB’nin bir kültür merkezi var, kütüphanesi yok, 30 kadar hanım,
gençlik ve aile yaşam merkezi var. İkisinin de kent müzesi yok (örneğin, İzmir ve Bursa’nın var).
İBB, bir belediye meclis üyesinin açıklamasına göre, son Kadir Topbaş’ın başkanlık süresi olan 14
yılda 20 bin imar değişiklik dosyasını görüştü. ABB’de de bir o kadar görüştü. İstanbul’da kent
içinde büyük kentsel parklar yok, Ankara’da da. İstanbul’da Gezi’den sonra (2013), bin dönümlük
Veli Efendi Hipodromunun yerine dev bir kentsel park yapılacağı açıklandı, ama henüz ortada bir şey
yok! İstanbul’da 48 atık su arıtma tesisinin yalnızca 7’si biyolojik arıtma tesisiyken, kalanı, günlük
2,7 milyon tonluk evsel ve sanayi atık suyunu sadece katı çöp ve kum arıtması yaptıktan sonra
Marmara ve Karadeniz’e boşaltılıyor. Denizlerimizin durumu bu nedenle ölümün eşiğinde. Trafik gibi
atık su arıtmada da yetersiz çalışma, başarısızlık kendini gösteriyor.
- Bağcılar İlçe (AKP): Türkiye’nin Çankaya ve Keçiören ile birlikte en büyük nüfuslu ilçesi olan
Bağcılar’da halka açık 8 yüzme havuzu yapılırken (bu dönemde canlanan Çankaya’da 3 yüzme
havuzunun yapımına başlandı), Belediyenin 12 mahalle konağı, 3 kültür merkezi, Engelliler Sarayı,
Halk Sarayı, öğrenciler için 17 Bilgi Evi bulunuyor. AKP’nin en başarılılarından.
- Kadıköy (CHP): Kültür Belediyeciliğinin en başarılısı. 7 kültür merkezi var ve hepsinde, kendi
düzenlediği etkinlikleri oluyor. Sokak duvarları, dev resimlerle dolu, betonun soğukluğunu ortadan
kaldırırken, sanatın sıcaklığını ve estetiğini ilçeye kazandırmış. Bu yönden sanırım Türkiye’de tek.
Sahildeki eski belediye binası, kütüphane olarak düzenlendi ve her hafta bilim, sanat, felsefe
konferansları düzenliyor. Eskiden yapılmış bir spor salonu bulunuyor. Yüzme havuzu yok.
- Beşiktaş (CHP): CHP’nin Türkiye’de en çok oyu aldığı belediye olmasına karşın, birçok açıdan
en başarısızı. Belediye başkanı kişisel reklamını yapmakla meşgul. Önceki dönemlerde yapılmış 5
kültür merkezi var, ancak, bunlarda belediyenin kendi etkinliği hiç yok, özel tiyatrolar oyun
sunuyorlar. Yüzme havuzu, spor salonu vb. yok. İlçe, son 60-70 yılda yapılmış politikacı, bilgin,
sanatçı, sporcu vb. çok sayıda ünlünün heykellerine sahip olmasıyla Türkiye’de öne çıkan tek ilçe.
İstanbul, Ankara ve Türkiye heykel yoksulu. 238 dönümlük “Ortaköy Kültür Vadisi” projesini bitirse,
hiç değilse. Alan boş ve çöpten geçilmiyor. Beşiktaş ilçesinin tam ortasında, konut bloklarının
arasında. Projeden söz ediliyor, ama ortada bir çalışma yoktu.
- Ataşehir (CHP): Kadıköy’ün parçalanmasıyla kurulun bu yeni ilçede, modern ve albenili bir
mimari ile 5 yeni kültür merkezi yapıldı. 2016 başında henüz bir etkinlik yoktu.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 11
- Fatih (AKP): Tarihi yarımadada, öteki adıyla Suriçi sınırları içindeki Fatih Belediyesi tarihsel
yapıların onarımı ve öne çıkarılması (Zeyrek, Balat, Süleymaniye semtleri), alt yapı belediyeciliği,
spor salonları, kültür merkezleri, bilgi evleri, semt konakları ile başarılı sayılması gereken
belediyelerden.
- Sancaktepe (AKP): En başarısızlardan. İlçe merkezine iki dev cami yaptı. Ana bulvarın sağlam
orta kaldırımını (refüj) söküp yeniden yaptı. Kaldırım belediyeciliğini aşabilmiş değil. Bir
hayırseverin yapıp belediyeye bıraktığı bir yüzme havuzu var. Kültürel etkinlik yok. İBB’ye ait
kültür merkezinde yapılanlarla yetiniyor.
Cemil Turan
ATIK PİLLERİ, BİTKİSEL YAĞLARI VE HER TÜRLÜ ATIĞI
DERNEĞİMİZDE TOPLUYORUZ.
HER TÜRLÜ KAĞIT VE PLASTİK KAPAKLARI DA DERNEĞİMİZE
GETİREBİLİRSİNİZ.
LÜTFEN DERNEĞİMİZE GETİRDİĞİNİZ ATIKLARI BİRBİRİ İLE
KARIŞTIRMAYIN.
PLASTİK KAPAKLARIN YANINA KONAN PİLLER AYRIŞTIRMA
AŞAMASINDA OLUMSUZ SONUÇLARA YOL AÇMAKTADIR.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 12
DAMAK TADININ İZİNDE TARİH VE SANAT YOLCULUĞU
Kütüphane No; 5109 Timur Özkan
Araştırmacı yazar Vecdi Seviğ’in, bir radyo programı için hazırladığı ve kendi ifadesiyle,
yemeğin yaşamımızdaki yerine odaklanan yazılarından oluşan “Damak Tadının İzinde Tarih ve
Sanat Yolculuğu” adlı kitabı oldukça özgün ve adeta başucu kitabı niteliğinde bir eser.
Önsözü kaleme alan, deneyimli gazeteci Güngör Uras’ın da belirttiği gibi; yemekle şiiri,
edebiyatı, bilgiyi yoğurmuş, bambaşka bir yemek kitabı, bir çeşit yemek romanı bu kitap...
Ünlü karikatürist Nezih Danyal’ın çizimleri ile süslenen kitap; “Çorba”, “Balık”, “Tarhana”,
“Pekmez”, “Boza” gibi doğrudan yiyecek, içecek başlıklarıyla olduğu kadar “Bahar Lezzetleri”,
“Kurtuluş Savaş ve Karavana” veya “Gezi ve Yemek” gibi başlıklarıyla da dikkat çekiyor.
Bir Anadolu lezzeti olarak tanıdığımız Tarhana’nın ele alındığı bölümde “Karadenizliler için balık
ile hamsinin ayrı ayrı anılması adettendir, Anadolu’da da çorba ile tarhananın benzer özelliği
vardır” diyen Seviğ, tarhana benzeri çorbaların; Yunanistan’da “trahana”, Mısır’da “kishk”,
İran’da “kushk”, Macaristan’da “tahanya”, Finlandiya’da “talkuna” diye adlandırıldığını belirtiyor.
Tarhanayı olduğu gibi hamsiyi de hemcinslerinden ayrı bir başlıkta ele alan Seviğ’e göre o da az
enternasyonal değildir! “Ayıptır söylemesi, hamsi biraz
engraulis’dir, Bu engraulis’ler dünyanın birçok
yöresine Karadenizli dostlarından çok önce
yayılmışlardır. Arjantin’de, Avustralya’da, Güney
Afrika’da, Japonya’da, Peru’da, Kaliforniya açıklarında
kendilerine rastlamak mümkündür.”
Seviğ’in, “Ankara’da Lezzet” başlıklı yazısı ise, bir
yandan Ankara’nın ilçe mutfaklarından başlayarak
coğrafyada, öte yandan seyahatnamelerden alıntılar ve
Cumhuriyet’in ilk lokantalarından anekdotlarla tarihte bir yolculuğa çıkarıyor, okurları. Ankara’nın
balını, pastırmasını, turşusunu, dönerini, bozasını ve dâhi, şarabını unutmadan...
“…O yılların anılarında, ‘Kurtuluş Savaşı Ankara’sında yatacak yer kadar yiyecek bulmak da
imkânsızdır. İlk aylar tek yemek yenilip içki içilecek yer, Meclis’in yanındaki Kemal’in Lokantası
idi. Milletvekilleri, devlet memurları ve yabancılar akşamları burada toplanırdı.’ değerlendirmeleri
yaygındır. Geceleri çıkılabilecek iki kahve vardır: Anafartalar’daki Kuyulu Kahve ile onun
karşısındaki Merkez Kıraathanesi. Kuyulu Kahve’de biraz durmak lazım. Nazım Hikmet’ten
Kuvayı Milliye Destanı ‘Dördüncü Bap Nurettin Eşfak’ın Bir Mektubu ve Bir Şiir’ini anımsayalım:
Kardeşim / sana bu mektubu Ankara’da Kuyulu kahvede yazıyorum. / Hep aynı Anadolu
havaları çalıyor gramofon / kocaman bir boru çiçeğine benzeyen ağzıyla / dışarıda yağmur…” 1
1 Seviğ, Vecdi; Damak Tadının İzinde Tarih ve Sanat Yolculuğu, Boyut yay. İstanbul-2014.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 13
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 14
BİTKİLERİN KRALİÇESİ , KIRMIZI ALTIN : SAFRAN
Tekrar merhaba; yazı aratmayacak bir sonbahar sabahı derneğimizin önünde buluştuk.
Cenk yine çok heyecanlı. Dostlarla bir arada geçecek güzel bir gün bizi bekliyor. İlk kez
göreceğimiz yerler var programda bu da bizleri merak içinde bırakıyor. Leziz tatlarıyla
midemizde yer etmiş mahallemizin Crocus Kafesinin kahvaltılık sandviçleriyle güne güzel bir
başlangıç yapıyoruz. İstanbul otobanı boyunca giderken; Gerede çıkışından Karabük yoluna
giriyoruz. Endüstrinin ağaçların rengini nasıl bozduğuna tanıklık ederken içim yine cız ediyor.4
saatlik yol sonrası Yukarı çiftlik köyüne geliyoruz. Birazdan safran hasadına tanıklık edeceğiz.
Benim gibi fotoğraf çekmek için sabırsızlanan birkaç fotoğraf sever daha var. Otobüsten iner
inmez tarlaya koşarcasına gidiyorum. Sepetleriyle safran çiçeği toplayan teyzelerin yanında,
büyüleyici mor tarlanın
ortasındayım. Tek tek
bütün çiçekleri
fotoğraflamak istiyorum.
Latince "crocus
sativus" denilen
sonbaharda çiçek açan
ve 20-30 cm yüksekliğe
ulaşabilen soğanlı bir
bitkidir. Mor renkli
bitkinin çiçeklerinde üç
tepecik vardır ve şu her
derde deva ve dünyanın
en pahalısı olarak bilenen safran baharatı da işte bu üç tepeceğin kurutularak toz haline
getirilmesiyle elde edilir. Mesele safranı yetiştirmek değil bu tepecikleri ayırabilmek. Oldukça
insanı yoran ve zaman olarak sonu olmayan bir işlem olduğunu öğreniyoruz. Doğada ki her bitki
gelecek senelerde de devamlılığını sağlamak için tohum oluşturur. Ancak safran 3n kromozom
taşıdığından normal döllenme gerçekleşemez bundan dolayı safranda çoğalma soğanlarının
(sarımsak gibi ) tek bitkiden bir kaç yavru soğancık oluşturmasıyla üremesi gerçekleşir. İnsana
bağlı bir üreme gerçekleşmiş olur yani dönem dönem topraktan sökerek başka yerlere safran
dikilmesi gerekir aksi halde ilk dikildiği yerde çoğalır tek soğan yıllar içinde onlarca soğan olur
alan genişletmesi yapılmaz ise hepsi çürür gider. Yani bu yönden insana tam bağımlı durumda
bu dünyada varlığını sürdürebilmesi bakımından. Safranın içerisinde bir ton madde bulunmakta
aynen bal gibi ancak bu maddelerin en önde gelenleri crocin,picrocrocin,safranal ve uçucu bir
ton yağ. Safran kokusunu içerisindeki bu kadar çeşitli aromatik yapılı maddelere borçlu.Bu
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 15
maddeler doğada yalnızca safranda yan yana gelmiş. Ve kokusu tarif edilemez. Çünkü dünyada
eşi yok. .Fotoğraf çekerken Bombus arısına rastlıyorum. Bombus resmen sömürüyor çiçekleri.
Safran ve Bombus uyumu
mükemmel.
Renklendirici ve tat
verici olarak kullanılan bu
baharatın elde edilmesi
oldukça zahmetlidir. Her
bir çiçeğin üzerindeki üç
tepecik, sabah daha
güneş doğmadan elle tek
tek toplanır. Sadece yarım
kilo kadar bir miktarda
baharat elde etmek için 75
bin çiçeğin 225 bin
tepeciği gerekir. Bundan dolayı da 1 gramı en az 15-20 liradır ki bu fiyat yurt dışında 250
dolarlara kadar da çıkıyor. Safranın kuvvetli bir kokusu vardır. Keskin ve acımsı bir tada sahiptir.
Ilık suyla karışınca turuncu-sarı arası bir altın rengi verir. Kendi ağırlığının tam 100 bin katı suyu
altın sarısına boyayabilir. Zaten adı da Arapça'da "sarı" demek olan "asfar" kökünden türemiştir.
Safranın tarımı çok zahmetlidir. Sadece 100 gram safran elde etmek için 1 dönümlük alanda
ekim yapmak gerekir. İçeriğinde 150'nin üzerinde uçucu yağ ve aroma barındıran safran;
gıdadan ilaç sektörüne, parfümeriden kumaş boyamaya kadar birçok alanda kullanılır. Yukarı
Çiftlik Köyü'nde 3 yıl önce safran üretimine başlayan İsmail Yılmaz, Ağustos ayında ekimini
yaptığı safranı tarladan toplamaya başladıklarını söyledi. Yılmaz, şöyle konuştu:
"'Havaların iyi gitmesiyle beraber inşallah 6-7 kilogram kadar ürün bekliyorum. Güneşli
havayı seviyor. Çiçeklenme döneminde yağmur olmaması gerekiyor. Şu anda yağmur
gözükmüyor. Çok iyi olacak inşallah. Geçtiğimiz sezon safranın kilosu 25 bin TL'ydi. Yeni
sezonda fiyat henüz belli değil. Bu ürünün rekoltesine de bağlı biraz. Talebe de bağlı tabii.
Muhtemelen 25 bin TL ya da 30 bin TL olur. Safran, ilçemizde genelde şekerlemelerde,
pilavlarda, çorbalarda, et yemeklerinde kullanılıyor. En çok da çay olarak içiliyor. Hücre
yenileyici ve sakinleştirici özelliği var. Onun için çay içiminde çok daha fazla kullanılıyor. 1 gram
safrandan 80-100 bardak çay yapılıyor. 1 gram safran ise yaklaşık 250 adet çiçekten elde
edilir.''
Safran çiçeği ve hasatıyla ilgili bilgileri dinledikten sonra yola çıkma zamanı geliyor.
Hepimizin bildiği gibi Safranbolu, eski Osmanlı mimarisini yansıtan Safranbolu Evleri ile ünlü,
bu özelliği sayesinde UNESCO Dünya Mirasları Listesinde yer alan minik ilçenin kenarından
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 16
geçerek cam terasa geliyoruz. İncekaya kanyonunun üzerinde olan Kristal Teras Yerden 80
metre yükseklikte bulunan cam bir seyir terası. Yükseklik korkusu olanlar için üzerine çıkmak
zor olabilir ancak göreceğiniz manzaraya değer…di bir zamanlar diyeceğim çünkü önce ki
gelişimle şu an çok farklı.Hem camlar matlaşmış zor görünüyor hem de gördükleriniz çöplerle
kirletilmiş doğa..Çok üzücü.Yinede manzarası için görülmesi gereken bir yer.
Bartın / Ulus
yönüne doğru
dönüyoruz. Ağaçlı
tünelin bizi
beklediğini
rehberimiz Gökhan
Bey söylüyor.
Sabırsızlanıyoruz.
Sonbahar renk
seremonisi eşliğinde
ilerlerken,
otobüsümüzün
yürüyüş yapabilmemiz için duruyor. Aslında yürüyüş yeri değil; bu sebeple tek sıra yol
kenarından yürüyüşe başlıyoruz. Abdipaşa Beldesi ile Ovacık ilçesi arasında yer alıyor. Tüneller
hep korkutucu bir imaj çizmiştir zihnimizde. Hele ki o tünel uzun ve karanlıksa... O hep daha da
korkutucu olmuştur. Ucu bucağı görünmez içinden bir anda ne çıkacağı hiç bilinmez o karanlık
tünellerin. Bir de bunun tam tersi olanlar var ki içinden geçmek ya da yürümek için can atarsınız.
Hiç bitmesini istemezsiniz o tünelin. O tüneller ki doğanın yarattığı renklerden ve güzelliklerden
oluşur. Yol kenarındaki ağaçların gökyüzüne doğru birleşmesi sonucunda adeta bir tünel
oluşturduğunu sandığım için hayal kırıklığına uğradım diyebilirim..Yinede yürüyüşten keyif aldık;
yol boyunca endemik bitkileri seyrederek.
Ulus ilçesine girişimiz; karşılanışımız çok güzeldi. Bando eksikti sadece. Sayın Belediye
Başkanı Hasan Hüseyin Uzun ve ekibi hoş bir şekilde tek tek elimizi sıkarak misafirperverliklerini
gösterdiler. Meğer ilçeye ilk kez gelen tur kafilesiymişiz. Umarım ayağımız uğurlu gelirde şirin
ilçemiz turizm ilçesi olur. Ulus Öğretmen evinde hazırlanan yöresel yemeğimizi Başkanla birlikte
yiyoruz. Sevgili eşi de ince bir düşünceyle bizlere aşure yapmış. Tekrar elinize sağlık…
Ulus ve Köylerine Hizmet Derneği üyelerince köy köy gezilerek toplanan bine yakın antika
eşyanın sergilendiği etnografya müzesi kurmuşlar. Kocagöz tarihi konakta bir araya getirerek
sergilemeye başlanmış. Müzede geçmişi 200 yıla dayanan antika eşyalar var. Aile
büyüklerinden yadigâr kıyafetlerden, bir asır öncesinde kullanılan iplik çıkrığına, hamur
oluğundan ibriğe, kandilden mutfakta kullanılan tabak, bardak, kepçeye ve tarım aletlerine kadar
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 17
çok sayıda obje ile kesinlikle görülmesi gerekir. Müze, geçmiş dönemin geleneksel yaşamını
yeni nesille
buluşturmasının
yanında ilçe
turizmimize de büyük
katkı sağlayacaktır. Bu
müze yine eski
dönemlerdeki köy ve
ev yaşamları hakkında
da bilgi vermekte.
Mısır ekmeklerimizi de
aldıktan sonra yola
tekrar devam ediyoruz.
Ulukaya şelalesi
“aşk acısını dindiren
şelale” olarak da tanıtılıyor broşürlerde. Söylenceye göre Aşk Tanrısı Eros, eşinin kendisini artık
sevmemesi nedeniyle intihar eden Selamnos’un bedenini kutsayarak bir şelaleye dönüştürür.
Bir daha sevgililerin acı çekmesini istemeyen Eros, böylece şelale suyuyla bedenlerini
ıslatanların ya da bu suyu içenlerin aşk acılarından arınmalarını sağladığı söyleniyor.
Aşk acısını dindirir mi bilemeyiz ama görenleri büyüleyen bir güzelliğe sahip olduğunu
söyleyebiliriz Ulukaya Şelalesi’nin. Bartın ili Ulus ilçesine 17 kilometre uzaklıktaki şelale,
Ulukaya köyü yakınlarındaki Ulus Çayı üzerinde. Şelale 20 metrelik bir yükseklikten düşüyor, bir
kilometre uzunluğundaki kanyonun içinde yaratıyor doğal güzelliğini. Kanyonun orta yerinde on
metre genişliğindeki bir kaya oyuğundan yeryüzüne çıkıp, şırıltılar içinde akan dere yatağına
düşüyor. Yaz aylarının en sıcak günlerinde suyu biraz azalsa da, hiçbir zaman kurumuyormuş.
Fotoğraf çekerken turuncu saçlarıyla dört yaşlarında çok sevimli bir çocuk kadrajıma
takılıyor.Adının Ali Kemal olduğunu öğreniyorum.Öncesinde iletişim kuramasam da ceplerine
doldurduğum leblebiler işe yarıyor.Aynı rotanın derneğimizce bir gün sonra tekrar yapılacağını
bildiğimden Ali Kemal’e verdiğimiz kitap sözü yerine getiriliyor.Zeki çocuk bu kez de kamyon
sözü istemiş..En kısa sürede o isteğini de yerine getirebilmeyi umuyoruz.Gezi boyunca bize
eşlik eden zabıta memuru Turgay Bey bizi uğurlarken yengesinin yaptığı un helvasından tüm
katılımcılara ikram ederek bizleri çok mutlu etti. Çiğdemim tişörtü ve şapkası hediye ederek, bir
kez daha görüşebilmeyi umut ederek köyden ayrıldık. Bir gezimizin daha sonuna gelmiştik.
Cenk eve dönerken rehberimize alternatifler sunuyordu sonraki rota için. Yollar da bitmesin
dostluklar da. Bir sonra ki anılarda buluşmak üzere hoşça kalın.
Cenk in Annesi
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 18
BİZDEN BİR ÖYKÜ
KARA GÜNLER İÇİN
Mevsimlerin en güzeli bahar. İlki sonu fark etmez. Yaprağın, çiçeğin; yeşili, sarısı, kurusu hepsi de doğanın süsü, rengi.
Meyve ağaçlarının, soğuk ayaz azıcık ısırınca pes edip birer ikişer döküldüğü günler. Sonbahar. Arada güneş kendini gösterir, leylaklar aldanır, ufaktan çiçeklenir… Yılları da böyle yitirmişti… Güz
yaprakları gibi savrula saçıla geçmiş ömür, ellili yaşlara gelivermişti. İnsanlar da peş peşe dökülür toprağa, güz gelince. Cenazeler çoğalır sanki. Hazanla birlikte artar hüzün.
Bu yaşlar, ölüm için erken sayılır. Ölümün vakitlisi olmaz, hepsi erken ölümdür. Yine de seksen olmalı insan, yaşlanmak için. Allah kimseyi elden ayaktan düşürmesin, yatağa bağlamasın diye dua edilir. Ele güne, evladına bile muhtaç olmaması dilenir ya. Allah’ın sevgili kuluymuş… Aylardan ekim, büyük bayramın olduğu gün. Altı çocuk büyütmüş, ömrü didinmekle geçmişti. Evde iki bekâr. İkisi evli, biri nişanlı, biri askerde. İyi kötü ekmeklerini kazanıyorlardı. Devlet işinde olan ikisi en rahat olanlarıydı. Küçük kızı da işe girer, hayırlı bir kısmeti çıkarsa…
Artık rahat etme, kafa dinleme zamanıydı. Aç değil, açıkta değildi. Altı çocuk büyütmüştü. Kimi zaman dolap beygiri gibi hissederdi: Dön babam dön! İlk kızını hatırladı. Tam da bugün dünyaya getirmişti, Cumhuriyet Bayramı dönüşü… Kolay olmuştu doğumu…
Cumhur adı geçmişti aklından, Filiz adı. Dinletememişti görümcelerine. Babaanne adı konmuş bebeğe. Diğer çocuklarına da dede, nine isimleri. Son çocukta, Eşe halanın adı yerine Neşe denince biraz gücenmişler ama öyle işlenmiş nüfusa. Yirmi sekiz yıl geçmiş bayramın üzerinden.“Anamın adı, dağların tadı” diye sevilen kızı, şimdi bebek bekliyordu. Torunun kız olacağı içine doğmuş, çiçekli basmalardan ufak tefek giysiler hazırlıyordu. Yatağı yorganı da yapabilirse doğumunda götürecekti kızına.
Bayram sabahı geçti tüm bu düşünceler, buruk bir tat bırakarak. Çok sevdiği taze hurma tadı. Çocuklar küçükken her bayram ellerinden tutar törene götürürdü. Yeni elbiseler diker, tertemiz giydirir, abisinin evinin balkonundan izlerlerdi. Konu komşu doluşurdu her bayram. 23 Nisan’larda 29 Ekim’lerde resmigeçit töreni, 19 Mayıs’larda da toplu gösteriler görkemli olurdu. Hiç kaçırmazlardı.
Yıllar geçmiş, çocuklar büyümüştü. İhtiyaçları gibi dertleri de artınca başlarına buyruk olmuş, bayram gezmeleri de unutulmuştu. Sonbahar yaprakları gibi döküldü anılar bir bir.
Küçük kızıyla paylaştı düşüncelerini. Liseyi bitirmiş, gelinlik çağına gelmişti. “Hadi törene gidelim” dedi. “Tıpkı eski günlerdeki gibi. Ana kız bayram yapalım, doya doya gezelim. Bundan sonra böyle. En küçüğümdün, diğerleri kadar zaman ayıramadım sana.” Adını verdikleri gibi bahtını da güzellemek isterdi anası. Olduramazdı bir türlü coşkuyu, sevinci. İri kara gözlere doğduğu an yapışıp kalmıştı hüzün bulaşığı.
Hazırlanmaya başlarlar yalancı bahar neşesiyle... Son yıllarda sık yoklayan tansiyon tam da fırlayacak zamanı bulur. Bu sefer hepsinden şiddetli baş
ağrısıyla atar kendini divana. Ne oluyor demeye kalmadan kaybeder bilincini. İlacın en etkilisini kullanıyordu. “Yerinden kaldırmayın” diyor eve getirilen doktor. Felç olabilirmiş... Olmuş
bile. Son bir umut hastaneye kaldırılmış. Kalp masajı... Geri gelmemiş. Çok istediği bayram törenine gidememiş. İlk yavrusunu dünyaya getirdiği saatlerde veda
etmiş hayata. Torununun giysileri de teyelli kalmış dikiş makinesinin üstünde. Yaşamı gibi ölümü de kimseye zahmet vermeden oluvermiş.
Uzak yakın, köylerden şehirlerden, çocukları, hısım akraba cenazede bir araya gelmiş. Ana ölümü, ailede ilk büyük acı. Hepsinin yüreğine kor düşmüş.
Sağlığında büyük küçük demeden hatır sayıp, gönül kırmadığından çok seveni varmış. Üzüntüler, ağıtlar içten, derinden, sarsıcı olmuş. İlçenin dört bir yanından, duyan gelmiş cenaze evine. Her gelenin güzel anısı, yapılan iyilikler, yaşanan günler gelmiş dile.
Kardeşlerden en küçüğü olduğundan acılar içinde gömülmüş yeni mekânına. Toprak mevlidi okunmuş, helvası dağıtılmış. Herkes üzgün, gözü yaşlı, acılı…
Cenaze gömüleli günler olmuş. Acılar taze. Gözlerin şişi, kırmızısı geçmemiş. Ara sıra kızların, yeğenlerin ağlaması duyuluyor.
İlk haftalar evde ocak yanmaz, kazan kaynamaz. Bitişik komşu, karşı komşu, arka sokaktan, öte mahalleden, köyden, akrabalardan, eş dosttan, çarşıdan… Kazan dolusu mantı, yüksük çorbası, etli yemekler, pilavlar, tepsilerle lahmacunlar yaptırılmış, acılı acısız… “Rahmetlinin emeği çok üstümüzde” denerek yemek taşınmış ölü evine, günlerce…
Her gelene ikram ediliyor getirilenler. Yer sofrasında yeniliyor, elbirliğiyle bulaşık kap kacak yıkanıyor. Karışıp kaybolmasın, unutulmasın diye bekletmeden sahiplerine gönderiliyor. Yaşlı kadınlar Kuran okuyor kıpırdayan dudaklarla, fısıltıyla. Rahmet gönderiliyor gönül sesiyle, avuçların ayaları yüze sürülerek. Gelen giden eksik olmuyor.
Her gelenle birlikte sarılma, nasıl oldu, neden, sapasağlamdı, iyiydi, gençti, erken gitti sözleri dökülüyor sızılı, içten…
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 19
Konuşmalar duaları bastırmayacak şekilde yumuşak taneli, ezgili, harlı akıyor ağızlardan. Yeni baştan anlatılıyor, yaralar açılıyor. Ateş düştüğü yeri yakarken, dumanı üstünde, küllenmemiş acılar,
közler, korlar çıkıyor ortaya. Her yeni gelenle çıngılar sıçrıyor, yürek kabartıları diziliyor peş peşe. Herkes kendi dağına göre alıyor karı da, buzu da…
Esmer güzeli, genç bir anne gelenler arasında. Bebeği kucağında, sessiz sakin, iç çekerek ağlıyor. Üzgüsü ölümden anlaşılan, kıvılcımlı uçuklar dilinin ucunda. Kabuk bağlamaz ağızdaki yara, sızlar içten içe, kimse anlamaz, bilmez:
“Siz hiç ağlamayın, silin gözyaşlarınızı. Oturun Allah’a dua edin, şükredin. Annenize böyle bir ölüm verdiği için” deyince gözler ona çevriliyor. “ Annemi tanırsınız. Geçen yıldan beri kayıp. Ne ölüsü ne de dirisi, bir yıldır hiç haber yok. Cenaze töreni yapılsaydı da başında ağlasaydım. Bir mezarı olsa da ziyaret etseydim.”
Ortalıkta ses soluk kesilir, ne söyleyeceklerini kestiremeden, genç kadına dikilir bakışlar. Mırıltılı bir kıpırdanma olur. Boncuk oyalı tülbentli, yazmalı başlar sağa sola dalgalanır. Ritmik olarak sallanırken, derin düşünceler, yoğun duygular akar gözlerden.
Tanıyanlar, bilenler duymayanlara fısıldar, kulaktan kulağa yayılır sözler. Birden herkes hatırlar kaybolan kadını. Gazetelere geçmişti haberi.
Zengin ve bir o kadar da cimri, yaralı parmağa tükürmez Seydo’nun ikinci eşiydi… Gençti güzeldi. Fakir bir ailenin kızıydı. Parası için vermişlerdi, rahat etsin diyerek. Altı çocuklu adamla
nasıl olacaksa… Çok dünyalığı varmış Seydo’nun. “Osmanlı Bankası batar, parasını çekse” derdi, torunları. Ne çocuklarına,
karısına, torunlarına; ne de kendine hayrı vardı malının. Kefenin cebi, mezarın kasası var sananlardandı… Yolda gören haline acır… Evlerinin, malının, dükkânlarının hesabını bir Allah, bir de Seydo bilirdi…
Ölürse oğullukları mirastan pay vermez diye düşünürdü karısı. Seydo’nun sağlığında mutfak parasından artırdıklarıyla kollarına altın burmalar almıştı. Kara günler için diyerek.
Beş çocuğu, başını sokacak evi, boynunda dizili altın liraları, birde kolundaki bilezikleri vardı… İnsanoğlu çeşit çeşit. Her kafada bir akıl. Evde bıraksa olmaz. Koluna takar el elalemin gözü kalır. Öyle
hava atayım, milletin gözüne sokayım huyları da yoktur. Uzun kollu elbiseler, kapalı kıyafetler altında kolu boğazı yüklüydü, kimse bilmese de…
Kocası ölmüş. Çoluk çocuk ev dükkân derken, mal mülk paylaşılmış. Bazıları yaşarken, kimi de ölümüyle sevindirir insanları… Göle düşmüş yedi sülalesi…
Seydo’nun büyük kızı yeni aldığı ev için mevlit okutuyormuş. Öz, üvey bütün çocuklar, torunlar bir araya gelmişler. Babayı rahmetle anmışlar mı bilinmez, hepsi de keyfindeymiş yeni mülklerinin. Son görüşmeleri olmuş. Herkes evine diye çıkmış. Anne de… Bahtsız kadın sır olmuş o gün…
Evlatları polise gitmiş… Gazetelere ilan verilmiş, adamlar tutup, arayıp sormuşlar. Yok… Sır olmuş, yer yarılmış da içine girmiş sanki…
Ağlamaktan dert sahibi olduğunu söyleyen genç kadını en üzen şey annesinin arkasından söylenenlermiş. “Gören, bulan, yerini bildirene para ödülü var” denince, telefon yağmış dört yandan… En çok da genelevde gördük, pavyonda çalışıyor sözleri yüreğini dağlamış, içine oturmuş evlatlarının…
-“Annemi yeni kaybetmiş gibiyim, gözümün yaşı dinmedi. Bir yıldır gece uykum, gündüz huzurum kalmadı. Çocuğum için yaşıyorum. Siz yatın kalkın şükredin böyle ölüme” diyordu. Yaşlılar “ocaklardan ırak olsun, düşman başına vermesin” diyebildiler.
Aylar, yıllar sonra bulundu cesedi. Bakkal komşusu tarafından, kolundaki bilezikler için öldürülmüştü… Beterin beteri denir ya. İnsan ölüme de şükredermiş demek ki! Fazilet Ünsal Eliaçık Şehir Dergisi/Temmuz 2010
PLASTİK TORBADAN VAZGEÇ!
BEZ TORBA KULLANMAYA ÖZEN GÖSTER,
GEREKTİĞİNDE PLASTİK POŞETİNİ DEFALARCA KULLANARAK SARFINI AZALT.
BEZ TORBALAR ÇİĞDEMİM DERNEĞİNDEN 2.5 TL’YE TEMİN EDİNİLEBİLİR.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 20
ŞİİR KÖŞESİ
MAHALLENİN SAKİNİ DEĞİL SAHİBİYİZ!
GÜZ YORGUNU
bir gülüşündü güzden kalma yağmurun buluta özlemi kelebeğin sessiz türküsü
parmağı kınalı imgenin
biriktirdim avuçlarımda düşlerimi avuçlarım büyüdü
dalına sığınması tomurcuğun
yaprağın rüzgâra sitemi içimdeki akasyanın çığlığı
bir gülüşün ki yalnızlığıma
ürkek çekingen kardelenin ilk çıkışı
ellerin
Dursun Nadir
GÖÇ
dokunmayalım hiçbir şeye varsın kalmasın ayak izlerimiz
utandığımız bahçeye
hüzündür kuşatan bizi mendil sallansa, bir bulut kararsa
yazgıya dönüşür özlemek aslında gelen hep gidendir
bir kırlangıç düşer gökyüzüne
bir kırlangıç daha zeytin ağaçları tedirgin
bakışalım biz sadece bakışalım nasıl
tükürecek çiçekler yüzümüze
Dursun Nadir 20/ 12 / 2016
KELEBEK
Yel estikçe uçuşan Yapraklara benziyor Durmadan Yorulmadan Daldan dala geziyor Ben onu çok severim Koşup tutmak isterim Fakat kaçar yaramaz Uçmadan yaşayamaz. Kanatları ipektir Bozulur dokununca Sanki canlı çiçektir Uçar bahar olunca Yadigar Gözek A.Barındırır Orta Okulu 6-A
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 21
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 22
SATRANÇ ÖĞRENİYORUZ
SATRANÇ TAŞLARI VE HAREKETLERİ ( DEVAM )
FİLİN HAREKETİ : Farklı Akıl oyunları türleri arasından beyin sporu sıfatı ile ayrılan satrançta birbirinden çok farklı özelliklere sahip taşlar yer alır. Satranç taşlarının her biri farklı özelliklere sahipken, filler de oyunun önemli taşları arasındadır.
Fillerin hareketleri incelendiğinde, yalnızca çapraz karelere hareket ettikleri görülür. Fil hareketi ön çaprazlara ve arka çaprazlara olacak şekilde dört yönlüdür. Fil, bulunduğu kare itibariyle köşelerden çapraz kareye ulaşabilir. Uygun karelerin çaprazlarının (diagonellerin) açık olması durumuna göre fil istediği kadar kare ilerleyebilir.
*Fillerin herhangi bir taş üzerinden atlamaları da mümkün değildir.
Filin gidebileceği kare sayısı bulunduğu yere bağlıdır.
Merkez karelerde bulunan fil 13 kareye gidebilir.
Fil köşede ise sadece 7 kareye gidebilir.
Beyaz ve siyah ordunun ikişer tane fili. bulunur.
Fillerden biri beyaz karede diğeri siyah karede bulunmalıdır.
Filler oyun boyunca başladıkları karenin renginden diğer renkteki karelere geçemezler.
Bu nedenle bir filin oyun boyunca gidebileceği en fazla 32 kare vardır.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 23
VEZİRİN HAREKETİ : Vezir, bulunduğu karenin yatay, dikey ve çaprazlarında herhangi bir kareye gidebilir. Vezir hem Kale gibi (yukarı, aşağı, sağa ve sola); hem de Fil gibi (çapraz karelerde) hareket edebilir.
Vezir, tahtadaki en güçlü taştır. Tahtanın merkezindeyken 27 kareye hareket edebilir.
Köşede bulunan Vezir 21 kareye gidebilir.
Vezirin önünde aynı renkten bir taş varsa o taşın üzerinden geçemez. Yani o yöne doğru hareket etmek isterse sadece o taşın olduğu yere kadar gidebilir.
Vezir, açılış pozisyonunda hareketsizdir.Çünkü kendi taşlarının üzerinden atlayamaz.
Öğrendiğimiz gibi Vezirler Beyaz ve siyah ta birer tane bulunur. Dikkat edilmesi gereken en önemli nokta vezirlerin kendi renklerindeki karelerde oturmalarıdır. Yani beyaz vezir beyaz
karede, siyah vezir siyah karede konulmalıdır.
HATİCE CAYMAZ.
TSF SATRANÇ ANTRENÖRÜ
TSF ULUSAL HAKEM
ŞİRİNDERE ÇOCUK
ORKESTRASI
Şirindere’li çocukların müzik yoluyla
mahalleye uyum sağlamaları amacıyla
başlatığımız çalışma 10 çocuğun katılımıyla
başladı. Gönüllü komşumuz Evrim Ferda
Hoşafçı gözetimnde başlayan çalışmalara
destgek olmayan isteyen komşularımız
bizimle iletişime geçebilirler.
Çalışmalar pazartesi günleri 15:00-17:00
saatleri arasında Çiğdemim Kültür Evinde
yapılıyor.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 24
KAYBOLAN DIL VE UNUTULMUŞ ŞARKILAR ÜZERINE
Ekim ayında iki belgesel film izledik. İki filmde de özgün halk şarkıları ve öyküleri vardı.
Filmlerin yönetmeni komşumuz Mihriban Sezen. Geçen yıllarda izlediğimiz Dövmenin Dili
belgeseli beğenilmişti. Bu yıl komşumuzun daha çok filmini izleyeceğiz.
İlk film Maçahela Sarkıları oldu. Artık sadece çok az insanın bildiği unutulmuş Gürcüce şarkıları
ve söyleyen ihtiyar delikanlıları izledik. Yaş ortalaması altmış olan "Maçahela Yaşlılar Çoksesli
Korosu"nun söylediği, 300 yıllık geleneğin uzantısı olan şarkılar. Kardeşlik, dayanışma, birlik
beraberlik türküleri…
1921'de Anadolu'nun kuzeydoğusuna çizilen sınır, Maçahela vadisinde yaşayan 18 köyü
ayırmış; 12 köy bu günkü Gürcistan'da, 6 köy de Türkiye'de kalmış. Oysa, bu vadide insanlar
akraba, şarkılar ortak.
Maçahela şarkıları insan sesiyle, enstrümana gerek duyulmadan söyleniyor. Bu şarkılar çok
sesli, tek kişi ile değil topluca; 2-3 ayrı ama uyumlu sesle söyleniyor. Etnomüzikologlar Gürcü
dilinde söylenen polifonik ve vokal nitelikteki bu müziği 1500 yıllık bir geçmişe bağlıyorlar.
Bu arada, geleneksel çoksesli Gürcü halk müziğini günümüze kadar ulaştıran "Maçahela
Yaşlılar Çoksesli Korosu"nun, geçtiğimiz yıl içinde, UNESCO tarafından "Yaşayan İnsan
Hazinesi" olarak tescillendiğini öğrendik.
Sonraki filmimiz "İspanya'dan İstanbul'a Sefarad Şarkıları" isimli belgesel, kaybolan bir dilde
söylenen şarkılar eşliğinde, İspanyol Yahudileri'nin 500 yıllık gurbet ve göç hikayelerini
anlatıyordu.
Sefarad, İbrani dilinde İspanya demek. Bundan beş yüz yıl yıl önce İspanya'dan sürülen Sefarad
Yahudileri, Osmanlı topraklarına yerleşmişler. Gelirken yanlarında kendi kültürlerini, kendi
dillerini ( Judeo İspanyol ) ve kendi şarkılarını getirmişler. Yaşadıkları toprakların kültürlerinden
de etkilenmişler zamanla.
Ana dillerinde söyledikleri Sefarad Şarkıları; biraz Rembetiko, biraz Balkan ezgilerinden, biraz
Türk Sanat Musikisinden etkilenmiş. Dillerine; biraz Türkçe, biraz Bulgarca, biraz Rumca girmiş.
Ama konuştukları dil ve bu dilde söyledikleri şarkılar ortaçağ İspanyolcası. Bugün Türkiye'de
yaşayan 26 bin Yahudi'nin çoğunun Sefarad olduğunu, büyük kısmının İstanbul'da yaşadığını
öğrendik.
İlerleyen yaşına rağmen, binlerce Sefarad şarkısını derleyen ve yorumlayan Bertha Aguado,
şarkılarıyla belgeselde yer alıyordu. Jak ve Janet Esim, Los Paşaros Seferadis gibi topluluklar
ve Bertha Aguado'nun öğrencileri şarkılarını ana dillerinde söylüyorlardı, kaybolmasın diye…
Öykülerin burukluğunu ve müziği içimizde hissederek güzel bir akşam geçirdik.
Zuhal Yüksel
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 25
ALTIN (SÜS TAŞLARI - 9)
İnsanlar, asırlardır taşların doğal güzelliğine, rengine, daha çok da parıltısına vurgundur. Bu nedenle
devamlı olarak, süs taşı bulmak için uğraşır dururlar. Bilindiği gibi değerli taş ticaretinde iki geleneksel metal çok
değerlidir. Bunlar altın ve gümüş olup, Zaten mineralojide de diğer elementlerden farklıdır... Doğada herhangi bir
karışıma uğramadan saf halde bulundukları için, “doğal element” olarak da adlandırılırlar... Bükülmeleri, daha
doğrusu şekil verilmeleri kolay olduğundan, gümüş ustaları ve kuyumcular tarafından kolayca bükülür, işlenir ya da
kalıba dökülürler...
Altın ve gümüş, doğada az ve zor bulunduğu için, oldukça değerlidir. Onları ender yapan olağan dışı
bileşimleridir... Zamanla yeni mücevherlerin, daha doğrusu yarı değerli süs taşlarının kullanılması, altın ve gümüşe
olan tutkuyu azaltmış olmasına rağmen, yine de gözde olmaları engellenememiştir...
Altın ve gümüş, mücevher olarak kullanılmanın yanında, elektronikte, uzay ve havacılık teknolojisinde,
tıpta, dişçilikte, dekorasyonda ve mühendislikte de kullanılır. Dünyada üretilen altının yüzde 75’i mücevher
yapımına giderken, geri kalanı sanayide tüketilmektedir. Türkiye kuyumculukta dünya üçüncüsü olup, dünya
pazarında önemli bir yere sahiptir...
Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü ile Orta Doğu Teknik Üniversitesi Jeoloji mühendisliği
bölümünün ortak yürüttüğü bilimsel bir çalışmanın sonuçlarına göre, Türkiye’de 580 yerde, halen 6 bin 500 tonluk
altın rezervimizin bulunduğu ortaya çıkartılmıştır...!!
Bilindiği gibi Bergama’daki Koza Altın İşletmeleri’ne ait ilk altın madeninde, üretime 2001 yılında başlandı.
Daha sonra Tüprag Metal Madencilik tarafından işletilen Uşak’taki altın madeni devreye girdi. İlerleyen yıllarda
diğer ocaklarında açılması ile Türkiye’deki altın üretimi her yıl giderek büyüdü. Bu gün yıllık altın üretimimiz 12 tonu
buldu. Bu sayı yıllar geçtikçe daha da aratacak gibi...
Bugün dünyada bilinen altın rezervlerinin toplamı 43 bin ton olup, bunun 20 bin tonuna sahip olan Güney
Afrika Cumhuriyeti dünya birincisidir. Onun arkasından 6 bin 500 tonla Türkiye dünya ikincisi, 4 bin 770 tonla
Amerika dünya üçüncüsüdür. Diğer yandan Türkiye, altın üretiminde Avrupa birincisidir. Türkiye’yi Finlandiya, İsveç
ve Bulgaristan izlemektedir.
Ülkemizde halen işletilen ve işletilmeye hazır olan altın yatakları; Balıkesir Küçük Dere’de 10 ton, Ovacık’ta
24 ton, İzmir Efem Çukuru’nda 34 ton, Manisa Sart’ta 10 ton, Uşak Kışla Dağ’da 230 ton, Eskişehir Kaymaz’da 7
ton, Gümüşhane Mastra’da 12 ton, Erzincan İliç’te 131 ton ve Artvin Cerat tepe’de 37 ton görünür rezervdir. İleri de
MTA’nın yapacağı yeni araştırmalarla başka yatakların da bulunması halinde, görünür ve muhtemel rezervlerimizin
daha da yükselmesi beklenmektedir... Çünkü Türkiye’deki altın rezerviyle ilgili araştırmalar, yeni bilgiler ışığında
hala yeterince yapılmış değildir. Konuya altın açıdan bakacak olursak, yeraltı potansiyeli tam olarak bilmeyen bir
ülke durumundayız...
Türkiye’de bilinen altın rezervlerinin, günümüzde hesaplanan parasal karşılığı, yaklaşık 200 milyar dolar
civarında..!! Ama yaratacağı ek katma değerle birlikte bu rakamın, bir trilyon dolara ulaşacağı tahmin edilmekte...
Diğer taraftan bu sayının, devlet tarafından bilinmesi, çevreci dostlarımın kulağına kar suyu kaçmasına neden
oluyor...
Bu gün dünyada altın fiyatları sürekli yükselirken, Türkiye’nin altın ithalatı da giderek artırıyor... Altın
ithalatında, neredeyse dünya rekorunu kıracak durumdayız..! İthal edilen onca altın halen kuyumculukta
kullanılıyor... Bunun bir kısmı içeride işlenmiş altın olarak kullanılırken, büyük bir bölümü ihraç edilmekte. İşlenmiş
bu altınları, daha çok Arap ülkeleri, Hindistan ve Pakistan satın almakta...
Cengiz KARAKÖSE
Jeoloji Yük. Müh.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 26
FANZİN mi dediniz? MEHMET C.PEKER
Değerli yurttaşlarım merhabalar,
Bundan birkaç hafta önce komşularım ile yaptığımız periyodik toplantıların birinde gençlerden
biri “FANZİN” dedi ... ??
Ne olduğunu bilmediğim için çaktırmadan, kurulan cümlelerden tahmin etmeye çalıştım ve
sonra sorular, açıklamalar derken öğrendim ki; “fanzin”, “amatör dergi çalışmaları”na verilen isim
imiş.
Tahmin edebileceğiniz gibi; bizim arkadaşlarımız o akşam, aramızdaki iletişimi arttırmak adına
yapılabilecekleri konuşurken, anlamını bilemediğim ama sürekliliğini sağlamanın ne kadar zorlu
olacağını tahmin edebildiğim ve başarıldığında, mahallemiz yaşam kalitesine katmadeğerinin ne
kadar büyük olacağını bildiğim bir proje önerisinde bulundular.
Dinleyen tüm komşulardan olumlu görüşler alınca da hemen kolları sıvadılar, sağ olsunlar.
Benim periyodik yazılarımı okuma şansı bulanların sıklıkla olmasını hayal ettiği gibi; artık
gençlerimiz, mahallemiz konularını konuşuyor, önceliklerini belirliyor, onlar ile ilgili fotoğraflar
çekiyor, yazılar topluyor, söyleşiler yapıyor ve bunları içerecek ve yaygınlaştırabilecek periyodik
bir baskı üretmek süreçlerine emek harcıyorlar.
Yakında kendisini de paylaşabileceğimi umduğum ilk FANZİN’in hazırlıklarının tam gaz devam
ettiği müjdesini vermek ile bugünlük yetineyim.
Anlayacağınız; mahallemizin genç sakinleri "mahallelerinin sahipleri" olmaya niyetlendiler!
Tespitler, ihtiyaçlar, öncelikler, hedefler, projeler ve tabii hepsi için gereken tanışmak, tanımak,
sohbet etmek, paylaşmak, dayanışmak, üretmek, paylaşmak, ... tüm bunları KOMŞULUK diye
özetliyor genç arkadaşlarım / komşularım.
Farkındalıklarımız çerçevesinde
Arkadaşlıklarımızı geliştirip
Nitelikli proje hedefleri için
Zerafet içinde yapılan
İletişim sayesinde
Nicelik ile buluşmak, bu da benim FANZİN anlayışım.
Sizce, her mahallede başlatılacak -birkaç sayfalık da olsa- "amatör dergi çalışmaları”
birbirimizden haberdar olmayı, birbirimizden öğrenmeyi, aidiyet duygularımızı arttırmayı, olası
çözümlerin birlikte tartışılmasını, sonuca ulaşılmasını velhasıl komşu olunmasını kolaylaştırmaz
mı ?
Selam ve sevgilerimle,
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 27
GÖLBAŞI SEVGİ ÇİÇEĞİ
Neslinin korunması için olağanüstü bir gayret gösterilen Sevgi Çiçeği’nin kamuoyunda tanınmasını değerli bir bilim insanı ile iflah olmaz bir doğa ve Gölbaşı gönüllüsüne borçluyuz. “Centaurea tchihatcheffii Gölbaşı - Sevgi Çiçeği” adlı kitaba (2005) editör olarak imza atan, Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi’nden Prof. Dr. Ayşe Boşgelmez’e “Sevgi Çiçeği’nin Annesi” demek ne kadar yanlış olmayacaksa, yazmış olduğu “Zeynep ile Mehmet’in Aşkı ‘Endemik’ Gölbaşı Sevgi Çiçeği’ adlı kitapla (2013) yetinmeyip bu çiçeği inatçı çabalarıyla önce evinin bahçesinde, sonra Belediye’nin tahsis ettiği, evinin karşısındaki park alanında tohumla (!) yetiştirmeyi başaran Hulusi Gürpınar’a “Sevgi Çiçeği’nin Babası” demek mümkündür.
Genellikle Mayıs veya Haziran aylarında açan Sevgi Çiçeği; yakın zamana kadar sadece Gölbaşı’nın batısında kalan Küçük Âşıklar Tepesi civarındaki etrafı tel çitle çevrili Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (eski Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü) arazisinde görülebiliyordu. Gölbaşı - Haymana yolunun dördüncü kilometresinden sola dönüp 500 metre kadar ilerledikten sonra yolun solunda kalan bu arazinin yakınlarında yeni bir yetiştirme alanı daha bulunuyor. Gölbaşı Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü tarafından oluşturulan bu alana gitmek için yine Gölbaşı Haymana yoluna çıktıktan sonra bu defa üçüncü kilometreden sola dönmek gerekiyor. Hulusi Gürpınar’ın evinin karşısındaki park alanı ise, Konya yolunun sol tarafında kalan Eymir Mahallesi’nde, TOKİ’ye giden yol üzerindeki Temapark bitişiğinde.
Turhan DEMİRBAŞ
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 28
VEDAT TÜRKALİ VE BİR GÜN TEK BAŞINA
Türk Edebiyatının çınarlarından, geçtiğimiz yıl 97 yaşında Yalova’da hayatını kaybeden romancı, şair ve senarist Vedat Türkali’yi anmak ve anlamak için Çiğdemli edebiyatsever komşularla toplandık.
17 Ekim 2017 Salı günü Çiğdem Derneği Kültür Evinde, sanatçının yaşamı ve Bir Gün Tek Başına adlı romanı hakkında konuştuk, söyleştik.
Vedat Türkali kimdir?
Asıl adı Abdülkadir Pirhasan 13 Mayıs 1919’da Samsun’da doğan Türkali, liseyi Samsun Lisesi’nde okuduktan sonra 1942 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. Aynı yıl eşi Merih Pirhasan’la
evlendi. Maltepe Askeri Lisesi ve Kuleli Askeri Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra
1951’de tutuklandı. 9 yıl ceza aldı. 7 yıl sonunda koşullu olarak serbest kaldı.
Rıfat Ilgaz ile Gar Yayınları’nı kurdu. 1960’ta Dolandırıcılar Şahı ile senaristliğe başladı. 1965’te Karanlıkta Uyananlar filmiyle Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Senaryo Ödülü’nü kazandı.
Bir Gün Tek Başına, Mavi Karanlık, Tek Kişilik Ölüm, Güven, Yeşilçam Dedikleri Türkiye, Kayıp Romanlar, Yalancı Tanıklar Kahvesi, Bitti Bitti Bitmedi gibi romanlara imza attı.
1974’te Milliyet Yayınları Roman Yarışması’nda birincilik ödülünü, 1976’da Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazandı. 2016’da Beyaz Martı Edebiyat Onur Ödülü’ne layık görüldü.
Türkali, yönetmen Barış Pirhasan ve oyuncu Deniz Türkali’nin babası, müzisyen Zeynep Casalini’nin dedesiydi.
BİR GÜN TEK BAŞINA
Vedat Türkali’nin ilk romanı olan “Bir Gün Tek Başına “ Milliyet Yayınları 1974 Roman Ödülü’nü kazandıktan sonra yayımlandığında büyük bir ilgi görmüştü. Eser, 1975 Orhan Kemal Roman Armağanı’nı da kazandı.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 29
27 Mayıs’ı ortaya çıkaran koşulları anlatan eserde gizli bir komünist örgüte girmekle suçlanan, küçük burjuva olarak nitelendirilen başkahraman Kenan’ın, gözaltındayken polisten yediği bir tokattan sonra örgütten uzaklaşması; gazeteci arkadaşlarıyla içmeye gittiğinde Felsefe öğrencisi Günsel’le tanışması, o gece alkol komasına girip kan zehirlenmesinden hastanelik olması;
hastalığı boyunca Günsel’i ve hayatını düşünmesi ve o dönemin Kenan’ın bakış açısından sergilenmesi.
Fazilet Ünsal Eliaçık
YENİ ÜYELERİMİZ
Geçtiğimiz ay içerisinde üyelik başvurusunda bulunan ve Yönetim Kurulumuz tarafından üyeliği onaylanan Sayın, B.Dilek Yüceel, Sema Yüksel, Canan Ceylan, Zafer Say, Derya Er, Ayşe Canan Aydemir, Nilgün Gökçe, Sezi Sazlı, Mihriban Öztürk, Nurten Ergen, Fatma Kökdil, Tuncer Korkmaz, Kamile Boz, Meliha Bilge, Meral Efe ve Necmiye Civelek ‘e
aramıza hoş geldiniz diyor ve bu gönüllü desteklerinden dolayı teşekkür ediyoruz.
Henüz üye olmayan komşularımızı da aramızda görmek istiyoruz. Üye formunu doldurup bir fotoğraf vermeniz yeterli. Yıllık üyelik aidatımız 25 TL.dir.
HİÇBİRİMİZ, HEPİMİZ KADAR GÜÇLÜ DEĞİLİZ!
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 30
ZAPTİYE’DEN JANDARMA’YA...
Türkiye’nin önemli askeri müzelerinden biri olan Jandarma Müzesi 2005 yılında açılmış. Jandarma teşkilatının kuruluşundan bugüne değin geçirdiği evreleri, tarihteki yerini ve sağladığı gelişimi göstermek ve gelecek kuşaklara da aktarmak amacıyla kurulan Müze, askeri açıdan birinci sınıf müze statüsünde bulunuyor.
Müze’de, ilk dikkat çeken, ön bahçede sergilenmekte olan iki askeri helikopter ile eski model jeep vb askeri araçlar oluyor.
Müze olarak tasarlanmış, iki katlı bir binada ve ikisi büyük yedi salondan oluşan Müze’nin Giriş Holü’nde; Zaptiye’den Jandarma’ya adlı bir heykel ile çeşitli rölyef ve yağlı boya tablolar sergileniyor.
Jandarma Müzesi’nin ana bölümlerinden Osmanlı Devleti Dönemi Salonu alt katta, Cumhuriyet
Dönemi Salonu ise üst katta bulunuyor.
Kendi içinde iki bölümden oluşan Osmanlı Devleti Dönemi Salonu’nda Jandarma öncesi kolluk amirlerinin (Subaşı, Karakullukçu vb) giysi ve silahları ile Jandarma teşkilatının kurulduğu 1839’dan Cumhuriyet’e kadarki döneme ait çeşitli belgeler, kullanılan üniformalar ve silahlar sergileniyor.
Cumhuriyet’in ilanından bugüne üniforma, silah, askeri araç-gereçler ve Jandarma envanterindeki kara-hava araçları ile eski haberleşme cihazlarının sergilendiği Cumhuriyet Dönemi Salonu’nda ayrıca Atatürk ve Jandarma adlı büyük bir rölyef ve de Atatürk’le ilgili yayınların sergilendiği vitrinler yer alıyor.
Üst katta ayrıca görev yaptıkları dönemlerde Jandarma genel komutanlara verilen şilt ve benzerleri ile hediye edilen çeşitli anı objelerinin de sergilendiği Genel Komutanlar Sergi Salonu ve şehitlerin eşyalarının sergilendiği Jandarma Şehitleri Salonu ile Belge ve Yabancı Jandarma Giysileri Salonu da ziyaretçileri bekliyor. Müze’nin bir diğer bölümü olan Kütüphane ve Dinlenme Salonu ise sivil ve askeri araştırmacılara hizmet veriyor.
Jandarma Müzesi’nin yakınında yüksekçe bir tepede yapılan ve üzerinde büyük bir Atatürk maskı ve dalgalanan bir Türk bayrağının bulunduğu yüksek bir kaide ile iki tarafında bir jandarma eri ve bir aslan heykelinden oluşan Jandarma Şehitleri Anıtı da görülmeye değer. Burada ayrıca gruplar için sunumların yapıldığı ve fotoğrafı temin edilebilen 3576 şehidin fotoğrafların panolarda, el yazılarıyla sunulan şiir ve mektuplarının elektronik ortamda sergilendiği Şehitleri Anma ve Sunum Binası gezilebilir.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 31
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 32
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 33
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 34
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 35
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 36
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 37
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 38
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 39
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 40
ÖZGÜRLÜK BOŞUNA İSTENMEZ
Hepimizin çeşit çeşit arzuları var. Kimini belli belirsiz, kimini çok kuvvetli isteriz. Üstelik
arzularımız zaman içinde aynı da kalmaz. Bildik isteklerimiz durmadan koşul ve niteliklerini
değiştirir, gönlümüzden geçenlere sürekli yenileri eklenir.
İyi de, bunları elde etmek kolay iş midir? Heyhat! Gücümüz, becerilerimiz, varlıklarımız,
elimizdeki araçlar çoğu arzumuz için yetersiz kalır ve kahroluruz. Amaçladıklarımızı sağlamada
diğer insanların bize yardım etmesi gerekir. Bu ise başka bir güçlüğe kapıyı aralar. Hele
çevremizdeki başkalarının da kendilerine göre arzuları olduğunu düşünürsek. “Bastırırım parayı,
alırım. Arzumu paramla elde ederim. Bana ne başkalarının keyfinden!” mi dediniz? Ya o parayı
size kazandıracakların isteklerini ne yapacaksınız? Ya bir başkası da, kendi parasıyla aynı şeye
sizden daha çoğunu vermeye hazırsa, onun keyfine boş verebilir misiniz?
İşte bu zorlu durumun içinden çıkmanın yolu, karşılıklı anlaşmaktan, düzenlemeler yapmak ve
arzularımızı başkalarıyla ortaklaştırmaktan geçer. Örgütler bunun için kurulur. Bırakalım bir
arada yaşayan milyonlarca insanı, birkaç kişilik bir ailede bile zaman zaman küçük
örgütlenmelere, işbölümlemeye, kurallar koymaya gerek duyulur.
Örgütlerin de işi, arzuları karşısında biz insanların durumları gibi, kolay değildir. Örgüt kurdular
diye, her durumda örgüte katılanların amaçları, beraber erişmek istedikleri hedefler gerçekleşir
diyebilir miyiz? Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) verilerine göre 2017 yılının ilk 9 ayında
çok ortaklı ikibine yakın firma kapanmış. Ortak amaç tutturulsa kapanırlar mıydı? Derneklerimizi,
site ve apartman yönetim organizasyonlarını düşünecek olursak, bunların kaçta kaçı
kurucularının, üyelerinin, ortaklarının çoğunluğunun, gün be gün, hatta ta kuruluş zamanındaki
amaçlarını tutturmaktadır dersiniz? Yani örgütler öyle kolay kolay etkili (efektif) olamıyorlar.
Dergimizin önceki (Ekim 2017) sayısında ‘Etkili Örgütler Kurmamız Neden Zor?’ yazımda etkili
olamayan örgütlerde gücü gücüne yetenin sözüyle iş yapılan, gerçekte zayıf örgüt biçiminin
gözlendiği söylenmişti. Bunun gerisinde ise, bireyin hakkını tanımayı, her insana özgürlük alanı
bırakmak ve eşit fırsat vermek gerektiğini kabul etmeyen anlayışın yattığı vurgulanmıştı.
Kısacası, örgütlerin etkili olmadaki güçleri, işleyişlerinde üyelerinin özgür tutum alabilmelerinin
ölçüsüyle doğrudan bağlantılı görülmüştü.
Neden böyle? Örgütlü olmayı, yalnızca bir ödev yüklenmek, bir yükümlülük altında olmak haline
soktuğumuzda, insanların tek tek arzularının gerçekleşmesi ikinci planda kalıyor demektir. Aidat
ödemek, akraba-tanıdık-eş-dost çevresini örgütün işleri için ‘devreye sokmak’, yeni üyeler ve
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 41
bağışçı bulmak, genel kurul tarihi gelince seçimde oy vermek gibi pek çok görev.. Bunları
dengeleyecek olan örgütte var olmanın üyeye yeni özgürlük alanları açacak olmasıdır. Çünkü
özgürlük, evet kısıtsızlık, kuralsızlık demek değildir ama, eylemleri için kendi tercihlerini
yaratmayı ve yeni yarattıklarıyla her insanın varlığını zenginleştirme olanaklarını kapsar. Örgütte
sorumluluk, eşdeğer görülen bir karşılık ister. Örgütlerde üyenin özgürlüğü işte bu karşılık
olabilir. İşin püf noktası da buradadır: Sınırlama getirilmemesi, kuralların gevşek olması, “Elini
tutan mı var?” denilebilmesi örgütlerde tüm boyutlarıyla özgürlük olduğu anlamına gelmez.
Negatif özgürlükler, zorlamanın, engellemenin olmadığı durumları gösterirken, özgürlüğün,
fırsat ve olanakların sunulması anlamı taşıyan bir de pozitif yüzü var. Bir madalyonu tarif eden,
farklı iki yanı gibi. Konuyla uğraşanlar, negatif ve pozitif özgürlükleri, birbirini tamamlayan fakat
farklı yönde katkı yapan ayrı yüzler olarak görüyor.
Kuruluş amacını katılımcılarının tek tek amaçlarıyla uyuşturmayı ve zaman geçip üye çeşitliliği
artıkça değişen arzuları dikkate almayı beceren, yeni arzular edinmeye özellikle fırsat ve araçlar
sağlayan örgütler etkili olmaya daha yakındır. Şimdi neden Türkiye’de her 800 kişiye bir
dernek düşerken, Batı Avrupa’da bu sayının 40 kişi olduğunu bir düşünelim mi?
Her yöne davranmanın serbest, ama çıkış
kapılarının kilitli ve anahtarların gizlendiği geniş
bir mekanda özgürlük var denilebilir mi?
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 42
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 43
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2017 SAYFA 44