52

Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Büt Dergisi'nin 17.sayısının tamamını buradan okuyabilirsiniz. Bu ayki kapak konusu Soma'da şehit düşen işçiler. Röportaj konuklarımız; Deniz Yıldızı oyuncusu Murat Volkan Benli, Milliyet Akademi Editörü Aysel Bozan Yılmaz ve Madenci...

Citation preview

Page 1: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi
Page 2: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

2 büt dergisi Mayıs sayısı

Page 3: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

3büt dergisi Mayıs sayısı

Page 4: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

büt dergisiAylık Kültür-Sanat Online Dergi

EditörMustafa Doğan

Mustafa Doğan

Almira Koç

Mustafa Doğan

Yazı işleriMüge GülEmre Ceylan

Serap KamacıReklam

Grafik Tasarım

Emre CeylanMüge GülAlmira KoçUlya AltıntaşSerap KamacıVedat TaşkınÖzlem ÇelebiMustafa Doğan

Yazarlar

Sosyal Medya Sorumluları

www.butdergisi.com

www.facebook.com/butdergisi

www.twitter.com/ButDergisiBize ulaşmak iç[email protected]@gmail.com

Ön ve Arka Kapak

Tüm hakkı saklıdır. Yazılarla ilgili tüm sorumluluk yazarlara aittir.

Page 5: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

5büt dergisi Mayıs sayısı

Editör

-Mustafa DOĞ[email protected]

5büt dergisi Mayıs sayısı

derg

iye

gide

r...

Gündemimiz çok üzücü bir olayla meşgul. Türkiye’yi yasa boğan bir haber ile sarsıldık. Manisa Soma’da bir kömür madeninde çıkan bir trafo (nedeni henüz belli değil) patlaması ile 301 işçi babamız, kardeşimiz, abimiz, am-camız vefat etti. Haber geldiği andan itibaren tüm Türkiye göz yaşlarına boğuldu. 301 can, emanetlerini Yaratıcıya teslim etti. Bu acıyı hiçbir kelime anlatamaz.

Ben haberi alır almaz televizyon karşısından ayrılmadan gelişmeleri gözlerim dolu dolu izledim. İlk olarak 17 işçi hayatını kaybetti de-nildi ve ölümlerin artacağı söylendi. Sonra sayı gittikçe arttı. 154 oldu. 201 oldu. Yeter dedim lütfen daha fazla olmasın. Dua ettim: Allah ailelerine ve tüm Türkiye’ye sabır versin dedim. İçeride kurtarılmayı bekleyen işçiler var denil-di. Tüm Türkiye gibi bende sağ salim çıkmaları için dua ettim. Her kurtulan işçiye sevinsek mi ağlasak mı diye karar veremedim. Bir işçi kur-tarıldı. Ambulansa alınırken hemşireye “sedye kirlenmesin diye ayakkabılarımı çıkarayım mı” dedi. O an göz yaşlarımı tutamadım tüm Türkiye gibi. Sayı 250 oldu. Gittikçe artıyordu. Sayı 274 oldu. 284 oldu. Ve 301 oldu. İçeride artık kimsenin kalmadığı resmi açıklaması yapıldı. Kurtarılan diğer bir işçi “beni bırakın abi, ben bekarım Mahmut’un karası hamile onu kurtarın” diye feryat ediyordu. Onun o feryadına tüm Türkiye gibi bende ağladım. Resmi rakamlara göre 301 işçi vefat etti, 485 işçi kurtarıldı. Tüm gelişmeleri benim gibi an be an televizyondan, internetten ve çeşitli kanallardan takip ettiniz. Bu üzücü olay tüm Türkiye’yi yasa boğdu, göz yaşlarına boğdu. Tüm Türkiye yıkıldı. Tüm Türkiye’nin yüreği parçalandı.

Ben bu olayları takip ederken madende kay-bettiğimiz abimizi, babamızı, amcamızı, dedemizi ebediyete uğurlarken; insanlığımızı da ebediyete uğurladığımızı üzülerek gördüm. Tüm Türkiye maden ocaklarından çıkacak güzel haberleri duymak için beklerken, kend-ini bilmez insanlar daha ilk günden siyaset

yapmaya başladı. Hem de o sevmediği siyas-ileri aratmayacak şekilde. Siyasetçiye küfür etti ama kendi siyasetin en çirkinini, en kan don-durucusunu, en alçakçasını, en şerefsizcesini yaptı. (Buraya daha çok ağırını yazmak ister-dim ama onlara benzemeyeceğim.) Daha acımız taze iken başladılar birbirlerini suçla-maya. Kimisi senin verdiğin parti yüzünden bu hale geldik dedi. Daha cenazelerimize ulaşamadık. Kimisi senin partinin komplosu bu dedi. Daha göz yaşlarımız yere düşmedi. Kimisi birbirine küfür etti. Bunları yapanların hiçbiri ama hiç biri siyasetçi değildi. Bunların hepsi insanız diyen insanlıktan nasiplenmemiş kişilerdi. Ölen tek işçiler değildi, bizim insan-lığımızda ölmüş. Bunların hiçbiri ama hiçbiri benim gözümde insan değildi. Bunlar ne acı biliyor ne de insanlık. Tarih Soma’yı çok acı bir şekilde yazdığı gibi bu kendini bilmezleri de yazacak. Soma’yı unutmayacağımız gibi bu kendini bilmezleri de asla unutmayacağız.

Soma, bir faciadır. Soma’da kimin ne suçu var-sa cezasını çekmelidir. Maden sahibi, madende yetkili müdür, madende sorumlu uzman, madeni teftişe gelen kurul, çalışma bakanı, en-erji bakanı, başbakan, cumhurbaşkanı ve kim suçlu ise. Sakın yanlış anlaşılmayayım, siyaset yapmıyorum. Burada bir suçlu ilan etmiyor ve kimseyi hedef göstermiyorum. Bir vatandaş olarak, kimin suçu var ise cezasını çekmeli diyorum. Kim suçlu ise yargı önünde hesap vermeli. Ölüleri geri getirmez ama en azından suçlunun elini kolunu sallayarak gezmesini engeller. Ve bilmelisiniz ki Soma’da herkesin suçu var. Basın, maden işçilerini ramazanda if-tar sofralarına konuk haberi yapıp başka haber yapmayarak; bizimde madenlerdeki işçilerin hayatlarından haberdar olmayarak...

Soma faciası tarihin ölen vicdanıdır. Soma fa-ciası travmatik bir meseledir. Soma faciası tüm Türkiye’yi yasa boğan bir hadisedir. Soma’da ölen işçilere Allah’tan rahmet diliyor, yakın-larına da Allah’tan sabır diliyorum. Umarım tarihimizde başka Soma’lar yaşanmaz...

Başımız Sağ Olsun...

NOT:Sayın okuyucu,Dergimizin bu sayısında Man-isa Soma’da yaşanan maden yangınında hayatını kaybeden 301 madencinin anısına renkli fotoğraf kullanılmamıştır.

Page 6: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

6 büt dergisi Mayıs sayısı

Bu AyNeler var

20 - Soma Faciası’nda Geriye Kalanlar Manisa Soma’da yaşanan maden kazasında 301 maden işçisi hayatını kaybetti, 486 maden işçisi sağ kur-tarıldı. Soma’da yaşanan kazanın nedeni ilk olar-ak trafo patlaması olarak açıklandı. Kazanın tam olarak nedeni yapılan incelemelerden sonra belli olacak. Soma’da yaşanan bu kaza tüm Türkiye’yi yasa boğdu. Tüm Türkiye Soma için ağladı...

büt dergisi

32 - Madencinin Ekmek Karası... Kültür-Sanat röporta-jlarımızla sizlere sanattan edebiyat-tan bahsetmek ne kadar mutluluk veriyorsa, ülkemizde yaşanan Man-isa Soma’daki maden faciasından bahsetmek de bizleri bir o kadar üzüyor. Ama ne yazık ki bu kayıplar, bu acılar hepimizin.

39- Sinemada II.Dünya Savaşı Rüzgarı Bu ay sizlerle 2.Dünya Savaşı’nın beyazperdede estirdiği soğuk rüzgarı hissetmek istedim. Savaş filmleri içinde ay-rıcalıklı bir yere sahip olan en iyi 2. Dünya Savaşı filmlerine bir göz atmaya hazır mısınız?

28- İlk Mektepli Fotoğrafçı Kadın: Yıldız Moran Bu ay ki yazımda size belki de hiç duy-madığınız ya da başka bir şekilde ismini anımsayacağınız bir ismi an-latmaya çalışacağım. Bu ay ki portre misafirimiz Yıldız Moran. Moran, aslında mesleğine devam etmiş olsa adını Türk tarihine altın harflerle...

Page 7: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

7büt dergisi Mayıs sayısı

26 - Soğanlı Bez BebekleriSoğanlı köyü Kayseri’nin Yeşilhisar ilçesine bağlıdır. Bu köy Hristiyan-lar için önemli bir yerleşim yeridir. Bu yüzden buraya çok fazla yabancı turist gelmektedir. Ancak köyün bunun dışında başka bir önemi daha bulunmaktadır. Soğanlı köyü, köyün simgesi haline gelen Soğanlı Bez Bebekleri ile ün yapmıştır...

10 - Beynimizi Kukla-laştıralım Hadi gelin sizinle zihinlerimizi kontrol altına alalım ve biz ne der-sek onu yapsın! Bir nevi beynimizi kuklalaştıralım. Evet, ipleri elimize alalım ve biz ne dersek onu yapsın. Öl diyelim ölsün, koş diyelim koşsun, sus diyelim sussun, cehen-nemin dibinde yan diyelim yansın...

8- Bi’Haber

26 - Röportaj Gazetecilik Psikolojik Tatmini Yüksek Mesleklerden Biri

48 - Sergiler “Ahmet Oran Kişisel sergisi”

50 - Kitap “Gülüşün Gizi”

51- Kitap “Bir Tuş da Sen Yap”

37 - Luciano Pavarotti Mod-ern opera döneminde en önemli ses sanatçısı kusursuz, mükemmel ve güçlü bir sese sahip; dinleyici kitlesi sınırlı olan operayı da, dün-yanın her yerinde yankı uyandır-arak sevdirmeyi başaran bir tenor Pavarotti… Eğitimi öğretmenlik üzerine olmasına rağmen Pavarotti, hayallerine daha sağlam adımlar-la yürüyebilme aşkıyla çeşitli san-atçılardan dersler almıştır.

14 - Deniz Yıldız’ının Celali“Shakespeare ile Yerli Yazar Arasında Fark Yok”Sevgili Murat Volkan Benli ile An-kara’nın en güzel caddelerinden biri olan Kuğulu Park manzaralı Tunalı Hilmi caddesinde buluştuk. Röpor-taj yaparken siz sevgili okuyucu-larımıza düşünsel olarak da hitap edecek değerli sanatçıları seçmeye özen gösteriyoruz...

Etkinlik mi düzenliyorsunuz? Haber-iniz mi var? Yeni bir şey mi çıktı? Duyurmak için [email protected] adresine e-posta atmanız yeterli olacaktır. Gönderdiğiniz duyuruyu ye-rimiz yettiğince dergimizde paylaşa-cağımızdan emin olabilirsiniz...

İnternet Sayfamız: www.butdergisi.comFacebook Sayfamız: www.facebook.com/butdergisiTwitter Sayfamız: www.twitter.com/butdergisiPinterest Sayfamız: www.pinterest.com/butdergisiTumblr Sayfamız: butdergisi.tumblr.comGoogle+ Sayfamız: plus.google.com/+BütDergisibütdergisi

Sosyal Hesaplarımız

Büt Dergisi’ne duyuru yollayın!

büt dergisiAylık Kültür-Sanat Online Dergi

Page 8: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

8 büt dergisi Mayıs sayısı

Bi’HaberBi’Haber

Geçmiş Olsun...Dergimizin Bi’Haber bölümünde bu ay sizlere kültür-sanat haberleri vermeyeceğiz. Onun yerine Man-isa’nın Soma ilçesinde yaşanan maden patlamasından sağ kurtulan 486 işçinin listesini yayınlayacağız. Geride kalan tüm işçilere geçmiş olsun diyoruz. Umarız tarihimizde böyle bir acıyla daha karşılaşmayız...

ABDULHAKİM BİLENABDULLAH DÖNMEZABDULLAH EROĞLUABDURRAHMAN YILANCIADEM AKKAŞADEM AYDINADEM KIRMIZIADEM TAŞKAFAADİL TEPELİADNAN BODUR(EME-KLİ)AHMET AKGÜNAHMET BİLİCİAHMET ÇETİNAHMET ÇİÇEKAHMET İRENAHMET KANDEMİRAHMET KARAKOÇAHMET KÜYÜKAHMET METANAHMET YANKINAHMET YASİN VERGİLİAKİF AKBAKAKİF DEMİRAKİF ILGAZALİ ABAYDINALİ AĞRALIALİ ASLANYILMAZALİ CEVDET YETİMALİ ÇAVDARALİ ÇİMENALİ DERİNALİ GÜNEŞALİ KARADAĞALİ KIVRAKALİ KÖSEALİ RIZA TOSUNALİ SALALİ SARIKAYAALİ TAŞKAFAALLAHVERDİ ELİTOĞARAFAT ÖZDEMİRARİF AVCI

ARİF DUDUARİF KABASAKALARİF YAVUZARMAĞAN ÇETİNAŞKIN AKGÜLAYDIN ÖGEAYDIN YILMAZAYHAN ARSLANAYHAN CANBALAYHAN GÜNDOĞANAYHAN PAZARLIKBAHATTİN BURULBAHRİ YILDIRIMBARIŞ BAŞARANERBARIŞ DERMENCİBAYRAM ÇAKANBAYRAM ÇOBANBAYRAM DALAKLIBAYRAM YILMAZBAYRAM YILMAZ-TEKİNBİLAL ALTINTAŞBİLAL BAYINDIRBİLENT ÖZTÜRKBİROL KORKMAZBUĞRA OSKAYBURÇİN GEVENBÜLENT YEŞİLCAFER ATAŞCAFER KARAKAÇANCANİP PAZARLICAVİT ÇELİKCAVİT KARABIYIKCEM YILMAZCEMALETTİN KAR-AKAÇANCEMİL ÇAYLAKCEMİL GÜVENCEMİL YILMAZCENGİZ DEMİRCİCENGİZ ÖZÇELİKCENGİZ YILDIRIMCEYHAN BAĞDATLICEYHUN METE

CEYHUN YILDIRIMCİHAN SUTAYCİHAT YILMAZCOŞKUN DEMİRCUMA HALİM KOLCU-ERCUMHUR ATAŞCUMHUR AYDINCÜNEYT DUYANCÜNEYT SUAYDENİZ ÖZÇELİKDURMUŞ YILMAZEKREM ERECEKEKREM KAYAEMİN KAYAEMRAH ÖZDEMİREMRAH ÜNALEMRE ALACAENGİN ALTUNÖZENGİN ÇAKIRENGİN ŞENENGİN USLUERAY ATİKERBİL KORKUTERCAN ÇİÇEKLİERCAN GÜNEŞERCAN KOCABACAKERCAN METİNERCAN SERBESTERCAN UYSALERDAL BIÇAKERDAL CÜCÜERDEM KOCAERDOĞAN AFACANERDOĞAN CANERDOĞAN ÇAPRAZERHAN USLUERKAN KILIÇEROL SEZERERSEN KARAKAYAERTAN YABANERTUĞRUL ŞAHİNESAT ÇEVİKESER UYSAL

FAHRİ BULUTFARUK ONURFATİH AKKAŞFATİH BAHADIRFATİH GÜMÜŞFATİH IŞILAKFATİH İREÇFATİH KAVASFATİH KURTFATİH ÖCAYFAZLI BARAŞFEHMİ DİNÇFERHAT AYFERHAT GENÇFETHİ ÇANTALFETHİ ÖZDEMİRFEYTULLAH SEVİNÇFIRAT YILMAZFİKRİ YILDIRIMFUAT ÜNAL AYDINGÖKHAN ÇOŞKUNGÖKHAN KURUOĞLUGÖKHAN USTAGÜNAY CANBAZGÜNGÖR ÇAKIRCAGÜROL KÖSEHABİP IŞIKHAKAN ARIKHAKAN ÇOBANHAKKI KESKİNHAKKI SİMAVLIHALİL ÇATALKAYAHALİL DAYICAHALİL GEZERHALİL İBRAHİM ADAKHALİL İBRAHİM DU-RAKHARUN AKKURTHARUN YILDIRIMHARUN YILMAZHASAN AKÇAMHASAN DEMİRCİHASAN DOĞANHASAN HÜSEYİN KES-

KİNHASAN HÜSEYİN KÖSELERHASAN HÜSEYİN TAŞKAFAHASAN KUZUHASAN ÖZDİLHASAN SERHAT ÖZ-TÜRKHASAN SOYLUHASAN UÇARHASBİ DEMİRHAYATİ CEYLANHİLMİ YÖRÜKHÜSEYİN AÇARHÜSEYİN ATEŞHÜSEYİN AYDOĞDUHÜSEYİN BEKİLHÜSEYİN ÇÖKÜKHÜSEYİN ÇÖMEZHÜSEYİN DALAKLIHÜSEYİN KOCAMANHÜSEYİN KOÇHÜSEYİN SARIHÜSEYİN SARIHÜSEYİN TETİKHÜSEYİN TİRYAKİHÜSEYİN VAROLİBRAHİM ADIGÜZELİBRAHİM CANBALİBRAHİM DALAKLIİBRAHİM GENÇİBRAHİM IŞIKİBRAHİM IŞIKİBRAHİM KARAKO-YUNCUİBRAHİM YAVUZİBRAHİM YILDIRIMİBRAHİM YİRİKİLYAS DOLĞUNİLYAS SİDALİRFAN AKBULUTİSA DALAKLIİSA ÖZER

Page 9: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

9büt dergisi Mayıs sayısı

Bi’Haber

İSHAK ŞİMŞEKİSMAİL ASLANİSMAİL BAŞİSMAİL ÇAPKINİSMAİL HAKKI AKSOYİSMAİL KAHRIMANİSMAİL ÖREMİŞKADİR CEYLANKADİR GÜNDOĞANKADİR KARABULUTKADİR ORUÇKAMİL AÇARKAMİL ÇELİKERKAMİL YILDIZKENAN BAYRAKTUTANKEREM ÖLEKKERİM ÇAKIRKÜRŞAT YANIKLATİF TAŞKAFALEVENT YILMAZMAHMUT AKKAŞMEHMET AKÇAMEHMET AKKAŞMEHMET ALİ AKBAY-RAKMEHMET ALİ DEMİR-BÜKENMEHMET ALİ DİNÇERMEHMET ALİ KAFAMEHMET ALİ KARAMEHMET ALİ YAVAŞOĞLUMEHMET AŞIRMEHMET BEKİLMEHMET BOLDAZMEHMET BOZBEYMEHMET ÇALMEHMET ÇAMMEHMET ÇİLMEHMET ÇOBANMEHMET DERMENCİMEHMET EMİN BO-ZDAĞMEHMET EMİN KARAGÖZMEHMET ERÇETİNMEHMET ERDİRMEHMET ERSİN YAK-LAVMEHMET KANDEMİRMEHMET ÖZMEHMET ÖZDEMİRMEHMET ÖZGÜNMEHMET TOLANMEHMET TÜRKMENMEHMET ZEYBEKMESUT EFE

MESUT KANDEMİRMETİN KULAMEVLÜT KILIÇASLANMİKAİL BOZKIRMİTAD ÖZERMİTHAT CESURMUHAMMED BİLGİNMUHAMMED ÇELİKMUHAMMET TAVŞANMUHARREM AKKAŞMUHARREM DAĞLIMUHARREM UÇARMURAT AKTAŞMURAT BİLGİNMURAT BODURMURAT ÇAĞLANMURAT ÇİLMURAT DEMİRCANMURAT İNCEGEDİKMURAT KARABULUTMURAT KEMİKSİZMURAT KILIÇASLANMURAT KIYMAZMURAT MEMNUNMURAT YALÇINMURAT YILMAZMUSA AKKAŞMUSA CÜCEMUSA ÖVEKMUSA ÖZDEMİRMUSA TAŞDELENMUSA TAŞKAFAMUSA UYSALMUSTAFA AHATMUSTAFA ALİ ILGAZMUSTAFA ALPMUSTAFA BOSTANCIMUSTAFA BÜYÜKBAŞMUSTAFA ÇİLMUSTAFA DALAKLIMUSTAFA DEMİRMUSTAFA DEMİRELMUSTAFA DURANMUSTAFA ELİBOLMUSTAFA GÜNGÖRMUSTAFA IŞIKMUSTAFA İŞÇİMUSTAFA KANDEMİRMUSTAFA KIYANMUSTAFA KÖSEMUSTAFA ÖZDEMİRMUSTAFA ÖZKALMUSTAFA YILDIZMUZAFFER GÜNAYDINMUZAFFER KAYAMUZAFFER KEMİKSİZMUZAFFER KOCAGE-

DİKNACİ ARSLANNAİL KILIÇNAZMİ DEMİRELNECİP TAŞKAFANECİP YILDIZNECMETTİN KARACANEDİM ERENNİHAT ÖZDEMİRNİYAZİ ÇİLNUMAN TATLISUNURETTİN DEMİROKTAY ÇAYLIOLÇUN FİŞENKONUR ERGÜNONUR TEKMENORHAN AVCIORHAN ÖZERORHAN TURANOSMAN ANAROSMAN TAŞYAROZAN DUĞANLIOZAN VULKANÖMER AŞIRÖMER FARUK KATÖMER KARADEREÖMÜR ÇÖZELÖNDER AKINÖNDER DOLGUNÖZCAN ABAYDINÖZCAN CÜCEÖZCAN DEMİRELÖZCAN ÖZDOĞANÖZER SARAÇÖZGÜR ÇELİKÖZKAN ŞAHANRAFET KARAKUMRAMAZAN AKKOÇRAMAZAN ANAÇLIRAMAZAN ATİKRAMAZAN AVCIRAMAZAN AYRAMAZAN BALRAMAZAN BALIRAMAZAN CÜCERAMAZAN ÇELENRAMAZAN DEMİRRAMAZAN ERDOĞANRAMAZAN EROLRAMAZAN KASAPRAMAZAN KILIÇRAMAZAN KIRBAŞRAMAZAN KIYMAZRAMAZAN KOCAGE-DİKRAMAZAN ŞAHANRAMAZAN TAŞDELEN

RECAİ PİYALARECEP AKBULUTRECEP AKKAŞRECEP ÇİLRECEP DEMİRTAŞRECEP DOĞANRECEP GÖKRECEP KARABULUTREFİK BOSTANCIRESUL KURTRIDVAN ONURRIFAT BULUTLURIFAT İNCERÜSTEM ALTINERSABRİ YILDIRIMSADETTİN GÜNGÖRSADETTİN KAYASADETTİN ÖZKOÇSALİH ERKANSALİH İRİÇSALİM HORALSAMET MANAVSAVAŞ KURTSEDAT İLKHANSEFA SİDALSELAHATTİN ŞENSELAMİ ÇİNGİRTSELAMİ GÜNDOĞANSELÇUK SOYLUSELİM SOYLUSEMİH DELİBAŞSERCAN ŞAHANSERDAR FENERCİOĞLUSERDAR IŞIKSERDAR ŞAHANSERDAR TAVUKCUSERHAT ETCİSERHAT ŞENGÜLSERHAT ÜZERSERHAT YILDIRIMSERKAN ARSLANSERKAN DEMİRSERKAN KOCAMANSERKAN ŞENGÜNSERKAN TURANSERKAN YILMAZSERVET KESKİNSEZAİ GEZGİNSEZAİ KARAKOBAKSİNAN ARMANSİNAN ÇEVİKSİNAN UÇKUNSÜLEYMAN ABAYDINSÜLEYMAN ANARSÜLEYMAN CÜCESÜLEYMAN ÇETİNSÜLEYMAN ÇILDIR

SÜLEYMAN IŞIKSÜLEYMAN İNCEŞABAN AYDINLIKŞABAN GEZENŞABAN KARABULUTŞAFAK EFEŞENEL BAĞDATLIŞENOL GEZERŞENOL KARABAŞŞENOL YEŞİLŞEREF SÖZENERŞERİF AFACANŞERİF GEYİKŞERİF YANIKŞİNASİ GÜLMEZTANER ÇİNGİRTTANER KİLİNÇTARIK ŞAHANTEKİN ŞAHANTEVFİK ARSLANTEVFİK CÜCÜTEVFİK HAZARTOLGA BAYARTOLGA SÖĞÜTTUGAY DEMİRTUNAHAN KESKİNTUNCAY KAYATUNÇAY ÖZERTURGAY AKKOÇÜMİT ÇETİNÜMİT TAŞKINÜZEYİR YAŞARVEDAT IŞIĞANVEDAT KILIÇVELİ ANAÇVELİ KABAKVEYSEL AYDINVOLKAN ECERELYAHYA ILGAZYAHYA İLKAZİYAKUP CAFCAVYAŞAR BALABANYAŞAR KURBANYAŞAR YÜKSELYAVUZ AYDINYILMAZ KIZILTEPEYONİS ÖZERYUSUF AFACANYUSUF ARSLANYUSUF KOCAMANYUSUF KOÇHANYÜKSEL KARADAĞYÜKSEL KARAKAYAYÜKSEL TANRIÖVENYÜKSEL ÜNLÜZAFER OGANZEKERİYA İŞBİLEN

Page 10: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

10 büt dergisi Mayıs sayısı

Beynimizi Kuklalaştıralım

Page 11: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

11büt dergisi Mayıs sayısı

Hadi gelin sizinle zihinler-imizi kontrol altına alalım ve biz ne dersek onu yapsın! Bir nevi beynimizi kukla-laştıralım. Evet, ipleri elim-ize alalım ve biz ne dersek onu yapsın. Öl diyelim ölsün, koş diyelim koşsun, sus diyelim sussun, cehen-nemin dibinde yan diyelim yansın, Hawai adalarında kumsalda uzanmış güneşlen diyelim güneşlensin. Bunları bize cennette vaat edildiği gibi hemen burada iste-diğimiz zaman yapalım. Yani biz ne dersek o olsun!

Çekilin tek başınıza karan-lık bir odaya; derin bir nef-es alın, kapatın gözlerinizi ve uzanın şöyle güzelce. Hayal edin. Şuanda Ha-wai sahilinde şezlongunu-za uzanmışsınız, tepede derinizi yakan kavurucu güneşle mayışmış ve güneş gözlüklerinizin altından o güzel manzarayı izliyor-sunuz. Kulaklarınızda dal-ga sesi, denizde yüzenler, köşede birbirlerine kur yapan iki sevgili, yalnız başına boylu boyuna uzan-mış bir kadın ve önünüzden sürekli yürüyen insanlar... Siz hiçbirine aldırmadan sadece kafa dinliyorsunuz. Uzanmış manzara karşısın-da mayışmışsınız. Keyfinizi bozabilecek hiçbir şey yok. Ama o da ne? Bir çığlık sesi. Sizi yerinizden fırlatıyor. Sesin geldiği yeri bulmak

için etrafa bakıyorsunuz. Ve ses orada... Bir kadın. Olabildiğince seksi ve ola-bildiğince güzel. Bu kadının çığlık atmasına sebep ise hedefe kilitlenmiş bir canlı bomba gibi ilerley-en bir akrep. Önemsiz bir şey deyip tekrar uzanıyor-sunuz, keyfinize devam ediyorsunuz. Bir süre sonra güneşin yakıcılığından ve manzarasından sıkılıyor ve gözlerinizi açıyorsunuz. Yine karanlık odanıza geldiniz. Hoş geldiniz. Umarım keyif almışsınızdır. Hoş geldiniz...

Şimdi bu keyiften sonra birazda cehennem ateşi kadar yakıcı bir ateşin or-tasına oturalım. Neden mi? Çünkü biz sadistiz. Ce-hennem ateşi kadar yakıcı bir ateşin nasıl bir hissiyat oluşturduğunu merak edi-yoruz. Çünkü biz sadistiz. Tekrar kapatın gözlerinizi. Düşünmeye başlayın; sizin boyunuzdan 10 kat daha fazla yanan kor bir ateş ve çevresinde ateşin sönme-mesi için sürekli odun atan kişiler. Siz ateşin ortasında oturmuş çayır çayır yanıyor-sunuz. Her seferinde deriniz alevler içinde yanıyor ve kendini yeniliyor. Siz ateşin yakıcılığını her saniye tekrar tekrar yaşıyorsunuz. Ateş taneleri öyle işliyor ki size bırakın bağırmayı, nefes almakta bile zorluk yaşıyor-sunuz. Tabi bu yaşamaksa...

Sakın oturduğunuz yerden kalkmayın. Ateş hala alev-lenmeye devam ediyor. Sizi yakmaktan asla vazgeçmeye-cek. Yanıyorsunuz. Yanıyor-sunuz. Ve tekrar tekrar yanıyorsunuz. Ölmek yok. Acınızı unutmak yok. Ateşi tekrar tekrar bedeninizde en ince ayrıntısına kadar hissediyorsunuz. Bu kadar yanmak yeter mi? Tamam o zaman açın gözlerinizi. Hoş geldiniz. Yine karanlık odanızdasınız. Hoş geld-iniz. Yine sapa sağlam tek parçasınız. Hoş geldiniz...

Başka bir deneyim tat-mak ister misiniz? Bu sizin isteğiniz ile olan bir durum. Bundan keyif aldınız mı?

Şimdi de bir Rus ajanı olduğunuzu var sayalım. Kendi ülkeniz çıkarı için ABD’den yasadışı istihbarat-lar topluyorsunuz. Yakalan-mamak içinde çok dikkatli olmalısınız. Yakalandığınız anda CIA size çeşitli işkenceler yapacaktır. Bunun için karda yürüyüp izinizi belli etmemelisiniz. Çok dik-katli olmalısınız. ABD’nin ne gibi teknolojik birikimlere sahip olduğunu öğrenme-lisiniz. Size nasıl bir saldırı hazırlığında olduğunu bilip önlem almalısınız. Savun-ma Bakanlığına, Pentegon’a sızmalısınız. Pentegon’da yakalandığınız an, işiniz biter. Tüm güvenlik tedbirl-

“Şuanda Hawai sahilinde şe-zlongunuza uzan-mışsınız, tepede derinizi yakan kavurucu güneşle mayışmış ve güneş gözlükler-inizin altından o güzel manzarayı izliyorsunuz.”

AktüeLMustafa Doğan

[email protected]

Page 12: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

12 büt dergisi Mayıs sayısı

erini atlatıp başarılı bir şekilde içeri girdiniz. İstenilen bilgileri alıp derhal orayı terk etmelisiniz. Ve tüm bilgiler elinizde. Şim-di çıkma zamanı. Çok dikkatli olun, her an yakalanabilirsiniz. Ve korkulan oldu, fark edildiniz. Sirenler çaldı ve etrafınız sarıldı. Artık kaçacak şansınız kalmadı. Teslim olmalısınız. Yakalanmış olabilirsiniz ama aldığınız eğit-im sayesinde konuşmamak için elinizden geleni yapacaksınız. Tüm işkencelere dayanmak zorundasınız. Kimliğinizi ifşa ederseniz uluslararası bir kriz çıkacaktır. Belki de savaş ilan edilebilir. Elektrik şoku veriliyor, konuşmuyorsunuz. Tırnaklarınız kerpetenle çekiliyor, konuşmuy-orsunuz. Çırılçıplak soyularak ıslatılıyor ve dövülüyorsunuz ama yine konuşmuyorsunuz. Tüm işkencelere rağmen konuşmuyorsunuz. O da ne? CIA’nin yeni bir sorgu tekniği var. Beyine gönderilen dalgalar-la, beyin kontrol altına alınıyor. Kafa sizin ama kontrol size ait değil. Ses sizin ama istem dışı hareket ediyor. Eller sizin be-deninize bağlı ama size karşı. Beyniniz başkası tarafından kon-trol altında. Sorgulama başlıyor. İlk başta yavaştan beyninize kısa dalgalar gönderiliyor. Beyniniz buna karşı çıkarak kendini başkasının kontrolüne vermiyor. Dalgaların şiddeti yavaş yavaş arttırılıyor. Beyniniz karşı çıkma-ya devam ediyor. Dalga boyutu daha da arttırılıyor. Ve sonuna beyninizin kontrolünü ele geçiri-yorlar. Buna karşı çıkmanızın imkanı yok artık. Beyninizdeki istedikleri her türlü bilgiye ul-

aşıyorlar. Hipokampus’ta saklı hiçbir veri kalmadı, ele geçirdiler. Bunu ellerindeki zihin kontrol makineleri ile yaptılar. Artık sak-layacak bir şeyiniz kalmadı. Her şeyiniz ifşa oldu...

Şimdi artık gerçeğe dönelim. CIA beyin kontrol tekniğini bir sor-gulama tekniği olarak çok uzun yıllar kullandı ve kullanıyor. Bu beyin kontrol tekniğini tek CIA değil neredeyse tüm dünya istih-baratları sorgulama tekniği olar-ak kullanıyor. CIA’nın kullandığı bu teknik bilim insanlarınca geliştirilerek bir müzik parçası-na dönüştürülmüş ve piyasaya sürülerek para kazanım aracına dönüştürülmüş. Bu geliştirilen yöntem ile zihninizi kontrol altına alabilirsiniz. Yani kend-inizi sahil ve cehennem ateşini beyninizi kontrol altına alarak

götürebilirsiniz.

İnternette gençler arasında çok popüler olan bu zihin kon-trol programının adı I-Doser. Popülerliğini gittikçe arttıran bu program, sizin kontrolünüzde sizin isteğinizde hareket ediyor. Siz nereye gitmek ve nasıl olmak isterseniz bu program sayesinde oluyorsunuz. Bunu yapmanız için düzenli bir şekilde programa uymanız gerekiyor. Programa uyduğunuz takdirde tüm yollar emrinize amade...

I-doser çeşitli dozlardan oluşan bir bilinç yönlendirme programı. İnternetten indirdiğiniz progra-ma gerekli dozlardaki mp3’lerle beyninizin kontrolünü elinize alabiliyorsunuz. Bu uygulamayı yapmak için karanlık bir oda ve bir kulaklık yetecektir. I-doser’de bulunan dozlar 1-Gate of hades: Korku, ölüm hissi ve hiçbir zam-an yaşayamayacağınız bir heye-can verici doz. 2- Lucid Dream: Rüyada, rüyalarınızı kontrol etmenizi sağlayan doz. 3- Quick happy: Mutlu edici doz. 4- Adrenochrome: Çok güçlü hayal gördürücü, enerji verici doz . 5- Trip: Göz açıkken bile güçlü hayal gördürücü, hayat değiştir-ici doz. Olarak piyasada mevcut. Bu dozların hepsi kendi sitesinde ücretli bir şekilde satılmaktadır.

Beyninizi ele geçirmeye hazır mısınız? Bedeninizi kontrol edip ruhunuzu serbest bırakmaya ne dersiniz? Zihninizi kanatlandırıp uçurun...

AktüeL

“Tüm işkencelere day-anmak zorundasınız. Kimliğinizi ifşa eder-seniz uluslararası bir kriz çıkacaktır. Belki de savaş ilan edilebilir. Elektrik şoku veriliyor, konuşmuyorsunuz. Tır-naklarınız kerpetenle çekiliyor, konuşmuy-orsunuz. Çırılçıplak soyularak ıslatılıyor ve dövülüyorsunuz ama yine konuşmuyor-sunuz. “

Page 13: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

13büt dergisi Mayıs sayısı

Page 14: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

14 büt dergisi Mayıs sayısı

Sevgili Murat Volkan Benli ile Ankara’nın en güzel caddelerinden biri olan Kuğulu Park manzaralı Tunalı Hilmi caddesinde bu-luştuk. Röportaj yaparken siz sevgili okuyucularımıza düşünsel olarak da hitap edecek değerli sanatçıları seçmeye özen gösteri-yoruz ki okuyucularımız röportajın her kelimesini severek okus-un… Murat Benli, bu karara uygun hareket ettiğimizi bize ilk beş dakika geçmeden hissettiriyor. Anlattığı tiyatro geçmişiyle, sanat yaşamıyla… Tiyatroda pek çok seyirci tarafından özenle takip edilen Murat Benli, hafta içi her gün yayınlanan Deniz Yıldızı di-zisinde de uzun zamandır rol alıyor. Celal karakteriyle daha faz-la izleyiciye ulaşan Benli ile bu ayki sayımızda biz çok güzel bir sohbet gerçekleştirdik, aynı keyfi alarak okumanız dileğiyle…

Murat Volkan Benli’yi daha yakından tanıyarak başlayabilir-iz…43 yaşındayım. Yaklaşık olarak 23 yıldır okul dâhil olmak üzere tiyatro mesleğiyle uğraşıyorum. Devlet Tiyatrolarına 1998 yılında girdim. Sonrasında Sivas, Konya, Adana bölgelerinde çalıştım. Dev-let Tiyatroları’nın en çok bölgede çalışan oyuncularından biri benim. 38 oyunda görev aldım. Bölgelerde iş yapınca insan çok göz önünde olmuyor. Ankara’ya da 5-6 yıl önce geldim. Geldikten sonra ilk olarak Galileo’nun yaşamında sonra Ker-bela’da oynadım ve devamında Na-lınlar oyununu yönettim. Evliyim 2 çocuğum var: İdil ve Ozan.

Dizinizde de Ozan var, güzel rast-lantı…Öyle güzel ki bu, gerçek hayatta var olan isimler dizimizde de kul-lanıldı. Yazarlarımız sağ olsunlar o konuda bizi kırmıyorlar.

Tiyatro Olmadığı Zaman Halk Çok Şey Kaybedecek

Pek çok farklı şehirde Devlet Ti-yatroları’nda yer aldığınızdan bahsettiniz. Oyunların seçiliş aşamalarında o kentlerin kültürel yapıları ve gelenekleri de etkili oluyor mu?Elbette etkili oluyor ama zaman içerisinde oradaki tiyatrolarda şe-hirlerin kültürel yapısını değiştiri-

yor. Bunun en güzel örneği sanırım Sivas. Ben Sivas’a, Sivas olaylarının akabinde gittim. O yıllarda Sivas çok karanlık bir şehirdi, insanlar çok zor şartlar altında yaşıyordu. Konya tayinimden sonra Sivas’a tekrar gittiğimde şehrin yapısının çok değiştiğini fark ettim. Küçük bir kahvehanede çay içerken kon-trbas dinliyorduk. Tabii şehirlerde tiyatro gibi kültürel etkinlikler-le değişiyor. İnsanlar rahatlıyor, daha özgür yaşıyor. Bu yüzden Anadolu’daki şehirlerde Devlet Tiyatroları’nın varlığı son derece önemli. Çünkü İstanbul Ankara gibi büyük şehirlerdeki yaşantımızı Anadolu’nun küçük şehirleriyle karşılaştırıyoruz ve bunda çok

Deniz Yıldızı’nın Celali

“Shakespeare ile Yerli Yazar Arasında Fark Yok”

Page 15: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

15büt dergisi Mayıs sayısı

[email protected]

Ulya Altıntaş

Röportaj

büyük yanlış yapıyoruz. Küçük şehirlerde yapılabilecek çok bir şey yok. Ben Sivas’a ilk gittiğimde sineması bile yoktu. Tek kültürel faaliyet tiyatroydu. Bazen tiyatro tatildeyken sinema orada göster-ilirdi. Önceleri akşam 9’da her yer kapanırdı. Son gittiğimde bak-tım sabah 4’te her yer açık; yani kültürel yaşantıyla birlikte insan-ların hayata bakış açıları da değişi-yor. Biz büyük şehirlerde bunu fark etmiyoruz ama bu gerçekten önemli. Özellikle de bugünlerde Devlet Tiyatroları’nın, Balenin, Koroların ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın yasalarının ilga edilerek lav edilmesi söz konu-suyken bu durum çok önemli.

Halkın bu kurumlara sahip çık-ması gerekli; çünkü kaybedildiği zaman neyi kaybettiğinizi çok daha net anlayacaksınız. Bizler için çok bir şey değişmeyecek, tiyatro binlerce yıldır hep bir şekilde kendini ifade etti ve ölmedi; yas-aklandı ama ona rağmen varlığını sürdürdü. Ama tiyatro olmadığı zaman halk çok şey kaybedecek bunun farkında olunmasını bu yüzden çok gerekli görüyorum.

38 farklı oyunda görev almış bir tiyatro sanatçısı olarak, Murat Volkan Benli’yi en çok heyecan-landıran oyun hangisiydi?Aslında her oyuna o heyecanla çıkar oyuncu. Ama bazı düşüncel-

ere göre yerli yazarlar derinlikli karakterler üretmekte biraz sıkıntı çekerler. Bu sebeple derinlikli kar-akteri oynamak isteyen oyuncu-larda genellikle yabancı yazarların oyunlarını oynamak isterler. Ama ben yerli yabancı her oyuna aynı düşünceyle yaklaştım. Benim için Shakespeare ile yerli yazarın oyununun herhangi bir farkı yok. Siz nasıl yaklaşıp bağ kurarsanız oyunda da o kadar başarılı olur-sunuz. Nalınlar oyunu Ankara Dev-let Tiyatrosu’nun en beğenilen oyunlarından biri. Çok komik ve güldürü unsurları çok güzel kullanılmış, harika oyunculuk-

Page 16: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

16 büt dergisi Mayıs sayısı

Röportaj

lar var. Siz yönetmeni olarak doğaçlamalara izin verdiniz mi? Arka planı nasıldı?Doğaçladığımız bazı sahneleri oyundan çıkarttığımız bile oldu, ama bir oyuncu için oynamak daha keyifli. Ben yönetmek mi oynamak mı diye ayıramasam da yönetirken yarattığınız dün-yanın seyirciyle buluşması çok keyifli oluyor. Çocuk oyunu ve komedi yönetmiştim, komediyi çok sevdiğimi fark ettim. 6 hafta çalışmıştık, çok iyi bir ekip işi or-taya çıktı. Devlet Tiyatroları’nda

yaklaşık 650 sanatçı var, 650 san-atçının yılda 120 oyun yapması demek oldukça zor bir iştir. Hatta bizler için “bu adamlar çalışmıyor” derler. Devlet memurları haftada 2 defa izin yaparlar. Bayramları, yılbaşları, milli, dini bayramları tatildir. Biz bu tatillerin hepsinde sahneye çıkarız. Haftada bir gün izin yaparız, hesapladığınız zam-an devlet memurunun 6 ay da sarf ettiği mesaiyi biz 6 haftalık prova sürecinde 10-12 saat prova yaparak sarf ediyoruz. İş kanunları gereği mesai alarak da yapmıyoruz bu işi, sevdiğimiz için yapıyoruz. Bu tür yorumlar yapanlar kendi yaptıkları tatilleri hesaba kat-mıyorlar. Zaten sezon kapanınca biz çalışmayı bitirmiyoruz. Sey-ircinin karşısına çıkmak müthiş bir sorumluluk ve güzellik, bunu belirtmeden geçemem. Yaptığınız iş iyiyse tadından da yenmiyor.

Sezon oyunlarına bak- tığımızda, içinde yer almadığınız için üzül- düğünüz bir oyun oldu mu? Hayvan Çiftliği. George Orwell benim çok sevdi- ğim bir yazardır, dünya görüşünü de çok beğenirim. Ay- rıca Barış Erdek çok iyi sahneye koydu. Oyuncu olarak zaten kıskanç bir tarafınız vardır. Arkadaşlarınızı seversiniz ama bazen de “Yaa arada ben de olma-

lıydım” dersiniz. Vanya Dayı çok iyi oyunlardan bir tanesi, Lions Ödülleri’nde de En İyi Prodüksi-yon” ödülünü aldı. Yönetmeme rağmen Nalınlar’ın içinde olmak istedim. Oyuncu güdülerimizle yönetmenlik yaptığımız için onlar sahnede oynarken ben bu tarafta duramadım.

Sizin Devlet Tiyatrosu’nda oyun-culuğunu çok beğendiğiniz isimler var mı?Çok iyi dünya çapında oyuncu-lar var; ama biz bunun farkında değiliz. Hollywood bir sektör, bir dünya devi ama orda milyon dol-arlar kazanan oyunculardan hiçbir farkı olmayan oyuncular da devlet tiyatrosunda mevcut. Tabii bizim şartlarımız, bizim sektörümüz, dünyamız daha farklı ve böyle olunca beğenilerimizi söylemekte dahi çekingenlik duyuyoruz. Çok iyi aktörler, aktrisler var ama is-mini vermeyi unuttuklarım olur onlara haksızlık yapmak istemem. Zaten seyirciye baksak bile bunu görebiliriz.

Sizin Ankara’ya gelmeniz ve dizi sektörüne dâhil olmanız nasıl gelişti?Ankara’da çok fazla iş yapılmıyor. İstanbul’da da çalıştım daha önceden. Emek, zaman, para da harcansa biz dizileri çok çabuk tüketiyoruz. Her yıl yayından kaldırılan pek çok dizi var. İş Kanunları’nın çerçevesi ülkem-izde çizilmediği için maddi olarak işinizin karşılığını almak zor oluy-or. Ben İstanbul’daki işlerden keyif almadım; ama bir oyun- cu olarak da keyif al- dığım işleri yapmak

Volkan Murat Benli kendisine ikram ettiğimiz kurabiyeler ile...

Page 17: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

17büt dergisi Mayıs sayısı

Röportaj

isterim. Ankara’da Deniz Yıldızı dizisinden teklif gelince de İstan-bul’a gitme zorunluluğum bitti ve çok sevindim. Çekim yapmak dönmek ve tekrar gitmek çok zor oluyordu. Ailem de buradaydı. Ankara çok makul ve mantıklı geldi. Ayrıca MGA yapım 3 tane günlük diziyi çeken çok başarılı bir yapım şirketi ve medya da par-ladı; çünkü Unutma Beni, Deniz Yıldızı ve Beni Affet dizileri çok başarılı oldu. Ben Ankara’ya yeni geldiğim sırada oyunumu izleyen yapım şirketiyle tanıştık ve diziye dâhil oldum. Kısacası tiyatro vesile oldu.

Bu 3 dizi de zaten tiyatro oyuncuları çok fazla… Evet, geneli tiyatro kökenli oyuncular. Az önce her şeyi çabuk tükettiğimizden bah-setmiştim. İnsanlar belirli mesle-kleri daha kolay yapabileceklerini düşünüyorlar. Herhangi bir eğit-im almadan bir mesleğin yapıla-bileceğini düşünüyorlar. Bazıları başarılı olsa da sektörün çark-larının arasında parçalanan çok fazla insan oluyor.

Bizi Dolduran Şey Ruhumuz

Deniz Yıldızı dizisinde kadın-ları kıramayan, nazik, sağduyulu bir erkeği uzun za-mandır çok başarılı bir şekilde canlandırıyorsunuz. Gerçek yaşamındaki Murat Volkan Benli de Celal karakteri kadar iyi bir adam olduğu için mi bu kadar güzel canlandırıyor?Tabii rolle oyuncu arasındaki

bağdan bahsediyorsunuz. Rolün içerisini dolduran şey oyuncunun ruhudur. İnsanın da içini dol-duran bir şey var. Geçenlerde bir belgeselde izledim. Atomun çekirdeği bezelye tanesi kadar büyük olsaydı, onun etrafında dönen elektron yaklaşık 1 km ka-dar uzakta olurdu yani bir atomu oluşturan şey boşluktur diyor. Eğer düz Aristo mantığıyla bakar-sak bizi de oluşturan şey boşluk-tur. Ama bizi dolduran bir şey var o da ruhumuz. İşte burada oyun-cunun ruhuyla rolünün ruhu

arasında bir bağ kurmak gereki-yor. Bu bağı kurduğunuz zaman rol gerçekten yaşar hale geliyor. Yoksa rol dış çizgileri çizilmiş hareket eden herhangi bir obje haline geliyor. Siz kendinizden bir parça alıp role koyuyorsunuz ondan da alıp kendi ruhunuza. Benden parçalar elbette var Celal de; ama bana uymayan parçalar-da var. Sorduğunuz sorunun cev-abı biraz da şu: Evet, ben de iyi ve uyumlu bir insanım. Ama böyle 5 yıldır oynayan bir dizide yazarlar da sizi tanıyıp biraz rolü size, sizi de role yaklaştırmaya başlıyorlar.

Adettendir soralım, insanlardan aldığınız komik ilginç tepkiler oluyor mu?Olmaz olur mu? Karadeniz-li bir izleyen beni Büyük Ti-yatro’nun önünde durdurdu. “Bak bakayum” dedi, bende birbirimizi

tanıdığımızı düşündüm. Dur-dum “efendim” dedim, “napay-sun” dedi. “Ne yapayım tiyatroya gidiyorum. Sen ne yapıyorsun” dedim. “Bak bana, Trabzonlu Mustafa’nın herkese selamu var diyeceksun” dedi. Çok şirin ve tat-lı bir adamdı. Bazı seyircilerin çok ilginç tepkileri oluyor hakikaten. Onlar bizi gördükleri için bizim de onları gördüğümüzü zanned-enler oluyor. Yürüyen merdivende bir anım daha var. Bir genç kız bana baktı, ben de gülümsedim. “Aaa ben sizi akrabam zannettim” dedi. Her gün tele- vizyonda olduğumuz için öyle hissediyor- lar, tabii bundan iyi eleştiri ve beğeni olamaz.

Siz Murat Volkan Benli olarak Ankara’da neler yaparsınız, zam-anınız nasıl geçer?Çok çalışırım, okurum ve geze-rim, yaşamayı da çok severim Ankara’yı da… Burası güzel bir şehir. Hele ki Anadolu’nun küçük şehirlerinde bir süre yaşadıktan sonra Ankara, bulunmaz nimet-tir. İstanbul bana çok karmaşık geliyor. Ankara’da alıştığım bu düzeni çok seviyorum. Bu yönden statükocu diyebiliriz, çocuklarım-la bu büyüme yaşlarında vakit geçirmeyi çok seviyorum. İyi bir aile babasıyım diyebiliriz. Ti-yatro ve dizi dışında özel dersler ve yazdığım oyunlar, hikâyeler zaman alıyor. Bunların dışında tabii dostlarla arkadaşlarla vak-it geçirmeyi de çok seviyorum. Ekipteki arkadaşlarla da aile gibi olduk. Hatta 2 gün önce ekipten birinin düğünü vardı, çekim

“Siz kendinizden bir parça alıp role koyuyorsunuz ondan da alıp kendi ru-hunuza. Benden parçalar elbette var Celal de; ama bana uymayan parçalarda var.”

Page 18: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

18 büt dergisi Mayıs sayısı

yaptığımız bir düğün sa-lonun da 4 defa ekipten bir-ilerinin düğününü yaptık.

Sanat Politikası Üzer-ine Yapılan Saldırı Çok Önemli

Sanat ve tiyatro’nun ülkemizdeki işleyişi hak-kında ne düşünüyorsunuz?Son dönemde sanat politi-kası üzerine yapılan saldırı çok önemli bir durum. Biz farkında değiliz ama toplum olarak yönlendirili-yoruz. Yönlendirildiğimiz noktalarda çok doğru noktalar değil. Toplum bilinci biraz daha ön plana gelmeli, insanlar ellerinde olan değerlere daha fazla sahip çıkmalı. Her ne kadar magazin gibi görünüyor-sa da kültür-sanat hayatı tüm toplumun yaşamını yönlendiriyor ve nasıl yaşamamız gerektiğini

belirliyor. Bunları kay-bettiğimiz zaman iş işten geçmiş olacak. Çünkü sanat tek yönlü bir şey değil. Atatürk bu ülkeyi kurduğu zaman kurulmasını emret-tiği Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi. Bir millet dilini bilip sahip çıkmalı ki mil-let bütünlüğünü sağlay-abilsin. Tarihini bilecek ortak bir tarih ve ortak bir geçmişi olacak ki millet olabilecek bilinci olsun. Tabii yaşadığı coğrafyayı bilecek. Atatürk’ün ikinci emri de konservatuardır. Konservatuar ise sanattır, yani Atatürk kültürel bir birlikteliğin oluşturul-ması için emir vermiş. Şimdi ise bütün bunları tek tek kaybediyoruz. Be-nim beş buçuk yaşında okumayı yeni öğrenmiş bir kızım var. Tabelaları okuyamıyor çünkü bütün tabelalar İngilizce ve bi-zler kendimizi aşağılık

kompleksinde görüyoruz. Tabelanın ismini İngilizce yazdığımız zaman bir kah-venin daha pahalı olabi-leceğini düşünüyoruz. Yani dilimizi kaybettik. Tarihe bakıyoruz, cumhuriyet tarihi için bile yalan yanlış şeyler yazılmaya başlandı. Ve bütün bunlar politikalar gereği insanları farklı şekil-de düşünmeye zorlamak için yapılıyor. Coğrafya deseniz her tarafımız savaş, hiçbir komşumuzla ortak bir sevgimiz, saygımız kal-madı. Şimdi kültürümüzü de kaybedeceğiz ki daha rahat parçalanabilir bir ülke haline gelelim. İşte bu yüzden Dil Tarih Coğrafya ve Sanata sahip çıkmak gerekiyor. Bütün bunlar da popüler kültür man-tığıyla olmuyor. İnsanların bilinçlenmesi, popüler kültüründe insanları buna yönlendirmesi gerekiyor.

“Benim beş buçuk yaşında okumayı yeni öğrenmiş bir kızım var. Tabela-ları okuyamıyor çünkü bütün tabela-lar İngilizce ve bizler kendimizi aşağılık kompleksinde görüyoruz. Tabe-lanın ismini İngilizce yazdığımız zaman bir kahvenin daha pahalı olabileceğini düşünüyoruz. Yani dilimizi kaybettik.”

Page 19: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

19büt dergisi Mayıs sayısı

bilir misin dünya neyle yaşar toprağın damarlarında

kan diye benim terim akar beni duyuyor musun

sobanın sıcağında eriyen kar tanelerinde hayır öyle değil gerçekten duyuyor musun

ciğerlerimde katran birikiyor tenime pürüzsüz sular karışırken

bir plastik boşluğundan soluyorum hayatı kızımı ve gerisini

bak toprağın ta yüreğine vuruyorum beni duyuyor musun

sobanın sıcağında eriyen kar tanelerinde *Hamdullah Arvas

SOM ...

Page 20: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

20 büt dergisi Mayıs sayısı

Manisa Soma’da yaşanan maden kazasında 301 maden işçisi hayatını kaybetti, 486 maden işçi-si sağ kurtarıldı. Soma’da yaşanan kazanın nedeni ilk olarak trafo patlaması olarak açıklandı. Kazanın tam olarak nedeni yapılan incelemelerden sonra belli olacak. Soma’da yaşanan bu kaza tüm Türkiye’yi yasa boğdu. Tüm Türkiye Soma için ağladı.

Soma’da kazasından sonra yaşananlar objektiflere bu şekilde yansıdı. Tüm Türkiye’nin başı sağ olsun. Hayatını kaybeden işçilere Allah’tan rahmet diliyoruz, yakınlarına Allah’tan sabır dili-yoruz.

*Tüm fotoğraflar haber sitelerinden alınmıştır. Hiçbiri bize ait değildir. Haber siteleri: BBC Türkçe, TRT Haber...

Soma Faciası’nda Geriye Kalanlar...

Page 21: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

21büt dergisi Mayıs sayısı

Foto Haber

Page 22: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

22 büt dergisi Mayıs sayısı

Page 23: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

23büt dergisi Mayıs sayısı

Page 24: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

24 büt dergisi Mayıs sayısı

Page 25: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

25büt dergisi Mayıs sayısı

Page 26: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

26 büt dergisi Mayıs sayısı

Soğanlı Bez BebekleriBu, Soğanlı Bez Bebekler-inin hikâyesi şuan hala Soğanlı köyünde yaşam-akta olan Cemile teyzenin ananesi Hanife Hanıma dayanmaktadır. 1960’lı yıl-larda Hanife ninenin kızı Döndü’ye, hocası okuldan el işi dersi ödevi verir. Ödev olarak bir bebek yapması isteniyor. Hanife ninede an-nelik sorumluluğu ile kızının ödevini yapmasına yardımcı oluyor. Bir tahtanın üzerini bez kumaşlar ile kaplıyor ve bezden bir bebek yapıyor. Kızı bebeği okula götürüyor. Okuldan dönerken yoldan

geçen turistler Döndü’nün elindeki bu bebeği fark edi-yor ve çok hoşlarına gidi-yor. Bu bebeği birkaç dolar karşılığında Döndü’den satın alıyorlar. Döndü eve geld-iğinde şaşkın ve üzüntülü bir halde annesine turistlerin bebeği ondan aldıklarını, karşılığında ise ona para verdiklerini söylüyor. Ann-esi ise kızına üzülmemesi gerektiğini, yeni bir bebek daha yapacağını söylüyor. Tabi her şey bununla sınırlı kalmıyor ve Hanife nine bu bebeklerden birkaç tane daha yapıyor. Bu bebeklerin

Kayseri’de turistler tarafından en çok ziyaret edilen yerlerden biri-de Soğanlı köyüdür. Soğanlı köyü Kayseri’nin Yeşilhisar ilçesine bağlıdır. Bu köy Hristiyanlar için önemli bir yerleşim yeridir. Bu yüzden buraya çok fazla yabancı turist gelmektedir. Ancak köyün bunun dışında başka bir öne-mi daha bulunmaktadır. Soğanlı köyü, köyün simgesi haline ge-len Soğanlı Bez Bebekleri ile ün yapmıştır. Peki, bu bez bebeklerin hikâyesi nedir? Gelin bu hikâyeye beraber bir göz atalım.

Yaşamın içinden

Emre [email protected]

Page 27: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

27büt dergisi Mayıs sayısı

turistlerin hoşuna gittiğini fark eden Hanife nine bunun bir ekmek kapısı olduğunun farkına varıyor ve yaptığı bebekleri turist-lere satmaya başlıyor.

İlk başlarda üç dört kişi bu bebekleri yapıp turistlere satmaya başlıyor. Ama sonraları çokça satılmaya başlayan bu bebeklerin yapımı yavaş yavaş köye yayılmaya başlanıyor. Şuan ise neredeyse çoğu köylü kadını bu bez be-beklerden geçimlerini sağlamaktadır.

Türkiye’nin İlk Marka Tescilli BebeğiSoğanlı Bez Bebeklerinin turistler tarafından fazla ilgi görmeye başlaması so-nucu, Soğanlı köyü dışın-da bez bebek yapmayı bilmeyen kişiler tarafından da bebekler yapılmaya başlanmış. Bunun sonu-cunda bez bebeklerin kali-tesinde düşüş yaşanmaya başlanmış. Bu durumdan dolayı dönemin muhtarının girişimleri ve Valiliğin desteği, çalışmaları ile; Soğanlı Bez Bebeklerinin kalitesinin devamlılığının sağlanması ve yöresel kalitesinin korunması için Türk Patent Enstitüsü’ne yapılan başvuru sonucu bez bebekler Marka Tescil Belgesi ile tescillenmiştir. Bu yüzden Soğanlı Bez Bebekleri Türkiye’nin ilk tescilli bebeğidir.

Gazoz Kapaklarından Bebek Kafası

Bu bez bebeğin ortaya çıkış hikâyesini öğrendik. Birde bu bebeklerin nasıl yapıldığına bir göz atalım. Bebekler yöre kadınları tarafından elde yapılmak-tadır. Eskiden bebeklerin iskeletleri sadece tahtadan yapılırken günümüzde ince yumuşak demir iskel-ette kullanılmaktadır. Bu iskeletlerin üzerleri be-zler ile kaplanmaktadır. Bebeklerin kafaları ise gazoz ve içecek kapak-larından yapılmaktadır. İskelet kısmı bezler ile sarılan bebeklerinin üzerleri ise genel olar-ak yöresel kıyafetler ile kaplanıp, süslenmektedir. Yöre kadınları bebeklerin kıyafetlerini değişik şekil-de boncuk ve benzeri şeyler ile süslemektedirl-er. Bebeklerin kıyafetleri genellikle yöresel, folklorik özellikler taşımaktadır. Ancak köylü kadınların kendilerince geliştirdikleri satış politikası ile modern görünüme sahip, modern kıyafetli bez bebeklerde yapılmaktadır. Böylelikle turistlerin ilgisi daha da

çekilmektedir. Bebeklerin yüzünü de yine kadınlar kendileri kalem ile çizmek-tedirler. Yani anlayacağınız üzere tam bir el emeği göz nuru bir işten bahsetmek-teyiz.

Bu bez bebeklerin fiyatları-na gelecek olursak; fiyat-lar 5 TL, 20 TL arasında değişmektedir. Tabi daha büyük boyutta olan be-bekler daha yüksek fiyat-lara satılmaktadır. Fiyat politikası zaten bebeklerin boyutlarına göre belirlen-mektedir.

Zamanında bir okul ödevinden ortaya çıkan bez bebekler, günümüzde bir köyün geçim kaynakları arasındaki yerini almış du-rumda. Bebeklerin ünü köy ve ülke sınırını aşıp yurt dışına taşınmış, turistlerin ilgi odağı olmuştur. Eğer sizin de yolunuz Soğanlı köyüne ya da Kapadokya taraflarına düşerse, sizde kendinize bir bez bebek edinin. Hatta sevdiklerinize de hediye olarak almayı unutmayın.

Yaşamın içinden

“Bu bez be-beklerin fiyat-larına gelecek olursak; fiyat-lar 5 TL, 20 TL arasında değişmekte-dir. Tabi daha büyük boyutta olan bebekler daha yüksek fiyatlara satıl-maktadır.”

Page 28: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

28 büt dergisi Mayıs sayısı

PortrESerap Kamacı [email protected]

İlk Mektepli Fotoğrafçı Kadın:

Yıldız Moran

Page 29: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

29büt dergisi Mayıs sayısı

Gülüş bir yanaşımdır bir öbür kişiye;Birden iki kişiyi döndürür bir kişiye..Anılarından kale yapıp sığınsa bile,

Yetmez yalnız başına bir ömür bir kişiye.

Özdemir Asaf’ında dediği gibi bir gülüş yanaşımdır öbür kişiye. Bir gülüş, bir bakış yetmiş Yıldız Moran’ın Özdemir Asaf’a aşık olması için. Bu ay ki yazım-da size belki de hiç duymadığınız ya da başka bir şekilde ismini anımsayacağınız bir ismi anlatmaya çalışacağım. Bu ay ki portre misafirimiz Yıldız Moran. Moran, aslında mesleğine devam etmiş olsa adını Türk tarihine altın harflerle yazdıracak kadar başarılı biri olmasına rağmen o mesleğini en güzel yıllarında bırakıp, Türkiye’de daha çok Özdemir Asaf’ın eşi olarak tanındı.

Yıldız Moran, 1932 yılının Temmuz ayında İstanbul’da dünyaya geldi. Eğit-imine İstanbul’da başlar, 1951 yılında Robert Koleji’nden mezun olur. Moran, resim sanatında o kadar yeteneklidir ki bu yeteneği adeta bir aşka dönüşmüştür. Artık hiç kuşkusuz bu yolda devam et-mek istemektedir. Ancak ortaokul (o zamanlar orta okuldu) sekize giderk-en sınıfta kalması onun bu aşkta yön değiştirmesine neden olur. Onun bu konudaki pusulası ise dayısı Mazhar Şevket İpşiroğlu olur. Yeğenin resme olan büyük sevdasının farkında olan İpşiroğlu, Yıldız’a fotoğraf üzerine çalışması için yol gösterir. Dayısının sözlerini dikkate alan ve fotoğraf alanın-da kendini geliştirmek isteyen Moran, kendi imkanlarıyla İngiltere’ye gider. Attığı bu büyük adımı onu Türkiye’nin ilk akademik eğitimli profesyonel kadın fotoğrafçısı yapacaktı. Her alanda me-ktepli alaylı tartışması vardır. Yıldız Moran, ilk mektepli profesyonel kadın fotoğrafçımızdır dersek yanlış bir tabir olmaz.

Moran’ın Eğitimi

1950 -1952 yılları arasında süren eğitim yaşamında Yıldız Moran, Bloomsbury Teknik Koleji ve Ealing Teknik Kole-ji’nde fotoğraf eğitimi aldı. Bu yıllar mesleki hayatına attığı en ciddi adım-lardı. Bu yıllardan sonra artık Yıldız Moran’ın fotoğraf makinasına olan aşkı, ışıkla buluştuğu anda ortaya inanılmaz kareler çıkmaya başlayacaktı ancak o, al-dığı eğitimle kalmadı. O yılların en ünlü fotoğrafçıları olan Barron ve John Vick-ers ile beraber çalıştı. Pratikte de artık iyice iyi bir seviyeye gelen Moran, artık tek başına yürümeye başladı. Ve mesleği adına çok önemli adımlar attı. İngil-tere’de 5 sergi açtı. Bu sergilerinin 4’ünü Kembriç’te, birini ise Londra‘da açtı. Yıldız Moran’ın Türk olması ve bu kadar başarılı olması İngilizlerin de dikkatini çekmişti. Öyle ki açtığı 25 fotoğraflık bir sergide tüm fotoğrafları satılmıştı. Yıldız Moran, o kadar başarılı ve sağlam bir insan olmuştu ki kendi ayakları üzerinde dimdik durabiliyordu. Onun sanatını icra etmesi için önünde artık hiç bir en-gel yok gibiydi.

Fotoğraf Makinesi İle Şiir Yazıyor

Tabi ki bu kadar başarılı bir isim ol-masında sadece eğitim alması yoktu. Yıldız Moran bir meslekte başarılı ol-manın en önemli kuralı olan mesleğe aşk özelliğini taşıyor, hem de o yılların imkanlarına göre ışığı o kadar güzel kullanıyordu ki adeta ışık ve makinasıy-la bir şiir yazıyor, fotoğraf karesinin gün yüzüne çıkmasıyla şiirine noktasını koyuyordu. İngiltere’de ki başarısının ardından İtalya ve Portekiz’e de gitti ama son durak yurdu Türkiye oldu. Özellikle Anadolu’da çektiği fotoğraflar Moran’ın tanınmasında bir numaralı etken oldu.

Page 30: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

30 büt dergisi Mayıs sayısı

Artık kendi stüdyosuna ve sergisine sahip olmak için adım attı ve Beyoğlu’nda kendine bir stüdyo ve sergi olarak kullandığı bir dükkan açtı. İstanbul ve Ankara’da 4 sergi açan, hem Türkiye basınında hem de yabancı basında çok ses getiren Moran’ın artık neredeyse tüm ülkeler eserlerini ayakta alkışlıyor, hayranlıkla bakıyordu. Ancak bu ses getirmelerin, alkışların etkisi fotoğraf satışlarında görülmüyordu. İngiltere’de bile bir günde sergis-inin tüm fotoğraflarını satma başarısı yakalamış ama kendi ülkesinde fotoğraflarını satamamıştı. Ancak yaşamını ve çalışmalarını devam ettirebil-mesi için para da kazanması gerekmekteydi. Yıldız Moran fotoğraflarını paraya çevirebilmek için kart-postal bastırmaya karar verdi. Bu karar aslında Moran’ın hayatının kilit noktası olacak hayatı bu kararla beraber tamamen değişecekti. Özdemir Asaf’a Aşık Oluyor

Kartpostal bastırmak için iyi bir matbaa arayan Yıldız Moran, bir arkadaşının tavsiyesi ile bir matbaaya gider. Matbaaya girdiği anda bir adam “Buyurun” diye seslenir. İşte o anda hayatı değişecektir. Yıldız Moran Özdemir Asaf’ı gördüğü ilk anda aşık olmuştur. Sonraki yıllarda yaptığı röportajlarda ise o anı şöyle anlatıyor; “İş konuş-mak için Özdemir Asaf’ın matbaasına gittim. Tar-ihini de verebilirim tanışmamızın; 4 Kasım 1954, saat 11.00. Kelimelerle dile getirmek zor. Duygulu, kibar, hiç görülmemiş ve bir daha göremeyeceğim bir insandı Özdemir Asaf. Pırıl pırıl bir zeka, ren-kli, yepyeni, bambaşka bir dünyaydı o. Olağanüstü

bir insandı kısacası.” Bu tanışmanın ardından Özdemir Asaf’la evlenirler. Yıldız Moran Özdemir Asaf’ın ikinci eşidir. Bu evlilikten 3 çocuk dünyaya gelir. Ve artık Moran, o çok sevdiği fotoğrafçılığı bırakmıştır. Fotoğrafçılığın büyük zaman aldığını düşünmekte ve ona göre fotoğraf çekmek bir aşktır ve de bazen size 24 saat bile yetmeyebilir. O yüzden bir seçim yapmak zorundadır. Ya tüm zamanını fotoğraflara verecek çocuklarından uzak kalacaktır ya da fotoğrafa tamamen veda edecek ve çocuklarını yetiştirmekle ilgilenecektir. Moran, kararını verir; çocuklarına ve eşine olan aşkı fotoğraf aşkını bir hayli bastırır ve artık o sadece Özdemir Asaf’ın eşi ve 3 çocuğunun annesi olarak tanınır.

Aradan geçen yıllardan sonra 1982 yılında Yıldız Moran bir kez daha fotoğrafçı olarak anılır. İDGSA Fotoğraf Enstitiüsü onur ödülünü Yıldız Moran’a vermiştir. Uzun yılların ardından böyle bir sıfatla anılmak onu heyecanlandırsa da fotoğraf maki-nasını bir daha eline almaya cesaret edemez. Mo-ran, bu cesaretsizliğinin nedenini ise aradan geçen uzun yılların ardından çok geride kaldığını yarım yamalak yapmak yerine hiç yapmamak olarak an-latacaktır.

Her ne kadar en güzel çağlarında fotoğraf sanatını bırakmış olsa da Moran, kesinlikle isminin anıl-ması ve unutulmaması gerektiğini düşündüğüm bir isim. O aslında bir kadının tek başına neler yapa-bildiğinin, neler başarabileceğinin ve bir kadının yine anaç bir duyguyla nelerden vazgeçebileceğinin en büyük kanıtı.

Yıldız Moran’ın 50’lerde Anadolu’da çektiği fotoğrafların bazıları...

Page 31: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

31büt dergisi nisan sayısı

Yıld

ız M

oran

’ın 6

-7 E

ylül

195

5’te

ki o

layl

arda

çe

ktiğ

i bir

kare

, 6-7

Eyl

ül 1

955,

İsta

nbul

Page 32: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

32 büt dergisi Mayıs sayısı

Madencinin Ekmek Karası...

Page 33: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

33büt dergisi Mayıs sayısı

Bizlerde her ay siz sevgili okurlarımız için en iyisini yazmaya gayret ettiğimiz dergimiz de Türkiye’deki bir maden ocağını ziyaret ettik. Keşke farkında ola-bilseydik de bizde önceden bir şeyler yapabilseydik. Amacımız siyaset yapmak olmadığı için, kimsenin duy-gusunu sömürme eyleminde bulunmadan, oradaki işçil-erin düşüncelerine saygı duyduğumuz için emektar işçilerimizin ismini vermeye-ceğiz. Ayrıca fotoğraf çekip ses kaydı almamızı da iste-mediler. Keşke ne şartlarda çalıştıklarını sizlere göster-ebilseydik. Bu fotoğrafları çekseydik de amacımız görüntüleri abartarak in-sanları yanlış düşüncel-ere sürüklemek için değil, sadece böyle acı olaylar yaşandığında işçilerimizin nasıl ortamlarda ne şartlar-da çalıştığını gösterebilmek adına olurdu.

Bizler sağduyulu bir toplum olarak, sosyal medyada kötü sözler paylaşarak bir yerlere varamadığımızı fark etmeliyiz. Bizleri dinleye-

bilecek insanlara derdimizi anlatarak, şiddet içermeyen ve birbirimizi anladığımız yazılar yazıp fotoğraflar paylaştığımız günler ister-iz, bu yüzden de değerli madencilerimize kulak ver-dik. Kömür karası yüzünü ve ellerini gördüğümüz, sırtın-da taşıdığı o ağır yükleri ekmek ve emek yükü olar-ak gördüğü için ağırlığını hissetmeyen bu adam gibi adamlar yoğun gündem arasında neler hissettiklerini bizlerle paylaştılar… Umarız bir daha böyle olaylar yaş-anmaz, umarız ki bizlerde böyle zor ve acı cümleler kurmadan sizlere daha iyi haberler verebiliriz. Onlar için yapacağınız çok şey var, ama şimdilik dua etmek…

Ekmek ve Emek Yükü

Bir öğlen vaktinde Türki-ye’deki bir ocağımızı ziyaret ettik. Şu durumda hangi ocak olduğundan daha önemli olan bir şey var ki o da madencilerin çalışma şartları…

Öyle iyi ve candan insanlar

ki hepsi, merak ettiğimiz her şey hakkında konuştuk; amacımız propaganda yap-mak değildi, acının prop-agandası olmaz dedik ve onların çekincelerine kulak verip yalnızca kısa bir yazı oluşturduk. Yeniden yolu-muz düşerse bol fotoğraflı yeni bir yazı yazma sözü de aldık.İşçiler sabah ve akşam vardi-yası olmak üzere 2 bölüme ayrılıyorlar. Sabah 8’de iş başı yapanlar öğleden son-ra 3 gibi ocaktan ayrılırken kömür karası yüzünü tem-izleyerek ve kendileri için ayrılmış banyoya girip duş alarak evinin yolunu tutuy-or. Sonra akşam vardiyası geliyor ve geceye kadar çalışıyor. İnsanın en temel ihtiyaçlarından biri olan ısınma hakkı bu kocaman yürekli emektar işçilerim-iz tarafından sağlanıyor. Tonlarca ağırlıktaki kömür taşıma vagonları işçiyi ve kömürü taşımak için kul-lanılıyor. Hatta sabah işe geldiğinde bir an önce işe başlayıp bitirmek için yer altındaki kömür madenine inen işçiler 20 kişilik arabaya

Kültür-Sanat röportajlarımızla sizlere sanattan edebiyattan bahsetmek ne kadar mutluluk veriyorsa, ülkem-izde yaşanan Manisa Soma’daki maden faciasından bahsetmek de bizleri bir o kadar üzüyor. Ama ne yazık ki bu kayıplar, bu acılar hepimizin. Ölen vatandaşlarımız bizim babamız, abimiz, kardeşimiz, akrabamız, ark-adaşımız olmayabilir ama biz onlarla aynı vatanın toprağını paylaşıp, aynı havayı soluyorsak, üzüntülerimiz ve sevinçlerimiz ortaksa, aynı şarkıda iç çekip benzer sevinçlere alkış tutuyorsak en önemlisi aynı undan ekmek yapıyorsak bu acıyı içimizde hissetmemiz için de onlarla kan bağımızın olmasına gerek yok.

“Kim ka-zanmazsa bu dünya-da bir ek-mek parası, dostunun yüz karası düşmanının maskarası”

[email protected]

Ulya Altıntaş

Röportaj

Page 34: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

34 büt dergisi Mayıs sayısı

60 kişi sıkışarak biniyor ki işine hemen başlay-abilsin. Çünkü kamera sistemi yer altında yok diye, bu orada çalışan işçilere kaytarma im-kanı tanımak anlamına gelmiyor. Zaten orda çalışmayı göze alan işçi kaytarma derdinde olan değil, evine ek-mek parası götürmek için uğraşan işçi oluyor; eğer görme imkanınız olsaydı ne dediğimizi daha da iyi anlama fır-satı yakalardınız.

Verilen Kota Tonajı Yakalanamazsa Ceza Alıyorlar

Yer altına inen işçil-erin belli sürelerde belirli ton ağırlığında-ki kömürü çıkarması gerekiyor. Bu da işçil-erin maden ocağında gayretle çalışmasını sağlayan bir iş sistemi ve öğrendiğimiz ka-darıyla eğer işçiler be-lirlenen sürede göster-ilen tondaki ağırlığa ulaşamazsa, o zaman

kendilerine verilecek iş cezasını da kabullen-mek zorunda kalıyorlar. Madenlerde kullanılan sensörler de çok önem-li, onlar sayesinde erk-en uyarı sistemiyle, herhangi bir tehlike karşısında işçileri dışarı çıkarmak için çalışmalar başlatılıyor.

Yer altındaki o karan-lık dehlizlerde kömür sizi selamlayarak karşılamıyor elbette ki…

“Oğlum çok üzülüyor ta-bii, baba sende mi o karanlık yer-lere giriyor-sun, sana da bir şey olmaz değil mi”

Page 35: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

35büt dergisi Mayıs sayısı

Önce kaya parçalarını, toprağı temizlemek gerek ki madenci kömüre ulaşabilsin. Dinamitçi diye adlandırılan meslek gru-bundaki işçiler de maden ocak-larındaki kömür, maden cevheri ve taş kitlerini parçalıyorlar ve havada patlayıcı gazların bulun-up bulunmadığını tespit ediyor-lar.

Kazmasını kömüre vuran işçi yeryüzündeki en zor işlerden birini yapıyor. Onların çalışma ortamında gökyüzü yok, bu-lut yok. Önemli şair Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi “Kim

kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası, dostunun yüz karası düşmanının maskarası”… İçinde nice detaylar içeren bu cümle de olduğu gibi evini geçindirmek isteyen maden işçi-si de yaşadığı bölgenin geçim kaynağına uyarak maden işinde çalışıyor. Tehlikenin herkes farkında… Ama onların ekmek parası da kömürden geliyor… Maden işçisinin suratından son-ra elleri takılıyor gözlerimize... Baba elleri onlar, kocaman ve heybetli. Yemeklerini nasıl yerler binlerce metre derinlikteki ye-rin altında diye soruyoruz. Ka-zandıkları şeyi yiyorlar. Ekmek…

“Ekmeği bu ellerimizle bölüyoruz tabii, başka türlü nasıl yiyeceksin, tabii ekmeğe çıkıyor kömürün karası, ekmek kara oluyor, zeytin kara oluyor, peynir kara oluyor” diyor…

Canınızdan Önce Çıkarılan Kömür Miktarına Bakarlar

Soma olayı duyarlı ve vicdan sa-

hibi her insanı üzdüğü gibi onları da derinden yaralamış. Onlar ne de olsa meslektaş ve hepi-mizden daha farklı bakıyorlar olaylara. Dinlenmek için geld-ikleri oda da televizyon haberl-eri hiç kapanmıyor. Acaba ailesi ne düşünüyor diye soruyoruz , “Oğlum çok üzülüyor tabii, baba sende mi o karanlık yerl-ere giriyorsun, sana da bir şey olmaz değil mi” diye soruyor. “Etkilenmeleri çok normal; ben de bunları duygu sömürüsü yap-mak için söylemiyorum, bu bizim işimiz ve biz de bu işi isteyerek seçtik, başka iş olsaydı bu işi zaten yapmazdık. Bu kurumda bizim zaten önlemlerimiz var; ama burada da can kaybı yaşan-madı mı? Yaşandı elbet. Yarın ne olur bilinmez ama bazı özel ku-rumlar çok daha ticari düşüne-biliyor, maden ocaklarında sizin canınızdan önce çıkardığınız kömürün miktarına bakarlar”…

“Zamanında Zonguldak’ta açılan taş kömürü işlemleri sırasın-da Atatürk maden işçiliğinin

Fotoğraf: Murat Aslankara

Türkiye’de yaşanan en büyük maden kazaları ve ölen işçi sayıları:

7 Mart 1983 – Armutçuk Grizu Faciası / Zonguldak : 103 işçi 7 Şubat 1990 – Amasya Grizu Faciası / Amasya: 68 işçi3 Mart 1992 - Kozlu Grizu Faciası / Zonguldak : 263 işçi26 Mart 1995 – Sorgun Grizu Faciası / Yozgat : 38 işçi22 Kasım 2003 – Ermenek Grizu Faciası / Karaman: 10 işçi8 Eylül 2004 – Küre Yangını / Kastamonu : 19 işçi10 Aralık 2009 – Mustafa Kemal Paşa Grizu Faciası / Bursa: 19 işçi23 Şubat 2010 – Dursunbey Grizu Faciası / Balıkesir: 17 işçi17 Mayıs 2010 – Karadon Grizu Faciası / Zonguldak : 30 işçi7 Temmuz 2010 – Küçükdoğan Maden Yangını / Edirne – 3 işçi8 ocak 2013 – Kozlu Metan Gazı Patlaması / Zonguldak: 8 işçi13 Mayıs 2013 – Soma Maden Yangını / Manisa - 301 işçi

*1983 yılından sonra meydana gelen kazalar yazılmıştır.

Page 36: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

36 büt dergisi Mayıs sayısı

ne kadar zor bir iş olduğunu bildiğinden her şeyi düşünmüş, aslında Atatürk olması gerek-en en güzel şeyi düşünmüş. Maden işçiliği çok zor iş deyip Zonguldak’taki maden ocak-larının etrafına sinema, tiyatro, sağlık ocağı yaptırmış. Çünkü bir tek yapan bilir, bizim işimiz hem psikolojik hem de çalışma ortamımız sebebiyle zor bir iş. Maden işçisi psikolojik ve ruh-sal olarak da kendini yenilesin diye Atatürk bunu düşünerek en yakın yere, düşünün ki maden ocağının yanına bu tarz kültürel etkinlik sosyal ortam mekanları oluşturmuş. Bu ta-bii çok hoş bir detay. Madenci okulları dahi oluşturmuş ki bu da çok önemlidir, madencilik bir meslek olarak safsatalarla öğre-nilmesin bu işi özümseyenler yapsın diye, amele evleri diye sendikalar oluşturmuş, asgari ücretin üstünde ücretler verilm-esini sağlamış”.

İster İstemez Sabah İşe Gelirken Moralimiz Bozu-luyor

“Tabii biz de birçok bilgil-er görüp duyup okuyoruz.

Buradaki çalışma şartlarına alıştığımız için etrafımızı görem-iyoruz. Önlemlerin nerede olması gerektiğini biz de sor-guluyoruz. Buradaki hiç kimse can derdini düşünecek kadar bile zamana sahip değil, çalışan yoruluyor sonra dinleniyor ve yine geliyor. Mesela yük ara-baları var kömür bunlarla iner temizlenir ve bizde içine bineriz bizi de taşır ocaklara, ama ray yerine bakın etrafında bir tane koruma duvarı yok, şimdi o araba raydan çıksa ve üstünüze gelse siz de ölür gidersiniz. İster istemez sabah işe gelirk-en moralimiz bozuluyor. Siz de gördünüz çok ağır yükler taşıyoruz, tahkimat denilen ve genelde maden ocağı gibi yer altı işletmelerinde tercih edilen ahşap beton ağaç destekli ek-ipmanlar kullanıyoruz, kömürü aldığımız yere bu gereçleri monta ediyoruz. Yoksa yer al-tında kömürün alındığı yerde göçmeler olur. Bu ağaç odun-ları, kütükleri biz sırtlanarak taşıyoruz. Bu ülkede herkes zor şartlarda ekmeğinin derdinde ben şikayet etmiyorum, sadece merak edenler oluyor madem anlatalım istedim yani bizim işimiz kolay iş değil, inşallah bir

daha olmaz böyle şeyler”…

Evet sevgili okurlarımız, belki meraklarınızı gideren bir yazı oldu, belki de sizi üzen detaylar bulunduran bir yazı. Amacımızı yazının en başında belirttiğimiz gibi, amacından saptırmamak ve sağduyulu, iyi düşünceler uy-andıracak bir yazı olmasını iste-memiz sebebiyle kesinlikle siya-si yaftalar içermeden bir maden işçisinin neler düşündüğünü öğrenmeye, hislerine çalışma ortamına kısa da olsa değinerek ve yaptığımız tasvirlerle belki önlem gerektiren durumlarda ihmalden kurtulmak için yer yer göstermeler yaparak vermeye çalıştık. İşimiz yazmak diye yazmadık bu kez, vicdanımızı rahatlatmak için de yazmadık, bu ülke de yaşıyorduk, birlikte yemek yiyorduk, en önemlisi ekmek yükünü hepimiz çekiyor-duk, aynı bayramları kutlayıp aynı derde çare arıyorduk. Biz bu yazıyı içinden geleni söylesin diye bir işçiye bu satırlarda söz vererek yazdık. Fotoğraf yok, ses kayıt cihazı yok, dinlemek var, dinlemek ve anlamak var… En güzel yarınlar hepimiz için olsun…

Page 37: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

Özlem Ç[email protected]

Müzik

37büt dergisi Mayıs sayısı

Luciano PavarottiModern opera döneminde en önemli ses sanatçısı kusursuz, mükemmel ve güçlü bir sese sahip; din-leyici kitlesi sınırlı olan operayı da, dünyanın her yerinde yankı uyandırar-ak sevdirmeyi başaran bir tenor Pavarotti…

12 Ekim 1935‘de İtalya’nın Mode-na şehrinde dünyaya gelmiş olan duayen sanatçı, ilk müzik deney-imini Koroda şehrinde yaşadı. Llangollen’de düzenlenen uluslar-arası bir şarkı yarışmasında ba-basının büyük desteği ile yarışma-da birincilik elde etti. Yarışmadan aldığı birincilikle onun tenor olma hayalleri adımında daha da hırslandırmasına yaradı. Eğitimi öğretmenlik üzerine olmasına rağmen Pavarotti, hayallerine daha sağlam adımlarla yürüye-bilme aşkıyla çeşitli sanatçılardan dersler almıştır.

Muhteşem Sesiyle Dünyayı Kasıp Kavuran Tenor

Grammy’de dahil olmak üzee müzik dünyasının en prestijli

ödüllerine sahip olan Pavarot-ti, müzik yaşamı boyunca başta ülkemiz olmak üzere dünya üze-rinde herkes tarafından hayran-lıkla sevilen bir sanatçı olmuştur. Dünyanın bir ucundan bir ucuna milyonlara konserler vermiş ve yine dünyada güçlü sesleriyle yankı uyandıran aralarında Celine Dion ve U2’nun da olduğu başarılı birçok isimle ortak projeler de sesini bizlere daha da duyurabilm-iştir.

Sanatçı kişiliği yanı sıra yardım-severliğiyle de gönülleri fetheden usta sanatçı 1992-1995 yılları arasındaki Bosna Savaşı sırasında savaş zedelere yardımlarda bulun-muştur. Bu gösterdiği yardımsever kişiliğiyle Saraybosna’da onursal vatandaş ilan edilmiştir. Bosnalı

Page 38: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

38 büt dergisi Mayıs sayısı

Müzik

çocukların savaş psikolo-jilerini üstünden atması ve yetenekli genç sanatçıların kendilerini geliştirmeleri için Pavarotti Müzik Okulu’nu açmıştır. Bununla sınırlı kal-mayan Pavarotti, Birleşmiş Milletler’e yardım sağlama amacıyla çeşitli konser ve hayır etkinlikleri başlatarak, bir kez daha yardımsever yönünü göstermiştir.

Her alanda kendini başarıyla ifade eden sanatçı bunlara iki Guinnes rekorunu ekle-mesi ile şanını kat ve kat arttırmıştır. Bu rekorlardan ilkini bir konserinde sahne gösterisini bitirip kulisine gitmek için sahneyi terk ettiğinde, seyirci tarafından rekor kıran bir alkışlanma al-ması ve sahneye geri çağırıl-ması; ona tenor hiçbir mü-zisyenin kolaylıkla yaşayıp göremeyeceği bir ilgi görme-si üzerine Guinnes rekorunu kırmıştır. Guinnes’ e geçen bir diğer rekoru ise Placido Domingo ve Josep Carre-ras’la birlikte kaydettikleri The Three Tenors in Concert albümünün tüm zamanların

en çok satan klasik müzik albümü olarak tarihe geçme-sidir.

Bu popülarite Pavarotti’nin kısa süre içinde klasik müzik endüstrisinin de en önemli sanatçılarından biri haline gelmesine yol açtı. Kayıt-ları, yalnızca klasik müzik listelerinde değil, ilginç bir biçimde uluslararası pop listelerinde de birinci sıra-da yer alıyordu. Özellikle “Essential Pavarotti’’ isimli albümü İngiliz pop listesinde bir numaraya kadar yükseldi ve inanılmaz bir şekilde tam beş hafta boyunca zirvede kalmayı başardı.

Başarısızlığın Yıldıramadığı Ender Kişi…

Pavarotti’nin hayatına bakıldığında yaşamında derinden bir iz bırakan olayı 1963’te Ankara Devlet Opera ve Balesi tarafından daveti üzerine ülkemize gelmesiyle başlamıştır. Henüz iki yıllık tenor olan genç Pavarotti, o dönemlerde sesinin tam oturmamış olması üzerine

Devlet Opera ve Balesi’nden zor bir oyunda tenor olarak davet alıyor. Daha ilk kon-serinin ardından sesinin ye-tersiz bulunmasıyla geri gön-deriliyor. Ankara’da yaşamış olduğu bu hayatının buruk hikayesini hiçbir zaman unutmaması ve bunun üze-rine de Türkiye ve Türklere karşı her zaman sempati ile baktığını söylüyor. Ünlü tenor, çevresine ise o günleri anlatırken demek ki o zam-an o kadar da iyi değilmişim demeyi de alçak gönüllükle dile getiriyor.

Yaşamı boyunca bizleri ona hayran bırakacak işlere imza atmış olan usta sanatçının, 70 yaşında pankreasında çı-kan bir kitle sebebiyle sağlık sorunları baş göstermeye başlıyor. 70 yaşında yakala-ndığı bu hastalıkla direnişini sürdüren usta tenor, 6 Eylül 2007 günü pankreas kanseri sonucu böbrek yetmezliğin-den dünyaya gözlerini yum-muştur. Ölümünün ardından bizlere de ondan kalan hay-ranlıkla dinlenilecek usta eserlerini bırakmıştır.

“Her alanda kendini başarıyla ifade eden san-atçı bunlara iki Guinnes reko-runu eklemesi ile şanını kat ve kat arttırmıştır. “

Müzik

Page 39: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

39büt dergisi nisan sayısı

[email protected]

SinemaMüge Gül

Sinemada II.Dünya Savaşı Rüzgarı

Page 40: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

40 büt dergisi Mayıs sayısı

1 Eylül 1939’dan 2 Eylül 1945’e kadar süren dün-yanın en büyük savaşı. Nükleer silahlardan Yahu-di soykırımına yaklaşık 50 milyonu sivil olmak üzere 73 milyon insanın hayatını kaybettiği bir vahşetin tari-hteki karanlık yüzü.

Savaşta ölen masum in-sanların kanlarına karışan gözyaşları ile mavi dünya-da kızıl nehirler oluşturan, insanlığın aydınlık çağında karanlığa gömüldüğü bir dönem.

İnsan ırkının en temel içgüdülerinden beslenen, sinemada insanlık için bu kadar önemli olan bir kesit mutlak şekilde en ince de-taylarına kadar işlenmeye çalışıldı. Bu ay sizlerle 2.Dünya Savaşı’nın beyaz-

perdede estirdiği soğuk rüzgarı hissetmek istedim. Savaş filmleri içinde ayrı-calıklı bir yere sahip olan en iyi 2. Dünya Savaşı film-lerine bir göz atmaya hazır mısınız?

Çoğumuzun izlediği veya izlemeye asla cesaret ede-mediği 2 önemli filme kısa bir bakış atarken ölümün soğuk nefesini ensemizde hissedebiliriz. Görmezden geldiğimiz acıların, yıkım-ların ve insanlığa yakış-mayacak işkenceler ile örülmüş bir dünyanın kapısını aralarken belki de bazı kapıların asla açıl-mamasını dileyebilirsiniz.

Er Ryan’ı Kurtarmak

Usta oyuncu Tom Hanks tarafından canlandırılan yüzbaşı John H. Miller karakteri ile hafızalara kazınan gelmiş geçmiş en iyi 2. Dünya Savaşı filmlerinden biri olan Er Ryan’ı Kurtarmak, bir Ste-ven Spielberg yapımı. Hem yapım koltuğunda hem de yönetmenlik kol-tuğunda harikalar yaratan yönetmenin tartışmasız başyapıtlarından biri olan film 1998 yılında seyirci ile buluştu. Yaklaşık 70 milyon dolara mal edilen yapım, 480 milyon dolar hasılat yaparak beklentinin çok üstünde bir başarıya sahip oldu. Oscar alamadığı için akademinin son derece eleştiri almasına sebebiyet veren filmin izleyenler için ayrı bir yere sahip old-

uğunu biliyoruz.

Peki Er Ryan’ı kurtarmak neden bu kadar özel bir film olmayı başarıyor. Yö-netmeninin bir Hollywood devi olduğu bilinen bir gerçek. Yaptığı hemen hemen her filme farklı bir dokunuş ile imza atan Spielberg, bu dram ve savaş filminde de sey-irciyi nereden yakalay-acağını son derece iyi biliyor. Öncelikle filmdeki atmosfer sizi evinizde gömüldüğünüz kol-tuğunuzdan kaldırarak savaşın tam içine çekmeyi başarıyor. Kullanılan ses-ler ve efektler o kadar gerçekçi ki filmi izleyen he-men hemen herkesin üzer-inde aynı etkiyi yaratıyor. Filmin en sevdiğim yan-larından biride ağdalı yapış yapış bir dili ol-maması. Tıpkı savaşta yakalanan gerçekçilik gibi son derece doğal ve sıradan bir dil kullanımı var. Lakin bu bile olağan sahnelerde gözyaşlarınızı özgürce akıtmanıza pekte engel olmuyor. Film hak-kında pek çok eleştiriniz olabilir ancak samimiyet-siz bulacağınızı düşün-müyorum açıkçası. Oyuncu kadrosunda en zor rollerin üstesinden kolaylıkla geldiği bilinen, erkek oyuncular arasında kendine münhasır bir yeri olan karakter oyuncusu Tom Hanks’i görüyoruz. Mimikleri ile size hemen hemen her türlü duyguyu

“Filmin en sevdiğim yan-larından biri-de ağdalı yapış yapış bir dili ol-maması. Tıpkı savaşta yakalanan gerçekçilik gibi son derece doğal ve sıradan bir dil kullanımı var.”

Sinema

Page 41: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

41büt dergisi Mayıs sayısı

Sinema

Page 42: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

42 büt dergisi Mayıs sayısı

oldukça başarılı bir şekil-de aktaran aktörün fil-mografisinde birbirinden başarılı performansları arasında yüzbaşı John H. Miller özel bir yere sa-hip. Oyuncuya eşlik eden günümüz aksiyon ve macera filmlerinin aranan yıldızı Vin Diesel ve yine kendini pek çok önemli projede kanıtlayan Matt Damon rollerinin hakkını veriyorlar. 2. Dünya Savaşı’nın en buhranlı zamanların-da geçen filmin konu-su ise oldukça iç acıtan bir dram. 4 oğlundan 3 tanesini cephelerinde savaşırken kaybeden anne, son oğlu Er James Ryan’ın sağ salim ona dönmesini ister. Acılı annenin bu isteği üzer-ine Yüzbaşı John H. Mill-er ve bir grup askerine başarılması güç bir görev verilir. Düşman hattından genç askeri sağ salim getirmeleri gerekmekte-dir. Yüzbaşı ve askerleri kendilerini ölümle burun buruna getiren bu görevi başarıp, Ryan’ı annesine kavuşturabilecek midir? Yüzbaşı Miller: James, buraya kardeşlerinin çatışmada öldüğünü bildirmek için geldim…Ryan: Hangi, hangileri efendim…Yüzbaşı Miller : Hepsi… repliği filmin en can alıcı sahnelerinden birine eşlik ediyor.

Eğer 2. Dünya Savaşı’na ilginiz varsa ve savaş film-lerini seviyorsanız dram ile harmanlanmış bu başyapıtı mutlaka izleyin derim.

Piyanist

Yönetmen koltuğun-da Roman Polanski’yi gördüğümüz 2002 İn-giltere, Polonya, Al-manya ve Fransa ortak yapımı olan Piyanist gelmiş geçmiş en iyi 2. Dünya Savaşı filmi olma özelliğini bana göre hala elinde bulunduruyor. Film 1911 doğumlu Pol-onyalı piyanist Wladys-law Szpilman’ın hayat hikayesinden yola çıkılar-ak oluşturuldu.

Roman Polanski’nin bu filmini bir başyapıt haline getirmesinde şüphesiz en önemli kıstası kendisinin de Polonyalı bir Yahu-di’nin oğlu olması idi. Ba-bası tarafından son anda kampa götürülmekten kurtarıldı ve sözüm ona iyi niyetli Hristiyan aileler sayesinde hayatta kaldı. Çocukluğunun tozlu anılarında karanlık bir ke-siti bizlere yine Polonyalı bir Yahudi olan piyanist Wladslaw Szpilman’in son derece dramatik hayat hikayesi ile kusursuzca harmanlayan yönetmen aynı zamanda yapımcı ve oyuncu olarak projede yer aldı.

Deneyimli Polanski filmde seyir-ciyi yakala-yabilmek içi-n ihtiyacı o-lan en önem-li şeyin baş-role oturta-cağı oyuncu olduğunun farkındaydı. Ve rolü ver-diği oyuncu-nun bununhakkından geleceğin-den emin ol-mak istiyor-du. Arayışla-rı sonucun-da bir isim üzerine yo-ğunlaştı.

Yönetmenin baş yapıtın-da piyanist rolü için Adri-an Brody ile anlaşıldı. Aslına bakarsanız 1988 yılından beri sinema dün-yasında yer alan genç adam, Szpilman rolü için adeta biçilmiş kaftandı. Beklenilenin çok üzerinde bir başarı gösteren Brody hala hafızalarda bir pi-yanist olarak yer etmiştir.

Filmin bir diğer önemli oyuncusu da de Wladys-law’a hayatta kalmasına yardımcı olan asker Yüz-başı Wilm Hosenfeld per-formansı ile göz dolduran Thomas Kretschmann. İs-minden de tercih ettiğiniz gibi kendisi bir Alman. Polanski karakter seçim-

“2. Dünya Savaşı’nın geçtiği döne-mi başarılı bir şekilde yansıtan filmde mekan seçimleri ve ko-stümleri oldukça iyi bulduğumu söyleyebilirim”

Sinema

Page 43: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

43büt dergisi nisan sayısı

Sinema

Page 44: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

44 büt dergisi Mayıs sayısı

lerinde o kadar dikkatli ve de-taylara bağlıydı ki filmin başarısız olma şansı hemen hemen yok gibiydi. 2005’te bu filmde bir-likte rol aldığı Adrian Brody ile bir Klasik olan King Kong’da yeniden bir araya geldi.

Film genel olarak Brody üzer-inden gidiyor gibi görünse de yan rollerinde hatırı sayılacak bir başarıya sahip olduğuna değin-meden geçmek istedim.Genç ve parlak bir piyanist olan Szpilman savaşın aniden patlak vermesi üzerine ailesinden ayrı düşmüş ve karşısına çıkan birkaç insan sayesinde bir kaçak olar-ak hayatta kalmayı başarmıştır. Direnişçiler ve gerçekten savaş-mak istemeyen merhametli insanların yardımı ile içinde bu-lunduğu korkunç durumdan kur-tulmaya çalışan Wladyslaw tüm ailesini, parasını, hatta kendine inancını yitirmiştir. Hayatta kay-bedecek hiçbir şeyi kalmayan bir adamın buna rağmen hepimizi derinden etkileyen çabası film boyunca içinize işleyerek gözler-inizden yanaklarınıza süzülecek-tir. 2. Dünya Savaşı’nın geçtiği dönemi başarılı bir şekilde yansıtan filmde mekan seçimleri

ve kostümleri oldukça iyi bulduğumu söyleyebilirim. Ve yine müzikler konusunda taraflı davranmadan bayıldım diyebil-irim. Her notada içinizden bir şeyleri dışarı çıkartan filmin afiş tasarımına kadar kendi içinde bütünlüğüne hayran kalmamak mümkün değil. Film senaryo olarak güçlü. Lakin filmi bu kadar etkili yapan sö-zlü senaryodan çok oyuncuların mimikleri ve bakışları ile adeta yüreğinize ördüğü gizli bir sessiz senaryo. Unutulmaz bir diyalog yok mudur derseniz ;

-Lütfen ateş etmeyin. Ben Pol-onyalıyım..-Neden o zaman o lanet Alman paltosunu giyiyorsun?-Üşüyorum.

Benim favorimdir derim. Fil-mi izlerken korkak bir fare gibi saklanarak yaşamaktansa kahramanca savaşarak ölmeyi yeğlemesi konusunda ikil-emde kalabilirsiniz. Ancak bunu düşündüğünüzde bunun gerçek bir hikaye olduğunu hatırlamanızı isterim. Belki de içimizdeki en temel duygu olan hayatta kalmak isteğinin ne ka-dar büyük bir güç olduğunu belki de asla öğrenemeyebiliriz. Filmde çok fazla abartılı savaş sahnelerine rastlamıyoruz. Bunun yerine birçok duyguya tüm dünyada adeta tek başına kalan bir adamın yürekleri bur-kan hikayesinde tanık oluyoruz. Yani kısacası en insani hisleri bir arada alıyor ve elimizde olmayan bir kaybolmuşluk hissediyoruz.

Yahudi soykırımı ile ilgili hala günümüzde pek çok düşünce var. Kimimiz bunun nasıl bir vahşet olduğunu idrak edem-iyorken kimimiz için yapılması gereken bir olgudan başka bir şey değil. Hatta bazı komplo teorilerinde dünya ekonomisini elinde bulunduran bu insanları Kudüs’e sürmek ve İsrail’i kur-arak dünyaya hükmetmek için bilinerek yapıldığı dönüyor.

Ne olduğu, neden olduğu konu-sunun önemi olduğunu düşün-müyorum. Bana göre hiçbir in-san sadece etnik kökeni, ırkı ve dini inancı için ölmeyi hak et-mez. Bu yüzden ben Szpilman’ın hikayesini izlerken gözyaşları-ma hakim olamadım. Sadece tüm ailesi öldürülen bu adamın öyküsüne değil, birbirimizi öldürmek için bahaneler yarata-bilecek kadar korkunç yaratıklar olduğumuzu düşündüğüm için ağladım. Savunmasız yaşlıları, yeni doğmuş bebekleri, çocuk-ları için çırpınan anne ve ba-baları her şeyden önce sadece insan olduklarını unuttuğumuz milyonlar için ağladım. Ve ilahi adaletin tecellisinin olması için tüm samimiyetimle dua ettim. Filmi izlerken bir anlığına kend-inizi o insanların yerine koyun derim. İnanın ölümü var olduğu bu koskoca evrende hiçbir etiket sizin önce insan olduğunuz gerçeğinin önünde değil. Mese-le bunu anlayabilip bu dünyayı daha yaşanır bir hale getirme-kte.

“Hayatta kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan bir adamın buna rağmen hepimizi der-inden etkileyen çabası film boyunca içinize işleyerek gözlerinizden yanaklarınıza süzülecektir.”

Sinema

Page 45: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

45büt dergisi Mayıs sayısı

[email protected]

Ulya Altıntaş

Röportaj

“Gazetecilik Psikolojik Tatmini Yüksek

Mesleklerden Biri”

Bilmediğim pek çok şeyi öğrenmemde yardımcı olan Milliyet Akademi Editörü Aysel Bozan Yılmaz ve mu-habir Mine Özdemir eğitimle ilgili olarak her hafta gençlere ve öğrencilere de yaptıkları araştırmalarla pek çok bilgi sunuyor. Türkçeyi kullan-madaki ustalığıyla da bilinen Aysel Bozan Yılmaz ile gaze-tecilik üzerine konuştuk ve Aysel ablanın gözünden kendi gazeteciliğini ve bu saygıdeğer mesleğe bakışını dinledik.

Aysel Bozan Yılmaz kimdir?1972 Malatya doğumluyum, ailem ben 3 yaşındayken İz-mir’e yerleşti. İlk, orta ve lise eğitimimi İzmir’de tamam-ladım. Gazetecilik sevdası aslında ortaokul sıraların-dayken gönlüme düşmüştü. Ancak lise tercihimi, ark-

adaşlarımın etkisinde kalar-ak, Karşıyaka Ticaret Lisesi Muhasebe bölümünden yana kullandım. Sonrasında Dokuz Eylül Üniversitesi İzmir Mesl-ek Yüksekokulu Muhasebe bölümünü tamamladım. Me-zun olduktan sonra da 3 yıl muhasebecilik yaptım. Son-rasında tekrar sınavlara hazır-landım ve Marmara Üniver-sitesi Gazetecilik bölümünü kazandım. 15 yıldır da bu meslekteyim.

Gazeteci Olma Hayalini İçimden Atamadım

Biraz serüvenli olduğunu biliyorum; ama gazeteci olma fikri nasıl ortaya çıktı?Evet gazeteciliğe başlamam bi-raz serüvenli oldu. Yukarıda da bahsettiğim gibi arkadaşları-

Aysel Bozan Yılmaz Milli-yet’in Aysel ablası, benim de ilk staj deneyimimi yanında yaşadığım kişidir. Benim staj yaptığım yıllarda yan oda da Yalvaç Ural, karşı da Melih Aşık vardı. Biraz ilerde de Abbas Güçlü… Üniversite sınavına hazırlanırken yazılarını okudu-ğum yazarlarla aynı yerde staj yapmak, önümden geçen köşe yazarlarına hayranlıkla bak-mak beni mutlu ediyordu. Aysel abla “Hanım” kelimesinden hiç hoşlanmazdı, o yüzden o bizim Aysel ablamızdı.

Page 46: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

46 büt dergisi Mayıs sayısı

mın etkisiyle muhasebe-ci olarak kariyer hayatıma başladım. Ancak ömrümün sonuna kadar muhasebeci olarak çalışmak istemiyord-um. Mezun olduktan sonra önce bir inşaat şirketinde muhasebe departmanında çalıştım, sonra bir gıda şirke-tine geçtim. Muhasebe de-partmanının şefliğini yapıyor-dum, iyi bir maaş alıyordum ama hayatımda bir şeyler ek-sikti. Gazeteci olma hayalini bir türlü içimden atamıyord-um. Bir gün babamın da beni yüreklendirmesiyle gazete-cilik bölümünü kazanmak hedefiyle yeniden üniversite sınavlarına girmeye karar verdim. 22 yaşındayken tekrar dershaneye başladım, bir yıl boyunca hem çalışıp hem de dershaneye gittim. Hayatım-daki hemen her şeyden fedakarlık ederek sınavlara hazırlandım ve Marma-ra Üniversitesi Gazetecilik bölümünü kazandım.

Mezuniyetten sonraki süreç nasıl işledi, Aysel Bozan Yıl-

maz bu günlere nasıl geldi?Üniversite ikinci sınıftan iti-baren üniversitemizin ajansı olan Marmara Üniversite-si İletişim Fakültesi Haber Ajansı’nda (MİHA) çalışmaya başladım. Burası benim için iyi bir okul oldu. Henüz me-zun olmadan Türkiye’nin en önemli gazetelerinden Cum-huriyet Dergi’ye röportajlar hazırlıyor, Sabah, Hürriyet gibi gazetelere haber yapıyor-duk. Ulusal medyada ilk röportajım da Cumhuriyet Dergi’de yayımlanmıştı. İstan-bul’un en eski semtlerinden Süleymaniye’yi anlatan bir yazıydı. MİHA bize mezun ol-madan tecrübe kazandırmıştı. Ancak mezun olduğumuz yıllarda sektörde bir durgun-luk yaşanmaya başladı. Haz-iran 1999’da mezun oldum; Şubat 2000’e kadar sektörde muhabir olarak iş bulamadım. Ben de daha fazla işsiz kal-mayı göze alamayarak Sabah Gazetesi’nde Halkla İlişkiler departmanında çalışmaya başladım. 2001 krizinde işsiz kaldım. Sonrasında meslek

hayatımda çok zorlu bir süreç başladı. 6 ay kadar iş bulama-dım, sonra ajanslarla anlaşar-ak telifli yazarlık yapmaya başladım. Ardından Doğan Burda Dergi grubunda ve Akşam Gazetesi dergi grubu-nda dekorasyon dergilerinde çalıştım. Bir süredir de Abbas Güçlü ile birlikte çalışıyorum.

Kaç yıldır Milliyet Akademi de Abbas Güçlü ile çalışıyor-sunuz?4 yıldır Milliyet’teyim. Abbas Güçlü yönetimde çıkarılan Milliyet Akademi Eğit-im ve Gençlik Gazetesi’nin editörlüğünü yapıyorum.

Eski Gazetecilik Havası Şu Anda Medyada Hiçbir Yerde Yok

Milliyet Akademi’nin editörü olarak Aysel Yıl-maz’ın bir günü nasıl geçiyor. Çalıştığınız yerde eski gazete-cilik havası var mı?Her günüm birbirinden farklı geçiyor. Tabii bu, mesleğin doğasında var. Eğitim, aslında dışarıdan bakıldığında çok durgun bir alan gibi görünür. Haber merkezi, kültür-sanat, ekonomi, spor gibi servislerin daha hareketli olduğu sanılır. Ancak bizim ülkemizde öyle değil. Milli Eğitim Bakan-lığı, ÖSYM, YÖK, üniversi-teler gibi Türkiye’de en çok gündem oluşturan kurum-ları takip ettiğimiz için her günümüz çok yoğun geçiyor. Özellikle de üniversite ve lise tercihlerinin gerçekleştirildiği yaz aylarında. Güne, tüm bu kurumların sitelerini takip

Milliyet Akademi Editörü Aysel Bozan Yılmaz ve muhabir Mine Özdemir...

“Öncelikle günümüzde teknoloji çok gelişti ve habere ulaş-mak da haberi hazırlamak da artık çok kolay. Bu da işin heyecanını bi-raz öldürüyor.”

Röportaj

Page 47: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

47büt dergisi Mayıs sayısı

ederek başlıyorum. Ajanslardan eğitimle ilgili gelişmeleri de aldıktan sonra kendi yapacağım haberlerle il-gili araştırmalarımı yapıyorum. Hem gazetede belli günlerde sayfalarımız var hem de haftalık çıkan bir ek-imiz. Dolayısıyla aslında her günüm yoğun bir şekilde haber araştırması yaparak ve yazı yazarak geçiyor. Öyle ki haftada en az 2-3 gün, 12 saat ve üzeri çalışıyorum.

Eski gazetecilik havası, şu anda me-dyada hiçbir yerde yok. Öncelikle günümüzde teknoloji çok gelişti ve habere ulaşmak da haberi hazır-lamak da artık çok kolay. Bu da işin heyecanını biraz öldürüyor. Yine eskiden haber atlatmak, kimsenin ul-aşamadığı bir haber kaynağına ulaş-mak gibi bir telaşınız olurdu. Ancak bugün resmi kurumlar bile en önem-li gelişmeleri sosyal medya üzerinden açıklıyor. Dolayısıyla gazeteci olarak sizin pek rolünüz kalmıyor. Bu nok-tada özel haberler yaparak öne çık-mak için hep daha fazla çabalamanız gerekiyor.

Gazeteci Kimliğinizle İnsanların Geleceğine Bile Yön Verebilirsiniz

Gazeteciliğin insanı en mutlu eden ve yıpratan tarafları nelerdir?Gazetecilik psikolojik tatmini yük-sek mesleklerden biri. Öncelikle yaptığınız işi büyük kitlelerle pay-laşma şansınız var. Yazdığınız bir haberi gazetede kendi imzanızla görmenin verdiği mutluluğu çok az meslekte yaşayabilirsiniz. Gazeteci kimliği size hayal edemeyeceğiniz, normalde girme şansınız olmayan kapıları açabilir. Sürekli yeni insanlar tanırsınız. Hatta yaptığınız haber-lerle hiç tanımadığınız insanların hayatına girer, onların geleceğe yön verebilirsiniz. Bu özellikle eğitimde

böyle. Lise, üniversite tercihi gibi kişinin tüm yaşamını etkileyen kara-rlarda, sizin yazdığınız bir yazının çok büyük etkisi olabilir. Gazete-cilik çok zevkli ancak bir o kadar yıpratıcı bir meslek. Öncelikle sabit bir çalışma saatiniz yok. Hafta sonu, gece-gündüz, tatil gibi kavramlar bu meslekte tüm anlamını yitirir. Akşam televizyonun karşısına geçip keyifle çayınızı yudumladığınız bir anda, örneğin YÖK’ün yaptığı bir açıklama nedeniyle üniversite rektörlerine cep telefonlarından ulaşmaya çalışırk-en kendinizi bulabilirsiniz. Ayrıca yaptığınız haberlerle her zaman herkesi memnun edemezsiniz. Bu noktada haklı ya da haksız pek çok eleştiriye maruz kalabilirsiniz. Hatta istihbarattaysanız ya da savaş mu-habirliği yapıyorsanız hayatınız hep tehlike altındadır.

Uzun zamandır bu işi yapan ve pek çok ülkeyi gezmiş biri olarak gazete-cilik sizin için ne ifade ediyor, sek-töre dair gözlemleriniz nelerdir?Evet iş nedeniyle Amazonlar’dan Kırgızistan’a, dünyada çok farklı yerl-eri ve kültürleri tanıdım. Bu şansı

size sunacak meslek çok azdır. Gaze-tecilik benim hayalimdi ve ben şuan-da bu hayali yaşıyorum. Bu mesleği bıraksam ne yaparım diye bazen düşünüyorum, ama yerine hiçbir şey koyamıyorum. Zaten o yüzden muhasebeciliği bırakıp gazeteci ol-mak aşkıyla 22 yaşından sonra tekrar üniversiteye girdim. Ben şuanda yapabileceğim en güzel işi yapıyorum diye düşünüyorum. Sektöre dair gözlemlerime gelince. İnternet ve sosyal medyanın etkisiyle gazeteci-lik miadını dolduracak bir meslek olarak adlandırılıyor. Özellikle basılı medyanın 20-30 yıl içinde ortadan kalkacağı iddia ediliyor. Ancak ben öyle düşünmüyorum. Yüzyıllardır süren bir gelenek, birkaç yılda or-tadan kalkmaz. Ama bu noktada gazetelerin internetle ve sosyal me-dyayla yarışmak için yenilikler sun-ması gerekir diye düşünüyorum.

“Gazetecilik çok zevkli ancak bir o kadar yıpratıcı bir meslek.”

Röportaj

Page 48: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

48 büt dergisi Mayıs sayısı

Sergi

Ahmet Oran, Rampa’daki ikinci kişisel sergisiyle dört yıl aradan sonra izley-icilerle buluşuyor.

Bu sergi, Ahmet Oran’ın son dört yıl içerisinde gerçekleştirdiği yeni eserler-ini bazı erken dönem eserleriyle yan yana getiriyor ve Oran’ın erken dönem çalışmalarında rastladığımız neredeyse tamamen monokrom tuvaller, san-atçının, malzemesinin hacim ve dokusuna hakimiyetini sergiliyor. İzleyiciler, sanatçının otuz yıla uzanan kariyerindeki farklı dönemlerden seçilmiş eser-lerle son dönem çalışmalarını karşılaştırarak bir ressamın resimsel uzam ile olan değişen ve gelişen ilişkisine tanıklık edecekler.

Oran, son çalışmalarında da boya tabakasını kendine özgü tavrıyla tarayarak alıyor. Farklı boyutlardaki spatullar, kazıyıcılar ve ahşap parçalarıyla katman katman boyanmış tuvalin kabuğunu soymak suretiyle yüzeyde renkli bantlar yaratıyor. Açığa çıkan parlak renk lekeleri; sanatçının tuvali üzerinde açtığı yarıklar arasından gizli kalmış ikincil bir tuvalin olasılığına işaret ediyor. Ayrıca, sergiye, Ahmet Oran’ın çalışma tarzını, resimlerinin oluşum sürecini, tuvallerin değişik aşamalardaki durumunu belgeleyen ve sanatçının bir tu-valle olan serüvenine başından sonuna tanıklık eden bir dökümanter video eşlik edecek.

Ahmet Oran Kişisel Sergisi

Tarih: 24 Mayıs 2014 Cumartesi

Yer:RampaAdres:

Şair Nedim Cad. No: 21A Beşiktaş/İstanbul

iletişim: [email protected]

Page 49: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

49büt dergisi Mayıs sayısı

Gforce Exhibitions, heyecan verici gerçek insan vücutları ve örneklerinin yeni sergisini Aqua Florya Alışveriş merkezi içerisinde bulunan İstanbul Akvaryum Bilim Merkezi’nde açıyor. Dikkatlice parçalara ayrılmış 200 adet tam ve kısmi insan vücudu ve örneğine dikkat çeken The Human Body Exhibition, insan vücudunun mucizesini ve işlevlerini yer-ine getirişini sergileyerek derinin altında olup bitenleri, eşsiz şekilde üç boyutlu görüntüyle sunuyor.

The Human Body Exhibition, insan anatomisinin temel un-surlarına dikkat çeken ve insan vücuduna zarar veren siga-ra, obezite ve diğer etkileri görselleştiren dokuz galerisiyle ziyaretçileri, hayatlarını değiştirecek bir yolculuğa çıkarıyor. Bu sergiyle ziyaretçiler, sağlıklı bir akciğerle, sigaradan fa-zlasıyla zarar görmüş ve kararmış bir akciğeri karşılaştıra-bilir. Bir cerrahın gözünden bakmak ve tüm karmaşık gizemiyle insan vücudunu keşfetmek için hayatınızın fırsatı olabilir.

İnsan Vücudunun Dünyasına Çarpıcı Bir Yolculuk The Human Body

Tarih:31 Mayıs 2014 Cumartesi

10:00 - 21:00Yer:

İstanbul Akvaryum Bilim MerkeziÜcret:

Tam - 32.50 TL İndirimli - 25.25 TL

Nereden Alınır:Biletix Satış Noktaları,

www.biletix.com ve Mekan gişe

Page 50: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

50 büt dergisi Mayıs sayısı

Mustafa Doğ[email protected]

KitaP

Bu ay size hikayelerle dolu bir kitaptan bahsedeceğim. Kitapta anlatılan hikayel-er İran kültürüne ait olup, okurken kendi kültürümüzden de birçok hikaye ile karşılaşa-cağımız güzel bir kitap.

Kitap tanınmış bir şarkıcı, söz yazarı ve The Paris Review’in Londra editörü Shusha Gup-py tarafından kaleme alınmıştır. Türkçe ter-cümesini Sabrı Gürses’in yaptığı kitap “Ev-erest Yayınları”ndan 2006 Eylül’de piyasaya sürülmüştür. Çocuk yaşta annesini kaybeden Guppy; kitabı, çocukluğunda uykudan önce ona bakan Zehra adında bir kadının ona anlat-tığı hikayeleri ölümsüzleştirmek üzere kaleme almıştır. Bu hikayeler İran sözlü kültüründe nesilden nesile aktarılarak gelmiştir. Guppy, bunları kalem alarak bir nevi bunların sözlü kültürde yok olup gitmesini engelleyerek yazılı bir hale getirmiştir. Oldukça akıcı bir dille kaleme alınmış olan kitap, her bir hikaye farklı bir öğüt olarak bizlere verilmiştir. Hikayeleri okudukça yer yer gülecek yer yer duygulan-acak yer yer de şaşıracaksınız.

Kitapta geçen hikayelerden bazıları size tanıdık gelecek. Bunun sebebi bize çok uzak olmayan İran kültürü ve Türk tarihinde de önemli yere sahip Gazneli Sultan Mahmud ve Mevlana Celaleddin-i Rumi gibi tanıdık isim-lerin hikayelere konu olması. Bu kitap size çok tanıdık gelecek. Kitapta daha çok kadınların üstün rolünü ve kadınların hayatta oynadıkları rolleri göre-ceksiniz. Kadınlar her zaman olduğu gibi bu kitapta da başarılı bir roldeler. Kimisinde kur-tarıcı, kimisinde yol göstericiler. Tabi kadın-larında hata yaptıkları oluyor. Bu kitapta bazen de kadınların yanlışlarına, kibirlerine yenik düşmelerini ve onlardan nasıl ders aldıklarını göreceksiniz.

Kitap içerisinde; bir Kral ile Şoja adındaki bir gencin arasında geçen olaylar zincirini anlatan hikayenin başlığı Gülüşün Gizi, kitabında ismi olmuş. Gülüşün Gizi, bana sorarsanız kitabın ismi olarak seçilmesi bence de mantıklı bir seçim olmuş. Bu hem hikayenin güzelliğinden hem de herkesin merak ettiği gizden dolayı mantıklı bir seçim olmuş. Gülüşün Gizi’ni bul-mak çok kolay olduğu gibi çokta zordur.

Hikaye severlerin keyifle okuyacağı kitap, çocuklara da anlatılacak uyku öncesi bir kitap olma özelliğini de taşıyor. Ayrıca kitap-ta geçen öykülerden İran kültürü hakkında da bilgi edineceğiniz kaynak bir kitap olma özelliği de taşıyor.

Keyifli okumalar...

Gülüşün Gizi

Page 51: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi

51büt dergisi Mayıs sayısı

Kitap

Heyecan dolu baştan başa;Kayıt zamanının son anına kadar.Gaddarlıkla değil, centilmenlikle,Öyle bir alırsın ki gardınıMeydan okumanın daniskası olur.İşte budur eskrim...

Bu kitap amatör eskrimcilere, eskrime yeni başlayacaklara, çocuğu eskrim yapan velilere yardımcı olacaktır.

Bu sözler kitabı özetlemekten ziyade kitabı tam olarak anlatan kelimelerdir. Berna Yeşim’in kaleme aldığı “Bir Tuş da Sen Yap” eskrim sporunu anlatan kitap geçtiğimiz ay-larda kitapçılarda yerini aldı. Kitap Sinopsis Yayınları tarafından piyasaya sürüldü. Kitap 72 sayfadan oluşuyor. Eskrim sporu hakkında tüm merak ettiklerinizi bulabileceğiniz kitabı okumanızı tavsiye ediyorum. Merak edenlere eskrim sporu hakkında da biraz bilgi vermek gerekirse;

“Eskrim, kılıçla yapılan bir spordur ve te-melini kılıçla dövüş sanatı oluşturur. Eskrim-in bir spor dalı olarak gelişmesi, ortaçağda kılıçla yapılan düellolarla yakından ilişkilidir.

Eskrim üç tür silahla yapılır: Flöre, epe ve kılıç . Bu üç eskrim biçiminin sayı sistemleri aynıdır, ama karşılaşmalarda farklı yönleri vardır. Eskrim özel giysiler içinde yapılır. Tel kafesten bir maske, koruyucu bir yelek, sağlam keten ya da branda bezinden bir ce-ket ve yumuşak eldivenler giyilir. Bu giysiler eskrimciyi yaralanmalardan korur. Eskrim karşılaşmaları, genişliği 1.5 metre ve uzun-luğu 14 metre olan bir pistte yapılır.

Tekerlekli sandalyede eskrim sporunun yapıldığını hiç duydunuz mu? O anlamda da

enteresan ve ilgi çekicidir. Eskrim biz tutkun-ları için tıpkı yemek gibi bir ihtiyaçtır.”

Unutmadan eklemekte fayda var ki çok önemli bir ayrıntıdır, bu kitap Türkiye Cum-huriyeti’nde bir ilk. Daha önce bu alanda yazılmış bir kitap yok. Keyifli okumalar...

Bir Tuş da Sen Yap

“Eskrimin bir spor dalı olarak gelişmesi, ortaçağda kılıçla yapılan düellolarla yakından ilişkilidir.”

Page 52: Büt Dergisi 17. Sayı - Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi