Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 091

Embed Size (px)

Citation preview

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 091

    1/96

     Aydökümü

    1

    Büyük boşluklar bırakarak gittiler Ne yazık ki acılı haberlerle dolu bir yaz geçirdik. Peşi sıra pek çok değerli

    insanımızı yitirdik. Ağustos sayımızdan da anımsayabileceğiniz gibi değerli psikiyatr ve dergimizin yazarı Ali Nahit Babaoğlu 15 Temmuz günü hayatagözlerini yummuştu. Henüz Ali Nahit Hoca’yı kaybedişimizin şokunu atla-tamadan 28 Temmuz günü ülkemizin önde gelen sosyalist iktisatçılarından Aslan Başer Kafaoğlu’nun ölümüyle sarsıldık. Dergimizin de yazarı ve da-nışmanı olan Kafaoğlu, ardında onurlu bir yaşam ve müthiş bir külliyat bı-rakarak gitti. 9 Ağustos akşamı ise, sevgili dostumuz, yazarımız, bulunduğuher yerde Bilim ve Gelecek dergisinin temsilciliğini üstlenen Kağan Güner ,4 yıldır mücadele ettiği kansere yenik düşerek genç yaşta doğaya gitti. Hâlâinanmak istemediğimiz, isyan ettirici bir ölümdü sevgili Kağan’ınki. Ve sonolarak, 16 Ağustos günü, Türkiye Sosyalist Hareketinin anıt ismi Mihri Belli93 yaşında hayata gözlerini yumdu.

    Hepsi de arkalarında çok büyük boşluklar bıraktılar. Ne diyebiliriz ki, ge-

    ride kalanların başı sağ olsun. Yaşamları, mücadeleleri, fikirleri, eserleri bi-

    ze her zaman yol gösterecek.***

    10-11 Ağustos günleri, dergimizin idare müdürü ve editörü Baha Okar ’ında yargılandığı düzmece Devrimci Karargâh davasının duruşmasındaydık.Davada yargılanan devrimciler ve avukatları, tutuklanma tarihinden ancak11 ay sonra söz söyleme fırsatı bulabildiler. Bu davanın nasıl uydurulduğunuanlattılar, kendilerine yönelik suçlamaları tek tek yanıtladılar. Duruşmanınsonucunda 8 kişinin tahliyesiyle sevindik; fakat Baha arkadaşımızın da içle-rinde bulunduğu diğer devrimcilerin tutukluluğunun sürmesine üzüldük. Birsonraki duruşma 17 Kasım tarihinde.

    Baha Okar, tam bir yıldır, tamamen düzmece iddialarla işinden gücün-den, sevdiklerinden uzakta. Kim olduğu belirsiz bir itirafçının “2005-2007

    arası Kuzey Irak’taki kamptaydı” suçlaması yüzünden içerde tutuluyor.Baha’nın 2004 yılından beri dergimizin her alanında görev yaptığını, sürek -li İstanbul’da bulunduğunu, üstlendiği işlerin yoğunluğu yüzünden neredeysedergi bürosunda yattığını hepimiz biliyoruz. Baha için tanıklık yapacak bir -çok dergi çalışanı, arkadaşı, bilim insanı ve yayıncı var. Umuyoruz en kısazamanda bu traji-komik tezgâh son bulacak ve Baha ile diğer tutuklular ser -best bırakılacaktır.

    ***

     AKP iktidarının her türlü muhalefeti boğma girişimleri, Aydınlık gazetesive Ulusal Kanal  televizyonu çalışanları ile bazı İP yöneticilerinin gözaltınaalınmasıyla sürdü geçtiğimiz ay. Böylece tamamen kanunsuz biçimde içeriatılan gazeteci sayısı 100’e yaklaştı. Dergimiz baskıya girerken gözaltılar vegözaltıları protesto etmek için içerde ve dışarıda başlatılan açlık grevleri sü-rüyordu. Bu faşizan uygulamayı kınıyor, gözaltına alınan gazeteci ve politi -

    kacıların derhal serbest bırakılmasını talep ediyoruz.***

    Elinizdeki sayının kapak dosyası Alâeddin Şenel’in, maddenin, canlınınve toplumun evrimini, enerjinin oluşması ve dönüşmesi bağlamında ele aldı-ğı kapsamlı çalışması. Dikkat çekeceğimiz iki söyleşi var bu sayımızda. İlki,Bilim ve Gelecek Kitaplığı’ndan yeni çıkan “50 Soruda Matematik” kitabının yazarı Prof. Dr. Şahin Koçak ile yine yazarımız Ahmet Doğan’ın yaptığı, o-kurları matematiğin doyumsuz dünyasında yolculuğa çıkaran söyleşi. İkinci-si de Nalân Mahsereci’nin Prof. Dr. Metin Hotinli ile gerçekleştirdiği “Evren -sel kıyamet senaryoları” konulu ilginç söyleşi. Bu dosyalar ve diğer yazılarlabeğenilecek ve ilgi ile okunacak bir sayı çıkardığımızı düşünüyoruz.

    Yazımızı güzel bir haberle bitirelim. Değerli sanatçı, dergimizin dostuİsmail Hakkı Demircioğlu’nun Zeynep adlı bir kızı oldu. Demircioğlu ailesini

    kutluyor, Zeynep’e hoşgeldin diyoruz.Dostlukla kalın…

    Bilim ve Gelecek Aylık bilim, kültür, politika dergisi

    SAYI: 91 / EYLÜL 2011GENEL YAYIN YÖNETMENİ

    Ender Helvacıoğlu YAZIİŞLERİ MÜDÜRÜ

    Özlem Özdemir YAYIN YÖNETMEN YARDIMCILARI

    Nalân MahsereciBaha Okar

    İDARİ İŞLERDeniz Karakaş

    GRAFİK-TASARIMEren Taymaz

    ADRESCaferağa Mah. Moda Cad. Zuhal Sk. 9/1

    Kadıköy / İstanbulTEL: (0216) 345 26 14 / 349 71 72 (faks)

    www.bilimvegelecek.com.trE-posta: [email protected] grubumuza üye olmak için

    [email protected]

    adresine eposta göndermeniz yeterlidir.

     YURTİÇİ ABONE KOŞULLARI1 yıllık: 75 TL / 6 aylık: 40 TL

    (Bilgi almak için dergi büromuzu arayınız)

     YURTDIŞI ABONELİK KOŞULLARIAvrupa ve Ortadoğu için 60 Euro

    Amerika ve Uzakdoğu için 120 Dolare-ABONELİK KOŞULLARI

    1 yıllık: 20 TL / 10 Euro / 15 Dolar6 aylık: 10 TL / 5 Euro / 8 Dolar

    (Bilgi almak için: www.bilimvegelecek.com.tr )

    7 RENK BASIM YAYIM FİLMCİLİKLTD. ŞTİ. ADINA SAHİBİ

    Ender Helvacıoğlu

    SORUMLU YAZIİŞLERİ MÜDÜRÜDeniz Karakaş

    BASILDIĞI YEREzgi Matbaacılık

    Sanayi Cad. Altay Sok. No: 10, ÇobançeşmeYenibosna / İstanbul Tel: (0212) 452 23 02

    DAĞITIM: Turkuvaz Dağıtım Pazarlama YAYIN TÜRÜ: Yerel - Süreli (Aylık)

    ISSN: 1304-6756 DİLİ: Türkçe

    Bilim ve Gelecek

    ANKARA BÜRO: Bayındır 1 Sk. 22/16, Kızılay(0312) 433 00 38

    ANKARA: Çağlar Kılınç / Tel: (0505) 584 63 36 /[email protected]

    BARTIN: Barbaros Yaman / (0506) 601 64 50 / [email protected]

    BURSA: Evren Sarı / (0533) 526 49 80 / [email protected]

    İSKENDERUN: Bahar Işık / (0533) 217 71 96 /[email protected]

    İZMİR: Levent Gedizlioğlu / (0232) 463 98 57

      Osman Altun / (0541) 695 19 97

    SAMSUN: Hasan Aydın / (0505) 310 47 60 /[email protected]

    TARSUS: Uğur Pişmanlık / (0533) 723 47 89 /[email protected]

    ALMANYA: Çetin M. Akçı / [email protected]

    BELÇİKA: Emre Sevinç / [email protected]

    GÜNEY AMERİKA: Demircan Pusat /[email protected]

    İTALYA: Aslı Kayabal / [email protected]

    KANADA: Erdem Erinç / [email protected]

    KKTC: Kağan Güner / (0533) 836 84 87 / [email protected]

    BİLGİ ÜNİV. TEMSİLCİSİ: Nazan Mahsereci(0532) 485 63 63 / [email protected]

    İTÜ TEMSİLCİSİ: Deniz Şahin(0530) 655 82 26 / [email protected]

    İÜ (BEYAZIT) TEMSİLCİSİ: Ezgi Altınışık(0555) 481 64 38 / [email protected]

    ODTÜ TEMSİLCİSİ: Şule Dede(0505) 550 61 31 / [email protected]

    HACETTEPE/BEYTEPE TEMSİLCİSİ: Selim Eyüp Arkaç (0506) 663 84 12 / [email protected]

    9 EYLÜL ÜNİV. TEMSİLCİSİ: Buse Zorlu(0506) 472 73 84 / [email protected]

    TEMSİLCİLERİMİZ

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 091

    2/96

    2

    İçindekiler 

     

    PARANTEZ / Ender Helvacıoğlu

    Kağan Güner: Şövalye ruhlu devrimci... ....................4

    Sosyalist iktisatçı Aslan Başer Kafaoğlu’nu yitirdikAslan Başer Kafaoğlu

    Son binyılın en büyük düşünürü: Karl Marx..………....8

     KAPAK DOSYASI

    Alâeddin ŞenelEnerjinin, maddenin, canlının vetoplumun evriminde oluşması ve dönüşmesi........12

    Prof. Dr. Metin Hotinli ile söyleşiEvrensel “kıyamet senaryoları”.................................... ..30

    Prof. Dr. Şahin Koçak ile söyleşiMatematik ırmağına girmek...............………..……….38

    Alp HamuroğluBüyük Fransız Devrimi - 3:‘Almanya’daki Fransız Devrimi’..........………..……….44

    Ali TimuçinEskiçağ’ın doğu uygarlıklarında düşünce gelişimleri....51

    Taylan KarslıKarşı devrimin Birikim’i...............................................56

    Gül AtmacaKarışan Suriye ve Nusayriler.........................................62

     BİLİM GÜNDEMİ / Deniz Şahin..........................68Epigenetik ‘hafıza’, genetik mi çevre mi ikilemininanahtarı / Yaşamın Dünya’ya göktaşları ile

    gelebileceğinin bir kanıtı daha / Kuşların kökenihakkında yeni teori: Genişletilmiş iskelet kasları / Bakteri savaşları / Açık denizdeki hidrotermalbaca midyelerinde enerjisini Hidrojen’den sağlayansimbiyotik bakteri bulundu / Virüslerin bitkilerinasıl enfekte ettiği anlaşıldı / Kelebekler kuşlarayem olmaktan nasıl kurtuluyor?

    BİLİŞİM DÜNYASINDAN / İzlem Gözükeleş

    Bulut bilişim?........................................................73

     EVRENLE SÖYLEŞİLER / Richard T.HammondBir uranyum atomu ile söyleşi................................76

     YAYIN DÜNYASI / Özlem Özdemir ...................80

    Güner Or20. yüzyıl edebiyatı ya daFransa’nın asırlık yayınevi: Gallimard..........…….80

     GEÇMİŞE YOLCULUK / Aslı Kayabal..................84Savaş ve arkeoloji / ARKEO HABER: Apeninmumyaları / TARİH: Berlin Filarmoni’ningeçmişindeki Nazi gölgesi… İtalyan mafyasınıİspanyollar mı kurdu?.. / ARKEO MUTFAK:Tacuinum Bizantino…

    MATEMATİK SOHBETLERİ / Ali Törün

    Sonsuzu saymak....................................................87

     SATRANÇ / Bahar Kürekli...................................90

     BRİÇ / Lütfi Erdoğan..............................................92

     FORUM  ................................................................93

     BULMACA / Hikmet Uğurlu ..............................96

    KAPAK DOSYASI 12

    Başlangıçta ruh mu,madde mi,enerji mi vardı?

    Evrim ve enerjiAlâeddin Şenel yazdı…

    Gerçekleri ve•

    mitoslarıyla enerji

    karşısında insan…

    Enerji kaynaklarının•

    evrimi ve toplumsal

    dönüşüm…

    Enerji sorunu•

    nasıl

    çözülebilir?..

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 091

    3/96

    3

    Richard T. Hammond’un kaleminden…

    EVRENLE SÖYLEŞİLER

    Bir uranyum atomu ile söyleşi

    76

    38

    4

     “Matematiği birbirinden ayrı, deli deli akan iki nehir olarakdüşünüyorum, sonunda kavuşmuş olan. Biri şekillerin, öbürü sayıların

    nehridir. Her ikisi de somut problemlerden, tabiat tasarımlarındanyola çıktı; ama gittikçe bir aksiyomatikleşmeye doğru evrildi. O

    yapılar çeşitlendi, bugün muazzam bir nehirolarak birbirine karışmış şekilde akıyorlar.Önemleri kanıtlanmış temel yapı tipleri ortaya

    çıktı, matematikçiler büyük ölçüde bu yapılarlauğraşıyor. Ama her zaman bütün bildiğini

    unutup tekrar tabiata dönmek gerek. En büyükyol gösterici tabiattır.”

    “Katışık bir atomdum. HepimizHiroşima ve Nagazaki’yi duyduk

    ve afalladık. Hiçbirimiz bizdenbirinin bu kadar büyük çaplı

    tahribatına şahit olmamıştı. Atombombalarının fiziğini yeterince iyi

    anladım o zaman, fakat birbirinizi bu denli bir tutkuyla nasılöldürebildiğinizi hiçbir zaman anlayamayacağım. Kimi zaman,

    asıl amacınız evrendeki yaşamı yok etmekmiş gibi geliyor.”

    Prof. Dr. Şahin Koçak ile Ahmet Doğan50 Soruda Matematik’in yayımlanması vesilesiyle söyleşti…

    Matematik ırmağına girmek…

    Yaşamı boyunca Türkiye ve Dünya ekonomileriniemekçiler açısından analiz eden,

    Sosyalist iktisatçıAslan Başer Kafaoğlu’nu yitirdik…

    PARANTEZ / Ender Helvacıoğlu

    Kağan Güner doğaya döndüŞövalye ruhlu devrimci...

    Güneş, kırmızı dev haline gelip, Merkür’ü ve Venüs’üyuttuğunda, Dünya’daki yaşamın sonu gelecek mi?

    İnsanlığın kurtulma şansı ne kadar?

    Yoksa sonumuzu evrenin

    derinlerinden gelip Dünyamıza

    çarpacak bir meteor mu getirecek?

    Galaksimizin bir ömrü var mı?

    Evrende insanlıktan izler bırakmamız

    mümkün mü? Peki, evrenimiz nasıl

    sonlanacak? Bu her şeyin sonu mu demek?

    Prof. Dr. Metin Hotinli ile söyleşi:Evrensel “kıyamet senaryoları”

    30

    Ali Timuçin’in makalesi

    Eskiçağ’ın doğu uygarlıklarındadüşünce gelişimleri

    51

    Eski doğu uygarlıkları Yunanistan’da düşünce dünyasını büyük

    ölçüde etkilemiştir. Bu uygarlıkların dünyaya yararcı yönelişiYunanistan’da bir dönüşüme yol açacak, yararcı düşünce yanında

    yarargözetmez bir bakışın da gelişmesini sağlayacaktır. Yunanistan

    doğu uygarlıklarından aldığı etkilerin de katkısıyla zamanla

    mitolojik yani imgelemsel bakıştan ussal yani nedenler arasında

    çıkarımlar yapabilen bir bakışa geçecektir…

    8

    Coşkulu, keyifli bir devrimciydiKağan. Devrimciliğin tadına

    varmıştı. Hani bir çocuk nasıltutkuyla oyun oynar, nasıl

    güler katıla katıla; işte böyledevrimcilik yapardı.

    Kendisini

    “Son binyılın en

    büyük düşünürü:

    Karl Marx” adlı yazısıyla anıyoruz.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 091

    4/96

    4

    Parantez

    asıl öldüğünü anlatırsak nasıl yaşadığı da çıka-

    caktır ortaya. Ölümü, teslim olarak bekleyecekadam değildi Kağan. Ölümle savaşa savaşa öldü.Bedeninin her yanını saran kanserli hücrelerekarşı son bir huruç harekâtını da göze aldı. Di-yelim 6 ay, bir sene yatağa bağımlı yaşayacağına,binde bir de olsa ölümü alt etme olasılığını de-ğerlendirdi. Elde kılıç, alanda mücadele ederekcan verdi sevgili dostum. Yaşadığı gibi öldü şö-valye ruhlu devrimci…

    9 Ağustos akşamı bir devrimciyi kaybettik. Ka-ğan Güner’i… Unvanlarını, yapıp ettiklerini yazan

    çok olur; biz burada şöyle bir damıtmaya çalışa-

    lım Kağan’ı. Neler öğretmiş bize, neleri miras bı-rakmış, anımsayalım.

    Vicdani devrimci

    Kağan “ vicdani devrimci”ydi. Bu, “profesyoneldevrimciliğin” en üst aşamasıdır. Kimdir profesyo-nel devrimci? Hayatının her anını devrimci müca-deleye adayan kişi. Bütün entelektüel çabasını “na-sıl devrim yapılır?” sorusunun yanıtını bulmayahasreden kişi. Bu nitelikler Kağan için de gözü ka-palı söylenebilir, ama has devrimcilik için yetmez.Zamanında çok büyük işler başarmış, büyük hiz-metlerde bulunmuş bazı profesyonel devrimciler,yaşlandıklarında, yorulduklarında “profesyonel”devrimciliğe meylederler.

    Kimileri, kendi saatleriyle toplumun saatinibirbirine karıştırıp, fazla zamanlarının kalmadığıvehmine kapılarak, “kısa” (aslında çıkmaz) yolla-

    Şövalye ruhlu devrimci…Coşkulu, keyifli bir devrimciydi Kağan. Aslında başka türlü de devrimci olunmaz

     zaten. Azap çeker gibi devrimci olunur mu? Acı çekiyorsan, niye devrimcilikyapıyorsun? Devrimciliğin tadına varmıştı Kağan. Hani bir çocuk nasıl tutkuylaoyun oynar, nasıl güler katıla katıla; işte böyle devrimcilik yapardı. Neye benzerdevrimcilik? Örneğin uçurtma uçurmaya. Nasıl müthiş bir duygudur, çayırdakoşa koşa uçurtma uçurmak… Mutlu bir insandı Kağan. Nicelikler değil NiteliklerDünyasının mutlu insanı…

    Ender Helvacıoğlu

    N

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 091

    5/96

    5

    ra sapmaya eğilim gösterirler. Böyleleri “devrim”i anla-mışlardır belki ama “evrim”i anlamamışlardır. Devrim,o büyük an, devrimcilerin başını göğe erdirecek o bü-yük dalga, ille de kendi yaşam kesitlerinde gerçekleşme-ye zorunluymuş gibi davranırlar. Devrimin adamıdırlar,hatta onun için yanıp tutuşurlar; ama evrimin adamı o-lamazlar. “Kendi için devrimci” olmanın bir görünümü-dür bu.

    Kimileri, geçmişte yapıp ettiklerinin, hatta yedi gö-beğinin çetelesini tutmaya başlar. “Eğer devrimci ol-masaydım kim bilir hangi yüksek mevkilere gelirdim,nasıl rahat yaşardım, ama tabi ki bunlara tamah etme-dim” türünden sözler dökülüverir ağızlarından. Birazdaha sıradan olanları kadrinin bilinmediğinden yakınırdurur; daha gevşek olanları çektiği acıları, örneğin u-zun mahpusluk yıllarını ranta çevirmeye çalışır. Bu as-lında, açık konuşalım, halka borç yazmaktır, halktan

    talep etmeye başlamaktır. Profesyonel devrimcinin,“profesyonel” devrimciliğe dönüşümünün başladığınoktadır bu.

    Kimileri ise, yaşam sevinçlerini yitirirler, “rutin dev-rimciliğe” düşerler. Bildikleri tek iş “devrimcilik”tir;başka bir şey bilmedikleri için devrimcilik yaparlar.“Görev icabı” devrimcidirler. Giderek kendi kafaları-nı kendi omuzlarında taşıyamamaya, üstlerini (hattahalkı) bir işveren gibi görmeye başlarlar. Kendileri isehizmetkârdırlar, “halkın hizmetkârı”… Hizmetkâr ol-mak, hizmetinin karşılığını talep etmeyi de getirecek-tir ister istemez. Geldik mi yine “profesyonel” devrim-

    ciliğe…Bütün bunlar insanlık halleri, insani zaaflar; hepimizdeşu veya bu ölçüde vardır veya var olacaklardır. Fakat Ka-ğan Güner böyle bir devrimci değildi; hiç olmadı. Büyükkonuşmayalım, belki de bu tür zaafları ortaya çıkacak ka-dar yaşayamadı, 48 yaşında öldü sevgili dostum. Ama ya-şadığı sürece hiç böyle olmadı. Bu nedenle Kağan için“profesyonel devrimci”likten daha farklı bir tanım bulma-ya çalıştım, “vicdani devrimci” tanımını bulabildim.

    Nedir “vicdani devrimcilik”? Nasıl açıklamalı?

    Devrimi, bir çocuğun anne-babasını sevdiği gibi de-ğil, yavukluyu sever gibi de değil, bir ananın çocuğunu

    sevdiği gibi sevmek. Yani pür karşılıksız emek… Hak-

    kı ödenmeyecek emek… Hakkın yadsınışı. Sosyalizminreddi. Komünizm… Ütopya…

    Görev icabı değil, yaşam icabı devrimcilik… Doğaldevrimci… Böyleydi Kağan. Oyun oynar gibi devrim-ciydi; eğlenir gibi, yiyip içer gibi, yolda yürür, denizdeyüzer gibi, ağlar-güler gibi… Gösterişli ve parlak değil,naif bir devrimciliği vardı Kağan’ın. “Kendisi için dev-rimci” değil, “kendiliğinden devrimci”… Sınıf, kendisiiçin devrimci olmaya; entelektüel ise kendiliğinden dev-rimci olmaya çalışmalı.

    Kendi başını kendi omuzlarında taşıdı Kağan; bu o-

    nun en önemli özelliği… Bir hata gördü mü, isterse bu-

    nu üyesi olduğu parti yapsın, yoldaşı yapsın, acımazdı;bildiğini okurdu. Vicdanı bütün sınıfı, hatta halkı kap-sardı; sadece sınıfın veya halkın öncülerini değil. Bu, ol-dukça riskli bir devrimcilik. Kişisel hatalara açık, amakolektif hataları önleyici (en azından uyarıcı) bir dev-rimcilik. Her partiye lazım bir adamdı Kağan. Kağan’ınızyoksa rahat edersiniz, ama devrim yapamazsınız.Kağan’ınız varsa işiniz zor, ama devrim yapma olasılığı-nız daha fazla.

    Vicdani devrimcilik, üst düzey bir entelektüalizm ileüst düzey bir halkçılığın sentezidir. Son tahlilde nereye

    bağlıyız? Yoldaşa mı, partiye mi, sınıfa mı, halka mı, i-

    deolojiye mi? Kağan hepsine bağlıydı, ama son tahlildehiçbirisine değil. Gerçeğe bağlıydı Kağan, gerçeğe âşıktı.

    Kağan, çocukları Judana ve Temmuz ile birlikte.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 091

    6/96

    6

    Diğerleri bunun türevleri. “Vicdani devrimcilik” böylebir şey; zor bir şey. Çünkü “gerçek”, felsefenin hâlâ netolarak açıklayamadığı bir kavram.

    Coşkulu, keyifli devrimci

    Bazı devrimciler, asık suratlılığı bir meziyet sanır.Çok ciddi işlerle uğraşmaktadırlar ya… İşleri başların-dan aşkındır ya… Gülmeye, eğlenmeye, keyiflenmeyevakitleri yoktur. Halk acı çekerken, sömürü diz boyuy-ken, yoldaşlar içerdeyken, eğlenmek de neymiş! Kağan

    böyle bir devrimci değildi. Şimdi bu yazıyı yazarken, bil-

    gisayarıma indirdiğim onlarca fotoğrafına bakıyorum;hepsinde gülüyor sevgili dostum. Düşünüyorum da, a-sık suratlı bir Kağan anımsamıyorum.

    Coşkulu bir devrimciydi Kağan. Aslında başka türlüde devrimci olunmaz zaten. Azap çeker gibi devrimci o-lunur mu? Acı çekiyorsan, niye devrimcilik yapıyorsun?Devrimciliğin tadına varmıştı Kağan. Hani bir çocuknasıl tutkuyla oyun oynar, nasıl güler katıla katıla; iş-te böyle devrimcilik yapardı. Neye benzer devrimcilik?Örneğin uçurtma uçurmaya. Nasıl müthiş bir duygudur,çayırda koşa koşa uçurtma uçurmak…

    Mutlu bir insandı Kağan. “Mutluluk”, en ideolo-

     jik kavramlardan biri; belki de birincisi. Kapitalizminmutluluk anlayışı bireyci ve tekelcidir. Nicelikler dün-yasının “mutluluğu”dur bu. Mutluluk atfettiğin şeyle-re ne kadar sahip olursan ve etrafındakilerden ne ka-dar sakınırsan o kadar “mutlu” olursun bu dünyada.Zavallıların yabancılaşmış mutluluğu! Sosyalistler isenitelikler dünyasının adamıdırlar. Sosyalistlerin mutlu-luğu paylaşıldıkça büyür. Kağan, paylaşmak ne kelime,saçardı mutluluğunu. Keyif alırdı devrimcilik yapmak-tan, eğlenirdi… Ve bu keyfi, bu eğlenceyi bulaştırırdıhepimize.

    Baksanıza, ölümünün ardından yazıyorum ama ko-

    nu Kağan olunca epey eğlenceli olmaya başladı böyle biryazı bile… Başlayalım mı oynamaya?

    Kağan, hangisi olurdu?Dost ortamları kurduğumuzda bir oyun oynarız za-

    man zaman: “Bir … olsaydı hangisi olurdu?” oyunu.Örneğin ben “bir satranç taşı olsaydı hangisi olurdu?”veya “bir bilim dalı olsaydı hangisi olurdu?”nun uzma-nıyımdır. Asaf ile “bir roman kahramanı olsaydı”yı oy-namak zevkli olsa gerek; Tunca ile “bir film kahramanıolsaydı”yı… Deniz’in (Öğüt) “bir içki olsaydı”nın, AyıKamil’in ise “bir yemek olsaydı”nın üstadı oldukların-dan şüphe yok!

    Kağan bir satranç taşı olsaydı hangisi olurdu? Şah,vezir… bunlar Kağan’a göre değil. Kağan Kral değil,“Kral çıplak!” diyen çocuktur. Kale? Kale olmak “ağırabi”lerin işi, Kağan’ın delidoluluğuna uymuyor. Fil?Hiç değil, çok tekdüze… Evet, evet, At! Kağan, bir Atolurdu sanırım. Kimsenin gitmediği gibi giden, karşı-sındakinin üstünden atlayabilen tek taş… Kağan bir

    piyon bile olsa, ne yapar eder, karşı safın son karesi-

    ne ulaşır, ama herkes gibi Vezir’e değil, At’a dönüşür-dü, eminim.

    Ya bir bilim dalı olsaydı? Kağan’ı bir bilim dalıy-la özdeşleştirmek çok zor; bakmayın Bilim ve Gelecek temsilcisi olduğuna… Bir zamanlar UFO’ları kapakyapmıştık; dergi çıkana kadar Kağan’a çaktırmamıştık.Hep söylenmiştir (son ameliyatından iki gün öncekisohbetimizde bile), bu kapağı benden kaçırdılar diye.Kaçırmayıp da ne yapacaktık; bilseydi mutlaka yazmakisteyecek, uzaylılardan falan bahsedecek, elaleme ke-paze edecekti bizi! Bu nedenle “sınırda” bir bilim dalı

    bulmalı Kağan için. Temel bilimleri geçelim. Parapsi-

    koloji mi desek… o kadar da değil! Psikoloji diyebilirizbelki… Sosyoloji de uyar gibi… En iyisi Ekoloji diye-lim; biraz “eko”, biraz “loji”. Hem caretta caretta’larınşefine yakışacaktır Ekoloji.

    Peki, Kağan bir roman kahramanı olsaydı? Bu konu-nun duayeni Asaf; o ne der bilmem ama benim hemenaklıma gelen isim: Don Kişot. Yel değirmenlerine savaşaçan adam. Bedenine yerleşmiş 30 kiloluk kitleyi düello-

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 091

    7/96

    7

    ya davet etmedi mi Kağan? Sonu yüzde 99 belli olan birdüello! Yüzde 1’lerin adamıydı Kağan. Ütopyacı dostumbenim… Son şövalye… Ama kesin olan bir şey var: Dev-rimi hep yüzde 1’ler yapar. Yüzde 99’san devrime ne ge-rek var ki?.. Devrim, yüzde 1’lerin yüzde 100 olma süre-cidir. Marie Curie gibi, bir ton balçığı bir gram radyumadönüştüreceksin. Umutla, ısrarla, kağanla…

    Kalın hatlarınince ruhlu devrimcisi

    Kağan’ı tanıyanlar onun nasıl ince ruhlu bir in-san olduğunu bilirler. Karıncaezmez bir kişiliği vardıKağan’ın. Ama madalyonun diğer yüzü de var. Bir “kalınhat devrimcisi”ydi Kağan.

    Bir entelektüelin en fazla özen göstermesi gerekenkonu kalın çizgilerini kaybetmemektir. Özellikle “ente-lektüelin” diyorum, çünkü kalın çizgilerini kaybetmek

    esas olarak bir ente-

    lektüel hastalığıdır.Kalın çizgilere yapı-lan vurgu, bazı ente-lektüellerin küçüm-seyerek ifade ettiğigibi bir kabalaştırmadeğildir. Tersine, enderin gerçeklerin enyalın ifade edilişidir.Bu “kaba” gerçeklerkavranmazsa eğer,

    yapılan “incelikler”inhiçbir değeri kalmaz.Kalın çizgiler, a-

    dı üzerinde, herkesinsezebileceği ve anla-

    yabileceği biçimde, son derece belirgin ve “kalın”dırlar.Peki, nasıl oluyor da kimsenin bilmediği konuları bilenentelektüelin, herkesin anlayabileceği bir konuda kafasıkarışıp ayağı dolanabiliyor? Bu paradoksun da bir sosyo-lojisi var. Kalın çizgileri sınıf mücadelesi pratiği belirler.Entelektüelin sınıfı yoktur; entelektüel sınıfını kendisiseçer. Emekçinin ise sınıfını seçme şansı yoktur; o zaten

    bir sınıfın üyesidir. Bir emekçinin çok kolayca, hatta birrefleks olarak aldığı tutumu, bir entelektüelin almaktazorlanmasının nedeni budur.

    Evet, incelikler kaybedilirse, kaba saba bir devrimciolunur. Olmayalım; bu kabalıklardan da çok çektik. A-ma insan kalın çizgilerini kaybederse -lafı sakınmadansöyleyelim- dönek olur. Bizim bilge halkımız her şeyi af -feder, ama dönekliği affetmez. Bu da onun kalın çizgile-rinden biridir.

    Kağan ince ruhlu bir sanatçı olmanın yanı sıra, ka-lın hat üstadı bir politikacıydı da. Önce ana ayrımı se-zer ve safa girerdi; sonra başlardı o safı kuyumcu titiz-

    liğiyle işlemeye. Tartışmasız devrim yapandan yanaydıKağan; Robespierre’in de, Lenin’in de, Mustafa Kemal’inde Mao’nun da. Yine her zaman emperyalizme başkaldı-

    ranın safında yer alır-dı. Bunlar onun kalınhatlarıydı, buralardaoynadığını hiç gör-medim. Ayrıntılardaise çok tartışmışız-dır; hatta bunlar der-gi sayfalarına da yan-sımıştır.

    Döneklerden isenefret ederdi. Ne ka-dar ince, ne kadar sa-natçı, ne kadar bilim-ci olurlarsa olsunlar…Böylelerinden söz e-derken, kaşlarını ça-tıp, geriye kaykılarak “Alllçaaak” deyişini sanırım onu

    tanıyan herkes anımsayacaktır.Bizim kuşağınölmeye hakkı yok

    Kağan Güner, değdiği herkeste derin izler bıraktı. Ca-retta caretta’larda bile… Devrimci, sanatçı, ressam, tasa-rımcı, eylemci… buluruz bunları. Ya bir dostun kaybı?Hepimiz biliyoruz ki, bir dost doğaya karıştığında, aslın-da onun için ağlamayız hiçbirimiz. İtiraf edelim, kendi-miz için ağlarız. Bıraktığı boşluk için ağlarız; o boşlukbizim boşluğumuzdur. Giden her dostla biz de giderizbiraz; ona ağlarız. Her gerçek dost insana farklı bir bo-

    yut katar. Bir boyutumuzu yitiririz, ona ağlarız.Unutmayacağız; yaşamı bize yol gösterecek, falanfilan… İşin aslı sevgili Kağan, bizim kuşağın ölme-ye hakkı yok. Çok erken değil mi be kardeşim? Bizimkuşak henüz ölmeye hak kazanmadı. Çok borcumuzvar. Genel olarak devrimcilerin halka olan borçların-dan söz etmiyorum. Bizim kuşak henüz topluma vur-ması gereken damgayı vuramadı; bildiklerini gençlereaktaramadı. Bu nedenle bize, geride kalanlara düşen,Kağan’ın da borçlarını üstlenip kararlılıkla ödemeyeçalışmak.

    Güle güle dostum… Haydi bakalım…

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 091

    8/96

    8

    -Birinci bölüm-

    Son binyılın en büyük düşünürü: Karl Marxİngiliz BBC haberleşme kurumu, Berlin Duvarı’nın yı-kılışının 10. yıldönümünde, sona eren binyılın en bü-yük düşünürleri hakkında bir araştırma-anket yaptı. Ay-lar boyu süren bu anketin sonucunu BBC 1999 yılınınEkim ayında açıkladı. Yüz binlerce katılımcının oy kul-landığı ankette birinciliği kazanan isim, Karl Marx idi.İkinciliği ve izleyen sıraları kimlerin aldığını burada ya-zarak, Marx’ın bu ankette kazandığı payenin ne kadar ö-nemli olduğunu okuyucularımıza anlatabilmek isteriz.İkinci sırayı Albert Einstein almıştı. Üçüncü ve dördün-cü ise, sırayla büyük fizik bilgini Newton ile Darwin idi.Aylarca süren dev anketin sonuçları böyleydi.

    Aslında anket, Marksizmin gözden düşürülmeye çokçalışıldığı bir zamanda yapılmıştı ve bu sonucun gelece-ği bilinseydi bu işe katiyyen girişilmezdi. Anketin yapıldı-ğı sıralarda, sosyalizmin ve Marksizmin öldüğünü anlatanyüzlerce sözde bilimsel kitap yayımlanıyordu. Karl Marxismi, bütün bu aleyhte kampanyaya karşın ipi birinciliklegöğüslemeyi başarmıştı. Bir de şu var: Örneğin Newton’unadından hep saygıyla söz edilir. Descartes, Einstein veyaKant ismi anılınca da öyle. Ama Marx ismi anılınca, kar-şıdan sayısız kötüleme, yalanlama ve hatta küfür de bir-likte gelir. Marx ismi işte bu handikapları da aşmış bulu-nuyor. Daha da beteri Marx ve yapıtları, Engels dışındahiçbir Marksist tarafından en doğru biçimiyle yorumlan-

    mış da değildir. Ama bütün bu eksik ve engellere karşınKarl Marx saygın bir ankette birinciliği kazanmıştır.

    Aslında bu anket 1999’da yapılmıştır. Ama varılansonucun doğruluğu onu sevmeyenlerce de yadırgan-mamıştır. Doğrusu ben de bu ankete katıldım, benimsıralamamda birinci Descartes, ikinci Karl Marx idi. Ko-nuyu İngiliz The Economist dergisi 21 Aralık tarihli özelChristmas sayısında tazeledi. Aslında Marx’ın düşüncesi1999’dan bu yana insanların arasında daha bir yaygın-lık ve güç kazanmıştır. Bu anket şimdi yapılsa Karl Marxdaha kolay kazanır.

    Serbest piyasa ekonomisinin sonukaçınılmaz 

    Çünkü Karl Marx’ın serbest piyasa ekonomisi üzerin-deki değerlendirmeleri bugün bütün kesinliğiyle geçerli-dir. Marx’a karşı serbest piyasa ekonomisinin hiç tökez-lenmeden süregideceği ileri sürülüyordu. Serbest ticaretekonomisi 1930’larda onun temel felsefesine aykırı yol-lar izlenerek yıkımdan kurtarılmıştı. Bu yolun “tartışıl-maz ve yadsınmaz” yöntemlerini anlatan büyük ekono-mist Keynes, aslında Marx’ı en iyi yorumlayan ve bunagöre serbest piyasa ekonomisini düzelten adamdı. Onunana kitabı olan, kısa adıyla Genel Teori’de yazdığı sonparagraf çok önemlidir.

    Değerli Marksist iktisatçı Aslan Başer Kafaoğlu 28Temmuz 2011 günü 83 yaşında hayata gözleriniyumdu.

    1928 yılında Yozgat’ta doğan Kafaoğlu, AÜ Siyasalbilgiler Fakültesi’ni bitirdi. Devlet Planlama Teşkila-tı ve Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nda çalışan,

    mali müşavirlik yapan Kafaoğlu, yaşamı bo-yunca Türkiye ve Dünya ekonomilerini e-mekçiler açısından analiz etti. PolitikayaSosyalist Kültür Derneği’ne girerek başla-

    yan Kafaoğlu, Türkiye İşçi Partisi (TİP)’e

    üye oldu. 1980 sonrası SHP PartiMeclisi üyeliği, ÖDP kuruculu-

    ğu yapan değerli iktisatçı, sonolarak İP’e üyeydi.  Aydınlık veTeori  dergilerinde makaleleryazdı.

    Kafaoğlu’nun çok sayıda e-seri (Türkiye Ekonomisi: Yakın

    Tarih 1-2, İşte Alternatif , 24 Ocak Kararları, Liberalizmve Demokrasi, İktisat’ta Doğrular ve Yanlışlar ,  ABD veSerbest Piyasa Masalı, Varlık Vergisi Gerçeği, KİT Ger-çeği ve Özelleştirme, AKP’nin Dilenme Ekonomisi ve Çö-küş, vb.) ve çevirileri (Sosyalist Anlayış, Kapitalizm Ne-reye Gidiyor , Üçüncü Dünya’nın Yağmalanması, 2000’liYıllara Girerken Kapitalizm, Tarım: Bolluk İçinde Yok-sulluk) yayımlandı.

    Dergimizin de yazarlarından ve danışmanlarındanolan Aslan Başer Kafaoğlu 12. Ütopyalar Toplantısı’nakatılmış ve büyük ilgi gören bir sunuş yapmıştı.

    Kafaoğlu’nu 2004 başlarında  Aydınlık  dergisinde üçhafta boyunca yayımlanan “Son binyılın en büyük dü-şünürü: Karl Marx” adlı yazısıyla anıyoruz. Kafaoğlubu önemli makalesinde kapitalist ekonomileri geleceğeuzanarak analiz ediyor ve bugün çok daha iyi anlaşılanöngörülerde bulunuyor.

    Aslan Başer Kafaoğlu’nun eserleri, düşünceleri vemücadelesi her zaman yolumuzu aydınlatacak.

    Sosyalist iktisatçı Aslan Başer Kafaoğlu’nu yitirdik

    Yaşam boyu emekçilerin kuramcısı

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 091

    9/96

    9

    Bu paragrafın bir yerinde bü-yük iktisatçı, ekonominin hedefi o-lan “tam istihdam”a varabilmesi için

    “Yatırımların Sosyalizasyonunu” tekyol olarak gösteriyordu. Böylece ya-tırımlarda, kârları en çoğa çıkarmayıamaçlayan liberal ekonominin temelaksiyomu yerine yeni bir temel ak-siyom giriyordu. ABD dahil serbestpiyasa ekonomisi felsefelerine göreişleyen bütün ekonomiler büyük İn-giliz iktisatçının reçeteleriyle, ölüm-den bana göre “geçici bir süre” kur-tulmuşlardı. Evet, “geçici bir süreiçindi” bu kurtuluş. Keynes de böy-

    le söylüyordu. Her ekonomik biri-

    min sadece kârını maksimize etmesi(en çoğa çıkarması) yetmezdi. Libe-ral ekonominin savunduğu bir “gö-rünmez el” de yoktu. Keynes’e göre,bunalımdan kapital ekonomi kurtul-muştu ama bu geçiciydi. Sürekli Tamİstihdam (toplumun bütün işgücü-nün çalıştırılmasına) ve bu amaca u-laşmak için ise yatırımların sosyalizeedilmesi şarttı. Bu yapılamaz ise ikti-sadi çöküş mukadder idi.

    İlk ağızda kapitalist düzen“ölmemek için”, Keynes’in öğüt-lerinde kaldı. Savaş yıllarında ö-zellikle ABD Keynes’in öğütleri-ni aynen tuttu. Sanki Amerikanekonomisini Keynes yönetiyor-du. ABD bu sayede II. DünyaSavaşı sonunda dünyanın diğerekonomilerine kıyasla büyükbir üstünlük sağladı. Savaş son-rası da bir süre, 1946 yılındaölen Keynes’in öğütleri tutul-du. Ama aç gözlü kapitalistler,kârlarının en çoğa çıkmasını

    engelleyen Keynesçi fikirlere uyaniktidarları ayakbağı saydılar. Dolu-dizgin ve sınır tanımayan bir kârı en

    çoğa çıkarmayı amaçlayan ekonomikdüşünce, neo-liberal düşünce bütünkapitalist dünyada adeta “norm” dü-şünce şekline geldi. Sınırsız serbestticarete sınır getiren her düşünce, or-taçağ taassubunun kâfirlik niteliğineeş nitelemelere uğradı.

    Kapitalizm 2010’dan sonra yeryüzünden silinecek

    Onlara bakılırsa, bu kâr düze-ni sınırsız bir zaman sürecekti.

    Marx’ın tanısının tersine kapitalistdüzen (onlar serbest piyasa düze-ni diyorlar) sınırlı bir zaman parça-sında değil sonsuza kadar sürecek-ti. Buna kanıt olarak da ABD, ABve Japonya ve hatta Asya Kaplanla-rı adını verdikleri bazı Uzakdoğu e-konomilerindeki millî gelir istatis-tiklerine yansıyan yüksek gelişmehızlarını gösteriyorlardı. Onları hak-lı göstermeye yarayan bu gelişmeler1995’ten sonra değişmeye başladı.

    1997’de Asya Kaplanları grup ha-linde bir bunalım geçirdi. Bunu at-lattılar mı denirken, bunalım kapi-talistleştirilen Rusya’ya, arkasındanBrezilya’ya, Türkiye ve Arjantin’esıçradı. Örneğin, Türkiye’de yurttaş-ların birey başına geliri 1990’dan buyana artmadı.

    Ama Arjantin ve Türkiye gibi ül-kelerdeki gerilemede aranmasın ka-pitalizmin duraklaması ve gerile-mesi. Bugün kapitalist övgücülertarafından sistem gelişirken gökle-re çıkartılan Japonya on yıldır geri-lemekte. Kapitalist yönetim ve onaakıl veren kapitalist düşünceye be-linden bağlı fikir adamları on yıldır

    buna bir çare bulamadılar. Bu has-

    talık sadece Japonya’ya özgü sanılır-ken, AB’nin lokomotifi Almanya veona sıkı sıkıya bağlı Fransa da dur-gunluğa girdi. Sonunda durgunlukgeldi ABD ekonomisini de vurdu.Kapitalist düzenin en büyük savu-nucuları bile artık o tatlı günlerinbittiğini kabul ediyor.

    Bizim yıllardan beri Karl Marx’ınfikirlerine dayandırdığımız “Kapita-lizmin 2010’dan sonra yeryüzünden

    silineceği” yolundaki tanı artık o ka-

    dar şaşırtıcı değil.Aslında anlamlı olan, kapitaliz-

    min herhangi bir dış etkenle (havakoşullarının anormal değişmesi, şid-detli depremler, vandal istilası gibi)değil fakat tam da Marx’ın çok doğ-ru biçimde saptadığı kapitalist düze-nin ana niteliklerinin özünden do-layı yıkıma girmesidir. Marx’ın asılbüyüklüğü de buradadır. Bunu dagelecek yazıda görelim.

     Aslan Başer Kafaoğlu (en solda) 12. ÜtopyalarToplantısı’nın açılış kokteylinde, Savaş Emek veDr. İbrahim Sivrikaya ile sohbet ederken.

    -İkinci bölüm-Amerikan ekonomisinin çıkmazı

    Mahvolduğu, düşünce tarihin-den silindiği sanıldığı bir za-manda BBC tarafından yapılan birankette, ünlü bilgin-filozof AlbertEinstein’ın önünde birinciliği kaza-nan Karl Marx bu payeye gerçektenlayık bir düşünür olarak, bugün da-ha da gözlerde büyümektedir. Bunu

    anlamak için 2002 yılında dünya e-

    konomisinde neoliberal denilen, as-lında Fransız Marksistlerin 1950’den

    sonra koydukları isimle “devletlebütünleşmiş kapitalist” ekonomile-rin, 1995’ten ve özellikle 1999’danbu yana geçirdikleri süper krize birgöz atmak yeter.

    1999’dan bu yana bizim kısacakapitalist ekonomiler dediğimiz vegirişim kârını en çoğa çıkarmayı a-

    maçlayan (kâr maksimizasyonunuhedefleyen) blokların içine girdikle-ri duruma bir göz atmak yeterlidir.

    İsterseniz bu ülkeleri üç bölümde e-le alarak inceleyelim. İlk irdelemeyebaşlayacağımız ülke Japonya. Bu ül-ke 1950’den 1995’e kadar olan za-man parçasında kapitalizmin “yıl-dız ülkesi” sayılıyordu. Yıllık yüzde7’den aşağı düşmeyen büyüme hızı,yıllar geçtikçe artan mal ve hizmet

    ihracatı ve sıfır sayılabilecek işsiz-

    lik sayısı ve oranıyla Japonya’ya im-renmemek mümkün değildi. Hemen

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 091

    10/96

    10

    bütün dünya ülkeleri dış ticaretle-rinde açık verirken, sadece Japonyave onun yanında Almanya bu açık-

    ları karşılıyordu. Birçok ekonomistbu hızlı ve güvenli gelişmenin sırrı-nı açıklamak için teori üzerine teo-ri geliştiriyordu. Japon sermayesi ya-tırımlarında ülke sınırlarını aşmış,dünyanın başka yerlerinde yatırım-larda bulunmaktaydı.

    Örneğin Amerika’nın en büyük o-tomobil üretim firmalarından hissesenedi alıyorlar, dünyanın en büyükalışveriş merkezi olan New York’takiRockfeller Center’ın tapusunu adla-

    rına çeviriyorlardı. İşte bu derece bü-

    yüyen efsunlu dev, 1995’ten sonra ilkönce banker ve banka iflasları ile sar-sıldı. “Canım nasıl olsa kurtulur” di-lek ve tanıları da sökmedi, o yıllardanbu yana her yıl küçülüyor, büyümehep negatifte. 2003’te binde 5 oranın-da küçüleceği, iyimser tahminlerdebelirtiliyor. Yıllardan beri ülkeye ge-len hükümetler neoliberalizmin reçe-telerini yazıp uyguluyorlar. Ama üfü-rükçü nefesi kadar bile çare olamıyor

    bu reçeteler. On yıla yaklaşan bu du-

    raklama ve gerileme iki bakımdan ö-nemli. Birincisi neoliberal reçetelerlebu yönteme göre işleyen ekonomile-rin tekerlerine taş gelemeyeceği, bü-yümenin zaman zaman yavaşlasa dabu ülkelerde sonsuza kadar sürece-ği yolunda son derece itibarlı eko-nomistlerin, enstitülerin uydurduğumasallar kamuoyunda etkisini yitir-di. İkincisi ve daha önemlisi, aslında Japon ekonomik bunalımı; Japonya

    ekonomisi açısından çareler bulun-

    dukça kapitalist ekonominin en bü-yüğü (ülke ve önem olarak) yıkıma

    gideceğinin açıkça görülüyorolması. Çünkü Japonya’da onyıl süren bunalım üretilen ü-rünlere ülke içinde pazar bu-lunmayışı sonucu. Aslında buhastalığa Japonya açısındançare var. Japonya yapacağı birdevelüasyonla buna karşı çı-kabilir. Yapılacak bu develü-asyonla, stok fazlası erir veyeniden üretim artışı sağlana-bilir. Ancak bu develüasyon, Japonya ile aynı tip malları ih-raç eden ABD ekonomisini e-

    saslı biçimde yaralar. Bu ise zaten dışticaretinde yılda 500 milyar dolar a-çık veren ABD milli ekonomisini hat-

    ta belki de çökertebilir. Örneğin bir Japon yeni develüasyonundan son-ra ABD dışarıya belki de bir tek oto-mobil satamaz. ABD’nin ekonomikyapısını bilenler bunun ABD için neanlama geleceğini çok iyi değerlen-direbilir. En iyi değerlendirenlerdenbirisi ise zamanın ABD Cumhurbaş-kanı Clinton olmuştur. Clinton biryıl içinde sadece kendisi Japonya’yaüç defa (ABD tarihinde hiçbir zamanAmerikan Cumhurbaşkanı bir ülke-

    ye aynı yıl içinde üç ziyarette bulun-

    mamıştır) giderek, ilaç olarak ilk aklagelebilecek olan Japon parasının de-valüe edilmemesi yolunda ağır baskı-da bulunmuştur. Basketteki deyimle,uygulanan bu “tam saha pres” sonu-cu Japon yöneticiler bu yolu adetakafalarının en ulaşılmaz yerine göm-mek zorunda kalmışlardır. Ancak Ja-pon ekonomisindeki bu kriz sürüyor;doğal ki, saatli bir bomba gibi JaponYeni devalüasyonu tehlikesi de. Japon

    krizi böyle sürerse bu ülke “ölmemekiçin öldür” formülünü her zaman uy-gulayabilir. Diyelim ki bunu yapma-dı. Krizden asla kurtulamaz. Kapita-list dünyanın bu dört trilyon dolarlıkmilli geliriyle ikinci sırayı tutan ülke-si onarılamaz bir dertle hastadır.

    Amerikan ekonomisinin tek der-di bu olası saatli bomba patlamasıda değildir. Bu kapitalist blokun başıayrıca kendi yapısından gelen dert-ler sonucu ölümcül biçimde zayıf -

    lama sürecine girmiştir. Borsalardahisse senetleri hızla düşmektedir. Biryatırımcı 1999’da 1000 dolara alabi-

    leceği bir hisse senedini bugün ABDborsalarında sadece 300 dolara satınalabilir. Aslında Amerikan iş dünyasımal alım satımlarından doğal nakitfazlasını artık yatırımlara değil borçfaiz ve taksitlerine yatırarak ayaktakalabiliyor. ABD’de firma kârlarının(daha doğru deyimle nakit fazlası-nın) yüzde 15’i ABD içinden ve dı-şından alınmış borç faizlerine gidi-yor. Yani ortalama olarak yüzde 15“finansman giderleri dışındaki kâr”ancak borç faiz ve taksitlerini öde-meye yetiyor. Artık ABD ekonomi-sinin yürütücülüğü, Shumpeter’ingöklere çıkardığı girişim sahibin-den para sahibine geçmiştir. Marx’ın

    Kapital’inin 3. cildindeki “Faiz Ge-

    tiren Sermaye”nin tefeci faizcileri,dünya ekonomisinin dizginlerini el-lerine geçirmişlerdir. 1990’larda ABDekonomi basınının güvendiği bağım-lı veya bağımsız yatırımcının borsa-lardan hisse senedi ve tahvil alarakekonomiyi beslemesi mekanizma-sı ise son yıllarda çöküş halindedir.Borsalardan ekonomik girişimcile-re akan fonlar 1999’da üç birim isebugün bu bir birime düşmüştür. Yi-

    ne 1990’larda sistemin kurtarıcısı o-

    lacağı düşünülen şirket birleşme veevliliklerinin de yıldızı sönmüştür.2000 yılında 3,5 trilyonu bulan buçeşit birleşme ve evliliklerin hacmi 1trilyon dolar civarına düşmüştür. A-merikalılar da tıpkı Japonlar gibi bukötü gidişe karşı neoliberal ekono-minin örgütlediği çeşitli reçeteleriy-le karşı çıktılar. Faizleri yüzde 6’danyüzde 1’e kadar indirdiler (Japonlarsıfıra indirmişlerdi) olmadı. Nüfuz-

    larının geçtiği ülkelere baskı yapıpgümrüklerini indirttiler, olmadı. Fa-kir ve hastalara yardımları azaltmakistediler, yapamadılar. Tarım kesimi-ne verilen kamu desteğini azaltmakistediler, yapamadılar. (Dikkat edinkendi halklarına kabul ettiremedik-leri sömürü ve fakirleştirmeyi bizimgibi ülkelere dayatarak kabul ettirdi-ler.)

    Amerikan ekonomisi gün geçtik-çe yaşaması için esas olan şeyleri ar-

    tan bir hızla yitiriyor. Neleri yitirdi-

    ğini ve ne yapsa kurtulamayacağınıgelecek yazıda göreceğiz.

     Aslan Başer Kafaoğlu, 12. Ütopyalar Toplantısı’nda eşiTürksen Başer Kafaoğlu ile birlikte sunuş yaparken.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 091

    11/96

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 091

    12/96

    12

    Kapak Dosyası

    12

    vrende cansız doğanın evriminde enerjinin yeri,“Yerkürede cansız ve canlı doğanın evriminde e-nerjinin rolü”, “insanlığın enerji kaynaklarının çe-şitlendirilişi” konularının işlenmesine geçmedenönce, enerjiyle ilgili kavramlara ve kuramlara kısa-ca göz atmakta yarar var.

    Enerji - ‘iş’ alışverişiİnsanlar, uzunca bir süre, yerkabuğundan pireye

    kıpırdayan, sıçrayan her varlığın altında, içinde, üs-tünde onu devindiren ruhları aradılar. Bu arayış ye-rini, Endüstri Devrimi sonrasında, cansızdan canlıyaher devinimin gerisinde, onu iten bir enerjinin bu-lunduğu düşüncesine bıraktı. Bu kez de hemen herdurum, her olay, her tutum, her ilişki “enerji” ile a-çıklanmaya çalışıldı. Öyle ki, “cinsel enerji”, “negatifenerji”, “sinerji” gibi, nesneler dünyasında karşılığıbulunmayan simgeler ortalığı sardı.

    Enerjinin işe, işin enerjiye dönüşmesi: Fizikteenerji, “iş yapma yetisi”, “iş yaratma gizilgücü” gi-bi deyişlerle tanımlanır. Enerji ile iş ilişkileri, işin e-nerjiye, enerjinin işe karşılıklı dönüşebilirlikleri, dö-nüştürülebilirlikleri saptamasıyla özetlenir. Bu ilişkienerji sözcüğünün etimolojisinden de çıkarılabilir:en-ergie bilimsel sözcüğü Eski Yunancadaki erg(on)kökünden türetilmiştir. “Etkinlik” ve (ileride fizik-te kullanılacağı anlamıyla) “iş” demekti. Birer somutörnek verilebilir: Bir kilogram suyun sıcaklığınınbir derece yükseltilebilmesi için kullanılacak ener- ji 1000 (küçük) kaloridir. Bir gram karbonhidratın

    yakılmasıyla bedende kazanılacak enerji 4,2. Beden-

    de yakılmamış yağın bir gramı 9,3 kalorilik “potan-siyel enerji” olarak bekletilmektedir. Onun (bu kim-

    yasal enerji potansiyelinin) 1 kilogramlık ağırlığın1 metre yükseğe kaldırılması yolunda kullanılması,potansiyel (gizil) enerjinin “kinetik enerji” biçimi-ne (devinim enerjisine) dönüştürülmesidir. Böylece,kaldırılan cisme, kaldırıldığı yükseklikle ve ağırlığıy-la oranlı bir potansiyel (gizil) enerji kazandırılmış o-lur. Onun kinetik enerjiye dönüşmesi devinim (ha-reket) yaratır. Sayısal belirtilirse, 1 gram ağırlığındabir cismin 1 saniyede gücün uygulandığı yönde 1cm uzağa taşınması için kullanılan enerji, harcanangüç erg, büyük işler için onun 10 milyon katı olan joule birimleriyle söylenir.

    Evrende enerji ve devinim: Devinimin “BüyükPatlama” ile (3,7 milyar yıl önce) başladığı düşü-nülüyor. Devinime neden olan enerjinin ışık ener- jisi, ısı enerjisi gibi görünümleri var. Varlığın kitlekazanmasıyla (enerjinin maddeye dönüşmesiyle) e-lementlerde “potansiyel enerji” olarak yoğunlaşmış(E=mc2) atom enerjisi; onun atomun parçalanmasıy-la kinetik enerjiye dönüşmesi ürünü örneğin “ter-monükleer enerji” gibi görünümleri de bulunmakta.

    Maddenin ve enerjinin sakınımı yasası: Maddeve enerji ile ilgili aksiyom niteliğindeki önkabuller“maddenin sakınımı” yasası ile “enerjinin sakınımı”

    yasasıdır. Bunlar maddenin ve enerjinin yoktan var,vardan yok olmadıkları, olmayacakları anlamına ge-lir. Bunların maddeyi ve enerjiyi ekonomik kullan-

    Maddenin, canlının ve toplumun evriminde

    Enerjinin oluşması ve dönüşmesiYeni enerji kaynakları arayışlarının (belki “güneş enerjisi”dışında) hiçbirisi insanlığın enerji sorununa doyurucu bir

    çözüm umudu vermiyor. Belki karşımızda ters konmuş bir

    sorun var. Çözüm belki sürekli ve hızla artırılan gereksinimleri

    karşılayacak kaynak yaratmak yerine, gereksinimlerimizi,

    önce olanaklarımızı zorlamayacak biçimde azaltmakta. Sonra

    enerji kaynaklarımızı zamanla artacak olan olanaklarımıza koşut ve onlarla oranlı

    artırmakta. Bu yolda önce elimizin altındaki temiz, yenilenebilir, risksiz kaynaklara

    göre yaşamayı öğrenmekte. O zaman karşılanmasında güçlük çekilen gereksinimlerin

    çoğunun “şişirilmiş”, “yapay”, hatta (savaş gibi) üretici güçleri “yıkıcı” işlerle ilgili

    oldukları daha iyi görülecek.

    Alâeddin Şenel

    EOkuyacağınız yazı, Alâeddin Şenel’in 18.

    Ütopyalar Toplantısı’nda (2 Temmuz 2011Kuyucak-Karaburun) yaptığı konuşmanın ken-disi tarafından gözden geçirilmiş, yazıya dökül-müş biçimidir.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 091

    13/96

    13

    ma yolundaki pratik değerleri yanısıra (1) kuramsal değerlerinden bi-ri, yaratılış inancının fizik evrende o-naylanmadığını göstermeleridir. Gö-recelik kuramı (kimilerince sanıldığıgibi) maddenin sakınımı ve enerji-nin sakınımı yasalarının geçersizli-ğini göstermiş değildir. Görecelik ilene maddenin ne de enerjinin yok o-labildiği ileri sürülmektedir. Yalnızcabirbirlerine dönüşebildikleri, birbir-lerine dönüştürülebilecekleri sapta-masında bulunulmaktadır. Böylece,görecelik kuramıyla, iki yasa birleşti-rilerek “maddenin ve enerjinin sakı-nımı” olarak teke indirilmiştir. (2)

    Termodinamik yasaları ve sıfır

    entropi durumu: Maddenin ve ener-

     jinin sakınımı (ve birbirlerine dönü-şümü) “termodinamik yasaları” u-yarınca işler. Termodinamik, fiziğinısının yayılırken enerjiye ve enerjininbir enerji türünün ötekine dönüşme-sini inceleyen dalıdır. (3) İki dizge(sistem) arasında ısının yüksek olan-dan düşük olana (geri dönüşsüz) ge-çişi saptamasına dayanılır. Devinimiyaratan neden de iki dizge arası po-tansiyel enerji farkının kinetik ener-

     jiye dönüşmesi (dönüşürken devini-

    me yol açması) olgusudur. Bu olguile maddenin ve enerjinin sakınımıyasası birlikte ve evrensel çapta elealınıp ekstrapolasyon (varılabilecekson noktaya dek çıkarsamalar) yapıl-dığında, ulaşılacak (kuramsal) sonuçbellidir: Potansiyel enerji farklarının(enerjinin yayılmasıyla) ortadan kal-kıp evrensel çapta enerji dengesininkurulması demek olan “sıfır entro-pi”! Mutlak sıfır (-273 santigrad) de-

    receye ulaşılmasıyla devinimin, dola-

    yısıyla yaşamın sona ermesi!

    İnsan termodinamik yasalarının buyruğunda veentropinin aracı bir “enerjidönüştürücüsü” mü?İnsan “biyolojik indirgemeci” ki-

    mi yazarlara göre, kalıttığı genle-ri çoğaltan bir kopyacıdır. Genlerinsonraki kuşaklara geçirilip olabildi-ğince fazla kişiye aktarılması yolun-

    daki doğa yasasının aracından başkabir şey değildir. Böyle bir insan an-layışından yapılabilecek kültürel ve

    etik çıkarsamaların nerelere va-rabileceğini bir düşünün. (4)

    Benzeri, ama bu kez “fizik in-dirgemeci” bir düşünüşle, insanadına bundan daha olumsuz çı-karsamalara ulaşılabilir. Örneğin,canlılık durumunu “üreme” yeri-ne “düzenli olarak enerji dönüş-türme yetisi” olarak tanımlayanbir düşünüşle, insanın evrende-ki başlıca işlevi “enerji dönüştü-rücüsü” olma noktasına düşürü-lebilir. Bu noktadan bakıldığındainsan popülasyonlarının, enerjidönüştürme yarışında, canlılar ara-sında açık arayla başı çektiği görüle-cektir.

    Bunlar, insana ve topluma tek vedar açıdan bakışın ulaştıracağı so-nuçlar. Canlılarda, hele bilinçli, erek-li davranışlar gösteren insanda, üre-menin anlam ve öneminin ağırlığınıkim yadsıyabilir? Beslenme, devin-me, bunları yaparken enerji üretme,enerji tüketme gibi enerji dönüştür-me işlevi de üremeden geri kalmaya-cak önemde. Ancak bir bütün olarakdeğerlendirildiğinde, insanlığın bun-lardan öte olduğu söylenebilir. Gene

    de insanlığa bir de böyle dar bir açı-

    dan bakmanın insanlığın olanakları-nın ve sorunlarının eksiksiz kavran-masına katkıları olabilir. (5)

    Gerçekten insanlık, ilki 1952’deABD’de, ikincisi 1953’de SSCB’determonükleer enerji açığa çıkaranHidrojen Bombası denemeleriyle,Hidrojen’in Helyum’a dönüştürül-mesi sırasında 20 mega (milyon) tonpatlayıcınınkine denk (6) bir enerji-nin açığa çıkmasını sağlamıştır. Böy-

    lece daha o tarihlerde bile aynı işle-

    min oluştuğu Güneş ile aynı şerittekoştuğu bir enerji dönüştürücüsüolma yoluna girmiş bulunuyordu.Böyle bir enerji kaynağının ele ge-çirilmesinin yaratabileceği olumlu-luklar ve olumsuzluklar düşgücünüzorlayabilecek nitelikte olacaktır.

    Öyleyse insan gerçekten termo-dinamik yasalarının buyruğunda veevrende sıfır entropi hedefine yö-nelik bir gidişin aracı bir “ölümlü”

    müdür? Hayır, insan sıfır entropiyevaracak evrensel gidişin hızlandırı-cısı bir araç olarak görülmemelidir.

    Söz konusu yasalar birer özne olma-dıkları gibi, kendisi bir “özne” olan(önüne ulaşılacak hedefler, gerçek-

    leştirilecek değerler, yani amaçlarkoyan) insan, termodinamik yasala-rı karşısında bir “araç” konumundadeğildir.

    İnsanın kuşkusuz, özne olmasıyanı sıra nesne olan bir yanı da var-dır. O yanından dolayı termodina-mik yasalarının dışında kalma ay-rıcalığı yoktur. İnsan, nesne olmasıyanı sıra aynı zamanda ana karnın-dan mezara dek dış ve iç çevresiy-le ilişkilerinde bir “enerji dönüştü-

    rücüsü” işlevi görmektedir. Kendiiçinde, iç çevresindeki organları,molekülleri arasındaki etkileşim-lerde ve tepkimelerde de bir ener- ji dönüştürücüsü olarak görünür.Öyle ki ölümü, bedenindeki enerjidönüştürücü tepkimelerin sona er-mesi demektir. Bu bir dizgenin (sis-temin) kapanması, dıştan enerji itisialamaz olarak kapalı dizgeye dönüş-mesi ve dizge içinde enerji dengesi-ne ulaşılması anlamına gelir. Böyle-

    ce devinimlerinin durması, evreninsonu olacağı söylenene benzer sıfırentropiye (nirvanaya!) geçilmesi sa-yılabilir. Ama bu yalnızca bir ben-zetme olarak görülmelidir. Çünkübedeninin kalıntıları, insan öldük-ten sonra da, hızı kesilerek bile ol-sa, enerjinin yayılımı ve dönüşümüyolculuğunu sürdürecektir. Yalnız-ca, insan enerji kaynakları kullananbir dönüştürücü olmaktan çıkmak-tadır. Bedeninin kalıntıları, termo-

    dinamik yasalarına cansız doğadave başka canlıların dizgeleri içindeuymayı sürdürecektir.

    Böyle bir enerji kaynağının ele geçirilmesininyaratabileceği olumluluklar ve olumsuzluklardüşgücünü zorlayabilecek nitelikte.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 091

    14/96

    14

    Cansız doğa ile canlı doğa, bilim-sel açıdan bakıldığında, kesintisizbir bütünlük olarak görünür. Varlı-ğın ruhçuların gördüğü gibi araların-da uçurum bulunan iki görünümüdeğildir. Bu bakımdan “başlangıçtaruh mu vardı madde mi?” sorunsa-lı bilimsel düşünüş için geçersizdir.Geçerlisi “başlangıçta madde mi var-dı enerji mi?” olsa gerektir.

    “Başlangıçta ruh mu madde mi enerji mi vardı?”tartışmasıTektanrıcı dinsel geleneğin “kut-

    sal” denen kitaplarından birinin ilksözüne bakılırsa “Başlangıçta Kelâmvardı” (7) Kelâm da ne ki? Kelâmİslam’da, inançlara akılla destek a-ranmasıdır. Bu yolda, felsefenin dinile “uzlaştırılamaz” olmadığının gös-terilmeye çalışıldığı dinsel bilgi dalı-dır. Bu sözün geçtiği Hıristiyan kay-nakta (“Yuhanna” incilinde) ise neolduğu (yeni çeviride “Kelâm” yeri-ne “Söz” kullanılarak) şöyle açıklan-makta: “Söz Tanrı’yla birlikteydi ve

    Söz Tanrı’ydı… Her şey onun aracı-lığıyla var oldu, var olan hiçbir şeyO’nsuz olmadı. Yaşam ondaydı veyaşam insanların ışığıydı. Işık karan-lıkta parlar.” Bu sözlerin inananlar-ca kuşkusuz bir anlamı vardır. Hat-ta birden çok anlamı vardır. BirileriSöz’ün “Tanrı”, birileri “İsa”, birileri“Tanrı’nın Sözü” olduğunu söyleye-cektir. Bir başkası “üçü birden” di-yebilir. Hatta bilim çağında dini ısı-tıp “ son bilimsel bulgulara uygun”diye yeniden sunmak isteyen bir di-ğeri, “ışık” sözlerini göstererek, Bü-yük Patlama’dan söz edildiğini ileri

    sürebilir. Bir İslam, her üç kutsal ki-

    tabın da Allah’ın sözü (kelâmı) ol-duğu inancıyla, deyişi “başlangıçtaKur’an vardı” diye de anlayabilir.

    Bu tür tartışmalardan bıkmış yada onlara karşı çıkmış Hıristiyankökenli bir bilginin kitabına Baş-langıçta Hidrojen Vardı  (8)  başlığı-nı koymuş olması anlamlı. Kafalar-da “başlangıçta kelâm vardı” sözünüçağrıştırarak bu konudaki asıl (bi-limsel) gerçekleri sunmak istemiş

    olmalı. Gerçekten, söz konusu bi-limsel yapıtın yazarı Hoimar v. Dit-furth, Büyük Patlama sonrası oluşanilk element Hidrojen’in önemine veözelliklerine değinmekte. Hidrojenayrıca, Güneş’in yakıtı olup, evren-deki canlı-cansız varlıların devinim-lerinin Büyük Patlama’dan sonrakiikinci itici gücünü oluşturmaktadır.Fizikte enerjinin “iş” yapma kapa-sitesi olarak tanımlanışı göz önünealınırsa, Güneş ışınlarının Yeryü-zündeki hem cansız hem canlı var-lıklarının devinimindeki etkisi dahaiyi anlaşılacaktır.

    Büyük Patlama - Enerji -Yüksek Isı Fiziği ilişkisiBüyük Patlama kuramının geri-

    sinde, bilindiği gibi, evrende gökci-simlerinin renklerinin (dalga boy-larının uzamasının ürünü olarak)zamanla kızıla kayması saptamasıvar. Onun da gerisinde kızıla kay-manın gökcisimlerinin Yerküre’denve birbirlerinden giderek daha faz-la uzaklaşmalarının sonucu olduğu-

    nun anlaşılması yatar. Bu saptama-

    ya dayanan astrofizikçiler (örneğinHubble 1930’larda) “genişleyen ev-ren” düşüncesine vardılar. Bundançıkarılacak sonuç, geçmişte gök-cisimlerinin birbirlerine daha ya-kın olduklarıydı. Öyle ki bir tarihtebirbirlerine, aynı noktada bir aradabulunacak kadar yakın olmalıydı-lar. Buradan, evrenin, evreni oluştu-racak varlığın bir patlamayla ve bupatlamanın yarattığı enerjinin verdi-

    ği ivmeyle oluşmaya başlamış olabi-

    leceği sonucuna (“Büyük Patlama”denecek kurama) ulaşıldı. Sonra, bi-lindiği gibi, bu kuramı destekleye-cek kanıtlar ve olgular arandı. Bü-yük Patlama kuramını destekleyenfizik gözlemlerinden ve deneylerin-den biri “yüksek ısı fiziği”. (9) Sı-caklık çok yüksek derecelere çıka-rıldıkça atomların (Atom Bombasıdeneylerinde de görüldüğü gibi) a-tomaltı parçacıklara ve ışınlara dö-

    nüştüğü görüldü. CERN deneyleribu dönüşümün düzeneğini kesin o-larak ortaya koyma amaçlı. (10) A-

    EVRENDE CANSIZ DOĞANIN EVRİMİNDE ENERJİNİN YERİ

    Hidrojen, Güneş’in yakıtı olup, evrendeki canlı-cansız varlıların devinimlerinin BüyükPatlama’dan sonraki ikinci itici gücünü oluşturmaktadır.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 091

    15/96

    15

    raştırmalar Büyük Patlama sırasındasalt enerji biçiminde olan varlığınhangi koşullarda kitle kazanıp, mad-deye dönüştüğünü ortaya koymayayönelik. Yeniden enerjiye dönüşebi-lecek bir potansiyel enerji (E=mc²)paketi olan madde ile enerji ilişki-leri “başlangıçta enerji vardı” (11)saptamasıyla açıklanmaya başlanır.Sıra maddeye (elementlere) gelin-ce ise “başlangıçta Hidrojen vardı”denmektedir.

    Başlangıçta Hidrojen vardı,sonra Metan çıkageldiEvrenin oluşumu koşullarına i-

    lişkin en yaygın bilimsel varsayımşöyle: Büyük Patlama sırasında (i-nanılmaz yüksek sıcaklıkta olan)“plazma” denen durumdaki varlıkPatlama’dan bir saniyenin 1035’de bi-ri kadar sonra atomaltı parçacıklarolan kuvarklar biçimini alır. Bir sa-niye sonra gama ışınları oluşur. Yüzbin yıl sonra varlık kitle kazanır,madde görünür. Üç milyon yıl sonraatom biçiminde örgütlenmiş ilk ele-ment Hidrojen belirir. (12)

    Hidrojenin element karbonun bi-

    leşik oluşturma gizilgücü: 

    Hidrojen,bilindiği gibi elementler (periyodik)tablosunun en yalın öğesidir. Birproton ile bir elektron taşır. Zamanlakendisinden daha ağır ve daha kar-maşık yüze yakın elemente dönüş-müştür. (13) Hidrojen bombası de-neyleri, Hidrojen’in füzyonuyla atombombasınınkinden çok daha büyüktermonükleer enerji açığa çıktığını i-leride gösterecektir. Enerji sorununaçözüm Hidrojen’in füzyonunda ara-

    nacaktır. Yeryüzünün bu en bol ele-

    mentiyle H2O’dan “sudan ucuz” e-

    nerji elde edilmesi, 1778’de Fransızkimyacı Morveau’dan beri bilginle-rin düşlerine girmektedir. Ancak sı-cak füzyonu pahalı ve riskli, soğukfüzyonu (şimdilik) bir düştür.

    Ayrıca ışınlar madde (Hidrojen)ortamından geçerlerken, ondan e-lektron kopararak onu “elektrikyüklü” anlamında iyonlaştırırlar (H- e¯→  H

    +) artı elektrik yüklü duru-

    ma sokarlar. Elektromanyetik alanınoluşması bununla bağlantılı görü-nüyor. İnsan ilerde elektromanye-

    tik alanın varlığının bilgisinevardıktan sonra ondan dina-molarla “temiz enerji” elekt-rik kaynağı olarak yararlana-caktır.

    Cansız maddenin evri-minde Hidrojen’den son-ra, dört hidrojen atomu-nun birleşmesi (füzyonu)ile Karbon (C) elementi or-taya çıkmıştır. Neden son-ra bir karbon atomu ile dörthidrojen atomunun ortak e-lektron çiftlerine sahip ola-rak (kovalant bağlarla) bir-leşmesiyle, Metan (CH

    4)

    gazı oluşmuştur. Karbonunyapısı, bunun gibi öteki ele-mentlerle de sayısız karma-şık bileşik oluşturmak üze-re molekülleri birbirlerinezincirlenebilen bir düzen-lenişe sahiptir. Moleküller,bileşikler oluşturma yolun-da, tüm kimyasal tepkime-lere, elektron kazanma yada elektron yitirme duru-muna göre enerji soğurma ya da e-nerji salma olayları eşlik eder.

    Canlılığa geçişin basamak taşıolarak Metan:  Metan gazının mad-denin bileşikler oluşturup giderekdaha karmaşıklaşma yönündeki ev-riminde özel bir yeri vardır. Canlılı-ğa geçişte bir basamak taşı oluştur-muştur. Bu gerçeği, canlılığa geçişleilgili (örneğin Urey ile Miller’in 1953tarihli, Jefferey Bada’nın 1983 tarih-li) araştırmalarda Metan’ın kullanıl-masıyla elde edilen sonuçlar da des-teklemektedir. Amonyak yanı sıra

    Metan’ın kullanılmasıyla laboratu-

    varlarda aminoasit molekülleri sen-tezlenebilmiştir. Bilindiği gibi ami-noasitler proteinlerin, proteinlercanlıların yapıtaşlarıdır.

    Laboratuvarlarda Aminoasitler

    arasında klorofil ve ATP sentezle-

    ri: Daha sonraki benzeri deneylerde,bu amonyak, metan gibi inorganikmaddelerden, (bitkilerin enerji üre-tim santrali denen) klorofilin bir ön-ceki basamağı Porforin ve hayvanla-

    rın (yakımlamayla) enerji kazanmadüzeneği olan ATP (Adonesin Tri-fosfat) sentezlenebilmiş olması, (14)

    canlılığa geçişte madde-enerji ilişki-sinin niteliğini ortaya koymaktadır.

    Varlığın, Metan ile giderek dahakarmaşık (ve simetrik örgütlü) biyo-kimyasal (organik) bileşiklerin olu-şacağı “ organik evrim” yoluna geç-miş olduğu anlaşılıyor. Gerçekten,bir canlının ölümüyle bedeni çözü-lürken (enerji desteği kesilince) da-ha az karmaşık bileşiklere dönüşlerde bunu göstermektedir. Bu sıra-da ortaya çıkan bileşiklerden biri demetan gazıdır. Bitkisel ve hayvansalbesinlerin sindirimi sırasında olu-

    şan bağırsak gazı da metandır. Ma-

    den ocaklarında jeolojik zamanlarıncanlılarının kalıntılarının çözülmesisonucu çıkan grizu, metan olup po-tansiyel enerji deposu patlayıcı biryakıttır.

    Evrimde sıra RNA’yı ve DNA’yıoluşturacak Karbon, Hidrojen, Ok-sijen, Fosfor atomlarının sentezi-ne gelmiştir. Bu adımın atılmasınıGüneş’in morötesi ışınlarının özel e-nerjisi sağlamıştır. Bu durumda, bir

    “enerji ve yaşam kaynağı” sayılanGüneş hakkında bilinenlere ve söy-lenenlere göz atmanın yeridir.

    1953’deki Urey-Miller deneyinde laboratuarlarortamında aminoasit molekülleri sentezlenebildi.Bilindiği gibi aminoasitler proteinlerin, proteinlercanlıların yapıtaşlarıdır.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 091

    16/96

    16

    Evrenin enerji kaynakları sı-ralamasında Büyük Patlama’dan,Hidrojen’den sonra sıra Güneş’e ge-lir. Güneş’in 7,5 milyar yıl kadarönce oluşmaya başladığı sanılıyor.Zamanımızdan 5 milyar yıl önce bu-günkü biçimini almış. Bugüne dekyarı yaşını tamamlamış ve 4,5 mil-yar yılı kalmış. Güneş’in % 73,5’iHidrojen’den, % 25’i Helyum’danoluşur. Saniyede 564 milyon tonHidrojen’i nükleer tepkimelerle(füzyonla) Helyum’a dönüştürür. O-

    dağındaki sıcaklığın 15 milyon san-

    tigradı bulduğu sanılıyor. Yüzeyinde5-6 binde kalıyor. (15)

    Güneş enerjisinin rolüyle ve önemiyle ilgili bilimselbilgiler Güneşin evrene yaydığı ısının i-

    ki milyarda birinden yararlanabili-yoruz. Dünyanın atmosferine girengüneş ışını her yıl 1m2’ye 15,3 x 108

    kalori getirmektedir. (16) Güneş ı-

    şınlarının sağladığı fotosentezle bit-

    kiler evrenine her yıl 200 milyar tonorganik bileşik katılıp besin zinciri-ne eklenmektedir.

    Güneş ışınlarının fizik enerjisi-

    nin fotosentezle kimyasal enerji-

    ye dönüşmesi: Bitkilerin, üzerlerinedüşen güneş enerjisinin % 1-5 kada-rından fotosentezde yararlandıklarıhesaplanmıştır. Bitkilerle beslenenbir hayvan ise, onlardaki enerjinin %5 kadarından (yapıdoku sentezleme,

    devinim ve beden ısısı için) yarar-

    lanabilmekte. Öte yandan, bitkileryerine ya da bitkiler yanı sıra hay-vansal besinlerle beslenebilen bir in-sanın gereksinimi olan enerjiyi etten,sütten alabilmesi için geniş topraklargerek. Bu ise tahıl üretimine ayrılantoprağın 10 katının otlak olarak kul-lanılmasını gerektiriyor. Bunun an-lamı, bitkilerde depolanan 1000 ka-lorinin ancak yüzde onunun (100kalori) bitkiyle beslenen hayvana ge-

    çebildiğidir. Hayvanlarla beslenenbir insana ise, onun da yüzde onu(10 kalori) aktarılmış olur. Bu du-

    rumda güneş enerjisini proteine dö-nüştürmenin en ekonomik yöntemiot yiyen hayvanların etini yemektir.Cippola’ya göre insanlık da daha çokotobur hayvan sürülerini evcilleşti-rerek bu yolu tutmuştur. (17) Ayrı-ca hayvan enerjisinden saban, arabaçektirme, yük taşıtma ve insan ulaş-tırması işlerinde de yararlanılmasıhesaba katılmalıdır. Ancak hayvan e-tini ve enerjisini sömürmenin biçimive derecesi ile ilgili etik sorunlar dagöz ardı edilmemelidir. (18)

    Güneş enerjisinden bu dolaylı ya-

    rarlanma yanı sıra, güneş ışını batar-yalarıyla dolaysız yararlanma, insan-lığın kültürel evriminin oldukça ileribir evresinde olanak içine girecektir.

    Enerji kaynağı olarak Güneş’le il-gili bu gerçeklere (Çizelge 1’de be-lirtilen) ilk karmaşık örgütlü orga-nik bileşiğin sentezlenmesindekirolü eklenmelidir. Buna (gene çizel-gede gösterilen) yaşam formlarının“bitkiler ile hayvanlar” olarak fark-

    lılaşması üzerine güneş ışınlarının,yaşam çemberi döngüsünün tamam-

    lanmasında ve sürekliliğinin sağlan-

    masında gerekli itici gücü vermeside katılmalıdır.Beslenme çemberinin tamamlan-

    masında ve dönmesinde güneş ı-

    şınlarının rolü: Zamanımızdan 700milyon yıl kadar önce Yeryüzü’ndeyaşamın, bitkiler evreni ve hayvan-lar evreni olarak farklılaşıp evriminiiki farklı yolda sürdürmeye başladı-ğı anlaşılmıştır. Ancak bu farklılaş-ma, birbirlerinin (deyim yerindeyse)gereksinimlerini karşıladıkları bir a-

    lışverişle yapılan bütünleşmeyi dış-

    lamamaktadır.

    GERÇEKLERİYLE MİTOSLARIYLA GÜNEŞ ENERJİSİKARŞISINDA İNSAN

    Evrenin enerji kaynakları sıralamasındaBüyük Patlama’dan, Hidrojen’den sonra sıraGüneş’e gelir.

    Çizelge 1: Enerjinin dönüşmesi ve yaşam

    çemberiKaynak: A. Şenel, İnsanlık Tarihi, İmge, 2. Baskı, s.53.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 091

    17/96

    17

    Bitkiler, havadan, topraktan ve su-dan yapılarına çektikleri su ve hava-dan çektikleri karbondioksiti, yapı-larındaki klorofilin katalizörlüğündegüneş ışınlarını kullanarak fotosentezyoluyla şeker içeren yapıdokularınısentezlemektedirler. Bu biyokimyasalişlemde atık olarak atmosfere oksijensalınmaktadır. Hayvanlar, yedikleribitkilerden özümledikleri şekeri, so-ludukları (bitkilerin milyonlarca yıl-dır atmosfere salmalarıyla birikmişserbest oksijenle yakarak) gereksi-nim duydukları beden ısısı, devinim,yapıdoku sentezi için gerekli enerjiyiedinmektedirler. Bu yakımlama işle-minin atığı ise (su yanı sıra) havaya

    saldıkları karbondioksittir. Bitkilerinde beslenebilmeleri için tam da onagereksinimleri vardır. Böylece yer-yüzünde yaşam çemberi tamamlan-mış olacağı gibi döngüsünü kesinti-siz sürdürme olanağı yaratılmış olur.(bkz. Çizelge 1) (19)

    Güneşin insanlar içinönemini ve anlamını

     yansıtan mitoslar Güneş enerjisinin önemine iliş-

    kin bu bilimsel bilgilere ulaşılmasın-

    dan önce insanlar Güneş hakkındane düşünüyorlardı? Göz atmaya de-ğer. Asalak geçim (toplayıcılık, av-cılık, balıkçılık) döneminin mağarave kaya gravür ve resimlerinde, gü-neşin neredeyse görülmemesi şaşır-

    tıcı. Oysa söz konusu kalıntılarınbüyük bölümü soğuk iklim bölgele-rinden sağlanmıştır. Anlaşılan o dö-nemde, mevsimler ve havaların açıkya da kapalı olması, örneğin beslen-me, üreme kadar yaşamsal bir sorunolarak algılanmamış. Güneş ile ilgi-li ilk mitoslarla, üretime geçilip ilksınıflı toplumların kurulduğu bölge-de (Mezopotamya’da) karşılaşılmasıanlamlıdır. Söz konusu mitoslar, gü-neşin üretimdeki rolünün kafalarda-ki bir yansıması olsa gerek.

    Güneş, ilk sınıflı, uygar toplumkültüründe bile olsa olsa (toprak,su, gökten sonra) dördüncü sıradabir “özne” konumunda. Tarımla il-

    gili doğa güçleri “aşkınözneleştiri-

    lirken” (çalışan-çalıştıran, yöneten-yönetilen farklılaşmasına uğramış birtoplumda) söz konusu aşkınöznele-rin kişilikleri, çalışmayıp çalıştıranefendilerin, buyrulmayıp buyuranyöneticilerin konumlarından esinle-nilerek oluşturulmuş görünüyor.

    “Gök’ün Boğası” olarak güneş mi-

    tosu: Sümer kökenli Gılgamış Desta-nı içinde Güneş’ten “Göğün Boğası”olarak söz edilir. Bağlamı şöyle: Aşk

    (doğa) tanrıçası İştar, Uruk egemeni(üçte ikisi tanrı, üçte biri insan olan)Gılgamış’a tutulur. Ondan tohumla-rını kendisine vermesini ister. Kar-şılık (nedense?) bulamayınca onu-ru kırılır, öç almaya kalkar. Bu yoldababası baş tanrı (Gök Tanrı) Anu’dan

    “Gök’ün Boğası”nı Uruk’a salı-vermesini istemiştir. Boğa (ne-dense Gılgamış’ı değil!) kentiUruk’u ve Uruk halkını kırıp ge-çirir. (20)  Mitosun güneşin yol

    açtığı kuraklığın verdiği zararla-

    rı yansıttığı anlaşılıyor. Güneşinyararları ise, Babilonya egemeniHammurabi’yi (MÖ 1800 dolay-larında) ünlü yasalarını GüneşTanrı Samaş’tan alırken gösterenbildik dikilitaş üzerinde işlenmişmitosta yansıtılmış sayılabilir.

    Güneş Tanrı Apollon’un oğ-

    lu Phaethon ve Etyoplalılar

    mitosu: Klasik Yunan mitoloji-sinde Apollon, Güneş Tanrı’dır.

    Bir savaş arabasıyla, güneşi sa-

    bah doğudan alıp, bütün güngökte taşıyarak, akşam batı ül-

    kelerinde yeraltına bırakmaktadır.Oğlu Phaethon (payton?) babasına,arabayı sürmesine izin vermesi içinyalvarır. Baba dayanamaz, dizginle-ri, ama bir günlüğüne ona bırakır.

    Bırakmadan önce, arabayı çok yük-

    seklere çıkarmaması, çok alçaklardada sürmemesi yolunda uyarır. Din-leyen kim? Phaethon önce ok gibigöklere fırlar. Fazla yükselince ba-basının uyarılarını anımsar. Birdenve hızla alçalmaya kalkar. O zamanda yeryüzüne çok fazla yaklaşmış o-lur. Öyle ki, alçaldığı Afrika’nın ba-zı bölgelerinde ormanlar yanıp çöledönüşmüştür, (21) insanlar kavrul-muştur. Etyopyalılar işte o kavrulan

    insanların soyundan geliyorlarmış.Azteklerin insan kanıyla besle-nen Güneş Tanrı Huitzilopochtli

    mitosu: Bir başka trajik Güneş mi-tosu, Yeni Dünya halkı (Meksikavadisinde MS 14. yüzyılda uygarlıkkurmuş) Azteklerden. Aztekler, kül-türlerini benimsedikleri Mayalar gibiGüneş’i (Huitzilopochtli adıyla) baştacı yapmışlar. Gözlerine, bitkileribüyütüp insanları ısıtan “iyiliksever”bir tanrı olarak görülmüş. Yaptı-

    ğı iyiliklerin karşılığında, insanlarınGüneş’i yedirip içirmelerinden da-ha doğal ne olabilirdi ki? Ancak,Güneş’in susuzluğu insan kanının,açlığı kurban edilecek insanların yü-reğinin sunulmasıyla giderilebilirdi.Öyleyse, ululuğuna oranlı olarak heryıl on binlerce insan kurbanıyla bes-lenmeliydi. Beslenmediğinde, kızıl-lığını yitirip yüzü solarak ölebilirdi.O zaman Güneş ile birlikte tüm can-lıların sonu gelmiş olurdu. (22) Her

    iki mitos, güneşin, yararları yanı sı-

    ra insanlara verebileceği zararlarınıyansıtmaktadır. Bakalım çağımızın

     Aztekler her yıl on binlerce insanı kurban edipyüreklerini Güneş Tanrısı Huitzilopochtli’yesunarlardı.

    Bedeni “güneş banyosu” ile (Yunan’ın tanrıyontularına benzetircesine) tunçlaştırmageleneği çağdaş güneş mitoslarına bir örnek.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 091

    18/96

    18

    Yerküre’nin Güneş’ten yarım mil-yar yıl kadar sonra ZamanımızdanÖnce (ZÖ) 4,5 milyar dolaylarındaoluştuğu kabul ediliyor. Olayın, bu-güne dek varlığını sürdüren kanı-tı, Yerküre’nin “Magma” adı verilençekirdeği. Çekirdeğinde sıcaklığın90 bin santigrat derece olabilmesi.Buna yakın bir sıcaklığın yerkabu-ğunun (soğumayla) oluşmasındanönce yüzeyde bulunmuş olabilece-ği söylenebilir. Canlı yaşamının ola-nak içine girebilmesi için jeosferde(yerkabuğunda) ve onun çukurla-rını (volkanlardan püsküren su bu-harının soğuyup yoğunlaşmasıyla)dolduran (24)  hidrosferde (suküre-de) sıcaklığın 100 derecenin altınadüşmesi gerekecekti. Bunun içinse,yarım milyar yılın daha geçmesi ge-rekti.

    Canlılığa geçişte güneş enerjisinin işleviMaddenin giderek daha karmaşık

    moleküllerinin oluşması yönünde-ki evrimi, H→He→C→CH

    4yönünde

    gelişirken, canlılığa geçilebilmesininkoşullarından birini hazırlıyordu.Öteki koşul sularda seyreltik olarakbiriken bu molekülleri daha karma-

    şık molekülleri oluşturacak biçimdesentezleyecek güneş ışınlarıydı. An-cak güneşin güçlü morötesi ışınları-nın sulara inebilmesinin koşulu iseatmosferde bugünkü gibi onları e-men serbest oksijenin (ondan oluşa-cak ozon katmanının) bulunmama-sıydı.

    Böylece morötesi ışınlar, atmos-ferde emilmeden yeryüzüne inerek,denizlerdeki “seyreltik çorba” denenkarışımdan daha büyük ve daha özel(örgütlü, simetrik yapılı) bileşiklerinsentezlenmesini sağlayabilecekti. Bi-lim dünyasında canlılığa bu geçişinlaboratuvarda rekonstrüksiyonu tar-tışmaya yer bırakılmayacak biçimdeyapılmış bulunuyor. (25) Böylece,yaşamın Yerküre’de (3,5-4 milyaryıl öncelerinde) doğuşunda Güneşışınlarının “yaşam verici” etkisi an-laşılmış oldu. Ama güneş ışınları e-nerjisi, aynı zamanda bir canlınıngenetik yapısını oluşturan moleküldüzenini bozarak “can alıcı” etkiler-de de bulunur.

    Evrim sürecinde bu sorunun çö-zümü, canlı sayılabilecek karmaşık

    moleküllü varlıkların, suyun öldü-

    rücü (morötesi) ışınların ulaşama-yacağı derinliklerine inmesiyle bu-

    lunmuş görünüyor. Bugün sulardayaşayan amiplere benzer bakteri-ler canlılığın ilk tek hücreli formu-nu anımsatmaktadır. İlk canlılarında, hücrelerimiz gibi, yarı geçirgenhücre zarlarından besin almış ol-dukları ortadadır. (26) Sonra, tek-hücreli ve çokhücreli mavi-yeşilalgler (deniz yosunları) evrilmiştir.Yeşil bitkilerin yapılarında oluşanklorofil molekülleri güneş ışınla-rından fotosentez olanağı sunmuş-tur. Yeşil bitki türlerinin fotosen-tez işlemleri sonucunda atmosferdebirikmeye başlayan “serbest oksi- jen”, yüz milyonlarca, milyarlarcayıl boyunca önemli oranlara ulaş-mıştır. Ve oksijen aslında onu yakıtolarak kullanabilecek evrimden yada onun zarar veremeyeceği organ-

    sal evrimlerden geçmemiş canlılarınorganellerini oksitleyerek bozan birzehirdir.

    YERKÜRE’DE CANSIZ VECANLI DOĞANIN EVRİMİNDE ENERJİNİN ROLÜ

    insanları da onun zararlarının (yete-rince) bilincinde mi?

    Çağdaş bir güneş mitosu: “güneş

    banyosu”: Güneş hakkındaki mitos-lar geçmişte kalmış değildir. Onunhakkındaki çağdaş “mitoslardan”da örnek verilebilir. Bedeni “güneşbanyosu” ile (Yunan’ın tanrı yon-tularına benzetircesine) tunçlaştır-ma geleneğinin olumsuzluklarındansöz edilmeden geçilmemelidir. Uz-manlar deri altında D vitamini sen-tezi için bedenin herhangi bir bölge-sinin günde 15 dakika kadar güneşgörmesini yeterli buluyor. Tüm be-deni saatlerce güneş ışınlarının sal-dırısına açmanın olumsuz estetik ve

    sağlık sorunları yarattığı nicedir bi-

    liniyor. (23) Gene de güneş banyosumitosunun sürmesinde, magazin de-

    ğeri olan bilgilerin yayılıp bilimselbilginin yayılamaması sorunu var.Bunun yanı sıra, tüketimi her ne pa-hasına olursa olsun kışkırtan bir e-konomik düzenden çıkarı olanlarınsorumluluğu vardır. Mitosun ger-çeklere aykırılığı, adından giderekbile anlaşılabilir: Suyla banyo deri-yi ıslatır, nemlendirir, ölü deridenarındırır. Güneşse kurutur, yakar,ölü deri yaratır! Güneş ile doğru i-lişkimiz, şemsiyenin (güneşlik an-lamına gelen adına uygun biçimde)yağmurdan çok güneşe karşı kulla-nılmaya başlanmasıyla kurulacaktır.Eldivenlerin, sert kış günleri kadaryaz ortasında, dolaşıp çalışırken de

    takılmasıyla sürdürülebilecektir!Güneşe bilimsel ve dinsel yak -laşımların sonuçları: Güneşle ilgi-

    li tüm bu bilgiler, bu mitoslar neyigöstermektedir? Güneşin canlılar,insanlar için öneminin ve etkisininderecesini göstermekten öte, bir ger-çeği daha yansıtmaktadır. Güneşenedensellikçi (bilimsel) bakış, tüminsanlar için onun (güneş altındamayolarla saatlerce kalınması gibi)zararlarından kaçınmayı, yararları-nı (bedeni baştan ayağa örten giy-silerle) kaçırmamayı sağlayabilecekbilgiler edinme yolunu açabilir. E-reksellikçi (dinsel) bakış işe, insan-lığı bu tür bilgilerden yoksun eder.Dahası, ereksellikçi yaklaşım, bel-li (egemen) sınıf, kesim ve kişileringüneş mitosundan eşitsizlikçi insan

    ilişkilerini ve kendi çıkarlarını des-

    tekleyen düşünceler üreterek yarar-lanmalarını sağlamaktadır.

    Yeşil bitkilerin yapılarında oluşan klorofilmolekülleri güneş ışınlarından fotosentezolanağı sunmuştur.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 091

    19/96

    19

    Canlıların hem zehirihem yakıtı olarakserbest Oksijen’in oluşmasıOksijen, H

    2O (su) gibi bileşikle-

    re bağlı biçimiyle Yerküre’deki ele-mentlerin neredeyse yarısını oluştu-rur. Serbest oksijenin atmosferdekive hidrosferdeki oranı ise % 20’ninüzerindedir. Oksijen (elektron ve-ren) etkin (aktif) bir element olarak,başta karbon, birçok element ile bi-leşik oluşturabilme gizilgücündedir.Bu gizilgücün ortaya dökülmesine(antioksidan sözünü çağrıştıran birkavramla) “oksitleme” denir. Gün-lük dildeki adı “yanma”dır. Bu da

    süreç sırasında ısının açığa çıktığı-

    nı anlatır. Ve yangın aslında, hız-lı bir oksitlenme olayıdır. Oksijenininsanlara bir dış yakıt kaynağı ola-

    rak sunduğu olanakları “ener- ji kaynakları” başlığı altında e-le almak üzere ileriye bırakıp,burada “iç yakıt” olarak değeriüzerinde durulmalı. (27)

    Oksijen, güneş ışınları gibi,hem (bazı canlılar için) enerjikaynağı hem de (oksitlenmey-le bazı biyokimyasal bileşikle-rin yapısını bozabilen) zehirlibir gazdır. Gerçekten, organikevrim bilginleri, serbest oksi- jenin zamanımızdan 1 milyar

    yıl kadar önce görünüp artması üze-rine, yeryüzünden birçok canlı türü-nün yok olduğunu saptamış bulu-nuyorlar.

    Şu var ki, bir mutasyonla fotosen-

    tezi yürüten kloroplast’a dönüşebile-cek Cytocrome-c geninin, bir başkamutasyonla (zamanımızdan 700 mil-yon yıl kadar önce) mitokondri’yedönüşmesinin durumu değiştirdi-ğini belirtiyorlar. (28) Bu tarihtensonra canlılık “bitkiler ile hayvan-lar” olarak iki kola ayrılmış biçim-de evrimini sürdürmüştür. Oksijen,hayvanlar için “yaşam verici” bir gazkonumuna geçmiştir.

    Hayvanlarda, havadan veya su-

    dan soludukları oksijenin, sindiripözümledikleri bitkilerden ve ötekihayvanlardan aldıkları şekerin ya-

    kılmasında kullanıldığı organlar vedüzenekler gelişmiştir. Böylece yer-yüzünde, kendileri fotosentez ya-pamayan, ama fotosentez yapabilencanlılarla beslenen türler ortaya çık-

    mıştır. Ve bu gelişmenin söz konu-

    su canlıların geleceğinde ufuk açıcıuzantıları görülecektir. Atmosferde-ki oksijen (Ditfurth’un yararlandığıkaynaklara göre) ancak 300 yıl yete-cektir. (29) Öyleyse oksijen kaynak-ları, artırılamaz ya da artışından da-ha hızlı tüketilirse bu ufuk 300 yılsonra kapanacaktır.

    Fotosentezin tam tersi olan “ya-kımlama” denen işlemde, şeker ok-sijenle yakılırken açığa çıkan enerji,

    hem yapıdoku sentezinde, hem be-

    den ısısının belli derecelerde tutul-masında, hem de devinim enerjisi-nin sağlanmasında kullanılacaktır.Besinlerini fotosentez yapabilen bit-kiler gibi bulundukları yerden sağla-yamayıp, besin aramak zorunda kal-maları sonucunda, hayvanlarda birdezavantaj, devinimin sağlayacağıolanaklarla avantaja dönüşecektir.Bu avantajla insan, enerjiyi devini-me, devinimi işe, işi üretime dönüş-

    türebilecektir. Bu yolda yeni enerjikaynakları bulup yaratacaktır. Ener- ji tüketerek “iş” üreten makineler,motorlar geliştirebilecektir.

    Zamanımızdan 700 milyon yıl kadar önce canlılık“bitkiler ile hayvanlar” olarak iki kola ayrılmış biçimdeevrimini sürdürmeye başladı. Oksijen, hayvanlar için“yaşam verici” bir gaz konumuna geçti.

    İnsanın enerji ile ilişkisinin, ötekihayvanlarınkiyle ortak yanı (yakım-lama) yanı sıra, onlarınkinden farklıbir yönü vardır: Araç yapan bir canlıolarak gittikçe artan araçlar üretme-si, gittikçe fazla enerjiyi işe dönüş-türmesini gerektirir. Üretime geçişikendine bu artan gereksinimlerinikarşılama olanağı vermiştir. Araçla-rı, emeğin verimliliğini artırdığı gibi,yeni yeni besin (enerji) kaynakların-dan yararlanabilmesini sağlamıştır.

    Kendi enerji gereksinimlerindenöte, bazı (saban gibi, araba gibi) a-raçlarını kullanırken hayvan gücün-den yararlanma yolunu tutması (birde hayvanlarını beslemesi için) ener- ji kaynaklarının artırılmasını gerek-tirmiştir. Bu yolda hayvan gücüyleişletilen makinelerin geliştirilip da-

    ha sonra yakıt ile işletilen motorluaraçlara geçilmesi, gereksinim duy-duğu enerji kaynaklarının kat katçeşitlendirilip artırılmasını da birli-ğinde getirmiştir. (30)

    İnsanlığın enerji kaynaklarındagörülen bu artış ve çeşitlenme, kro-

    nolojik olarak ele alındığında şu ki-lometretaşları ile karşılaşılır: Hazırorganik enerji kaynakları evresi; a-teşin denetlenmesi; bunlara yenidenüretilebilen organik enerji kaynak-larının eklenmesi; hayvan enerjisin-den yararlanılmaya geçilmesi; köleemeğinden kitlesel çapta yararlanıl-ması; mekanik enerji kaynaklarınael atılması; ateşli silahlarla yıkıcı e-nerji kaynaklarının geliştirilmesi.

     ZÖ 3 milyon - MÖ 10 binarası: Hazır organik enerjikaynakları evresiİnsanlığın bu en uzun evresinde

    “hazır organik enerji kaynakları” ileyetinilmiştir. Öyle ki üretim önce-si bu milyonlarca yıllık süre boyun-ca insanın bir asalak olarak yaşadığı

    İNSANLIĞIN ENERJİ KAYNAKLARININ ÇEŞİTLENDİRİLEREK ARTIRILIŞI

    İnsanlığın en uzun süren ilk evresinde “hazırorganik enerji kaynakları” ile yetinilmiştir.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 091

    20/96

    20

    söylenebilir. Enerjisini daha çok bit-kisel ve hayvansal besinlerdeki şe-kerin (karbonhidratların) soluduğuoksijenle yakılması (moleküllerineayrıştırılması) ürünü olarak açığa çı-kan ısıdan sağlamıştır.

    Bu başlıca enerji kaynağının, gü-neş ışınları, ateş gibi inorganik kay-naklarla desteklendiği açıktır. Ancak,

    öteki inorganik kökenli (yağmur, yel,soğuk gibi) etmenlerin ise yakımlamasonucu edindiği enerjinin tümündenyararlanmasını önleyen etkilerde bu-lunduğu unutulmamalıdır.

     ZÖ 500 bin dolayları: Ateşin bir enerji kaynağıolarak denetimli kullanılışıAteşin denetimli kullanımının

    arkeolojik kayıtlardan yakalanabi-len en erken tarihli ipuçları, Pekin

    yakınlarındaki Çokutien Mağara-

    sı içinden sağlanmıştır. Bunlar, o-caklarda karşılaşılan bilinçli olarakyakılmış hayvan kemikleri kalıntıla-rıdır. Dolayısıyla ateşin hem besinle-rin pişirilmesinde hem de soğuktankorunmada denetimli kullanıldığıvarsayılabilir. Yiyeceklerin pişiril-mesi, onların daha büyük bir oranı-nın sindirilmesini sağlamıştır. Ateş-ten ısınmada yararlanılmasının ise,insan popülasyonlarının (Pekin ör-

    neğinden de anlaşılacağı gibi) dahasoğuk enlem bölgelerine yayılma-sına katkısı olmuştur. İkisi birden,

    nüfusun artmasını sağlayan etmen-ler arasında görülebilir.

    Ateşin denetimli kullanımının il-ginç bir örneği ilerde, üretime geçil-diğinde (MÖ 10 bin dolaylarındanbaşlanarak) ormandan “tarla açma”yöntemiyle verilecektir. Çapa tarı-mına uygun yumuşak (ümüslü) top-rağı tarıma açmak için önce ağaçlar,kabukları çepeçevre soyularak ku-rutulur. Sonra ateşe verilir. Böylece(yapılan hesaplara göre) yarım dö-nümlük alanda ortalama 500 ton bi-yomas (ağaç) yakılarak ortalama 75kilogram azotlu kül (gübre) elde e-dilmektedir. Daha sonraki yıllarda,tarıma açılan toprak eğiminden do-

    layı erozyona uğrayacağından ancak5-10 yıl üretim yapılabilme