Upload
others
View
2
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Başyazı Sebahaddin ATE
BİR TESLÎMİYET NUMÛNESİ
An Example of Resignation
Bizlere teslîmiyeti ö reten sahabe-i kiram efendilerimiz, her durum ve ortamda Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e tâbî olup onu örnek almı lardır. u ayet-i kerime buna i aret etmektedir:
“Andolsun ki, Resûlullâh (s.a.v), sizin için, Allah (c.c)’a ve ahiret gününe kavu mayı umanlar ve Allah (c.c)’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (33/Ahzâb, 21.)
Hicret esnasında Sevgili Peygamberimiz (s.a.v)’in ve Hz. Ebû Bekir (r.a)’in teslimiyeti slâm ve tasavvuf tarihinin en mühim tablolarındandır. Allah Resûlü (s.a.v)’nün hicret esnasında hem Sevr ma arasında hem de daha sonra mü riklerden Süraka bin Malik’in pe lerine dü mesi sırasında Allah (c.c)’a göstermi oldu uteslimiyet dillere destandır. Mekke’den Medine’ye hicret esnasında mü rikler, Hz. Peygamber (s.a.v) Efen-dimizi ve sâdık yol arkada ı Hz. Ebû Bekir (r.a)’i amansız bir takibe almı lar ve Sevr ma arasında kendile-rine ula mı lardı. Onlar ma aranın sa ını solunu dola ıyor ve “E er ma araya girmi olsalardı, güvercinle-rin yumurtası kırılır, örümcek a ı da bozulurdu.” diyorlardı. Bu esnada endi eye kapılan Hz. Ebû Bekir (r.a), Peygamber Efendimize hitaben; “Ben öldürülürsem, nihayet bir tek ki iyim, ölür giderim. Fakat sen öldürü-lecek olursan, o zaman bir ümmet helak olur gider.” diyordu. O sırada Peygamberimiz ayakta namaz kılıyor,Hz. Ebû Bekir (r.a)’de gözcülük yapıyordu. Efendimize; “ u kavmin seni arayıp duruyorlar. Vallahi ben ken-dim için tasalanmıyorum. Fakat sana zarar vermelerinden korkuyorum.” dedi. Resûl-i Ekrem; “Ey Ebû Be-kir, korkma! Hiç üphesiz Allah (c.c) bizimledir!” buyurdu. (Buhârî, Fezâilü’l-Ashâb, 2; Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 1.)
Konu Hz. Ebû Bekir (r.a)’den açılıca u hatırayı nakletmekte fayda görüyorum: Bir gün ziyarete gelen-lerden biri Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)’ye öyle bir soru sorar: “Efendim Nak ibendî Tarikatı-nın Hz. Ebû Bekir (r.a.) Efendimizden geldi ini, Kadirî Tarikatının ise Hz. Ali Efendimiz (r.a)’den geldi inisöylü yorlar do ru mu?” Osman Hulûsi Efendi öyle sohbet buyururlar: “Evet do ru dur, Resûlullah Efendi-miz (s.a.v) hicret ederken, ilk defa Garı erifte (Sevr Da ı/Hicret Ma arası) Hz. Ebû Bekir (r.a.) Efendimi-ze ders tarif ettiler. Bugün size telkin edilen dersin, harfi yle aynısı, bu ma arada tarif edilen derstir. Ma a-rada oldu u için hafî zikri tarif ettiler. Hz. Ali Efendimiz (r.a)’e de genç oldu u için cehrî zikri telkin ettiler. Hz. Ali Efendimiz (r.a) yolda giderken bile cehrî zikir çekerdi. Ecdadımızdan dolayı bütün tarikatler bizde birle ir. Yeryüzünde tarikat çok, fakat i in ehlini bulmak lazım.” diye buyururlar, sonra öyle devam ederler:
“Resûlullah Efendimiz (s.a.v) Mes cid-i Nebevîde hutbe irad ederken ashab-ı kirama buyurdu ki: “Ey Asha-bım! Bana yakın gelin, bana yakla ın. Mescidime açılan kapılardan, Ebû Bekir Sıd dık’ın (r.a.) kapısı ha-riç, di erlerini kapatın” diye buyurdular. Bu yol Resûlullah Efendimiz (s.a.v) zamanından bu yana sahih el-lerde bozulmadan günümüze kadar geldi. Yine sahih ellerde bozulmadan halkalar eklenerek kıyamete kadar devam edecek. Bunu bozmaya, yıkmaya kimsenin gücü yetmez.”
Bu vesileyle siz kıymetli okuyucularımıza teslîmiyetli gönüller temenni eder, yakla an Kurban Bayramı-nızı tebrik ederim.
The companions of Muhammad the Prophet (pbuh), who taught us the resignation, always followed him in every situation and considered him as a role model in their lives. The verse from the Holy Quran is an example for this: “Indeed in the Messenger ofAllah you have a good example to follow for the one who hopes (in meeting with) Allah and the Last Day and remembers Allah in abundance. (Al-Ahzab 33:21) In the time of Hijrah from Mecca to Medinah, the resignation of Muhammad the Prophet (pbuh) and Abu Bakr is a perfect example for us, the faithful. They took refuge in the cave Sevr for a few nights and when the Meccans came,Abu Bakr was extremely worried about Muhammad the Prophet (pbuh), thinking that the Meccans might hurt him if they noticed them, yet Muhammad the Prophet (pbuh) told him “Don’t worry Abu Bakr since Allah is with us!” Just at that moment a spider spun its web across the cave’s mouth and when the Meccans saw that the web was unbroken, they passed by without noticing them in the cave. Allah had protected his Messenger and his fellow, and they had trusted in Allah, as well.
We wish you have hearts full of resignation and have a nice Feast of Sacrifi ce.
SOMUNCU BABA / AYLIK L M - KÜLTÜR VE EDEB YAT DERG S
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nınYayın Organıdır
KurucusuA. emsettin ATE
Yaygın Süreli - ISSN: 1302-0803
YIL: 16 SAYI: 109 Kasım 2009 Basım Tarihi: 01 Kasım 2009
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adına
mtiyaz Sahibi ve Genel Yayın YönetmeniSebahaddin ATE
Yazı leri MüdürüHulûsi YAYLA
Yayın Editörü Musa TEKTA
YapımARTWORKS
www.artworks-tr.com
Genel Sanat Yönetmenilhan SOYLU
Sanat Yönetmenienol GÜRSOY
TashihAli YILMAZ - Vedat Ali TOK - Yusuf HALICI
Ar ivMuharrem AKIN
AboneBekir Sıtkı CANPOLAT
ReklamYusuf YILMAZ
Basım-Yayım-Da ıtım-PazarlamaV SAN ktisadi letmesi
Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende / MALATYA
Tel: (422) 615 15 00 Fax: (422) 615 28 79www.somuncubaba.net - [email protected]
Da ıtımKültür Dergi Da ıtım
CTP - Kalıp ÇıkıBizim Repro: (312) 341 10 20
Baskı & ÜretimKozan Ofset
Büyük Sanayi 1. Cadde Arpacıo lu 2 hanı 95/11 skitler / ANKARA Tel: (312) 384 20 03
Tek Sayı : 7 YTL - Kurum Abone : 120 YTL1 Yıllık (12 Sayı) Abone : 70 YTLAvrupa 1 Yıllık Abone : 72 EUROAvrupa Tek Sayı Fiyat : 6 EURO
Avrupa Harici Yurtdı ı Abone : 102 USDPosta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068
Ziraat Bankası (Darende ubesi): 26798480-5001Yurtdı ı Aboneleri çin Hesap No:
IBAN – TR56-0001-0003-2026-7984-8050- 01
MRAMCIZADE SMA LHAKKI TOPRAK (K.S.)
SEMPOZYUMU
Resul KESENCEL
4 Ekim 2009’da Sivas’ta düzenlenen sempozyumun bir bölümünde Hulûsi Efendi anlatılıyordu. Bu ise ancak Allah’ınbir lütfu büyüklerin himmeti olsa gerek.
KURBANLAR KURBAN OLA
M. Aybike S NAN
brahim sadakatinin ruhlara sindi i, smailteslimiyetinin tekrar tekrar üzerimize ya dı ı “Kurban Bayramı” çıkıp geldi mevsimlerin ötesinden.
Dergisi Hediyesi...
KurbanlarKurban Ola
Yeniden Varolu unFormülü: Hac
K A S I M 2 0 0 9Fiyat : 7 TLAYLIK L M-KÜLTÜR VE EDEB YAT DERG S
KURTULU UN ADI: TESLÎM YET - Ali AKPINAR (06)
ZAMANDAN YAKARI LAR - Rıfat ARAZ (09)
KAFESTEN KU UÇMU G B - Mehmet AKKU (10)
DE MEM - Muhsin lyas SUBA I (13)
ÖMÜR Ç ZG S - Ahmet Süreyya DURNA (19)
EL-CEMÂL - Ramazan ALTINTA (20)
ÂH R ZAMAN ÜMMET Y Z - Bekir O UZBA ARAN (23)
SEVG L YE MUHABBETLE TAAT - Musa TEKTA (28)
YILDIZLAR SIRDA IMDI - Fazıl Ahmet BAHADIR (33)
TESL M YETE DAYALI TASAVVUF E T M - Kadir ÖZKÖSE (34)
HAYATIMIZDAK ÖNEML EKS KL K: BEREKET - Mehmet SOYSALDI (42)
ÇALI MAK BEREKETL HAYATIN CEVHER D R - Aydın TALAY (50)
TUNUS GEZ NOTLARI- II - Fatih ERKOÇO LU (54)
KAYSERi (542) 411 02 53
KONYA (506) 474 51 71
GEREDE (530) 512 33 10
AMASYA (533) 681 33 82
YEN DENVAROLU UNFORMÜLÜ:
HAC
CAM VE CEMAAT ÂDÂBI
ehri KARACO KUN
Bütün ibadetlerin insan psikolojisine dönük sayısızyararlarının ötesinde, hac ibadetinin çok özel ve temel bir fonksiyonu vardır.
OSMANLI’YIKE FETMEK
SEVGÜZER NE
smail ÇOLAK
Osmanlı’nın Macarlara gösterdi ibu yakınlı ın tesiriyle pek çok Macar, Osmanlı hizmetine girmekte herhangi bir beis görmeyecekti.
Ali ÖZKANLI
Sevgi, sihirli bir sözcüktür, hayatımızın vazgeçilmez tutkusudur, onsuz ya amdü ünülemez.
EL-‘AKRA’ B. HÂB S - Bünyamin ERUL (66)
KIRK HAD S (67)
ADIM ADIM SA LIK- Sefa SAYGILI (68)
HAKÎKÎ DÎVÂNI -Vedat Ali TOK (70)
K TAPLIK (72)
ALLAH’IM! - Mehmet SERTPOLAT (73)
BAYRAKTAR - Ümit Fehmi SORGUNLU (74)
EMSEDD N S VASÎ - Yusuf HALICI (78)
K MSES ZLER N EL , AYA I: VAKFIMIZ (80)
SEBZELER N FAYDALARI- Akın D NDAR (84)
DEM RH ND - ifalı Bitkiler (86)
HÜNKÂR BE END - Mesude SARI (87)
Abdullah KAHRAMAN
slâm medeniyetinde camilerin mimarisine de büyük önem verilmi , cami, medrese ve hamam bir arada in aedilmi tir.
Kasım 20094
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)
Otuzdokuzuncu Mektup
Mektûbât-ıHulûsî-i Dârendevî
5
Ey veliyy-i nimetim cânım baba
Ey bakâ-yı devlet-i ânım baba
Ey gamlı gönlümün gamlı ne ’esi
Ey dertli cân u hem dermânım baba
Ey kanlı ya döken gözümün nûru
Ey mahzûn gönlüme her ânım baba
Ne ’esi bahâr-ı ömrümün vârı
Sürûr-ı sîne-i virânım baba
Hayâlin gözümde yâdın gönlümde
Yer tutdu ey canda mihmânım baba
Hep sâyende geçdi bu âna de in
Âzâde hep dem-i devrânım baba
Bir gün yine Mevlâ kavu durursa
Cân ola vaslına kurbânım baba
Bazen rüya bazen de göz önüne gelen hayali-
nizle geçen her gün ve gecelerim aynı olmayan bir
hâldir ki, ne susamı yürek acıma bir çare olur ne
de gözya ı ile bir çe me olan gözümün co an kanlı
ya ına bir son verir. Dünyanın her gün, bir bıkma
hali, bir üzüntü, bir kırılganlık meydana getirme-
sine kırılmasın, aldırı etmesin, dahası aldırma-
sın .(Bu sıkıntılar, üzüntüler üzerinde durma, on-
lara de er verme.) Öyleki olaca ın olmayaca ı,
mümkün olmadı ı malumunuzdur. Buna a ina-
lı ınız, buna yatkınlı ınız ve bunu bilmekli iniz
zaten sizin güzel tarafl arınızdandır efendim.
* * *
Ey derd ü mihnete yâr olan anam
Rûz u eb her demi zâr olan anam
Mihnete sabreyle merd olup etme âh
Hem dem-i gamla bî-karâr olan anam
Çek derd ü belâyı kadrin yücedir
Yüce baht pür-i’tibâr olan anam
Hulûs-ı kalb ile hüsn-i niyyetle
Hûrîlere yâr-i gâr olan anam
Ol ihtiyârı ho tut tâ ki Hakk’ın
Rızâsına ümîd-vâr olan anam
Seversen Hudâ’yı ey cân mâder
Babamla barı up olgıl senâ-ver
Bu mektubu babası Hasan Feyzi Efendi’ye yaz-
mı lardır. Mektubun son kısmı ise annesine hitap
etmektedir. Mektubun büyük bir kısmı manzum-
dur. Mensur olan kısım yukarıda güncel çeviri
olarak sunulmu tur.
Güncel Çeviri: Yrd. Doç. Dr. Cemil Gülseren
lim ve HayatAli AKPINAR*
“Allah’a teslimiyet, O’nun hep hayır dileyece ine can u gönülden inanıp içtenlikle
emirlerine boyun e mekle olur. Bunun için O’nu tanımak, O’nun emirlerini bilmek
gerekir; sonra O’nun ölçülerine uymak gerekir.”
Kasım 20096
KURTULUŞUN ADI: KURTULUŞUN ADI:
TESLÎMİYETTESLÎMİYET
slâm, teslimiyet-
tir. Teslimiyet
ise kurtulu tur.
Ama öncelikle Allah’a teslim ol-
malıyız ki kurtulu a erebilelim.
Zira Allah’a teslim olan, O’ndan
ba ka bütün ba lardan kurtul-
mu olur. Yüce Allah ise kulu-
nun hep hayrını diler. O, asla
kulu için er dilemez. O’na ba -
lanan, O’na teslim olan her za-
man kârdadır. Onun için yal-
nızca O’na teslim olunmalı,
O’na boyun e ilmeli, O’nun ha-
tırı her eyden üstün tutulmalı.
Yüce Allah’a teslim olan, on-
dan ba ka bütün ba lardan,
esâretten kurtulur, gerçek öz-
gürlü üne kavu ur. Allah’a tes-
lim olamayanların ise eyta-
na, nefi slerine yahut kendileri
gibi ba ka insanlara esir olma-
ları söz konusudur. Bu yüzden
Allah’a kulluk gerçek özgürlü-
ün kendisidir.
“Allah, geçimsiz efendileri
olan bir adamla, yalnız bir ki-
iye ba lı olan bir adamı misâl
olarak verir. Bu ikisi e it mi-
dir? Övülmek Allah içindir, fa-
kat ço u bilmezler.”1 O halde
bir olan Allah’a teslim olup kar-
ma adan kurtulmak mı, yoksa
birbiriyle sürekli çatı an birden
fazla efendilere/güç odaklarına
teslim olup karma ada bo ul-
mak mı istedi imize karar ver-
meliyiz.
Allah’a teslimiyet, O’nun hep
hayır dileyece ine can u gönül-
den inanıp içtenlikle emirlerine
boyun e mekle olur. Bunun için
O’nu tanımak, O’nun emirleri-
ni bilmek gerekir; sonra O’nun
ölçülerine uymak gerekir.
Kur’ân, göklerde ve yerde
olan bütün her eyin Allah’a
teslim oldu una, O’nun emirle-
ri do rultusunda hareket etti i-
ne vurgu yaparak, yeryüzünün
en erefl i varlı ı olan insanın
da yalnızca Yüce Allah’a teslim
olmasını ister: “Allah’ın dinin-
den ba ka bir din mi arzu edi-
yorlar? Oysa göklerde ve yer-
de kim varsa, ister istemez
O’na teslim olmu tur, O’na
döneceklerdir.”2
slâm, aynı zamanda tesli-
miyet demektir. Müslüman ola-
bilmek için, gönülden Allah ve
Rasûlünün ölçülerine inanmak,
onların gereklerini yerine getir-
mek gerekir. Bu anlamda tes-
lim olanlar, do ru yolu bulmu
demektir. Teslim olmayanlar
ise, yoldan çıkmı kimselerdir:
“Onlar, âyet slâm olurlarsa
do ru yola girmi lerdir, yüz
çevirirlerse, sana yalnız teb-
li etmek dü er. Allah kulları-
nı görür.”3
slâm’a göre teslim olup
slâm’a giren kendisi kazanır.
Akıllı insan, ba kalarını bekle-
meden teslimiyetle Allah’a bo-
yun e en kimsedir. Bu neden-
le Kur’ân, Müslümanların ilki
olmayı bize ö ütler: “Do rusu
ben ilk Müslüman olmakla em-
rolundum, de; asla ortak ko-
anlardan olma!”4
Allah’a teslim olarak slâm’a
giren kimse Müslüman unvanını
almaya ak kazanır. O selâmete/
esenli e ermi demektir. Artık
onun dünyası stres ve buhran-
lardan uzak esenlik yurdu olan
Dâru’l- slâm’dır. Âhireti de
esenlik ve selamet yurdu olan
Dâru’s-Selâm’dır. Onların dün-
yadaki sloganları da “selâm”
sözüdür, Âhiretteki sözleri de
“selâm” sözüdür. Zira onlar
bir adı da es-Selâm olan Yüce
Allah’ın, kulları için düzenledi-
i slâm’a gönül verenlerdir.
“Allah, selâm yurdu cennete
ça ırır ve diledi ini do ru yola
eri tirir.”5
“Rablerinin katında sela-
met yurdu onlarındır. O, i -
lediklerinden ötürü onların
dostudur.”6
“Oradaki cennetteki tebrik-
leri selâmdır.”7
7
1 39/Zümer, 29.2 3/Âl-i mrân, 83.3 3/Âl-i mrân, 20.4 6/En’âm, 14; 40/Gâfi r, 665 10/Yûnus, 25.6 6/En’âm, 127.7 10/Yûnus, 10.8 3/Âl-i mrân, 19.9 22/Hac, 78.10 10/Yûnus, 72.11 2/Bakara, 131.12 37/Sâffât, 103.13 2/Bakara, 133.14 27/Neml, 91-92.15 3/Âl-i mrân, 52, 5/Mâide, 111.16 72/Cin, 14.17 2/Bakara, 208.18 15/Hicr, 90-93.19 2/Bakara, 85.20 22/Hac, 11.
Dipnot* Prof. Dr.
Kasım 20098
Kur’ân’da Teslimiyet Örnekleri
Allah katında geçerli din
slâm’dır. Bu dine bu ismi biz-
zat Yüce Allah vermi tir. Kur’ân
bütün peygamberlerin Allah’a
teslim olmu Müslüman kimse-
ler oldu unun altını çizer:
“Allah katında din, üphesiz
slâmiyet’tir.8 Size Müslüman
adını veren O’dur.”9
“Nuh kavmine öyle demi -
ti: E er yüz çevirirseniz bilin
ki, ben sizden bir ücret istemi-
yorum. Benim ecrim Allah’a
aittir. Müslimlerden olmakla
emrolundum.”10
Hz. brahim, Rabbinin,
“Teslim ol/ slâm ol emrine,
ben âlemlerin Rabbine tes-
lim oldum,”11 diyerek teslim ol-
mu ve babası ba ta olmak üze-
re çevresinin inkârcı tavırlarına
tahammül edebilmi tir.
Aynı ekilde brahim Pey-
gamber o lu smail ile birlik-
te, Yüce Allah’ın kurban sı-
navını teslimiyetle ba arıyla
bitirebilmi lerdir.12
“Yakub’un o ulları, ‘Senin
Tanrı’na ve ataların brahim,
smail ve shak’ın Tanrı’sı olan
tek Tanrı (olan Allah’a) kulluk
edece iz, bizler O’na teslim ol-
mu uzdur’ demi lerdi.”13
“De ki: ‘Ben, yalnız her e-
yin sahibi olan ve bu kutlu kı-
lınmı ehrin Rabbine kulluk
etmekle emrolundum. Müslü-
manlardan olmakla ve Kur’ân
okumakla emrolundum.”14
“Havârîler öyle dediler:
Biz Allah’ın yardımcılarıyız,
Allah’a inandık, O’na teslim ol-
du umuza ahit ol.”15
“Cinler de öyle dediler:
çimizde, kendini Allah’a ver-
mi Müslüman olanlar da, ya-
zık edenler de vardır. Kendini
Allah’a veren kimseler, i te on-
lar, do ru yolu arayanlar, ona
layık olanlardır.”16
Bunun için Peygamberimiz,
“ slâm ol/teslim ol kurtulasın.”
buyurmu tur. Demek ki kur-
tulu Allah’a teslim olmakta,
O’nun yegâne Hak dini slâm
ile erefl enmektedir. O’na tes-
lim olan dünyada stres ve buh-
ranlardan kurtulur, huzurlu bir
hayatın adamı olur. Âhirette de
azap ve gazaptan kurtulup cen-
netin sakini olur.
Kurtulu teslimiyette ve
slâm’dadır. Ancak tam bir tes-
limiyet ve bütünüyle slâm’a
girmek arttır. Çünkü bir sistem
bütün parçalarıyla birlikte çalı-
ırsa, tam randıman verir. Siste-
min bir kısmı faaliyette olur, bir
kısmı atıl kalırsa ondan tam bir
randıman beklenmez. Bunun
için Yüce Rabbimiz, “Ey na-
nanlar! Hep birden topyekûn
barı a/ slâm’a girin, eyta-
na ayak uydurmayın, o sizin
apaçık dü manınızdır.”17 bu-
yurarak bütünüyle slâm’a gir-
meyi bizlere emretmi tir. Yine
Kur’ân, Allah’ın âyetlerini par-
çalara ayıran, bir kısmını kabul
edip bir kısmını kabul etmeyen-
leri, Allah’a pazarlıklı ibadet ve
kulluk edenleri uyarmı tır:
“Nitekim biz kendi kitapla-
rırn parça parça ayıranlara
da (kitap) indirmi tik. Ki on-
lar, (bir kısmına inanıp bir kıs-
mını inkâr ederek) Kur’an’ı da
parça edenlerdir; Rabbine and
olsun ki onların hepsine, yap-
makta olduklarının hepsini
soraca ız.”18
“Kitabın bir kısmına ina-
nıp, bir kısmını inkâr mı
ediyorsunuz?”19
“ nsanlar içinde Allah’a,
bir yar kenarındaymı gibi,
bir ucundan kulluk eden var-
dır. Ona bir iyilik gelirse yatı-
ır, ba ına bir belâ gelirse yüz
üstü döner. Dünyayı da Âhireti
de kaybeder. te apaçık kayıp
budur.”20
O halde tam bir teslimiyetle
ve bütünüyle Allah’ın dinine gi-
relim, onu bir bütün olarak ya-
amaya gayret edelim ki, dinin
dünya ve âhiret kazanımlarına
nail olalım.
9
ZAMANDAN YAKARI LAR
Bu garip gönlümün gamlı ça ında; çimde tutu an kor mu lâhî? .. Bir ömre atılan kader a ında; Çekilen hayır mı, er mi lâhî? ..
Sabrıma sen kattın asrın âhını;Sevginle erittin kul günâhını! .. Ukbâya gül sunan a k dergâhını;Can ile süsleyen nûr mu lâhî? ..
Gönlüme, a kınla kubbeler kurdun; Harcına tevhîdin mührünü vurdun! .. Her mevsim ibretle sınadın, durdun; Vuslâtın hep böyle zor mu lâhî? ..
Ne ay var, ne yıldız, gün soldu, söndü; Gecenin gecesi gündüze döndü! .. Bu Halil hüznüme bir hasret indi; A ikâr varlı ın, sır mı lâhî? ..
stemem bu yolda ne ni an, ne nam; Ufkumdan bir ufuk do ar her ak am! .. Âlemden âleme iç içe nizâm; ç içe nizâmlar bir mi lâhî? ..
Duâm gözya ımda, gönlüm yapında; Kul Rıfat’ım geldim, kaldım kapında! .. Edep levhâsında, ezel tapunda; Canıma can katan sûr mı lâhî? ..
Rıfat ARAZ
Hulûsi Kalb’denMehmet AKKU *
KAFESTEN KUŞ UÇMUŞ GİBİ
Kasım 200910
11
Hazret-i Âdem’den beri oldu u
gibi, bir gün gelecek her can-
lı, fânî olan bu dünyadan göçüp
gidecek. Nice varlık sahipleri; güç ve kudretle-
ri elinde bulunduran niceleri elde ettikleri zen-
ginliklerini, hazînelerini, evlâd u ıyâlini, mal ü
menâlini, hüküm sürdükleri toprakları, kö kle-
ri, sarayları v.s. hep bırakıp gittiler. Nice edip-
ler, airler, âlimler göçtüler bu dünyadan. Bun-
lardan bu dünyada ho bir sadâ bırakanlar, hem
yaptıklarıyla hâlâ hayırla yâd ediliyorlar, hem de
âhirette Rabbimizin va’d etti i cennetlere gire-
cekler. Kahır ve zulümle hüküm sürerek hayatla-
rını sürdürmü olanlari ise her iki âlemde hiç de
iyi sonuçların beklemedi i malum.
Dünyamızın, âhiret azı ının kazanıldı ı bir
yer oldu unu unutmamak için birbirimizi uyar-
malı ve uyaranlara kulak vermeliyiz. Allah dostla-
rı, mutasavvıfl ar, mür idler, muttakî âlimler, gö-
nül dünyamıza hitap eden âirlerimiz bize hep bu
hakîkatı söylemi ler, söylemeye devam etmekte-
dirler. Yunus Emre birçok manzûmesinde bu
dünya hayatının kısalı ını, gelip-geçicili ini gayet
samîmâne sözler ve sade manzûmeleriyle çok gü-
zel ifade etmi tir. Ona göre dünyadan göçenler,
bir ku misâli uçup gitmektedirler. Bu vâdîde i-
irleri olan es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi de a a-
ıdaki güzel manzûmesinde konuyla alakalı ola-
rak bize îkazlarda bulunmaktadır. Ona göre bunu
görmeyenler ahmaktır. Bundan dolayı senlik-
benlik kavgasını bırakmalı, has-hâlis vefâlı dost-
lar olup ebedî hayat için bu dünyada âhiret azı ı-
mızı hazırlamalıyız.
1. Bir vakt ola bu câm-ı gülistânı koyam ben
Bir vakt ola bu âlem-i devrânı koyam ben
Bir vakt ola bu nâli -i sûzânı koyam ben
Bir vakt ola her yârı vü yârânı koyam ben
Talan ola varlık gide cân yâr ola cânân
N’itdim nideyim n’oldu bakın âlem-i ebdân
2. Yıllarca süren senlik ü benlik yok olur ya
Her nesnede bu âdet-i Hak mutlak olur ya
Kim yâda getirmez bu günü ahmak olur ya
Vâlâ-güher isen de yerin toprak olur ya
Talan ola varlık gide cân yâr ola cânân
N’itdim nideyim n’oldu bakın âlem-i ebdân
3. Bir bülbül-i eydâ-yı gülistân-ı cihânken
Bir Vâmık u Azrâ-yı nihân Yûsuf-ı cânken
Bir pâdi eh-i merd-i kavî sırr-ı nihânken
Heyhât da ıla gide cem-i cemâatin ayânken
Talan ola varlık gide cân yâr ola cânân
N’itdim nideyim n’oldu bakın âlem-i ebdân
4. Mihmân gide vîrân ola bu hâne-i mihmân
Yâ mihnet ü yâ vuslat ola var ise yârân
Yâ derdine dermân ola ol yâr-ı azîz cân
Yâ yârene ate ler ura berzah u nîrân
Talan ola varlık gide cân yâr ola cânân
N’itdim nideyim n’oldu bakın âlem-i ebdân
5. Mecnûn Hulûsî’ye vefâ kim ede Leylâ
Mahzûn Hulûsî’ye cefâ kim ede Leylâ
Medyûn Hulûsî’ye ezâ kim ede Leylâ
Ma bûn Hulûsî’ye safâ kim ede Leylâ
Talan ola varlık gide cân yâr ola cânân
N’itdim nideyim n’oldu bakın âlem-i ebdân
“Bu dünya misâfi rhânesinde misâfi rler birer birer
gidecek, konaklar yıkılıp vîran olup gidecek. E er varsa
dostlarınla ya vuslat gerçekle ecek ya da onlar birer
mihnet hâline gelecek. O can dostların yarın âhirette
senin derdine belki dermân olacaklar. Ya da oradaki
ate ler senin yaranın üstüne yara açacaklar.”
Kasım 200912
Açıklaması
Bir gün gelecek ben bu gül bahçesi gibi olan
dünyanın nimetlerini koyup gidece im. Yine bir
gün olacak dönüp duran bu âlemi bırakıp gidece-
im. Bir vakit de gelecek bu dünyanın a layıp sız-
lamalarını koyaca ım. Neticede bir an gelecek ki
bütün dost ve ahbapları bırakıp gidece im ben.
te o zaman elde avuçta var olan ne varsa ta-
lan olup gidecek. Bana ise, sadece yâr-ı Hakîkî
olan Allah’ım kalacak. O zaman gelin hep beraber
öyle bir dü ünelim: Ben ne yaptım, ne yapıyo-
rum? Bu varlıklar âlemi ne oldu, nereye gitti?
Nasıl olsa yıllarca, hatta ömür boyu sürüp gi-
den sen ben kavgası bir gün gelir yok olup gider.
Allah’ın âdeti gere i her ey bir gün mutlaka bu
dünyadan göçer gider. Kim ki bunun böyle olaca-
ını aklına getirmezse o ahmaktır. Nihâyet ne ka-
dar de erli mücevher de olsan bir gün gelecek ye-
rin kara toprak olacak.
te o zaman elde avuçta var olan ne varsa ta-
lan olup gidecek. Bana ise, sadece yâr-ı Hakîkî
olan Allah’ım kalacak. O zaman gelin hep bera-
ber öyle bir dü ünelim: Ben bu dünyada ya adı-
ım sürece ne yaptım, ne yapıyorum? Elimde bu-
lunan varlıklarım ne oldu, nereye gitti?
nsano lu gül bahçesi gibi olan bu dünya-
da akıyıp duran bir bülbül iken. Tarihte Vâmık
ve Azrâ gibi, cân dostu olan Yûsuf (a.s.) gibi nice
me hûr ki iler var iken; nice nice kudretli padi-
ahlar, onların ne kadar da çok sırları var iken.
te bütün bunların yok olup gitti i gibi bir gün
senin de topladıklarının hepsi veya soyun sopun
hepsi da ılıp yok olup gidece i ortada iken.
te o zaman elde avuçta var olan ne varsa ta-
lan olup gidecek. Bana ise, sadece yâr-ı Hakîkî
olan Allah’ım kalacak. O zaman gelin hep beraber
öyle bir dü ünelim: Ben bu dünyada ya-
adı ım sürece ne yaptım, ne yapıyorum?
Elimde bulunan varlıklarım ne oldu, ne-
reye gitti?
Bu dünya misâfi rhânesinde misâfi rler
birer birer gidecek, konaklar yıkılıp vîran
olup gidecek. E er varsa dostlarınla ya
vuslat gerçekle ecek ya da onlar birer
mihnet hâline gelecek. O can dostların ya-
rın âhirette senin derdine belki dermân
olacaklar. Ya da oradaki ate ler senin ya-
ranın üstüne yara açacaklar.
te o zaman elde avuçta var olan ne
varsa talan olup gidecek. Bana ise, sade-
ce yâr-ı Hakîkî olan Allah’ım kalacak. O
zaman gelin hep beraber öyle bir dü ü-
nelim: Ben bu dünyada ya adı ım sürece ne yap-
tım, ne yapıyorum? Elimde bulunan varlıklarım
ne oldu, nereye gitti?
Bu söylediklerini dü ünerek Mecnûn gibi ken-
dinden geçerek mahzûn olup nice cefâlar çeken;
medyûn olup nice eziyetler gören; bu dünyaya
dalıp yanılan Hulûsî’ye kim ki vefâlı dost olur-
sa, Mecnûn’un Leylâ’sı gibi onun gerçek muhib-
bi olur.
te o zaman elde avuçta var olan ne varsa ta-
lan olup gidecek. Bana ise, sadece yâr-ı Hakîkî
olan Allah’ım kalacak. O zaman gelin hep bera-
ber öyle bir dü ünelim: Ben bu dünyada ya adı-
ım sürece ne yaptım, ne yapıyorum? Elimde bu-
lunan varlıklarım ne oldu, nereye gitti?
13
DE MEMOnurum ekme imdir, tüm cihana de i mem,
Sessiz yalnızlı ımı kirli ana de i mem!
Bende sönen umutlar, sende ufuklar açsa, Dökülen bir gülümü bin goncana de i mem!
Benim gönül ipimde kırk fahi e gezinmez, Uzletimi zevk eder pis dünyana e i mem!
Huzur olsun yeter ki, toprak damlı odamda, O küçücük umrânı cam villana de i mem!
Yoklu a teyellenmi bir ömrü ta ırım da, So anla ekme imi tok sofrana de i mem!
Kendi iç iklimime ükürle razı olur, Bir secdelik dünyamı co rafyana de i mem!
Ruhun engin ufkuna öyle ba lı kaldım ki, Aydınlık mâveramı mâsivana de i mem! ..
Muhsin lyas SUBA I
KültürResul KESENCEL
Kasım 200914
“4 Ekim 2009’da Sivas’ta düzenlenen sempozyumun bir bölümünde Hulûsi Efendi
anlatılıyordu. Bu ise ancak Allah’ın bir lütfu büyüklerin himmeti olsa gerek. Allah
dostlarının muhabbeti tüm insanları, sevenleri birle tiriyor kaderin tecellisi ne güzel
ortaya çıkıyor, büyüklerin himmet ve bereketi açıkça görülebiliyordu. hramcızâde
Hazretlerinin vefatının 40. yılında bu sempozyum düzenlenmi , onun hizmetleri dile
getirilmi ti. Temennimiz sempozyumun mutat olarak her yıl gerçekle tirilmesi,
bu vesile ile insanlarımıza Allah dostlarının tanıtılması ve anlatılmasıdır.”
15
4Ekim 2009 tarihinde Sivas Belediyesi
tarafından “ hramcızâde smail Hakkı
Toprak Sempozyumu” düzenlendi. Si-
vas Atatürk Kültür Merkezinde düzenlenen sem-
pozyuma 21 akademisyen konu macı olarak katı-
lırken çok sayıda seveni, muhibbanı sempozyuma
i tirak etti. Sempozyumu düzenleyen Sivas Be-
lediyesi nezdinde Belediye Ba kanı Do an Ür-
güp ile Sivas Valisi Ali Kolat Bey’in konu mala-
rı bu organizenin çok güzel geçece inin habercisi
idi. Sempozyum; saygı duru u, stiklal Mar ı ve
Kur’an’ı Kerim tilaveti ile ba ladı. Sempozyumun
koordinatörü düzenleme kurulu ve danı ma ku-
rulu çok güzel bir çalı maya imza atmı lardı.
Sempozyum dört oturum halinde oldu, sa-
bahleyin 09.00 da ba ladı, ak am 19.00’a kadar
devam etti. Yo un dinleyici ilgisiyle konu macı-
lar ayrı bir ne e buldu, hiç bir kopma olmadan
sonuna kadar bu ilgi devam etti. Bir konu macı-
nın ifade etti i gibi adeta oraya hramcızâde Haz-
retlerinin ruhanî te rifi gerçekle mi ve sempoz-
yum çok güzel bir hava içerisinde geçmi ti.
Dört oturum halinde tertiplenen sempozyum-
da oturum ba kanlıklarını Prof. Dr. Bilal Kemikli,
Prof. Dr. Bilal Yücel, Pof. Dr. Hüseyin Akkaya ve
Prof. Dr. Ali Akpınar yaptı.
Sempozyum dü üncesi ortaya çıktı ında
Sivas’tan bir heyet Darende’ye gelerek, Es-Seyyid
Osman Hulûsi Efendi Vakfı Mütevelli Heyet Ba -
kanı H. Hamidettin Ate Efendi ile görü mü ler-
di. hramcızâde Hazretleri ilgili bir sempozyum
dü ündüklerini söylemi ler, destek istemi ler-
di. Vakıf Ba kanımız H. Hamidettin Ate Efen-
di: “Konu hramcızâde Hazretleri olunca akan
sular durur, elimizdeki bilgi, belge ve doküman-
ları sizlerle payla ır, tüm gayretlerinizi ve çalı -
malarınızı destekleriz. Siz de sempozyumu Ekim
ayında yaparsınız. Ekimde ekim i i gerçekle sin
ki hasatta verimli ve bereketli olsun” buyurdular.
Gerçekten sempozyum 4 Ekim tarihinde olmu
hasadında hemen ortaya çıktı ı görülmü tü. Bu
ba lamda sempozyumda tüm eme i geçenlere ve
katılımcılara te ekkürü bir borç biliriz.
Sivas’taki bu sempozyum bize Darende’deki
Somuncu Baba ve Hulûsi Efendi Sempozyumla-
rını hatırlattı. 1991’de düzenlenen sempozyum-
da Doç. Dr. Selçuk Eraydın, hramcızâde Haz-
retlerini anlatmı tı. 2009’da Sivas’ta düzenlenen
sempozyumun bir bölümünde ise Hulûsi Efendi
anlatılıyordu. Bu ise ancak Allah’ın bir lütfu bü-
yüklerin himmeti olsa gerek. Allah dostlarının
muhabbeti ise tüm insanları sevenleri birle tiri-
yor kaderin tecellisi ne güzel ortaya çıkıyor bü-
yüklerin himmet ve bereketi açıkça görülebili-
yordu. hramcızâde Hazretlerinin vefatının 40.
yılında bu sempozyum düzenlenmi , onun hiz-
metleri dile getirilmi ti. Temennimiz sempozyu-
mun mutat olarak her yıl gerçekle tirilmesi, in-
sanlarımıza Allah dostlarını anlatmak olmalıdır.
Sempozyuma katılan akademisyenlerin tüm
konu malarını yazımıza alabilmemiz mümkün
de ildir. Ancak ba ından sonuna kadar hepsi gü-
zeldi. Güzel eyler anlatıldı, gü-
zellikler ve güzel insanlardan
bahsedildi. Doç. Dr. Ünal Kılıç
“Arap eyh”i Dr. Yüksel Gözte-
pe “Mur Ali Baba”yı, Fatih Çı-
nar “Mustafa Hâki Efendi”yi
anlattı.
Mustafa Hâki Efendi ve
hramcızâde Hazretleri ile ilgi-
li güzel bir hatırayı onların anı-
sına nakletmeden geçmeyelim.
“ smail Hakkı Efendi (k.s), an-
nesinin üstadını ziyarete gide-
ce i bir seferde ona e lik etmi
ve Hâkî Efendi (k.s) ile kar ı-
la maları bu ziyaret vesilesiyle
olmu tur. Hâkî Efendi, ihvan-
ları ile sohbet ederken smail Efendi huzura ge-
lir. Hâkî Efendi; ‘Siz Hacı Hanım’ın o lu musu-
nuz?’ diye sorar. smail Efendi, ‘Evet, Efendim’
der. Hâkî Efendi, smail Efendi’ye nazar eder.’ s-
mail Efendi, bu nazarın etkisini u sözlerle izah
etmi ti: ‘Garda larım! O an bana bir hâl oldu. Üs-
tadım bana bir nazar etti ki, ne oldu unu bileme-
dim. O heyecanı tarif edemem. Efendim, bana o
soruyu sorarken ellerimin ye il bir renk aldı ı-
nı gördüm. te o anda manevî bir haz hissettim.
Gözüm, elim mür idim oldu. O ben oldu ben o ol-
dum.”
Yrd. Doç. Dr. Ebûbekir Yücel hramcızâde
Hazretlerinin hayatını anlatırken Hulûsi Efendi
Hazretlerine geni yer verdi. lk tanı ma anlarını
anlatırken tüm dinleyiciler duygulandı. Bu hatı-
rayı u ekilde nakledelim: “ hramcızâde Hazret-
leri Darende’ye gelir ve Hacı Mustafa Efendi’nin
evine gitmek ister, oraya Hulûsi Efendi götürür.
Henüz yedi ya ındadır. Fakat bahçe aralarından
götürünce büyük Pir ‘O ul bizi nerden götürüyor-
sun’ dedi inde ‘Yar yolundan Efendim’ der. ‘O ul
yar yolu nedir?’ dedi inde ‘Sevdi ine gidilen en
kestirme yoldur.’ cevabını verir. Gidilecek yere
varıldı ında hramcızâde Hazretleri para vermek
ister fakat Hulûsi Efendi himmet ister. ‘O ul hem
parayı hem himmeti al.’ buyurur. Bunun üzerine
Hulûsi Efendi’ye bir do u gelir ve u beyitleri ka-
leme alır.
Can alıcı gözelerinin aldı
beni bir nazarı
Onmayıcı derdü gama sal-
dı beni bir nazarı…
Hulûsi Efendi ‘ne oluysa o
anda oldu’ buyurur.”
Çünkü hramcızâde Haz-
retlerinin bu nazarı her eyi
tamamlamı tır. Tıpkı mür-
idi Mustafa Hâki Efendinin
kendisine yaptı ı nazarı biz-
lere hatırlatır. hramcızâde
Hazretlerinin en büyük hali-
fesi, yolun devamı olan Hulûsi
Efendi mür idi tarafından çok güzel ve mükem-
mel bir ekilde yeti tirilmi tir. Hulûsi Efendi de
yolun gereklerini tüm hassasiyetiyle yerine ge-
tirmi tir.
Prof. Dr. Ali Akpınar, “Kul Olarak
hramcızâde” Prof. Dr. Ramazan Altınta ,
“ hramcı-zâde’de Ameli Ahlak”, A. Turan Alkan
“Tanıdı ım hramcızâde”yi anlatırken o ya a-
dı ı zamanı, öyle güzel bir üslupla anlatmı tı ki
tüm dinleyiciler duygulandı. hramcızâde Haz-
retlerinin mütevazılı ı insana ve ihvana verdi i
kıymet gözler önüne serildi i bu sahnede aslın-
da söz bitiyordu. Adem Güçer “Tanıyanların Di-
linden hramcızâde”yi anlatırken, tüm izleyicile-
ri sanki geçmi zamana ta ımı güzel hatıralarla
hramcızâde Hazretlerinin gönüllerdeki yerini
bir kez daha dile getirmi ti. Çünkü hramcızâde
(k.s) hayatını dolu dolu ya amı tı.
Kasım 200916
Ali KOLAT / Sivas Valisi
17
Sempozyumun ö leden sonraki 3. oturumda
da aynı heyecan devam ediyordu. Oturum ba ka-
nı Prof. Dr. Hüseyin Akkaya’nın girizgâhından son-
ra, Prof. Dr. Ali Yılmaz, “Hulûsi-i Darendevi’de
hramcızâde” adlı tebli ini sundu. Bu
tebli inden bir bölümünü okuyucula-
rımızla payla mak istiyorum:
“Es-Seyyid Osman Hulûsi
Efendi’nin Dîvân’ında hram-cızâde
smail Hakkı Efendi hakkında hay-
li çok iir bulunmaktadır. Bunlar-
dan bir kısmında bu zât-ı muhtere-
min ismi veya özellikle Karîbullâh
lakabı açıkça yazılmı , bir kısmın-
da ise i aret edilmi tir. Ben tebli i-
me bunların hemen hemen hepsi-
ni yazdım. Burada bunların hepsini
sunmak elbette mümkün de il, an-
cak bu tebli lerin basılaca ını tah-
min ediyorum, i te o basılı metinde
bir arada bulunması bakımından faydalı gördüm
ve yazdım. Osman Hulûsi Efendi, hramcızâde
smail Hakkı Efendi’yi Farsça yazdı ı tarikat sil-
silesinde söyle zikretmektedir:
Be-ân hur îd-i âlem-tâb Karîbullâh-ı hrâmî
Celîlü’l-menkabet hem âlî-hemmat-râ
cihân me hûr”
Prof. Dr. Mehmet Akku ise, “Hulûsi
Efendi’nin Mektubatında hramcızâde” adlı
tebli ini sunarken üç mektuptan örnekler ve-
rerek günümüz Türkçesine çevrisini yapmı
ve oldukça etkileyici bir
sunum olmu tur. Prof.
Dr. Abdullah Kahraman,
“ hramcızâde’nin iirle-
rinde Peygamber Sevgisi”
adlı tebli inin özetini sun-
mu tur. Ara tırmacı-Yazar
Musa Tekta ’ın sunumu
oldukça güzel olmu , su-
numa ba larken oturum
ba kanından da izin ala-
rak Hulûsi Efendi (k.s)’nin
hramcızâde (k.s) ile ilgi-
li yazdı ı bir kasidesini ila-
hi tarzında okumasından
katılımcılar ve izleyicile-
rin bir bölümü etkilenmi
ve gözya larını tutamamı tı. Okunan kaside-
nin ilk iki beyti u ekildedir:
Cân mürgünün ezkârı dîdâr-ı Karîbu’llâh
Her demdeki efkârı dîdâr-ı Karîbu’llâh
Almı ezelî varın kılmı ana ikrârın
Görmü gül-i ruhsârın dîdâr-ı Karîbu’llâh…
Do an ÜRGÜP / Sivas Belediye Ba kanı
Ara tırmacı-Yazar Musa Tekta , Hulûsi
Efendinin gençli inde rahatsızlanması üzeri-
ne hramıczâde’nin “Evladımız Hulûsi’yi Sivas’a
götürür gerekirse gömle imizi satarak tedavisi-
ni yaptırırız” buyurdu u menkıbeyi anlatırken
aralarındaki sevgi ve muhabbeti dile getirdi. Bu
hatıra ise tüm dinleyicileri duygulandırdı sevgi
ve muhabbetin mükemmelli i kar ısında imre-
nerek dinlendi. Tekta öyle devam etti. “Bir de-
fasında da Kangal Müftüsü bir gün smail Hak-
kı Toprak (k.s)’yi ziyaret etti inde ‘Efendim
Darende’de Hulûsi Efendi (k.s) ile görü tük. Ne
mesele sorduk ise hepsini deliller getirerek ce-
vapladılar, hem de kitapları öyle açtılar ki bir iki
yaprak farkı ile sayfaları açarak önümüze serdi-
ler. Bu nasıl i tir hayrette kaldım.’ der. smail
Hakkı Toprak Efendi (k.s) cevaben; ‘O da bizim
talebemiz, onu biz yeti tirdik, buyurmu lardır.’
Hulûsi Efendi, Dîvân’ında bulunan birçok i-
irinde hramcızâde smail Hakkı Efendi’yi zik-
retmektedir. Bir sohbet esnasında smail Hakkı
Efendi; ‘Hulûsi Efendi o lumuz, iirlerini Allah
ve Resulüne yazmı lardır. Ancak yol bizden geç-
ti i için edeben bizim ismimizi de zikretmi ler-
dir’ buyurarak tevazu göstermi lerdir.”
Prof. Dr. Necmettin Tozlu, “Bir Terbiyeci Ola-
rak smail Hakkı Toprak”, Doç. Dr. H. brahim
im ek, “Tasavvufi Ki ili i ve Manevî ahsiye-
ti”, Doç. Dr. evket Topal, “ smail Hakkı Top-
rak r adında Kötülük Yollarının Kapatılma-
sı Ba lamında Azimet Ruhsat li kisi”, Doç. Dr.
M. Do an Karaco kun “Günümüz nsanın Prob-
lemlerine hramcızâde’nin Çözüm Önerileri”,
Ara tırmacı-Yazar Müjgan Üçer “ hramcızâde
smail Hakkı Toprak’ın Sivas Ulu Camiini hya-
sı” adlı tebli leri oldukça güzel hazırlanarak su-
nulmu tu.
Oturum ba kanlarının oturumları çok güzel
idare etmeleri, konuya paralel hatıralar ve iirler
okumaları gerçekten etkileyici oldu. Konu ma-
cılardan birisinin “ hramcızâde Hazretlerinin
en büyük halifesi Hulûsi Efendi’dir. Yol oradan
devam etmektedir. Emanetlerde özel bir yerde
muhafaza edilmektedir.” ifadesi bizleri memnun
etti. Sempozyumun bitimi ile birlikte Prof. Dr.
Mustafa Ça ırıcı ve Doç. Dr. Alim Yıldız tarafın-
dan bir de erlendirme yapıldı.
Doç. Dr. Alim Yıldız koordinatör olarak prog-
ramı düzenlemesindeki ba arıyı de erlendirme-
ye de yansıttı. De erlendirmesinde, hramcızâde
Hazretlerinin Sivas mam Hatip lisesini yap-
tırdı ını, oradan yeti en pek çok konu macının
sempozyumda onu anlatmalarının tesadüfî ol-
madı ını dile getirdi.
Çok ba arılı bir sempozyumu izlerken zama-
nımızı çok güzel de erlendirmi olduk. Bu büyük
ahsiyetlerin ise sık sık anılmasının gereklili i
gözlendi. Bizler de sempozyumu düzenleyenler,
tebli ciler ve katılımcılara te ekkür ediyor; Si-
vas ehrini hramcızâde Hazretlerinin ahsında
muhabbetle selamlıyoruz. Ba arılı hizmetlerin
devamı için Cenab-ı Allah’tan niyazda bulunu-
yoruz…
Kasım 200918
ÖMÜR Ç ZG S
Ham meyveydim baharımdaOlgunla madan zarımdaDalımdan çok erken koptum
Savruldum hayâlde, dü teDü tü ümde kor ate teYanan yüre imi kaptım
Rüzgâr esince ters yönden En arkaya geçtim önden Bilmedi im yola saptım
Hayat sise bürününce Mukadder son görününce Ölümün yüzünü öptüm
Arındım gayrı hevâdan Uzakla tım mâsivadan Bir olan Allah’a taptım
Çekti im kutsal sancımıVarım yo um kazancımıAhiret azı ı yaptım
Ahmet Süreyya DURNA
19
Güzel simlerRamazan ALTINTA *
EL-CEMÂL“Allah’ın lâhî güzelli ini tema a hakkına mazhar olan kimseler, güzel insanlardır.
Dolayısıyla, O’nu görmeyi hak eden cennet sâkinleri için bu güzelli i seyretmeye
dalmak kadar sevimli hiçbir ey yoktur. Kendi güzelliklerine, Yüce Allah’ın güzellik ve
nurundan güzellik katarlar.”
Kasım 200920
Ar a p ç a ’ d a ,
güzellik ala-
mına gelen
cemâl, “cemîl” teriminin mas-
darıdır. Cemâl, iki kısma ayrı-
lır: Birincisi, insana özgü olan,
insanın beden ve davranı la-
rının güzelli i; ikincisi ise, in-
san eliyle, insandan ba ka in-
sanlara ula tırılan eylemsel
güzelliktir. Bu güzellik, hem
sûrette, hem ekilde ve hem de
form ve mânâda bulunur. Allah
Resûlü’nün, “Allah güzeldir,
güzel olanı sever.”1 hadîsiyle
söylemek istedi i davranı pla-
nında ortaya konacak olan
ahlâkî güzelliklerdir.
Estetik terminolojide
“cemâl” sözcü ü, orijinalinde
ahlâk ve davranı lardaki güzel-
lik için kullanılırken, daha son-
ra ekil (sûret) güzelli i için de
kullanılır olmu tur.
“el-Cemâl ve el-Cemîl”,
Allah’ın en güzel isimlerin-
den olup, “nûr” mânâsına ge-
lir ve anlamı “güzelle tiren”
demektir. Özellikle tasavvuf
âlimlerine göre; rahmet, ilim,
lütuf, cömertlik, rızıklandırma,
yaratıcılık, fayda verme vb. gibi
sıfatların hepsi, güzellik sıfatla-
rındandır. Bunlardan ayrı ola-
rak Allah’ın hem Cemâl ve hem
de Celâl yönüne i aret eden or-
tak sıfatları da vardır. Meselâ,
rab ismi, terbiye ve yaratmaya
nispetle Cemâl; rabli e ve kud-
rete nispetle Celâl ismidir.
Cenâb-ı Hakk’ın güzelli inin
varlıklara tecelliyât bakımından,
mânevî ve biçimsel güzellik ola-
rak ikiye ayrıldı ını söyleyebili-
riz. Bunlardan ilki el-esmâu’l-
hüsnâ’nın mânâlarından ibaret
ve Allah’tan ba kasına kapa-
lı olan mânevî güzellik, ötekisi
ise, “halk âlemi” olarak adlan-
dırılan ve burada ortaya çıkan
formel güzelliktir. te Allah’ın
güzel isimlerinden olan “el-
Cemâl” sıfatının nesnelere yan-
sıması biçimsel güzellik olarak
yaratılmı lar düzleminde ken-
disini göstermektedir. Kur’an
bunu, “Sıbgatu’llâh” (Allah’ın
boyası)2 terkibiyle de ifade
eder.
Allah’ın zât isminden sudûr
eden ve di eri konumunda bu-
lunan “el-Cemâl”, ulûhiyet sıfat-
larından bir sıfattır. “Allah gü-
zeldir (cemîl), güzel (el-cemâl)
olanı sever.”3 peygamber buy-
ru unda geçen “Allah güzel-
dir.” ibaresinde güzellik-hayır
ili kisi birlikte yer alır. Lafzın
anlamı, birçok hayrın Allah’tan
çıkması (feyz) demektir. Bu
özellikler kendisinde bulunan
kimse sevilir. te Yüce Allah
kendisine uygun dü ecek bir
ekilde zât, sıfat ve fi illeri yö-
nüyle güzellikle vasfedilmi -
tir. O halde ‘cemîl’ Allah’ın gü-
zellikten tecellî eden (el-cemâl)
ismidir. O, çok güzellik demek
olup, Allah için sabit olan mut-
lak güzelliktir. Öyle ki o, ger-
çek bir güzelliktir. Bu varlık
âleminin güzelli i, renklerinin
çoklu u ve sanatlarının farklılı-
ıyla, Allah’ın güzelli inin eser-
lerinden sadece bir bölümdür.
O halde Yüce Allah bu cemîl sı-
fatına, bütün güzellerden daha
lâyıktır. Elbette bütün bir varlık
dünyasına güzellik bah eden,
bu nitelikte mutlaka en üst de-
receye (kemâl) çıkma hususun-
21
1 Bkz. Nesâî, “Zînet”, 54; Ebû Dâvud, “Libas”, 14; Müslim, “Îmân”, 93
2 2/Bakara , 1383 Müslim, “Îmân”,39; Ahmed b.Hanbel, Müsned, IV,
133.4 Daha geni bilgi için bk. Ensâri, Abdurrahman b.
Muhammed, Kitabu’l-Me ârikı’l- Envâri’l-Kulûb ve Mefâtîhu’l- Esrâri’l-Guyûb ( thk. Helmut Ritter), Beyrut, 1974.
5 Bkz. bnü’l- Cevzî, Telbîsu blîs, Beyrut, 1992, s. 149
Dipnot* Prof. Dr.
Kasım 200922
da en üstündür. Bundan dolayı
Cenâb-ı Hak, zâtı, isimleri, sı-
fatları ve fi illeri ile güzeldir.
Allah’ın zâtının güzelli i
hakkında insanın yorum yap-
ması ve mâhiyetini kavraması
mümkün de ildir. Çünkü biz,
Allah’ın zâtını de il, fi illerini ve
eserlerini dü ünmekle emro-
lunduk. Ancak âhirette cennet
sakinleri, Rablerini gördükle-
ri ve cemâlinin zevkini tattık-
ları zaman, içerisinde bulun-
dukları her eyi unuturlar. Bu
durumun, kendileri için de-
vam etmesini isterler. Allah’ın
lâhî güzelli ini tema a hakkı-
na mazhar olan kimseler, gü-
zel insanlardır. Dolayısıyla,
O’nu görmeyi hak eden cennet
sâkinleri için bu güzelli i sey-
retmeye dalmak kadar sevimli
hiçbir ey yoktur. Kendi güzel-
liklerine, Yüce Allah’ın güzel-
lik ve nurundan güzellik katar-
lar. Sürekli O’nu görme özlemi
içerisinde olurlar. Sonunda o
dolup-ta ma gününde kalpler
uçacak ekilde sevince bo ulur-
lar. Onun için bir ömür boyu Al-
lah dostları “Cemâlullah”ı elde
etme yolunda büyük gayret sarf
ederler. Bu, samimi dindarlı-
ın en açık belirtisidir. Yaptı-
ı me rû faaliyetlerde Allah’ı
râzı etme niyeti ta ıyan insan-
lar yine O’nun izniyle hem cen-
neti ve hem de lâhî Cemâl’i hak
ederler. Bundan dolayı, Rab-
biyle kar ıla mayı dileyenler,
sürekli sâlih amele devam eder-
ler ve ibadetlerinde O’na hiçbir
kimseyi ortak kılmazlar.
Allah’ın isimlerinin en gü-
zel olması anlamına gelince, bu
isimlerin tamamı güzeldir. Hat-
ta onlar mutlak olarak en iyi
ve en güzellerdir. Hepsi ham-
din, mecdin, cemâlin ve celâlin
kemâlâtına delâlet etmektedir.
Güzel ve iyi olmayan hiçbir ey
asla onlarda bulunmaz.
Allah’ın sıfatlarının güzelli-
i ise, bütün sıfatları kemâl ve
mecd sıfatları, senâ ve hamd
vasıfl arıdır. Hatta onlar sıfat-
ların en geni ve en genel ola-
nıdır. Etkileri ve ilgili eyler
açısından, özellikle rahmet, iyi-
lik, kerem, cömertlik, ihsân ve
in’âm en mükemmelidir.
Öte yandan, Allah’ın fi ille-
rinin güzelli i övgü ve te ek-
kür edilmeye lâyık olan iyilik
ve ihsân fi illeri arasında dö-
nüp durmaktadır. Yine hikmete
uygunlu u dolayısıyla üzerine
hamd edilen adâlet ve hamd fi -
illeri arasında cereyan etmekte-
dir. Allah’ın fi illerinde abeslik,
tutarsızlık, haksızlık ve zulüm
yoktur. Aksine tamamı ha-
yır, rahmet, olgunluk, hidâyet,
adâlet ve hikmettir. Çünkü fi -
illerin kemâli, zâtın ve sıfatla-
rın kemâline ba lıdır. Zira fi il-
ler, sıfatların eserleridir. nsan
içinde ya adı ı nesneler dün-
yasının güzelli inden do rudan
tecrübeyle kavranması güç olan
lâhî varlı ın güzelli ine ula a-
bilir.
Tasavvufî söylemde
ubûdiyyet, “kesb-i kemâl ve
seyr–i cemâl” diye tarif edilir.4
Bu tarifi n Türkçesi, yapılan iba-
detlerden amaç, bu dünyada
mânevî olgunlukları elde etmek
ve ahirette de Allah’ın güzelli i-
ni temâ a etmektir. Bundan do-
layı mutasavvıfl ar, güzelli in bu
âlemdeki içkinli ini geli tirdik-
leri haller ve makamlar nazari-
yesiyle dile getirerek bu âleme
çekmeye çalı mı lar ve böyle-
ce Allah‘ın sadece âhirette de-
il, bu dünyada da görülece ini
savunmu lardır.5 Zira onlarda
Allah’ın güzelli ini tema a duy-
gusu daha çok ön plândadır. En
azından bu dü ünceyi me rep-
lerinin merkezi yapmı lardır.
Özetle, âhirette Allah, in-
sanların amel ve ibadet de-
recelerine göre herkese fark-
lı ekillerde tecellî edecektir.
Bu tecelli her an de i ecek ve
Hüsn-i Mutlak olan Allah’ın
Cemal’ini temâ âda insanla-
ra hiçbir bıkkınlık ârız olmaya-
caktır. Ancak âhirette Allah’ın
nasıl görülece i keyfi yeti biz-
ce meçhuldür. O’nun görülme-
si, fıtratı ve amelleri tayyib (te-
miz) olan insanlara Allah’ın
ilâhî bir lutfudur. O halde, insa-
na kemâl yolunda dü en vazi-
fe, Yüce Allah’ın el-Cemâl ismi-
ni ya adı ımız dünyada ahlâkî
alanda davranı biçimi haline
getirmektir. E er biz niyet ve
davranı larımıza Rabbimizin
el-Cemâl ismini yansıtabilir-
sek, âhirette likâullah’ı gerçek-
le tirecek ve lâhî Cemal lütuf-
larına mazhar olaca ız.
23
ÂH R ZAMAN ÜMMET Y Z
O’na lâyık olmasak daÂhir zaman ümmetiyizBir kararda kalmasak daÂhir zaman ümmetiyiz
Emre uymak zorla sa daElde ate korla sa daMuhtevâ buharla sa daÂhir zaman ümmetiyiz
Görmeden iman ettik bizSormadan iman ettik bizYormadan iman ettik bizÂhir zaman ümmetiyiz
Kıyâmet olgunlu undakindi mahzunlu undaGurbetçi durgunlu undaÂhir zaman ümmetiyiz
Her eyi yarım yamalakNefs ve eytan ona tuzakSaadet Asrı’ndan uzakÂhir zaman ümmetiyiz
Korku-ümit arasındaBeyaz, sarı, karasındaKıyâmet günü yakındaÂhir zaman ümmetiyiz
mtihanın farkındayızÂhir zaman çarkındayızman- slâm arkındayızÂhir zaman ümmetiyiz
Yâ Rab bizi himâye etCemal’i bize gâye etLivâülhamd’i sâye etÂhir zaman ümmetiyiz
Duy bizim âhlarımızıAffet günahlarımızıI ıt sabahlarımızıÂhir zaman ümmetiyiz
Arayanlarca bulunurAllah’ın Habîbi O NurÜmmetli i büyük onurÂhir zaman ümmetiyiz
Peygamberini özleyenefaatini gözleyen
Sünnetullâh’ı izleyenÂhir zaman ümmetiyiz
Rabb’i büyük, merhametliAnneden bile efkatliPeygamber’i efaatliÂhir zaman ümmetiyiz
Yolcusuyuz do ru yolunYapra ıyız ye il dalınBa lısıyız Mim-Hâ-Dal’ınÂhir zaman ümmetiyiz…
Bekir O UZBA ARAN
Kültürehri KARACO KUN
Kasım 200924
Hul
usi G
ÜLS
EREN
25
YENİDEN VAROLUŞUN FORMÜLÜ:
HACHer geçen gün kendimize ve çev-
remize daha da yabancıla tı ı-
mızı hissetmemek elde de il.
Hızlı zehirle me ve endüstrile menin getirdi i
yüksek tempoda çalı ma zorunlulu u, a ırı reka-
bet ortamı, sürekli olarak daha fazla eye sahip
olma tutkusu benliklerimizi öylesine sarıyor ki,
kendimizle ve yakınlarımızla duygusal ili kileri-
miz gittikçe çözülmektedir. Bunun sonucu olarak
ortaya çıkan stres ve kaygılarımızı gidermek için
yol ve yöntemler aramak, bizi ayrıca gerginli e
itiyor ve durmaksızın ko turmak zorunda kalıyo-
ruz. Varolu umuzdaki insanî güzellikleri yeniden
yakalama u ra ı veriyoruz. Ama ba aramıyor ve
ba aramadıkça hayata, insanlara kendimize olan
inanç ve umutlarımızı yitiriyoruz. te tam da bu
hengâmede hac farizası, Yüce Allah’ın: “Yoluna
gücü yetenlerin evi (Kâbe’yi) ziyaret etmeleri,
insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır.” 1 buyru-
uyla bir çıkı yolu, yeni bir ba layı , yeniden do-
u ve var olu un kapısını aralayan bir ibadet ola-
rak, kar ımıza çıkıyor.
Bütün ibadetlerin insan psikolojisine dö-
nük sayısız yararlarının ötesinde, hac ibadetinin
çok özel ve temel bir fonksiyonu vardır. Bu iba-
det do ru bir bilinç ve idrak ile yapıldı ında in-
sanı yeniden var edecek bir ba langıç noktası-
dır. Hacca giderek Kâbe’yi ziyaret etmenin amacı,
kendini kötü dü ünce ve davranı lardan uzak-
la tırarak nefsi e itmek, iyi ve faziletli bir insan
olmak ve Allah’ın yakınlı ını kazanmak için çok
önemli bir fırsattır. te bu anlamda haccın çe it-
li rukûnlarına bakıldı ında her birinin insanı bu
amaca götürdü ünü görebiliriz. Örne in bunlar-
dan eytan ta lamanın anlamı son derece önem-
lidir. Çünkü eytan ta lamak, insan tabiatında
yer alan kötü e ilimleri ve bunlar vasıtasıyla in-
sanı kı kırtmaya çalı an eytanın etkilerini orta-
dan kaldırmak ve böylece akıl ve iradeyi yüceltip
ki ilikte hâkim duruma geçirmek için kötülü ün
sembolü olan eytana sava açmaktır. 2 Bunu ba-
arabilerek kendi içindeki kötülüklerle mücade-
le edebilen insan, öyle bir ruhsal yükseli duru-
munda olur ki, onun kalbi, Allah’ın ar ı haline
gelir ve Kâbe’den daha yüksektir. te bu neden-
ledir ki, bir insanın kalbini kırmak, gönlünü yık-
mak Kâbe’yi yıkmaya benzer.3 Dîvân-ı Hulûsî-i
Dârendevî’de de bu hususla ilgili öyle bir beyit
geçmektedir:
“Nefsine yan çıkıp da Kâbe’yi yıksan dahi
ncitme gönül yıkma ger uslu ger deli ol”
Hac, insanın do du u gün gibi temiz ve saf
olmasını sa layarak, insanı yeni bir ba langı-
ca, yeniden do ma noktasına getirmektedir. Ni-
tekim Allah Resulü (s.a.v) ; “Allah evini ziyaret
eden (hac ibadetini yerine getiren), bu arada
cinsi duygunun tatmininden ve günaha girmek-
ten uzak kalan kimse, anasından do du u gün
gibi günahlarından kurtulmu olur.”4 buyur-
Kasım 200926
maktadır. Bu yeniden do u-
un anlamı, varolu umuzdaki
saflı ı, temizli i örten külleri,
kirleri, pasları söküp atmak ve
dünyaya yeniden do mu gibi
bakarak ruhsal arınmaya ula -
maktır. Sadece Rabbimiz ile
ili kilerimizde geçmi teki gü-
nahlardan arınmakla kalmayıp,
varsa kul haklarının helalli i
için alçak gönüllü ve özverili bir
çaba içine girmektir. Aynı za-
manda bizi yer yer teslim alan
suçluluk ve günahkârlık duy-
gularından kurtulmak için-
de bir fırsattır. te bu anlam-
da ihrama girmek, bu arınma
ve yenilenmenin sembolüdür.
Mü’min, mah er gününde tam
bir boyun e i ve temiz niyetle
Allah’ın huzuruna çıkar gibi bü-
tün lezzet, ehvet ve arzulardan
sıyrılarak, yaratılı ın en ba ın-
daki temiz fıtrata dönü ü sim-
geleyen bembeyaz bir kıyafete
bürünmektedir.5
Haccederek yeniden var olan
bir kimse, olgun bir mü’min ol-
mak için önemli bir zihinsel
ve ruhsal ihtisası tamamlamı
kimsedir. Bu ihtisas sonucunda,
a ırı istek ve heveslerini kont-
rol etmeyi, güçlükler kar ısın-
da sabretmeyi ö renir. çindeki
kötülük, kin ve haset duyguları-
nı söküp atar. Sevgi ve karde lik
ba larını güçlendirir. Ruh dün-
yasında stres, gerginlik, korku
ve kaygıya yer bırakmaz. Çün-
kü hacca gitmi , duaların kabul
olaca ı mekân ve ortamlarda
Yaradan’ına el açıp niyazda bu-
lunmu tur. Umutlu olması ve
her eye yeni ba tan ba layabil-
mesi için psikolojik olarak hazır
olu durumundadır. Bu anlam-
da Allah’ın rahmet ve lütfunu
talep etmek için, nefse ho ge-
len alı kanlıklardan yüz çevirip,
rahat ve zevklerini terk ederek,
olanca gücü ile belirli sınırlar
arasında ko mayı ifade eden
say etmek,6 dünyanın insanı al-
datan ve Allah’tan uzakla tıran
yönlerinden kaçmaktır.7 Böyle-
ce hacceden kimse olgun insan
olma imkânı elde eder.
Yine hac ibadetini ruhuna
uygun, samimi ve bilinçli bir e-
kilde yerine getiren bir mümin,
huzur ve sükûnet dolu duygu-
larla ku atılır. Bu durum ona
ferahlık ve mutluluk vererek,
zahmet ve dertleri unutturur.
Tavaf esnasında dilinden dü-
ürmedi i “lebbeyk” nidalarıyla
, “Buyur Ya Rabbi, davetine sö-
züm ve özümle geldim. Allah’ım
emrin ba ın üstüme. Davetine
özüm ve sözümle geldim ey e i,
benzeri, dengi ve orta ı olma-
yan Allah’ım, emrin ba ım üs-
tüne. Hamd senin, nimet senin,
mülk de senin. Yoktur senin or-
ta ın.” diyerek, sadece Allah’a
itaat etmenin ruh sükûnetini ve
özgüven deste ini hisseder.
te bütün anlattıklarımız
çerçevesinde, kendini suçlu,
günahkâr, kaygılı, stresli hisse-
den ve yer yer “Ne olurdu ha-
yata yeni bir ba langıç yap-
ma imkânım olsaydı!” diyen
pek ço umuz için, yeniden va-
rolu un formülü hac ibadeti-
dir. Buna güç yetiremeyenlere
gelince, gitmeyi arzulamak ve
bunun özlemi içinde olmak bir
ba ına Allah’ın ho nut olaca ı
bir tutum ve davranı tır. Çün-
kü Hac ibadetinin özü, gerçek-
te insanın benli ini a arak elde
etti i ilahi a ktır. Özlemek ve
görmeyi arzulamak da, bu a kı
sürekli ya amak demektir. Do-
layısıyla bu yeniden ve do u
safi yetinde var olma arzusu, in-
sana güç ve destek vererek ru-
hunu güzelle tirir.
1 - 3/Al-i mran, 972 - Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, s. 2403 - Süleyman Uluda , nsan ve Tasavvuf, s.734 - Buhari “Muhsar”, 9-10; Müslim, Hac, 4385 - Hökelekli, a.g.e., s.2396 - Hökelekli, a.g.e., s.2407 - Hucviri, Ke f ’ül Mahcub, s.70
Dipnot
27
Edebiyat Musa TEKTA
MUHABBETLESEVGİLİYE
İTAATKasım 200928
Ahm
et G
ENC
AL
Teslîmiyet, hakikate boyun e mek,
itirazı bir kenara bırakmaktır.
Teslîmiyet, üphelerden uzak ol-
maktır. lâhî emirlere ters dü en nefsânî arzular-
dan, ihlâsla ba da mayan isteklerden kurtulmak-
tır teslîmiyet... Ve teslîmiyet, imanın tadı, gönlün
muradıdır:
“Hayır, Rabbine and olsun ki onlar, arala-
rında çıkan anla mazlıklarda seni hakem tayin
ederek verdi in hükmü, içlerinde hiçbir sıkıntı
duymadan kabul edip teslîm olmadıkları müd-
detçe tam mü’min olamazlar.”1
Teslîmiyet, muhabbettir, sevgiliye itaattir. Bu
itaat ve teslîmiyet bereketiyle brahim (a.s)’a,
canı, malı ve evlâdı, yüce Rabbinin yolunda hiç-
bir engel te kil edemedi. Buna kar ılık da hac iba-
deti, onun Rabbine tevekkül ve teslîmiyetinin kı-
yamete kadar devam edecek en güzel bir sembolü
oldu. Çünkü brahim (a.s.)’ın dili kalbine tercü-
man olarak daima:
“…Ben Âlemlerin Rabbi’ne teslîm oldum!”2 de-
mekteydi.
Muhabbeti esas alan ve slâm’ın özü olan ta-
savvuf, kulun ilâhî istikâmet üzere ya ayabilme-
si ve her nefeste Rabbine daha ziyâde yakla abil-
mesi için, Hakk’a rızâ ve teslîmiyet duygusunu
gönüllere yerle tirmeyi hedefl er. Çünkü u fânî
âlemi ku atan bin bir elem, keder ve çilelerin te-
siri ve nefsânî aldanı ların kesâfeti, ancak Hakk’a
rızâ ve teslîmiyet netîcesinde azalmaya ba lar.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri,
Dîvân’ındaki bir beyitte öyle buyurur:
Hulûsî dâmen-i mür idi tut her dem niyâz-hâh ol
Ana her vech ile teslîm ü tefvîz-i umûr eyle3
(Hulûsi, mür idinin ete ini tutup, ona hâlini
arz eyle, huzurunda boyun bük. Her yönüyle ona
büyük bir teslîmyet göster ki, manevî yönden isti-
fade edebilesin.)
Mür id-i kâmile teslîmiyet, ashabın Allah
Resulü’ne teslîmiyet ve güveni gibi, müridin mür-
idinin söylediklerine inanmasıdır. nsanın güve-
nip inanmadı ı ki inin sözünü tutması mümkün
de ildir.
Teslîmiyete gönülden erenlerin kalbinin ve
her hâlinin uygun olması gerekti ini, böylece yâr
olana yârlı ın/dostlu un meydana çıkaca ını ise
öyle dillendirir:
Kim musaffâ kalb teslîm-i yâr olmak gerek
Böyle teslîm olmayınca zâhir olmaz yârlık4
Bu beyti Mevlâna hazretlerinin Mesnevî’de
nakletti i bir hikâye ile açıklamak belki de daha
iyi olacak…
29
brahim Edhem HazretleriDeniz Kıyısında
“Derler ki; brahim Edhem hazretleri bir yol-
culu u esnasında deniz kıyısında oturmu tu.
O can pâdi âhı hırkasının sökülen bir yerini
dikiyordu. O sırada ansızın oraya bir emîr geldi.
O emîr, brahim Edhem hazretleri vaktiyle
sultan iken, maiyyetinde bulunmu tu. Onu tanı-
dı, saygı ile önünde yere kapandı.
Onun hırkasını dikmesine, eklinin, suratının,
huyunun ve ya ayı tarzının de i mi olmasına
a tı kaldı.
‘Böyle büyük bir saltanatı bıraktı da, herkesin
gidemeyece i dar ve zor bir yolu, dayanılmaz yok-
sullu u seçti. Yedi iklimin padi ahlı ını terk etti
de, geldi buralarda dilenciler gibi kendi hırkasını
dikecek hâle geldi.’ diye dü ünüyordu.
brahim Edhem hazretleri onun dü üncesini
anladı. Çünkü eyh arslana benzer, gönüller ise
onun ormanı gibidir.
eyh, ümit gibi, korku gibi gönüllerde gezer
dola ır. Dünyanın sırları ona giz de ildir.
eyh brahim Edhem hazretleri i nesini he-
men denize atıverdi. Sonra yüksek sesle balıkla-
ra seslenerek i nesini istedi.
Kur’ân-ı Kerîm’de Bakara Sûresi’nin 269.
âyetinde; “Bir kimseye hikmet verilmi se’ ona
birçok hayır verilmi tir.” diye buyrulmu tur.
Bu hikmet; akıl yorarak zan ve vehimlerden
hâsıl olan hikmet de ildir. Bu hikmet; Kur’ân’dan
ve hadisten kaynaklanan hikmettir. Tasavvuf gö-
rü leri, duyguları kayna ını bu hikmetten alır.
Her birinin a zında birer altın i ne olmak
üzere Allah’ın yarattı ı yüz binlerce balık Hakk’ın
denizinden ba çıkardılar; ‘Ey eyh, Hakk’ın i -
nelerini al!’ diye seslendiler. brahim Edhem haz-
retleri o emîre yüzünü çevirdi de ‘Ey emîr!’ dedi.
‘Gönül mülkü, gönül sultanlı ı mı iyi, yoksa u
hakîr dünya padi ahlı ı mı?
u gördü ün hâl zâhirî bir belirti, önemsiz bir
keramettir. Bu hiç bir ey de ildir. E er bâtına,
iç yüze geçecek olursan, bunun yirmi mislini gö-
rürsün.’
O emîr, balıkların brahim Edhem hazretleri-
nin iste ini yerine getirmek için denizden ba çı-
kardıklarını görünce, kendisinde bir vecd hâsıl
oldu.
‘Âh!’ dedi. ‘Balıklar bile pirleri, velileri tanı-
yorlar da biz tanımıyoruz. lahî dergâhtan kovu-
lan ki iye yûh olsun!
Biz onlardan uzak ve bu devletten mahrum
kalmı ız. Biz akî, onlarsa saîd (mutlu)...’
eyhin kar ısında yer öperek oradan ayrıldı.
Harap bir hâlde a laya a laya yola dü tü. çin-
de manevî bir uyanma duyuyordu. Gönül kapı-
sının açılması yüzünden a ka dü tü, deli divâne
oldu.”5
Dîvân-ı Hulûsi-i Darendevî’den bir beyit daha
okuyalım:
Tabîb-i hâzıkı bul yâreni arz eyle teslîm ol
Anı tîmâr eder ne vech ile dermâna lâyıksa6
(Maharetli, hünerli, ihtisas sahibi bir dokto-
run hastasını iyile tirdi i gibi, mür id-i kâmil de
taliplerinin hastalıklarını giderir, onların gönül
huzurunu sa lar. Nasıl bir ilaçla tedavi etmesi ge-
rekiyorsa, o ekilde hastasını iyile tirir.)
Tasavvufî teslîmiyette olması gereken budur.
imdi Mesnevî’den okuyaca ımız hikâye de bunu
açıklıyor bize…
Bir Zahidin Tevekkül Denemesi
“Zahidin biri, Peygamber Efendimiz’in; ‘Kula
rızık, kat’î olarak Allah’tan gelir. stesen de, iste-
Kasım 200930
mesen de rızkın sana â ık olur da, ko a ko a ge-
lir, sana ula ır.!’ hadisini duymu tu.
Bu dü ünceyi denemek için o zâhid sahralara
dü tü. Sonra bir da ın ete ine vardı, orada yatıp
uyudu, ‘Rızkımın bana geldi ini göreyim de, rızık
hakkındaki zannım kuvvetlensin!’ diye.
Bir kervan yolunu a ırdı da geldi, o da a dü -
tü. Rızık denemesine kalkı mı olan zahidi, orada
uyumu , uykuya dalmı gördü.
Kervandan birisi; ‘Bu adam neden böyle çöl-
de, yoldan ve ehirden uzak bir yerde, çıplak bir
hâlde yatıyor? Acaba ölü mü, diri mi? Çünkü ne
kurttan korkuyor, ne de dü mandan!’ dedi.
Kervan halkı ba ına ü ü tüler, orasını bura-
sını yokladılar. Zâhid duymazlıktan geldi, hiç bir
ey söylemedi.
Ne kımıldandı, ne ba ını kaldırdı; o, deneme-
ye daldı ı için gözünü bile açmadı. Bunun üzeri-
ne; ‘Bu zavallı sıska adam açlıktan bayılmı , ken-
dinden geçmi !’ dediler.
A zına dökerek ona yedirmek için ekmekle
bir çömlek yemek getirdiler.
Kutbun zahmete dü mesi, incinmesi ile ken-
dine tâbi olanlar, ruhanî gıdadan mahrum kalır-
lar. Çünkü halk, beden gibidir; kutup ise bede-
ni idare eden akıl mesabesindedir. Halkın vecd
hâli, manevî heyecanı, onun gıdasının artı ı gi-
bidir.
Ço u zaman kutuplar maddeye önem verme-
diklerinden zayıf ve fakir olurlar, fakat ruh ba-
kımından çok kuvvetlidirler. Onların kalplerinin
murad etti ini kimse de i tiremez. Onların be-
denleri, gemi gibi dayanıksızdır; ruhları ise Nuh
(a.s.) gibi korkusuz ve sa lamdır.
Hz. Peygamberimiz bir hadislerinde; ‘Sen
rızkını aradı ın gibi, rızkını da seni arar!’ diye
buyurmu tur.”7
Cânını cânâna teslîm eyleyip ol câvîdân
Gönlünü dil-dâra ver a yâra meylin ba lama
Âdemin ebrûsuna kıl secdeyi Hakk’ı gözet
Ârif ol cehli bırak inkâra meylin ba lama8
(Sevdi ine candan teslîm olanlar, ölümsüz
yeni bir hayata kavu urlar. Gönül ehline meyle-
denler, kendini bo me guliyetlerden uzakla tır-
mı olurlar. Âdemi kendi halifesi olarak yaratan
Rabbinin hürmetine e ref-i mahlûk olan insana
saygıda kusur etmeyenler, inkârdan kurtulur, ir-
fan makamına ula ırlar.)
Teslîmiyet böyle mi olur?
Büyük velilerden akik-i Belhi bir kıtlık se-
nesinde, herkesin kara kara dü ündü ü bir or-
tamda, zengin bir adamın kölesinin akır akır
oynadı ına ahit oldu. Yanına yakla tı ve sordu:
- Herkes kıtlıkla, açlıkla kar ı kar ıya olmak-
tan inler dururken sen neye güvenerek böyle oy-
nayabiliyorsun? Köle cevap verdi:
31
- Herkesten bana ne? Benim için bir tehlike
söz konusu de il. Benim efendimin 7-8 tane köyü
var, her ihtiyacımız o köylerden sa lanıyor.
Bu açıklama akik’i âdeta bir amar gibi sars-
tı. Çünkü kendisi de kıtlıktan dolayı endi e için-
deydi. Ama köle onu uyandırdı ve kendi kendine
öyle dedi:
- Hey akik kendine gel! u köle nihayet bir
insan olan efendisine bunca güveniyor, kendini
emniyet içinde hissediyor. Sen ki bütün canlıla-
rın rızkını garanti eden Allah’a inanıyor, tevekkül
ediyorsun, Bu nice tevekküldür ki rızık endi esi
içindesin?
nsana teslîmiyetin en üst seviyesini tasavvu-
fun ö retti ini ifade buyuran Hulûsi Efendi haz-
retleri öyle seslenir:
Tarîkat bâbına basmadan ayak
Dervî oldum sanır görür avanak
hlâs-ı amelden teslîmden yayak
Dervî oldum sanır görür avanak9
Sözü yine Hazretin bir hutbesiyle ba layalım:
“Muhterem Cemaat-i Müslimin!
Cenab-ı Hakk en büyük kürrelerinden en kü-
çük zerrelerine kadar bu kâinatı yoktan var etmi -
tir. Bunları sevk ve idare etmek de kendisinin hak-
kıdır. Mülk O’nundur, mülkün hâkim-i mutlakı
odur. stedi ini yapar ve diledi i gibi hükmeder.
Kendisinden ba ka herkesin ve her eyin mukad-
deratını takdir eden ve herkes ve her eyi kendi-
sine muti ve münkâd kılan odur. Herkese yaptı-
ından hesap soran odur. Fakat kimse ona sual
soramaz. Her ne yaparsa onun yaptı ı mahz-ı ha-
yırdır. Bütün hayırlar ona râcîdir. Onun
bütün i leri hayırdır. er ona râcî de il-
dir. Kâmil müminler mülkünde diledi i
gibi tasarruf hakkını hakka teslîm ile her
halükârda, serrada, darada onu lisan-ı
hamd ile yâd ederler. (Lehü’l-mülkü ve
lehü’l-hamd) “Mülk O’nundur, hamd
O’nadır.”10 diye onu tesbih ve takdis ey-
lerler. Daima hayır görürler ve hayra
irerler. Onun için ma’rifet ve iman; hik-
met ve ikan menba’ı olan Peygamberi-
miz hutbemizin ba ında okudu umuz
(Suheybi Rumi (r.a.’dan mervi) hadis-i
erifi nde buyuruyorlar ki; “Müminin
hâli ne ho tur. Çünkü onun bütün hâli
ve bütün i leri hayırdır. Böyle her hâli
ve bütün i leri hayırlı olmak müminin
gayrısında yoktur. Bütün hâli hayırlı olmak mü-
minlere mahsustur. Mümin hayatta bir muvaf-
fakiyete nâil olacak sürura mazhar olacak olur-
sa, bu muvaffakiyeti Hakk’ın lütfü ve kereminden
bildi inden Hakk’a ükreder. Ve bu ükür onun
hakkında hayır olur. Bu ükür öyle hayra erer,
hayır budur. Yok bunun aksi olarak hayatta bir
muvaffakiyetsizli e bir kedere duçar olacak olur-
sa bunu da haktan bildi i cihetle sabreder ve bu
suretle yine hayra erer hayır bulur.”Allah cümle-
mizi böyle kâmil müminlerden, âkir ve sâbir kul-
lardan eylesin. (Amin)”11
1 4/Nisa, 65.2 2/Bakara, 131.3 Ate ¸ Es-Seyyid Osman Hulûsi¸ Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî¸ (Haz. Prof. Dr. Meh-
met Akku -Prof. Dr. Ali Yılmaz) s. 249¸ Nasihat Yay.¸ stanbul¸ 2006.4 Ate ¸ Dîvân¸ s. 128.5 Can, efi k, Mesnevi Hikayeleri, s. 174-175, Ötüken Yayınları, stanbul , 2003.6 Ate ¸ Dîvân¸ s. 267.7 Can, a.g.e., s. 459-460.8 Ate ¸ Dîvân¸ s. 340.9 Ate ¸ Dîvân¸ s. 367.10 64/Te abün, 1.11 Ate ¸ Es-Seyyid Osman Hulûsi¸ eyh Hamid-i Veli Minberinden Hutbeler¸
(Haz.:Prof. Dr. Mehmet Akku -Prof. Dr. Ali Yılmaz) s. 30¸ Nasihat Yay.¸ stanbul¸ 2006.
Dipnot
Kasım 200932
YILDIZLAR SIRDA IMDI
Rüzgârların sert esti iYayla ak amlarında,Yıldızların do u unu seyrederekBüyüdüm. Ü üyen ellerimi A ustos gecelerindeÇoban ate lerinde ısıttım,Yıldızlara yakın yerlerde.
Keven yanarken cızırdar.Çalı çırpı, çıtır çıtır incedenUzar kısalır alevlerSonra usulca söner. Üstümüzde sonsuzunI ıl ı ıl örtüsü.Bir ta ın dibinde Uyur gibi karabaYerin nabzını dinler.Bozulmasın diye gecenin büyüsüZaman aheste döner.
Bestekârsız, notasızÇıngırak senfonisi,Da ı, ta ı mest edernlerken yamaçlardaKavalın yanık sesiHafi ften bir kıpırtıGök yüzünde burçlarda,Yakından duymak için:Bin yılın ezgisiniYıldızlar yere do ruKayardı birer birer.Her yanımı sarardı
I ıktan kelebekler.Yıldızlar sırda ımdı;Açar gönlümü sonuna kadar,Konu ur dertle irdim.Sırlarım onlarda saklı.Yıldızlar,Uzansam dokunacak kadar yakınYıldızlar,Hayallerim kadar uzaktı.
Fazıl Ahmet BAHADIR
33
Sûfî PerspektifKadir ÖZKÖSE*
TESLİMİYETEDAYALI TASAVVUF EĞİTİMİ
Kasım 200934
lhan
SO
YLU
Yaratılmı ların en üstünü insandır.
nsan denen varlık Allah’ın halife-
si olarak yaratılmı tır. O, melek-
lerin ötesindeki zirve deneyimleri de gerçekle ti-
rebilir, insanlı ından olup hayvanlık derekesine
de dü ebilir. nsan, ba ıbo bırakılmı ve bırakı-
lacak bir varlık de ildir. nsanın kendi hâline terk
edilmesi mümkün de ildir. Çünkü o, yardımsız,
desteksiz ve çaresiz bırakılmamı tır. Ondan içeri-
sinde saklı bulunan cevheri ortaya çıkarması, in-
sanlık hamurunu yo urması istenmi tir. Bunun
için de hangi co rafya ve medeniyete mensup
olursa olsun, nsano lunun gündeminden hiç
dü meyen meselelerden bir tanesi de insan e i-
timidir. nsanın e itimi esas-
tır. nsan e itiminin yerinde
ve uygun usullerle gerçekle -
tirilmesi gerekmektedir. n-
san e itimi bir kısım makyaj
u ra ılarından ibaret olamaz.
Karakterinin perçinle mesi-
ne, ki ili inin te ekkülüne,
insanlık payesinin elde edil-
mesine imkân hazırlayacak
güçlü bir e itime her zaman ihtiyaç vardır.
Aslında e itilemeyecek insan yoktur. Her in-
san potansiyel olarak e ititilmeye adaydır. Fakat
e itim faaliyetlerinin her insanda aynı sonucu do-
urması mümkün de ildir. Zira hiç bir peygam-
ber bile, içinde ya adı ı insanların yüzde yüzünü
hidayete erdirememi tir. nsano lunun özellikle-
rinden biri budur. Ancak hiçbir peygamber “pes”
etmedi i, tebli den vazgeçmedi i için hiçbir mü-
rebbi, mu allim, mür it de bu konuda “mütâreke”
imzalamamı tır.
nsano lunun e itimi üzerine e ilen, bunun
için yeni yollar arayan, de i ik metotlara ba vu-
ran disiplinlerden biri de tasav vuftur. Tasavvufî
terbiye ba tan sona bir insan terbiyesidir. nsa-
nın din e itimi, ahlâk e itimi, gönül e itimidir.
Asırlardan beri uygulana gelen metotlarda farklı-
lıklar görmek mümkündür. Mürit ve mür it ara-
sında bir nevi alı -veri olan bu e itim için fark-
lılıkları bir tarafa koyarak ortak olan yönlerine
dikkat edilir se kar ımıza çıkacak olan ilk terim,
teslîmiyettir. Tasavvufî e itim, teslîmiyete daya-
lı bir e itimdir. Sûfi lere göre insan denen bu var-
lı ı gerçek bir “insan” haline getirmek için bu ka-
pıdan girmek gerekir. Teslîmiyetle olu an sevgi
ve gü ven ortamında, insanın meçhulleri malûma,
üpheleri sükûna, tereddütleri tatmine, da ı-
nıklı ı nizama ula maktadır. üphesiz bunun
da tek artı mür it makamında olan ahsın ger-
çek an lamda ehil ve yetkili olmasıdır. Aksi halde
teslîmiyet “geri te pen” bir silah gibi, “ka yapar-
ken göz çıkarma”yı kolayla tırmakta ve dengeleri
alt-üst etmektedir.
Tasavvufî e itim bir anlamda “tecrübe
aktarımı”ndan ibaret tir; bu “yol”un tecrübesine
sahip bir insano lundan istifade et mektir. Bu yo-
lun kendine has özellikleri oldu u için, karanlık
noktaları ve tehlikeli virajları oldu u için rehbe-
re ihtiyaç vardır. Mür it müritlerinin elinden tu-
tar ve onları hakikat yolculu unda yürütür. Mür-
it muhataplarına “kendi gerçekliklerini” tanıtır
ve kendini tanıyanların Rablerini de tanıyacakla-
rını beyan eder.1
35
“Teslîmiyet duygusuna ermek kullu un gere idir. Allah ile dost
olmak teslîmiyetimize ba lıdır. Zira teslîmiyet; ki inin ho una
gitmese bile, kayıtsız artsız Allah’ın emirlerine itiraz etmeden
boyun e mesi, kaderin tecellîlerini rızâyla kar ılaması ve
mukadderâtı kabullenmesidir. “
Kasım 200936
Mür id-i kâmillere itaat ve teslîmiyet, onla-
rın zatlarından ziyade, temsil etti i de erlere-
dir. Mür itlere duyulan hayranlık tenlerinden
çok, güzel ahlaklarına ve mânevî tecrübelerine-
dir. Mür id-i kâmillere sâdık olarak ya ayan mü-
ritler, teslîmiyetleri oranında kendilerinden istifa-
de ederler. Müritlerin mür itlerine teslîmiyetleri,
hastaların tedavisine güvendikleri doktorlarına
teslîmiyetleri mesâbesindedir. Mânevî hastalık-
lardan kurtulu , bu tür rahatsızlıkları giderecek
kabiliyetteki isimlerin önerilerine ve tavsiyeleri-
ne uymakla mümkündür. Hallerin sirayeti, dav-
ranı ların kar ılıklı tesiri, nazarların güçlü etkisi
nedeniyle insan-ı kâmiller sıradan isimlerin mo-
tor gücüdür. Allah dostları gerçekte sevdiklerinin
kendilerine kul köle olmalarını, kendi nefi sleri-
ne hizmet etmelerini istemezler. Onlardan bekle-
dikleri teslîmiyet, kendilerinin temsil ettikleri de-
erlere sadâkat amacıyladır. Mür id-i kâmillere
teslîmiyet mukayyettir, sınırlıdır ve arta ba lıdır.
Kayıtsız artsız teslîmiyet Hz. Allah’adır. Yegâne
otorite ilâhî hükümlerdir. Ki iyi Allah’a ula tıra-
cak, ki iye ilâhî a kı tattıracak, ki iyi slâmî esasla-
ra sâdık kılacak ve kulluk uurunu a ılayacak reh-
berler, eli öpülesi ve hizmet edilesi isimlerdir.
Teslimiyet Duygusu
Teslîmiyet duygusuna ermek kullu un gere i-
dir. Allah ile dost olmak teslîmiyetimize ba lıdır.
Zira teslîmiyet; ki inin ho una gitmese bile, kayıt-
sız artsız Allah’ın emirlerine itiraz etmeden bo-
yun e mesi, kaderin tecellîlerini rızâyla kar ıla-
ması ve mukadderâtı kabullenmesidir. Ba a gelen
belâlar sebebiyle zâhiren ve bâtınen de i meyip
sebât göstermek teslim olmanın gereklerindendir.
Teslîmiyet, âlemde cereyan eden bütün olayları tam
bir serinkanlılıkla ve gerçeklikle kar ıla maktır.2
Necmeddin-i Kübrâ (ö.618/1221) teslîmiyeti; rızâ,
tefvîz ve tevekkülü içine alacak kadar geni kap-
samlı bir kavram olarak görmektedir.3
Câhidî Ahmed Efendi, teslim makamını üç
mertebede anlatmaktadır: Birinci mertebe; sâlik
kendini Allah’a ısmarlamalı, her eyiyle O’na tes-
lim olmalıdır. Bazı eyleri mü ahede etse bile akıl
ile yorumlamamalı, Hakk’ın hükmüne râzı olma-
lıdır. kinci mertebe; marifetle bazı eyleri ö ren-
se de, hakîkat nûruna teslim olmaktan yine vaz-
geçmemelidir. Üçüncü mertebe; nefsini tamamen
Hakk’a teslim etmeli ve böylece ferdâniyette zâtını
Zâtıyla görmelidir.4
Câhidî Ahmed Efendi’ye göre, kulun kendisi-
ni tüm varlı ıyla Allah’a vermesi teslîmyetin birin-
ci mertebesidir. Daha sonra mânevî âlemde mü a-
hede edece i olaylar kar ısında da tam teslîmiyet
göstermesi gerekmektedir.5 Allah’a kar ı gerçek-
le tirilecek küllî teslîmiyetin sırrını, Câhidî u e-
kilde özetlemektedir:
Mülk senindir lâyıkına verirsin,
Kimin azîz kimin zelîl kılarsın.
Bana hayırlı sensin bilirsin,
Teslim ettim sana cümle i imi.
Âcizem bî-çâre dermânım senden,
Mahv eyle benli im al beni benden,
Münâcâtım budur derûn-ı dilden,
Teslim ettim sana Mevlâm i imi.
Câhidî mücrimdir suçunu bildi,
Bir kaçkın kul idi kapına geldi.
Feyzin hidâyetin cezb etti aldı.
Teslim ettim sana Mevlâm i imi.6
Tasavvufî e itimde teslîmiyetten maksat,
Allah’a olan küllî teslîmiyettir. Bu mânâda, dünya
malının hiçbir ehemmiyeti yoktur. Varlık iddiası
ancak Allah’a mahsustur. Dolayısıyla iman erinin
benli ini teslim ile mahvetmesi esastır. Allah’a
teslim olan kul, dünyada hayırlı nimetlere kavu-
ur. Allah da onu aziz kılar, feyiz ve hidâyet na-
sip eder. Allah’a teslîmiyet, dünya malı ve mülkü-
ne sahip olmanın da artıdır. Zira her eyin sahibi
Allah oldu unu göre, onu diledi ine verecektir.
Kendisine tüm benli i ile teslim olup yakın dura-
na Allah diledi ini verecektir. Günahkârların gü-
nahlarının affedilebilmesi de Allah’a teslim olma-
sı ile gerçekle mektedir. Çünkü Allah’a sı ınmak
günahların affı için yegâne sebeptir.7
Cenâb-ı Hakk’a teslîmiyeti tam olan isim Pey-
gamber Efendimizdir. Peygamber Efendimizin
37
hicret esnasında, hem Sevr ma arasında, hem
de daha sonra mü riklerden Sürâka b. Mâlik’in
pe lerine dü mesi sırasında Allah’a göster-
mi oldu u teslîmiyet ne güzel bir örnektir.
Mekke’den Medine’ye hicret esnasında mü rik-
ler, Peygamber Efendimizi ve sâdık yol arkada-
ı Hz. Ebû Bekir’i amansız bir takibe almı lar ve
Sevr ma arasında kendilerine ula mı lardı. On-
lar ma aranın sa ını solunu dola ıyor ve;
– E er ma araya girmi olsalardı, güvercin-
lerin yumurtası kırılır, örümcek a ı da bozulur-
du, diyorlardı. Bu esnâda endi eye kapılan Hz.
Ebû Bekir, Peygamber Efendimize hitaben;
– Ben öldürülürsem, nihayet bir tek ki iyim,
ölür giderim. Fakat sen öldürülecek olursan, o
zaman bir ümmet helâk olur gider, diyordu. O
sırada Peygamberimiz ayakta namaz kılıyor, Hz.
Ebû Bekir de gözcülük yapıyordu. Efendimize;
– u kavmin seni arayıp duruyorlar. Valla-
hi ben kendim için tasalanmıyorum. Fakat sana
zarar vermelerinden korkuyorum, dedi. Pey-
gamber Efendimiz;
– Ey Ebû Bekir, korkma! Hiç üphesiz Allah
bizimledir! buyurdu.
Hz. Ebû Bekir, ma aranın içinde iken ba -
larının üzerinde mü riklerin ayaklarını görün-
ce de;
– Ey Allah’ın Peygamberi! Onlardan birisi
a a ı e ilip baksa muhakkak bizi görür! deyin-
ce Allah Resûlü;
– Mahzun olma! Allah bizimledir ey Ebû Be-
kir! Üçüncüsü Allah olan iki ki iyi sen ne sanı-
yorsun buyurdu.8
Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimizin ve onun
ma ara arkada ı olan Hz. Ebû Bekir’in Sevr’de
azılı mü riklerin tazyîki kar ısında ya adıkları
bu hâlet-i rûhiyeye, Kur’ân-ı Kerim’inde öyle
yer vermektedir: – “…Mah zûn ol ma;muhakkak
ki Al lah bi zim le dir!..”9
Ya anan bu hâlet-i rûhiyyeyi özetleyen airin
u beyti ile yazımızı sonuçlandırabiliriz:
Girenler nakd-i cân îsâr ederler bâb-ı teslîme
Erenler bezmine ba ka türlü arma an olmaz.
Yani teslîmiyet kapısına girenler, bu yola can-
larını feda ederler. Zira erenler meclisine bundan
ba ka bir hediye takdim edilmez.
O yüzden tasavvuf büyükleri “Âh teslîmiyet!”
demi ler, sevdiklerini güzellik u runa ba koy-
maya ve Hakk’ın iradesine teslim olmaya davet
etmi lerdir. Allah’ın lütfunu da kahrını da bir
görmü ler. Bu yolda medhe de zemme de aynı
nazarla bakmı lar. Terk-i dünyâ, terk-i ukbâ,
terk-i hestî ve terk-i terk mertebelerini kat ederek
Hakk’a ula manın tadına varmı lardır.
* Doç. Dr.
1 Mustafa Kara, Gönül Mektupları, Mavi Yayıncılık, II.Baskı, stanbul 2003, s. 99-100.2 Necmüddin Kübra, Usûlu A ere- Risale le’l-Hâim-Fevâihu’l-Cemâl-Tasavvfî Hayat,
haz.Mustafa Kara, Dergâh Yayınları, stanbul 1980, s. 80-81; Ethem Cebecio lu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlü ü, Rehber Basım Yayın, Ankara 1997, s. 714-715; Süleyman Uluda ,Tasavvuf Terimleri Sözlü ü, Marifet Yayınları, stanbul 1995, s. 527.
3 Necmüddin Kübra, Usûlu A ere- Risale le’l-Hâim-Fevâihu’l-Cemâl-Tasavvfî Hayat, haz. Mustafa Kara, Dergâh Yayınları, stanbul 1980, s. 80; Hamdi Kızıler, Câhidî Ahmed Efendi ve Tasavvuf Felsefesi, Tutku Yayıncılık, Ankara 2006, s. 210.
4 Câhidî Ahmed Efendi, Kitâbü’n-Nasîha, Süleymaniye Kütüphanesi, brahim Efendi Bölümü, no: 350.vr.102-102b.
5 Hamdi Kızıler, Câhidî Ahmed Efendi ve Tasavvuf Felsefesi, Tutku Yayıncılık, Ankara 2006, s. 210-211.
6 Câhidî Ahmed Efendi, Divan, Süleymaniye Kütüphanesi, Hasan Hüsnü Pa a Bölü-mü, no: 796, vr. 16b.
7 Hamdi Kızıler, Câhidî Ahmed Efendi ve Tasavvuf Felsefesi, Tutku Yayıncılık, Ankara 2006, s. 211.
8 Buhârî, Fezâilü’l-ashâb, 2; Müslim, Fezâilü’s-sahâbe, 1.9 9/Tev be, 40.
Dipnot
Ahm
et G
ENC
AL
FıkıhAbdullah KAHRAMAN*
MÜ’MİNLERİN KUTSAL MÂBEDİ CAMİ VE
CEMAAT ÂDÂBI“ slâm medeniyetinde camilerin mimarisine de büyük önem verilmi , cami, medrese
ve hamam bir arada in a edilmi tir. Bunun önemli mesajları vardır. Özellikle
Osmanlı cami mimarisinde camilerin geni bir arsa üzerine in a edilip, sokakla
caminin irtibatının duvarlarla kesilmesi, avluda adırvan yapılması ve çam a açları
dikilmesinin önemli sebepleri vardır.”
Kasım 200938
Mü’minlerin hayat kayna ı,
Allah’a kar ı olan sorumlu-
luklarının en önemlisi olan
ibadeti îfâ ettikleri, rûhen arındıkları, kul hakla-
rına riâyet için de e itildikleri mekândır camiler.
Cami, Müslümanların topluca namaz ibadetini îfâ
etmelerine tahsis olunmu mekân anlamındadır.
Cami, namaz kılmak için tahsis edilen daha
büyük mekânları ifâde eder. Fakat Allah’a sec-
delerin arz edildi i özel mekânların genel adı
“mescid”dir. Hz. Peygamber’in özel ifâdesiyle
ümmet-i Muhammed için yeryüzünün bütün te-
miz mekânları mescid olarak ilan edilmi tir. Bu
sebeple mü’minin seccadesinin sı dı ı her yer
mescid sayılır. Secde, namazın rükünleri arasın-
da çok özel bir yere sahip bulundu u ve na maz
ibadetini sembolize eden bir fi il oldu u için, na-
maz kılmaya ayrılmı mekâna bu ad verilmi tir.
lk mescid Kâbe, ikincisi Kubâ, üçüncüsü ise
Mescid-i Nebevî’dir.
Kâbe ile ilgili olarak Rabbimiz öyle buyurur:
“ üphesiz, âlemlere bereket ve hidâyet kayna-
ı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbed),
Mekke’deki (Kâbe)’dir. Orada apaçık ni âneler,
(ayrıca) brahim’in makamı vardır. Oraya gi-
ren emniyette olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi
haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkı-
dır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün
âlemlerden müsta nîdir”1
39
Kasım 200940
Kâbe’yi ilk kez binâ eden ki inin Hz. Âdem ol-
du u rivâyet edilmi tir. Öte yandan bir hadîs-i
erîfte yeryüzündeki ilk mescidin Mescid-i Ha-
ram, ikincisinin de Mescid-i Aksâ oldu u ifâde
edilmi tir.2
Hz. Peygamber (s.a.v) Mekke’de pey gamberlik
görevini îfâya ba ladıktan sonra zaman zaman
mü riklerin çirkin davranı ve baskılarına ra -
men Mescid-i Haram’da Hacerü’l-Esved ile
Rükn-i Yemânî arasında namaz kılıyordu. Ay-
rıca Dâru’l-Erkâm’a ta ındıktan sonra bura-
da Müslümanlara cemaat namazı kıldırıyordu.
Hz. Ömer Müslüman olduktan sonra mü’minler
Mescid-i Haram’da açıkça namaz kılmaya ba -
ladılar.
Rasûlullah, tebli görevinin ikinci dönemi-
ni geçirdi i Medîne’ye varmadan buraya iki mil
uzaklıktaki Kubâ’da bir mescid in â ettirmi -
tir ki, burası günümüze kadar Müslümanlar
için önemli bir ziyaret yeri olmu tur. Bu mes-
cid için de Kur’ân’da öyle buyurulmu tur: “.......
lk günden takvâ üzerine kurulan mescit (Kubâ
Mescidi) içinde namaz kılman elbette daha do -
rudur. Onda temizlenmeyi seven adamlar var-
dır. Allah da çok temizlenenleri sever”3
Bu sebeple Kubâ, Hz. Peygamber’ (s.a.v)’in
en çok sevdi i mâbed olup her Cumartesi ora-
yı ziyaret ederdi.
Rasûlullah Medîne’ye ula ınca devesinin ilk
çöktü ü bo arsayı satın alarak buraya Müs-
lümanlar için ayrı bir kudsî de ere sahip olan
üçüncü mescidi in â ettirmi tir.
Hz. Peygamber (s.a.v)’in bu mescidlerle ilgili
hadîs-i erîfi nin anlamı öyledir: “Ancak üç mes-
cid için yolculuk yapılır: Biri Mescid-i Haram,
biri Mescid-i Aksâ, di eri benim mescidimdir”4.
Hz. Peygamber’in bu te vikini dikkate alan
mü’minler dünyanın her tarafından fırsat bul-
dukları her an bu mescidlere akın etmektedirler.
Her ne kadar Mescid-i Aksâ kısıtlama altında ise
de, di er iki mescit daha çok ziyaretçi toplamak-
tadır.
slâm medeniyetinde camilerin mimarisine de
büyük önem verilmi , cami, medrese ve hamam
bir arada in a edilmi tir. Bunun önemli mesajla-
rı vardır. Özellikle Osmanlı cami mimarisinde ca-
milerin geni bir arsa üzerine in a edilip, sokak-
la caminin irtibatının duvarlarla kesilmesi, avluda
adırvan yapılması ve çam a açları dikilmesinin
önemli sebepleri vardır.
Camilerin marı
Tevhîd inancının sembolleri olan mescidle-
rin in ası, birçok âyet ve hadiste mü’minlere özgü
bir ayrıcalık olarak kabul edilmi tir. Allah’a inan-
mayanların mescid yapma gibi bir dü üncesi ola-
maz. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de inanmayanların
Allah’a kulluk edilmesine engel olucu tavırları-
na ve bu davranı ın en büyük haksızlık oldu una
i aret edilmi tir5. “Allah’ın mescidlerini ancak
Allah’a ve âhiret gününe inanan, namaz kılan,
zekât veren ve sadece Allah’tan kor kan kimse-
ler imar ederler.”6 meâlindeki âyet bu hususu çok
açık bir ekilde vurgulamı tır. Gerek bu ayette ge-
rekse konuya ili kin hadis lerde geçen “imar etme”
ifâdesi slâm bilgin lerinin ço unlu u tarafından
hem bu mekânların in âsı ve maddî anlamda ba-
kımı hem de badet etme, Kur’ân-ı Kerim oku ma,
ilim ö renme ve ö retme gibi “mânevî anlamda
ihyâ” olarak anla ılmı tır.
Cami ve Cemâat Âdâbı
Camiler özel ve kutsal mekânlar oldu u için
buralara girecek ki ilerin maddî ve hükmî kirlilik-
ten arınmı olmaları gerekir. Özetle, cünüp, hayız
ve nifas hâlindeki ki ilerin gusül abdesti almadan
mescide girmeleri haramdır; fakat Hanbelî mez-
hebine göre cünüp ki inin abdest alarak mescitte
bulunması câizdir. Bu durumda olmayan ki ilerin
de mescide abdest alarak girmeleri mendup, ab-
destiz girmeleri mekruh olarak nitelendirilmi tir.
Hz. Peygamber eûzü besmele çekerek mescide
sa aya ı ile girer, sol aya ı ile çıkardı. Girerken
Allah’tan rahmet kapılarının açılmasını diler ve
Allah’ın lutfunu temennî ederek çıkardı. Mescide
girdi i zaman tahiyyetü’l-mescid namazı kılardı.
41
Camiler, Müslümanların Allah’a ibadet ettik-
leri yerlerdir Yeryüzünün en erefl i yerleri olan
camilere, “Beytu’llâh/Allah’ın evi” denilmektedir
Camiye ibadet için giden mü’min Allah’ın ziya-
retçisi ve misafi ri durumundadır Ev sahibi, evi-
ne gelen misafi rlerine ikramda bulundu u gibi
camiye giden mü’minlere de Yüce Allah büyük
mükâfat verecektir.
Peygamber Efendimiz bu konuda öyle bu-
yurmu tur: “Evinde güzelce abdest alıp camiye
giden kimse Allah’ın ziyaretçisidir Ziyaret ede-
ne Allah ikramda bulunacaktır.”7
Camilere saygı göstermek ve cami âdâbına
uymak her Müslümanın vazifesidir. Bu vazifeler
kısaca unlardır:
1) Camiye abdestli olarak, temiz elbise, temiz
çorap ve düzgün kıyafetle girmek
2) Sa ayakla ve salâvat okuyarak girmek, sol
ayakla çıkmak. Mescide girildi inde ’tahıyyetü’l-
mescid‘ niyetiyle iki rekât nafi le namaz kılınması
sünnettir. Girerken itikâfa niyet edilip dünya ke-
lamı konu ulmazsa bu sevap olur.
3) Bir özür yoksa camide ayakları uzatarak
oturmamak; ba ırıp ça ırmak, gürültü etmek ve
dünyaya ait eyleri konu mak gibi saygısız davra-
nı lardan sakınmak.
4) So an, sarımsak yiyenlerin ve grip gibi bu-
la ıcı hastalı ı bulunanların bu durumları geçin-
ceye kadar namazlarını ba ka bir mekânda edâ
etmeleri; ge irmek ve yanındakileri i rendirecek
davranı larda bulunmaktan kaçınmak.
5) Camide Kur’an okunuyor veya va’z yapılı-
yorsa dikkat ve saygı ile dinlenmeli; geç gelen bo
buldu u yerde oturmalı, ön safl ara geçmek için
cemaati rahatsız etmemelidir.
badetin yolları mescitlerden geçiyor
Rabbim hep kullarını secdelerden seçiyor!
* Prof. Dr.
1 3/Âl-i mrân, 96.2 Buhârî, Enbiyâ, 40. 3 9/Tevbe, 108.4 Buhârî, Mescid-i Mekke, 1, 6; Müs lim, Hac, 74.5 2/Bakara, 114; 9/Tevbe, 17.6 9/Tevbe, 18.7 Münzirî, et-Tergîb, I, 214.
Dipnot
lim ve HayatMehmet SOYSALDI*
BEREKETBEREKETHAYATIMIZDAKİ ÖNEMLİ EKSİKLİK: HAYATIMIZDAKİ ÖNEMLİ EKSİKLİK:
Kasım 200942
43
Ça ımızda ilim ve tek-
nik daha önce hayal
bile edemeyece imiz
bir derecede ilerlemi tir. Ama
bu geli meler ve bu geli melere
ba lı olarak insanın hayatındaki
maddî rahatlama insana gerçek
mutlulu u getirememi tir.
Bugün hayatımızda öyle bir
eksiklik vardır ki, her insan öyle
ya da böyle bu eksikli i hisset-
mektedir. Bu eksiklik ise bere-
kettir. Gerek günlük ferdî, ailevî
ve sosyal hayatımızda gerek-
se yememizde, içmemizde, hat-
ta ve hatta geçirdi imiz vakitte
dahi bu eksikli i hisseder hale
gelmi izdir.
Bereket manevi bir olgu olup
Allah vergisidir. Allah bereketi
ancak kendisine itaat edene ve-
rir. Kendisine itaat etmeyenin
hayatından, ticarî kazancından,
yemesinden, içmesinden ve ge-
çirdi i zamanından kısacası her
eyinden bereketi çeker alır.
Sevgili Peygamberimiz ve
onun güzide ashâbının hayatın-
da bir bereket vardı. Evet, on-
ların zamanında ilim ve teknik
bu kadar ileri de ildi. Maddî
imkânları da bizden çok dü-
üktü. Ama onlar mutluluk içe-
risinde ya ıyorlardı. Çünkü
hayatlarında, yemelerinde, iç-
melerinde, ticarî kazançlarında
bir bereket vardı. Çünkü onlar
Allah ve Resûlüne itaat ediyor-
lar ve her türlü i lerinde do -
ruluk, dürüstlük ve adaletten
ayrılmıyorlar, i i ehline veriyor-
lardı. Onların ya adı ı toplum-
da zulüm ve haksızlık yoktu.
Sahâbe-i kirâmın büyükle-
rinden olan ilk muhacirlerden
Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz.
Osman, Hz. Ali, Hz. Zübeyr b.
Avvâm ve Hz. Abdurrahman b.
Avf gibi zatlar, Medine’ye hic-
ret ettiklerinde bütün varlıkla-
rını, servetlerini Mekke’de terk
etmi ler, dinleri u runa hicret
etmi lerdi. Medine’ye hicret
ettiklerinde fakir idiler. Ama
onlar, Kur’an’dan ve Allah
Resûlünden ö rendikleri pren-
siplerle hareket ederek kısa
bir sürede Medine’de parmak-
la gösterilecek derecede zengin
hâle geldiler. Örnek olarak Ab-
durrahman b. Avf’ı alalım; o da
Medine’ye hicret etti inde di-
er muhâcir sahâbîler gibi fa-
kir ve muhtaç biriydi. pi omu-
zuna alarak Medine çar ısında
hamallık yapmaya ba ladı. 6-7
senede Medine’nin en zengin-
lerinden biri oldu. Hz. Pey-
gamber, Tebuk seferine hazır-
lık yaparken Abdurrahman b.
Avf, Hz. Osman gibi bir çır-
pıda 500 deveyi Allah yolun-
da tasadduk etmi ti. te onlar
Medine’ye hicret ettiklerinde
sıfırla ba lamı lardı. Ama Yüce
Allah onlara öyle bir zenginlik
nasip etti ki, onlar da bu sahip
oldukları serveti, malı ve mül-
kü Allah yolunda kullanmı -
lardı. Mesela Hz. Ebû Bekir
malının tamamını, Hz. Ömer
malının yarısını, Hz. Ali malı-
nın yarısını açıktan yarısını da
gizli olarak Allah yolunda infâk
etmi lerdir. Onlar böyle Allah
yolunda infâk ettikçe de Allah
mallarına, servetlerine bereket
vermi tir.
Peki günümüz insanının
hayatında niçin bereket kal-
mamı tır. Yüce Allah, âyet-i
kerimelerde: “Bir toplum ken-
dindeki özellikleri de i tirme-
dikçe Allah, onlarda bulunanı
de i tirmez.”1; “Bir millet ken-
dilerinde bulunan (güzel ahlâk
ve meziyetleri) de i tirmedik-
çe Allah onlara verdi i nimeti
de i tirmeyecektir.”2 buyuru-
yor. Günümüz insanı, yüce Ya-
ratıcının istedi i ahlak ve me-
ziyetleri de i tirdi i için Allah
da onları de i tirmi tir.
“Bugün hayatımızda öyle bir eksiklik vardır ki, her
insan öyle ya da böyle bu eksikli i hissetmektedir. Bu
eksiklik ise berekettir. Gerek günlük ferdî, ailevî ve
sosyal hayatımızda gerekse yememizde, içmemizde,
hatta ve hatta geçirdi imiz vakitte dahi bu eksikli i
hisseder hale gelmi izdir.”
nsanı mutlu ve huzurlu
ya amasını sa layan bereke-
te tekrar nasıl ula ılır. Bunun
yolunu yine yüce Allah bizle-
re öyle açıklıyor: “O (peygam-
berlerin gönderildi i) ülkelerin
halkı inansalar ve (günahlar-
dan) sakınsalardı, elbette on-
ların üstüne gökten ve yerden
nice bereket kapıları açardık,
fakat onlar kendilerine gön-
derilen peygamberleri yalan-
ladılar, biz de yaptıkların-
dan dolayı onları azâbımızla
yakalayıverdik.”3
Yüce Allah, insanlı ı do ru
yola iletmek için zaman zaman
onların içinden seçti i yüksek
ahsiyetleri peygamber olarak
görevlendirmi tir. Fakat bazı
memleketlerin halkı, eytana
ve nefi slerine uymada son de-
rece ileri gittikleri için peygam-
berlerin uyarılarını kabul etme-
mi ve onları reddetmi lerdir.
Cenâb-ı Allah, böyle davranan-
ların kimini hemen cezalan-
dırmı , kimini de bir müddet
mühlet verip müreffeh bir ha-
yattan sonra ansızın yakalamı
ve helak etmi tir. te A’râf su-
resi 94-96. âyetler bu durumu
tasvir etmektedir.
Hayatımızda bereketin yok
olup gitmesine sebep olan bir-
takım hususlar vardır. Bu hu-
susların en önemlilerini 7 mad-
dede toplamak mümkündür.
öyle ki:
1.Günümüzinsanında Allah korkusu yoktur.
Takvâ, Allah’ın emirlerini
yerine getirmek ve nehiylerin-
den de sakınmaktır. Türkçede
kısaca, “Allah korkusu” diye ifa-
de etti imiz takvâ, ki iye haya-
tını Allah’ın emir ve buyrukları
do rultusunda düzenlemesi-
ni sa lar. lerini Allah’ın emir
ve buyrukları do rultusunda
düzenleyenler gerçek mutlulu-
a ula ır ve hem bu dünyada
hem de âhirette mutlulu a eri-
ir. Nitekim Yüce Allah: “Kim
Allah’tan korkarsa, Allah ona
bir çıkı yolu ihsan eder. Ve
ona beklemedi i yerden rızık
verir. Kim Allah’a güvenirse O,
ona yeter. üphesiz Allah, em-
rini yerine getirendir.”4 buyur-
maktadır.
2. Allah’ın verdi inimetlere ükür
yoktur.
ükür lügatte, bir nimete
kar ılık yapılan te ekkür ifade-
sidir. Istılah da ise ükür, ken-
disine nimet veren kimseye te-
ekkürü haber vermek ve ona
kar ı ta’zîmde bulunmaktır.
Yüce Allah bizlere sayısız ni-
metler vermi tir. “O size istedi-
iniz her eyden verdi. Allah’ın
nimetini sayacak olsanız saya-
mazsınız. Do rusu insan çok
zalim, çok nankördür!”5
Allah verdi i bu nimetlere
kar ı bizlerden ükür istemek-
tedir. Nitekim Yüce Allah “Ha-
tırlayın ki Rabbiniz size: E er
ükrederseniz, elbette size (ni-
metimi) artıraca ım ve e er
nankörlük ederseniz hiç üp-
hesiz azâbım çok iddetlidir!
diye bildirmi ti.”6 buyurur. ü-
kür nimetin bereketlenmesine
ve artmasına vesiledir. ükür-
süzlük ve nankörlük ise bere-
ketsizli e ve Allah’ın azabına
sebep olur.
3. Helâl kazanca önem verilmemekte ve faiz yaygın hale
gelmektedir.
Helâl rızık kazanmak, ka-zandı ını helâl yollarda har-camak ve âhiret yatırımı yap-mak namaz gibi önemli bir farzdır. Helâl lokmayı talep etmek her Müslüman’a farz-dır. Helâl lokma kalbi olgun-la tırır. Haram lokma kalpte siyah bir leke yapar ve kalp gözü görmemeye ba lar. Ki-iye hesap gününde malını
nerden ve nasıl kazandı ı so-rulacaktır. Bir hadîs-i erîfteTirmizî’de öyle rivâyet edi-liyor:
“Kıyamet günü u dört ey-den hesaba çekilmeden kulun ayakları kaymaz:
1- Ömrünü nerede harcadı ı,2- Gençli ini nerede tüketti i,3- lmi ile nasıl amel i ledi i,4- Malını nereden kazanıp ne-relere harcadı ı!”
Memur, i çi, esnaf, serbest
meslek sahibi herkes helâl ve
temiz kazanmaya özen göster-
melidir. Aldı ımız maa larda
tüyü bitmemi yetimlerin hak-
kının oldu unu unutmamalı-
yız. Sorumlulu umuzdaki i ne
olursa olsun bize verilmi bir
emanet oldu unu asla unutma-
malıyız.
Kasım 200944
45
Bir memur görevine geç gel-
meyi veya hiç gelmemeyi bir
alı kanlık hâline getirmeme-
lidir. Özellikle hasta olmadı ı
halde rapor alarak, hem kendi-
ni hem de i vereni ma dur et-
memelidir. Çünkü rapor bir hak
de ildir. Sadece hastalanma
durumunda kullanılması gere-
ken bir mazeret belgesidir. Do-
layısıyla bu alı kanlık ve teamül
hâline getirilmemelidir. ba-
ında iken ihmal ve tembelli e
prim vermemeliyiz. Unutmaya-
lım ki sorumlulu umuza verilen
bir görevi yapmamak, dolaylı
olarak milyonlarca insana hak-
sızlık yapmak demektir. Bu yüz-
den bir memur mesai dâhilinde
ve hâricinde vakarını koruma-
lı, ülkenin millî ve mânevî de-
erlerine asla zarar vermemeli-
dir. Hizmet etmeyi, çalı mayı, i
görmeyi ve problem çözmeyi bir
ibadet a kıyla yapmalıdır.
4. Allah’ın verdi inimetleri kullanmada
ve harcamada israf edilmektedir.
sraf, ki inin sahip oldu u
maddî ve mânevî varlı ı, öl-
çüsüz ve gereksiz bir ekilde
harcamasıdır. Bir ba ka ifa-
deyle malı ve zamanı bo yere
heba etmesi eklinde de tarif
edilmektedir. sraf, slâm di-
ninde haram kılınmı ve israf
edenler eytanların karde i
olarak nitelendirilmi tir. “Ge-
reksiz yere de saçıp savurma.
Zira böylesine saçıp savuran-
lar eytanların dostlarıdır-
lar. eytan ise Rabbine kar ı
çok nankördür.”7
u olay, Hz. Peygamber
(s.a.v)’in israf etmemeye ne
denli titizlik gösterdi ini çok
açık bir ekilde ortaya koy-
maktadır. Bir defasında Sev-
gili Peygamberimiz Hz. Sa’d
(r.a)’e u ramı tı. Hz. Sa’d,
bu esnada abdest alıyor-
du. Rasûlullah (s.a.v), (onun
suyu a ırı bir ekilde kullan-
dı ını görünce); “Bu israf da
nedir?” diye sordu. Hz. Sa’d
da “Abdestte israf olur mu?”
dedi inde Hz. Peygamber
(s.a.v): “Evet, hatta akmak-
ta olan bir nehirde abdest
alsan bile” eklinde cevap
vermi tir.8
Görüldü ü gibi Hz. Pey-
gamber (s.a.v), akan bir ne-
hirde ibadet niyetiyle abdest
alırken bile suyu israf etme-
meyi ö ütlüyor. Bütün ina-
nanların bu hadis do rul-
tusunda hayatlarını gözden
geçirmeleri gerekti i kanaa-
tindeyiz.
5. Gerek ferdi hayatımızda gerekse
di er insanlarla olan ili kilerimizde
do ruluk ve dürüstlük
kalmamı tır.
Do ruluk Müslümanlıkta
çok önemli bir ahlak kuralıdır.
Müslümana yakı an, hayatının
her safhasında oldu u gibi i
hayatında de do ruluktan ayrıl-
mamak, insanları aldatmaktan,
karaborsacılıktan, kaçakçılık-
tan, kaçakçılı ın her çe idinden
sakınmak, helâl ve temiz yollar-
dan kazanmaktır.
Yüce Allah bir âyet-i kerîmede
do ruluk ilkesine vurgu yaparak
öyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Allah’tan
korkun ve do ru söz söyleyin
ki, Allah sizin i lerinizi düzelt-
sin ve günahlarınızı ba ı la-
sın. Kim Allah’a ve Resûlüne
itaat ederse, muhakkak büyük
bir ba arıya ula mı tır.”9
Görüldü ü gibi bu âyette söz
söylerken ve i yaparken do -
ru ve dürüst olunması emredil-
mi , böyle olundu u takdirde
i lerin düzelece i, günahların
ba ı lanaca ı ve sonuçta da
mü’minlere va’d edilen cenne-
te ula ılaca ı belirtilmektedir.
Biz Müslümanlar için en
güzel rehber olarak gönderi-
len Hz. Peygamber (s.a.v), bir
do ruluk örne i idi. Onun en
büyük hedefl erinden biri de
do ru insanlardan olu an bir
toplum olu turmaktı. Bu ba-
kımdan önce kendisi do ru-
luk örne i olmu tur. Do ruluk
onun hayatının her safhasında
görülen bir haslettir. Onun içi
ile dı ı, özü ile sözü birdi. Bir
ba ka deyi le, o, oldu u gibi
görünür göründü ü gibi olur-
du. Onun söyledikleri ile yap-
tıkları arasında bir farklılık
görmek mümkün de ildi. Ha-
yatı boyunca insanları do ru-
lu a sevk etmeye gayret gös-
termi tir.
Bir defasında Rasûlullah
ashâbına: “Bana u altı ey
hakkında söz verin, ben de size
cennete girece inize dair ga-
ranti vereyim.” diye buyurdu
ve bu altı eyi öyle sıraladı:
“Konu tu unuz zaman do -
ru konu un!
Va’detti iniz zaman yerine
getirin!
Emanette emin olun!
Irzınızı namusunuzu koru-
yun!
Gözlerinizi harama bak-
maktan sakının!
Ellerinizi haramdan uzak
tutun.” 10
Hz. Peygamber (s.a.v) Efen-
dimiz, çalı ıp kazanırken do ru
hareket edenleri öyle müjdele-
mektedir: “Ticarette do ruluk-
tan ayrılmayan kıyamet gü-
Kasım 200946
nünde Peygamberlerle beraber
olacaktır.”
Do rulu un zıddı olan iki-
yüzlülük, yalancılık, sahtekârlık
gibi kötü huylar bireyler arasın-
da sa lıklı ili kiler kur-
ma imkânını ortadan
kaldırır. Hz. Peygam-
ber de daima, insanla-
ra bu kötü huylardan
iddetle kaçınmaları-
nı söylemi tir. nsan-
lar, kendilerine daima
yalan söyleyen ikiyüzlü,
sahtekâr ki ilere inan-
mazlar ve söyledikle-
rine itibar etmezler.
Dolayısıyla günümüz
Müslümanlarının da
hayatları boyunca do -
ruluktan kesinlikle ay-
rılmamaları gerekir.
Bir gün Peygamber Efendi-
miz çar ıda geziyordu. Bir bul-
gur çuvalına elini soktu ve üst-
te kalan bulgurların kuru altta
kalanların ıslak oldu unu gör-
dü ve çok sinirlendi.
“Bu niye böyle?” diye sordu.
Satıcı:
“Ya Rasûlallah, benim bir
suçum yok. Biraz önce ya mur
ya dı, (ya mur geçtikten son-
ra) üst taraf kurudu, alt ıslak
kaldı.” dedi. Peygamberimiz:
“Islak kısmı üste çıkarman
gerekirdi.Bizi aldatan bizden
de ildir.” buyurdu.
yi ahlak sahibi bir insan,
i ini do ru yapar. Kimseyi al-
datmaz, hile ve sahtekârlık yap-
maz. Üzerine aldı ı görevi hak-
kıyla yapar, hem kendisine hem
de çevresine yararlı olur. Müs-
lüman yaptı ı bütün i ve görev-
lerde do ruluk ve dürüstlü ü
kendisine rehber edinmelidir.
6. Dua ve niyazımızazalmı ve ço u
insan Allah’a kullu uunutmu , ibadeti terk
etmi tir.
Yüce Allah’ın kullarından
istedi i eylerin ba ında ken-
disine ibadet etmek gelmekte-
dir. Nitekim Yüce Allah: “Ey in-
sanlar! Sizi ve sizden öncekileri
yaratan Rabbinize kulluk edi-
niz. Umulur ki, böylece korun-
mu (Allah’ın azâbından ken-
dinizi kurtarmı ) olursunuz.”11
buyurmaktadır.
Yüce Allah, “Ben cinleri ve
insanları, ancak bana kulluk
etsinler diye yarattım.”12 buyu-
rarak yaratılı ın gayesinin ken-
disini bilip tanıyıp ibadet etmek
oldu unu vurgulamaktadır.
7. Hayatımızdakanaat diye bir ey
kalmamı tır.
Kanaat, sahip olunan
nimetlerle yetinmek,
Allah’ın hakkımızda-
ki ezelî rızık taksimine
razı olmaktır. Kanaat
eden insan hayatını hu-
zur içerisinde geçirir.
Kanaatsizlik ise insanı
daima stres ve sıkıntı-
ya sokar. Kanaatsiz in-
san hayatta asla mutlu
olamaz.
Gerçek mutlulu a
ula mak isteyen Allah
ve Resûlüne itaat etme-
li ve hayatında bu pren-
sipleri uygulamalıdır.
Aksi takdirde huzur ve saâdete
eri mek mümkün de ildir.
Ne mutlu hayatını Allah ve
Resûlünün buyrukları do rul-
tusunda düzenleyenlere.
Yazıklar olsun Allah’a kullu-
u ve Resûlünün sünnetine uy-
mayı terk edip mutlulu u ba ka
yollarda arayanlara…
47
* Prof. Dr.
1 13/Ra’d, 11.2 8/Enfâl, 53.3 7/A’raf, 96.4 65/Talâk, 2-3.5 14/ brâhîm, 34.6 14/ brâhîm, 77 17/ srâ, 26-27.8 bn Mâce, Tahâret, 48; Ahmed b.Hanbel, el-
Müsned., II, 221.9 33/Ahzâb, 70-71.10 Ahmed b.Hanbel, age., V, 323.11 2/Bakara, 2112 51/Zâriyât, 56.
Dipnot
KültürM. Aybike S NAN
KURBAN OLAKURBANLAR
Kasım 200948
49
brahim sadakati-
nin ruhlara sindi-
i, smail teslimi-
yetinin tekrar tekrar üzerimize
ya dı ı “Kurban Bayramı” çıkıp
geldi mevsimlerin ötesinden.
Yüce Yaradan’ın sevgisi dü tü
canlıların üzerine. Göklerden
inen efsunlu dü ünceye ayarla-
nan yürekler ne güzel. Ne güzel
uzaklardan gelen misafi r… Ne
güzel koçu kurban eyleyen dü-
ünce…
Yüce Yaradan’ın sevgisi de-
il miydi koçu kurban eyleyen
dü üncenin mihverindeki sada-
kat? Her bayram sabahında ev-
lerdeki sevincin temelinde Yüce
Yaradan’ın memnuniyeti ve sev-
gisiydi esas olan. O halde gelsin
bayramlar, kınalı koçlar...
Bir seher vaktinde, gökler-
den gelen bayram mu tusu, ya-
yılsın cihana. nsanlık, ya ama
sebebini bir kez daha görsün
kurbanlık koçun kınasında...
Bayram tela ı gül açtırsın ha-
yatın kalbinde.
Bu bayram, bu gelen bay-
ram...
Dileriz ki;
Ruhlar sevgiyle dola...
Kurbanlar kurban ola.
Saatler bayrama kurulup,
bayrama çalsın. Huzurun zem-
bere i bayrama dursun. Bayra-
ma ya sın merhametin, efkatin
ya muru, karı... Ebabil ku la-
rı, bu kez merhamet, efkat ya -
dırsın günahları ço alan yenik
kentlerin üzerine. Gül koku-
lu huzurun güvencesiyle rahat
uyusun anneler ve emzikteki be-
beleri. Ayine-i skender, bundan
böyle efkati müjdelesin ta ke-
silmi yüreklere, kara ba lamı
gönüllere. Ya malanan gençlik
geri dönsün, geri dönsün uzak
diyarlara sefere çıkmı , dervi
yürekli büyükler.
Rahmet vadileri açsın kolla-
rını bize do ru. ahlansın gü-
zellikten yana, iyilikten, mer-
hametten yana tüm eyler. Zira
merhametin dillenmedi i, ef-
katin çiçeklenmedi i yüreklerin,
bir çöl ikliminden farkı olmasa
gerektir. Bu bayram dualar, hu-
zurun, sevginin, efkatin, mer-
hametin yüreklere damıtılması
üstüne olsun.
Bu bayram, bu gelen bay-
ram...
Dileriz ki;
Kapıları efkat çala...
Kurbanlar kurban ola...
Bayram bir hatırlatma sa a-
na ına dönü se kör yüreklerde.
Saba rüzgârı geri alsa yiten bay-
ramların kokusunu. Büyük e-
hirlerin kuytularına kadar yay-
sa bayram sevincini. Sonsuzlu a
akan dualar ehrayini yüksel-
se göklere. Sevinçle menziline
ula sa, yürekten edilmi dualar.
Sevgililer sevgilisi kabul buyur-
sa dualarımızı... Sa altsa yarala-
rımızı, aklasa karalarımızı.
Gözlerden maddenin perde-
sini indirip, kalp gözünü açsa
ötelere ayarlı yarınlara. Yüre-
i sıkkın, kimsesiz, kederli ev-
ler nasiplense bayramın ne ve-
sinden, letafetinden. Muhabbet
ve samimiyet bizden evvel var-
sa evlerin e i ine. brahim Pey-
gamber metaneti çözse vesveseli
yüreklerin kördü ümünü.
Bu bayram, bu gelen bay-
ram...
Kederleri sevinç ala...
Kurbanlar kurban ola...
Demadem gözetlese kalbimiz
kimsesizleri. Gönüllerimizi kim-
sesizler kimsesi olmaya, ruhları-
mızı iyiliklere kefi l kılmaya has-
retsek... yilikten, güzellikten,
sevgiden yana çözülen dü üm-
leri yeni ba tan dü ümlesek...
Dü ümler üstüne dü ümler at-
sak. Üstünden güne batmayan
mânâ erlerini ça ırsak kalpleri-
mizin dergâhına. Onlara duyur-
sak dertlerimizi. Devalar arasak.
Çi nenmi yüreklere çare olsak.
Hikmet kervanının pe i sıra yü-
rüsek. Caddelerimize, sokakla-
rımıza, evlerimize kadar hak ve
adaleti hâkim kılsak. Halk için-
de Hak ile ya asak.
Biz yeniden biz olsak.
Bu bayram, bu gelen bayram...
Dileriz ki;
Dilde günahlar sola...
Kurbanlar kurban ola...
Bayram o bayram ola.
KültürAydın TALAY
BEREKETLİ HAYATIN CEVHERİDİR
ÇALIŞMAK “Helâlinden kazanmayı gaye edinen, her yönden kârlı bir hayat sürecektir. Her
eyden evvel kazancında hayır ve bereket eksik olmayaca ı gibi kendi bedenî ve ruhî
hayatı da ahenk ve huzur içine girecektir.”
Kasım 200950
51
Cenâb-ı Hakk’ın lutfetti i sayılamaya-
cak kadar çok nimetler içinde sa lık
ve âfi yet herhalde birinci sırayı alır.
Fakat gelin görün ki küçük bir sıkıntı kar ısın-
da dahi kar ılıksız bah edilen bu engin nimetleri
unutarak hemen dünyayı ve çevremizi zindan gö-
rüp ve göstermeye ba lıyoruz. Nefsin ve hevânın
bu oyununu bozmanın yolu da ancak sürekli ola-
rak tevhîdî iman ve bunun sosyal hayata yansı-
ması olan sâlih amelleri hummalı bir gayretle
hayatımızda ya amaktan geçiyor. Nefi s zikirle,
tesbihle, faydalı hizmetlerle me gul edilmezse o,
insana kötü olan her eyi câzip göstererek en bü-
yük servetimiz olan ömür sermayesini eritip tü-
ketecektir.
Dünya ve âhirete ait fi krî ve bedenî yararlı ça-
lı malar olmasaydı hayat çekilmez hale gelecekti.
Bu yüzdendir ki, slâmî hayatın tadını alamamı
birçok kimse bir iki tur atıp bir kahveye giderek
sanki bo una verilmi gibi vakti geçirme tela ı içi-
ne girmektedir. Hâlbuki ömür kısa, yapaca ımız
i ler çok fazladır. Basit bir araç bile uzun zaman
çalı ma dı ı kaldı ında paslanıp i yapamaz hale
geliyorsa insan vücudu ve beyni de azim, gay-
ret ve u ra ı istiyor. Semâvâtta, arzda ve içinde-
ki her nesnede, hatta gözümüzle hareketsiz gibi
görünen cisimlerdeki atom ve moleküllerde bile
bitmeyen bir cevelan ve tesbîh vardır. Fakat ne
hazindir ki bizim insanımız ba , bahçe ve tar-
la i lerinden elini ete ini çekip bir de emekli ol-
duktan sonra hareketsiz kaldı ı için kısa zaman-
da hastalık kayna ı oldu u gibi enerji ve ne esini
de kaybediyor. te kulunu çok iyi bilen rabbimiz
53/Necm Suresinin 39 ve 40. âyetlerinde meâlen
öyle buyuruyor: “ nsan için kendi çalı masın-
dan ba ka bir ey yoktur. Ve çalı ması da ileri-
de görülecektir.” Resul-i Zî ân Efendimiz (s.a.v.)
de bu konuda hadîs-i erîfl erinden birinde, “Al-
lahu Teâlâ meslek sahibi mü’minleri sever.” bu-
yurmaktadır. Demek ki mü’min bo söz ve hare-
ketlerden kaçınan ve hep faydalı i lerle u ra an,
uurlu ve ahsiyetli insandır. mam Birgivî Müs-
lümanın çalı ıp daha fazla zekât verir hale gelme-
sinin nâfi le ibadetlerden daha kıymetli oldu unu
kaydeder. Müslüman her i inde Allah’ın rızası-
nı hedefl edi inden her davranı ve u ra ısı ne e
kayna ı ve güzeldir. Mü’min gafl etten, zarar-
lı davranı ve bo sözlerden iddetle kaçınır. Bu-
gün bu halin aksi ya anıyorsa; kahvede bo vakit
geçiriliyor, ev ve hatta camide lüzumsuz konu -
ma ve yersiz davranı lar sergileniyorsa tembellik
ve atâletin sevketti i nefsin ve eytanın ku atma-
sı altındayız demektir.
slâm’ın çalı ma prensibinde, ba kalarının
sırtından geçinme yoktur ve alın terine dayanan
helâl kazanç esastır. Onun dünyasında herkes,
hatta her varlık için saygı ve iyi niyet ta ımanın
yanında faydalı hizmet hedefi vardır. Kâinatın
Efendisi Peygamberimiz (s.a.v.) öyle buyurur:
“Ümmetimin en hayırlısı ona hizmet edenlerdir.”
Canın ve malın sahibi olan Allah, insanın kısacık
hayatı ve aczine ra men çalı ıp mükemmel hale
gelmesi için kâinatı sayısız nimetlerle donatmı -
tır. Bunun bilinci içinde olan Müslüman bir avuç
helâl kazancı batmanlarla harama tercih eden ve
çalı makdan zevk duyan insandır. Böylece hayrı,
bereketi, fazileti, huzur ve sekîneti rehber edinen
insan i ine ve eserine dikkat edecektir. Onun için
dîvân airimiz Ziya Pa a bir beytinde öyle der:
Âyinesi i ’dir ki inin lâfa bakılmaz
ahsın görünür rütbe-i aklı eserinde
Giyiminde, yemesinde, çalı masında ve oturup
kalkmasında huzur ve güven kayna ıdır mü’min.
Bu sebepledir ki, sâlih mü’min her çevrede öz-
lenir, beklenir, istenir; sever ve sevilir. Bir gün
Allah’ın Resûlü (s.a.v.) ashâbı ile sabah erken sa-
atlerde otururken gencin biri gelerek hızlı adım-
larla geçip dükkânına gitti. Ashâb genç için, “Ke -
ke sabahın bu erken saatlerinde ibadetle me gul
olsaydı!” deyince, Rasûlullah Efendimiz öyle bu-
yurdu: “Öyle söylemeyiniz. E er ba kasına muh-
taç olmamak için; anne, baba, e ve çocuklarının
ihtiyacı için gidiyorsa Allah yolundadır. Övün-
me, desinler ve sırf zengin olmak amacı ile gidi-
yorsa eytanın yolundadır.”
Helâlinden kazanmayı gaye edinen, her yön-
den kârlı bir hayat sürecektir. Her eyden evvel
kazancında hayır ve bereket eksik olmayaca ı
gibi kendi bedenî ve ruhî hayatı da ahenk ve hu-
zur içine girecektir. Mevla’sını unutmadan kendi-
sini i ine verenin vücudunda hantallık ve depres-
yondan eser kalmaz. Bugün insanımız hareketsiz
ve tembel oldu u için i manlık, hantallık, eker,
kolesterol ve benzeri hastalıklarla iç içe ya amak-
tadır. Çalı an insan nefsin, hevâ ve hevesin dür-
tülerinden ve çe itli menfi liklerden uzak kaldı ı
gibi görü ve dü üncesi de bulanmamı olur. Ça-
lı tı ı sürece ba kasının malında ve canında gözü
olmaz. Sonu peri anlık olan yı ın yı ın haram ka-
zançlar ona örnek olmaz. Kabiliyet ve kudretini
geli tirerek çalı an ve ibadetlerini de ihmal etme-
yen insan darlık çekmez ve mihnetlere girmez.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in, helâl kazanan
tüccarın kıyamet gününde sıddıklar, nebîler ve
ehidlerle beraber ha redilece i müjdesi ne bü-
yük bir pâyedir.
Helâl Kazanç
Ba kasının sırtından geçinen asalak tiplerin
dinimizde yeri ve itibarı yoktur. Kur’an’da adı ge-
çen ve hikmet sahibi oldu u bilinen Lokman He-
kim o luna vasiyet ederken öyle demektedir:
“Helâl kazanmaktan el çekme. nsanlara muh-
taç ve fakir durumda olan kimselerin dini zayıf,
aklı az ve mürüvveti yok olur. nsanlar ona hep
hakâret gözü ile bakarlar.”
Hele dilencilik ve ba kalarına minnet etme
asla tasvip edilmemi tir. Zira çalı ma artları ne
kadar çetin ve zor olursa o ölçüde de feyiz, be-
reket ve sevap ya acaktır. Ba kalarına yüzsuyu
dökmek kadar bir insanı küçültücü bir durum dü-
ünülemez. Merhum dedem Dursun Tekinalp’ın
kayın pederi Sillo Hoca, Van’ın tanınmı ulema-
sından idi. Yazdı ı iirinden bir beyti öyledir:
Abûri (yüzsuyunu) dökmez kanın döker insan olan
Öyle bir âlî-cenâbım gayre minnet eylemem
Osmanlı’yı altı asır dimdik ayakta tutan hu-
sus kabiliyet ve kudretlerin önünün açık olup iyi
e itilmi köle ve dev irmelerden dahi en yüksek
idarecilerin çıkmasıdır. Yine hatırlayalım Allah
Rasûlü’nün emriyle bütün mal ve mülkünü ter-
kederek hicret emrine uyan Mekkeli Muhâcirler,
zengin iken fakir duruma dü mü lerdi. Ensârın,
bütün malını onlarla payla acak derecede karde -
çe davranmalarına ra men Medine’de daha sıkı
çalı mayla eskisinden daha varlıklı hale geldiler.
Mekke’nin en zenginleri arasında olan Abdurrah-
man b. Avf’ın Ensâr karde inden sadece Pazar ye-
Kasım 200952
rini göstermesini isteyerek, yaptı ı ticaretle kısa
zamanda zenginle ti ini unutmayalım.
Günümüzde ekmek parası isteyene birlikte ye-
me e gitme i teklif etti inizde veya ehrine gide-
cek parası olmayana, ilâç parası isteyene bizzat
aynî olarak yardım teklifi nde bulundu unuzda
bunu kabul etmedi ini görüyoruz. Cuma günle-
ri küçücük çocukların eline torba verip cami ka-
pılarına sıralayan ve özürlü, sakat görünümler
verdiren asalak insanlar tevbe etmezlerse enin-
de sonunda rüsvâlı a dü eceklerdir. nsanımı-
zın merhamet damarı ile oynayanlara dikkat edip
hayırlarımızı ara tırarak verelim. Zira belini e en
olsa ta koyacak çok olur misali biraz zahmet çek-
me pahasına geliri dü ük olsa da çalı mak iste-
yen i bulma imkânına kavu ur. Ne yazık ki kan-
ser gibi hayatımızı saran israf ve maddî yarı a
normal kazanç yetmedi i gibi i verenlerimiz dü-
rüst, vasıflı ve çalı kan i çiyi bulmakta ço u za-
man zorlanıyor. Peri an duruma dü en ve bo an-
ma ile neticelenen birçok evlilikler ailesi için her
türlü cefaya seve seve katlanacak e itimi almayan
erkeklerin eseridir.
leyen Demir Paslanmaz
Çalı kan, enerjik ve kılı kırk yaran ecdâdın
torunlarını bugün maalesef uyu ukluk sarmı .
Tembellik, peri masallarındaki gibi her cezbedi-
ci yolu kullanarak gelen âdî ve mübtezel bir hayat
tarzıdır. Her tip insanın kalıbına, huyuna girebi-
lir. Adına ister havaîlik, ister âvârelik veya hop-
palık deyin miskinlik, herkesi aldatabilen sinsi ve
korkunç bir hastalıktır. Bazen iyilikseverlik ve sa-
mimiyet rolüne girer. Bazen en me ru bir maze-
ret veya hastalık adını alır. Kimi zaman i yapar
görünür veya kendisini acındırır. Bilhassa genç
karde lerimizin bu gibi tiplerden ve fırsatçı ebe-
kelerin eline dü mekten uzak durup Allah’a sı ın-
maları esastır. Çocuklarımız alı kanlıklara do -
ru ilk adımı atarken çevre, okul ve aile lafta ve
temennîde de il gerçek anlamıyla, el ele vererek
imandan sonra gelen ve Kur’an’da en fazla zikre-
dilen sâlih amel kavramının çok iyi kavranılma-
sına ve ya anmasına âzamî gayret göstermelidir.
Unutmayalım ki kötü alı kanlıkların ba langı-
cı hep iyi telkin ve tavsiye aldatmacası ile ba lar.
Kaldı ki sa lık ve âfi yetimiz, aile huzurumuz, in-
sanlar tarafından sevilmemiz hep dürüst ve çalı -
kan olmamıza ba lıdır. Rasûl-i Âlî ân Efendimiz
(s.a.v.) dualarında sık sık tembellikten, âcizlik ve
korkaklıktan Allaha sı ınmı tır.
Tembelli i körükleyen sebepler de var üphe-
siz. Özellikle faiz ve dövizin câzip hale getirilme-
si, kazanç miktarına ve kefi le bakılmaksızın veri-
len kredi kartları, gereksiz ve sebepsiz göçler v.b.
insanımızı alınları terlemeden kazanç elde etme-
ye veya daha ba ka yanlı bir kısım yollara sev-
ketmi tir. Helâl kazanç ve alın terinin güzelli i,
bereket ve selâmeti üzerinde de gerekti i gibi du-
rulmaması, kontrol ve ceza sistemi gibi caydırıcı
unsurların yeterince çalı tırılmaması sonucunda,
haram yollardan kazananların sayısı gittikçe ar-
tırmı tır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadîs-i
erîfl erinde öyle buyurur: “Canım kudret elinde
olan Allah’a yemin ederim ki, haram yoldan mal
kazandıktan sonra ki inin onu harcamasının
kendisine hiçbir hayrı ve bereketi yoktur, verdi i
sadaka kabul edilmez. O maldan geriye kalan da
onun ancak cehennemdeki azı ı olur. Allah kötü-
lü ü kötülükle yok etmez, aksine kötülü ü iyilik-
le yok eder.”
Peygamber Efendimizin (s.a.v.) u duasını da
unutmayalım: ”Ey Allah’ım! Sıkıntıdan ve üzün-
tüden sana sı ınırım. Âcizlikten ve tembellikten
sana sı ınırım. Korkaklıktan ve cimrilikten sana
sı ınırım. Borcun bana galip gelmesinden ve
birtakım insanların beni kahretmesinden sana
sı ınırım.”
53
Tunus zlenimleri ba lıklı yazımızın
birinci bölümünde Tunus’un tarihi-
ne ve özellikle ba kent Tûnis, Ben-
zert, Kartaca, Sîdi Bu Saîd, Hamamât ve Nabul’dan
bahsetmi tik. Bu bölümde ise kaldı ımız yerden
devam ederek sırasıyla Sûse, Münestır ve Kayravân
ehirlerine yapmı oldu umuz gezilerde almı ol-
du umuz notları sizlerle payla mak istiyoruz.
Sûse ve Münestır ehirlerini birbirlerine olan
yakınlıklarından dolayı aynı günde gezebilece imi
dü ünmü tüm. Sabah erkenden önce Sûse’ye, ar-
dından da ba ka bir araçla Münestır’a gittim. Zira
Münestır daha güneydeydi ve orasını daha önce ge-
zebilirsem Sûse’ye dönü üm ve oradan da Tûnis’e
gidi im çok daha kolay olabilecekti.
Tunus’un do u sâhilinde bulunan ve batı dil-
lerinde Monastır eklinde söylenen ehir, Sûse ile
Mehdiye ehirleri arasında yer almaktadır. ehir,
Akdenizden gelebilecek Bizans saldırılarına kar ı
Abbâsîlerin Ifrîkiyye valisi Herseme b. A’yen tara-
fından yaptırılan müstahkem ribâtın etrafında ge-
li mi tir. Yeri gelmi ken belirtelim ribât, ilk dö-
nemlerde cihada hazır bulundurmak üzere binek
hayvanların toplandı ı yer anlamına gelmekteydi.
GeziFatih ERKOÇO LU*
GEZİ NOTLARI- IITUNUS
Kasım 200954
Sonraları ise ulakların (haberci,
kurye) hayvan de i tirme kona-
ı anlamını da kazanmı ; ker-
vansaray olarak da, buna çok
yakın bir mânâda kullanılmı
olup, bununla birlikte bu tabir,
bir nevi dînî ve askerî maksatla
kurulmu yapılara isim olmu -
tur. Abbâsî valisi Herseme’nin
yaptırmı oldu u bu ribât aynı
zamanda Ifrikiye’de 796 yı-
lında yaptırılan ilk ribât idi ve
A lebîler döneminde (IX. asır-
da) Sebte’den skenderiye’ye
kadar sâhil boyunca 78 ribât
in a edilmi ti.
ehre dı surlardaki kapıdan
girdim. Yürüyerek ribâtın bu-
lundu u yere ula tım. Ribâtın
çevresinde çok sayıda ay yıl-
dızlı Tunus bayra ı yer almak-
taydı. Hemen yapının önünde-
ki caddenin arkasında beyaz
kubbeli ve kemerli iki adet yapı
durmaktaydı. Onların bi-
raz arkasında ise 1903 yılında
Münastır’da do an ve Tunus’un
ba ımsızlı ını kazandıran lideri
Habib Burgiba’nın 1968 yılında
yaptırdı ı (müteâkiben kendisi
ve aile fertleri buraya defnedi-
lecektir) altın yaldızlı bir kubbe
ve iki adet minaresiyle Burgiba
Camii görülmekteydi.
ehre yüksek bir yerden ba-
kabilmek için hemen ribâta gir-
dim. Ribât, muhtelif zaman-
larda yapılan ilave ve kulelerle
yüksek surlu bir kaleye dönü -
mü . Osmanlılar zamanında
ise bu ribâta bir kapı daha ila-
ve edilmi ve yeni in a edilen
burçlara da top yerle tirilmi -
tir. Ribâtın dâirevî gözetleme
kulesinden bakıldı ında, ehir-
de turizmin oldukça fazla geli -
ti i görülmekte ve sâhil boyunca
çok sayıda otel göze çarpmakta-
dır. Eski ehrin sâhili boyunca
kumsalı, korunaklı marinası ve
hemen arkasında ise Sîdî Ga-
damisi Adası, özellikle ribâtın
surlarından görülme e de-
er. Ribâttan Burgiba Camii’ne
do ru bakıldı ında ise içerisin-
de birkaç tane kubbeli yapının
da yer aldı ı geni bir mezarlık
dikkatinizi çekecektir. Bu ara-
da ribâtın avlusundaki çok sa-
yıda sandalye ve ses düzenin-
den burasının aynı zamanda
açık hava konserleri için de kul-
lanıldı ı anla ılmaktadır. Ayrı-
ca ribâtta a aç i leri, dokuma-
lar, hat sanatı örnekleri, cam
ürünleri, par ömen ve papirüs-
lerin sergilendi i slâm Sanatı
Müzesi adında bir müze yer al-
maktadır.
Ribâtın yanında ise ehirde-
ki önemli bir ba ka tarihi eser
olan Ulu Cami bulunmakta-
55
Kasım 200956
dır. Namaz vakti olmadı ında
bu yapının içine girmek müm-
kün olmadı. Bu yapının arkası-
na dü en ve istinat kuleleriyle
takviye edilmi olan, bizim ker-
vansaraylara benzeyen bir ba -
ka yapının ise u anda restore
edildi i anla ılmaktadır. Sidi
Zueyb Zaviyesi olarak bilinen
bu yapıya da maalesef kapalı ol-
du u için giremedim. Buradan
yürüyerek eski ehrin mahal-
lelerini gezmeye devam ettim.
Dar sokaklar ve daha çok Fran-
sız etkisinin hissedildi i dârevî
bir meydandan geçtikten sonra
ehrin dı surlarındaki bir di er
kapıdan eski ehri terk ettim.
Kiraladı ım bir taksi ile de hiç
vakit kaybetmeden Sûse’nin yo-
lunu tuttum.
Sûse, Ba kent Tûnis ve Se-
fakis ehrinden sonra ülkenin
üçüncü büyük ehridir. lek bir
limanı ve endüstri merkezi ol-
masına ra men, bu durum eski
ehrin sakin havasını etkileme-
mektedir. Eski ehir çepeçev-
re surla ku atılmı tır. Sâhilden
eski kentin giri inde 851 tarih-
li Ulu Cami, bu yapının hemen
sa çaprazında ise VIII. yüzyılın
sonlarında yaptırılan ribât bu-
lunmaktadır. Ribâtın dârevî gö-
zetleme kulesine çıktı ınızda,
Münestir ribâtında oldu u gibi
size özellikle eski ehrin hemen
bütün yönlerinde geni bir alanı
görme ve foto rafl ama imkânı
tanımaktadır. Ulu Camii, an-
sım varmı ki açıktı, hiç vakit
kaybetmeden ziyaret ettim. Ar-
dından ise ehrin dar sokakla-
rında dola maya ba ladım. Bir
müddet sonra Kasaba denilen
iç kalenin surlarıyla kar ıla -
tım. Bir giri bulabilmek için
yapının etrafını dola mam fay-
da etmedi, zira buradan kaleye
bir giri bulunmuyordu.
Bundan dolayı da farklı
bir yoldan yine gezerek
ehrin surlarından dı a-
rı çıktım. Tuttu um bir
taksiyle Kasaba’ya di er
taraftan hızlıca ula tım.
Mesai saatinin bitmesi
nedeniyle aynı zamanda
Sûse Arkeoloji Müzesi
olarak kullanılan bu ya-
pıya giremedim. Burada
bulunan ve günümüzde
deniz feneri olarak da
kullanılan Halef kule-
sinden Sûse’ye bakı ı artık ba -
ka bir Sûse gezisine bırakarak
terminalin yolunu tuttum.
Ifrikiyye’de ilk Müslüman
yerle im alanı olan Kayravân’a,
gidi imiz ise Bâb Alîva denilen
terminalden oldu. Sabah erken
yola çıkmı tık ve saat 11 sula-
rında Kayravân’a ula mı tık.
Hava oldukça sıcaktı ve etrafta
ye illik görünmüyordu. Sadece
binaların gölgeleri di er kısım-
lara göre daha serindi.
Kayravân adı kârivân (ker-
van) kelimesinin, “ordu ve
ordugâh” anlamını da kazan-
masından sonra Arapçala -
masından olu mu tur. e-
hir, Emevîler’in Ifrikiyye valisi
‘Ukbe b. Nâfî’ tarafından böl-
gede ya ayan Beberîleri kontrol
altında tutmak ve ordu sevki-
yatında üs olmak üzere kurul-
mu tur (50/670). Kayravân,
Kûfe ve Basra gibi bir ordugâh
ehirdi. Bölgedeki Müslüman
hâkimiyetinin tesisi için in a
edilen ehir, aynı zamanda bu-
radaki ilk Müslüman yerle im
birimiydi. ehir, Bizans m-
paratorlu unun denizlerde-
ki hâkimiyetinin sürmesi ve bu
durumun bir tehdit olu turma-
sından dolayı, bilinçli olarak
denize uzak bir mesafede ku-
rulmu tu.
Kayravân Ulu Camii
ehirde ilk olarak Kayravân
Ulu Camii’ni ziyaret ettim. Et-
rafta çok sayıda turist otobüsü
bulunuyordu. Kuzey Afrika’daki
bütün camilerin atası sayılan bu
cami ilk olarak Ukbe zamanında
in â edilmi idi; fakat zaman-
la geni letilmek için Ukbe’nin
yapısı yıkılmı ve muhtelif za-
manlarda yenilenmi ti. Buna
ra men caminin heybeti görül-
meye de erdi. Yapının kuzey re-
vakında bulunan iri yapılı kare
minare, Emevîlerin am’da
yaptırdıkları Ulu Camii’nin mi-
naresi gibiydi ve bu tarz minare-
ler Suriye’den Kuzey Afrika’ya,
oradan da Sicilya ve spanya’ya
kadar çok geni bir co rafya-
ya yayılmı tır. Mermer dö e-
li avlu, ince i lemeli mihrap ve
57
at nalı kemerleriyle Kayravân
Ulu Cami göz alıcı bir güzellik-
teydi. Ulu Cami’nin kuzey cep-
hesinde beyaz badanalı bir me-
zarlık vardı. Yapının içinden ve
dı ından foto rafl ar aldıktan
sonra kenarda yer alan mahal-
leleri gezmeye ba ladım. Beyaz
badanalı ve mavi boyalı pence-
releri ve a ırlıklı olarak at nalı
kemerlerin kullanıldı ı kapıla-
rıyla Kayravân evleri görmeye
de erdi. Bu arada caminin gi-
ri inde mahallî e yalar satan
satıcıların yer tezgâhlarından
ehre has bazı hediyelikler al-
mak mümkündü.
Bütün ehri gezmek için ak-
ama kadar vaktim vardı. Eski
ehri çepeçevre dola mak dü-
üncesiyle bir taksiye bindim.
oförüm restore edilmi olan
surların etrafından beni aracıy-
la gezdirirken, ehrin takriben
10 km dı ında bir slâm Sanat
Eserleri Müzesi’nin oldu unu,
oraya gitmeyi isteyip istemedi-
imi sordu. Ben de memnuni-
yetle bu teklifi kabul ettim. Kısa
süren bir yolculuktan sonra
ula tı ımız müze maalesef ka-
palıydı. Burada daha fazla za-
man kaybetmeden ayrıldım ve
aynı taksiyle hızla ehir mer-
kezine döndüm. Kaybetti im
zamanı telâfî edebilmek için
oförüme beni, A lebîler dö-
neminden kalma havuzlara gö-
türmesini söyledim. Kısa süre
sonra havuzların da içerisinde
bulundu u geni mesire alanı-
na ula tı ımızda, taksiden in-
dim havuzları görmek için yü-
rüyerek parkın içerisine girdim.
ehrin su ihtiyacını kar ılaya-
bilmek için yapılmı olan ha-
vuzlar, ikisi oldukça büyük ve
bunlara biti ik olan iki de kü-
çük dârevî yapılardan olu mak-
taydı. Havuzların içerisinde ha-
len su bulunuyordu. Burası bir
mesire alanı olarak düzenlen-
mi ise de havanın sıcak olması
ve buraya dikilen a açların da
henüz küçük olmaları buraya
halkın -belki sadece o vakit- te-
veccühünü azaltmı olsa gerek,
ortada kimsecikler gözükmü-
yordu.
A lebî havuzlarından yürü-
yerek Sidi Sahab Zaviyesi’ne
ula tım. Bu zaviye, Hz. Pey-
gamber (s.a.v)’in sahabesi ve
Ifrikiyye’ye tertip edilen bir se-
ferde 654 yılında Kayravân’a 30
km. mesafede bir yerde vefat
eden Ebû Zum’a el-Belevî’nin
Fatih
ERK
OÇO
LU
Kasım 200958
anısına yapılmı olup, cami,
medrese ve türbeden olu an bir
külliyedir. Ebû Zum’a’nın Hz.
Peygamber’in üç adet sakal-ı
erifi ne sahip oldu u ve bunla-
rın da buraya gömüldü ü halk
arasında yaygın olup, bundan
dolayı da buraya Berber Camii
de denildi i rivayet edilmekte-
dir. Revaklı avlunun bulundu-
u avludan, çinilerle süslü bir
koridordan ilk avluya göre daha
küçük olan ba ka bir avluya çı-
kılmaktadır. Avlunun hemen
her yeri Kayravân i i çinilerle
kaplıydı. Avlunun daha yo un
olan revakından Ebû Zum’a el-
Belevî’nin makamının oldu u
türbeye girilmektedir. Her yanı
çinilerle kaplı türbeye girerken
insan yo unlu u daha da art-
maktaydı ve türbenin içerisin-
de de dua eden, istirahat eden
insanlar bulunmaktaydı.
Burasının sünnet mevsi-
minde ailelerinin çocuklarını
getirdikleri Hacı Bayram gibi
bir mekân oldu unu, di er ta-
rafta yer alan mescitte namaz
kıldıktan sonra ilâhi ve zılgıt
tarzında kadınların yüksek ses-
le bir eyler söylemesi sonra-
sında fark ettim. Türbe giri ine
gitti imde çok sayıda kadının
bulundu unu; fakat bunlar-
dan sadece bir kaçının az önce
duydu um seslerin sahibi ol-
du unu anladım. Ba larında
kırmızı fesleri ve sünnetlik kı-
yafetleriyle birlikte iki küçük
çocuk vardı. Bir kısım sözler
e li inde çocuklar içeride kısa
sürede sünnet oldular. Tabii
olarak kadınların yo unlu u
çokları kimlerin sünnet etti ini
görmeme engel olu turmu tu.
Müteâkiben çocuklardan biri-
sini, oradaki kadınlardan bi-
rinin kuca ında a larken gör-
düm. Bu arada ba ka biri bizde
oldu u gibi havaya eker attı
ve çevredekiler de bunları top-
lamaya ba ladılar. Kadın a la-
yan çocu u, babasına gösterdi,
a lamaklı gözlerle baba, kadı-
nın kuca ındaki çocu unu al-
nından öptü.
O ara yemek için küçük bir
dükkâna girdim. Burada köf-
teyle birlikte melemen tarzı
ba ka bir yemekle ö len yeme-
imi yedim.
Kemerli Kapılar
Artık yine gezme vaktiydi.
Her ne kadar hava çok sıcak
olsa da bir daha Kayravân’a ge-
lemeyebilirdim. Tuttu um tak-
siyle önünde bir topun ve ehrin
güney kapısı oldu unu zannet-
ti im iki adet kemerli kapının
oldu u kısma gittim. Buradan
yürüyerek eski ehri gezmeye
devam ettim. Fransızca yazılar
ve modern bazı araçlar olma-
sa bir Ortaça ehrini gezdi i-
niz hissine kapılmamanız için
hiçbir sebep yok. Dar sokak-
lar, kemerli giri ler, mavi bo-
yalı pencere, kapı ve cumbalar,
beyaz badanalı duvarlar. Evle-
rin ve sokakların duvarlarına
asılmı ve yeni sahibini bekle-
yen rengârenk mahalli i lemeli
halılar, kıyafetler, bakırdan ya-
Fatih
ERK
OÇO
LU
59
pılmı Kayravân hatırası hedi-
yelikler.
Dar sokaklardan geçerken,
küçük dükkânlarda Kayravân’a
özgü, içine hurma doldurula-
rak erbete batırılan ve adına
makrûd denilen tatlıları yiyebi-
lirsiniz. Tabii olarak, “O sıcakta
tatlıyı kim yer.” dedi inizi du-
yar gibiyim. Bir daha nerede o
tatlıları yiyebilirsiniz ki…
Eski ehri gezmeye devam
ederken Zeytûne isimli camide
ikindi namazını kılmaya karar
vermi tim. Namazı müteâkiben
cemaatten birisi; daha sonra
doktor oldu unu ö rendi im
bir Kayravânlı beni evine davet
etti. Çok fazla vaktimin olmadı-
ını söyleyerek bu ahsın nâzik
davetini geri çevirsem de ısra-
rı üzere evine gitmek zorunda
kaldım. Kayravânlı doktorun
aracıyla A lebî havuzlarının ol-
du u yere yakın evlerine git-
tik. Doktorun evi aynı zaman-
da mu3ayenehanesiydi ve yine
kendisi gibi doktor olan hanı-
mıyla birlikte burada ya ıyor-
lardı.
Ailenin ikramlarının yerken,
biraz Türkiye biraz da Tunus
hakkında konu tuk. Bu ara-
da abisini ziyarete gelen dok-
torun erkek karde i ile hanımı
da sohbetimize i tirak ettiler.
Doktorun, mühendis oldu u-
nu söyleyen karde i daha önce
Türkiye’de bulundu unu ve ül-
kemizi be endi ini ifade etti.
Yeri gelmi ken burada Tunus-
luların Türkiye’ye oldukça fazla
ilgi duyduklarını zikretmek isti-
yorum.
kram ve sohbet faslı sonra-
sında izinlerini istedim ve ora-
dan ayrıldım. Kısa bir yürüyü
sonrasında yine ehir merke-
zine ula tım. Eski ehir mer-
kezinde dar sokaklarda biraz
daha dola tıktan sonra yeniden
Ulu Cami’ye gittim. Artık hava
kararmak üzereydi, bir taksi ile
otobüs terminaline gittim. Bu
arada Kayravân’a gelirken yol-
da, buradan Cerbe Adasına geç-
mek için planlarımı yapmı -
tım. Cerbe’ye giden otobüsler
Kayravân’a u ruyorlardı; fa-
kat bu otobüslerin dolu ya da
bo olup olmadı ını bilmiyor-
dum. Zira daha önceden de yer
ayırtmam mümkün olmamı -
tı. Bu nedenle de Cerbe’ye gide-
cek olan otobüsün Kayravân’a
geli vakti takriben ak am saat
10 sularında olacaktı ve benim
de bu vakte kadar Kayravân’da
dola mam gerekmekteydi. Bu
durum benim açımdan risk-
liydi, ama bunu da göze almak
zorundaydım. Zira Tunus’taki
vaktim giderek azalmaktaydı ve
ertesi günü de burada kalacak
olursam Cerbe programımda
aksama olabilirdi. Bütün bun-
ları göz önünde bulundurarak
Kayravân’a gelmi tim. Hava
kararırken ise buradaki gezi-
min sonuna ula mı tım.
Tunus’ta vaktinde gitmeye-
cek olursanız namazlarınızı eda
edecek açık mescit ve cami bul-
manız imkânsız. in kötü ta-
rafı tuvalet ve abdestlikler de
camilerde oldu u için bunlar
da kapatılıyordu. Bu bakım-
dan vaktinde ihtiyaçlarınızı gi-
dermezseniz açıkta kalabilir-
siniz. Biraz gecikmeli de olsa
ak am namazını eda ettikten
sonra yatsı namazını da ardın-
dan cem etmek istedim; fakat
caminin görevlisinin uyarısıyla
camiyi terk etmek zorunda kal-
dım. Laik Tunus hükümeti sa-
dece namaz vakitlerinde cami-
lerde ibadet yapılmasına izin
veriyordu.
Namaz sonrası termina-
le döndü ümde, burada benim
gibi birkaç ki i daha otobüs
bekliyordu. Cerbe otobüsü ter-
minale biraz gecikmeli de olsa
geldi.
Otobüsümüz Kayravân’dan
hareket etti inde ben, koltuk-
lardan birisini yatırarak ertesi
günü Cerbe Adası’nda daha zin-
de olabilmek için uyumaya ha-
zırlanıyordum.
* Dr.
Osmanlı’nın fe-
tih siyaseti, sa-
dece toprak ka-
zanma, ülkeler ele geçirme,
insanları hege monyası altında
tutma; “kuru cihangirlik davası”
de ildi; bilakis hakiki manada
“me deniyet ta ıyıcılı ı” yaparak
insanların gönüllerine taht kur-
maya medar olacak geni imar
ve iskân faaliyetlerinde bulun-
ma esasına dayanıyordu. Bu an-
layı ın banisi Osman Gazi, Rum
kom ularının ço uyla iyi müna-
sebetler kurmu ve bunun so-
nunda birço unu kendi tarafına
çekmesini bilmi ti. Orhan Gazi
de, Bursa’nın fethinde Rumlara
ehri niçin teslim ettiklerini sor-
du unda u cevabı almı tı: “Sizin
devletinizin günden güne yüksel-
di ini ve bizim devrimizin geçti-
ini anladık. Babanızın idaresine
geçen köylülerin memnun kalıp
bir daha aramadıklarını gördük
ve biz de bu rahatlı a heves et-
tik.” Süleyman Pa a, Göynük ve
Yenice’yi fethedip Hıristiyanla-
ra çok adaletli davrandı ında ise,
ahali ona ükranlarını öyle sun-
mu tu: “Ne olaydı bunlar bize
daha önce bey olaydı!”
Orhan Gazi’nin yukarıda be-
lirtti imiz tutumu hakkında De
la Croix u tahlilleri yapmakta-
dır: “Orhan Gazi’nin znik fet-
hinde ehir halkına gösterdi-
i müsamaha ve hepsine yaptı ı
güzel muamele onları çok mem-
nun etti inden göç etmedikleri
gibi, Türklerin himayesinde ka-
larak bahtiyar bir hayat geçirme-
ye karar vermi lerdi. Orhan Gazi,
iyi muamele ve merhametten
elde edilecek neticeleri bilme u-
uruna sahip oldu undan znik’te
gösterdi i merhamet ve insanlık
daha sonraları pek çok muvaffa-
kiyete sebep olmu ve her tara-
fa yayılan öhreti iledir ki, fütu-
hatına geni bir yol açmı tır.” IV.
arl’ın Yakın Do u’ya gönder-
di i temsilcisi Bertrandan de la
Broqiere ise, 1433’de II. Murad’ı
Edirne’de bizzat görmü ve ada-
letine olan hayranlı ını öyle dile
getirmi ti: “E er o istese bütün
Yakındo u Hıristiyanlık âlemini
ortadan kaldırır.” Bizans tarihçi-
si Dukas bile II. Murad’ı övmek-
ten kendini alamamı tı: “Dü -
manına kar ı babasından daha
yumu ak davranırdı. Allah bilir
ki, Murad halka kar ı daima iyi-
likte bulunurdu. Bu iyili ini yal-
nız kendi ırkından ve dininden
olanlara de il Hıristiyanlara da
gösterir.”
Ufukların Efendisi Kahraman Dü man!
Bu bapla ilgili verilecek
misâllerin en ba ında hiç üp-
Tarihsmail ÇOLAK
Kasım 200960
61
hesiz, Osmanlı ile en fazla çar-
pı an milletlerden birisi olma-
sına ra men; âdil, insancıl ve
müsamahakâr politikasından
dolayı ona, ülkelerinde hüküm
süren en uzun ömürlü yabancı
devlet olarak (1521-1686) “Kah-
raman Dü man” sıfatını lâyık
görmekten sarf-ı nazar etme-
yen Macarların dünden bugüne
uzanan ılımlı/dostane bakı ve
yakla ımları gelmektedir. Ma-
car milleti açısından Osman-
lı, kendisini yok etmeye çalı an
hasımlarının elinden çok defa
kurtarıp himâye etmeyi ba a-
ran iyi bir “kötü gün dostu” idi.
1699’da Orta Macar Kralı Thö-
köly mre, Avusturya’ya kar-
ı Osmanlı’nın yardımına ba -
vurmu ve Karlofça Antla ması
hükümlerine göre zmit’te ika-
met etmesine izin verilmi -
ti. Yine Ferenc Rakoczi II de,
Avusturya’ya kar ı Osmanlı’ya
sı ınarak, Pasarofça Antla ma-
sı gere ince maiyetiyle birlik-
te Tekirda ’a yerle tirilmi ti.
Bundan ba ka, 1848-1852 sene-
leri arasında, Louis Koussouht,
Bem ve Dembinsky’nin ba la-
rında bulundu u birçok Macar
mülteci de Osmanlı’ya sı ın-
mı ; Avusturya ve Rusya’nın
bütün ısrar ve tehditlerine kar-
ın iade edilmemi lerdi.
Osmanlı Devleti, 1849’da
Tuna Nehrini a arak kendi-
sine sı ınan Macar millî dev-
rimcilerinden Lui Ko ut (Kos-
suth) liderli indeki yakla ık
16 bin mülteciyi misafi rper-
verlikle kar ılayıp iade etme-
yi reddetmi ; Avusturya ve
Rusya’nın ili kilerin bozulaca-
ı, sava açılaca ı tehdidine al-
dırmadan, misafi rleri u runa
sava a hazır oldu unu bildir-
mi tir. Nitekim Osmanlı bü-
rokrasisi, bu erefl i misafi r-
leri “hükumet ve millet ba ı”
olarak tanımı tır. Ko ut ise,
Kütahya’daki misafi rli in-
den sonra serbest bırakılın-
ca ngiltere’ye gitmi ve Ekim
1851’de Southampton’daki ko-
nu masında ükran duygula-
rını öyle dile getirmi tir: “Pa-
di ah (Abdülmecid) benim
hayatımı oldu u kadar, arka-
da larımın hayatlarını da hi-
mayesi altına aldı. ahsî dü-
ünceleriyle her türlü tehdide
gö üs germi ve insan hakları-
na saygısı yüzünden benim en
erefl i bir ekilde serbest kal-
mama müsaade etmi bulun-
maktadır.”
Osmanlı’nın Macarlara gös-
terdi i bu yakınlı ın tesiriyle
pek çok Macar, Osmanlı hizme-
tine girmekte herhangi bir beis
görmeyecekti. Bunların ba ın-
KEŞFETMEKOSMANLI’YI
da, Osmanlı’da matbaanın ku-
rulmasında büyük rol oynayan
brahim Müteferrika gelmi -
tir. 19. yüzyılın ikinci yarısında
Macaristan’da Türkoloji’nin
temellerini atan Macar ilim
adamı (Yahudi asıllı) Armini-
us Vambery’i ve Macaristan’da
Osmanlı ve II. Abdülhamid le-
hinde olumlu ne riyat yapan
Prof. Adolphe Strausz’u (bun-
dan ötürü Abdülhamid ona,
1906’da 40 lira maa ba la-
mı tı) da ön sıralarda zikrede-
biliriz. Sultan Abdülhamid ay-
rıca, Macar dostlu unun bir
ni anesi olarak 1906’da, Thö-
köly mre, II. Rakoczi ve anne-
si lona’nın kemikleri ve e ya-
larını Macaristan’a göndermi
ve iki ülkenin birbirine yak-
la masında önemli bir katkıda
bulunmu tur.
Buna kar ılık Macarlar da gü-
nümüzde, “Vücudu sizde kalbi
bizim topraklarımızda” dedik-
leri Kanûnî Sultan Süleyman’ın,
ölümünün 500. yıldönümünde,
zamanın Cumhurba kanı Sü-
leyman Demirel’in de katıldı ı 8
Eylül 1994’deki resmi bir tören-
le Kanûnî adına yapılan “Türk-
Macar Dostluk Parkı”nı (Matra
Tepesi) açmı ve vefat etti i ye-
rin yakınındaki köyün adını da
“Süleyman” olarak de i tirmi -
tir. Kanûnî’nin Macaristan’da
heykelinin dikilmesi münase-
betiyle, Macaristan’ın 1961-
1965 yıllarında arasında An-
kara Büyükelçisi olan mren
Czekman u anlamlı de erlen-
dirmeyi yapmı tır: “Osmanlı
Devleti, slâm’ın ho görüsüyle
milletleri kayna tırmak sure-
tiyle Balkanlarda 500 yıl devam
etti. Her topluma kendi kültü-
rünü üretme ve o kültüre göre
ya ama serbestisini verdi. Dün-
ya tarihinde ilk defa, fethedi-
len bir ülke, fethi yapan ki inin
heykelini dikiyor. Bunun elbet-
te derin bir anlamı vardır.”
Kasım 200962
“Batı’nın Son Sı ına ı”na
Te ekkürler!
Öte yandan Osmanlı Dev-
leti, 1828-1829 Osmanlı-Rus
Sava ı sonrasında Ruslar ta-
rafından kandırılıp göç ettiri-
len binlerce reâyayı, çok yönlü
bir faaliyet içerisine girerek ço-
unu tekrar eski topraklarına
döndürmeye muvaffak olmu -
tu. 20 Ekim 1861 tarihli bir ve-
sikada, daha önce Ni eyaletin-
den Sırbistan’a geçen Bulgarlar,
Osmanlı Devleti hakkındaki dü-
üncelerini öyle ifade etmi -
lerdi: “Hak Teâlâ zeval verme-
sin, Devlet-i Aliye-i Osmaniye
sayesinde mamuriyetimiz gün-
den güne artmakta idi. Hu-
susiyle bu tarafa te rifi nizden
beri cümlemizin iyili ine çalı -
tı ınız ve fukara hakkında nice
yardım ve iyilikler etti inizin
ükrünü eda edemeyiz. Böyle
güzel bir ömür sürerken Sırbis-
tan içinden silahlı birtakım e -
kıya çıkıp, köylerimiz çit kena-
rında oldu undan zabite haber
vermeye vakit olmadı. Bu asi-
ler ve haramiler geceleyin bıçak
ve tüfek ile hanelerimizi basıp
cümlemizi cebren Sırbistan içi-
ne götürdükten sonra malları-
mızı ve hayvanlarımızı zabt et-
63
“1699’da Orta Macar Kralı Thököly mre, Avusturya’ya kar ı
Osmanlı’nın yardımınaba vurmu ve Karlofça Antla ması hükümlerine
göre zmit’te ikamet etmesine izin verilmi ti.
Yine Ferenc Rakoczi II de, Avusturya’ya kar ıOsmanlı’ya sı ınarak, Pasarofça Antla masıgere ince maiyetiyle birlikte Tekirda ’a
yerle tirilmi ti.
Bundan ba ka, 1848-1852 seneleri arasında, Louis Koussouht, Bem ve Dembinsky’nin ba larındabulundu u birçok Macar mülteci de Osmanlı’ya sı ınmı ; Avusturya ve
Rusya’nın bütün ısrar ve tehditlerine kar ın iade
edilmemi lerdi.”
tiler ve çocuklarımızı esir eylediler. Bizler, birçok
günler meydanda ve kırlarda kalarak bu tarafa
gelmek için a layıp feryad etti imiz halde bazıla-
rımızı darb ve hapsettiler. Bizleri rahat oturdu-
umuz vatanımızdan, mal ve mülkümüzden ayı-
rıp bu kadar belaya ve ziyana u rattıktan sonra
esir ederek eziyet ettiklerine dayanamayıp, birer
iki er fi rar ederek ve padi ahımızın merhamet ve
adaletine sı ınarak geldik. Merhametiniz ve hak-
kaniyetiniz ne yapar ise razıyız. Biz müstehak ol-
du umuz cezamızı çektik. Allah için ve padi ah
ba ı için bizleri geri çevirmeyin. Yapıp verdi imiz
defter mucibince buna malımız, hayvanlarımız,
karılarımız ve çocuklarımız Sırbistan içinde kalıp
zabt olundu undan merhamet ve ihsan buyrulup
onların dahi kurtarılmasını rica ederiz ve evlat-
larımızla beraber padi ahımızın kullu undan ve
hizmetinden bir an ayrılmamaklı a ahd etmi ve
buna yemin eylemi oldu umuzdan kusurumu-
zun af buyrulmasını yalvarırız.”
Osmanlı’nın âdil ve müsamahakâr idaresin-
den ziyadesiyle memnun ve mesrur olan Gayr-i
Müslim tebaa, bunu fırsat buldukça “ ükran duy-
gularıyla taçlandırarak” önde gelen ki ileri ve yö-
neticileri aracılı ıyla Bâb-ı Ali’ye sunulan birçok
“Mazharnâmeler”de (te ekkürnâme) açık bir bi-
çimde tarih önünde teslim ve takdir etmi tir. Bu-
nun dı ında, son dönemlere de in Osmanlı ülke-
sine, Prusya, Macaristan, Avusturya, Almanya,
Fransa ve talya gibi ülkelerden ciddi oranda bir
göç dalgası vaki olmu ve bunlar uygun mahal-
lere yerle tirilmi lerdir. Bu tarihlerde Osman-
lı “Hasta Adam” hükmünü çoktan giymi ; müz-
min birtakım siyasî, ekonomik ve askerî sıkıntılar
cenderesinde debelenmesine ra men Avrupalılar
açısından yine de hâlâ bir numaralı “tercih edilen
ve sı ınılan ülke” özelli ini korumu tur. Nitekim
bu çerçevede, müste rik J. Ph. Fallmerayer’in Os-
manlı ülkesini “Avrupa’nın en son sı ına ı” ola-
rak görmesi fevkalade anlamlıdır.
“Mevcudiyetimizi Türklerin Âlicenaplı ına Borçluyuz!”
“Sevgi Medeniyetinin” temsilcisi Osmanlı, fa-
zilet, insanlık ve hizmetlerini, “varlı ını ve etnik
kimli ini kendisine borçlu olan” Sırplara dahi
tasdik ettirmesini bilmi tir. Hâkimiyetinde kal-
dı ı müddetçe ba ını a rıtan milletlerin ba ın-
da gelmesine ra men, cihan ümul ho görüsüyle
Sırpları bile kucaklayan Osmanlı, barı ve huzur
Kasım 200964
dolu âsûde bir hayatı; sahip oldu u bütün hak,
hürriyet ve nimetleri onlarla da payla maktan çe-
kinmemi tir. Bu cümleden olarak bir Sırp ilim
adamı, Osmanlı’nın Sırbistan’dan aldı ı vergiyi
ve orada yaptı ı yatırımın envanterini çıkardı ın-
da; Sırbistan’ın ödedi i vergiden çok daha fazla
genel bütçeden pay aldı ını tespit etmi tir. Ame-
rikalı Tarihçi W. McGowan da, yaptı ı ara tırma-
lar sonucunda; Osmanlı idaresindeki Sırbistan’da
nüfus ba ına dü en gıda mahsulünün, Avrupa-
lı Devletlerin sömürgelerindeki köylülerin elinde
kalan gıda mahsulünden çok daha fazla oldu unu
ortaya çıkarmı tır. Macaristan limler Akademi-
si üyesi olan Tarihçi Kaldy-Nagy tarafından orta-
ya çıkarılıp yayınlanan bir belgede belirtildi ine
göre, Osmanlı Devleti, Macaristan’a hâkim oldu-
u devirlerde, 1558-1560 yılları arasında halktan
topladı ı 6 milyon akçe vergiye mukâbil; aynı dö-
nemde, 23 milyon akçe tutarında yatırım yapmı -
tır. te Osmanlı’nın, Balkan Yarımadası’na “çil
çil serpti i” vakıf eserlerinin akıllara seza sayı-
ları: Yugoslavya: 6616, Yunanistan: 3771, Bulga-
ristan: 3339, Arnavutluk: 1015, Macaristan: 724,
Romanya: 234.
“Ke ke Osmanlı’nınHâkimiyetinde Kalsaydık!”
Romenler de, mevcudiyetlerini Osmanlı ba-
rı ve ho görüsüne borçlu olduklarını, takdir
ve ükran dolu hislerle, Adliye Nazırı Monsi-
er Dissescu’nun a zıyla öyle dile getirmi lerdir:
“Kim ne derse desin, biz Romenler, bugünkü mev-
cudiyetimizi Türklerin âlicenaplı ına borçluyuz.
dareleri altına aldıkları milletlere kar ı hakiki bir
efkat, mürüvvet ve müsamahakârlık ile muame-
le etmemi olsalardı; onların yerine herhangi bir
kom u milletin tahakkümü altına girmi bulun-
saydık; u anda yeryüzünde tek bir Romen kal-
mazdı!” Aynı gerçe i ba ka bir Romen milletveki-
li de dile getirmi tir: “Hiçbir zaman hatırımızdan
çıkarmayaca ız ki, bizi sa dan soldan tehdit eden
Slav, Leh, Macar, Alman tehlikesine kar ı birli-
imizi, dilimizi, toplumumuzu korumu ve hat-
ta kuvvetlendirmi olan, Türk ordularıdır. Bugün
müstakil bir Romen Devleti varsa biz bunu belki
de Türklerin buralara gelerek memleketimizi çok
eski bir tarihte istila etmi olmalarına borçluyuz.”
1989’da kızıl diktatör Çavu esku dönemi Roman-
ya Kültür Bakanı Andrei Rle u’nun, manidar iti-
rafı daha da çarpıcıdır: “Osmanlılar zamanında,
dedelerimiz refah içinde ya amı lar... Ke ke Ça-
vu esku ve krallık devrini görece imize Osmanlı
Devleti’nin hâkimiyetinde kalsaydık!”
Son Söz
“Türkleri, Tanrı tarafından, Hıristiyanlı ı ter-
biye, cezalandırma ve ıslah için gönderilmi mil-
let” olarak selâmlayan Protestan Mezhebi’nin ku-
rucusu Martin Luther’in, Osmanlı’nın Avrupa
içlerine kadar ilerleyip ortaya koydu u âdilane
sistemle yerli halkın gönlünde taht kurması üze-
rine, halkı acımasızca sömüren yöneticileri uyar-
mak amacıyla beyan etti i u sözler, Osmanlı’nın
insanlık mertebesindeki büyüklü ünü göstermesi
açısından çok çarpıcıdır: “Sizin gibi gözü doymaz
prenslerin, toprak a alarının ve burjuvaların ida-
resi altında ya amaktansa, Osmanlıların idare-
sinde fakir olmak daha hayırlıdır.”Son olarak Ma-
car Tarihçi Rasony’nin, “Tarih-i Mübarek ah”tan
yaptı ı u muhte em iktibasa yer verelim: “Türk-
ler, denizin derinli inde midye kabu u içinde
saklı inciye benzerler. De erinin takdir edilebil-
mesi için denizi bırakarak kralların tacını, gelin-
lerin kula ını süslemesi gerekir.”
65
Kaynak: Bu makalenin konusu kapsamında daha ayrıntılı bilgi için u kitap-larımıza ve oradaki di er kaynaklara bakınız: smail Çolak, Osmanlı’nın Gizli Tarihi, stanbul, 2008, Nesil Yay.,Do u-Batı Kav a ında Osmanlı, stanbul, 2004; Modern Zamanlarda Osmanlı’yı Aramak, 2. Baskı, stanbul, 2005.
Adı : Firâs.
Lakabı : Akra’. Kel oldu u için Akra’ lakabıyla
tanındı.
Do um yılı : Tesbit edilemedi.
Do um yeri : Tesbit edilemedi.
Baba adı : Hâbis b. kâl b. Muhammed et-
Temîmî
Anne adı : Tesbit edilemedi.
E (ler)i : Tesbit edilemedi.
Akrabaları : Sahâbeden Leylâ bint Hâbis, Akra’ın
kızkarde idir.
O ulları : Rivâyetlerde on o lu oldu u geçmek-
teyse de isimlerini tesbit edemedik.
Kızları : Tesbit edilemedi.
Kabilesi : Temîm
slam’a giri i : H. 8. Daha önce Mecûsî idi.
Sohbet süresi : 2-3 yıl
Rivâyeti : 1
Ya adı ı yer : Medîne, Kûfe, Basra, am, Mekke.
Mesle i : Ticaret
Hicreti : Medîne
Sava ları : Mekke’nin fethine, Huneyn Gaz vesi’ne
ve Tâif Muhasarası’na katıldı. Hz. Ebû Bekir döneminde
de birçok sava lara ve fetihlere katıldı, aktif rol oynadı.
Görevleri : Câhiliye döneminde hakemlik yapar,
adaletle hük mederdi. Kavminin Müslüman olmasında ve
ba lılıklarını sürdürmelerinde önemli rol oynadı.
Fizikî yapı : Kel idi.
Mizacı : Sert mizaçlıydı, cesur ve ba arılı bir
ku mandandı.
Ayrıcalı ı : Temim kabilesinin reislerindendi. Hz.
Peygamber’in kalplerini slâm’a ısındır mak için çokça ga-
nimet verdi i ahıslar (müellefe-i kulûb) arasın daydı. Ona
Huneyn ganimetlerinden yüz deve verdi i gibi, Hz. Ali’nin
Yemen’den getirdi i altın külçeden de pay verdi.
Ömrü : 70 civarında olmalı.
Ölüm yılı : H. 33.
Ölüm yeri : Yermuk (?)
Ölüm sebebi : Yermuk Sava ında (H. 12) on o luyla
birlikte öldürüldü üne dair rivayetler var ise de, vefat yılı
ile bu rivayet uyu mamaktadır.
Hakkında : Mescid-i Nebevî’ye girerek, “Ey Mu-
hammed, dı arı çık sana!” diye ba ıranlar arasındaydı ve
onlar hakkında: “Hücrelerin arkasından sana ba ıranla-
rın ço u aklı ermez kimselerdir. E er sen yanlarına çı-
kıncaya kadar sabretselerdi üphesiz onlar için daha iyi
olurdu” meâlindeki 49/Hucurât, 4-5. ayetler indi.
Bir gün Hz. Peygamber’in, torunu Hasan’ı öptü ünü gören
Akra’ buna hayret etmi ve kendisinin on çocu u oldu u-
nu, fakat hiçbirini öpmedi ini söylemi ti. Bunun üzerine
Allah Rasulü, “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.”
buyurdu.
Haccın farz oldu unu teb li eden Hz. Peygamber’e, “Her
yıl mı haccedece iz?” diye sorması üzerine, “Ey iman
eden ler! Açıklandı ı zaman ho unuza gitmeyecek husus-
ları sormayın.” meâlindeki âyet de onun hakkında inmi -
tir.
Hadisleri : Peygamberimizin odalarının arkasın-
dan ba ırmı ve “Ey Muhammed! Benim övdü üm kim-
se aziz, yerdi im ise zelil olur.” demi , bunun üzeri ne Hz.
Peygamber de, “Bu, sadece Allah’a mahsustur.” buyur-
mu tu.
Sahabe AlbümüBünyamin ERUL*
* Prof. Dr.
Kaynaklar: stîâb, no: 98, s. 65; sâbe, I. 58-59; Üsd, I. 128-130; D A, II. 285; Müsned, II. 269, III. 488.
EL-‘AKRA’ B. HÂBİS
Kasım 200966
“Kur’an okuyana, (cennete girdi inde) öyle denir: “Oku ve yüksel! Aynen dünyadaki gibi
tertîl üzere oku!” denilir.”(Ebû Dâvûd, Vitr, 20)
KırkHadisYirmiüçüncü
Hadis
Yorum
Türkçe Açıklaması
Tezhib: �ehnaz Özcan
( eyh Hamid-i Veli, Kırk Hadis, (Haz: Prof. Dr. Enbiya Yıldırım), Nasihat Yayınları, 2007.)
eyh Hamid-i Veli Hz. (Somuncu Baba)
“Hadiste, dünyada güzel sıfatlardan hasıl olan iyi amellerin
kar ılı ının, feyiz sahibi Yüce Yaratıcı’nın huzurunda aziz bir feyz
eklinde insana tecelli edece ine i aret vardır. Amel yurdunda
alınacak mükâfat ise ezeldeki aslî mükâfat miktarıncadır. Bu
nedenle talibin ilahî ahlâkla ahlâklanması için be erî vasıfl ardan
soyutlanması gerekir. lâhî ahlâk ise ne kadar da güzeldir.”
SAĞLIKADIM ADIMADIM ADIM
SAĞLIK
PsikolojiSefa SAYGILI*
Kasım 200968
69
Sa lıklı hayat için
genelde ko ma
sporu tavsiye edi-
liyor, ya ına, durumuna ve vak-
tine bakılmaksızın herkesin
ko ması isteniyordu. Fakat za-
manla ko unun birçok mahzur-
ları ortaya çıktı. Bazı ki ilerin
kalbi dayanamadı ve yollarda
kaldılar. Sa lanan faydaların,
ko u bırakıldı ında devam et-
medi i ortaya çıktı. Bunun üze-
rine ko udan vazgeçildi ve yü-
rüyü ün en güzel spor oldu u
ke fedildi. Gerçekten yürüme-
nin ko maya göre pek çok üs-
tünlükleri bulunmaktadır. Her-
hangi bir sistemik (kalp-damar,
solunum vs.) hastalı ı olanların
ve ya lıların ko ması uygun de-
ildir, ama bunlar rahatça yü-
rüyü yapabilirler.
Yürüyü sporu sürekli ya-
pılırsa, ko u ve di er a ır spor-
ların kazandırdı ı faydaların
ço unu sa lar. Üstelik hiçbir
tehlikesi de yoktur. Vücudun
adale tonusunu yükseltir, kilo
attırır, kalp-damar ve solunum
sistemlerini sa lı a kavu turur.
Yürürken tepeden tırna a bü-
tün vücut idman yapmı olur.
Bel kasları kuvvetlenir, hareket
etme kolayla ır ve vücut esnek-
le ir. Kemikler sa lamla ır, ek-
lem a ınması gecikir. Sinir ger-
ginlikleri ve sırt a rıları hafifl er.
Düzenli bir yürüyü kalbin kas-
larını kuvvetlendirir, çalı ma
yükünü azaltır ve dinlenme sü-
resini uzatır. Bu bakımdan yü-
rümek, özellikle kalp ve damar
hastalıklarına yakalananlar için
çok faydalıdır. Çünkü yürüyen-
lerin bütün vücut hücreleri, ha-
vanın oksijeninden daha çok is-
tifade eder. Ko u sırasında ise,
beden kapasitesi aniden yük-
seldi inden, kas ve eklemler ile
dola ım sistemi zarar görebil-
mektedir.
Yürüyenlerin kanlarındaki
plaketler (trombositler) birbi-
rine yapı arak kümeler olu tur-
maz. Böylece damarlar tıkan-
maz, kanın akımı kolayla ır
ve kalp krizleri önlenmi olur.
Yine yürümek, yüksek tansiyo-
nu a a ı çekerek kontrol altı-
na alınmasını sa lar. Hafi f veya
orta derecede hipertansiyonu
olanların kas basınçları, yürü-
meye ba ladıktan birkaç hafta
sonra normale dü mektedir. Bu
sporu yapan yüksek tansiyon-
lulardan yüzde 20-25’inde ise,
bir iyile me olmakta ve sente-
tik ilâçları kullanmasına lüzum
kalmamaktadır. Aslında alınan
bütün sentetik ilâçların yan te-
sirlere ve vücutta uyu mazlık-
lara yol açtı ı bilinmektedir.
Vücutta toplanan zararlı ya la-
rı eritmek için de ko mak art
de ildir. Yürüyerek kilo atmak
mümkündür. Sakatlanma teh-
likesi olmamasının sebebi ise,
yürürken adımlarımızın vücut
a ırlı ının 1-1,5 katı gibi küçük
bir darbe ile yere çarpmasıdır.
Oysa ko mada bu oran vücut
a ırlı ının 3-4 katıdır. Ko -
ma sırasında önemli miktarda
sıvı kaybedildi inden, mühim
elektrolitlerde azalma meydana
gelir. Zira terleme ile vücuttan
tuzla birlikte potasyum ve mag-
nezyum da atılmaktadır. Bu da
yürüyü te olmayan bazı mah-
zurlara yol açar.
Yürüyenlerin beyninde a -
rıları yok eden adrenalin ve an-
derphin miktarı artmakta bu
sayede ki ilerin dü ünme yete-
nekleri geli mektedir. Yürüme-
nin en büyük üstünlü ü ise ba-
sitli idir. Herhangi bir âlet veya
oyun sahası bulmak veya tüke-
ninceye kadar zorlanmak gerek-
mez. Gerçekten bol bol yapılan
yürüyü ün vücudumuza sayısız
faydalan vardır. Bir yere gider-
ken, elden geldi ince ta ıta bin-
meyelim ve yürüyelim. Asansör
yerine merdivenleri kullana-
lım. Yoruluncaya kadar yürü-
meyi tercih edelim. Yazımızı,
Peygamber Efendimizin (s.a.v)
asırlar öncesinden gelen ve gün
geçtikçe tazelenen mesajları ile
bitirelim: ‘’En hayırlı tedavi bu-
rundan ve a ızdan alınan ilâç,
hacamat (kan aldırma) ve yü-
rüyü le yapılan tedavidir.’’ (El
Uhu-dül Kübra) ‘’Yolculuk edin.
Sıhhatli olur, ferahlık duyarsı-
nız.’’ (Tıbb-ı Nebevî)
* Prof. Dr.
EdebiyatVedat Ali TOK
yTOK
Kasım 200970
HAKÎKÎ DÎVÂNI“15. yüzyılın bilim hayatı ile ilgili olarak da bütün olumsuzluklara ra men sayıları
yüzü a an birçok bilimsel ve toplumsal eser yazıldı ından ve II. Bâyezid devrinde
medreselerin sayısının hızla artı ından bahsedilmektedir.”
Yûsuf-ı Hakîkî’nin tasavvuf dü-
üncesini i leyen iirlerinden
olu an Dîvânı Prof. Dr. Erdo an
Boz tarafından Hakîkî Dîvânı adıyla yayınlandı.
Yûsuf-ı Hakîkî, halk arasında daha çok Somun-
cu Baba namıyla bilinen eyh Hâmid-i Velî’nin
o ludur. Yûsuf-ı Hakîkî eyhlik makamına ka-
dar yükselmi , yazdı ı mensur-manzum çe it-
li eserleriyle tasavvuf dü üncesini yaymak iste-
mi tir.
Sayın Boz, eseri hazırlama amacıyla ilgili ola-
rak unları söylüyor: “XV. yüzyıl, Eski Anado-
lu Türkçesi’nin en olgun devresidir. Bu yüzyıl
hem dil özellikleri hem de eser sayısı itibariy-
le oldukça zengindir. Ancak ele geçen birçok
eser yanında birço u da maalesef kaybolmu -
tur. Kültürümüzün temel ta ı olan bu eserlerin
gelecek nesillere duyurulması ve bilim dünya-
sına kazandırılması önemli bir görevdir. Yap-
mı oldu umuz çalı ma, temelde bu gayeye hiz-
met içindir.”
Eser, “Giri ” ve “Kar ıla tırmalı Metin” ol-
mak üzere iki bölümden meydana gelmi . Giri
bölümünde; Yûsuf-ı Hakîkî’un hayatı ve eserle-
ri hakkında bilgi verilmi . Kar ıla tırmalı Metin
bölümünde Hakîkî Dîvân’ının de i ik nüshala-
rı göz önüne alınarak, nüsha farkları da belirtil-
mek suretiyle bir metin olu turulmu .
Erdo an Boz, kitabının giri bölümünde, ese-
rin telif edildi i döneme ait siyasî, ilmî ve dinî-
tasavvufî hayat hakkında da bilgi vermi .
Devrin siyasî durumu hakkında tarihî kay-
nakları referans göstererek, unları söylüyor
Boz: “Fatih’in 3 Mayıs 1481 Per embe günü ölü-
münden sonra 12 Mayıs 1481’de II. Bâyezid tah-
ta çıktı. Yeni padi ahın ilk yıllardaki en büyük
sorunu, kendisiyle iktidar mücadelesine giri en
karde i Cem Sultan oldu. Uzun yıllar süren bu
karde kavgası, 25 ubat 1495’te Cem Sultan’ın
vefatıyla son buldu. II. Bâyezid, Avrupa’da ne-
bahtı, Modon ve Koron’u feth ederek Bo dan
seferi ile buraları Osmanlı’ya ba lamı ve uzun
mücadelelerden sonra Memluklular ile barı-
ı sa lamı tır. Fetret Devri’ne ra men üç ci-
han padi ahı yeti tiren ve bir ça ın kapanıp
yeni bir ça ın açılmasına vesile olan XV. yüz-
yıl, Türk ve Dünya tarihi açısından son derece
önemlidir. Yapılan fetihler ve kazanılan ba arı-
larla Osmanlı Devleti, dünyanın en büyük dev-
leti olmu ve devlet bütün müesseseleri ile Yük-
selme Devri’ne girmi tir.”
15. yüzyılın bilim hayatı ile ilgili olarak da bü-
tün olumsuzluklara ra men sayıları yüzü a an
birçok bilimsel ve toplumsal eser yazıldı ından
ve II. Bâyezid devrinde medreselerin sayısının
hızla artı ından bahsedilmektedir. Yine bu asır-
da Osmanlı’nın esaslı medrese te kilatının Fatih
devrinde kuruldu una i aret edilmektedir. Fatih
döneminde kurulan Sahn-i Seman medreseleri
dünya çapında me hur olmu bilim müessesele-
rindendir.
Yazar, dönemin dinî ve tasavvufî haya-
tı hakkında da ünlü seyyah bni Batuta’dan
öyle bir alıntı yapıyor: “Bilâd-ı Rûm ahâlîsi
umûmen mezheb-i mâm-ı A’zam Ebû Hanîfe
üzere olarak ehl-i sünnettir. çlerinde Kaderî,
Râfızî, Mutelizî, Hâricî bulunmayıp Cenâb-ı
Hüdâvend-i bî-endâz, onları bu fazîlete ser-
efrâz buyurmu lardır.”
Bir eser incelenirken, eserin yazıldı ı dö-
nemin dil özellikleri, devrin zihniyeti ve eserin
muhtevasında etkin olacak di er bütün unsur-
lar bilinmelidir. Kanaatimizce yazar da Yûsuf-ı
Hakîkî ve onun Dîvânı üzerine yıllarca çaba ve
emek harcamı ; sonunda, önsözünde belirtti i
hedefi ne ula mı tır. Ke ke kütüphanelerimizin
rafl arında incelenmeyi, günyüzüne çıkmayı bek-
leyen binlerce yazma eserimizin de ne irleri bir
an önce yapılabilse.
71
Kitaplık
Sivas’ta Alevilik
Hasan CO KUN
Sivas Zirve Yayıncılık
Tel: 0 346 225 16 50
Hayati Sır
Hayati SIR
Hayy Kitap
Tel: 0 212 352 00 50
Yıldızlarla Uyumak
Mehmet Nuri YARDIM
Nar Çocuk
Tel: 0 212 512 37 69
Ailede Ahlak E itimi
Prof. Dr. Mehmet Zeki AYDIN
Tima Yayınları
Tel: 0 212 511 24 24
Adam Olacak Çocuklar çin…
Erdemler Serisi
Tima Çocuk
Tel: 0 212 511 24 24
Erdo an Boz, Hakîkî Dîvânı’nı ha-
zırlarken çe itli nüshaları kar ıla tır-
mı ve sa lam bir dîvân metni kurma
gayretinde olmu tur.
Boz, yaptı ı incelemeler sonucunda
air Hakîkî ve eseri hakkında u mü-
talaalarda bulunuyor: “Sanat endi esi
ta ımayan air, iirlerinin neredey-
se tamamını tasavvufî bir ne eyle ve
daha çok nasîhat tarzında yazmı -
tır. Bunların dı ında devrin siyasî
ve sosyal konularını i ledi i toplum-
sal içerikli iirleri de vardır. Arapça
ve Farsça’ya kuvvetle vakıf olan a-
irin kelime hazinesi oldukça geni -
tir. Eserlerinde bildi i üç dilin zengin
kelime kadrosunu görmek mümkün-
dür. Bu da bazen a dalı söyleyi le-
re sebep olmu tur. Yûsuf-ı Hakîkî’un
Türkçe kelime tercihi gibi bir endi esi
yoktur. Ancak nisbeten sade bir dil-
le yazdı ı ve terkiplerden arındırdı-
ı iirlerinde kullandı ı Türkçe dik-
kat çekicidir.”
Aksaray Valili i l Kültür ve Tu-
rizm Müdürlü ü Yayınları arasında
A ustos 2009 tarihinde çıkan eser
864 sayfadan meydana geliyor.
Hakîkî Dîvânı:
Urılur dinle her sabah u mesa
Nevbet-i la ilahe illallah
Sürilür taht-ı dilde dikdi liva
Nusret-i la ilahe illallah
mısraları ile ba layıp,
Ol hakîkî sen bir ayak topragı
Hızmete muhkem ku anup ku agı
Demdüre hasıl ganî-i batın it
Niçe bir yirden dirersin ba agı
mısraları ile sona eriyor.
Kasım 200972
ALLAH’IM!
Zerreden kürreye hep sır muamma! Ürpertir bu esrar perdesi beni!Aklımı fi krime etsem de yama, Yine de acizim idrakten seni.
Ku atmı ilmin yüce kâinatı. Atomlarda gizli her madde ve renk! Görmek için art mı, göz bu sanatı? Ne müthi denge ve ne büyük ahenk!
Allah’ım ilmine aç biilaçken, Parmak izimizde gizledin bizi. lmine brahim bile muhtaçken Kün sırrına sırda et hepimizi!
Hikmet kapısından girebilmek zor? Bana Kendini aç yakın olayım! Yakar beni merak, gönle ate kor! Bombo um izin ver nurla dolayım!
Mehmet SERTPOLAT
Ahm
et G
ENC
AL
73
HikâyeÜmit Fehmi SORGUNLU
Kasım 200974
BAYRAKTAR BAYRAKTAR
7575
Vakit ö leye yakla ı-
yordu. Aniden çı-
kan rüzgârın etki-
siyle ortalık toz duman içinde
kalmı tı. Bir sis bulutu gibi
etrafa yayılan toz dalgasın-
dan hiçbir yer görünmüyordu.
Meydanı at ki nemeleri ve kılıç
akırtıları doldurmu tu. Arada
bir co kuyla gelen ‘Allah Allah’
nidaları yorgunluktan bitap dü-
en Alp Erenlere moral veriyor,
daha bir evkle sava malarını
sa lıyordu.
afakla birlikte hücu-
ma geçen Osmanlı ordusu
Gelibolu’nun kuzey kapısından
ehre girmeye çalı ıyordu. Ala-
yın bayraktarlı ını yapan Kara-
cabey, ta ıdı ı bayra ı sıkı sı-
kıya kavramı , toz bulutunun
sınırlı görü mesafesi içinde
kendine yol arıyordu. Ordu bi-
raz sonra ehre girecek ve bur-
ca bayrak dikilecekti. Onun için
en ön safl arda olmalıydı. Tut-
tu u bayra ı güçlükle ta ıya-
rak ne tarafa gitti ini bilmeden
ha bire yürüyordu. Biraz sonra
fetih müyesser oldu unda ko-
mutanları “Bayraktar Ba ı ne-
rede?” diye seslendi i zaman,
“Buradayım Pa am” diye he-
men öne çıkmalıydı. Onun için
Osmanlı ordusunun bayraktar-
lı ını yapmak bir erefti. Baba-
sı gibi uzun boylu ve iri yapılı
oldu u için Ertu rul Pa a ken-
disini de babası gibi bayrak-
tar yapmı tı. Babası da yıllarca
Osmanlı’nın sanca ını ta ımı -
tı. Bir yerde babadan kalma bir
vasiyet, bir andı bu. Hiç unut-
mamı tı. 18 ya larında bir ci-
vandı. Babası yine yorgun argın
bir seferden dönmü tü. Gö -
sünde bizzat sultan tarafından
takılan kocaman bir ni an var-
dı. Babasına gö sündekinin ne
oldu unu sordu u zaman, Padi-
ah tarafından takılan bir kah-
ramanlık ba arı belgesi oldu-
unu söylemi ti. Babasının sol
gö sünde takılı olan ni an çok
ho una gitmi , bana da verirler
mi, diye sormu tu. Babası gü-
lümseyerek “Elbette” demi ve
Osmanlılardaki bayra a verilen
önemi anlatmı tı. “Devleti, Âl-i
Osman’ın yani milletin hüküm-
ranlı ını temsil eden bayrak ke-
sin olarak kutsal sayılır. Yere
dü ürmemek, dü mana bırak-
mamak, manevî haysiyetine
dokunacak bir duruma sokma-
mak için ölüm dâhil her türlü
fedakârlık göze alınır. Ölenler
ehit olur ve Peygamberimizin
yanına gider. Kalanlar da Padi-
ahın özel iltifatına mahzar ola-
rak benim gibi madalya alırlar.
n allah sen de benim gibi bay-
raktar olur ve anlı bayra ımı-
zı en yükseklere dikersin.” O
günden sonra Osmanlı ordusu-
na bayraktar olmaya söz vermi
ve çok sevdi i bayra ı ta ıma-
ya daima özlem duymu tu. Ba-
bası öldükten sonra da orduya
gitmi ve kendisinin de baba-
sı gibi bayraktar olmaya geldi-
ini söylemi ti. Ertu rul Pa a
Karacabey’i öyle tepeden tır-
na a süzdükten sonra “Tamam,
olabilir” diyerek onu orduya al-
mı , bir süre e itim ve deney-
den sonra bayra ı teslim etmi -
ti.
Ne kadar yürüdü ünü ve
nereye geldi ini kestiremiyor-
du. Etrafı kaplayan toz bulu-
tu rüzgârla birlikte yava yava
da ılmaya ba ladı ında Bizans
askerlerinin kendisine do ru
yakla makta oldu unu gördü.
a kınlıkla sa a sola bakındı.
Arkada larının daha gerilerden
sava arak gelmekte olduklarını
gördü. Ancak onlar gelene ka-
dar kendisi ya ehit, ya da esir
dü ecekti. Her iki durumda da
bayra ın dü man eline geçme-
si kaçınılmazdı. Bu ihtimali dü-
ünmek dahi Karacabey’i çıldır-
tıyordu. Çünkü elindeki bayrak
Osmanlı’nın namusuydu. Bu
namusu çi netmek, ya da dü -
mana teslim etmek Karacabey
için ölümden de beterdi. Ace-
“Ne kadar yürüdü ünü ve nereye geldi ini
kestiremiyordu. Etrafı kaplayan toz bulutu
rüzgârla birlikte yava yava da ılmaya
ba ladı ında Bizans askerlerinin kendisine
do ru yakla makta oldu unu gördü. “
Kasım 200976
le bir eyler yapmalıydı. Gözle-
rini yumdu ve anlık bir dü ün-
ceye daldı. Aklına ani bir fi kir
geldi. Bayra ı teslim etmekten-
se parça parça edip yutmak en
güzel yoldu. Derhal palasını çı-
kardı ve aceleyle bayra ı parça-
layarak çi neyip yutmaya ba -
ladı. Bayrak parçaları bo azına
takılıyor ama zor da olsa onları
yutuyordu. Dü man yakla tık-
ça acele ediyor, bir taraftan da
Allah’a yardım etmesi için yal-
varıyordu. Gelen dü mana pa-
lası ile kar ı koyarken bir ta-
raftan da parçalamı oldu u
bayra ın son parçalarını yut-
maya çalı ıyordu. Onlara tes-
lim olmaktansa yuttu u bayra ı
ile birlikte ehit olmayı hedefl i-
yordu. Aldı ı a ır yaralar kar ı-
sında artık ayakta duracak me-
cali kalmamı tı. Yava ça yere
yıkıldı. Osmanlı ordusunun git-
tikçe yakla tı ını gören haçlı-
lar Karacabey’i öylece bırakıp
kaçmı lardı. Dü man askerle-
rinin birden bire kaçmalarına
bir mana verememi ti. Yattı ı
yerden arkada larına bakarken
durumu anladı. Babasının ya-
lınkılıç gülerek kendisine do ru
yakla tı ını gördü. “Baba” diye
söylendi belli belirsiz. Sonra da
“Bayra ı dü mana vermedim”
cümlesi zorla çıktı kanlı dudak-
larının arasından. Gözlerinin
yava ça kendili inden kapan-
masına mani olamıyordu.
— Karacabey! Karacabey!
Güçlükle gözlerini açtı.
“Baba” diye mırıldandı.
— Ne babası benim ben, Ko-
cabıyık Ahmet’le Pehlivan Yusuf.
Kocabıyıkla Yusuf Pehlivan’ı
hayâl meyâl seçti.
— Siz misiniz, diye söylendi.
Do rulup bakmak istedi,
ama ba aramadı.
— ehre girdik mi? Dedi.
— Evet, u anda Osmanlı or-
dusu ehri teslim almı vaziyet-
te.
Hafi fçe gülümsedi.
— Elhamdülillah.
Arkada ları sa ına soluna
bakınıp bayra ı aradılar. Bula-
mayınca merakla sordular.
— Bayrak nerede Karaca-
bey? Yoksa yoksa dü mana mı
kaptırdın?
— Hayır, asla! Dü mana ver-
mektense çi neyip yuttum onu.
— Kocabıyıkla Yusuf Peh-
livan birbirlerine bakındılar.
nanmamı gibi bir hâlleri var-
dı.
— Koca bayra ı nasıl yuttun
Karacabey?
Karacabey hâllerinden ken-
disine inanmadıklarını anla-
mı tı. Ani bir kararla elindeki
palayla karnını yardı. Kanla ka-
rı ık bayrak parçaları dı arı çık-
tı. Karacabey güçlükle konu -
maya ba ladı:
— Benim kabrimi sakın bay-
raksız bırakmayın.
Sonra da bir daha açmamak
üzere gözlerini yumdu.
Örnek HayatYusuf HALICI
ŞEMSEDDİN SİVASÎ (KARA ŞEMS)
Güzel Anadolu’muzda yeti en bü-
yük velilerden olan emseddin Ah-
med Sivasî 1519 (H.926)’da Tokat’ın
Zile ilçesinde do du. Biraz esmer olu u dolayısı
ile Kara ems olarak öhret bulmasının yanın-
da ems-i Aziz, Sivasîzâde olarak da anılmı -
tır. Zile’de do ma sına ra men, hayatı Tokat’ta
ve bilhassa Sivas’ta geçmi tir. Babası Ebü’l-
Berekât Muhammed Ahmet Yesevi’nin Hora-
san Erenleri Zinciri’nden olup kendisine ba lı
müridanıyla birlikte Zile’ye gelmi yerle mi ve
orada vefat etmi tir.
Ba ta babası olmak üzere, çevresi maneviyat
ehli insanlarla ku atılmı olan emseddin Ah-
med Sivasî daha yedi ya ındayken babası mür-
idi eyh el-Hâc Hızır Efendinin duasını almak
üzere Amasya’ya götürmü , dönü ünü mütea-
kip Zile’nin ileri gelen âlimlerden, ilk tahsiline
ba ladı. Burada sarf ve nahiv ilimlerini ö ren-
dikten sonra Tokat’a büyük biraderleri Muhar-
rem ve brahim Efendilerin yanına gönderildi.
Orada zamanın büyük ve me hur âlimlerinden
Arakiyecizâde emseddin Mahvî Efendi ile
eyh irvani’nin derslerine katılarak, ilimde
hayli mesafe katetti. Aklî ve naklî ilimlerde bel-
li bir seviye elde etti.
Kasım 200978
Tahsilini ta-
mamladıktan son-
ra stanbul’a gidip,
zamanın en gözde med-
reselerinden olan Sahn-ı
Semân medreselerinden birinde
müderrislik yapmaya ba ladı.
Gitti i bir kazasker ziyaretinde makam,
mevki isteyen müderris ve kadıların küçülme-
lerini görerek üzüldü ve bundan rahatsız ola-
rak müderrisli i bıraktı. Daha sonra buradan
am’a gitti, ertesi yıl da hac farizasını eda ede-
rek, Zile’ye döndü ve talebe yeti tirmeye, halka
vaaz ü nasihat etmeye ba ladı.
Yapmaya çalı tı ı bu hizmetleri yanında
kalbinde yanan ilâhî a k onu tasavvufa yönlen-
dirdi ve Amasya’ya giderek Ezine Pazarı’nda
babasının eyhi Hacı Hızır’ın halifelerinden
Muslihuddin Efendi’ye biat etti. Bir müddet
sonra hocası vefat etmesi üzerine Tokat’ta bu-
lunan eyh Mustafa Kırbâsîye’ye biat etmek is-
terse de eyh, hasta ve ya ının ilerlemi olma-
sı nedeniyle kendisiyle me gul olamayaca ını
bildirdi ve bu arada emseddin Sivâsî’ye müjde
vererek, eyhi olacak zatın 6 ay sonra Tokat’a
gelece ini söyledi.
Bunun üzerine emseddin Sivâsî tekrar
Zile’ye döndü ve tedris faaliyetine devam etti.
6 ay sonra hocası Arakiyecizâde emseddin
Mahvî Efendiden eyh Abdülmecîd irvânî’nin
Tokat’a geldi ini ö renir. Abdülmecid irvani
Hazretleri’nin yanında kısa zamanda kemale
erip icazet aldıktan sonra Zile’ye döndü.
O devir Sivas Valisi Hasan Pa a, Sivas’ta in a
ettirdi i Yeni Cami (Meydan Camii)’nin eyh ve
vaizli i için kendisine tavsiye edilen emsed-
din Sivâsî’yi Sivas’a davet etti. O da bu daveti
kabul ederek ailesi ve talebeleriyle Sivas’a ge-
lip yerle ti. Bir tekke in a edip, camide vaaz ü
nasihat, tekkede tâat, ibadet ve riyazet ile me -
gul oldu.
emseddin Sivâsî
Hazretleri 1597 tarihi-
ne kadar burada talim ve
ir ad faaliyetlerini sürdür-
mü tür.
lerlemi ya ına ra men (80)
Kara ems, Padi ah III. Mehmed ile
önce E ri seferine sonra Haçova meydan
muharebesine katıldı. Hatta Haçova’da or-
dunun bozulması sırasındaki üstün gayreti sa-
yesinde muharebe seyrinin Osmanlılar lehine
dönmesini sa ladı ı bilinmektedir.
Sefer dönü ünde seferin yorgunlu u ve kı ın
iddetinden biraz rahatsızlandı ı için bir müddet
stanbul’da istirahat etti. Dönü için izin istedi-
inde Sultan III. Mehmed, emseddin Sivâsî’yi
stanbul’da alıkoymak istediyse de makul sebep-
ler neticesinde Sivas’a dönmesine müsaade etti.
Güzel ahlâklı, iyi huylu, fakirlere ve misafi r-
lere ikramı seven, sehâ ve ihsan sahibi, özü sözü
do ru, oldu u gibi görünen, mütevazı bir ahsi-
yete sahip olan emseddin Sivâsî, hayatını insan-
lara hizmete adamı , günün her vaktinde onlara
bir eyler vermek için u ra mı , di er zamanla-
rını ölünceye kadar tekkesinde zikir ve tefekkür-
le geçirmi tir.
emseddin Sivâsî Hazretleri, Sivas’a döndük-
ten kısa bir müddet sonra 1597 tarihinde vefat
etti. Damadı Recep Sivâsî Efendi tarafından kıldı-
rılan cenaze namazına 60.000’e yakın cemaat ka-
tıldı ı rivayet edilmektedir. Vaaz ve ir adda bu-
lundu u Meydan Camii haziresine defnedildi.
79
Kasım 200980
81
Ramazan ayı boyunca 7 il ve ilçe
merkezinde evinde yemek pi-
iremeyecek derecede ya lı ve
bakıma muhtaç 1.391 ki iye günlük sıcak yemek
ula tırılırken yurt genelindeki 14 ilde iftar ça-
dırlarında ise 25.850 ki iye yemek ikram edil-
di.
Darende’de Ramazan ayı boyunca Somun-
cu Baba Cami avlusunda ‘Hulûsi Efendi ftar
Sofraları’nda 20.000 ki iye iftar ikramları ya-
pıldı.
Ayrıca 47 il ve ilçe merkezinde 7.000 aileye
gıda yardımı yapılırken yine bazı yerlerde yaka-
cak ve ev e yası yardımları yapıldı.
Bu kapsamında fakir ailelere giyecek, e itim
döneminin ba laması nedeniyle de 5 bin ö ren-
ciye e itim seti yardımı yapıldı.
Bu yıl ayrıca Pakistan’ın slamabad kentin-
de ihtiyaç sahibi 1.000 aileye gıda paketi ve yıl-
lardır geleneksel olarak sürdürülen ‘Somuncu
Baba Sebil Ekmekleri’nin de da ıtımı yapıldı.
Engellilere Bayram Hediyesi
Vakfımız bayram sabahında iki engel-
li vatanda a özel donanımlı araç hedi-
ye ederek çifte sevinç ya amalarını sa ladı.
Osman Çalık ve Emine Önal’a özürlü araç-
ları hediye edildi. 57 ya ındaki Önal ara-
cın tesliminde “Bu güzel bayram sabahında
bize çifte sevinç ya attınız, Allah sizi her za-
man mutlu etsin” dedi. Osman Çalık’da yeni
aracına kavu aca ı için sabaha kadar uyu-
yamadı ını ve çok mutlu oldu unu bildirdi.
Vakıf Ba kanımız H. Hamidettin Ate ’de engel-
li vatanda lara araçları güle güle kullanmaları-
nı belirterek bayramlarını kutladı.
YURT İÇİNDE VE YURT DIŞINDA KİMSESİZLERİN ELİ, AYAĞI :
VAKFIMIZ“Vakfımız bayram sabahında iki engelli vatanda a özel donanımlı araç hediye
ederek çifte sevinç ya amalarını sa ladı. Osman Çalık ve Emine Önal’a
özürlü araçları hediye edildi.”
SEVGİÜZERİNE
“Sevgi, sihirli bir sözcüktür, hayatımızın vazgeçilmez tutkusudur, onsuz ya am
dü ünülemez. Sevgi, sonsuz pınardır, sevgi ya ama amacıdır. Sevgi, payla maktır, önce
sev, sonra ne yaparsan yap diyen ne güzel söylemi . Sevgi, sevilen için kabule en yakın
duadır. nsanların güven bunalımını a masının en emin yolu sevgidir.”
AileAli ÖZKANLI
Kasım 200982
83
Kalplerin anah-
tarı, ruhların
gıdası sevgi-
dir. Çünkü sevginin açamayaca-
ı hiç bir kapı yoktur. nsanın
hayatı sevmesi için birçok neden
vardır ki, bunları saymakla biti-
remeyiz. nsan ne kadar mutsuz,
karamsar da olsa yine hayattan
vazgeçmek istemez. Hayatı sa-
dece madde olarak de il, ma-
nen ruhsal duygular ve hislerle
de ya amak oldu unu bilmeli-
yiz. Dünyadaki her eyi sevebil-
mek için insanın önce kendini
sevmesi gerekir. Kendini seven
ba kalarını da sever. Onlarla ta-
nı ır, görü ür, dertlerini ve se-
vinçlerini payla ır.
Sevgi, sihirli bir sözcüktür,
hayatımızın vazgeçilmez tutku-
sudur, onsuz ya am dü ünü-
lemez. Sevgi, sonsuz pınardır,
sevgi ya ama amacıdır. Sevgi,
payla maktır, önce sev, sonra
ne yaparsan yap diyen ne güzel
söylemi . Sevgi, sevilen için ka-
bule en yakın duadır. nsanların
güven bunalımını a masının en
emin yolu sevgidir.
Sevgimiz artırmak mı istiyo-
ruz? Gelin o zaman sevdi imi-
zi belli edelim, konu urken göz-
lere bakalım, acıları dinleyelim
ve payla alım, ba arıları takdir
ederek duyguları anlamaya ça-
lı alım.
Bu noktada okullarımız, ço-
cuklarımızı geli tirmeyen, be-
cerisini ve sevincini yok eden
özensiz sıkıcı yerler yerine on-
lara dünyanın en güzel ve sevinç
veren yeri olmalıdır. Ö retme-
yi ve ö renmeyi en büyük mut-
luluk kayna ı olarak görmeliyiz.
Bunu sevgi ile yapalım, sevgiyi
eksik etmeyelim. Her ö rendi i-
miz ey kendimizi yenilememizi
sa ladı ını unutmayalım.
Sevgi konusunda; Tolstoy:
“Anladım ki insanlar kendileri-
ni dü ünüp, ya ıyor görünse de
hakikatte onları ya atan tek ey
sevgidir. Kim severse Allah’a
yakla ır. Allah da ona yakla ır.
Çünkü O, sevgiyi yaratandır.”
diyor. Stres yerine ne e, karam-
sarlık yerine ümitli olmayı dene-
meliyiz. Elimizdekinin kıymetini
bilip, bundan mutluluk duyabil-
meliyiz.
Peygamberimiz (s.a.v.):
“Hastalık gelmeden sa lı ın,
ihtiyarlık gelmeden gençli in,
fakirlik gelmeden zenginli in,
me guliyetten önce bo zama-
nın, ölümden önce hayatın kıy-
metini bilmeliyiz.” buyurmu tur.
Sevgi, saygı, do ruluk en büyük
de erlerdir. Maddenin de yapa-
mayaca ı eyler oldu unu unut-
mayalım. Hayatı güzellikle dol-
durmak sevgi ile mümkündür,
sevmeyen sevilmez. Sevgisiz kal-
mayın, gönlünüz, gününüz hep
sevgiyle dolsun. Hak dostu, Al-
lah a ı ı Yunus Emre sevgiyi ba-
kınız ne güzel dile getirmi : “Ben
gelmedim dâvâ için / Benim i im
sevgi için / Dostun evi gönüller-
dir / Gönüller yapmaya geldim.”
Yine bir ba ka dörtlü ünde
ise “Gelin tanı olalım / i ko-
lay kılalım / Sevelim, sevilelim /
Dünya kimseye kalmaz.” diyor.
Erzurumlu brahim Hakkı
Hazretleri de öyle diyor: “Hiç
kimseye hor bakma / ncitme,
gönül yıkma / Sen nefsine yan
çıkma / Mevlâ görelim neyler /
Neylerse güzel eyler.”
Sevgi bir güle benzer, çiçek-
te sonsuzlu u ya arken diken-
de sonsuz acıları tadarsın. Öyle
bir sevgi olmalı ki, çöldeki çiçe-
i kurutmamak için gözya larıy-
la sulamak, gözlerde bir damla
ya olup kaybetmemek için a -
lamamak gerekir. Sevgiler kır çi-
çekleri gibi ellerde de il, kur un
yarası gibi kalplerde ta ınmalı-
dır. Ayrılıklar küçük sevgileri öl-
dürür, ama büyük sevgileri güç-
lendirir. Tıpkı rüzgârın mumu
söndürüp de ate i güçlendirdi-
i gibi.
Sevgililer stanbul gibi olma-
lı, fethi zor, ama fatihi bir tane
olmalıdır. Sevgi çiçekleriyle ol-
mak, onları koklamak, sulamak,
yeti tirmek, onların boy atmasını
görmek ne kadar güzel olur de il
mi? Sevgi ba larımızın tacı, gö-
nül bahçemizin en güzel meyve-
sidir. Sevgi dolu bir dünyada ya-
amak özlemi ne güzeldir. Sevgi
pınarları birer Zemzem, Kevser
ve gül olan misk gibi kokularıy-
la olmak, canımız gül çiçekleri-
ni solumak, sevginin yakıcı ve
ölümsüz güzelli iyle beraber ol-
mak umuduyla...
Sa lıkAkın D NDAR
SEBZELERİNFAYDALARI
Ispanak
Amerika Birle ik Devlet-
leri’nde, tüketimde ıspanak sa-
latası ba ı çekiyor. Demir yö-
nünden zengin, koyu ye il
yapraklı ve güzel tadı olan ıs-
panak, di er yapraklı sebzelere
nazaran daha çok protein içeri-
yor. Salatada yenilen çi ıspa-
nak, harika bir lif kayna ı. Is-
panak suyu, bol C vitamini ile
so uk algınlıklarına kar ı daya-
nıklılık veriyor ve hemoroid ra-
hatsızlı ına iyi geliyor.
Ispanak, provitamin A, C
vitaminleri, demir ve çe itli
enzimlerce çok
zengin olup, bu
maddeler, in-
sanda bol kan
yapıyor. Ispa-
nak ayrıca, ke-
miklerin ve di lerin sa lam-
lı ını temin ediyor. Ispanak
suyu, kalp adalelerini de kuv-
vetlendiriyor. Özel enzimi ile
pekli i giderip ba ırsak zehir-
lenmesini önlüyor. Kalp rahat-
sızlı ı olanlara, haftada 1-2 fi n-
can taze sıkılmı ıspanak suyu
içmeleri öneriliyor. Uzmanlar,
ıspana ın, karaci eri, lenf bez-
lerini, kan dola ımını uyardı ı-
nı belirterek, hamilelere, kanlı-
canlı bir bebe e sahip olmaları
için bol ıspanak yemelerini tav-
siye ediyor.
Bezelye
Kansızlı ı gideren ve
pekli i geçiren taze be-
zelyenin, kan kanserine kar ı
koruyucu etkisi oldu unu ifa-
de eden uzmanlar, gıda de eri
ve insana zarar vermeme bakı-
mından fasulyeden daha üstün
oldu unu savunuyor.
Lahana
Bol miktarda B, C ve E vi-
tamini ve potasyum içeren la-
hananın, eker ve romatizma
hastaları için de çok faydalı ol-
du unu belirten uzmanlar, bol
Kasım 200984
arsenik, kükürt ve vitaminleri
ile kanı temizleyip cildi güzel-
le tirdi ini, bol idrar söktürdü-
ünü, vücuttaki suyu ve zehirli
maddeleri idrarla dı arı attı ını
bildiriyor. Uzmanlar, lahananın
kansızlı ı giderdi ini ve kanse-
re kar ı etkili oldu unu da kay-
dediyor. Uzmanlar, sadece la-
hana çe itlerinde bulunan U
vitamininin, mide ve ba ırsak-
ların iç yüzeyini korudu unu,
oralardaki yaraların iyile mesi-
ni sa ladı ını da vurgulayarak,
bu sebzenin, ya lanmayı önleyi-
ci ve kalp krizine kar ı koruyan
bir mineral kabul edilen selen-
yumun kayna ı oldu unu hatır-
latıyor. Uzmanlar, selenyumun
ayrıca, sa lıklı görünü lü bir cilt
verdi ini de belirtiyor.
Karnabahar
Fosfat ve potasyum ihti-
va eden ve içeri inde, kadınla-
rı gö üs kanserine kar ı koru-
yan indol-3 karbonal bulunan
karnabaharın, lahanadaki besin
de erinin ço una sahip oldu-
unu bildiren uzmanlar, “Kar-
nabahar çiçek oldu u için, bol
bol fosfor ve vitaminleri, cin-
siyet hormonu, bol E vitami-
ni ve protein içerir. Bu madde-
leri ile cinsel gücü arttırır, buna
ba ı olarak kalp rahatsızlıkları-
nı da giderir. Sinirleri ve beyni
iyi çalı tırır, onların yıpranma-
sını önler” diyorlar.
Brokoli
Uzmanlar, brokolide, ha-
vuçtakinden daha fazla beta
karoten bulundu unu söyleye-
rek, bu sebeple yenilebilecek,
suyu içilebilecek en iyi besin-
lerden oldu unu kaydediyor.
Beta karotenin, güçlü bir kan-
ser sava çısı oldu unu vurgu-
layan uzmanlar, yemek boru-
su, mide, ba ırsak kanserleri
tehlikesini azalttı ını ifade edi-
yor.
Brokolinin ayrıca, B1 ve C
vitamini ile dolu oldu unun
altını çizen uzmanlar, yüksek
miktarda kalsiyum, kükürt,
potasyum ve selenyum madde-
leri içerdi ini belirtiyor. Mine-
ral ve demir eksikli ini gideren
brokolinin vitamin deposu ol-
du unu bildiren uzmanlar, su-
yunun havuç veya elma suyu
ile karı tırılarak içilmesinin de
faydalı oldu unu kaydediyor.
Pırasa
Pırasanın bol vitaminleri,
mineralleri ve çe itli nitritleri
ile çok ifa verici özelli i bulun-
du unu vurgulayan uzmanlar,
mide-ba ırsak rahatsızlıkları,
deri hastalıkları, damar sertli-
i için faydalı oldu unu belir-
tiyor. Uzmanlar, pırasa yeme-
inin, ba ırsaklara yumu aklık
verip pekli i giderdi ini, he-
moroidi olanlara da ferahlık
sa ladı ını bildiriyor. Uzman-
lar, pırasa çorbasının, böbrek-
leri çalı tırarak bol idrar sök-
türdü ünü ve vücutta birikmi
üre asidi ve ürat tuzlarını dı a-
rı attı ını ifade ediyor.
85
Kasım 200986 Kasım 200986
DemirhindiDemirhindi baklagiller ailesine ba lı bir bitki tü-
rüdür. Ülkemizde de yeti tirilen bu bitki uçucu ya -lar, bitkisel ya asitleri, karbonhidrat gibi maddele-ri içermektedir.
Özellikleri: Demirhindi bitkisinin boyu yakla ıkolarak 20 – 30 m arasında de i iklik göstermekte-dir. Ülkemizde genel olarak erbeti yapılarak kul-lanılsa da sa lık ve besleyici özelliklerinden dolayıyaprak ve meyveleri de toplum içinde yaygın ola-rak tüketilmektedir. Baharat olarak kullanıldı ındakendine özgü ek i tadı olan bu baharat çok besle-yicidir. Birçok yeme e, salatalara, çorbalara, tur-ulara katılır. Üzerine toz eker serpi tirilerek çi
olarak da tüketilebilir. Ayrıca reçel ve erbet yapı-mında da kullanılır.
Faydaları: - Ba ırsak faaliyetlerini düzenler, sindirim bozuklu una iyi gelir, ferahlatıcı etkiye
sahiptir, baharat olarak kullanılır, meyveleri bes-leyicidir, ba ırsak solucanlarının dü ürülmesindeyardımcı rol oynar, müshil ve iç yumu atıcı bir et-kisi vardır.
Demirhindi erbeti
Kullanılan Malzemeler : 200 gr Demirhindi, Bal ya da eker, 2 litre su, stedi e ba lı olarak ka-ranfi l, tarçın veya zencefi l
Yapım ekli: Bir tencereye ak amdan suyu, bal veya ekerin yarısı ile demirhindiyi koyun, sabaha kadar çözülsün. Ertesi gün bal veya ekerin di eryarısını da ilave ederek kaynatın. Tencereyi ate -ten alarak so umaya bırakın. Yeterince so uduk-tan sonra tülbentten süzün ve elde edece iniz er-beti i elere doldurup 1 gün so utun, ertesi gün servis yapın.
ifalı Bitkiler
8787
Gönülden kramlar Mesude SARI
Hünkâr Be endi (6 Ki ilik)Malzemeler:
½ kg ku ba ı kuzu eti - 2 orta boy domates - 1 orta
boy so an - 3 adet sivribiber -1 çorba ka ı ı tereya ı -
1 çorba ka ı ı zeytinya ı - Tuz, karabiber, pulbiber
Be endi çin Kullanılacak Malzeme Listesi
4 adet patlıcan - 2 çorba ka ı ı tereya ı - 2 çorba ka-
ı ı un - 2 su barda ı süt - 3 çorba ka ı ı rendelenmi
ka ar peyniri - Tuz ve karabiber
Be endinin Hazırlanı ı:
Patlıcanları ate üzerinde veya fırında közleyin. Köz-
lenmi patlıcanların kabuklarını soyun. Soyulmu pat-
lıcanları çatal yardımıyla ezin. Orta boy tencerede te-
reya ını eritin. Unu ekleyip, un kokusu gidene kadar
kavurun. Kavrulan una yava yava sütü ekleyin. Muhal-
lebi kıvamına gelene kadar karı tırarak pi irin. Ezilen
patlıcanlara, rendelenmi ka ar peynirini, tuz ve kara-
biberi ekleyin. Karı tırdıktan sonra tencereyi ocaktan
alın.
Etin Hazırlanı ı:
Bir tencere içerisine eti ve ya ı alıp, soteledikten son-
ra pi meye bırakın. Pi en etlere 1 çorba ka ı ı sıvıya
ile birlikte yemeklik do radı ımız so anları ilave edin.
Pembele ene kadar kavurun. Kavurdu unuz et ve so-
ana kabukları soyulmu , küp eklinde do ranmı do-
matesleri ve sivri biberleri ilave edin. Daha sonra tuz
ve karabiberi ekleyin. Kısık ate te 10-15 dakika pi irin.
Servis taba ına aldı ınız be endinin üzerine 1 servis
ka ı ı yardımıyla etten yayıp, servis yapın. Afi yet, ifa
olsun. Kurban Bayramınızı tebrik ederiz.
Bekir SARI
Kasım 200988
Adı / Soyadı:
Kurum Adı:
Ünvan:
Dergi Teslim Adresi:
Posta Kodu: ehir:
Telefon: ( )
Faks: ( )
E-posta: @
Türkiye : 70 TL Avrupa : 72 Euro ABD: 102 USD
Banka / Posta çeki hesabınıza yatırdım. Dekont li iktedir.
Posta Çeki Hesap No: 1361068Ziraat Bankası Darende ubesi : 26798480-5001
Faturayı adıma kesiniz
Faturayı irket adına kesiniz
Vergi Dairesi:
Vergi No:
Abone Ba langıç Tarihi:
mza
Derginizin elinize sa lıklı bir ekilde ula abilmesi için yukarıdaki alanları eksiksiz bir ekilde doldurunuz.
Her satırını okurken farklı boyutlarıylafarklı manevi iklimlerde gezece iniz bu dergiyi elinizden bırakamayacaksınız.
Visan ktisadi letmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende MalatyaTel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79 [email protected]
Çocuk ekiyle birlikte yıllık abone bedeli 70 TL
Dergisi Hediyesi...
KurbanlarKurban Ola
Yeniden Varolu unFormülü: Hac
K A S I M 2 0 0 9Fiyat : 7 TLAYLIK L M-KÜLTÜR VE EDEB YAT DERG S
Dergisi Hediyesi...
Tunus GeziNotlar
TakvâElbisesi
E K M 2 0 0 9Fiyat : 7 TLAYLIK L M-KÜLTÜR VE EDEB YAT DERG S
OKUL
Ayl k Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Kas m 2009
Y l: 3 Say : 35
Ayl k Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Ekim 2009
Y l: 3 Say : 34