73
PROJESİ PROJEYİ HAZIRLAYAN: OĞUZ DÜZGÜN İletişim: [email protected] 1

BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Küresel sistem iflas etmiş durumda. Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Avrasya Birliği ya da NATO gibi ülkeler arası birliktelikler gerçek adalete hizmet etmiyor artık. İnsanlık ise herzamankinden daha fazla adalete muhtaç. Adaletten uzaklaşmış dünyayı, yeniden gerçek adaletle buluşturmayı amaçlıyor siyasi projemiz. Bu projenin bir ütopya ya da gerçekleşmeyecek bir hayal olduğunu düşünmeyin. Gerçek Adalet Birliği kesinlikle kurulacak. Buna bütün aklımızla, bütün yüreğimizle, bütün hücrelerimizle inanıyoruz.

Citation preview

Page 1: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

PROJESİ

PROJEYİ HAZIRLAYAN:

OĞUZ DÜZGÜN

İletişim:

[email protected]

1

Page 2: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ……………………………………………………………………………………………………………………………………………..2

BALASAFA BİRLİĞİ PROJESİNİN AMAÇLARI ............................................................................................3

BALASAFA BİRLİĞİ PROJESİNİN HEDEFLERİ ............................................................................................3

BALASAFA BİRLİĞİ PROJESİNİN HEDEF KİTLESİ ......................................................................................4

BALASAFA BİRLİĞİ’NİN HUKUKİ İLKELERİ ...............................................................................................7

BALASAFA BİRLİĞİ’NİN ÇÖZMEYİ PLANLADIĞI BAZI SORUNLAR ...........................................................8

BALASAFA BİRLİĞİ’NİN DIŞ GÜÇLERE KARŞI POLİTİKASI ........................................................................8

BALASAFA BİRLİĞİNİN KURUMSAL YAPISI………………………………………………………………….....................9

BALASAFA BİRLİĞİ VE SOSYAL BÜTÜNLEŞME………………………………………………………………………………..11

BALASAFA BİRLİĞİ’NİN SİYASİ YAPISI …………………………………………………………………………………………..11

BALASAFA BİRLİĞİ’NİN HUKUKİ BİRLİĞİ ÖNÜNDEKİ ENGELLER …………………………………………………….12

BALASAFA EKONOMİK İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI…………………………………………………………………………………..13

BALASAFA BİRLİĞİ’NİN ASKERİ YAPISI ………………………………………………………………………………………….14

BALASAFA BİRLİĞİ ORDUSU…………………………………………………………………………………………………………15

İSLAM’A GÖRE SAVAŞ HUKUKU……………………………………………………………………………………………………17

TÜRKİYE BALASAFA’NIN ÖNCÜ ÜLKESİ OLMALI……………………………………………………………………………20

NEDEN TÜRKİYE? ………………………………………………………………………………………………………………………..22

NE AVRASYA NE ATLANTİK; ÜÇÜNCÜ YOL BALASAFA…………………………………………………………………..23

ÇOK KUTUPLU DÜNYADAN ADÂLET PANGEASINA ……………………………………………………………………….25

BALASAFA BİRLİĞİNİN SINIRLARI …………………………………………………………………………………………………28

BALASAFA BİRLİĞİNİ NASIL OLUŞTURACAĞIZ?...............................................................................29

İNSANLIĞI ADÂLET KURTARACAK ………………………………………………………………………………………………..32

ADÂLET-İ MAHZA VE ADÂLET-İ İZAFİYE ANLAYIŞI…………………………………………………………………………35

GERÇEK ADÂLET ANLAYIŞI NEDİR? ………………………………………………………………………………………………37

GERÇEK ADÂLET YOLUNDA UYMAMIZ GEREKEN PRENSİPLER………………………………………………………38

BALASAFA BİRLİĞİ VE GERÇEK ADÂLET İLKELERİ…………………………………………………………………………..40

İNSANIN ADÂLET İHTİYACI…………………………………………………………………………………………………………..43

DİNLERİN ADÂLET VURGUSU…………………………………………………………………………………………………….…45

TEVRAT’TA ADÂLET……………………………………………………………………………………………………………………..46

İNCİL’DE ADÂLET…………………………………………………………………………………………………………………………48

2

Page 3: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

BUDİZM’DE ADÂLET……………………………………………………………………………………………………………………49

KUR’ÂN’DA ADÂLET……………………………………………………………………………………………………………….….50

LİBERO-KAPİTALİZM ÂDİL MİDİR? ……………………………………………………………………………………….…….51

ENDÜLÜS’ÜN ADÂLETİ ……………………………………………………………………………………………………………..54

MYANMAR’DAKİ ZULMÜ BALASAFA BİRLİĞİ ÖNLEYECEK…………………………………………………………..56

ORTADOĞU VE BALASAFA BİRLİĞİ……………………………………………………………………………………………..59

ÂDİL BİR GELECEK BİZİ BEKLİYOR ………………………………………………………………………………………...……63

YAŞASIN ÂDİL GELECEĞİMİZ! ……………………………………………………………………………………………..….….65

SON SÖZ YERİNE …………………………………………………………………………………………………………………….…68

3

Page 4: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

4

Page 5: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

GİRİŞ

BALASAFA Birliği projesi tüm dünya genelinde, Gerçek Adâlet ilkeleri çerçevesinde barış ve uyum içinde âdil bir siyâsî, hukûkî, askerî ve ekonomik düzen oluşturmayı amaçlamaktadır.

BALASAFA ifadesi;

BALkan

ASya

AFrika

Amerika

kelimelerinin ilk hecelerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuştur. Ayrıca bu birliğin ismi için kullandığımız Balasafa ifadesi, Bala-Safa kelimeleriyle tevriyeli bir yapıya sahiptir. Yani Bala Safa kelime grubu aynı zamanda “Büyük Mutluluk”, “Büyük Temizlik” anlamlarına da gelmektedir. Bu yönüyle Balasafa kavramı, katıksız Gerçek Adâlet’in hâkim olacağı yüksek seviyede bir mutluluk ve arınma dönemine işâret etmektedir.

Balkan kelimesi tarihi ve kültürel ortaklığımız bulunan, Müslüman ya da Gayr-i Müslim tebaalara sahip ve Gerçek Adâlet ilkeleri çerçevesinde birleşebileceğimiz Avrupa ülkelerini karşılamaktadır. Asya ifadesi de İstanbul’un Anadolu yakasından başlayıp Uzak Doğu coğrafyası olarak da anılan en uzaktaki Asya ülkesini kapsayan bir ifadedir. Afrika kavramı Kuzey Afrika’dan Ümit Burnu’na kadar Afrika kıtasındaki bütün coğrafi, kültürel ve siyasi alanları kuşatan bir kelimedir. Amerika derken kastedilen ise genelde Amerika kıtası özelde ise Güney Amerika ülkeleridir. Hükümetleri taraftar olmasa da, Amerika Birleşik devletlerinde ve Kanada’da yaşayan Kızılderililer, Afrika kökenliler, Müslümanlar ve tüm ezilmiş halklar Balasafa Birliğinin doğal üyeleridir.

5

Page 6: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

BALASAFA BİRLİĞİ PROJESİNİN AMAÇLARI

Balasafa Birliği projesinin en birinci amacı bütün dünyada barışın, adâletin ve huzurun hâkim olmasını sağlayabilmektir. Yüzlerce yıldan beri Amerika kıtasında, Ortadoğu’da, Asya’da, Afrika’da ve Avrupa’da örneklerini çokça müşahede ettiğimiz zulümlerin ortadan kaldırılması öncelikli arzumuzdur. Nihâyi amacımız ise gücün ve seküler değerlerin üstünlüğüne dayanan baskıcı ve acımasız bu dünya düzenini tamir edip; adâletin ve mânevi değerlerin olabildiğince özgürleştirilmesine olanak sunan yepyeni bir dünya düzenini tesis etmektir.

Balasafa Birliği yoluyla, madde ve menfaat odaklı değil başlı başına “değer” odaklı bir yeni dünya düzeni inşa edilecektir. Böyle bir dünya düzeninde doğal gaz ya da petrol merkezli zulümlerin hiçbirisine rastlanmayacaktır. Zaten çoğu toplumda yani devletlerin tabanında yaşayan “mânevi değerler” Makyavelist ve Kapitalist siyasetin esiri olmuş tavana da yani devlet yapısına da yükseltilecektir. Bu değerleri benimsemiş ülkelerin ne Suriye’deki zulümlere sessiz kalması, ne Mısır’da silahın zorbalığını alkışlaması ne de mültecileri aşağılayan uygulamaları hayata sokması mümkün olmayacaktır.

BALASAFA BİRLİĞİ PROJESİNİN HEDEFLERİ

1. Gerçek Adâlet ilkelerini kısa sürede tüm dünyada hayata sokmak. 2. Dünya ülkeleri arasında iyi ilişkiler oluşturmak. 3. İslam ülkeleri arasında siyasi, askeri, ekonomik ve hukuki birliğin sağlanması. 4. Farklı medeniyetler arasında çatışmanın değil dayanışmanın sağlanması. 5. Karşılıklı güvensizliği ortadan kaldırmak 6. Dünya barış ve güvenliğinin güçlendirilmesine katkı sağlamak. 7. BM ve NATO gibi uluslararası kuruluşların eksikliğinin giderilmesi. 8. Fakir ve gelişmekte olan üye ülkelerin zenginleştirilmesi. 9. Evrensel ahlak prensiplerinin eğitim sistemlerine hâkim olması. 10. Eğitim müfredatlarının bütün resmi ideolojilerden ve tekelci görüşlerden arındırılması. 11. Seküler baskı ve dayatmaların kaldırılması yoluyla, mâneviyat, inanç, ahlak merkezli

faaliyetlerin olabildiğince özgürleştirilmesi. 12. Güçsüz ve gelişmekte olan devletlerin güçlü devletler tarafından ezilmesini,

sömürülmesini engellemek. 13. Güçlü ya da güçsüz devletlerin kendi halklarına zulüm yapmasını önlemek. 14. Herkesin kendi ideolojisine ve dini inancına göre yaşamasının garanti altına alınması. 15. Enerji sorunlarının çözülmesi. 16. Ticaretin geliştirilmesi 17. Mali sorunların çözülmesi 18. Sanayide işbirliğinin geliştirilmesi 19. Çifte vergilendirmenin önlenmesi, ikili antlaşmaların yapılması 20. Anlaşmazlıkların çözülmesinin çabuk ve adâlete uygun olması için hakemlik

maddelerinin uygulanması. 21. Çevrenin korunması ve iyileştirilmesi 22. Ulaştırma alanında işbirliği 23. Turizmin geliştirilmesi 24. Göçmenler ve mültecilerle ilgili çözüm yollarının aranması

6

Page 7: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

BALASAFA BİRLİĞİ PROJESİNİN HEDEF KİTLESİ BALASAFA Birliği projesi, genel manada evrende yaşayan bütün varlıkların var olmaları açısından başlı başına değerli olduğunu kabul eder. Bu nedenle bu projenin hedef kitlesi kâinatı oluşturan bütün varlıklar ve şuur yoluyla bu varlıklara etki edebilen insandır. Özel manada ise dünyada yaşayan bütün insanlar, bütün medeniyetler ve bütün kültürler Balasafa Birliği’nin hedef kitlesini oluşturmaktadır. Türkiye öncülüğünde kurulacak ve temelde “Gerçek Adâlete” dayanacak olan BALASAFA BİRLİĞİ çatısı altında toplanması hedeflenen ülkeler aşağıdaki gibidir. Aşağıdaki listeden de anlaşılacağı gibi BALASAFA Birliği ırk, din, mezhep ayrımı yapmayan bir birlik olacak ve tüm dünyayı ortak mânevi değerlerden mülhem gerçek adâlet ilkeleri etrafında birleştirecektir.

1 - Afganistan 2 - Arnavutluk 3 - Azerbaycan 4 - Bahreyn 5 - Bangladeş 6 - Benin 7 - Birleşik Arap Emirlikleri 8 - Brunei 9 - Burkina Faso 10 - Cezayir 11 - Cibuti 12 - Çad 13 - Endonezya 14 - Fas 15 - Fildişi Sahilleri 16 - Filistin 17 - Gabon 18 - Gambia 19 - Gine 20 - Gine Bissau 21 - Guyana 22 - Irak (Kürt bölgesi de dahil) 23 - İran 24 - Kamerun 25 - Katar 26 - Kazakistan 27 - Kırgızistan 28 - Komorlar 29 - Kuveyt 30 - Libya 31 - Lübnan 32 - Malezya 33 - Maldivler 34 - Mali 35 - Mısır 36 - Moritanya 37 - Mozambik 38 - Nijer 39 - Nijerya

7

Page 8: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

40 - Özbekistan 41 - Pakistan 42 - Senegal 43 - Sierra Leone 44 - Somali 45 - Sudan 46 - Surinam 47 - Suriye 48 - Suudi Arabistan 49 - Tacikistan 50 - Togo 51 - Tunus 52 - Türkiye 53 - Türkmenistan 54 - Uganda 55 - Umman 56 - Ürdün 57 - Yemen 58-Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (Kıbrıs) 59-Rusya Federasyonundaki Özerk Bölgeler 60-Bosna-Hersek 70-Tayland

71-Orta Afrika Cumhuriyeti 72- Arjantin 73- Bolivya 74- Brezilya 75-Ekvador 76-Guyana 77- Kolombiya 78- Paraguay 79- Peru 80- Surinam 81- Şili 82- Uruguay 83- Venezuela 84- Meksika 85- Habeşistan (Etiyopya) 86- Güney Sudan 87- Kongo Demokratik Cumhuriyeti 88- Ruanda 89- Tanzanya 90- Kenya 91- Güney Afrika 92- Namibya 93- Botsuana 94- Zambiya 95- Angola 96- Madagaskar 97- Japonya 98- Hindistan

8

Page 9: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

99- Vietnam 100- Arakan 101-Tibet 102-Doğu Türkistan 103-Bulgaristan (Kısmi) 104-Yunanistan (Kısmi) 105-Kosova 106-Makedonya 107-Hırvatistan 108-Moğalistan 109-Nepal 110-Laos 111- Tayland 112-Norveç 113-İsveç 114-İrlanda 115-Finlandiya 116-Ukrayna 117-Gürcistan 118- Kafkasya’daki diğer halklar 119-Macaristan 120-Romanya 121-Polonya 122-Beyaz Rusya ADAY VE GÖZLEMCİLER 123- Ermenistan (Aday ülke) 124-ABD (Gözlemci) 125-Almanya (Gözlemci-Aday) 126-Rusya (Gözlemci-Aday) 127- Fransa (Gözlemci) 128- İngiltere (Gözlemci) 129-Sırbistan (Gözlemci-Aday) 130- Çin (Gözlemci-Aday) 131- İsrail (Gözlemci-Aday)

9

Page 10: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

BALASAFA BİRLİĞİ’NİN HUKUKİ İLKELERİ

a) Gerçek Adâlet ilkelerinin uygulanması sağlanacaktır. b) Egemen eşitlik, egemenliğin özündeki halklara saygı c) Hiçbir devlet gücüne güvenerek başka bir devletin sınırlarına giremez, orayı işgal

edemez. d) Sınırların dokunulmazlığı e) Devletlerin ülke bütünlüğü f) Anlaşmazlıkların barışçı yollardan çözümü g) İçişlerine karışmama h) Düşünce, vicdan, din ve inanç özgürlüklerini de kapsamak üzere insan haklarına

ve temel özgürlüklere saygı i) Halkların haklarının eşitliği ve kaderlerini kendilerinin saptamaları hakkı j) Devletler arasındaki işbirliği k) Devletler hukuku uyarınca alınmış yükümlülüklerin iyi niyetle yerine getirilmesi

BALASAFA BİRLİĞİ’nin hukuk ve adâlet yapısı sadedinde öngörülen antlaşmalar yoluyla gerçekleştirilmesi planlanan kimi süreçler aşağıdaki gibidir:

• BALASAFA Birliği Adâlet Divanı • Suçluların İadesi Ve Suçların Takibi • BALASAFA Birliği’nde Vatandaşlık Ve Serbest Dolaşım Hakkı

10

Page 11: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

BALASAFA BİRLİĞİ’NİN ÇÖZMEYİ PLANLADIĞI BAZI SORUNLAR

BALASAFA BİRLİĞİ aşağıda sıralanan sorunlar gibi sorunların çözümüne katkı sağlayacaktır:

1. Genel Manada Ortadoğu Sorunu 2. Filistin Sorunu 3. Kıbrıs Sorunu 4. Suriye Sorunu 5. Doğu Türkistan Sorunu 6. Ukrayna Sorunu 7. Tibet Sorunu 8. Kırım Sorunu 9. Balkan Sorunu 10. İslam Dünyasının Bölünmüşlüğü Sorunu 11. Sünni-Şii Çatışmaları Sorunu 12. Mısır’da İhvân-ı Müslimin Sorunu 13. Yemen Sorunu 14. Irak Sorunu (Musul, Kuzey Irak…) 15. Arakan Sorunu 16. Karabağ Sorunu 17. Üyelerin Enerji Sorunları 18. Su Sorunları 19. Sınır Sorunları 20. Üyelerin Ekonomik Sorunları

BALASAFA BİRLİĞİ’NİN DIŞ GÜÇLERE KARŞI POLİTİKASI BALASAFA BİRLİĞİ, Ortadoğu ülkeleri başta olmak üzere bütün üye ülkelerin dışarıdan değil bölge ülkeleri tarafından yönetilmesi gerektiğini vurgular. BALASAFA BİRLİĞİ ülkeleri kendi bölgelerinde etkin olan küresel güçlere karşı ortak bir siyasi proje oluşturmalı ve bu sorunu kendileri çözmelidir. Bu kuruluşun amacının dünyaya barış ve denge getirmek olduğu sürekli vurgulanmalıdır.

11

Page 12: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

BALASAFA BİRLİĞİNİN KURUMSAL YAPISI Ana Kurumlar

1. Şura Meclisi 2. İdari Kurul 3. BALASAFA Birliği Komisyonu 4. BALASAFA Birliği Adâlet Divanı 5. BALASAFA Birliği İlk Derece Mahkemesi 6. BALASAFA Birliği Sayıştayı

Yardımcı Kurumlar:

1. Mali Kurumlar a) BALASAFA Birliği Merkez Finans Kurumu

b) BALASAFA Birliği Destek Finans Kurumu

2. Danışma Kurumları a) BALASAFA Birliği Kamu Denetçiliği Kurumu b) BALASAFA Birliği Bölgeler Komitesi

Kurumlararası Kuruluşlar:

1. BALASAFA Birliği Topluluklarının Resmi Yayın Ofisi

2. BALASAFA Birliği Toplulukları Personel Seçim Ofisi

Merkezi Olmayan Kuruluşlar Ve Ajanslar:

1. BALASAFA Birliği Ajansları 2. Ortak Dış Politika Ve Güvenlik Politikası Kurumu 3. Suçlar İçin Ortak Polis Ve Yargı Kooperasyonu

BALASAFA Birliği’nin 5 Ana Birimi 1. BALASAFA Birliği Parlamentosu-Meşverete dayalıdır. 2. BALASAFA Birliği Konseyi-Üye Devletleri Temsil eder. 3. BALASAFA Birliği Komisyonu-Yürütmeyi sağlar. 4. BALASAFA Birliği Adâlet Divanı Ve İlk derece Mahkemesi-Anlaşmalara

uyulmasını sağlar. 5. BALASAFA Birliği Sayıştayı- Bütçeyle ilgilenir.

Beş Yardımcı Kuruluş 1. BALASAFA Birliği Ekonomik Ve Sosyal Komitesi 2. BALASAFA Birliği Bölgeler Finans Kurumu

12

Page 13: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

3. BALASAFA Birliği Merkez Finans Kurumu 4. BALASAFA Birliği Destek Finans Kurumu 5. BALASAFA Birliği Kamu Denetçiliği Finans Kurumu

BALASAFA Birliği’nin Hukuki Yapısı geçmişteki örneklikler dikkate alınarak, Endülüs İslam Medeniyeti gibi büyük medeniyetlerin ve uluslararası birliklerin hukuki yapıları incelenerek geliştirilecektir. Balasafa Birliği’nin hukuki yapısının oluşturulmasında farklı kültür ve medeniyetler yanında dinlerin ve özelde de İslam dininin adâlet anlayışı dikkate alınacaktır.

13

Page 14: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

BALASAFA BİRLİĞİ VE SOSYAL BÜTÜNLEŞME

BALASAFA BİRLİĞİ’nin oluşmasında kültürel etkileşimin, sosyal bütünleşmenin, etnik ayrımcılığı önlemenin gerekliliği ortadadır. BALASAFA BİRLİĞİ’nin amacı bir Arap Birliği ya da Türk Birliği kurmak değildir. BALASAFA BİRLİĞİ’nin öncelikli amacı ezilen, adâletsizliğe maruz kalan dünya ülkelerinin ve halklarının haklarını korumaktır. Balasafa Birliği’ne üye devletler eğitim sistemlerini bütün resmi ideolojilerden ve ayrımcı bütün söylemlerden arındıracaklardır. Geçmişte dünya ülkeleri ve halkları arasında yaşanan çatışmalar adeta unutulacaktır. Ya da geçmişteki bu olumsuz örneklerden barışçı ve âdil bir dünyayı inşa etmemize ilham kaynağı olacak yeni bir bakış açısı geliştirilecektir. Çünkü bu çatışmaların hatıraları adâletsizliği ve huzursuzluğu körüklemekte, bu gibi kriz dönemleri yeni çatışma ortamları için ilham kaynağı olmaktadır. Bütün farklılıklarımıza rağmen insanlar için binlerce yıldan beri ulaşılması gereken kutsal bir hedef olan “Adâlet” ihtiyacı BALASAFA BİRLİĞİ üst kimliğini yaşatmak için birleştirici bir tutkal vazifesi görecektir. BALASAFA BİRLİĞİ’nin uzun ömürlü bir birliktelik olması için ekonomi-güvenlik yanında kültürel birliktelik-sosyal bütünleşme konularının uygulanmasının elzem olduğunu da unutmamak gerekir.

BALASAFA BİRLİĞİ’NİN SİYASİ YAPISI

BALASAFA BİRLİĞİ, Huntington’un medeniyetler çatışması tezine karşı medeniyetlerin bir arada yaşayabileceğini göstermeye çalışan bir oluşum olacaktır. Ayrıca Fukuyama’nın Tarihin Sonu tezinde mutlak bir çözüm olarak önerdiği Liberal Demokrasi’nin insanlığın tek kurtuluş reçetesi olmadığı, asıl kurtuluşun Gerçek Adâlet ilkeleriyle gerçekleşeceği ortaya konulacaktır. Osmanlı örneğindeki uzun istikrarlı barış döneminin yeniden hayata sokulabilmesi için gerekli derslerin alınması gerektiği dünyaya sürekli hatırlatılacaktır. Şu da bir gerçektir ki, Osmanlı dönemindeki huzur ve adâlet uygulamaları yüzlerce örneğimizden sadece birisidir. Yeni kurulacak olan dünya düzeni, geçmişten ilham alacak ancak bugüne kadar gerçekleşmemiş ve örneği pek görülmemiş mükemmel bir küresel sistemi inşâ edecektir. Bölgesel ve küresel güçlerin adâletsiz uygulamaları karşısında ezilen dünya halklarına kendi siyasi birliklerini oluşturmaları ve dış güçlerin güdümünden kurtulmaları türlü propaganda ve eğitim imkanı kullanılarak tavsiye edilecektir. Tavsiyenin ötesinde birliği ileriki safhalarında fiili adâlet uygulamalarıyla da bu gibi dünya ülkelerinin yanında olunacaktır.

14

Page 15: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

BALASAFA BİRLİĞİ’NİN HUKUKİ BİRLİĞİ ÖNÜNDEKİ ENGELLER

Balasafa Birliğine üye ülkelerin hukuki yapılarının farklı farklı olması önemli bir sorundur. İran’da İslam Cumhuriyeti hukuku uygulanırken, Türkiye’de Batı normlarına uygun bir hukuki sistem hayata sokulmaktadır. Ürdün ve Mısır gibi ülkelerde ise çok farklı hukuki yapılar mevcuttur. Balkanlar, Asya, Güney Amerika ve Afrika ülkelerinin tamamında da durum aynıdır. Şu da bir gerçektir ki, İslam dininin etkisiyle bir kısım Afrika, Asya ve Ortadoğu ülkelerinin hukuk sistemlerinde benzerlikler bulunmaktadır. İslam ve Hıristiyanlık dinlerinin birlik konusundaki prensipleri birleştirici birer unsur olarak kullanılabilir. Selçuklu ve Osmanlı döneminden gelen birlik unsurları da ortak bir hukuki yapıyı oluşturmak için kullanılabilir. Ayrıca bütün üye ülkelerin uygulamada zorluk çekmeyeceği ortak bir hukuk dili oluşturulacaktır. Hukuki bütünleşme için eğitim de önemli bir etkendir. Üye ülkelerin mevcut hukukçuları Gerçek Adâlet ilkelerine göre yeniden eğitime tabi tutulacak ve üye ülkeler hukuk ve adâlet sistemlerini Gerçek Adâlet prensiplerine uygun olarak yeniden düzenleyeceklerdir.

15

Page 16: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

BALASAFA EKONOMİK İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI

Balasafa Ekonomik İşbirliği Teşkilatının Kurulma Amaçları

Balasafa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı üye devletlerin dengeli bir şekilde kalkınmasını amaçlayan bir milletler arası bir teşkilattır. Balasafa Birliği üyesi ülkelerin potansiyellerinden, coğrafi yakınlıklarından, benzerliklerinden, ekonomilerinin birbirlerini tamamlayıcı özelliklerinden yararlanarak aralarındaki ekonomik, teknolojik ve sosyal ilişkileri çeşitlendirmeleri ve daha da geliştirmeleri, böylelikle dünyanın bir adâlet, barış, istikrar ve refah gezegeni haline gelmesini amaçlamaktadır. Üye ülkeler arasındaki ticari engelleri kaldırmak ve dünya genelinde ticareti geliştirmek, üye ülkelerin küresel pazarlarla bütünleşmesini teşvik etmek, yine üye ülkeler arasındaki kültürel ve tarihi bağları güçlendirmek de teşkilatın kurulma amaçları arasındadır. BALEİT olarak anılan bu teşkilat, tüm dünyada yoksulun desteklendiği ve zamanla diğer ülkelerle eşit seviyeye geldiği adil bir düzeni geliştirmeyi amaçlar. BALEİT, zenginleri daha zengin yoksulları ise daha yoksul kılan faizci kapitalist sistemin zararlı etkilerinin farkındadır ve bu olumsuz etkilerin dünya ekonomilerine zarar vermesini önleyecek her türlü âdil tedbiri almayı hedefler.

BALEİT’in üye ülkelerin katılımıyla gerçekleştireceği süreçler aşağıdaki gibidir:

• Balasafa Bölgesel Kalkınma Fonu • Balasafa Ekonomik Komisyonu • Balasafa Ticaret Ve Kalkınma Finans Kurumu • Balasafa Merkez Finans Kurumu • Balasafa Para Birimi • Balasafa Para Enstitüsü • Balasafa Tarımsal Kalkınma Fonu • Balasafa Yatırım Bankası • Balasafa Ekonomik Ve Parasal Birliği • Balasafa Gümrük Birliği • Balasafa Ortak Pazarı • Balasafa Ortak Ticaret Politikası • Balasafa Ortak Tarım Politikası

Balasafa Birliği’ne Üye Devletlerin Ekonomik Uyum Alanları

a) Enerji b) Ulaştırma c) Yatırım ve ticaret d) Tarım e) Sanayi f) Özel sektör kuruluşları arasında işbirliği

16

Page 17: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

BALASAFA BİRLİĞİ’NİN ASKERİ YAPISI

Bu yapı, adâletsiz güçlerin kontrolüne geçmiş ve bu nedenle de gerçek işlevini yitirmiş NATO benzeri uluslararası kuruluşların eksikliğini giderecektir. Hiçbir devletin ya da ulusun siyasi çıkarlarını öncelemeyecek olan Balasafa Birliği Ordusu, sadece ve sadece “Gerçek Adâlet” ilkelerini önceleyecek ve önemseyecektir. Gücüne güvenen herhangi bir devletin daha güçsüz devletlere ya da kendi halkına zulmetmesini önlemeyi amaç edinen bu yapı tüm dünyada zalimin korkusu, mazlumun ise yegâne sığınağı olacaktır. Bu yapının oluşması bağlamında BALASAFA Birliği Askeri Harekat Planlama Süreci, BALASAFA Birliği’nin Diğer Ülkelerle Askeri İlişkilerini düzenleme, Standardizasyon, BALASAFA Birliği Savunma Komitesi teşkili, Askeri Komuta Kontrol Yapısını belirleme benzeri süreçler geliştirilecek ve hayata sokulacaktır. Ayrıca BALASAFA BİRLİĞİ yapısında şu güçler ve komutanlıkların oluşturulması planlanmaktadır:

a. Acil Çevik Mukabele Güçleri b. Ana Savunma Güçleri c. Takviye Güçleri

Kurulması planlana karargâhlar ve komutanlıklar ise şöyledir:

• BALASAFA Birliği Ana Komuta Karargahı • BALASAFA Birliği Doğu Komutanlığı • BALASAFA Birliği Batı Komutanlığı • BALASAFA Birliği Doğu Kara Kuvvetleri Komutanlığı • BALASAFA Birliği Doğu Deniz Kuvvetleri Komutanlığı • BALASAFA Birliği Doğu Hava Kuvvetleri Komutanlığı • BALASAFA Birliği Doğu Bölgesi Mukabele güçleri Karargahı • BALASAFA Birliği Doğu Bölgesi mukabele güçleri kara kuvvetleri • BALASAFA Birliği Doğu Bölgesi Mukabele Güçleri Hava Kuvvetleri • BALASAFA Birliği Doğu Bölgesi Mukabele Güçleri Deniz Kuvvetleri • BALASAFA Birliği Batı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı • BALASAFA Birliği Batı Hava Kuvvetleri Komutanlığı • BALASAFA Birliği Batı Bölgesi Mukabele Güçleri Karargahı • BALASAFA Birliği Batı Bölgesi Mukabele Güçleri Kara Kuvvetleri • BALASAFA Birliği Batı Bölgesi Mukabele Güçleri Hava Kuvvetleri • BALASAFA Birliği Batı Bölgesi Mukabele Güçleri Deniz Kuvvetleri

17

Page 18: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

BALASAFA BİRLİĞİ ORDUSU

Hepinizin çok yakından takip ettiği gibi Türk Dünyası Ortak Ordusunun temelleri geçtiğimiz yıllarda atıldı.

Türkiye, Azerbaycan, Kırgızistan ve Moğolistan birleşerek 'Avrasya Askeri Statülü Kolluk Kuvvetleri Teşkilatı'nı kurdu. Birliğin merkezi ise Türkiye…

Avrupa’dan oldukça endişeli tepkiler gelmiş bu askeri birliğe karşı. Halbuki on yıllardır Türkiye’yi AB denilen birliklerinin kapısında süründüren yine kendileriydi.

“Türk ve İslam Dünyasını” kendi kültürlerine yabancı ve “öteki” olarak belirlemeyi seçmeseydiler, AB’yi Hıristiyan Kültür Klubü olmaktan çıkarmayı başarıp evrenselleştirebilseydiler ne iyi olurdu.

Böyle bir durumda Türkiye, yeni stratejik planlarını yaparken Avrupa Birliği’nin dışındaki seçeneklere daha mesafeli durabilirdi belki.

Belki diyorum, çünkü Türkiye Avrupa Birliğine girmiş olsaydı bile, bu ülkenin Asya ve Afrika kıtalarına eklemlenmiş kültür kökleri, onu daha adil ve daha insani birlik arayışlarına zaten teşvik edecekti.

Moğolların Türk olmadıklarını çok iyi biliyoruz. Ancak bilhassa Cengiz Hanla başlayan Moğol istilasından sonra, Moğollar İslam diniyle ve Türk kültürünün yeni halleriyle tanıştılar.

Böyle bir tanışma, Türkistan’da Timur gibi büyük hükümdarları ve bu hükümdarların tesis ettikleri büyük devlet yapılarını doğuran süreci başlattı. Müslümanlaşan Moğollar da, “Müslüman” manasında “Türk” ismiyle anılır oldular o günden beri.

Türkler ve Moğollar İslam kültürü ortak paydası altında içiçe geçti, kaynaştı. Elbette bu kültürel yakınlaşmalarının bugünün Moğolistan’ına kadar uzanan büyük etkileri olmuştur.

Türkiye, Türk ya da İslam kökenli olmayan bir devletle binlerce yıllık kökendeki “kültürel ve tarihi” ortaklıklar vesilesiyle böyle askeri bir birliğe imza atabiliyorsa, bu gelişme gelecek adına ilham verici bir süreçtir aslında.

O halde Türkiye, yeni “birlik” perspektifini belirlemiş, gelecek rotasını apaçık bir şekilde ortaya koymuştur. Türkiye sadece Türk unsuruna dayalı bir birlikteliği hedeflemiyor. Türkiye’nin son zamanda Suudi Arabistan’ın öncülüğünde kurulan “Teröre Karşı İslam İttifakı” adlı oluşuma dahil oluşu ve çeşitli küresel ittifaklar peşinde koşuşu da bunu gösteriyor.

Aslında Türkiye’nin istemesinden çok “Zeitgeist” denilen “Zamanın Ruhunun” çok iştahlı bir isteğidir bu.

Zamanın Ruhu, Türkiye önderliğinde kurulacak bir Dünya Birliği istiyor. Türkiye önderliğinde derken, Türkiye’yi Türkiye kılan bütün o manevi değerlerin önderliğini kastettiğimizi de belirtelim.

Mevlana’nın, Yunus’un, Fâtih’in, Kanûni’nin, Bediüzzaman’ın temsil ettiği bütün o “âdil” ve “rahmâni” ortak paydaların temsilcisi olacak yeni bir Dünya Birliğinden bahsediyoruz.

18

Page 19: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

Biz aslında yıllar önce çok açık konuştuk. Büyük Dünya Birliği adlı kitabımızda da yol sürecini ana hatlarıyla ortaya koyduk.

Kurulacak birlik “Gerçek Adâlet” birliği olacak. Bu birlik, İslam’ın ve Kur’ân’ın temel adâlet prensiplerine dayanan bir birlik olmakla birlikte, sadece İslam dünyasına ya da sadece Türk dünyasına reçeteler sunmayacak.

Balasafa Birliği olarak adlandırdığımız bu yeni dünya birliği, NATO ve BM gibi pasifleştirilmiş birliklerin tüm insanlar, tüm inançlar ve tüm kültürler için alternatifi olacak.

Sadece Müslümanların değil, Budistlerin de, Hıristiyanların da, Yahudilerin de ve diğer milletlerin de “adâlet” sorunlarını en adil bir şekilde Balasafa (Balkan-Asya-Afrika-Amerika) Birliği çözecek.

Mali’de, Suriye’de, Bosna’da, Doğu Türkistan’da, Arakan’da, Afganistan’da, Irak’ta; dünyanın hangi köşesine bakarsak bakalım tam da orada, adâleten iflas etmiş, bir kaç güçlü devletin tekeline girmiş, hak güçtedir prensibinin savunucusu haline gelmiş kurumların enkazı altından bir güneş gibi doğacak yeni birliğimiz...

Son yüzyılda Türkiye, sadece Ortadaoğu’ya, sadece Kafkaslara, sadece Asya’ya ya da yalnızca Avrasya’ya sığmayacak kadar kuşatıcı bir “Birlik” ufkuna kavuştu.

Yavuz’la başlayan Abdülhamid Han’la kurumsallaşan bu birlik arayışı, kısa bir süreliğine inkitaa uğrasa da, Mehmed Akif gibi dönemin aydınlarınca canlandırıldı ve Bediüzzaman tarafından bir kutlu mefkure olarak asrın şu yakasına ulaştırıldı.

Şimdi ise, bütün “adâlet” programları çoktan hazırlanmış olan bu birlik mefkûresi, kudretli uygulayıcılarını bekliyor.

Şangay İşbirliği söyleminin uyandırdığı o heyecan, Türk Dünyası Ortak Ordusunun ilk temellerinin atılışı, Türkiye’yle birlikte otuz üç ülkenin katılımıyla “Teröre Karşı İslam İttifakı”nın kuruluşu, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın 7 kıtada eskisinden daha etkin oluşu, Dış İşleri Bakanlığımızın tüm dünyada yeni yeni birlik hatları tesis etmeye devam edişi de yakında kuvveden fiile çıkacak bir şanlı dönemi işaret ediyor.

Türkiye, AB’ye üye olmak pahasına, artık hiçbir birlik projesini küçümsememelidir. Mümkün olabildiğince her birlikteliğin içine dahil olmalı, bu küçük birlikleri daha geniş bir birliğe tekamül ettirecek süreçleri tetiklemelidir.

Niyet menfaat elde etmek değil de gerçek adâleti tüm dünyada yerleştirmek olursa, Rabbimiz de bu çalışmalara kudsi bir bereket ve muvaffakiyet verecektir.

Hiç umulmadık yerlerden, hiç umulmadık zaferler gelecek; zamanın ufkunda siyah sancağını dalgalandıracak beyaz atlı süvâri, hepimiz adına; adâlet aşkıyla büyüttüğümüz tüm kudsi umutlarımız hatırına, asrın fikriyat, siyaset ve medeniyet kalesine bayrağımızı dikecektir.

19

Page 20: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

İSLAM’A GÖRE SAVAŞ HUKUKU

“Sizinle savaşanlarla, Allah yolunda savaşın, fakat haksız yere saldırmayın. Allah haksız yere saldıranları sevmez” (Bakara-190)

“Ey iman edenler savunma tedbirinizi alın da, bölük bölük savaşın ya da hep birlikte savaşın” (Nisa-71)

“Size ne oluyor ki, ‘ey Rabbimiz, bizi halkı zalim olan şu memleketten çıkar. Bize, tarafından bir sahip gönder. Bize katından bir yardımcı gönder’ diyen erkek-kadın ve çocuklar için Allah yolunda savaşmıyorsunuz?’’ (Nisa Sûresi-75)

“Sizinle toptan savaştıkları gibi siz de müşriklerle savaşın.” (Tevbe 36)

“..... Hem onlar Sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla Mescid-i Haram yanında savaşmayın!..... Sonunda vaz geçerlerse artık muhakkak ki Allah Gafurdur (Bağışlayıcıdır), Rahimdir (çok merhamet edendir)O halde bir fitne kalmayıncaya ve din sâdece Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Fakat vaz geçerlerse, o takdirde zâlimlerden başkasına düşmanlık yoktur. Haram ay haram aya bedeldir ve hürmetler karşılıklıdır. Öyle ise size kim saldırsa siz de ona size saldırdığının misliyle saldırın; fakat Allah’tan sakının ve bilin ki Allah takva sahipleriyle beraberdir. Hem Allah yolunda sarf edin, kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayın ve iyilik edin! Çünkü Allah iyilik edenleri sever.” (Bakara 191-195)

Ancak o kimselere dokunmayın ki, sizinle aralarında anlaşma olan bir kavme sığınmış bulunurlar. Yahut ne sizinle, ne de kendi kavimleriyle savaşmayı gönüllerine sığdıramayıp tarafsız olarak size gelmişlerdir. Eğer Allah dileseydi, onları size musallat kılardı, onlar da sizinle savaşırlardı. Eğer onlar sizden uzak dururlar, sizinle savaşmayıp size barış teklif ederlerse, Allah, sizin için onlar aleyhine bir yol vermemiştir. ( Nisa 90)

1- Ayetlerde tekrarlanan “Sizinle savaşanlarla, sizinle savaşmadıkça” kayıtları açıkça bir saldırı olmadan savaş edilmemesi gerektiğini öğütlüyor. Bu da bugün bütün devletlerin kabul ettiği bir prensiptir.

2- “Savunma tedbirinizi alın” Kur’an’ın emrettiği savaş “savunma” amaçlı bir savaştır. Bunu bugünkü devletlerin askeri hukuklarında da görmek mümkündür.” (Nisa-71)

3- “Savaş zulme uğrayan çocuk, kadın ve yaşlıların, zâlimlerin elinden kurtarılması için yapılır” (Nisa Sûresi-75) İşte BM, NATO yokken Kur’ân-ı Kerim benzer ama daha adil bir misyonu bu âyetleri ile insanlığa emretmiş. Ancak Kur’ân-ı Kerim adâleti uygulamayı bir kaç güçlü devletin tekeline değil, bütün insanların ortak meşveretine bırakır.

4- “Savaşan taraflardan biri barış isterse, savaştan vaz geçerlerse onlarla savaşılmaz” Bakara 192 Bu ayetin ne derece adil açılımları olacağını siz düşünün.

5- “Zâlimlerden başkasına düşmanlık yoktur.” Yâni bir devletin sınırlarını ihlal ederek, o devletin mazlum halkına zulm etmek isteyenlerle elbette savaşılacaktır. Bu bugünkü savaş hukukunda da kabul edilmektedir.

20

Page 21: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

6- “Savaşta aşırı gidilmemeli, Allah’tan sakınılmalı, insanlara zulm edilmemeli, soykırım yapılmamalı ve hatta iyilik edilmeli” (Bakara 194-195) Görüldüğü gibi bu hükümler de savaşın gelişi güzel yapılamayacağını ortaya koyuyor. Savaşta bile olunsa Allah’tan korkmak gerektiği, esirlere iyilik yapmak gerektiği açıkça ifâde ediliyor.

7- “Barış daha hayırlıdır.” (Nisa 128, Fussilet 34) Barışı her zaman için daha hayırlı gören Kur’an, aile hayatından sosyal hayata kadar tüm dünyada kavgasız, barış dolu bir dünyayı hedef gösterir.

Şimdi Birleşmiş Milletlerin kuvvet kullanımıyla ilgili bâzı ilkelerine bakalım:

“Bu Antlaşma’nın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez. Üyelerin bu meşru savunma hakkını kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi'ne bildirilir ve Konsey'in işbu Antlaşma gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez” (Madde 51) (Hazırlanma Tarihi: Ekim 2005, s. L. USAK Uluslararası Hukuk Notları)

Günümüz dünyasında da ülkelerin herhangi bir saldırı sonucunda kendilerini silahlı olarak savunabileceği ifâde ediliyor. Bu durumda Kur’ân-ı Kerim’in “zâlimlerden başkasına düşmanlık yoktur” sözünün evrenselliği açıkça anlaşılıyor. Aşağıdaki ayetler meşru savunma hakkı için savaşmayı öngören âyetlerdir:

“Sizinle savaşanlarla, Allah yolunda savaşın, fakat haksız yere saldırmayın. Allah haksız yere saldıranları sevmez” Bakara-190 “Ey iman edenler savunma tedbirinizi alın da, bölük bölük savaşın ya da hep birlikte savaşın” Nisa-71

Ülkelerin barışı için savaşı destekleyen Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin bir başka maddesine daha bakalım:

42. Madde Güvenlik Konseyi, 4. Madde'de öngörülen önlemlerin yetersiz kalacağı ya da kaldığı kanısına varırsa, uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için, hava, deniz ya da kara kuvvetleri aracılığıyla, gerekli saydığı her türlü girişimde bulunabilir. Bu girişimler gösterileri, ablukayı ve Birleşmiş Milletler üyelerinin hava, deniz ya da kara kuvvetlerince yapılacak başka operasyonları içerebilir. 43. Madde 1. Birleşmiş Milletler'in tüm üyeleri, uluslararası barış ve güvenliğin korunmasına katkıda bulunmak üzere, Güvenlik Konseyi'nin çağrısı ile özel anlaşma ya da anlaşmalar uyarınca, uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli silahlı kuvvetleri ve geçit hakkını da içine almak üzere her türlü yardım ve kolaylığı Konsey'in hizmetine sunmayı yüklenirler. 2. Bu anlaşma ya da anlaşmalarda, sözkonusu kuvvetlerin sayısı, niteliği hazırlık derecesi ve genel mevkileri ile, sağlanacak kolaylık ve yardımın niteliği belirlenecektir.

21

Page 22: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

3. Anlaşma ya da anlaşmalar, Güvenlik Konseyi'nin girişimi ile, mümkün olan en kısa zamanda görüşülecektir. Anlaşmalar, Güvenlik Konseyi ile örgüt üyeleri arasında ya da Güvenlik Konseyi ile ülke grupları arasında yapılacak ve imzalayan devletlerce, herbirinin anayasası gereğince, onaylanacaktır. (Hazırlanma Tarihi: Ekim 2005, s. L. USAK Uluslararası Hukuk Notları)

Kur’ân-ı Kerim de erkek, kadın ve çocuklardan oluşan zulme uğramış topluluklar adına savaşma seçeneğini öneriyor:

“Size ne oluyor ki, ‘ey Rabbimiz, bizi halkı zalim olan şu memleketten çıkar. Bize, tarafından bir sahip gönder. Bize katından bir yardımcı gönder’ diyen erkek-kadın ve çocuklar için Allah yolunda savaşmıyorsunuz?’’ (Nisa Sûresi-75) Aslında devletleri ilgilendiren bu mucizevi âyetler hakkındaki korku “Bireyler de bu âyetleri uygulamaya kalkarsa, o zaman ne yaparız?” düşüncesinden ileri geliyor.

Böyle bir korkuya gerek olmadığı dünyanın her tarafındaki binlerce yıllık uygulama ile ortaya konmuş durumdadır. İslam aleminde savaşları binlerce yıldır devletler başlatır, devletler bitirir. Devletten bağımsız yerel şiddet arayışları her zaman için “isyan”, “baş kaldırı” olarak algılanmış ve İslam devleti tarafından etkisizleştirilmiştir. En geri, en yoksul İslam ülkelerinde bile vakıada durum böyle olmuştur.

Yâni “hem İslam bilginlerine, hem de tüm Müslümanların ortak kabulüne göre savaş kararı ancak devlet kurumu tarafından alınmıştır.”

Balasafa Birliği’nin kurulmasıyla birlikte Balasafa Birliğine üye olan İslam devletleri kendi başlarına savaş kararı alamayacaktır. Balasafa Birliği Askeri Teşkilatı (BALBAT) bütün üye devletler için savaş kararı alma yetkisine sahip tek kurum olacaktır. Bu durumda Balasafa Birliği dünya güvenliği ve barışının da teminatı olacaktır.

Günümüz dünyasında İslam adına, devleti yok sayarak gerçekleştirilen şiddet eylemleri, gerçekte materyalist felsefenin etkisiyle Avrupa’da doğmuş “terör, anarşi” vb. hareketlerin izdüşümünden ibarettir. Hasan Sabbah’ın nokta atışla gerçekleştirdiği “tedhiş” daaliyetleri bile batı kaynaklı masumlara yönelik terör eylemleri yanında oldukça masum kalır. Üstelik Sabbah’ın İslam kaynaklı olmayan tedhiş metotları da o günlerde “fitne ve fesad” olarak görülmüş, İslam devletleri bu fitneyle mücadele için ciddi önlemler almışlardır.

Balasafa Birliği devletler muvâzenesinde ortaya çıkabilecek bütün tedhiş hareketlerini önleyecek, bu gibi faaliyetler içerisine girenleri öncelikle kendisi cezalandıracaktır. Balasafa Birliği aynı zamanda İslam dünyasının tek temsilcisi olacağından dolayı kendi içindeki bütün faaliyetleri denetleyecek, olumsuz faaliyetleri önleyecek, diğer bütün faaliyetleri düzenleyecek ve böylece İslam dünyası Gerçek Adalet ilkeleri çerçevesinde tek bir vücut haline gelecektir.

22

Page 23: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

TÜRKİYE BALASAFA’NIN ÖNCÜ ÜLKESİ OLMALI

29 Mayıs 2014’te Belarus, Kazakistan ve Rusya öncülüğünde temelleri atıldı Avrasya Ekonomik Birliğinin. Bilindiği gibi 29 Mayıs tarihi, İstanbul’un (Doğu Roma’nın) 2. Mehmed tarafından fethedildiği tarihtir aynı zamanda. AEB’nin kuruluşu için bu tarihin seçilmesinde herhangi bir sembolik kasıt var mıdır bilinmez ama Rusya’nın böyle bir birliği oluşturmak istemesinde kendince haklı sebeplere sahip olduğu kesin gibidir.

9 Ekim 2014’de Ermenistan’ın dahil olduğu bu ekonomik birliğe, yakında Kırgızistan’ın da üye olacağı şeklindeki haberleri de duyuyoruz.

Rusya öncülüğünde temelleri atılan Avrasya Ekonomik Birliği, 1 Ocak 2015’te resmen kuruldu. Adından da anlaşılacağı gibi bu birlik, “maddi menfaatlerin” öncelendiği ekonomik temelli bir birlikteliktir aslında. Bu yönüyle baktığımızda, böyle bir birliğin insanlık için herhangi bir kurtuluş reçetesi sunamayacağını da anlamış oluyoruz. Mesela Avrupa Birliği de esasında “ekonomi temelli” bir birlikteliktir ve üye ülkelerin, bilhassa da Avrupa kültür dairesi içine giren ülkelerin ekonomik refahını sağlamayı amaçlar. Yanı başımızdaki Yunanistan örneği açıkça gösterdi ki, Avrupa Birliği en iddialı olduğu ekonomik alanda bile üyelerinin refahını sağlayamamıştır. Avrupa’da oluşup şekillenen liberalizm, kapitalizm ve komünizm gibi ideolojiler de insanlığın ancak “maddi” ihtiyaçlarına cevap verip onları mesud kılmayı taahhüt etmişler, ancak hangi yolu denerlerse denesinler insanlığı mutlu kılmayı başaramamışlardır. Bu ideolojilerin hakim olduğu topraklarda yaşanan vahşetengiz soykırımlar, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel bunalımlar göstermiştir ki, “ekonomik kalkınma ereği” insanlığın mutluluğu için yeterli bir hedef değildir. Bugünlerde tesis edilmeye çalışılan Avrasya Ekonomik Birliği de; öncelikle “menfaati” ve bilhassa da “maddi menfaati” temele aldığı için başarılı olamayacak, insanlık için huzurlu bir dünyayı inşa edemeyecektir. Çünkü AEB (EEU), güçlü bir ülkenin yani Rusya’nın ekonomik ve jeo-politik çıkarlarını korumaya yönelik bölgesel bir hamle gibi görünüyor. Aslında bu oluşum, bu gibi yönleriyle, Avrupa Birliğinin ya da BM’nin gücün üstünlüğünü önceleyen adâletsizliğine herhangi bir alternatif sunmadığı için daha baştan fâsiddir ve bu sebeple insanlığın vicdanı tarafından kabul görmeyecektir. Türkiye devinin uyanmakta olduğunu fark eden Rusya, Çin, İran gibi devletler, Türkiye’nin gelecekteki jeo-politik konumunu kendi yararlarına kurgulama çabası içindeler muhtemelen. Bu ülkeler, Suriye’deki, Arakan’daki, Kırım’daki adâletsiz duruşlarıyla, insanlık için kurtarıcı bir adâlet reçetesi sunamayacaklarını kesin bir şekilde ispatlamış durumdadır aslında.

23

Page 24: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

Menfaatçilik hastalığı, bütün savaşların ve düşmanlıkların ana sebebi olduğu halde, “menfaat” ortak paydasında buluşan bir birlikteliğin insanlığa huzur vereceğini düşünmek nasıl mümkün olabilir? Bu durumda Türkiye, bugüne kadar tecrübe edilmemiş ama insanlığın ortak ihtiyacına cevap verebilecek ulvi bir birlikteliği inşa etmek zorundadır. Bu birliktelik ise insanlığın en büyük ihtiyacı olan “adâlet” ihtiyacını tatmin edecek bir ulvi birliktelik olmalıdır. Ekonomik ya da menfaat temelli birliklerin ötesinde böyle bir âdil birliktelik insanlığı mutlu ve huzurlu kılabilecektir ancak. İnsanların mutlak eşitliği şeklinde ifade edilen komünist yanılgının; güçlünün üstünlüğünü perçinleyen kapitalist sapmışlığın ya da güçlüyü daha da güçlü kılan liberal şaşılığın yerine, herkese hakkını tam olarak veren “Gerçek Adâlet” sisteminin küresel bazdainşa edilmesi zaruridir. Gücün, maddenin ya da silahın üstünlüğüne değil; sadece hakkın ve adâletin üstünlüğüne dayanacak böyle bir birlik ruhu, kısa sürede tüm dünyayı kuşatacak; dünyada yaşayan bütün toplumların şahs-ı mânevilerine kuvvetli bir şekilde hulul edecektir, emin olun! ABD’nin, İsrail’in, Çin’in ya da Rusya’nın küresel bir planı varsa elbette Türkiye’nin de böyle bir planı olacaktır. Tüm dünyada huzur ve adâlet hâkim olursa, tüm dünya güçlü olursa, tüm dünya zengin olursa; o dünyanın bir unsuru olan tek bir ülkede yaşayan insanlar da ancak o zaman gerçekten mutlu olabilecektir. Yani barışı başkalarına ulaştır ki barışa sahip olasın; zenginleştir ki zengin olasın; güçlendir ki güçlenesin; gerçek adâleti yay ki âdil kalasın! Bugüne kadar güçlü devletlerin inşa ettiği bütün o birliktelikler, o güçlü devletleri güçlendirmekten; o güçlü devletlerin menfaat kanallarını koruma altına almaktan başka bir işe yaramadı ve bu durum dünya milletleri kadar, o birliklerin sınırları içinde olan ülkelerin insanlarını da mutsuz etti. Türkiye kendi menfaatinden öte; inşa edeceği birliğe dâhil olacak milletlerin huzurunu önceleyecek ve böylece vahyin adâlet-i mutlakaya istinad eden “gerçek adâlet” prensiplerini tüm dünyaya yayabilecektir. BALASAFA (Balkan-Asya-Afrika-Amerika Birliği) olarak adlandırdığımız Gerçek Adâlet Birliği projesine devletimiz sahip çıkmalı ve küresel arenada bu birlikteliğin somut adımları bir an önce atılmalıdır.

24

Page 25: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

NEDEN TÜRKİYE?

Türkiye’yi engellemek için kimi zaman terörü harekete geçiriyorlar, kimi zaman Türkiye’nin bölgedeki soydaşlarını acımasızca katlediyorlar, kimi zaman ambargolar koyuyorlar ama Türkiye kendi yolundan asla vaz geçmiyor. Türkiye nihâyi hedefte küresel bir adalet birliğinin öncüsü olmak istiyor aslında. Bunu yetkililer dile getirmese de, Türkiye’nin coğrafi, ekonomik, tarihi, kültürel ve medenî potansiyeli böyle bir birlik arzusunu haykırıyor. Çünkü Türkiye’nin 3 kıtanın ortasındaki jeo-stratejik konumu böyle bir kıtalar arası birlikteliğin öncüsü olmayı gerektirmektedir. Türkiye’nin binlerce yıllık küresel manadaki siyasi tecrübeleri de onun Gerçek Adâlet ilkelerini küresel manada uygulayabilecek bir potansiyele sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Türkiye’nin Asya, Afrika ve Balkanlar nezdindeki lider vasfı onun Balasafa Birliği’nin lokomotifi olabileceğini göstermektedir. Ayrıca Türkiye nüfus, ekonomik, sosyal ve coğrafi konumu bakımlarından da önemli bir ülkedir. Türkiye’nin doğal gaz ve petrol gibi bölgesel enerji kaynakları için güvenilir bir geçiş yolu oluşu da onun önemini arttırmaktadır. Türkiye kara taşımacılığı alanında da önemli bir geçiş yoludur. Tarihin en eski çağlarından beri Türkiye önemli ticaret yollarının üzerinde bulunmaktadır. Yine Türkiye hemen yanı başında yaşanan savaşlardan, soykırımlardan kaçan topluluklar için güvenilir bir liman olduğunu fiili uygulamalarla sürekli göstermiştir. Kafkas halkları, Balkan Müslümanları, İspanya Yahudileri gibi dinleri, mezhepleri, ırkları ve dilleri birbirinden farklı onlarca topluluk yüzlerce yıldan beri güvenilir bir liman olarak gördükleri Türkiye’ye sığınmaktadır. Bütün maddi zararlarına rağmen Türkiye Avrupa’nın kabul etmediği Suriyeli mültecileri kabul etmiş ve 2,5 milyon Suriyeliyi misafir ederek tüm dünyaya ciddi bir “adâlet” dersi vermiştir. Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleriyle arasındaki ilişkileri geliştirecek nedenler vardır. Bunlar, Kıbrıs sorunu, Filistin sorunu, Suriye sorunu, su sorunu, Irak sorunu ve bölgesel dengelerin her an değişebilecek bir yapıda bulunmasıdır. Türkiye halkı geçmişte yaşadığı bütün soykırımları ve saldırıları nefret sebebi olarak değil de barış vesilesi olarak kullanmayı beceren nadir halklardandır. Çanakkale Savaşı ve İstiklâl Harbi gibi milletimizde acı hatıralar bırakan tarihi olayları birliğimizi sağlamak için bir vesile olarak görsek de, bu savaşları yaşadığımız ülkelerin toplumlarına nefretle ve kinle bakmamayı başarmışızdır. Ayrıca Türkiye, farklı uluslarca da bilinen Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlana Celaleddin-i Rûmi, Bediüzzaman gibi gönül erlerinin merkezi olmuş bir ülkedir. Türkiye bu yönüyle Balkanlardaki Bektaşilerin, Batı’daki Mevlevilerin, Asya’daki tasavvuf ehlinin mânevi merkezi konumundadır. Dünya Hıristiyanları için oldukça önemli olan 7 Kilise gibi pek çok dini mekan Türkiye’de bulunmaktadır. Ayrıca Hıristiyanlar Noel Baba gibi kendileri açısından önemli dini figürlerin geçmişte Türkiye topraklarında yaşadığına inanmaktadır. Türkiye onlarca farklı milletin tarihinin kesiştiği önemli bir ortak noktadır. Geçmişte Anadolu’da kurulan Hitit, Urartu, Frigya, Lidya medeniyetleri gibi kadim medeniyetler bugün yeryüzünde bulunan pek çok ulusun kökenlerinin Anadolu’da olduğunu düşündürmektedir. Rumlar, Ermeniler, Etrüskler, Kürtler gibi Anadolu kökenli halklar dünyanın pek çok bölgesine yayılmışlardır. Batı medeniyetine ve Avrupa’ya da kaynaklık eden Roma devleti ve medeniyeti Türkiye’de kurulmuştur. Türkiye Bor, Kaya Gazı gibi yeraltı kaynaklarının yanı sıra önemli su kaynaklarının da bolca bulunduğu bir ülkedir. Türkiye’den Kıbrıs’a çekilen su boru hattı bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır. Yine Türkiye Çanakkale ve İstanbul Boğazlarıyla Kuzey ülkelerini Güneye, Güney ülkelerini ise Kuzeye bağlayan önemli bir geçiş noktasıdır. Öyle ya da böyle, gün gelecek Türkiye öncelikle bölgesel, ardından da küresel bir adalet birliğini inşâ edecektir. Bundan kaçış yoktur. Asıl sorulması gereken soru, bunca yüksek potansiyeline rağmen Türkiye halâ neden büyük bir adalet birliğinin öncüsü olamadı? sorusudur. Bu sorunun cevabı ise çevremizi kuşatan bölgesel güçlerin Türkiye’nin mukadder geleceğini engelleme çabalarıdır. Ne yaparlarsa yapsınlar, Türkiye ilerleyecek, büyüyecek ve çağın zirvesine adâlet sancağını dikecektir. Bu zâlimce ve buram buram menfaat kokan oyunlar yerle bir olacak ve etkisizleşecektir. Hâla daha “neden Türkiye?” diye soracak olursanız cevâbımız şu olacaktır:

-Çünkü adâlet sancağı hâlâ Türkiye’nin elinde!

25

Page 26: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

NE AVRASYA NE ATLANTİK; ÜÇÜNCÜ YOL BALASAFA

Küresel güç olarak tanımlanan devletlerin güçlerini tahkim etmek ve bu gücü yeni coğrafyalara yaymak için geliştirdikleri jeostratejik plânlar, çağdaş mandacılığın geldiği boyutu da gösteriyor açıkça.

Irak'ın, Suriye'nin, Afganistan'ın, Mısır'ın; şimdilerde ise Ukrayna'nın ödediği ve ileride ödeyeceği bedeller, sadece ve sadece bu küresel güçlerin jeopolitik menfaatleri adına ödetilmektedir.

Samuel P. Huntington ve Francis Fukuyama gibi Batı medeniyeti savunucuları kadar; Alexander Geleviç Dugin gibi Neo-Avrasyacılar da, kendi dâhil oldukları kültür ve medeniyet dairesinin tahakkümünü önceleyen projeler geliştirmektedirler. George Friedman'ın “Gelecek 10 Yıl” adlı eserine göre; Batı'nın temsilcisi olan ABD'nin küresel gücü gelecek yıllarda da devam edecek, hatta belki de artarak devam edecek ama bu durum, “adâlet”, “hukuk”, “hak” gibi evrensel kavramlara rağmen gerçekleşecek.

Bütün küresel kurgular, dünyayı küresel bir diktaya teslim etmek için gerçekleştirilmektedir sanki. Ve şunu diyecektir tüm dünyada dizginleri elinde tutan küresel dikta: “âdil olan uygulama, ben neyi âdil bulursam odur”, “özgürlük ise, benim güvenliğimi sağlamaktır.” Türkiye bile, âli menfaatler uğruna bir anda defterden silinebilir. Küresel hegemonyayı sağlamak adına Mısır'a, Suriye'ye, Irak'a reva görülen iç karışıklıklar, kavgalar, vahşetler Türkiye'ye de bir anda reva görülür.

Söyledikleri “önemli”, yaptıkları “doğru”, plânları “gerçekçi” olan bir ülkenin savlarını dünya kamuoyunun gözünden düşürmenin yegâne yolu, onu gerçek süsü verilmiş “iftira” bombalarıyla yıprattıkça yıpratmaktır.

Bunun için de algı yönetimi projeleri hayata sokulur. Örneğin; çeşitli iç karışıklıklar çıkarılır, memleketin damarlarına oluk oluk fitne ve fesat enjekte edilir, âile fertleri dahi birbirinin yüzüne bakamayacak hale getirilir.

Aslında gördüklerimiz, üretilmiş ve bilinçlice yayılmış birer algıdan ibarettir. Üstelik medya, internet ve iletişim alanında mâhir gizli ilüzyonistler maharetiyle kurgulanıp sunulmuştur bu algı projeleri.

Soğuk savaş döneminde en tehlikeli düşman olarak görülen bir ülke bile, doğalgaz, petrol vb. menfaatler söz konusu olduğunda bir anda stratejik bir ortak kabul edilecektir.

Mesela; Ukrayna'ya destek vermek adına yapılan girişimler aslında Kırım'ı bir bölgesel güce vermenin hazırlıklarıdır ama biz farkına bile varamayız bunun. Bu hazırlıklar da aslında, gelecekte Karadeniz'de bölgesel bir güç olacağı açık olan Türkiye'nin özgüven yoluna bir taş koymak için yapılmaktadır.

Ya da Irak aslında bölünecektir, bölgesel iktidar bir mezhebin elinden alınıp farklı bir mezhebin eline verilecektir de, o yüzden oraya girilmiştir. Veyahut da, Rusya'nın İran, Irak, Suriye hattı boyunca Akdeniz'e inmesini sağlamak ve böylece bölgedeki etki gücünü arttırmakta olan Türkiye'nin başına yeni çoraplar örülmek istenmektedir.

26

Page 27: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

Suriye'nin Rusya, İran, Çin gibi bölgesel güçlerin insiyatifine bırakılması gibi girişimler de, Türkiye'nin bölgesel saygınlığının yükselişini engellemek için öngörülmüş küresel plânların birer sonucudur.

Belli ki, küresel seküler güçler Türkiye'den ve Türkiye'nin muhteşem geleceğinden ürkmüştür. Bu ürküntünün insiyakıyla yeni plân ve projeleri hayata sokma gereği hissettiler.

İşte tam da bu noktada Türkiye, kendi plânlarını hazırlamalı ve kendi bölgesel projelerini hayata sokmalıdır. Türkiye, bir zamanlar Osmanlı devletinin yüzlerce vilayetinden birisi olan Suriye'de de varlığını gösterecektir, Musul'a da girecektir ve de gerekirse Ege Denizindeki haklarını da gündeme getirecektir.

Öncelikle Türkiye, insanlığın temel ihtiyaçlarını, bugünün küresel güçleri tarafından yadsınan ve adeta yok sayılan temel ihtiyaçlarını gidermeyi güçlü bir şekilde taahhüd etmelidir. Mesela adâlet ihtiyacı ki, bu en büyük küresel güçlerin dahi sınıfta kaldığı bir alanın adıdır.

Türkiye kuracağı Gerçek Adâlet Enstitüleriyle ve inşa edeceği adâleti vurgulayan diğer kurumlarıyla tüm dünya çapında adâlet kavramıyla markalaşmış bir ülke olmalıdır. Evet, Türkiye, adâlet projeleri üretmekle kalmamalı, bir an önce bütün insanlığın görüp deneyimleyebileceği Geçek Adâlet Uygulamalarını pilot kurumlarda ve bölgelerde hayata sokmalıdır. İkinci olaraksa Türkiye, Rusya-Çin-İran (Neo Avrasya) paktı ile ABD-Avrupa (Atlantik) paktı arasında bir tercih yapmak zorunda olmadığını anlamalıdır.

Bu önemli adımlar, Türkiye'nin kendi kararlarını kendisinin verebileceğini gösteren birer “istiklâliyet” simgesi olacaktır. Bu sembolik adımların hemen ardından yapmamız gerekense, kendi bölgesel birliğimizi, sonrasında ise küresel adâlet birliğimizi kurmak zorundayız.

Özetle söylemek gerekirse, Türkiye güçlü olmalıdır ama adâletli gücüyle diğer küresel ve bölgesel güçlerden farklı olduğunu ortaya koymalıdır. Hem güçlü hem de âdil bir Türkiye, Rusya'nın da, İran'ın da, Çin'in de ulaşamayacağı boşlukları doldurabilir.

Bir zamanlar Moğol ordularının gücün kuvvetine dayanarak Asya'yı ve Ortadoğu'yu talan edişi gibi, bugün de yıkıcı güçlerine güvenerek Suriye, Irak gibi ülkeleri yangın yerine çevirenler var. Moğolların bu topraklardan çıkıp gidişi ya da zamanla asimle oluşu gibi o zâlim güçler de yenilgiye mahkûmdur.

Türkiye, bizim BALASAFA Birliği olarak adlandırdığımız üçüncü bir yolu ortaya koymalı ve insanlığın, Atlantik ya da Avrasya gruplaşmalarından birisine dâhil olmaya mecbur olmadığını açıkça göstermelidir.

Böylece Türkiye; “Medeniyetler Çatışması” yerine, tüm dünyayı kuşatacak bir “Adâlet Dayanışması”yolunu açacaktır. Böylece Türkiye; “Tarihin Sonu”nun Kapitalizm ve Liberal Demokrasi değil, “Gerçek Adâlet”olduğunu tüm insanlığa gösterecektir. Böylece Türkiye; târihî, medenî, kültürel ve coğrafî gerçekliğinin kendisine yüklemiş olduğu bütün o aydınlık anlamlarla kuşatıverecektir bütün bu karanlıkları.

27

Page 28: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

ÇOK KUTUPLU DÜNYADAN ADÂLET PANGEASINA

Dugin tarafından geliştirilen Yeni Avrasyacılık projesinin içine düştüğü ve bir daha çıkamayacağı şekilde içine saplandığı iki farklı bataklıktan bahsedebiliriz.

Birincisi; Dugin’in İran jeopolitik ekseniyle buluşma pahasına kendi tezlerini umarsızca fırlattığı Esedçilik bataklığıdır ki, bu bataklık “zulüm” adına değerlendirilebilecek hangi uygulama varsa onu temsil eden bir kara delik gibi Rusya’yı da içine çekmektedir.

İkincisi; Rusya’nın “Berlin” jeopolitik eksenine biraz da olsa yaklaşmak ve sınırlarına dayanan NATO paktını dağıtmak pahasına Ukrayna ve Kırım politikalarında içine düştüğü zulüm bataklığıdır ki, toplumsal süreçlerin doğal seyirlerini zorlayan bu yanlış hesap maalesef ki, Rusya’ya duyulan itimadı sarsmıştır.

Ukrayna hamlesi, Almanya ve Rusya’yı birbirine yakınlaştırmak için etkili bir hamle olarak planlanmış olsa da, sonuçları itibariyle bu hamle Rusya’nın önderliğindeki bir birlik için insanları asla ikna edemeyecek, aksine onları gerçek adâlet ilkelerini inciten böylesi bir birlikten daha da uzak tutacaktır.

Dugin tarafından kurulan “Çok Büyük Oyun’un” sobeleneni maalesef ki kaçınılmaz bir şekilde Dugin’in Yeni Avrasyacılık projesi olacaktır.

Çünkü Dugin’in ve onun gibi gerçekten tecrübeli ideologların dikkatlerinden kaçırdıkları çok önemli bir nokta vardır ki, o da “adâlet”tir.

Bu nokta, bütün coğrafi eksenlerin ya da maddi çıkar alanlarının ötesinde insanları ilgilendiren ve onları yeni birlikteliklere ikna edebilecek yegane birlik noktasıdır.

Bu noktayı sarsan ve insanların gerçek adâlete olan fıtri ihtiyaçlarını tatmin edemeyen bütün ideolojiler, medeniyetler, sistemler çökmeye mahkumdur.

Dugin’in dünyayı sürekli bir mücadele içinde gören-gösteren çatışmacı bakış açısı, muhtemelen materyalizm ya da Darwinizm gibi felsefelerin etkisinden kaynaklanıyor.

Dünyayı kara ve denizin mücadele sahası olarak gösteren Dugin, bu “çatışmacı” ve “düalist” bakış açısını Atlantikçilik-Avrasyacılık zıtlaşmasıyla da somutlamaya çalışıyor. Zaten ona göre “jeopolitik, medeniyetlerin zıtlığı hakkındaki ilimdir.”

Çünkü ancak böyle bir zıtlık kurguladığında Rusya’nın bu zıtlığın diğer tarafı olacağı ve ancak bu şekilde iki kutuplu bir küresel çatışmadan bahsedebileceğini çok iyi biliyor.

Halbuki bize göre jeopolitik, bütün insanlığı, insanın fıtratına uygun olan fıtrat medeniyetiyle buluşturmanın yollarını arayan ilimdir.

Biz çok iyi biliyoruz ki, iki kutuplu ve çatışmacı küresel politikalar insanlık için hiçbir hayır getirmedi bugüne kadar.

Ancak şimdi açıkça müşahede etmekteyiz ki, Çin, Japonya, Hindistan gibi yeni güç merkezleri kendilerini yavaş yavaş hissettirmekte ve bu merkezler de küresel dengede kendi oyunlarını kurgulama arayışı içine girmektedirler.

Yine internet ve iletişimin ilerlemesiyle birlikte dünya başlangıçtaki haline, yani tek kıta halinde olduğu Pangea günlerine en azından zihinsel algı boyutunda yeniden dönmüş gözükmektedir.

28

Page 29: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

İnsanların güzel dünyamızı ortak bir şekilde kullandığı, yani tek bir ümmet olduğu o ilk günlere gittiğimizde çatışmayı değil birliği ve beraberliği görmekte değil miyiz?

O halde çatışma başlangıçta değil sonradan ortaya çıkmıştır ve “mücadele” kavramı hem dünyanın hem de insanlık mahiyetinin cevheri değil ârizi bir vasfıdır.

Big Bang teorisi bile göstermektedir ki, kozmik başlangıcın ilk anlarında çatışma ve zıtlık yoktur; sadece ve sadece mutlak birlik hali vardır. Zıtlıklar sonradan oluşmuştur. Anlaşılıyor ki, bütün evren de teklikten çıkmıştır ve nihayetinde yine tekliği doğuracaktır.

Kendi siyasi modelini kadim Ortodoks Hıristiyanlık geleneğiyle temellendiren Dugin’in böyle bir evrensel birliğin ayak seslerini fark edemeyişi teslis akidesiyle tanımlanabilir mi bilemem ama bu çatışmacı düşüncenin evreni kuşatan birlik ruhundan kesin bir kopuşu ifade ettiği çok açıktır.

Hepimiz açıkça görüyoruz ki, bu yaşadığımız dönem bir tek ata tohumdan filizlenen insanlığın teknolojik, sosyal, bilimsel, felsefi, ekonomik vb. açılardan olgunlaştığı bir meyve dönemdir.

Tohumdaki mahiyet meyvede de vardır ve meyve ancak o ilk anı, asıl olanı yani “birlik” anı olan “tohumu” doğuracaktır yine.

İşte Dugin gibilerin görmezden geldiği bu birlik noktası, bu Pangea hali, bu vahdet mührü; internetiyle, medyasıyla, küresel birlik oluşumlarıyla, hâsılı yerelliklerimizden sıyrıldığımız bütün birlik hallerimizle, aşırı bir özlemi çağrıştıran coşkulu ve davetkâr bir çağrı gibi bizi birleştirici iklimine davet ediyor.

ABD’li jeo-politik uzmanı George Friedman ise, görece ihtiyatlı bir dil kullanmakla beraber ABD için olabilecek en iyimser gelecek senaryolarını kurguladığı “Gelecek 100 Yıl” (The Next 100 Years) adlı eserinde 2040’lı yıllardan itibaren küresel bir güç haline gelecek Türkiye gerçeğini itiraf etmek zorunda kalıyor.

Ancak o da pek çok farklı kutbun çatıştığı bir dünya saplantısından kurtulamıyor. Belki de sırf bu yüzden 2050 yılında dünyanın yeni küresel güçleri olacak olan Türkiye, Japonya ve ABD arasında bir küresel savaşın gerçekleşeceği öngörüsünde bulunuyor.

Ancak Friedman yine de Türkiye’nin “küresel bir güç” olmaya dönük doğal tekâmülünü görmezden gelemiyor; Dugin’in de bu gerçeği açıkça anlamış olması gibi…

Belki de tam da bu noktada Yeni Avrasyacılık ülküsünün öncelikle Türkiye’nin önünü kesme arayışı olduğu konusunda şüphelenmemizin haklı gerekçeleri de ortaya çıkıyor.

Friedman, Türkiye’nin vakıadaki bu yükselişini ABD hesabına kârlı gelişmeler doğuracak bir perspektifle kurgularken, Dugin haklı olarak kendi kadim imparatorluğunun yeniden dirilip egemen olacağı bir dünya hayaliyle bu küresel stratejileri geliştiriyor.

Fakat iki düşünürün de fark edemedikleri en önemli nokta şudur ki, Türkiye öncülüğünde 2020’li yıllardan sonra inşa edilecek BALASAFA Birliği’nin gerçekleştirmek istediği ulvi amaçlara ne Avrasya Birliği, ne de Atlantik Paktı asla ulaşamaz.

Çünkü iki farklı dünyaya ait bütün bu gelecek kurgularının çıkış noktası öncelikle “menfaattir” ve menfaati elde etmenin en birinci yolu elbette ki çatışmaktır, kavga etmektir.

29

Page 30: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

İki farklı bakış açısı da, Huntington’un “medeniyetler çatışması” tezini destekleyen, çatışma halindeki kavgacı bir dünyayı kurguluyor bizler için.

Dugin’in dilinde çokça rastladığımız “zıtlık” kavramına Friedman’da da rastlıyoruz ve aslında biyolojisinden meta-fizik yapısına varıncaya kadar kökendaş olan insan gerçekliğini, izafi ve vehmi sınırlarla birbirine zıt göstermeye çalışıyor Friedman da.

Mesela, Japonya ve Türkiye’den bahsederken, “Asya kıtasının iki zıt ucu” etiketini bu ülkelere yapıştırıveriyor hemen.

Dugin gibi geleceği menfaat perspektifinden kurgulayan Friedman’a göre, “yüzyılın sonlarında Türkiye’nin etkisi Rusya ve Balkanlardan geçerek Polonya ve Doğu Avrupa ittifakının geri kalanı ile çarpışacak.”

Belki de böylesine ayrışmacı, böylesine merhametsiz ve böylesine kıyametçi bir gelecek kurguladıkları için uzay araştırmalarına bu denli önem veriyorlardır bu ülkeler.

Çünkü bu iki jeo-politik kurgunun gerçekleşme ihtimali, böyle çatışmacı bir dünyayı öngören herkesi telaşlandırmakta ve kaygılandırmaktadır gelecek adına.

Bu nedenle bütün o küresel güçler, hem dünyanın “kendi elleriyle yapıp ettiklerinden dolayı” yok oluşundan kaçmak hem de sömürecekleri başka zengin dünyalar aramak için yollara koyulmayı planlıyorlar başka bahaneler öne sürerek.

Yeni Avrasyacılık da, Atlantikçilik de aslında temelde “güçlü” olanın menfaat elde etmesi ya da menfaatlerini koruması tezi üzerine inşa edilmiş siyasi projelerdir.

Avrasyacılık öncelikle Rusya’nın menfaatlerini korumayı hedeflerken, Atlantikçilik ise evvel emirde ABD ve İngiltere’nin, ardından da Avrupa’nın menfaatlerini korumayı hedefliyor.

Menfaatler söz konusu olduğunda Suriye’de katledilen yüz binlerin, Gazze ve Filistin’de öldürülen on binlerin, Kırım Tatarlarının isteklerinin ya da Irak’ta katledilen milyonların hiçbir önemi yok maalesef.

Yeni Avrasyacıların yönlendirmelerine kanan Rusya, bölgesel ve de küresel menfaatleri uğruna Ukrayna ile savaşa girişip NATO paktıyla çatışmayı dahi göze alabilir.

Hem Avrasyacılara hem de Atlantikçilere göre gelecekte küresel bir güç merkezi olacağı kesin olan Türkiye, dünyayı küresel bir çatışma agorasına dönüştürecek “menfaat” girdabına düşmemelidir hiçbir zaman.

Türkiye kendi küresel menfaatlerinin değil, dünya üzerinde hakkını arayan bütün ezilmiş, yoksullaştırılmış, yok sayılmış ülke ve kültürlerin küresel sözcüsü olmak zorundadır.

Yani Türkiye öyle bir küresel hedef belirlemelidir ki, bu yüksek gayenin yanına koyacağımız bütün o gösterişli jeo-politik baloncuklar bir anda sönüversinler.

30

Page 31: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

BALASAFA BİRLİĞİNİN SINIRLARI

Jeopolitik bilimi, coğrafi mekanın bütün güç imkanları yanında; tarih, kültür, teknoloji, siyaset verilerini de zamanın ruhuna uygun bir şekilde inceler ve bütün bu veriler yoluyla uluslararası alana nüfuz eden siyasi hedefler belirler.

Jeopolitik başlığı altında, daha çok bir milleti temsil eden kurumsal bir devlet erkinin menfaatine kanalize edilmiş stratejik yönelimlerden bahsedilse de, biz jeopolitik kavramını bu oldukça dar anlamıyla kullanmıyoruz.

Bizim jeopolitik anlayışımız insanlık ve değer odaklıdır. Yani jeopolitiğimiz Türkiye mekanından aktifleşiyormuş gibi görünse de, gerçekte “aktifleşme” ile kastettiğimiz bütün insanlığı harekete geçirecek kurtuluş şalterini kaldırma eylemidir.

Bir anda dünyadaki bütün karanlık noktaları ışıl ışıl aydınlatacak bu coğrafi dokunuş, kendimiz adına değil, bir olan insanlık mahiyeti adına; menfaat adına değil, iyiyi ve adâleti temsil eden bütün değerler adına gerçekleştirilecektir.

Bugüne kadarki bütün jeopolitik teoriler çatışma üzerine kurgulandı ve bu teorilerle sadece bir devletin ya da birkaç güç odağının siyasi menfaatleri öncelendi.

Devletleri temsil eden iktidarların “daha çok güç elde etme/daha çok alana yayılma” şehvetleri uğruna yüz milyonlarca insan yerlerinden edilip katledildi/ediliyor.

Bugün biz öncelikle Türkiye şalterini harekete geçirmeyi hedeflesek de aslında bu hedefimiz Türkiye’yi değil, bütün insanlığı harekete geçirmeye dönük yakın bir hedeftir.

Başlangıçta coğrafi sınırların her türlü sınırlı imkanlarından hareket etsek de, insanın var olduğu her mekanla, yani “evrensel değerler” coğrafyasındaki bütün insânî eksenlerle ilgileniyoruz. Yani bizim için coğrafya kavramı devletin maddi sınırlarını ifade etmez sadece. Türkiye bağlamında düşündüğümüzde, daire daire genişleyen 5 farklı sınırdan bahsedebiliriz.

Devletimizin coğrafi sınırları birinci sınırımızdır. İkinci sınırımız ise tarihi ilişkiler sınırımızdır ki, geçmişte Osmanlı, Selçuklu vb. görünüşlerimizin at koşturduğu bütün alanlar bu sınır içindedir.

Üçüncü sınırımız kültür/medeniyet ortaklığı sınırımızdır. Tarihte çok ciddi fiziki ilişkiler içerisine girmediğimiz halde kültürel/medeni ortaklık ya da benzerlikleri paylaştığımız bütün uzak coğrafyalar da sınırımızın bir parçasıdır.

Dördüncü sınırımız evrensel değerler sınırımızdır. Evet, değerler sınırımız bütün dünyayı kuşatır ve coğrafi sınırlardan bağımsız olarak bizi bütün dünyaya bağlar. Nerede zulüm ve haksızlık varsa orada gerçek adâleti haykırma hakkımız vardır.

Beşinci ve son/suz sınırımız ise iki yönlüdür. Bu sınırımızın birinci yönü Güneş sistemimizden başlayarak kâinatın muhayyel en son hududuna, belki de paralel evrenlerin en dip cidarlarına kadar devam eder.

Beşinci sınırımızın ikinci yönü ise sonsuzluğa bakar. Evet yayılmacı bir politika izliyoruz açıkça. Asıl hedefimiz kâinat kadar dar olan sınırlarımızı sonsuzluk ekseninde genişletmek, belki de her biri kainat büyüklüğünde olan cennetlere uzanan meta-jeofizik hedeflerimize ulaşmaya çalışmaktır.

31

Page 32: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

BALASAFA BİRLİĞİNİ NASIL OLUŞTURACAĞIZ?

Balkanlardan Asya’ya, Kafkasya’dan Afrika’ya bütün doğal sınırlarımızın farkına yeniden varacağız evvela.

Tarihi köklere uzanan bu mekânsal farkındalık, aslında üç kıtanın ortasında bir yürek gibi çarpıp duran Türkiye’nin jeostratejik önemini kavramamızı sağlayacaktır.

Evet Türkiye Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının hayat damarlarına umut pompalayabilecek doğal bir kalptir. Öncelikle bu kalbi çalıştırmak, üstelik bu yüz yıllık jeostratejik aritmiden kurtarıp âhenkle çalıştırmak gereklidir.

Daha sonra yürek yürek atmaya başladığımız “birlik” ve “adâlet” ilkelerini kadim coğrafyamızın en ince kılcal damarlarına kadar pompalamak, pompalamak, hiç durmadan pompalamak mecburiyetindeyiz.

Ne ekonomik birlik hülyaları, ne bölgesel güvenlik paktları, ne de coğrafi gereklilikler kalıcı bir dünya barışını ortaya koyacak temel hedefleri ortaya koyamazlar.

Çünkü insanlar birbirleriyle çatışmak için değil, birbirlerini “tanımak” için yaratılmışlardır ve ancak böyle bir ulvi bakış açısıyla yeryüzünde yaşamayı başaranlar gerçek insan olabilirler.

İnsanlığın aslı, evrenin ve bu evrenin bir meyvesi olan dünyanın aslı gibi “birlik” cevheridir. Ve bu yüzden antropologlar Adem ve Havva’nın çocukları olan Homo-Sapienslerden bahsederken ırk, coğrafya, dil ya da kültür farklılığına vurgu yapmazlar.

Çünkü atalarımız bir tek ailenin fertleriydi ve bu ailenin fertlerinin yaratıldıkları tek bir coğrafyadan ortak insanlık cevherini de yanlarına alıp farklı coğrafyalara göçleri, bu göçler sonucunda edindikleri farklılıklar cehverde olan değil arizi durumlardı.

Tam da bu sebeple, ne Anglo-Sakson vurgulu çağdaş ideolojiler, ne Panslavizm merkezli neo hayaller, ne İbranilere dünya krallığını vaad eden Siyonist emeller, ne de herhangi bir zümreye üstünlük veren totaliter uygulamalar insanlığın kurtuluş bestesini terennüm edemezler.

Huntington’un İslam’ı ve İslam medeniyetini bugünkü dünya gerçekliğini oluşturan bağlamdan soyutlaması demek aslında bugünün bütün kimliklerini yalanlaması demektir.

Geçmiş, bugün ve gelecek birbirinden koparılamayacak bir bağlamın farklı paragraflarıdır. O halde bugün dünya arenasında gerçekleşen bütün gelişmeler, önceki ya da eş zamanlı diğer gelişmeler gerçekleştiği için olmuş/olmakta/olacaklardır…

İnsanlık ancak “insan” hitabına muhatap olabilir ve bu hitap ne Hıristiyanlık’tan, ne Yahudilik’ten, ne de Fransız aydınlanmacılığını putlaştıran modernist yaklaşımlardan doğmuştur.

Hümanizm tabiri bile âdil bir kavram değildir. Çünkü bu kavram yaratıcı merkezli evren fikrine alternatif olarak üretilmiş, insanı evrenin merkezine oturtarak adeta tanrılaştırmıştır.

Bu düşünce âdil değildir çünkü insan kendi hücrelerine bile hâkim değilken, kâinatın tamamına özne haline getirilmiştir ki, kâinat fabrikasının en son nesnesinin özneliğe (fâilliğe) soyunması soygunların en cüretlisi ve akıldışısıdır.

32

Page 33: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

Arap kavmiyetçiliğini, Pers gururunu, Roma kibrini, modern ve post-modern putları paramparça eden sadece ve sadece “Eyyühel İnsan!” seslenişidir.

Öyleyse bizler de reçetemizi ancak bu seslenişin kaynağından, ancak insana, pür-insana (saf insana) hitap eden Kur’an’dan bulabileceğiz demektir.

Ne Protestan geleneğe öykünen küresel politikalar, ne de kaynağını Ortodoksluk geleneğine dayandıran neo-Avrasyacı oluşumlar, bütün bir insanlık mahiyetinin kurtarıcı yolunu eğip bükmeden, çıkmazlara sokmadan belirleyemezler.

İnsan gerçek adâletle, evrenin her bir zerresinden her bir küresine kadar hükmeden gerçek adâletle bütünleştiğinde gerçek huzuru yakalayacak ve gerçekten de insan olacaktır.

Bizim derdimiz üst-insana ulaşmak değil, karanlık felsefeler ve ideolojiler arasında yok olmaya yüz tutmuş pür-insana ulaşmaktır çünkü.

İnsanın menfaatler uğruna mankurtlaştırılıp yok edilmiş ulvi mahiyetini kurtarmadan ne bir üst-insandan, ne de o insanın inşa edeceği adil bir üst-medeniyetten bahsetmemiz mümkün olmayacaktır.

O halde anlaşıldı ki bizim hayata sokmamız gereken temel iki prensibimiz vardır ve bu prensipler BALASAFA Birliğini inşa ederken uygulayacağımız temel prensiplerdir.

Birinci olarak özümüzde var olan ve evrenin her bir köşesinde kendisini gösteren “birlik” prensibine bağlı kalacağız ve bu temel prensipten doğan “yardımlaşma”, “dayanışma”, “merhamet” gibi yardımcı prensipleri BALASAFA medeniyetinin ufuklarında bayraklaştıracağız.

Bu prensip gereği hiçbir çatışmacı ve zıtlaştırıcı medeniyet kurgusuna kapılmayacak, evrende hükmeden üst-şuura paralel “birleştirici”, “bütünleştirici” bir harmoniyi savunacağız.

İkinci olarak “gerçek adâlet” ilkesine sımsıkı sarılacağız ve dünyadaki bütün farklı kültür ve milletlerle bu evrensel ortak payda üzerinde eksensiz, sınırsız ve evrensel bir boyutta buluşacağız.

Bizler zannedildiği gibi sadece Osmanlı Medeniyetini değil, yüreğimizi ışıtan ve önümüzü aydınlatan sonsuz vaadin son basamağını; yani İnsanlı Medeniyetini oluşturacak o kutlu kuşağız.

BALASAFA oluşumu sadece Türkler, Araplar ya da Osmanlı bâkiyesi topluluklar için değil bütün insanlık için “birlik” ve “adâlet” talep eden bir oluşum olacaktır. Sloganımız ise tüm dünya için BİRLİK, tüm dünya için ADÂLET olacaktır.

Afrika steplerinde henüz adım atmaya başlayan, gözleri ışıl ışıl umut çakan o minik yavrunun yüreğindeki umut olacağız biz.

Avrupa maddeciliğinin karamsarlığında yitirilmiş ruhunu aramaya çıkmış o seküler seyyahın aradığını altın bir adâlet tepsisinde ona sunacak olanlar da bizleriz.

Arakanda çaresizlik girdabına kapılmış esmer tenli o zayıf kadının gözyaşları yanaklarıyla henüz buluşmadan onu gerçek adâletin umuduyla buluşturacak olanlar da bizleriz.

33

Page 34: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

Suriye’de, Gazze’de, Filistin’de varil bombalarıyla, kurşunlarla, işkencelerle insanlıkları incitilmiş bütün o gerçek insanların çok değerli onurlarını tamir edecek âdil reçeteler de sadece bizim elimizdedir bizim.

Ne bölgesel menfaatler, ne kültürel yakınlıklar, ne de kan bağlarımız; gerçek adâleti yer yüzünde tesis etmemize engel olamayacaktır. Zira, kendimiz, ana babamız ya da çocuklarımız aleyhinde bile olsa adâleti, sadece ve sadece gerçek adâleti ortaya koymaya and içmiş “kanitin” zümresine dahiliz biz ey insan kardeşlerim!

Elbette belli bir zaman ve mekanda gerçekleştirilen bütün fiiller gibi bir zamanımız ve mekanımız olacak bizim.

Elbette belli bir zaman ve mekana bağlı kurgulanan bütün hikâyeler gibi belli bir zaman ve mekânımız vardır bizim.

Zamanımız geçmiş, şimdiki ve gelecek zamandır. Tüm dinamiklerimiz geçmişin bütün güzelliklerinden alıp şimdi yaşayacak ve gelecek kuşaklara sabırla ulaştıracağız.

Mekanımız ise ayaklarımızın bastığı en yerel noktadan, hayalimizin ulaştığı yer kürenin ve hatta kâinatın en uzak sınırlarına kadar geniş bir mekandır. Bir adım ötesi sonsuzluk olan dar bir genişlik yine de.

Bizim küresel hayallerimiz oldukça dar bir alana vurgu yapan jeopolitik kavramıyla değil cosmos küresini tamamıyla kuşatan kozmopolitik terimiyle ifade edilebilir ancak.

Ama yine de evrenin engin boyutlarına yükselmeden ayaklarımızın basacağı mekanı yani BALASAFA Birliğinin jeo-politik konumunu betimlemek bilimsel bakış açımızın temel bir gereğidir.

34

Page 35: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

İNSANLIĞI ADÂLET KURTARACAK Adâlet kavramı, soyut bir kavram olması nedeniyle tanımlanması oldukça güç bir kavramdır.

Ancak “adâletsizlik” dediğimizde, somut deneyimlerden yola çıkarak tanımlayabileceğimiz bir tecrübi alana dahil olmuş oluruz. Bizim için “adâlet” çocukluktan bugüne kadar yaşadığımız “adâletsizlik” tecrübeleriyle tanımladığımız bir kavramdır çoğunlukla.

Çocukluktan itibaren karşılaştığımız olay ve durumlara karşı geliştirdiğimiz içsel tepkilerin varlığı, adâlet/adâletsizlik değerlendirmelerinin şablonunun içimizde bir yerlerde zaten var olduğunu ortaya koymaktadır.

Ancak başlangıçta adâlet “ben” üzerine temellendirilen, ego-centric bir duyguya tekabül eder. Yani “benim için iyi olan adildir” diye düşünürüz önceleri. A priori bir şekilde “adâletin” ne olduğunu yaşar ve öğreniriz.

HAPİSHANE BEKÇİSİ

Bizim için âdil olmayanın, başkaları için de âdil olmadığını anlamaya başladığımız zaman “adâletin” toplumsal boyutlu bir kavram olduğunu fark ederiz.

İnsanlığın ileri dönemlerinde ise “adâlet kavramı” biçimselleştirilip kurumsallaştırılmış ve benden, dahası benlerin toplamı olan bizden koparılmıştır.

Adâletin biçimselleştirilmesi hatta kurumsallaşması gerçekte adâletin ruhumuzdan ve özümüzden kısacası yaşantımızdan kopuşu anlamına gelmektedir.

Çünkü bireysel bir duygu olan adâlet duygusu, fert fert bizde var olduğu için, bizlerin toplamını temsil eden devlette de temsil edilmiştir.

Ancak adâlet sadece devletin tesis etmesi gereken bir görev değildir ve bu böyle algılandığında, devlet hapishane bekçisi bir devlet konumuna düşer.

BİREYLER ADİL OLMALI

Adâlet gerçekte hapishanelerdeki mahkum sayısının artışı ile değil, hapishane sayısının azalması ile yükselir. Bu da ancak devlete tevkil edilen adâlet duygusunun bireysel alanda yeniden diriltilip beslenmesiyle mümkündür.

Yani adâleti tesis etmek, senin, benim, bireyin görevidir her şeyden önce.

Bireylerinin âdil olmadığı bir toplumun devletinden adâlet beklemek zulmün ta kendisidir.

Bu durumda devletin adâletsizliği bireylerin adâletsizliğinin bir tezahürüdür ve devletin adâletsiz olması adâletsiz bir toplum için, “ettiğini bulma” ilkesi gereği; tam da gerçek adâletin tecelli etmesi anlamına gelir.

35

Page 36: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

İnsanlık tarihi, aynı zamanda bir adâlet arama tarihidir de. İlahi dinler gibi beşeri ideolojilerin de önemli bir ayağını oluşturur adâlet kavramı. Mesela İslam’ın kaynak kitabı olan Kur’ân-ı Kerim’in dört temel esasından birisi “adâlet” olduğu gibi; Liberalizm, Sosyalizm gibi beşeri ideolojiler de daha adil bir dünya arayışına girişmişlerdir.

Marks “adâlet” sorunsalıyla fazlaca ilgilenmez çünkü herkesin eşit olduğu sınıfsız bir toplum zaten “adil” bir toplum değildir. Adâleti temele alıp önermeler üretmek, Marksist ideolojinin bizatihi herkesi eşit sayan adâletsizliğini çürütmek olacaktır aynı zamanda.

Marksizme göre adâlet kavramı Kapitalizmi benimseyen Burjuvacı toplumların bir oyuncağıdır ve Komünist devlette böyle bir oyuncağa zaten ihtiyaç olmayacaktır.

AHLAKİ NORMLAR

Post kapitalist dönemde “adâlet” mekanizması halen işlerlikte olsa da, ileri Komünist dönemde “herkesten yeteneğine göre, herkesin ihtiyaçlarına göre” şeklinde ifade edilen adâlet ilkesi ortadan kalkacağı için, adâlete de ihtiyaç kalmayacaktır.

Üstelik adâlet kavramı “mülkiyet” kavramıyla ilişkilidir ve mülkiyetin tamamen kalktığı bir ortamda “adâlet” kavramı da anlamsızlaşacaktır. Hem Marksizm’e göre “adâlet ve haklar” ahlâki normlardır ve bütün ahlaki normlar gibi kapitalist düzeni meşrulaştırmaya yararlar.

Görüldüğü gibi Komünist ideoloji ilkesel olarak ve varoluşu gereği adâleti yadsımak hatta yok saymak zorundadır. O halde Komünizm insanlığın “adâlet açlığını” tatmin etmek bir yana sürekli incitecek, sürekli bastıracak bir ortamı tesis edecektir.

SINIRSIZ ÖZGÜRLÜK!

Liberalizm ise adâleti bireysel hakların mümkün olduğu kadar genişlemesi olarak algılar. Fukuyama’nın “Tarihin Sonu”nda belirttiği gibi bütün adâletsiz uygulamalar insanın “thymotik” yönünün doyumsuzluğundan ortaya çıkar.

Thymos insanın kendi varlığını bütün değerleriyle birlikte kabul ettirme isteğidir. Fukuyama’ya göre Liberal Demokrasi bu ihtiyacı tam olarak tatmin ettiği için insanlığın son durağıdır artık.

Fakat liberalizm adâleti biçimselleştirerek ve de kurumsallaştırarak işlevsizleştirmektedir aynı zamanda. Rawls’ın “Bir Adâlet Teorisi” adlı yapıtında olduğu gibi formülleştirilmiş bir robotik ve matematiksel adâlete götürmektedir bizi.

Âdil bireyleri değil de, sınırsız özgür bireyleri önceleyen Liberalizm, toplumları bir tek tirandan kurtarır ama devleti bireyler sayısınca tiranla başa çıkma derdiyle baş başa bırakır.

Suriye’de, Mısır’da hükmeden tiranların “tymos”larının tatmin edilmesi için öldürülen ve sürgün edilen insanların trajedisi bile, adâletsiz bir “kabul görme” duygusunun hangi tür canavarlıkları doğuracağını açıkça gösteriyor.

Liberalizm, içine düştüğü adâlet sorunsalını Rawls’ın Bir Adâlet Teorisi ile aşamadığı içindir ki, muhafazakar Liberalizmi temsil eden Hayek ve Nozick yeni adâlet teorileri geliştirmek zorunda kalmışlardır.

36

Page 37: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

Bugün başta ABD olmak üzere Liberal Demokrasiyle yönetilen ülkelerin kendi içlerindeki ciddi “adâlet” sorunları; liberal ülkelerden dünyanın geri kalanına yönelik, kendi ilkeleriyle bağdaşmayan totaliter, baskıcı, değişime zorlayıcı tutumlar, bu ideolojinin “adâletsiz” de var olabileceği şüphesini uyandırıyor insanlarda.

Hayek kurallara dayalı bir adâlet anlayışını savunur. Adil davranış kuralları adını verdiği hukukun kurallarına uyanlar âdil kabul edilir. Ancak hukuk kurallarının her zaman âdil olmadığını, adil olsalar da adil uygulanmadığını en liberal ülkelerdeki adâletsiz kimi hukuki kararlar sayesinde öğrenebiliyoruz.

Nozick ise, aşırı derecedeki bireyciliği sayesinde anarşist bireyciliğin temsilcisi olmuştur. Birey adeta toplumdan koparılmıştır. Böylece birey yalnızlaştırılmış dahası bir ferdi oldukları topluma da yabancılaşmışlardır.

Aşırı bireyciliğin ise insanlığa adil bir dünya sunmaktan ziyade, adeta her biri tiranlaşmış bireylerin menfaat kavgalarıyla daha da adâletsizleşmiş bir dünyayı doğurması oldukça beklendiktir.

Şirket devlet anlayışını savunan Nozick’in minimal devlet anlayışına göre devleti sınırlayan bir mekanizma yoktur. Bu durumda devletin tiranlaşıp adâletsizliğe yönelmesi nasıl önlenecektir? Bu da Liberal devletin önemli bir çıkmazıdır.

ADÂLET TEMELLİ BİR MEDENİYETE DOĞRU

İnsanlık olarak “adâlet” temelli yeni bir yürüyüşe ihtiyacımız olduğu kesin. Çünkü mutlak eşitlik ya da bireysel alanın sınırsız genişliği insanlığın adâlet ihtiyacını tatmin edemiyor.

Hele de medeniyetin gerektirdiği erdemleri özümseyememiş toplumlarda sınırsız özgürlük sınırsız anarşiyi doğururken, Liberalizmi tek kurtarıcı olarak görmek büyük yanılgı.

ABD’nin, AB’nin ya da BM’nin dümenini kontrol edenlerin Liberal Demokrasiyi özümseyemediğini söylemek imkansızdır ancak insanlığın bu güç odaklarından şikayeti de, isteği de öncelikle adâlettir. Son iki yüz yılda, insanlığın adâlet duygusu önceden olmadığı kadar incinmiş ve baskıcı ideolojiler tarafından defalarca tecavüze uğramıştır.

O halde bireyin değişimini toplumun değişimi olarak kabul eden adâlet temelli yeni bir anlayışa ihtiyacımız var. Evet âdil bir toplum için, öncelikle âdil bireyler yetiştirmek zorundayız. İdeolojisine göre, hocasına, derneğine, gücüne, parasına, babasına göre hareket etmeyi “adâlet” olarak tanımlayan bu hastalıklı ruhtan kurtulmalıyız artık.

Adâlet-i mahza olarak da anılan gerçek adâlet ilkeleri zaten vicdanımızda ve kendimiz için istediğimiz bütün adâlet taleplerinde baştan sona mevcuttur.

Yapmamız gereken, “kendisi için istediği adâleti başkaları için de isteyen” âdil bireyleri yetiştirmektir.

En karanlık dönemlerde bile insanın eylemlerini adâlet lehine sınırlayan ve canavar yönlerini zulüm urundan temizleyip arındıran adâlet/hak duygusunun yeniden ihyası, emin olun ki bu hüsran çağına çok iyi gelecek.

37

Page 38: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

ADÂLET-İ MAHZA VE ADÂLET-İ İZAFİYE ANLAYIŞI

Bedenleri kırımdan geçirmekten ziyade, en vahşi fırtınalarla ruhları kavuran, vicdanları ve insâni olan her ne varsa onu katleden bir ruhkırım yaşanıyor dünyada. Böylesine dehşetli bir ruhkırıma dahi gözünü kapayan “Batı Adâleti”, belli ki artık körlük derecesinde bir umarsızlık hastalığına tutulmuştur. Belli ki batının vicdanı, geçmişin zulüm dolu karanlık günlerinden miras bir foseptik çukurunun içine düşmüş, battıkça derinlere batmakta, bu hastalıklı vicdan kendi süfli menfaatlerinin karanlığına her batışında daha da çılgınlaşmakta ve umarsızlaşmaktadır. Güçlülerin huzurunda secde etmeyi; tiranları, Firavunları, sahte tanrıları doğuran mimsiz bir çıplak medeniyetle övünmeyi marifet sayan batılı zihniyet, Suriyeli’nin, Arakanlı’nın akan kanlarının da en birinci fâilidir. Bu noktada, mazlumların haklarını korumada oldukça tembel olan bu sahte adâleti “atalet” olarak adlandırmakta yarar görüyorum. Açıktır ki, teknolojinin standartlarını belirlemeyi başaran batı medeniyeti, Gerçek Adâlet’te sınıfta kalmıştır. Daha önce de söylediğimiz gibi yeniden söyleyelim o zaman: “Birleşmiş Milletler bizi yanlış anladı herhalde. Biz ATALET değil, ADÂLET istiyoruz.” “İbadetlerine son derece ihtimam gösteren, abdestsiz dolaşmayan, devamlı zikirle, fikirle meşgul olan bir insan, kul hakkına riayet etmiyor, bir mazluma zulmediyorsa açıktır ki, o insan gerçekte takva sahibi değildir: “Ey iman edenler! Adâleti titizlikle ayakta tutan, kendini, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adâletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şâhidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”(Nisa 135) Bu âyet-i kerime çok açık göstermektedir ki Rabbimiz, duygularla (heveslerle) adâleti keskin bir çizgiyle birbirinden ayırmıştır. Yani gerçek adâlet (adâlet- i mahza) anne baba, zengin, rütbeli, ünlü için zerre kadar ayırımcılık önermeyen saf adâlettir. Bu adâlet anlayışı, duygulardan, cemaatlerden, milli aidiyetlerden, parti taraftarlığından, ideolojilerden, “dayım var”lardan, bana görelerden, “bizim çocuk”lardan arınmış bir objektifliği gerektirir. İşte Allah’ı seven-Allah’tan korkan müttaki Müslüman’ın sosyal hayattaki en birinci vazifesi (canlı, cansız) her varlığa karşı âdil olmaktır.

38

Page 39: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

Kur’ân’ın gerçek adâlet anlayışı, toptancı ve genellemeci “hepsinin köküne kibrit suyu” hükümlerini reddeder. Yani bir millet bütünüyle “kötü” olmadığı gibi, bir insan da bütünüyle “kötü” değildir. Bizler çoğu zaman millî duygularımızla sevgi ya da yergimizi abartırız. Ama bu, gerçek adâletin işi değildir. Mesela bütün Ermeniler, bütün Hıristiyanlar, bütün Yahudiler ya da bütün Budistler, bütün Parti yönetimi, bütün hükümet, bütün Cemaat mensupları kötü-zalim-suçlu değildir. Kur’an’ın önerdiği adâlet anlayışına uygun yönetilen bir devletin mahkemelerinde sadece haklı haksız ayrımı yapılır. Adâlet-i Mahza, 100 masumun arasında var olan bir suçlu için 99 masumu feda etmemeyi, o suçlunun bizzat bulunarak cezalandırılması gerektiğini anlatan bir kavramdır.

Hatta Adâlet-i Mahza, bir gemide bulunan 100 kişinin içinde bir tek masum olsa dahi, o masum için geminin batırılmaması gerektiğini savunan hassas bir adâlet anlayışıdır.

Adâlet-i Mahza Kur’ân’ın adâlet anlayışıdır. Bu anlayışa göre, suç şahsidir. Bugün Gazze’de olduğu gibi, bir kaç kişinin suçunun cezası bütün bir halka, bütün bir aileye, bütün bir cemaate ödetilemez. Suçun kesinliği ispat edilmeden hiç kimse cezalandırılamaz.

Diğer bir adâlet anlayışı ise, Adâlet-i İzafiye’dir. Bu anlayışa göre 99 masum yanında bir tek cani olsa, o bir tek caniden kurtulmak için 99 masum feda edilebilir.

Bu adâlet anlayışını uygulamanın geçmişte mazur sebepleri olabilir ama bugün ortada Adâlet-i İzafiye’yi uygulamak için hiçbir mazur sebep kalmamıştır.

Çünkü bugün teknolojinin de gelişmesiyle suçluyu nokta atışıyla tespit etmek mümkündür. Uydu görüntüleri, parmak izlerinin tespiti, DNA izleri, kamera kayıtları gibi imkanlar suçluyu bizzat teşhis için büyük faydalar sunmaktadır.

Görüldüğü gibi Adâlet-i İzafiye’nin bugünün ileri şartlarında halen uygulanması büyük zulümlerin doğmasına sebep olacaktır.

39

Page 40: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

GERÇEK ADÂLET ANLAYIŞI Gerçek adâlet anlayışı; neye mal olacak olursa olsun Suriye’deki zulme seyirci kalmamayı, Arakan’daki soykırıma bütün gücümüzle itiraz etmeyi gerektirir. Gerçek adâlet anlayışı; İsrail’deki Filistinlinin hakkını korumada titiz olduğumuz kadar suçsuz bir Yahudi’nin hakkını korumada da titiz olmamızı gerektirir. Gerçek adâlet anlayışı; Somali’de açlıktan ölen çocuk için uykularımızı kaçırmaya sebep olduğu gibi, Ermenistan’da açlıktan uykusu kaçmış bir çocuğun çığlıklarını duymayı da gerektirir. Gerçek adâlet anlayışı; bütün genellemeci anlayışlardan uzaktır. Bir kaç kişinin şahsi suçu bir partinin tamamına, bir millete ya da bir cemaate teşmil ediyorsa, orada gerçek adâlet yok demektir. Gerçek adâlet, suçun şahsiliği prensibine bağlı kalmayı gerektirir. Gerçek adâlet anlayışı; yargılarımızda ve eylemlerimizde de adil olmayı gerektirir.Gerçek adâlet; İslam’ın özgürlük alanlarını genişleten bir hükümete teşekkür etmeyi, İmam Hatipleri açan, tesettürü serbestleştiren, irtica yaygalarını ortadan kaldıran, Risale-i Nurları Diyanet eliyle neşreden bir Başbakan’a Allah razı olsun demeyi de gerektirir. Gerçek adâlet anlayışı; bir hükümetin ya da cemaatin kusurlarına odaklanmayı reddeder. Gerçek adâlet; karşımızdakinin iyiliklerine, hayır namına yaptıklarına odaklanıp onların fiillerini hüsn-i zanla, adâletle değerlendirmeyi gerektirir. Gerçek adâlet anlayışı; kendimiz için talep ettiğimiz bütün özgürlük alanlarını Kürt-Türk, Müslim-Gayr-i müslim, Cemaat ehli-Laik, Sünni-Alevi insanlar için de ayrım gözetmeden istemeyi gerektirir. Ancak Gerçek Adâlet anlayışı; milletin çoğunluğunun oyuyla seçilmiş ve İslam dünyasına adâlet umudu olmuş bir siyasi iktidarı türlü hileler yoluyla, yıpratmaya, devirmeye çalışmak değildir. Gerçek Adâlet, zengini daha zengin, fakiri ise daha fakir yapacak şekilde ekonomiyi yıpratma teşebbüslerden de beridir. Gerçek Adâlet faizden uzak, Zekat müessesiyle dost bir adil sistemi destekler. Bu arada Müslüman sadece canlılara değil, cansızlara karşı da adâletle davranır. Sözgelimi Ayasofya Camii gibi ibadet için inşa edilmiş bir mekanın halen müze olarak kalması ona karşı yapılan bir adâletsizliktir. Gerçek Adâlet, toplumdaki her kesimin meşru haklarına ve isteklerine riayet eden adâlettir. Mesela toplumda karma eğitim ve karma iş ortamından rahatsız olanlar vardır. O halde onlar için kendi hemcinsleriyle ders görüp çalışabilecekleri ortamlar hazırlanmalıdır. Yine yüzlerce yıldır, İslami ve Kur’ânî perpektiften uzak eğitim bakış açılarının insanlığa dayatılması da Gerçek Adâlet’e zıttır. Evrimci ve maddeci ideolojilere mahkum olmaktan kurtulmalıdır insanlık. Herkes kendi kabul ettiği felsefi görüşe göre eğitim görebilmelidir artık.

40

Page 41: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

GERÇEK ADÂLET YOLUNDA UYMAMIZ GEREKEN PRENSİPLER “Bir masumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi, umumun selameti için feda edilmez.” “Cenâb-ı Hakk'ın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük büyük için iptal edilmez.” “Bir cemaatin selameti için, bir ferdin rızası bulunmadan hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet namına rızasıyla olsa, o başka meseledir.” "Birisinin günahıyla başkası muahaze ve mes'ul olmaz." “Hakkın hatırı âlidir, hiçbir hatıra fedâ edilmez.” "Kuvvet hakka hizmetkâr olmalı" “Hak güçte değil, güç Hak’tadır.” Balasafa Birliği “gerçek adâlet” birliği... Dünyanın asıl ihtiyacının “ekonomik kalkınmadan” önce, “gerçek adâlet kalkınması” olduğunu anlamış dünya devletlerinin kurduğu, Türkiye liderliğindeki adâlet birliği. Bu birliğe üye bütün devletler, adâlet ilkelerini şu temel prensibe dayandırmış durumdalar: “Hak güçte değil, güç Haktadır” Bir Yahûdî’nin de, bir Müslümanın da, bir Budist’in de hakkı korunmuş durumda. Hepsi adâlet önünde eşit, hiçbir ayrımcılık yok. Fitne çıkarmadıktan sonra herkes huzur içinde inancını yaşıyor, milliyetini muhafaza ediyor, dilini konuşabiliyor. Balasafa Birliği’nin 4 temel yapısı bulunuyor: 1- Dini aidiyetine bakmadan, gerçek adâlete muhtaç bütün dünya ülkelerini kapsayan bir şûra yapısı. Menfaata değil, adâlet-i mahzâya dayanan çatı birlik. Bu yapı hiçbir inanç, medeniyet, kültür ayrımı gözetmeden bütün insanları “Gerçek Adâlet” ilkeleriyle kuşatacaktır. 2- İttihad-ı İslam adıyla bütün dünya Müslümanlarını temsil eden Şûrâ-yı İslâmi adlı, meşveret ve şûrayla yönetilen ve gerçek adâlete dayanan İslam Birliği. 3- İslam ülkelerindeki Müslüman olmayan diğer din ve inanç mensuplarının haklarını gerçek adâlet ilkelerine bağlı kalarak koruyan bir alt birlik. 4- Müslüman olmayan ülkelerdeki Müslümanların haklarını adâlet-i mahza prensiplerine bağlı kalarak koruyan bir alt birlik.

41

Page 42: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

Balasafa Birliği’nin sadece insanların değil, hayvanların, bitkilerin ve hatta cansızların haklarını da koruyan alt bölümleri de vardır ki, mesela Sinek ve Karınca Haklarını Koruma kurumu ya da Çiçeklerin Haklarını Koruma kurumu bunlardan sadece ikisidir. Peki Balasafa birliği ne yapacak? Hangi uygulamaları hayat sokacak? *Gerçek Adâlet ilkesi gereği Balasafa Birliği’ne üye olan her ülke alınacak kararlarda söz sahibi olacaktır. *Oylamalarda hiç bir ülkeye “Daimi Üyelik” vb. bir ayrıcalık tanınmayacaktır. Her ülkenin oyu eşit olacak, bir kararı almak için gerçekleştirilecek şûrada %50 barajı esas olacaktır. *Balasafa Birliği, temelde İslam Birliğine dayanır ama Avrupa Birliği vb. örneklerde olduğu tek bir kültürü diğer Hıristiyan, Yahudi, Budist vb. devletlere dayatmaz. *Balasafa Birliğinin Hıristiyan, Budist, Yahudi vb. üyeleri olan devletler, Medine Vesikasında olduğu gibi Balasafa Birliği’nin bütün haklarından ayrım gözetilmeksizin istifade eder, yine ayrım gözetilmeksizin birliğin bütün sorumluluklarını benimserler. *Bütün kararlar Balasafa Kanun-u esasinde belirlenmiş temel Gerçek Adâlet prensiplerine uyumlu olmak zorundadır. *Mesela üye bir ülke, şûra toplantısı sırasında hangi inançtan olursa olsun başka bir ülkenin halkına (bugün Suriye ve Gazze halkına yapıldığı gibi) “zulüm” yapılmasını önerirse, bu öneri görüşülmeden yok hükmünde kabul edilecek, gerekirse zulmü öneren ülke adâlet bakımından kırmızı listeye alınacaktır. *Balasafa Birliğine üye olan ülkelerin ilerleme göstergesi, adâlet alanında katettikleri mesafedir. Bunun için renklerle ifade edilen 3 ya da daha fazla kategori belirlenecek, adâlet uygulamaları yönünden zayıf olan ülkelere gereken bütün eğitim, danışmanlık desteği verilecektir. *Balasafa Birliği, zulüm karşısında hiçbir siyasi, dini, kültürel, ekonomik çıkar hesabına girmeyecek, zulmün varlığı somut delillerle tesbit edildiği an, mazlum tarafa (hangi din ve hangi ırktan olursa olsun) süratle yardım edilecektir. *Balasafa Birliğinin askeri, ekonomik, kültürel, dini, siyasi vb. farklı boyutları vardır ve birliğe üye olan ülkeler kendilerini ilgilendiren ortak alanda sorumluluklarını gerçekleştirmek zorundadır. *Balasafa Birliği ordusu, üye bütün devletlerin gerek silah, gerekse araç gerekse de insan gücü açısından katılımıyla kurulacaktır. *Adâlet Ordusu olarak da anılacak bu ordu, üye devletlerin yetki vermesiyle gerektiğinde sadece “zalim” devlet ya da devletlere yönelik olmak şartıyla, “mektuplu ikaz, elçi gönderimi, uyarı ateşi, topyekün saldırı” gibi askeri seçeneklerini sırasıyla devreye sokacaktır.

42

Page 43: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

BALASAFA BİRLİĞİ VE GERÇEK ADÂLET İLKELERİ

Küreselleşme olarak adlandırılan mevcut durum, tek dişi kalmış Kapitalizmin ağzını sulandırsa da, aslında bütün sistemler için de kolay bir yayılma imkânı sunar.

Dünya artık birbirine kenetlenmiş bir vücut gibidir ve bu vücudun herhangi bir bölgesinde yaşanan herhangi bir durum, yerellikten sıyrılıp bütün dünyayı etkileyecektir.

Mesela, Türkiye’deki gelişmeler Orta Doğu’yu (Bizim Doğu’yu) etkilemiştir. Filistin’de yaşanacak gelişmelerse bütün dünyayı etkileyecektir.

Bizim Doğu’da yaşanan özgürlük ve adâlet hareketlenmeleri, aslında bir vücut haline gelen dünya sisteminin iflah olmaz bir şekilde hastalandığını da gösteren belirtilerdir.

Mısır’ın Sisi’si de, Suriye’nin Esad’ı da aslında dünyada hükmeden bütün adâletsizlikler namına direniyorlar mesela.

Mesela, Filistin ve Gazze’de belirginleşen zulüm uru, aslında bütün dünyanın damarlarında dolaşan “adâletsizlik kanseri”nin bir tezahürüdür.

Avrupa’nın tüm değerlerini temsil eden Yunanistan’da yaşanan ve bir türlü çözülemeyen ekonomik kriz, Avrupa Birliği’nin geçirdiği kalp krizlerinin bir ürünüdür.

Sanki tüm dünya güllük gülistanlıkmış da, sadece Ortadoğu adâlete muhtaçmış oyunundan vazgeçmemiz gerekiyor.

Batı, temsil ettiği tüm seküler değerler adına, “gerçek adâlet” yoluna girmekte olan Türkiye’nin Avrupa’ya sızmasını önlemek için Yunanistan’a “Euro”larını yığıyor.

Bu durum, hastalığın sebebinin yanlış teşhis edildiğini göstermenin yanında, açlıktan ölen Afrika’yı birkaç günde diriltecek paraların, bir hiç uğruna nasıl da heba edildiğini ortaya koyuyor.

İşte bu adâletsizliğin en alasıdır. Mehmed Akif’in haykırdığı “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” nitelemesi, işte batının zalim yüzünü yüz yıl öncesinden ortaya koymuştur.

Batının insanlığa faydalı ve hakiki İsevilik ya da Kur’an kaynaklı yüzüne elbette söyleyecek sözümüz olamaz. Zaten bu yüz de, Batının canavarlığından müştekidir.

Filistin’de ve Gazze’de yaşanan zulme en başta Tevrat’ın hükümlerini çok iyi bilen, anti-Siyonist Yahudiler karşı koymaktadır. Amerika’daki protestolarını her fırsatta izliyoruz.

Söz Amerika’ya gelmişken ifade edelim ki, Amerika yadsınamaz bir dünya gücü olmuştur ve onun devletler dengesindeki derin etkisini yok saymak açık bir divaneliktir.

Ancak Amerika da, ülkesinde ve etki alanına aldığı tüm bölgelerde “gerçek adâleti” uygulama konusunda başarısız olmuştur.

Wall Street’i işgal eden göstericilerden sonra Ferguson’da isyan eden göstericiler de ABD’nin “adâletsiz” uygulamalarına karşı seslerini duyurmaya çalışmaktaydılar gerçekte.

43

Page 44: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

İnsanlığı Liberalizm gibi sistemlerin kurtaracağını savunan dostlarımızsa, bize göre yanılgı içindedirler. Gerçekten teorik Liberalizm böyle bir kurtuluş serabı görmemizi sağlar.

Ancak, Liberalizm’in bayraktarlığını yapan ABD gibi ülkeler, maalesef insanlığı, kendi insanları da dahil olmak üzere, gerçekten mutlu etmeyi başaramamışlardır.

Öyle ki liberalliğin doruklarında dolaşan kimi ülkeler bile, henüz çarşafı, minareyi, ezanı içlerine sindiremeyecek kadar haktan uzak, Romanları, Türkleri dışlayacak kadar zulmün yanında bir tutum sergilemişlerdir.

Liberalizm de maalesef her zaman, egemen kültür ve gücün yanında yer almıştır ve almaktadır. Bu dünyanın görünen ve yaşanan bir gerçeğidir.

Kant gibi aydınlanma filozoflarının bireyin haklarını ön plana çıkarıcı görüşleri her fırsatta Liberaller tarafından dillendirilse de, her nedense bu insani haklar peçeli bir Müslüman kadına ya da minareden ezan okumak isteyen müezzine layık görülmeyen “bireysel haklar” olmuştur her zaman. Komünizm ise teoride dahi adâlet kavramına sessiz kalır. Marks’ın fikri tartışmalarında zaten “adâlet” diye de bir sorun başlığı da yoktur. Bütün sorunlar ekonomik kaynaklıdır ve toplumdaki sınıfsal farklılıklar eşitlendiğinde hiçbir sorun kalmayacaktır.

Hatta bir ülkede komünist sisteme geçildiğinde oluşacak postkapitalist dönemin gerçekte “adâletsiz” bir dönem olacağı komünizmin ideologları tarafından da ifade edilir.

“Post kapitalist toplum” döneminden sonra ulaşılacağı düşlenen sınıfsız toplum gayesine, ne komünist Rusya’da, ne de sosyalist Çin’de bir türlü ulaşılamamış olması, muhayyel “sınıfsız toplum” fikrinin insanoğlunun fıtratı tarafından yeteri kadar “adil” bulunmadığını açıkça göstermektedir. Aslında sorun Sosyalist, Liberalist ya da Kapitalist olup olmama sorunu da değildir. Temel sorun bize göre, içinde bulunduğumuz sistemde “gerçek adâleti” nasıl sağlayabileceğimiz sorunudur. Bizce dünyayı kurtaracaksa, “gerçek adâlet anlayışı” kurtaracaktır. İnsanları da bu anlayıştan başka bir anlayış ya da sistem tek başına asla mutlu edemez.

Gerçek adâlet anlayışının temel ilkeleri de oldukça basittir. Hatta bu ilkeler bir tek cümleyle bile özetlenebilir: “Güç sadece haktadır!” Toplumların ve devletlerin hücrelerine kadar sinmiş “güçlü olan haklıdır” prensibi yeryüzünden silinmeden insanlık asla mutlu olamaz.

Hz. Muhammed, Veda Hutbesi sırasında kendisinden hak talep eden sahabeye, kamçılaması için sırtını açmıştı. O bu hareketiyle “güçlü olan haklıdır” prensibini de yerle bir etmişti. “Güçlü olan haklıdır” prensibi insanlığı perişan eden iki zalim uygulamayı doğurmuştur: Birincisi, “Ben tok olayım da, başkası açlığından ölürse ölsün bana ne.”, İkincisi ise, “Sen zahmetler içinde boğul ki, ben nimetler ve lezzetler içinde rahat edeyim.”

Dünyayı perişan eden Kapitalizm, faizcilik, zengin düşmanlığı, terör, kölelik, sömürgecilik gibi bütün uygulamalar işte bu iki cümleye dayanır.

44

Page 45: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

Bu cümleler ise, dünya insanlarının şuuraltını maalesef işgal etmiştir. Dünyevi bir yönetim operasyonundan öte, öncelikle şuuraltına yönelik gerçekleştirilecek imani operasyonlara muhtacız. Şuuraltını, kalpleri, akılları ve ruhları hakimiyeti altına almış “güçlü olan haklıdır” prensibi, cebirle, zorlamayla asla yenilmez. Aksine daha da güçlenir.

Devlet, bu zalim prensipleri alt edecek adil bir ortamı doğurmakla mükelleftir. Daha sonra eğitimin, medyanın türlü imkanları kullanılarak, “Haklı olan güçlüdür” prensibi tüm dünyaya yayılmalıdır. Bu aşamanın sonrasında ise tüm dünya insanlarını mutlu kılacak “gerçek adâlet”i benimsemiş yönetimler ortaya çıkacaktır.

Kur’an’ın esaslarından biri olan “adâlet” ilkesini laf olsun diye değil de, samimi bir şekilde benimseyen bir ülke yönetimi, asla zulüm ve haksızlık yapmaz.

Bir de “gerçek adâlet” anlayışının hukukta, güvenlikte, eğitimde, kamunun diğer alanlarında da yansımaları olacaktır ki, dünyanın huzuru da ancak böyle mümkün olabilir.

Mesela, Avrupalıların büyük bir çoğunluğu, gece gündüz çalışarak ödedikleri vergilerin, “gerçek adâlet” rağmına “siesta” uykusuna yatan Yunanistan’a verilmesine isyan etmektedir

İran bölgede büyük bir güç olma imkânını, Suriye’deki zulüm karşısındaki sessiz duruşuyla yok etmeyi başarmıştır.

Mısır darbecilerinin adâletsiz uygulamaları onların da insanlığa ümit kaynağı olamayacağını çoktan göstermiştir.

Rusya, Çin gibi ülkelerin de emperyal menfaatler uğruna hakkı ve adâleti yok saydığını bilmeyenimiz yok. Eğer bu konuda şüpheniz varsa, Kırım ve Doğu Türkistan örneklerine dikkatle bakmanız yeter.

Dünya halkları, artık kendilerinin belirleyici olduğu, adil ve şeffaf yönetimler istiyorlar. Bu durum, örgütler ve sivil toplum kuruluşları için de geçerli. Hiçbir örgüt, vakıf ya da dernek, zulümlere destek olduğu halde sevimli kalamayacak.

Bizim sözlüğümüzde ise adil yönetimlerin “gerçek adâlet” adına oluşturacakları uyumun adı “Balasafa Birliği” olacaktır. Türkiye, bu birlik kurumsallaştırarak tüm dünyanın ufkunda Gerçek Adâlet bayrağını dalgalandıracaktır.

Bize düşen, sabırla ve gayretle adâlet için çalışmaya, tüm insanlık için ümid verici adâlet neşideleri inşad etmeye devam etmektir.

Çünkü “adâlet” güneşli “gerçek baharların” gelişi imkansız değil, “belki yarın, belki yarından da yakındır”

45

Page 46: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

İNSANIN ADÂLET İHTİYACI

“Büyük Dünya Birliği” adlı politik kurgu kitabımızın yayınlandığı 2011 yılından beri çeşitli vesilelerle “BALASAFA (BALkan, ASya, AFrika, g. Amerika) Birliği” diğer adıyla “Gerçek Adâlet Birliği” projemizi duyurmaya çalışıyoruz.

Peki bu proje ütopik bir kurgudan mı ibarettir yoksa, Gerçek Adâlet Birliği dediğimizde gerçekleşme imkânı yüksek olan reel ve doğal bir süreçten mi bahsediyoruz?

Bizim temel çıkış noktamız, insanların “adâlet” ihtiyacıdır. Çünkü bu öyle bir ihtiyaçtır ki, Fukuyama’nın dile getirdiği “tymos” duygusundan daha da baskın bir arzudur.

İnsanlık tarihinin çok talihli addedebileceğimiz belli dönemlerinde; bir nebze de olsa tatmin edilmiş olan adâlet ihtiyacı, bugünlerde mevcut küresel sistem hatırına yok sayılıyor adeta.

Vücudumuzdaki maddi kalbin ya da beynin ihtiyaçları yok sayıldığında ne oluyorsa, vicdanımızın ihtiyaçları yok sayıldığında da manevi olarak aynı akıbete yuvarlanıyoruz.

Gerçek Adâlet Birliği ideali, insanoğlunun, maddi menfaatler uğruna yok sayılan “adâlet duygusunu” tatmin/tamir etme arayışının bir neticesidir gerçekte.

İngilizce’de “sense of justice” olarak anılan “adâlet duygusu”nun varlığı, son dönemde gerçekleştirilen bilimsel çalışmalar yoluyla da ispat edilmiş durumda.

Science, dergisinde yayımlanan bir makale gösteriyor ki, insanların beyninde “adâlet duyusu” olarak adlandırılabilecek özel bir bölge var. (Science DOI: 10.1126/science.1129156)

Bilim adamları “ültimatom oyunu” olarak adlandırılan bir yöntem kullanarak insan beyninde “haksızlıkların cezalandırılmasından sorumlu” bir bölümün olduğunu bilimsel olarak ortaya koydular.

Bu araştırmaya göre beynin ön lobunu ifade eden “dorsolateral prefrontal cortex” (Beynin ön lobunun yan sırtı bölgesi/DLPFC ya da DL-PFC) her hangi bir haksızlık durumunda büyük değişimlere uğruyor.

Ernst Fehr ve çalışma arkadaşları gerçekleştirdikleri bilimsel araştırmalar sonucunda bu bölgenin; sadece kendi çıkarımız için hareket etmemizi önleyici bir baskı mekanizmasına sahip olduğunu ortaya koymuşlar.

Belki de beynimizdeki bu bölgenin baskısıyla; henüz küçük yaşlarda cevizleri, bisküvileri ya da şekerleri arkadaşlarımıza eşit ya da eşite yakın şekilde üleştirmeyi dert ediniyoruz.

Aslında bu araştırma sonucu, haksızlık ve adâletsizlik kavramlarının “menfaat/çıkar” kavramıyla orantılı olduğunu açıkça gösteriyor.

Herhangi bir kişi, zümre ya da toplumun kendi “çıkarları” ön plana alındığında işte o zaman beynimizdeki “adâlet duygusu” isyan bayrağını çekiyor.

Tam da bu noktada adâletin izafi olmayan, bütün insanlar için neredeyse “mutlak” bir yönüne de dokunmuş oluyoruz aslında. Bu durumu kademeli birkaç mantıki önermeyle ortaya koyalım isterseniz:

1- Bizim sadece kendi çıkarlarımızı gözetmemiz diğerlerinde adâletsizlik duygusu uyandırır.

46

Page 47: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

2- Diğerlerinin sadece kendi çıkarlarını gözetmeleri bizde adâletsizlik duygusu

uyandırır.

3- Bütün insanların sadece kendi çıkarlarını gözetmeleri bütün insanlarda adâletsizlik duygusu uyandırır.

4- O halde, menfaat/çıkar arayışları insanlarda oluşan adâletsizlik/haksızlık duygusunun

temel sebebidir.

5- Adâleti tesis etmenin yolu menfaat/çıkar arayışlarını tamamen yok etmekten ya da bu arayışları tüm insanlar için dengelemekten geçer.

6- İnsan doğasının gereği olan çıkar duygusunu yok etmek imkansız olduğuna göre onu

tüm insanlar için adil bir hale getirmeliyiz.

7- O halde temel adâlet prensibimiz, kendin için istediğini diğerleri için de iste, olmalıdır.

Ulaştığımız bu temel adâlet prensibi beynimizin ön lobunda yani DLPFC’mizde herhangi bir baskıya sebep olmuyor sizin de hissettiğiniz gibi. Çünkü insanların bizim çıkarlarımızı en az kendi çıkarları kadar önemsemesi, kendimizi güvende hissetmemize sebep oluyor. Böylece biz olmadıkları halde bizim çıkarlarımızı savunan diğerlerinin de, kendilerini bizden yana güven altında hissettiklerini apriori olarak anlayabiliyoruz kolaylıkla. Kendimiz için istediğimiz adâleti, özgürlüğü, mutluluğu vb. başkaları için de istersek, işte o zaman “âdil” olmaya başlıyoruz. Eşimiz için, çocuklarımız için, idaremiz altındaki diğer insanlar için ancak bu bakış açısıyla başarabiliriz “adâletli” olmayı.

47

Page 48: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

DİNLERİN ADÂLET VURGUSU

Açıktır ki, bütün dünya dinleri tâbilerini doğruluğa, dürüst davranmaya ve âdil olmaya teşvik eder. Adâlet duygusu bu açıdan da dünya insanlarının üzerinde ittifak edebileceği bir çözüm anahtarıdır. Hangi dinden ya da hangi kültürden olursa olsun insanlar, bu duygunun vicdanlardaki kesin ortaklığına itimat ederek binlerce yıldan beri düşmanlarından ya da bilmedikleri yabancı toplumlardan adâlet dilemişlerdir. Müslümanlar Habeşistan’a gittiklerinde Hıristiyan Habeş Kralı Necâşi’den adâlet istemişler, Necâşi de kendi adâletine sığınan Müslümanları himaye ederek onlara âdil davranmıştır. Osmanlı Devleti İspanya’dan sürülen Yahudilere sahip çıkarak ve diğer Hıristiyan devletlerin zulümleri altında ezilen Hıristiyan devletlere ve halklara yardım ederek İslam’ın adâlet anlayışını göstermiştir. Selahaddin Eyyubi Kudüs’ü fethettiğinde orada yaşayan Yahudi ve Hıristiyanlara olabildiğince âdil davranmıştır. Fâtih’in Bosna’daki Hıristiyanlar için yayımladığı fermanı bilmeyen yoktur. Hz. Muhammed’in Medine Anayasasında bütün din mensuplarına adâletli bir yaklaşım sergilenmiştir. Hindistan’da Budistler, Hindular ve Müslümanlar yüzlerce yıldan beri bir arada yaşamaktadır ve bu durum da göstermektedir ki insanlar inançlarının da yönlendirmesiyle âdil olmaya ve adâletli davranmaya meyillidirler. İnsanların vicdanlarındaki adâlet duygusunu besleyen en önemli kaynak dindir, inançtır. İnsanlar yalnız başlarına kaldıklarında, yasanın, polisin ve askerin tehdidinden kurtulduklarına bitki, hayvan ve insanlara rahat bir şekilde zulmedebilirler. Çoğunlukla onları zulümden geri döndüren vicdan azabı da denilen o “küçük cehennem” azabıdır. Dinler ve özellikle de İslâmiyet âhiret inancı vasıtasıyla insanları âdil olmaya, insanların ve diğer canlıların hukukuna tecâvüz etmemeye çağırır. Evet, insan bu dünyada zulmederse bunun cezasını öte dünyada bizzat âhını aldığı canlıların eliyle çekecektir. Bu inanç, insanları zulümden uzak tutabilecek derecede ikna edici bir inançtır. Yine her an Allah ve melekler tarafından izlendiğini düşünen bir inanlı da canlılara ve diğer insanlara karşı âdil olması gerektiğini sürekli hatırlayacaktır. İnsan düzlemindeki yansımaları farklılıklar gösterse de, kesin olan bir şey vardır ki, o da dinlerin “adâlet” duygusuna verdiği önemdir. Bütün dinlere göre insanlar âdil olmalıdır. Bu dünyada da, sonsuzlukta da mutluluğun yolu adâletten geçmektedir. Bu açıdan baktığımızda, Balasafa Birliği projemizin temelini oluşturan “Gerçek Adâlet” anlayışı dinler tarafından da önemsenmiş ve sürekli vurgulanmış bir anlayıştır. Balasafa Birliği yeryüzündeki bütün insanların mustarip olduğu adâletsiz uygulamalar konusunda “adâlet” vekâletini eline alacak ve kudretli bir şekilde dinlerle de ittifak ederek zulmü etkisizleştirecektir. İnsanlar mutlu olmak için çeşitli ideolojiler, çeşitli sistemler ve çeşitli politik görüşler ortaya koymaktadır asırlardan beri. Ancak bu dolaylı yaklaşımların hiçbiri dünyadaki sorunun temeline asla dokunamaz. Çünkü aslında farkında olmasalar da “adâletsizlik”le mücadele etmek için tesis edilen bütün o izmler zamanla başka seküler konuların enflasyonu altında ezilip kalmaktadır. Halbuki başka hiçbir alana kaymadan, menfaate dayalı hiçbir kaçış yolu aramadan doğrudan dünyadaki hastalığın kendisine ve samimi olarak meselenin aslına odaklanmamız gerekmektedir ki, bunu dinler binlerce yıldır yapmaktadır. Dünyadaki sorunun/sorunların temelinde her türlü adâletsizlik vardır ve bu adâletsizliklerin çözümü için tek ihtiyacımız olan Gerçek Adâlet ilkelerini benimsemek ve bütün gücümüzle uygulamaktır.

Evet biz Gerçek Adâletçiyiz, Gerçek Adâlet peşindeyiz ve hiçbir beşerî “izm”in ya da ideolojinin değil sadece Gerçek Adâletin tüm dünyada hâkim olmasını arzuluyoruz. Gerçek Adâletin kuşatıcı ilkelerini tüm dünya sathında uygulayacağımız o muhteşem günlerin yaklaştığını ise iliklerimize kadar hissediyoruz.

48

Page 49: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

1) TEVRAT’TA ADÂLET Bakın, Rabb’in eli kurtaramayacak kadar kısa, Kulağı duyamayacak kadar sağır değildir. 2 Ama suçlarınız sizi Tanrınız’dan ayırdı. Günahlarınızdan ötürü O’nun yüzünü göremez, Sesinizi işittiremez oldunuz. 3 Çünkü elleriniz kanla, Parmaklarınız suçla kirlendi. Dudaklarınız yalan söyledi, Diliniz kötülük mırıldanıyor. 4 Adâletle dava açan, Davasını dürüstçe savunan yok. Boş laflara güveniyor, yalan söylüyorlar. Fesada gebe kalıp kötülük doğuruyorlar. 5 Engerek yumurtaları üzerinde kuluçkaya yatıyor, Örümcek ağı dokuyorlar. Onların yumurtalarından yiyen ölür, Kırılan yumurtadan engerek yavrusu çıkar. Dokudukları ağdan giysi olmaz, Elleriyle yaptıklarıyla örtünemezler. Eylemleri kötü eylemlerdir, Elleri zorbalığın araçlarıdır. 7 Ayakları kötülüğe koşar, Çekinmeden suçsuz kanı dökerler. Akılları fikirleri hep kötülükte, Şiddet ve yıkım var yollarında. 8 Esenlik yolunu bilmezler, İzledikleri yolda adâlet yoktur. Kendilerine çarpık yollar yaptılar, O yoldan gidenlerin hiçbiri esenlik nedir bilmez. 9 Diyorlar ki, “Bu yüzden adâlet bizden uzak, Doğruluk bize erişemiyor. Işık bekliyoruz, yalnız karanlık var; Parıltı bekliyor, koyu karanlıkta yürüyoruz. 10 Kör gibi duvarı el yordamıyla arıyor, Yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Öğle vakti alaca karanlıktaymış gibi tökezliyoruz, Güçlüler arasında ölüler gibiyiz. 11 Hepimiz ayı gibi homurdanıyor, Güvercin gibi inim inim inliyoruz. Adâlet bekliyoruz, ortada yok; Kurtuluş bekliyoruz, bizden uzak. 12 Çünkü sana çok kez başkaldırdık, Günahlarımız bize karşı tanıklık ediyor, İsyanlarımız hep yanıbaşımızda. Suçlarımızı kabul ediyoruz.

49

Page 50: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

13 Başkaldırıp RAB’bi yadsıdık, Tanrımız’ı izlemez olduk. Zorbalık, isyan dolu sözler söyledik, Yüreğimizde tasarladığımız yalanları mırıldandık. 14 Adâlet püskürtüldü, doğruluk bizden uzak duruyor. Çünkü gerçek, kent meydanında sendeleyip düştü, Dürüstlük aramıza giremez oldu. Hiçbir yerde gerçek yok, Kötülükten çekinen soyuluyor!” RAB olanları gördü ve adâletin yokluğuna üzüldü. 16 Kimsenin olmadığını gördü, Aracılık edecek birinin olmadığına şaştı. Kendi gücüyle kurtuluş sağladı, Doğruluğu O’na destek oldu. 17 Doğruluğu göğüslük gibi kuşandı, Kurtuluş miğferini başına taktı, Öç giysisini giydi, Gayreti kaftan gibi sarındı. 18 Herkese yaptıklarının karşılığını verecek. Düşmanlarına öfkeyle, Hasımlarına ve kıyı halklarına cezayla karşılık verecek. Böylece batıdan doğuya kadar insanlar RAB’bin adından ve yüceliğinden korkacak. Çünkü düşman azgın bir ırmak gibi geldiğinde, RAB’bin Ruhu onu kaçırtacak. 20 RAB diyor ki, “Kurtarıcı Siyon’a, Yakup soyundan olup başkaldırmaktan vazgeçenlere gelecek. 21 Bana gelince, onlarla yapacağım antlaşma şudur: Üzerindeki Ruhum, ağzına koyduğum sözler Şimdiden sonsuza dek senin, çocuklarının, Torunlarının ağzından düşmeyecek.” (YEŞÂYA 59) Her Şeye Egemen RAB diyor ki, ‘Gerçek adâletle yargılayın; birbirinize sevgi ve sevecenlik gösterin. (Zekeriya 8/9) Yapmanız gerekenler şunlardır: Birbirinize gerçeği söyleyin, kent kapılarınızda esenliği sağlayan gerçek adâletle yargılayın. (Malaki 2/16)

50

Page 51: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

2) İNCİL’DE ADÂLET

Ama sen, ey Tanrı adamı, bu şeylerden kaç! Doğruluğun, Tanrı yolunun, imanın, sevginin, sabrın, uysallığın ardından koş. (1.Timoteos 6/11) Bu, Peygamber Yeşaya aracılığıyla bildirilen şu söz yerine gelsin diye oldu: “İşte Kulum, O’nu ben seçtim. Gönlümün hoşnut olduğu sevgili Kulum O’dur. Ruhum’u O’nun üzerine koyacağım, O da adâleti uluslara bildirecek (Matta 12/17-18) Ezilmiş kamışı kırmayacak, Tüten fitili söndürmeyecek, Ve sonunda adâleti zafere ulaştıracak. (Matta 12/20) “Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Siz nanenin, dereotunun ve kimyonun ondalığını verirsiniz de, Kutsal Yasa’nın daha önemli konularını –adâleti, merhameti, sadakati– ihmal edersiniz. Ondalık vermeyi ihmal etmeden asıl bunları yerine getirmeniz gerekirdi. (Matta 23/23) Aşağılandığında adâlet O’ndan esirgendi. O’nun soyunu kim anacak? Çünkü yeryüzündeki yaşamına son verildi.” (Elçilerin İşleri 8/33) Ey efendiler, gökte sizin de bir Efendiniz olduğunu bilerek kölelerinize adâlet ve eşitlikle davranın. (Koloseliler 4/41) Bundan sonra göğün açılmış olduğunu, beyaz bir atın orada durduğunu gördüm. Binicisinin adı Sadık ve Gerçek’tir. Adâletle yargılar, savaşır. (Vahiy 19/11)

51

Page 52: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

3) BUDİZM’DE ADÂLET

- İnsanın zihni kötülüklerden arınırsa çevresi de kötülüklerden arınacaktır. İşte o zaman dünya daha yaşanılası bir yer olur.

- Öfkeye ve kine sarılmak, baska birine atmak üzere akkor halindeki kömürü

avuçlamaya benzer; yanan kişi siz olursunuz.

- Size verilenleri gözünüzde büyütmeyin; başkalarını da kıskanmayın. Baskalarini kıskanan kişi, asla manevi huzur bulamaz.

Bir gün savaşmak üzere olan iki grup görür Buda. “Bakın” der talebelerine:

- Bunlar Şakyalar ve Koliyaslar... İki taraf da prens soyudur. Rohini ırmağını paylaşamıyorlar aralarında. Bu basit menfaat için kavga ediyorlar her zaman. Benim öğretilerimin değerini anlıyorsunuz sanırım. Mutlu olmanın tek yolu menfaat duygusundan kurtulmak. Duyularımızın tüm isteklerinden kaçmaktır. Gidelim de yanlarına bu savaşı önleyelim.

Daha sonra Buda kıyıda tartışma halinde olan prenslerin yanına gider ve başkomutana sorar:

- Nedir bu savaşınızın nedeni? Komutanlar ve prensler bakışır birbirlerine. İki taraf da tam olarak bilmemektedir savaşın nedenini. Daha sonra prenslerden birisi cevap verir gür sesiyle:

- Su ve toprak için savaşıyoruz Gautama hazretleri. - Peki bu su bize parayla mı gelmektedir? Bu toprakların oluşması için ne kadar ücret

verdik? Yani sizce su ve toprağın maddi değeri nedir? Komutanlar bir müddet düşündükten sonra cevap verirler:

- Fazla da bir değeri yok. Her yerde bolca; ücretsiz bulabiliyoruz toprak ve suyu.

- Peki Prenslerin değeri ne kadardır sayın komutanlar?

- Elbette onların değerine paha biçilemez. Düşünemeyeceğiniz kadar değerlidirler.

- Öyleyse, değersiz ve ufak menfaatler için, değerleri sınırsız olan bu insanları tehlikeye atmış olmuyor musunuz?

Komutanlar bu cevap karşısında beyinlerinden vurulmuş gibidirler. “Haklısınız efendim!” diyerek cevap verirler.

“Bu dünyada nefret nefretle yatıştırılamaz. Nefreti ancak sevgi ve iyilik yatıştırır”

52

Page 53: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

4) KUR’ÂN’DA ADÂLET

Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emrediyor. Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla görendir. (NİSA/58)

Ey iman edenler! Adâleti ayakta tutan ve kendiniz, ana-babanız ve yakın akrabanız aleyhine de olsa, yalnız Allah için şahitlik eden kimseler olunuz. Zira zengin de olsa, fakir de olsa, Allah ikisine de (sizden) daha yakındır. Nefsinizin arzusuna uyarak adâletten uzaklaşmayın. Eğer (şahitlik ederken) dilinizi eğer, bükerseniz veya çekinirseniz, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (NİSA/135)

Ey iman edenler, Allah için hakkı ayakta tutanlar ve adâletle şahitlik yapanlar olunuz. Bir kavme olan kininiz, sizi adâletsizliğe sevketmesin. Adâletli olun, çünkü o, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (MAİDE/8)

Onlar, yalanı çok dinleyen, haramı çok yiyenlerdir. Eğer sana gelirlerse ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Onlardan yüz çevirecek olursan sana asla hiçbir zarar veremezler. Eğer hükmedecek olursan aralarında adâletle hükmet. Çünkü Allah, âdil davrananları sever. (MÂİDE/42)

Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse aralarını adâletle düzeltin ve (her işte) adâletli davranın. Şüphesiz ki Allah, adil davrananları sever. (HUCURAT/9)

Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adâletli davranmaktan men etmez. Çünkü Allah adâletle davrananları sever. (MÜMTEHİNE/8)

Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Bununla beraber malını saçıp savurma. (İSRA/26)

Ölçtüğünüz zaman tam ölçün ve doğru terazi ile tartın. Bu hem daha hayırlıdır ve sonuç itibariyle de daha güzeldir. (İSRA/35)

Yarattıklarımızdan, hakka sarılarak doğru yolu gösteren ve hak ile adâleti gerçekleştiren bir topluluk vardır. (ÂRAF/181)

De ki: "Rabbim adâleti emretti. Her secde yerinde yüzlerinizi (ona) doğrultun. Dini Allah'a has kılarak ona ibadet edin. Sizi başlangıçta yarattığı gibi (yine ona) döneceksiniz. (ÂRAF/29)

Şüphesiz Allah, adâleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor. (NAHL/90)

Rabbinin kelimesi (Kur'an) doğruluk ve adâlet bakımından tamdır. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. (EN’ÂM/115)

53

Page 54: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

LİBERO-KAPİTALİZM ÂDİL MİDİR?

Adâlet kavramı, Rawls, Nozick gibi adâlet teorisyenleri tarafından Libero-kapitalizmin başlangıçtan haksızlıkçı doğasının esiri haline getirilmiştir. Libero-kapitalizm (Liberal Demokrasi), yanıltıcı bir şekilde adâlet duygumuzu tatmin eder gibi gözükür. Fakat bu ideolojinin sinsi bir “özgürlük” kamuflajıyla kendi çıkarlarını öncelemesi, özellikle de kapitalizmin ömrünü uzatma çabası içine girmesi, adâletsizliğin artarak devam etmesini sağlıyor. Bu arada Liberalizmin, adâlet kavramını sınırsız özgürlük + güvenlik formülüyle açıklama arayışları da boş arayışlardır. Çünkü sınırsız özgürlüğün olduğu yerde özgürlük de, güvenlik de, adâlet de yoktur aslında. Elbette birey özgürdür ama her birey kadar özgürdür. Ve bireylerin özgürlük alanı diğer bireylerin özgürlük alanına kadar genişleyebilir ancak. Mesela tecavüz, şiddet, sözsel tecavüz (hakaret) gibi eylemler, diğerlerinin özgürlük alanına taştığından dolayı âdil değildir. Bu sebeple de “korunmayı” değil, “dışlanmayı” hak ederler. O halde özgürlüğün sınırları, diğerinin özgürlüğünü sınırladığı andan itibaren adâletsizliğin sınırlarına taşmıştır artık. Mesela “askerler ya da polisler başörtüsü takamaz” diyen birisi özgürlüğünün sınırlarını aşmış ve başkasının özgürlük alanına tecavüz ederek adâletsizliğe sebep olmuştur. Ya da “Hıristiyanların kiliseleri kapatılmalıdır” diyen birisi yine başkalarının kendi özgürlüğüne zararsız olan özgürlük alanlarına müdahale ederek adâletsizlik yapmış olur. Kendi içinde oldukça özgür olan ABD, İsrail gibi ülkelerin dış alanda gerçekleştirdikleri “adâletsiz” uygulamalar da bize gösteriyor ki, özgürlük adâlet anlamına gelmiyor hiçbir zaman. BM gibi uluslararası kuruluşlar Suriye, Arakan ve Filistin benzeri “adâletsizliğin” hüküm sürdüğü bölgelere duyarsız kaldığı için “adâlet duygumuz” inciniyor. Yine bu gibi küresel kuruluşlar diğerlerinin değil, sadece 5 ülkenin çıkarlarını kolladığı için diğerlerince “adâletsiz” olarak adlandırılmayı hak ediyorlar. Müslüman birey ve toplumun, diğerlerine göre daha değersiz sayıldığı bu küresel sistemde “adâlet” var mıdır sizin DLPFC’nize göre? Sadece Müslümanlar için değil, zulme uğrayan bütün topluluklar için aynı adâletsizlik duygusu yönlendirici oluyor.

54

Page 55: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

Mısır’da, Arakan’da, Suriye’de, Filistin’de bilimsel gerçekliğin doğal bir sonucu olarak keşfettiğimiz temel adâlet prensibi yok sayıldığı için zulümler devam ediyor. Mesela; İsrail kendisi için istediğini Filistin ve Gazzeliler için istemiyor. Sisi kendisi için istediğini İhvan-ı Müslimin hareketi için istemiyor. Esad-Rusya-İran ittifakı kendileri için istediklerini Suriyeli mazlum halk için istemiyor. Myanmar hükümeti kendi Budist halkı için istediğini Arakanlı Müslümanlar için istemiyor. Çin kendi toplumu için istediğini Doğu Türkistanlı Müslümanlar için istemiyor. Bu örnekleri dünyada yaşanan bütün adâlet sorunlarının sayısınca çoğaltmak mümkün elbette. Bireyler gibi cemaatler, siyasi oluşumlar ve devletler de kendi çıkarlarını öncelediklerinde insanlarda “adâletsizlik duygusu” ortaya çıkıyor. Adâletsizlik duygusu ise, şiddet gibi abartılı intikam arayışlarına itiyor bireyleri ya da toplumları. Küçükken babalarından ya da annelerinden adâletsizlik gören bireyler bunun acısını eşlerinden ya da çocuklarından çıkartabildikleri gibi, adâletsizlik duygusunun kuşaktan kuşağa aktarıldığı bölgelerde yaşayan topluluklar terör gibi başka “adâletsiz” yöntemlere başvurabiliyorlar maalesef. İçinde bulunduğumuz küresel sistem “güçlü olan haklıdır” temel prensibine bağlı olduğu için, dünya ülkelerinde aileden devlet kurumlarına kadar aynı prensibin yansımalarını görüyoruz. Eğer Balasafa Gerçek Adâlet Birliği’ni küresel bir sistem olarak tesis etmemiz mümkün olsaydı, bu durumda “haklı olan güçlüdür” prensibi tüm dünyada çeşitli yansımalarla kendini gösterecekti. Çünkü bu projenin bakış açısına göre artık bütün dünya “Medine” olacaktır ve Medine Devleti Anayasasında olduğu gibi Balasafa Birliği döneminde de herkes ne istiyorsa herkes (kendisi ve diğerleri) için isteyecektir! O halde hiç kimse kendisi için istemediğini başkası için isteyemeyecektir. Evet, bireysel manada namazlarımızı kıldık, oruçlarımızı tuttuk, zekatlarımızı verdik belki ama “küresel ibadetlerimizi” ihmal ettik bugüne kadar. Küresel birliğimizi sağlamak, adâleti tüm dünyada yeniden tesis etmek ise, gerçekleştirmemiz gereken küresel ibadetlerin başında geliyor.

55

Page 56: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

O halde aşağıdaki ayet-i kerimeyi dünyadaki bütün adâlet sorunlarını hesaba katarak, bir kere daha tefekkür edelim bakalım. “Ey îmân edenler! Allah için (hakkı) ayakta tutanlar, (ve) adâletle şâhidlik eden kimseler olun! Bir kavme olan kîn(iniz), sizi aslâ adâletsiz olmaya sevk etmesin! Âdil olun! Bu, takvâya daha yakındır. Ve Allah’dan sakının! Şübhesiz ki Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.” (Maide-8)

56

Page 57: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

ENDÜLÜS’ÜN ADÂLETİ

Bugünlerde kendimi kitaba vurdum. İbn-i Haldun'un “Mukaddimesi”, Ahmet Davutoğlu'nun “Stratejik Derinlik”i, Ziya Paşa'nın “Endülüs Tarihi” okuduğum kitapların başında geliyor.

Ancak proje kitaplarla aram olmadı hiçbir zaman. Hele kaos zamanlarında ortaya çıkıveren sözde yazarların “vurun kahpeye!” tarzındaki proje senaryolarına da karnım tok.

Zira muhalif dediğin mert olmalı bana göre. Yıllar boyunca kaleler ardında saklanıp, düşmanı zayıfladığında harekete geçenlerin sözleri de, kalemleri de itibarı hak etmiyor nazarımda.

Cesurca yazılmış ve eskimeyecek kitaplardan hoşlanırım ben. Bu yüzden Marks'ın Kapital'i bile daha değerlidir bana göre.

Ne Dawkins'i yadırgayabilirim bu noktada, ne de Nietzsche'yi eleştirebilirim asaletinden. Fikirlerindeki aykırılıklara binlerce “şerh” düşerek elbette...

Üstelik “adam satan kitaplardan” değil, “kitap yazan adamlardan” tevarüs etmişimdir yazma tutkusunu filhakika.

Mesela Tolstoy'dan, mesela Bediüzzaman'dan, mesela İbn-i Kayyım el Cevzi'den, mesela Umberto Eco'dan…

Okurum ve okudukça öğrendiklerimi paylaşmak isterim insanlarla. Bilginin çoğalması, hikmetin yayılması için banarım kalemimi hokkaya!

Kaldığım yerden başlayacağım bugün de. Başladığımız yerden daha doğrusu. Ziya Paşa'nın Endülüs Tarihi'nden.

“Bu asrın bütün “en”lerini toplasak bir en/dülüs etmez” diye bahsettiğim kutlu dönemden ürperiyorum farkındaysanız.

Hikmetin, adâletin, hürmetin zirve olduğu bir evc-i ala orası. Ulaşamayacağımız belki asrın katılığından… Dokunamayacağımız belki katılığımızdan...

İsterseniz gelin yüreklerimiz, o günlerde tecelli eden engin adâletten küçücük bir örneğe dokunsun sessizce.

Belki katılığımızı parçalar bu nasihatler de yeni bir adâlet mevsimi kuşatır ruhumuzu ve dünyayı baştan başa.

Ziya Paşa, Endülüs'ün âdil meliki I. Abdurrahman'ın melik olacak oğlu Hişam'a şöyle nasihat ettiğini nakleder eserinin bir sahifesinde:

“Ey oğlum! (De ki: Allah'ım, mülkün sahibi sensin, mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden alırsın.) âyet-i kerimesinin âli hükümlerini aklından bir an çıkarmayıp, nail olduğumuz mülk ve saltanattan bunları bize veren Allah'a hamd ve sena etmek ve Hak teala'nın emaneti olan halka iyilik etmek, himayeye dair görevimizdir.

Zenginler ve fakirlere yüksek derecede adâlet ile davranmayıp zulüm ve cefaya devam etmek, nimetin son bulmasının ve cezaya düçar olmanın sebeplerinden olup, doğru yoldan sapmaktan başka bir şey değildir.

57

Page 58: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

Teba hakkında güzel muamelede bulunulmalı, iyilik ve merhametle davranılmalıdır. Zira onlar da Hak Teala tarafından yaratılmışlardır.

İşleri akıl ve dirayetle sıfatlandırıp, durumları tecrübe edilmeden görevlendirilmiş, yaptığı haksızlıkları alışkanlık haline getiren memurları affetmeden terbiye etmeli ve uzaklaştırmalı…

Çiftçi de azık ve zahiremizi yetiştirdiğinden o sanatı teşvik et, himayede kusur eyleme. Tebaya özen göster, çünkü hükümetin emniyeti, onların memnuniyetleri ve güvenlerine bağlıdır.

Bunun tam tersi olarak, tehlikelerin de onların nefret ve güvensizliğinden doğduğu açık bir göstergedir.

Sonuç olarak, bu şekilde hareket ile iyilik ve güzelliğin gölgesinde bütün ahali günlerini güzel bir şekilde geçirip devlete pek çok dualar etmekle iştigal ederler. İşte padişahın şanına ve şöhretine sebep olan hareketler bunlardır.”

Aslında burada bahsi geçen adâlet kavramı, mezkur kelimelerin darlığında değil, Endülüs'ün varlığında tecessüm etmiş bir adâlettir baştan başa.

Endülüs'ü, asr-ı saadeti ve İslam medeniyetin en müreffeh dönemlerini okumak yeterli olacaktır “adâletin” neliğine vakıf olabilmek için.

Rawls'ın, Hayek'in, Nozick'in sesinden daha gür bir şekilde, “adâlet-i mahzaya” istinad eden “gerçek adâleti” zulümlerle boğulan insanlığın buhranlarına bir can yeleği gibi ulaştırabilmeliyiz.

İşte bu yüzden koca bir ünlem işareti gibi insanlığın önünde dimdik duran Endülüs örneğini çokça düşünmeli ve oradan bulacağımız ibretlerden çokça nasihat almalıyız.

Bugün işte bunun derdinde olmalıyız daha çok. Birkaç milyon insanı “ülkemizde misafir etmekle” insanlığın bir bölümünü kurtarmış olabiliriz elbette.

Ancak Endülüs'ü düşünmek, dünyanın bütün kara parçalarındaki birkaç milyonları nasıl kurtaracağımızı düşünmektir tam da bu noktada.

Osmanlı'nın düşünüp de Endülüs Yahudilerini kurtarması gibi bir düşünce serüvenidir bu ama daha da ötesidir, ötenin de ötesi…

“Tarihin Sonu” zinhar liberalizmden değil, bu düşünce sürecinin meyvesinden doğacaktır ey insan kardeşlerim!

Gerçek Adâlet, öyle raflarda, öyle tozlu kitapların arasında, öyle Endülüslü bir mazide, öyle bir kulaktan girip diğer kulaktan çıkan nasihatlerde kalmasın diye, sistemleştirilmeli, mücessem hale getirilmeli ve uygulanmalıdır.

Gerçek Adâlet birliği… Adâletin ataleti ve adaleyi yeneceği kutlu dönem… Zenginlik… Coşku… Saadet… Huzur… Barış…

Ve insanlık böylece, onur kaybından nasıl da kurtulacaktır!

58

Page 59: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

MYANMAR’DAKİ ZULMÜ BALASAFA BİRLİĞİ ÖNLEYECEK

Ortadoğu’da yaşanan kısmi baharın aksine, Myanmar müslümanları insanlık tarihinde emsali görülmemiş bir “soykırım” kışını yaşıyorlar.

Bedenleri kırımdan geçirmekten ziyade, en vahşi fırtınalarla ruhları kavuran, vicdanları ve insâni olan her ne varsa onu katleden bir ruhkırım yaşanıyor orada.

Böylesine dehşetli bir ruhkırıma dahi gözünü kapayan “Batı Adâleti”, belli ki artık körlük derecesinde bir umarsızlık hastalığına tutulmuştur.

Belli ki batının vicdanı, geçmişin zulüm dolu karanlık günlerinden miras bir foseptik çukurunun içine düşmüş, battıkça derinlere batmakta, bu hastalıklı vicdan kendi süfli menfaatlerinin karanlığına her batışında daha da çılgınlaşmakta ve umarsızlaşmaktadır.

Güçlülerin huzurunda secde etmeyi ve tiranları, Firavunları, sahte tanrıları doğuran mimsiz bir çıplak medeniyetle övünmeyi marifet sayan batılı zihniyet, Arakanlı’nın akan kanının da en birinci fâilidir.

Myanmar hükümeti ise asla olan bitenden habersiz bir masum hükümet rolü yapmasın. Ârif olana açık ki, Arakan’da olan biten her şey malumdur.

Buda’nın “doğruluk, iyilik, sevgi” vb. insâni öğütlerini bile ayaklar altında çiğneyen böyle bir zâlim zihniyetin heykellere ya da Budist mabetlere saygı göstermesi bile o canavarca zulmün üstünü örtemez.

Evet, lafı dolandırmadan söyleyelim ki Arakan’da vahşi bir zihniyet kol gezmektedir ve bütün vicdâni değerlerin rağmına bu vahşi zhniyet Müslüman kanı dökmekten büyük zevk duymaktadır.

Budist rahiplerin kıyafetlerini de gasp eden bu cani zihniyet, içindeki bütün o vahşi hisleri doyurmak adına halkı da peşinde sürüklemekte, bu Deccâli zhniyeti sözü dinlenecek insanlar sanan halkın kandırılmışları da zulmün en alasına imza atmaktadır.

Sormak istiyorum bu zalim zihniyete! Buda’nın iyicil öğretilerinden hiçbir şey öğrenmediniz mi? Tipitakalardan ve diğer kutsal metinlerden iyilik ya da sevgi namına hiçbir şey okumadınız mı?

İslam’ın önünü kesmek aşkıyla, Budizm’i insancıl ve sevgi dolu bir din gibi pazarlamaya çalışan batılıların, Myanmar’da, Rohingya’da Buda’nın çocuklarının gerçekleştirdikleri katliamlar karşısında sessiz kalmaları da düşündürücüdür.

Budizm’in iyilik ve sevgi dini olduğunu birer tekerleme gibi her yerde tekrarlayan Budist din adamlarının bu meselede söyleyecek sözünün olmaması, materyalizm karşısında Budizm’in ağır bir yenilgiye uğradığını açıkça gösteriyor.

Yıllar süren materyalist eğitimin de tesiriyle “güçlü olan haklıdır” prensibinin gönüllü bir uygulayıcısı haline getirilen Myanmar’daki bir zihniyetin mensupları, binlerce yıldır Müslümanlara karşı besledikleri kini bir ejderha gibi kusmaktadırlar Arakan’da.

Bu zulme Tibet Budistlerinin ruhani lideri Dalay Lama sessiz kaldığı kadar, Nobel ödüllü Myanmarlı Aung San Suu Çii de bütün bu zulümleri görmezden geldi.

59

Page 60: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

Müslüman ülkelerde filmleri oldukça ilgiyle izlenen UNICEF’in iyi niyet elçisi Jackie Chan bile gerçekleştirdiği Myanmar ziyaretinde Müslüman katliamına, daha sonra ülkeyi ziyaret eden ABD Başkanı Obama gibi sessiz kalmıştı.

Dolayısıyla bütün bu liderler ve sanatçılar bugünlerde Arakan’da dozu artan dehşetli katliama öyle ya da böyle ortak oldular.

Aynı şey Suriye’de yaşanan zulüm için de geçerli elbette. Türkiye’de hükümetin ya da valilerin haklı sebeplere dayanan alkol yasaklama gibi kararlarını bile “zulüm” olarak niteleyenler, Suriye devletinin binlerce masumu katletme zulmünü utanmadan ayakta alkışlıyorlar.

Suriye’deki zulümlerin asıl müsebbibi olan Esed’i cesaretlendirip, her fırsatta Türkiye’nin meşru Başbakanı’na türlü hakareti savuranlar da Suriye’deki zulmün ortaklarıdır ve bize göre oradaki zulüm yenildiğinde, bu katliam ortakları da uluslarası bir mahkemede adil bir şekilde yargılanmalıdır.

Şunu açık söyleyelim. Suriye’deki zulmün fâili herhangi bir mezhep olmadığı gibi Arakan’daki katliam da salt bir dinin vahşeti değildir.

Bu iki ülkede yaşananlar, inançsızlığın, vicdansızlığın ve doğu toplumlarına enjekte edilen materyalist felsefelerin oldukça acı meyveleridir.

Bu iki ülkede yaşananlar, yüzlerce yıllık toplum mühendisliklerinin dinlerle ideolojileri bağdaştırma arayışlarının fıtri bir sonucudur.

Bu iki ülkede yaşananlar, “güçlü olan haklıdır” felsefesinin bağımlısı haline gelmişliğin acı birer sonucudur.

Gerçekten inançlı olan bir Budist’in ya da gerçekten inançlı olan bir mezhep mensubunun bir karıncayı dahi inciteceğine ihtimal veremem.

Kendimizi kandırmayalım. Yaşananlar din ya da mezhep savaşı değildir. Yaşananlar Deccaliyetin felsefelerine yenilmiş taifelerin, din ve mezhep kisvesi altında insanlıktan öte dinin değerlerini katletmeleridir.

Budizm kendine gelmeli ve Myanmar’da birer kanserli ur gibi tüm değerlerini zapt etmiş bu zalim zihniyetin mensuplarını bünyesinden koparıp atmalıdır.

Suriye’deki zulmü meşru gösteren bütün dini gruplar da hakikati görmeli, nasıl bir dehşetli zulme ortak olduklarının bilincine varmalıdır.

Bu noktada bizler ne derece haklı bir mevzide durduğumuzu bir kere daha fark etmeli, iman hizmetimizin pergelini tüm dünyayı kuşatacak şekilde bir kere daha konumlandırmalıyız.

Gerçek Adâlet davamızdan ise ne pahasına olursa olsun asla taviz vermemeliyiz. Tüm dünyada Gerçek Adâleti tesis etmek adına, birlik çalışmalarımızı hızlandırmalı, gücün üstünlüğüne dayanan birliklere dahil olarak zulme ortak olmamalıyız.

Bunun yerine “hakkın ve adâletin üstünlüğünü” ortaya koyan ve tamamıyla Gerçek Adâlet’e dayanan yeni bir dünya birliğini tesis etmek için elimizden gelenden daha fazlasını yapmalıyız.

60

Page 61: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

Hükümetimiz, Myanmar hükümetini acil bir şekilde uyarmalı ve bu zulmün durdurulması için dini, siyasi her türlü tedbiri almalıdır.

Mesela bu amaç uğruna Budist lider Dalay Lama ile görüşülmeli, gerekirse hükümetimiz öncülüğünde dünya Budistlerinden üyelerin de katıldığı dünya çapında bir Rohingya Konferansı tertip edilmelidir.

Suriye’deki zulmü bitirmek adına kilit birer ülke olan Rusya, İran ve Çin üçlüsüyle diyaloglar attırılmalı, Esed’in tahtından indirilmesi ve uluslarası adil bir mahkemede katliam suçuyla yargılanması için tüm girişimler olanca hızıyla hayata sokulmalıdır.

Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu’nun da dedikleri gibi “onlar yoluna biz yolumuza” diyerek, tüm dünya çapında gerçek adâlete dayanan bir yeni birlikteliğin öncü ülkesi olmamızın da zamanı artık gelmiştir.

Dünyada yaşanan sorunların çözümü yeni ve adil bir birliği tesis etmekle mümkündür. Sadece Müslümanları değil, tüm dünyadaki mazlumları, adâlete muhtaç insanları temsil edecek bir nûrani zatın yani Halife’nin yöneteceği Balasafa Birliği tesis edilmeden bütün bu zulümler bitmeyecektir.

Balasafa Birliği, maddeye dayanan tek gözlü Batı medeniyetinin tek alternatifidir. Çünkü Balasafa Birliği temiz maddi güce dayandığı kadar, derinliğini mâneviyattan ve gerçek adâletten alan bir birliktelik olacaktır.

Bu birlikteliğin uygulayıcıları 1400 yıllık Kur’ân medeniyetinin terbiyesinden geçmiş, iman-ı tahkiki ve ahlak-ı hamide ile mevsuf cengâverler-hanımefendiler olacaktır.

Dünyanın çeşitli ülkelerindeki mazlumlar, ufuklarında demirleyen bu kahraman ruhlu adâlet uygulayıcılarını gördüklerinde, azizlerine, ulularına yeniden kavuşmuş gibi sevinecekler,

Hoş geldiniz ey Mehdiyet mümessilleri!” diye haykırarak, onların şifa bahş “adâlet” reçetelerini hayata sokacaklardır.

O halde kurtuluşun yakın olduğunu müjdeleyerek, Arakan ve Suriye’deki kardeşlerimize seslenelim:

“Sabredin ey kardeşlerimiz sabredin! Kutlu çağın güneşi ufukta belirdi. Rabbimizin ADL isminin insanlık aleminde en umûmi bir şekilde yansıyacağı o muhteşem çağın öncüleri olan bizler, oralara kadar geleceğiz ve sizleri zulmün karanlıklarından Gerçek Adâletin aydınlığına çıkaracağız İNŞAALLAH!”

61

Page 62: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

ORTADOĞU VE BALASAFA BİRLİĞİ

Bağ-ı Dâd’ın, Şâm-ı Şerif’in, Mekke-yi Mükerreme’nin, Medine-yi Münevvere’nin, Kuds’ül Akdes’in bulunduğu coğrafyayı “Ortadoğu Bataklığı” olarak tesmiye eden zihniyet, yerli değil batılı bir zihniyettir gerçekte. Ortadoğu kavramı da, iki büyük okyanusu (Hint ve Atlas Okyanusu), altı ayrı denizi (Akdeniz, Kızıldeniz, Basra Körfezi, Karadeniz, Ege Denizi, Hazar İç Denizi) barındıran onlarca coğrafi bölgeyi, onlarca toplumu tanımlayan yüzlerce kültürü ve dili ifade eden Anglo-Amerikan icadı suni bir terimdir. Tarihi vesikalar bize, Ortadoğu kavramının bugünkü anlamına en yakın şekilde Amerikan deniz tarihçisi ve Jeopolitikçi Alfred Thayer Mahan tarafından 1902 yılında National Review‟de yayınlanan, “The Persian Gulf and International Relations” (Basra Körfezi ve Milletlerarası İlişkiler) başlıklı makalesinde kullanıldığını göstermektedir. Bu anlamıyla düşündüğümüzde, tek başına Ortadoğu terimi bile, “bataklık” kelimesinden daha çamurlu bir bataklığın izlerini veriyor bizlere. Almanların bile “naher Osten” (Yakın Doğu) olarak adlandırdığı kadim coğrafyamıza biz Anglo-Amerikan emperyalizmine özentiyle, “Middle East” (Orta Doğu) demeyi bir marifet sayıyoruz her nedense. Şu bir gerçek ki, bir dilde kullanılan terimlerin etimolojik dayanakları dönüştükçe, o dili konuşan milletlerin zihin yapılarının ve kültürel dokularının kaynakları da değişime uğramaktadır. Ya da zihniyet ve kültür kaynaklarımız değiştikçe, dilimiz de kendisinden etkilendiğimiz egemen kültür hesabına değişmektedir, dönüşmektedir. İngiltere 19. Yüzyıldan itibaren ve özellikle de 1900’lü yılların başlarında Kuzey Afrika’dan Hindistan’a kadar sömürdüğü toprakları bütüncül bir ifadeyle “Orta Doğu” terimiyle anlatıyordu. “Doğu” kavramı batı için somut bir topraklar bütününü ifade etmekten öte, soyut bir alanı, İslam kültür ve medeniyetinin fikri alt yapısını da sembolize eder. Zaten içimizdeki kimi müsteşriklerin iğrendiği ve bataklık olarak algıladığı “Doğu” kavramı, takunya, başörtüsü, şeriat vb. semboller üzerinden eleştirilen soyut bir alana, dinin tam da kendisine işaret etmektedir. İngiltere şahsında mücessemleşen Avrupa sömürgeciliği, “Greenwich” örneğinde olduğu gibi kendisini merkeze alarak Yakın Doğu, Orta Doğu, Uzak Doğu terimlerini geliştirmiştir. Görüldüğü gibi Orta Doğu terimi, dünyayı daha kolay sömürmek adına onu bölümlere ayıran sömürgeci bir zihniyet ve kültürden miras kalmıştır bizlere.

62

Page 63: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

Amerika kıtasını keşfettikten sonra bu kıtanın yerli halklarını katletme hakkını kendisinde gören sömürgeci zihniyet, sömürdüğü o halkları sömürgeci bir anlayışla bizzat kendisi isimlendirmişti. Sömürge ruhu sadece toprağa değil, o toprakta yaşayan insana, o insanın dil, din ve kültür özellilerine de hükmetmeyi buyurmaktadır çünkü. İşte o gündür bugündür batılılar Amerikan yerlilerini “İndians” olarak anmaktadır. Keşfedilen bu yeni kıtanın Hindistan sanıldığı, Hindistan olduğu düşünülen bu yerin halkına da bu sebeple “Hintli” namı verildiği şeklinde devam eden bahaneler de gerçeği örtemez. Tanımak için değil katletmek ve sömürmek için yakınlaştığınız bir toplumun, elbette kendi mahiyetini nasıl tanımladığını ve hüviyetini hangi adla adlandırdığını merak etmezsiniz. Halbuki Kur’ân-ı Kerim’e göre toplumların farklılıkları, onların birbirlerini katletmeleri için değil, birbirlerini tanımaları için oluşmuştur: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” (Hucurat 13) Mahiyet ve hüviyet bilinci katledilen toplumlar zamanla sömürgecilerinin kendileri için hazırladıkları sahte kimlikleri kabullenmeye, Aytmatov’ca söylemek gerekirse Mankurtlaşmaya başlarlar. İşte bu sebepledir ki, bugünlerde Ortadoğu’da yaşayan halkların bile kendilerini “Ortadoğulu” olarak adlandırdığını sıkça görmekteyiz. İngiltere merkezli “Şark’ul Evsat” (Ortadoğu) adlı gazetenin isminden bile anlaşılacağı gibi, yaşadığı coğrafyayı “Ortadoğu” olarak adlandıran bugünün Arap dünyası, belli ki hala Batı emperyalizminin dönüştürücü, sömürgeci ruhunun tesiri altındadır. Bırakın “Ortadoğu Bataklığı” teriminin, Ortadoğu teriminin kendisinin bile Batı karşısındaki ezikliğin, yenilmişliğin, sömürülmüşlüğün bir sembolü olduğunu anlamış olduk sanırım. “Ortadoğu bataklığı” terimi de Ortadoğu kelimesi gibi yerli değil batı kökenli bir terimdir ve belki de bu sebeple içimizdeki batı özentili zihniyet mensupları tarafından sıklıkla kullanılır. Amerikalı bir gazetecinin mesela Michael J. Totten’in kadim medeniyetimizin topraklarını “The Real Quagmire” (2009’daki The Real Quagmire in the Middle East röportajından alıntı) olarak adlandırması oldukça anlaşılabilirdir. Ancak içimizden insanların, bilhassa ABD’nin Irak hayalkırıklığından sonra, ABD tarafından sıkça kullanılan “The Middle East Quagmire” (Ortadoğu Bataklığı) terimini kullanmaya hakkı yoktur. Zira biz ne kadar inkar edersek edelim, batılı Ortadoğu terimini kullanırken Türkiye’yi de

63

Page 64: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

kastetmekte ve dolayısıyla batıdan mülhem Ortadoğu Bataklığı terimi Türkiye’yi de içermektedir. Çünkü Ortadoğu ya da Yakın Doğu terimleri batı tarafından, bilhassa Osmanlı’nın hakim olduğu toprakları tarif etmek için kullanılmıştı önceleri. Onlara göre biz Ortadoğulu Türkleriz hala. Bizim içinse bir Ortadoğu yoktur ve olamaz. Olmayan Ortadoğumuzun bir bataklığı da olamaz elbette. Bahsedecek eğer Osmanlı’dan bahsedebiliriz ve Batı’nın Ortadoğusu bizim Osmanlımız anlamına gelir. İlle de coğrafi bir terimle ifade edeceksek eğer, batının Ortadoğu olarak adlandırdığı bölge bizim (İstanbul) için Güney Osmanlı’dır. Zira bir zamanlar Güney Vilayetlerimiz olan ülkeler ve topraklar bu bölgede bulunmaktadır. Biz Güney Osmanlı terimiyle emperyalist bir anlamı ifade etmiyoruz. Binlerce yıldır yaşamaya devam eden coğrafi terimler gibi bir coğrafi bir terim olarak öneriyoruz bu kelimeyi. Mesela İspanya’da bir bölge hala daha Endülüsya (Andalusia) adıyla anılır. Mesela Macaristan, Hunlardan miras olan Hungary adıyla tanınır hala. Mesela Almanya’da Saksonların ülkesi olan Saksonya adının geçtiği 3 eyalet bulunmaktadır. Yine Basra Körfezi olarak adlandırılan bölge, tarihten tevarüs ettiği Fars Körfezi ismini halen muhafaza etmektedir. Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi bugün Batı’nın Ortadoğu olarak adlandırdığı bölgenin büyük bir kısmını Güney Osmanlı olarak adlandırmak mümkündür. Çünkü bu bölgenin büyük bir kısmı tarihin belli bir döneminde Osmanlı toprakları olarak anılmıştır. Elbette bu terimden daha şumüllü, bütün İslam dünyasının benimseyeceği bölgesel ifadeler de kullanabiliriz Ortadoğu terimi yerine. Merkezi İstanbul olması muhtemel olan İslam Birliği kurulduğunda, katidir ki daha geniş coğrafyaları kapsayan bölgesel eyaletleri olacaktır Birleşik İslam Devletlerinin. Mesela Güney Asya terimi ayrı bir eyalet, Doğu Avrupa, Kuzey Afrika terimleri ayrı birer eyaleti ifade edebilecektir ileride. United States of İslam (USİ) yani Birleşik İslam Devletleri resmi olarak kurulmadan önce elbette batılı batıl zihniyeti aksettiren kavramların bir an önce İslamileştirilmesi gerekmektedir. Batı düşüncesinin Orta Deniz olarak kabul ettiği Akdeniz’in bütün İslam dünyasında aynı anlama gelen “Bahr-i Sefid, Bahr’ul Ebyed” gibi terimlerle ifade ediliyor oluşu bile, “Ortadoğu” gibi ithal kavramları karşılayacak ortak terimler üretmekte zorlanmayacağımızı açıkça gösteriyor. Geçmişte ortak bir medeniyet dilini oluşturmada başarılı olmuştuk. Bu ortaklığın örnekleri ise

64

Page 65: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

binlerle, on binlerle ifade edilebilir belki. Mesela, Yunanca “esse” (varlık) kelimesine karşılık gelmesi için Arapça “vecede” kökünden geliştirilen tekil Mevcud, çoğul olarak da Mevcudat kelimesi… Yine aynı mantıkla “Cosmos” kelimesini karşılamak için “Kane” kökünden gelen “Kainat” kelimesi… “Khronos” (hareket) kelimesi için “hareke” kökünden gelen “Hareket” kelimesi… Yine İbn-i Sina karşılaştığı “Analysis” kelimesine karşılık bulmakta gecikmedi ve “Tahlil” kelimesini buldu. Tartışma manasına gelen “Dispute” kelimesinin karşılığı olarak da “Cedel” kelimesini geliştirdi. Daha önce Arap dilinde bir karşılığı olmayan “Logic” (Söz>mantık) kelimesini karşılamak üzere “Nataka” kökünden gelen “Mantık” kelimesini Müslüman felsefeciler ve dilciler geliştirdi. Bütün bu örnekler gösteriyor ki, “Ortadoğu” kavramı gibi yabancı terimlere karşılık gelecek daha bizce terimler üretme yeteneğimiz vardır. Bu arada, yabancı terimlerin bataklığında boğulmayalım diye, kadim medeniyet dilimizin terimlerini sadeleştirme teşebbüsüne ısrarla direnerek talim eden Osmanlı Türkçesiyle yazılmış köprü eserlere ihtiyacımızın olduğu da âşikardır. “Ortadoğu bataklığı” terimi gibi ithal kavramların bataklığında bocalayıp durmak yerine, kendi terimlerimizle buluşup, kendi medeniyetimizin uçsuz bucaksız göklerinde süzülmenin, Balasafa Birliği idealimizi inşâ edip Gülistan-ı İrem vatanımızı yeniden ihya etmemizin zamanı gelmiştir artık.

65

Page 66: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

ÂDİL BİR GELECEK BİZİ BEKLİYOR

Değil mi ki, yüz küsur yıldır gelecekten ümitvarız. Değil mi ki, onlarca yıldır fıtri bir tekamül ile hürriyete, terakkiye, gerçek adâlete doğru adım adım ilerliyoruz; O halde Türkiye’nin bu yükselişi asla engellenemeyecektir. Ne yapılırsa yapılsın, hangi küresel oyunlar oynanırsa oynansın İslam dünyasının birlik olmasının önüne geçilemeyecektir.

Kur’ân’ın ilâhi vaadlerinin hak olduğuna inandığımız kadar inanıyoruz İslam’ın tüm dünyayı adâletiyle kuşatıp, tüm alemde güzellikleriyle hükümferma olacağına:

“Müşrikler hoşlanmasa da, onu (İslâm’ı) dinlerin hepsine üstün kılmak için, Resûlünü hidâyet ve hak dîn ile gönderen O’dur” (Tevbe 9)

Bediüzzaman, Sezai Karakoç ve Cemil Meriç gibi medeniyet mimarlarımızın attıkları temeller boşa atılmış temeller değildir elbette.

İslam coğrafyasını parçalamaya yönelik fikri/siyasi inhiraflar, ortalığı kasıp kavuran karanlık fitneler, ulvi “ittihad” hedefine ulaşmamızı engellemek üzere asırlardır sahnelenen dış odaklı ihanetler; bu ulvi yürüyüşü engelleyemeyecektir.

Sapla saman, günahla sevap bilinçli olarak karıştırılıyor ülkemde. Ne acıdır ki, Müslüman Türk milleti, birkaç sineğin ısırıkları bahane edilerek yılanların ortasına atılmak isteniyor.

Bütün bu oyunlar, bütün bu kumpaslar insanlığın tek umudu olarak belirginleşen Türkiye’nin Gerçek Adâlet anlayışının yayılmasını baltalamaya yönelik hamlelerdir.

Orta Doğu’nun, Balkanların, Afrika’nın, Asya’nın, Kafkasların umudu olmak üzere olan Türkiye; içeriden, hem de tam yüreğinden vurularak tereddüde, ihtilafa, umutsuzluğa terk edilmek isteniyor.

Ama böyle bir algı projesinin hayata sokulması jeopolitik gerçekliğe terstir. Günümüz dünyasında Türkiye’yi zayıflatıp onun küresel yükselişini engelleme isteği, asla sonuç alınamayacak bir vehimden ibarettir.

Bu yükselişi biraz geciktirebilirsiniz ya da bu yükselişin üstünü medya karamalarıyla bir nebze örtebilirsiniz ama bu gelişim ruhunu artık öldüremezsiniz.

Seküler Küresel Lobi’nin, Mısır’daki zorba ve zalimce yasaklamalarla İhvan-ı Müslimin hareketini yok ettiğini sanması kadar saçmadır; Türkiye’nin yükselişini engelleme iddiası.

Belki de bu küresel saldırılar sayesinde İslam dünyasının birleşmesi daha da hızlanacak. Çünkü “ihtiyaçlar” bütün gelişmelerin kaynağıdır.

Seküler dünya tarafından sürekli yok sayılmaktan, her fırsatta ezilmekten tiksinen Müslüman şahsiyeti, o küresel oyunlara geçit vermemek için her ne pahasına olursa olsun direnecek, hücre hücre sabra, metanete dönüşerek tüm İslam dünyasıyla birlikte Ümmetleşmeyi başaracaktır.

Şimdi yapılması gereken İslam dünyasının manevi kalbi olan Ayasofya’yı bir an önce ibadete açmaktır.

66

Page 67: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

Kainattaki “İlâhi Birliği” fark edecek ve bu birliğin yansımalarını dünya çapında gösterecek nesilleri yetiştirmek içinse, eğitim müfredatları bir an önce ıslah edilmelidir.

Bu amaçla gerçekleştirdiğimiz Seçmeli ve İçiçe Müfredat Proje önerilerimizi de yetkililerin dikkatlerine sunuyoruz.

Yine, dünya çapında büyük bir Gerçek Adâlet Birliğini inşa etmek için Türkiye’yi yöneten idareciler bir an önce harekete geçmelidir.

Evet bu badireleri aşacağız. Evet bütün bu küresel oyunları Allah’ın izniyle bozacağız. Çünkü bu karanlık tuzaklardan kurtulmanın yol ve yöntemlerini çok iyi biliyoruz.

Bu yazımda da önerdiğim bu etkili yöntemleri uyguladığımızda, dünya çapında devam eden küresel değişimi hızlandıracak adımları da atmış olacağız.

Şunu bilin ki, birilerinin bu değişimimi istememesi, küresel zulüm sistemini devam ettirmek için çaba harcaması elbette değişimi engellemeyecektir. Baharın gelişi gibi, yağmurun, karın yağışı gibi “Küresel Adâlet Dönüşümü” gelecektir.

Çünkü bu vaad, Âdil-i Mutlak olan Allah’ın vaadidir. Allah ise asla vaadinde hılaf etmez.

“Zulmedenler ise, nasıl bir inkılabla dönüşeceklerini yakında bileceklerdir.” (Şuara 227)

67

Page 68: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

YAŞASIN ÂDİL GELECEĞİMİZ!

Çağdaş dünya denilen bugünün dünyası, aklî, sâbit bir temel üzerine değil; duygusal tepkilerin ürünü olan inâdi bir muhalefet üzerine tesis edilmiştir.

Geçmişten bugüne dek batıyı temsil eden bütün değerler sistemi, bugünün “çağdaş dünya” anlayışının da belleğini, ruhunu ve reflekslerini oluşturur.

Peki bütün çağdaş kavramlarıyla birlikte Batı tarafından tesis edilen günümüz dünya sistemi, hangi siyasi ya da medeni düzenin alternatifi olarak oluşturuldu?

Batının kurduğu bu çağdaş dünya uygarlığı, adı üstünde batının kendisinden her alanda oldukça uzak olan bir bölgeye yani uzak doğuya alternatif bir dünya değildir.

Başka bir deyişle söyleyecek olursak; Batının teşkil ettiği bu yeni dünya sistemi, Myanmar’da Müslümanları yakıp katledecek kadar vahşileşen Budistlere karşı bir duruşun ürünü olmadığı içindir ki, Budistler Batının gözünde hala daha oldukça sevimlidir.

Böyle bir karşı duruş sergilenecekse, tehdit mutlaka yakında olmalıdır. İstanbul kadar, Endülüs kadar, Kudüs kadar, Bursa kadar yani bütün sokak ve kasabalarıyla birlikte Yakın Doğu kadar yakın bir tehlikedir bahsettiğim.

Batı dünyası 1000’li yıllardan itibaren kendisini farklılaştıracağı muhalif odak noktasını yani “Deccal’ini-Anti-Christ”ini belirlemiş ve İslam dünyasına karşı Haçlı Seferleri düzenleyecek kadar bu duygusal muhalefette ileri gitmiştir.

Asya’da İslam’ın kimi kanunlarına alternatif olarak Cengiz Han yasalarının geliştirilmesi gibi, Batı dünyası da İslam’ın temsil ettiği bütün değerlere her alanda muhalefet etme gereği hissetti.

Sanatta, kültürde, siyasette, ekonomide, inançta, sporda, modada ve hayatın her alanında görülen bu muhalif kalma inadı, haliyle batıyı akli olandan uzaklaştırıp duygusal olan nefrete, katliama, zulme yanaştırdı.

Bilimden sanata, aslında bize ait olan kimi güzel değerleri de usta bir maharetle devşiren batı, Antik-Yunan’dan Orta Çağ karanlıklarına dek, bütün o güzel değerleri dayandıracağı isimleri bulmakta da zorluk çekmedi.

Yani aslında biz Müslümanlar’ın temsil ettiği değerler Batı karşıtı değerler değildir. Aksine Batı’nın temsil ettiği bütün o seküler değerler, İslam karşıtı değerlerdir.

Mesela hiçbir dini zorunluluk ve gerekçe olmadığı halde, “domuz” ve “alkol” tüketmedeki bu radikal inatları bile bahsettiğim İslam karşıtı duygusal duruşun tezahürlerinden sadece bir kaçıdır.

Kültür köklerinde Hz. Meryem’e kadar dayanan bir tesettür mayası olduğu halde, İslam’ın tesettür vurgusuna inat olsun diye oluşturdukları bu çıplak medeniyet bile herşeyi açıklamaya yeter sanırım.

68

Page 69: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

Hatta Batının inanç değerlerinden kopuşu bile, İslam dininin Osmanlı ile kendini gösteren dünyayı dînileştirme talebine karşı, dîni bile dünyevileştirme arayışının ürünüdür.

Öyle ki, bu abartılı karşıtlık inadı sebebiyle Batı, kendi kültürel varlığını oluşturan Hıristiyanlık inancından bile kopmuş oldu.

Toptancı bir tavırla, ayrım gözetmeksizin inanç kavramına karşı büyük bir cephe aldı. Bu arada İslam’a alternatif olabilecek Hıristiyanlık, Budizm, Hinduizm gibi inançların “kültür” yapısını da inadi bir insiyakla sahiplenme, destekleme gereği duydu.

Bu kısa yazıda elimden geldiğince fikri köklerini deşifre etmeye çalıştığım “İslam karşıtı duruş”, Batılıların kendi şehirlerinde “ezan” sesini duymaya, “çarşaflı” kadın görmeye tahammül edemeyecekleri kadar güncel bir duruştur.

Aslında dinden değil, tamamen duygusal bir inattan kaynaklanan bu tutumu ile Batı; son yüzyılda İslam’ı dışlayacak, Müslümanları öcüleştirecek bir dünya sistemini inşa etmeyi başardı.

Bütün o küresel lobilerin üstünde olan bu sistemi ben Küresel İnkar Lobisi/Küresel Sekülerizm Lobisi olarak isimlendirmek istiyorum bu aşamada.

Şintoistinden Komünistine kadar her kesimi ve ideolojiyi bir şekilde içine sindirebilen bu küresel sistem, son uygulamalarıyla da görünüyor ki bütün programlarıyla birlikte İslam’ın değerlerini “reddetme” üzerine kurulmuş bir sistemdir.

Geliştirdiği beşeri sistemlerle Uzak Doğu’yu bile kendi yörüngesine bağlayan Küresel İnkar Lobisi, her nedense Kur’ân’ın önerdiği sistemlere muhalafet etmede oldukça çaresiz kaldı.

Aslında Kur’an-ı Kerim’e karşı geliştirilen beyin ürünü o küresel stratejiler, bu ilâhi kitabın bir beşerin beyninin ürünü olmadığını da açıkça ispatlamış oldu.

Çünkü bu küresel saldırılar karşında bu güne kadar Kur’ân-ı Kerim haricinde bütün muharref kitaplar yetersiz kaldı. Üstelik Müslümanların bütün zayıflığına rağmen bu galibiyet kazanıldı.

Bu bahsettiğim İslam karşıtı Küresel İnkar Lobisiyle mücadele eminim ki, Küresel Fâiz Lobisiyle mücadeleden daha önemlidir. Çünkü bütün o mâneviyat karşıtı lobilerin güç aldığı, beslendiği ana yapı, Küresel İnkar Lobisidir.

İslam dünyası asıl bu tehditle mücadele etmenin küresel ölçekli yollarını bulmaya çalışmalıdır. Hükümetimiz her alanda olduğu gibi bu konuda da İslam dünyasına liderlik yapabilir ve yapmalıdır.

Öncelikle eğitim sistemimiz tamir edilmeli, ders kitaplarındaki ideolojik ve materyalist dil artık kaldırılmalıdır.

Seçmeli bir müfredat geliştirilmeli, böylece gençlerin bütün ders alanlarını kendi seçtikleri “felsefi görüş ve inançlara” göre öğrenmeleri sağlanmalıdır.

69

Page 70: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

Kainattaki her şeyi yaratanın Allah olduğunu öğrenen Müslüman bir gencin, Allah’tan arındırılmış ders kitaplarıyla, gerçekte Allah’ın isim ve sıfatlarının yansıması olan bilimi öğrenmeye zorlanması bir insanlık suçu değil midir?

Küresel İnkar Lobisiyle mücadele etmenin 2. aşaması ise Küresel İman Şahs-ı Mânevisini oluşturmaktır.

Bu çözüm yolunun da 3 aşaması vardır. 1. aşamada yapılması gereken unutulmuş Kur’ân-ı Kerim’in hakikatlerini geniş kitlelere yeniden hatırlatmak, 2. aşamada İslam Birliği’ni kurumsal manada bir an önce tesis etmek; 3. aşamada ise Gerçek Adâlet Birliği adıyla bütün inanç/ırk/kültür mensuplarının “özgürlük ve adâlet” içinde yaşayacağı Büyük Dünya Birliğini kurmaktır.

Küresel İnkar Lobisi’nin bugünlerde hissettiği tehdit ise, İslam aleminin küresel bir adâlet birliği oluşturmak adına her zamankinden daha ümitli olmasıdır.

Ayasofya’nın ibadete açılması durumunda yüreğimizdeki bu ümidin dalga dalga tüm dünyayı kuşatacağının da farkındalar.

Çok şükür ki, Türkiye’de yaşayan Müslümanlar olarak bu oynanan küresel oyunu anladık ve bu küresel tezgahı tüm detaylarına kadar ortaya koyduk.

O halde ümidimizi asla kaybetmeyeceğiz ve bu kutlu terakki yolundan zinhar dönmeyeceğiz.

Çünkü böyle zamanlarda zarar görenler, kudsi cephelerini terk edenler ya da cephelerini belli etmemek için iki arada bir derede dolanıp duran şaşkınlardır.

O halde küresel lobilerin bütün karanlık çabalarına rağmen bütün gücümüzle bir kere daha haykıralım ve imanımızın bir sonucu olan ulvi yolumuza bir kere daha şevkle koyulalım:

“Yaşasın insanların kardeşliği!”, “Yaşasın Büyük İslam Birliği!”, “Yaşasın Âdil Geleceğimiz!”

70

Page 71: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

SON SÖZ YERİNE

Bugüne kadar yazdığım bütün yazılarımda en sıkıntılı günlerde bile umutsuz olunmaması gerektiğini anlattım ve muhteşem bir geleceği müjdeledim insanlığa. Bütün yazılarımda, bütün dünyayı kulatacak bir Gerçek Adâlet Birliği’nin inşa edileceğini, Türkiye’nin bu birliğin “adil” öncüsü olacağını anlatmaya çalıştım.

Evet, İslam dünyası çok uzun yıllardır bir oluşum ve inşa sürecinde. Elbette değişim kolay olmuyor ve olmayacak. Bu değişimi gerçekleştirenler dış güçler değil. Küresel Seküler güçlerin bütün engelleme çabalarına rağmen bu değişim aşısı dünya sisteminin damarlarına enjekte edilmiş durumda.

Sanki melekler, sanki rûhaniler görevlendirilmiş de, ilhamlarıyla yönlendiriyorlar insanları bu değişim için. Yardım ediyorlar Müslümanlara onca imkansızlıklara rağmen.

Gelecekten ümitliyiz, ümitli olmak zorundayız. Bu bizim imanımızın gereği. Kur’ân’ın vaadlerini hafife alıyorsak eğer ümitsiz olmaya hakkımız var demektir. Ama eğer inanıyorsak, “üstün” geleceğimize, “Galip Olan” olacağımıza da inanmamız gerekiyor.

Ama her şeyden öne bu dünyanın “ahiretin bir tarlası” olduğunu devamlı tefekkür etmeliyiz. Biz mahsüllerini bu dünyada toplamak için değil, ahiretteki sonsuz rıza mükâfatı için yapıyoruz tüm yaptıklarımız.

“O razı olduktan sonra bütün dünya küsse ehemmiyeti yok” diyoruz yani. O halde sonuç ne olursa olsun, bu süreçte ne yaşarsak yaşayalım yürümeye, gerektiğinde davamız uğrunda koşmaya devam edeceğiz.

Sonucu ise sadece Allah’tan bekleyeceğiz. Planlarımızı dünyadaki geçici ikbale yönelik değil, sonsuzlukta saraylar, şehirler, muhteşem ülkeler inşa etmek için yapmalıyız o halde.

İsterseniz sözü fazla uzatmayayım da, 2011 yılında yazdığım bir yazıyı paylaşayım sizlerle. Okuyun ve siz karar verin; bu duanın gerçekleşmesi için daha ne kadar yolumuz olduğuna!

“Kesif tohumlardan fışkıran hayata ve sanata şahit oldular. Yerküreden gökyüzündeki yıldızlara kadar akıp giden düzene hayran oldular.

Genlere, hatta atomlara kaydedilmiş plan ve programların günü geldiğinde varlık sahnesine çıkışı, “okuyan” insanların dikkatini çekti.

“Başlangıçta söz vardı” der İncil. Bizce söylemek gerekirse, “Kün fe yekün!” sırrı…

Kâinat, tüm katmanlarıyla ve parçalarıyla birlikte muhteşem bir planla var edilmektedir.

O “Sonsuz Varlık” mekan ve zamanla sınırlı “şeyleri” var ederken “Ol!” zuhurunun batınında tüm isim ve sıfatlarını da bir gül goncası gibi bohçalamıştır.

DNA sarmallarının zamanla düzenli parçalarla sümbüllenişi gibi, “şeylerin” aslı olan o isim ve sıfatlar da zamanı geldiğinde bin bir renkleriyle kendilerini gösterirler.

71

Page 72: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

“Her şey belli bir ölçü ile iner!” ilahi sözü, varlıkların plan ve projelerinin sonsuz bir “ilim ve hikmet” mühendisliğince tasarlandığını açıkça ortaya koyar.

Planlar, projeler çok önceden hazırlanmasalardı, çevremizde gördüğümüz binaların hiçbiri, bu kadar düzenli bir şekilde var olamazdı!

Kâinatın en mükemmel meyvesi olan insanın, evrenin tüm parçacıklarında adeta bir nabız gibi çarpan bu “planlılık” gerçeğine kayıtsız kalması elbette düşünülemez.

Ama öncelikle Kur’an’ın ilk emrine, yani “Yaratan Rabbin” “Oku!” buyruğuna kayıtsız şartsız itaat etmemiz gerekiyor.

Olayları, yaşamı, kâinatı okumaksızın önümüzü, yani geleceğimizi göremeyeceğimiz o kadar açık ki!

Bireysel olarak da, toplumsal olarak da planlı yaşamaya o kadar ihtiyacımız var ki!

Ama öncelikle kâinattaki ince plan ve programları okumaya ihtiyacımız var.

Kâinatın bu plan ve program dilini öğrendikten sonra, hayatımızı bu ince programların âhenkli bir devamı kılmaya daha bir hazırız demektir.

Medeniyetlerin de canlılar gibi DNA yapıları yani gelecek programları vardır ve bu “planlar” başlangıçta doğru düzgün yapılmazlarsa gelecek de “kaos ve yıkım” meyvelerini doğurmaya adaydır.

1400 yıl önce nazil olan Kur’an-ı Kerim bizce “en doğru söz”dür. İslam Medeniyetinin DNA’sı olması lazım gelen Kur’an-ı Kerim, tozlu raflara ya da mezarlıklara layık görülmüştür sadece.

Sonsuzluktaki mutluluğumuzun plan ve programlarını bile içeren o İlahi Sözün yansımalarının bu dünyayı güzelleştiremeyeceğini düşünmek imkansızdır.

Her şeyden önce bu yüce kitabı okumamız ve de anlamaya çalışmamız gerekiyor.

Kâinatın plan ve program haritasını gösteren Kur’an-ı Kerim’in anlam derinliklerine dalan büyük düşünürlerimiz, çağların ötesini bile programlama arayışına girişmişlerdir.

Eğer bugün değişen bir dünyadan, değişen bir Ortadoğu’dan ya da değişen bir Türkiye’den bahsediyorsak, asrın başlarında tasarlanan planların hayata geçtiğinden de bahsediyoruz demektir.

Büyük düşünürlerin hazırladıkları o plan ve programlar hiçbir maddi menfaati öncelemediklerinden, sadece “ihlas” enerjisiyle harekete geçtiklerinden dolayı elbette başarılı olacaklardır.

Üstelik bu programlar hiçbir gedik bırakmaksızın İslam inanç ve medeniyetine karşı tehdit oluşturan, çağın bütün sorunlarıyla mücadele etmenin yollarını da öğretmişlerdir.

72

Page 73: BALASAFA GERÇEK ADALET BİRLİĞİ

O kapsayıcı programlar, ateizme karşı mücadele ettikleri gibi Filistin sorununun çözümüne de çalışmaktadırlar.

Fazıl Say’ın hakaretlerine karşı en akıllı ve barışçı duruşu öğütledikleri gibi, Bekir Coşkun’un hakaret içeren kimi yazılarını zerre kadar önemsememenin yollarını da öğretirler.

Yarının Süper Türkiye’sini oluşturmak için de oldukça planlı ve programlı hareket edilmesi gerektiği oldukça açıktır.

Yapılacak iş, zaten içinde bütün cevapları ve anti-virüs programları barındıran programın ülkemiz ve dünyamızın sosyal dokusuna kurulumudur.

Geldiğimiz noktada birer virüs gibi yayılan ahlaksızlıkların, zulümlerin istila ettiği dünyamız bu virüslü programlarla yok oluşun eşiğine gelmiştir.

Dünyamızı ve insanlığı yeniden huzur, barış, sevgi ile buluşturmanın tek yolu mevcut bütün programları silip, “resetlemek” olmalıdır.

Yeni “anti zulüm” programı kurulduktan sonra, sevgi, tevazu, dostluk, ihlas, kardeşlik, adâlet, sadakat, akılcılık, kanaat, tefekkür, merhamet, inanç gibi binlerce güzel haslet, dünyayı yeniden barışla buluşturacaktır. “

73