51

Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

  • Upload
    others

  • View
    16

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği
Page 2: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizo açık denizlerin gecesinden çıkıp gelenhayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

köy mezarlıklarının tarlalarla kesiştiği boşluklarda,çocuk parklarında ve kurgusu boşalmış

luna-parklarda, sandalyeleri ters çevrilmişmeyhanelerde, okuyucuları çoktan yokolmuş

kütüphanelerin ıssız koridorlarında gezindiğinimutlaka birileri fısıldamıştır kulağınıza. Hatta

geceleyin birdenbire havlayan köpeklerin nedenürktüklerini o zaman hissetmişsinizdir.

Ya da tüm bunlar uyku ile uyanıklık arasındayaşanan türden bir hayal...

Page 3: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

seyir defteri

Ellerimizin o soğuk yüzeyde aradığı,doyurabilir mi açlığımızı gerçekten? Beden bir gün doyar mı?

Yoksa zevk bahçesinin sınırı, o duvarın soğuk yüzeyi kadar yakın mı?

Page 4: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

içindekiler

kapak tasarımıHugo Pratt'ın Anısına...

yalçın karaca

4ölüdalga

HAZ VE EKSTAZergun kocabıyık

5üstü çizilmiş kişiler

HAZ'A DAİRnazlı ökten

6kara göründü!

ZEVK SOSYOLOJİSİ NOTLARIpierre bourdieu

8mezartaşı

BURAYA İĞNE YAPMAYA ÇALIŞMANIN FAYDASI YOKwilliam burroughs

10düşdeğirmeni

SOL ELİMorban cem çetin

11kirli melekler

KOCA BİR ORMANDA ISLAK VE KIRMIZI BİR YARAYMIŞIMgül çetin

13gizli hazine

ELLERoliver sacks

16çıkmaz sokak

ZEVK İÇİN ADAM ÖLDÜRMEK İSTERSİNİZ DEĞİL Mİ?pınar türen

18mezartaşı

TATLI BİR İSTİĞRAK DAKİKASIturhan tan

19dumanciniTÜT-ÜN

adnan kurt

Page 5: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

20denizkızlarının şarkısı

ELİNE, BELİNE, DİLİNE, KURBAN OLAM TENİNEyelda karataş

22deligömleği

BEN YOĞURDU MAYALARKENmiya se

23başka bir dünya

UZUN BİR YOLDA TUTSAK BİR YOLCUergun kocabıyık

28zehiradası

MİYOP ALIŞKANLIKLAR, KÖR ZEVKLERfaruk ulay

32kimsesiz çığlık

GECELERİN ORMANIhalil ibrahim özcan

33denizboncukları

YARALARINI GÖSTERMEKTEN ZEVK ALANLARAçiğdem çalkılıç

34yalnızlığın oyuncakları

ZİBİDOahmet ortaçdağ

35aytutulması

BİR RUH GETİRME AYİNİNİN KULBU KIRIK FİNCANIderya erkenci

38med-cezir

SANAT POLİTİKA VE ZEVKterry lowell

41dejâ vu

KAHİRE'YE ÖDEMELİergun kocabıyık

42uçan hollandalı

SINIRSIZ ZEVKLER DÜKKANININ VİTRİNİNİ SEYREDENZOBİNİN SON BİR SAATİ

murat gülsoy

Page 6: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

ölüdalga

HAZ VE EKSTAZ

ergun kocabıyık

Başlangıçta cinsellik ve dinsellik birbirinden ayrılmamıştır. Çünkü ikisi detinsel boyutlarıyla algılanmaktaydılar. Erotik yaşam, hem ekstaz hem de

coşku içerir. Benliği, sınırlarının ötesine taşıyarak bir tür tin-güçle doldurur.

Arap dilinde ilk kez bir dünya tarihi yazmayagirişen Taberi'nin ünlü kitabında aktardığı bir hadisşöyledir: "Tanrı herşeyden önce kalemi yarattı; ona:Yaz dedi. Kalem, ey rabbim, ne yazayım! diyesordu. Tanrı ona: Kaderi yaz, diye emretti. Kalem, ovakitten kıyamete dek olup bitecek herşeyi yazdı"(l).İslam gizemciliğinde kalem, Allah'ın yarattığı ilk şeyolan İlk Akıl'ın (Akl-ı Küll veya Adem-i Mânâ)karşılığı olarak kabul edilir. Allah ikinci olarak İlkAkıl'dan Nefs'i (Nefs-i Küll veya Havva-i Mânâ)yaratmıştı ki o da Levh idi. Kalemle Levh arasındaakdedilmiş manevi bir nikah ve duyusal bir bağvardı(2). Kur'an'da, "Nün! And olsun Kaleme vesatır satır yazdıklarına" (Kalem: 1) şeklindeki ayetteyer alan Kaf (k) ve Nün (n) harflerini yorumlayanHurufi ler, bunlarla Adem ve Havva'nınkasdolunduğunu savundular. Onların te'viline göre,Mutlak Varlık insanın sükun haline, şehvetin uyanışıda Mutlak Varlığın kendisini bilmesine karşılıkgeliyordu. Bu yüzden erkek Kalem'di (Kaf), kadınLevh (nün). Levha ruhtu, Kalem ise akıl. KaleminLevha üzerine yazması, dölün rahim içersindekietkinliğine benziyordu. Çünkü ayrıntılı bilgininmazharları olan harfler mürekkepte potansiyelolarak vardı ve orada durduğu sürece duyularalemine çıkmıyor dolayısıyla bilinemiyordu. Fakatmürekkep kalemle levhaya geçti mi harfler tek tekzuhur ediyordu (3).

Benzer şekilde, Yahudi mistiklerinden Rabbi Joseph,kozmosu büyük bir cinsel kucaklaşma hali olarakbetimlemiştir. Meditasyonlarda evrenin Kral'ı veKraliçe'si birleşiyorlardı. Kabalistler Tevrat'takiharflerin şekillerini Tanrı ile Shekinah (Tanrı'nınkadın yanı) arasında bir kucaklaşma olaraktasarlıyorlardı. Yod, Kral'ın fallusu, Zayin iseYod'un biraz uzamışıydı. Chet (Shekinah) iseZayin'i almak üzere bacaklarını açmıştı.

Vedalar döneminde de karı-koca, gökyüzü veyeryüzüne benzetiliyordu. Birleşmeleri unsurların

birleşmesine denk düşmekteydi; gökyüzü gelinikucaklamakta ve toprağı dölleyen yağmurunuyağdırmaktaydı. Bu kozmik mitos Bütünlüğünyinelenmesini amaçlayan her türden eylemin veona eşlik eden töre'nin örnek modelidir.

Aslına bakılırsa yaban ve geleneksel toplumlarda daerotik ve dinsel dünyalar arasında bir ayrımyapılmamaktadır. Cennetten kovulan Adem veHavva'nın yaşadıkları erotik deneyim dinin de ilkve değişmez dayanaklarından birini oluşturmuş gibigözükmektedir. Başlangıçta cinsellik ve dinsellikbirbirinden ayrılmamıştır. Çünkü ikisi de tinselboyutlarıyla algılanmaktaydılar. Erotik yaşam, hemekstaz (4) hem de coşku (5) içerir. Benliğisınırlarının ötesine taşıyarak bir tür tin-güçledoldurur (6). Burada beden hem algılayan hem dealgılanandır. Yani hem maddi bir organizmadırhem de bir tinsellikle yüklüdür. Dolayısıyla yabanve geleneksel toplumlarda modern toplumlarıntersine üretken yaşamla varoluşun diğer alanlarıarasında bir çelişki yoktur. "Cinsellik kutsaldır çünküo bedende yuvalanmış varlıkla bir buluşmafırsatıdır [...] orgazm, Ego'nun erimeye yaklaştığı vetinsel boyuta açıldığı uç bir varlık durumudur" (7).

notlar

(1) Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, sayfa 6l.(2) İbn-i Arabi'den aktaran Nihat Keklik, El-FütuhatEl-Mekkiyye, sayfa 408, 411.(3) Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlana Celaleddin, sayfa 155.(4) Ekstasis, 'benliğin dışında olmak' anlamına gelir.(5) Enthusiastiç, Dionyssos törenlerinden miras kalmışbir terimdir ve 'Tanrı ile dolmak' anlamına gelir.(6) Joel Kovel, Tarih ve Tin, sayfa 141.(7) a.g.e. sayfa 140, 187.

4

Page 7: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

üstü çizilmiş kişiler

HAZ'A DAİR

nazlı ökten

[...] Felsefede hazzın en temel alanlarından biriEpikurist bir tür hedonizm anlayışıdır: haz verenedimlere yönelip acı verecek olanlardan kaçmak.Ancak bu, uzun vadede elde edilecek kalıcı bir haz eldeetmek için çekilmesi gereken acıdan kaçmayı yanlışbulan bir anlayıştır. Hazzın ve acının tanımlan içinsağduyu dediğimiz şeye başvurarak aşağı yukarı benzernoktalarda anlaşırız: ateşin sıcaklığı haz, yakıcılığı acıvericidir. Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırlarıçizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yerdeğiştirdiği göreli durumlar hariç, ortaklık taşır. Bunoktada sapkın olarak nitelenen bir duygudurumu/pratiği bu sınırları altüst eder: mazoşistacıdan zevk alan kişi olarak bizi anlaşılmazbulduğumuz bir dünyanın kapısında bırakır.Sadomazoşist pratiği, ezen/ezilen, hükmedenhükmedilen, efendi/köle ilişkisinin cinsel yansımasıolarak ele almak kuşkusuz bu pratiğin tezahürününbireysel anlamını gölgelemek olacaktır. Tarifimümkün olmayan bir suçluluk duygusunu yenmekisteyen kişi cezalandırılmayı arzulayabileceği gibicellat gömleğini giyerek kurban olmaktan ebediyenkaçmayı da seçebilir. Bir sokak kadınına işkenceederek cinsel ilişkiye girmek istediği için hapse atılanMarquis de Sade daha sonra devrim sırasındagetirildiği sorgu yargıçlığı görevinden, erdem adınainsanların giyotine gönderilmesine karşı çıktığı içinalınabiliyordu.

[...] Pasolini Salo ya da Sodom'un 120 Günü adlıfilminde seyirciye katlanması çok güç işkencesahneleri sunar. Seyirci dünyanın her köşesindebundan çok daha korkunç acıların yaşandığım bilir;oysa bu kadarına bile tahammül etmek zordur.Pasolini gösterdiklerinden çok gösteremedikleriyle,dile dökülemeyenle başbaşa bırakır bizi. İşkencegöreni en ağır yaralayan şeylerden biri işkencecisininşiddetinin akla sığmaz, hiç bir zaman tam olaraknedenselleştirilemeyecek oluşudur. "Neden" sorusubelki de hayatının sonuna dek terk etmeyecektir onu,çünkü hiçbir neden tek başına yeterli olmayacaktırmaruz kalınan şiddeti haklı çıkarmaya. Sadomazoşistilişkideyse bir tür rızanın bağlayıcılığında yaşananşiddet belki bir günah çıkarma ayininin kendindengeçiş halini arar.

[..] Birçok dinsel pratikte kendine acı çektirme kutsalkişinin çektiği acıları taklit ederek onunla özdeşleşme(bir tür mimesis) çabasına işaret edebildiği gibi,işlenilen günahların bedelini ödeme isteğinindışavurumu da olabilir. Şiiler Hz.Hasan ileHz.Hüseyin'in ölüm yıldönümlerinde Kerbela'daçektikleri acıları yeniden yaşatmak için törensırasında zincirlerle sırtlarını döverler. Afrika'dagünahkâr katolikler İsa'nın çarmıha gerildiği haçıkilometrelerce sırtlarında taşırlar. Acıya katlanaraktanrısal evrene kavuşma düşüncesinin kökenleriEpiktetos'a (50-138) kadar uzanır. Epiktetos bir takmaaddır ve köle anlamına gelir. Epiktetos'un kendisi debir köledir. Onu kollarından ve ayaklarından çekildiğibir işkence aletine bağlayan efendisine "ayağımıkıracaksın" der, ve efendisi aldırmayıp devamettiğinde ayağı sahiden kırılınca "işte kırdın" demekleyetinir.

[...] Sonuç olarak cennet ve cehennem her dininvazgeçilmez figürleridir. Çekilecek acılar ya dakavuşulacak zevkler bütün ayrıntılarıyla tarif edilir.Ama insanlar bununla da yetinmezler, hayalgüçlerine sınır yoktur: kocasına karşılık veren kadınındili ensesinden kerpetenle sökülecek ve başınıörtmeyenin saçlarıysa birer yılan haline gelerek onusokacaktır.

[..] Acının sınırlarının çizilmediği bir haz tanımıyoktur. Uyuşturucu kullanan kişinin tam üzerindedurduğu sınır da burada belirlenir. Kundera'nındeyimiyle varolmanın dayanılmaz hafifliği, bizitoplumsal olanın belirleyici bağlarından kurtaracako geçici özgürlük ve sınırsızlık duygusu kimimiz içinalkolle sınırlanırken kimimiz için tam da tüketimtoplumuna yakışır o kullanılıp atılan şırınganınucunda. Portakal suyuyla ecstasy yudumlayan, technomüziğin o tekdüze ayininde transa geçmek ister; ogeçici ve uçucu sınırsızlık anını kolay yoldan tatmakiçin. Ecstasynin Amerikan askerlerini Vietnamsendromundan kurtarmak için geliştirilmişilaçlardan biri olduğu söyleniyor doğrusutraji-ironik!

[...] Hazzın vardığı o son nokta bir kendinden geçişhali; bu bir unutuş ta olabilir bir bilincine varış ta...

5

Page 8: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

kara göründü!

ZEVK SOSYOLOJİSİ NOTLARI

pierre bourdieu*

[...] Sanat aşkı çoğu zaman aşkla aynı dili konuşur:yıldırım aşkı, bir beklentiyle onun gerçekleşmesiarasındaki mucizevi karşılaşmadır. Bu aynızamanda bir ümmetle onun peygamberi, ya dasözcüsü arasındaki ilişkidir: "beni bulmamışolsaydın aramazdın". Konuşulan, potansiyelolarak söyleyecek bir şeyi olan ama bunu ancakona söylenildiğinde bilendir. Bir şekildepeygamber hiçbir şey getirmez; yalnızca [hakyoluna ÇN.] dönenlere vaaz verir. Ama dönenlerevaaz vermek te bir şeydir. Tipik bir biçimdetoplumsal ve neredeyse sihirli o işlemi, zaten dışavurulmuş olanla örtük bir beklenti arasındagerçekleşen o karşılaşmayı, yalnızca uygulamadavar olan eğilimlerle bir dil arasındaki karşılaşmayıgerçekleştirmektir. Zevkler, biri dışavurulmuşöbürü hâlen bir başka şeyin içinde duran, nesnelolarak uyuşan iki hikaye arasındaki karşılaşmanınürünüdür. Sanat eseriyle karşılaşma mucizesininboyutlarından biri kuşkusuz buradan kaynaklanır:zevkine uygun bir şeyi keşfetmek, istenilen ("tamistediğim şeydi"), söylenecek plan ama nasılsöyleneceği bilinemeyen, dolayısıyla bilinmeyenşeyi keşfetmektir. Sanat eseriyle tüketici arasındakikarşılaşmada bir üçüncü taraf eksiktir: o da eseriüreten, zevkini nesneye dönüştürme yeterliğisayesinde zevkine uygun bir şey yapmış olankişidir. Sanatçı zevki nesneye dönüştüren,potansiyeli yani ancak gerçekleştirildiğindetanınabilecek olan o pratik güzellik duyusunugerçekleştiren, örtük olanı belirtik hale dönüştüreno profesyoneldir. Gerçekte pratik [tatbiki] güzellikduyusu tam anlamıyla olumsuzdur ve neredeyseyalnızca redden oluşmuştur. Zevki dışa vuranın,dışavurumunun ürünüyle kurduğu ilişki tüketiciyleaynıdır: zevkine uygun bulabilir ya dabulmayabilir [...] Sanatçı bir "yaratıcı"dır; bu,sanatsal işlemi sihirli -yani tipik bir biçimdetoplumsal- bir işlem olarak tanımladıktan sonrakullanabileceğimiz s ihir l i bir kelimedir.(Sanatçının sıradan bir biçimde yaratıcı olarak

temsil edilmesinin dışına çıkmak istiyorsak çoğuzaman yapmak gerektiği gibi üreticiden sözetmek,sanatsal edimin tamamen özel bir tür üretim edimiolduğunu, çünkü kendi ortaya çıkışının beklentisiiçinde zaten orada duran bir şeyi varetmek ve onutamamıyla başka bir şeymiş gibi, kutsal bir şey, birinanç nesnesi gibi varetmek zorunda olduğunuunutmak olur).

[...] Bazı üretim alanları son derece sinik birbiçimde hesaplı bir kâr arayışına boyun eğerler: birkonu verilir, altı ay verilir, altı milyon verilir, ve"yazar" best-seller olacak bir roman yazmakzorundadır. Önereceğim model kendini anındadayatan ve kültürel üreticiyi, yazan, sanatçıyı, rahibi,peygamberi, büyücüyü, gazeteciyi, bir tür piyasaaraştırmasıyla öngörme, dolayısıyla rakiplerindenönde gitme yeteneğiyle mümkün olan en fazla kârıelde edecek şekilde, henüz ifade edilen ve hattahenüz bilinmeyen ihtiyaçları önceden hissetmeyi vetatmin etmeyi başaran rasyonel birer ekonomikhesap makinası haline sokan modeldenayrılmaktadır. Aslında üreticilerin, gözlerinimüşterilerden, yani hedef kitle denen şeyden çokrakiplere diktikleri üretim alanları vardır. (Ama buda bilinçli stratejiye fazlasıyla gönderme yapanerekçi bir açıklamadır). Daha doğrusu ürettiklerinin,üretim alanındaki konumlarına çok yakından bağlıolduğu bir alanda çalışmaktadırlar. Gazetecilikörneğinde, Figaro'nun(l) eleştirmeninin gözlerinikendi kitlesine değil Nouvel Observateur'e(2) dikerekürettiği görülür (aynı şey karşı taraf için degeçerlidir). Bunun için isteyerek ona göndermeyapması gerekmez; kendisini, aynı şeyi yapan karşıtarafın eleştirmeninin söylediği ya da düşündüğüşeyin karşısında tanımlamak için zevklerini, kendineözgü eğilimlerini izlemesi yeterlidir. Bilincinevarmadan Nouvel Observateur'ün eleştirmeninekarşı düşünür. Bu, retoriğinde görülür. Retoriği,öncelenmiş tekziptir: Arrabal'ı(3) eleştirdiğim içinmuhafazakâr bir moruk olduğumu düşünecekler,

*Bu yazı Pierre Bourdieu'nün Questions de Sociologie (1984, Leş Editions de Minuit, Paris) adlı kitabında yer alan "LaMetamorphose deş Goûts" başlıklı bölümden, Nazlı Ökten tarafından derlenmiş ve Türkçeleştirilmiştir.

Page 9: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

kara göründü!

oysa ben Arrabal'ı, size anlamaya değer bir şeyolmadığını temin etmeye yetecek kadaranlıyorum. Kendim rahatlatarak anlaşılmazolduğu için endişe verici olan eserlerden endişeduyan kitlesini rahatlatmaktadır -aslında bu kitlebu eserleri, fazlasıyla anlayacakları bir şeylerdemek istediklerini hissedecek kadar iyi anlar.Daha nesnelci [objectiviste] ve gerekirci[deterministe] bir biçimde söylemem gerekirse,üreticiye üretimini sipariş eden, üretim alanındakapladığı yerdir.

[...] Zevkleri anlamak, insanların sahip oldukları veyaptıkları şeylerin sosyolojisini yapmak biryandan sunulan ürünlerin üretildikleri koşulları,öte yandan tüketicilerin içinde üretildiklerikoşulları tanımaktır. Bu şekilde, insanlarınyaptıkları sporları anlamak için olanaklarınıolduğu kadar, tarihsel buluşların ürünü olan arzıda bilmek gerekir. Bunun anlamı şudur: aynı zevk,başka bir arz durumunda olaysal [phenomenal]olarak tamamen farklı ama yapısal olarak eşdeğeruygulamalarda ifadesini bulabilir. (Bize, FlaubertXIX. yüzyıl için neydiyse Robbe-Grillet(4) XX.yüzyıl için odur, dedirten düşünce budur:dönemin arzında Flaubert'i seçen kişi günümüzdeRobbe-Grillet'yi seçenle aynı konumdadır).

[...] Sanatsal alan, üretim ve arz açısından süreklibir değişimin yeridir. O kadar ki, bir sanatçıyıgözden düşürmek için, sanatçı olarak diskalifiyeetmek için üslubunun yalnızca geçmişte zatenonaylanmış bir üslubun yeniden üretimi olduğunuve kalpazan ya da fosil, bilinçli ya da bilinçsiz birtaklitçiden başka bir şey olmadığını, ve hiçbirözgünlüğü olmadığı için tamamen her türdeğerden yoksun olduğunu göstererek onugeçmişe göndermek yeterlidir.

[...] Talebin değişiminin, zevklerin değişiminekatkısının en iyi görüldüğü yerlerden biri müzikalanıdır; müzikte talep düzeyinin yükselmesi arzdüzeyinde bir inişe denk gelmektedir. Talepdüzeyinin yükselmesi, zevklerin yapısının birifadesidir: bu, en azbulunur olanlardan-günümüzde Berg ve Ravel gibi- hiç te azbulunurolmayanlara -Mozart ve Beethoven gibi- gidenhiyerarşik bir yapıdır. Daha basiti her mal, onusahiplenmeye hazır ve yatkın tüketicilerin sayısıartıkça göreli azbulunurluğunu ve ayırt edicideğerini kaybetme eğilimindedir. Mutlu azınlığaait olan mallar harcıalem hale gelirler [...] Bazenazbulunurluğu yeniden devreye sokmak gerekir:

Strauss'un valslerinden daha • harcıalem bir şeyyoktur ama Fürtwangler tarafından çalındıklarındane de büyülü olurlar. Ya Mengelberg'tendinlenilen Çaykovski? Diğer bir örnek, uzun süreiyi aile kızlarının piyanolarından diskalifiye edilenChopin şimdi dönüşünü yaptı ve gençmüzikologlar arasında ateşli savunuculara sahip. Şuhalde azbulunurluk dinleme biçiminden (plak,konser, kişisel icra), yorumcudan ya da eserinkendisinden kaynaklanabilir: bir taraftan tehditedildiğinde öbür taraftan devreye sokulabilir.

[...] Tüm bunlar tüketicilerin, tükettikleri ürünün yada onu tüketiş biçimlerinin azbulunurluğunukoruyarak kendi azbulunurluklarını korumalarınayarayan, (çoğu zaman bilinçaltı) stratejilerdir.Bunun en temel, en basit şekli ortalara dökülmüş,değeri düşmüş, mallardan uzak durmaktır.

notlar

(1) Fransa'da çıkan yüksek tirajlı ve en saygin sağmuhafazakâr gazete. ÇN.(2) Fransa'da çıkan, sol eğilimli, yüksek tirajlıhaftalık bir dergi. ÇN.(3) Fernando Arrabal (1932- ) Panik tiyatrosu diyeadlandırdığı, Uyumsuz tiyatroya yakın eserleriyleöncü ve denemeci olarak tanınan İspanyol tiyatroyazarı. Eserinin happening tiyatrosuna kaynaklıkettiği söylenir. Ç.N.(4) Alain Robbe-Grillet (1922- ) Geleneksel romananlayışını kırmak amacını taşıyan Yeni Romanakımının öncülerinden Fransız romancı,denemeci, senaryo yazarı ve yönetmen. Ç.N.

'gece'Umanında buluşalım

7

Page 10: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

mezartaşı

BURAYA İĞNE YAPMAYA ÇALIŞMANINFAYDASI YOK*

william burroughs

Bağımlılık derkenjunk bağımlılığını

kastediyorum.Junk ı tüttürdüm,

yedim, kokladım,damardan, kastan,

deridenşırıngaladım, rektal

fitillerin içinesoktum. İğne

önemli değil. İsterkoklayın, ister

tüttürün, ister yeyin,ister kıçınıza

tıkıştırın sonuçaynıdır: bağımlılık.

Hastalık'tan kırkbeş yaşımda, sağlıklı ve sakin, ve zayıf düşmüş bir karaciğerve Hastalık'ı yenmiş olanlara has o sıskalık dışında oldukça sağlıklı birbiçimde kalktım. Hayatta kalanların çoğu deliriumu ayrıntılarıylahatırlamazlar. Görünüşe bakılırsa ben hastalık ve delirium üzerine ayrıntılınotlar almışım. Şimdi Naked Lunch adıyla yayınlanan notlan nasılyazdığımı tam olarak hatırlamıyorum. Bu adı öneren Jack Kerouac'tı. Yakınzamanda keşfedene kadar ne demek olduğunu anlamamıştım. Bu ad tamolarak kelimelerin söylediği anlama geliyor. ÇIPLAK Öğle Yemeği: herkesin,her çatalın ucunda ne olduğunu gördüğü donmuş bir an.

Hastalık uyuşturucu bağımlılığı ve ben onbeş yıl boyunca bağımlıydım.Bağımlılık derken junk bağımlılığını kastediyorum (afyon ve/veyademerolden palfiuma kadar tüm sentetikleri içeren afyon türevleri içinkullanılan genel terim). Junkı tüttürdüm, yedim, kokladım, damardan,kastan, deriden şırıngaladım, rektal fitillerin içine soktum. İğne önemli değil.İster koklayın, ister tüttürün, ister yeyin, ister kıçınıza tıkıştınn sonuç aynıdır:bağımlılık. Uyuşturucu bağımlılığı derken keyf, marijuana ya da esrar,meskalin, Banniestera Capin, kutsal mantarlar ya da hallüsinojengrubundan diğer maddeleri kastetmiyorum...

[...] Alışkanlık notları. Her iki saatte bir Eukodol şırıngalamaktan iğnemi tadamara kadar kaydırabileceğim bir yer oluştu; kırmızı, irinlenmiş bir ağızgibi açık duruyor, şişkin ve müstehcen; damardan iki vuruştan sonra yavaşçabir damla kan ve irin toplanıyor...

Eukodol bir kodein çeşitlemesi- dihidrooxikodein.

Bu madde M'den çok K gibi etki ediyor... Kokain şırıngaladığınızda önplanda kafanıza birdenbire üşüşen bir zevk dalgası vardır... On dakika sonrabir vuruş daha istersiniz... Morfinin zevki bağırsaklardadır. ..Bir vuruştansonra kendi içine kulak verirsin. Ama damardan alınan K kokain zevkbağlantılarım harekete geçiren, beyinden gelen bir elektriktir... K'da geriçekilme sendromu yoktur. Sadece beynin bir ihtiyacıdır- bedensiz veduygusuz bir ihtiyaç. Dünyaya yönelik, hayalet ihtiyaç. Şiddetli K arzusuyalnızca K kanallarının uyarılmış olduğu bir kaç saat boyunca sürer. Sonraunutursun. Eukodol junk la K'nin bir bileşimidir. Gerçekten şeytanî bir bokicat etmede Almanlar'ın üstüne yok. Eukodol de morfin gibi, kodeinden altıkat kuvvetli. Eroin de morfinden altı kat kuvvetli. Dihidrooxieroin eroindenaltı kat fazla kuvvetli olmalı. Hayat boyu bağımlılığa yol açacak kadaralışkanlık yaratıcı bir uyuşturucu geliştirmek gayet mümkün.

* William Burroughs'un THE NAKED LUNCH adlı kitabının 7-9 ve 84-86.sayfalarından Nazlı Ökten Türkçeleştirdi.** Çatallı çubuk: Su kaynağı aramada kullanılan en eski araçlardan biri.

8

Page 11: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

mezartaşı

Alışkanlık notlarına devam: İğneyi alırken kendiliğinden sol elimle bağaerişiyorum. Bunu sol kolumda işe yarar bir damara vuruş yapabileceğimebir işaret olarak düşünüyorum. (Bağlamak için yapılan hareketler öyle kibağı almak için uzatılan kola bağlıyorsun.)İğne kolayca nasırın kenanndaniçeri kayıyor. Etrafını hissediyorum. Birdenbire ince bir kan sütunu, kırmızıbir ip gibi keskin ve katı bir an için şırıngadan içeri sıçrıyor.

Vücut iğneyi hangi damarlara vurabileceğinizi biliyor ve bu bilgiyi, birvuruş yapmaya hazırlanırkenki kendiliğinden hareketlerinize taşır... Bazeniğne bir çatallı çubuk**gibi bir yere doğru işaret eder. Bazen mesajıbeklemek zorundayımdır. Ama geldiğinde hep kana isabet ederim.

Damlalığın dibinde kırmızı bir orkide çiçek açtı. Tam bir saniye tereddütetti, daha sonra kanının sessiz susuzluğu tarafından emilirmişcesine damarahücum eden sıvıyı seyrederek hazneye bastırdı. Damlalığın içinde kalmışrengarenk, ince bir kan tabakası vardı, ve beyaz kağıttan halka kandansırılsıklam olmuştu. Uzandı ve damlalığı suyla doldurdu. Suyu dışarıfışkırtırken vuruş, midesine tatlı yumuşak bir darbe indirdi.

Leş gibi olan pantalonuma baktım, aylardır değiştirmemiştim... Günlerucunda kandan bir sicim olan bir şırıngaya asılı, kanatlanıp gittler... Seksi vevücudun bütün keskin nazlarını unutuyorum- gri, junkla bağlı bir hayalet.İspanyol oğlan bana El Hombre Invisible-Görünmez Adam diyor...

Her sabah yirmi şnav. Junk kullanımı yağları yokediyor, kaslara pekilişmiyor. Bağımlı daha az dokuya ihtiyaç duyar gibi görünüyor... Yağlarıyok eden molekülü junktan ayrıştırmak mümkün olabilir mi acaba?

Eczanede giderek daha da durgun bir biçimde açık kalmış bir telefon gibimırıldanıp duruyorum... İki kutu Eukodol kazanmak için akşam 8'e kadar tümgünü geçiriyorum.

Pineklemeye devam. Dün gece birinin elimi sıkmasıyla uyandım. Öbürelimdi. Okurken uyuyakalıyorum ve kelimeler birer şifreymişcesine anlamkazanıyorlar... Şifre takıntısı... Adam şifreli bir mesajı oluşturan bir dizihastalığa tutulur...

D.L.in önündü bir vuruş yap. Kirli, çıplak ayağımda bir damar aramak...Junkylerde utanç yoktur... Ötekilerin tiksintisi karşısındavurdumduymazdırlar... Junkynin utancı aynı zamanda libidoya bağlı olancinsellik dışı sosyalliğiyle birlikte kaybolur... Bağımlı vücudunu kişiselolmayan bir biçimde, içinde yaşadığı ortam/aracı yutmaya yarayan biraraç olarak görür; dokusunu, bir at tüccarının soğuk elleriyle yoklar. "Burayaiğne yapmaya çalışmanın faydası yok."

Kirli, çıplakayağımda birdamar aramak...

Junkylerde utançyoktur... Ötekilerintiksintisi karşısındavurdumduymazdırlar...

Junky nin utancıaynı zamandalibidoya bağlı olancinsellik dışısosyalliğiyle birliktekaybolur... Bağımlıvücudunu kişiselolmayan birbiçimde, içindeyaşadığıortam/aracıyutmaya yarayanbir araç olarakgörür; dokusunu,bir at tüccarınınsoğuk elleriyleyoklar. "Burayaiğne yapmayaçalışmanın faydasıyok."

9

Page 12: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

düşdeğirmeni

SOL ELİM

orhan cem çetin

Fotoğrafçının notu:

Birinci sıradaki zevk organım olan sağ elimle çektiğim,ikinci sıradaki zevk organım olan sol elimin fotoğrafıdır.

10

Page 13: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

kirli melekler

KOCA BİR ORMANDAISLAK VE KIRMIZI BİR YARATMIŞIM

gül çetin

Sağ elimi bir kazada kaybettim. O zamandan beri,sağ omuzumda bir parça kol, daha çok bir et yığını,sallanır durur. Kazadan sonra uyandığımda,üzülmekten çok sağ elimin nerede olduğunu merakettim. Onun vücudumdan kopmuş olmasına, üstelikbu vücuttan ayrı bir yerde, hareketsiz çürüyecekolmasına bir anlam veremiyordum doğrusu. Sankikopan sağ elimi gördüğümde, sol elimle onu yerineyerleştireceğim ve sağ elim de bütün damarları vesinirleriyle hemencecik kaynaşıverecekti yerine. Aitolduğu yeri biliyordu ne de olsa. Tabii doktorlarböyle bir duyguyu asla anlamazlar. Bu yüzden uzunsüre isteğime karşılık vermediler. Gözlerinde,kazadan sonra akli dengemi yitirdiğim kaygısınıokudum. Ancak kaprislerime dayanamayıp kazayerinde buldukları sağ elimi bana gösterdiler. Şaşkınsuratlı bir hemşirenin ittiği kişiliksiz, iki katlı bir araçgereç rafının üzerindeydi. Şeffaf bir naylonasarı lmıştı . Çoktan morarmaya başlamıştı.Hareketsizdi. Kendi halinde bir et yığınıydı işte.Bütün bunlara rağmen, inkar edilemez biçimdeenim sağ elimdi. Ne yazık ki çöpe atılacak kadardeğersizdi artık. İşte sağ elimi tam olarak o zamankaybettim. Sol elim, çarşafın üzerinde, canlı, pembe,uslu duruyordu. Bu mutsuzluğa yapabileceği fazla birşey yoktu. Herkes gidip de odamda yalnızkaldığımda, gözlerimi sildi sadece.

Birinci düş :

Bir mağaranın içinde oturuyordum. Hapsolmakduygusu içindeydim. Suçum neydi. Ya da nedenböyle bir karar alınmıştı bilmiyordum. Oturduğumyerde döndükçe duvarlara değiyordum. Canımacımıyordu. Mağaranın benden hoşnut bir halivardı. Doğrusu seebi ne olursa olsun güvende olmakhissi beni de mutlu etmiyor değildi. Bir süre sonramağaranın ucunda bir açılma oldu. O zamanduvarların canlı olduğunu farkettim. Beni ışığıngeldiği yöne doğru itiyorlardı. Oysa ben hiçbir yerehareket etmek istemiyordum, ağara güvenliydi,yumuşaktı. Işığın olduğu yerde beni neyinbeklediğini bilmiyordum. Direnç göstermeninanlamı yoktu. Işığın geldiği tünele doğruitiliyordum. Işığın ucuna geldiğimde sağ elimin

varlığını hissettim. Sağ elim öne doğru uzanmış, veışığa kavuşmak için acele ediyor gibiydi. Onunbenden daha cesur olduğunu düşündüm.Ayaklarıma dokundu birisi. Sonra onları sıkıcakavrayıp beni tamamen mağaradan çıkardı. Tambir beyazlık; acılı, kötü kokulu, ıslak...

Uzun süre gördüm bu düşü. Görünürde korkutucuhiçbir şey olmamasına rağmen, her seferinde kanter içinde uyandım. Ve her seferinde öyle hızlıuyandım ki yatağımdan, sağ kolumdaki yarayı biryerlere çarptım. Hemşireler gelip bana iğneyapülar, düş devam ediyormuş duygusuna kapıldımhep.

Kazadan yaklaşık bir ay kadar sonra, beynim sankibu düşten sıkıldı, ve ben yine belli aralıklarla başkabir düş görmeye başladım.

İkinci düş:

Çocukluğumun geçtiği evin salonundaydım. Güneşliılık bir öğle üzeriydi. Pencerede duruyordum. Birkuş uçtu önünden. Gelip çiçeklerin arasına kondu.Bakışlarını dikti bana. Bir kuştan beklenmeyecekderecede doygun bir ifadeyle yüklüydü bakışları.Kanatları rengarenkti. Parlak sarı ile parlak yeşilrengi hatırlıyorum en çok. Sağ elimi uzattım vedokundum kuşa. Uysaldı, hareket etmedi.Dokunuşlarımdan hoşlanmış gibiydi. Hemencesaretlendim. Ve kuşu tutup içeri almak üzereparmaklarımı harekete geçirdim, armaklarım kuşunbönünü sarıldı. Sağ elim, tıpkı küçük bir çocuğun eligibi ne yapacağını bilemez, hırçın, tedirgin edicibiçimde vahşiydi. Kuşun boynunun zarar görmeyebaşladığını hissettim. Parmaklarımı gevşetmeyeçalıştım. Tam bu esnada kuş, parmaklarımıncenderesinden kurtulmuk için kanatlarını çırptı.Verdiğim emre uymak isteyen parmaklarım, paniğekapıldılar ve henüz gevşeme emrini almaksızınkuşun boynuna kuvvetle sarıldılar. Küçük bir çıt sesiduydum. Parmaklarım gevşediğinde ise avucumuniçinde ölü bir kuş durmaktaydı. Derin bir suçlulukve sağ elime duyduğum korkunç öfkeyle uyandım.

11

Page 14: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

kirli melekler

Kazayı öğrenip ziyaretime koşan insanların acımadolu bakışları, solmaya mahkum ölü çiçekler,hastane kokusu, ve iğne saatleriyle çevrelenmiştim.Üstüne üstlük annem her gün başucumda ağlıyor,sevgilim ise hiçbir şey olmamış gibi bana günlükhayattan, ortak dostlardan ve yeni çıkan kitaplardansöz edip duruyordu. Bir parça sessizlik istiyordum.Şöyle birkaç saat yalnız kalmak. Ve düşlerimi, banaanlatmak istediklerini, keyifle kurgulamakistiyordum. Bütün bu dekorun içinde herşey pusluve kötü renkliydi. Sağ elim bile çok uzaklardakalmıştı. Düşlerimse parlak, dokunulmaz, dehşetdolu detaylarına rağmen yumuşak ve öğreticiydiler.Gittikçe hırçınlaşmaya başladım. Dostlarım,sevgilim, annem, kardeşlerim; yabancı, eğreti, fazladikkatliydiler. Koridorda fısıldaşmalarınıduyuyordum. Önlenemez bir bulantı midemdenağzıma doğru hızla yükselmekteydi. Beklediğimpatlama, hiç ummadığım bir anda ve sandığımdançok daha güçlü oldu. Odama doluşan bütüninsanları, sevgilimi ve annemi de dahil ederekçığlık çığlığa odadan kovdum. Çıldırmıştım.Odadan da hayatımdan da çıkıp gitmelerinehaykırdım onlara. Kapıyı kapattım, sakinleştim.

Yabancılaşma ilk anda ürkütücü bir duygudur. Etrafırenkleri çalan bir sis sarar. Hayatın ayrılmazparçalan sandığımız detayları bulanıklaşır,renklerini yitirir. Oysa o güne kadar pek deönemsemediğiniz başka detaylar parlar, yoğun siserağmen, gösterişsiz renkleri berraklasın Çok iyianlarsınız ki, bulmacayı yanlış yerden çözmeyebaşlamışsınızdır. Kaybettiğiniz renklere üzülmeyevaktiniz yoktur, böyle bir şeye kalkışmazsınız dazaten. Böylece eskisinden daha farklı birbilmecenin verilerini kurmaya başlarsınız. Dahabasit gibi görünse de güçlü, bir yandan sonuçlarıtatmin edici yeni bir örgüt keşfedersiniz. İşte,dokunmayı keşfe böyle başladım.

Aradan zaman geçip kimseleri görmez olduğumda,evimde oturup tek başıma çayımı yudumladığımda,pek de fazla bir şey kaybetmiş gibi hissetmedimkendimi. Öğleden sonraları, en yakın parkayürüyerek gidiyor, çimenlere, banklara, ağaçgövdelerine dokunuyordum. Dokunmayı gereğinceyaşamak için sağ elime ihtiyacım yoktu. Zaten sağelimi de birtakım refleksler yığınıyla boğuşmayaterketmiştim. Nasıl gözlerimi, burnumu, kulaklarımıve ağzımı öğretilmiş kalıplar yığınına terketmişsem.Kurulmuş bir oyuncak gibi oradan oraya koşuyor,okulları bitiriyor, işlerde çalışıyor, biri diğerindenfarklı olmayan sevişmeler yaşıyor, çevremdeki herşeye sağ elimle şöyle bir değip geçiyordum.

Zaman, avuçlarımın arasından dağılmış cıvataneleri gibi, hiçbir iz ve lezzet bırakmaksızınyuvarlanıp gidiyordu. Oysa parka yürüyerek gittiğimöğleden sonraları, upuzun, berrak ve coşkudoluydular. Park, kucağımın dibinde mırıldananuysal bir kedi gibiydi. Bir banka oturuyor, saatlerboyunca insanlara bakıyor, havayı kokluyor,detayları inceliyordum. Sonraları, uzun, güzelseyahatlere çıktım.

Dünyayı yeni görüyormuş gibi şaşkınlık içindeydim.Keşfedilecek ne çok şey vardı. Yollar ne uzun ve nekadar iniçlıydılar. Sol elim ne kadar sabırlı ve istekdoluydu. Ve her nesne, bana öğretilenden ne kadarbaşka, esrar dolu ve kusursuzdur.

Yaşam, yumuşak kavisler çizerek yüzünü banadöndü. Fesleğenin yeşil yapraklarına incitmeksizindokunmayı öğrendim. Deniz kıyısındaki aşınmış birkayanın pürtüklü yüzeyine dokunmayı öğrendim.Suların bitmez sabrını ve kayaların eşsiz direnişiniöğrendim. Bir kadının tenine dokunmayıöğrendim. Onu öperken, parmaklarımlaşakaklarının yumuşaklığını keşfetmeyi. Sevişmeyiöğrendim! Sol elimle yazmayı öğrenmek kadarzordu.

Ölümü öğrendim, ne de olsa bir sağ koluzunluğunca yakınlaşmıştık birbirimize.

Ve sağ kolumun olmayışına acımayacak kadargururlu bir kadından aşkı öğrendim. Rüzgarınönümde savrulan yağmur damlaları gibi savruldumpeşinden.

Yalnızlığı öğrendim. Huzurlu bir ezgi gibi gelipyerleşti düşlerime. Artık ne akıp giden olaylar, neöfkeler ne yakınmalar vardı düşlerimde.

Son düş:

Koca bir ormandaSerin ve yeşil bir dalmışımYalnızmışımKış geliyormuşDökülüyormuş yapraklarımKoca bir ormandaıslak ve kırmızı bir yaraymışımYalnızmışım

12

Page 15: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

gizli hazine

ELLER*

oliver sacks

Altmış yaşındaki Madeleine J. 1980 yılında, NewYork City yakınlarındaki St. Benedict'sHastahanesine yatırıldı. Bütün hayatı boyunca ailesitarafından evde bakılmıştı. Doğuştan görmüyorduve beyin felci vardı. Bu bilgilere dayanarak ve acıklıdurumuna bakarak, duygusal ve zihinsel olaraközürlü biri olduğunu düşünüyordum. Spastik birdurumu ve atetosis'i vardı; her iki eli de istem dışıhareket ediyordu ve gözleri gelişememişti.

Aslında ne duygusal ne de zihinsel bir özürü vardı.Tam tersine, rahat ve etkili bir şekilde konuşuyordu.Spastisizm, şans eseri konuşmasını çok az etkilemişti.Yüksek düzeyde bir ruhsal olgunluğa erişmiş, sıradışıbir zekaya sahip, kültürlü bir kadındı."Evde Braille alfabesiyle çok okuduğunuz belli"dedim.

"Hayır, tüm okumalarımı ya başka kişiler yapar yada sesli kitaplardan yararlanırım. Braille ileyazılmış kitapları okuyamam. Tek bir kelime bile!Ellerimle hiçbirşey yapamam. İkisi de, tamamıyleişe yaramaz durumdalar.

Zorlukla iki elini de kaldırdı! "Allanın unuttuğu, şuiki işe yaramaz hamur yığınının, benim bir parçamolduklarını dahi hissetmiyorum!". Bunu pek şaşırtıcıbuldum. Eller genelde beyin felcinden etkilenmez-en azından temelde etkilenmezler; bir şekildespastik, zayıf veya deforme olsalar bile genellikle,önemli ölçüde kullanılır halde kalırlar. Little'shastalığı veya serebral displejisi olanlarda iseayaklarda tam bir felç sözkonusudur. Bayan J'ninelleri hafif spastik ve atetotik durumdaydı amaduyusal kapasitesi tamamıyla çalışır vaziyetteydi.Hafif bir dokunuşu acıyı, ısıyı, parmakların pasifhareketlerini anında ve doğru bir şekilde,ayırdedebiliyordu. Temel duyularda bir tahribatyoktu ama algılamada çok önemli bir bozuklukvardı. Elleriyle hiçbir şeyi tanıyamıyor veisimlendiremiyordu. Elim dahil çeşitli cisimleri

verdim. Hiçbirini tanıyamadı ve keşfetmegirişiminde de bulunmadı; elleri aktif bir şekilde"araştırıcı/yakalayıcı" hareketlerden yoksundu.Gerçekten de "hamur parçaları" kadar hareketsiz, işeyaramaz ve durgundular.

Kendi kendime bu çok garip birşey dedim. Bundanne gibi bir anlam çıkarılabilirdi. İleri düzeyde birduyusal yetersizliği yoktu. Ellerini mükemmel birşekilde kullanabilirdi, böyle bir potansiyeli vardıama yine de kullanamıyordu. Acaba onları hiçkullanmadığı için mi işe yaramaz birdurumdaydılar? Belki de ellerini, doğuştan itibaren"koruduğu" "bebekleştirdiği", "fazlasıyla dikkat ettiği"için her bebeğin ilk aylarda öğrendiği gibi onlarıaraşt ı r ıc ı , keşfedici şekilde kul lanmayıöğrenememişti. Bir çift normal ele sahip olmasınıengelleyecek bir şeyler mi olmuştu? Eğer sebepbuysa, hayatının ilk aylarında, kazanması gereken bubeceriyi şimdi altmış yaşındayken mi öğrenecekti?Bu uzak bir ihtimal gibi gözükse de aklıma gelen tekhipotezdi

Daha önce böyle bir örnek yaşanmış mıydı? Bunabenzer bir durum daha önce hiç tarif edilmiş ya datarif edilmeye çalışılmış mıydı? Bunu bilmiyordumyalnız hemen Leont'ev ve Zaporozhets'in "Elişlevlerinin rehabilitasyonu" (İngilizce çevirisi,1960) adlı kitaplarında benzerlikler olabileceğiaklıma geldi. Onların tarif ettikleri durumun sebebi,oldukça farklıydı: yaralandıktan sonra ameliyatgeçiren ikiyüz kadar askerde, benzer şekilde "ellereyabancılaşma" vardı. Temel Nörolojik ve duyusalişlevleri sağlam kalsa da, yaralanmış ellerini,"yabancı" "cansız" "işe yaramaz" hissediyorlardı.Leont'ev ve Zaporozhets, yaralanma, ameliyat vehaftalar veya aylar süren, elleri kullanamamadurumunu izleyen vakalarda, 'gnosis' e (ellerinalgısal kul lanımına) yol açan gnostik sistemlerinçözülmeye uğrayacağından bahsederler.Madeleine'in durumunda, fenomen aynı olsa da bu

* The man who mistook his wife for a hat and other clinical tales (1990-Harper Perennial Edition) adlı kitaptan-ÇiğdemÇalkılıç Türkçeleştirdi. (Yapı Kredi Yayınları'nda basıma hazırlanıyor) Oliver Sacks, Albert Einstein Tıp Koleji'nde kliniknöroloji profesörü olarak çalışmaktadır. Geçtiğimiz yıllarda sinemaya uyarlanmış olan "Uyanışlar" (Awakenings) adlıkitabın da yazarıdır.

13

Page 16: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

gizli hazine

hal, hayatı boyunca sürmüştü. Sadece ellerininiyileşmesi yeterli değildi, onları keşfetmesi —sahipolması ve hayatında ilk defa kullanmasıgerekiyordu; bu sadece çözülmüş bir gnotik sistemiyeniden kazanması anlamına gelmiyordu, ilk baştahiç sahip olmadığı bu sistemi en baştanyapılandırması gerekliydi. Bu mümkün müydü?

Leont'ev ve Zaporozhets'in anlattığı yaralı askerler,yaralanmadan önce normal ellere sahiplerdi.Onların sadece yapması gereken şey geçirdiklericiddi yaralanmadan sonra "unutulmuş", "çözülmüş"veya "hareketsiz kalmış" olan şeyleri "hatırlatmak"tı.Bunun tersine Madeleine, hiç ellerini kullanmadığı-ve ellerinin varlığını hissetmediği -için buna aitbir hafıza birikimine de sahip değildi. Aynı şeykollan için de geçerliydi. Kendi kendine hiç yemekyememiş, tuvalete gitmemiş veya ellerini kendineyardım amacıyla hiç kullanmamıştı. Bunları heponun için başkaları yapmıştı. Altmış yıl boyuncaelleri yokmuşçasına hareket etmişti.

İşte, karşı karşıya kaldığımız zorluk da buydu:Elleriyle ilgili temel duyusal işlevleri mükemmelolan ama bu duyulan, dünyayla ve kendiyleilişkilendirecek düzeydeki algılarla bir arayagetirme gücüne sahip olamayan bir hasta; "işeyaramaz" elleri söz konusu olduğunda"algılıyorum", "farkediyorum", "yapacağım, hareketedeceğim" deme gücüne sahip değildi. Ama şu yada bu şekilde (Leonte'ev ve Zaporozhets'inhastalarında bulduğu gibi) ellerini aktif bir şekildekullanmasını, hareket ettirmesini sağlamalıydık.Bunu yaptırdığımızda, entegrasyonu sağlayacağınıumuyorduk. Roy Campbell'in dediği gibientegrasyon 'hareket' teydi.

Madeleine, bu fikirlerin hepsine katılıyordu hattaçok etkilenmişti ama şaşkın ve umutsuzdu. "Ellerimbirer macun parçası olduğu müddetçe, onlarla neyapabilirim ki?" diye sordu. Goethe, "başlangıçtaeylem vardır" diye yazar. Ahlaki veya varoluşsalsorunlarla karşılaştığımızda bu geçerli olabilir amahareket ve algının kaynağı için aynı şey geçerlideğildir. Burada da hemen her zaman ani bir şeyvardır; bir ilk adım (veya Hellen Keller'in söylediği"su" kelimesi gibi bir ilk kelime), ilk hareket ve algı,ilk tepki - tamamıyle birden ortada hiçbir şeyyokken çıkıverecek bir şey. Amaçlı bir hareket veyarefleks olmayıp her ikisinden de hem daha gizemlihem ortada olacak bir tepki. Madeleine'e "şunuyap" diyemezdik ama bir tepkinin çıkmasını umutedebilirdik. Umut eder hatta bunun içinkışkırtabilirdik.

Annesinin göğsüne doğru uzanan bir bebeğid ü ş ü n d ü m . H e m ş i r e l e r i n e "yemeğinigötürdüğünüzde kazara olmuşçasına biraz uzağındabırakın. Aç bırakmayın, onunla oyun oynamayınama her zamanki ilginizden daha az ilgi gösterin"dedim bir keresinde. Ve bir gün beklediğimiz şey-daha önce hiç olmamış bir şey - gerçekleşti:birgün aç ve sabırsızken, sabırla beklemek yerineelini uzattı ve somunu yakalayarak ağzına götürdü.Bu altmış yıl boyunca ellerini ilk hareket ettirişi vekullanışıydı. Ve bu onun hareketsel (motor)kişiliğinin doğuşuna işaret etti. Sherrington,hareketlerle oluşan kişiliğe, bu adı verir. Bu durum,aynı zamanda eliyle ilgili ilk algısınıngerçekleştiğini ve "algısal kişiliği"nin doğduğunugösteriyordu. İlk algısı ve idraki bir 'somun' du.Helen Keller'in ilk kelimesi ise su!

Bu ilk hareketten, ilk algılamadan sonraki gelişmeçok hızlıydı. Bir somuna ulaşmaya, dokunmayaçalıştığı gibi, büyük bir açlıkla tüm dünyayıkeşfetmeye ve dokunmaya başladı. Yemek güdüsü,yolu açmıştı; çeşidi yiyeceklere, kaplara, aletlere...Bu farklı şeyleri ayırdetmek için meraklı bir fikiryürütme veya sonuca varma işi gerekliydi.Doğduğundan beri görmediği ve "elsiz" olduğu içinen basit içsel imgelerden de yoksundu. HelenKeller'da hiç değilse dokunsal imgeler mevcuttu.Eğer, başkalarının imgeleri, kelime ile dile dökülenimgelerle dolu bir hayalgücü sıradışı bir zekası veokuryazarlığı olmasa bir bebek kadar çaresizkalacaktı.

Somun, ortasında deliği olan yuvarlak ekmek olaraktanındı; çatal birkaç keskin uzantıya sahip olan düzuzun bir cisim olarak farkedildi. Baştaki bu ilkanalizler hızlı bir sezgiye yol açtı ve cisimleroldukları gibi farkedilmeye, özellikleri vefizyonomileri ile birlikte aşina olunmaya ve herbirikendine has "eski arkadaşlar" olarak tanınmayabaşladılar. Bu tür, analitik olmayan, sentetik veanında oluşan idrak, ona gizem, güzellik veheyecanla dolu bir dünyayı keşfettiği hissiniveriyordu.

En bildik cisimler bile onu mutlu ediyordu. Mutluetmekle kalmıyor, bu cisimleri yaratma isteğiveriyordu. Çamur istedi ve model yapmaya başladı;ilk heykeli ve modeli bir ayakkabı çekeceğiydi. Bumodel bir şekilde belirli bir güç ve mizah ileyüklüydü. Erken dönem bir Henry Moore'uhatırlatan güçlü, geniş kıvrımları vardı.

İlk idrakinden l ay kadar sonra, dikkati ve ilgisi

14

Page 17: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

gizli hazine

cisimlerden insanlara doğru kaydı. Mizahi biryaratıcılıkla ve safiyetle cisimlerin şekillerideğiştirilse de, onlara karşı gösterilecek ilginin vebunları ifade etme yollarının ne de olsa sınırlarıvardı. Şimdi insan yüzünün hareketsiz ve hareketlihallerdeki durumunu keşfediyordu. Madeleinetarafından "hissedilmek" kaydadeğer bir tecrübeydi.Kısa bir süre önce hareketsiz ve hamur gibi olanelleri, şimdi olağandışı bir canlılık ve duyarlılıkgöstermekteydi. Onun elleriyle kişi, sadecefarkedilmekle, görsel incelemenin ötesinde biryoğunlukla araştırılmakla kalmıyor, bir sanatçıtarafından estetik, düşünsel ve imgesel olaraktadılıyor ve takdir ediliyordu. İnsan, onun ellerini,sadece görmeyen bir kadının kendini keşfe çıkmışelleri olarak hissetmiyordu. Onları, dünyanındopdolu ruhani ve duyusal gerçekliğine gözlerinidaha yeni açmış, yaratıcı ve düşünen bir zihnin,görmeyen bir sanatçının, elleri olarak hissediyordu.Bu keşifler, dışsal bir gerçeklik olarak, yaratmak vesimgelemek için itici güç oldular.

Baş ve insan figürleri yapmaya başladı ve bir seneiçinde yörede, St. Benedict'in görmeyen heykeltraşıolarak ünlendi. Heykelleri, gerçek ölçülerin yarısıveya dörtte üçü boyutundaydı. Basit amafarkedilebilir özellikleri olan bu heykeller, etkileyicibir ifadesel enerjiye sahiptiler. Bu durum, benim,onun ve hepimiz için çok duygulandırıcı, hayretedüşürücü, hemen hemen mucizevi bir tecrübeydi.Normal olarak hayatın ilk birkaç ayında kazanılmasıgereken ama altmış yaşına kadar elde edilememiştemel algılama gücünün bu yaştan sonrakazanılabileceğini kim hayal ederdi? Bu olay, ilerikiyaşlarda öğrenme ve özürlülerde öğrenme adına,harika olanakları gözönüne sermişti. Bu görmeyenve felçli kadında, tüm hayatı boyunca aşırıkorunmuş, hareketsiz ve saklı kalmış, şaşırtıcı birartistik duyarlılığın tohumlarının, altmış yılboyunca gelişmemiş ve engellenmiş olmasınarağmen, nadir ve güzel bir gerçekliğe yeşereceğinikim hayal edebilirdi?

NOT

Madeleine J. vakası, daha sonra da karşılaşacağım üzere,kendine has, tek bir vaka değildi. Bir sene sonra, ağır birgörsel haraplanmayla birlikte beyin felci geçirmiş başkabir hasta (Simon K.) ile karşılaştım. Bay K.'nın elleriyleilgili duyumları ve gücü normal olmasına rağmen onlarıhiç kullanmamıştı. Herhangi bir şeyi tutmak, keşfetmekveya tanımak konusunda da olağandışı bir şekildebeceriksizdi. Madeleine J'den dolayı bilgili olduğumuziçin aynı şekilde görsel bir agnozi olup olmadığını vebenzer şekilde tedavi edilip edilemeyceğini merak ettik.

Gerçekten de Madeleine'de gerçekleştirilen şeylerinSimon, için de geçerli olacağını bulduk. Bir sene içindeellerini her şekilde kullanabilir bir hale geldi. Özelliklebasit marangozluk işlerinden; tahta bloklara şekil vermekve bunları tahtadan oyuncak yapmak için birarayagetirmekten çok hoşlandı. Heykel yapmak yenidenyaratmak isteği yoktu. Madeleine gibi doğuştan sanatçıdeğildi. Ama yarım yüzyıl ellerini kullamadan geçirdiktensonra, şimdi onları her şekilde kullanmaktan büyükmutluluk duyuyordu. Üstün yetenekli ve duyguluMadeleine J.'nin tersine biraz özürlü ve zihinsel olarakpek gelişmemiş biri olduğu düşünülürse, bu durum dahada dikkate değerdi. Madeleine'nin Helen Keller gibimilyonda bir karşılaşılabilecek olağandışı bir kadınolduğu söylenebilirdi. Ama Simon için aynı şeysöylenemezdi. Yine de el becerisini kazanması aynenMadeleine'e benzer şekilde gerçekleşmişti. Bu gibidurumlarda zekanın hiç bir rolünün olmadığı — en temelşeyin "kullanmak" olduğu - açıktı. Gelişimsel agnozinadir rastlanan vakalar olabilir ama sonradan olanagnozilerde de temel kurallar aynıdır. Sık sık şekerhastalığına bağlı "eldiven ve çorap" nöropatisi (sinirselkörelme) denilen rahatsızlığı olan hastalarla karşılaşırım.Eğer nöropati, yeterince ciddi ise hastalar hissizlikten("eldiven ve çorap" hissi) öte tam bir hiçlik vederealizasyon duygusuna kapılırlar. Elleri ve ayaklarıolmayan bir hastanın söylediği üzere "basket potası gibi"hissedebilirler. Bazen kol ve bacaklarının bitiminde birşekilde hareketsiz, hamur macun parçaları olduğunuhissederler. Bu derealizasyon duygusu, tipik olarakaniden gelir. Gerçekliğe dönüşte aynı oranda anidenolur. Kritik, işlevsel ve ontolojik bir eşik vardır. Böylehastaların el ve ayaklarını kullanmalarını - bunun içinonlara bir oyun oynasak da - sağlamalıyız. Böylelikle anibir yeniden farkına varma durumunun ortaya çıkması —yeterli fizyolojik potansiyel mevcutsa, gerçekleşir. Tambir nöropati varsa ve sinirlerin uzak uçları ölüdurumdaysa, böyle bir yeniden farkına varma mümkündeğildir.

Ciddi ama yarım nöropatisi olan hastalarda, az da olsailgili organı kullanmak hayati önem taşır ve bir basketpotası olmayla makul ölçüde işlevsel olma arasındakifark buna bağlıdır. Aşırı derecede hareket ettirilirse, sınırlısinir işlevlerinde bir yorgunluk ve yeniden ani birderealizasyon olabilir.

Bu sübjektif duyguların, nesnel karşılıklarının olduğunubelirtmek gerekmektedir; el ve ayak kaslarında lokalolarak "elektriksel bir sessizlik" vardır ve duyusal olarakda, duyusal korteks'e kadar her derecede tam bir"uyarılmış potansiyel" eksikliği bulursunuz. Hareketettirmeyle birlikte el ve ayaklar yeniden farkedilir edilmez,fizyolojik tablo tamamıyle bunun tersine döner.

15

Page 18: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

çıkmaz sokak

ZEVK İÇİN ADAM ÖLDÜRMEKİSTERSİNİZ DEĞİL Mİ?

Yüce bir yaratıcıkavramı neden

tarihin hemen herevresinde, her

kültürde ve toplumbiçiminde, değişik

şekillerde dahi olsakarşımıza

çıkıyordu? Nedeninsanlar durduk

yere birşeyleretapınıp, çeşitli

adamalaryapmaya bu kadar

meraklıydılar? Biranda gözümünönünde bir film

belirdi: yemyeşiltopraklar üzerinde,

masmavi birgökyüzünün

altında, dallarındarengarenk

meyvelerinsallandığı ulu

ağaçlarıngölgelerinde, yarıçıplak birbirinden

güzel ve gençinsanlar akıl almaz

zevklerini tatminedebildikleri sonsuz

bir hayatyaşıyorlardı.

Burası cennetti.

pınar türenLise iki öğrencisiydim. Nedense hayaü fazla ciddiye alıp hümanizme sıkı sıkısarılarak tüm insanlara sevgiyle kucak açtığım dönemlerdi. Sadece düşünerekvarolabileceğime gönülden inanmış ve inanmaya değer bir çok şey debulmuştum ki bunların başında insan geliyordu. Saf-temiz-masum bir üçgeniniçinde herşeyin doğruya doğru inandırmıştım kendimi. İşte böyle bir dönemdepsikoloji öğretmenimin Freud'un 'Zevk Prensibi'ni açıklamaya çalışmasınadahi izin vermemiş ders boyunca hocanın üzerine gitmiştim. Freud bir dahiolabilirdi ama belli ki fesat bir insandı! Böyle bir sav nasıl olurdu?

İnsanı oluşturan tüm duygu, düşünce, davranış biçimleri ve milyonlarca değişikkarakterin altında hep aynı şeytani kaynak: zevk almak. Bu dünyanın kuralı,herhangi bir olayın meydana gelebilmesi için enerjinin şart olması. Besinlerfiziksel hareketlerimiz için enerji üretiyorlar peki ya ne biçim bir şey olduğunubir türlü anlayamadığımız ruhumuz için gereken enerji neydi? Freud bununlibido olduğunu söylüyordu. Enerji bir yöne hareketle ortaya çıkabilir, libidoda insan ruhunun zevk'e doğru hareketiyle ortaya çıkıyordu. Yani Freud'a görene yaparsak, ne düşünürsek, ne istersek bunun nedeni hep zevk almaktangeçmektedir. İşte insanın gerçeği: egoist yani kendi zevkini tatmin etmektenbaşka bir amacı olmayan çok hücreli, akıllı yaratık. "Yapmayın hocam" dedim,"Bu çok acımasız bir yargılama değil mi? Neden kendisinden çok başkalarınıdüşünenler var o zaman, ya fedakar analara ne demeli?..." gibi safça somlarlahocamı acayip köşeye sıkıştırdığımı ve insanlar namına görevimi yaptığımainanarak evime döndüm. O gün, bir kaç sene içinde hayatımın büyük birbölümünü bu ve bunun gibi kavramlar içinde düşünerek, öğrenerek, arayarakgeçireceğimden habersiz huzur içinde ödevlerimi yaptım ve güzel bir uykuçektim.

* * *

Yine uykusuz kaldığım gecelerden biriydi. Hareketsiz yattığım yatağımdauykunun beni yakalamasını bekliyordum. Uyumanın gerekli olduğunu veinsanların belli saatlerde uyumaları gerektiğini zannettiğim dönemlerdi.Henüz vampirlerle tanışmamış, vücudumu ve benliğimi ele geçirmelerine izinvermemiştim. Bedenim uykusuzluktan kıvranırken, o günden ve daha önceki birçok günden kalma sorular kafamı işgal etmişti. Yüce bir yaratıcı kavramı nedentarihin hemen her evresinde, her kültürde ve toplum biçiminde, değişikşekillerde dahi olsa karşımıza çıkıyordu? Neden insanlar durduk yere birşeyleretapınıp, çeşitli adamalar yapmaya bu kadar meraklıydılar? Bir anda gözümünönünde bir film belirdi: yemyeşil topraklar üzerinde, masmavi bir gökyüzününaltında, dallarında rengarenk meyvelerin sallandığı ulu ağaçların gölgelerinde,yarı çıplak birbirinden güzel ve genç insanlar akıl almaz zevklerini tatminedebildikleri sonsuz bir hayat yaşıyorlardı. Burası cennetti.

Sorumun cevabının basitliği karşısında buruşturduğum suratımı rüyalarıma terkederek uykuya daldım.

Artık kimsenin bana rüyasını anlatmasını istemiyorum. İnsanların rüyalarında

16

Page 19: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

çıkmaz sokak

bilinçaltlarının ve bilinçüstlerinin en mahrem yerlerini görüyorum. İnsanlarınbastırdıkları zevklerini nasıl rüyalarında tatmin etmeye çalıştıklarınıanlıyorum. "Ne komik, gece rüyamda seni gördüm. Hazırlarken içine yanlışlıklafare zehiri koyduğum kekten yedirmeye çalışıyordum sana." Yaa, gerçekten debeni öldürmek istemen çok komik. Kimbilir böyle bir kazaya kurban gitsemiçindeki sen ne büyük zevk alırdı. Başkalanna acı vermekten zevk aldığımızıkabul edecek kadar hümanistlikten uzaklaştım artık. Hayır yanlış söyledim, tümbunların hümanistlikle bir alakası yok aslında. Tıpkı ruhumuz olmadığı gibi. Bizinsanlar kendi kendini çözmeye çalışan kromozomlarız aslında. '1' ve '0'ınsonsuz birleşimlerindenortaya çıkan bilgisayar programlarıyız. Milyonlarca,milyarlarca program. Eliklerimiz içimizdeki şeytanı bastırıyor çünkü sonsuzzevk mekanı cennete ulaşmak istiyoruz. İçimizi çözmek istemiyoruz zira zevkleribastırarak yaşamak belki daha kolay geliyor, kimi şeytani zevkler ise filmleriandıran rüyalarda çözülüyor.

Alfred Hitchcock'un 'İP' isimli filmini dört kere seyrettim. Gerilim üstadının enetkilendiğim filmi olması beni çok germesinden değil, kanımıdondurmasındandı. İki zeki arkadaşkendilerinden daha zeki, meziyetli, sevilen,başarılı (karşısındaki insanın aşağılık kompleksine girmesi için herşeye sahip)arkadaşlarını öldürürler. Bundan ne para, ne ün, ne de başarı kazanacaklardır.Ancak çok önemli bir nedenleri vardır: o üstün insanı yok ederek ve kimseninanlamamasını sağlayarak zekalarını kanıtlayacak ve hayatlarının en büyükzevkini yaşayacaklardır. Tabii ki bu bir film ve filmlerde genel kural 'kötülerin'kaybetmesidir. Katillerden daha akıllı kahramanımız James Stewart olaya elatınca Mr. Hydelar'ın oyunu bozulur ve gerçek ortaya çıkar.

Gerçekler bazen inkar edilemez, bazen ürkütücü, bazen ulaşılmaz olurlar, bazende zaten yokturlar. Başkalanna feda ettiğimiz gençliğimiz, masumiyetimiz,aşklarımız, isteklerimiz gerçekte egomuza eklenen halkalardır ki aslında tüm buadamalarımız -çocuğunu besleyen anne, aşkı için intihar eden sevgili-egoistliğimizin dışavurumundan başka bir şey değildir. Romeo Juliet'sizyaşayamayacağını; bir anne çocuğu olmaksızın hayatına anlamkalamayacağını düşündüğünden kendilerinden feda etmekten kaçınmazlar.Zira zevklerinin tatminin yolu fedakarlıktan geçmektedir. Zevklerimizi kimizaman bastırarak, kimi zaman onlara esir olarak, çoğu zaman onlara karşıbilinçsizce savaşarak, kimi zaman da bizi tutuşturmalarına izin vererek sonsuzcadeviniyoruz. Oysa cennetin yolu ne bastırılan zevklerden ne de egoistfedakarlıklardan geçiyor. Cennetin yolu hiç bilmediğimiz bir yerdekeşfedilmeyi bekliyor.

İki zeki arkadaşkendilerinden dahazeki, meziyetli,sevilen, başarılı(karşısındakiinsanın aşağılıkkompleksine girmesiiçin herşeye sahip)arkadaşlarınıöldürürler. Bundanne para, ne ün, ne debasarıkazanacaklardır.Ancak çok önemlibir nedenleri vardır-,o üstün insanı yokederek ve kimseninanlamamasınısağlayarakzekalarınıkanıtlayacak vehayatlarının enbüyük zevkiniyaşayacaklardır.Tabii ki bu bir film ve

filmlerde genel kural'kötülerin'kaybetmesidir.Katillerden dahaakıllıkahramanımızJames Stewartolaya el atıncaMr.Hyde'larınoyunu bozulur vegerçek ortaya çıkar.

17

Page 20: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

mezartaşı

TATLI BİR İSTİĞRAK DAKİKASI

turhan tan

Bir aralık sustu.Zannedersem

karanlığınkoynunda

hatıralarınıarıyordu. Ben bufasıla sırasında

tekerleklerinyalvarır gibi bir sesbelirttiğine, kesilen

nağmenintazeleşmesi için

hıçkırdığına sahiboldum. Kadın da

bu zehaba kapılmışolacak ki sükûtunu

bıraktı, geneterennüme başladı.

Şimdi Mozart'ınsihirli fülütünden bir

parça çalıyordu.Ben gözlerimi

kapıyarak yürekpiyanosu üzerinde

oynıyan incidişlerin sesine

kendi yüreğimiaçıyordum, tatlı bir

istiğrak dakikasıyaşıyordum.

"Zihnimde kımıldanan bu sualin cevabını gene Nuri Demirağ verdi, nazikbir tehalükle yol çantalarından birini açtı, bir kitab çıkardı:- Alınız, dedi, eğlenceli bir eser. Biz çalışırken siz de bununla oyalanırsınız,sıkılmazsınız.

Baktım. Enderunlu Fazılın Zenanname ve Hubanname diye de anılanDefteri Aşkı!.. Belki yirmi, belki otuz y ı l evvel okuduğum bu kitabla muhtelifmilletler arasında yapılacak bir gezintiye çıkarken tekrar karşılaşmak hoşumagitti. Teşekkür ederek kendi hücreme çekildim. Biraz sonra kanepe de yatağatahavvül etmiş olduğundan Fazıl merhumu rahat rahat uzanarak dinlemekmümkün olacaktı.

Lâkin bu imkândan istifade etmedim, edemedim. Yolculardan bir madam,benim hücremin kapısı önüne raslıyan pencereye geldi, tatlı bir frenknağmesi tutturdu ve idrakimi koridora çekti. Bu gece kuşunun insanlaşmışbülbüllerden olduğunu sesinden anlamakla beraber yüzünü görmüyordum,göremiyordum. Yalnız derece derece çoğalan bir zevkle onu dinliyordum.Garb musikisinin cahili bulunmaklığıma rağmen meçhul kadınınbestelenmiş nefis bir ıslık ahengile püskürdüğü nağmelerden büyük bir tadalıyordum. Galiba Berlioz'un meşhur operasından, Dammation deFaust'dan bir parça terennüm ediyordu. Lanet, bu ilâhî seste adeta rahmetoluyor ve enikonu güzelleşiyordu. Bir aralık sustu. Zannedersem karanlığınkoynunda hatıralarını arıyordu. Ben bu fasıla sırasında tekerleklerin yalvarırgibi bir ses belirttiğine, kesilen nağmenin tazeleşmesi için hıçkırdığmasahib oldum. Kadın da bu zehaba kapılmış olacak ki sükûtunu bıraktı, geneterennüme başladı. Şimdi Mozart'ın sihirli fülütünden bir parça çalıyordu.Ben gözlerimi kapıyarak yürek piyanosu üzerinde oynıyan inci dişlerinsesine kendi yüreğimi açıyordum, tatlı bir istiğrak dakikası yaşıyordum.

Sihirli fülüt susunca bu istiğrakın yorgunluğu gözlerimde -müskir bir yük gibi-yapışık kaldı. Artık dalmıştım, uyuyordum. Fakat şuurum, gene o kıvraknağmelerin silinmiyen, sönmiyen havasile yelpazelendiği için uyanıkgibiydim ve o halde benliğimin bir değişiklik geçirdiğini seziyordum. Butahavvül, yurddan ayrılmak üzere bulunmanın ruh üzerinde husule getirdiğigarib bir intiba idi. Neredeydik, hangi istasyonları geçmiştik. Bilmiyordum.Lâkin nurdan zulmete, intikal eder gibi vicdanî bir halet içindeydim. Yataktabulunduğum, hata uyuduğum halde millî hududu geçmek üzerebulunduğumu apaçık görüyordum.

Şüphe yok ki insan ruhunda şuurlu bir kuş hassasiyeti var. O hassasiyetleyuvaya has olan hava -uyurken de- alınıyor. Yahud yurd, açık bir harita gibivicdanlarda menkuş. Yabancı bir hava o haritaya heyecan veriyor ve şuurbu heyecandan uyanarak millî hudud dışına çıktığını anlıyor."

'Avrupa Notlan, Turhan Tan, İstanbul 1938.

18

Page 21: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

dumancini

TÜT-ÜN

adnan kurt

Dünyalı insanlar şu günlerde sigara içenler vesigara içmeyenler olmak üzere ikiye bölünmüştür.Doğrudur, sigara içenler diğerleri için birtakımrahatsızlıklar yaratırlar -ama fiziksel rahatsızlıklar.İçmeyenlerin yarattığı rahatsızlıklarsa ruhsaldır.Böyle şeyler bizi sıkar. Görünen şudur: birdüşmanlığın tohumları tüm dünyada ekilmektedir.Etnik düşmanlıklar, din savaşları ve ticaretsavaşlarının ardından tütün savaşları tezgahlanıyor.Oysa hoşgörü her güzel şeyin temelidir. Meselayatakta eşinin sigara içmesini olgunlukla karşılayanzihniyet başarılı ve mutlu bir evliliğin en belirginişareti değil midir?

Bazen tütmeyenlerin daha üstün ahlaklı olduğu veövünecek birşeyleri olduğu varsayılırken, bunlarıninsanlığın en büyük zevklerinden birisini kaçırdığıunutulur. Tütün içmenin karakter zafiyeti belirtisiolabileceğini teslim etmekle birlikte, zayıflıklarıolmayan bir insana karşı da tedbirli olmakgerektiğini hatırlamalıyız! Ona güvenilmez. Ciddiolmaya çalışır ve bir tek hataya kaüanamaz. Düzenlialışkanlıkları ve mekanik varoluşçuluğu köşeleriylesınırlı kafasını gönlüne üstün kılar. Anlayışlı vemantıklı insanları sevmek güzeldir de, tümüylerasyonel insanlardan da o kadar uzak durmaktabilgelerin gördüğü bir fayda vardır. Bu nedenle"Küllük bulunmayan bir eve girdiğimde huzursuzlukduyar ve korkarım" der Lin Yutang, "Oda düzenli veçok temizdir, örtüler yerlerinde, insanlar doğru veduygusuz olmaya çalışırlar. Ve ben hemen en iyidavranışlarımı takınırım. Yani en rahatsızlıkverenlerin..."

Bu çok doğrucu, sağduyulu, duygusuz ve şiirsiz ruhlartütünün tinsel etkilerini takdir edemezler. Genellikleestetik değil de ahlaksal açıdan eleştiriget i rdik ler inden önce şunu söylemeli :tütmeyenlerden daha yükseklerde dolaşır onlarıntinleri! Ağzında piposuyla o adam (ukala olanıdeğil; o bir sahtekâr, bir münafıktır!) ve kahvesininyanında derin düşüncesi; sigarasını tüttüren gençkız, gönlümün insanlarıdır. Daha insancıldır bunlar,söyleyecekleri vardır -hiç değilse ilgilenenlere.Yokolası tanımla zeki de olurlar ve iletişim: onlarla

19

çok iyi kurulabilir. Ve bir içsel ses onun da beni bukadar sevdiğini söyler. En önemlisi ağzında birpipo olan her zaman neşelidir. Ve mutluluk tümahlaksal değerlerin en güzelidir. Maggin "puro içenhiç kimse intihar etmedi" der. Pipo içen birisininde karısıyla kavga ettiği görülmemiştir. Çok basitirnedeni: ağzında pipoyu tutmaya çalışırken, birdiğerinden daha yüksek sesle bağırıp çağırmak olasıdeğildir ki!

Her tüttürenin o aptalca düşünceye tutulup, bir aranikotini terketme eğilimi doğmuştur. Bu anlamsızçaba ile bir süre (2-3 dakika ile 3-5 yıl arasında)uğraştıktan sonra çoğu yine anlamı yakalarlar. Tütünkullanmanın yararlarını dile getirmek pek zordur. O,bilinçdışı etkiler yaratırken, maddesel dünyadanasıl anlatılabilir?

Tütün. Gerçek ve bilinmeyenle uğraşa dalmışlarındüşüncelerini düzenler ve tinlerini mutlandırır. Aylacivert gökyüzünde asılıyken, yalnız ve yaşamdankopmuş gibiyseniz, boğaziçine doğru tüttüreceğinizduman -bilirsiniz- size sıcaklık verir, güzelliklerimüjdeler. Bir pencere önünde hat yapıtlarınıincelerken, o eski şiirleri okurken ve çayıyudumlarken hüzünle; ya da gece lambasınınaltında Borges'in öykülerini okuyup heyecan veözlem duyduğumuzda derin derin bir sigaraiçmekten başka ne isterdiniz ki? -Ay ışığının tılsımlıparçası.

Kırmızı ipek geceliğiyle yanınızda duran kadınlagizleri fısıldarken birbirinize, içtiğiniz sigarayüreğinizi işitir ve aşkınızı güçlendirir. -Aşkın büyülüuyarıcısı.

Geç uyanılmış bir sonbahar sabahı, sıkı bir yağmuryağarken, pencerenin gerisinde çıtır yanan sobanınyanında kucağınızda kedinizi sever ve eskisevgiliden kalmış bir mektubu okurken size ancakbir sigara eşlik edebilir. -Anıların ve hüznün sırdaşı.

Ve dünyanın tüm acımasızlığı, hayatın bütünbıkkınlıkları, kötülüklerin hepsi küllüğümüzde ezereksöndürdüğümüz bir sigarayla yok olmazlar mı?

Page 22: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

denizkızlarının şarkısı

TENNİ TENNENNİ...

Önce ten ister... ve asla vazgeçmez. Kendi isteği dışında her şey saçma gelir ona... Tenni tennenni. İştehayatın ezgisi... Alışkanlıklara Pan'ın o büyülü sesini fısıldayan. Ten cinayetlerine engel olan... tenini dinle,tenini dinle... Çünkü o, doğru söyler. Unutulmaz anların -bu kısacık yaşamda ne kadar azlar-, hep özlenenbuluşmaların -daha kaç tane yaşarız kimbilir-, görkemli nazların -ah hiç bilmese-, en masum suçlusu teninidinle.. O vahşi, arsız çocuk dişleriyle sorumluluğu, iyiliği, kötülüğü reddeden tenini dinle... Çünkü bir tek obaşarır, düşmanını bile sevmeyi... Aklı baştan çıkarmayı... Tenini sev.. Tenini okşa... Tenini tenle ara. Tenineten iste... Tenni tennenni.. En büyük temenni....

TENEZZÜL

Ten öpüşlerle uyanır, öpüşlerle kendisini hiseder ve hissettiklerini iletir.Ten yalnızca, öpüşlere tenezzül eder. Bakışların izi kalır tende, dokunuşların...Ama ten, bir gün bunların hepsini unutur. Öpüşleri asla.. Ten, kokusunu öpüşlerden alır, öpüşlere teslimeder... Bu nedenle Kadın, "Dudaktan Kalbe"yi seyrederken rahatsız edilmek,istemez, Adam da, "Rocky"i...Bir takım Adamlar, Ten Uyanışları, Tendeki Tuz, Tene Ten gibi çok anlamlı filmlerle, bir tarafın belisteklerini tene ilettiler. Ama taraflardan biri ortada yoktu.Tensiz vücutlar kıvrılırken duyulan istek, tenin isteği oldu.Bu uluslararası ten-belliği, el alkışladı, dil onayladı. Ten yapayalnız kaldı.

TENZİLAT

Oysa o, Kadın'ın çıplaklığını istiyordu tenini değil, çıplaklığın ölçüsü hep aynıydı... Adam, umut etmeyierdem sayarak hep çıplaklığı aradı.Nedendir bilinmez, ten ölçüsüzdü. Çözülmezdi.Üstelik, çıplaklık tenzilat yaptı ve tenin terini temizledi.Ten araştırmalarına bir son verildi. -Tenine sahip olmak bu dönemlere rastlar-

Göz yanılır, dil yalan söyler, bel aldatır. Tendir ruha şekil veren...Sevgiyi kandırmayan. Ölüme başkaldıran...İlk aşk sözünü söyle-ten ten. İçimizdeki ışığın her rengini yansıtan.Bütün çağrıların en içten tenoru.Özgürlüğün diliyle konuşur çok bin yıldır.Köleliğe başkaldırır ten; her yatakta, her bakışta, her dokunuşta.Anların ve anıların tek yaratıcısı ten. Satılamadığı ve satın alınamadığı için bedeli yoktur. Ten-zil-atı da...

Sahipsizliğin sahibidir ten.

TENİNİN TERİNİ TAZELEDİ...

Çünkü, yıldızların sahibi yoktur, her gece yatakta tenimizi ısıtan...Yakamozlar kimsenin değil, denizle buluşanları dinlerler sadece, tende beyaz yaşlarını bırakarak... Tenkimsenin değildir. Kendinin bile olmayı reddeder... İsimsizdir.Bu ten biricikti ve onunla birlikte ölecekti... Görece zaman, görece mekan ve görece sınırlar... Tenine sahipçıktı sonunda.. Yani tenini özgür bıraktı..Teni tenlerle buluştu... Yalnız istediği zaman, yalnızca istediği için...Teninin terini tazeledi... Çıplaklığından utanmamayı öğrendi...Aslına döndü... Yani insan oldu.

21

Page 23: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

deligömleği

BEN YOĞURDU MAYALARKEN

miya se

Çevremdeki her değişimi bir bozulma olarak görmeye başladımben yoğurdu mayalarken.

Keşke yazılar müzikli yazılabilse. Müzik evet sesdeğil. Madenî kaşığın ucuz Rus çanağına çarpaçarpa oluşturduğu müzik. Yazacağım hiçbir sesbiçimi, o çıngırtıyı, şıngırtıyı, tıngırtıyı veremez.Çocukları, torunları, yeğenleri olanlar bilirler. Yeniçocuk kitapları var hani... Kapağı açıp düğmeyebasıyorsunuz resme uygun bir ses çıkıyor.Ambulans, polis arabası, itfaiye, uzay aracı...Yazdıklar ımın arasına da öyle düğmeleryerleştirmek isterdim.

Madenî kaşığın ucuz Rus çanağında çıkardığı müzik...Musluktan akan suya tutularak söndürülen sigaranınçok hafif cızırtısı... Salondaki televizyonda izlenençizgi film kahramanlarının abartılı düşme sesleri...

Ben yoğurdu mayalarken bunları düşünüyordum.Kim bilir kaç yüzyıldır aynı biçimde yapılanyoğurdu a t a l a r ı m d a n öğrendiğim gibimayalıyordum. Ocakta yeterince kaynatılmış durusüt bana bakıyor. Üzeri ince, sarı bir kabuk bağlamış.Yoğurt olmayı ister mi istemez mi bilmiyorum. Buona sorulmamıştır, sorulamaz öyle biliriz. Yoğurdadönüşme. Bozulma... Yoğurda dönüşme bozulmasayılmaz mı? Ben onun bozulmasını yoğurdadönüştürerek sağlayacağım. O kendisini bozsabenim tüketemeyeceğim bir biçimde yapacak bunu.

Çevremdeki her değişimi bir bozulma olarakgörmeye başladım ben yoğurdu mayalarken.

Yemekler yapıyorduk bir takım otları, kabuklan; birtakım sıvılarla karıştırarak kendileri olmaktanvazgeçirterek aş biçimine dönüştürüyorduk. Güzelgüzel yaşayan iki insanı bir arada yaşatıpb i r b i r l e r i n i bozmalar ın ı , değiş t i rmeler ini ,dönüştürmelerini sağlayarak aşk yapıyorduk. Sonrabir çocuk doğuyordu çırılçıplak! İlk eylem ağlamak...Kundaklıyor, sarıp sarmalıyorduk. Ağlamasınısaçma bir gülmeye dönüştürüyorduk. Köklerimetrelerce derinde, dalları metrelerce yukarda birağacı kesiyorduk. Bu kesik ağaçtan YARARLIdediğimiz binlerce nesne yapıyorduk. Ona kıçımızısiliyorduk, üzerine oturuyorduk. Yazı yazıyorduk

22

yalanlarla örtüşen. Evler yapıyorduk, gizliyordukbirbirimizi. Otlardan ipler yapıyorduk, boğuyorduk,asıyorduk ince-kalın kendirlerle.

Ben yoğurdu mayalarken.... Bu madenî kaşık ilkelmüziğini yayarken, süt buğusunu ve kokusunusalarken odaya bunları düşünüyordum. Beynim veoradaki bilinmeyen boşluklar, doluluklar bunlarıdüşündürüyordu bana. O da bozulmuştu vedüşünüyordu. Daha da bozulacaktı üstelik.

Ben yoğurdu mayalarken atalarımın yüzlerce yılönce belki de beyinlerinin yeni yeni bozulduğuyıllarda tıpkı benim gibi yoğurt mayaladıklarınıdüşündüm. Ateşi bulup sütü kaynatarak içtikleriyıllar. Bir çobandı belki bir kadın. Kimbilir hemçoban hem kadın da olabilirdi.

Ayrıntılar önem kazandı sonra. Ne kadar süte nekadir maya? Ne kadar beklenmeliydi? Ekşi mi güzelolurdu yoksa biraz tatlı olsa daha mı iyi olurdu?Zaman önem kazandı sonra. Dört beş saat -Güneşşu kırmızı kayanın oradan çıkıp iki mızrak boyuyükselinceye dek- beklenirse tatlı oluyordu yoğurt.Üç mızrak boyu yükselirse ekşi. Unutulur da güneşkara kayanın oradan battığından açılırsa toprakçanak, fokur fokur kaynadığı görülürdü. Kimseyeyararı yoktu bu kadar bozulmuş sütün. Azbozulmalıydı her şey. Azar azar Bu unutulmuş sütbozuğu dökülürdü. Döküldüğü yerdeki otu, ağacı dakurulurdu, onlar da otsuz, ağaçsız yerler buldularfokurdayan yoğurtları dökmek için. Böyle çorakyerleri bulmak için gün gün kolaylaşıyordu. Ya dageceyi bekliyorlardı sevmedikleri komşularınınekinlerine, ağaçlarına serpmek için.

Ben yoğurdu mayalarken bu madenî kaşık ilkelmüziğini yayarken bozarak ve bozularak yaşamsürüyor. Yoğurdun mayalanma işinin yüzyıllardırböyle olduğunu düşünüyorum.

Şimdilerde sütü bozma işini geliştiriyorlar. Bozulmaişi dile, damağa yeni tatlar kazandırmak uğrunagel i ş t i r i l iyor . Meyveli yoğurtlar sat ı l ıyormarketlerde. Güzel, küçük, resimli ambalajlarda.

Page 24: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

başka bir dünya

UZUN BİR YOLDA TUTSAK BİR YOLCU

yazan-çizenergun kocabıyık

Ne zaman kapandınızbilmiyorsunuz.Ne zaman açılacak?...

23

Page 25: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

başka bir dünya

Bütün hafta sonlarını,sonra giderek hayatınızıntamamını işgal eden biruğraş. Saçma olduğunainanmanız kafi değil.Sigarayı bırakmak kadarzor bir iş. Sizi içine alır.Sonra giderek ona aitolduğunuza inandırır.Hatta odanın kapısınıkapalı tutmaya özengöstermenizi sağlar.Nedense insanın eliçekmecedeki çekiceuzanamaz bir türlü.Günler geçer, siz öylecebakadurursunuz.

Boş ve sessiz sokaklardayalnız bir mazgalabenzetirsiniz kendinizi.Bu aslında ciddi birvakıadır.İçinizde biriken iltihabınbasıncını hissedersiniz.Ona ulaşamazsınız.Parmaklarınızaralıklarınızdangeçemeyecek kadar iridir.

24

Page 26: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

başka bir dünya

Herkes birbiriningardiyanı.... Bekliyoruz...Gözetliyoruz.Anlayamadığımız birçekingenlik. Ruhlarımızaçöreklenmiş bir korku.

Kendi içimize doğrukazdığımız bir tünelde,bilinmeyen düşmanıbekleyerek korkuyoruz.

25

Page 27: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

başka bir dünya

Şaşırtıcı görüntüler bir çokşeyi yeniden gözdengeçirme fırsatı sunar. Birtür dikiz aynasındankendinize bakmak gibi.Gölgeler eşliğinde...

Bir tutsaklık bu, başka birşey değil. Bütün yollar hepaynı yere çıkıyor.Hiç bir yeregidemiyorsunuz.

26

Page 28: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

başka bir dünya

Hayvanınızıhapishanenin dışındagezdirebilmeniz birserbestlik midir?Neden hayvanınızızincirleme zorunluluğuh issediyorsunuz?Sizi hiçbir hayvan ısırdı mı?

Gitmek: bir YOL, ya da birAYNA olduğunu bilmek...

27

Page 29: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

zehiradası

MİYOP ALIŞKANLIKLAR, KÖR ZEVKLER

faruk ulay

İki zevkten birinekolayca alışmışken

ötekini yıllardıröğrenmeye

çabalıyorum. Bazızevklerin ancaköğrenilerek elde

edileceğini, ancakharcamasını

bilenlerin parakazanmaktan zevkaldıklarını ve nasıl

harcayacaklarınıdaha

kazanmadanbildiklerini söylerdibabam. Yoksullarınvarsıllar dünyasınahiçbir zaman ortak

olamayacağınıçünkü homo

ludenlere özgüduyunun para

harcamaktan zevkaldığını anlağabildirecek denli

gelişmemişolduğunu söylerdi.

Ardında duvarlar çivit mavisine boyanmış büyük bir oda olduğu söylenen,marangoz elinden çıktığı belli, yeni cilalanmış ceviz kaplama kapıyıvurmaktayım. Tavana gömülmüş yarım küre biçiminde kesilmiş buzlucamlardan yayılan konik huzmelerden birinin altında, halı kaplı birkoridordayım. Kapının öte yanında bekleyen birinin olduğunu biliyorum.Beklenenin ben olduğumu, geleceğim haberinin ona verilmiş olduğunuumuyorum. Yılbaşlarında zevkime uygun boyunbağları armağan edenbirince yollandım buralara. Konusuz konuşmamızın sonuna geldiğimizde,ikimizin de ilgisini çekecek bir konu aramaya hazırlanırken. Tam DyerYasası'nı anlatmayı bitirmişken. .İpekböceği larvasının kafa kapsülünün deböceğin öteki organları gibi geometrik artışı izleyerek büyüdüğünü, böyleceİpekböceği yetiştiricilerinin kafa kapsüllerini sayıp ölçerek kaç kozaoluştuğunu, kaç böcek elde edeceklerini dolayısıyla mevsim sonunda kaçpara kazanacaklarını bilebildiklerini, bir kozanın ortalama üç gün içindeoluştuğu akla getirilirse mevsim boyunca üretilen ve öldürülen İpekböceğisayısının böcek çiftçiliği ekonomisinde önemli bir yer tuttuğunun kolaylıklaanlaşılabilceğini söylemişken. Öldürme konusuna girmeyi, öldürmeeyleminin uyandırdığı hazza değinmeyi tasarlarken. Beni dinlemeyi bırakan,yeni konuya atlamak üzere duraklamamdan yararlanıp bütün günü konuşarakgeçirdiğimi, zaman yitirmeden buraya gelmemi, beni yanına almakla yanlışbir iş yapmadığını ona kanıtlamamı istedi. Asker karıncaların kendilerindenbüyük böcekleri öldürmek için hayvanın kaçmasını engellemeleri gerektiğininasıl öğrendiklerini ve gözlerine kestirdikleri bir böceğin önce ayaklarınasaldıkdıklarını söyleyemedim ona. Belki bana kapıyı açana söyleyebilirimbunları. İçgüdülerinin sözünden çıkmadan yaşamaya alışmış canlılarınduyunçtan yoksun olduğunu, üstten gelen emirleri yanlışsız olarak yerinegetirmenin aktöresel düşüncelere ters düştüğünü ve o anda aklıma gelecekbaşka şeyleri de. İlk kez karşılaştığım ve bir daha karşılaşacağımısanmadığım birine ancak beni ilgilendiren konulardan söz edebilirim.

Kapı açılmıyor. Vurmaya ara verdim, koridorun sonuna dek yürüyüpdöndüm, yeniden vurdum, açılmayınca bu kez öte uca yürüdüm. Şimdikoridor genişliğindeki pencerenin minder döşenmiş pervazına oturmuş, birsigara yakmaktayım. Kibritle yakıyorum sigaramı. Lise yıllarından kalma biralışkanlık. Filtresiz sigara içiyorum. Babamdan geçen bir alışkanlık. Tütünüiçime çektikten sonra nefesi burnumdan vermeye özen gösteriyorum. Bunahenüz alışamadım. Ama sigarayı böyle içmekten zevk alıyorum. İki zevktenbirine kolayca alışmışken ötekini yıllardır öğrenmeye çabalıyorum. Bazı'zevklerin ancak öğrenilerek elde edileceğini, ancak harcamasını bilenlerinpara kazanmaktan zevk aldıklarını ve nasıl harcayacaklarını dahakazanmadan bildiklerini söylerdi babam. Yoksulların varsıllar dünyasınahiçbir zaman ortak olamayacağım çünkü homo ludenlere özgü duyununpara harcamaktan zevk aldığını anlağa bildirecek denli gelişmemişolduğunu söylerdi. Yaşamdan öç almaya yönelik bir yaşantı sürmenin ensağlıklı yaşama biçimi olduğuna inanan babam yaşamın tadını çıkaramadan

28

Page 30: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

zehir adası

öldü. Öç alma yöntemleri konusunda bir ipucu vermemesine karşın herakşam gömüldüğü gazetelerin ardında yaşamın anlamını yaşamın kendisinegöstererek bu konudaki bilgisini ona kanıtlayacak birşeyler tasarladığınısanıyorum. Doktor raporunda kalp yetmezliği yazsa da kendiniöldürdüğünden kuşkulanıyorum.

Sağ elimin imleme parmağıyla orta parmağı arasına sıkıştırdığım sigaranınparmaklarımı yakmasıyla sokaktan geçen bir bulutun bıraktığı iri yağmurdamlalarının cama çarpması aynı ana rastlıyor. Eskiye yönelikdüşüncelerimden sıçrayarak uyanıyorum. Yaşadığım zamana döndüğümdenerede olduğumu bilmek hoşuma gidiyor. Koridorun ışıkları sönmüş.Sigaramı percerenin yanındaki küllükte söndürüyorum, yağmurun dinmesinibekliyorum, şemsiyesiz gençlerin şemsiyeli yaşlıların yanlarından koşarak,otomobillerin de gençlerin yanından suları yararak geçmesini izliyorum.Kapıyı yeniden yeniden tıklatmalı mıyım? Neden burada olduğumu benibekleyene anlatabilmek için kapının açılmasını sağlamalıyım. Bir sinekpercereye kafasını vurmakta diretiyor. Dişi bir sinekse birkaç aylık yaşamıboyunca bu koridorun çeşitli köşelerine bir yumurta bırakabilir.Pantalonumun art cebinde taşıdığım kağıt mendil paketinden bir mendilçıkarıyorum, sineğin üstüne kapatıp parmaklarımı sıkıyorum. İnce birçıtırtıyla ölüyor sinek. Mendili küllüğe bırakıyorum. Pencerenindoğramalarından başını uzatan bir tahtakurdu başına glecekleri anlamışgibi kendini geriye çekiyor. Divikleri düşünüyorum şimdi. Afrika'ya doğruuzanıp elimi bellicositermes natalensislerin yuvasına daldırıyorum.Milyonlarca diviğin arasında kraliçeyi bulup yeni bir mendil çıkarmayıdüşünmeden eziyorum onu. Böylece Afrika kıtasını diviklerin istilasındankurtarıyorum. Bir kraliçe bellicositermes natalensis'in yüz yılyaşayabildiğini, dakikada yirmi beş yumurtadan günde otuz altı bin, yıldaon üç milyon, yaşamı boyunca da yaklaşık bir milyar yumurda ürettiğini,böylesine hızlı bir üremenin homo sapienslerin başına iş açacağını,dolayısıyla görüldükleri yerde vur emri çıkarılması gerektiğini, öldürmeninbazan bir görev olduğunu, görevi başarıyla yerine getirmenin verdiği zevkianlatmalıyım beni buraya yollayanı yeniden gördüğümde. Kapıyı açtırmayıbaşarabilirsem beni bekleyene de anlatabilirim bunları. İmlemeparmağımla orta parmağım yine yanıyor. İkinci sigaraya başlamış vesonuna gelmişim. Küllükte söndürüyorum. Yağmur dinmiş. Sokakta kimseyürümüyor. Kaldırımla asfalt arasında oluşmuş iki ince derenin suyundasürüklenenleri izliyorum bir süre. Ezilmiş bir hamburger kutusu, bir PETşişesi, naylon torbaya doldurulmuş plastik şırıngalar, sol ayağa ait birmokasen ayakabı, rengi uçmuş bir tozbezi ve bir fare ölüsü. Derenin suyuçekiliyor. Sokak lambaları yanmaya hazırlanıyor. Akşam inmek üzere. Kağıtmendillerimi pantolonumun cebine sokuyorum, kapıyı son kez çalmak üzerekoridoru geçmeye başlıyorum.

Loş koridor iyice karanlığa gömülmüş. Halıya düşen gölgem penceredenuzaklaştıkça yok oluyor. Ceketimin iç cebinden uzak gözlüğümü çıkarıptakıyorsam da koridorun ışık durumunda bir değişiklik olmuyor. Böceklerinmiyop olduğunu da anımsatmalıyım beni bekleyene. Böceklerdenkorkmaması gerektiğini, yalnızca yirmi santimetre uzağını görebilen bircanlıdan zarar gelmeyeceğini, özellikle karanlıkta yaşamayı seçmiş bazıböceklerin kör olduğunu, kullanılmayan örgenlerin işlevlerini zamanlayitirdiklerini, işlemeyen demirin ışıldamayacağını söylemeliyim.Yumruklaştırdığım sol elimle kapıya beş kez vuruyorum. Sağ elimdepantolonumun ön cebinden çıkardığım sustalı çakı var. Kapı açılıyor.

Loş koridor iyicekaranlığagömülmüş. Halıyadüşen gölgempenceredenuzaklaştıkça yokoluyor. Ceketimin içcebinden uzakgözlüğümü çıkarıptakıyorsam dakoridorun ışıkdurumunda birdeğişiklik olmuyor.Böceklerin miyopolduğunu daammsatmalıyımbeni bekleyene.Böceklerdenkorkmamasıgerektiğini,yalnızca yirmisantimetre uzağınıgörebilen bircanlıdan zarargelmeyeceğini,özellikle karanlıktayaşamayı seçmişbazı böceklerin körolduğunu,kullanılmayanörgenlerin işlevlerinizamanlayitirdiklerini,işlemeyen demirinışıldamayacağınısöylemeliyim.

29

Page 31: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

zehiradası

Yaşamdan zevkalmak istiyorsam

yaşamanın biroyun olduğunu

aklımdançıkarmamamı

öğütlemişti babam.Gazetelerin ardınasaklandığı bir ara

söylediğ indenyüzündeki anlamı

görememiş, neölçüde ciddikonuştuğunu

kestirememiştim.[...] Yetişkinlerin

oynadığı oyunlarınkuralları

karmaşıklaştıkçaherhangi bir oyun

olmaktan öteyegidiyor bu

davranışlar.Koridorda

gerçekleştirdiğimoyunumdan zevk

aldığımı onasöylemeyeceğim

denli uzakta şimdibabam. Oyunlarınıbaşkalarını zorda

bırakmayaoynayan birininkendi oyununa

düşecek denli boştabulunacağınainanmıyorum.

Kimin açtığını seçemiyorum, beni bekleyen olduğunu umuyorum. Çakıyıkarşımda duranın gırtlağı olduğunu sandığım noktaya saplıyorum.Gözlüğümün camlan ıslanıyor. Ceketimin yakalarına yapışan eller gevşiyor,dirsekler bacaklarımı yalayarak aşağıya kayıyor, dirseklere iyelenmiş kollantaşıyan gövde ayaklarımın dibine yığılıyor. Çömeliyorum, el yordamıylaçakıyı bulup saplandığı yerden çıkarıyorum, kanlı bıçağı gövdeyi sıkı sıkıyasaran giyside temizleyip kapatıyorum, ayağa kalkarken pantalonumdakiyuvasına bırakıyorum. Bir süre kımıldamadan durup çevreyi dinliyorum.Damlayan bir sıvının halıda oluşmuş gölcüğün yüzeyine ulaştığındaçıkardığından başka ses duyulmuyor. Üç katlı bir apartmanın en üst katındabulunduğum aklıma geliyor. Damlaların sesini izleyerek yağmur suyununçatının çatlaklarından sızdığı noktanın altına varıyorum, gözlüğümü suyatutup mendillerimden biriyle temizliyorum. Ölünün durduğu yerebaktığımda kapı eşiğinin gövdeden yayılan turuncu/kırmızı bir parıldamaylaaydınlandığını ayrımsıyorum. Bazı böceklerin gövdelerinde yaşayanbakterilerden dolayı ışıdığını bildiğimden bu durumu yadırgamıyorum.Luciferase enziminin okside ettiği luciferinin insanları yıllarca doğaüstügüçlerin varlığına inandırmış bir oyunu bu. Photinus marginalis'in günbatınımdan ışımaya başladığını, hava karardığında ışımayı durdurduğunu dabildiğimden gövdenin az sonra kararacağını kestirebiliyorum. Böyle anlardailüzyonistlerin oyunlarını izleyen bir çocuğun yüzünde beliren o şaşkınlıklakarışık sevinç yayılıyor yüzüme. Işıma kesilinceye değin yerimdenkıpırdayamıyorum.

Yaşamdan zevk almak istiyorsam yaşamanın bir oyun olduğunu aklımdançıkarmamamı öğütlemişti babam. Gazetelerin ardına saklandığı bir arasöylediğinden yüzündeki anlamı görememiş, ne ölçüde ciddi konuştuğunukestirememiştim. Yüzünü artık gözlerimin önüne getiremediğim babamınsöylediklerini yanlış anlamak çok kolaydı. Söylediklerine çeşitli anlamlaryükleyebilmek için konuşmadan önce yüzünü özellikle sakladığını, böyleceonu dinleyenin söylediğini algılamakta zorlanacağını biliyor olmalıydı.Yetişkinlerin oynadığı oyunların kuralları karmaşıklaştıkça herhangi bir oyunolmaktan öteye gidiyor bu davranışlar. Koridorda gerçekleştirdiğimoyunumdan zevk aldığımı ona söylemeyeceğim denli uzakta şimdi babam.Oyunlarını başkalarını zorda bırakmaya oynayan birinin kendi oyununadüşecek denli boşta bulunacağına inanmıyorum. Olsa olsa kalpyetmezliğinden ölmüştür. Tütün alışkanlığını bırakma oyunu oynaması ve buoyunu sonuna değin götürecek kertede ciddiye almaması öldürmüştür onu.Ölmeyi beklemek yerine ölmeye gönüllenmek, ölümü ölen için daha gerçekkılsa da yaşayanların ölüm hakkındaki düşüncelerini etkilemiyor.Merdivenlerden inmek üzere pencerenin olduğu yöne doğru yürüyorum.Islak kağıt mendilimi güçlükle seçebildiğimi küllüğe bırakıyorum. Sokaklambalarından yayılan ışığın asfaltta yansımasını izlemek istiyorum amauzağı gözlüksüz göremediğimi anımsıyorum. Belleğimi zorluyorum, uzağıgörebilen hiçbir böcek düşmüyor usuma. Merdivenleri iniyorum, sokakkapısını açıyorum, dışarıya çıkıyorum ve otobüs durağının olduğu yönedoğru yürüyorum.

Yürümeye başladığım yerde sırtüstü uzanmışım. Sokak lambasının gözümegiren ışığının gerçekte ince bir bulut katmanının ardına gizlenmiş güneştenyayıldığını neden sonra anlıyorum. Öğle olmak üzere. Bir bacağımkaldırımda, başım, gövdem ve öteki bacağım asfaltta. Ellerim, saçlarım,giysilerim sırılsıklam. Yağmura yakalanmışım. Başımı güçlükle kaldırıpçevremi inceliyorum. Şemsiyeli, şemsiyesiz kimseyi göremiyorum. Sokak

30

Page 32: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

zehiradası

hala boş. Başımı geriye düşürecekken iki yana açılmış bacaklarımın arasınatoplanmış şırıngalar, şişler, hamburger paketleri, ayağını yitirmiş bir erkekayakkabısı ve parlak sarı renkli bir tozbezi dikkatimi çekiyor. Uzanıptozbezini üstüme, bacaklarımın birleştiği noktaya ekiyorum. Solyumurtalığımdan pantolonuma yayılan kırmızı leke tozbezini boyamayabaşlıyor. Kan görmeye dayanamıyorum. Midem bulanıyor. Kaldırımdanindiğim anda sustalının açılmış olduğunu düşünmek istemiyorum.Gerçeklerden kaçmanın olanaksızlığına inananların, okudukları, duyduklarıolayların başkişileri olmaya yerindiklerini söylerdi babam. Kendilerine acıvermekten zevk alanlardan kaçınmamı öğütlerdi bana. Bunca yıldırcebimde taşıdığım sustalının açılmak için neden dün akşamı beklediğinianlayabilmek için düşünüyorum. Gerçekliği yadsınamayacak bir olayyaşadım ve olayın neden benim başıma geldiğini anlamakta güçlükçekiyorum. Bu arada babamın söylediklerinin yanlışlığı ortaya çıkıyor.Kaçılamayan gerçeklerin üstüne gidilmesi gerektiğini, gerçeğin acısınıyeğinleştirmek için en iyi savunmanın saldırı olduğunu anlıyorum.Kızıyorum babama. Bana yalan söylediği ve kendini öldürdüğü için.Yanımda olsaydı böceklerin uyuma erkinden yoksun olduğunu,sivrisineklerin kışı geçirebilmek için nelere katlandığını söyler,ateşböceklerinin yanıp sönmelerinin ardında yatan sistemi açıklardım. Buarada kendi yanlışımı da buluyorum; dün beni buraya yollayana sözünüettiğim yasanın ipekböceklerinden çok kırkayakların üremesinde geçerliolduğunu anımsıyorum ve bu yanlışımı düzeltecek bir f ırsatbulamayacağıma üzülüyorum.

Sokakta kimse yok. Kendini yanlışlıkla öldürmek, kendini isteyereköldürmekle bir tutulabilir mi? Acemiliği üstünden atamamış bir homofaber olmanın utancını taşıyorum yattığım yerde. Ayakuçlarımda başlayankarıncalanma kalçama ulaştı. Başımı oynatamıyorum. Tozbezine uzanıpyüzüme doğru çekiyorum. Bulutları eriten güneşin batma yolunda çizdiğiyayı bir kızıllığın ardından izlemek hoşuma gidiyor. Gözlerimi kırpmayıbıraktım. Kirpiklerim pıhtılaşmış kana yapıştı. Hava kararıyor ama sokaklambaları yanmıyor. Dün, bir ara uzak gözlüğümü takmamış olsaydım hangikapıyı vurduğumu anlayabilirdim. Başka canlıları düşünmeyi bıraksaydımhangi apartmana girdiğimi, hangi koridorda yürüdüğümü, hangipencereden baktığımı, hangi marka sigara içtiğimi, hangi apartmandançıktığımı, hangi otobüsü kaçırdığımı ve hangi sokakta öldüğümübilebilirdim. Pencereden baktığımda gördüklerimi gerçekten gördüğümebeni inandırabilecek, şemsiyeli ya da şemsiyesiz bir kişi uğramadı yanıma.Yağmur gerçekten yağdı mı? Böyle bir doğa olayına tanık oldum mu?Benimle birlikte yağmuru izleyen sineği öldürdüm mü? Böcekleriniçgüdülerinin diktasında yaşamaları beklemedikleri bir anda ruhlarınıteslim etmelerini engelleyemiyor. İnsanların böcekleri öldürmesi deyaşamlarını uzatmıyor. Çözemediğim bir mantığı temeline oturtmuşanlaşılmaz bir sisteme göre işliyor herşey. Bütün gün burada yatmayaterkedilmeme de sistemin parçası olduğumdan mı? Bir geçen olsasorardım. Belli ki ben ölene değin, belki öldükten sonra da bu sokaktankimse geçmeyecek. Kimse dinleyemeyecek beni artık. Gömüldüğüm yerdebeni çürütmekle görevlendirilmiş birkaç körgözlü böcekten başka kimsesöylediklerime kulak asmayacak. Ve kimse böcekleri öldürmekten ben denlizevk almayacak.

31

Bu arada babamınsöylediklerininyanlışlığı ortayaçıkıyor.Kaçılamayangerçeklerin üstünegidilmesi gerektiğini,gerçeğin acısınıyeğinleştirmek için eniyi savunmanınsaldırı olduğunuanlıyorum. Kızıyorumbabama. Bana yalansöylediği ve kendiniöldürdüğü için.Yanımda olsaydıböceklerin uyumaerkinden yoksunolduğunu,sivrisineklerin kışıgeçirebilmek içinnelere katlandığınısöyler,a teşböceklerin inyanıp sönmelerininardında yatansistemi açıklardım.Bu arada kendiyanlışımı dabuluyorum; dün beniburaya yollayanasözünü ettiğimyasanınipekböceklerindençok kırkayaklarınüremesinde geçerliolduğunuanımsıyorum ve buyanlışımı düzeltecekbir fırsatbulamayacağımaüzülüyorum.

Page 33: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

kimsesiz çığlık

GECELERİN ORMANI

halil ibrahim özcan

Kavlimiz öyleydi, dokunduğumuz yerde varolacaktı yeni sarsıntılar.Bıçağın üstündeki örtü hâlâ kendini gizlemeye çalışırken olacaktıbütün bu olacak olanlar. Öğrenmeye çalıştığımız hayatlar kadarsıradanken gözlerinin kâbusu, dağ ve gökdelenler arasında kalangölgelerin arkasındaki korkuları atlatıp girecektik birbirimizinkoynuna. Lanetli düşleri gören birine yoğunlaşacaktın sen. Kambur vebaki olarak hatırlanacaktı sararmış yaprakların efsaneleri- yazgüneşlerinden çaldıkları 'kurtar beni'lerle. Hem çıplak hem de şişmanbir hamakta oturacaktın denizsiz ve kumsuz. Çıtır bir yağmurıslatacaktı yalnızca gözlerinden içeriye kabul ettiğin. Belki günlerindenbirine sarılıp uyuyacaktın. Sonra yavaş yavaş kendine uyanacağınsabahın o ketum ağzında giyinecektin kendine bile hiçbir şeysoramadan.

Çalıntı tekerleklerin üstünde yanında bir araba duracaktıdireksiyonunda boncuktan örülmüş bir kuş ve altında teşbihle. Şöylebir bakacaktın camından içeri. Geçilen uzun koridorlar herkesinkenkaranlıkları bana bırakacaktın. Hangi yana baksan asker kaçaklarınıntürküsünü dinleyecektin. 'Gelin bana bir tas su ver.' Kalbin daralacaktı.Kalbin ölüm kadar basit bir gerçeğin peşini bıraktığım günden berigöze aldığım dilsiz çığlığımın kar tutmuş kayığıyla gelecektin. Törenlegömülen ölünün mezarı başındaki imamın bahşiş beklentisi kadardoğal bir çöl savrulacaktı yanından. Üşüyemeyecektin. Telaşlardankurtulmuş bir heyecanın mahsulü bakışlar karşılayacaktı seni.Şaşıramayacaktın.

Ayağının takıldığı taşta konuşacaktın. İstersen yüzleri soldurulmuşharflerden oluşan cümlelerle de olabilirdin eğer yüreğin elverebilseydi. Bu demde ben de fezlekemi biliyor olacaktım.Fezlekemi biliyordum.

32

Page 34: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

denizboncukları

YARALARINI GÖSTERMEKTEN ZEVKALANLARA

çiğdem çalkılıç

Bu konuda gözlerimi açan sevgili Gül'e ithaf en...

Ancak uf oluncafarkedilenler,

hayatları boyuncauf olacak birşeyler

bulmaya devamederler. Bu her nekadar, (bedenselolarak) acı verici

şeyleri beraberindegetirse de, diğer

acı'dan (varlığınıntanınmaması ve

hatta ısrarlatanınmaması)ndan

daha kolaykatlanılası bir

acıdır. İşte hemzevk hem acı bir

arada! Ama birininverdiği acı o kadar

çok ki diğerininacısına katlanıp

berikini elde etmektek çıkış yolu, otarz ilişki biçimi

edinmiş veyaedindirilmişkişiler için...

'Baak uf olmuş'.'Gel, öpiyim de geçsin'.

Bu diyalogu hayatında hiç yaşamamış olanlar (umarım) enderdir. Budiyalogun içinde bak bana ne oldu, bu senin için bir anlam ifade ediyormu? Bana kötü birşeyler olması seni etkiliyor mu? Bana önem veriyor, banadestek oluyor musun? vs. gibi sonsuz sayıda devam edebilecek sorularıncevabı gizlidir aslında. Temelde, soru, benim varlığım bir zarar gördüğündesen bu zararı onarmamda bana yardımcı olur musun? dur. Tabii ki buradailgi gören kişinin varlığı doğal olarak mutlu olur, zevk duyar. Hayatta yalnızdeğildir, oh aman, onu düşünen, ona destek olup, zor zamanlarında koruyanbiri(leri) vardır. Yalnız uçmuyordur. Ama ya bu diyalogu hayatlarının tektemel diyalogu olarak yaşama durumunda olanlar! Ancak uf oluncafarkedilenler sözlerim sizlere! Ancak uf olunca farkedilenler, hayatlarıboyunca uf olacak birşeyler bulmaya devam ederler. Bu her ne kadar,(bedensel olarak) acı verici şeyleri beraberinde getirse de, diğer acı'dan(varlığının tanınmaması ve hatta ısrarla tanınmaması)ndan daha kolaykatlanılası bir acıdır. İşte hem zevk hem acı bir arada! Ama birinin verdiğiacı o kadar çok ki diğerinin acısına katlanıp berikini elde etmek tek çıkışyolu, o tarz ilişki biçimi edinmiş veya edindirilmiş kişiler için...

Öyle ki, bunun sanatsal yansımalarının da olduğunu düşünüyorum.HEEEEEY MİLLEEET, bakın işte, yaralarım, seyredin. BEEEEN UFOLDUUUUM! Görün yaralarımı, korkun, çok korkun, tüyleriniz diken dikenolsun sizin de, benim gibi... Rüyalarınıza girsin yaralarım. Kabuslar,karabasanlar çoksun üzerinize, hayatı dar etmek isterdim size! Ne yapayımben de böyle erişiyorum sevginize...

Ve, yaralan seyretmeye meraklı olanlar, gözlerini elleriyle kapatıp,parmaklarının arasından seyredenler, yaralarınız az çok ortak değil mi?Sizin de yaralarınız var seyrettiklerinize özdeş! Seyrettikçe hem korkunuzartıyor, hem de oh yalnız değilmişim rahatlığınız.

Geceleri, televizyonunuz, kediniz, köpeğiniz bir de lambanız...

33

Page 35: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

yalnızlığın oyuncakları

ZİBİDO

ahmet ortaçdağ

Ben bir soytarıyım. Yaşım insanlık tarihini almış. Amahâlâ dipdiriyim. Ne savaşlar gördüm, ölümler,işkenceler. Elimden ne firavunlar geçti, krallar,kraliçeler. Ben hâlâ ayaktayım. Ben bir soytarıyım.İnsanı vezir de ederim, rezil de.

Çoğu zaman aşağılansam horgörülsem de, yeterincezeki olanlar bilirler benim yaşamın gizini elimdetutuğumu ve saygıda kusur etmezler. Tabi herkestenaynı takdiri gördüğüm söylenemez. Bazıları, düşünmeengelliler, çevrelerinde ne olup bittiğini sorgulayıp,anlamaktan kaçarlar. Bu çevirdiğim entrikalardanhabersiz bakan körler, ne yeni bir tad duymak isterler,ne de öğrenmek. Huzuru manastırlara kapanarakbulacaklarını sanırlar, ancak fazla dayanamaz kısa birsüre sonra kapalı kapılar ardında kimseyesezdirmemeye çalışarak birbirlerini tacize başlarlar.Bunlara acıyorum. Benden kaçarak kurtulacaklarınısanıyorlar. Nafile, çubuğum enselerinde. Hayatlarınıbeni yok sayarak, kilit altında tuttukları zihinlerindekörebe oynayarak geçiriyor, arada cazibemedayanamayıp abes çıkışlar yapıyorlar. Sonuç ortada:tatminsiz, dengesiz tipler. Çok sıkıcılar. Ne hallerivarsa görsünler.

Diğer bir grup, kafaları çahşan, varlığımın farkındaolup benimle iş birliğinden kaçmayanlar. Bunlarzekalarının izinde öyle numaralar geliştirirler ki bazenbeni bile oyuna getirdikleri olur. Kurdukları düş vedüşüncelerle onlara nazların en büyüğünü vaadedenkışkırtıcı esprilerimi ve kıvrak figürlerimi atlatıpavucumdan kaçıverirler. Düş ve düşünce peşindekiyolculukları en az benim onlara sunduğum şölen kadarhaz ve korku doludur. Büyük bir coşkuyla yeni keşiflerpeşinde atıldıkları her serüven, elimde tuttuğum sırrıele geçirememenin hayal kırıklığıyla yeni bir serüveneiter onları. Böylece beni adatarak çıktıkları bütünyolculuklar dönüp dolaşıp yine benim kapınınönünde son buluverir. Nedense kapıyı açmaya birtürlü cesaret edemezler. Yazık.

Üçüncü ve son gruptakiler kıymetimi biliyorlar çokşükür. Tabi bunu doğuştan edindikleri mistik güçlere veonları açığa çıkarabilme yeteneğine borçlular. Sizicandan kutluyorum. Diğerleri gibi beni görmezdengelmek şöyle dursun, her fırsatta beni hayranlıklaalkışlıyor, ihya ediyorsunuz. Ama beni asıl mutlu eden,

göğsümü kabartan benden aldığınız ilhamla sizin yenidünyalar yarattığınızı, yoktan varederek sırrıma adımadım yaklaştığınızı görmek. Böylece adımı anmasanızda gücümün sınırlarını zorluyor, beni insanlığa baştacı ediyorsunuz. Eksik olmayın.

Görüldüğü gibi kadrimi bilenler pek az. Hey, beni birsapık olarak görüp, iteleyerek yanlarındanuzaklaştıranlar. Ben sizin aynanızım.

Kendini mutlak hissettiği o tek yerde onu izleyenleridize getirerek her an ölüme meydan okuyan, bitiptükenmek bilmeden artan kendine hayran etmetutkusuyla alkışlar sona erdiğinde yalnızlığı gitgidebüyüyen bir soytarı.

Tek başına olduğunda hissedemiyorum o gücü.Duygusallaşıyorum. Düşünüyorum da kendimi fazlamı önemsiyorum, abartıyorum acaba? Gözalıcı,pahabiçilmez kostümümden sıyrılarak başlamalı işe.Soyununca, örtülerden arınınca nasıl yalınlaşılıyor,çıplaklığa bir çocuk gibi sarınılıyor. Bunca yıl sonrakendimle yüzleşebilir miyim? Aynaya bakma sırasıbana mı geliyor yoksa?

Bana bencil ve saldırgan denmesinden bıktım.Bakmayın bana öyle. Fildişi kulemden inmekistiyorum. Dizlerim tutmuyor. Beni tutacak, şefkatlesaracak birini istiyorum. Ellerim titriyor. Tuttuğum sıryavaş yavaş dağılırken korunma ihtiyacı avuçlarımdayerini büyütüyor. Sesim boğuluyor. Yalnızlık veterkedilmişlik kabusunu yaşamak istemiyorum.Hıçkırıyorum. İçimdeki çocuk içsel bir beraberlikarzusuyla haykırıyor. Gözlerim akıyor. Bugüne dektepeden baktığım herkese sadece kendime sakladığımsevgiyi vermek için hazır bekliyor. Yüzümdeki boyabulaşıyor.

Bak, Soytarı. Gör: 'Bir başkasına karşı edilgenlik, onunyüzünden kendine emir verip, beni ben kılan -kırılganbir ben- ve hiç bir kavrama sığmayan bir aşkınlık ya dasonsuzla anlatılabilir.

İlk soru ben değil, diğeridir.1*

Kaynakça: Sanat ve Sanatçının Öyküsü - Sigmund FreudEmanuel Levinas Üzerine - Ahmet Soysal

i *Aşk ve Nefretin Kökenleri - Jan D. Suttie34

Page 36: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

aytutulması

BİR RUHGETİRME AYİNİNİNKULBU KIRIK FİNCANI

derya erkenci

Viraj l ı bulvar panolarındaki genel resimlerden kaçıyorum. Yereçömelmişken, başımı kaldırıp yüzüne bakmamışlıklarım vardı. Şimdi,belirsiz niyetler besleniyor. Resmi bir dans, ilmühaberleri eksiksiz tenekemidyesi. Hangi akibet koyuyor, gözlerimin önüne bu pastel filtreyi. Bir buğuhep. Gözlüğü tişörtünün eteğine silersin, taktım yine aynı. Eskitilmişvarsayılan, zihinöncesi bir kargaşayı yinelemek için gelmiş olmalı. Şefkatduyulan seçenek, kalebent. Kimselerden sorulamayan, tarih içerisinde yerinialmış, usötesi örgütün militanı. Çapari bağlamak kadar zor. Esmeralda, ikiEngizisyon O'nu yakardı. Denizaltı devşirmesi sürüngen bir dalgada yokolur.Ağzım-burnum kanadı, durmuyor. Vakit kazanmak için, iki kum karıncasınıdövüştürdüm. Yakınlarda tuvalet yoktu! Yalan söylüyor sürekli. Böylekötülükler, denizkıyısında anlaşılmaz. Sesim çıkmıyorsa, bunu neden en sonben farkediyorum? Çıksa zaten ağlayamam. Böyle kumu kazıp tuzak kurmakbir zevk, böyle altıparmak bir cin, böyle keçimandırası duvarı serinlik,sadece ayık olunduğunda sanılan... Kam durdurmak için avcuma kum aldım.Sürünerek ilerledim yanına, şarapnallerinden kaçarak. Balık öldürmemekiçin adadığım adakları unuttum. Düşün! Hiçbir trol O'nu yakalayamadı,hangi güçlü kol çeker doldurduğu manyatı. Galip olan, mağlup karıncayıevine taşıdı. Böğürden dikenleri dizkapaklarına batarken denize baktı.Taktiklerin ve oyunların adı batsın, yıldırımlara gelsin e mi! kamuoyuaraştırmaları. Bu ölü hücrelerin arasından gelen yeni bir sıvı, sanılan.İlkgençlik sonrasına damıtılmış hali, menşei karanlık bir uyuşturucunun.Ruhban sınıfının yortularda okuttuğu aziz su. Galsaması hiçe sayılmış lipsozkanı. Acilen mecburiyetten ve acemice temizlenmiş irinli bir yara, oksitiyerleşik ucuz bir bıçakla... Peşinsıra gittim. Görüntü makinası, siyah fanila,yarım sigara. Adımın suyla birlikte anılması çok eski. Zihnimi, olmak istediğişeyden buğu vazgeçirdi. Böyle dolunaydakolaypavurya bir zevk, böyle yatırsabahları abdest alan, büyümeye kötü tohumlar atan, bir ruhgetirmeayininin kulbu kırık fincanı...

Adam anlatınca herkes sustu. Ot dinginliğe bahanedir, tospahalar anladı.Köprüaltında büyüsem "Kitabını yazmış" derdim, evkafda memur olsaydım"Kamil kişi". O yine geldi, durduk yere öğle paydosu verildi. Lüküsler söndü,lüferciler geri döndü. Şaraphaneliler etiket yapıştırmayı, Katır Ahmetgünebakan naylonlamayı bıraktı. İki kişi salıncakta konakvari sallanıyor.Kuytu-rutubet bir mercek çılgınlığı arka balkonda SATÜRN, Atlas, Janus,Mimas, Enceladus. JÜPİTER, Amaltheia, Thebe, Ganimed, Callisto. Baktı Oda, doğubloğu sınırlı keşif yalnızlığına. Yalanlar sürdü dudaklarında. O ansevinç farzedilen bir panik şırınga edildi, miligramı ayarlanarak iskeledekioduncu kantarında. Gece uyunur, birileri gelir, göğüs boşluğuna deney tüpüyerleştirir. Kenevir dalları, tedavi sonrası dikiş izi bırakmaz. Emreder,oturunca. Sorular sorulur. İtaatle yanıtlanmaması imkânsız. Kalkılmıyor,yaslanmamak, yığılmak! Tuzlu ayran, güldüren sigara, kâğıt helva arasıdondurma. Göremedi kimse bir ara. Toparlanma, yanıt, zevk! Dokunmakadına, "Omza yapışan saç teli" yolunu seçtim. Ayakyordamıyla, kendimce

Ruhban sınıfınınyortulardaokuttuğu aziz su.Galsaması hiçesayılmış lipsozkanı. Acilenmecburiyetten veacemicetemizlenmiş irinlibir yara, oksitiyerleşik ucuz birbıçakla... Peşinsıragittim. Görüntümakinası, siyahfanila, yarımsigara. Adımınsuyla birlikteanılması çok eski.Zihnimi, olmakİstediği şeydenbuğu vazgeçirdi.Böyle dolunaydakolaypavurya birzevk, böyle yatırsabahları abdestalan, büyümeyekötü tohumlaratan, bir ruhgetirmeayininin kulbu kırıkfincanı...

35

Page 37: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

aytutulması

fotoğraf, Derya Erkenci

Peşinsıra gittim. Görüntü makinası, siyah fanila, yarım sigara. Adımın suyla birlikteanılması çok eski. Zihnimi, olmak istediği şeyden buğu vazgeçirdi. Böyle

dolunaydakolaypavurya bir zevk, böyle yatır sabahlan abdest alan, büyümeye kötütohumlar atan, bir ruhgetirme ayininin kulbu kınk fincanı...

36

Page 38: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

aytutulması

bir krater açmıştım kumda. Burun deliklerimde biriken kanı oraya.Tiksinirim! Aksimle karşılaşmamak için, gözlerim kapalı atlarım durgunsuya. Dipten yüzmek yeterli, mavi denizannelerinden kurtuluşa. Tuzlu suarttırıyor buğuyu. Kopuk galsama, alyuvarlarım, akyuvarlarım, kollektörlerinhaliçleri. Ellerine baksam, ağda beklemiş iskorpitler çarpıyor avurtlarıma.Böyle sönükçe karlıdalgakıran bir zevk, böyle devahtapotvantuzkollu, dipteyirmiiki kulaçta upuzun beklentisizlik yosunlan... Mekânı terkeyledi, duvarsaatlerinin cam korunakları çatladı. Bütün film tasarılarımı, koltukkayanındibinde yaktım. Bu aradeniz kişiliksizliğinin güzelliğinde, tundra taklidiyapardı bitki örtüsü. Küllerin üzerine işedim, çünkü anılar önlem almayıöğüüer. Bedenimin ve ruhumun bakımsızlıklarının akıttığı kanı saklayacakkimsem kalmadı. Küfredildi. Esmeralda kambura su vermedi. Bir zangoçişgüzarlığıyla, yokoldu aradenizin en büyük adası. Nasipçi sıfatı takınıldı,herkese dilim dilim balık eti dağıtıldı. Nasıl engelleyebilirdi, bağbozumu veçekmebileme mevsiminin yanıbaşında incir ağaçlarına dadanmamı? Köyeasma dallarıyla pişirilmiş ekmek almaya kim gidecek? Nasıl ayırdına varılır,fotoğraftaki iğdeyle kadının. Böyle cumhuriyetbayramındamaytap bir zevk,böyle pazar akşamı, ütübezi kokulu, siyah-beyaz maç özetli, yazılı yoklamalısıkıntı, böyle içi taze üzümşırası doldurulmuş deney tüpü ciğerleriminarasında...

Herşeye rağmen, şekilsiz bir anlamsızlık var gidişatta. Herşeyi anımsamanın,şerefsiz ve kamburumsu içtenliği bitmeli mi? Bir grup insan sudataşkaydırmayı bırakmış. Aşkla, libido sapmalarının arasında kalınmış. Vekâbus denen ayrıcalığın en puşt yanı, kente taşınmasıymış. Ansiklopedikrüyalarda, kıvırcık ölü hücrelilerin iblislikle bağıntılarına, bilimsel kanıtaradım. Gözlüklü adam, suyun içinde oturuşumuz gibi rakı koyuyordu. Buğu,karadelik gibi büyüyordu sol gözümün fer kaymalarında. Tiksiniyorum.Gözlerim kapalı içtim, bardağın dibinde aksimle karşılaşmadan. Vakitkazanmak için sık sık tuvalete gittim. Düşündüm. İstavrit, çekikgöz,patlıcansalatası, kalitesiz peçeteler üzerine ıhtırılmış dönüş müşterekbahisleri. Buğu nasıl atlatılır, nasıl yüzülür dipten Esmeralda'nın yanına?Bütün beyin hücrelerimi öldürdüm tek tek nefessizlikle. Birer birerzıpkınlıyorum, yakıcı iksirkuyruklu mavi denizannelerini. Yağmur sonrasıkekik kokusunu reddettim. Iskarmozları kırıp, yan yattım kanlı farştahtalarına. Anı ve hafıza işkenceleri içinde, kendine yer edindi uğurlamasofraları. Deniz kestanesi iskeleleri, hazza gösterge olamadan kırıldı. Boğdukumkarıncası yuvalarını, denizaltı devşirmesi dalgalar. Zengin çorbacıkameriyelerini terketti yavru kediler. Kıyameti müjdeledi fezayı sabırlaanlatan adam. Renkayrımı yapılamadı, iğdeyapraklı-kadınlı fotoğraflada.Tüm iyilikleri iyiler lanetledi. Böyle sanrıyla sınırlandırılmış eylemsiz birzevk, böyle taaruz oyunlu altıparmak bir cin, böyle ifrit soylu elyapımıkırılganlık böyle bir haz, buğuyla sabitleştirilmiş bir ruhgetirme ayinininkulbu kırık fincanı...

Nasipçi sıfatıtakınıldı, herkesedilim dilim balık etidağıtıldı. Nasılengelleyebilirdi,bağbozumu veçekmebilememevsimininyanıbaşında incirağaçlarınadadanmamı? Köyeasma dallarıylapişirilmiş ekmekalmaya kimgidecek? Nasılayırdına varılır,fotoğraftaki iğdeylekadının. Böylecumhuriyetbayramındamaytap birzevk, böyle pazarakşamı, ütübezikokulu,siyah-beyaz maçözetli, yazılıyoklamalı sıkıntı,böyle içi tazeüzümşırasıdoldurulmuş deneytüpü ciğerleriminarasında..

37

Page 39: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

med-cezir

SANAT POLİTİKA VE ZEVK*

terry lowell

insan aklıylauğraşan acemi

çaylak bilimlerindoğrudan rekabeti

devam ediyordu,ama hiç değilse

bunlar çağdaşfizikten daha azprestijliydiler. En

sonunda, sanatınaslında o kadar.da duygular ve

öznel, içsel dünyahakkında

olmadığı, sadece odünyanın bir

ifadesi olduğugörülebilmişti.

Abrams'ın da işaretettiği gibi 19.yy

Romantizmi,sanatın dışdünyadan

sanatçının zihnineçark edişinin kesin

bir göstergesidir.Sanatı, sanatçının

iç dünyasının birifadesi olarak

görmek, onubilimlerin istilaettiği alandan

kararlı bir biçimdeuzaklaştırmaktı.

Sanatı, gerçeğin bilgisini üretme değeri bağlamında -"şeyleri gerçekteoldukları gibi gösterme"- tanımlama çabaları her zaman eleştirilegelmiştirancak sanat, bilimlerin doğusuyla bu amaca ulaşmanın daha prestijli başkayollarının çıkışına kadar ciddi bir baskı altına girmemişti hiç. Bilim, bilgiüretmedeki önceliğini etkili bir biçimde elde eder etmez sanatın bilgiolduğu görüşü eski önemini yitirmeye başladı.

Başlangıçta, bilimle sanat arasında zorunlu bir çatışmanın çıkacağı peksezinlenmiyordu. 18.yy şiirinde, romanın doğuşu sürecinde ve 19.yyresminde çeşitli realist ve naturalist akımlara bağlı olarak doğal bilimlerinmetodlarına çok yakın biçemlere rastlanır. 19.yy realist resmi, bilinçli birbiçimde pozitif felsefe ve bilim metodolojisi üzerine kurulmuştur. Newtonfiziği, Augustan şiirinde coşkuyla kutlanmıştır. İlk roman dönemine gelince,uygulanan model daha çok hukuk mahkemesiydi: 18.yy'da, özellikleDefoe'nin eserlerinde, doğruluk yeminleri ilk elde sık sık tekrarlanan biraraçtı.

Ancak "şiirle Newton Optik'inin mutlu evliliği" uzun sürmeyecekti. Tepkilerindoruğa ulaştığı nokta belki de Keats'in şu kötü şöhret kazanmış sözleriydi:'matematikte kaybolmak'. Ancak sanat bilime karşı sıcak ya da soğuk birsavaşa girişecek durumda değildi. Romantik teori perspektifindenbakıldığında bile, izlenecek en akıllıca yol banş içinde bir arada var olmapolitikası geliştirmekti. Romantik estetik anlayışını, sanata, bilimle doğrudanbir rekabete girmeyeceği bağımsız bir varoluş zemini yaratma çabası olarakgörmek mümkündür. Rasyonalist iddialarda ısrar edenler ise doğrudanrekabetten kaçınmadılar, sanat ve bilimin aynı hedefe ulaşmak için farklımetodlar kullandığı savını ortaya attılar, bu aynı hedef de kuşkusuz "şeylerigerçekte oldukları gibi gösterme" hedefiydi. Diğerleri, sanatı ve bilimi farklıbilgi nesneleri bağlamında ayrıştırdılar. Bilimin alanı nesnel, dışsal şeylerdünyasıydi; sanatınki ise öznel, içsel duygular dünyası. Bu, problemitamamen çözmüyordu, çünkü insan aklıyla uğraşan acemi çaylak bilimlerindoğrudan rekabeti devam ediyordu, ama hiç değilse bunlar çağdaş fiziktendaha az prestijliydiler.

En sonunda, sanatın aslında o kadar da duygular ve öznel, içsel dünyahakkında olmadığı, sadece o dünyanın bir ifadesi olduğu görülebilmişti.Abrams'ın da işaret ettiği gibi 19.yy Romantizmi, sanatın dış dünyadansanatçının zihnine çark edişinin kesin bir göstergesidir. Sanatı, sanatçının içdünyasının bir ifadesi olarak görmek, onu bilimlerin istila ettiği alandankararlı bir biçimde uzaklaştırmaktı.

* PICTURES OF REALITIY, Aesthetics, Politics and Pleasure, 1980 Art, Politics andPleasure adlı makaleden Zehra Gülbahar Türkçeleştirdi.

38

Page 40: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

med-cezir

Realizmin konvansiyonel eleştirisi:

Konvansiyonel eleştiri üç kaynaktan alınıp geliştirilen teorilerdenoluşmuştur: Althusser marksizmi, semiyoloji ve Lacan psikanalizi. Bu üçününde temeline konvansiyonel dil teorisi oturtulmuştur. Hakim renk oldukçarasyonalisttir ve romantik / ekspresyonist sanat teorilerinden çok farklı birgörüntü arz eder. Ekspresyonist teoriyle bağlantı, üçüncü bileşen psikanalizaracılığıyla sağlanacaktır.

Romantik teori, sanatın kaynağını duyguların kendiliğinden aktığı yer olaraktanımlar. Böylelikle sanat, aklın bilinçsiz bir katmanında, bilinç kontrolünündışında kurgulanmıştır. Modern psikanalitik film ve edebiyat yorumlarıdaha karmaşıktır, aslında. Ancak burada da kültürel ürünler bilinçaltınınişleyişinin ifadeleri olarak analiz edilirler. Metnin verdiği zevk, sanat eseriile bilinçaltı arzular arasında ilinti kurma işlevi olarak görülür.

Kültürel araştırmalardaki konvansiyonalizmin üç bileşeninden busonuncusu, günümüz bakış açısı değerlendirildiğinde, en ilginç olanıdır.Lacan'm teorisi konvansiyonalizme temellendirilmiştir ama, Freud'unki içinaynı şeyi söylemek mümkün değildir. Bununla birlikte, psikanalitik teorininmetinlerin yorumlanmasındaki kullanımı, teorinin kendisinden kaynaklananaçmazlardan nasibini alacaktır. Hem Freud'un hem de Lacan'm en önemliaçmazı, teorilerinin kadın cinselliği konusundaki yetersizliğinde yatmaktadır.Bu yetersizliğin etkilerine, son zamanlarda yapılan bir çok film yorumundarastlamak mümkündür. Bu tür çalışmaların film tasvirlerinde belirledikleri"arzu figürleri" daima kadın imajlarında toplanmaktadır, bu arada kadınseyircilerin konumu tamamen gözardı edilmektedir. Bu analizlerdefilmlerin seyircileri dikizci erkekler olarak düşünülür. Kadınlar sadece erkekarzusunun nesneleri olarak resmedilirler.

Realizmin Brecbtçi eleştirisi:

Sanat ve Politika. Lucas'ın realizm teorisinin Brechtçi eleştirisi realizminkendi içinden çıkmaktadır -şeyleri gerçekte oldukları gibi göstermek.. Ancak,rasyonalizmine karşın Brecht'in kendsi de bazı yönlerden bilişsel teoriyiaşar. Brecht sanatta realizmden çok başka bir geleneğin takipçisidir;pragmatik/didaktik teori. Bu gelenek sanatta, öğrenmeye olanak tanımaküzere zevklerin dizginlenmesi biçiminde tezahür etmektedir. Brecht'in"neşeli ve militan eğitim" kavramı onu bu geleneğin tam göbeğineyerleştirir. Bu da yine sanattaki idealar düzeyinin dışına çıkar çünkü zevki,öğrenmenin hizmetkarı yapmak için öncelikle bu zevklerin tanımlanmasıgerekmektedir. Sanattan alınan entellektüel zevkler ne küçümsenebilir ne deinkar edilibilir ancak bunların, sanat eserlerinin ve eğlence sektörününsunduğu tek ve hatta en önemli zevkler olduklarını düşünmek naif biryaklaşım olurdu.

Brecht, sanattaki zevk konusunda her zaman muğlak bir tutum içindeolmuştur. Sanatın yarattığı zevk, kendi içinde değerlendirilmek yerineöğrenmenin hizmetine sunulmalıydı ve öğrenmeyi olumsuz yönde etkilemeeğilimi gösterdiği yerlerde ona asla müsamaha gösterilmemeliydi. Zevktanımını reddedişi tam da bu noktada başlıyor. Sanatın eğlence aracı olarakönemindeki ısrarına rağmen o bir rasyonalistti. Politik eylem -sınıfmücadelesine katılım- dayanışma duygularının ajite edilmesi, manevitecavüz, vaatler, zulme uğrayana acıma, sömürüye duyulan kızgınlık ve

39

Sanat ve Politika.Lucas'ın realizmteorisinin Brechtçieleştirisi realizminkendi içindençıkmaktadır-şeyleri gerçekteoldukları gibigöstermek.. Ancak,rasyonalizminekarşın Brecht'inkendisi de bazıyönlerden bilişselteoriyi aşar. Brechtsanatta realizmdençok başka birgeleneğintakipçisidir;pragmatik/didaktikteori. Bu geleneksanatta, öğrenmeyeolanak tanımaküzere zevklerindizginlenmesibiçiminde tezahüretmektedir.Brecht'in "neşeli vemilitan eğitim"kavramı onu bugeleneğin tamgöbeğine yerleştirir.Bu da yinesanattaki idealardüzeyinin dışınaçıkar çünkü zevki,Öğrenmeninhizmetkarı yapmakiçin öncelikle buzevklerintanımlanmasıgerekmektedir.

Page 41: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

med-cezir

Metindeki bütün buzevk kaynakları

tartışmasız önemliolmakla birliktebunların hiç biritümüyle sanata

özgü değildir.Bilinçaltı arzular

rüya, sembolikdavranışlar,dayanışma,

teslimiyet,deneyimin

paylaşılması gibibir çok farklı yerde

şekillendiği gibidaha doğrudan

biçimlere degirmektedirler.

Belirleyici estetikbiçemin kendisi

metindeki zevkinesas kaynağı

olarakgörülmelidir-

"oyunun kuralları"nın tanımı, ve bu

kurallara itaatedildiğinin, onların

saptırıldığının vehatta bu kurallarladalga geçildiğinin

seyredilmes ininverdiği zevk.

gereksiz çileler gibi faktörlerin öne çıkarılmasıyla gerçekleştirilemezdi. Bunadüşünce yoluyla varılmalıydı, duygularla değil. Seyircinin gördüğü şeyidüşünmesi, kendisiyle seyrettiği şey arasındaki ilişkiyi serinkanlılıklakurabilmesi için eser tarafından yaratılan duygusal tepkiye mesafeli kalmayazorlanmalıydı. Bu rasyonalizm anlayışı konvansiyonalizmi haber veriyor,konvansiyonalizmin aldığı gerçek Brecht mirası da bundan başka bir şeydeğildir zaten. Sanat eseri ideolojik etkiler yarattığında maruz kaldığımızsüreç ve yönlendirmeler bilinçli bir inceleme konusu olmalıdır ki buetkilerden kurtulmak mümkün olsun. Benzer bir şekilde ilerici ve devrimcimetinler, zevklere dalmamıza izin vermeden bizi düşünmeye sevk edenmetinlerdir. Tüketiciyi, dinleyici-seyirci/okuyucu, anlam üreticisi yapma, onukafasını çalıştırmaya itme retoriği tek bir tür eylem üzerindetemellendirilmiştir: düşünmenin entellektüel eylemi. Püritenliğin bu özeldalına itiraz etmek anti-entellüellikle aynı kefeye konamaz. Bu sadece, zevkindaima bilginin hizmetinde olduğu ya da olması gerekteiği , yalnızca bilgiyearacılık eden zevkin politikaya hizmet ettiği tezinin reddi olabilir.

Bu, ne psikanalitik ne de Brechtçi yaklaşımın değindiği başka tür bir zevk,"sosyal zevk" sorusunun ortaya çıktığı boş bir alan bırakıyor. Metnin zevkverme yetisi, öncelikle kamusal-sosyal türden olan zevklerin çerçevesineyerleştirilmiş olabilir. Örneklendirmek gerekirse, sanatta tanımlanan vealkışlanan ve bu alkışlama sayesinde kabul görüp geçerlilik kazanan ortakdeneyim zevki; paylaşılan deneyimlerin güçlendirdiği dayanışma zevki;paylaşılan ve sosyal olarak tanımlanmış umutların zevki; kimlik ve sosyallikduygusunun zevki. Bu sosyal zevkler uzun süredir kabul görmektedir, özelliklesosyolojideki Durkheim geleneği içerisinde. Bu gelenek politik açıdanmuhafazakardır ve sosyal zevklerin kendileri bu gelenek içerisinde pekalagerici politikaların harekete geçirilmesinde kullanılmış olabilir. Bilinçaltızevkler gibi bu zevklerin kendileri de ilerici ya da gerici değildirler; ama birestetik politika (tabii ki Marksist estetik, burada söz konusu olan) böyle birboyutun tehlikelerini gözden kaçırmaktadır.

Metindeki bütün bu zevk kaynakları tartışmasız önemli olmakla birliktebunların hiç biri tümüyle sanata özgü değildir. Bilinçaltı arzular rüya,sembolik davranışlar, dayanışma, teslimiyet, deneyimin paylaşılması gibibir çok farklı yerde şekillendiği gibi daha doğrudan biçimlere degirmektedirler. Belirleyici estetik biçemin kendisi metindeki zevkin esaskaynağı olarak görülmelidir- "oyunun kuralları" nın tanımı, ve bu kurallaraitaat edildiğinin, onların saptırıldığının ve hatta bu kurallarla dalgageçildiğinin seyredilmesinin verdiği zevk. Bunlar öğrenilmiş zevklerdir veçeşitli biçimlerde sınıf ve cinsiyet farklılıklarına dokunmaktadırlar. Estetikduyarlılık sınıf ve cinsiyet boyutları olan bir duyarlılıktır. Politikası da sınıfve cinsiyet aidetlerinin hayata geçiş biçimlerinden ayrı düşünülemez.

40

Page 42: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

dejâ vu

KAHİRE'YE ÖDEMELİ

ergun kocabıyık

Şehrin tam ortasında, telefon etme kuyruğunda bekleyen bir adam vardır. Kimi, nedenarayacağına henüz karar verememiştir. Bekleyişi bozan bir el hareketidir.

Kadın esmer bir Türkçe konuşmaktadır. Saçları kıvırcıktır. Mısırlı ünlü bir şarkıcının adınıkullanmaktadır.

Kısaca tanışılır. Adam kadının arkadaşı Nana'yı Japon sanır oysa Korelidir. Sıra karışır. Havabozar. Bir borazan çalar. Aynı dili konuştukları konusunda uzlaşamazlar, ta ki yağmurçiselemeye başlayana kadar.

Bir bezik salonuna girerler. Kadının kulaklarının iç yüzeyi belirsizdir. Ayaküstü bazı edebimeseleler konuşulur. Yanlarına yaklaşan iri yarı bir adam aniden Kung Fu hocası olduğunuaçıklar. Uzak Doğulu kadın hayranlığını gizleyemez, bir çığlık atar.

Mısırlı ünlü bir şarkıcının adını kullanan kadın, New York'da geçirdiği bir kalp ameliyatındansonra kendisine aşık bir İtalyanın ortadan nasıl kaybolduğunu anlatır.

Kung Fu hocası meziyetlerini dosyaladığı klasörü açar:

Adam, 'kaval üstadı'dır.Adamın Sadık Karadeniz isminde bir meslekdaşı vardır.Adam, 'milyonların sevgilisi'dir.Adam, her türlü eğlenceye 'sihirli kavalıyla' katılabilmektedir.Adam, 'İslam bilgini'dir.Adanı, 'Sanat Güneşimiz'dir.Adam, 'Güzel Sanatlar Akademisinin medarı iftiharı'dır.Adam, 'Mısır Kralının portresini yapmak üzere Kahire'ye davetli'dir.O dünyanın Tekbaşıdır.Dünya avucunun içindedir.

Kızların şipşak karikatürlerini çeker ama benzerlik şaşırtıcı değildir. Kung Fu hocası bütünilginçliklerine karşın cansıkıcıdır; yüz bulamayınca salonu terkeder.

O gece telefon kuyruğundaki adamla Mısırlı kadın sevişirler. Biraz güç olur, biraz gülünç olurlar.Kadının kalbi metalik atmaktadır ki bu önemlidir. Kaynamış bir dikiş izi göğsünü ikiyeayırmaktadır. Adam sabaha karşı uyanır. Oda karanlık ve havasızdır. Elektrikli ocak sigortayıattırdığı için kadının çamaşırlarım karanlıkta yıkar. Ölümlerine öten horoz sesleriduyulmaktadır. Yatar!

41

Page 43: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

uçan hollandalı

SINIRSIZ ZEVKLER DÜKKANININVİTRİNİNİ SEYREDEN ZOMBİNİN

SON BİR SAATİmurat gülsoy

İlk gençlik yılları, yani insanın geleceğe beklentilerle ve 'ben herşeyiyapabilirini' kendini beğenmişliği ile baktığı yıllar geride kalmıştı veben hâlâ bu durumu kabullenememiştim. Dışarıdan bakan insanlaragöre ne yaptığını bilen, yere sağlam adımlarla basan biriydim, fakather yeni gün, yeni bir başlangıçmışcasına aklımı çeliyor, gecegördüğüm rüyalar gibi günlük kararlarım ertesi güne kalmıyordu.Doğuştan gelen bir tuhaflık vardı bende. Kiminle beraber olsam onunhayatının içinde mutlaka önemli bir yer kaplamaya gayret ediyor,olmadık işlere girişiyordum. İşin ilginç yanı bu maymun iştahımzaman içinde azalacağına artıyor, alışkanlıklarınım sayısı katlanarakbüyüyordu. Belirgin bir politik görüşüm olmadığı için ciddi birkurumun parçası olamıyordum. Özel yaşantım da bunun izdüşümügibiydi. Kısa, çok kısa süren, şiddetli ve başdöndürücü ilişkilerhayatımın ortasından akıyor fakat ben bunlara müdahale etmekyerine kıyısında durup seyrediyordum. Ve işin kötü yanı yeni geleneskinin tüm hatırasını silip götürüyordu. Bir kaç saat içinde bilebirisiyle son derece fırtınalı bir ilişkiye girebiliyor, fakat bir hafta sonraonu aramayı unutabiliyordum.

Gerçekten de birçoklarının

başından geçen bubunalım.

dönemlerineanlamaz bakışlarla

uzaktan bakarakıllarından zorları

olduğunudüşünürdüm.

Hayatımda benimiştahımı kesecek,

beni gülmekten,espri yapmaktan

alıkoyacak hiç birolay olmamıştı.

Hatta birarkadaşım çok

içtiğimiz bir akşamyaptığım

soytarılıklara bakıpiç geçirmişti: "Senin

gerçekten hiç birsorunun, hiç birçelişkin yok buhayatta". Yine

anlamamıştım.Ne olması

gerekiyordu ki...

Yaptığım işin getirdiği hareketlilik de böyle bir yaşantı sürmemikolaylaştırıyordu. Fakat burada gündelik işlerimden bahsetmekistemiyorum. Daha sonra bir şey oldu. Belirgin bir olay değil sadece biranda hiç bir şeyden zevk almamaya başladım. Aslında değişen bir şeyyoktu. Son on yılı nasıl yaşadıysam yine öyle yaşıyordum. Fakat artıkzevk almıyordum. Bir kaç hafta durumu görmezden gelmeye çalıştım.Geçici bir depresyon olduğunu düşündüm. Çevremde herkesin zamanzaman yakalandığı bu musibet bu sefer beni buldu diye şaşırdım.Gerçekten de bir çoklarının başından geçen bu bunalım dönemlerineanlamaz bakışlarla uzaktan bakar akıllarından zorları olduğunudüşünürdüm. Hayatımda benim iştahımı kesecek, beni gülmekten,espri yapmaktan alıkoyacak hiç bir olay olmamıştı. Hatta bir arkadaşımçok içtiğimiz bir akşam yaptığını soytarılıklara bakıp iç geçirmişti:"Senin gerçekten hiç bir sorunun, hiç bir çelişkin yok bu hayatta".Yine anlamamıştım. Ne obuası gerekiyordu ki...

Fakat sonunda ben de o dipsiz sıkıntı kuyusuna yuvarlandım. Herşey,herkes canımı sıkıyordu. Yaptığım veya yapacağım hiç bir şey beniheyecanlandırmıyordu. Belki bir yolculuk, kısa ve çılgın bir tatil iyigelir düşüncesiyle biriktirdiğim bütün parayı harcayıp uzak ülkelerdenbirine gittim. Yaptığım en korkunç hataydı herhalde. Evet kendimievde bırakıp gitseydim çok eğlenirdim eminim ki. Fakat aynı limonsuratla tanımadığım ve beni içine almayan sokaklarda gezindimdurdum bir hafta boyunca.

Hiç bir çıkış yolu bulamadığımda dostlarımdan birine durumumu birhastalığın itirafı gibi açtım. Tahmin ettiğim gibi fazla önemsemedi.

42

Page 44: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

uçan hollandalı

Ağzının ucuyla bir psikologa gitmemi önerdi. Tanrım bu psikologagitme fikri ne kadar aşağılayıcı bir şeydi benim için. Hep zayıfinsanların dertlerini anlatmak için üste para verdikleri bir takımkayıtsız adamlar olarak görmüşümdür psikologları. Fakat benimdurumum hiç de parlak değildi. Bir mutsuzluk ve kayıtsızlık girdabındaboğulmak üzereydim.

Sevecen ve mesafeli bir kadındı. Kişisel olarak kendisiyle hiç birderdim yoktu. Bu zarif kadının canını fazla sıkmamak dışında hiç birşey istemiyordum. Psikologlarına aşık olan hastaların traji-komiköykülerini çok iyi bildiğimden o mesafeyi korumaya kararlıydım.

Seans boyunca konuşuyor aklıma gelen herşeyi ona anlatabiliyordum.Kendisine güvenmiştim bir kere. En sapkın fantazilerimden, en utançverici anılarıma kadar herşeyi anlatıyordum. Bir gün öyle bir noktayageldik ki sanki bir kelimeler bütünüymüşüm gibi hissetmeyebaşladım. Binlerce ciltten oluşan bir kitap gibiydim. Sanki içorganlarımın yerinde büyük ve soyut bir kelimeler denizi vardı. Veağzımı açtığımda dışarıya akıp gidiyorlardı. Psikologumu çok iyitanımadığımdan onu yerlere yatıracak denli komik bir dilgeliştirememiştim fakat yine de arada sırada gülümsemesinigizleyemiyordu. Onu güldürdüğüm anlarda heyecanlanıyordum. Çoközel bir hastası olduğumu düşünüyordum. Hâlâ da öyle düşünüyorumaslına bakılırsa. Ben diğer sıkıcı hastaları gibi yardım dilenmiyordum;sanki bir barda komedyenlik yapıyordum. Benim seanslarımı ipleçekerek beklediğini düşünüyordum.. Belki de ona kur yapıyordum.Belki de onu eğlendirerek, seansı onun için zevkli bir hale sokarak yineasıl meseleden kaçıyordum.

Olumlu etkisi olmadı değil. Örneğin şu günlüğü onun ricası üzerinetutuyorum. Evet benden bir günlük tutmamı istedi. Bu günlük değişikbir günlük olsun dedi. Olayları değil başka şeyleri yaz dedi. Arada sıradasana konular vereceğim onların üzerine de aklına gelenleri yazarsındedi. İşte ilk verdiği konu: Bir yıllık ömrün kaldığını öğrendin ve...

Pencerenin dışında soğuktan billurlaşmış bir gece yoldan araba geçmeyenher anda zamansızlığın kucağına yuvarlıyor yokuşu. Dümdüz aşağıya, denize,suya, karanlıklara inen bu eski yokuşu. Camın soğukluğuna alnımı dayamışdüşünüyorum. Daha doğrusu tüm bunları aklımdan geçiriyorum. Bir kezdaha yaşadığım anın dışındayım. Peşpeşe düşünceler hücum ediyor.Birincisi gecenin gizemini çözdüğünü iddia eden düşünce: "Çünkü gecezaman duruyor. Çünkü hareket eden güneşin ışıkları yok. Çünkü gölge yok.Işığın harekete anlam katan, hareketi kutsayan tanrısallığı yok. Sadecekaranlık var". Bu saçma düşünceyi kovalayan beni kendime dönmeye daveteden ironik ikinci düşünce: "Şu haline bak pencerenin camına alnınıyaslamış, pencerenin camına alnını yasladığını düşünüyorsun", diyor."Senin çok büyük bir sorunun var. Hem de çok büyük". Bu arada içerideölüm sessizliği var. Sevgilim beni yalnız bırakması gerektiğini bilerekoturuyor. Belki televizyon kanallarının arasında ruhundan kaçmayaçalışıyor. Belki de... Of, bilemiyorum. Pırıl pırıl silinmiş masanın camınınüzerinde öte dünyadan gelmiş bir son yoklama kağıdı gibi laboratuvarraporu duruyor. Kaçamayacağım yazgımın soğuk bir ifadesi. Bir kaç aybilemedin bir yıl ömrümün kaldığını belgeleyen bir evrak. Filmlerdegörmeye alıştığım türden bir durum. Fakat şu odayı ve dışanya bakarakbunları düşünen beni izleyen kimse olmadığı için garip bir anlamsızlık

43

En sapkınfantazilerimden, enutanç vericianılarıma kadarherşeyianlatıyordum. Birgün öyle bir noktayageldik ki sanki birkelimelerbütünüymüşüm gibih issetmeyebaşladım. Binlerceciltten oluşan birkitap gibiydim. Sankiiç organlarımınyerinde büyük vesoyut bir kelimelerdenizi vardı. Veağzımı açtığımdadışarıya akıpgidiyorlardı. [...] Onugüldürdüğümanlardah eyecanla n ıyordu m.Çok özel bir hastasıolduğumudüşünüyordum.Hâlâ da öyledüşünüyorum aslınabakılırsa. Ben diğersıkıcı hastaları gibiyardımdilenmiyordum;sanki bir bardakomedyenlikyapıyordum.

Page 45: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

uçan hollandalı

Alnım buz gibi olupcanım acıdığında

içeri gidip sevgiliminboynuna

sarılacağım veeğlenmeye karar

verdiğimiaçıklayacağım.

Hayatın tümzevklerini elimden

geldiğince şu sınırlızaman parçasına

sıkıştıracağımıaçıklayacağım.

Durumumun güzeltaraflarından

bahsedeceğim.Mesela artık

sigarayıbırakmama gerek

kalmadı. Hatta songünlerimi dünyada

keyfedilmiş tümuyarıcı ilaçları

denemeyeayıracağım. Ayrıcakilo sorunu da yok.Bir yılda ne kadarşişmanlayabilir ki

insan! Zaten doktor'Ne yerse yesin

karışmayın üstünegitmeyin...'demedi mi?

duygusu bırakıyor geride. Bir izleyici olmadığında yaşananlar, yaşanıyor mugerçekten? Ve hafif bir baş ağnsı dışında kendimi eskisi gibi hissediyorum.

Doktorun ne yapacağım bilemez bir halde raporu bana geri verirkengevelediklerini dinlemiyordum bile. Daha bir kaç saat önce sahaflardakarıştırdığım eski resimlerdeki adamlara benzettiğimi hatırlıyorum şimdi. Veaklımın tekrar farkına varamayacağı kadar büyük bir bölümü gerçeği birçırpıda anlayıveriyor. Rapora büyük bir soğukkanlılıkla göz atıyorum.Aklımdan ilk geçen düşüncenin artık askerlik tecili yaptırmama gerekkalmadığı olması ne kadar acıklı bir komedi. Sonra pek de severekokumadığım bir dize anlamını açıyor bana: "artık baba olamayacağımörneğin..."

Dışarısı eskisi gibi değil artık. Gitmem gereken hiç bir yer yok. Bu dünyanıninsanları ile aramda her zaman bir uzaklık olduğunu biliyordum. Fakatböylesine ayrılmış iki dünya arasında kayıp bir yolcu olduğumu bu raporbelgeliyordu. Rapora sıkı sıkı sarılmışım. Sanki onu kaybetmek daha dakorkunç bir şeymiş gibi. Yanımda, hep yanımda olan talihsiz sevgiliminhıçkırıklarla yere yıkılmasına koşan Nişantaşı esnafına yardım etmekistermişim gibi elimi uzatıyorum. İnsanlar ona bir şey yaptığımı, onuüzdüğümü düşünerek bana kötü kötü bakıyorlar. Ah, evet haklılar... Onaharika bir doğum günü hediyesi olacağım. Bir hafta sonra doğum günü. Birölüyüm artık. Evde vereceğim mütevazi partiye iskelet kostümü ile katılaraksevgilime unutulmaz bir adam olduğumu göstereceğim. Göstereceğim kisevinsin. Bunca zamanını boşa harcamadığını kanıtlayacağım belki. Benitanıyanlara göstereceğim. Belki şu çevrede gördüğüm insanlar benden çokdaha önce ayrılacaklar bu dünyadan fakat ne kadar da kendilerindeneminler. Bu dünya onların çünkü. Benim bir sığıntı olarak, bir kadavraolarak, bir tıbbi tahlil laboratuvarı malzemesi olarak, bir hiç olarakyürüdüğüm şu sokakta tüm köşebaşlarını güvenle tutmuşlar. Onlardan kısa birsüre için iğrendiğimi hatırlıyorum. Oysa diğerleri, bu dünyanın insanlarıdediğim insanlarla aramda ne fark var ki. Herkes bir gün ölecek. Herkesbunu biliyor. Benim bunlara ek olarak bildiğim zamanımın kısalığı. Bu bilgihayatı değiştirmiyor ki. Güneş yarın yine bazılarımız için doğacak,bazılarımızın uykusu ise sonsuza uzayacak.

Alnım buz gibi olup canım acıdığında içeri gidip sevgilimin boynunasarılacağım ve eğlenmeye karar verdiğimi açıklayacağım. Hayatın tümzevklerini elimden geldiğince şu sınırlı zaman parçasına sıkıştıracağımıaçıklayacağım: Durumumun güzel taraflarından bahsedeceğim. Mesela artıksigarayı bırakmama gerek kalmadı. Hatta son günlerimi dünyada keşfedilmiştüm uyarıcı ilaçlan denemeye ayıracağım. Ayrıca kilo sorunu da yok. Biryılda ne kadar şişmanlayabilir ki insan! Zaten doktor 'Ne yerse yesinkarışmayın üstüne gitmeyin...' demedi mi? Tabii o yine ağlayacak. Hayırböyle yapmamalıyım. Tüm bu düşüncelerimi ona ağır ağır, büyük birciddiyetle anlatmalıyım. Gerçekten de yapabileceğim başka ne var ki... Onakötü bir film numarası mı çekeyim? Ben aslında seni hiç sevmedim defolgit deyip onun mutlu olması için son kalan bir kaç günümü zehir mi edeyim.Ayrıca inanır mı? Şu anda belki de bu konuyu 'işleyen' bir film izliyordur.Şimdi üzülüyorum, bu tür filmleri daha bir başka gözle izlemeliymişim,kendime belki faydalı dersler çıkarırmışım...

Ya diğer insanlar öğrendiğinde ne yapacağım? Her birine içindebulunduğum acıklı durumu ben mi anlatacağım, yoksa kötü haber çabukyayılır ilkesi en güvenilir fizik yasasından daha verimli bir şekilde çalışarak

44

Page 46: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

uçan hollandalı

lüzumlu lüzumsuz herkese bu bilginin hızla yayılmasını mı sağlayacak? Pekiduyduklarında ne olacak? Sırayla ziyaretime gelecek, beni yalnızbırakmamaya çalışacaklar belki de. Geldiklerinde havadan sudanbahsedecekler ve beklemedikleri bir anda bir pot kıracaklar, ben güleceğim,sevgilim ağlayacak belki. Belki de herşeyden habersiz bir dosta alıştıraalıştıra anlatacağım: "Tören istemiyorum. Bir ağacın dibine gömün başınada bir taş dikin. Bir iki satır bir şey hazırladım onu da taşa yazdırtırsınızartık..." Gerçekten ölecek olmasam bile böyle bir atmosferde fazlayaşamam. Peki ne yapmalı, alıp başını gitmeli mi? Geride kalanlara acıklıbir şarkı tadında bir not bırakarak uzaklara mı kaçmalı? Belki kalıpdurumumu sömürüp şımarıklıklar da yapabilirim. Bu vallahi son isteğimdiye diye onları zor durumda bırakacak binlerce istekte bulunabilirim.

Arkadaşlar bilmemeli. Kimse bilmemeli, bu çok açık. Ben onlardan hiç birşey istemesem de onlar nasıl davranacaklarını şaşıracaklar. Herşeyçığrından çıkacak, ve ben de zavallı bir paranoyağa dönüşeceğim. Herkesne yaparsa bana acıdığı için yapıyor olacak.

Şu anda caddeden hiç araba geçmiyor. Saatler herkes için, yani budünyanın insanları için uykuya dalmış. Ben? Ben şimdi ne yapmalıyım?Alnımı şu soğuk geceye yaslayıp sorular sormaya devam mı etmeliyim?Bundan sonra kuracağım cümleler hep soru cümleleri mi olmalı? Süremdolmadan aklıma gelen herşeyi sorarak bitirirsem mi rahatlayacağım? Pekibu gecenin bir sabahı yok mu? Elbette var. Tüm geceler -büyülü veromantik olanları da- saçma sapan sabahlara bağlanmazlar mı?Bağlanırlar. Ve yarın bir şeyleri kontrol altına almazsam, kendicehennemimi yaratmış olacağımı kestirmemek için aklımı kaybetmişolmam gerekirdi ki çok şükür cin gibiyim.

Şimdi olacak olanları gözden geçirelim. Birazdan alnımı soğuk gecenincamından ayırıp içeri gideceğim ve kötü uykusunda kımıldanan sevgilimiuyandırmadan yatağına taşıyacağını. Sabah -eğer uyuyabilirsem- ondanönce kalkacağım ve yeni bir doktora gittiğimi, moralimin iyi olduğunuanlatan bir not bırakacağım. İlk iş olarak stüdyoya gidip bir izin dilekçesiyazıp alabileceğim en uzun zamanlı iznimi alacağım. Böylelikle ömrümünsonuna kadar izinli kalacağım. İkinci olarak bilgisayarda hayali bir doktorunantetli kağıdını ve hayali bir laboratuvarın raporlarını hazırlayıp kendimitemize çıkaran düzenlemeleri yapacağım. Sonra bir müddet deniz kıyısındayürüyüp kendime yalanımı anlatacağım. Yalanıma yeterince inandıktansonra, alış veriş merkezine gidip sevgilimin hoşuna gidecek bir şeyleralacağım. Sonra eve döneceğim. Olağandışı bir neşe ile onukucaklayacağım. Yalanımı söyleyeceğim. Akla hayale gelmeyen ayrıntılarlasüsleyeceğim hikayemi. Doktordan çıktığımda karşıma ilk çıkan kadınınbeline sarılıp sokağın ortasında dans ettim diyeceğim mesela. Kadın dafalanca değilmiymişe bağlanan bir kıskançlık ön oyununa dönüşen bukonuşmayı sıcak öpücüklerle noktalayacağım. Böylece hayatımın birincibölümü bitip ikinci bölümü başlamış olacak. Sanal hayat gerçeğin yerinialacak. Aynadaki görüntüm gibi geçici ve elle dokunulmaz hale geleceğim.O yüzden aynalardan kaçacağım. Kendimle gözgöze gelmemeyeçalışacağım.

Evet herşey normale döndükten sonra ne yapacağım? Müthiş özgürlükgünleri kapıda galiba. Bedensel zevkler dünyasının kapısına dayanmamgerekli herhalde. Bir insan neden yaşar ki? Aldığı zevki çoğaltmak için.Benim gibi zamanı kısıtlı olan bir insanın çocuk sahibi olup onların

45

İlk iş olarakstüdyoya gidip birizin dilekçesi yazıpalabileceğim enuzun zamanlıiznimi alacağım.Böylelikleömrümün sonunakadar izinlikalacağım. İkinciolarakbilgisayarda hayalibir doktorun antetlikağıdını ve hayalibir laboratuvarınraporlarınıhazırlayıp kendimitemize çıkarandüzenlemeleriyapacağım. Sonrabir müddet denizkıyısında yürüyüpkendime yalanımıanlatacağım.Yalanıma yeterinceinandıktan sonra,alış veriş merkezinegidip sevgiliminhoşuna gidecek birşeyler alacağım.Sonra evedöneceğim.Olağandışı bir neşeile onukucaklayacağım.Yalanımısöyleyeceğim.

Page 47: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

uçan hollandalı

Ya da farzedelimsınırsız zevklersatan o lanetli

dükkana gittim vezevklerin en

pahalılarını satınalmak istedim.

İnsanı yerçekiminden kurtarıp

mutlu eden haplar,kaynatılıp

içildiğinde eskiçağlara doğru

zihinsel yolculuklaryaptıran otlar,

sınırsız fantazilerdesürekli sevişen

kadınlar, tropikiçkiler içilen

harlara veyeraltında gizlicedüzenlenen zevk

partilerine giriş kartıfalan almak

istedim.Karşılığında ne

koyacağımtezgahın üzerine?

Kaç para edeceğinibilmediğim

az kullanılmışruhumu mu?

küçücük bir bebekten kendi ayakları üzerinde duran birer yetişkinedönüşümlerini izleyerek mutlu olma şansı da olmadığı için hiç bir şeyiertelemeden, hızla tüketmeye çalışması gerekecek herhalde. Bu tür zevkkapılarını hayat yüzüme kapattı. Elimde kala kala bedenim kaldı. Mademgenç öleceğim o halde hızlı yaşamakta fayda var. Fakat nasıl? Diyelim kialnımı şu soğuk pencere camından ayırdım ve gidip yeni insanlarla birlikteolmaya başladım. Ya da farzedelim sınırsız zevkler satan o lanetli dükkanagittim ve zevklerin en pahalılarını satın almak istedim. İnsanı yerçekiminden kurtarıp mutlu eden haplar, kaynatılıp içildiğinde eski çağlaradoğru zihinsel yolculuklar yaptıran otlar, sınırsız fantazilerde sürekli sevişenkadınlar, tropik içkiler içilen barlara ve yeraltında gizlice düzenlenen zevkpartilerine giriş kartı falan almak istedim. Karşılığında ne koyacağımtezgahın üzerine? Kaç para edeceğini bilmediğim az kullanılmış ruhumumu? Diyelim ki ruhum para etti, ve tezgahtar tüm istediklerimi poşete koyduve ruhsuz kalmış olmaktan dolayı aç kalmış zavallı bir gece yaratığınıandıran titrek ellerime teslim etti. Gidip karanlık bir yalnızlığın ortasındabunlarla ne kadar idare edebilirim ki... Üstelik bunlardan bazılarının sonkullanma tarihleri geçmiş olduklarından veya alışkın olmayan bünyemedokundukları için herkesin ürktüğü kimsesiz bir geceye kusmak da var. Hadihiç biri olmadı diyelim, zaten kısa olan ömrümün sonuna dek bu zevkler

-bahçesinde gezmek hakkı bana verilmiş olsun... Sanki yine de sevgiliminhücrelerinin içine kadar sinmiş olan o sonsuz sevginin zavallı bir göstergesiolan avuçlarımı alıp dudaklarına bastırma hareketinin yanında tüm o bahçe,kötü bir tiyatro dekoru gibi yerle bir olmaz mı?

Tabii bu düşünce içeride uyuklamakta olan ve onu böylesine seven birsevgilinin varolduğu varsayımı üzerine kurulu... Yani ya içeride öylebiri yoksa? Şu allanın cezası alnını pencereden ayırıp içeri gidipbakması bir şeyi değiştirir mi? Neyse şimdilik böyle bir aşkın nesnesiolduğu varsayımını doğru kabul edelim.

Bedensel zevkler bahçesinde de umduğunu bulamayan kahramanımızşimdi arkasındaki kitaplığının en uzak köşelerinde durmakta olan dinikitaplara mı gömülecek geri kalan ömrü boyunca? Geçmişinde doğrudüzgün bir tanrı inancına sahip olmadığı düşünülürse bu son dereceyapmacık ve iki yüzlü bir seçim olmaz mı? Üstelik bir laboratuvar raporukişiyi hidayete erdirir mi? Ayrıca ilahi" kitapların anlattıkları ötedünyaya ait hikayeler. Kahramanımız öldükten sonra ne olacağınıdüşünmüyor ki. Diğer dünya, ister cennet, isterse cehennem olsun,zavallı ruhunun yaşayacağı maceraların mekanı. O, bu bedeniniçindeyken, burada ne yapacak?

Belki de unutulmaz bir şey yaparak insanlığın hafızasına kazınmanın biryolunu bulmalıyım. İnsanlar beni andıklarında tuhaf ve anlamı hemençözülemeyen bir ders çıkarmalılar kısa hayat hikayemden. Ne olabilir ki bukorkunç eylem? O antik Yunan'da tanrının heykelini parçalayan köleninyaptığı gibi bir şey belki. O da aynı cevabı vermemiş miydi yargıçlara."Basit bir köleyken Tanrı'yı parçalayan adam olarak tarihe geçiyorumşimdi" dememiş miydi. Ya da Troçki'nin katili... Adı sorulduğunda Troçki'yiöldüren adam diye cevap vermemiş miydi? Oysa zamanlar değişti, neOlimpos'un tanrıları ne de Troçkiler dolaşıyor artık sisli yollarındainsanlığın. Öksüz kalmış olan insanlık kendi yarattığı luna parkta gözalıcıoyuncakların birinden inip diğerine biniyor ve başı dönüyor, midesibulanıyor. Garip bir ay hastalığına tutulmuş olduğu için de ne kahramanlar,ne de kurtarıcılar çıkaramıyor artık. O yüzden herkes kahraman ve katil,

46

Page 48: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

uçan hollandalı

kurtarıcı ve köle. Aynı anda, aynı yerde hepsi bir arada. Reklamlardansonra!

Demek yokolma korkusu insanı ya köle ya da katil ruhlu yapıyor. Şulaboratuvar raporunun üzerinde yazan rakamlar ne hale getirdi beni!Yaşayan bir ölü. Varoluşçu bir zombi...

Peki geriye ne kalıyor? Zamanımı nasıl kullanırsam içim rahat gözlerimiyumabileceğim? Hâlâ bu soru soğuk pencere camının gerisinde uyuşmaktaolan beynimin içinde yankılanıyor. Yanna, geleceğe hiç olmazsa bir işaret,bir eser bırakmak belki bir mutluluk ve huzur kaynağı olabilir. Ve o eseriyaratırken alacağım zevk eminim yeryüzünde hiç bir şeyle karşılaştırılamazşiddette olacak. Fakat nasıl bir eser? Henüz donmamış taze betonun üzerineadını yazan bir çocuk gibi ellerim titreyerek bir senfoni, bir şiir, bir roman,bir fizik formülü, bir şey yaratmalıyım... Bunları yapabilecek yeteneklerimveya birikimim olmadığı da çok açık, değil mi... Tanrım neden daha önceömrümün serbest düşünme zamanlarında gereksiz şeylerle yordum kendimide böyle ulvi bir amacın altyapısını hazırlamadım ki! Neden? Neden ben?Varolma nedenim, alnımı adını bile bilmediğim bir sokağa bakan şupencere camına dayayıp, elimde kalan bir kaç günlük ömrümü nasıldeğerlendireceğimi sorgulayarak hafif bir depresyon geçiren bir aptalınterapi ödevi mi olmak! Eski ve akla ziyan bir hikaye değil mi bu! Ne olurdubir kez olsun kurban değil de cellat olsaydım. O bazılarının neredenbulduğunu anlayamadığım garip tutkuyla beni resme, matematiğe veyayazıya neden bağlamadın? Belki o zaman idam edilen yazarin isteğini kabulettiğin gibi benim için de bir ayrıcalık yapardın. Hani romanını henüzbitirmemiş olan yazar idam mangasının önünde acı içinde Tanrı'yayalvarır, ne olur biraz daha zamanım olsaydı da şu romanı tamamlasaydımdiye, ve Tanrı -belki kendisi de romanın sonunu merak ettiğinden- kurşunuhavada durdurur, ve adama romanını bitirebileceği kadar sonsuz vetanımsız bir zaman verir. Adam orada, kurşunla gözgöze, bizimsayamayacağımız ve anlayamayacağımız kadar uzun bir sürede aklınıniçinde romanını tamamlar ve "Tamam işte son nokta, şimdi içim rahat."der ve Tanrı zamanı serbest bırakır kurşun hedefini bulur. Fakat, değilromanın yarısı, bir cümle bile yok elimde. Kaldı ki Tanrı'nın böyle biryöntemi sürekli kullanması da ihtimal dışı.

Bu hikayeyi ona götürdüğümde sessizce okudu. Ben bu okumasüresince son derece rahatsız, terapi koltuğunda kıpırdayıp durdum.Aklımdan yazdığım bölümleri tekrar düşünmeye çalıştım. Bu sessizsürenin terapi ücretinden düşülmesi gerektiği düşüncesini aklımagelir gelmez kovdum, utandım. Eve muslukçu çağırdığımda verdiğimparayı ruhumu teslim ettiğim birinden saklamaya çalışmamınakıldışılığma güldüm içimden... Ve böyle saçma sapan düşünceleriçindeyken birden suskunluğu bozdu ve "Neden ona bir fırsatvermiyorsun?" diye sordu. "Anlayamadım?...". "Neden zamanı oodada, alnını pencere camına dayadığı o anda dondurmuyorsun? Birayrıcalık yap ve denemesine izin ver. Buna hakkı var."

O akşamüstü herşey ne kadar güzeldi. Herşey yeni, renkli giysilergiyinmiş gibiydi. Heyecanlanmıştım. Bir fırsat daha tanıyacaktım.Adamım alnını pencere camına dayamış beni bekliyordu. Eve koşarakgidiyordum.

47

Neden? Neden ben?Varolma nedenim,alnımı adını bilebilmediğim, birsokağa bakan şupencere camınadayayıp, elimdekalan bir kaçgünlük ömrümünasıldeğerlendireceğ im isorgulayarak hafifbir depresyongeçiren bir aptalınterapi ödevi miolmak! Eski veakla ziyan birhikaye değil mi bu!Ne olurdu bir kezolsun kurban değilde cellat olsaydım.O bazılarınınnereden bulduğunuanlayamadığımgarip tutkuyla beniresme, matematiğeveya yazıya nedenbağlamadın? Belkio zaman idamedilen yazarınisteğini kabul ettiğingibi benim için debir ayrıcalıkyapardın.

Page 49: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

HAYALET GEMİİki Ayda Bir Yayınlanır

Sayı 27 Kasım / Aralık 199560000 TL KDV Dahil

Sahibi

TEKNOFİLTeknoloji Tasarım Limited Şirketi adına

Adnan KURT

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Sedef ERKMAN

Yazı Kurulu

Sedef ERKMAN Murat GÜLSOYNazlı ÖKTEN Pınar TÜREN

Halide VELİOĞLU

Katkıda Bulunanlar

Coşan BORA Çiğdem ÇALKILIÇGül ÇETİN Orhan Cem ÇETİN

Derya ERKENCİ Zehra GÜLBAHARYelda KARATAŞ Ergun KOCABIYIK

MİYA-SE Ahmet ORTAÇDAĞHalil İbrahim ÖZCAN Faruk ULAY

Kapak Tasannu

Yalçın KARACA

Baskı

NET Matbaacılık

Yazışma Adresi

Teşekkür

Ankara, Eskişehir, Bursa ve İzmirDağıtımında Emeği Geçen

Batur ŞEHİRLİOĞLU'na,Oya DEMİR'e

Şerif İZGÖREN'eMürşid SERTAL'a

teşekkür ederiz.

Eğer Hayalet Gemi ileilişki kurmakistiyorsanız...

Herhangi bir evin loşodalarından birindegözlerinizi kapatın.

Ve karanlıkta bir koltuğakendinizi bırakıp,

geçmişi ve geleceğive

en önemlisi bugünüdüşünüp sorular sorun.

Sonrayaklaşmakta olanHayalet Gemi ' yi

düşleyin.

Ya dabize yazın.

Page 50: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

DIALOGUE a. (Yun. dialogos'teri). 1.Karşılıklı konuşma. -2. Bir edebiyat ya datiyatro yapıtında kişiler arasında karşılıklısöylenen sözler bütünü; bir f i lmsenaryosunda, olayın akışında yer alanoyuncular arasında konuşulması içinhazırlanan metin. -3- Kişiler ya da siyasi,ideolojik, toplumsal, ekonomik yandaşlar,karşıtlar arasında ayrılıkları içeren konularüzerinde bir anlaşmaya ya da geçiciuzlaşmaya varmayı amaçlayan görüşme;müzakere.

DIALOGUE CAFE a. 1. Kafeteryahizmetlerinin yanısıra geniş bir kitaplık,satranç, faks ve bilgisayarda tez/ödev yazmaolanağı sağlayan yeni bir tür mekan. -2.Sabahlan günlük gazeteler eşliğinde evbörekleri ve çay çeşitleri ile kahvaltı yapmadurumu. -3- Tıp, Mühendislik, Sosyal Bilimler,Edebiyat konularında referans kitapların,ikinci el ve/veya kullanılmış kitapların birkafeterya ortamında kiralanmaya / okunmayasunulma biçimi. -4. Sadece R.Hisarüstü 6.Sok(Fırın Sok.) Emek ap. No 3 Giriş Katı'nda varolan bir yaşam tarzı.

DIALOGUECAFE

Tel / Faks: (212) 257 86 87

Page 51: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Azlık ve çokluk, varlık ve yoklukla sınırları çizilen tanımlarımız, sınırların belli ölçüde yer değiştirdiği

Strunz and Farah

MokaveLeş ArbuckleMighty Sam McClaimBruce KatzJohn AbercrombieJames NewtonEdward Simon GroupLarry LUillisBennie WallaceKei AgaiSacha MatsonRonnie EarlDoug MculeodG/en Moore

Jeff Palmer

Eddie CampbellBuddy GuyRoy RogersJoanno Connor

Roy BuchananKoko TaylorMicheal Hill's Blues MpbWalter HortonCarey BELLTinsley EllisKatie WEBSTER

"Aynı

Swendsen SchnittkeVagn

Holmboe FartMilhaud Vivaldi

Takemitsu AhleALFVEN FrancDoıvland Crusell

Debussy BhttenFrançaİH Segerstam

SHOSTAKOVICHSallinen ^^e^ Grieg

GlazunovAHO Mozart Tîce&e*

Doppler StenhammarRogg Martinu Telemann

Jolivet TUBIN Hande lGADE OlSSOn Susato

Blohmdai CrestonLambel

Berio Giuliani ISAACM AHLE R KokkonenDANZI i U es Speer

e/l$£ BRAHMSXenakis IBERT

Gubaidulina Taira

Pergament ValenMessiaen

şeyleridinlemekten

bıkmadınız mı?"

audio&musicGezegen sok. 1/11 B.esat ANKARA Tel:(312) 436 43 16 Fax: 437 70 83

Posta yoluyla edinmek için Katalog isteyiniz