128
ANKARA ON İ VERS İ TES1 ILÂH İ YAT FAKÜLTESI YAYINLARI LXXI İ SLÂMDAN DÖNENLER VE YALANCI PEYGAMBERLER (Hicri 7.-11. Yıllar) Doç. Dr. Bahriye ÜÇOK ANKARA ONIVERS İ TES İ BASIMEV İ .1967

Bahriye üçok islamdan dönenler ve yalancı peygamberler

  • Upload
    beto

  • View
    383

  • Download
    13

Embed Size (px)

DESCRIPTION

 

Citation preview

ANKARA ON İ VERS İ TES1

ILÂH İ YAT FAKÜLTESI YAYINLARI

LXXI

İSLÂMDAN DÖNENLER VE YALANCI PEYGAMBERLER

(Hicri 7.-11. Yıllar)

Doç. Dr. Bahriye ÜÇOK

ANKARA ONIVERS İ TES İ BASIMEV İ .1967

ANKARA ÜN İ VERS İ TES İ

ILAHIYAT FAKÜLTESI YAYINLARI

LXXI

İSIİMDAN DÖNENLER VE

YALANCI PEYGAMBERLER

Hicri 7. —11. Y ıllar

Doç. Dr. Bahriye ÜÇOK

ANKARA ÜNIVERSITESI BASIMEV İ .1967

İ ONDEK İ LER

ÖNSÖZ VII

I .Gİ RİŞ 1

II .B İ BLİ YOGRAFYAYA GENEL B İ R BAKIŞ 4

1. Kaynaklar 4

2. Seyahatnameler 5

3. Etüd mahiyetindeki eserler 5

III .YALANCI PEYGAMBERLERIN ORTAYA ÇIKI Ş SE-BEPLERI 8

1 . İ slâmiyetin ç ıkışı s ıras ında Arabistan'da dini durum ... 8

A . Arabistan'da putperestlik 8

B . Arabistan'a s ı zmış olan yabanc ı dinler • 11

a . Sâblilik 11

b . Mecusilik 12

c . Musevilik 13

d . Hristiyanlık 13

C . Arabistan'da putlar ın üstünde bir tanr ı kavramı - nın te ş ekkülü ve Haniflik 14

D . Netice 16

2. Ridde 17

A . Ridde'nin tarifi 17

B . Hz. Muhammed'in hayat ında Arap yar ımadas ında İ slâm dininin yayı lışı 17

C . Riddenin sebebleri 23

D . Riddenin yayılması ve önlenmesi 24

III

3 . Diğ er sebebler 31

A . Kabile rekabeti ve kabile istiklâline ba ğ lılık 31

B . Iktisadi ve siyasi sebebler 33

C Kâhinlik 34

IV . YALANCI PEYGAMBERLERIN ORTAYA ÇIKIŞ LARI VE BUNLARIN HAYAT VE FAALIYETLERI 35

1 . Esved ül-Ansi 35

A . Esved'in soyu 35

B . Esved'in ola ğ anüstü kabiliyetleri ve faaliyetleri 36

C . Esved'in öldürülmesi 44

D . Yemen'de ikinci Ridde 47

E . Netice 48

2 . Tuleyha bin Hueveylid 50

A . Tuleyha'n ın soyu 50

B . Tuleyha'nın birinci defa islâmiyeti kabulü 50

C . Tuleyha'n ın ayaklanmas ı ve peygamberlik iddia et- mesi 52

D . Zu'l-Kassa sava şı 58

E . Tuleyha Müslüman askeri 64

F . Tuleyha'nın doktrini 65

G . Netice 67

3. Seeâh 68

A . Seeâh' ın soyu 70

B . Seeâh' ın Peygamberlik iddias ında bulunmas ı ve taraftarlar ı 71

C . Seeâh' ın savaş ları 72

D . Seeâh' ın Müslüman olu ş u 77

E . Seeâh' ın doktrini 77

F . Netice 79

4. Müseylimet ül-Kezzâb 80

A . Hanife kabilesi ve dini 80

B . Müseylime'nin soyu 82

IV

C . Müseylime'nin, Hanifelilerin emirli ğ ini elde et- mesi 82

D . Müseylime'nin Medine'yi ziyaret edip etmedi ğ i me-selesi ve peygamberlik iddias ı 83

E . Müseylime'nin portresi ve hokkabazl ığı 86

F . Müseylime'nin peygamberlik iddias ına ne zaman ba ş lamış olduğu meselesi 88

G Hanife kabilesinin irtidadı 90

H . Müseylime ile sava ş ve Müseylime'nin öldürülmesi 95

İ . Yemâmelilerle bar ış 100

J . Müseylime'nin doktrini 101

K . Netice 104

IV .UMUMİ NETICE 107

B İ BLİ YOGRAFYA 109

INDEKS 112

V

aziz yorum.

Bu kitab ı Annem Nadire Bektaş oğ lu'nun hatırasına en derin saygı duygularımla sunu- cZ›,

«WA

IMP1111919

ÖNSÖZ

1957 yı lı nda yayınladığı m ş imdi tükenmi ş olan "Islam Tarihinde İ lk Sahte Peygamberler" adl ı kitab ı mı bu kez baz ı değ iş iklikler ve

geniş letmelerle " İ slamda!' Dönenler ve İ lk Yalanc ı Peygamberler"

ad ı ile okuyuculara sunuyorum.

Araplarda tek Tanr ı düşüncesinin do ğmasından ve Haniflerin ortaya çıkmalarından Ebu Bekr'in hilafet zamamna de ğ in ,siyasi ve dini bir

takım olayları aç ıklarken bu olaylar ı yaratan veya onlarla ilgili olan ş ahısların birbirine yak ı n söyleni ş teki —örne ğ in, Hüseyn, Husayn, Neinir, Nümeyr gibi— adlar ını bir yanl ış lığ a yer vermemek için kitab ın sonuna ekledi ğ im indekste, parantez içinde, transkripsiyon ile gösterdim.

Ordu— 1967

VII

I. GIRIŞ

Dinler tarihi ara ş tırılırken, her gerçek peygamberin ya ş adığı -devirde onu taklid eden bir kaç menfaat veya ş öhret dü şkünü insanın da peygamberlik iddias ında bulunduğunu görmek zor de ğ ildir. Bu se-bepten hemen her devirde faaliyette bulunan yalanc ı peygamberler hakkında semavi kitaplarda baz ı ayetler yer alm ış tır; Kur'an VI., 93:

"Allah'a iftira eden veya kendisine bir ş ey vahyedilmediğ i halde "Bana vahyolundu", "Allah' ın indirdiğ i gibi ben de indireceğ im" `diyenden daha zalim kim olabilir ?...."

Incil Matta VII, 15-20,: "Yalanc ı peygamberlerden sak ımn; onlar size koyun kıhğı nda gelirler. Fakat iç yüzden kap ıcı kurtlardır. On-ları meyvelerinden tamyacaks ını z İ nsanlar dikenlerden üzüm yahut deve dikenlerinden incir toplarlar mi? her iyi a ğaç iyi meyve verir; fakat çürük a ğ aç kötü meyve verir. İyi ağ aç kötü meyve vermez, çürük ağ aç da iyi meyve vermez. İyi meyve vermiyen her a ğaç kesilir ve ateş e atılır. Öyleyse, onlar ı meyvelerinden tanıyacaks ınız."

Monoteist yüksek bir dinin iyice yerle şmiş bulunduğu bir bölgede faaliyette bulunan böyle sahte peygamberler, cahil halk kütleleri aras ın-da bir zaman için kendilerine taraftar bulmakta ve zararl ı faaliyetlerini geniş letmekte güçlük çekmemi ş lerse de, ya mevcut monoteist dinin taraftarlar ı= gecikmeyen reaksiyonlar ı veya devlet otoritesinin i ş e müdahelesi üzerine, k ısa zamanda kendileriyle birlikte yaymaya çal ış -tıkları sahte din de yok olmu ş tur. Monoteist yüksek bir dinin henüz yerle şmekte oldu ğu bir bölgede, böyle yalanc ı peygamberlerin meydana çıkmaları ise, bu yeni din için büyük bur tehlike te şkil etmekten geri kalmamış , yeni din bir yandan bütün bir bölgeyi, güçlükler içinde ka-zanmak, bir yandan da bu yalanc ı ve köksüz rakipleriyle u ğ raşmak mec-buriyetinde kalm ış tır.

İş te Islâmiyet'in yay ılma ve yerle şmesi s ıralar ında Arabistan' ın çe ş itli bölgelerinde ortaya ç ıkmış olan sahte peygamberler, islamiyet'i

1

ileride de bahsedece ğ imiz büyük güçlüklerle kar şı karşı ya b ırakmış lar-dır. Bununla beraber, ötedenberi peygamber oldu ğunu iddia ederek ortaya at ılanlardan hangilerinin hakiki ve hangilerinin sahte oldu ğunu tesbit edecek bir k ıstastan da mahrâm bulunuldu ğunu itiraf etmek mec-buriyetindeyiz. Bu konuda ş imdiye kadar birçok fikirler ileriye sürülmü ş olmakla beraber kesin bir k ı stas elde etmek mümkün olmam ış tır. E ğ er

gene de bir kıstas tesbit etmek istersek, o zaman ancak sübjektif olarak, kendisinin peygamber oldu ğuna ve Tanr ıdan vahiyler ald ığı na bütün

varlığı ile inanan ve bu vahiylerle vaazda bulundu ğu kütlelerin ahlaki,

sosyal, hukuki durumlar ını yükseltme ğe çalış arak bunda muvaffak

olan, bütün kalbiyle inandığı bu dava uğ runda hayat ını bile fedadan çe-kinmeyen ve kendisi öldükten sonra dahi eseri ya şı yan, fikirleri büyük kütleleri hakimiyeti alt ına alan ve esrlerinin izleri hiçbir suretle silinip

kaldırılması mümkün olmıyan kimseler hakiki peygamberdir i Gerçek-ten de Hazret-i Muhammed resfillü ğ e seçildikten sonra, Tanr ımn emir-

lerini kütleler aras ında yaymak hususunda hiçbir korku hissetmemi ş ,

üstelik kendisine putperestler taraf ından reva görülen her türlü kötü mua-meleye tahammül etmek ve kar şı koymak hususunda gereken insan üstü kudreti kolayca gösterebilmi ş , davas ı uğ runda her zaman hayat ını teh-

likelere maruz b ırakmaktan bile çekinmemi ş tir. Musa dinin ve Roma

devletinin hâkim bulunduğu Flistin'e gönderilmi ş bulunan Hazreti

İ sa da bu her iki devlete kar şı dinini yaymak mücadelesinde çe ş itli iş -kencelere katlanmış , nihayet (Hristiyalar ın inanc ına göre) hayat ını feda

etmiş . fakat kurmu ş olduğu din yaş amış tır. Buna kar şı lık sahte peygam-

berler içinde davalar ı uğ runda hayatlar ını feda edenler ç ıkmış sa da bun-

ların eserleri kısa bir zamanda bütün izleriyle kaybolmakta gecikmemi ş -

tir. Bu itibarla hakiki peygamberli ğ in kı staslar ından sayabilece ğ imiz

"Peygamberli ğ e seçilmi ş olduğuna inanmak" ve davas ı uğ runda hiçbir

ş eyi fedadan çekinmemek gibi sübjektif bir esas ın yanında, insanl ığı

yükseltmek, do ğ ru yola sevketmek ve bu yoldaki çal ış malarının semere

ve izleri yüzy ıllarca kuvvetinden kaybetmiyerek devam etmi ş olmak gibi

objektif bir esas daha, önemli bir yer• almaktad ır. islamiyet'in yay ılma ve yerle ş mesi s ıras ında peygamberlik iddia-

siyle ortaya ç ıkmış bulunan kimselerin peygamberliklerinin sahteli ğ ini

göstermek için biz de yukar ıda kısaca aç ıklamış bulunuduğumuz iki

kıstas ı ve bilhassa bunlardan ikincisini kullanaca ğı z. Peygamberlik iddias ıyla ortaya ç ıktıkları görülen kimselerden yal-

nı z İ slam dini ve devleti bak ımından kısa bir zaman için de olsa büyük

1 Bu hususta daha geni ş bilgi için bk. Andro Neher, l'Essence du Prophetisme, Paris 1955, S. 102 v. öt. ve Tor Andrae. Mahomet, sa vie et sa doetrine, Paris 1945, S. 51; Ibn Hald6n, Mukaddime, I, S. 241-260

2

bir tehlike te şkil etmiş olan Esved, Tuleyha, Secah ve Müseyli-m e'yi bu inelememize konu olarak seçmi ş bulunuyoruz. Konuyu da ğı t-mamak için baz ı kaynaklarda peygamberlik iddia ettikleri ileri sürülen, mesela Lakit bin Malik gibi ne prensipleri , ne de iddialar ı açıkça belli olmayan, daha çok fırsat kollayıcı , âsi kimseleri bu çal ış mamn dış m-da b ırakmış bulunuyoruz. İncelememizde ilk defa sahte peygamberlerin ortaya ç ıkış sebeplerini genel olarak ele almay ı ve sonra her birinin ortaya çıkış lanndaki özel sebepleri göstermeyi, daha sonra da ş ahıslanmn tarih-çesini yapmay ı ve doktrinleri hakk ında bilgi vermeyi faydal ı bulduk. Ayrıca incelememizin dayand ığı kaynaklar ve etüdler hakk ında da küçük bir tenkidi bölümü ba ş a eklemeyi yerinde bulduk.

3

II. BİBLİYOGRAFYAYA GENEL B İR BAKIŞ

Hazreti Muhammed'in hayat ının sonuna do ğ ru veya vefat ından hemen sonra ortaya ç ıkmış olup İ slâmiyet'in bu en kritik devrinde, yeni din için manevi bakımdan olmasa bile siyasi bal ımdan büyük bir tehlike te şkil etmi ş olan dört sahte peygamber'in hayatlar ı , ortaya çı -kış sebepleri, dini ve siyasi faaliyetleri ve bunlar ın İ slam tarihindeki

yerleri toplu olarak hiçbir eserde henüz incelenmi ş de ğ ildir. Bu husssta bilgi ihtiva eden kitap veya makaleleri üç gruba ay ırarak incelemek müm-kündür:

1.— Kaynak eserler; 2.— Seyahatnameler; 3.— Etüd mahiyetindeki eserler.

1. Kaynaklar:

Bibliyografyada vermi ş olduğumuz kaynaklardan İ bni Hi ş am, İ bni Sa'd, Buhari, Belazüri, Taberi Ebu'l-Fereç gibi mü-elliflerin tarih, hadis, ve edebi tarih mahiyetinde olan kitaplar ında, konumuzla ilgili hususlar toplu bir ş ekilde incelenmed ığ i gibi, vak'alar ın sebep ve neticeleri üzerinde de durulmam ış , yalnız muhtelif rivâ-yetler tarihteki eski nakilci metodun bir sonucu olarak, arka arkaya sıralanmakla yetinilmi ş tir. Böylece bizim için en önemli dayana ğı te şkil eden bu kitaplarda bazen ayn ı olayların başka ba şka ş ekillerde an-latıldığı , hatta aynı mesele hakkında tamamiyle birbirine z ıt rivâyet-lerin nakledildi ğ i görülmektedir. Bu durum kar şı sında bu rivayetlerden hangisinin hakikate en uygun veya en yak ın olduğunu arayıp bulmak ol-dukça güç, hatta bazen imkans ız olmu ş tur.

Belli bir devrin olaylar ını nakleden kaynak mahiyetindeki bu ana kitaplar yan ında, konumuzla yak ından ilgili " Ri d d e" meselesi hakk ında

bilgi veren mandut sayıda hususi kaynaklar da mevcuttur. Bunlardan V ak ı drnin K it ab ür -Ridde'sinin biricik yazma nüshas ı Hindistan' da Bankipore'dad ır ve henüz yay ınlanmamış tır. Bu itibarla bu kitaptan

4

faydalanmak imkâmndan mahrum kald ık. Bununla beraber, ana kay-

nakların birço ğunda diğer rivâyetler yan ında V âk ı drnin konumuzla ilgili rivâyetleri de yer alm ış bulunmaktad ır.

Hicri 237'de ölmü ş bulunan Vesime'nin Kit ab ür-Ridcle'- sine gelince. Bu eser Alman orientalistlerinden Höhnerb ach taraf ından

İ bni Hacer el-Askalanrnin İ sabe'sinden ç ıkart ılarak 1951 y ı lında yayınlanmış tır. Bu kitap konumuzla ilgili birçok de ğerli bilgiyi ihtiva etmektedir.

2. Seyahetnameler:

Konumuzla ilgili meseleleri ayd ınlatmak bakımından İ slam tarihine, sosyolojisine ve İ slami âdetlere derin vukufu bulunan kimseler taraf ın dan Arabistan' ın sahte peygamberlerin ç ıkmış oldukları bölgelerinde yapt ıkkları seyahatlerde gördüklerini ve i ş ittiklerimi tarafs ız bir ş ekilde bize bildirecek olan seyahetnameler ne yaz ık ki mevcut de ğ ildir. Böyle seyahatnameler mevcut olsayd ı , bu sahte peygamberlerden Arabistan' ın ilgili bölgelerinde baz ı izlerin mevcut olup olmad ığı nı ve oralarda hala bunlara ait hat ıralarm muhafaza edilip edilmedi ğ ini öğ renmek belki münmkün olurdu. Arabistan'da seyahat etmi ş olan kimselerin yazm ış oldukları seyahatnameler içinde yaln ız bir tanesi, o da yaln ı z Müseylime ve Secah'dan bahsetmektedir. Bu da V. G. P algr ave' ın "une annee de voyage dans l'Arabie Centrale, 1862 - .1863" adl ı seyahetnamesidir. Ancak P algr av e bu seyahetnamesinde bir yandan bize Yemame'de Mü seylime hakkında beslenen hürmet hisleri ve ona ait hât ıralar üze-rinde bilgiler verirken, bir yandan da Yemen'le hiçbir ilgisi olmayan S e c all' ı Yemen'den getirmek ve hattâMüseylim e' ıain ölümünden son-ra S ec â h' ın döktüğü göz ya ş larının ş iddeti hakkında bilgi vermekle, kendisinin bu iki sahte peygamberin ş ahı sları hakkında hiç bir fikri olmadığı nı , görüp i ş itttiklerine bir hayli hayal mahsulü ilâveler yaptığı m ispat etmektedir. Böylce bu kitap, ara ş tırmalarımıza müspet bir tesir yapmaktan uzak kalm ış tır. içindeki büyük yanl ış lara ve hayal mahsulü romanesk tasvislere ra ğmen, JRAS, 1903 S. 484'deki yazısı için Mar goliouth'un, İ slam Ansiklopedisindeki Müseylime maddesini yazmak için de Franz B uhl'ün nas ı l olup da bu seyahatnameden fay-dalanmış olduklarına ş a ş mamak mümkün de ğ ildir.

3. Etüd mahiyetindeki eserler:

Etüd mahiyetindeki eserlere gelince, bunlar ı yabanc ı orientalistler tarafından yazılmış olanlar ve Müslüman müellifler tarafindn yaz ılanlar

5

diye ikiye ayırmak mümkündür. Yabanc ı orientalistler tarafından yazı l-mış olan eser ve makalelerde sahte peygamberlere temas edildi ğ i zaman, bunların ya sahte peygamberleri mühimsiyerek, onlar ı H azret- i Muhammed'in seviyesine ç ıkarmak veya Hazret-i Muhammed'i küçümsiyerek onlar ın seviyesine indirmek- gayretini güttükleri ve baz ı pe ş in hükümlerden hareket ettikleri görülmektedir. Mesela konumuzla ilgili meselere en çok temas etmi ş olan Caetani, sahte peygamber Müseylime'den bahsederken "... bu yüzden muhaddisler İ slâmiyet ile Müseylime aras ındaki nizam hakiki sebebini meydana vurmu ş lardı r. Bu da Arabistan'da her ikisi de nüfuzi cismani ve ruhaniye göz dikmi ş iki peygamberin ve iki dinin mevcudiyetinden ibarettir. Binaenaleyh bu iki din yan yana yaşıyamazlardı" (Caetani, İ slam tarihi, IX., S. 27) dernekle Hazret-i Muhammed'i Müseylime'nin seviyesine indir-mek istemiş tir. Gene böyle bir gayretle Caetani, as ıl kaynak olan S eyf'i b ırakarak, İ bni H aldân'a dayanan bir rivayetin birinci bölü-münün Seyf tarafından teyid edildi ğ i için doğ ru olduğunu, fakat ikinci bölümünün tamamen sonradan uydurulmu ş bulunduğunu hiçbir müs-bet delile dayanmaks ı zın iddia etmekte, halbuki Seyf haberin ikinci bölümünü de teyid etmektedir (bk. a. g. e. VIII., S. 280). Ayr ıca gene VI. cildin 289. sayfas ında 3. no. not ile IX. cildin 303. sayfas ındaki 1 no. notlar da okunacak olursa bu iddiam ı zın yerinde oldu ğu aç ıkça görülür. Bununla beraber Ridde dolasy ı sıyla da olsa konumuzla ilgili meselelere en çok yer tahsis eden müellif gene Caetani olmu ş tur.

Caetani'den daha önce, bilhassa Cahiliyye Devri ve islâmiyet'in ilk zamanlar ı hakkında yapmış olduğu incelemelerle büyük bir ş öhret kazanmış olan ve Caetani'nin de kendisinden çok istifade etti ğ i Alman orientalisti Wellhausen'da da ayn ı gayretlerin mevcut oldu ğu maa-lesef görülmektedir. Mesela Skizzen und Vorarbeiten S. 18'de Wellhaus en, yalanc ı peygamber Müseylime'den bahsederken, Ta-beri'nin Müseylime hakk ında kaydetti ğ i "Rebi'a'nı n yalancısı" sözünü

kabile nefretinden dolay ı , Müseylime'ye edilmi ş bir iftira kabul etmekte ve bunu göstermek için ileri sürdü ğü delil ise pek zayıf kalmaktad ır.

Vesime'nin Kit ab ür-Ridde'sine de ğerli bir giri ş yazmış olan

Dr. Höhnerb ach'da sahte peygamberler bak ımından, Wellh aus en ve C a e t ani'nin fikirlerini tekrarlamaktan uzakla ş mamış tır. Halbuki

bizzat yayınladığı bu kitapta bu fikirleri çürütecek birçok deliller mev-cuttur. Bununla beraber orientalistler aras ında mümkün oldu ğu kadar objektif kalmay ı baş armış olanlar da yok de ğ ildir. Mesela Muir, Annal of the early Caliphate'da, Charles Lyall, JRAS 1903' S. 773 de

6

yazmış olduğu Hanif ve Müslim kelimelerinin etimolojisi ile ilgili makalelerde, Tor Andrae, Mohamet sa vie et sa doctrine, Paris 1945 de olduğu gibi.

Müslüman müellifler tarafından yazılmış olan kitap ve makalelerde

ise, bu konu sahte peygamberlere kar şı duyulan nefretten dolay ı , ya

hiç yer almamakta veya gayet k ısa geçilmektedir.

7

III. YALANCI PEYGAMBERLER İN ORTAYA

ÇIKIŞ SEBEPLERI

Islâmiyette ilk Yalanc ı Peygamberlerin ortaya ç ıkış larının muh-telif sebepleri vard ır. Bunlar ı aş ağı daki ş ekilde tasnif ve izah etme ğ i faydah bulduk:

1. ISLAMIYETIN ÇIKIŞ I SIRASINDA ARAB İ STAN'DA DINI DURUM

Islâmiyetin ç ıkşı sı rasında Arap yar ımadasımn içinde bulunduğ u dini durumun, yalanc ı peygamberlerin ortaya at ılmasında oldukça büyük bir tesiri olmu ş tur. Bundan ötürü Yar ımadamn o zamanki dini duru-munu incelemek gerekir.

A. Arabistan'da putperestlik

islâmiyetin ç ıkışı sıras ında Araplar ın genel olarak dini putperestlik idi. Fakat Yar ımada, Kı zıldeniz ve Basra Körfezi vas ıtasiyle Habe ş is-tan'a ve İ ran'a, kuzeyden ise Mezopotamya ve Suriye bölgelerine kom şu olduğu için, bu memleketlerdeki dinlerin s ınır bölgelerinden Yanmadamn içerisine do ğ ru s ızıntı hâlinde girdiğ i gerçek bir olaydır. Bu cümleden olarakBahreyn, Oman, Yemen, Necran bölgelerin de Mecti-silik, Hristiyanl ı k, Mûsevîlik say ılabilece ğ i gibi, ayrı ca Hristi-yanlığı n Yaldibilik ve Nestûrilik ş ekli de burada kendine taraftar bulabilmiş tir. Fakat ticaret yollar ının âdeta kav ş ak noktas ı ve bir yıllık panayır yeri olan Mekke ve etraf ı Hicaz'da bu dinlerden hiç biri yerle ş -memiş tir. Orada ecdad ın yaptığı putlar, Kâbe'nin içini süslemektedir. Kurey ş li Araplar'ın kutsal tanıdığı ve taptığı putların sayı sı ise üçyüz altmışı bulmakta idi. Kâbe'nin en önemli putu Hub el, Kurey ş kabile-sinin putu idi. Sava ş a gidecek olan bir kimse, ba şı nı tıraş ettirip onu ziyaret ederdi. Fakat bundan da daha önemli olan H ac er-i E s ve d

8

vardı . Baz ı kabilelerde mâbudlar insan, arslan, at, ku ş şekillerinde tasvir edilmiş ti Meselâ Mekke yak ınındaki H üz ey1 kabilesinin putu kadın ş eklinde, K elb ve T ayy kabilelerininki arslan ş eklindeydi. Yemen'de H am d an denilen yerdeki halk at ' ş eklinde bir mâbuda, Himy eri]. er ise Kerkenez ku ş una taparlard ı . E vs ve H azre c'lilerin Men at adında bir mâbudları vardı ki, bu bir kayayd ı ve kurbanlar ı -nın kanlarım onun üzerine sürerler, k ıtlık olursa ondan ya ğmur yağ -dı rmasım isterlerdi.

Kâbe her nekadar putperest Araplar' ın müş tereken kutsal tan ı dığı bir yer olmu ş sa da bundan gayri, Yar ımadan ın ba ş ka ba ş ka yerlerinde yüz kadar tap ınak daha vard ı ve onlar ın da etrafı tavaf edilir, kurban-lar kesilir, bunlara hediyeler sunulurdu. Bunlar ın da Kâbe gibi kayyum-ları ve hâcibleri bulunurdu. Bununla beraber Kâbe daima en üstün yeri alır ve Araplar buran ın Hazreti İ brahim'in mescidi oldu ğunu tasdik ederlerdi. Bu cümleden olarak Uz z a tap ınağı , gene Kurey ş lilerin Mekke dışı nda, B atn- ı N a hl e ' d e ki kutsal yerlerinden biriydi ve bak ı mı S ül e ym kabilesine aitti. S akif kabilesinin T âircle L ât , R eb i a kabi-lesinin R ı da', Himyeriler'in San'a' da Risâm ad ında birer tap ınak-ları mevcuttu.

Araplar cinlere de inan ır, bunlar ı Allah' ın kı zları sayarlard ı . Bu inançta Arabistan ikliminin ve co ğ rafi durumunun tesirleri olsa gerek-tir. Cinler hay ır ve ş er i ş ledikleri için onlara hürmet ve ibadet gerekirdi. Bunlar ekseriya bir ta şı n veya a ğ ac ın içini mesken tuttuk-ları ndan, o a ğ aç veya ta ş a ibadet edilirdi. Gene bu a ğ aç ve ta ş lardan baz ı sesler i ş itildiğ inden onlara kehanet atfedilirdi Mselâ L ât, Uzz a ve M en at'da böyle birer cin bulunur ve bunlar konu ş urlardı . Bu i ş i tap ı -naklardaki kâhinlerin idare ettikleini tahmin etmek güç de ğ ildir 2.

Milâttan sonra VI. Yüzy ı lın ortalr ında Arabistan'da putlara art ık eskisi gibi ra ğbet eden kalmam ış tı . Araplar ta ş tan a ğ açtan yap ılmış tanrıların dünyay ı ve kâinat ı idare edemiyecekleri inanc ına art ık yara-bilmiş lerdi. Her ne kadar ba ş ları darda kal ınca gene onlara müracaat ediyor, kurbanlar kesip kanlar ını bu putların üstlerine sürüyorlar idiyseler de, amaçlar ı gerçekle ş meyince onlara küfretmekten de geri kalm ıyorlardı . Hattâ Beni H a nif e'nin uzun y ı llar boyunca tapt ığı putu bir kıtlık sıras ında yemi ş olmas ı , Araplar' ın tanrılarına ba ğ lı lıklarımn ne derece gevş ediğ ini gösterme ğe yarayacak bir örnek te ş kil etmektedir.

Tanrılara olan ba ğ böyle zapflay ınca, kabile üyeleri aras ındaki bağı n da zapfl ıyaca ğı akla gelmemelidir. Çünkü Araplar'da as ıl birlik din yolu

2 Dozy, Tarih-i islâmiyet, İ st. 1908 / 9, C. I., S. 16.

9

ile değ il, kan yolu ile kurulmu ş tu. Mesela VI. Yüzyılda bir kabilenin ba ş -ka başka kolları , ayrı ayrı tanrılara tap ıyordu. Sonunda tanr ıya nispetle amlan kabileler bo ş yere bu adlar ı taşı dılar. Çünkü zamanla tanr ı ile, adını ta şı yan kabile aras ında gerçek bir ba ğ ispat edilemez olmu ş tu. Bu ş öyle olmu ş tu: Kabileler veya kabilelerin bir k ısmı mecburi olarak yerle-rini terkettikleri zaman, bunlar ın putlar ı ve tap ınakları eski yerinde kal ır-dı ; yeni gelenler kendi tanr ılarına terketmemekle beraber, yeni tap ına ğı ve tanrı sını kabul ederler ve y ılda bir iki defa da eski tanr ılarına kurban-

lar sunmak üzere eski yurtlar ına giderlerdi. Böylce din kabile mensu-biyetini kaybedip adeta tevhidi bir mahiyet almaya ba ş lamış bulunuyor-du. Bu yoldaki geli ş me tanr ıların birbirleiyle birle şmesine yardım et-miş ve böylece monoteizme müsait bir zemin haz ırlanmış tır 3 . VI. ve VII. Yüzyıllarda art ık kudretin as ıl sahibi ve tanr ıların üstünde say ılan bir Allah ' ın mevcudiyetine inamld ığı kitabelerden ve ş ürlerden anla şı l-maktadır. Zira bu devirde yemin edilirken putlar üzerine de ğ il, Allah adına yemin edilme ğ e baş lanmış tır. Putun ad ına, bazen ş iirlerin ~a-lan aras ında rastlamrsa da bu, çok kere, o putun ba ğ lı bulunduğu tap ı -nağı n bahse konu te şkil etmesinden ileri gelmekte idi 4 Her kabilenin men-supları kendi tanr ılarından bahsederken, onun do ğ rudan doğ ruya adını söylemez "Rabbi" veya "Rabbenâ" (=efendim veya efendimiz) diye onu anardı . Bazan " İ lahi" de denirdi. Mesela S a k tfl e r'de el- L at, Rabb'in müennesi idi. Her kabile "Allah" diyor, fakat kendi tanr ı sını kastediyor-

du. Ancak böylece konu ş ma dilinde tam hâkimiyet elde eden "Allah" kelimesi, her tarafta bir olan, her kabilenin say ılan genel bir Tanr ı fik-rine geçi ş i temin etmiş oldu ve genelli ğ i, bakımından diğer tanr ılardan ayrı lıp onlrın üstüne yükseldi. Böylce çok kere oldu ğu gibi dil, gene akıl-dan evvel harekete geçmi ş , genel bir kavram meydana getirmi ş ti. Arap-lar'da putperestlik art ık samimi ve kalbi olmaktan çok uzakt ı ; kütle

halinde islamiyeti kabul etmeleri, hem de kolayca kabul etmeleri bunu gösterir 5. Kur'andaki •

ji 411 L‘. 1 1;yik.1

(XXXIX /3) yani "Biz onlara ancak bizi Tanrı 'ya yaklaş tı rsı nlar diye tap ıyoruz" ayeti de bu fikri kuvvetle teyid etme ğe yeter bir delil-dir.

İş te bu misâller bize gösteriyor ki, islamiyet do ğmadan biraz evvel, Araplar kainat ı kuran, düzenleyen bir tanr ımn varlığı na hükmetmiş ler-

3 Wellhausen, Reste arabischen Heidentums, S. 217. 4 Wellhausen, Reste arabischen Heidentums, S. 217 - 218. 5 Wellhausen, Reste arabischen Heidentums, S. 220.

10

di. Fakat onunla kendileri aras ında henüz bir münasebet kurulamam ış tı . Gerçi, tek tanr ı lı dinler ötedenberi Yar ımadada bilinirdi Fakat İ sa ve Mûsa dinleri, hürriyetlerine son derece ba ğ lı olan Araplar, tarafın-dan itibar görmemi ş ti. Çünkü bu iki dinden biri tamamiyle milli idi, diğeri ise asl ında esaret hayat ı ya şı yan ve hâkim s ınıflar ın zulmünden ümitsizliğ e dü ş en kavimlere sab ı r ve tahammülü tavsiye ediyordu. Arap-lar, öyle bir yana ğı na tokat vuran kimseye, öteki yana ğı n ı uzatacak kadar müsamahakâr yarad ı lış ta de ğ illerdir. Esasen Araplar ba şka din-lere kar şı pek lâkayt idiler. Bir kabile içinde ayr ı ayrı dini inanca sahip kimselerin bulunmas ına, o kabile üyeleri hiç ses ç ıkarmazlard ı . Bu lâ-lâkaydi o dereceye varm ış t ı ki, Kâbe'nin direkleri üzerinde Meryem ve o ğ lu Isâ'nın resimleri yer al ıyor 6 , öte yandan putperest olan birçok ş airler ve bu arada İ mru'ul - K ay s muallakas ında, yolunu ş aşı rmış seyyahlara me ş alelerle yol gösteren Hristiyan münzevilerini amyordu.

Gene bu ho ş görürlük sebebiyledir ki, ilk zamanlarda Hazret i Muhammed'in dinini yaymas ına Mekkeliler ses ç ıkarmadılar; fakat o, putlara hiicuma ba ş layınca durum de ğ i ş ti. Ancak bundan sonrad ır ki, gururlar ı zedelenen Araplar, putlar ın ortadan kalkmas ıyla Mekke'nin iktisadi merkez olma durumunu kaybedece ğ inden korkarak islâmiyet'e karşı cephe ald ı lar.

B. Arabistan'a s ızmış olan yabancı dinler

Arabistan'da hâkim olan putperestli ğ in yanında komş u ülkelerden, bilhassa s ını r bölgelere, çe ş itli yollar ve ş ekillerle, bir tak ım yabanc ı dinler girmiş ve taraftarlar kazanm ış bulunuyordu.

a. Sâbiilik: Sâbiilik birbirinden farkl ı iki mezhebe ayr ılmış tı : 1) Mandeenler yahut Subb alar, 2) Harran Sâblileri. Birincisi Mezopotamya'da Musevilik ve Hristiyanl ık'la karış mış bir mezheptir. İkincisi daha çok eski Bâbil dininden müteessir olan ay ve y ıldızları kutsal tanımış , putperestli ğe yakın bir mezheptir ve uzun zaman İ s-lam hâkimiyeti alt ında devam etmi ş tir. Doktrinleri ve yeti ş tirdiğ i alim-lerin değeri bakımından enterasand ır. Kur'anda bile M6ssevilerle Hristi-yanlar aras ında Ehl al - Kitab olarak üç yerde zikredilmi ş olan (S. II, A. 64) her hâlde bu Mandeenler olmal ıdı r.

IV. Yüzyıldan sonra Arap yazarlar ı Harran Sâbiiler'inden s ık sık bahsetmektedirler 7 . Bunlar e hris t anrye göre iki feylesof peygamberi

6 Dozy, Tarih-i İ slâmiyet, I., S. 19. 7 B. Carra de Vaux, Sahili maddesi, Encyclopödie de l' İ slüm, IV. S. 22; ve Kru'anda üç kere

geçen (II., 62; V., 68.; XXII., 17.) Sabii kelimesinin mânasi hakk ında bk. M. A. Draz, İni-tiation au Koran, Paris 1951., S. 103. v. öt.

1 1

dinlerinin kurucusu olarak tan ımaktadırlar. Bu peygamberler Set ve İ dris ile aynı olan Hermes ve Azimen'dir. Orfeus da bunlar ın peygamberlerinden say ılmaktadır. Sal3iiler esas ında hakim, mukaddes, yaradılmamış bir yarat ı cıya inanmaktad ırlar ki, büyüklü ğü kavrana-maz ve ancak ruhlar vasitasiyle ona ula şı labilir. Bu ruhlar en büyük varlığı n yanında ş efaatçidirler ve kudreti, ilahi büyüklükten al ıp a ş a-ğı daki alçak varl ıklara indirirler. Bu alçak varl ıklar' da ilk ba ş langıçtan olgunlaş maya do ğ ru götürürler. İş te yedi gezegen y ıldı z bu ruhlardan olup her birinin birer de tap ına ğı vardır. Bu yı ldı zlar Sabillerde bazen "babalar", hava ve su gibi unsurlar ise "analar" adını ta şı maktaydılar. Sâbiler öyle inanırlard ı ki, bu ruhlarm yâni yıldızların faaliyetleri, muhit-lerini harekete getirmek ve böyle unsurlar ı ve fizik kainat ı tesir alt ına al-maktan ibaretti 8 Arap Yar ımadas ına da inmiş olan Sabiilik, islâmiyet'in yayıldığı zamana kadar oralarda ya ş amış tır. Ömer bin H at t a b Islami-yet'i kabul etti ğ i sırada, yanlış olarak onun hakkında arkada ş ları "Ömer ScIbii olmu ş " demiş lerdi 9 . İ lk zamanlarda henüz islâmiyet anla şı lmadan önce, Müslümaıdar'a bu adın verilmesi, Sabiili ğ in Yarımadada taraftarlar bulmuş olduğunu ve hatta putperest Hicaz'da bile ad ını tanı ttığı m bize göstermektedir. Her ne kadr Arapçada "Seıbii" dinden sapmış mana-sına gelmekte ise de, buradaki Saloiî kelimesinin yukarda bahsetti ğ imiz mânada kullanilmami ş olmas ı daha muhtemeldir.

b. Mecasiliğ in bir adı da Z er dü ş tilik' dir. Kurucusu Zerdü ş t Maveraünn ehr' de veya Harizm'de do ğmuş dinini gene

bu bölgede yaym ıya devam etmi ş tir. Meeasiliğ in Av esta adl ı din kita-b ına Pehlevi dilinde bir ş erh yazıldı . Bu iki kitaba birden "Z en d- Av e s-t a" dendi ve Mecasiler'in mukaddes kitab ını te ş kil etti. Bu dinde iki bü-yük tanr ı vardır: Bunlar birbirleriyle daimi bir ş ekilde çarp ış maktadırlar. Bu tanr ılardan birinin adi " Ahu r am a z d a" ( Hürmü z) d ır; o, bütün unsurları ihata eden, kurtaran, dünyay ı yaratan ve onun nizam ım, planını hazırlayan, hayat veren tanr ı dır İkincisi " An gr am any u" (=Ehr i-men) kötülük ve karanl ığı temsil eden tanr ıdır. Bu iki tanr ı birbirleriyle aynı zamanda ikiz karde ş tirler. Bir gün bu iki tanr ı aras ındaki sava ş ta, Ahuramazda'n ın üstünlük elde etmesiyle dünyan ın sonu gelmi ş ve böy-

lece Ahuramazda'n ın saltanat ı ebedi olarak kurulmu ş olacakt ır. O gün

erimiş demirden ırmak, miiminler için ıhk bir süt kadar ho ş görünürken, günahkarları yakıp mahvedecektir. Iyiler yeni ve iyi bir dünyaya ula-ş acaklardır ". Bu iki kuvvetin yan ında daha bir tak ım isimler yer almak-

8 Carra de Vaux, Eneyelopedie de l' İ slam, IV., S. 23. 9 Mahmut Esad, Tarih-i din-i İ slam, İ st. 1327 / 29, III., S. 205. 10 Annemarie Schimmel, Dinler tarihine giri ş , Ankara, 1955., S. 67.

12

ta ise de, bu isimlerin yukarda adlar ı geçen tanr ılar kadar kuvet ve nüfuz sahibi olmaktan çok uzak bulunan ve hazan görevlendirilmi ş melekleri, hazan da tanr ılarm muhtelif s ıfatlar ını ifade etmekte olduklar ı anla şı l-maktadır.

Islâmiyetin yay ıldığı sıralarda, bu dinin mensuplerma daha çok Oman, Bahreyn ve Yemen'de rastlamakta idi".

e. Musedlik: Musevilik herkesin malfımu en eski monoteist din-lerden olduğundan, bu dinin mahiyeti hakk ında kısa da olsa bilgi ver-meğ i lüzumsuz buluyoruz. Burada sadece islâmiyet'in zuhuru s ıras ında Museviliğ in Arabistan'da nerelere kadar yay ıldı:gam bildirmekle yetine-ceğ iz. Müsâ dini, komşu bulunduğu memleketler içinde en ziyade Arap Yarımadas ında taraftar bulabildi Çünkü İ brahim'in R abb i'ne kar-şı Beni Ismail'in hürmeti büyüktü. Milli bir din olmas ı onun ba şka ülkelerde geni ş kütleleri içine almas ına engel olmu ş tu. Mûsevilik Arabis-tan'da baz ı önemli münbit yerleri eline geçirmi ş . buralarda kuvvet ve nüfuza sahip olabilmi ş ti Böylce Arabistan' ın kuzey bat ı sındaki vahalar ı , belki de daha Yemen'e yerle ş meden önce, elde etmi ş bulunuyordu. Bunlar Teym a, Hayber, Yesrib, Fedek vahalar ıdı r 12 . Himyer, Kin âne , Hâris bin K â'b kabilelerinin bir k ısmı da bu dine dahil olmuş lar, hatta Yemen hükümeti bir ara devletin resmi dini olarak Mü-sevili ğ i kabule kadar gitmi ş tir. Ayrıca Mûsevilik Bahreyn ve Oman'da da yerle ş meğ e muvaffak olabilmi ş tir.

d. Hristiyanlık: Hristiyanlık Arabistan'a iki ana yoldan girme ğ e muvaffak olmu ş tu. Bunlardan birincisi, kuzeyden Suriye, ikincisi gü-neyden Habe ş istan'clan K ı zıldeniz vas ıtasiyle Yemen'e ula ş an yoldur. Bu yollardan Hristiyanl ık kâh bar ış çıl bir ş ekilde, kâh sava ş ve istilâ ile Yarımadamn baz ı bölgelerine yay ılmış , bazı bölgelerinde ise, umdeleri, efsaneleri ve ibadet ş ekilleri, inanmıyan Araplar tarafından öğ renilmiş -ti. Hristiyanlığı n Arabistan'a bar ış ç ıl bir ş ekilde s ızmas ına, Hristiyan esirler ve bilhassa Arabistan'dan Habe ş istan'a, Suriye ve İ ran' ın Hris-tiyan olmu ş bölgelerine giden ş arap tüccarlar ı sebep olmu ş lardır.

Yarımadada Hristiyanl ık en büyük zaferini Necran ş ehrinde kay-detti. İ ddiaya göre bu dini oraya götüren, salih Phemion adlı bir ş ahı s-tır. Esir olarak oraya sat ıldığı sırada dini va ı zlanyla Necran halk ını Hristiyanla ş tırma ğ a muvaffak olmu ş tur ".

Esirlerin bu yolda faaliyetlerine paralel olarak Yar ımadanm en uzak kö ş elerine kadar giden ş arap tüccarlar ı da bu dinin yay ılmasında

11 V. F. Büchner, Madjus maddesi, Encylopedie de 'Islam, III. S. 102., ve Belâzûri tür. ter. I., S. 128 / 9.

12 Wellhausen, Reste Arabischen Heidentums, S. 230. 13 Tor Andrae, les origines de Pislüm et le Christianisme, Paris 1956, S. 15.

13

büyük rol oynam ış lardır. Ancak, geleneklerine sad ık mü şriklerin din hususundaki geniş müsamahalar ına rağmen (bk. yk. S. 12 v. atalar ının tavuklar ı putlan, pek hayali kabul ettikleri çarm ıha gerilmiş bir tanrı uğ runa kolay kolay terke yana ş amadıklan da bir gerçektir. Esasen bunlar s ınırdaki kabileler gibi Arâmi tesirlere fazlaca maruz da de ğ illerdi.

Ayrıca Arap Yar ımadas ından dış arıya giden tüccarlar, gittikleri yerlerde Hristiyanl ığı n baş ka ba ş ka mezhepleri ile temasa geçerek bu din hakkındaki çe ş itli bilgilerini artt ırmak fırsat ve imkanlannı buluyor-lardı . Hristiyanlığı n bu ş ekilde bar ış çıl bir yolla Arabistan'a girmesine kar şı lık, diğer taraftan Habe ş ilerin Yemen'i istilas ı üzerine bu dinin Melkit mezhebi 14 Yarımadanın güneybat ı s ında baz ı yerlere iyice yerle ş mi ş tir. Sonra İ ranlıların Habe ş ileri koğup laâkimiyeti ellerine geçir-meleri üzerine de ayn ı dinin Nest ısı ri mezhebi burada te şvik görmüş , fakat ne bütün güney Arabistan' ı ne de bu bölgede halk ın ço ğunluğunu kendine ba ğ lıyan bir kilise kurulamam ış t ır.

Kuzey bölgesine gelince, burada Ku zaa, Ta glib kabileleri D u- m et ül - C en d el bölgesi sakinleri, Hristiyanl ığı sathi bir ş ekilde de olsa kabul etmi ş , Hir e'deki L â hmi sülâleleri, hükümdarlann ın put-perest ve bedevi kalmas ına rağmen, hristiyanla ş mış lardı . Gene Arap-çayı yazı dili olarak kullanan Anb arl ı İ b adiler de Hristiyan olmu ş -lardı ". Bu s ınır ülkelerinin kaplar ından Yarımadanın içerlerine do ğ ru yayılan Hristiyanlık T anuh, T aglib kabilelerinin bir k ısmını ve B ah-r eyn , F âr ân halk ından baz ı topluluklar ı da içine alıyordu. Bundan baş ka Wellhausen, Hazret-i Muhammed zamamn da T ayy hattâ T e mi m ve R eb a kabilelerinin aras ına kısmen de olsa Hristiyan-lığı n girdiğ ini iddia etmektedir 16 . Ayrı ca Himy e rle r, Cez eml er ve Esed kabilelerinde Hristiyan topluluklar ı= bulunduğunu ve B asra Körfezinin güney k ıyılarında ise be ş piskoposluğun mevcut oldu ğunu

öğ reniyoruz 17 .

C. Arabistan'da putlar ın üstünde bir tanr ı kavramının teşekkülü ve Haniflik

Hazret-i Muhammed'den evvel Mekke , Taif ve Medine'de bazı insanların putperestlikle tatmin olunmay ıp yeni bir din aramaya

14 Imparator Mareianus iradesine uygun olarak 451 tarihli Halkedon konsilinin iman kai-delerini kabul etmi ş olanlara bilhassa Mı sır'daki Monophisit Kıptiler alay olsun diye bu adı tak-mış lardır Çünkü Melkit, melik, imparator taraftan demektir. .

15 Gaudefroy - Demombynes et Platonov, Le monde Musulman et Byzantin jusqu'aux Croisades, Paris 1931. S. 54.

16 Wellhausen, Beste arabischen Heidentums, S. 230. 17 Charles Lyall, JRAS, 1903, S. 771, v. öt.

14

baş ladıklarını , bunu bulmak ümidi ile de Tevrat ve 'nein incele-diklerini Islam kaynaklar ı bize haber vermektedirler. Hanif ad ı verilen bu arayı cılar, Mus a ve İ sa dinlerine kar şı belki sempati duymu ş larsa bi-le, onlar ı kabul etmemi ş lerdi. Bunlar kendilerinin atas ı ve K âb e'nin ku-rucusu addettikleri Hazreti İbrahim'in dinini ara ş tırıyor ve bu dini ihya edecek yeni bir peygamberin gelmesini bekliyorlard ı . Fakat aralar ında bir birlik ve mü ş terek bir ibadet ş ekli mevcut de ğ ildi. Bunlar sadece tek tanr ıya inanıyorlar ve bu tanr ının görünen, bilinen her ş eyin üstünde olup ona ş erik ko şulamıyaca ğı na, onun do ğmamış ve do ğurmamış olduğuna, onun bütün mahlükat ı yarattığı na iman ediyorard ı . Kelime olarak Hanif", doğ ruya meyleden kimse demektir. Kur'an'da "Hanif" ad ı bir-kaç yerde geçmekte ve bunlara Müslim de denmektedir. İ slam da za-ten insanın kendisini ilahi yola terketmesi demektir 19 . B ak ar a süre-sinin 136. âyetinde.

el I 4::14 }. J9 I, (si l„.:2.; 19111 3

vA CAS.. lA9 la.:,..4-

17(ıni "Onlar dediler ki, Yahudi veya Hristiyan olunuz, hidayet bulur sunuz,deki hay ı r biz Hanif olan İbrahim dinine gireriz,zira İbrahim müş rik-lerden değ il idi"; gene A l-i İ mran süresinin 95. âyetinde İbrahim milletinin hanefi olduğu ve İbrahim'in putperest olmad ığı bildirilmek-tedir.

Peygamberimizden önce ve onun ya ş adığı yıllarda, adlar ı ve iddia-ları belli Hanifler ya ş amış lardır. Bunlardan en me şhurlar ı şunlardır: Varaka bin Nevfel, Ubeydullah bin Cah ş , Osman bin Hu-veyris, Zeyd bin Amr bin Nevfel, Umeyye bin Ebi Salt, Kus bin Sâide, H âlid bin Sinan, El-'A ş a bin Kays. Bunlardan Varaka bin Nevfel ile Osman bin Huveyris, Hazreti Hadice'nin amcas ı oğludurlar. Varaka, Hazreti Muhamme d'e görünen mele ğ in, Musa'ya görünen Cebrail oldu ğunu ve onun Peygamberli ğ ini ilk müjdeleyen ş ahı stır. Bu me şhur Hanifler'den dördü, Varaka bin

18 Frants Buhl, Encylopedie de 'Islam' ın Hanif maddesinde Hanif kelimesinin manasm ın De Goeje ve Wellhausen gibi orientalistler taraf ından, kâh puta tapan, kâh Hristiyan zahidi olduğu iddialarını münakaş a ediyor ve Margoliouth'un bu kelimeye her yerde "Müslüman" mana= vermekte oldu ğunu ayrıca Hazreti Muhammed'in Musevilik ve Hristiyanl ığı reddeden, sade bir dine sahip olan kimseleri i ş aret için Hanif kelimesini kulland ığı nı kaydediyor. Kelime-nin etimolojisi hakk ında en inan ı lır ve güzel bilgiyi Tor Andrae, Mohomet sa vie et sa doctrine, Paris 1945, S. 108'de vermektedir.

19 Tor Andrea, Mahomet sa vie et sa doctrine, S. 67'de "Hazret-i Muhammed ilk olarak kendini terketmek emrini ald ı " demektedir.

15

Nevfel, Osman bin Huveyris, Zeyd bin Amr, Ubeydullah bin C a h ş bir gün, Mekke halk ının her yıl kurban kestiğ i ve dilekler dilediğ i bir puta, o y ıl da nas ıl merasim yap ıldığı nı bir kenara çekilip seyrederler. Putlara gösterilen bu sayg ı , onlarda art ık tahammül edilmez bir nefret uyandırır ve aralar ında Hanif dinini, İbrahim'in ş eriat ım aramak üzere ayrı ayrı yörelere seyahat etmek karar ını verirler 20 . Mahmud Esad Efendinin, İ bni İ sh ak'dan aldığı bu rivayet, Hanifler'in putperest-likten ne kadar uzak oldu ğunu bize göstermektedir. Ayr ıca, kuvvetli bir ş air olan Ume yy e bin E bi Salt ise ş iirleriyle Hanifli ğ in prensip-lerini çok güzel ifade etmi ş tir. Kendisi Müs a ve İ sa dinlerini incelemi ş , fakat bunlardan hiç birini kabul etmemi ş ti. O, bir âh ır zaman Peygam-berinin gelece ğ ini söylemiş ti; fakat bu peygamberli ğ in kedisine nasip olaca ğı nı umuyordu. Bu yüzden Hazreti Muhammed Resül oldu ğunu ilân edince memnun olmad ı ve İ slâmiyet'i kabul etmedi. Bununla bera-ber, onun ş iirleri âdeta mü'min bir Müslüman ın a ğ zından çıkmış gibidir: "... Sağ olduğ um müddetçe Cenab- ı Hakka hamd-ü send etmekten ve O'nu yüceltmekten geri durmam. O'mutlak hâkimdir; ne O'nun üstünde bir Allah, ne O'na yakı n sayı labilecek bir mâbud vardı r. Ey insan fenalıkltan kaç ın... Cenab-ı Hakk' dan bir ş ey gizleyemezsin... Ya Allah sen benim mâlikim-sin, ümidim sendedir. Senden ba şka bir mâbud tanımam... Ona sorsunlar ki sabahleyin doğ up, dünyay ı aydı nlatan güneş kimindir. Yerde otlar ı bitiren, mahsfı lleri yetiş tiren ve yeniden tohum husille getiren kimdir? Ya Rabb senin adı nı takdis ettiğ im gibi günahları m ı n affı nı da temenni ederim. Ya Rabb beni rahmetine nâil et, beni ve evlâtlar ım ı mesut k ı l". Hanif adı verilen ve as ıl Tanrıyı arayan bu insanlar çok say ıda olup bütün Arabistan'da tek tanr ı lı bir dini havan ın te ş ekkülüne sebep olmuş lar-dı r.

D. Netice

Yukarı da söylediğ imiz gibi uzun y ıllar boyunca sürüp giden bede-vilik, putların karış mas ına, sonunda da bir tek Tanr ı anlamının doğma-sına vesile olmu ş tu. Gene yukarda, Musa ve İ sa dinlerinin Yar ımadanm bazı bölgelerinde nas ıl yerle ş tiğ ini, bazı bölgelerde ise hüsni kabul gör-mese bile Araplar taraf ından nas ıl tanındığı nı ifadeye çal ış tık. Ş imdi ise Hanifler Arabistan' ı dolaş arak kâh veciz nutuklar (Kus bin Saide'nin nutku gibi), kâh tesirli ş iirler söyliyerek putperestli ğ i küçümseyip hakiki dini arıyarak, Araplar' ın putlara kar şı olan ba ğ larımn daha da gev ş e-mesine vesile oluyorlard ı . Böylece Araplar tek tanr ı lı bir dini telkin ede-

20 Mahmut Esat, a. g. e. II., S. 525.

16

cek bir peygamberi kolayca kabale haz ır hale gelmi ş bulunuyorlardı . İş te bu suretle bir taraftan Yemen ve Yemame'de, di ğer taraftan Esed ve Temim kabileleri aras ında peygamnerlik iddias ında bulunan baz ı insanlar kendilerini, fikirlerini kabule haz ır dini bir atmosfer içinde bulu-vermiş lerdi. Tarihte sahte peygamberler ad ıyla anılan kimselerin or-taya çıkma senepleri aras ında "Ridde" olaylar ım da saymak gerekir.

2. Rİ DDE

A. Riddenin tarifi:

Hicret'in 10. ve 11. y ıllarında dini ve hukuki bak ımdan henüz pek yeni bir te ş ekkül olan Islam devletini büyük sars ıntılara mâruz b ırakan Ridde olayı en eski Islam kaynaklar ında oldukça geni ş bir yer i ş gal et-mektedir. Ridde, islâmiyet'in bu devri için o kadar önemli olmu ş tur ki, baz ı tarihçiler sadece 10 - 11. y ıllarda cereyan eden isyan ve irtidatlar ı canlandırabilmek için husus' kitaplar vücuda getirme ğe mecbur kalm ış -lardır. Vakı drnin biricik nüshas ı Bankipore'da bulunan Kitab al-Ridde'si ile Vesime'nin İbni Hacer tarafından İ sabe'ye al ınan Kitab al - Ridde'si bunların en önemli örneklerini te şkil eder.

Islam tarihinde çe ş itli sebeplerle meydana gelmi ş olan Ridde "Islâm'dan dönmek, Islam dinini reddetmek" anlam ına gelmektedir.

Arap yarı madasının çe ş itli bölgelerine yay ılmış bulunan y Islam dini, Hz. Muhammed'in hastalanmas ı ve ölümü üzerine, gene bu bölge-lerin çoğunda ya ş ayan Araplar tarafından reddedilmi ş , Islâmiyet'in yük-led,iğ i mali mükellefiyetlerden kurtulmak isteyenlerde eski putlara dön-me temayülü artm ış , bazı kabileler ise Hz. Muhammed'in tan ıttığı tek ve her ş eye kâdir olan yüce Tanr ıya ibadeti terketmemekle beraber is-lam dininin gerektirdi ğ i zekâttan muaf tutulmak istemi ş lerdi.

B. Hz. Muhammed'in hayat ında Arap yar ımadasında İslâm diıı iıı in yayılışı :

Ridde'nin sebeplerini gösterebilmek için önce islâmiyet'in Arap yarımadas ında hangi kabileler tarafından kabul edilmiş olduğnu belirt-mek gerekmektedir: Hudeybiye bar ış andla ş masmdan sonra bütün Ya-=adada ya şı yan Araplar, Hz. Muhammed'in dini ve idari nüfuzunun gün geçtikçe artt ığı nı gördüler. Esasen bu s ırada putlara olan ba ğ lıhğı n zayıflamış olmasından ve Yarımadamn tek tanr ılı yüksek bir dini kabule hazır bir durumda da bulunmas ından dolayı Hz. Muhammed'in tek-

17

liflerini ula ş t ıran elçilerin müsait kar şı lanmalar ı ve bu arada islamiyet'in bu kabileler tarafından kabul edilip onun icap ve mükellefiyetlerinin der-hal yerine getirilmesi kolayca mümkün oldu.

Hicretin 10. y ılında Medine, Arabistan' ın dört buca ğı ndan gelen ve çe ş itli kabilelerin ihtida haberlerini getiren heyetlerle dolup ta ş tı . Yemen'den, Yemame'den, Necid'den, Oman'dan, Bahreyn'de'', Belka'- dan, Hadramavt'tan birçok Müslüman olmu ş kabileler, dini ve siyasi bağ lı lıklarını bildirme ğ e memur temsilcilerini en k ısa bir zamanda Medi-ne'ye gönderdiler; böylece Hz. Muhammed'in Veda Hacc ına haz ırlan-dığı tarihlerde art ık Arap Yar ımadasmin her bölgesinde Medine hükü-metine dinen ve siyaseten ba ğ lı birçok kabileler bulundu ğu gibi, eski kitabi dinlere ba ğ lı veya. Mect"silik, Sabiilik gibi kitabi muamelesi gör-müş din saliklerinin cizye vererek Müslüman himayesini elde etmi ş topluluklar ı da vard ı 21 .

Ridde'nin islâmiyet için en tehlikeli örneklerini vermeden önce, 10. yı lda Arap yar ımadas ındaki islâmla ş ma hareketine k ı sa bir göz atmak gerekmektedir.

Hicret'in 10. y ılının Rebi' al - Evvel ay ında Hz. Muhammed dört yüz ki ş i ile birlikte Hâlid bin Velid'i Necran'da ya şı yan Benu al-Hâris bin Kciablara gönderip onlar ı islam'a davet etmesini, kabul etmezlerse silah kullanmas ını emretti. Halid, puta tapan Benu al - Harisleri Müs-lümanlığ a girme ğ e ikna etti ve yeni dinin prensiplerini onlara ö ğ retebil-mek için de Necran'da iki ay kalma ğ a mecbur oldu. Bu arada da Hz. Peygamber'e ş öyle bir mektup yazd ı : "Ey Tanrı Elçisi, sana esenlikler dilerim ve sana hak mâbud olan Tanrıy ı överim. Hamdü senadan sonra ben Benu al - Wiris bin Kâab'ları n illerine geldikten sonra, emrettiğ in gibi onları üç gün İslâmiyet'e çağı rdı m. Etrafa süvariler göndererek Müs-lüman olunuz, emniyete ve selâmete kavu ş ursunuz, diye ilön ettirdim. Onlar benimle savaş madan Müslüman oldular. Ben onlara Tanrı 'nı n emirlerini öğ reterek ve yasak ettiğ i iş lerden onları meneyliyerek araları nda yaşıyorum " dedi. Bu mektubu alan Hz. Peygamber de Halid'e, art ık Medine'ye dönmesini ve Benu al-Haris bin Kaab'lardan bir heyeti misafir olarak beraberinde getirmesini emreder mahiyette bir cevap gön-derdi ". Hâlid beraberinde Benu al-Haris bin Kaablar ın ileri gelenlerin-den bir toplulukla Medine'ye döndü. Hz. Muhammed bunlarla görü ş tü ve içlerinden Yezid Bin Husayn' ı reis tâyin etti. Necran'a dönecekleri

21 Heinz-MI, Türkçe. Ter., C. I. S. 119. 22 Mektubun metnini İ bni Hisaşm'da gören Caetani, İbni ishak'm verdi ğ i bu bilgiyi itimada

ş ayan bulmamaktad ır. Bk. Caetani, VII., S. 12. Mektup Taberi'de aynen mevcuttur. Bk. Türkçe. ter. C. II., 2. S. 820.

18

vakitte adet olan hediyeleri da ğı tt ı . Elçiler yurtlar ına döndükten sonra, Hz. Muhammed onlara Ensar' ın Benu Neceâr kolundan Amr bin al-Hazm' ı öğ retmen ve maliye memuru olarak gönderdi. Amr orada dini tavsiyeler-de bulunup zekât mallar ını toplayacakt ı .

İbni İ shak'a dayanan bir rivayet, bize Amr binHazm al - Ansari'ye Hz. Muhammed tarafından yaz ılmış bir talimat mektubunun, Kuran tarihi bak ımından çok de ğ erli bir haberi ihtiva etti ğ ini göstermektedir. Mektup ş u yoldadır:. "Bis ınillâhirrahmanirrahim, ey müminler and ve anlaş maları n ın yerine getiriniz bu, Tanrı Elçisi Muhammed'in Yemen'e gönderdi ğ i Amr bin al-Hazm için yazd ığı mektuptur. Tanr ı El-çisi ona bütün iş lerinde Tanrı 'dan sakı narak hareket etmesini emretti. Çünkü Tanr ı kendisinden sak ı nan ve hayr ve iyiliklerde bulunanlarla bir-liktedir. Tanrı Elçisi ona, Tanrı nası l emrettiyse hak ve hukuka o ş ekilde riayet ile iş görmesini, insanlara hayra müjdelemesini, Kur'an'ı n ve İslam dininin kaidelerini öğ retmesini, kötülüklerden menetmesini emreder. Temiz olm ıyan kimseler Kur'an ı ellerine alması nlar. Ahaliye leh ve aleyhlerinde olan emir ve hükümleri anlats ın ' 23 . Mektup bundan sonra daha bir hayli uzar. Fakat bizim için mühim olan cihet yukar ıya aldığı mı z, Temiz olm ıyanları n Kur'ana el sürmelerinin yasak oldu ğunu emreden cümledir. Zira böylece peygamberin mümessillerinin Yar ımadada is-lamiyeti ö ğ retmek ve yaymak üzere gittikleri zaman bunu, ancak ezber-lerinde oldu ğu kadar ını söylemek suretiyle yapmad ıklarını , nazil olmu ş ayetlerin yaz ılı nushalar ım da beraber götürdüklerini ispat eder. Bunun önemini Caetani ve Frants Buhl (is. Ans. S. 100i, Caetani, C. VIII. S. 26) de kabul etmekte fakat haberin do ğ ruluğu hususunda her ikisi de ş üphelerini aç ıklamaktadırlar.

Bu nokta üzerinde ı srarla durmam ı zın sebebi, Caetani'nin a ş ikar olan bir yığı n tarihi vesika kr şı sında" Yemen'in Müslüman olmad ığı nı , tam bir istiklal içinde bulunudu ğunu, orada Esved'in isyan ı baş layınca da Peygamber'in, bu hadiselere zerre kadar önem vermedi ğ ini iddia etmesid ir.

Hz. Peygamberin elçilerine yazd ığı ve yukar ıya aldığı mız mektup-lar ile onlardan gelen cevaplar, Kur'an hakk ındaki kayıtlar, ana kaynak olan Belazari, Taberi, Buhari, İbni Sa'd tarafından teyid edilmektedir.

Hz. Muhammed, Esved'in isyan ım önlemek için bütün gücüyle çalış mış tır. Şu halde Caetani'nin bu yoldaki iddialar ı doğ ru olamaz (VII. S. 36).

23 Taberi, Türkçe. ter., II., C., 2. S. 824.

19

Hz. Muhammed'in Yemen'i islamh ğ a kazanmak hususundaki gay-retleri bitmemi ş tir. Birçok kollara ayr ılan Benu al - Hâris bin Kâ'blar'a mektuplar ve elçiler yoll ıyarak, kimine amanname verip kiminin baz ı sulak arazideki haklar ını tanıyarak ümit etti ğ i müsbet sonucu elde et-miş tir. Peygamber Veda Hacc ına ç ıkmadan önce Muaz bin Cebel ile Ebu Musa'al - A ş 'arryi islamiyet'i yaymalar ı için Yemen'e yollad ı ve kendilerine talimat verirken "herş eyi kolayla ş tı rı nız, zorlaş tı rmay ı nız, fenalık değ il, iyilikler yapmaz, hasmâtne de ğ il dostâne duygular taşıy ınız" dedi. Aş 'ari, Yemenin daha çok k ıyı bölgelerine, Muaz bin Cebel ise yu-karı bölgelerine memur edilmi ş lardi. Fakat Yemen gibi verimli ve geni ş bir bölgede ya şı yan pek çe ş itli boy ve soydaki insanların hepsini, birden-bire islamlığ a kazanmak pek tâbiidir ki, mümkün olamam ış tır. Bunu Belazisırrde gördü ğümüz Muaz bin Cebel'in şu mektubundan kolayca anlamaktay ı z: "Ya ğmur suyu ile yahut akar sularla sulanan topraklar ın mahsulünden onda biri, suni ş ekilde sular akı tmak suretiyle sulanan yer-lerden bunun yar ı sı al ınır. Olgunluk ça ğı na gelenlerden, nüfus ba şı na bir dinar veya bunun kar şı lığı dokuma bez al ınır. Yahudi, yahudilikten döndürülemez". Böylece yaln ız Müslümanlar ın ve Yahudilerin de ğ il, Yemen'de oturmakta olan Mecüsiler'in de Medine'ye tâbi bir durumda yaş adıkları gene Belazûri'de ayn ı sayfadaki ş u kayı ttan anla şı lmaktad ır: "Peygamber Hecer ve Yemen Mecusilerinin olgunluk ça ğı na gelenlerin-den adam ba şı na bir dinar vergi al ınmas ını emretmiş tir". 10. yılın Ra-mazan ay ında büyük Mezhic kabilesinin Yemen'de oturan Ans, Murad, Sa'd al-A ş ire, Ca'fi, Zebid ve diğ er kollarını islamiyet'e davet için, ba ş -larında Ali bin Ebi Talib'in bulunduğu ve tahminen 300 ki ş iden meydana gelmi ş bir sefer heyeti haz ırlandı . Bir rivâyete göre, Ali sava ş arak, is-lamiyet'i kabul ettirdi. Taberrye göre ise (Tab. Ter. II. 2,. S. 830) Mezhicler derhal islamiyet'i kabul ettiler. Yahudi Haham ı , Kâab al-Ahbar da bu yıl ihtida etmi ş tir.

EZD kabilesinden 10 ki ş inin ba şı nda bulunan Sarrad bin Abdullah al-Ezdi gene aynı yılda Müslüman olmuş ve kendisi gibi islamiyet'i kabul etmi ş bulunan Ezd'lerin ba şı na geçerek Cereş ş ehrini ku ş atmış tı . Kuş at-ma uzun sürmü ş , sonunda Müslümanlar üstün gelerek, Sarrad, Cere ş ve Tebale ş ehirlerine ba ş eğdirmiş ve oraları islamlığ a kazand ırmış lardı r.

HEMDANLAR'ın islamiyet'i kabul ettikleri haberi ise, Hz. Muham-med'in secdeye kapan ıp Allah'a şükretmesine ve Hemdanlar'a selam ım-dır, Hemdanlar'a selâm ımdır sözünü tekrarlamas ına sebep olmu ş tur (Tab. Ter. II, 2., S. 831).

ABD al - KAYS delegeleri de bu y ıl Peygamberi ziyaret ettiler ve içlerinde Hristiyan dinine girmi ş olanlar bile islamiyet'i kabul ettiler.

20

Aralar ında bulunan Amr bin Cârud kendi kavmi dinden döndü ğü zaman bile Müslüman kald ı 24 .

Gene 10. yılda B ecilele r'den Cerir bin Abdullah Becili, maiye-tindeki 150 ki ş i ile birlikte Hz. Muhammed'e ba ğ lılığı nı bildirmeğe geldi. Hepsi kelime-i ş ahadet getirdiler. Peygamber onlara söyledi ğ i nutukta, gönderece ğ i valinin bir Habe ş li bile olsa, ona itaat etmeleri lüzûmundan bahcetmiş ve döndükleri zaman Zu'l-Hulâsa putunu yıkmas ı için Cerir bin Abdullah'a emir vermi ş tir. O da bu emri derhal yerine getirmi ş tir.

Z e b i d l e r'in, Sadefle r'in elçileri de ayn ı ş ekilde Medine'yi ziyaret edip ald ıkları hediye gümüş lerle memleketlerine döndüler.

Muradla r'a gelince, bunlarla Hemdanlar aras ında büyük bir geçimsizlik vard ı . İş te islâmiyet bu geçimsizlikten bir hayli istifade etti. Ferve bin Müseyk al - Muradi, müttefiklerinden olan Kindeler'in emrin-den ayr ılıp Medine'ye geldi; islâmiyet'i kabul etti. Haz. Muhammed de onu, mükâfat olarak, Muradlar, Mezhicler ve Zebidler üzerine kendi temsilcisi tâyin etti.

Arabistan' ın adeta zahire anbari durumunda olan ve Hicaz' ın doğu-suna düş en Yemâme bölgesinde büyük REB İA kabilesinin bir kolu olan Hanife kabilesine gelince, bunlar ın 7. -yı lda ba şkanları olan Hev-ze bin Ali'nin Iran yoluyla gelen Hristiyanl ığı kabul etmi ş olması muhte-meldir. Peygamber ona, Salit bin Amr al-Amiri eliyle bir mektup yol-lad ığı zaman o Peygamber'e, kendisinin ş air ve hatip oldu ğunu, ş ayet kendisine bir pay verilecek olursa, islamiyet'e girece ğ i yolunda bir cevap yolladı . Bundan sonra, Hanife kabilesinden 10 ki ş ilik bir heyet Medine'ye geldi içlerinde bulunan Müseylime de aynı ş ekilde ortakl ık pe ş inde ko ş -muş , Peygamber'den kendisine bir menfaat temin edemeyince Peygam-berlik iddias ına koyulmay ı en uygun bir yol zannetmi ş ti. Halbuki gene Hanife kabilesinin mühim bir k ısmına hükmeden Sümame bin Usal, maceralı bir ş ekilde de olsa önceden islamiyet'e girmi ş ve bu uğurda Yemame'de sonradan islam' ı terkedenlerle bir hayli u ğ ra ş mış tır 25.

Bundan ba şka önemli bir kabile olan Kindele r'den de E ş 'as bin Kays seksen ki ş ilik bir temsilci toplulu ğu ile Medine'ye gelmiş ti Kinde Araplar ının saçlar ı pek dikkatli taranm ış , gözleri de sürmelen.- miş ti. Me ş lahları renkli ve altın pullarla iş lenmi ş ti. Hz. Muhammed bu pek süslü giyimi be ğ enmedi. Elçiler islamiyet'i kabul ettikten sonra Pey-gamberin emriyle süslü elbiselerini ç:karmaya mecbur oldular (Tab. Leyden bas ı sı , I., S. 1739).

24 Taberi, Türkçe tere. II. C., 2., S. 936 - 7 .

25 İ bni Sa'd, Tabakat, V., S. 401.

21

Hz. Peygamber T ay yla r' ın da sefaret heyetlerini kabul etmi ş ve onların kollarından olan bütün kabilelere mektuplar yazm ış tır. Tayylar Islâmiyet'i büyük bir ço ğunlukla kabul etmi ş lerdi.

10. yıldan önce islâmiyet'i kabul etmi ş bulunan E s e d 1 e r'e Pey-gamber mektup yazarak Esedler'in, Tayylar' ın sularına sald ırm,amalarm ı arazilerine girmemelerini ihtar etti.

Gene İbni Sa' d'dan aldığı mız bilgiye göre H a d r am a v t büyük-lerine Hz. Peygamber mektuplar yazm ış tır. Bunlar aras ında da Islami-yet'in kabul edildi ğ i yazılmış olan bir beyitten anla şı lmaktadır.

Sekizinci Hicret y ıhnda Müslüman olan Oman halkı , yâni Ezdler' den olan halk, Islam ın inceliklerini ö ğ renmek isteyince, Hz. Muhammed onlara Amr bin al-As' ı yolladı .

Buraya kadar 10. y ılda Islâmla şmış büyük, küçük baz ı kabilelerin islâmiyet'e nas ıl girmiş olduklarını , bir yığı n karışı k haberler aras ından, mümkün olduğu kadar seçme ğe çalış t ık. Ş imdi Yanmada' ınn Bahreyn gibi bazı bölgelerinin 10. yıldan önce nas ıl olup da islâmiyet'e dahil ol-duklarına iş aret eden k ısa misâller vererek, yar ımada'da yeni semavi dini tammamış veya bundan haberdar olmam ış bir kö ş enin kalmadığı nı ispat etmek mecburiyetindeyiz. Öyleki, Hz. Muhammed öldü ğü zaman islâmiyet, âdeta henüz Hicaz bölgesinin s ımrlarım aş amamış tı iddiasında bulunan müste ş riklere bu iddialar ında haklı olmadıkları ce-vab ını verebilelim.

Bahreyn'i 8. yılda Fars ülkesinin bir parças ı gibi telâkki edenler vardı . Orada Abd al- Kayslarla Bekr bin Vâil ve Temim Araplar ından birçoklar ı ya ş ardı . Hz. Peygamber zaman ında orada Fars-lar' ın valisi Münzir bin Sâva idi. Hz. Peygamber buran ın büyüklerine islâmiyet'i veya cizye verme ğ i kabul etmelerini bildiren bir mektup yazd ı Ora halkından ata tapanlar ın bir kısm ı ve başkanları Müslüman oldular; Mecusi, Yahudi ve Hristiyan olan ahalisi ise al-Ala bin al-Hadrami ile barış yaptı . İbni Abbas' ın rivayetine bak ı lırsa, Hz. Peygamber'in Bah-reyn halkına ş öyle bir mektup yazd ığı görülür: "Tanrıy ı ululadıktan sonra, siz namaz k ı lar zekat verir Tanrı ve Elçisine kalbden inan ı,r, hur-malığı nız ın mahsülünden onda birini, ekinlerinizden yirmide birini verir, çocukları nı z ı Medisi yapmaz iseniz, siz andlasmada anı lan sartlarla emni-yet içindesiniz. Ancak ate şgedeler Tanrı ve Elçisinin emriyle - y ık ı lıcaktı r. Ancak İslâmiyet'i kabul etmez iseniz sizden cizye al ınacaktır." Mecusi-lerle Yahudiler islamiyet'e yana ş madan cizyeyi ödeme ğ i kabul ettiler (Belâzari, ter. I. S. 130).

22

Necran' ın Hristiyan halk ından da bir heyet gelip Hz. Muhammed ile cizye vererek dinlerinde serbest kalmak ş artı ile bir andla ş ma yapt ı -lar. Hz. Muhammed'in bunlara yazd ığı mektubun metni çok enteresan-dır. (fazla bilgi edinmek için bk. Taber ı Leyden bas ı s ı , I., S. 1740). Böy lece Necran' ın Hristiyan halk ı da dinen olmasa bile, hukuken Medine hakimiyetini tan ımak mecburiyetinde kalm ış t ır.

Arap Yarımadas ının kuzey bölgesinde oturan ve Hristiyan Bizans ile en yakın temas ı bulunan G a s s a 11111 a r'dan da 10. y ılda bir elçilik heyetinin geldiğ i Vakı di tarafından zikredilmi ş tir 26 . Gelen heyetin geri döndüğü zaman Islaml ığı yaymayı ba ş arıp baş aramadığı hakkında kesin bir vesikaya malik de ğ iliz.

Kuzey - do ğu bölgesine gelince, kuzeyden, Mezopotamya'dan Bah-reyn'e do ğru uzanan topraklara yay ı lmış bulunan büyük T emim kabilesi Hicretin 9. y ı lında Utârit bin Hacib, el - Akra' bin Hâbis, al Zibrikan Bin Bedr, Amr bin al - Ahtem, Nu'aym bin Zeyd, Kays bin isim ve ba şkalar ından müte ş ekkil bir heyeti Hz. Peygamber'e yollad ı . Mekke fethinde Hz. Peygamber ile birlikte haz ır bulunan el - Akra' bin Habis ile Fezâre kabilesinden Uyeyne bin H ısn da bu gelen heyetin içine girmi ş lerdi. Önce meziyet ve fazilet yolunda bir yar ış ma yap ıldı ; Temim kabilesinin hatiplerinden Utârid bin Hacib'e Sâbit bin Kays ile Peygamberin me şhur ş airi Hassan bin Sabit cevap verdi. Sonunda Müslü-manların üstünlü ğünü kabul eden Temimler islamiyet'i kabul ederek memleketlerine döndüler 27 .

Yukarı da da söyledi ğ imiz gibi, Arabistan' ın hemen her buca ğı nda dinen ve siyaseten Hz. Muhammed'e ba ğ lı kabileler, topluluklar veya baz ı kabilelerin ileri gelen ş ahsiyetleri vard ı .

C. Riddenin sebebleri

Veda Haccmdan yorgun ve zay ıf dü ş müş bir halde dönen Hz. Muhammed Muharrem ve Safer aylar ını Medine'de sâkin bir ş ekilde geçirdi. 11. y ılın Muharrem ay ında Ş am üzerine yürümek maksad ıyla seferberlik ilan etti ve ordunun ba ş komutanlığı na azatlı kölesinin o ğ lu olan Usame bin Zeyd'i tâyin etti. Tam bu s ırada Peygamber, ölümüne sebep olan hastalığ a yakaland ı . Bu haber çarçabuk Arabistan' ın dört bucağı na yay ıldı . Hristiyanlar ve Yahudiler f ırsattan istifade ederek islamiyet'i yeni kabul etmi ş olan kabile mensuplarını dinden dönme ğ e

26 İbni Sa'd'a dayanarak Caetani, VII. C., S. 46.

27 Taberi, arap. De Goeje bask ı sı , I., S. 1710 - 1.

23

te şvik ettiler. Yemen gibi Ebna, Arap, Yahudi kabileleri ile mesktin ve çeş itli dini inançlara ba ğ lı toplulukların yaş adığı bir bölgede bu haber daha büyük bir tepki unsuru haline geldi. Esasen Arap yar ımadasmın büyük bir kısmının iktisadi ve siyasi bak ımdan Medine hükhmetine ba ğ -lanmış bulunmas ı baz ı kabile ileri gelenlerinin haset ve k ıskançlığı nı uyand ırmış tı . Medine artık zengin ganimet mallar ının, zekât ve cizye-nin ve binnetice siyasi ve askeri nüfuzun topland ığı bir ba şkent haline gelmi ş ti. Yarımadanın dört buca ğı na oradan emirler veriliyor, elçiler, memurlar mü şküllerini hal etmek için gene oraya ko şuyorlardı . Yarıma-damn en akla gelmez kö ş eleri, Peygamber Muhammed'in himayesine sığı ndıkları için kom ş u kabilelerin bask ın korkusundan uzak olarak ya şı -yorlardı .

Tanrı Elçisi ıı in hastalanmas ı haberi bir tak ım kabile ş eflerinin siyasi gayelerini aç ığ a vurmalarma fırsat verdi. Bunlar topraklar ını Medine hükümetinin nüfuzundan s ıyırarak zekât ve sair adlarla toplanan ver-gileri, kendi ş ahsi menfaatlerine veya gene kabilelerinin korunmas ını temin tahsis etmek maksadiyle göndermediler. Bu hareket Medine hükümeti tarafından isyan sayıldı . Baz ıları isyan etmeden önce. ince planlar dü şündüler; muvaffak olmak için Hz. Muhammed gibi görün-menin en iyi çare olaca ğı kanaatine ula ş tılar. Böylece dinden dönen ka-bilelerin baz ı larının başı nda peygamberlik iddias ında bulunan bir tak ım âsi ş efler görüyoruz ki, bunlar Islam tarihinin ilk devirlerinde ortaya ç ı -kan ve bazı ları sonradan iyi bir Müslüman olarak tan ınan yalancı pey-gamberlerdir. Arabistan' ı bir yangın gibi saran Ridde'nin ba ş lıca sebeb-lerini ş öylece s ıralıyabiliriz: 1) Peygamber'in hastalanmas ı ve ölümü; 2) Siyasi arzular ını tatmin etmek istiyenlerin çe ş itli vas ıtalara ba ş vur-malar ı , halkı isyana te ş vik etmeleri; 3) Halk ın zekât ve cizyeden muaf tutulmak istenmeleri; 4) Kabile asabiyetinden dolay ı Kurey ş hakimiyeti altına girmek istenmemesi; 5) Yeni dinin ibadet usullerinin ve mükelle-fiyetlerinin Yar ımada'da henüz tam manas ıyla kavranamam ış bulun-ması .

D. Riddenin Yay ılması ve Önlenmesi

Böylece Hazreti Muhammed'in son günlerinde ba ş lamış olan Ridde Ebu bekr zaman ında gittikçe yayg ın bir hal aldı ve Esedler, Gatafanlar, E ş ca'ların bir kısmı , Temimler, Süleymler'den baz ıları , Havazinler'in bir k ı smı , Beni Hıfaflar, Imru'ul-Kayslar, Zekvanlar, Beni Câriyeler, Hanifeler, Bahreyn ahalisi, Benu Bekr bin Vailler, Oman Ezdler'inden Debalar, ,Nemr bin Kas ıtlar, Kelbler, Kudaalar'dan baz ı -ları , Beni Âmirlerin hepsi vsr. dinden döndüler.

24

Sadık kalanlara gelince, onlar da ş unlardır: " İki Mescid (yâni Mekke

ile Medine) aras ındaki kabilelerle Eslemler, Gıfarlar, Cüheyneler, Müzey-neler, Kâab ve Sakifler.". Ayrıca Tayylar, Hüzeyller. Becileler, Has'am-

lar, Tihame yak ımndaki Havâzinler, Cüşemler, Sa'd bin Bekrler de

sadık kaldılar. Gene sad ık kalanlar aras ında Bahreyn'de Abdülkays-lardan baz ıları , bazı Yemenliler, Yemen'de Kindeler, Hadramavthlar,

Cendel, Zebid kabilelerini de saymak gerekir.

Ebu Bekr hâlife olmadan önce, Vsâme, Peygamber'in emriyle

Suriye seferine haz ırlanmış , fakat onun hstalığı bu seferin bir zaman için geri b ırakı lmas ını gerektirmi ş ti. Ebu Bekr Hâlifelik makam ına ge-

çer geçmez yukar ıda bahis konusu etti ğ imiz irtidad ve isyanlara bakma-

dan Usâme'yi Hz. Muhammed'in emridir diye Suriye'ye yollad ı . İş te,

bunu fırsat bilen mürtedler, Medine'de Müslümanlar ın sayı s ının az ol-duğunu düş ünerek bir gece bask ımna haz ırlandılar. Ebu Bekr ise bunu

önceden tahmin edip Müslümanlar ın Mescid'de haz ır bulunmalar ını emretmiş ti. İ rtidad edenler Kurey ş lilerle Ensar arsındaki nefretten

istifade edeceklerini san ıyor, mü ş terek dü şman karşı sında bu nefretin

ortadan kalkaca ğı nı hiç hesaba katm ıyorlardı

Ebû Bekr isyan ve irtidad haberlerini ald ıkça, vâlilere haberciler

yollamak suretiyle bir müddet oyalama siyaseti takip etti. Maksad ı Usâme ordusunun dönmesini beklemekti. Fakat Abs ile Zübyan kabileleri

acele olarak Medine üzerine yürüyünce, Ebâ. Bekr art ık Usâme'yi bek-

leyemedi. Kuzeyde bulunan Kelb ve Kuzaalar da dinden dönmü ş lerdi.

Bunun üzerine Ebu Bekr dinden dönüp Tuleyha bin Huveylid'in et-

rafında toplanan Tayy, Esed ve Gatafan ve Kinanelerin bir kısmı üzerine

yürüdü ve ileride Tuleyha bölümünde etrafl ı ca görece ğ imiz üzere Zul'-

Kassa ve el'Abrak sava ş larında bunları yendi. Bu i ş i bitirip Medineye

dönen Ebu Bekr art ık elçilerle oyalama politikas ını bir yana bırakıp

onbir birlik kurarak bunlara komutanlar tâyin edip isyan eden bölgelere

yolladı . Bunlardan birisinde yalanc ı peygamber Tuleyha üzerine giden

birlikti ki, komutanlığı na Hâlid bin Velid tâyin edilmi ş ti. Zu'l Kassa sava şı nın Müslümanların baş arı sı ile sonuçlandığı nı gören mütered.dit-

ler derhal İ slâm ordusuna iltihak ettiler. Böylece Hâlid'in kuvvetleri yol aldıkça, yuvarland ıkça büyüyen bir ça ğ a benzedi. Ebu Bekr, Tuleyha'mn iş ini bitirdikten sonra Temimler'den olan Mâlik bin Nüvey-re'ınn üzerine, yâni Butah bölgesine hareket etmesi emrini de verdi. Ayrıca te şkil ettiğ i onbir birliğ in komutanlr ına da birbirinin aynı olan

25

ve kendisinin emir ve tavsiyelerini ihtiva eden bir mektup verdi ". Bu birlikler Böylece düzenlenmi ş ti:

1) Hâlid bin Velid, Tuleyha bin Huveylid ve Butah'daki Malik bin Nüveyre üzerine;

2) İkrime bin Ebi Cehl, Yemame'ye, Müseylime üzerine;

3) Muldıcir bin Ebi Umeyye, yalanc ı peygamber Esved al - Ansi'nin Kays bin Mak ş uh ile birle ş en adamlarını yenebilmesi için Yemen' deki Ebnaya yard ımcı olarak gidecek sonra da ş imdi kısmen

mürtedlerin tarafını tutmaya ba ş lıyan Hadramavt' ı istila ede-cekti.

4) O s ırada Yemen'den gelmi ş bulunan Hâlid bin Said bin al-As' ı , Suriye yaylas ında bir yer olan Hamkateyn üzerine;

5) Amr bin al - As, Kudaalar, Vedia ve Haris toplulu ğu üzerine;

6) Huzeyfe bin M ıhsan, Deba ahâlisi üzerine;

7) Arfaca bin Hersume, sonradan Huzeyfe ile birle ş mek üzere Mehre'ye;

8) Ş urahbil bin Hasene de İkrime bin Ebi Cehl'in arks ından ona yard ı mcı olarak Yemame'ye yüriyecek, oras ı fethedilince birlikte Kudaalar üzerine gideceklerdi;.

9) Tureyfe (Yahut Ma'n) bin Hâciz, Süelymler ve Havâzinlerin Süelymler ile birlş miş olanları üzerine;

10) Siiveyd bin Mukarrin, Yemen'de Tilı ânı e'ye;

11) AM bin al -Hadrami, Bahreyn'e gidecekti ".

Hâlid , Gamr denilen yerde toplanm ış olan as sileri de da ğı tt ıktan sonra Ümmü Zeml'in isyân ve irtidad ını ortadan kald ırdı . B ıı Ümmü Zeml me ş hur Ümmü K ı rfe binti Rebi'a nın kı zı dı r; babas ı da Mâlik bin Huzeyfe bin Bedr'dir. Ümmii Zeml Selma binti Mâlik, Hz. Peygamber zamanında esir edilmi ş ve ganimet olarak Hz. Ay ş e'ye verilmi ş ti. Hz. Ay ş e onu azad etmi ş ti. Hz. Peygamber ölüp kabileler isyan edince Ümmü Ktrfe'n ın kı z ı Ümmü Zeml Selma binti IVIC ı lik, anas ının devesine binerek irtidad etmi ş ve isyanc ılar ın ba şı na geçerek Halid'in ordusunu bir hayli yıpratmış tı . Selma'nın etrafına toplananlar sadece kendi Huab kabilesinin erkekleri de ğ ildi. Ş uradan buradan kaç ıp gelmiş olan mace-raperestler de onun taraf ını tutmu ş lardı . Hâlid bu haris kad ının devesi-nin bulunduğu yere bütün gücüyle hücum edip hatta Selma'n ın devesini vurana 100 deve ba ğış layaca ğı nı vâdetmeseydi, sava ş belki de daha çok

28 İ bn al - Esir, Vsd al - Gabe, III., S. 65. 29 Tabri, de Goeje bask ı sı , I. S. 1881.

26

ı uzayabilecekti; fakat Halid askeri deltas ı sayesinde, oldukça önemli bir zayı at vermi ş olmakla beraber, Selma ve taraftarlar ını mağ lup etti ve Selmayı 'da harp meydan ında katlettirdi.

Mezopotamya'dan Yemâme'ye kadar yay ılmış olan büyük Temim kabilesi dört esash kola ayr ılır: 1) S'ad bin Zeyd Menatlar; 2 ) Amr bin Temim; 3)) Hanzala; 4) Ribablar. Amr bin Temim ve Ribâb kabileleri İ slâma sadık kalmış lardı . Birinci koldan olup Muka'is ve Butün adlar ını taşı yan kabilelerin vâlisi olan- Kays bin As ım bir müddet tereddüt içinde beklemi ş ti; Ribâb, Avf ve Ebnâ'mn vâlisi olan Zibrikan bin Bedr zeka-tı toplay ıp Ebu Bekr'e teslim ederse, kendisi onun aksini yapacakt ı . Çünkü bu ikisinin araları açıktı . Biri diğerinin yapt ığı m yapmak istemi yordu. Zibrikan bin Bedr Hz. Peygamber zaman ındaki andini yerine getirdi. Zekât develerini Ebu Bekr'e teslim etti. Fakat Kays bin As ım tereddüt geçirdi ğ inden, sonunda piş man oldu. Al - Alâ bin al-Hadrami tarafından kuş at ı lınca vergi malları ile birlikte onu kar şı ladı ve tered-düdünün sebeplerini aç ıkladı . Bu s ırada Hanzala kolundan Yerbu'larm başkanı bulunan Mâlik bin Nüveyre ile ayn ı koldan olan Mülikler'in ba ş kanı Veki'bin Mâlik dinden dönmü ş lerdi.

Bahreyan'deki Ridde'nin önlenmesine gelince: Seyf yoluyla elde ettiğ imiz haberlere bakı lırsa 30 Bahreyn'de İslâmiyet'i kabul etmi ş bulu-nan baz ı kabileler dinden dönmü ş lerdi. Bunların başı nda Kays bin Sa'lebe koluna mensub olan Hutam dinden döndükten sonra kendisine tabi bulunan Bekr bin Vâillerle birlikte harekete geçip Katif ve Hecer'e gitti. Orada ya şı yan Zra ve Sebabice'leri do ğ ru yoldan ş aşı rttı . Abd al - Kays'lar ise Hutam'a uymay ıp bilâkis Münzir bin Staıa'ya ve di ğer Müslümanlara yard ıma ko ş uyorlard ı . Ama Hutam bu yard ımı kesmemek için elinden geleni yaptı ve Müslümanlar ı kuş att ı . Ebu Bekr bu s ırada al - Alâ bin al - Hadrand'yi Mürtedlerle sava şmak üzere Bahreyn'e yolladı . Yolda Yemâme civarmdan geçerken Müslümanlara kat ılanlar oldu. Meşhur Sumâme bin Usâl bunların başı nda gelmektedir. Kays bin 'Asım da bu yolculuk s ıras ında topladığı zekât deve ve atlar ım geti-rip al-'Alâ'ya teslim etmiş , daha önce geçirdi ğ i tereddütten pi şmanık duyarak al-'Alâ ile birlikte Bahreyn'lilere kar şı sava ş mak üzere yola çıkmış tı ". Dehna çölünün ortas ında bir gece yarısı develerin ürkerek kaçmas ı askerin cesaretini fazlas ıyla kırdıysa da, çölde gördükleri bir su onları yeniden hayata ba ğ ladı . bu sefer de me şhur Ebu Hüreyre de bulunuyordu. Al-Alâ, Hecer'e yak ın bir yere kadar ilerledi. Mürtedler

30 Belâziiı i, I. C., S. 134; Taberi, türkçesi. III. C., S. 184 v. öt.; Zehebi, Tarih al - C. I., S. 359.

31 Taberi, türk. ter. III. C., S. 177 v. öt.

27

Hutam' ın, Müminler al - 'A/Cı 'mn komutas ı alt ında günlerce çarp ış t ılar; sonunda yaral ı Hutam, Kays bin As ım tarafından öldürüldü. Önemli bir mevkii olan al-Garar esir edildiyse de sonunda affa nail oldu Ganimet malları İ slâmiyetin emretti ğ i üzere askerlere da ğı tıldı . Dinden dönmü ş olanlar sağ a sola kaçış mak te ş ebbüsünde bulundukça, Müslüman vali-ler al-'Alâ'dan ald ıkları emir üzerine bunlar ı yakalıyorlardı . Kaçanlar, Müslümanlığı kabul ediyorlar, yahut memleketlerine dönmekten ala-konuluyorlard ı ; Diğer bir kısmı ise Dârin'e geliyorlard ı Al-Alâ. Bahreyn' de Müslüman olanlar ın artık bir tecavüze maruz kalm ıyacaklar ından emin olunca, askerleri ile Dârin üzerine yürüdü; oray ı zaptetti ve durumu Ebu Bekr'e bir mektupla bildirdi. Ebu Bekr ona Ş eybanlar üzerine yürümesini emreden bir cevap yollad ı .

Oman ve Mehre'de Ridde'nin önlenmesine gelince : Hicretin 12. yıhnda Oman'da Ezd'lerin ba şı nda bulunan Lakit bin Mâlik al-Ezdi isyan etti. Ş eref bakımından üstünlük iddialar ında bulunan ve bir rivâyete göre peygamberlik de iddia eden Lakit İ slâmlar'dan Ceyfer ve Abbâd' ı dağ lara sığı nmak zorunda b ıraktı . Bunlar Halife'den yard ım istediler. Ebu Bekr Ezdler'den Arfece ile Himyerler'den Huzeyfe'yi yardıma memur etti. Ayr ı ca Halife kendi emirlerini Yemâme'de tut-mıyan İkrime'ye. Huzeyfe ve Arfece'ye yardım ettiğ i ve büyük bir ba ş a-rı kazandığı takdirde onu affedece ğ ini yazdı . Lakit taraftarlar ını ço-ğ alt ırken, MüslüManlar da kuvvetlerini artt ırmış lardı . Sonunda iki taraf Debâ'da karşı la ş tılar. Naciye oğulları ile Abd al - Kays 'lardan kuvvetli bir yardım ekibi gelmeseydi, az kals ın, Lakit bin Mâlik savaş ta üstün gelecekti. Taberi bu sava ş da mürtedlerin 10 000 ki ş i kaybettiklerini yaz-makt adır 32 .

Oman bölgesindeki mürtedlerin i ş ini bitirdikten sonra, İkrime bin Ebu Cehl kendi askerlerinin ba şı nda olduğu halde Mehre'ye gitti, Orada biri Ş ehrit'in diğ eri Muharip oğullarından Musabbih'in idaresinde toplanmış bulunan iki kuvvetle kar şı laş t ı . Ş ehrit ile Musabbih'in araları açık olduğu için İkrime'nin i ş i kolayla ş tı ; önce Ş ehrit'i Müslüman ol-maya dâvet etti. O, ilk ça ğ rış ta İ slâmı kabul etti. Arkas ında bulunan ka-bileklerin hepsi Ş ehrit'in izinden gittiler. İkrime, onunla birle ş erek Musabbih kuvvetleri üzerine yürüdü. Debâ'dakinden daha ş iddetli olan bir sava ş sonunda mürtedler yenildiler. Müslümanlar bir hayli esir ve ganimet elde ettiler. Ayr ıca bütün Mehre'nin Medine'ye boyun e ğmesini sağ lamış oldular.

32 Taberi, de Gaeje bask ı sı , L C. S. 1979.

28

Bu arada Yemen'de de ikinci bir ridde vuku bulmu ş tu: Halife Ebu Bekr âsi Esved'in öldürülmesinde büyük bir rolü olan Firûz'u Yemen'e vâli tâyin etmi ş ti. Yukarıda bahsedildiğ i üzere Yemen'in isyan ı , esas ında bir Arap - Ebna mücadelesi idi. Asi Esved, Ebna'dan olan Firaz al - Dey-lemrnin de büyük gayretleri ile ortadan kald ırıldıktan sonra, bu müca-dele ancak çok kısa bir zaman için önlenebildi. Ebu Bekr'in Yemen'e Firû z al - Deylemryi vâli tâyin etmesi, onun Cüş ey ş al - Deylemi ve Daza-veyh gibi hemş ehrileriyle birlikte i ş görmesi, ırkan Arap olan Kays bin Mak ş uh al - Muradi'yi son derece kıskandırdı . Zira Yemen'in isyân ve irtidad ında o da islâmlarla birlikte hareket etmi ş ve bir hâyli tehli-keleri göze alm ış tı . Buna rağmen, Yemen ötedenberi oldu ğu üzere gene Ebna'mn hükmü alt ına verilmi ş , Kays ise bekledi ğ i mükâfat ı elde ede-memiş ti. İş te bu yüzden o da hileye ba ş vurarak Ebna'dan olan Daza-veyh, Firaz ve Cüşey ş 'i öldürürse, yâni Halife'nin Yemen'e memur etti ğ i kimseleri ortadan kald ı rırsa, Yemen'in idaresini kendi eline geçirebile-ceğ ini ümit etti. K ısa bir devre için i ş ler Kays bin Mak ş uh'un ümit etti ğ i gibi cereyan etti. O, önce Dazaveyh'i öldürdü. Fakat evine dâvet etti ğ i diğ er iki kiş i bir tesadüf eseri olarak onun plânlarm ı ö ğ rendiler ve Hav-lanlar' a sığı nmak üzere kaçt ılar. Kays bin Mak ş uh al-Muradi, San'a ş eh-rini zaptetti; vergileri kendi nam ına toplad ı ; Ebna'y ı üçe böldü. Bir kıs-mını deniz yoluyla Aden'den, bir k ı smı nı karadan İ ran'a sevketmek iste-di. Firuz al - Deylemi ise bo ş durmadı Ukayl ile Ak'lerden aldığı yardımcı kuvvetlerle Kays' ın üzerine yürüdü. Kays bin Mak ş uh al - Muradi ise Esved'in ş urada burada ba şı bo ş bir hâlde dola ş an süvarilerini kendisiyle birleş meğ e çağı rdı . Onlar Kays bin Mak ş uh al - Muradrnin bu teklifini kabul ettiler. Firûz al - Deylemi ise Ebu Bekr'in gönderdi ğ i elçi ve mek-tuplardan sonra Tihâme ahalisinden olan Tâhir bin Ebi HWe'llin idare ettiğ i kuvvetlerle, Muhâeir bin Ümeyye komutasında Medine'den gön-derilen bir ordunun yard ımlarıyla takviye edilmi ş ti

İki dü ş man San'a yak ınında çarp ış tılar. Arap Kays, yâni Kays bin Makş uh al - Muradi sava şı kaybetti; kaçt ı . Bir müddet sonra Kays'a uymu ş olan Amr bin Ma'di Kerib, Muhacir bin Umeyye'nin kuvvet-lerinin çoklu ğu kar şı sında kurtuluş u Müslümanlara teslim olmakta gö-rerek, amân andi bile almaya lüzum: görmeden Kays'dan ayr ı lıp Müslü-man karargâh' ına geldi. Az sonra Kays bin Mak ş uh al - Muradi de Müs-lümanlar' ın eline esir dü ş tü. Her ikisi zincirlerle ba ğ lanarak Medine'de Hâlifenin yan ına gönderildiler. Muhacir bin Umeyye, San'a'ya girdikten sonra memleketi çapulculardan ve Esved'in artakalan süvarilerinden te-mizledi. Orada sükûnet ve düzeni yeniden kurdu. Medine'de bulunan iki esirden, bilhassa Dazaveyh'in katili olan Kays için, Ebu Bekr idam

29

cezas ı verdi ise de o, bu cinayeti i ş lememiş olduğunu, Peygamberin min-beri önünde elli kere yemin etmek suretiyle teyid etti ğ i için affa nâil oldu. 'Amr bin Ma'di Kerib de ayn ı zamanda affedildi.

Muhacir bin Umeyye ise Yemen valiliğ ini Hadramavt vâlili ğ ine tercih etti ve Firilz ile birlikte Yemen'i idare etti.

Hadramavt hâdiselerine gelince: Bu s ırada Hadramavt valisi Ziyad bin Lebid idi. Hz. Muhammed'den sonra zekât ödeme vakti geldi ğ inde, Ziyad bin Lebid halkı Peygamberin emirlerini eskiden oldu ğu gibi yerine getirme ğe davet etti. Bu emirler ise Hadramavt zekat ımn Kinde'de i Kinde'nin zekat ımn ise Hadramavt'ta da ğı tılmas ı yolunda verilmi ş ti. Hadramavthlar Kinde'nin isteklerini yerine getirmediler;dinden dönüp dönmemek hususunda da tereddüt geçiriyorlard ı . Ziyad bin Lebid onlara karşı harekete geçmedi, Muhacir bin Umeyye'nin gelmesini bekledi. Muhacir bin Umeyye, San'a'ya gelince Hz. Ebu Bekr'e bir mektup yaz-dı ; gelen cevapta, Muhacir ile İkrime'nin Hadramavt'a kadar ilerlemeleri emrediliyordu. Muhacir bin Umeyye, İkrime bin Ebu Cehl, Ziyad bin Lebid ve daha ikinci derecede baz ı Müslüman komutanlarm yard ım-larıyla kindeler'den ve Riyad'da bulunan 'Amr bin Muaviyye'lerden küfre sapanlar cezaland ırıldılar

Hadramavtlular'dan pek az insan dinden dönenlere yard ımda bulunmuş tur. Hadramavtlular her zaman Ziyad bin Lebid'i korudular.

Kindeler'in bozguna u ğ ramas ından sonra, Nuceyr kalesinde esir edilenlerden Eş 'as bin Kays, İ krime bin Ebu Cehl'den amân alarak Mu-hacir bin Ümeyye'nin kar şı sına çıktı ve kendisiyle birlikte dokuz esire de amân taleb etti. Sonunda i ş Halife'ye havale edildi. Halife Hz. Ebu Bekr büyük bir mevki sahibi olan Eş 'as'ı affedip kendi k ı z karde ş i ile onun evlenmesine müsaade etmi ş tir ".

Buraya kadar yazd ıklarımızla Ridde'nin ana çizgilerini göstermi ş ve bu arada en önemli Ridde olaylar ım özetle ıniş bulunuyoruz. Oy-sa Arabistan'da Ridde'nin tarihine, yaz ımıza ba ş larken de bildirmi ş oldu ğumuz gibi, ilk İ slam tarihçileri tarafından ba ş lı başı na bir kitap dolduracak kadar yer verilmi ş tir.

Yukarda aç ıkladığı mı z sebeplerden de anla şı lıyor ki, orientalist-lerin Hicretin 11 - 12. y ıllarında Arap kabilelerinin Ebu B ek r'e ver-gi verme ğ i reddetme manas ında anlad ıkları 34 Ridde tamamiyle siyasi ve iktisadi sebeplerden do ğmuş tur. Ridde Kurey ş hükümetine kar şı

33 Belazüri, türk. ter., s. 165.

• 34 Höhnerbach, Watima's Kitâb ar - Ridda aus İ bn Hağ ür's isâba, Wiesbaden 1951, S. 10. •

30

bir ayaklanmayd ı ; yoksa her yerde dinden ayr ılma demek de ğ ildi. Ba ş a geçen mütenebbiler atr ık bir putun ad ına değ il, tıpkı Hazr et -i Mu-hammed gibi Allah' ın adına ortaya ç ıktıklarını iddia ediyorlardı . A-yaklanmaların Medine hükümetine yönelmi ş bulunan nefreti, sadece zekât vermek mükellefiyetinden de ğ il, Hazreti Muhammed'in hü-kümetinin sonlar ına do ğ ru, hukuk ve din bak ımından aydınlatılmaları ve onlardan vergileri toplamalar ı için kabileler aras ı na gönderdi ğ i zekât âmillerinin uyand ırmış oldukları ho ş nutsuzluktan da do ğmak-taydı 35 . Merkezden gönderilmi ş veya yerliler aras ından tâyin edilmi ş bulunan bu vergi âmilleri hem vergileri toplar, hem de yerli aristok-rasiyi mürakebe ederek, buralarda Medine merkezi hükümetini temsil ederlerdi.

Hazret-i Muhammed'in ölümü üzerine bu vergi âmilleri, e ğ er islâmiyet'e sad ık kalan bir az ınlığ a sığı namadılarsa kaçmak mecburi-yetinde kalm ış lardı . Yukar ı daki aç ıklamalardan da anla şı lıyor ki. is-lâmiyet din olarak baz ı bölgelerde henüz derinle ş ememiş , siyasi kuvvet olarak da henüz iyice yerle ş ememi ş ti. Yâni dini ödevlerine iyice al ış a-mamış olanlar ın ayaklanmas ı din olarak İ slâmiyet'in oralarda sathi olduğuna, Kurey ş 'e vergi vermemek için ayaklananlar ın durumu ise, siyasi bir kuvvet olarak islâmiyet'in baz ı bölgelerde henüz kuvvetlen-memiş bulundu ğuna örnek te ş kil etmektedir.

Böylece Ridde bu devirdeki ruhi, sosyal ve siyasi durumun gizli sebeplerini ortaya ç ıkarmak bak ımından ara ş t ır ılması gereken bir konu olduğu gibi, yalanc ı peygamberlerin faaliyetlerine uygun bir bölge temin etmesi bak ımından da büyük bir önem ta şı maktad ır.

3. DI Ğ ER SEBEPLER

Yalanc ı peygamberlerin ortaya ç ıkış sebepleri aras ında kabile reka-beti, kabile istiklaline ba ğ lı lık, politik ihtiras, kâhinlik yoluyla nüfuz kurmak da say ılabilir.

A Kabile rekabeti ve kabile istiklâline ba ğ lı lık:

Araplar'da kabileler aras ında ötedenberi rekabet eksik olmam ış tı r. Hatta bunu, kuvvetini kaybetmi ş , zay ıflamış bir halde zaman ımızda bile görmek mümkündür. Ş airlerin bu yolda, gerek irticalen, gerek hazı rlıklı olarak söyledikleri birçok ş iirler, bize kadar gelehilmi ş tir. Her

35 Wellhausen, Skizzen und Vorarbeiten, VI., S. 7.

31

Arap, kendi kabilesinin üstünlü ğünü fırsat dü ş tükçe, muvaffak olabile-ce ğ i nisbette müdafaay ı âdeta bir vazife bilir ve hürriyetine oldu ğu kadar, asaletine de dü şkünlük gösterirdi. V ak ı drnin Kit ab -ül-Me gazi' sinde bu hususta ş öyle bir misal mevcuttur: "Fezare'lilerden Uyeyne bin Hısn; Temim kabilesine bir bask ı nda bulunmuş , onbir erkek, onbir kadın ve otuz çocuk esir getirmi ş ti. Bunun üzerine Temim kabilesinden on elçi Hazret-i Muhammed'e geldiler ve bunlardan birisi, Temim kabilesi nin, doğ unun en asil, en zengin ve en kalabal ı k kabilesi olduğ u hakk ında bir söylev verdi. Bunun üzerine Hazret-i Muhammed Sâbit bin Kays' ı çağı rdı . Sabit haz ırlıkl ı olmadığı hâlde, Resâlullah ve taraftarları hakk ı nda bir methiye söyledi. Bunun üzerine Temimilerin ş airi Zibrikan bin Bedr, Temimileri öğen birkaç beyitle bunu kar şı lamaya çalış tı : "Biz en asilleriz, hiçbir kabile bize yeti ş emez, krallar da bizim aramızdadır ve bizde kiliseler yapı lı r!" dedi Hazret-i Muhammed'in emri üzerine Zibrikan'a, Hassan bin Sabit , Muhacirân ve Ensar' ı metheden bir ka-side ile cevap verdi. Temimiler yaln ız kahnca bu yar ış mada yenilmiş olduklarını kabul ettiler ".

Ileride de aç ıklanaca ğı üzere, bu kabile rekabeti, kabile asabiyeti ve ittifakları 37 Araplar'da VII. Yüzy ılın ilk yarı sına do ğ ru dini inançlar-dan da bazen üstün bir yer tutuyordu. Nitekim Halid bin Velid, Yemame sava şı sı ras ında ele geçen esirlere sorular sordu ğu zaman, onlar kendisine "Biz diyorduk sizde bir peygamber, bizde de bir peygamber olsun" 38 dediler. Yâni Araplar Kurey ş 'den çıkan Peygamber'e tabi olmaktansa, kendi kabileleri aras ında çıkıp peygamberlik iddia eden birinin gösterece ğ i yolda yürüme ğ i daha uygun görecek kadar bu hususta ileri gidiyorlard ı .

Kabile asabiyetinin en güzel örneklerinden birini daha Taberi'de buluyoruz". Talhat ün-Nemri Yemâme'ye geldi; ahalisinden "Müseylime nerede?" diye sordu. Ona, "Sen onu Müseylime ad ıyla anmaktan sakın, Tanrı elçisi nerede?" diye sor dedikleri zaman o, "Hayı r kendisini gör-meden, onu Tanrı elçisi diye anamam" cevab ı nda bulundu. Müseylime onun yan ına geldiğ inde, "Müseylime sen misin" diye sordu; o, "Evet

36 Vikı di, Kitab ül - Megâzi, Wellhausen yay ım, Berlin 1882, S. 386.

37 Taberi, Tarih ül - Umem ve'l - Mülük, Kahire 1326, III., S. 230'da Esed ve Gatafan kabi-leleri ile Tay kabilesinin baz ı boyları Tuleyha'nm etrafına toplandılar, bunların birleşmelerinin sebebi Cahiliyye devrinde aralar ında bir andla şmanm mevcut bulunmas ındand ır; demektedir. Uyeyne Gatafan'lara ş öyle demi ş "Esed kabilesi ile aram ı zdaki andlaş mayı yeniliyece ğ iz; Tule y-ha'dan taraf olaca ğı m; çünkü müttefikinaizden olan bir peygambere uymak, Kurey ş li bir pey-gambere uymaktan daha iyidir". diye yaz ıhd ır. Bu misâl bize şefler aras ında mevcut olan and-laşmalarm, halkın inançlar ı nı ve Medine hükümetine dinen bağ lı bulunmalarını kaale almadığı nı ifade etmesi bak ımından önem ta şı maktad ır.

38 Taberi, tür ter., III. S. 154.

39 Taberi, Arap., III, S. 245 - 50.; tür. ter., III., S. 148.

32

benim" diye cevap verdi. Talha ondan "Senin yan ı na kim geliyor?" diye sordu; o, "Rahman geliyor" dedi. Talha ondan "Karanlıkta m ı geliyor, aydı nlıkta m ı geliyor ?" diye sorduğ unda, o, "Karanlıkta geliyor" cevab ı nı verdi. Bunun üzerine Talha "Senin yalanc ı olduğuna tanıklık ederim; fakat Rebia oğ ullarından olan bir yalancı , bizim için, Mudarlar'ın doğ ru olan peygamberinden daha iyidir" diye söyledi.

Makrizrnin "en - Niza ve t-tehasum fi ma beyne beni Ümeyye ve beni Hâş im" adlı kitab ı da ba şı ndan sonuna kadar Emevi ve Ha ş imi kolları aras ında yıllarca sürüp giden bu kabile rekabetini anlatmaktad ır40.

Yukarıdaki misâller gösteriyor ki, Esved, Tuleyha, Secah ve M üs e ylirn e gibi yalanc ı peygamberlerin, çok say ıda ve oldukça nü-fuzlu insanlar tarafından tanınmış olmalar ının sebepleri aras ında kabile asabiyeti ve kabile istiklaline ba ğ lı lık da yer almaktad ır.

B. iktisadi ve siyasi sebepler:

islamiyet Arap Yar ımadas ında geni ş halk kütleleri tarafından kabul edilince, Medine ş ehri hem dini, hem siyasi bir merkez halini almaya ba ş -lamış tı . Bunun tabii bir sonucu olarak iktisadi bak ımdan da bu ş ehrin önemi artmış tı ; çünkü islamın ş artlar ından birisi olan zeka ve sava ş lar-dan elde edilen ganimetler gene Medine'de toplan ıyordu. Bu, öteki büyük kabilelerin, bilhassa Temim ve Hanife kabilelerinin tamam ı ve kıs-kançlığı nı mucip oluyordu. Bu yüzden H azr et - i Muhammed ölünce, E s e d, G at af an ve T ay y kabilelerinden baz ı kollar Medine'ye elçiler göndererek, dinde sabit kalacakları nı , namazı k ı lacakları nı , fakat zeldtt-tan muaf tutulmak istediklerini bildirdiler. Bu teklifi ba ş ta Ömer bin

H att ab olmak üzere Sehabe çok müsait kar şı ladılar. Çünkü hemen her kabileden irtidad yoluna sapanlar ın sayı sı gittikçe artmakta oldu ğu gibi, ii- same ordusu da Suriye'den Medine'ye henüz dönmemi ş ti. Taberi'deki bir rivâyete göre 41 ancak K ur ey ş ve S akif kabileleri ir-tidad etmemi ş ti. H av a z inler ise mütereddit kalm ış lardı BI; elçilere Ebu Bekr'in verdi ğ i cevab ı gene Taberi 42 ş u ş ekilde anlat ır: "Zeldı t olarak vermekte olduğunuz hayvanları n bağ ları nı vermediğ iniz takdirde bile sizinle sava ş acağı m", Peygamberin ölümü üzerine her tarafta ba ş gösteren dinden ayr ılma ve isyanlar zekat vermek istemiyen kabilelerin iş ine gelmiş , bu suretle de Medine'ye gönderilmek için haz ırlanan zekât devleri yeniden eski sahiplerine iade edilmi ş veya kabile ş eflerine teslim

40 Bu hususta fazla bilgi edinmek için bk. Makrizi, en- Nizâxe't-teht ısüm fi ma beyne Beni -eıneyye ve Beni Ha ş im, Mı sır. 1937.

41 Taberi, Arap., III., S. 221. 42 Taberi, Arap., III., S. 222; tür., ter., S. 72.

33

edilmi ş ti. Ömer bin Hattab' ın da söyledi ğ i gibi " Araplar yaln ı z malları için hasistiler.

Bu iktisadi ve siyasi durumdan faydalanmak isteyen baz ı kimseler, kendi kasaba ve bölgelerini Medine hükûmetinin nüfuzundan s ıyırarak kendi ş ahıslarına bağ lamak ve böylece zekât veya ba ş ka adlarla toplaya-cakları vergileri, kendilerinin ve kabilelerinin refah seviyesini artt ırmak için kullanmak istiyorlard ı . İş te böyle bir gayeye ula ş abilmek için baz ı kimseler peygamberlik iddias ını da kendilerine uygun bir yol olarak seçtiler.

Dikkati çeken bir cihet de ele ald ığı mı z dört mütenebbinin dördünün de dini hüviyetlerinin yanı ba şı nda, siyasi hüviyetlerinin, yâni ş eflik arzularımn yer almış olmas ı dır. Esved ül - Ansi, Tuleyha, Secah, Müsey-lime, hepsi de birer siyasi, hatta askeri ş ef idiler. Esved kısa zamanda güney Arabistan' ı Hicaz s ınırına kadar eline geçirme ğ e muvaffak olmu ş , Secah Medine hükûmetinin zay ıf anlarını beklemiş , Tuleyha İ slâmlar üzerine ilk ak ıncı kuvvetlerini yollam ış , Müseylime ise Yemâme toprak-la= kırkbin asker ile savunmu ş tur.

C. Kâhinlik:

Bütün bu hareketlerin meydana gelebilmesi için, bu siyasi ş ahsi-yetlerin hususi kabiliyetlere sahip olmalar ı gerekiyordu. Nitekim her ş eyden önce bunlar, mensup bulundukları kabilelerin en yüksek tabaka-sından idiler veya do ğ rudan do ğ ruya bu kabilelerin ba ş kanları idiler. Ayrıca kâhindiler de.

Araplar'da kâhinlerin verdikleri hükümler itirazs ız kabul edilirdi. Bunların halk üzerindeki nüfuzlar ı çok büyüktü ve onların bu nüfuzlar ı çok kere kendi kabilelerinin s ınırların,' a ş mış tı . Bir kabiledeki kâhin ekseriya kabilenin seyyidi olup idareci, münevver zümresine dahildi 44 .

İ nceledi ğ imiz mütenebbiler den olan Müseylime, Tuleyha, Esved ve Secah da kâhin idiler ". Bunlar kabileda ş larında uyanmış olan dini temayüllerden kâhinlerin eski ifade vas ıtaları olan secili konu şma usliibu ile söz söyliyerek kendi hesaplarına istifade etmesini bilmi ş lerdi.

43 Caetani, İ slâm taihi, İ st. 1926, VIII., S. 207'ne Vâk ıdrnin Kitab ür - Riddesinden nak-len Ömer bir Hattah' ın Ebu Bekr'e "Araplar yalmz mallar ı için hasistirler. Bu yılın sadakasını onlara ba ğı sla" dediğ ini kaydetmektedir.

44 A. Fischer, İ slâm Ansiklopedisi, Kehânet maddesi, cüz 55, S. 72 - 73. 45 Gaudefroy Demonbynes et Platonov. a. g. e, S. 137.

34

IV. YALANCI PEYGAMBERLERIN ORTAYA ÇIKIŞLARI

VE BUNLARIN HAYAT VE FAALIYETLERI

Yalancı peygamberlerin meydana ç ıkmas ınm sebeplerini genel olarak yukar ıda açıklamış bulunuyoruz. Ş imdi bu dört ş ahsın tarih sıras ıyla hayat ve faaliyetlerini gözden geçirece ğ iz.

1. ESVED - ANS/

A. Esved'in soyu:

Sahte peygamberlerin en tehlikelilerinden ve ilklerinden say ılan Esved ül-Ansi, adında da anla şı laca ğı üzere Yemen bölgesinde oturan Ans kabilesine mensuptu 46. Asıl adı Ab h al a bin Kââb bin Avf 47

olan Esved'e 48 Z U umar (hı ile), yahut Zu '1 - H ı m ar (ha ile) da denmektedir. Birincisi peçeli, ikincisi e ş ekli demek olan bu iki lâka-bin her ikisi de doğ ru olabilir Çünkü Esved'in a ş ağı da görece ğ imiz üzere, bazı marifetler yapan bir e ş eğ i varmış . Diğ er yandan Esved'in her zaman bir peçe ile örtülü olarak gezmesinden dolay ı Z u '1 - umar (h ı ile) lâkab ım taşı mış olmas ı da muhtemeldir 49 . Zira Samiler'de kâhinlerin ve peygamberlerin çok kere bir peçe ta şı maları eski bir gelenek icab ı idi 5° Musa P ey gamb e r'in de böyle bir peçe ta şı dığı in eirde yaz ıhdır 51

46 Ans kabilesinin soyu hakkında geniş bilgi edinmek için bk. Belâzöri, Futuh ül - Buldân, tür. ter., I., S. 170, v. öt.; arap., Kahire 1901, S. 111.

47 Bu isim yukar ıda iş aret edildiğ i üzere Abhala bin K'ab ş eklinde kaydedildiği gibi (bk. Taberi, arap., III., S. 188; tür. ter., II., 2., S. 914); İ bni Hald'ün, Kitab ül - İber, Mısır 1284, II., teknıile, S. 60; El-Vatvat, Gurer ül-Hasâis ül-Vaz ıha ve Urar ün-Nekâis ül-Fadiha, M ı sır 1318, S. 131; Ebu'l - Fida, Tarih, I., S. 163 v. öt.) a ş ağı daki tarihler-de ise Ayhala ş eklinde kay-dedilmektedir: Mes'udi, Müruc uz-Zeheb ve Maadin ül-Cevher, Paris, 1814 ,IV., s. v. öt.; Mirhond, Ravzat us- Safa. Leknou II., S. 221; Belûzâri, Fütuh ül - Buldân , Kahire 1901, S. 111, tür. ter., I., S. 171; Wellhausen, Reste arabischen Heidentums; Berlin 1899, S. 135.

48 Belâzüri, Ayhala'ya yüzünün siyah olmasmdan dolay ı Esved denildi ğini Futuh ül-Buldân, S. 111., tür. ter., S. 171'de yazmaktad ır.

49 Taberi, arap., III., S. 189; Ebu'l-fida, Tarih I., S. 163 v. öt.; el-Vatvat, Gurer ül-Hasâis, S. 113; Wellhausen, Reste arabischen Heidentums, S. 135.

50 Wellhausen, Reste, S. 135. 51 Incil, Korintoslulara ikinci mektup (III., 13 - 18.); Buhari , Sahih, M ı sır tabı (1320), S.

52'de "Himar Esved'in ş eytanuun adı imiş " demektedir.

35

B. Esved'in olağ anüstü kabiliyetleri ve faaliyetleri:

Esved bin Kâ'b bin Avf önceleri kâhinlik eder, çok güzel konu ş ur, tatlı sözleriyle olduğu gibi halka gösterdiğ i bir takım hokkabazl ıklarla da cahil insanlar ı aldatmas ını pek iyi bilirdi 52 . As ıl yurdu ve do ğ duğu yer K e hf-i H ub b ân idi. Esved öyle acâip maharetler gösteriyordu ki, Mezhiç kabilesinden birçoklar ı onun her arzusuna ba ş eğecek duruma gelmiş lerdi. Onun bir e ş eğ i vardı . Esved hayvan ın kula ğı na eğ ilip: "Rabbine secde et" dediğ i vakit, o secde eder, "Kalk" diye emir verdi ğ inde de, kalkardı . Pek çe ş itli hayvanlar ın alış t ırıldıkları takdirde yapt ıkları birçok marifetlerden biri olan bu hareket o zaman Esved'e itibar edenler tarafından mühimsenmiş ti Sı ras ı gelince anlat ılaca ğı üzere Esved teriplediğ i bir nümayış gününde, yüz kadar hayvan ı bir çizgi çizip bunun üzerinde s ıraya dizer ve gene s ırasıyla hepsini m ı zraklar. Halk ı dehş et içinde b ırakan bu vah ş iyane i ş i bitirinceye kadar, hiçbir hayvan çizgi-nin üstünden kımıldamaz. Birçok inan ı lır kaynaklar ın verdiğ i bu haberler, bizde onun kâhinli ğ inin yanı sıra, kuvvetli bir ipnotizmac ı olduğu kana-atini haklı olarak uyandırmaktadır.

Hicret'in 10. yılında Hazr et -i Muhammed vedâ hacc ından dö-nerken, hastalan ınca islamiyet'in henüz tam man asiyle benimsenmemi ş olduğu, yahut ba şka dinlerle omuz omuza ya ş adığı bazı bölgelerde, bu haber vahim sonuçlar do ğuracak bir ş ekilde yayıldı . Bir müddettenberi sessiz çalış an Esved bu haberi duyar duymaz peygamberli ğ ini ilan etti. Kendisine "Rahman ü 1- Yemen" ad ını verip kahinlerin hyafetiyne bürünmü ş bir halde dola ş mağ a ve gitti ğ i yerlerde "R ahm an" ad ına konuş mağ a baş ladı 53 . Esved'in ortaya at ıldığı haberi duyulur duyulmaz An s ve M e zhiç kabilelerinden ba şkalar ı da ona mektuplar yollayarak, ondan taraf olduklar ını bildirdiler. Bu arada Hristiyanlar ın enkesif oldu ğu Neer an ş ehri halkı da Esved'e kolayl ıklar gösterdi 54 Yemen'de o s ırada Ebna'lar hâkimdi 55 . Habe ş boyunduru ğundan kurtulmak için Ir a nl ı -1 ar' ı yardıma ça ğı nın§ olan Yemenliler, bu sefer de y ıllarca süren Iran boyunduruğu altında yaş amağ a mecbur kalmış lardı . İş te bu İ ranlılar'la Yemen'deki Araplar' ın karış masından meydana gelen yeni nesle Ebnâ adı verilmiş tir.

P ey g amb e r'in hastalığı haberi Esved'e ula şı r ula ş maz, o kendisinin de bir peygamber oldu ğunu iddia ve her tarafta ilan etmekle kalmay ıp

52 Ebu'l - Fida, Tarih, I., 163 v. öt.; Mirhond, Ravzat us-Safa, II., S. 221; İbni Haldûn, İ ber, II., tekmile S. 50; Zehebi, Tarih übisiam, I., S. 341.

53 Belâzûri, a. g e. S. 111; tür. ter., I., S. 171. 54 Taberi a. g. e. arap, III., s. 189; tür. ter., II., 2., S. 915. 55 Caetani, a. g. e. IX.,S.94'de belki de bir yanl ış lık eseri olarak"Ebnalan yani Habe ş lileri"

dernekle Ebnâ'larla Habe şlileri biribirine kar ış tırmış tır.

36

bütün Yemen'i kendi hâkimiyeti alt ına almaya te ş ebbüs etmi ş ti. Yukarda

da söylendiğ i gibi Mezhiç kabilesi onun göstrdi ğ i acaip maharetlere hay-ran kalmış ve onun peygamberli ğ ini kabul etmi ş ti. Necranl ılar da ona

baz ı vaitlerde bulunmu ş lardı . O sırada Necran valisi, H a zr et -i Mu-hammed'in oraya tâyin etmi ş olduğu Amr bin Hazm, Hemdanların-ki A'mir bin Ş ehr, San'a valisi ise Ş ehr bin Bâzan idi. Mu' az bin Cebel ise Hazret -i Muhammed taraf ından Yemen'e gönderi-len vali ve memurlar ın, vergileri hakk ıyla alıp almadıklarım kontrol etmek ve İ slam dininin teferruat ı hakkındaki bilgileri halka ö ğ retmek

maksadıyla oraya yollanmış bulunuyordu ". - Fida der ki ", "Esved irtidad edip peygamberliğ ini iddia eden yalancı lardandır. Necran halkı ona mektup yazd ı . Necran'da Müslümanlar'dan Amr bin Hazm ile Hâlid bin Said bin el-As " bulunuyordu. Necran halk ı bunları sürüp ş ehri Esved'e teslim ettiler". Esved'in irtidad etti ğ ini ileri süren bu ünlü tarihçinin iddias ını öyle kolayca kabul etmemiz mümkün de ğ ildir. Zira T ab eri de onun İ slâmiyet'i kabul etti ğ ine dair bir kayda tesadüf etme-diğ imiz gibi, B el â zûri'de bunun tam aksini ispat edecek olan ş u söz-leri görüyoruz: "Tanrı Elçisi öldüğ ü y ı l, Cerir bin Abdullah Beceli'yi İslâmiyet'i kabule çağı rmak üzere Esved'e gönderdi. Cerir o yı l Müslüman olmu ş tu. Esved İslâmiyet'i kabul etmedi "." Esved'in İ slâmiyet'i kabul etmedi ğ ine dair ba şka bir delili de S eyrin rivâyetinde buluyoruz 60 Yemen'de isyân ba ş layınca Peygamber'in tâyin etmiş olduğu A.smir bin Ş ehr, ül - Hemedâni, Firuz, Dazaveyh gibi önemli memurlar Peygamber'den aldıkları mektuplar üzerine haz ırlanmağ a baş lamış lardı ki, Esved'den de bir mektup ald ı lar. O, mektubunda "Ey yabancı lar, ilimizden aldığı nız toprak-ları bize veriniz. Topraklar ının bize b ı rakı nız ; biz bu toprak ve toplanan mallara, sizden ziyade müstehak ız" diyordu. Esved Müslüman olsaydı , Müslüman memurlara böyle bir mektup yazmazd ı . Anlaşı lıyor ki, Esved Medine hükümetinin Yemenli Müslüman halktan toplad ığı zekât mal-ları ile Mus evi, Hristiyan ve M e c ilerden ald ığı cizyeye mu-halefet etmekle kalmay ıp Hazret-i Muhammed'in hasta olmas ından fay-

56 Taberi„ tür. ter., III., S. 42 v. öt.: Tanr ı elçisi, Bâzan ile birlikte Yemenlilerin İ slâmiyet'i kabul etmesinden memnun olmu ş ve Bazan' ı bütün Yemen ülkesinin valiliğ ine tâyin etmiş -ti.Sehir ve kasabalar da Bazan' ın emri altında idi. Oluncaya kadar bu vazifesi devam etti. Bazan ölünce Tanr ı Elçisi bu vazifeyi sahabeden baz ıları aras ında böldü. Bunlardan birkaçnun adı : Şehr bin Bâzan, Âmir bin Ş ehr ül-He ınedâni, Abdullah bin Kays, Ebu Musa el - Eş 'ari, Hâlid bin Said bin ül-ks, Tahir bin Ebi Hule, Yalâ bin İTmeyye ve Amr bir Hazm ile Ziyad bin Lebid'tir.

57 Ebul'-Fida, a. g. e., I., S. 163.

58 Belaziiri, a. g. e., tür. ter., I., S. 271'de Hâlid bin Said bin el-As' ı San'a'da vali olarak göstermektedir.

59 g. e. tür. ter., I., S. 171.

60 Taberi a. g. e. arap, III, S. 214, tür., III. S. 44.

37

dalanarak, Kurey ş liler'in Yemen'deki hakimiyetini de y ıkmak istiyordu. Ş u halde Ebu' 1 - Fi d a'mn söyledi ği gibi Esve d'in dinden dönmü ş olmas ı bahis konusu olamaz. Bu ayaklanma, sadece Medine hükû-metine kar şı değ il, aynı zamanda İ slâmiyet sayesinde üstünlü ğünü muha-faza eden Ebnalara kar şı idi de.

İş te böylece milli bir isyan ın ba şı na geçmiş bulunan Esved yeni bir din kurmaktan ziyade, yeni ülkeler fethetme ğ e önem vermi ş , peygamber-lik iddialarını ise sadece bu emelinin tahakkuk etmesi için bir vas ıta olarak kullanm ış tı .

Esved'in isyanı kısa zamanda bir yang ın gibi güney Arabistan'a yayıldı . Buna karşı , H a zr et 'i Muhammed, hasta olmas ına ra ğmen, emirlerini ve tavsiyelerini bildiren mektuplar yoll ıyarak Hic a z'dan çok uzakta bulunan bu bölgelerdeki isyan hareketlerini bast ırmağ a koyul du. Yemen'deki Ebnalara bir elçi göndererek E sv e d'le sava ş malarım ve onlara yazmış olduğu mektupta adlar ı bildirilen baz ı kimselerden yar-dım istemelerini emretti. Ayn ı zamanda bu kimselere de, Ebnalara yardım etmelerini bildirdi. Böylece Veber bin Yuhannes'i, Firûz ile Cüşey ş üd-Deylend ve Dazavehy'i istahri'ye ve Cerir bin Abdullah' ı ise Zu-l-kila ile Zu Zuleym'e elçi olarak yollad ı ".

İ bni Ab b as'a göre Esved ül - An s i'ye kendi ülkesinde ilk kar şı koyanlar Âmir bin Ş ehr ül - Hemedûni ile Firûz ve Daza- v ey h 'olmu ş lardır 62 . Mirhond daha önce ölmüş bulunan B az an' ın Müslüman oldu ğunu 63 ve Yemen halk ını islam'a te şvik ettiğ ini kay-detmiş tir ki, Medine ile Yemen aras ında bir ihtilafın mevcut olmamas ı , onun valiliğ i sı ras ında Yemen'de islamiyetin yay ılmaya baş laması , bu iddiamn do ğ ruluğuna bizi inandırmaktad ır 64 .

61 Taberi, a. g. e., arap, III., S. 214. 62 Bu >Imir bin Ş ehr ül - Hemedânryi ırkda şı Ş ehr bin Bâzan veya Bazan ile kan ştırma-

mamak gerekir. 63 Mirhond, a. g. e., II., S. 221. 64 Wellhausen, Skizzen, VI., S. 36'da Ebna'n ın Mecusi olduğunu hatta Firûz, Dazaveyh've

ileride de görece ğ imiz Kays bin Mak şuh'un Müslüman memuru olmak şöyle dursun, Müslüman bile olmadıklarını iddia ediyor ve onun bu fikrini önce Caetani, sonra da di ğer orientalister (bunların en sonunculanndan olan Höhnerbach da dahil) kitaplannda kabul ediyorlar.Bu iddiay ı Kays için kabul etsek bile Firûz ve di ğer Ebna hakkında münaka ş asız kabul etmemiz pek güç-tür. Çünkü Belazûri, Firûz'un Islâm' ı kabul ettiğ ini (arap S. 111; tür. ter., I., S. 172) yazmakta, ayrıca Taberi (tür. ter., III., S. 220) de Firfı z'un ş öyle bir kasidesini kitab ına almaktad ır: " benden önce Islâmiyet'i kabul edenlerin Müslüman olmalar ı bizi Muhammed'e, aile ve tabasma itaaattan ahkoymad ığı gibi islannyet'ten olan pay ımı zı da eksiltmemiştir " Bu kasideyi Firûz, Arap Kays ile mücadeleye ba ş ladığı sıralarda söylemi ş tir. Gene bu konuda. Büchner (Ency-lopedie de l'Islam, II., S. 102'de) Firtiz'un Müslüman oldu ğunu tekrarlamaktad ır.Ebnâ'dan olan Azad'm Müslüman oldu ğu da şüphe götürmez. Çünkü kaymbabas ı Bazan Müslüman idi. Ken-disinin de Müslüman oldu ğu Hondmir, Habib üs - Siyer. Tahran 1333, I., S. 448'de aç ıklamış -tır. Bunu teyid eden daha ba şka kaynaklar da vard ır. Aksi halde Resulullah ırk ve din bakımın-dan yabancı olan bu unsura dayanarak Esved'in ortadan kald ırılması gibi mühim bir iş e te ş eb-büs etmezdi.

38

Bazân' ın oğlu Ş ehr, Esved'in ortaya at ıldığı sırada San'a valisi

bulunuyor ve pek tabii olarak onu en büyük dü şman kabul ediyordu. Çünkü Necran'daki Müslümanlar'dan olan Ben ül-Hâris'ler bile irtidad ederek Esved'i Necran'a davet etmi ş lerdi. Zebid'lerden, Mez-hiç'lerden, Üded'lerden birço ğu ona uymu ş lardı . Ziyad ül-Kindi ile

zekât meselesi yüzünden meydana gelen anla şmazlık sebebiyle K in de halkı da irtidad edip Esved'den taraf olmu ş lard ı ". Böylece kuvvetlenen Esved, Necran'a do ğ ru ilerledi ve isyanın onuncu gününde Neer an' ı zap-

tetti. Birkaç gün sonra Müslüman kuvvetleri, onun Ş aub bölgesinde ol-

duğu haberini aldılar. Ş ehr bin B âz ân da isyan ın yirminci gecesinde Esved'e kar şı harekete geçti. Ş ehr bin Bâzân, San'a'dan d ış arı çıktı .

Esved'in yamnda Kays bin Abd-i Yegiis (buna Kays bin Hübeyre Makşuh Muradi de denmektedir) 66 Mu aviy e bin Kays ül - Cenbi, Yezid bin Husayn ül - Harisi ve Yezid bin el - Efkel ül - Ezdi gibi ş ahsiyetler vard ı ki, bunlar mensup olduklar ı kabilelerin en ileri gelen insanlar ındandılar; San'a'ya do ğ ru yürüdüler ve zafer rüzgar ı pek de umulmad ığı halde Esved tarafına esti. Esved Ş ehr'i

öldürdü 87 , San'a'yı zaptetti, çok kere adet oldu ğu üzere mağ lisıp başkanın karı sı Merzubâne Âzad ile evlendi 68 .

Esved kendi peygamberli ğ ini kabul etmek istemiyen Ebrıdlara pek fena muamelelerde bulundu; Müslüman olanlar da ya kaçmak yahut dinlerinden dönmüş görünmek mecburiyetinde kald ılar. Bu arada Pey-

gamber'in Yemen'e, vergi âmillerini kontrol etmesi ve İ slâm dinini ora-dakilere ö ğ retmesi için görevlendirip yollad ığı Muaz bin Cebel de kaçt ı ; Mârib'de Ebu Musa el - Esdri'ye rastladı . İkisi birden Hadra-mavt bölgesine s ığı ndılar. Muaz bin Cebel Sekun kabilesine, Ebu Musa da Sekeısik kabilesine misafir oldular. Diğer Müslüman memurlar ın her biri o günlerde sığı nacak yerler arad ılar ve bu arada Ak kabilesi de bun- ların adeta hâmisi

,, olmu ş tu 89 . Bu süre içinde Esved, H adramavt

bölgesi sınırından Tâif vilâyetine ve Bahreyn bölgeinden Aden'e kadar olan bütün topraklar ı eline geçirmi ş bulunuyordu". Yalnı z  k

65 İ bni Haldûn, iber, I., tekmile, S. 67., Höhnerbach, a. g. e. S. 35 , 78. 66 İbni Sa'd, Kitab üt - Tabakat ül - Kebir, Leyden 1940, V., S. 383. 'e göre Mak şuh

lökabun almas ının sebebi bö ğür boş luğundaki bir hastalıktan ötürü da ğ lanmış olmasından ile gelmiş tir. (Belözöri, a. g. e. tür. ter., I., S. 178).

67 Taberi, Arap,. III., S. 214. 68 Wellhausen, Skizzen, VI., S. 31.; Eyyüb Sabri, Mahmud üs - Siyer, İ st. 1297, S. 474'de

yanl ış olarak Merzubâne Azadi, Bözön' ın karı sı olarak gösterilmi ş tir; hakikatte Azad, Ş ehr'in kansıdır.

69 Belödiri, Arap., S. 112; tür. ter., I., S. 171. Burada Esved Sana'y ı ele geçirdiğ i vakit Hölid bin Said bin ül - baz ı râvilere göre ise Muhacir bin Umeyye'yi oradan d ış arıya çıkarmış tır.

70 Taberi, arap., III., S. 215.

39

kabilesi kıyı bölgelerde Esved'e boyun e ğmemiş ti. Bu s ırada Esved'in baş arı s ı daha da artt ı , bazı kıyı bölgeleri eline geçirme ğ e muvaffak oldu. As er, Ş er ce, Galâfika, Aden ve el Cend'i hükmü alt ına aldı . Geri kalan bölgelerde, Müslümanlar ona kar şı cephe aldılar. Esved böylece geniş topraklara sahip olunca, vilayetlerin idaresini baz ı kimselere ver-meğ i uygun buldu. Askerin komutas ım Amr bin Madikerib'in ye ğ eni Kays bin Abd-i Yegils'a" Ebnalar ın idaresini Firılz ve Dazaveyh'e, Mezhiç kabilesi valiliğ ini de Amr bin Mâdikerib'e vermi şti". Esved bu büyük ve kolay zaferlerden pek ziyade gurura kap ıldı ; komutanların-dan ve Ebna'dan olan Fir ılz, D azeveyh ve K ays' ı küçümseme ğe, onlardan yüz çevirme ğe meyletti. Bu s ırada Peygamber'in Sekun'lara sığı mmş olan memurlarından Muâz bin Cebel bu kabilenin bir kolu olan Beni Bekr'den bir kadınla evlendi; kar ısına duyduğu hayranlık onu bu kabileye son derece s ıkı bağ larla bağ ladı . Bu suretle de birçok Müslüman memurlar Muâz sayesinde bu kabile mensuplar ı tarafından himaye gör-düler. İş te tam bu s ırada Hazret-i Muhammed'in mektubu bunlara ula ş tı . Seyf'in bu husustaki rivâyetine bak ılırsa, mektubu getiren Veber bin Yuhannes'tir (Taberi, tür., ter. III. S. 47). Bu mektupta Hazret-i Mu-med, dinin korunmasını , dinden dönenlerle sava şı lmasım, Esved'in hiyle yoluyla yahut çarp ışı larak ortadan kald ırılmasım, yardımı ümid edilen ve dininde sebat gösteren herkese sözlerrinin eri ş tirilmesini emrediyordu. Muâz bin Cebel, Peygamber'in emirlerini yerine getirmtk için derhal harekete geçti. O, Kays' ın Esved'den korktu ğunu ve belki bir gün kendi-sini ortadan kald ırmak isteme ğ i dü ş ündüğünü tahmin etmi ş ti. Bunun için Muâz ve arkada ş ları Hazreti Muhammed'in emirlerini Kays'a anlat-tılar. Kays bu daveti gökten inmi ş bir müjde gibi sevine sevine kabul etti.

Kays hakk ında buraya kadar verdi ğ imiz bilgi Belazari'de biraz daha değ iş ik olarak ş öyle anlat ılmaktadır: Hazret-i Muhammed, Kays bin Makş uh ül-Muradryi Ebnalar ı kendi tarafına kazanmak için Ferve bin Müsik ül-Muradi ile birlikte Yemen'e yollam ış , bunlar ise San'a civarına gelince Esved'den taraf görünerek, Mezhiçliler, Hamdanhlar ve başkalarınan müte ş ekkil bir birlikle ş ehre girme müsaadesini alabilmi ş lerdi. Ş ehre girdikten sonra Ebna'lardan olan Firaz'u kendi taraflarma meylettirme ğe muvaffak olmu ş lardı".

71 Höhnerbach, a. g. e., S. 101. 72 Mirhond, a. g. e., II., S. 221: Amr bin Madikerib Islam olmu ş ve Peygamberden Zebid'in

emirliğ ini istemi ş ti. Fakat Peygamber buralarm emirli ğini ba şkalarına verince, o, memleketine döndü. Esved peygamberlik iddias ına kalkış mca Amr bin Mâdikerib de irtidad ederek Esved'e tabi oldu. Bundan ötürü Yemen kolayca Evved'in eline dü ş tü diye kaydedilmi ştir.

73 Belaziiri, arap., S. 112; tür. ter., I., 172. Bu rivayetin do ğ ru olmadığı m Höhnerbach da kabul ediyor. Fakat ş öyle bir misal veriyor: "Kays'm Müslümanl ı ga. karşı ' kötü davrandığıııı

40

Bizce Taberrnin Seyf'den ald ığı yukarıda yazılı birinci fivâyet daha doğ rudur. Zira Esved gibi cebbar ve zeki bir adam ın, Kays gibi taraf-tarlara sahip ve ku şku uyandıran önemli bir ş ahsi, hem de Hazret-i Muhammed tarafından memur edilmi ş bir ş ahsi, safdilâne bir ş ekilde San-'a'ya kabul etmesi, öyle kolayca tasvib edilebilecek iddialardan de ğ ildir. Esasen l3elâzfıri menş eini göstermediğ i bu rivâyetin hemen alt ında ş öyle demektedir: Onlar Yemen'e geldiklerinde Hazret'i Muhammed'in ölüm haberini ald ılar (Belâzûri, Tür. Ter. I., 172). Bu rivâyet ise ileride de gös-terileceği gibi, birçok kaynakların verdikleri haberlere aykırı düşmekte, hatta bizzat Belâzâri (Ter. Ter. I. 173), bu rivâyeti gene adlar ını açık-lamadığı râvilere dayanarak cerhetmektedir.

Esved'in öldürülmesinden sonra vukubulan Yemen'deki ikinci Ridde sıras ında, Kays' ın Halife Ebu Bekir'e kar şı cephe almas ı , Ebna'yı sürüp çıkarması da, Seyf'in verdi ğ i haberlerin do ğ ruluğunu teyid etmeğ e yardım etmektedir. E ğer Kays samimi bir Müslüman olsayd ı , Esved'in öldürülmesinden sonra Yemen'de ikinci bir ridde olay ını ortaya ç ıkar-mak suretiyle islâml ığı n başı na yeni bi gaile açmazd ı .

Böylece Müslümanlar'dan Cü ş eyş üd-Deylemi, Firûz, Dazaveyh, Kays bin Abd-i Yeg ıls çalış maya koyuldular ve gereken yerlere mektup lar yollad ılar. Fakat Esved bu hususta casuslar ı vasıtasiyle baz ı haberler almış olacak ki, Kays bin Abd-i Yegils'u ça ğı rtıp ona: "Ey Kays, o (Yani Esved'in şeytan ı) neler söyledi biliyor musun?" dedi, "Neler" diye sorunca, "Şeytan diyor ki, sen Kays' ı yak ı n adamlarından kadın, o şeref derecesinde sana denk olduktan sonra, senin düş manlarını n tarafına geçti, ihaneti içinde sakladı , Ş eytan bana, Ey Esved, Ey Esved, onun ş er-rinden sakı n, ağaçtan meyve kopar ır gibi, onun başı nı kopar; yoksa dev-letini elinden alcak, yahut başı nı kesecek" diye söylüyor dedi. Kays on dan bu sözleri i ş ittikten sonra korktu; Zul-Hinıar'm ba şı na andiçerek, Seytan'm yalan söylediğ ine, Esved'i kendi vücudundan daha aziz tut-tuğuna ve hiyanet fikrinden çok uzak bulundu ğuna, onu inandırmağ a çalış tı . Kays' ın bu hararetli konu ş masından, Esved'in şüpheleri belki de biraz hafiflemi ş olacak ki, onu serbest b ırakt ı . Kays arkada ş larının yamna ko şup durumu anlatt ı . Onlar Esved'in şüphelerinin ortaya ç ıkar-dığı bu büyük tehlike ve tehdit alt ında ne yapacaklar ını düş ünürlerken, Amir bin Ş ehr, Zi Zrıd, Zi Merran, Zi Kilâb, Zi Zuleym' ın Esved'e karşı harekete geçtiklerini ve kendilerine yard ım vaadleriıı i ihtiva eden haber-

(Seyre göre) bir tak ım misâllerle Yemen'in birinci Riddesinde açıkça görüyoruz". Bunun için Bel'azürrnin yazd ığı doğ ru olamaz diyor. Hffibuki Kays asil, Yemen'in ikinci Ridde'sinde Müslü-manlara karg ı ityi davran ınamış tır. Bu nokta Höhnerbach' ın gözünden kaçmış olmak. Höh-nerbach, a. g. e. S. 71.

41

leri aldılar. San'a'dakiler, yâni Kays, Firûz, D azaveyh, Cü ş ey ş ve taraftarlar ı onlara , kendilerinden emir almadan harekete geçmeme-lerini yazd ılarsa da, dinletemediler. Çünkü onlar Hazret-i Peygamber'den Esved'e kar şı bir hareket haz ırlamaları için mektup almış lardı

San'a'dakiler Esved'in şüphelerinin artmas ından ve kendilerinden önce harekete geçmesinden korktuklar ı için evvelce Şehr bin Bâzânia bunun öldürülmesinden sonra da Esved'in kar ısı olan Azad ile i ş -birliğ i yapmak gerekti ğ ine karar verip Azad' ın ameas ı oğ lu olan, Firûz ü d - D eylemryi saraya gönderdiler 74 . Burada Taberi (Tür. Ter. III., S. 50) Seyf'in bizzat C ü ş ey ş 'd en naklettiğ i birinci rivâyete dayanarak, Cüşeyş 'in Azad'a gönderildi ğ ini yazmaktad ır. Gene Seyf bu defa men ş ei Fir z'a dayanan (Taberi, Tük. Ter. III., 60) rivâyetleri naklederken, Firûz üd-Deylernrnin izad' ı ziyaret etti ğ ini söylemektedir. Bu iki rivâ-yetten hangisinin do ğ ru olduğunu kesin olarak söylemek güç olmakla beraber, Merzubâne Âzad' ı ziyaret eden kimsenin, onun amcas ı oğ lu olan Firûz olduğunu kabul etmek her halde daha do ğ rudur. Çünkü Cüşeyş , kendisinin saraya iki defa gitti ğ ini bildirmekle beraber, üçüncü ziyareti Firûz'un yapt ığı m bizzat itiraf etmektedir. Birinci rivayette Esved, Cü ş eyş 'den şüphelendiğ i için onu döver. Merzubâne imdada ko şup akrabas ı olduğunu söyliyerek, belki de öldürülmekten onu kurtar ır. Sonra Firûz saraya gönderilir; hemen hemen ayn ı vak'a tekrarlan ır. Âzad Firûz'un süt karde ş i olduğunu ve onunla her zaman konu ş aca-ğı m söyler; ama Esved bu söze hiç bakmaz, Firûz'u d ış arı çıkartır. Şu halde Firûz'un saraya gitti ğ i muhakkaktır75 ; yani Seyf'in Firûz'a daya-nan ifadesi her iki fivayette de mevcut oldu ğuna göre ikinci rivâyet esas olarak alınabilir. Ancak hadiseler, ikinci rivâyette daha k ısa, daha kestir-me olarak anlat ılmış tır. Ş öyle ki: Firûz saraya gider, amcas ımn kı zı Merzubâne Âzad'm yan ına girer ve Esved'in yaptığı kötülükleri ona hatırlatır. E ş ini öldürdükten ba şka halkı sefil ettiğ ini, kadınların ş eref ve haysiyetlerini çiğnediğ ini, artık onu yok etmek tamam geldiğini söyler ve ondan yard ım ricas ında bulunur. Âzad, kocas ının katili olan Esved' in dünyada en çok nefret etti ğ i insan olduğunu, kendileriyle hemen i ş -birliğ i yapni'a ğ a hazır bulunduğu karşı lığı nı verir 76 . İş te bu s ırada içeriye

74 Taberrnin Zökir Kadiri Ugan tarafından yapılmış olan tercümsinde (III. S 50, 5.sat ırda) birinci ş ahısta konuş an Cü ş ey ş yerine Kays yaz ılmış tır. Kays: "Ey amcamm k ızı" diye Azad'a hitap eder ki, bu imkâns ızdır. Zira Kays Arap, Âzad ise Ebniklan'd ır. - 75 Belâzfırrde (rap., S. 112; tür. ter., I., S. 172) bu hususta bir kay ıt mevcut de ğ ildir. Sade-

ce "Bunlar Esved ile evlenmi ş bulunan eski vâlinin kar ısı Merzubâne'ye gizlice adam gönderdiler" diyor.

76 Mirhond, a. g. e., II., S. 221: Karı sının, Esved hakk ında "Esved pis bir adamdır. Şarap içer, gusletmez, hep uyur" dedi ğ ini kaydediyor.

42

Esved bin Kâ'b girer; Firaz'un kar ı sı Azad ile böyle samimi bir ş ekilde hasbihal etti ğ ini görünce, fena halde k ızar; Firüz'un üstüne at ılıp başı na vurma ğa ba ş lar. Fakat Azad, 77 onun kendi akrabası olduğunu söyleyerek, kocas ını muaheze edince, Esved yapt ığı hareketten utanç duyup özür diler 78 .

Fil-az bu tehlikeli i ş ten böylece kurtulup arkada ş larının yanına geldi. Esved, Firaz'u saray ında görünce ş üpheleri büsbütün artt ı . Esasen Hazret-i Peygamber'in mektubunu alm ış bulunan Necran'm Müslüman kalan ahalisi de ba şka tarafa göç edip bir araya topland ıklarmdan, Es-ved'in ş üpheleri korku halini alma ğ a ba ş lamış tı . Bir gün, o, San'a mey-danında nefret uyand ıran müthi ş bir sahne haz ırladı : Ş ehir halkını meydana toplad ı . Elinde hükümdarhk mızrak' oldu ğu halde saray ından çıktı . Topluluğun ortas ında durdu. Sonra hükümdarl ık at ım getirtti, hayvanın ağ zına mı zraki ile vurduktan sonra onu sal ıverdi. At kanlar içinde sokaklarda ko ş mağ a ba ş ladı ve sonunda yere yıkıldı ; öldü. Esved bundan sonra yüz kadar deve ve inek getirtti; meydanda kumun üze-rine bir çizgi çizip bu hayvanlar ı çizginin boyunca hep bir hizaya dizdi. Bundan sonra elindeki m ızra ğı ile hayvanlara vurma ğ a ba ş ladı . Hayvan-lardan hiçbiri çizginin öte tarafına geçmiyordu. O, bundan sonra hayvan-ları bırakt ı . Hazır bulunanlar bu müthi ş manzara kar şı sında, hayret, nef-ret ve korku içinde kalm ış lardı . Daha sonra Esved m ı zrak" elinde oldu ğu halde yere kapand ı 79 . Bunca hayvan ı uğ runa kurban etti ğ i ruhun sesini duymak istermi ş gibi kula ğı nı yere vermi ş ti. Böylce bir müddet durduk-tan sonra, ba şı nı yerden kald ırıp: Yan ı mda bulunan melek bana, ey Esved, Kays bin Mak ş uh âsidir, onun başı nı kes" diyor, dedi. Gene ba şı nı yere koyup dinledikten sonra, bu defa ş eytan ın: "Ey Esved, Firûz âsi ve az-gı nlardandı r, onun sağ elini ve sağ ayağı nı kes" dediğ ini haber verdi 8 ° Firaz bu sözleri duyunca kalabal ığı n içinde kaybolma ğ a te ş ebbüs etti Fakat evine yakla ş tığı sırada Esved'in adamlar ından birinin, onu yaka-layıp "Hükümdar seni çağı rıyor, sen ise tilkilik ediyorsun" demesi üze-rine, hayat ından pek fazla ümidi kalmam ış bir halde bu adamı takibe mecbur kald ı . Zu'l-Himar' ı devirmek isteyenlerin hepsinde oldu ğu gibi, Firaz'da da bir hançer sakl ı idi. O, bu s ırada nefsini korumak gerekece ğ ini

77 Hondmir. a. g. e., I., S. 448'de Azad'm Müslüman olduğu açıklanmış tır. 78 Buraya kadar yazd ıklarımız aynen Cü ş eyş için de rivâyet edilmi ş tir Bk. Taberi, tür.

ter., III., S. 50. Esasen ayn ı cildin 57. syfas ında birinci ş ahısta konuş an Cü ş eyş üd-Deylemi ol.. duğu açıklanmış tır.

79 Taberi, tür. ter., III., S. 59. 80 Firfız üd - beylemPnin Seyf yoluyla intikal eden rivâyeti (Taberi, tür. ter., III., S. 49)

Esved'in ağ zından nakledilirken "melek" ş eklinde olup diğer bazı Islami rivâyetler bunu " ş ey-tan" ş eklinde nakletmi şlerdir. Gene Taberl, tür. ter., III., 48; Zehebi. Tarih übislâm, I., S. 341'de de "Melek bana haber verdi" ş eklinde bir riayet vard ır.

43

düşünerek, silahını gizlice hazırladı . Ş ayed Esved kendisini öldürmek isterse, aha evvel davranarak, onu ve sonra yan ında bulunan adamlar ını hançerliyecekti. Esved onu görür görmez, niyetini yüzünden anlam ış olmalı ki, kendisine yakla ş tırmadan, San'a halk ına biraz evvel öldürdü ğü

hayvanların etlerini bölmesini emretti. Firûz onun emrini yerine getirdi. Fakat, az önce Esved'in davetini kendisine tebli ğ e gelen adama pay ver-

medi. O da Firûz'u Esved'e ş ikayete gitti. Firûz etlerin da ğı tılmasında

gereken ihtimamı gösterdikten sonra, yaya olarak Esved'in yan ına gel-

diğ i sırada onu, Tanr ı adını anarak kendisini i şkenceli bir ş ekilde öldüre-ceğ ini, adama vadederken buldu. Fakat bu sözleri i ş ittiğ ini hissettirme-

den, emri yerine getirdi ğ ini haber verip çekildi. Art ık her ne bahas ına

olursa olsun, vakit geçirmeden suikasdi sonuçlar ıchrmak gerekiyordu. Bunun için Esved'in dü şmanları , Merzubâne'ye bir adam yoltay ıp

tertibat almak üzere kendilerine yard ım etmesi gerektiğ i haberini

ula ş tırdılar. Merzubane, Firûz'u tekrar saraya ça ğı rtarak, sarayın

arka tarafında bir duvar' ın iç kısmından beraberce bir delik aç ıp sonra

perdesini indirdiler. Buradan odaya geçtiler ve Esved'in o gece öldürü-leceğ ini Firöz, Azad'a söyledi "

C. Esved'in öldürülmesi:

Önce suikastçiler geç vakit arkada ş larına direktifler verdikten sonra

sarayın arka tarafına aç ılmış bulunan deliğ i geniş letm.eğe koyuldular. Sonra Kays bin Abd-i Yegös, Firûz, Dazaveyh hep birlikte bu delikten içeriye süzüldüler. Esasen, Himy e r ve H amd an'lara haber gönderil-diğinden, onlar da muhafız kuvvetler olarak vazife görmekte idiler. Esved'i öldürmek iş ini D az a v ey h, ihtiyarh ğı m ileri sürerek 82, reddetti.

K ays ise ben gürültü ederim, Esved uyanabilir, diyerek F ir z 'un onu öldürmsini teklif etti ve buna karar verildi Firûz k ılic ı m arkada ş -

larının yanına bırakarak (ihtimal unutmu ş olacak), Esved'in yatt ığı

odaya, bir kandil ışığı nı takip ederek vard ı . Onu yata ğan içinde ba şı aya-

ğı ne tarafta oldu ğu belirsiz bir ş ekilde yatmış ve horluyor buldu. A.zad, onun başı mn bulunduğu tarafı Firûz'a i ş aret etti. Esved her halde bu

gece iyice sarho ş tu. Firûz, Esved'e yakla şı p onun yüzünü görünce, kor-

ku ve ş aşkınlık içinde kaldı . Çünkü o, gözlerini açm ış Firûz'a bak ıyor,

bir yandan da " ş eytamyla konu ş tuğu Kususi dille" birş eyler söylüyordu. Fırsatı kaçırdığı takdirde her ş eyin mahvolaca ğı m bilen Firûz, bir eliyle

81 Firûz'a dayanan Seyf'in rivâyetinde, Esved'Ie kar şı laş anın Firûz olduğu ve Esved'in Firûz'u döverek d ış arıya çıkardığı yazıhdır.

82 Mirhond, a. g. e., II., S. S. 222'de böyle söylüyorsa da Taberi, tür. ter., III., S. 62'de "ş iddet ve hiddet gösterdi ğ i sırada elinin titrediğ ini ileri süren ş ahsın Kays olduğunu" rivâyet ediyor.

44

onun sakalı ''ı tutup, boynunu k ırdı ; öldüğünü sanarak arkada ş larına

haber verme ğ e ko ş arken kzad onun ete ğ ini çekip, Esved'in henüz ölme-diğ ini söyledi. Filaz arkada ş larının yanına ko ş up kılı cım aldı (Cüş eyş 'in

rivâyetine göre hep birlikte, Firâz'un rivâyetine göre de Firilz yaln ı z

olarak), tekrar onun odas ına döndü. Ancak hepsinin birlikte onun oda-sına girmi ş olmaları ihtimali daha kuvvetlidir. Belli kayanklar ımı z,

Kays ve ötekilerin Firaz'a yard ım ettikleri hussunda birle ş mektedir-ler. Öyle anla şı lıyor ki, Kays ve di ğ erleri onun gö ğ süne oturdular. Filaz onun ba şı nı gövdesinden ayırırken Esved öyle ş iddetli bir "bö ğürtü" çı -

kardı ki, odanın dış arı sında bulunan muhafızlar ko şuş tular, kap ıyı vu-rarak bu sesin nerden geldi ğ ini sordular. kzad onlara "Peygambere vahiy geliyor" diye seslendi " Böylece muhaf ızları kap ıdan uzakla ş tırmağ a muvaffak oldu. Dazaveyh, Firâz ve Arap Kays o geceyi sarayda Merzu-bane'nin yanında, ne yapacaklar ını , etrafa nas ıl haber salacaklar ım ko-nuş makla geçirdiler. Sabaha kar şı saraydan ç ıkıp arkada ş larının yanına geldiler. Ezd kabilesine mensup Veber bin Yuhannes'i de alarak ş ehrin

en yüksek kalesine ç ıktılar. Veber oradan ş öyle bir ezan okudu: "Tanrı uludur, Tanrı uludur, bir Tanrı dan başka Tanrı yoktur; Muhammed'in Tanrı elçisi olduğuna tanıkl ık ederim. Esved Tanr ı 'nı n düşınanıdır"" Ezanı iş iten halk kalenin önünde toplanm ış Veb e r'i, bu cüretkar Müslü-man'ı ", Esved'in ne ş ekilde cezaland ıracağı m merakla beklerlerken, Ve-ber'in yan ında bulunanlar Esved'in öldürülmü ş olduğunu ilan edip teyid makamında onun ba şı nı halka fırlatt ılar. Hayret ve korku içinde kalan Esved taraftarlar ı kaç ış tılar; kaçarlarken de önlerine gelen yerli, yahut Ebnâ'dan olan kimselerin bilhassa bunlar ın çocuklarını rehine olarak bera-berlerinde götürdüler. Buna kar şı lık Fil-az ve Kays'in vaktinde ald ıkları tedbirler sayesinde, onlar ın arkalrından adamlar yeti ş ip yetmi ş kadar süvariyi esir almaya muvaffak oldular. Böylece San'a'y ı terketme ğ e mec-bur kalan Esved taraftarlar ı , San'a ile Necran ş ehirleri ars ında dolaşı p durdular. Bu arada, küçük büyük yediyüz ki ş inin eksik oldu ğunu' far-kedip oların serbest b ırakılmasını Müslümanlardan istediler. Bu teklif kabul edildi. Kar şı lık olarak, al ınan rehineler geri verildi.

Taberi'nin dayand ığı ravilerin hepsi Esved'in Firaz taraf ından öl-dürüldüğünü kaydediyorlarsa da, baz ı kayanklar ın ifadeleri bu iddaya uymamaktad ır. Mesela İbni Sa'd (Kitab üt - Tabakat, V. S. 383) Kays bin Hubeyre Mak ş uh'un peygamberlik iddias ında bulunan Esved

83 Ebu'l-Fida, a. g. e., S. 164; Taberi, arap, III. S. 217; tür. ter., III., S. 55. 84 Belazuri, tür. ter., I., S. 173; Taberi, tür. ter. III., S. 74. 85 Wellhausen, Veber bin Yuhannes'in Müslüman olmad ığı m iddia ediyor. halbuki Caetani

bu hususta kayanklar ın verdikleri bilgiye itimat göstererek onun Müslüman oldu ğunu kabul etmektedir. Caetani, a. g. e. IX., S. 117.

45

ül - Ansi'yi öldürdü ğünü yazmaktad ır. Bundan ba ş ka, Belâzûri de (Fil-tuh ül - Büldân, tür., ter., I., S. 173) esas olarak Kays' ın Esved'i öldür-düğünü anlatmakta ve biraz a ş a ğı da baz ı râvilerin onun Firûz tarafın-dan öldürüldüğünü zikrettiklerini pek k ısa olarak kaydedip geçmek-tedir. Mirond' (Ravzat üs - Sefa, II., S. 222) da ise bu rol Kays ile Firûz aras ında bölünmüş tür. Burada Firûz'un silahs ız olarak Esved'in oda-s ına girdiğ ini, Esved'in boynunu k ırdığı m, sonra geri dönüp arkada ş ları ile birlikte tekrar Azad' ın yanına döndüklerini, o zaman Kays' ın onun ba şı nı gövdesinden ay ırdığı nı yazmaktad ır. Halbuki Buhari (Sahih-i Buhari, III., S. 52). Zehebi (Tarih ül - İ slam, I., 341.), Ebu'l-Fida (Tarih I., 164), El - Vatvat (S. 131) gibi kaynak kitaplar, onun Firûz tarafından katledildiğ ini pekala yazd ıkları gibi, En - Nevevi (I., S. 52), İ bni Haldiin (Kitab ü]. - İber, II., 60), Taberi (Tür., Ter., III., 57) gibi tarihçiler de Peygamber'in ölmeden önce, ilahi bir kaynaktan alarak, ha-ber verdi ğ i "Esved öldürüldü; onu sâlih bir insan olan Firûz üd-Deylemi öldürmüş tür" sözlerine dayanarak Esved'in katilinin Firûz oldu ğu yo-lundaki kanaatlerini aç ıkça belirtmi ş lerdir. Ayr ı ca İ bni Sâ'd gene (V., S. 389), Peygamber'in gâipten ald ığı bu haberi kaydettikten sonra, "Esved'i öldürenler aras ında Firûz üd-Deylemi dahi vard ı " demekle Firû z'u Kays ile i şbirliğ i halinde göstermektedir. Dikkat edilirse, Firûz'-un Esved'i katletti ğ i hususundaki haberler daha a ğı r basmaktad ır. Esasen Hazret -i Muhammed'in bu yoldaki "Esved öldürüldü, onu sâlih bir insan olan Firûz üd-Deylemi öldürmü ş tür" hadisinin kitaplarda daima tekrar edilmesi, hadiseye en yak ın olan çağ da bile inanc ın bu yolda olduğunu teyid eder.

Yukarıda aç ıklandığı gibi, Yemen bölgesi Esved gibi bir müste-bitten kurtulduktan sonra, Müslüman memurlar gene eski yerlerine dön-meğ e ba ş ladılar. Fakat, aralar ından birini ba şkan seçmek hususunda an-la ş amadılar. Nihayet Medine'den yeni bir emir gelinceye kadar Sehabe'- den olan Mu' az bin C e b e l'i seçtiler". Bir yandan da bütün olup biten-leri mektupla Peygamber'e bildirdiler; fakat mektup Hazret -i M u-h amm e d'e de ğ il, Halifesi Ebu B ekr'in eline varabilmi ş ti Zira baz ı tarihler, onun Esved'in öldürülmesinden bir gün sonra öldü ğünü kaydet-mi ş lerdir ". Belazûri (Fütuh ül - Buldan, tür., ter., I., 173) onun Peygam-ber'in ölümünden be ş gün önce öldürüldü ğünü ve bu haberin Ebu Be-kr'in Hilafet° geçi ş inin onuncu gününde Medine'ye ula ş tığı m yazmak-

86 İ bni Haldün, İ ber, II., tekmile, S. 60. 87 El-Vatvat, a. g. e., S. 131; Ebu'l-Fida, a. g. e., I., S. 164; İbni Haldfm, a. a. g. e., II.,

S. 52; Taberi, tür. ter., III., S. 57, 165, 208; Wellhausen, Skizzen, VI., S. 34; Hondmir, a. g. e., I., S. 448. Her ne kadar Caetani bu hususta Mirhond'u mehaz göstermi ş ise de elimizde bulu-nan (Leknou 1914) bask ı sıı da böyle bir kayda tesadüf edemedik.

46

tadır. Bu suretle Esved'in hükümdarh ğı baz ılarına göre üç ay sürmü ş -tür. Seyf yoluyla bize kadar gelen Firâz'un rivâyeti, onun Kehf-i Hub-ban'da isyâna ba ş lamas ından ölümüne kadr geçen zaman ın ancak dört ay olduğu yolundad ır. Böylece Esved'in H. 11. y ı lın Rebi'ül-evvel ay ının sonunda katledildi ğ i meydana çıkmış oluyor "

D. Yemen'de ikinci Ridde:

Esved'in öldürülmesi ile Yemen'de islâmiyet yeniden zafer kazanm ış oldu. Fakat çok k ısa bir zaman için. Çünkü Hazret-i Muhammed'in ölüm haberi, Cahiliye devri adet ve inançlar ım bırakmış ve islâmiyt'i henüz pek sathi bir ş ekilde kabul etmi ş olan Yemen'li bir k ı sım halkın yeniden irtidadına vesile olmuş tur.

Denebilir ki, Kays bin Mak ş uh ül - Muradi, Yemen'de ikinci Ridde'nin önderliğ ini yapmış tır. Halife Ebu B ekr, Firitz'u Yemen'e vali tâyin etmiş ti. Daha önce Dazaveyh, Firaz, Cü ş ey ş hemen hemen birlikte San'a'da i ş görmekte ve Yemen'i idare etmekte idiler. Firâz'un Halife tarafından , onlardan üstün bir mevkie geçirili ş i, Arap K ay s' ı kı skandırdı ve bundan dolayı E z v a'yı (Himyeri hükümdar-larının ad ı ve Zu'nun ço ğuludur). "Ebnalar sizin memleketinizde yaban-c ı ve göçmen bir kavimdirler. Onlar ı kendi hallerine b ırakırsanız daima saltanat süreceklerdir. Ben onlar ın başkanlarını öldürerek geri kalan-larım memleketten sürüp ç ıkaraca ğı m" diye tahrik etti". Fakat Him-yerli u'l-K il â ile arkada ş ları onun bu fikrini kabul etmediler. Ama Ebnalara da yakla ş madılar. Kays gayesine eri ş mek için, gösterdi ğ i bu bo ş gayretten sonra, ş urada burada dola ş an Esved'in süvarileri ile temasa geçti ve onlarda kendisine bir dayanak buldu. Esasen serseri bir hayat süren Esved'in süvarileri, güya San'a'y ı tehdide ba ş ladılar. Ş ehir halkı telâ ş a dü ş tü. Kays ise herkesten ziyade korkmu ş göründü. Firaz ve Dazaveyh ile isti ş arede bulundu; onlarla dostmu ş gibi hareket etti. Hattâ ertesi gün için onlar ı yeme ğe davet etti ve ilk gelen Daza-veyh'i öldürdü. Firaz yolda iken iki kad ın aras ında geçen konu ş madan bunu öğ renip kendisi için de ayn ı akibetin haz ırlanmış olduğunu anlı -yarak karde ş i Gu ş na ile H avlanlara s ığı ndı . Kays, rakiplerini böy-lece uzakla ş t ı rınca San'a'da idareyi eline ald ı ; Ebna'nın bir kısmını da zorla İ ran'a yollad ı . Fakat baz ı Arap kabileleri, arzular ı hilafına, göç etmeğe mecbur b ırakılan bu aileleri kendi topraklar ından geçtikleri s ıra-

88 En-Nevevi bu tarihle beraber ba şka bir rivâyeti de nakletmekte ve "O, Hazret-i Peygam-ber zamamnda öldürüldü. Ba şı Peygambere getirildi" demekte ise de yukar ıda not 87'de adlar ı geçen eselerin hiçbiri böyle bir iddiaya yer vermemi ş lerdir.

89 Taberi, tür. ter., III. S. 216.

47

da himayelerine ald ılar ve Kays tarafından görevlendirilmi ş olan mu- hafı zlar ı öldürdüler. Bu kabileler, bu i ş i Firüz'un teklifine uyarak yap- mış lar ve onun Kays'la sava ş a ba ş lama imkan ını sağ lamış lardı . Bilhassa

Tâhir bin Ebi Hâk'nin idaresindeki kuvvetlerle Firüz'a yard ım ettiler. Firüz, Kays'a aleyhtar olanlar ı toplayıp San'a yak ınında Kays ile sava ş tı ve onu yendi. Kays daha önce Esved'in süvarilerinin dola ş tığı San'a ile Necran aras ındaki bölgeye kaçmak suretiyle kurtuldu.

Bu sırada Ebu Bekr, elçiler ve mektuplarla Tihâme ahalisine, Tahir bin Ebi Hale komutas ında , Firüz'a yard ım etmelerini bildirdi; arkas ından da M uh cir bin Üm e yy e'nin komutas ında bir orduyu Yemen'e yollad ı . Muhâcir Yemen'de te ş ekkül eden kuvvetlerle birle-ş erek kendi kuvvetini artt ırd ı . Bu sırada memleketine dönmü ş bulunan Kays bin Mak ş uh ile Amr bin illa'dikerib iyi geçinemiyorlard ı . Muhacir'in kuvvetlerinin çokluğu da Amr' ı korkuttu ğundan, Kays'dan ayr ıhp Müslüman olmadan9° ve aman bile elde etmeden Müslüman kararga-hına gelip teslim oldu. Biraz sonra Kays bin Mak ş uh da Müslümanlara esir dü ş tü ve her ikisi zincirle ba ğ lanarak Medine'ye Halife'nin yan ına götürüldü.

Muhacir San'a'ya gelince memleketi çapulculardan ve Esved'in arta kalan süvarilerinden temizledi. Sükünet ve düzeni yeniden kurdu.

Medine'de bulunan iki esirden bilhassa Dâzaveyh'in katili Kays için Ebu Bekir, hiçbir vicadan azab ı duymadan idam karar ı verdiyse de, cinayeti i ş lemi ş olduğuna dair elde müspet bir delil bulunmad ığı ndan ve Kays' ın Peygamber'in minberi önünde, elli kere Dazaveyh'i öldürmedi-ğ ini yeminle teyid etmesi üzerine" Ebu Bekir onu affetti. Ma'dikerib - de affa nâil olup her ikisi ailelerinin yan ına dönme müsaadesini alabil-diler.

E. Netice:

Ana kaynaklara dayanarak buraya kadar inceledi ğ imiz Esved'in hayat ı , görüldüğü gibi, biri dini, di ğeri siyasi olmak üzere iki tarafl ıdı r. Gene görülüyor ki, geçici bir zaman için de olsa gösterdi ğ i ipnotizmacı lık mârifetleriyle etrafındaki baz ı insanları kendi peygamberli ğ ine inandı r-mış olmas ına rağmen 92 , onun bu tarafı çok hareketli geçmi ş bulunan siyasi hayat ına nispetle pek sönük kalm ış tır.

90 TaberI, tür. ter., III., S. 226. 91 Belâzfıri, tür. ter., I., S. 174. 92 Onun peygamberli ğ ine yakınIrmın inanmış olması muhtemeldir. Esved'in öldürülmesi

hususunda, o öldürülürken ç ıkardığı müthi ş sesi duyan nöbetçilere İ zad, "Peygambere vahiy geliyor" diyince, nöbetçiler buna kamp uzakla şı rlar. Demek ki, Esved'in vahiy ald ığı na onun ya-kınında olanlar inanm ış lard ı .

48

Esved yeni bir din kuramamış , her ne kadar yak ın taraftarlar ından bir kısmını kendi peygamberliğ ine inandırmağ a muvaffak olmu ş sa da, yeni ve kutsal bir kitap da b ırakamamış t ır. O, her ne kadar Rahman' ın adına konu ş makta olduğunu ve bir melek vas ıtas ıyle vahiy ald ığı nı sık sık söylemiş se de, bunlar kaynaklara nazaran daha çok kendi ş ahsi kuv-vetini tan ıtmak maksadiyle söylenmi ş sözler olup ilahi bir tak ım emirlere benzemekten tamamiyle uzakt ırlar. Bununla beraber Esved'in Mnsevi, Hristiyan ve İ slam monoteizminin tan ınmış ve yerle ş miş bulunduğu Yemen'de bir putun ad ına değ il, görünmiyen yüksek bir Tanr ının adına ortaya ç ıktığı m iddia etmi ş olduğu muhakkaktı r.

Esved hakiki hüviyetiyle , sadece sezi ş kuvveti fazla olan kurnaz, cesur ve iktidar ihtiras ı ile dolu, inahir bir siyaset adam ı idi. O, Peygam-ber'in hastal ığı haberinden. ve Yemen'deki baz ı kabileler aras ındaki vergi meselelerinden do ğ an Ridde'den istifade etmesini bilmi ş ve gizliden giz-liye haz ırlanmaya ba ş lamış tı . Esasen, Yemen din bak ımından olduğu gibi, sakinleri bak ımından da heterogen bir bölge idi. Bu durum da Es-ved'in çabuk muaffakiyet elde etmesine yard ım etmiş tir. Yâni Esved'in in bir çok taraftar bulmas ının sebebi, halk ın ona s ırf dini bir inançla ba ğ lı bulunmasından ileri gelmiyordu. Yemen'de uzun y ıllardan beri hâkim bir zümre halinde ya şı yan İ ranhlar' ın çocukları olan Ebnâlar art ık Yemen Araplar ı 'mn tahammül edemedikleri ve memleketlerinden uzak-laş tırmak istedikleri bir s ınıf haline gelmi ş idi. İş te Esved Ebna'n ın Ye-men'deki nüfuzunu tamamiyle k ırmış , onlara hakim olmuş ve Ebnalarm idarelerini de kendilerinden olan Dâzaveyh ve Firâz'a vermek suretiyle, onları kendine ba ğ lamış tı . Bir yandan da gün geçtikçe, eski dinlerini b ı -rakıp islamiyet'i kabul ederek Medine hüldimetine ba ğlanan halkı , öteden beri ticaretlerine vergi almak suretiyle engel te ş kil eden, Kurey ş ' in hâkimiyetine tâbi kalmamak ve Yemenliler'i din bak ımından da kendi-sine bağ lamak için peygamberlik iddias ında bulunmuş tur.

Esved savaş çı bir peygamber s ıfatiyle ortaya at ılmış ve kısa zaman-da büyük topraklar ı eline geçirmi ş , fakat bundan dolay ı o kadar çok guru-ra kap ılmış tır ki, arkada ş larını küçümseme ğ e, halka zulmetme ğ e ve faz-laca sarho ş olmağ a ba ş lamış tır. Daha önce belirtildi ğ i üzere bu durum onun hayat ına malolmu ş tur.

Yukarıdanberi anlat ılanlar da gösteriyor ki, Esved bir milli isyamn önderli ğ ini üzerine almış tır. E ğ er o, hakiki bir peygamber olarak tan ın-saydı , ölümünden sonra dini eserinin devam etmesi, hiç olmazsa bunun kalıntılarımn daha sonraki devirlerde ya şı yan râvilere bir nebze olsun malzeme te şkil etmesi gerekirdi.

Esved'in ölümü ile birlikte , onun peygamberli ğ i de derhal unutul-muş , fakat önderli ğ ini üzerine almış olduğu milli hareket Arap Kays'la gene de devam etmi ş tir.

49

2. TULEYHA BIN HUVEYL İ D

Sahte peygamberlerden ikincisi olarak inceleyece ğ imiz Tuleyha, ş ahsiyet itibariyle di ğer sahte peygamberler kadar kuvvetli olmamakla beraber, bir aral ık Medine'yi tehdit edecek derecede cesaret göstermi ş , daha sonra da Hâli d bin V eli d'in ordular ını ciddi ş ekilde uğ ra ş tır-mış olduğundan tarihte oldukça önemli bir yer kazanm ış tı r.

A. Tuleyha'nm soyu:

Asıl adı "Talha" olan Tuleyha, Necid'de oturan Es e d kabilesinin ileri gelenlerindendir. Müslümanlar ona k ızdıkları için " Tul e yh a" yâni "Talhacık" adını verdiler.

İbn ül - Esir'e göre onun soyu ş öyledir93 : Tuleyha bin Hüveylid bin Nevfel bin Nadle bin ül-E ş ter bin Hecvan bin Fak'as bin Tureyf bin Amr bin Müseyl bin ül - Hâris bin Dudan bin Esed bin Hüzeyme bin Müdrike bin İ lyas bin Mudar ül - Esedi ül - Fakasi. Zehebi bu soy kütü ğünü daha kısa gösterir, ş öyle ki 94 : Tuleyha bin Hüveylid bin Nevfel bin Nadlet ii! - Esedi ül - Fakasi.

B. Tuleyha'mn birinci defa islamiyeti kabulü:

Tuleyha'mn hayat ım tarihen mallim en eski günlerinden alarak inceleyecek olursak, onu Hicretin 5. y ı lında putperest Kurey ş lilerle bir-likte Medine'yi kuş atmış bir dü ş man, 9. yılında kabilesinden bir heyetle birlikte Medine'ye gelip islâmiyet'i kabul etmi ş bir mümin, Hicretin, 10. yılında mürtedlerin ba şı na geçmiş , peygamberlik iddias ında bir ko-mutan, Buzaha sava şı ndan bir müddet sonra ise Kadisiye ve Nihâvent sava ş larında Islam ordusunun zafer plânlar ım haz ırlayan k ıymetli bir Müslüman askeri olarak görmek mümkündür.

93 İ bn ill-Esir, Üsd id-Gâbe, Kahire 1288, III. S. 65; İ bn iil - Esir, e] - Kâmil fi't-tarih,

Leyden 1867. S. 360.

94 Zehebi, Tecrid, I., S. 299.

50

En k ı sa ş ekilde yukar ı ya ald ığı m ı z Tuleyha'n ı n ma-ceral ı hayat ı n ı n tarihi de bize gösteriyor ki, o bütün iddi-alar ı na ra ğ men hakiki bir peygamber de ğ ildi'; o, sadece bir kahindi. Bir iki kehanet sözü, Peygamber'in ölüm haberi, bunun sonucu olan Ridde, baz ı kabile ileri gelenlerinin menfaat ümitleri, Tuleyha'mn etrafına adam toplamas ına fırsat vermi ş ti.

Tuleyha'nın adı tarihte ilk önce Gatafan seferinde islamlar taraf ın-dan yenilgeye u ğ ratılmış bir Esedi olarak geçer. Bundan bir y ıl sonra, Hendek sava şı sıras ında Esed kabilesinin ba şı nda Tuleyha bin Hu-veylid'i, Ebu Süfyan ve Fezareli'lerin ba şbuğu Uyeyne ile birlikte yeniden islamlar'a kar şı harekete geçmi ş görüyoruz22. Bundan dört y ıl sonra, yani Hicretin 9. y ı lında, içinde Tuleyha'mn da bulundu ğu, Esed kabilesinden bir heyet Peygamber'i ziyaret edip ona "Ey Tanrı 'nın elçisi! Biz sana Tanrı 'nın birliğ ine ve senin Tanr ı elçisi olduğuna tanıklık etmek üzere geldik. Bu i ş için sen, bize haber yollamad ı n, biz arkada kalan kabi-lemizi burada temsil ediyoruz"" dedi. İbn ül - Esir'in Vak ıdi'den aldığı bu rivayet Tuleyha'n ı n 9. y ı lda kabilesi ile birlikte islamiyeti kabul etti ğ ini apaç ı k anlatt ığı halde, en küçük teferruat ı bile didik didik eden C a et ani ,bu önemli noktay ı atlayıvermiş tir. Ona göre, Tuleyha ve taraftarlar ı hiçbir vakit Müslüman olmam ış -lard ı ki, islamiyet'in mürtedleri say ı ls ı nlar". Caetani, Hâlid' in savaş tan önce Tuleyha'y ı İ slâmiyet'e davet edi ş ini, onun daha evvel Müslüman olmadığı mn bir delili sayıp bu iddiasım kuvvetlendirme ğ e çalış maktadır. Böyle bir iddia tamamiyle yanl ış bir görü şün ifadesidir. Zira Hâlid sadece eskiden beri putperest kalm ış Arapları doğ ru yola davet ile görevlendirilmemi ş , daha ziyade islam' ı terketmi ş olanlar ı dine davet ve dinde kalanlara da bir tak ım vaızlarda bulunmak üzere Ebu Bekr tarafından gönderilmi ş tir. Tuleyha'y ı da bu dü ş ünce ile ve ayn ı emri yerine getirmi ş olmak amacı ile dine davet etmi ş tir. Yoksa Tuleyha putperest kalmakta devam etti ğ i için değ il. İ rtidadla mücadelenin daha sonraki olaylarında da görülece ğ i üzere Hâlid, Ebu Bekr'in kendisine verdiğ i mektuptan da anla şı ldığı gibi, her yerde önce dinden dönenleri dine davet emi ş , kabul etmeyenlerle de sava şmış tır.

Bu noktaya kadar hadiseleri oldu ğu gibi açıklıyan Vacca (Enc. de de l'islam, IV, 874), s ıra kendi fikrini yazma ğ a geldiğ inde, belki de Cae-tani'nin tesiri ile, yalnız Tuleyha'mn islamiyet'i kabul etti ğ ini ve bunun

95 İbni Sa'd, Kitab üt - Tabakat, II., I., S. 51.

96 İbn ül - Esir, Üsd ül - Gâbe, III., S. 65; Zehebi, Tecrid, I., 299; Vacca, Encylop&lie de l'Islâm, IV, 874.

97 Caetani, a. g. e., VIII., S. 298.

51

da siyasi bir inkiyad ı gösterdiğ ini söylemekte, arkas ından bütün bunlar ın (ileride görülece ğ i üzere) Müs eylim e'nin Medine'yi ziyaretine bir nazire olarak uydurulmu ş a benzediğ ini ilâve etmektedir. Halbuki, Medine'ye gelen Esed'li heyetlerin sözlerinin Yemâme'den gelen H anif e heyetinin sözleri ile hiçbir benzerli ğ i yoktur. Bunlara Hazret-i Muhammed'in dav-ranışı ba şka , Hanife'lilere söyledi ğ i sözler gene bamba şkadır. Gene ibn ül - Esir bu heyetin, Hazret-i Muhammed'e gelip kendiliklerindenMüs-lüman olduklarım söylemeleri üzerine, Peygambere a ş ağı daki âyetin

inmiş olduğunu kaydediyor ki, bu suretle Tuleyha'n ın Medine'ye gelip islâmiyet'i kabul etti ğ i inkâr edilemez bir vesika ile teyid edilmi ş olu-

yor:

ıju- "J :js

"" (=Onlar: Müslüman olduk diye seni minnet alt ında b ırakmak

istiyorlar, de ki: Müslüman olduk diye siz beni minnet alt ına sokamaz-

sınız. Belki siz, sizi inanma yoluna ileten Allah'a kar şı minnettar oluyor-

sunuz; e ğ er doğ ru kimseler iseniz."

Tuleyha'nın islâmiyet'i kabul etti ğ ini, hem de mensup olduğu kabile

üyeleri ile birlikte kabul etti ğ ini biz İbni Sa>d'da da görmekteyiz 99 .

İbni Sa'd'a göre Tuleyha karde ş i Seleme ile birlikte Peygamber'in sava ş -

larına kat ılmak üzere hareket etti. Allah ı n Resülü Muhammed,

Seleme'yi ça ğı rıp ona, sancak verdi ve Muhacirün ile Ensar'dan yüz elli

kiş iyi de emrine verip ona, "Beni Esed'in toprağı na varı ncaya kadar yürü,

onlara baskı n yap". dedi. Bunun üzerine Seleme üç çoban ı ve deve sürü-

lerini ganimet olarak al ıp Medine'ye dönmü ş tü. En inanı lır kaynaklar ın

aslâ islâmi bir gayretke ş lik gütmeden verdi ğ i bu küçük, küçük haberler bize Esed kabilesinin Tuleyha'ya uyarak - Vacca'n ın iddiası hilüfma-

islâmiyet'i kabul etmi ş olduklarını açıkça gösterir.

Biraz sonra Tuleyha'n ın peygamberlik iddialarmda bulundu ğunu

anlatırken Müs â bin Ve s i m e'nin bize verdiğ i ip uçları bu vâdideki

tenkidlerimizde ne kadr hakl ı olduğumuzu bir kere daha ortaya koya-

cakt ı r.

C. Tuleyha'nm ayaklanmas ı ve peygamberlik iddia etmesi:

Hazret-i Muhammed vedâ hacc ından döndükten sonra uzun süren

bir hastalığ a yakalanm ış tı . Hastalığı haberinin sür'atle etrafa yay ı l-

98 Kur'an, XLIX., 18. 99 İ bni Sâ,d, Tabakat, II., I., S. 35; Mirhond, a. g. e., II., S. 222'de "Tulyeha, Peygamber

zamanında Müslüman olmu ş ve onun sohbetinde bulunmu ş tu; geri dönünce irtidad etti" di-yor.

52

mas ı , bazı kabilelerin dinden dönmelerine sebp oldu. Bundan istifade etmesini bilen Tuleyha bin Hüveylid, kâhinli ğ inin de yard ımıyla, pey-gamber olduğunu iddiaya koyuldu. Musevilerden birçoklar ı ona yard ım ettiler. Tuleyha, S emir a denilen yere gelip ordugâh kurdu. Halk ın aş ağı tabakas ı ona uydu. Az zamanda Tuleyha'n ın taraftarlar ı ço ğ aldı . Tuley-ha ye ğeni Habb âl'i bir anla ş maya varmak için Hazret-i Muhammed'e gönderdi. Habb âl, Tuleyha'n ın peygamberliğ inden, ona "Zu'n-Nun" adında bir mele ğ in vahiy getirdiğ inden bahsetti. Peygamber ona, "Bir de melek mi buldu?" deyince, Habbâl iftiharla, "Ben Huveylid'in oğ luyum" diye cevap verdi. Peygamber o zaman ona, "Allah seni kah-retsin ve şehadet rütbesinden mahrum kı lsı n" dedi. TaberPnin (Arap. Metin, III, 189) kaydetti ğ i bu haberi Caetani kendine göre özetlendir-mekte ve akla gelmiyecek bir mant ıkla ş öylece münaka ş a etmektedir: ".... Bundan ş u sonuçları çıkarı m: Muhammed, Tuleyha'mn peygamber-lik iddiaları nı müsamaha ile karşı lıyor. O, buna hiddet etmedikten ba ş ka, Tuleyha'n ı n kendisine vahiy getirdi ğ ini iddia ettiğ i Zu'n-Nun ad ındaki melek hakk ında da Müslümanlara açıklamada bulunuyor "°".

Biz yukar ıya aldığı mı zj, Hazret-i Muhammed ile Habbâl'ın konu ş -masında müsamahaya delâlet eden bir husus göremiyoruz. Bilâkis Hazret-i Muhammed, "Bir de melek mi buldu?" sözleriyle önce istihza etmiş sonra da Tuleyha'n ın temsilcisi ve ye ğeni olan HabbâPe beddua etmiş tir. Caetani hemen bu öszlerin arkas ından, en güvendiğ i kaynak-ların verdikleri bilgilere ayk ırı olarak, Tuleyha'ya tâbi olanlar ın, daha önceleri H a zr et -i Muhammed'e tâbi olmad ıklarını Medine'ye kar şı hiçbir anla şmayı ihlâl etmemi ş olarak Tuleyha ile birle ş miş bulunduk-larım ilâve etmekle, E s ed'Ierin, Gatafan'lar ın Fezâre ' lilerin İ slâ-miyet'i kabul etmemi ş olduklarını bir kere daha tekrar ediyor. Bu husus-ta Alman orientalisti Dr. Höhnerbach' ın fikri de Wellhausen ve Caetani'-nin tamamiyle tesiri alt ındadır. Büyük bir de ğer ta şı dığı açık olan V e-s İ me 'nin Kitab ür - Ridde'sini İbni Hacer'den ç ıkararak yay ınlayan Höhnerbach' ın neden kendi yay ınladığı bu kitaptaki kay ıtlara bu derece lâkaydi göstermi ş olduğunu anlıyamadığı mı zı söylemek mecburiyetin-deyiz. En eski İ slâm kaynaklarından olan Vesime'nin Kitab ür - Ridde'si bize a ş ağı daki ip uçlar ını vermekle Tuleyha ve taraftarlar ının daha önce Müslüman olduklar ını ş üphe götürmez bir ş ekilde anlatmaktad ı r. Meselâ: Zübyân bin Rebia el-Esedi adındaki ş ahıstan bahseden Vesime (S. 40), onun Hazret-i Muhammed ile buluş tuğunu söyledikten sonra, "Tuleyha peygamberlik iddias ı nda bulunduktan sonra, ondan ayrı lıp,

100 Caetani, a. g. e., VIII., S. 298.

53

ona ş öyle demi ş tir ; Sen yalnız bir kâhinsin ki, kâh isabet ettirir, kâh isabet ettirmezsin; bize Kur'ana benzer bir ş ey getirsene. Eğer bun-da muvaffak olamazsan, b ırak bizi senden ayr ı lalı m" demiş olduğunu bize bildirmektedir. Gene Vesime'nin bize bildirdi ğ ine göre: Hubey ş hükemâdan Galip bin Bi şr ül-Esedi, Yezid bin Huzeyfe E ş -raftan Zufar, Tuleyha'dan ayrı lıp islâmiyeete sabit kalanlardandı r. Ha-rim bin Kutbe bin Sinan el- Fezeiri de İslama sadık kalm ış ve Uyeyne bin Hısn'a da İslamda sadık kalmas ın ı tavsiye etmi ş tir. Uyeyne bunu dinleme-mi ş ve bunun üzerine Harim de onun hakk ı nda bir ş iir yazm ış tı r. (Harim Cahiliyye devrinde yarg ı ç idi). Zimman bin Ammar el- Fezâri, Tuleyha ile birlikte irtidad edip Müslümanlarla mücadele edenlerdendir; fakat sonra piş man olup Yemame'ye Bitmi ş tir. Ahaliye irtidadı n kötü sonuçları nı anlatmış ve onları İ slam'a davet etmi ş tir. El Hâris Malik üt - Tai: Pey-gamberle bir arada bulunmuş tur. Ridde s ı rası nda sadık kal ıp zekât ı Ebu Bekir'e vermi ş tir.

İbni Sa'd (Tabakat, IV. I., S. 177) da bize bu yolda misaller vermek-tedir: "Et-Tufeyl irtidad konusunda Tuleyha i ş ine karış m ış ve Necid'i tekrar İslâmlığ a iade iş inde büyük hizmeti olmu ş , sonra Yemame'ye Bit-miş tir". Daha birçok ilâvelerle zenginle ş tirilmesi mümkün olan yukar ı -daki misaller bize Tuleyha ba ş ta olmak üzere Es e d, Gat af an, Feza-re ve Tay kabilelerinin, kalben olmasa bile, ş eklen islamiyeti kabul etmi ş olduklarını n° ve Medine hükametine ba ğ lı bulunduklarını pek güzel ispat etmekte iken, Höhnerbach, İ slam tarihçilerinin Hazret-i Muham-med'in ş ahsiyetini idealle ş tirmek maksadiyle dü ş man kabilelerin elçi-lerini bile ihtida etmi ş gösterdiklerini iddia ediyor ve bu arada önce hakikaten Müslüman iken irtidad eden Müccaa, Malik bin Nüv eyr e gibi temsilcileri de iddias ına misal olarak gösteriyor (Höhnerbach. a. g. e. S. 88) ve Halid'in bunlar ın üzerine yürümesini — gene Caetani'nin tesiriyle — ülkeler fethetmek arzusundan do ğ an bir hareket, kar şı ta-rafın mukavemetini ise ilk defa fethedilen bir memleketin direnmesi saymak gerekti ğ ini ilave ediyor.

Höhnerbach' ın bu husustaki kanaatlerinin sars ılmazlığı na ileride Müseylime ve Yemame konusunda daha da aç ık misaller verece ğ iz. Ceatani ve Höhnerbach gibi de ğ erli Orientalistlerin, nas ı l bir düş ünü ş ün tesiri alt ında, apaç ık tarihi hakikatleri reddettiklerini anlamak zordur.

Habb al memleketine döndükten sonra A 11 a h' ın r es Mü Muham-med derhal D ı r ar bin ül - E zve r'i Esed'lerin ülkesindeki valilerine

101 Cle'ment Huart, Histoire des Arabes, Paris 1912., I., S. 179'da Fezürelilerin Müslüman olduklarını , fakat içten bir inan ış a sahip olmad ıkları için çok geçmeden irtidad ettiklerini kabul etmektedir.

54

göndererek dininden dönen herkese kar şı harekete geçmelerini ve tedbir almalar ını emretmiş ti 102. Bu emir üzerine onlar ciddi tedbirler ald ılar ve Tuleyha'yı korkuttular. Müslümanlar Vâridat denilen yerde, mürtedler ise Semira'da topland ılar. Bu s ırada Tuleyha'n ın taraftarlar ı gittikçe azaldı . Müslüman ordusuna kat ılanlar ise her an ço ğahmaktayd ı . Niha-yet D ı r ar onu sa ğ olarak ele geçirmek istedi ğ inden üzerine yürüdü. Karşı laş tıkları zaman keskin k ı lı cı ile Tuleyha'ya vurdu fakat k ılıç Tu-leyha'ya i ş lemedi. Bu olay Tuleyha'n ın halk aras ındaki itibar ını artt ı r-maya yard ım etti. "Ona kılı ç iş lemedi" sözü gittikçe yay ıldı "3. Müslü-manlar Tuleyha'n ın isyanı ile uğ ra şı rlarken, Hazret-i Muhammed'in öldüğü haberi geldi. Bu defa halk Tuleyha'n ın etrafında toplanmaya ba ş -ladı . Tuleyha art ık kab ına sığ amaz oldu. Zı 'l-Himarin Avf Cezmi ona Cedile'lerden be şyüz kiş iyi istediğ i anda yard ımcı olarak verece ğ i haberini yolladı . Gavs'ların başkanı da ayn ı ş ekilde Tuleyha'ya yard ım vâdetti. Uyeyne bin H ı sn ise Gatafan'lar ın ba şı na geçip "Ben Esed'lerle aramızdaki eski anla ş ma bozulduktan sonra Gatafan yurdunun sinı rları m tanım ıyorum. Ş imdi ise Cahiliyye devrinde Eesed'lerle aram ızda mevcut olan anlaş may ı yenileyece ğ im ve Tuleyha'ya yard ı m edeceğ im. Tanr ı adı na yemin ederim ki, müttefikimiz olan iki kabilenin peygamberine tabi olmay ı Kurey ş li Peygambere tabi olmağa tercih ederim. Hem Muhammed ölmü ş -tür.'; Tuleyha ise sağ dı r ve kavmi ona uymu ş tur""4 dedi. Sonra kabilesi ile birlikte Tuleyha'n ın yanı ba şı nda yer ald ı . Böylece Esed Gatafan ve Tayy kabileleri dinden dönüp Cahiliyye devrindeki anla ş malarım yeni-lediler

Sahte peygamberlerin ortaya ç ıkış sebeplerini genel olarak aç ıkla-dığı = zaman gösterdi ğ imiz üzere, Tuleyha'n ın ortaya ç ıkışı nda ve kuv-vetlenişinde de kabile ş eflerinin siyasi nüfuzlar ını arttırmak hevesleri, bunların, birbirleriyle ba şkalarına karşı birle ş meleri, zekât ve sadaka vergisinden kurtulmak istekleri büyük rol oynam ış tır. Peygamber'in ölümü de İ slam dinini henüz pek yeni kabul etmi ş ve henüz hazmetmemi ş

102 Caetani, a. g. e., VIII., S. 280'de Seyf bin Ömer taraf ından teyid edildiğ i için İbni Haldfm'a atfetti ğ i haberin birinci bölümünün, yani "Tuleyha Hazreti Muhammed zama-nında peygamberlik iddia etti..." sözlerinin do ğ ru, fakat ikinci bölümünün yani "Hazret-i Muhammed Drar bin ül-Ezver'i Esed'lere yollad ı tedbir ald ırtt ı" sözlerinin hususi bir maksatla sonradan uydrulmu ş olduğu ileriye sürülüyor. Halbuki Seyf haberin ikinci bölümünü de teyid etmiş tir. Mademki haberin birinci bölümünü Caatani itimada lay ık bulmuş tur, ayrıl mülâhaza ile ikinci bölümünü de kabul etmesi kaç ınılmaz bir mecburiyet iken o, Hazreti Muhammed'in şurada burada ç ıkan yalanc ı peygamberlere müsamahal ı bir gözle bakt ığı iddiasını savunabilmek için ve böylece Hazret-i Muhammed aleyhinde bir hükme varabilmek için Drar' ın onun tarafın-dan Esed'ler üzerine göndrilmi ş olmasım uydurulmu ş bir haber olarak vas ıfland ırmakta, Taberi, a. g. e., arap., III., S. 189; tür. ter., III. S. 95; ibn ül Esir - el Kamil, S 360; İ bn Haldün, İber, II, II., tekmile, S. 70'deki kayıtlara rağmen israr etmi ş tir.

103 ibn ül - Esir, el Kamil. S. 360. 104 Taberi, tür. ter., III., S. 97.

55

olan bu insanları bir ş a şkınlık ve bocalama devresine sürüklemi ş ti. Kabileler olgun ekinler gibi, kuvvetli esen rüzgar ın önünde ba ş eğ iyor-lardı .

Bu durum kar şı s ında Kuzaa'll Sinan ve D ırar bin el - Ezver, Esed'ler aras ındaki bütün di ğ er Müslüman memurlar kaç ıp Medine'ye Ebu Bekr' e geldiler. Durumu kendisine anlatt ılar. Ebu Bekr'in bu haberleri endi ş e ile de ğ il adeta memnuniyetle dinledi ğ ini Taberi (Ter. ter. III., S. 98), D ırar' ın ağ zından anlatmaktad ır. Bu s ırada Gatafan ve Esed kabileleri, mütereddit kalan Havâzin ve Kuzadlar ın elçileri, Hazreti Peygamber'in ölümünden on gün sonra Medine'ye gelip Müslümanlar' ın önemli aile-lerinin evlerine misafir oldular. Yaln ız Abbas bunlardan kimseyi mi-safir etmedi. O s ırada Ü s â m e de Suriye seferine ç ıkmış tı ve ancak k ırk gün sonra geri dönecekti. Isyan eden kabilelerin delegeleri Ebu Bekr'in huzuruna ç ıkt ıkları zaman, namaz ı kılacaklarını , fakat zekat ı vermekten-affedilmek istediklerini, dilekleri kabul edildi ğ i takdirde bir bar ış and-laş mas ı yapacaklar ını söylediler. Bu teklif bir çok sahabe taraf ından da uygun görüldü. Az kals ın elçiler maksatlar ına ereceklerdi. Fakat Ebu Bekr bu iste ğ i ş iddetle reddetti " 5 ve heyetleri geri çevirdi. Bu hususta kaynaklar men ş ei Ö m e r'e kadar dayanan, a ş ağı daki rivâyeti kayde-derler: Ömer ve di ğer Eshâb, Halife Ebu Bekr'e gidip: "B ı rak insanları , zekât vermeden namaz k ı lsı nlar; zira yüreklerine iman girseydi onu da kabul ederlerdi" dediler. Buna Ebu Bekr'in verdi ğ i cevap ş öyle olmuş -tur: "Tanrıya and içerim ki, göklerden yere dü ş mek, u ğ runda döğ üş tüğ ü bir iş i b ı rakmaktan nice daha hoş tur. Hiç böyle bir ş ey uğ runda savaş maz olur muyum?" "6 Belazfiri (Fütuh, S. 91), de ise bu nokta ş öyle aydın-lat ılmış tır: Sahabilerin yukar ı da söylediğ imiz teklifi üzerine, Ebu Bekir onlara: "Bir devenin yular ı n ı dahi eksik verseler, onlarla savaşı rım" cevab ında bulundu. Süyuti (Tarih ül - Hülefa, S. 29)'de de bu hususta ş unlar yaz ı lı dır: Ömer buna kar şı lık, Peygamberin "Ben , Tanrı dan başka bir Tanrı yok, Muhammed de onun elçisidir diyinceye kadar, onlarla savaş maya emredildim, her kimki bunu söylerse, mal ı nı ve kan ı nı benden korumu ş olur" dediğ ini hatırlatt ı . Ebu Bekr ise "Namaz ile zekât ara-s ı nda bir fark gören herkesle savaş acağ tm, çünü zekât maldan al ınan bir haktı r, Peygamber de haktan bahsetmiş tir" dedi.

Gene tekrar edelim ki, dinden dönüp ayr ıca sava ş tan da kaç ınmayan-lar dâima iktisadi gayelerle harekete geçmi ş bulunuyorlard ı .

105 Taberi, arap., III., S. 221; Es - Suyhti, Tarih ül - Hülefa, Kahire 1305, S. 29.

106 El-Hindi, Kenz ül-Ummal fi sünen il - Akval vel-Eral, M ı sır 1315, II., S. 174. Ayni

anlamda bu iddiayı destekliyen sözleri Belâzuri, Fütuh, S. a 101'de vard ır.

56

Halife ile bir anla ş maya varamayan kabile üyeleri kendi yerlerine döndiikleri zaman, kabileda ş larına Müslümanlar ın sayı s ının az olduğunu söyleyerek onları Medine üzerine ak ın etme ğe heveslendirdiler. Ebu Bekr ise bunu önceden tahmin edip Medine'lilerin Mescitte haz ır bulun-malarını , mürtedler tarafından bir hücuma maruz kalmalr ımn muhakkak olduğunu haber verdi. Bu s ırada S ül ey m kabilesi kısmen dinden dön mü ş , Hava zinier mütereddit, S ak ille r ise islâmiyette sabit kalm ış -lardı . Isyan edenler Kurey ş lilerle Ensar ars ındaki anla şmamazlığı unut-turup bunlar ın birle ş melerine sebep olacaklar ını hiç hat ırlarına getir-m,emiş lerdi.

Biraz sonra Peygamberin ş uraya buraya tâyin etti ğ i valilerden, her yerde toptan veya k ısmen irtidat ve isyan oldu ğu haberleri geldi. Müslümanlar' ın uğ radıkları felâketler dillerde dola ş maya ba ş ladı . Ebu Bekr, Hazret-i Muhammed'in yapt ığı gibi ihtilâlcileri elçilerle oyalad ı . Valilerin elçilerini yeni emirlerle geri çevirdi; ba ş ka elçiler de gönderdi. Maksadı Üsâme ordusunun geri dönece ğ i zamana kadar vakit kazan-maktı .

Ebu bekr'in ilk sava şı Abs ile Zubyiin kabilelerine kar şı oldu. Bunlar acele ile Medine üzerine yürüdükleri için Ebu Bekr, Üseime'nin dönüş ünü beklemeden bunlar ı karşı lamak mecburiyetinde kald ı . Kuzey-de bulunan Kelb ve KuzCıalılar da irtidat etmi ş lerdi. Tuleyha'mn etra-fında toplanan Tay, Esed ve Gatafanlardan pek az ı Müslüman kalmış tı . K in â ne kabilesinden baz ı ları da isyancılara kat ılmış lardı . Tuleyha ço ğalan taraftarlar ını ikiye böldü. Bunlardan bir grubu el - Abrak, bir grubu da Zu'l - Kassa'ya gönderdi ve Habbal'i de bunlara komutan tâyin etti.

Çok kısa bir zaman sonra mürtedlerin hücuma geçeceklerini anlayan Ebu Bekr, Medine yollar ını gözetlemek üzere, Ali, Zübeyr, Talha ve Abdullah bin Mesud'u gönderdi Camide topladığı halka da, isyancıların Medine'den bir merhale uzakta olduklar ını haber verdi. Bundan üç gün sonra isyanc ılar Medineye bir gece bask ın]. yaptılar. Bunu haber alan Ebu Bekr camide bulunan halk ın ba şı nda, baskım yapanlara kar şı çıktı ve onları kaçmıya mecbur etti. Ebu Bekr onlar ı , Tuleyha'nin yedek kuvvetlerinin buludu ğu yere kadar kovalad ı . Fakat bu yedek kuvvetler, hava doldurulmuş tulumları Müslümanlar' ın develerinin ayaklar ı altına yuarlayarak ürküttükleri için, develer dört nala ko ş arak Medine'ye geri döndüler. Bu çarp ış mada hiç bir Müslüman ölmemi ş tir. Isyanc ılar, Müslümanları zayıf sanarak Zu'l-Kassa'ya bulunan arkada ş larını kendi yanlarına ça ğı rdılar.

57

D. Zu'l-Kassa sava şı :

Ebu Bekir bu s ırada, bütün geceyi askerlerini nizama koymakla geçirmiş ti. Ertesi gün, gün do ğmadan hücuma geçti. Güne ş doğ arken mürtedler bozulup bir hayli adam kaybettiler. Tuleyha'n ın yeğ eni Hab-bâl de bu s ırada öldürüldü 107 . Ebu Bekr ilerleyip, Zu'l-Kassa'ya indi. Numan bin Mukarrin'i bir bölük askerle orada b ırakıp kendisi Medine'ye döndü. Bu sava ş tan Tuleyha taraftarlar ının cesareti kırıldı . Zubyânlar, Abs'ler Müslüman kalm ış olanların üzerine at ılıp çe ş itli iş kencelerle, onları öldürdüler. Ebu Bekr bunu haber al ınca, öldürülen Müslüman sayı sı kadar, belki de daha fazlas ıyla, daha ş iddetli bir tarzda kar şı taraf-tan adam öldürece ğ ine and içti. Zu'l-Kassa sava şı sonunda Müslüman-lar' ın cesaretleri artt ı . İ rtidad edenler aras ında yeniden dine dönenler ço-ğ aldı . Bunun sonucu olarak da Medine'ye her taraftan zekât, sadaka mal-ları gelme ğe ba ş ladı . Bu olayın üstünden birkaç gün geçtikten sonra iİ sâme, Suriye seferinden döndü. Ebu Bekir onu askelerle birlikte Medine' de b ırakıp kendisi Zu'l-Huhisa ve Zu'l-Kassam mevkilerine hareket etti. El - Abrak denilen yere gelince, orada Abs, Zubyân, Abdu Menat bin Kinane'lerden bir toplulukla sava ş tı ; onları da bozguna u ğ rattı . Bu ara-da Ebu Bekr'e (Ebu Fasil'e) tâbi olmay ı z diyen ş air Hutay'e de esir dü ş tü. Bundan sonra Medine'ye dönen Ebu Bekir, art ık elçi gönderme i ş ini durdurdu ve onbir birlik kurarak bunlara komutanlar tâyin edip isyan eden bölgelere yollad ı Bunlardan biri de Tuleyha üzerine giden bir birlikti ki, komutanlığı na Hâlid bin Velid tayin edilmi ş ti ı oe Halid'in elinde de öteki komutanlar ın sahip oldukları gibi, Ebu Bekir'in emirleri-ni ihtiva eden iki mektup vard ı . Seyf bin Ömer'in rivâyetine göre mek-tuplardan birinin önemli k ı sımları , aynen ş öyledir: ".... Ben size e ş i ol-mayan tek ve bir Tanr ıyı över ondan ba ş ka mâbud bulunmadığı na ve Mu-hammed'in onun kulu ve elçisi oldu ğuna tan ıklık ederim.... Tanrı elçisi dâvetini kabul ettirinceye kadar sava ş tı Muhammed ancak Tanr ı el-çisidir. Ondan önce birçok resüller gelip geçmi ş lerdir. O ölür veya öl-dürülürse, siz yüz çevirip dönecek misiniz ? Her kim yüz çevirip irtidad

107 Belözüri, arap. S. 103'de Habbâl'in daha sonra Ukkâ ş e ile Sâbit tarafından öldürülmüş olduğunu kaydetmektedir.

108 Zu'l-Kassa,Medine'nin biraz do ğusundadır. Belözüri, arap., S. 101'de Zu'l-Kassa, Medi-ne'den bir konakl ık uzakta bir yer olup Necid taraflar ındad ır, denmektedir.

109 Taberi, arap., III., S. 224'de. "Ebu Bekir, Halid'e Tuleyha'nu ı iş ini bitirdikten sonra Butah'da Malik bin Nüveyre'nin üzerine yürümesini emretmi ş ti. İkrime bin Ebu Cehil'i Müsey-lime üzerine, el-Muhacir bin Ümeyye'yi Yemen'de ç ıkan ikinci Ridde üzerine Yemen'e ve oradan Hadramavt ülkesine, Hâlid bin ül-Said bin ül-'ı s'ı Suriye'deki Hamkateyn bölgesine, 'Amr bin

Kuzaa topluluğ una, Tureyfe bin Hâeiz'i Beni Suleym kabilesi üzerine, el- ı la bin ül-Had-ramryi Bahreyn'e.... yollad ı (bk. Caetani, a. g. e., VIII., S. 273.) Bu komutanlar Zu'l-Kassa'- dan ayrılarak ellerinde Ebu Bekir'in ver(d ğ i bir mektup ve aman andi oldu ğu Mide hareket etti-ler.

58

ederse yüce Tanr ı 'ya bir zarar vermez.... Aran ı zda Muhammed'e ta- panlar varsa o ölmü ş tür. Tanrıya ibadet edenler için ise Tanr ı her vakit vard ır. Onun hiçbir orta ğı yoktur Ben sizi Tanr ı 'nın dinine s ıkı bir surette riayete ça ğı rıyorum Bana aran ı zdan bir k ısmını zın Müs- lüman olup islâm dini ile amel ettikten sonra Tanr ı 'yı aldatarak, ne yap-tığı nı bilmiyerek, ş eytan ın çağ rı sını kabul ederek, dininden dönmü ş olduğu haber verildi... Ben size Muhacir, Ensâr ve Allah' ın bir lûtfu olarak Tanr ı yoluna gidenlerden bir ordu ile falan komutan ı gönderi-yorum. Ona, Tanr ı dinine ça ğı rmadan önce, kimse ile sava şmamas ını ve kimseyi öldürmemesini... salih olanlara yard ım ını esirgememesini.. çağ rı sını kabul etmeyenlerle sava ş mas ım, onlardan ele geçirebildi ğ i kimseleri sağ b ırakmamas ını , onları ate ş le yakmasım ve her türlü i şkence ile öldürmesini... emrettim... Islâmiyeti b ırakan Tanr ı 'yı âciz b ıraka-maz.... gönderdi ğ im elçime, bu mektubumu her toplant ıda size okumas ını , ezan, okuyarak namaza ça ğı rmas ını emrettim. Ezan okumad ıkları tak-dirde onlar ı cezaya çarpt ırımz dedim Ezan okuduklar ı takdirde onlardan Müslüman olup olmad ıklarını , sorunuz, islâmiyeti ikrar etmezlerse on-ları cezaya çarpt ırımz diye emrettim...."

İkinci mektup ise do ğ rudan do ğ ruya komutanlarma emir ve tavsi-yelerini ihtiva etmekte idi. Buradan gittikleri her yerde halk ı Tanrı 'nın emirlerine dâvet etmelerini, kabul edenlerin islâmiyet'in onlar ın üzerine yüklediğ i bütün hükümleri, hak ve vazifeleri tam olarak vaktinde yerine getirmelerine önem vermeleri yaz ılı idi 1 ".

Diğer komutanlar gibi Hâlid bin Velid de Zu'-1-Kassa'dan ordu-sunun başı nda harekete geçti. O s ırada, Tuleyha ile Gatafan kabilesi baş kan ı Üyeyne bin H ısn 1 ", Buzaha suyu üzerinde bulunuyorlard ı . Es-Seri'nin Seyf'den ald ığı rivâyete göre Müslümanlar bu s ırada Esed kabilesinden birini yakalay ıp Hâlid'in yanına getirmi ş lerdi. Hâlid ona: "Bize onun hakkında bilgi ver. O size neler söylüyor ?" diye sordu. Yakalanan Esed'li Tuleyha'n ın kendisine ş öyle bir âyet inmiş olduğunu iddia etti ğ ini söyledi: "Güvercin ve dâima oruçlu olan ku ş adı na andiçerim ki, Tanr ı sizin bu ülkeleri y ı llarca koruyacağı nız ı mülk ve devletinizin, Şam ve Irak'a kadar uzanacağı nı temin etmi ş tir" (Taberi, Tür. ter.,III., S. 103).

Yukarıda Tuleyha'nın âyet diye iddia etti ğ i sözler, onun halk ı nasıl kandırdığı na bir misâl te şkil etti ğ i gibi, gene onun ş ahsi hırs ve emelleri-

110 Taberi, türk., III., S. 81 - 88; El - Hindi, a. g. e., IL, S. 174. 111 Yakut, Mu'cem ül-Buldân, Mı sır 1906, II., S. 160 - l'de, Buzaha'nm Necid arazisinde

Tayy a ş iretine ait bir su oldu ğunu söyler. Ş eybanl ı Ebu Ömer'e dayamld ığı takdirde: Beni Esed'e ait bir su olduğunu ve Tuleyha ile Hâlid aras ında büyük bir sava ş olduğunu kaul etmek gere-kir. Belâzüri, S. 103'de, Esed kabilesinin bir suyudur diyor.

59

nin ne kadar geni ş ve kolay tatmin edilemez oldu ğunu açıkça göstermek-tedir.

Hâlid yolu üzerindeki kabileleri kah tehdit, kah dostluk yoluyla kendisine yard ım etme ğe mecbur k ılarak ilerledi. Bu cümleden olarak Adi bin H âtim 'in T ayy ve C e dileleri islaml ığ a kazanm ış olmas ı baş ta sayılmak gerekir. K elb rnin rivayetine göre Hâlid Mürted'lere yakla ş tığı s ırada, ke ş if yapt ırmak üzere Ükk a ş e bin Mihs an ile Sabit bin Ekran' ı yolladı . Bunlar yolda Tuleyha ile karde ş i Se-

leme'ye rastladılar ve onlar ın ani hücumu ile ş ehid edildiler 112 Gamr halkı Buz aha'ya s ığı ndıktan sonra Tuleyha onlara "Sizlerin bir taş de-

ğ irmen yapman ız bana emredildi; Tanrı onunla istediğ i kimseleri vuracak ve yukardan aş ağıya yuvarlanacak olan kimseler onun üzerine fı rlıyacak-lardı r" dedi. Her halde Tuleyha bu sözleriyle, üstünlüklerini kaybede-ce ğ ini umduğu Müslüman askerlerini kastetmektedir. Tuleyha yan ında Gatafan kabilesinden Harice bin H ı sn ül - Fezari ve Manzur bin Zuby an ül - F e z ari bulunduğu halde Hâlid'in ordusu ile kar şı -la ş tı . Hâlid geldi ğ i zaman, o deriden çat ılmış bir evde Ashab ı ile birlikte oturuyordu. Hâlid onlara: "Söyleyin Tuleyha ç ık ıp bana gelsin" dedi. Tuleyha'mn adamlar ı ise: "Peygamberi küçültme, Tuleyha de ğ il Talha' dır" dediler. Biraz sonra o çad ırından ç ıkıp geldi. Hâlid ona: "Helifemizin öğ üdü ş udur ki: seni Tanrı 'nın birliğ ine ve Muhammed'in onun kulu ve elçisi olduğ unu tasdik etmeğ e çağı rıyor" dedi. Tuleyha da ona: "Ey Hâlid! Bir Tanrı 'dan baş ka Tanrı olmadığı nı , kendimin de Tanr ı 'nı n resâlü olduğ unu bilip bildiririm" °". dedi. Bu cevab ı alan Hâlid askerine hücum emri verip sava ş a ba ş lad ı . Müslümanlar mürtedleri fena halde s ıkış -tırdılar. Bir ara komutanlardan F e z 'al- eli Vy e yne bin H ı sn, Tuley-ha'nın yanına gelerek, sana Cebrail geldi mi? diye sordu. Sava ş ta durum o kadar kötüle ş ti ki, Üyeyne her halde böylece Tuleyha'n ın güya peygam-berliğ inden ve kehanetinden bir kuvvet almak istiyordu. Tuleyha ona: "Hayı r gelmedi" diye cevap verince tekrar sava ş meydan ına döndü; fakat sava ş maktan yorulup tekrar onun yan ına geldi: "Tanrı seni baş -

kası nın yardı m ı na muhtaç eylemesin; ben yan ı ndan ayrı ldıktan sonra Cebrail geldi mi?" diye sordu. Tuleyha gene gelmedi ğ ini söyledi Uyeyne üçüncü geli ş inde Tuleyha ona: "Senin de onunki gibi bir değ irmen taşı n

112 Ihtimal Tuleyha ile Seleme yalnız değ illerdi, çünkü Taberi'de bunların aralarındaki ufak tefek muahavere ve hareket tarzlar ı teferruati ile anlat ılmış tır. Her hâlde bunları gören bir başkası olmali , bk., Ibni,Sâ'd, Tabakat, III., I., S. 64 /5; Belâzürl, arap. S. 103: Taberi, arap., III., S. 227 v. öt.; Mirhond, a. g. e., II., S. 222 v. öt.

113 Beyhaki, Kitab ül - Mehâsin vel-Mesavi, F. Schevalli yay ım, 1902 S. 32 - 34; Hâlid'in ezan okunan yerlerin halk ına dokunmadığı . ezan okunmıyan yerlere hücum etti ğ i İbni Sâ'd'da yazıhdır.

60

var, senin de unutam ıyacağı n sözlerin var, diye söyledi" dedi; Üyeyne:

"Tanrı onun yak ı n bir zamanda halk arası nda bir hikâye konusu te şkil edeceğ ini bilmi ş olacaktı r. Ey Fezâre oğulları bu böyledir; geriye dönünüz, Tuleyha yalanc ıdı r" dedi ve F e z â r e 1 il eri al ıp çekildi. İ bni İ s h ak'dan (Taberi, III, 231 - 232) al ınan bu rivâyetin daha birçok de ğ iş ik ş ekillerine tesadüf etmek mümkündür. Meselâ B eyh aki (Kitab ül - Mehâsin, 32 - 34): Tuleyha güya vahiy bekler gibi harmanisinin içine büzülmü ş bir halde dururken Uyeyne ona "Cebrâil gelmedi mi ?" diye sorar. 0 da "Henüz gelmedi" cevab ı nı verir Üyeyne "Ocağı n sönsiin" diyerek onun örtüsünü çeker. Tuleyha bundan h ızar, "Allah lâyığı nı versin, bu peygam-berlik icabıdır" deyip oturur. Üyeyne "Sana ne söyledi" diye gene sorar. Tuleyha bu defa "Muhakkak sana (göğ ün) değ irmeni gibi bir değ irmen var, bir de iş var ki, unutma onu dendi" cevab ını ve-rir. Üyeyne " Ş üphesiz yüce Tanr ı senin başı na unutmıyacağı n bir iş gele-ceğ ini bildi" der ve onun yalanc ı olduğunu ilân eder.

İ bni H alchin' ( İber, II., S. 71) da, Tuleyha "Evet geldi, gök değ ir-meni gibi bir değ irmenin vardı r ve unutm ıyacağı n sözü vardır âyetini ge-tirdi" diye cevap verdi.

Belâzûri bu noktay ı ş öyle açıklamaktad ı r: 2" Tuleyha "Evet geldi, ve ş unu söyledi: Senin de onunkine benzer bir de ğ irmen taşı n var" dedi. Üyeyne cevap olarak "Valla/y ı senin unutm ıyacağı n bir günün olacaktır" dedi.

Yakut (Mu'cem ül - Buldân, II. S. 160 - 161)'da: Üyeyne İslâm k ı lı çları nı n kendi askerlerini doğ radığı nt görünce Tuleyha'ya ko ş up dedi ki, "Ebu Fasil'in neler yaptığı nı görüyor musun? Zu'n-Nün sana bir ş ey dedi mi ?" Tuleyha "Evet" dedi "sen öyle bir gün göreceksin ki, başı senin olmayacak, fakat sonu senin olacakt ı r ve Halid'in orduları senin orduları nı nası l öğ üteceklerse, sen de onun ordusunu bir değ irmen taşı gibi öğ üteceksin ve hiç unutm ıyacağı n bir yaka ile karşı laş acaksın" diye cevap verdi.

İ bn ül - Esir'de ((Üsd ül - Gâbe, III. 65) Üyeyne üçüncü defa Cebrâil'in bir şey söyleyip söylemedi ğ ini sorunca, Tuleyha gene "Hayır" cevab ını verdi. O zaman Üyeyne ona "Cibril seni kendisine en muhtaç olduğun bir zamanda bı raktı" dedi. O zaman Tuleyha " Ş erefiniz için döğ ilş ünüz, yoksa ortada din falan yok" diye cevap verdi. İ bn ül-Esir' in bu kaydı daha sonra görülece ğ i üzere Müseylime için de söylenmi ş bir sözü pek andırmaktadır. Tuleyha'n ı n "ortada din falan yoktur" sözü-nü böyle nâzik bi zamanda söylemesi bizzat Tuleyha'n ın ş ahsi için her halde pek tehlikeli olaca ğı ndan, onun böyle bir söz söylemi ş olmasını

61

ş üphe ile kar şı lamamı z gerekmektedir. Tuleyha'n ın etrafındakilerin onu Peygamber de ğ ilse bile bir kâhin olarak kabul ettikleri muhakkakt ır ve bir kahin de olsa kendilerini aldatmas ını elbette ho ş görmeyecek olan Araplara onun böyle bir söz söylemesi tabiatiyle imkans ı zdı r.

Zehebî Tecrid'inde (S. 299) İ b n ül - E sir 'in söylediklerini aynen tekrar etmektedir.

Mirhond'da (Ravzat us - Safa, II., S. 222): Tuleyha, Üyeyne'ye üçüncü geli ş inde ş öyle söyledi: "Cebrâil geldi. Senin ümidin Halid'in ümidi ile ayd ı nlanmaz ve aran ızda bir vaziyet var ki onu unutmamal ı". tlyeyne: "Allaha kasem ederim ki, yak ı n bir zamanda sana bir hâl gelecek. Bu asla senin hatı rı ndan çıkm ıyacak" dedi. Mirhond ba ş ka bir rivâyete dayanarak, Üyeyne islâmlar' ın savaşı kazanacaklarm ı anlayınca gay-retten âciz kal ıp kaçmaya yüz tuttu. O zaman Tuleyha kendisine "Ne-reye gidiyorsun?" diye sordu. Üyeyne, "Bizim cenk nöbetimiz sona er-di. Cebrâil'e de ki, elini muharebe kolundan dış arı çıkarsı n! Art ık nöbet onundur". Bu nokta üzerine Muir (Annal of the early Califate, S. 25) Tuleyha'nın sözlerini "başı na onun gibi bir boyunduruk geçecek ve öyle bir iş gelecek ki, sen onu unutm ıyacaks ı n" ş eklinde kaydediyor.

Yukarı dan beri zikretti ğ imiz kaynakların hiçbirinde bu boyunduruk sözüne rast gelmedik. Çe ş itli kayank ve tetkiklerde gene çe ş itli ş ekillerini kaydetti ğ imiz "de ğ irmen ta şı " mecâzi sözünün hakiki m,ânıas ını an-lamak biraz güç olmakla beraber, elimizde baz ı anahtarlar var ki, bun-larla bilmeceye pek benzeyen Tuleyha'n ın imas ı açıklanabilir. Bir kere, "de ğ irmen t a şı " mecâzi sözünün islami devirlerde olsun, ondan çok önce olsun, nas ıl bir anlama geldi ğ ini ara ş tırmamı z gerekir. M ar cus İ n cil'nde buna dair ş öyle bir âyet vard ır (IX., 42): "Her kim bana iman eden bu küçüklerden birini sürçtürürse, boynuna büyük bir değ irmen taşı takı lıp denize at ı lması kendisine daha iyidir". Tuleyha'nın halka güya ilahi bir emirmi ş gibi anlatt ığı , biraz önce bahsetti ğ imiz, "Sizlerin bir taş değ irmen yapman ız bana emredildi, Tanrı onunla istediğ i kimseleri vura-cak " sözünün de İ s a'dan beri, belki de daha önceki devirlerdenberi değ irmen ta şı nın Önasya'da bir ceza arac ı anlamı ta şı dığı nı ifade etmek-tedir. Ş imdi bu tâbiri cümlenin içinde ara ş tıracak olursak: B ela z ûri, T ab eri, İ bni H al d 'ün "Senin de bir değ irmen taşı n..." demekle, de ğ ir-men ta şı na Uyeyneyi sahip olacakmış gibi göstermektedirler. O halde de ğ irmen ta şı kimin elindeyse, kuvvet, iktidar ondad ır, anlam ı çıkmakta-dır. Yakut'da, Tuleyha, Üyeyne'ye sava şı n sonucu hakk ında cesaret vermektedir. Beyhaki'de ise bu husus aç ık değ ildir. Bu dört de ğ erli tarihçinin ve mant ığı mı zın bize gösterdi ğ i yolda yürüyecek olursak,

62

Tuleyha'nın bu güya ayet olan sözü, kumandan ı olan Üyeyne'ye s ırf bir cesaret vermek için söyledi ğ i kanaatine var ım. Aksi halde en nazik bir anda müttefiki olan Fezareliler'in komutan ını kızdırmak amacıyla-Muir'in kabul etti ğ i gibi, senin de boynuna bir boyunduruk geçecek veya ezileceksin anlamına — söz söylemesi tamamiyle menfaatine ayk ırı olurdu. Halid'in kuvvetlerinin üstünlü ğü kar şı sında zayıf imanlı mürted Üyeyne, Tuleyha'y ı da yarı yolda b ırakmış , yediyüz süvarisi ile birlik-te çekilip Bitmi ş tir. Bunun üzerine Tuleyha'n ın taraftarlar ı , Tuleyha'ya gelip "Bize ne emrediyorsun" diye sorunca, o, daha önceden haz ırladığı bineklere e ş i Nevv ar ile birlikte atlayarak kaçmaya haz ırlandı ve bu arada, "Elinden gelen herkes benim gibi yaps ı n' kendisini ve ailesini kur-tarsı n" diye cevap verdi.

Böylece kurtulu ş u kaçmakta bulan Tuleyha Ş am'a geldi. Arkada bıraktığı Süleym, H av azin ve Âmir kabileleri yeniden dine dönüp, af dileyip, islamiyet'in, malları ve ş ahısları hakkındaki hüküm ve emir-lerine ba ş e ğdiler 114.

Vakidrnin beyanına göre Halid, Üyeyne'yi de esir alm ış tı ve öldür-mek istiyordu. Fakat Halid'in bir akrabas ı onu bu fikirden yaz geçirdi ise de, Tuleyha'n ın annesinin intihar ını önliyemediler. Ona Müslüman olmas ı teklif edilmi ş ti. o bu teklifi kabul etmeyip bir ş iir söyliyerek Halid'in daha önceden haz ırlattığı ate ş lerden birine kendini at ıvermiş tii" Halid'in bazı esirleri ate ş te yakt ığı rdığı rivâyeti do ğ ru ise, bunun mühim bir sebebi olmand ır. Esed ve Havazinlerden baz ı kimselerin Peygamber' in aleyhinde sarfettikleri bir tak ım sözlerin buna sebep te şkil ettiğ i İ bni Hub e y ş tarafından ifade edilmi ş tir. Taberi'de de baz ı esirlerin ate ş te yakıldıkları , bazdar ımn okla vurulduğu v. s. anlat ılmakta, fakat bunların daha önce Müslümanları aynı ş ekilde öldürenler oldukları da açıklanmaktad ır.

Buz aha olay ından sonra Tuleyha, Beyhaki'ye göre (Kitb ül - Me-hasin, 32 - 34) Ş am'a gitti , "Ş eytanı onu bırakmadı "; Ebu Bekir ölün-ceye kadar Gassanl ılardan C e fn e o ğullarımn yamnda kald ı . İ bni H al-d -an (Kitab ül - İber, II., S. 71) Tuleyha'nın kaçıp Kelp kabilesine sa-

114 Belâzûri, arap., S. 103'de biraz daha de ğ işik bir kayı t vard ır: "Tuleyha ise çadırma kaçt ı yıkandı ; sonra çıkıp atına bindi Mekke'ye do ğ ru gitti. Sonra Medine'ye gelerek Müslüman oldu. Denildiğ ine göre, Tuleyha Suriye'ye gitmi ş orada Müslümanlar kendisini yakalay ıp Medine'ye göndermi ş ler,bundan sonra Müslüman olmu ş tur."Belözûrrdeki bu de ğ iş ik haberleri miinaka ş asız kabul etmek imk âns ı zdır. Bir kere öyle bir sava ş ve bozgun s ırasmda, Tuleyha' ınn yıkan-ması vakit kaybetmesi demek olaca ğı ndan, kaçmaya niyetli bir adamet yapmayaca ğı bir iş tir. Ayrı ca kendisinin do ğrudan do ğ ruruya Medine'ye gitmesi de onun için tehlikeli olaca ğı ndan, Ş am'a gitmi ş olması daha do ğ ru bir ihtimaldir. Mamafih Yâkut, Belâzûrrnin verdi ğ i bilgiyi, kelimesi kelimesine, tekrar etmi ştir (Yâkut, Mucem ül-Buldân II., S. 160 v. öt.)

115 Caetani, a. g. e., VIII., S. 306.

63

ğı ndığı nı sonra Müslüman oldu ğu, Ömer zaman ında Umre için Mek-ke'ye gitti ğ ini zikreder. Süleyman Ned vi (Asr- ı Saadet, VI., S. 81) onun ilk olarak Ömer'e biat etti ğ ini daha doğ ru bulmu ş , Ebu Bekir ya ş adığı müddetçe de Kelb kabilesi yan ında misafir kald ığı nı kabul etmi ş tir. T ab errye gelince (III. S. 232, Tür. ter., III., S. 104), o da Tuleyha'nın Kelb kabilesine s ığı ndığı nı , fakat Umre Hacc ına, İbni Haldûn ve İbn ül - Esir'in yazd ıkları gibi Ömer zaman ında de ğ il, Ebu Bekir zamanında gittiğ ini yazmaktad ır. Hatta Ebu Bekir'e, "İş te Tu-leyha! Yakalat ı nız!" dedikleri zaman, o "Onu serbest bı rakı n; Tanrı onu doğ ru yola sevketti, Müslüman oldu. Onu ne yapay ı m" diye cevap vermi ş -tir.

Ebu Bekir'in ölümü ve Ömer'in ba ş a geçmesi üzerine, Tuleyha biat etmek için Medine'ye geldi. O zaman, Ömer ona: "Sen Ukkâ ş e ile Sübit' in kaatilisin. Seni hiç sevmiyece ğ im" dedi. Tuleyha: "Ey Müminlerin emiri, Allah' ı n benim elimle ş ereflendirdiğ i ve beni onları n elleriyle küçült-mediğ i bu iki adama neden bu kadar önem veriyorsun?" diye cevap verdi. Bunun üzerine Ömer biat ı kabul edip ona : "Ey aldatı cı ! Hilekör! Kühinliğ inden ne kaldı bakalı m" diye sordu. Tuleyha bu soru kar şı sında mahçup olarak: "Onlar bir çift ciğ erden çıkan bir iki nefesten ba şka bir ş ey değ ildi" diye mukabelede bulundu 116.

E. Tuleyha Müslüman askeri:

Bundan sonraki askeri hayat ı uzun ve methe layik olan Tuleyha, Esedlerden kurulmu ş olan kuvvetlerin ba şı nda oldu ğu halde, K ad i-s iye sava şı na kat ıldı . Celala'ya Müslüman piyadesini sevketti. Nih a- v en d zaferi onun hücum plan ı ile kazan ıldı Onun de ğerli bir sava ş çı olup bin süvariye e ş it sayılabilece ğ i iddia edildiğ i halde, kısa süren âsi-lik hayat ı göz önünde tutulursa ş ef olma kabiliyetinin, ş airlik, hatiplik vas ıfları yanında çok zay ıf olduğu meydana ç ıkmaktadır. Esasen bunu İ bn ül - Esir'in şu mühim kaydından dan 7 anlamaktayı z: "Ömer bin Hattâb, Numan bin Mukarrin'e ş öyle yazm ış tı : Savaş iş lerinde Tuleyha ile Amr bin Ma'dikerib' den istifade et. Onlara dan ış ; fakat onla-ra hiçbir komutanlık verme. Her i ş çi kendi i ş ini daha iyi bilir".

116 Belâzûri'de (arap. S. 101) bu cihet ş öylece aç ıklanmış tır "Ömer bin Hattab, Tuleyha'ya

demi ş tir ki,sen Allah ad ına yalan söyledin. Sana vahiy indirildi ğ ini iddia ettin. Tuleyha ona, Ey

Emir ül-Miiminin , Bu i ş , küfrün fitnelerinden biriydi. Islâmiyet bunlar ın hepsini ortadan kald ırdı .

Bunun için sorumlu tutulmamally ım. Bu cevap kar şı sında Ömer sustu. Bu bilgi Yâkut, Mu'cem

ül-Buldan, II., S. 160 - 161'de de aynen vard ır. 117 İ bn rsd ül-Gâbe, III. S. 65 Höhnerbach, a. g. e., S. 46.

64

Tuleyha'nın Kadisiye ve Nihavend sava ş larındaki büyük ba ş arı -

larından Vak ı di, Vesime ve S eyf bahsetmektedirler 118 . Kadisiye sava şı nda Tuleyha dü ş man ordugahma yaln ız başı na giderek bir çad ırın iplerini kesip üç at kaç ırdı . Takip edenleri k ıhçtan geçirdi; bir adam ı da esir olarak beraberinde getirdi. Nihavend sava şı nın islamlar için çok tehlikeli anlar ında ke şfe ç ıkmak vazifesi gene Tuleyha'ya verilmi ş ti. Beni Esed'in eski peygamberi olan Tuleyha bu vazifesinden dönmekte o derece gecikmi ş ti ki, askerler meraklanarak aralar ında, "Yoksa Tuley-ha gene mi dinden döndü?" diye söylenme ğe baş ladılar. Bu sebepten Tuleyha dönünce, tekbir sedalar ı yükseldi. Bunun duyan Tuleyha, ken-disi yokken ortaya ç ıkan kanaatten haberdar olup "Tanrıya and içerim ki, aramızda din bağı olmay ıp da sadece Araplık bağı olsaydı , gene ş u Farslara katı lmazd ı m" diye cevap vermi ş ti '"

Genel olarak onun H. 21 y ılında öldüğü söylenirse de, H. 24 yı lında onu 500 Müslüman askeri ile birlikte Kaz vi n'i savunurken görüyoruz. Böylece ölüm y ı lı şüpheli kahyor. H. 21 yı lı Halid'in, Numan bin Mukar-rir'in, Amr bin Ma'dikerib'in ölüm yı lları olarak gösterilir "°

F. Tuleyha'nm doktrini:

Tuleyha'nın doktrini hakkında elimizde pek az bilgi var. O, bir pey-gamberden çok bir kahin gibi ortaya ç ıkmakta ve vahiy diye söyledi ğ i sözlerden birkaçı o zamanki hadiselerle ilgili arzular ını ifade etmektedir. Her kâhin gibi, kısa ve secili konu ş an Tuleyha'da hiç bir dini sistem görülmemektedir. O, günümüzde bile e ş ine pek çok rastlanabilen parap-sikolojik kuvvetlere sâhip insanlardan biridir.

Onun Cebrail yahut Zu'n-Nun adli bir melekten aldığı nı iddia etti-ğ i vahiyleri hakkında da az ş ey bilmekteyiz. Bunlardan birisi, yukarda açıkladığı mız:

Taberi, Kahire 1939, c. II s. 489.

"Güvercin ve her zaman oruçlu olan ku ş üzerine yemin ederek, Esedlerin Ş am ve Irak topraklar ını fethedeceklerine" dair olan sözleri-dir. İkincisi, bir gün Tuleyha:

.15.1 iş ) 1

118 Höhnerbach, a. g. e., 46. 119 Taberi arap., IV., S. 240; Muir, a. g. e., S. 257. 120 İ bni Haldim, İ ber, II., tekmile. S. 71; İbn ül - Esir, tsd ül-Gnbe, III., S. 65; Mirhond,

a. g. e. II., S. 222; Muir, a. g. e., S. 256 v. öt.; Vacca, Encuyelopedie de l' İ slam, IV., S. 874.

65

121 yâni "Birkaç fersah öteye giderseniz su bulursunuz" demesi ve gerçekten orada az miktarda su bulunmas ı , birtakım Araplar' ı Tuleyha'-nin peygamber oldu ğu inancına sevketmi ş tir Zamanımızda da, nerede su veya baz ı mâdenlerin bulundu ğunu bilen genç ihtiyar birçok insanlar vard ır. Üçüncü mircize gösteri ş ine gelince: Hâlid, Medine'den ç ıkıp Tu-leyha'nın üzerine yöneldi ğ i zaman Tuleyha halka "Al ı nları akı tmalı , ayakları sekili atlara binen insanları n kendilerine doğ ru geldiklerini" haber verdi. Gönderilen öncüler, bunlara tesadüf ettiler, tarife tamamiyle uygun olduklar ına gördüler. Beyhaki burada, Üyeyne'nin önceden casus-ları vasıtasiyle gelenler hakk ında haber al ıp bunu hemen Tuleyha'ya bildirdiğ ini ileri sürmektedir 122

Tuleyha'nın ibadet hakk ındaki tavsiyeleriyle ilgili olarak Yâkut'da ş öyle bir kayda rasthyoruz:

Allah ı ayakta zikrediniz; Allah ı n, yüzünüzü topraklara sürmenizle ve secde ederken ald ığı nız çirkin ş ekille ne i ş i var 123

Baz ı tarihçiler Tuleyha'n ın peygamberli ğ inin, halkı namaz ve oruç-tan muaf tuttu ğu, zinayı da mubah kı ldığı ve bunun gibi ş eytant iş lerde kolaylık gösterdiğ i için kabileda ş ları tarafından kolayca kabul edildi ğ ini kaydetmi ş lerdir 124

Cahiliyye devrinde belli günlerde veya mühim te ş ebbüslerden önce putlarını hat ırlayıp ziyaret ve onlara ibadet eden Araplar'', henüz pek yeni olan İ slam dininin, her gün be ş vakit namaz ı ş art kılan sıkı kaidele-rinden kurtaran yeni bir peygamber, sahte de olsa, bu toplum içinde ko-layca taraftar kazanabilirdi. Ancak peygamberlik iddia eden bir kim-senin zinayı mubah kılaca ğı nı kabul etmek biraz güçtür. Bu itibarla yu-karı daki iddiaları ileri sürerken tarihçilerin, sahte peygamberlere kar şı duymu ş oldukları kı zgınlıktan ötürü, objektif davranamam ış oldukların ı hesaba katmak yerinde olur. Kaynaklar, Esved'in mele ğ ine olduğu gibi, Tuleyha'n ın Z u 'n- N u rı adlı mele ğ ine de ş eytan demekte, olaylar ı hakikata uygun bir ş ekilde anlat ırken, onların sahte olduklar ını belirte-bilmek için, zaman zaman hakikat yolundan sapmaktad ırlar. Hattâ

121 Eyyub Sabri, Mahmud üs-Siyer, S. 476 v. öt. 122 Beyhaki, a. g. e., S. 32 v. öt. 123 Yâkut, a. g. e., II., S. 161; Muir, a. g. e., S. 22 v. öt. Belazûri, Futuh M ı sır 1932, s. 106 124 Mirhond, a. g. e., II., S. 222.

66

bunu bazen Tab e ri ve Mirhond gibi tarihçilerde bile mü ş ahede et-mek mümkündür.

Yukarıdan beri söylenenler göz önüne getirilirse T ul e yh a'n ın paien kabile ş efi tipini tam bir ş ekilde canland ırdığı , ayrıca kâhinlik, ş airlik ve sava ş çı lık vas ıflarına da sahip olduğu için müttefikler buldu ğu, fakat Üyeyne'nin Fezarelileri al ıp çekilmesi yüzünden, kurmak istedi ğ i

siyasi otoriteyi kuramad ığı anla şı lmaktadı r.

Tuleyha'mn sava ş ta yenilmesi üzerine, dinden dönen o civardaki Es e d, Gata fan gibi kabilelerin mensuplar ının gerekti ğ inden fazla vergiyi hemen H âli d'e veya Ebu Bekir'e götürüp teslim ettiklerini görüyoruz. Ayr ı ca bunların vergiyi ödememi ş olmayı , haisislikleriyle izah etmeleri, onların Tuleyha'ya ba ğ lıhklarının din yoluyla olmayıp iktisadi yolla olduğunu bir kere daha göstermektedir ( İbni Hubey ş , bk. Caetani, VIII. S. 312).

G. Netice:

Görülüyor ki, Tuleyha hakiki bir peygamber de ğ ildir. E ğer hakiki bir peygamber olsayd ı her ş eyden önce, yeniden islâmiyet'i kabul et-mez ve islâmiyet uğ runda hayat ını tehlikelere atmazd ı . Onun çok iman-lı bir Müslüman olarak Iran sava ş larında nas ıl fedakârl ıklarda bulundu-ğunu biraz önce anlatm ş bulunuyoruz. O, sadece Hazret-i Muhammed'in hastalanmas ından ve sonra ölümünden istifade ederek Kurey ş hâkimi-yetinden kurtulmak ve kabile otoritesini yeniden tesis etmek, ayr ı ca Haz-reti Muhammed gibi ba ş ka ülkeleri ( Ş am ve Irak gibi) kendine ba ğ lamak hevesinde, oldukça kuvvetli bir kabile ş efi ve iyi bir asker olmaktan ileri geçememi ş , siyasi bir maceraperestti. Siyasi nufuzu gibi bildirdi ğ ini iddia ettiğ i dini de tarihte hiçbir iz b ırakmadan kaybolup gitmi ş tir.

67

3. SECAR

Islam tarihinde görülen ilk yalanc ı peygamberlerden üçüncüsü olan S e c ah, ne E sve d gibi önemli topraklar ı eline geçirme ğe muvaffak olmuş bir komutan, ne de ileride görece ğ imiz Müseylime gibi Kurey ş hâkimiyetini tan ımamak davas ı uğ runda hayat ını fedaya raz ı gelmiş bir idealisttir. Fakat gene de tarihe malolmu ş , ilgi çeken bir ş ahsiyettir; çünkü Secah Arabistan gibi bir bölgede, hâkimiyet yolunda ortaya at ı l-mış bir kad ı nd ı r ve onun hayat ı Yem âme'nin ba şkanı yalanc ı Mü s eylime'rlin hayatı ile pek s ıkı bir ş ekilde ilgilidir.

Aslen Mezop ot amyal ı olan S e c ah, sadece peygamberlik iddia-s ında bulunmakla kalmamış , mensup olduğu büyük kabilenin önemli erkeklerini, davas ına i ş tirak ettirerek önce Ribab'lara ve Medine üzeri-ne sefer açmak istemi ş . Ribab'lar onu yenilgiye u ğ rat ınca Ye ıntime üzerine yürümü ş tür. Arabistan gibi bir bölgede, bir kad ının bu derece kuvvet ve nüfuz elde etmesi, hattâ peygamber oldu ğunu iddia ederek bir takım insanları , samimi bir inançla olmasa bile arkas ından sürükleme-

si hayretle kar şı lanacak bir olay gibi görünmekte ise de, tarih bize bunun daha önceki devirlerde mevcut örneklerini vermektedir: Kuzey Arabis-tan'da Zebibilerin ve ,Şemsnerin melikelerinin bulundu ğunu Hor-s ab ad paralarından öğ rendiğ imiz gibi, Tedmür'deki Arap melikesi Z enobiya da konumuz için güzel bir örnek te şkil etmektedir. Hatta bu sonuncusunun Roma imparatoru Aurelianus ile sava ş acak dere-cede cesaret sahibi oldu ğu da anlat ılmaktad ırus.

Secâh da di ğ er yalancı peygamberler gibi, peygamberlik iddias ına ba ş lamadan önce bir kâhindi. Mes'adi (Müruc üz - Zeheb, IV., S. 199)

125 Caetani, a. g. e., VIII., S. 347. Ayni konuda Islâm tarihine daha yak ın bir misal ver-mek gerekirse: Peygamber'in dedesi Abdül Muttalib Zemzem kuyusunu bulup temizleyince Kurey ş liler ona Sikaye (Kâbede su da ğı tımı işi) vazifesini kendisleriyle payla ş ması gerektiğ ini söylemi ş ler, o ise buna r ıza göstermemi ş , o zaman i ş i bir hakeme havale etmek gerekmi ş ve Ku-rey ş liler, Suriye'de ya şı yan Sa'd-u Huzeyme kabilesinin kühinesini hakem olarak seçmeyi teklif etmiş ler; Abdül Muttalib de bu teklifi memnuniyetle kabul etmi ş ....

68

onun Satih, İ bni Selma, el - Me'mun el - Harisi ve 'Amr gibi bir kâhin olduğunu kabul ediyor.

Beni T emim gibi çok geni ş bir kabileye mensup bulunan S e c ah' ın son derece güzel ve secili sözler söylemesi ve kâhine olmas ı kabilesi için-de ona üstün bir durum teminine yard ım etmi ş tir. Hazret -i Muham-med'in ölümü haberi büyük Temim kabilesi içinde baz ı rakabetlerin ve Ridde'nin do ğmas ına sebep olunca. Secâh bundan istifade etmek mak-sadiyle H azret Muhammed'i taklid ederek, kendi peygamerli ğ ini iddiaya ba ş ladı . Çok eski devirlerdenberi Temim kabilesi birçok kollara ayrılmış bir halde Yem âme ile F ırat - Dicle aras ındaki meralara yay ıl-mış tı . Bu kabilenin baz ı kolları Hristiyanl ığı kabul etmiş olduğu halde, büyük kı smı putperest kalraar tercih etmi ş lerdi.

Hu de yb iy e bar ış andla ş mas ı ile, kurulmakta olan yeni İ slam devletinin Kurey ş liler tarafından tanınmas ı üzerine, Arap kabileleri Hazret -i Muh amme d' e temsilci heyetleri gönderme ğe ba ş lamış -lardı . Hudeybiye'den beri fiili olarak tan ınan bu İ slam siyasi varlığı , Mekke'nin fethedilmesi üzerine tam bir devlet halinde kendisini göste-rince , Arabistan' ın bütün kabilleri heyetler göndererek, Medine hükü-metine bağ lı lıklarını bildirdiler. İş te bunun için bu yıla "Senet ül- Vüfud" denilmektedir ki, bu Hicretin 9. y ı lıdır (bk. Sahih-i Buhari, Tür. ter., X., S. 400). Gene bu y ılda yukar ı da bahis konusu olan Beni Temim'in temsilcileri, Hazret Muhamme d'e gelip islâmiyet'i kabul ederek, kendi memleketlerine dönmü ş lerdi. Buhari 126 Beni Temim'den Medine-ye gelenlerin 70 - 80 ki ş i olduklarını kaydettikten sonra, İbni İ shak'a dayanarak, içlerinde e ş raftan şunlar vard ı diyor: K a'ka'a bin Ma'b e d, Utârid bin Hacib, İ kra' bin Hâbis, Zibrikan bin Bedr, Amr bin el - E ht em (el - Ehsem diye yaz ılmış tır). H amma d bin Yezid, Nuaym bin Yezid, Kays bin ks ı m, İlyeyne bin H ı sn. Bunlar bir ö ğ le sı cağı nda Medine'ye gelmi ş ler ve hüşunetle: "Ya Muhammed bize ç ıksana!" diye ba ğı rmış lardır. Bunun üzerine Kur'anın (XLIX., 4 - 5) "Ke şke sen onlara çık ı ncaya kadar sabretselerdi; sana hücrelerin gerisinde bağı ranlar ş üphesiz ak ı lları ermeyen kimselerdi!" âyetinin geldi ğ i, sonra bunlar ın islâmiyet'i kabul ettikleri, Peygamber'-in onları affetti ğ i ve baz ı hediyelerle taltif etti ğ i gene Buhari tarafından ayni sahifede bildirilmektedir.

Hazret-i Muhammed, beni Temim'in ileri gelenlerinden biraz önce adlarını yazdığı mı z bazılarını vergi amili ve vali olarak kendi kabilelri üzerine tâyin etmi ş ti. Fakat 11. yılda birçok kabile ş efleri Peygamber'in

126 Buhart, Tecrid-i Sarih, X., S. 400.

69

ölümünü, onun eserlerinin de sonu zannettiler ve vegileri toplad ıkları halde , teslim etmediler; yeniden halka da ğı tt ılar. Bu arada İ slam'a sadık kalanlar da oldu. Bu iki zihniyet aras ında ciddi rekabetlerin bulunmas ı ve Secah' ın tam bu s ırada ortaya ç ıkmas ı , bu rekabetlerin yer yer sava ş haline irıkilap etmesine sebep oldu.

Bu durumu parlak bir ışı k alt ında takip edebilmek için Temim kabilesinin kollarını ve bunlar ın ş eflerini tan ımak gerekir. Seyf'e göre 127 Temimler dört esas kola ayr ılır: 1) Sa'd bin Zeyd Menat'lar, bunlar Avf, Ebnâ, Mukais ve Butân kollar ına ayr ı lırlar; 2) Amr bin Temim., bunlar da Behda ve Haddâm olmak üzere ikiye ayr ılırlar; 3) Hanzala, bunlar Yerbu' ve Malikler diye ikiye ayr ı lır; 4) Ribâb, bunlar Abdu Menât ve Dabbe olmak üzere ikiye ayr ı lırlar. Amr ve Ribâb kabileleri İ slam'a sadık kaldılar. Mukais'lerle Butân'un valisi olan Kays bin As ı m bir müddet tereddüt içinde bekledi. Ribâb, Avf ve Ebnalar ın valisi olan Zibrikan zekat ı Ebu Bekir'e teslim ederse, Kays bin As ı m onun aksini yapacakt ı ; çünkü aralar ı açıktı . Biri diğerinin yapt ığı nı yapmak istemiyordu. Zibrikan vadini yerine getirdi; zeka -t develerini Ebu Bekir'e teslim etti. Kays tereddüt geçirdi ğ inden pi ş man oldu. El - Ala bin ül - Hadrami tarafından ku ş atı lınca zekat develeri ile bir-likte onu kar şı ladı ve tereddüdünün sebeplerini aç ıkladı . Bu s ırada Yer-bu'ların ba şkanı Malik bin Nüv eyr e ve Maliklerin ba şkanı Vaki, kabileleri ile birlikte dinden dönmü ş lerdi. İş te Beni Temim içinde kabilelerin bir k ı smı dinden dönüp, bir k ı smı tereddüt içinde fırsat bekler, rekabet ve dü ş manlık hisleri içinde birbirleriyle me ş gul olurlarken, Hâris'in kı zı Secâh ansı zın Mezopotamya'dan ç ıka geldi.

A. Sedih'm soyu:

B elazürrde , Seeâh' ın soyu iki ş ekilde gösterilmi ş tir: 1) Ümm -ü Sadır Secalı bint -i Evs bin Hikk bin Usâme bin ül - Guneyz bin Yerbu' bin Hanzale bin Mâlik bin Zeyd Menât bin Temim; 2) Secah bint ül-Haris bin Ukfan bin Süveyd bin Hâlid bin Usâme.

El - V at v at'da: Secal bint-i Süveyd bin Halef bin Usâme bin ül - Anber bin Yerbu'dur.

İ bni Kut eyb e, Seeah' ın sadece Beni Yerbu'dan oldu ğunu kay-

dedip geçmi ş tir.

Mes'u di, Beladırrnin verdi ğ i ikinci ş ecereyi hemen hemen tekrar

etmiş , ancak Ü same yerine bin Yerbu demi ş tir.

127 Taberi, tür. ter., III., S. 117 v. öt.

70

İ bni Haldûn, Taglib'in bat ınlarından Beni Ukfan soyundan

Süveyd bin ül - Hâris'in k ızı oldu ğunu söylemiş tir.

Taberrye gelince, onun Haris bin Süveyd bin Ukfa'n ın kı zı ol-

duğunu söyler 128 .

Böylece Belaztiri, Mes'ildi ve Taberrnin pek az farkl ı bir ş ekilde

kaydettikleri, Beni Yerbu'dan olan Secâh' ın soyunu kı saca: Secâh hint

ül - Haris bin Süveyd bin Ukfan olarak tespit etmemiz gerekir.

B. Secâh' ın Peygamberlik iddias ında bulunması ve taraftarlar ı :

Annesi tarafından Taglib kabilesine mensup bulunan Secâh, gene Ta g-

lib'lerin bölgesinde peygamberlik iddias ında bulunmu ş ve Nemir

kabilesinden Ukbe bin Hilal, Ş eybanlar ı n başı nda bulunan

Selil bin Kays ile Ziyad bin Bilal'i ve bu arada Huzeyl bin Umr an' ı kendi tarafına kazanma ğ a muvaffak olmu ş tu. Bunlar aras ında

Huzeyl Hristiyan oldu ğu halde kendi dinini b ırak ıp Secâh' ın dinine

girmiş tr 29 . Esasen Secâh da Taglibler aras ında Hristiyan olarak yeti ş -

miş ti"° ve bu dinin inceliklerine valuft ı .Secah her biri kendi ş ef ve komu-

tanı tarafından idare edilen kabilelerin ba şı nda olarak Mezopotamya' dan hareket edip Arabistan'a girmi ş ve Ebu Bekr'e kar şı sava ş mak için

hazırlık yapmak üzere Hazn denilen yerde konaklamış tı .

Secâh' ın peygamberliğ ini iddiaya ba ş laması Hazreti Muhammed'in

ölümünden sonrad ır. Bütün kaynaklar hattâ tetkikler, en kü-

çük bir ş üpheye yer vermeden bunu kabul ettikleri halde, Caetani sadece kendi mülahazalar ı n ı (VIII, S. 340) esas tutarak. onun Hazret-i Muhammed'in ölümünden sonra de ğ il daha önce peygamberli ğ ini ilan etmi ş oldu ğ unu kabul ediyor. Hattâ daha da ileri giderek, E sed ve Hanife kabileleriy-le rekabet olsun diye gayrimüslim Temim'lerin onu kendi

128 Belüzûri, arap., S. 106; El - Vatvat, Gurer ül - Hasâis, S. 131; İ lmi Kuteybe, Kitâb ül - Maarif, s. 206 v. öt. ; Mes'udi, et- Tenbih. s. 247; III., S. 236; Taberi, tür. ter., III., S. 119; İbni Haldûn, İber, II., tekmile, S. 72

129 İ bni Haldûn, İber, II., Tekmile, S. 72. 130 Taberi, arap,. III., S. 240 v. öt.; tür ter., III., S. 124; Her ne kadar Caetani (VIII.,

S. 344)"Seeâh, Mezopotamya'dan Hicret etmemi şti; o zaten Arabistanb sükûtu da bunu ifade ediyor" diyorsa da Belüzûri bu hususta sükût etmemi ş , bilâkis "Secâh tekrar ak-rabalar ıııııı yanına döndü. İbni Kelbi dedi ki, Secâh Müslüman oldu Basra'ya döndü" dernekle Secâh'ın daha önce Mezopotamya'dan gelmi ş olduğunu aç ıkça ifade etmi ş tir. Esasen Belâzûrt vakalar ı çok hülâsa olarak yazd ığı ndan, ondan daha tafsilâth ve ya tekrarlanm ış haberler bek-lemek do ğ ru olamaz. Seyf, Secâh' ın Mezopotamya'dan geldi ğ ini söylemekle hakikati ifade etmi ş -tir. Caetani'nin iddia etti ğ i gibi bir Temimi olduğ u için ırkda ş larını n mes'uliyetini hafifletmek maksadiyle haberleri uydurmu ş de ğ ildir. Mirhond , Ravzat üs - Safa, II., S. 224; İ bni Haldûn a. g. e., II., Tek:Bade. S. 73; Muir,a. d. e., S. 31'deki kay ıtlar bu hususu teyid etmekte veya kabul etmektedirler.

71

lerinin peygamberi ilan ettiklerini ilave ediyor. Halbum Taberi (III., S. 237), İ bni Haldan ( İber, II., S. 72), Ebu'l-Fereç (Agani, XVIII., S. 165), El - Vatvat (Gurer, 131), Ebu'l-Fida (I., 165) Z eheb (Tarih ül - İ slam, I., S. 356), Muir (Annal, S. 30 - 31), Vacca (Enc. de l' İ sl. IV., 46) gibi müellifler Secah' ı n Peygamber-den sonra ortaya ç ı kt ığı n ı aç ı kça belirtmektedirler. Cae-t ani bu iddias ını ispat için zaman meselesini öne sürmekte ve Hâlid'in Butah üzerine yani Malik bin Nüveyre üzerine hareketi an ına kadar geçen zamanın, Secah'm Mezopotamya'dan Ye ınâme'ye gelip tekrar geri dönmesi için kâfi gelemiyece ğ ini yazmaktad ır. Halbuki Peygamberin ölümünden Buzaha ve Butah hareketlerinin oldu ğu tarihe kadar üç bu-çuk, dört ay kadar bir zaman geçmi ş tir. Bu zaman ise Secah' ın esasen çok kısa olan sava ş ve anla ş maları için pek ala kâfidir. Nitekim Yemen hâdiseleri s ıras ında Esved'in üç ay gibi kısa bir süre içinde peygamber-liğ ini ilan ederek bütün Yemen'i, Necran' ı Tâif s ını rına kadar güney Ar ab is t an' ı eline geçirdi ğ ini ve gene bu üç ay içinde bir suikast tertiplenerek öldürülmü ş olduğunu göz önüne getirirsek, Esved gibi büyük askeri ba ş arılar kazanamam ış olan Secah' ın kısa süren Yemâme harekat ının üç aydan çok daha az bir zamanda bile yap ılmasının müm-kün olduğunu kabul etmemek için makul bir sebep yoktur.

Secah, Hazn'den Yerbu'lar ın ba şkanı olan Mâlik bin Nüveyre-ye haber gönderip bir anla ş ma yapma ğı teklif etti. Malik bin Nüveyre onun bu teklifini kabul etti. Fakat Ebu Bekir üzerine yürümekten vaz geçmesini de tavsiye etti. Zira o s ırada Beni Temim'in bir k ısmı Secall'a karşı cephe alm ış bulunuyordu. Malik bin Nüveyre Secah' ın önce bu kavimler üzerinde hakimiyet kurmas ı gerekti ğ ini ileri sürdü. S e c âh bu teklifi kabul etti ve Malik bin Nüveyre'ye: "Istediğ in gibi iş gör, ben Beni Yerbu'dan bir kadtntm, neticede bir hilkümranl ık bahse konu olursa, bu da size ait aolacakttr"ı " dedi. Ayr ıca Beni Malik bin Hanzala soyuna da haber yoll ıyarak, onlarla da bar ış yapmak istedi ise de, bu kabilenin ileri gelenlerinden birçoklar ı , bu arada Utârit bin H acil) kaç ıp Beni Anber'lere s ığı ndılar; fakat Maliklerden Vaki', Secah' ın elçi-leriyle anla ş ma yapıp, onun tarafına geçti.

C. Secah'm savaş ları :

Böylece Vaki' ve Malik bin Nüveyre, Secah ile birlikte olup Islamiyet'e sad ık kalmış olan Rib 'abla= üzerine hücum ettiler. Çünkü Rib âb'lar kendilerini savunmak için co ğ rafi bir engele bile sahip de ğ il-

131 Taberi, Arap, III., 237 v. öt.

72

diler. Mâlik bin Nüveyre, Ribâblar ın zor durumda kal ınca Dec â ni ve Dehâ nrye s ığ nımalarma engel olmak üzere, önceden bu yerleri i ş gal etti. Fakat Ribâblar bunu haber al ıp oraya gittiler. Sava ş sonunda Ribâb'lar ile D abb e 'ler Secah kuvvetlerine birçok zararlar verdirerek üstün geldiler. Taraftarlar ından birçoklar ını esir aldılar. Ka'ka' ve Vaki' de bu arada esir dü ş müş lerdi. Secâh galiplerle barış yaparak, esirleri kurtard ı . Mezopotamyal ı askerleri ile birlikte Nebâc denilen yere hareket etti. Orada Evs bin Huz e ym e komutas ındaki Beni Amr'lar ile sava ş a tutu ştu. Bu karşı laş ma sonunda da zayiat verdi ve bu defa adamlar ından Ukka ile Huzeyl dü ş manlarının eline esir dü ş tüler. Secâh bu adamlar ını kur-tarmak için Temimler ile uzla şmağ a mecbur kald ı ve onlar ın topraklar ını tamamen terkederek Yemâme üzerine yürümeye karar verdi. karar ını da ş u sözlerle kavmine bildirdi: "Yemâme ahalisi çok kuvvetli ve ş evket-lidirler. Müseylime kuvvetlenmi ş tir. Siz Yemâme üzerine yürüyünüz. Güvercin yürüyü ş ü gibi yavaş yavaş ilerleyiniz. Bu kesin bir sava ş tı r; bundan sonra azar iş itmiyeceksiniz" (Taberi, Tür. ter., II., 123). El- V at-v at, Gurer ül - Hasâis'inde (S. 131) bu konuda ş öyle demektedir: Secâh bu s ırada Müseylime hakk ındaki rivâyetleri duyunca,

z

2,4 jP tf. 4.4 J:419 )t5- ;)k;

Z.4 5k,4 4 1

"Haydi Yemâme üzerine yürüyelim ve güvercinler gibi oraya ko ş alı m. orada Müseylime bin Sümânte'yi bulal ı m. Eğ er peygamber ise iş aretleri vardır. Yalanc ı ise kavmine pi ş manlık vardı r" dedi ve Yemâme'de oturan Beni Hanife üzerine yürüdü. Wellh aus en (Skizzen, VI, S. 14). T ab eri (Tür. ter., III., 128)'de mecut olan bir rivâyete dayanarak, Temimler-den Z i b ri k an' ın da dinden çıkıp daha birçok kimselerle birlikte Secâh' ın yanı sıra Yemâme'ye hareket etti ğ ini Kelbrye atfen yazmakta ise de, bu rivâyet Kelbrnin de ğ il, Tab e rrde bulunan daha önceki anonim rivâye-tin bir devamıd ı r. Bu anonim rivâyetlerin ise, son derece müstehcen olma-ları itibariyle, râvilere kadar ula ş malarına imkân yoktur. Wellhaus en da bu rivâyetlerin tamamiyle S e câh ve Mü s e ylim e 'yi küçültmek mak-sadıyla uydurulmu ş olduğunu bütün yazarlar gibi kabul etmektedir. İş te Kelbî bu anonim rivâyetin sonunda, sadece bir cümlesi ile yer al-makta, arkas ından gelen "Zibrikan, Utarit, Amr... Secâh' ın yan ında olduğ u hâlde memleketine döndü" cümlesi ise K el b rnin bir cümlelik ri-

73

vâyetinden hemen önceki anonim rivâyeti tamamlamaktad ır. Bu iti-

barla, Wellhausen' ın dayandığı Taberi'deki anonim rivâyete de ğ er

vermek do ğ ru de ğ ildir. Zaten bu konuda Seyf'in rivâyetini ş üphe ile

karşı lamak mecburiyetinde kalsak bile, Vesime (Höhnerbach, S. 50), Kitab ür - Ridde'sinde Zibrikan' ın durumunu aç ıklamakta ve "ez-

Zibrikan bin Bedr, Peygamber onu halk ı nın sadaka amili yapmış tı r;

Ridde s ı rası nda bu vergileri Ebu Bekr'e vermi ş , o da onun vazifesini

devam ettirmi ş ti" demektedir. O halde bu konuda Wellhausen'a

değ il Seyf'e hak vermek gerekmektedir. Ayr ıca Gurer ül - Has ais'-

de Utarit ve Amr bin ül - E htem vs kimseler Secâh'la birlikte sayıldığı halde Zibrikan' ın ad ına asla tesadüf edilmemektedir.

Askerleri ile Yema ıne üzerine yollanan Secah, Ebu'l - Ferec'e göre (XVIII., S. 165) kabilesi mensupler ına ş öyle demiş ti: "Ey sak ı nan mü-

minler, dünyan ı n yarı s ı bizim yar ı s ı Kurey ş indir. Fakat Kureyş kabilesi

azgı n bir kavimdir 132 . Ey Temim kabilesi Yemâme bölgesine gidiniz. Ora-da bulduğ unuz insanları öldürünüz ve yak ı cı bir ateş le yak ı nız ki, oras ı siyah bir güvercin gibi kals ı n. Bu i ş (yani peygamberlik) Rebia kavim-

lerine verilmemi ş ancak Mudar kabilelerine verilmiş tir. Bu topluluk

üzerine yürüyünüz. Onu da ğı ttıktan sonra Kurey ş üzerine dönersiniz".

Müseylime bunları duyunca can ı s ıkıldı Çünkü etrafında bulunan Müs-

lüman kabilelerin ve bunlar ın ba şı nda bulunan kendisine rakip Sümâme bin Vsal ve Ş urahbil bin Hasene'nin Hacer'i ellerine geçirmelerinden kor-kuyordu. Bu yüzden Secahla dost olmak çarelerini arad ı ve Ebu'l-Fe-

rec'e göre"' Secah'a ş öyle bir haber yollad ı : "Ulu Tanrı sana ve bana

vahiy gönderdi; biz birle şelim ve Tanr ı 'nı n bize gönderdiğ ini tetkik edelim.

Hakk ı bilen, diğ erine tabi olsun. Böylece toplan ıp benim ve senin kavmin-

le Arapları idaremize alı rız." Taberi, İ bni Haldan ve el - Vatvat ' 34 Müseylime'nin adam göndererek Secal ı 'dan aman istedi ğ ini, aman

verdiğ i takdirde yan ına gelece ğ ini bildirdiğ ini kaydetmi ş lerdir. Secah

aman verdi. Müseylime onun yan ına geldi ve "Yer yüzünün yar ı sı bize

aittir, adâlet ile iş görselerdi kalan yarı s ı Kurey ş 'e ait olacaktı . Tanrı Kurey ş 'in reddettiğ i bu yarıy ı sana bağış ladı . Hâlbuki kabul ettiğ i takdirde

bu pay Kurey ş 'in olacaktı " dedi. Bunun üzerine Secah, Müseylime'ye:

"Bu pay ı ancak doğ ruluktan, adâletten sapanlar reddederler..." diye cevap

132 Bu rivâyeti ş üphe ile kr şı lamamız yerinde olur. Zira bütün kaynaklar ın Müseylime'ye atfettikleri "Dünya'n ın yarı s ı bizim, yarı sı Kurey ş 'indir" sözünü Ebul'l-Fereç, Secah'a malet-miş tir. Buradaki ifade bizi,Seeâh' ın giiya ayet olan bu sözlerinin biraz mübâiâ ğ alı olduğu inancına vardırıyor (bk. Ebu'l - Ferec, Kitab ül - Aganî, VXIII., S. 165).

133 Ebu'l-Fereç, Kitab ül - Agâni, XVIII., S. 165.

134 Teberi, tür. ter., III., S. 124; İbni Haldûn, İ ber, II., Tekmile S. 73; el-Vatvat, a. g. e., S. 131.

74

verdi. Müseylime ona: "Tanrı kendisinin sözlerini dinliyenlerin sözlerini iş ini. Ümit edenlere, hay ı r ümidini verdi. Rabbimiz daima kendisini sev-diren iş lere dair emirler verir. Bu emirlerin yerine getirldiğ ini gördüğ ün-de sizi takdis eder. Sizi korkulu hâllerden uzakla ş tı rı r. Kendisinin ceza ve müldifatlandı rma günü için sizi kurtartr. Bize azg ı n toplulukları n ibadeti değ il, hayı rlı ve salih kütlelere mahsus olanları n namaz ve duaları nı me ş ru k ı lar ki, salih insanlar uyumadan geceleri ibadetle geçirirler...."

j o,Al _j'S j Rab 1.›1 411

r3k,+- CjAi

jii

} 12•41i J •

Kabilinden âyet diye iddia etti ğ i sözleri söyliyerek dostluk teklifin-de bulundu ve Yemâme'nin bir y ı llık mahsillünün yar ı sını Secâh'a ver-mek ş artıyla barış yapt ı . Seeâ h, gelecek y ı lın inahsillünün yarı sını da almak için israr edince, Müseylime buna da raz ı oldu ve onun gelecek yı lın mahsüllerini götürmek için vekil b ırakıp kendisinin bu yı lın mah-sâlünden payını alıp memleketine dönmesini teklif etti. Secah bunu kabul etti; Hüzeyl, Ukka ve Ziyad' ı vekil b ırakarak Mezopotamya'ya döndü. Hâlid'in ordusunun bu s ıralarda yakla ş mas ı bunların dağı lmasına sebep oldu. Secâh ise Cemaât y ı l ı 'na kadar ' 35 Taglibler aras ın-da ya ş adı °"

Buraya kadar anlat ı lanlar gösteriyor ki, Müseylime rakib kabile ş eflerinin ve Ebu Bekr'in, etrafını gittikçe bir a ğ gibi sarmakta olduk-larını gördü ğünden Secâh' ı ve ordusunu bar ış yoluyla Yemâme'den uzak-la ş tırmak politikas ını kendisi için en uygun çare olarak kabul etmi ş -ti.

Secâh'a gelince, büyük ümitlerle at ıldığı bu maceran ın, daha ilk de-nemelerde iyi sonuçlar vermedi ğ ini, bir yandan da Hâlid'in Esed'leri yen-mesi üzerine adamlar ı tarafından terkedildiğ ini görüp Müseylime ile anlaşmayı menfaatine en uygun hareket tarz ı saymış , böylece küçük bir menfaatin temini ile yetinerek, görünü ş ü kurtarmak istemi ş ti. Fakat

135 Cemaat yılı Müslümanların bir Halife idaresinde topland ığı yıla denir. Burada Muavi-ye zamam kastedilmektedir. Muaviye, Ali öldürüldükten ve Irak halk ı kendisine biat ettikten son-ra, birçok yerlerden birçok kimseleri ba şka ba şka yerlere ve bu arada Seeâh' ı da Küfe'ye gön-dermi ş ti. Bunlar "Nevakıl" adım almış lard ı . Bk. Taberi, ter., III., S. 129.

136 Taberi, arap., III., 239; tür ter., 124 - 5.

75

hüküm ve nüfuzunun birkaç gün içinde mahvoldu ğuna iyice kanaat getirince çarçabuk ve sessizce geldi ğ i yere dönme ğ e mecbur olmu ş tu. Bu andan, Muaviye zaman ında Kafe'ye nakledilinceye kadar geçen za-man içinde Secah' ın ne yapmış olduğu hakkında elimizde hiçbir bilgi yoktur. Yukar ı dan beri anlatt ıklarımı z, S ey f ' in bize verdi ğ i haberlere dayanmaktad ır. T ab eri'deki anonim rivâyet Secah' ın Beni Hanife yamndaki maceras ını ba şka türlü anlat ır. Bu arada F üt uh ül - B ül - d ân, Agani, İ ber, Kitab ül - Maarif, Gurer ül - Hasâis, Ravzat üs - Safa, Tarih-i Ebu'l-Fida gibi kitaplarda da vak'a aş ağı yukar ı Taberi'deki anonim rivâyete uygun olarak ş u yolda anlat ı -lır: Müseylime onunla bulu şmak üzere deriden bir ota ğ kurdurur; içinde güzel kokulu bitkiler yakt ırır. Kokunun çok olmas ına bilhassa dikkat edilmesini emreder. Bu i ş ler bitince Müseylime sözcüsü ile onu ota-ğ a davet eder. Secah ona, "Sana ne vahy edildi" diye sorar. O da kad ın-da cinsi duygular uyand ıracak müstehcen sözleri, güya kendisine vahy edilmiş , âyetlermi ş gibi söyler. Secah bunun üzerine, onun peygamber-liğ ini kabul eder ve kendisine de ayni ş eyler vahy edildi ğ ini bildirip Müseylime'nin kendisini kavminden istemesini teklif eder. Sonundrz evlenirler. Üç gün sonra da Secah kendi adamlar ının yan ına döner. Kabi-lesinden olanlar, mehirsiz evlendi ğ i için onu ayıplarlar ve Müseylime'den mehir istemeğ e onu zorlarlar. Secah, tekrar Müseylime'nin yan ına gider, Müseylime ona ş ehir kap ılarını açmadan, ne istedi ğ ini sorar. Sonra Secah' ın müezzini Ş ebes bin Rib'i'yi 137 ça ğı rıp ona: "Allah' ı n resülü Müseylime, Muhammed'in kendilerine farzetti ğ i sabah ve yats ı namazları nı üzerinizden kald ı rdı ; bunu kabilelerinize bildir" der 138 . İ bni H aldan ve Mirhond gibi tarihçiler bu konuda Yemâme mah-salürlün bir yı llığı nın yarı s ının mehir olarak bu s ırada verilmi ş olduğunu kabul ederler ( İbni Haldan, II. S. 73, Mirhond, II., 224 /5).

S e c ah böylece komutanlarma vadetti ğ i büyük menfaatleri temin edememiş olarak geldi ğ i yere dönme ğ e koyulunca, ona uyanlardan bir-çokları piş man olup kendisini terkettiler. Kaynaklar bu münasebetle yaz ılan ş iirlerden bilhassa bir tanesini naklederler ki, o da "Bizim pey-gamberimiz kad ı n olup biz onun etrafı nda tavaf ediyoruz. Ba şka kimselerin

137 Belâzûri, arap., S. 106'da, İbni Kelbi, Secah' ın müezzininin el - Cenebe bin Havt Riyâ-

bi oldu ğunu fakat diğ erlerine göre Ş ebes bin Rib'i olduğunu söyler; Mirhond, a. g. e., II., S. 224

öt'de Ş ebes bin R ıb'idir der; İ bni, kuteybe,Kitab ül - Maarif. S. 206 / 7'de Zahir İ bni' Amr

diye kaydeder.

138 Agâni, XVIII. S. 165'de Müseylime'nin yaln ız ikindi namazm ı kaldırdığı m, bunun için

ş imdiye kadar (Ebu'l - Fereç zaman ına kadar) ikindi namaz ım çölde kılmadıklarını , Temimlerin:

"Bu bizim kı zımızın mehridir onu geri vermeyiz" dediklerini kaydetmi ş tir.

76

peygamberleri ise erkekdirler" m ı sralar ı dır 139 . Gene, Hakim bin K el-b i'ye atfedilen bir ş iirde "Sizi doğ ru ve sabit bir dini kabule çağı rdı lar; siz onu b ırakarak, sihir ve efsaneler defterine yaz ı lm ış , hüküm ve amelde kalm ış sözlere inandı nız" denilmektedir.

Piş manlık çok geçmeden bütün Temimlerde kendisini gösterdi. M âlik'lerin ba ş kanı bulunan Vaki' bin Malik zaman kaybetmeden islamiyet'e döndü. Halbuki Yarbu'lar ın ba şı nda bulunan Malik bin

Nüv eyr e biraz geçikmi ş olmasının cezas ını hayat ıyla ödedi.

D. Secâh'm Müslüman oluş u:

Secâh Mezopotamya'ya, Basra'ya, döndükten sonra nelerle me ş -

01 oldu bilmiyoruz. Kaynaklar onun, Muaviye'nin üstünlük elde etti ğ i

yıllara kadar nas ıl yaş adığı hakkında bir bilgi vermediklerinden, Se-cash' ın bu yıllar aras ındaki hayat ı büsbütün karanl ıklar içinde kalmış -

tı r.

Mu aviy e, Irak halk ı kendisine biat ettikten sonra birçok aileleri

olduğu gibi S e cah ve adamlar ınıi da bulundukları yerden ba şka tarafa,

Kûfe'ye nakletmi ş tir. İş te bu s ırada S e cah' ın Müslümanlığı kabul et-

tiğ ini , hem de iyi bir Müslüman olduğunu bütün tarihler ittifakla yaz-

maktadırlar. Fakat baz ı kaynaklar onun, K ûfe'de de ğ il Basra'da

Müslüman olup gene orada Müslüman olarak öldü ğünü açıklarlar 14°.

Onbirinci yılın ortalar ında meydana ç ıktığı kesin olarak belli olmakla beraber ölüm tarihi kesin olarak belli de ğ ildir. Ancak Hicri 41'den önce

ölmemiş olduğu anla şı lmaktadı r.

E. Secâh'm doktrini:

$ecah' ın kendisine tabi olanlara oruç, namaz, zekat veya sadakay ı emretmiş olduğu ancak domuzeti yeme ğ ide mubah k ıldığı iddia olunmak-

tad ır 1". Onun, Hristiyanl ığı pek iyi bildiğ i ve büyük kı smı Müs-

lüm anl ı kt an dönmü ş olan T e miml er e dayand ığı gözönündetutulursa,

peygamberlik iddialar ını , bu iki büyük dinden aldığı ilhamlarla beslemi ş olduğu tahmin olunabilir. Onun vahiy ad ı alt ında yukarıda bahsetti ğ i-

miz sözleri, taraftarlar ını savaş a kat ılmağ a sevketmek ve menfaatler

elde etmek için verilmi ş komutanca emirlerden ibarettir.

139 Taberi (tür. ter., III., S. 128) bu misralan Utarit bin Haeib'e, el - Vatvat (a. g. e., S. 131 v. öt.) ise Kays bin Asim'a maletmektedir.

140 Belâzûri (arap., S. 106). Basra valisi Cündub Fezârrnin, namazun kildignn söyler.

141 Mirhond, Ravzat üs - Safa, II., S. 223.

77

Secah' ın kurmak istedi ğ i dinden zamanımı za kadar gelmi ş bir ka-lıntı yoktur. Ancak e ğer Secâh gerçekten Müseylime ile evlenmi ş ise ve mehir verme meselesi do ğ ru ise, o takdirde E b u'l -Fere e'in ya ş adığı H. 508 - 597 yıllarında Temimler'in Müslüman olduklar ı halde ikindi namazını kılmamış olduklarını Secâh' ın kurmak istediğ i mezhebin bir kalıntı s ı olarak kabul etmek gerekir (Agâni, XVIII., S. 165; el - Vatvat, Gurer ül - Hasâis, 131). Fakat Secah' ın istilâ maksad ı ile gittiğ i Yemame'- den bir miktarc ık mahsill ve hediye ile dönerken, esasen tatmin edil-memi ş olan kavminin önünde, üç gün gibi k ı sa bir süre için evlenmeyi göze almas ı , peygamberlik iddias ında bulunan bir kad ın hakkında pek makul görünmemektedir. S e yf'den ba şka bu konuda yaz ı yazmış olan hemen bütün Islam tarihçilerinin kabul ettikleri Secâh - Müseylime ev-lenmesini gene de ş üphe ile kar şı lamak mecburiyetindeyiz. Bizi buna yö-nelten ba ş lıca sebep T ab eri: ve E b u'l - F er e c'deki as ı lsı z ve hayas ı z rivâyetin gittikçe hafifleyerek Mirhond, E b u'l - Fida ve di ğ er tarih-çiler tarafından nakledilmi ş olmas ı dır. Hiç ş üphe yok ki, bu derece müs-tehçen bir konu ş ma ba ş kalarının yanında cereyan edemez ve ba şkalarına anlat ılamazdı . O halde bunu hangi râvi kimden alarak nakletti? Bu, belli olmamış tır. Taberi her rivâyetin sahibini yazd ığı halde, burada hiç-bir isim kaydetmemi ş "bu konuda başkaları ş unları söyler" diyerek ih-timal ki, islâmiyet'in dü ş manı olan bu iki insana kar şı , sı rf Islami bir gayret güderlikle uydurulan ve a ğı zdan a ğı za yay ılmış olduğu muhakkak olan halk ş ayialarını kitab ına almış tı r.

Secâh - Müseylime evlenmesi kendi tâbileri aras ında Secah' ın pres-tijini kaybetmesi bak ımından da bize imkans ız görünüyor 142 . ş ayet böyle bir evlenme vaki olmu ş sa bu, s ırf politik mecburiyetlerden do ğmu ş tur. Müseylime islamlara kar şı bir müttefik bulmak ümidiyle onunla evlen-miş olabilir; fakat Secah' ın kurmak istediğ i dini, Müseylime'ninki ile birle ş tirmesi, sonra onun peygamberli ğ ini tanıyıp ona tâbi olduğunu ilan etmesi 143 sabah ve yats ı namazlar ının kaldırılmasına ba ş eğmesi gibi rivâyetler, kabul edilmesi pek güç olan adeta çocukça iddialard ır. Seyf'in bu konulardaki sükilturm onun, Temimi olmas ı dolayı sıyla, Wellhausen

142 Her ne kadar bu konuda tek seyahatname alan Palgrave'in seyahatnamesi, Müseylime ile Secah' ın doktrin birliğ inden bahsederek, bunu evlilik birli ğ inin kuvvetlendirmi ş oldu ğunu, fakat Müsyelime'nin öldürülmesinden sonra"Yemen peygamberi olan Secah' ın irtidad yolundaki ittifakı unutturmak için sad ık bir mümin Müslüman ile evlendi ğ ini" yaz ıyorsa da, bunlar ta-mamen as ılsı zdır. Palgrave daha Secah' ın nereden geldiğ ini ve hangi kabileye mensup oldu ğunu bile bilmemekte, onu dâima Yemen'den gelmi ş bir peygamber olarak göstermektedir.

143 Belazari, Fütuh, arap., S. 106; Ebu'l-Ferec, Agani, XVIII., S. 165 ve İbni Haldan, İ ber, II., Tekmile, s. 73'e göre Müseylime ve Secâh dinlerini birl ş tirdiler. Secâh, Müseylime'nin peygamberliğ ini kabul etti. Müseylime sabah ve yats ı namazlar ım Temimler üzerinden kald ırd ı . Her iki taraf kavimlerni toplad ılar. Secâh onlara: "Müseylime kendisine indirilen vahiyleri bana okuçlu, onu do ğ ru buldum, ve ona tabi oldum" dedi.

78

ve CaetanPnin iddia ettikleri gibi taraf tutma gayreti diye vas ıflandır-mamız ne dereceye kadar do ğ ru olur bunu cevapland ırmak pek güçtür.

F. Netice:

Hemen söyleyelim ki, Secâh da Esved ve Tuleyha gibi hakiki bir peygamber olmaktan çok uzak olup sadece bir kahine idi ve Hazret-i Muhammed'in ölümünden sonra Temimler aras ında çıkan karışı klıktan

ve irtidadtan faydalanmak istemi ş ti. Fakat alelade bir kad ın de ğ il,

dini bilgilere sahip ş air, hüküm ve emretme kabiliyeti gibi birçok meziyet-leri bulunan haris bir kad ındı . Fakat islâmiyet bak ımından onun hare-

ketleri, ne Esved ve Tuleyha, ne de ileride görece ğ imiz Müseylime gibi

tehditkar olamamış tır. O, kuvvetli bir rüzgâr gibi kuzey - do ğudan Arap

yarımadas ına esmiş , fakat önce Müslüman Ribâb ve Amrlar kayal ığı na

çarparak kuvvetini kaybetmi ş , Yemâme'de Hacer ve Hadikat ür -Rahman surlarma ula ş tığı zaman, dini ve siyasi kuvet ve hüviyetini büsbütün kaybetmi ş ti.

Secah' ın sonradan islaraiyet'i kabul etmesi, onun hakiki bir peygam-ber olmadığı nın en büyük delilidir. O, sadece Hazret-i Muhammed'i kendisine örnek tutarak iktidar sahibi olm ıya çalış an iktidar heveslisi

bir kad ındı .

İ slam dininin ve Halifelerin geni ş müsamahas ı Tuleyha gibi Secah' ın

da hayat ını ba ğış lamış ve bu suretle belki de din u ğ runda ölenler hakkın-

da sonradan halk aras ında çıkan ve bazen tehlikeli durumlar yaratan inanış ların do ğması ihtimali önlenmi ş tir.

79

4. MÜSEYLIMET ÜL-KEZZAS

Bir gün Hazret-i Muhammed mimbere ç ıkarak, halka ş öyle hitap etti: "Ey nas! Ben Kadir gecesi bir rüya görmüş ve sonra onu unut-mu ş tum. Rüyamda kollar ı mda iki altı n bilezik gördüm, bu ikisinden nef-ret ettim, onlara üfürdüm, onlar da uçup kayboldular. Ben bu iki bileziğ i Yemen'de ve Yemâme'de ç ıkan bu iki yalanc ı ile yorumladı m" ( İbni İ shak, İ bni Hi ş am, IV., S. 246). İş te Hazret-i Muhammed'in rüyas ını yorum-larken bahsetti ğ i Yemâme'de ç ıkan yalanc ı , Yemâme'ye hükmeden ve peygamberlik iddias ında bulunan Müseylime'dir.

Ne cid alçak yaylas ını n güneydo ğusunda ve B ahr e yn'in bat ı sında bulunan Yemâme topraklar ı Hanife kabilesinin elinde idi. Hanifeliler ziraate pek elveri ş li olan topraklar ında elde ettikleri ürünleri satarak geçimlerini rahatça sa ğ lıyabiliyorlard ı .

A. Hanife kabilesi ve dini:

Büyük Bekir bin V âil kabilesinin bir kolu olan Hanifeliler, top-raklarının verimliliğ i bakımından diğer memleketler için, bilhassa tah ı -la muhtaç bulunan Hicazl ı lar için en önemli bir kabile idi. Hicretin 6 - 7. yıllarında Hanife kabilesinin ba ş kanının, İ bni S a'd, Ibni Hi ş am ve T ab errnin bize bildirdiklerinden Hevze bin Ali oldu ğu anlaşı lmaktadı r.

Hevze bin Ali, Iran yoluyla gelen Hristiyanh ğı kabul etmi ş görünüyorsa da Hanife kabilesinin bu yolda onu ne dereceye kadar ta-kip etti ğ i pek a ş ikâr de ğ ildir. Diğ er Arap kabileleri gibi İ slâmiyet ç ıkın-eaya kadar putperest olarak ya şı yan bu kabilenin pek az bir k ı smının Hevze ile birlikte Hristiyanl ığı kabul etmi ş olması muhtemel ise de, 144 Hicretin 7. y ılından sonra Hazret-i Muhammed'in Hanifeli-

144 Ibni Sâ'd (Siret, Wellhausen tercüme ve yay ını , Skizzen, IV. S. 115) el-Medaini'den. naklen,"kendisin; Medine'de ziyaret eden Beni Hanife heyetinin ileri gelenlerine abdest suyundan artanı verdi ve onlara yerlerine gittikleri vakit, kilisenizi y ıkını z (kiliselerinizi de ğ il) arsas ına bu sudan saç ınız, yerine bir cami yap ınız. Bunu yaptılar. Müezzin Talk bin Ali oldu" demekte oldu-ğuna göre, buralarda Hristiyanl ığ nı mevcut bulunduğu fakat ancak bir tek kiliseye sahip olacak derecede az ve sathi oldu ğu ileri sürülebilir.

80

kri islâmiyet'e daveti üzerine, yüksek tabakadan birçokler ı gibi aş ağı sınıf halktan da birçoklar ının Müslüman olduğunu en eski ve tarafs ız kayanklardan anlamaktay ız. Her ne kadar Caetani Hanife kabilesinin ve onun son ba şkanı Müseylime'nin Hristiyan oldu ğunu savunmakta ise de (Caetani, IX., S. 7. v. öt), bu iddias ında pek hakl ı olmadığı nı , Hazret-i Muhammed'in Hristiyanlara kar şı gösterdi ğ i müsamaha ile ispat etmek mümkündür. Gerçekten Hazret-i Muhammed E hl-i kitap say ılmamas ı gereken Mecasileri bile vergiye ba ğ lamak ş art ıyla serbestilerini tan ımış hattâ kendi zaman ında onun bu hareketi dedi kodu konusu te şkil etmek-ten geri kalmam ış tı . Eğer Beni Hanife büyük bir ço ğunlukla Hristiyan olmu ş olsaydı , Hazret -i Muhammed Müeylime'yi bir Hristiyan re-formisti gibi kabul edip Hanifelilerin vicdan hürriyetlerini tan ırdı E ğer Müseylime ve Beni Hanife tamamiyle Hristiyan olsa idiler, o zaman Müseylime'nin yeni bir din ortaya koyarak İ slam topraklarından ayrı bir teş ekkül olarak kalmay ı istemesine lüzum yoktu; zira H a zr et -i Muhammed Tebük seferinden sonra birçok Hristiyan heyetleri kabul etmiş ve onların cizye vermeyi taahhüt etmeleri üzerine kendileri ile anlaşmalar yapmış tı . Margoliouth ve Muir de Beni Hanife'nin Hris-tiyanlığı m kabul etmemektedirler (Margoliouth, JRAS, 1903, S. 486; Muir, Annal, S. 38).

Beni Hanife'nin Müslümanl ığı na gelince: gene İbni Sa'd 145, Beni Hanife'den Medine'ye gönderilmi ş olan elçilerin on kiş i kadar olup ara-larında er - Rehhtil bin Unfuva, Seleme bin Hanzele es - Su-heymi ve Talk bin Ali, Humran bin Câbir ve Mesleme bin Habib (veya Hayyib) vs. bulundu ğunu, bunlar ın Remle'lerin evin-de misafir kald ıklarını , sonra camie gelip hakikata ş ahadet ettiklerini yatmakta, fakat bu s ırada Müseylime'nin at ve develere bekçilik etti ğ ini kaydetmektedir. Daha buna benzer ş urada burada rastlanan birçok kayı tlar vard ır ki, önemli birçok ş ahısların Peygamber'i ziyaret edip islâm'ı kabul ettiklerini bildirmektedir. Konumuzun sonlar ına doğ ru bunların adlarını kaynak göstererek belirtece ğ iz. Mui'rin de kabul etti-ğ i gibi (S. 38) kısmen putperest k ısmen Hristiyan olan Beni Hanife, Hazret-i Muhammed'e boyun e ğmiş ti. Fakat islâmiyet'i kabul etmiyen bir kı sım halk sonradan peygamberli ğ ini iddia eden Müseylime'nin et-rafında toplanmaktan da geri kalmad ı . Öyle anla şı lıyor ki, Hevze zamanında Hanife kabilesi iki kuvvetli idarecinin hakimiyet yolunda-

145 İ bni Hiş am, es - Siret ün - Nebeviyye, IV., S. 279'da "Peygamber'in elçisi .rimir bin Luey oğullarından Sâlit bin Amr' ı Yemâme melikleri Sümâme bin Vial ile Hevze bin Ali'ye yol-ladı" demekle, Hanifelerin iki hükümdar ı olduğunu ifade etmektedir. Halbuki İbni Sâ'd, Tabakat I., 2., S. 18'de Peygamber'in Salit bin Amr' ı sadece Hevze bin Aliyi Islâm'a davet için yollad ı-ğı nı yazmaktadır.

81

ki rekabetleri yüzünden tamamiyle birbirine z ıt iki varlık haline gel-miş ti. Bu rakiplerden birisi Sümâme bin Üs al, di ğeri Hevze bin Ali idi.

İbni Sa'd ve Belazûrrnin anlatt ıklarına göre 146, Hicretin 6 - 7. yıllarında Peygamber muhtelif hükümdarlara mektup yazd ığı sırada

Yemâme ba şkam Hevze bin Ali'ye ve Yemâme halkına Salit bin Amr ül - Amiri eliyle bir ektup göndererek, onlar ı Müslüman olmaya davet etmi ş ti'". Hevz e misafiri kabul edip hediyeler verdi ve Peygambere ş öyle bir cevap yazd ı : "Senin dâvet ettiğ in şey çok iyi ve güzeldir. Ben kavmimin ş air ve hatibiyim. Araplar benim mevkiimi takdir ederler; bunun için sen bana bu iş te pay ver sana tâbi olurum." Hevze mektupla birlikte giyinmesi için Sâlit'e Hacer kuma ş larından elbiseler de verdi. Sâlit Peygambere onun mektubunu ula ştırdığı vakir, Pey-gamber "küçük bir menfaat bile istese vermem, o yok olacak" dedi ( İbni Sâ'd, II, 1., S. 18) 148.

Bir müddet sonra, Hicretin 8. yılında Hevze öldü. Onun yerine Mü-seylime Beni Hanife'nin hükümdarl ığı nı eline geçirdi.

B. Müseylime'nin soyu:

İbni Kuteybe'ye göre (Kitab ül-Maarif, S. 206 - 7) Müsylime'nin babas ı Beni Hanife'den Habib, dedesi Lüceym künyesi Ebu Su-mâme'dir. Belazfıri onun Sumâme yahut Sümâle bin Kesir bin Habib bin Sümâme bin Gsal bin Habib bin Hanife bin 'Icl olduğunu kaydetmektedir. İbni Hiş am'da Müseylime bin Sümâme ve künyesi Ebu Sümâme kayd ı vardır. Diyarbekri (Tarih-i H âmis, II., S. 174) ise onun dedesinin H ârun, lakab ının Ebu S üm am e olduğunu yazmaktad ır.

C. Müseylime'nin, Hanifelilerin emirliğ ini elde etmesi:

Ye ınâme'nin hakimi olup 8. y ılda ölmüş olan Hevze'nin yerine, nas ıl olup da Müseylime'nin geçti ğ ini kaynaklardan ö ğ renmek im-kansı zdır. Fakat Müseylime'nin ş ahsiyeti ara ş tırıldığı zaman onun birçok meziyetlerle birlikte, kabilesinin en ileri gelen bir ş ahsiyeti oldu-

146 Ilmi Sâ'd, Tabakat, I., 2., S. 18; Belâzöri, Fütuh, arap., S. 94; Belfıziiri, türk., S. 142 v. öt.

147 Belâzûri ise (Fütuh, arap., S. 94), Peygamber bu mektubu Sabit bin Kaya bin iil-En-sârrye yazd ırmış ve el - Hazreci eliye, yollam ış tır. diye kaydetmi ş tir.

148 Belâzûri, Fütuh, arap., S. 94'de Hevze'nin Hazret-i Peygamber'e, içinde er-Reccal bin Unfuva, Mücca'a bin Mürrâre ve Müseylime bin Habib'in bulundu ğu bir heyet yollad ığı nı ve bu arada Müseylime'nin de Hevze'ninkine beziyen teklifler yapt ığı nı yazmaktad ır.

82

ğu görülür. Böylece de onun Hevze'nin yerini almakta güçlük çekmedi ğ i kolayca tahmin edilebilir.

Müseylime'nin Yemâme amirli ğ i ile birlikte büyük bir gaileyi de üzerine alm ış olduğu muhakkaktır. Bu da Hanife kabilesinin önemli bir kısmına hükmeden ve islâmiyet'i kabul etmi ş bulunan Sümâme'nin rekabeticlir1 49 . Sümâme Mekke'nin fethinden epeyi önce Müslüman ol-muş ve Hanifelilerden islâmiyet'i kabul edenler onun etraf ında toplan-dığı ndan kuvveti artm ış tı . Ayrı ca Medine hiikameti de Müslüman olmas ı dolayısiyle Sümame'nin tabii bir müttefiki say ılıyordu. Bu durum kar şı sında ş air, hatip ve kâhin olan Müseylime zengin topraklara ve nüfus çoklu ğuna sahip bulunan Yemame'yi Hazret -i Muha m-me d 'in her gün biraz daha artan nüfuzu alt ına girmekten kurtarabilmek amacıyla kendisinin de H azret Muhammed gibi yeni bir dinin müj-decisi olduğunu ilan etti ve K ur ' an a nazireler söyleme ğe baş ladı .

D. Müseylime'nin Medine'yi ziyaret edip etmedi ğ i meselesi ve peygamberlik iddias ı :

En güvenilir kaynaklar ımız aras ında bulunan B uhari, Vakidi ve İ bni Abbas, Müseylime'nin Hazret-i Muhammed'i bir heyetle bir-likte ziyaret etmi ş olduğunu idia emektedirler. Müseylime bu ziyareti, Arap yarımadasmın merkezik şmekte olan idaresinin Hazreti Muhammed' den sonra kendisine intikalini istemek üzere tertip etmi ş ve ş öyle demiş -tir: "Eğer Muhammed kendinden sonra beni halef tayin ederse, kendisine tabi olurum". Hazret-i Muhammed ise o s ırada elinde bulunan hurma dalım göstererek: "Elimde bulunan ş u dal parçasını istesen, onu bile

149 Buhari, Tecrid-i Sarih, X., S. 407 v. öt. (Ebu Hüreyre'den) ve Diyarbekri, tarih-i Hâ-mis, II., S. 3'e göre Hazret-i Peygamber, Necid taraflarma bir süvari birli ğ i yollamış tı . Bu adam-lar Sümâme adında birini esir alıp getirmişler, sonra Medine'de mescidin direklerine ba ğ lanuşlar-dı . Sümâme üç gün burada kald ıktan sonra Peygamber ona, gönlünden ne geçiriyorsun mealinde bir soru sormuş tu. O ise, "hay ır var, ümit var, çünkü sen zulmetmezsin, affedersin", cevab ın da bulunmuş tu. Peygamber kendisini affetti. Bunun üzerine Sümâme y ıkamp geldi ve "Allahtan başka Allah olmadığı na ve Muhammed'in O'nun elçisi olduğuna tanıklık ederim" dedi. Gene git-mekte olduğuUmre hacmiı yerine getirmek için Mekke'ye vard ı .Mekke'lilerden baz ıları onun yeni dine giri ş ini sitemle kar şı ladılar. Sümâme k ızarak "Peygamber Muhammed izin vermedikçe size Yemâme'den bir tah ı l danesi gelmiyecektir" diye onlar ı tehdit etmi ş ti. Sumâme dedi ğ ini yaptı . Hakikaten Mekke'ye yiyecek tah ıl yollamadı . Mekke'liler Hazret-i Muhammed'e bir mektupla müracaata mecbur kal ıp, "Sen merhameti ve akrabah ğa saygıyı telkin ve emredersin" diyerek, gıda maddelerinin gönderilmesi hususundaki müsaadelerini rica ettiler. Hazret-i Muhammed de bir mektupla Sümâme'ye tah ı l göndermesini emretti. İ bni Sâ'd (Tabakat, V. S. 401) da ise aynı olayın baş tarafı biraz değ iş ik bir şekilde aldat ılmış tır: "Peygamber. Sümüme' ıdu yanına gelmi ş ; Sümame Peygamber'i öldürmek istemi ş se de onun amcas ı buna engel olmu ştur. İş te bu yüzden Sülnâme'llin kam helal k ıhnnuş tı . Sümâme, Umre yapmak için Medine'ye yakla ştığı zaman, Peygamber'in adamlar ı onu yakalayıp hiç bir akde bakmadan Peygamberin yan ına getir-diler Peygamber onun af talebini kabul edip serbest b ırakınca, o müslüman oldu ve Müseylime çıkıp da peygamberlik iddia edince onlara k ıymetli vaızlarda bulundu "

83

sana vermem. Sen de Allah' ı n hakk ı ndaki hüküm ve nüfuzunu tecavüz edemezsin. Eğ er sen bana ve hakka muhalefet edersen. Allah seni muhakkak hele& eder ve ben muhakkak san ı rı m ki, sen onda gördüğ üm esküle göre, bana gösterilen kiş isin"si o İbni Hiş am bu hususta daha geni ş bilgi ver-mekte ve Müseylime'nin Ensâr'dan, Ne c c ar o ğullarından, H âris 'in kızımn (Hâris'in k ı z ı Müseylime'nin kar ı s ı idi. Bühari III., S. 52) evinde misafir edildi ğ ini, Hanifelilerin onu bir örtü ile örtüp Pey-gamber'in yan ına getirdiklerini, yukar ıda bahsetti ğ imiz rivâyetlere ilâve etmektedir. Gene İbni İshak (İbni Hiş am. IV., S. 222) bu rivâyetin ba şka bir ş eklini dinlemi ş olduğunu nakleder: "Beni Hanife mensuplar ı Pey-gamber'in huzuruna gelmi ş ler, ama Müseylime'yi at ve develerin yan ına bırakmış lar; bu heyet islâmiyet'i kabul edip arkada ş larının (yâni Mü-seylime'nin) durumunun ne olca ğı nı sorduklarında, Hazret-i Muhammed onlara, bekçilik edenin durumunun beraber gelenlerinkinden a ş ağı olmadığı nı bildirmiş " 1 , fakat Allah' ın dü ş manı Müseylime Yemâme'ye gidince bu sözü menfaatlerine hizmet edecek bir ş ekilde değ iş tirerek, ben onunla peygamberlik i ş inde ortak edildim diye iddialara koyul- muş 152,

Medainrnin aynı konudaki rivâyetini nakleden İbni Sa'd (Siret, S. 115) da dahil, Müseylime'nin Medine'yi ziyaret etti ğ ini diğ er bir-çok kaynaklar yazmaktad ırlar. Gene bu eserler, Hanife heyetinden olan ve Müslümanlığı kabul edip B akar a süresini ö ğ renmiş bulunan er-R e ce ül'in Müseylime'ye yol gösterdi ğ i ve Hazret-i Muhammed'in Müseylime'yi kendisine ortak etti ğ i yolunda yalan ş ehadette bulun-duğunu bildirmektedirler. Ayr ıca B elâ z ûri (Tür. ter. III., S. 142) ve İ bni Sa'd (Tabakat, II., S. 37) ba ş ta olmak üzere gene bu kaynak-lar Hazret-i Peygamber'in bir mektup yazarak ed-Dameri vasıtasiyle Müseylime'yi Müslüman olmaya dâvet etti ğ ini, sonra Müseylime'nin bu mektupa cevap yazd ığı nı da açıklamaktadırlar. İbni Hiş am, Belüzûri, Taberi, Beyhaki, el - Vatvat, gibi tarihçiler bu mektubun Hicret'in 10. y ı l ı nda yazıldığı nı kayd ve kabul etmi ş -

lerdir 153. Pek önemsiz farklarla hepsinde tekrar edilen mektu-

150 Buhari, Tecrid-i Sarih,X., S. 410'da İ bni Abbas, bu son cümlenin mânas ım Ebu Hür-ey2e'den sorar ve ondan bununla Peygamber'in ba ş tarafa ald ığı mız, rüyas ını ima etmek istediğ i cevabını alır.

151 Taberi, tür. ter., II., 2., S. 838 v. öt'de Hazret-i Muhammed gelen heyete ba ğış larda bulundu. Bu arada Müseylime'nin pay ını da verdi, denilmektedir.

152 İ bni Hiş am, Siret, IV., S. 222; Buhari, Sahih, III., S. 52; Buhari, Tecrid-i Sahih, X., S. 410; Belâzûri, Fütuh, arap., S. 97.

153 İ bni Hişam, Siret, IV., S. 246; İbni Skd, Tabakat, I., 2., S. 25 v. öt. ve II., S. 37; Belüzûri, a. g. e., tür ter. S. 143 v. öt.; TaberFtür ter., II., 2., S. 852; Beyhaki, a. g. e., S. 32 v. öt.; el-Vatvat, Gurer, S. 131; Mirhond, Ravza, II., S. 224; Eyyüb Sabri, Mahmud üs-Siyer, S. 472.

84

bun metni a ş ağı yukarı ş öyledir: "Tanrı Elçisi Müseylime'den, Tanrı Elçisi Muhammed'e mektuptur. Sana esenlikler dilerim; ben peygamberlikte sana ortak edildim. Yer yüzünün yar ı sı bize, yar ı sı Ku-reyş 'e aittir. Fakat Kureyş liler insaf ve adâletle hareket etmezler". Mü-

seylime bu mektubu Amr bin C ârud'a yazd ırıp müezzini Nevvâha' nın oğ lu Ub âde bin H âris ile göndermi ş tir. Peygamber bu mektubu okuyunca, elçilere: "Siz bu mesele hakk ı nda ne düş ünüyorsunuz?" diye sormuş . Onlar da, "Biz de ayni fikirdeyiz" diye cevap verince, Hazret-i Peygamber "Elçilerin öldürülmesi câiz olsaydı , başı nı z ı keserdim" diye cevap verip (Belâzüri ayn ı S.) Müseylime'ye ş öyle bir mektup yazd ır-mış tır: "Bu, Tanrı Elçisi Muhammed'in yalanc ı Müseylime'ye mektubu-dur. Tanrı 'ya hamd-ü senadan sonra; yalan ve iftara dolu mektubunuz bana geldi. Yeryüzü Yüce Tanr ı 'nı ndı r. O, kulları ndan istediğ i kimseleri, yer yüzüne vâris k ı lar. Tanrı 'nı n bağış lıyacağı iyi sonuç kendisinden sak ı -nanlar içindir. Selâm doğ ru yolda olanlara olsun 154. İbni İ shak, bu mek-tubun Hicri 10. yı lın sonunda yaz ı ldığı nı ileri sürerken, bizzat Taberi, Müseylime ve emsali gibi peygamberlik iddialar ında bulunan kimselerin, Hazret-i Muhammed'in vedâ hacc ından sonraki hastalığı sırasında orta-ya çıktıklarını ilâve etmektedir. Fakat Peygamber hasta oldu ğu hâlde, bu yalancı peygamberlerle mücadeleden geri durmam ış (bk. yk. Esved ve Tuleyha konularına), hattâ bu münasebetle Furat bin Hayyân ül - I clryi ayn ı maksatla Yemâme'deki Müslümanlar ın başkanı bulunan Sümâme bin Üs yollamış tı (Taberi, tür. ter., II., 2., S. 918).

Eski ve yeni tarihçilerden bâz ıları Müseylime'nin peygamberlik iddiasına ba ş lamadan önce Medine'ye gelerek islâmiyet'i kabul etmi ş olduğunu kaydetmekte iseler de ' 55 büyük bir kabilenin ba şkanı ve çok önemli bir askeri kuvvetin de komutan ı bulunan Müseylime'nin Medine'ye gelip önce Müslüman olmas ı , sonra Medine'ye boyun e ğ -memek için bütün gücü ile sava şması , kabilesi ile birlikte kan ının son damlasını bu uğurda harcamas ı , bizi bu iddiaları şüphe ile kar şı lamaya sevketmektedir. Müseylime'nin Beni Hanife'ye hâkim olduktan sonra değ il de Hevze'nin ba şkanlığı sıras ında, Hanife heyetine dahil üyeler-den biri olarak, Medine'ye gelmi ş olduğunu kabul etsek bile, onun Müslüman olduğunu ispat etmemiz gene güçtür. Zira kaynaklar aç ık-tan açığ a onun islâmiyet'i kabul etmi ş olduğunu söylememektedirler; onu ya bir örtü alt ında Hazret-i Muhammed'e getirilmi ş , yahut

154 İbni Sâ'd, a. g. e., II, S. 37'ye göre Peygamber bu mektubu Zübeyr bin Avvam' ın kar-' de ş i Sâib bin Avvâm ile göndermi ş tir.

155 E. Dinet et Sliman ben İbrahim, La vie de Muhammed, 4. bas ı , Paris 1947, S. 255;

Ebu'l-Fida, a. g. e. I., S. 163 - 6; Mahmud Esad, Tarih-i Din-i Islam, V., S. 548.

85

develeri bekledi ğ i için Müslüman olan Hanife heyetinin içinde buluna-mamış gösterirler. İ bni İ shak ve M e daini'ye dayanan rivâyetler onun Peygamber'le olan konu ş mas ından sonra Müslümanlığı kabul etti ğ ini aç ıkça söyliyememektedirler. Fakat daha sonraki tarihçiler ( İbni Hald6n, İ ber, II., 2., S. 74; Ebu'l-Fida, Tarih, I., S. 163 - 6; Mah-mut Esat, Tarih-i din-i islam, IV., S. 548; Dinet et Siliman ben İbrahim, La vie de Muhammed, S. 255) onu dinden dönmü ş , Tanrı düş manı diye tavsif etmi ş lerdir. Ş ayet Müseylime'nin bir heyetle birlikte Hazret-i Muhammed'i ziyaret etti ğ i doğ ru ise bu ziyaret samimi bir ş ekilde isla-miyet'i kabul etmek için de ğ il, aksine Hazret-i Muhammed'ten sonra hâkimiyetin Beni Hanife'ye intikalini temin etmek maksadiyle yap ılmış olmalı dır. Hazret-i Muhammed bunu hiddet ve ş iddet ile reddedince, Müseylime yava ş yavaş islamiyet'in Yemâme'ye tesir etmekte oldu ğunu gördü ğünden memleketini bu tesirden kurtarmak için iki çareye ba ş vurmak gerekti ğ ini anlad ı . Bunlardan birisi dini bir yol açmak ve is-lâmiyet'in Yemame'de yay ılmasını önlemek; ikincisi ve son çare ise sa-va ş yoluyla Kurey ş ve Ensâra kar şı koymakt ı . İş te böylece Peygamber' den red cevab ı alan Müseylime, Hazret-i Muhammed'i örnek tutarak, Yemame'de peygamberli ğ ini ilan etti ve güya ayet olan bir tak ım söz-leri s ıralad ı . Ş airlik ve hatiplik gibi meziyetleri yan ında hâhinlik vasfı da bu vadide ona yard ımc ı olmu ş tu.

E. Müseylime'nin portresi ve hokkabazl ığ n

Kısa boylu, çok sar ı benizli, bas ık ve kalkık burunlu "6 olan Müsey-lime'nin neyrenciyat ile me ş gul bulunuduğu, yumurtay ı ş iş eye ilk sokan adam olduğu iddia edilmektedir 157 . Gene onun herkesle konu ş up herkese rü ş vet vererek etraf ını memnun etti ğ i Taberi'de, Sümâme bin Vsal'in maiyetinde bulunan Vsal ül - Hanefi taraf ından rivâyet edilmektedir. Üsal ş unları da anlatmaktad ır: Peygamber'in yan ında bulunup Kur'an-dan parçalar ö ğ renmi ş olan Re cc al bin Unfuv a ona her i ş inde arka-daş lık ederdi. Halbuki Peygamber onu Yemame halk ına ö ğ retmen olarak göndermiş , Yemame'de Müseylime aleyhine çal ış masını emretmi ş ti. Fakat o, Beni Hanife için fitne ve fesat kayna ğı olmaktan ba ş ka bir i ş e yaramad ı . O, Hazret-i Muhammed'in Müseylime'yi peygamberlik i ş inde kendisine ortak yapm ış oldu ğuna tan ıklık etti. Hanifeliler onun söz-lerine kand ılar ve Müseylime'nin peygamberli ğ ini kabul ettiler. Bir gün

156 Belâzüri, a. g. e., Arap., S. 97; İ bni Haldun, İber, II., Tekmile, S. 75; Diyarbekri, a. g. e., II., S. 174.

157 En - Nevevi, Tehzib, I., S. 95; İ bni Kuteybe, a. g. e., S. 206 v. öt.; İ bni Haldun, İ ber, S. 74 v. öt.; el - Vatvat, a. g. e.; S. 131.

86

Ümm ül - H ey s em ad ında bir kad ın Müseylime'nin yan ına gelerek,

"Hurma ağ açları m ız uzun ve meyvesizdir, kuyular ı m ız kurumu ş tur. Sen

de Muhammed'in her zaman halk ı na dua ettiğ i gibi, bizim hurmal ı k ve

suları m ı z ı n düzelmesi için dua et" dedi. Bu söz üzerine Müsylime ya-

nında bulunan Nihar ür - Recc al bin Unfuva'mn, kad ının bu

sözleri hakk ında ne dü ş ündüğünü sordu. Er - Reee al ş u cevab ı verdi:

"Her zaman ahalisi Muhammed'in yanı na gelerek , kuyular ı n derin ve

susuz olduğundan ve hurma ağ açları nı n meyvesizli ğ inden ş ikayat ederdi.

Muhammed de onlar için dua ederdi. Bunun üzerine hurma ağ açları büyü-

dü , dalları yere sarktı , hattâ bu dallar kök, saldı , bunlar kesilince de çiçek

açıp meyve verdi. Kuyular ı n su dolmas ı için de su dolu bir kova getirtti;

buradan su alıp ağ z ı n ı çalkalayıp gene kovaya püskürttü. Bu kovadan birer

parça kuyulara döküldü; kuyulardan sular fış k ı rdı . Müseylime Reccal'in bu

sözlerinden sonra su dolu bir kova getirtti ayni şekilde hareket etti. Fakat ku-

yuları n suyu yerin dibine geçti. Müseylime'nin duas ı nı n ters tesir etmiş ol-

duğ u ancak o öldükten sonra anlaşı ldı " .RâNi sözlerine devamla,Mirseylime'

ye: "Sen Beni Hanife'nin yeni do ğ an çocukları nı takdis et" dedi. Müseylime

ondan, bunu ne ş ekilde yapacağı nı sordu. Reccâl ona "Hicaz ahalisi doğ -

duktan sonra çocukları n ı Muhammed'e getirirler, o da hurma kabilinden

olan bir şeyi çiğ neyerek çocuğ a yutturur, çocuğ un başı nı ok ş ardı " diye cevap

verdi. Müseylime'nin yan ı na getirilen ve bir ş ey yutturularak takdis edilen

her çocuk kel ve peltek oldu. Çocuklar ı n bu halleri ancak Müsylime öldükten

sonra meydana çı kt ı . Gene bir kadı n, Müseylime'nin yan ı na gelerek hayı r

duada bulunsun diye hurmalığı na gelmesini rica etti. Bu yüzden kad ın ı n

hurmaları Akraba savaşı s ırası nda kesildi."

Yukarıdan beri Us al tarafından (Taberi, tür. ter., III., S. 146 -8) anlat ılan ve Müseylime'yi küçültmek gayretinden do-ğ an bütün bu rivâyetler, Hazret-i Mu h amm e d'i bir tak ım as ı lsız

isnatlara maruz b ırakmaktad ır. Bu haberlerin uydurulmas ı ihtimal ki,

Akraba sava şı ndan sonra Müseylime'nin öldürülüp kuyulann, ba ğ ve bahçelerin sava ş sıras ında harap edilmesinden, çocuklar ın sıhhatlerini kaybetmelerinden, Müseylime'nin hakiki bir peygamber olmad ığı , ken-dilerini aldatmış bulunduğunun anla şı lmas ından do ğmu ş olabilir. Yahut da Caetani'nin iddia etti ğ i gibi, Müseylime'nin bütün bunlara rağmen nas ı l olup da taraftar buldu ğuna bir cevap te ş kil etsin diye, râvi-ler bütün bunlar ın Yemâme sava şı ndan sonra oldu ğunu ilave etmek zaruretini duymu ş lard ır.

Taberi'nin, nakletti ğ i Müseylime'nin "herkesle konu ş up herkese

rüşvet verdiğ i" yolundaki bilgi ise, her halde onun mütevazi, cömert ve hayırsever bir insan oldu ğunu göstermektedir. Bunlar ın dışı nda

87

Müseylime'nin portresini daha keskin çizgilerle çizmek imkanlar ım bize verecek olan bilgilerden mahram bulunmaktay ı z.

F. Müseylime'nin peygamberlik iddiasma ne zaman ba ş lamış ol-duğu meselesi:

Bazı orientalistler, Ye ınâme rahmanı adı verilen Müseylime'nin Hazret Muh amme d'ten çok önce peygamberlik iddias ında bulun-duğunu, bir takım yanlış yollardan yürüyerek ve yanl ış tefsirlerede bulu-narak iddia etmi ş lerdir. Bunlar Müseylime'nin Hazret-i Muhammed'den çok önce peygamberlik etmekte oldu ğunu, K ur' an ı n ilk âyetlerinin Müseylime'nin âyetlerinden al ınan tesirle bildirilmi ş olduğunu ileriye sürmüş lerdir. Hattâ bunlar aras ında Margoliouth, Muslim ve Hanif kelimelerinin ilkönce Müseylime tarafından kullan ıldığı nı , bunların monotheist anlam ına geldiğ ini, Muhammed'in bu terim-leri aynen kabul etmi ş bulunduğunu öne sürerek, Taberi ve di ğer kay-nakların vermiş olduğu malzemeleri bir yığı n hayal ınahsalü rivâyetler olarak tavsif etmekten çekinmemi ş tir. Margoliouth'a göre"' Müseylime Hazret -i Muhammed'den en az yirmi y ıl önce peygamberlik iddi-alarına baş lamış tır. Bunu da İ bni ishak' ın başka raviler tarafından bir kere daha teyid edilmeyen tek cümlesine dayanarak ileri sürmektedir. O cümle ise Hirschfeld ve Frants Buhl'ün i ş aret ettikleri 159 : "Biz ş una kani olduk ki, bunlar ı sana Yemâme'den Rahman denilen bir adam öğ -retiyor; fakat biz rahmana hiçbir zaman inanmayız" cümlesidir. Bu cüm-leyi bir Kurey ş li, Hazret-i Muhammed henüz Mekke"de iken kendisi-ne söylemi ş . Baz ıları da Kur'an ın XLIII. saresinin 65. âyetinin.

LIA, J.1pti, jj 4:w ,..)1

(=Allah benim de sizin de rabbinizdir, O'na tapınız, doğ ru yol iş te budur) sırf bu cümleye cevap olmak üzere indi ğ ini iddia etmi ş lerdir. Fakat burada hem bir ö ğ retmeni veya ö ğ reticiyi ima eder bir anlamın bulunmadığı a ş ikardır, hem de K at â de ve Mukaatil'in bu ayetin medeni oldu ğunu beyan etmeleri, yukar ı daki şüpheleri tama-miyle yersiz kılmaktadır. (Hirschfeld, a. g. e. S. 25). Sonradan birkaç kitapta daha tekrar edilmekle beraber İbni Hiş am'daki bu garip cümle hiçbir suretle teyid edilmemi ş tir. Belki de bu Musevi veya Hristiyan

158 Margoliouth, JRAS, 1903, S. 484.

159 İ bni İ shak (İ bni Hi şam, I., Kahire 1938, S. 318); Hartwing Hirschfeld, New resear-ches into the comperative and exegesis of the Qoran, London 1902. S. 25; Fr. Bulh, das Leben Muhammeds, S. 99.

88

raviler tarafından İbni İ shak'a ilham edilmi ş , o da bunu mevsuk sanarak kitab ına almış tır. Fakat bu tek cümle as ı lsız bir rivâyet olarak kalmaya mahkamdur"°. Her ne kadar Ravd ül - Unf sahibi Süheyli ile Hariri müfessiri Ş eri ş i (Ravd ül - Unf, I., S. 200; Serisi, S. 241) Ye-sime'ye dayanarak Müseylime'nin, Hazret-i Muhammed'in babas ı Ab-dullah do ğmadan çok önce "R a hm an" ad ıyla anılmakta oldu ğunu yaz-mış larsa da, pek mübala ğ alı görünen bu haber Müseylime'nin peygam-berlik iddias ının çok eski oldu ğunu teyid edici bir delil de ğ ildir Çünkü Vesime'nin (Ş eriş i aynı S.) verdiğ i bu haberin hemen devam ı İbni İshak'- daki o me ş hur cümledir; yani Vesime'nin bu iki cümlesinin İbni İshak'a dayandığı açıkça görülmektedir. Müseylime'nin Rahmân adını eskiden beri kullanmakta oldu ğunu kabul etsek bile, onun Rahman ad ını peygamberlik maksad ıyla mı yoksa ba ş ka bir maksatla mı kullandığı nı açıklamak imkanlarına maalesef sahip de ğ iliz. Onun için Beni Hanife' nin bir ş airi ş öyle bir mısra söylemi ş : "Sen insanlar için bir lâtufsun. Her zaman rahman kalası n" (Zemah ş eri, el - Ke şş af, S. 5). E ğ er ş airin dediğ i doğ ru ise, buradaki "Rahman" onun peygamberlik iddias ını ifade eder görünmemektedir.

Taberi (Tür. ter., II., 2., S. 916)'de Hazret-i Muhammed, tIsame komutas ında Ş am'a asker göndermek için seferberlik ilan etti ğ i halde, Müseylime'nin isyanı buna engel oldu ve seferberlik i ş i tamamlanamad ı kaydı vardır. Bu ifade de Müseylime'nin Hazret-i Muhammed'ten önce peygamberlik iddias ında bulunmam ış olduğunu aç ıklamaktadır. E ğ er Yemame'de daha önceden Medine hükametini maddi manevi bak ııııı -dan tehdit eden bir tehlike mevcut olsayd ı , Hazret-i Muhammed orduyu Ş am'a göndermek için de ğ il, H anifeliler üzerine sevketmek için hazırlardı .

Gene Mar goliouth, Müseylime'nin Hazret-i Muhammed'i taklit etmediğ ini, bilakis Hazret-i Muhammed'in, Müseylime'yi taklit etti ğ i-ni de söylemektedir. Çok ş ükür ki, aynı mecmuan ın 773. sayfas ında Charles Lyall, Hanif ve Müslim kelimeleri üzerinde etimolojik ve tarihi incelemeler yaparak Margoliouth'a gereken do ğ ru cevab ı verip bu konuda okurları yanlış bir inanca sahip olmaktan kurtarnu ş tır 161.

E ğer Müseylime Hazret-i Muhammed'den önce peygamberlik iddia-sına ba ş lamış olsaydı , tek tanr ı lı bir dini arayan ve onu kabule haz ır bir duruma gelmi ş bulunan Araplar taraf ından islaııı iyet'in değ il, Müsey-lime'nin kurmak istedi ğ i dinin kabul edilmesi gerekmez miydi?

160 Bir çok yerlerde tarafgirane hareket eden Caetani bile bu iddiay ı tamamiye reddetmi ş -tir (Bk. a. g. e., IX., S. 20).

161 Bk. Charles Lyall, JRAS, 1903., S. 773 v. öt. The words Hanif and Muslim.

89

İ slam Bininin doğması ve Hazret-i Muhammed'in ba ş ar ı ları çok geçme-den kom şu devletler tarafından ö ğ renilmi ş , bunlar ın bilhassa Bizans kay-naklarında oldukça geni ş bir yer i ş gal etmi ş olmas ına rağmen, bu yabanc ı kaynaklarda Müseylime hakk ında en küçük bir kayda bile tesadüf edil-meyi ş i dikkat nazar ına alınmak gerekmez mi ?

Müseylime'nin Hazret-i Muhammed'den çok önce peygamberlik iddia etmedi ğ ini gösterecek daha ba ş ka deliller de vard ı r. Mesela: Müsey-lime sava ş meydan ında çevik bir muharip olarak çarp ış mış tır. Iddia edildiğ i gibi 150 ya şı nda, yahut biraz insafla 85 ya şı nda olsayd ı (Mar goliouth'un hesab ı üzere) sava ş meydanına at ılmamas ı gerekmez miy-di ?

Ayrı ca Kur'amn VI. saresinin 94. âyetinin,

'‘.» L5,-31 cJ1991;IT Z (£71...91 Ç2ıll L:o

J J t;

(=Allah'a iftira eden ve kendisine hiçbirş ey vahyedilmedi ğ i hâlde bana vahyedildi ve Allah' ı n indirdiğ i ş eyler gibi ben de indireceğ im diyen-den daha zıilim kim olabilir) peygamberlik iddia edenler hakk ında indi-ğ ini ve bunlardan bilhassa Müseylime'yi kastetti ğ ini İ krime ve K at â d e rivayet etmi ş lerdir' 62 . Ayetin M e din e'de inmi ş olduğunu İ bni Ab b a s' ın teyid etmesi, bunun hem Müseylime'yi kasdetti ğ i hakkındaki ihtimali kuvvetlendirmekte, hem de onun ancak onuncu yıldan sonra peygamberlik iddias ına ba ş ladığı na ba ş ka bir delil daha ka-zandırmaktad ır, denilebilir.

G Hanife kabilesinin irtidad ı :

Hazret -i Muhammed'in Hicretin 10. y ılında, vedâ haccindan hastalanarak dönmesi, bir müddet sonra hastal ığı nın artt ığı haberinin yarımadada yayılması , Müseylime'nin cesaretni artt ırd ı . Etrafına büyük

bir kalabal ık toplama ğ a muvaffak oldu. Baz ı tarihler onun 40000 ki ş i-lik bir orduya sahip bulundu ğunu yazarlar. Yukar ı da bahsedildiğ i üzere Hazret-i Muhammed bu haberi duyunca, Beni Hanife aras ında çıkacak

162 Muhammed Abduh, el - Menâr, XXI., S. 10 v. öt. Bu hususta Muhammed Abduh ayetlerin maksatlar ının genel oldu ğunu ve herkese ş âmil bulundu ğ unu, zira bahis konusu sü-re'nin mekki oldu ğunu, hâlbuki Müseylime'nin H. 10. yılda ortaya ç ıktığı nı ileri sürmekte ise de, Hamdi Yazır' ın Kur'an dili,adl ı türkçe tefsirinde (III., S. 1868) bu ayetin medeni oldu ğu İ bni Abbas'a dayan ılarak aç ıklanmaktad ır. Ayr ı ca Muhammed Fuad Abdülbakrnin, el - Mu'cem ül-Mufahrisü li elfaz il - Kur'an - il Kerim (Kahire 1364) adl ı Kur'an fihristinde de el'En'am süre-sinin 93. bu âyetinin medeni oldu ğu iş aret edilmi ş tir

90

bir ayaklanmay ı önlemesi için Sümâme'nin tedbirli olmas ını tavsiye et-mek üzere Fiir at bin Hayyân ül- 'Teli' yi Yemame'ye yollad ı ; fakat Müseylime'nin kendi kabilelerinden olmas ı ve onun Hazret-i Muhammed aleyhinde çal ış mas ı Sümâme tarafı nda bulunan birçok Müslüman Ha-nifelinin, Sümâme'yi terkederek Müseylime taraf ına geçmelerine sebep oldu. Sümâme'nin ve onun gibi samimi Müslümanlar' ın Müseylime'nin karşı s ında tutunmalar ı art ık güçle ş miş ti. Netekim biraz sonra aç ıkla-yaca ğı mı z üzere, Yemame'nin en önemli mevkilerini i ş gal eden bir ta-kım insanlar ın bu yüzden memleketlerini terketmek zoruna kald ık-ları görülür.

Hazret -i Muhammed'in 11. y ılın Rebiülevvel ay ında, bu dünyay ı terketmesi ve bu arada Arap yar ımadas ında ç ıkan isyan ve irtidad-Tar Müseylime'nin, davas ını gerçekle ş tirmek hususundaki cesaretini büsbütün artt ırmış tı . Bir tak ım kabile ş efleri, kimi askeri güçlerine ve ittifaklara güvenerek,kimi kâhinlik kuvvetlerini peygamberlik iddialar ına vas ıta kılarak ve kabile asabiyetine dayanarak çabucak dinden döndüler. Topladıkları vergileri yeniden halka da ğı tarak etraflar ına kolayca adam toplama ğ a muvaffak oldular. Gene bu arada, Tuleyha ve S e c ah konularında incelendi ğ i üzere Medine ve Mekke'ye en yak ın kabilelerin bile dinden dönmü ş oldukları görüldü. İş te, islamiyet'in henüz kuvvetle yerleş memiş oldu ğu Arap yarımadas ını n bu karmakarışı k devrinde Ebu Bekir gibi ileriyi gören ve yapaca ğı nı çok iyi bilen bir ş efe ihtiyaç vard ı .

Ba ş ta Wellhausen olmak üzere Caetani ve Höhnerbach, Beni Hanife'nin riddesini ş iddetle reddetmi ş lerdir. Wellhausen olsun Caetani olsun, Sümâme'nin tarafım tutan pek az bir toplulu ğun Müslüman ol-duğunu söylemi ş lerdir. Höhnerbach ise, bu konuda daha ileriye giderek, Islam tarihçilerinin, Hazret-i Muhammed'in ş ahsiyetini idealle ş tirmek için bütün Arabistan' ın ihtidas ım onun eseri olarak gösterme ğ e çalış t ıkla-rını iddia etmektedir. H ö h n e r b ach' a göre, sonradan irtidad ve isyan hareketleri, islam tarihçileri taraf ından Hazret-i Muhammed'in bütün Arabistan'a islâmiyet'i kabul ettirdi ğ ini iddia maksadiyla uydurul-muş tur (Höhnerbach a. g. e., S. 8 - 9); yoksa asl ında Esed'lerin ba ş buğu Tuleyha, Beni Hanife'nin veftinde bulunan er - Recc al (veya er - Rehhal) ile Mücca'a, Temimlerden Malik bin Nüveyre daha başkaları Müslüman olmamış lard ır. Bu iddianın yerinde olmadığı Tu-leyha ve Secah konular ında kendiliğ inden cevapland ırılmış tır. Ayrı ca ilave etmeliyiz ki, Islami kaynaklar bütün Arap yar ımadas ını Hazret-i Muhammed devrinde dine girmi ş göstermekten uzak kalm ış lard ır. Me sel:k Taberi tetkik edildi ğ i zaman, Yemen, Bahreyn, Oman ve daha birçok yerlerde Müslümanl ığı kabul etmeyen kabilelerin cizye ver-

91

mek ş art ıyla Hristiyanlık, Musevilik veya Mecasilik gibi dinleri muha-faza ettikleri görülür. Arabistan yar ımadas ı Hazret -i Muhammed' in hayatında, tamamiyle islamiyet'i kabul etmi ş değ ildir. Fakat yar ı -madamn Hicaz'a en uzak bölgelerinde bile Hazret-i Muhammed'in dinini ş eklen de olsa kabul etmi ş topluluklar vard ır. Böylece birçok böl-geler islamiyet'i benimsememekle beraber, İ slam hakimiyetini kabul etmi ş lerdi. İş te Ebu Bekir bunlar ın irtidad ve isyan ına kar şı onbir birlik te şkil etmek mecburiyetinde kalmış ve bunları yarımadanın en uzak bölgelerindeki isyân ve irtidadlara kar şı yollamış tı .

Ridde'yi küçümsemek için Höhnerbach' ın sarfetti ğ i gayret bizce bo ş una olmu ş tur. Hazret-i Muhammed'in ş ahsiyetini idealle ş tirmek, onun daha hayatta iken, kurdu ğu binanın çöküntülere maruz kald ığı m

göstermekle olmaz kanaatindeyiz. İ slam kaynakları onbirinci yılda Ebu B ekr'in ba ş armağ a mecbur oldu ğu sava ş ları nakletmekle, yâni İ slam'ı kabul etmi ş olan kabilelerin ço ğunun irtidad etti ğ ini ve İ slam-lık için büyük bir tehlike do ğ duğunu yazmakla hakikati ifade etmi ş ler-dir. Tuleyha ve Malik bin Nüveyre gibi ş ahsiyetler için, Medine' ye gelerek İ slâmiyet'i kabul ettiklerini beyan eden kaynaklar, Es ve d' in davet edildi ğ i yeni dini reddetti ğ ini; S e call' ın ve Hevze'nin Hris-tiyan olduklar ını , Kisra'nın H azret-i Muhammed'in dine davet mektubunu parçalad ığı m da yazmakta, hattâ Müseylime'nin Müslüman olduğunu kesin olarak iddia cihetine gitmemektedirler. E ğ er Höhner-bach' ın iddiaları yerinde olsayd ı , o zaman Hazret-i Muhammed'in bu en önemli dü ş manlarının da islamiyet'i daha önce kabul ettikleri ayn ı kaynaklar tarafından iddia edilmek gerekirdi. Gene Höhnerbach' ın İ slam tarihçilerinin bu peygamberlik tasl ıyanlara kar şı tarafs ız hareket edemediklerini ispat için verdi ğ i baz ı örnekler vard ı r. Bunlar Müslüman-lar' ın mürtedleri fizik ve ahlak bak ımından küçümsemeleri ve onlar hakkında tahkir dolu sözler sarfetmeleri gibi ş eylerdir. Mesela, Müseyli-me'nin Kezzeı b Mizah ım taşı mas ı , bas ık burunlu, saramuk, cüce olarak gösterilmesi; Tuleyha'n ı n Talha de ğ il de Tuleyha olarak ça ğ r ılışı , "Allah düş manı" sayılması , Müslimlerin "akı llı ", mürtedlerin "aptal" kabul edilmesi ve birincilerin, ikincilerin yan ında çok üstün tutulmas ı ,

böylece bir ak - kara ş emas ının ortaya ç ıkması gibi örneklerdir. Böyle sıfatlar ve takma adlar hiç ş üphesiz sonradan tarihçiler tarf ından uy-durulmayıp Tuleyha'n ın ve Müeylime'nin yaş adığı tarihlerde Müs-lümanlar tarafından bunlara verilmi ş tir. Gene pek iyi bilinir ki, Araplar' da bu derece dü ş manlık olmadan bile kar şı tarafa adlar ve lakab-lar verilirdi. Mesela H âlid, Yemâme sava şı nı bitirip Müccaa'nın kı zı ile evlendikten sonra Ebu B ekir'den, Ömer bin Hattab' ın te şvi-

92

kiyle, ağı r bir mektup aldığı zaman, "Bu o solağı n (= Uaysir'in) iş idir" demiş ti. Gene E s edler, Ga t afanl ar ve sâir kabileler dinden dönün-ce "Biz o s ıska deve yavrusunun babas ı na (=Ebu Fasil'e) zekat vermeyiz" demiş lerdi. Konumuzla ilgili olan bu küçük misâller de bize gösteriyor ki, kaynaklar, baz ı hususlarda tarafs ızlıklarını muhafaza edememekle beraber, biraz önce bahsetti ğ imiz küçültücü isim ve s ıfatlar ı kullanı r-larken tarafgir olmaktan bir hayli uzakt ı rlar.

Aynı konuda Caetani'de '" Yemâ ıne'nin hiçbir zaman irtidad etmi ş sayılamıyaca ğı nı , Beni Hanife ile yap ılan Akraba sava şı nın ise, s ırf Hâli d'in fetih arzular ından doğmuş olduğunu ileriye sürmektedir. Bir de ş imdi Höhnerb ach' ın yayınlamış olduğu Vesime'nin Kitab ür Ridde'sine bakal ım Birinci derecede bir kaynak olan bu kitab belli bir gayeyi hedef gütmeksizin tek tek ş ahıslara ait, parça parça bilgileri içine almaktad ır. Biz bunlardan Yem âme'nin irtidad ı ile yakından alâkalı olan baz ı larını hemen gösterme ğ i yukarıda adları yazılı orien-talistlerin iddialar ına bir cevap te şkil edeceğ i düşüncesiyle faydal ı bul-duk (Höhnerbach, Vesime S. 13 / 55) : "El- Sa'b bin Osman el-Suheymi el - Yemami, büyük bir ba şkan olup hayli yaş adı . Cahiliyye devrinde Hi-re hükümdarları ndan el-Numan bin ül-Münzire'in kat ı na çıkt ı . Sonra İslâmiyet geldi, bu zat Müslüman oldu. Müseylime peygamberlik iddia edince bu zat kavmine irtidad etmemeleri için nasihat etti."

(S. 13 /55): "El-Batin bin Abdullah el-Hanife. Hanife kabilesinden-dir. Müslüman olmu ş tur. Peygamberin ölümünden sonra dininde sâbit kalm ış tı r."

(S. 14 /55): "Suhbân bin Ş ems bin Amr el-Hanefi el-Yemâ-mi. Hanife kabilesi Müseylime ile birlikte (!) irtidad ettikleri zaman onun hakk ı nda Vesime bir hikâye anlatmaktad ı r. Bu zat Ebu Bekr'e ş öyle bir mektup yazm ış : "Halk burada üçe ayrı lm ış tı r. Birinci k ı s ı m doğ ru yoldan ayrı lm ış kâfirlerdir, ikinci k ı s ı m haks ı zlığ a uğ ramış müminlerdir, üçüncü k ı sım ise üzüntü içinde kalan müteredditlerdir. Bu zat ayn ı mektupta ş u beyti de söylemektedir: Ben S ı ddık'a suçsuz olduğ umu bildirir, yalancı Müseylime'nin uydurduklar ı şeylerden dolay ı özür dilerim. Müslümanlar bu mektubu ald ıkları zaman çok sevindiler, ş airleri de bu zat hakk ında ş u beyti söyledi: Suhbân bin Ş ems çok iyi bir insand ır; o, kavmi arası nda soyu yüksek, dini sa ğ lam bir insandı r."

(S. 14 /55): "A bdura hm an bin el Mutarrah el- Hanefi. Cahiliyye devrinde yaş amış , Yemâme halk ı irtidad ettiğ i zaman Müseylime'ye ve

163 Caetani, a, g. e., IX., 26 v. öt.

93

kendi kavmine kar şı gelmi ş ve Ebu Bekr'e mektup yazarak, onlar ı n suç-ları n ı kendisine anlatm ış tı r."

(S. 15/56): "El- Sâ'ib bin Katâde el-Hanefi el- Yema ıni. Bu zat Yemâme sava ş ları nda esir edilmiş tir. Çok ya ş lı idi. İ slam dininde sabit kaldı ve Müseylime ile (!) kavmini irtidad etmekten mene çal ış tı . Hâlid bin Velid kendisini görerek. esaretini affetti. Bu ş ahıs büyük bir ş eyh idi.

(S. 15/56): "El-Heysem el-Hanefi. Bu da İ slâmiyet'cle sabit kaldığı n ı ispat eder mahiyette baz ı ş iirler yazm ış tı r. Heysem, Hâlid bin Velid ordusu tarafı ndan esir edilmiş ve bu hususta ş u beyitleri söylemi ş tir: Acaba Hâlid bizi yalancı , sarı adamı n suçundan dolayı öldürecek midir? Biz Peygamber'in dinini b ı rakmadı k, ne de onu terkederek geriye döndük."

S. 21 / 63: "Muccet'a bin Mürrare el - Hanefi el-Yema ıni. Hanife kabilesi baş kanları ndan olup Peygamber'in huzuruna gelmiş , ona biat etmiş ti ve Yemâme gününde esir edilenlerdendir."

S. 13 / 53 : "Sümame bin Usal bin el-Numan bin Seleme... el-Hanefi el-Ye ınâmi. Bu konudaki haberi Buhari'den alan Vesime (Not 150'deki bilgiyi aynen kaydettikten sonra) İbni İ shak' ın bu konudaki ş u rivâyetini de k ı saltarak ilave ,etmektedir: Sümâme Yemâme halk ı irtidad ettiğ i zaman kendisi dininde sâbit kald ı ve halka ş öyle vâzetti : "içinde ışı k olm ıyan karanlık bir iş ten çekininiz! Bu karanl ık i ş e baş lamış olanlara, Allah'ı n göndermi ş olduğ u bir kötülüktür ve içinizden bu yola sapacak olanları da ayni akibet beklemektedir. Onlar Sümâme'yi dinleme-yip Müseylime'yi takip etme ğe karar verince, Sümâme de bunlardan ayrı l-maya karar verdi. Tam bu sı rada el'Ala bin el-Hadrami refaketindekilerle birlikte Bahreyn'e Hutam'ı n idaresindeki mürtedlere doğ ru gitmek üzere Yemâme civar ı ndan geçmekte idi. Sümâme bunu haber al ı nca kabiledaş -ları na ş öyle dedi: Bu yenilik taraftar ı olanları n yan ı nda daha fazla kalmak istemiyorum. Gerçekten Allah onlar ı mukavemet edilemez bir kötü-lükle vuracakt ı r. Gayelerini bildiğ im ve ş imdi tam buradan geçmekte olan ve Müslüman olanlardan geri kalmamak, onlarla birlikte gitmekten ba şka birş ey istemiyorum. Bunun üzerine Müslümanlarla birlikte el-Aldn ı n yardı mc ı sı olarak yola çı kt ı , Beni Hanife'nin el-Alâ'ya yard ı m ettiğ ini duyan dü ş man ordusu sarsı ldı . Sümâme el-AM ile birlikte el-Hutam'a karşı savaş a katı ldı .... ve sonunda satı n aldığı bir ganimet hı rkası nı giymi ş olması ndan dolayı düş manı n askerlerinden birisi onu şehit etti."

S. 16 /58: " (İ nı eyr b. Dabi el - Ye ş kuri. Sadıklardan ve kabi-le ş eflerinden biridir. Hâlid ona Kureyş 'lilerden olsaydı n, Halife olacak adamdı n demi ş ".

94

S. 17 / 58: "Muhriz bin Katade bin Meslemet el-Hanefi. Ye ınânı elilere demi ş ki, suphan Allah, sizin durumunuz ne kadar acâip. Bir peygamber sizi dine soktu. Bir yalanc ı ise ondan çıkardı . Vallahi o

hayatta olsaydı bası k burunlu yalancı sizinle bu oyunu oyn ıyamazd ı . Sizin

için azaptan korkuyorum. Bunun üzerine mürtedler ona dediler ki, biz seni babanı n hatırı yüzünden affediyoruz. Çünkü o bizim ba ş buğ ları m ız-

dandı ".

S. 18/60: "Mu'ammer bin Kilâb el - Zimmâni. Müseyli-

me'ye (!) ve Beni Hanife'ye Ridde'ye sapmamalar ı için vâzeden adamd ı r.

Sümâme'nin kom ş usu idi. Tavsiyelerini dinletemeyince Medine'ye do ğ ru

yola çıkm ış fakat Sümâme onu geri çevirmi ş tir".

Konumuzdan uzakla ş mamak için, yukar ı danberi verdi ğ imiz mi-sâllere daha pek çok ilâveler yapmaktan vazgeçiyoruz. Herbiri dikkatle gözden geçirildi ğ i zaman görülüyorki, Caetani'nin ve di ğ er orientalist-lerin Beni H anif e'nin irtidad etmediklerini, çünkü bunlar ın esasen islâmiyet'i kabul etmemi ş bulundukları yolundaki iddiaları her hâlde hakl ı görülemez ' 64 Bilhassa Suhbân bin Ş ems'in mektubundan halk ın üç kfsma ayr ılmış olduğunu, bir kısmının tereddüt içinde bulunup bir kısmının dinden döndüklerini, üçüncü k ı smının ise sad ık kaldığı nı öğ -

renmemiz, Yemân ıe'deki Müslüman say ı sının hiçte küçümsenmiyecek bir topluluk te şkil ettiğ ini aç ıklamamıza yard ım etmektedir.

H. Müseylime ile sava ş ve Müseylime'nin öldürülmesi:

11. nci Hicret y ı lında Ebu Bekir halife seçilince, Habib bin Abdul-lah el-Ensarryi, Beni H anife'deki irtidada mani olmak için Yemâ-me'ye elçi olarak gönderdi. Bu zat, Beni Hanife ileri gelenlerinin ön-lerinde Kur'anı okudu ve ate ş li hitaplarda bulundu. Fakat Müseylime onu öldürttü 165 . Bundan sonra Ebu Bekr Sümâme'ye yard ımcı olsun diye İ krime'yi bir miktar kuvvetle Yemâme'ye yollad ı ise de, bunun da tesiri olmad ı . Arkas ından Ş urahbil bin Hasene'yi gönderdi. Ş urahbil gelmeden önce, İ krime ş eref ve ş öhret kazanmak ümidiyle acele edip Müseylime üzerine yürüdü. Fakat Yemâmeliler onu bozguna u ğ -ratt ı lar. O da çekilip gitmek zorunda kald ı . Ş urahbil de ayn ı ş ekilde Ebu B ekir'den, yeni bir emir al ıncaya kadar yerinden ayr ılmamas ını bildiren bir mektup ald ı . Fakat o da ş eref pe ş inde ko ş tu ğundan İ krime

164 Her ne kadar yukar ıya aldığı mız rivâyetlerde Müseylime'nin de irtidad etmi ş olduğu bildirilmekte ise de, bu husus ba şka kaynaklar tarafı ndan kesin bir ş ekilde teyid edilmemi ş oldu-ğundan bunu bu kayana ğ a yap ı lmış bir ilâve kabul ederek göz önünde bulundurmal ıdır.

165 Bu hususta ba şka rivâyetler de vard ır: bk. Höhnerbach, a. g. e., S. 61.

95

gibi emre itaat etmeyerek Müs eylime'nin üzerine sald ı rd ı ve bozguna uğ rad ı .

Bu s ırada, Butah sava şı nı kazandıktan sonra öldürttü ğü Malik bin Nüv ey r e 'nin kar ı sı ile evlenmesi yüzünden suçlu duruma dü ş müş bulunan Halid Medine'ye gelmiş ti. Ebu Bekir onun suçunu affedip kendisini, Ensâr ve Muhacir'lerden meydana getirdi ğ i kuvvetlerin ba ş -komutanlığı na tâyin ederek Müseylime ile sava ş ması için Yem âme'ye yolladı "6 . Müseylime, Hali d'in yakla ş makta olduğu haberini al ınca, Akraba' da ordugâh kurdu ve seferberlik ilan etti. Bu esnada Muc-ca'a bir tak ım ş ahsi sebeplerden dolay ı , M âlikler'den ve T emimler' den öç almak için, küçük bir birli ğ in başı na geçmi ş ve yola çıkmış tı ,

Z ey d ile Ebu Huzeyfe'yi ordusunun sa ğ ve sol kanatlar ının başı na geçirmiş bulunan Hâlid yan ında Ş ur a hbil de bulundu ğu halde savaş alanına do ğ ru ilerledi ve el- Ur d'da konaklad ı . ikiyüz kiş ilik bir birlikle gece bask ını yapt ırdı . Bunlar ba ş larında Muccâ' a bin Mur-r ar e el - Hanefi bulunan bir birli ğ i uykuda iken esir ald ılar ( İbni Sa'd, Tabakat, V., S. 400). Esirler Hâlid'in yan ına getirlince onlardan "İslamlar'a sığı nmak üzere mi yola ç ıkt ı nız"? diye soruldu. Bunlar mert-lik gösterip hakikati söylediler. Hâlid de bunlar ın kendisine s ığı nmak maksadiyle yola çıkmadıklarını öğ renince Muccâ'a'dan ba ş ka hepsini öldürttü ve Akrab a'ya gitti.

Bu konuda Ebu Hür e yr e'nin verdi ğ i haberlere, İbn İ shak şun-ları ilave etmektedir: Esir edilenler ertesi gün Halid'in kar şı sına çıkarı l-dılar. Halid onlara, "ey Hanife oğulları ! Siz bu hususta ne düş ünüyor-sunuz" diye sordu. Onlar, "Sizde bir peygamber, bizde bir peygamber" diye cevap verdiler. İş te bu söz üzerine Hâlid, onlar ın baş larını vurdurdu 167 . Hâlid sadece Mucca'a 'n ın, "Ben Müseylime'nin akrabas ı veya adamı değ ilim. Resulullah'a gittim. Müslüman oldum. Ondan sonra ne de ğ iş tim, ne değ iş tirdim". demesi üzerine, onu zincirlerle köstekleyip komutanhk çadırındaki karı sı Ummü T emim' e teslim etti 168 . Sonra Yemame'ye bakan bir kum tepesinin üzerine ordugâh kurdu. Sa ğ ve sol kanatlar ınııı ba şı na Muhakkim ile Recc an geçirmi ş bulunan Müseylime ise

166 Caetani'nin,Hâlid'in Ebu Bekir tarafmdan Yemâme üzerine harekete memur edilmedi-ğ ini,Yemâme'ye gidi ş in tamamiyle Hâlid'in sava ş ve fetih arzularmın sonucu bulundu ğunu iddia etmesi, belki de Belâzûri (Fütuh,arap.,S.96) deki Taberi ve di ğer tarihlere ayk ırı düş en Ensâr ve Muhacirler arasında cereyan eden ve Butah seferi s ırasında vuku bulmu ş olan münakaş adan doğmuş olmalıdır. Yâni Butah seferi s ırsmda Ensâr'm Halid'e uymak istemeyi ş i ve Hâlid'in bu seferi sanki kendili ğ inden tertipledi ğ i ş eklindeki mülâhazalar, Belâzüri'de Yemâme seferi hakkında anlatılmış tır Belâzûrrnin bu kayd ı ise, hakiki vakıalara uygun düş memektedir.

167 Taberi, a. g. e., tür. ter., S. 154 ve Zehebi, a. g. e., I., S. 359 v. öt.

168 Ibni Sâ'd, a. g. e., V. S. 400.

96

Hanife o ğullarına, "Yenildi ğ iniz takdirde kad ı n ve k ızlarınız esir edilip tahkir edileceklerdir; bugün şerefinizi ve kad ı nlarının korumak için sava-şı n ız" diye onlar ı iyi savaş mağ a te ş vik ediyordu. Nihayet iki ordu kar şı -laş tı . Peygamber'in sohbetinde bulunup Bakar a sûresini ezberledikten sonra, irtidad eden ve Müseylime'nin en yak ı n dostu hâline gelen El Reccâl de öncü kuvvetlerin ba şı nda ilerliyordu.

Bir ara Hâlid, Hanifeliler aras ında kıhç parıltıları gördü ve Beni Hanife aras ında anla ş mazlık çıktığı nı zannederek sevindi ise de esir Mu e câ' a bunun bir anla ş mazlığı ifade etmedi ğ ini, Hanifeliler'in yumu-ş atmak için k ılıçlarını güne ş e tuttuklarını açıklad ı .

İki taraf sava ş a katıldıktan bir müddet sonra Müslümanlar geri çekilmek mecburiyetinde kald ılar. Hâlid çad ınm hattâ e ş ini bile b ıra-karak geri çekildi. Hanifeliler onun çad ırına girdiler. E ğ er "Yemâme Muccâ'ı" adı verilen Muccâ'a bin Murrare, İlmmü T emim'i himâye etmese idi, Hanifeliler onu öldüreceklerdi. Yemâme'liler canlar ını öyle heder edercesine çarp ışı yorlard ı ki. vaktiyle Peygamber'in amcas ı Hamz a'yı öldürmü ş olan Vah ş i bin Harb bile onlar ın bu kahraman-hklarım şu sözlerle aç ıklamaktan kendini alamam ış tır: "Ölüme Müsey-lime'nin adamları kadar sabı rlı ve tahammüllü kimseyi görmedim"" 9

İ bni S a' d' a göre (Tabakat, VII., 2., S. 136 v. öt.) Müslüman-ların bu geri çekilmeleri iki veya üç defa tekrarlanm ış t ır.

Hâlid savaşı n yenilgi ile sonuçlanmas ından fena hâlde endi ş eye kap ıldığı ndan E ns âr ve Muhacirlerin de tekliflerine uyarak zaaf ın nereden geldi ğ ini anlamak maksadiyle askerlerini göçebe ve ş ehirli ol-mak üzere ikiye ayırıp öylece sava şmağa baş ladı .

Sava ş o kadar ş iddetli ve her iki taraf için öylesine ölüm kal ım sava şı oldu ki, göçebelerin mi yoksa ş ehirlilerin mi daha iyi çarp ış tığı farkedil-medi. Müseylime'nin en önemli ve kahraman komutan ı mukavemet edebilmek için askerlerine "Hadikat ür - Rahman" adı verilen (sonradan Hadikat ül - Mevt adı verilmi ş tir) etrafı çevrik bir ba ğı n içine girmeleri emrini verdi. Müseylime de bu ba ğ a sığı nmış tı . Müseylime öldürül-medikçe, sava şı n sona ermeyece ğ ini anhyarı Hâlid, düş man kuvvetlerinin arkalanmn b ırakılmaması emrini verdi. Müslümanlar aras ında o günün parolası "Ey Bakara süresinin sahipleri"idi 170 .

Büyük bir ş iddetle "Rahman ın bahçesi" ne saldıran Müslümanlar, s ü'rlardan dolay ı Müseylime ile kar şı laş amıyorlardı . Bu arada el - B e-

169 Zehebi, a. g. e., I., S. 358 v. öt.

170 Belazûrl, a. g. e., arap., S. 96.

97

râbin el - Malik kendisini ba ğı n sürlarmdan a ş ağı ya att ırıp çarp ış a

çarp ış a sarun kap ı sına vard ı . Kap ıyı müslümanlara aç ıp onları içeriye

aldıktan sonra tekrar kapay ıp anahtar ı dış ar ı fırlat ıp att ı . İş te burada islamlar için hattâ islâmiyet için bir ölüm kal ım davas ı görüldü. Bu arada biri yüksek sesle "Siyah bir köle Müseylime'yi öldürdü" diye ba ğı r-dı "°.

Müseylime'nin öldürülmü ş olması Beni Hanifelilerin cesaretlerinin kırılmasına ve sonunda sava şı kaybetmelerine vesile oldu. Müslümanlar değerli hafızlarmdan birço ğunu bu sava ş ta kaybettiler (Ebu'l-Fidâ,

Tarih, I., S. 166) Ebu Huzeyfe, Sabit bin Kays, Zeyd bin Hat-tab gibi kahramanlar da bu arada ş ehit dü ş enler aras ında bulunmakta idiler. Buna kar şı lık el- Muhakkim bin Tufeyl, el - Reccal bin Unfuva gibi Müseylime'nin en önemli komutanlar ı , Müseylime'den önce öldürülmüş lerdi. Bu sava ş ta müslümanlar Hadikat ül-Mevt'de 7000 kiş i katlettiler. Bir k ı sım Hanifeliler de ba ğdan kaçıp kalelere

sığı ndılar.

Müseylime'yi kimin öldürmü ş olduğu tarihlerde kesin olarak belirtilmemi ş tir. Eski tarihler ara ş tırıldığı zaman bir çok kimselerin Mü-seylime'nin öldürülmesine bizzat i ş tirak etmi ş olmak gayretini güttük-leri görülür. Bu durum bize ş unu gösterir: Dü ş man islamiyet için o derece kuvvetli ve ürkütücü idi ki, sava ş ta bulunanlar onu yok etmenin ş erefini bir türlü payla ş amamış lard ır. Aş ağı ya aldığı mı z misâller bunun bir delili say ı lır: Taberi (arap., III., S. 245 - 50) Müseyli-me'yi katledenin Vah ş i olduğunu, ayrı ca Ensâr'dan bir adam ın onu vurarak öldürme ğe i ş tirak etti ğ ini kabul eder. Belazari' de (Arap., S. 96) de rivâyetler çok farkl ı dır ve mesela s ırasiyle ş öyledir: 1) Onu

Haddâ ş , yarliBeni Âmir bin Luey'lerden biri öldürdü. Bunun râvii gene Beni Âmr bin Luey'lerden oldu ğu için bu ş erefi kendi kabilesine tahsis etmek gayesini gütmü ş olsa gerektir; 2) Onu Sehhak bin Ha-re§ e öldürdü. Biraz sonra Sehhak ş ehit edildi; 3) Habib bin Zeyd'in karde ş i Abdullah bin Z eyd bin As ı m onu öldürmüş tür. Zira bir rivâyete göre Müseylime Habib'in iki kolu ile iki baca ğı nı kestirmiş ti; 4) Habe ş li Vah ş i bin Harb de Müseylime'yi öldürmü ş olduğunu iddia etmekte ve bu konuda ş u sözleri söylemektedir: " İnsanları n en iyisini (Peygamber'in amcas ı Hamza) ve en kötüsünü öldürdüm". Be-

lazüri başka bir rivayeti naklederken, yukar ıda adlar ı geçenlerin mü ş -

171 Taberi' de bu husustaki rivâyetler müphemdir Bunlardan birisi Müseylime'nin Hadika'- mn dışı nda , diğ erleri ise Hadika'nm içinde öldürülmü ş olduğun ifade etmektedirler. Müseylime'-nin öldürüldüğü hakkındaki muhtelif rivâyetler için bk. Taberi, a. g. e., tür. ter., III., S. 153 165, 166.

98

tereken Müseylime'yi öldürdüklerini, hattâ Em ev i'ler bile onun Mua-vi ye tarafından katledildi ğ ini iddia etmektedirler, demektedir. İ bni Haldan ( İber, II., 2., S. 75), Ebu'l-Fidâ (Tarih, I., S. 166), İ bni Sa'd (Tabakat, VII., 2., S. 136 - 7) ve Muir (a. g. e. S. 44) onun Vah-ş i tarafından ve Ham z a' y ı öldüren m ı zrakla öldii.rülmü ş olduğunu ka-bul etmektedirler. Biz de İ bni S a' d' ın bu kaydını esas tutarak onun Vah ş i tarafından öldürülmüş olduğunu kabul etmek zarureti kar şı -s ındayız. Bu sava ş ta biraz mübala ğ alı da olsa 40.000 ki ş ilik Yemâme ordusu (C a et ani, IX, S. 24'de bunu 10.000 kabul eder) bütün kuvvet-lerini harcay ıncaya kadar ş eref ve ba ğı msı zlıkları uğ runda çarp ış mış tır. Müseylime son nefesini verinceye kadar, "Ey Hanife oğ ulları ; ş erefiniz için, asaletinizi korumak için çarp ışı nız", diye ısrarla tekrarlamaktan geri durmamış tır.

Akraba yahut Yem âme sava şı mn vuku bulduğu tarih, baz ı ya-zarlara göre Hicri 11., baz ılarına göre ise 12. y ıldır. İ bni Sa'd (Ta-bakat, III., 1, 274 - 5) bu sava şı n 12. yı lda olduğunu, Zeyd bin Hat-t ab' ı n ş ehit düş tüğü yılı yazmak suretiyle belirtmekte, B elazil ri de (Fütilh, S. 101) bunu teyid etmektedir. Z eheb (Tarih ül - İ slam, I., S. 259) Ebu M a' ş er'in bu sava şı 12. yıhn Rebiülevvel ay ında, V âki di ve daha ba şkalarının gene 12. yı lda cerayan etti ğ ini kabul et-tiklerini kaydettikten sonra, kendi kanaatine göre bu sava şı n 11. y ılın sonlarında ba ş layıp 12. yılın ba ş larında son bulmu ş olmasının muhtemel bulunduğunu belirtmektedir. El- N evevi (Tehzib el- Esma, S.95) Halid'- in Müseylime üzerine komutan tâyin edilmesi tarihinin 11. y ılda olduğunu kaydetmiş tir. Her halde Z ehebr nin ve Ca et ani'nin tahmin ettikleri gibi hadiseler 11. y ı lın sonlarında ba ş layıp 12. yıluı baş larında sona er-miş olmandır.

Bu sava ş ta her iki tarafın kaybettiğ i insan sayı sı da sava şı n yap ıldığı tarih gibi kesinlikten uzakt ır. Me s 'udi (Et - Tenbih, S. 223) Yemarrie'de ölen Müslüman askerlerin say ı sının 1200 oduğunu, T ab eri, Ensâr ve Muhacirlerden topyekan 600 ki ş inin ş ehit düş tüğünü, B ela z ûri 1700 veya 1200 Müslüman askeri zâyi oldu ğunu kaydetmektedirler. Beni Hanifenin kay ıplar' ise daha çok idi. Taberi, Akraba'da 7000 Hadikat ül - Mevt'de 7000, sonra tâkipde de 7000 ki ş inin öldürülmü ş olduğunu kaydetmektedir. İ bni S ' d (Tabakat, III , 1., S. 274 - 5), Ebu Mery e m'e atfetti ğ i bir rivâyette, Beni Hanife'den 14.000 ki ş iden fazla insan kay ıp olduğunu zikretmektedir 172 .

172 Caetani (a. g. e., IX., S. 227) Mirhond'un bu konuda hani bir mübâla ğa ile Hanifeliler-den 70.000 ki ş inin "Hadika-i Mevt" de, 70.000'ninde d ış arıda katledildi ğ ini yazmakta olduğunu iddia etmekte ise de Mirhond bu rakam ı 70 000, 70.000 değ il 7.000, 7.000, yâni bütün katledilen-lerin 14.000 kiş i olduğnu söylemiş tir (bk. Mirhond, a. g. e., II., S. 228).

99

İ . Yemâmelilerle bar ış :

Bu büyük sava ş sona erip de Müseylime'nin öldürüldü ğü haberi yayıldığı zaman Hâlid bin Velid, Yemâmeli Muccâ'a'y ı ça ğı rtt ı . Muccâ'a zincirler içinde idi. Sava ş ta ölmü ş bulunanlar aras ında Müseylime'yi arayıp bulmak üzere sava ş meydanında dola ş maya ba ş ladılar. Nihayet Hâlid uzun boylu ve güzel yüzlü birinin önünde durdu ve "İş te peygam-beriniz budur" dedi. Muccâ'a onun Muhakkim bin Tufeyl oldu ğunu söyleyince bağ a girdiler; Muccâ'a s ı ska ve burnunun ucu çok kalk ık biri-sinin önünde durarak, "Sizi uğ raş tı ran adam iş te budur" diyerek Müsey-lime'yi gösterdi. Hâlid ona: "Sizi kendisine itaat ettirerek bunca i ş leri yapt ıran adam bu mudur? diye sordu. Muccâ'a, "Ey Hâlid, iş dediğ in gibi oldu. Tanrıya andiçererek bu savaş a askerin henüz öncülerinin acele olarak katı lm ış olduğ unu, ası l kuvvetlerin ve halk ı n çoğ unun kalelerde bu-lunduğunu temin ederim."dedi. Hâlid bu söz üzerine biraz ş aşı rdı . Muccâ'a onu, tekrar yemin ederek, hem söylediklerinin do ğ ru olduğuna hem de kavmi adına barış yapmaya ikna etti. Halid de ona, Beni Hanife'nin ellerinde bulunan bütün gümü ş , zrıh ve esirlerin yar ı sının Müslümanlara b ırakılması ş artıyla bu teklifi kabul edece ğ ini söyledi. Mu c câ' a, Hali d'- den barışı n ş artlar ını bildirmek üzere Hanifelilerin yan ına gitmek için izin istedi. Kaleye girdikten sonra ne kadar genç kad ın varsa, onlara silâh ku ş at ıp z ırh giydirerek kalelerin burçlar ına ç ıkmaları emrini verdi ve tekrar Hâlid'in yanına dönüp kalede bulunanlar ın yapılan barış tekliflerini kabule yana ş madıklarını bildirdi. İ bni İ s h ak'a göre Hâ-lid yeni bir anla ş ma ile esirlerin dörtte birini al ıp diğ er dörtte birinden vazgeçerek bar ışı kabul etti.

Mu c c â' a, Beni Hanife'ye de bu andla ş mayı kabul ettirmi ş ti. Çünkü S eleme bin Umeyr onlara kalenin çok sa ğ lam olduğunu ve bol mik-tarda yiyecek bulunduğunu kışı n da yakla ş makta olduğunu söyliyerek, böyle a ğı r ş artları kabul etmeme ğ i tavsiye etmiş ti. Fakat Hâlid'i yak ın-dan tanımak fırsat ını bulan Muccâ'a, onun gazab ından kabileda ş larını korumak için bütün gücü ile çal ışı p Hanifelilere bar ışı kabul ettirme ğ e muvaffak olmu ş tu.

Bundan sonra Hâlid Muccâ'a'ya, kı zını kendisine vermesi tale-binde bulundu ve bu teklifinde israr etti. Muccâ'a da k ı z ını vermek mec-buriyetinde kald ı . Bu kadar büyük ba ş ar ılar kazand ığı hâlde, Ebu Bekir, H bu evlenmesini ho ş kar şı lamad ı . Ona ş iddetli bir dille şunları yazd ı : "Sen kad ı nlarla evlenmekten kendini alam ıyorsun; hâlbuki evinin etrafı nda 1200 Müslüman ı n kanı akıyor". Hâlid bu mektubu oku-yunca, Ömer ibn-i Hattab' ı kast ederek "Bu Uaysir'in (sola ğı n) iş idir"

100

dedi. Ebu Bekir'e Hanifelilerden heyetler tertip edip gönderdi. Konak yerini de Eb az'dan V aber'e ta şı dı ' 73 . Böylece Yem âme

meselesi halledilmi ş ve Arabistan' ın bu önemli bölgesi de İ slâmi-

y et' e kesin olarak kazan ılmış ve Medine'y e ba ğ lanmış bulunuyordu.

J. Müseylime'nin doktrini:

Müseylime'nin doktrini hakkında bize az da olsa bilgi verme ğ e yar ı -

yan kaynaklar mevcutsa da, bunlar ın bazıları birbiriyle tezad halinde bulunan haberleri ihtiva etmektedir. Mesela: İ bni S a'd (Siret, Wellhausen, a. g. e. IV., S. 115), İ bni Haldûn ve Taberi ile İ bni

Hi ş am aynı konuda birbirine tamamen z ıt rivâyetleri s ıralamakta-

dırlar. Bu yüzden elimizde bulunan bu ana kaynaklar ın verdikleri haber-lerin mümkün mertebe do ğ ru olanını yanlış olanından ayırmak gibi çok

güç bir i ş ile karşı kar şı ya bulunmaktay ız. Müseylime'nin vahy ol-

duğunu iddia ettiğ i sözlerinden hanlar ın' kaynaklar bize kadar intikal ettirmi ş lerdir. Ancak bu gûya vahiylerin hangilerinin hakikaten Müsey-

lime tarafından söylenmi ş olduğunu hangilerinin raviler taraf ından son-

radan onun a ğ zına yakış tırıldığı rn ayırt etmek bugün bizim için hemen

hemen imkans ızdır. İş te ş imdi bize kadar gelmi ş olan bu Oya vahiy-lerle, aralar ındaki tezatlar ı yukarıda iş aret etmi ş olduğumuz bil-gilerden, Müseylime'nin doktrini hakk ında bir fikir edinme ğe ça-lış aca ğı z.

Hevz e bin Ali'den sonra siyasi iktidar ı eline geçiren Müs e y-limet ül - K ezz âb, elde etti ğ i bu siyasi nüfuz ve kudreti, Hazret -i Muhammed'i örnek tutarak, dini bir otoriteyle de takviyeye kalk ış tı ve evvelce de söyledi ğ imiz gibi âyet ad ı altında bir tak ım seci'li sözleri

yanyana dizme ğe ba ş ladı . Bunların kendisine vahy edilen Kur'an olduğunu ilan etti. Bir tak ım dini kaide ve düsturlar koydu. Kur an dilini taklid eden Müseylime, Müslüman namaz sistemine benzer bir sistem de kurmu ş , hattâ K ah° gibi bir de harem bölge (yasak bölge) ihdas etmi ş ti ' 74. Buna muhalefet edenleri de sorumlu tutmu ş tu. Halbuki,

ravilere göre Yem â m e haremi, Hicaz' ın haremine benzeyememi ş tir. Harem içinde kalan baz ı obalar bolluk y ıllarında Yem âme'nin meyve-lerini yağma edip Haremi depo haline getirmi ş ler, takip edildiklerini an-layınca da kaç ıp hareme s ığı nmış lardı . Bu hal devam edince ahâli Mu s eylime'den buna engel olmas ını isteme ğe mecbur kalmış tı . Mü-seylime bunun için gökten gelecek emri bekliyece ğ im diyerek, onlara

173 Belâzûri, a. g. e. arap., S. 98; Taberi, tür. ter., III., S. 178 v. öt.; Zebebi, Tarih ül - , I., S. 359; İbni Haldûn, İ ber, IL, Tekmile, S. 75. 174 Taberi, a. g. e. tür. ter., III., S. 177.

101.

Oya vahiy olan ş u sözleri söylemi ş tir: "Karanhkları basan gece, siyah kurt ve ya şı na basan çatal tı rnaklı hayvan adı na andiçerek Useyyid'lerin, haremin hürmetini çiğ nememi ş oldukları n ı teyid eylerim" Halk ona, "Haram olan malları helâl saymak ve halk ı n malları n ı yağma etmek, tahrip etmek haram değ il midir ?"diye sorunca o, yeni bir vahiy beklemi ş ti. Yeni gelen vahiy de, biricisinin hemen hemen ayni idi: "Gece ve geceleyin çok gezen kurt ad ına andiçerek Us s eyy id'lerin ya ş hurma ağ açları nı kes-mediklerini" teyid ediyordu. Halk yine ş ikâyetlerinin bir gerçe ğ i ifade ettiğ ini israrla söyleyince, Müseylime bu defa onlara vahiy diye şunları söyledi: "Beni Temim esir edilmemi ş hakir düş memi ş , temiz bir kavimdir. Onlara iğ rendirici ve hoş olmayan bir ş ey isabet etmez. Biz sa ğ olduğ umuz müddetçe onlara, iyliklerde ve bağış larda bulunarak komş uluk edeceğ iz, onları herkesin tecavüzünden koruyacağı z. Bizden sonrada esirgiyen Tanr ı onları korur" (Taberi tür. ter., III., S. 144 - 5).

Müseylime Secâhla kar şı laş tığı zaman, ona vahiy ad ı alt ında şu sözleri söylemi ş ti: "... salih insanlar uyumadan geceleri ibadetle geçirirler, gündüzleri de gökteki bulutlar ı n ve yağmurları n kuvvetli Tanr ı sı için oruç tutarlar". Gene onun Beni Hanife için söyledi ğ i ş u sözler dini prensip-sipleri hakk ında bize bilgi verme ğ e yardım etmektedir: "Ben yüzlerinin güzelliğ ini, ten ve vücutlar ı nı n saflaş tığı n ı ve ellerinin tertemiz oldu ğ unu gördüğ ümde, onlara ş u emri verdim: Siz kad ı nlara yaklaş m ıyacak ve ş arap içmiyeceksiniz. Siz hay ı rlı ve salih bir toplulukst ı nuz. Bir gün oruçlu, bir gün zahmetli ve yorucu i ş lerle me şgul olacaksı n ız. Tanr ıy ı her eksikten tenzih ederim ki, o dirilme zaman ı geldiğ inde acaip bir ş ekilde diriltir. Sizi göğ ün kat ı na yükseltir. O, sizin hardal tanesi kadar da olsa iş lerinizi ve gönlünüzden geçeni bilir ; insanları n çoğ u bu yüzden ziyana u ğ rar ve lânete katlanı rlar'"75

Kendisine Rahman ad ı nı vermi ş bulunan Müseylime'nin cinsi bakımdan çekimser olmay ı te şvik etti ğ ini de taraftarlar ına verdi ğ i baz ı emirlerden anlamaktay ı z. O bir erkek çoçu ğu bulunan erke ğ in, karı s ına yakla ş masını yasak etmi ş ti. Müseylime çiftçilikle u ğ ra ş an kavmine onun anhyaca ğı kavramlarla hitap etmi ş tir: "Renkleri siyah olduğ u hâlde sütleri beyaz olan koyunlar üzerine andiçerim ki...." veya "Tohum ekerek, ekin yeti ş tirenler, ekinleri biçenler, buğdayları savuranlar, sonra öğ ütenler, onlardan ekmek yapanlar bu ekmeleri ufak ufak doğ rıyarak et suyunda ıslatanlar ve bunları n üzerine sâde yağ dökerek yiyenler ş ere-fine andiçerek temin ederim ki, siz hayvan besliyerek çad ı rda yaşıyanlardan daha meziyetlisiniz. Binalarda ya şıyanlar da size üstün gelmediler.

175 Taberi, a. g. e., tür. ter., III. S. 143; arap., III., S. 243.

102

Mahstildar yerlerinizi koruyunuz; yoksul olanları yurdunuza kondurunuz,

azgı nları yurdunuzdan uzakla ş tı rı nız" 176

ip„;

o

,..:>li3k3 j 3

oji o33Ti y,J l 9 o30C,4 ti J,!A jftrA

Yukarı danberi örneklerini verdi ğ imiz Müseylime'nin güya ayet-leri, onun iktidar mücadelesinde rakibi bulunan Sümâme bin Us âPin arkada şı Us âl el - Hanefi taraf ından naklolunmu ş tur. Buraya kadar yazdıklarımızdan anla şı lacağı üzere, Müs eylime riyâzet sahibi, oruca

kıymet veren, ş arap içme ğ i meneden kaideler koymu ş bir insandı . Gene

onun tek ve görünmiyen bir Tanr ı adına konuş tuğunu, cennet, savap, tekrar dirilme, hardal tanesi ve hayat gibi dini mânada yükseltilmi ş tâbirler kullandığı nı da görüyoruz. Vsal'in S eyf yoluyla intikal eden bu rivayetlerinin tam aksine İ bni İ shak ( İ bni Hiş am, IV.S. 222), Mü-

s e ylime'nin içki ve zinaya helal k ılmış olduğunu, namazı kaldırdığı nı ve Beni Hanife'nin bu yolda ona uymu ş olduğunu söylemektedir. Fakat İ bni İ s h ak' ın bu rivâyeti , elimizde bulunan di ğ er kaynaklar ın verdik-

leri oldukça geni ş bilgiler ile büyük bir tezad te şkil ettiğ inden hemen hiçbir değer ta şı yamamaktadı r. İ bni Hub e y ş 'in Zühri'den naklet-tiğ i177, Belâzfı ri, Tab eri ve İ bni Haldisın'un da teyid ettikleri bir cihet var ki, o da Müseylime'nin müezzinler kulland ığı cihetidir.

Müseylime müezzinleri vas ıtasiyle taraftarlar ını namaza ça ğı rdığ ma

göre namaz ı kaldırmış olamaz. Şu halde, zina ve ş arab ı mübah kılmış olmas ı da imkansı z görünmektedir. Esasen onun vahy ad ı altında yuka-rıya aldığı mız söilerinden riyâzet sahibi oldu ğu açık olarak anla şı lmak-

tad ır. Müseylime'nin birkaç müeezzin kulland ığı görülmektedir. El-Recc âl'in de bunlardan birisi olup Müseylime'nin peygamberli ğ ine

tanıklık ettiğ ini T ab eri (Türk. ter., III., S. 143) ve İ bni Hald fı n (İber, II., 2., S. 75) yazmaktad ırlar. Ayr ıca Abdullah bin Nevv âha (Wellhausen, a. g. e. VI., S. 17'de Nevvâha ile Hüceyr ayni kimse olarak gösterilmiş tir) ve Hüceyr bin Vmeyr de onun müezzinlerindendirler. B elaz ılri'de (Tür. ter., I., S. 148) ve İ b n ül - Esir'de (El - Kamil,

176 Taberi, tür. ter. III. S. 125; Arab, Kahire 1939; e. II, s. 506; 177 Taberi, a. g. e. arap., III., S. 245; tür. ter., III. S. 145.

Caetani ( İ bni Hbeyş 'den), a. g. e. IX., S. 21. 178) Caetani ( İ bni Hubeyş 'den), a. g. e. IX., S. 21.

103

S. 274) Hüceyr ezan okudu ğu zaman "Müseylime'nin kendisini Tanr ı elçisi diye iddia etmekte oldu ğuna tanıkl ık ederim" diye seslendi ğ ini, Müseylime'nin de ona "Ey Hüceyr! Fasih konuş " dediğ i kay ıthdır. İb-ni Hübeyş 'de ise Hüceyr'in Hanifelileri ilk defa namaza ça ğı rdığı za-man: "Tanrı 'dan baş ka Tanrı olmadığı na tanıklık ederim, Muhammed Tanrı nı n elçisidir ve Müseylime...." deyip burada durdu ğu, nihayet Muhakkim'in ona "Çabuk ol Hüceyr!" diye ba ğı rdığı ve bu sözün Arap-lar aras ında bir tabir haline geldi ğ i kayı tlı dır 179 .

Orientalistler, bilhassa Wellhausen, Müseylime'nin Hazret-i Mu-hammed'i örnek tutmad ığı nı ileriye sürmektedirler. Wellahausen'a göre (Skizzen, VI., S. 19) Müseylime, S e cal ı ve diğ er peygamberlik iddia edenlerin tarih sahnesine ç ıkmalarındaki sebeb, Mekke ve Me-dine'de islamiyet'i meydana getiren sebeple aymd ır. Halbuki, Müsey-lime, İ slam dinindeki prensiplerin hemen hemen aynını , belki biraz da Yema ıne'nin yabanc ı bulunmadığı Hristiyanlık'tan aldığı ilham-larla zenginle ş tirerek, kendi kurmak istedi ğ i dinin içine almış tır. Günde üç defa namaz k ılmak, oruç tutmak, ş arap içmemek gibi kaideler bunu göstermektedir. Ayr ıca müezzinler vas ıtasiyle namaza davet usulü de her halde islâmiyet'ten örnek al ınarak kabul edilmi ş bir sistemdir. Wellhausen (Skizzen, VI., S. 17) ve Caet ani, müezzin kelimesini burada Arap tarihçilerinin kolay ına geldiğ i için Müseylime'nin dinindeki bir din memuru hakkında kulland ıklarını ileri sürmü ş lerdir. Bu de ğ erli orientalistler, müezzinin ödevlerini hiç göz önünde tutmam ış olacaklar. Halbuki, T ab errnin , İ bni Hubeyş 'in ve diğ er tarihçilerin yukar ıya aldığı mız misalleriyle El - Reccal, Hüceyr ve di ğerlerinin t ıpkı Müslüman müezzinler tarz ında iş gördüklerini aç ıklamış bulunuyo-ruz. Hazret -i Muhammed'den önce ibadete bu ş ekilde bir davet mevcut olmad ığı na göre, Müseylime'nin Hazret-i Muhammed'i bu yolda da örnek tuttu ğ u elbette inkar edilemez bir gerçektir.

K. Netice:

Müseylime'nin ba ş tanberi inceleme ğe çalış tığı mı z dini ve siyasi hayat ı bize gösteriyor ki, o, gayelerinin gerçekle şmesi uğ runa canını fedaya raz ı gelmiş olmakla beraber hakiki bir peygamber de ğil-dir. Müseylime kavmi olan Beni Hanife'nin ba ğı msızlığı nı Kurey ş tehdidinden uzak bulundurmak ve kendi ş ahsi nüfuz ve iktidarını devam ettirmek için Hanifeliler'in kabile asabiyetinden ve kendi kâ-

179 Taberi, a. g. e. tür. ter., III. S. 143 v. öt; Belazûri, Fütuh, tür. ter., I., I., S. 148 v. öt.

104

hinlik kuvvetinden istifade ederek Hazret-i Muhammed'i taklit etmi ş tir. Zeki, ş air, hükümdar yarad ı lış lı ve kabiliyetli bir adam olan Müseylime, Hazret -i Muhammed'in yapt ığı nı yapacak olursa, Yemâme'rlin bağı msızlığı nı koruyabilece ğ ini sandı . Fakat Ha zr et -i Muhammed hakiki bir peygamberdi, Müseylime ise yalanc ı , aradaki bu büyük fark Yemâme'nin harab olmas ına ve İ slâmiyet'in bu bölgede biraz daha geç yerle şmesine sebep oldu. Akrab a sava şı nda Müslümanlar İ slâm dininin zaferini temin etmek için çarp ışı rlarken, Müseylime'nin sava ş baş larken sarf etti ğ i sözlerden de anlad ığı mı z gibi, Hanifeliler ancak ş eref ve haysiyetlerini korumak, Kurey ş hâkimiyetine girmemek için sava şmaktayd ılar.

Müseylime Kur'an dilini, Kâbe'yi, Müslüman namaz sistemini de taklit etmi ş tir. E ğ er o, hakiki bir peygamber olsayd ı , sava ş ta öldürüldük-ten sonra da, çarm ıha gerilmi ş olan Hazret-i İ sa gibi, kurmu ş olduğu dinin yaş amas ı gerekirdi. Müseylime'nin vahiy oldu ğunu iddia ettiğ i sözleriyle Kur'an' ın âyetleri aras ında yap ılacak basit bir mukayese Mü-seylime'nin bir mukallit ve sahte peygamber oldu ğunu isbata kâfidir. Nitekim daha kendisi hayatta iken bile kabileda şı Sümâme bin Üsâl, Hanifeliler aras ında ş öyle vâzetmi ş ti: "Bir dâva üzerinde iki peygamberin gönderilmesi mümkün de ğ ildir ve Muhammed'in Allah' ı n elçisi olup ondan sonra baş ka bir peygamberin gelmiyece ğ ini ve ona ş erik olm ıyacağı nı söyle!" ve sonra şu âyeti okumu ş tu:

„ „

(= Aziz ve (ilim olan, suçlar ı affeden, tövbeyi kabul eden cezas ı ş id-detli olan, pek cömert olan ve ondan başka Tanrı bulunm ıyan ve neticede ona varı lan Tanrı 'dan bu kitap nazil olmu ş tur). Sonra bunu Müseylime' nin âyet dedi ğ i ş u sözlerle mukayese ederek gülünç fark ı tebarüz ettir-miş : "Ey kurbağa öt ne su içmemizi önlersin, ne de suyu buland ırırsı n" ;

j Q.I cj 115,W 1,4

" İş te vallahi görüyorsunuz ki, bu Tanr ı sözleri de ğ ildir" demi ş ti

(İbni Sa'd, Tabakat, V., S. 401)

Tarih boyunca pek çok kimse peygamberlik iddias ında bulunagel-miş tir. Ama bunlardan hakiki peygamber olm ıyanları faaliyette bulun-dukları toplumlar ayıramamış larsa bile, tarih onlar ı ayırd etme ğ e mu-vaffak olmu ş tur. Müseylime, Beni Hanife için kahraman bir adamd ı ;

105

fakat peygamber de ğ ildi. Islâmiyet Yemen'de, Bahreyn'de, Esed-ler'de Temimler'de hatta Yem âm e'de Hanifeliler aras ında yayılır-ken Müseylime'nin kurma ğ a çabalad ığı din, Yem âme'nin bile s ınır-larını aş amamış tır. Islâmiyet'irı kötü bir kopyesi olduğu için de, onun

ölümünden sonra eserinden, hiçbir iz kalmam ış tı r.

Her nekadar Orta Arabistan'da bir y ıl seyahat edip ara ş tırmalarda

bulunan P al g r a ve, Müseylime'nin Ne e i d bölgesinde hâlâ baz ı kimseler

tarafından peygamber unvan ına lâyık görüldüğünü ve Ha zret-i Mu-

hammed ile bir tutuldu ğunu yazmakta ise de, hayal mahsülü iddia ve tasvirlerle dolu olan bu seyahatnameye güvenmek bir tarafa, onda kü-çük bir de ğ er mevcut oldu ğunu sanmak bile büyük bir hatad ır.

106

V. UMUMİ NETİCE

Mümin bir Müslüman için Kur'an ve h a dis in, peygamber olarak bize tan ıtmadığı kimselerin peygamberliklerinin sahte oldu ğunu ispata bile lüzum yoktur. Çünkü her ş eyden önce Hazret -i Muhammed, tarihin ilk devirlerindenberi do ğ ru yoldan sapmış insan toplulukların hakiki ve tek Tanr ı yoluna ça ğı rmak için gönderilmi ş olan peygamber-lerin sonuncusudur ve ondan sonra art ık bir peygamber gönderilmiye-cektir. Bununla beraber , biz, İ slam tarihindeki ilk dört sahte peygamberi incelerken, bunlar ın dördünün de sahte olduklar ını objektif yollardan giderek ve objektif k ıstaslar kullanarak ispat etmi ş bulunuyoruz.

Bunlardan birincisi olan Esve d'in öldürülmesi ile birlikte, kruma-ya çalış tığı dini ve dünyevi sistem derhal y ıkılmış , Tuleyha Ve Secâh ise sonradan Müslümanl ığı kabul ederek hakiki birer peygamber olmad ık-larını , bizzat bu hareketleriy. le ispat etmi ş lerdir. Nihayet elinde kılıç Akraba sava şı nda ölmüş bulunan Mü s eylime de, taraftarlar ım kur-mak istedi ğ i din u ğ runda de ğ il, Beni Hanife'nin ş eref ve haysiyeti u ğ -runda can verme ğe davet etmi ş ve ölümünden sonra da k ısa zamanda kendisine ait bütün izler yok olmu ş tur. Bu itibarla bahse konu olan dört yalanc ı peygamberin hepsi de Hazret-i Muhammed'in hastal ığı ve ölümü üzerine Arabistan'da duyulan huzursuzluktan ve birçok kabilelerin Rid-deye sapmış olmalarından istifade ile ş ahsi arzularını tatmin etmek iste-yen ve kabilelerini Kurey ş hâkimiyetinden kurtarm ıya çabal ıyan birer mıı kallit olmaktan ileriye geçememi ş lerdir.

Ancak bu sahte peygamberlerin faaliyetlerinin — Ridde hareketi ile birlikte mütalaa edilmekle beraber — Islam tarihi bak ımından ikisi müspet, biri menfi olmak üzere üç önemli tesiri olmu ş tur:

1) Hazret-i Muhammed'in hastalanmas ı ve Tanrı 'ya kavu ş ması üzerine Muhacirün ile Ensâr aras ında çıkmas ı beklenilen mücadele, Ridde Eareketi ve bu harekete yer yer önderlik etmi ş olan sahte peygamberlerin faaliyetleriyle önlenmi ş tir; Medine etrafında kendilerini

107

nasıl bir tehlikenin tehdid etmek üzere oldu ğunu duyan ve gören bu iki grup, Islâmiyeti ve kendi menfaatlerini korumak için Halife Ebu Bekir'- in etrafında toplanmak ve birle şmek mecburiyetini hissetmi ş lerdir.

2) Gene sahte peygamberlerin ön ayak olduklar ı Ridde hareketi Arapları , ya o zamana kadar ba ğ lı bulundukları kabileleri ile birlikte hareket etme ğ e yahut da Islâmiyet'de sebat edip bizzat kendi kabilelerine karşı hareket etme ğe sevketmi ş tir. Böylece islâmiyet veya Ridde yol-larından birini seçmek mevkiinde kalanlar, kabileleri ile kendi aralar ında-ki bağ ları koparmış lard ır. Birinci yoldan gidenler çok kere kendi kabi-lelerine, hattâ yak ın akrabalar ına kar şı hareket etmekten çekinmemi ş ler-dir. Böylece msl. bir Yer b û'lu Müslüman, H emri alt ında bizzat

kendi kabilesiyle sava şmış ve bir E s e d'li de Beni E s e d'in mağ lubi-yetini mısralarla terennüm ve tes'it etmi ş tir. Bir yandan kabile ba ğ ları gev ş erken bir yandan da Kur'an ın telkin ettiğ i Allah korkusu zaferi kazanmaya ba ş lamış tır. Bir Müslüman ye ğen ile mürted amcas ımn bo-ğuşması sırasında amcas ı "Beni öldürmek mi istiyorsun? Ben senin am-canım" sözüne, Müslüman ye ğ en "Evet sen benim amcams ın ama Allah da efendimdir" diye cevap vermi ş tir.

Böylece bir yandan Muhacirtin ile Ensâr aras ında vuku bulması muhakkak gibi görünen mücadeleyi önleyen Ridde ve sahte peygamber-Mr, bir yandan da Arap kabilelerinin içlerindeki kabile ve aile ba ğ -larının çözülnı esine ve bunun yerini bir dereceye kadr Müslüman Arapl ık

hissinin almasına sebep olmu ş tur.

3) Sahte peygamberlerin ortaya ç ıkış ları ve Ridde hareketini be-nimsiyerek buna önderlik etmeleri islâmiyet'in yay ılma ve geni ş lemesini, kısa da olsa, bir müddet için geciktirmi ş tir. E ğ er Yemâme'de Müseylime büyük bir kuvvet toplamamış olsayd ı , o zaman Hâlid komutasındaki

islâm kuvvetleri, Orta Arabistan'da vakit kaybetmiyecek, bu kuvvet-lerle Suriye ve Irak bölgelerinde ba ş arılı fetih hareketlerine daha o za-man giriş ilmiş olacaktı .

180) Bk. Höhnerbach, a. g. e. S. 13

108

BIBL İ YOGRAFYA

Kur'an

İ ncîl

Kitâb al-A ğöni, Kahire 1323, 21 C.

Törik Fidâ (al-M4ta ş ar fi Tarih al-Ba ş ar), İ stanbul

1286, 2 C.

Balazûri, Futiik al-Buldân, Kahire 1901. (Türkç. Zakir Kadiri Ogan, 1955.

2 C).

al-Bayhaki, va'/-Masfti, Schwally yay ını , Leipzig 1902.

Bodley R. V. C., Hazret-i Muhammed, İ st. (Türkç. Semih Yaz ıcı oğ lu).

Brockelmann C., Geschichte der arabischen Literatur, 3 cild 1937-1949.

Leyden.

Butı ari, .54E4, al-Matb at al- Ş arkiya, 4 cild, M ı sır baskısı 1320.

Buhl Frants, Das Leben Muhammeds, Heidelberg 1955.

Buhl Frants, Encyclopedie de l' İslam, Hanif maddesi, II. C. S. 274

Buhl Frants, Encyclopedie de l' İslam, Musailima maddesi, III. C., S. 796.

Büchner V. F., Encyclopedie de l' İslam, Madjus maddesi, III. C., S. 102.

Caetani Leone, İslam Tarihi (Tercüme eden H. C. Yalç ın), İ stanbul 1926,

10 C.

Dinet et Siliman ben İ brahim, La vie de Muhammed, 4. bas ı , Paris

1947.

al-Diyûrbakri Ş ayl> Husayn ibn Muhammad bin al-Hasan, Tâ-

rih al-Hamis, Mı sır 1302, 2 C.

Dozy, Tarih-i İ slâmiyet (tercüme eden Dr. Abdullah Cevdet, İ stanbul 1908-

9, 2 C.

Draz M. A., İnitiation au Koran, Paris 1951.

Eyyûb Sabri, Mahmüd al-Siyar, İ stanbul 1287.

Fischer A., İslam Ansiklopedisi, Kehânet maddesi, cüz 55, S. 72-3.

109

Gaudefroy-Demombynes et Platanov, Le Monde Musulman et Ey-

zantin jusqu'aux Croisades, Paris 1931.

al-Hindi al-Din bin Hus5.m al-Din al-Muttaki, MuntalAb

Kanz al-e Ummdl fi Sunan al-Ahviil va'l-Af'dl, Mı sır 1306, 6 C.

Hirschfeld, New Researches into the composition and exegesis of the Qoran,

London 1902.

Höhnerbach, Va ş ima's Kitab al-Ridda aus İbn Hagar's İş dba, Wiesbaden

1951.

Huart Clement, Histoire des Arabes, Paris 1912, 2 cild.

al-Husayni Cam5.1 al-Din `A.t. A115.11, Raviat al-Ahbdb, Tercüme eden

Benlizade Manisavi, İ stanbul 1288, 4 Cild.

tIv.ndmir, Habib al-Siyar, Tahran 1333, 4 C.

İ bn Usd al-gaba fi Ma' rifat al-Sahaba, Kahire 1288, 5 C.

İ bn al-Asir, al-Kdmil Leyden 1867, 12 C.

İ bn ljacar al-İsdba fi Tamyiz al-Sandba, Mı sır 1323,

8 C.

İ bn Haldun , Kitdb al-` Ibar, Mı sır 1284, 7 C.

İ bn H i ş â m , al-Sürat al-Nabaviya, Kahire 1355, 4 C.

İ bn Kutayba, Kitdb al-Ma` drif, Wüstenfeld yay ını 1850.

İ bn Sa`d, Kitdb al-Tabandt Leyden 1904, 9 k ı sım.

İ bn Sa`d, Wellhausen te'icümesi ve yay ını , Skizzen und Vorarbeiten,

IV. Cild, Berlin 1899.

İ bn al- Tikt aka, al-Fahri, traduit de 1' Arabe par Emile Amar. Paris 1910.

Juynboll, Encyclop Mie de l' İslam, Azdn'maddesi, I. C., S. 135.

Lyall Charles, the Words Hanif end Muslim, JRAS, 1903, S. 773 v. öt.

Mahmud Esad, Tarih-i Din-i İskim İ stanbul 1328, 3 Cild.

al-Makrizi Taki al-Din, al-Niz.'va'l-Tandsum fi md bayna bara Umayya

va bani, Hdş im, Mı sır 1937. • Margoliouth, On the Origin and İmport of Names Muslim and Hanif, JRAS,

1903, S. 484 v. öt.

al-Mas`fı di, Murdc al-zahab va Ma' ddin al-Cavhar, Paris 1814 (Les Prairies

d'Or, Texte et traduction par C. Barbier de Meynard).

al-Mas`ud ı , al-Tanblh va'l-İ srcif, Bağ dat 1357.

Mirh vünd, Ravzat al-Safd, Leknov 1914, 7 C.

Muhammad `Abduh, al-Mandr, 17. 18. ve. 21. C., S. 11 (Tafsir al-Kur'ffi ı .

al-Hakim).

110

Muir, Annal of the early Caliphate, London 1883.

Nadvi Sulaymân, Asr-i Saeulet, tercüme eden Ömer R ıza Doğ rul, 1st. 1928.10 C.

al-Navavl !bn Zakaryâ Muhi al-Din bin Ş araf, Tahzib al-Asmg

va'l-Lugüt, Mısır (Tarihsiz)

Neher Andre, L'Essence du Proph &isme, Paris 1955.

Palgrave William Gifford, Une anne de Voyage dans l'Arabie Centrale,

Paris 1862/3, 2 cild.

Schimmel Annemarie, Dinler Tarihine Giriş , Ankara 1955.

al-Suhayli `Abd al-Rahman bin `Abd Allâh bin

Ahmad Abi'l-Hasan as'amT, al-`Unf, Mısır 1914, 2 C.

al-Suyüti Calâl al-Din, Tfı rtiiı , al-Hulüfa', Kahire 1305, 2 Cild.

al- Ş ari ş i, Şartı al-Makcimüt al-Uaririya, Mısır, Bulak 1384, 2 C.

al-Tabari, Türi4 al-Umam va'l-Mulük, Kahire 1328, 13 C., Türkçe tercümesi

"Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, çeviren Zâkir Kâdiri Ugan, Ankara

1955, 6 kitap ç ıkmış tır.

Tor Andrae, les Origines de l'İslam et le Christianisme, Trd. par Jules Roche, Paris 1956.

Tor Andrae, Mahomet sa vie et sa doctrine, Paris 1945.

V a c c a V., Encyclopdie de l' İslam, Sadjah maddesi, IV. C. S. 46.

Vacca V., Encyclop &lie de l' İslam, Tulayha maddesi, IV. C., S. 874.

Kitüb Wellhausen yay ını , Berlin 1882, 1 C.

Vasima, Kitüb al-Ridda, Höhnerbach yay ını , Wiesbaden 1951.

Alı fı İ shak Burlı ân al-Din İ brâhim, Gurar

al- VCı ily,a ve Urar al-Naka'4 al-Faiilıa, Mısır 1318 (`Ayn al-Adab

siyâsa ve zayn al-Hasab val-riyâsa)

Wellhausen, Reste arabischen Heidentums, Berlin 1899.

Wellhausen, Skizzen und Vorarbeiten, Berlin 1899, 6 C.

Yâkfı t bin `Abd Allâh Mu` cam al-Buldün, Mı sır 1906, 8 C.

al-Zabidi Ahmed b. Ahmed, al-Tacrid li, "(diş al-Camif al-

Ş ahiti (tercümesi Kâmil Miras) İ stanbul 1946.

al-Zahabi, Tacrid Asma' al-Sallüba, Haydarabad 1315, 2 C.

al-Zahabi, TürLlı al-İskim va Tabak& al-Ma ş ahir va'l-` Altun, Kahire 1367- 69, 5 cüz.

al-Zamah ş ari, Kaşş üf, Mı sır 1307, 2 C.

Zettersteen, Encyclop &lie de l' İslam , Abna maddesi, I. C. S. 74.

111

INDEKS

Abbad (`Abbâd), 28.

Abbas (`Abbâs), 56

Abd al-Kays (`Abd al-Kays), 20, 22, 25, 27, 28.

Abduh Muhammed (`Abduh Muhammad), 90.

Abdullah bin Kays (`Abd Allâh bin Kays), 37.

Abdullah bin Mes'ud (`Abd .Allâh bin Mas`iid),

57.

Abdullah bin Nevvaha (`Abd Allah bin Nav-

viilı a), 103.

Abdullah bin Zeyd bin Asma (`Abd Allah bin

Zayd bin `..ek ş im), 98.

Amr bin al-Ahtem (`Amr bin al-Aktam), 23,

69, 74.

Amr bin al-As (`Amr bin al-`A ş ), 22, 26, 58.

Amr bin Carüd (`Amr bin Cgtrüd), 21, 55.

Amr bin Hazm (`Amr bin Hazm) 19, 37.

Amr bin Ma'dikerib (`Amr bin Ma`dikarib),

29, 30, 40, 48, 64, 65.

Amr bin Muaviye (Amr bin Mu'âviya), 30.

Amr bin Temim (Amr bin Tamim), 27, 70.

Anbar ('Anbar), 14.

Anber bin Yerbu (`Anbar bin Yarbu`), 70.

Abdulmuttalib (`Abd al-Muttalib), 68. Andrae Tor, 2,

Ans (`Ans), 20,

Arabistan, 1, 5,

24, 30, 34,

7, 13, 15.

35, 36.

6, 8, 9, 11, 13, 14, 16, 18, 23,

38, 68, 71, 72, 91, 92, 101,

Abdu Menat bin Kinane (`Abd Menitt bin Ki-

nâna), 58, 70.

Abdurrahman bin el-Hanefi (`Abd al-Rahman

bin al-Hanafi), 93. 106, 107, 108.

Abhala bin Kaab bin Avf (`Abhala bin Ka`b

bin'Avf), 35.

Arap, 8-14, 16,

33, 34, 36,

17, 18,

38, 42,

21,

44,

23,

47,

24,

49,

29,

51,

31,

62,

32,

65,

Abrak (al-Abrak), 25, 57, 58. 66, 68, 69, 74, 83, 89, 91, 92, 108.

Abs (`Abs), 25, 57, 58.

Aden (`Aden) 39, 40.

Adi bin Hatim (`Adi bin Hâtim), 60.

Agramanyu, 12.

Ahuramazda, 12.

Ak (`Ak), 29, 39, 48.

Akra bin Hâbis (al-Akra' bin Hâbis), 23.

Akraba (`Akrabâ), 87, 93, 96, 99, 105, 107.

al-Alâ bin al-Hadrami (al-`Ara bin al-Hairami),

22, 26, 27, 28, 58, 70, 94.

Ali bin Ebi Talib (`All bin Abi Talib), 20,

57, 75. Alman, 5, 53.

Amir (`Amir), 63.

Amir bin Luey (qmir bin Lu'ay) 81. not.

Amir bin Ş ehr (`imir bin Ş ahr), 37, 38, 41.

Amr (`Amr) 69, 73, 79.

Arfaca bin Hersume (`Arfaca bin Har şuma),

26, 28.

Aser, 40.

Aurelianus, 68. Avesta, 12.

Avf (`Avf) 27, 70.

Ayhala (`Ayhala), 35.

Ay şe Hz. (` -A'iş a), 26.

Azad (Azad), 38, 42, 43, 44, 45, 46, 48.

Azimen, 18.

B

Bâbil, 11.

Bahreyn (Babrayn), 8, 13, 14, 18, 22, 23, 24-6,

28-9, 91, 106.

Bakara süresi (Bakara), 15, 84, 97.

Bankipore, 4, 17.

112

Basra (Ba ş ra), 8, 14, 71, 77.

Batin bin Abdullah el-Hanefi (al-Batin b.

`Abd Allah al-Hanafi), 93.

Bazan (Batan), 37, 38, 39.

Beeile (Bacila), 21, 25.

Behda (Banda), 70.

Bekir bin Van (Bakr bin Va'il), 22, 24, 27,

40, 80.

Belâzüri (Balazüri), 4, 18-20, 22, 27, 30, 35-42,

45-6, 48, 56, 58-9, 60, 61-4, 70-1, 76, 77,

82, 84, 85, 86, 96, 98-9, 101, 103, 104.

Belka (Balka), 18.

Beni Amir (Banü `:Limir), 24

Beni Amir bin Luey (Banu `..kmir bin Lü'ay),

73, 98

Beni Anber (Bana. `Anbar),

Beni Cariye (Banii Cariye), 24.

Beni Hanife (Banü Hanifa), 9, 21, 24, 33, 52,

71, 73, 76, 80-9, 90-1, 93-5, 97-100,

102-106.

Beni Haş im (Banü Ha ş im), 33.

Beni H ıfaf (Banü Hifaf), 24.

Beni İ smail (Bana isma`11), 13.

Beni Necear (Bana Nacear), 19, 84.

Beni Ukfan (Banü Ukflin), 71.

Beni timeyye (Banit Umayya), 33.

Berabin, el-Malik (Barabin al-Malik), 97.

Bey-1mM (Bayhaki), 60-3, 66.

Bizans, 23, 90.

Baban (Babür», 4, 19, 35, 46, 69, 83, 84, 94.

Buhl Frants, 5, 15, 19, 88.

Butah (Butab), 25, 26, 58, 72, 96.

Butlin (Butün), 27, 70.

Buzaha (Buzaha), 59, 60, 63, 72.

-Büchner, 13.

C

Caetani, 6, 18, 19, 23, 34, 36, 38, 45, 46, 51,

53, 54, 55, 63, 67, 68, 71, 72, 79, 87, 91,

93, 95, 96, 99, 103, 104.

Ca'fi (Ca'fi), 20.

Cahiliye (Cahiliya), 6, 32, 47, 54, 55, 66, 93.

Cemaat Y ı lı (Cama'at), 75

Carra de Vaux B, 11, 12.

Cebrail (Cabra'il), 15, 60, 61, 62, 65.

Cedile (Cadila), 55.

Cefne (Cafna), 63.

Celüla (Calfila), 64.

Cendel (Candal), 25.

Cenebe bin Havt Rryâhî (al-Canaba bin Havt

al-Riyabi)

Cere ş (Caraş ), 20.

Cerir bin Abdullah Beeeli (Carir bin'Abd

Allah Baeall), 21, 37, 38.

Ceyfer (Cayfar), 28

Cezem (Cazam), 14.

Cüheyne (Cuhayna), 25

Ciindub Fezari (Cundüb Fazarl), 77.

Cüşem (Cu ş am), 25.

Cüş eyş al-Deylemi (Cu ş ayş al-Daylami)

38, 41, 42, 43, 45, 47.

D

Dabbe (Zabba), 70, 73.

Dârin (Darin), 28

Dazaveyh (D -azavayh)

Deba (Daba), 24, 26, 28.

Deeani (Daearil), 73.

De Goeje, 15, 23, 26.

Dehani (Dahani), 73.

Dehna (Dalına), 27.

Dinar bin el-Ezver (Z ı rar bin al-Azvar), 54,

55, 56.

Dicle, 69.

Dinet E., 85, 86.

Diyarbekri (Diyarbakri), 82, 83, 86.

Dozy, 9, 11.

Draz M. A., 11.

Dudan bin Esed (Dilan bin Asad), 50

Demet ül-Cendel (Dümat al-Candal), 14.

E

Ebaz (Abaz), 101

Ebna (Abna), 24, 26, 27, 29, 36, 38, 39, 40, 42.

47, 49, 70.

Ebu Bekr (Abil Bakr), 24, 25, 27, 28, 29, 30,

33, 34, 41, 46, 47, 48, 51, 54, 56, 57,

58, 63, 64, 67, 70, 71, 72, 74, 75, 91, 92,

93, 94, 95, 96, 100, 108.

Ebu Huzeyfe (Abii Hugayfa), 96, 98.

Ebu Hüreyre (Abü Hurayra), 27, 83.

Ebu Fasil Faşil), 58, 61, 93.

Ebu'l-Ferec (Abü'l-Farac), 4, 72, 74, 78.

Ebu'l-Fida (Abal-Ficla'), 35, 36, 37, 38, 45,

46, 72, 78, 85, 86, 98, 99.

Ebu Ma' şer (Abil Ma` şar), 99.

Ebu Meryem (Abü Maryam), 99.

113

Ebu Musa'l-A ş 'ari (Abü Musal-A ş `ari), 37, 39 Ebu Ömer (Abü 'Omar), 59.

Ebu Süfyan (Abü Sufyân), 51.

Ebu Süııı ame (Abü Sumâma), 82

Ehl al-Kitab (Ahl al-Kitâb), 11, 81.

Ehrimen, 12.

Elcend (Alcand), 40.

Elçi, 18, 19, 22, 24, 37, 45, 51, 60, 85, 104.

En'am Suresi (An'âm), 90.

Emeviler (Amavi'ler), 99.

Ensar (An şâr), 19, 25, 32, 52, 57, 59, 84, 86,

96, 97, 98, 99, 107, 108.

Esed (Asad), 22, 24., 25, 32, 33, 51, 52, 53, 54,

55, 56, 57, 59, 63, 64, 65, 67, 71, 91, 93, 106, 108.

Esed bin Hüzeyme (Asad bin Tluzay ına) 50. Eshab (Aş lı âb), 50.

Eslem (Aslam), 25.

Esved ül-A_nsi (Asvad al-'Ansi), 3, 19, 26, 29,

33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 43,

44, 45, 46, 47, 48, 49, 66, 68, 72, 79, 85,

92, 107.

Eş 'as bin Kays (Aş 'as bin Kays), 21, 30. Eş ca (Aş ca`), 24.

Ester bin Hevcan (al-A ş tar bin Havcân), 50. Evs (Avs), 9.

Evs bin Hikk ('Avs bin Hikk), 70.

Evs bin Huzeyme ('Ave bin Hugnyma), 73.

Eyyub Sabri, 39, 66.

Ezan ('Atan), 59.

Ezd (Azd), 20, 22, 24, 28, 45.

Ezva ('Azvâ), 47

F

Fak'as bin Tureyf (Fak'as bin Turayf), 50.

Faran (Fârân), 14.

Fare (Fare), 22, 65.

Fedek (Fadak), 13.

Ferve bin Müsik al-Murâcli (Farva bin Mu-sik al-Murâdi), 40.

Fezare (Fazâra), 23, 32, 51, 53, 54, 61, 63, 67. Fırat, 69.

Filistin, 2.

Firuz al-Deylemi (Firüz al-Daylami), 29, 30,

37, 38, 40-49.

Fischer A., 34.

Furat bin Hayyân (Furat bin Hayyân al-qcli), 85, 91.

G

Galâfika (Galâfika), 40.

Galib bin Bi şr ül-Esedi (Ğülib bin Bi ş r al-

Asadi), 54.

Gamr (Gamr), 26, *60.

Garfı r (al-Garür), 28.

Gassan (Gassün), 23, 63.

Gatafan (Gatafân), 24, 25, 32, 33, 51, 53, 54.

55, 57, 59, 60, 67, 93.

Gaudefroy-Demombynes, 14, 34.

Gavs (Gavs), 55.

Gıfar (G ıfâr), 25.

Guneyz bin Yerbu (Ğunayz bin Yarbu'), 70

Gu şna (Guşnü), 47.

H

Habbal (Tlabbâ1), 53, 54, 57, 58.

Habe ş , 14, 21, 36.

Habeşistan, 8, 13.

Habib (Habib), 82.

Habib bin Abdullah el-Ensari (Habib bin'Abd

Allâh al-An ş ari), 95

Habib bin Hanife (Habib bin Hanifa), 82.

Habib bin Sumâme (Habib bin Sumama), 82.

Habib bin Zeyd (Habib bin Zayd), 98.

Hacer (Hacar), 74, 79. Hacer-i Esved (Hacer Asvad), 8.

Haddâm (Hazzam), 70.

Haddaş (Haddâ ş ), 98

Hadice Hz., (Hadica) 15.

Hadikat ül-Mevt (Hadikat al-Mavt), 97, 98, 99.

Hadikat ür-Rahman (Hadikat al-Rahman),

79, 97, 98.

Hadis (Hadis), 107 Hadramavt (Hadramavt), 14, 22, 25, 26, 30,

39, 58.

Hakim bin Kelbi (Hakl ı" ıı . bin Kalbi), 77.

Halef bin Usâme (Halaf bin Usâma), 70.

Hâlid bin Said bin Al-As (Hâlid bin Sa`id bin

al-qz), 26, 37, 39, 58. Hâlid bin Usâme (Hâlid bin Usâma), 70.

Hâlid bin Velid , (Hâlid bin Valid), 18, 25, 26,

27, 32, 50, 51, 54, 58, 59, 60, 61, 62, 63,

65, 6.6, 67, 72, 75, 92-4, 96, 97, 99, 100,

108.

Halkedon, 14.

Ha ınkateyn (Haınkatayn), 26, 58.

114

Hammad bin Yezid (Hammad bin Yazid),

69.

Hamza (Hamza), 97, 98, 99.

Hanif (Hanif), 7, 14, 15, 16, 88, 89.

Hanife bin tel (Hanifa bin `Ic1), 82.

Hanzala (Hanzala), 27, 70.

Hanzala bin Malik (Hanzala bin Malik), 70.

Hârice bin H ısn ül-Fezari (Harica bin H ı sn

al-Fazari), 60.

Harim bin Kutbe bin Sinan el-Fezari (Harim

bin Kutba bin Sinan al-Fazari), 54.

Hariri (Halil.), 89.

Hâris (Haris, Bana Necran'dan), 84.

Hâris bin Dudan (Haris bin Dadan), 50.

Haris bin Kâab (Haris bin Ka`b), 13, 18, 20,

26, 39.

Haris bin Malik üt-Tâi (al-Harış bin Malik al-Ta'i), 54.

Ha'ris bin Süveyd bin Ukfan (Bar ış bin Suvayd

bin Ukfan), 70, 71. Haris bin Ukfan (al-Hari ş bin `Ukfan), 70. Haris'in kı zı Secah (bk. Secah)

Harran (Harran), 11.

Harun, (Harun), 82

Has'am (Ha ş 'am) 25.

Bassan bin Sâbit (Bassan bin Sabit), 23, 32.

Havazin (Havazin), 24, 25, 26, 33, 56, 57, 63.

Havlan (Havlan), 47

Hayber (Haybar), 13.

Hazn (Bam), 71, 72.

Hazrec (Hazrac), 9.

el-Hazreci

Hecer (Hacar), 20, 27.

Hemdan (Hamclan), 20, 21, 37, 40, 44.

Hendek (Handak), 51.

Hermes, 12.

Hevcan bin Fakas (Havcan bin Fakas), 50.

Hevze bin Ali (Havza bin'Ali), 21, 80, 81, 82,

83, 85, 92, 101.

el-Heysem el-Hanefi (al-Hay ş aın al-Hanafi) H ıkk bin Usame (Hikk bin Usama), 70.

Hicaz (Hicaz), 21. 22, 34, 38, 80, 87, 92, 101.

Hicaz haremi (Hicaz Haram'i), 101.

Himar Mimar), 35.

Himyar (Hinıyar), 9, 13, 14, 28, 44, 47.

el-Hindi (al-Hindi), 56, 59.

Hindistan, 4.

Hire (Bira'), 14, 93.

Hirschfeld H., 88.

Horsabad (Horsabad), 68.

Höhnerbach, 5, 30, 38, 39, 40, 41, 53, 54, 64,

65, 74, 91, 92, 93, 95.

Hristiyan, 2, 8, 11, 13, 14, 15, 20, 21, 22, 23,

36, 37, 49, 69, 71,'77, 80, 81, 92, 104.

Huab (Hu'ab), 26.

Huart Clâment, 54.

Hubel (Hubal), 8.

Hubey ş el-Esedi (Hubay ş al-Asadi), 54.

Hudeybiye (Hudaybiya), 69.

Humran bin Câbir (Humran bin Cabir)

Hutam (Hutam), 27, 28, 94.

Hutay (Hutay'), 58.

Huveylid bin Nevfel (Huvaylid bin Navfal),

53.

Huzeyfe bin Muhsan (kluzayfa bin Mul ış an),

26, 28.

Huzeyl (Huzay1), 9, 25, 73.

Huzeyl bin Umran (Huzayl bidUmran), 71,

75.

Hüceyr bin Umeyr (Hucayr bin `Umayr),

103, 104.

Hürmüz (Hurmuz), 12.

Hüzeyme bin Müdrike (Huzayma bin Mud-

eika)

Irak (` İ rak) 59, 65, 67, 76, 77, 108.

İ

'hadi ( İ baii). 14..

İbni Abbas (bn `Abbas), 22, 38, 83, 84.

İbn al-Esir ( İbn al-Aş ir), 26, 50, 51, 55, 61,

62, 64, 65, 103.

İ bn Hacer el-Askalani ( İ bn Nacar al-`Aska-

lani), 5, 17, 53.

İbn Haldun ( İ bn Haldun) 2, 6, 35, 36, 39, 46,

55, 61, 62, 63, 64, 65, 71, 72, 74, 76, 78,

86, 99, 101, 103.

İbn Hi ş am ( İ bn Hiş am), 4, 18, 80, 81, 82, 84,

88, 101, 103.

İbni Hubeyş (İbn Hubay ş ), 63, 67, 103, 104.

İ bn İ shak (bn İ shak), 16, 18, 19, 61, 69, 80,

84, 85, 86, 88, 89, 94, 96, 100, 103.

İbni Kelbi ( İ bn Kalbi), 71, 76.

İbni Kuteybe ( İbn Kutayba), 70, 71, 76, 82,

86.

115

İ bn Sa'd (ibn Said), 4, 19, 21, 22, 23, 39, 45,

46, 51, 52, 54, 60, 80, 81, 82, 83, 84, 85,

96. 97, 99, 101, 105. İbni Selma ( İ bn Salma), 69.

İ brahim Hz. ( İ brahim), 9. 13, 15, 16.

Idris ( İ dris), 12.

İ ki Mescid ( İ ki Mascid), 25.

İkra' bin Hâbis (al- İkra' bin Habis) 69.

İkrime ( İ krima), 90.

İ krime bin Ebi Cehl (iktima bin Abi Cahl),

26, 28, 30, 58, 95.

İ lyas bin Mudar ül-Esedi ül-Fakasi Xilys

bin al-Asadi al-Faka şi), 50.

iııı ru'ul-Kays (Imra'al-Kays), 11, 24.

Incil, 1, 15, 35, 62.

Iran, 8, 13, 14, 21, 36, 47, 49, 80.

İ sa Hz. (İ sa), 2, 1.1, 15, 16, 62, 105.

Isabe (i ş aba), 5.

İ slam, 5, 11, 15, 17, 19, 20, 21, 22, 23, 25, 27,

28, 29, 30, 33, 37, 38, 43, 49, 51, 53, 54,

55, 59, 61, 62, 65, 66, 67, 69, 70, 78, 79,

81, 90, 92, 94, 96, 98, 104, 105, 107.

blâmiyet, 1, 2, 6, 8, 10, 12, 13, 16, 17, 18, 19,

20, 21, 22, 23, 27, 28, 31, 33, 37, 38,

47, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 57, 59, 63,

64, 67, 69. 77, 78, 79, 80, 82, 83, 84, 85,

86, 89, 91, 92, 94, 95, 98, 101, 104, 105.

106, 108.

İ stahri (İş tahri), 38.

K

Kâab (Kal)), 25

Kâab al-Ahbar (Kal) al-Alibar), 20

Kâbe (Kalia), 8, 9, 11, 15, 101, 105.

Kadir gecesi (Kadir), 80.

Kadisiye (Kiidisiya), 64, 65.

Ka'ka' (Ka'ka`), 73.

Katade (Katada), 88, 90.

Katada bin Meslemet el- Hanefi (Kat -ada bin

Maslama't al-Hanafi), 95.

Katif (Katil), 27.

Kays bin Abd-i Yegus (Kays bin'Abd Yagü ş ),

39, 40, 41, 42, 44; 45.

Kays bin Asım (Kays bin 'Ası m), 23, 27, 28,

29, 70, 77.

Kays bin Hubeyre Mak şuh Muradi (Kays bin

Hubayra Makşüh Murâcli) 29, 38, 39,

40, 43, 45, 46, 47, 48, 49.

Kays bin Sa'lebe (Kays bin Sa ilaba), 27.

Kazvin (Kazvin), 65.

Kehânet (Kahanat), 34.

Kehf-i Hubban (Kahf Hubban), 36, 47.

Kelb (Kalb,) 9, 24, 25, 57, 63, 64.

Kelbi (Kalbi), 60, 73.

Kerkenez (Karkanaz), 9.

Kesir bin Habib (Kadir 'bin Habib), 82.

Keşş af (Ka şş âf), 89.

Kezzâb (Kazzab), 92.

Kıpti (K ıhri), 14.

Kı zıldeniz, 8, 13.

Kinane (Kinana), 13, 25, 57, 58.

Kinde (Kinda). 21, 25, 30, 39.

Kisra (Kisrâ), 92.

Korintos, 35.

Kale (Kafa), 75, 76.

Kur'an (Kur'an), 1, 10, 11', 15, 19, 52, 54,

69, 83, 86, 88, 90, 95, 101, 105, 107, 108.

Kureyş (Kuray ş ), 8, 24, 25, 30, 31, 32, 33, 38,

49, 50, 55, 57, 67, 68, 69, 74, 85, 86, 88,

104, 105, 107.

Kus bin Saide (Ki ıss bin Srı `ida), 15, 16.

Kuzaa (Kuia`a), 14, 24, 25, 26, 56, 57, 58.

L

Lahmi (Laini), 14.

Lakit bin Malik el-Ezdi (Lakit bin Malik al-

Azdi), 3, 28.

Lât (Lat), 9, 10. Lüceym (Lucaym), 82.

M

Ma'an bin Hâcis (Ma'n bin taciz), 26.

Mahmud Esad, 12, 16, 85,.86.

Makrizi (Makrizi), 33

Mak şuh (Mak şüb), 39 Malik bin Hanzala (Malik bin Hanzala), 72.

Malik bin Huzeyfe bin Bedr (Malik bin Huzayfa

bin Badr), 26.

Malik bin Nliveyre (Malik bin Nuvayra), 25,

26, 27, 54, 58, 70, 72, 73, 77;91, 92, 96.

Malik bin Zeyd Menât (Malik bin Zayd Manat),

70. Millik'ler (Malik), 27, 70, 77, 96.

Mbndeen, 11.

Manzur bin Z ıbyan iil-Fezari (Manzür bin

Zibyân al-Fazari), 60.

116

Marcianus, 14.

Marcus, 62.

Mârib (Ma'rib), 39.

Margoliouth, 5, 15, 81,88, 89, 90.

Matta, 1.

Maveraünnehr (Mavarü al-Nahr), 12.

Mecusi (Maciisi), 8, 12, 18, 20, 22, 37,-38, 81, 92.

Medâini (al-Madü'ini), 80, 84, 86,

Medine (Madina), 14, 18, 20, 21, 23, 24, 25,

28, 29, 31, 32, 33, 34, 38, 46, 48, 49, 50,

52, 53, 54, 56, 57, 58, 63, 64, 66, 68,

69, 80, 81, 83, 84, 85, 90, 91, 92, 95,

96, 101, 104, 107.

Mehre (Mabra), 26, 28.

Mekke (Makka), 9, 11, 14, 16, 23, 25, 63, 64,

69, 83, 91, 104.

Melek (Malak), 43.

Melkit, 14.

Memun el-Hürisi (al-Ma'mün al-Halisi), 69.

Menât --(Manga), 9.

Meryem (Maryam), 11.

Merzubâne Azad (Margübüna kzüd), 39, 42, 44, 45.

Mescid (Mascid), 25, 57.

Mesleme bin Habib veya Hayyib (Maslama bin

Habib veya Hayyib), 81.

Mes'udi (Mas`fıdi), 35, 68, 70, 71, 99. Mezhic (Mazbic), 20, 21, 36, 37, 39, 40.

Mezopotamya, 8, 11, 23, 27, 68, 70, 71, 72, 73, 75 77.

Mısır, 14.

Mirhond (Mır Hvând), 35, 36, 38, 40, 42,

44, 46, 60, 62, 65, 66, 67, 71, 76, 77,

78, 84, 99. Monoteist, 1, 88.

Monoteizm, 49.

Monofizit, 14.

Mu'ammer bin Kilâb el-Zimmâni (Mu`a ınmar bin Kilüb al-Zimmüni), 95.

Muaviye bin Ebi Süfyan (Mu`tıviya bin Abi Sufyün), 75, 76, 77, 99.

Muaviye bin Kays ül-Cenbi (Mu`iiviya bin Kays al-Canbi), 39.

Muaz bin Cebe] (Mu`gtz bin Cabal), 20. 39, 40, 46.

Mudar (Muzar), 33, 50. 74.

Mubicir bin Umeyye (Mulıücir bin Umayya),

26, 29, 30, 39, 48, 58.

Muhacirün (Muhücirrın), 32, 52, 59, 96, 97,

99, 107, 108.

Muhakkim bin Tufeyl (Muliakkim bin Tufayl),

96, 98, 100, 104.

Muhammed Hz., 2, 4, 6, 11, 14-25, 30-33; 36-

38, 40-42, 45-47, 52-55, 57-60, 67, 69,

71, 76, 79, 80-1, 83-92, 101, 104, 105, 106.

Muhammed Fuad Abdülbaki (Mulı ammad

Fu'üd'Abd 90.

Muharib (Mulıürib), 28.

Muharrem (Muliarram), 23.

Muhriz bin Katade bin Meselemet el-Hanefi

(Muhriz bin Katüda bin Maslamat al

Hanafi), 95.

Muir, 6, 62, 63, 65, 66, 71, 72, 81, 99.

Muka-is (Mukü'is), 27, 70.

Mukatil (Mukütil), 88.

Murad (Murüd), 20, 21,

Musa (Müsü), 2, 11, 13, 15, 16, 35.

Musabbih (al-Musabbih), 28.

Musevi, 8, 11, 13, 37, 49, 53, 92.

Mücca'a bin Mürrare el-Hanefi el-Yem ıimi

(Muccii`a bin Murrüra al-Hanafi al-

Yamılıni) 82, 91, 92, 94, 96, 97, 100.

\ Müdrike (Mudrika), 50.

Münzir bin Sâva (al-Munzir bin Süvü), 22.

Müseyl bin ül-Hâris (Musayl bin al-Haris), 50.

Müseylime (Musaylima), 3, 5, 6, 21, 26, 32,

33, 34, -52, 58, 68, 73-76, 78, 80-108.

Müslim (Muslim), 7, 15, 88, 89.

Müzeyne (Muzayna), 24.

N

Naciye (Nü,ciya), 29.

Nadle bin ili-Ester (Nazla bin, al-Astar), 50.

Nemr bin Kasit (Nami bin. Küsit), 24.

Nevevi ( al-Navavi), 46, 47, 86, 99.

Nevâkil (Navülı11), 75.

Nesturi, 8, 14.

Nebâc (Nabrıc), 73. Necid (Nacid), 18, 50, 54, 58, 80, 83, 106.

Necran (Nacrgın), 8, 13, - 18, 36, 37, 39,

43, 45, 72.

Nedvi Süleyman (Nadvi Sulaymiin), 64.

Nevvâha (Navvülia), 85, 103.

Nevfel bin Nadlet ül-Esedi ül-Fakasi (Nav-

fal bin Naila al-Asadi al-Fakasi), 50.

Neher Andre, 2.

117

Nevvar (Navvar), 63.

Nihavend (Nihrıvand), 50, 64, 65. 1 Nihar ür-Reccal bin Unfuva (Nildir al-Rac-

cal bin 'Unfuva), 87.

Nu'aym bin Yezid (Nu'aym bin Yazid), 63.

Nu'aym bin Zeyd (Nu'aym bin Zayd), 23.

Numan bin Mukarrin (Nu`mrın bin Mukarrin),

58, 64, 65.

Numan bin Seleme... el-Hanefi el-Yemami

(al-Nu`ndin bin Salama... al-Hanafi

al-Yamami) 94.

Numan bin ül-Münzir (al-Nu' ınrua bin al-

Munzir), 93.

Ö

Ömer bin Hattab (`Omer bin al-Hattrıb), 12,

33, 34, 56, 64, 92.

Onasya, 62.

P

Palgrave V. G. 5, 78, 106.

Pehlevi, 12.

Peygamber Hz., 15, 16, 18-24, 27, 30, 32, 33,

36, 37, 39, 40, 43, 46-49, 52-57, 63, 68,

69, 72, 74, 81-86, 93-98, 105-107.

R

Rabb (Rabb), 13, 16, 75, 88.

Rahman (Rahman), 33, 36, 49, 88, 89, 102.

Rahman Bahçesi (Rahman. Bâhçesi), 97.

Rahman ül-Yemen (Rahman al-Yaman), 36

Ravd ül-Unf (Ravi al-Unf), 89.

Rebia (Rabra), 6, 14, 21, 33, 74.

Rebia'nın yalancı sı (Rabra'nın yalancısı ). 69.

Reccid bin Unfuva (al-Raccal bin `Unfuva),

81, 82, 86, 87, 91, 96-98, 103-4.

Rehhal bin Unfuva (al-Rahhal bin 'Unfılva), 81.

Regal (Rasül), 16, 52, 54, 76.

Resülullah (Rasül Allah), 32, 38, 96.

Ribab (Ribâb), 27, 68, 70, 72, 73,- 79.

Ridde (Ridda), 4, 6, 17, 18, 23, 24, 27, 28, 30, 31, 41,'47, 49, 51, 54, 58, 69, 74, 92, 95, 107, 108.

Roma, 2, 68.

S

Sa'b bin Osman el-Suheymi el-Yemâmi (al-Salo bin `Osman al-Suhaymi al-Yamruni) 93

Sahil' (Sabri), 11, 12, 18.

Sabit bin Ekram (Sabit bin Akram), 58, 60, 64.

Sâbit bin Kays ( Ş abit bin Kays), 23, 82, 98.

Sa'd al-Aşire (siva al-'Aş ira), '20.

Sa'd bin Bekr (Sa`d bin Bakr), 25.

Sa'd bin Zeyd Menat (Sa'd bin Zayd Manat),

27, 70. Sa'd-u Huzeyme (Sa`d-u Hugayma), 68.

Sadef, ( Ş adaf), 21.

Saib bin Katâde el Hanefi el-Yemami (al-

Sa'ib bin Katada al-Hanafi al-Yamrı mi.),

94.

Sakif (Sakif), 10, 25, 33, 57.

Salit bin Amr al-Amiri (Salit bin 'An ır al--

'Amiri), 21, 81, 82.

Sandler, 35.

San'a (San'a), 29, 30, 37, 39, 42, 43, 44, 45,

47, 48.

Sarrad bin Abdullah al-Ezdi (Sarrad bin

'Abd Allah al-Azdi), 20.

Satih (Satih), 69.

Sclıevalli F, 60.

Schimmel Annemarie, 12.

Sebabice, 27.

Secah (Sacalı), 3, 5, 33, 34, 68-79, 81, 92, 102,

104, 107.

Sehâbe (Sahaba), 33, 46, 56.

Sekâsik (Sakrısik), 39.

Selam (Sakün), 39, 40.

Seleme (Salama), 52, 60.

Seleme bin Hanzale es-Suheynd (Salama bin

Hanzala al-Sulıaymi), 81.

Seleme bin Umeyr (Salama bin `Umayr), 100.

Selil bin Kays (Sahil bin Kays), 71

Selma (Salma), 26, 27.

Semira (Samira), 53, 55. Senet ül-Vüfud (Sanad al-Vufüd), 69.

Sehhâk bin Hare ş e (Sahhak bin Hara şa)

Seri (al-Sari), 59.

Set, 12. Seyf bin Ömer (Sayf bin `Omar), 6, 27, 40,

41, 42, 43, 44, 47, 55, 58, 59, 65, 70,

71, 74, 76, 78, 103.

S ıddık (Siddik), 93.

Sikaye (Sikaya), 68.

Sinan (Sinan), 56.

Sliman ibn İbrahim, 85, 86.

Subba, 11.

118

Suhlirın bin Ş ems bin Amr el-Hanefi el-Ye-

marni ( Şuhban bin Ş ams 'Anar al-Hanafi

al-Yamami), 93, 95.

Suriye, 8, 13, 25, 33, 56, 58, 63, 68, 108.

Süheyli (Suhayli), 89.

Süleym (Sulaym), 24, 26, 57, 58, 63.

Sümâle bin Kesir (Sumrıla bin Ka ş ir), 82. Sümâme bin Kesir (Suratıma bin Ka ş ir), 82.

Sümame bin Usal bin el-Nu'man bin Seleme

el-Hanefi el-Yemâmi (Sumama bin Usal

bin al-Nu`man bin Salama al-Hanafi

al-Yamann)

Süveyd bin Halef (Suvayd bin Halaf), 70.

Süveyd bin Hâlid (Suvayd bin Halid), 70.

Süveyd bin Makarna (Suvayd bin MulFarrin),

26.

Süveyd bin ül-Hâris (Suvayd bin al-Hari ş ),

71.

Suyun (Sayan), 56.

S

Ş am, 23, 59, 63, 65, 67, 89. Ş aub (Ş a`ub), 39.

Şebes bin Rib'i ( Ş abas bin 76.

Şehr bin Bâzan ( Ş ahr bin B45n), 37, 38,

39, 42.

Ş ehrit (Ş ahrit), 28.

Şehristani ( Ş ahristâni), 11.

Şems bin Amr el-Hanefi el-Yemami ( Ş ams

bin `Amr al-Banafi al-Yamami), 93.

Ş emsi (Ş amsi), 68. Ş erce ( Ş arca), 40. Serisi (Ş ariş i), 89.

Ş eyban (Sayhan), 28, 59, 71. Ş eytan ( Ş ay(an), 41, 63. Şurahbil bin Hasene ( Ş urahbil bin Hasana),

26, 74, 95, 96.

Taban (Taban), 4, 6, 18, 19, 21, 23, 26, 27,

28, 32, 33, 35, 36, 37, 38, 39, 40-48,

53, 55. 56, 58, 59-65, 67, 70-78, 80, 84-

89, 91, 96, 98, 99, 101-4.

Taglib (Taglib), 14, 71, 75.

Tâhir bin Ebi Hale (Tahir bin Abi Hala), 29,

37, 48.

Taif (Ta'if), 14, 39, 72.

Talha (Talha), 57, 60.

Talha (bk. Tuleyha'ya da), 50, 92.

Talhacık, 50.

Talhat ün-Nemri (Talhat al-Namri), 32, 33.

Talk bin Ali (Talk bin 'Ali), 80.

Tann, 2, 9, 10, 14, 16-19, 22, 24, 32, 37, 44,

45, 49, 51, 55, 56, 58, 59, 60-2, 64, 65,

74, 75, 85, 86, 100, 102, 103, 104, 105,

107.

Tann Elçisi, 18, 19, 24, 37, 45, 51, 61, 85, 104.

Tanuh (Tanül3), 14.

Tayy (Tayy), 9, 14, 22, 25, 32, 33, 54, 55, 57, 60.

Tebale (Tabrıla), 20.

Tebük (Tabak), 81.

Tedmür (Tadmur), 68.

Temim (Tamim), 14, 17, 22-25, 27, 32, 33,

69, 70, 71, 73, 74, 76-79, 91, 96, 102,

106.

Tevrat, 15.

Teyma (Taymü), 13.

Tihame (Tihama), 25, 26, 29, 48.

Tufeyl (al-Tufayl), 54. Tuleyha bin Huveylid (Tulayha bin Huvaylid),

3, 25, 26, 32, 33, 34, 50, 51,-55, 57-67,

79, 85, 91, 92, 107.

Tureyf bin Amr (Turayf bin 'Anar), 50.

Turayfa bin Haciz (Turayfa bin Haciz), 26, 58.

U

Ubade bin Haris (`Ubacla bin Haris), 85.

Ubeydullah bin Cahş (`Ubayd Allah bin

Cah ş ), 15.

Ugan Zâkir Kadiri, 42 .

Ukayl (`Ukay1), 29. Ukbe bin Hilal (`Ukba bin Hilal), 71.

Ukfan bin Süveyd (`UIsfrın bin Suvayd), 70.

Ukka (`Ukka), 73, 75.

Ukkâşe (`Ukkaşa), 58, 60, 64.

Umeyye bin Ebi Salt (Umayya bin Abi Şalt),

15, 16.

Umre (`Umra), 64, 83.

el-Urd (al-`Uri), 96.

Usal bin Habib (Uş ül bin Habib), 82.

Usal bin el-Nu'man bin Seleme... el-Hanefi el-Yemami (U ş.al bin al-Nu`man bin S^lama.... al-Hanafi al-Yamami), 94.

Ustıl ül-Hanefi (U ş al al-Hanafi), 86, 103.

esame bin ül-Anbar (Usama bin al-Anbar), 70.

119

Usame bin ül-Gunayz (Usürna bin al-Gunayz). 70

Usame bin Zeyd (Usina bin Zayd), 23, 25,

33, 56, 57, 58, 89.

Usayyid (Usayyid), 102.

Utârid bin Hâcib (`Utürid bin Hücib), 72, 73, 74, 77.

Uyeyne bin H ı sn el-Fezâri (`Uyayna bin H ı sn

al-Fazüri), 23, 32, 51, 54, 55, 59, 60,

61, 62, 63, 66, 67, 69.

Uzza (`Uzzü), 9.

Uded (Udad), 39. Umeyr bin Dübi el-Ye şkûri (`Uııı ayr bin

2übi al-Ya şküri), 94.

Umm ül-Heysem (Umm al-Hay ş am), 87. Ummü Kırfe binti Rebi'a (Umm K ırfa bint

Rabr a), 26.

Ummü Sad ır (Umm Süt:lir), 70. Ummü Temim (Umm Tamim), 96, 97.

tImmü Zeml Selma binti Mâlik (Umm Zaml

Salma binti Mâlik), 26.

V

Vâber, 101.

Vacca, 51, 52, 65, 72. Vahş i bin Harb (Vahş i bin Harb), 99. Vâkıdi (Vükidi), 4, 17, 23, 32, 34, 51, 63, 65,

83, 99.

Varaka bin Nevfel (Varaka bin Navfal), 15. Varidat (Vüridüt), 55.

Vatvat (el-Vütvüt), 35, 46, 70, 71, 72, 73, 74, 77, 78, 84, 86,

Veber bin Juhannes (Vabar bin Yubannas), 38, 40, 45.

Vedia (Vadra), 26.

Veki bin Mâlik (Vaki bin Mâlik), 27, 70, 72, 73, 77.

Vesime (Vasima), 5, 6, 17, 53, 54, 65, 74, 89, 93, 94

Vüfut (Vufüt), 69

Wellhausen, 6, 13, 14, 15, 32, 35, 38, 39, 45

53, 73, 74, 78, 80, 91, 101, 104.

Y

Yahudi, 20, 22, 23, 24.

Yakubi (Ya`kübi), 8.

Yakut (Yüküt), 59, 61, 62, 63, 64, 66.

Yalâ bin İ lmeyye (Ya`lü bin Umayya), 37.

Yazır Hamdi, 90.

Yemâme (Yamüma), 5, 17, 18, 21, 26, 27, 28,

32, 34, 54, 68, 69, 72-75, 78, 80-86, 88,

91, 92, 93, 94-97; 99, 100, 101, 104, 105,

106, 108.

Yemen (Yaman), 5, 8, 9, 13, 14, 17-20, 24-26,

29, 30, 35, 36, 37, 38-41, 46, 47, 48, 49,

58, 72, 72, 78, 80, 91, 106.

Yerbu (Yarbu`), 27, 70, 71, 72, 77, 108.

Yerbu bin Hanzale (Yarbu`bin Hanzala), 70.

Yesrib (Ya şrib), 13.

Yezid bin el-Efkel el-Ezdi (Yazid bin al-Afkal

al-Azdi), 39.

Yezid bin Huseyn el-Hürisi (Yazid bin Hu ş ayn

al-Harisi), 18, 39.

Yezid bin Huzeyfe el-Esedi (Yazid bin Hu?ay-

fa al-'Asqdi), 54.

Z

Zâhir bin Amr (Zühir bin ',kim), 76.

Zebibi (Zabibi), 68.

Zebid (Zabid), 20, 21, 25, 39, 40.

Zehebi (Zahabi), 27, 36, 43, 46, 50, 51, 62, 72,

96, 99, 101.

Zekvân (Zakvün), 24

Zemahş eri (Zamah ş ari), 89.

Zemzem (Zamzam), 68.

Zend-Avesta, 12.

Zenobiya (Zanobiya), 68. Zerdüşt, 12. Zeyd bin Amr bin Nevfel (Zayd bin'Amr bin

Navfal), 15, 16.

Zeyd bin Asım (Zayd bin 'A şı m), 98.

Zeyd bin Hattab (Zayd bin Hattüb), 96, 98,

99.

Zeyd Menât bin Temim (Zayd Manüt bin Ta-

mim), 70.

Zibrikan bin Bedr (al-Zibrikün bin Badr),

23, 27, 32, 69, 70, 73, 74.

Zi'l-Hunarin Avf Cezmi (Zi'l-Him ğ rin `Avf

Cazmi)

Zi Merran (Zi Marrün), 41.

Zimman bin Ammar el-Fezâri (Zimmün bin

`Amnür al-Fazüri), 54.

Ziyad bin Bilül (Ziyüd bin Bilül), 71, 75.

Ziyad bin Lebid (Ziyüd bin Labid), 30, 37.

120

Ziyad (Ziyüd al-Kindi), 39. Zi Zûd (Zi Züd), 41.

Zi Zuleym (Zi Zulaym), 38, 41.

Zu (Zü), 47.

Zufar (Zufar), 54.

Zu'l-Himar (Zu'l-Ijimür), 35, 41, 43.

Zu'l-Hulüsa (Zül-Hulü ş a), 21, 58.

Zu'l-Kassa (Zül-R.assa), 58, 59.

Zu'l-Kilâ (Zü'l-Kilü'), 38, 41, 47.

Zu'n-Nun (Zül-Nüri), 53, 61, 65, 66.

Züt (Züt), 27.

Zübeyr (Zubayr), 57.

Zübeyr bin Avvam (Zubayr bin `Avvüm), 85.

Züby'an (Zubyün), 25, 57, 58.

Zübyân bin Rebia el-Esedi (Zubyün bin Rabia

al-Asadi), 53.

Zühri (Zuhri), 103.

121