52
“Cahillerden Yüz Çevir” Nasıl Bir Ay Geldi Bize? Hoş Geldin Ya Şehr-i Ramazan (Araf, 199) ISSN 2667-5579

“Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

  • Upload
    others

  • View
    5

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

“Cahillerden Yüz Çevir”

Nasıl Bir Ay Geldi Bize?Hoş Geldin Ya Şehr-i Ramazan

(Araf, 199)

ISSN

266

7-55

79

Page 2: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Anadolu Çınar Bilim Eğitim Danışmanlık Hizmetleri Basın Yayın Sanayi ve Tic.

Ltd. Şt. Adına İmtiyaz Sahibi Adnan YILDIRIM

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüAydın ŞIK

Yayın Kurulu BaşkanıDr. Osman ARSLAN

Yayın KuruluBestami Yazgan, Ali Ay

Mustafa Yıldız, Mustafa Ökkeş EvrenHakkı Mehmet Yanmaz

Hızır Abdulkadir Karadağ Ayşe Buluç, Fatma Nur Doğan

Furkan Şanal, Servet Alan Ahmet Can Seçer, Emre Tangüner

Emirhan Özer, Yakup Demir

Yayın Danışma KuruluProf. Dr. Ahmet KaradağProf. Dr. Caner Arabacı

Prof. Dr. Halis ÖlmezProf. Dr. Hilmi Demir

Prof. Dr. Mustafa AydınProf. Dr. Talip Özdeş

Prof. Dr. İsmail Hakkı NakilcioğluDr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe

Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın

Ahmet H. Ekizer, Yusuf Dursun Hasan Yağdıran, İbrahim Bilgiç

İbrahim Gülsu, Mehmet Aycı Özcan Kartal, Ramazan Türkmen

Sadık Başkaya, Şazeli Çügen Turgut Şahin, Fatih Şahin

Furkan Fevzi Deli

Yayın TürüYaygın Süreli

Kapak-Grafik TasarımTahir SÜLEK

[email protected]

Basım YeriEPA-MAT - 0312 394 48 63

www.epamat.com.tr

İdare Yeri ve Yazışma AdresiStrazburg Caddesi No: 44 / 7Sıhhiye / Çankaya / ANKARA

Tel : 0312 230 56 17Fax : 0312 230 56 18

Abonelik ŞartlarıFiyatı: 10 TL

Yurtdışı Fiyatı : 15 TLİki ayda bir yayımlanırHesap No : Albaraka

IBAN TR60 0020 3000 0803 3709 0000 02

Sosyal Medyahttps://www.facebook.com/ayizi

instagram: @dergiayizi

[email protected]

ISSN 2667-5579

www.anadoluayyayinlari.com

BU SAYIDA

2

06

09

17

20

26

MART-NİSAN 2020

Bilim, Sanat ve Edebiyatta

1 CAHİLLERDEN YÜZ ÇEVİR / BAŞYAZI

2 SAKIN HA / DR. OSMAN ARSLAN

6 CEHALETTEN ADALETE HUKUK MÜESSESESİ / YAKUP DEMİR

8 AKIL VE İLİM ÖNDE OLMALIDIR / İBRAHİM KUMAŞ

8 SELAM / HÜSEYİN ÖZKAYNAKÇI

9 NASIL BİR AY GELDİ BİZE / YUSUF İLBEY

12 ALAN TURING VE ENIGMA EFSANESİ / AYŞEGÜL ASAL

15 BİR HAYKIRIŞ: KELİME / SITKI KÜÇÜKASLAN

16 NE? NASIL? / MUSTAFA GÜVEN

17 İŞGALİN SÜRGÜN VE İLHAKIN YENİ ADI : YÜZYILIN ANLAŞMASI / HASAN YAĞDIRAN

18 ANADOLU GENÇLİK GENÇLERİNE / MUSTAFA YILDIZ

19 BİR TÜL GİBİ KALBİMİZİN ÜZERİNE/ H. ELİF ÇAVUŞOĞLU

20 YARIM / MUSTAFA UÇURUM

21 KARDEŞİM AYŞE VE MASUMLARA / ALİ BAL

22 HAYAT FELSEFESİ / MUSA DOĞRUER

22 YÜREK SUSAR DİL KONUŞMAZ LAL OLUR / MUSA SERİN

23 ELAZIĞ DEPREMİ VE İNSAN MANZARALARI / FERHAT SÜRMELİ

25 ÜZGÜNKEN GÖKYÜZÜNE / MEHMET AYCI

25 YÜZYILIN SANCISI / AHMET DOĞRU

26 TEHLİKELİ OLAN VİRÜS MÜ VİRÜSTEN HIZLI YAYILAN YALAN HABER Mİ? / AYDIN ŞIK

28 AYSU BAŞ / GERÇEK Mİ?

29 DÜNYANIN VE TÜRKİYE’NİN KORONAVİRÜSLE İMTİHANI TACETTİN ALPER AY

32 AY BAXTİM / RUBABE SAHİB

33 KORONAVİRÜS / LÜTFİ KILIÇ

34 CAHİLLİĞİME VERİN / AYŞE BULUÇ

36 BU SEVDA BAŞKA SEVDA / HAKKI MEHMET YANMAZ

39 23 NİSAN / ABDULKADİR TÜRK

40 SICAK YÜREK ÖRNEK İNSAN DOSTDİLLERİN MUSTAFA FARUK BAŞOĞLU

43 PORTAKAL POŞETİ / EMİRHAN ÖZER

43 SANCAK / EMRE TANGÜNER

44 AKILCI İLAÇ KULLANIMI / AYŞE NUR DEMİR

45 GEÇEN BEŞ YILDA / HÜSNA ERKUŞ

46 OMUZLAR ÜSTÜNDE YÜKSELTİLEN KADIN / AHMET C. SEÇER

Page 3: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 2020 1

BAŞYAZI

Yüzyıl sonra yeni bir küresel salgının pen-

çesindeyiz. Bir virüs hay-vandan insana atladı. Fıt-rata uygun yaşamazsak yeryüzü nasıl yaşanmaz olurmuş, anlatabildi mi

acaba? Şöhretli sanatçı ve sporcular, serveti hesapsız zenginler, kudreti dünyayı titreten siya-siler gözün göremediği küçük bir virüs karşısında kale gibi evlerine çekiliyor, yine de kurtulamıyorlar. Kudre-tin gerçekte kime ait olduğunu anlayabildik mi acaba? Sanki mahşer günü gelmiş, birbirinden kaçışıyor insan-lar, herkes kendi can korkusuna kapılmış! Yaşlılara bir ömür biriktirdikleri; malları ve evlatları fayda etmiyor. Görebildik mi dünya hayatı neymiş? Evlatların babala-rından kaçabileceğini gösterebildi mi? Vatikan, Kudüs, Kabe bomboş! Kurbanı kabul edilmeyen tamahkarlar gibi kovulduk mu kapısından acaba?! Mübarek Ra-mazan ayını bu duygularla, inzivalarda karşılıyoruz bu sefer. Dikkatinize bir yazıyla çıkarıyoruz Şehr-i Rama-zan’ı: “Nasıl Bir Ay Geldi Bize?”

Salgının bu manevi mesajları yanında dış dünyaya da mesajları var: Yeni bir çağ geliyor, farkında ve hazırlıklı mıyız? Dijital dünyaya entegre olabilecek durumda mı-yız? Kaç büyük bilişim uzmanı yetiştirmiş durumdayız? Teknolojinin uçlarına temas edebiliyor muyuz? Yapay zeka yazılımımız ne durumda? Dijital para planlamamız nedir? Kendi biyolojik izleme çiplerimizi hazırladık mı? Yeni dünyanın küresel dijital hegamonyası karşısında di-jital misak-ı millimiz var mı? Yoksa eski efendilerin yeni düzeninin çarkları arasında ezilen mazlumlar olmaya bilgi çağında da devam mı edeceğiz?

Misak-ı Milli ruhuyla bir asır önce yazılmış bir metin vardı. Bugüne kadar Cumhuriyet’in; TBMM tarafın-dan kabul edilen ve değişmeyen, devletimizin kurucu metnidir o: İstiklal Marşı. İlk mısraı gece duvara yazıl-dı. Sevr Mağarasında yol arkadaşına “Korkma” diyen Peygamber telkinini Sevr anlaşması karşısında milletine yönelterek başladı. Kutlu bir doğum için 571 hece, yüce bir Zafer için 1453 harfle yazıldı. Kem ve şer nazarlara karşı nazire olarak 41 dizeden oluştu. On kıtasının üçü bayrak, üçü vatan, üçü iman diye inledi; son beşlikte hepsi özetlendi. İstiklal Harbi gibi İstiklal Marşımızın da dünyada benzeri yok. Hala ruhumuzu okuyor İstik-

lal Marşı... Önemli olan tarihler değil, anlamları ise 23 Nisan’ı, 19 Mayıs’ı, 29 Ekim’i en iyi o anlatır. 29 Mayıs ruhunu güncelleyen manifestomuzdur İstiklal Marşı.

Ve Çanakkale… Al kandan yorgan olup Gelibolu yarımadasını örttüler. Bedenlerinden boğaza mühür vurdular, karada sıradağ örüp düşmana set oldular. For-malarını çıkartıp üniformalarını giyen gençlerin; erkek-siz kalan köylerin, mezun vermeyen okulların, bizim bugünümüzü aydınlatmak için yandıkları bir şüheda makamıydı Çanakkale. Bedrin Arslanları’nı arkasız koy-madılar. Rüyasında Peygamberimizi gören İkbal O’na verecek tek armağan bulabildi yeryüzünden: Çanakkale Şehitlerinin kanı! İşte, o kanı taşıyan, o ruhun varisi biz-ler de onları arkasız, emanetlerini sahipsiz bırakmayaca-ğız! Onların ardından giden küçülmez!

Bu sayımızda gündem olarak “cehalet” konusunu seçtik. Kahve köşelerinden cami avlularına, gazete kö-şelerinden TV ekranlarına, miting meydanlardan sos-yal medya mecralarına kadar bir dolu yarım malumatı olup da ihtisası olmadan konuşan, eleştirisi olup teklifi olmadan beyanat veren, bilgi aktaran ama fikir üretme-yen; din, siyaset, sağlık, ekonomi… deyince mangalda kül bırakmayan çok bilmişlerin cirit sahasına dönen hayatımızda, cahillerin yanlışlarından sürekli ve önemli zararlar görüyoruz. Bilgiyi obezce bir fastfood gibi Go-ogle’dan deşirerek önümüze yığan, bunu bir sistemli yo-ruma, metodik bir analizle (bilimsel) çıkarıma ulaştıra-mayan düz mantık mugalatalarına kurban edilmeyecek kadar önemli değil miyiz her birimiz? Dahası, cehaletin sadece bilgisizlik değil bir üslup ve tutum şeklini de anlattığını anlamak zorundayız. Böylece kimseyi suçla-maksızın cahilleri tanımaya hizmet edelim. Yoksa, nasıl “Cahillerden yüz çevir”ebiliriz? Hayata dokunan bu ko-nuya dikkat çekmeyi gerekli gördük.

Geçen sayımızda genç kuşağın güçlü kalemlerinden Şair Ali Bal Ayizi’ne katılmıştı, bu ay yine hikaye yazar-lığında hızla yükselen bir genç kalem, Mustafa Uçurum da sayfalarımızda yer alacak. Her birisi birer ‘ayizi’ bıra-karak yürüyen sayfalarımızda aranan şairlerimiz Besta-mi Yazgan, Ahmet Efe, Mehmet Aycı, Ahmet Doğru, Mustafa Yıldız, Musa Serin, Musa Doğruer, Lütfi Kılıç ve daha nice zikredemediğimiz şairler ve kıymetli yazar-larımızla yeni sayımızı takdim ediyoruz.

Esenlikler içinde buluşmak dileğiyle.

“CAHİLLERDEN YÜZ ÇEVİR”

Page 4: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 20202

DOSYA

SAKIN HA!..“Allah, içinizden iman edenlerle kendilerine ilim verilenlerin değerini yükseltir.” (Mücadele, 15) dendiği halde biz Müslümanların değeri yükselmiyor, alçaldıkça

alçalıyorsa ya imanımızda bir yanlışlık vardır ya da ilimden nasibimiz yoktur. Öyleyse yeniden Müslüman olurcasına yeniden iman edip, bildiklerimizi taze-

lemek, ilme sarılmak ve çok çalışmak zorundayız.

İslam’ın gerçekte tek hasmı vardır: ‘cehalet.’ Kur’an’da cehalet, sadece ‘bilgisizlik’ demek de-

ğildir, daha kuşatıcı bir anlamı vardır: Gerçeği in-kar etmek(münkirlik), doğruyu gizlemek ve red-detmek(kafirlik), bile bile saptırmak (münafıklık), baktıkları halde göremeyecek kadar önyargılı(göz-leri ve kalpleri mühürlü) olmak(fanatiklik), hakika-ti öğrenme çabası göstermemek, kibirlilik ve zalim-lik(Tur,32) Allah tarafından ‘cahillik’ kapsamına alınır. Özetle cehalet, zihni körlüktür, akıl edeme-me halidir(Hac, 46).

Kur’an’da cahiller bir de üslupları ile kötülenir. Cahil üslubu, ‘Kaba, saygısız, haddini bilmez şekil-de davranmak ve bilmediği halde ahkam keserek konuşmaktır!’ Demek ki cahillik sadece bilgiden değil ahlakilikten de yoksun olmak demektir.

CEHALET EĞİLİMİİnsanoğlu, zalimlik ve cahillik eğilimi taşıyan

bir fıtrat üzere yaratılmıştır(Ahzab,72). Zaten daha baştan, haddini bilmeyerek ‘emanet teklifi-ni’ kabul ederken cahilliğini (cüretkarlığını) ispat etmiştir(Ahzab, 72-73). Önemli olan yaptığı ca-hilliklerden pişman olarak tevbe etmesi, kendini düzeltebilmesidir insanın(Nisa,17; Nahl,119). En başta peygamberler uyarılarak cehaletten neh-yedilmiş, cahillerden uzak durma ödevi verilmiş-tir(En’am,35; Hud,46;Yusuf,33).

HAYATIN SIRAT ÇİZGİSİ: YEDİ CAHİL ZÜMRE“…cahillerden yüz çevir”(Araf 199) emri o dere-

cede sarsıcıdır ki, bir insan için hayat sınavının sırat çizgisi “cahillerden olmamak”tır denebilir! Cahille-rin kimler olduğunu, Kur’an’da anlatılan örnekler-den tek tek seçmek, sünnette sergilenen tecrübe-lerden yararlanmak yoluyla netleştirmek, onlardan

Dr. Osman ARSLAN

uzak durmak için de faydalı olacaktır.

1. HEVA (ARZU) VE HEVES (İSTEK) LERİNE UYANLAR

Kur’an’da en güçlü vurgulanan cahil portresi hiç şüphesiz ‘arzu ve isteklerine kapılarak ölçülerden uzaklaşanlar’dır(Neml,55; Ahkaf,23 vd.). Onlar günah işlemekle kalmayıp günahlara sahiplenen ve bununla övünenlerdir. Onlar içkiyi erdem, zinayı çağdaşlık, eşcinsellliği devrimcilik, teşhirciliği ile-ricilik, rüşveti ve hırsızlığı meziyet… diye yücel-tenlerdir. Allah’ıın yasaklarına meşruiyet ve alenilik kazandırma çabasıdır onları cahil yapan, günahkar-lıkları değil. Yüz çevrilecek bu cahiller topluluğu aramızda hiç de az değiller. Onların zıddı olan grup, Yusuf Peygamber gibi ‘kendilerini tutabilenler’(-hilm sahipleri)dir, övülmüşlerdir.

2. AŞIRIYA GİDENLERYüz çevirme, bir tedbir emridir(Araf,199; Yu-

nus,89; Furkan,63; Kasas,55…). Cahillere karşı yüz çevirmekten öte saldırganlaşanlar, şiddete baş-vuranlar, hayat hakkı tanımayanlar da cahillerden bir gruptur(Nisa,171; Maide,77). Tepkide aşırıya gidenler, İslam’ı baskıcı gösterdikleri gibi ‘kraldan çok kralcı’ kesilmiş ‘Allah’a din öğretme’(Hucu-rat,16) cüretini göstermiş olurlar. IŞİD gibi siyasal yahut FETÖ gibi mistik radikal dini grupların zih-niyeti böyledir. Yanlış üslupları, aşırı tepkileri ken-dilerini cahillerden eden bu tür Müslümanlardan da yüz çevireceğiz!

3.GERÇEKLİKTEN KOPANLARKur’an’da tanıtılan üçüncü bir cahiller zümresi

vardır: İnanmakla birlikte onlar, hayatı mucizelerle yaşayanlardır. Onlar, peygamberden gökten me-

Page 5: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 2020 3

DOSYA

lek indirilmesini, merdiven dayayıp gökten kitap indirmesini, ölülerinin kendileriyle konuşmasını, her şeyin toplanıp karşılarına getirilivermesini… istediler(En’am,31). Elbette gücü yeterdi ama Allah bunları yapmadı. Bu, peygamberini arkasız bırak-mak da değildi. İnanacaklarsa ‘akıllarını işleterek’ inanmalıydılar. Bu bir cahillikti. Bugün, dini hayat-larını, rüyalara, kerametlere, mucizelere, sırlara, fal-lara, kehanetlere… göre yaşayan kitleler az mıdır? Ne kadar da cahiliz, ne kadar da yüz çevrilecek yan-lışlıklar var değil mi?

4. ÖYKÜNMECİLERCehaletini iyi bildiğimiz dördüncü bir grup daha

vardır: Öykünmeciler! İsrail oğullarının Hz. Mu-sa’dan kendilerine, diğer kavimlerin tanrıları gibi tanrı yapmasını istemeleri(Araf,138), Hz. Nuh’un kavminin ondan kendisine inananları etrafından kovmasını böylece diğer toplumlara benzerlerse so-run olmayacağını söylemeleri(Hud,29), Peygam-berimize her türlü vaatte bulunarak diğer toplum-larda da olan mevcut hallerine, atalar dinine körü körüne (Bakara, 170, Hud, 87)) dokunmamasını istemeleri birer cahiliye hastalığıdır. Günümüzde körü körüne geleneklerine bağlanan, ‘çağın gereği’ algısıyla Batı değerlerine öykünerek dini dejeneras-yona yönelen az mı insan vardır? Hristiyan ve Yahu-dileri dost(veli) edinenler ve onları takip edenler(-Maide 51) bu öykünmecilik marazının bir başka odağıdırlar. Taklitçilik hastalığı, kendi kodlarından medeniyet üretemeyen çağımız Müslümanları için önemli illetlerden birisi durumundadır.

Tam bu noktada, geleneği terk veya ret edenle-re de değinmekte yarar vardır: Zira sanıldığı gibi Kur’an, ‘gelenek’ten her zaman olumsuz söz etmez. Hz. Adem’den itibaren atalardan gelen bir tevhit da-marı vardır ki bu, Allah tarafından hem övülür, hem refere edilir. Kureyşlilere, “İbrahim ve İsmail’in so-yundan gelip onun geleneğini yaşatıyorsunuz” deni-lerek İbrahim ve İsmail Peygamberlerin mücadelesi örnek gösteriliyor; geçmiş toptan reddedilmiyor, atalarına bağlılık duyguları da İslam’a sevk etmek için değerlendiriliyordu.(Hac, 78; Saffat 110-111; Bakara 132-133; Ayrıca bkz. Âl-i İmrân, 95; Nisâ 125, 163; En‘âm 161; Yûsuf 6, 38; Nahl 123) Bütün peygamber kıssaları bir gelenek kabulüyle birlikte düşülen yanlışlardan arınma gereğini de ifade eder.

Öyleyse, geleneğe Allah’ın öğrettiği gibi yaklaşmalı Müslümanlar: Toptan ret yerine, ‘yanlışları düzelt-me, doğruları yüceltme’ anlayışıyla! Kur’an, her konuda olduğu gibi bu konuda da ‘toptancı değil seçici’ üslubu bize öğretmektedir. Aksi, zaten insan doğasına aykırı bir dayatma olacaktır.

5. ÖTEKİYLE ALAY EDENLERYüz çevrilecek beşinci cahiller topluluğu ‘alay-

cılar’dır. Öteki ile alay etmek Kur’an’da kınanmış-tır. ’İnanan insanlar yanlarından geçerken, (kendi görüşünde olmayanlar/müşrikler) birbirlerine kaş göz işareti yaparak onlarla alay ederler, aralarında ‘öteki’ hakkında saygısızca eğlenerek konuşurlar. İşte onlar cahillerdir, yüz çevrilecek seviyesizlerdir. (Hü-meze, 1; Mutaffifin, 29-32) Onlar Kur’an ayetleriyle de alay ederler, küçümser, basit olduğunu iddia ederler (Zuhruf, 47). Bu üslubun bir devamı olarak da haka-retler ederler. Hz. Peygamber’e alaysı ve hakaretamiz biçimde “büyücü/sihirbaz” (10/2; 40/24; 43/49), “yalancı” (11/27), “deli/mecnun” (34/8; 51/52; 54/9), “doldurulmuş/öğretilmiş” (16/103; 25/4–6), “sapıtmış” (7/60; 83/32), ‘çarpılmış” (11/54), “küstah” (54/25) derler. Bunlara karşı Kur’an’da “O halde sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müş-riklere aldırış etme. O, alay edenlere karşı biz sana yeteriz…”(Hicr,99) denir. Kendisi gibi düşünmeyen ve inanmayanlarla alay eden, aşağılayan ve hakaret eden üslubun sahipleri Müslüman da olsa yanlıştır ve aramızda az da değiller. Boy boy gösterip, isim isim saymaya gerek var mı? Sadece şu ayeti hatırda tutmak

Page 6: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 20204

yeterlidir bir Müslüman için: “Yemin olsun, senden ön-ceki peygamberlerle de alay edildi. Ben de o küfreden-lere biraz mühlet verdim. Sonra onları azapla yakala-dım. Benim azabım nasılmış?!” (Ra’d 13/32) 

6. ŞÜPHECİLERCahiliye kapsamına giren altıncı bir grup ise

‘Şüpheciler’dir. Uhud savaşında Bedir’ deki gibi parlak bir zafer gelmeyince düştükleri sıkıntıdan dolayı kalplerinde kuşkular uyanıp tereddütlerini açığa vuranlar oldu. Allah hakkındaki cahili düşün-celerini dile getirmeye başladılar. Onlar cahiliyede-ki gibi düşünceler içinde kalmışlardı. Oysa İslam, şüpheye yer bırakmayan bir iman istemekteydi(Al-i İmran, 154). Bunlar işleri yolunda gitsin diye Müs-lümandır, ters gitmeye başlayınca isyanları oynarlar ve birliği, dirliği bozan konuşmalar, eylemler yapar-lar(Ankebut, 65). İçeriden zaaf doğuran bu zümre de yüz çevrilecek cahillerden sayılmıştır. Onlara prim vermemek gerektir. Bu tür cehalet örneklerini, pek çok zorluklar yaşadığımız günümüzde, savaş, darbe, salgın, ekonomik kriz gibi olaylar yaşandıkça fazlasıyla görmekteyiz.

7. ADALETİ SAPTIRANLARYedinci yüz çevrilecek cehaletin tuzağındaki

grup “adaleti saptıranlar”dır. İslam gelmeden önce, keyfi ve örfi bir idare vardı. İslam ile birlikte ada-lete dayalı hukuk devleti güvencesi altında birlikte yaşama modeli geliştirildi. Keyfiliğin yerini objek-tiflik, örfi önceliklerin yerini hukuk önünde eşitlik ilkeleri aldı. “Allah’ın indirdiği(adalet-hukuk) ile değil arzularına göre hükmedenler” cahiliye idaresini iste-dikleri için onlara yüz ve fırsat verilmemesi gerek-lidir(Maide 49-50). Adaleti saptıranlar da cehalet çukurundaki, yüzüne bakılmayacak insanlar züm-resini oluşturmaktadır.

CAHİLİYE BİR DURUMDURCahiliye kavramı hakkında yaygın ve yanlış bir

anlama biçimi vardır: Zannedilir ki cahiliye Pey-gamberimizin gelmesinden önceki tarihi dönem-dir. Hayır, cahiliye, yukarıda anlatılan olumsuz düşünce ve davranış biçimlerinin adıdır. Bu durum kimde, nerde ve ne zaman ortaya çıkarsa cahiliye oradadır. Ne cahiliye ve de hidayet kıyamete kadar ortadan kalkacak değildir. Müslüman olmakla ‘ce-halet’ kapsamından çıkmış olmuyoruz. Cahilliğin

göstergeleri yaşatırsak biz de cahillerden oluruz. Zaten, cahillerden olma ihtimali olmasa, uyarının anlamı ne olurdu?

“SAKIN HA!” “Sakın ha cahillerden olma!” (En’am 35) ihtarı,

Kur’an’ın Müminlerine, yani bize yapılmıştır. Bu uyarıyı, bunca çok ve yaygın dini cehalet örnekle-rini gördükten sonra kendi adımıza ciddiye almak zorundayız. Cehle karşı duruşumuzu sağlamlaştır-mak için hilm ve ilim sahiplerine yönelik ayetlerin de mesajını anlayarak ‘dînî cehalet’ karşısındaki tu-tumumuzu daha doğru bir zemine çekebiliriz:

HİLM Kur’an’da cehalete zıt iki kavram görürüz: ‘hilm’

ve ‘ilim’.(İzutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavram-lar, 1991, 194.) Hilm, “kendine hakim olabilmek, teenni ile hareket edebilmek” demektir. Hz. Yu-suf ’un hilmi(kendini tutabilmesi) övülmüştür: O’nun “zindan bana bundan iyidir” dediği tehlike “eğer beni çağırdıklarına uyarsam cahillerden olurum” korkusuydu(Yusuf, 33).

VE İLİMİlim(bilgi) ve hikmet(bilginin hayata uygulan-

ması, faydaya dönüşmesi) Allah’ın ve elçilerinin sı-fatı olarak sayılır(Bakara 31-33,151,251; Nisâ,113; Yûsuf,22 vd.). Buna ‘akıl edebilmek’ de dahildir. Allah’ın yarattıklarına(ayetlerine) bakıp aklederek O’nu tasdik edemeyenlere bu nedenle cahil de-nir(En’am,114). İslam’ın ilk yıllarında açılan Suf-fe Okulları, Bedir esiri müşrikleri on Müslümana okuma yazma öğretme karşılığında serbest bırakma uygulaması, düşmanların elebaşına Ebu Cehil (Ca-hillerin Babası) denilmesi başka nedenden değildi. İslam bir ‘aydınlanma’ hareketiydi; karşıt düşünce ise ‘cahiliye geriliği’ idi.

Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?(Zümer 9) ayeti ilim sahiplerinin, uzmanlık alanlarının saygın-lığına ne muhteşem bir vurgu yapmaktadır! Sos-yolojiyi ben bilebilirim, ama sağlık konusunda tıp uzmanının sözü herkesten üstün tutulmalıdır. Ko-ronavirüs karşısında nasıl Sağlık Bakanlığı’na tüm ülke uymuşsa, bilenleri dinlemek gereklidir. Aksi cehalettir.

İTİKADI BOZUKLARA İTİBAR EDİLMEZ“Kulları içerisinde Allah’tan ancak âlimler kor-

DOSYA

Page 7: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 2020 5

kar.”  (Fâtır, 28) Öyleyse ilim sahibi olmayanların takva giysisine aldanmayacağız. Nerden anlayacağız cahil olanı? Adı büyük olan, arkasından kalabalık-lar giden hocalar, şeyhler, liderler de cahil olabilir-ler. “Zebaniler seni cehenneme götürürken şu ta-rikattanım de, seni derhal cennete getirirler” diye cami kürsülerinden cennet tapusu dağıtanlardan yüz çevireceğiz mesela. Liderine “Allah’ın vasıfla-rını taşıyor” diyenlerden, Peygamber’le sürekli her konuyu istişare ederek karar verdiğini söyleyen şi-zofrenlerden yüz çevireceğiz. “Deprem Manisa’ya gelmişti, Allah bana sordu, ben de Doğu’ya gönder dedim” diye Elazığ depremini açıklayan Hoca müs-veddesinden yüz çevireceğiz örneğin. “Kendisine vahyolunduğunu” söyleyen sahte peygamberlerden, “mehdiyim” diye ortaya çıkan meczuplardan yüz çe-vireceğiz. Benzeri itikadi sorunu olan yaklaşımları muhatap dahi alıp prim yaptırmayacağız.

DEĞERİMİZ YÜKSELMİYORSA…“Allah, içinizden iman edenlerle kendilerine ilim veri-

lenlerin değerini yükseltir.” (Mücadele, 15) dendiği hal-de biz Müslümanların değeri yükselmiyor, alçaldıkça alçalıyorsa ya imanımızda bir yanlışlık vardır ya da ilimden nasibimiz yoktur. Öyleyse yeniden Müslü-man olurcasına yeniden iman edip, bildiklerimizi taze-lemek, ilme sarılmak ve çok çalışmak zorundayız.

“KİTAP YÜKLÜ MERKEPLER”“Tevrat’la yükümlü olup da bildiklerini uygula-

mayanların hali ciltlerle kitap taşıyan merkepler gibi-dir…” (Cuma 5) Ya bizler? Biz, Kur’an’la yükümlü olanlar; hükümlerini ne kadar uyguluyoruz? Adale-ti ayağa kaldırdık mı mesela? İşsizlerle ekmeğimizi paylaştık mı, yetim, yoksul, garip bırakmamak için

fakirlik sınırına kadar vermeyi göze alabildik mi? Onu bırakın eğip bükmeden zekatımızı verebildik mi hakkıyla? Makamlara oturduğumuzda kibir, is-raf ve gösterişi yol edinmekten kurtulabildik mi? Yolsuzluk ve rüşvet sıradanlaştıysa “vay halimize” demeli değil miyiz? Müslüman kisveli hainler değil miydi insanların mahremlerini teşhir eden, soru ki-tapçıklarıyla gençlerin istikbalini çalan, kumpaslarla insanların hayatını karartıp zindanlara atan? Onların bunu yaptığı vakitlerde niçin ellerine vuran olmadı? “Her yol meşru” diyen sanki Makyavel değil de Hz. Muhammed’di! Bize kitabımız ne öğretti, bizler ne-ler yaptık? Şu halimize bakıp da kim diyebilir “sakın ha cahillerden olma!” sözüne muhatap olmadığımı-zı!.. Kim diyebilir “kitap yüklü merkepler”den farklı olduğumuzu!..

‘RUH’SUZ KALAMAYIZKur’an ilim için ‘ruh’ der(Şura 52). Ruh, diriliği,

canlılığı anlatır. Demek ki ilimle diriliriz, canlanırız; cehaletle ruhsuz kalır ve köhneriz. Cehalete kur-ban olmak yaşarken ölmek gibidir. O halde kimse “bilmediğinin ardına düşmesin”(İsra,36). Asırlar var ki yerimizde saymıyor muyuz? Ruhsuz, bir ölü gibi hareketsiz değil miyiz? İnsanlığa, Müslümanla-rın altın çağı 9-11. Yy.da ecdadımızın 16. asra kadar verdikleri gibi armağanımız olan hangi güzellikle-rimiz var? Hz. Ömer döneminde son Müslüman kavim olan Türkler’den sonra bin yılı aşkın süredir bir kavim daha toptan İslam’ı seçmediyse, ortada bir ‘ruhsuzluk’ yok mudur? Hala düşünmeyecek miyiz? İşgaller, katliamlar, zulümler altında biçare didinen Sudan’dan Doğu Türkistan’a kadar yeryüzü Müslü-manları bizden ne bekliyor?

Dinimizin cahiliyiz. Farkındayız veya değiliz; di-nimizin uğradığı bühtanları adeta cehalet bayrakları gibi dolaşarak yaşıyoruz. Kime kızacağız ki kendi-mizden başka?

Zaten bu değil midir bize yapılan ihtar: “Ey iman edenler, (gerçekten)iman edin!”(Nisa,136)

Akif ne güzel özetlemiş:“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”(Zümer, 9)Olmaz ya... Tabiî... Biri insan, biri hayvan!Öyleyse, “cehâlet” denilen yüz karasından,Kurtulmaya azmetmeli baştanbaşa millet.Kâfi mi değil, yoksa bu son ders-i felâket?

DOSYA

Page 8: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 20206

Büyük eleştirilere maruz kalan günümüz hukuku-nun temel sorunu nedir? Hukuki cehalet bu soru-

nun neresindedir? Bu yazımızda ‘‘hukuk’’ ve ‘‘cehalet’’ kavramları üzerinde duracağız. Öncelikle bu kavramla-rın ne anlama geldikleri bilinmelidir.

Hukuk ve cehaletin genel geçer bir tanımı var mı-dır, bu tanımlar ‘‘efradını cami ağyarını mani’’ tanımlar olarak nitelendirilebilir mi? Ne yazık ki her iki mef-hum için de böyle kesin sınırları olan tanımlar yapmak güçtür. Ama hukuk, toplumsal ilişkileri düzenleyen, müeyyidelerle güçlendirilmiş kurallar bütünü olarak tanımlanabilir. Farklı görüşler olsa da kabaca böyle bir tanımın yapılması yanlış olmaz. Cehaletin ne olduğuna gelince, öncelikle bir konu veya bir durum hakkında bilgi sahibi olmamak cehalet olarak nitelendirilemez. Bunun adı olsa olsa bilgisizliktir ve bu durumun kabu-lü öğrenmenin ilk adımıdır. Yani, bilgisizlik ve cehaleti birbirinden ayırmak gerekir. Cehalet, bir bilgisizlik du-rumunun üzerine bina edilir ama aynı anlama gelmez-ler. Nitekim cehalet, bilgi sahibi olunması gereken bir konu veya durum hakkında bilgi sahibi olunmamasıdır. Tabii ki herkesin her konuda ve her durum karşısında bilgi sahibi olması beklenemez. Peki, bu anlamda sa-hibi olunması gereken konu veya bir durum ne zaman ortaya çıkar? Eğer bir konu hakkında hüküm veya az çok bağlayıcı bir fikir ve görüş bildirimi varsa işte bu durumda bilgi sahibi olunması gerekir. Bilgi sahibi olmadan hüküm vermemek gerekir. Özellikle hukuki alanlarda bilgisiz hüküm ve buna hizmet eden fikirler ise çok daha vahim sonuçlar doğurur.

Aslında hukuk ve cehalet yan yana gelmesi bile tehlikeli kavramlardır. Pozitivist bakış açısı ise bu iki kavram arasındaki uçurumu belirginleşmiştir. Şöyle ki pozitif hukuk, tabii hukuktan farklı olarak hukuk ku-ralarını dogmatik düşünceden, subjektif kriterlerden arındırmak suretiyle daha objektif ve bilimsel bir ze-mine oturması gerektiğini savunmaktadır. Buna göre mücerret, kişiden kişiye değişen veya doğuştan geldiği düşünülen adalet fikri hukukun dışına çıkarılmış hu-

kuk felsefesinin alanına giren bir mefhum olarak kabul edilmiştir. Bu da demek oluyor ki, gün geçtikçe hukuki pozitivizm düşüncesinin güçlenmesi ile hukuk, bilgi ve bilimselliğe daha fazla ihtiyaç duymaktadır. Norm-ların bilgiye dayalı yahut en azından bilimsel olarak temellendirilebilir olması gerekmektedir. Böylece bilgi kaynaklı bilimsel temelli bir hukuk, ileride bahsede-ceğimiz hukukun maddi olaya tatbikinde keyfiliğe de engel olacaktır. Herhangi bir ideoloji veya zihniyete dayanmayan hukuk kuralları yargı kararlarında yekne-saklığı sağlayacaktır. Zira sayısız ideoloji veya zihniyet vardır ama bilim tektir, genelgeçerdir, beşeri ideoloji-lerden çok daha doğru bir kaynaktır. Dolayısıyla kişiyi merkeze alan değil, toplumu merkeze alan objektif bir hukuktan bahsedilebilir.

Toplumsal hayatın idaresi ve idamesi ancak huku-ki düzenlemelerle sağlanır. Toplumu bir arada tutan, dirlik ve düzeni sağlayan, adeta toplum binasının harcı olan bu yapının doğru hazırlanıp doğru uygulanması gerekir. Gerek hazırlanma aşamasında gerek uygulama aşamasında azami dikkat ve özen gösterilmesi gereken bu yapıya cehalet katıldığı zaman toplumsal bir çökün-tünün başlaması kaçınılmazdır. Zaten hukukun temel amacı toplumdaki uyuşmazlıkları çözmek, dolayısıy-la bir kaotik ortam oluşmasını engellemek, insanların bir arada huzur ve sükûn içinde yaşamasını sağlamak değil midir? Bu sebeple bir toplumda herhangi bir şey yolunda gitmiyorsa sorunu ilk olarak hukukta aramak gerekir.

Hukuk denince akla ilk olarak yargı erki gelir. Hâlbu-ki hukuk münhasıran yargı erkine mahsus bir müessese değildir. Kanunlaştırma faaliyeti göz ardı edilerek hu-kuktaki sorunlardan sadece yargı sorumlu tutulamaz. Nitekim yargı kanunların çizdiği sınırların içinde kal-mak zorundadır. Hukukun oluşum aşamasından ka-nun koyucu, tatbik aşamasından yargı sorumludur. Bu da sorumluluğun ikiye ayrılarak her aşamanın ayrı ayrı incelenmesini gerektirir.

DOSYA

CEHALETTEN ADALETE HUKUK MÜESSESESİ

Yakup DEMİR

Page 9: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 2020 7

Hukukun oluşum aşamasından başlayarak bu aşama-ları değerlendirecek olursak ilk aşama kanun koyucu-nun hukuk kurallarını koymasıdır. Kanun koyucunun hukukun mayasının bu aşamada çalındığının bilincin-de olup kanun koyuculuk ödevine riayet ederek azami özeni göstermesi gerekir. Bu aşamada cehaletin hâkim olduğu bir kanunlaştırma yargılama faaliyetini gayet olumsuz etkileyecektir. Toplumsal ilişkileri düzenleyen bu müessesenin, toplumdan uzak veya toplumun özel-liklerini, istek ve beklentilerini, tarihini, kültürünü, zih-niyetini velhasıl tüm toplumsal etkenlerini bilmeyen-ler tarafından oluşturulması cehalet, tüm bunları bilip önemsemiyorsa ise bir nevi ihanettir. Bu durumda ne hukuk topluma uyar ne toplum hukuka uyar. Hukukun zorlayıcı müeyyideleri ise adeta bir zorbanın elinde tut-tuğu sopa haline gelir. Yıllar geçse de toplumda hukuk normları ve müeyyideler sorgulanır, benimsenmez. Bu durum hem toplumu hem de hukuku yıpratır. Kanun koyuculuk vazifesinin seçilmiş milletvekilleri tarafın-dan icra edilmesi de kanun koyuculuk aşamasındaki cehalet sorununu tamamen ortadan kaldırmaz.

Bu demek değildir ki tüm hukuki sorunlar kanun koyucudan kaynaklanır. Varsayalım ki kanun koyu-culuk görevi ve yetkisi tamamen ehil ve mümeyyiz, gerekli tüm meziyetleri haiz kişiler tarafından yerine getirildi. ‘‘Artık hukuk cehaletten sıyrılmıştır.’’ dersek büyük bir yanılgıya düşmüş oluruz. Her açıdan en mü-kemmel kanunlardan bile buram buram cehalet kokan kararlar çıkabilir. Kanunların somut olaya tatbik mercii olan yargısal faaliyetlerin de cehaletten arındırılması gerekir. Tatbik aşaması, soyut olan hukuk kurallarının maddi dünyadaki tezahürüdür. Bu aşamada ise yargı-nın sorumluluğu söz konusudur. Yargılama faaliyetinin sağlıklı yürüyebilmesi için iç cehaletten, sağlıklı yürü-tülebilmesi için dış cehaletten arındırılması gerekir. İç cehalet, soyut hukuk kurallarını somut olaya tatbik

eden yargı mensuplarının yeterli hukuki, sosyal, top-lumsal bilgiye sahip olmamasıdır. Son yıllarda bu konu-da sorun yaşadığımız bir gerçek. Bazı yargı mensupları bu meziyetlere sahip olmadığı için yargıya duyulan gü-ven sarsılmıştır. Zira yargı mensupları milletin verdiği yetkiyi yine milleti için milletine karşı kullanmaktadır. Her yetki beraberinde bir sorumluluk doğurur. Dola-yısıyla yargı mensupları sadece kendini değil, yargıyı da temsil etmektedir ve hem şahsi hayatlarında hem de görevini ifa ederken buna riayet etmekle sorumlu-durlar. Öte yandan yine yargı mensuplarının birer in-san olduğunu, yanılabileceklerini, beşeri zaaflardan ari olmadığını da unutmamak gerekir. Dworkin misali bir Herkül Yargıç olmalarını yani tanrısal niteliklere sahip olmalarını beklemek de yanlış bir yaklaşım olacaktır.

Yine hukukun tatbiki aşamasında karşımıza çıkan başka bir cehalet türü de dış cehalettir. Dış cehalet ise hukuki bilgisi veya hukuki olay hakkında bir bilgisi ol-madan yargılama faaliyetini yapan yargı mensuplarını etkileme veya baskı altına alma olarak tanımlanabilir. Bu tür faaliyetler yargı tarafsızlığı ve bağımsızlığını da gayet olumsuz etkilemektedir. Örneğin günümüzde medya aracılığıyla yargılama faaliyeti baskı altında yürütülmek zorunda kalınmaktadır. Olay hakkındaki yanlış bilgiler ve hukuki bilgisizlik bir araya gelip yargı üzerinde bir baskıya dönüşmektedir. Yukarıda dile ge-tirdiğimiz gibi bu da yargılamanın sağlıklı yürütülme-sini engellemektedir. Medyadaki haberlerin tamamen doğru olması hâlinde bile -ki bu çoğu zaman böyle de-ğildir- hukuki bilgisizlik nedeniyle yargı yanlış hüküm-ler vermeye zorlanmaktadır. Hatta hukuki ve maddi olarak her şey bilinse bile böyle bir zorlama bağımsız ve tarafsız olması gereken yargılama faaliyeti ile uyuşmaz. Doğrusu yetkisi olmadığı hâlde yargısal kararları etkile-meye çalışmak da cehaletin bir görünümü olup böyle hareket eden bir organ, makam, merci veya kişi zaten hukuki bilgiye sahip değildir. Nitekim Anayasanın 138. maddesi uyarınca ‘‘Hiçbir organ, makam, merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve halimlere emir ve talimat veremez, genelge göndere-mez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.’’

Cehaletin bu üç görünümünü hukuki alandan çıka-rabilirsek işte o zaman hukuk ve hukuki kararlar daha sağlıklı olur. Toplumun hukuka olan güveni sağlanır ve toplumsal refah yükselir, her alanda kalkınma sağlanır. Aksi halde hukuki cehalet bizi adalete değil, sefalete gö-türecektir.

DOSYA

Page 10: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 20208

DOSYA/ŞİİR

AKIL VE İLİM ÖNDE OLMALIDIR

İbrahim KUMAŞ

SELAM Hüseyin Özkaynakcı

Hürmetle elimi koydum göğsüme,Onu ta gönülden alana selam!Hasretin gölgesi düştü üstüme,Yıllar geçse de dost kalana selam! Dosta gidiş kutlu, yolculuk özel,Kavuşmak diriliş, ayrılık ecel,Hanemiz, soframız dostlarla güzel,Azığı cömertçe bölene selam! İhtiyaç sınırsız, imkânlarsa kıt,Helal çabalara terini akıt,Bulamazsan sabret, bulunca dağıt,Şükür etmesini bilene selam! İster bahçelerin ayrıkla dolsun,Bülbüller ölünce güllerin solsun,İsterse ufuklar kapkara olsun,Cana can katanı bulana selam! Yok mu, diyenlerin olur cevabı,   Bir olan makamdan bekler sevabı,    Gariple yan yana verir hesabı,     Yetimin gözünü silene selam! Korkutan düşleri artık hayra yor,Rehberi bulursun, yüreğine sor,Kavrulmuş topraklar yemyeşil olur,Gözleri yaşlarla dolana selam! Sımsıcak kumlarda saklı iziniz,Hicret kervanına açılır deniz,Onlar diridirler, siz bilmezsiniz,Hakikat yolunda ölene selam! Elde şanlı sancak yürür en önden,Nerde malım mülküm, bir an demeden,Tekbir sesleriyle, hiç düşünmedenCepheye korkusuz dalana selam! Düşmana korkudur, göğsüyse siper,Vatana borcunu canıyla öder,Ölümün koynuna gülerek gider,Al bayrağımda kan olana selam!

Cahil, sadece bilgisi olmayan kişi olarak tarif edilme-mektedir. İnsani değer ölçülerine göre değil de daha

çok hayvani, nefsani arzularının peşinde giden kimselere cahil denilmektedir. Cahil, haddini, hududunu bilmeyen-dir ve bilmediğini de bilmemektedir. Fuzuli: ”Eğitim in-sanın cehlini alsa da hamurunda varsa eşeklik baki kalır” der. İnsan her şeyi bilemez. Hepimiz bilmediklerimizin cahiliyiz. 

“Cahille sohbet etmek zordur bilene/Çünkü cahil ne gelirse söyler diline.” Akıllı insana hatasını söylersiniz te-şekkür eder. Cahil, hakaret eder. Üstelik size ders vermeye kalkışır. “Cahile söz anlatmak, deveye hendek atlatmak-tan zordur.” Gazali: ”Cahillerle tartışmaya girmeyin, ben hiç yenemedim.” der. 

En büyük düşmanımız cehalettir. Cehaleti yenersek birçok sorunumuzu çözeriz. Küresel oyuncular yaşadığı-mız coğrafyada cehaleti istismar ederek kendi savaşları-nı bölge insanlarının eli ile yapmaktadır. Emperyalistler bundan yarar sağlamaktadır. Her türlü istismar cehaletten beslenmektedir. Doğruluğu test edilmemiş her türlü veri-ye ulaşımın kolaylığından ötürü internet cehaleti yaygın-laştırmaktadır. Sağlıklı, doğru ve güvenilir bilgiye ulaşmak her geçen gün daha da zorlaşmaktadır. 

İlk emri oku olan, bilenlerle bilmeyenlerin bir olama-yacağını da söyleyen bir dinin mensuplarıyız. 

Ne kadar inanıyoruz ki en az kitap okuyan bir toplu-muz. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik, akıl sahibi olmasına rağmen çok az kullanmaktayız. 

Okumalı, akıl ve ilim her şeyin önüne koyulmalıdır. Cehaleti meydana getiren sebepler ortadan kaldırılmalı-dır. Eğitim sistemimiz, yeniden gözden geçirilmelidir.

Page 11: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 2020 9

MAKALE

NASIL BİR AY GELDİ BİZE?

Yusuf İLBEY

Hilâl işaretini verdi, mümtaz gönüllerin vaktine manevi şehrayiniyle mübarek Ramazan geldi.

Şimdi zahmetin rahmetle, çilenin zevkle, benliğin diğergamlıkla sarmaş dolaş olduğu kutlu zaman su-larındayız. Gözlerin, ‘özlerine bakmaya sevk edildiği’ muhasebe demlerindeyiz.

Koca Bir DünyaRamazan, pek çok özgün kavramı içinde barındıran

bir ‘kavramlar dünyası’na sahiptir. Şemsiyesi altında topladığı, oruç, sahur, iftar, teravih, mukabele, itikaf, fitre, zekat, bayram gibi ibadetleri ve bu ibadetlerin sünnetten beslenen örflere göre kazandığı ritüelleri ifade eden kavramları düşündüğümüzde, “Ramazan” ‘koca bir dünya’dır; anlamlar dünyasıdır, değerler dünyasıdır, kavramlar dünyasıdır… Her bir kavram bir dünya ise Ramazan bu dünyaları kendi göğünde toplayan bir mana evreni olmaktadır.

Bu anlamlar semasına adım atmak, yürüyen biz insanların uçmayı ya da yüzmeyi deneyimlemesi gibi farklı, bambaşka bir heyecan ve mutluluğa kapı arala-ması, fiziken ve ruhen tazelenip, güzelleşmesi demek-tir.

Bu ‘manalar seması evren’e ilk adımı, Ramazan sözcüğünün, yani adının anlamını aralayarak atmaya çalışalım. Zira alemde her şey ‘ismiyle müsemma’dır.

Aya Ramazan Adını Veren Kişi“Ramazan” kelimesinin Kur’an’ın inmeye başladığı

dönemde kullanılmakta olduğunu biliyoruz. Rama-zan adını ilk kullananın ise milâdî V. yüzyılın başların-da yaşayan ve Peygamberimizin beşinci dedesi olan Kilâb b. Mürre olduğu kaydedilmektedir. (İslam An-siklopedisi, Ramazan md.)

Klasik kaynaklarda “Ramazânü’l-muazzam”(Ola-ğanüstü ay) olarak adlandırıldığı da belirtilen bu ay, Osmanlı belgelerinde ve hat sanatında “nun” kısalt-masıyla gösterilmiştir. Osman’ın son harfi de ‘nun’ ol-duğu için bu harf üzerinden Ramazan’la bir özdeşim kurulmuştur. Buradan kurulan özdeşimle Osmanlı, “Ramazan ayının gün sayısı kadar” diye sınavlarda hep 30 soru sorarmış. Osmanlı armasında Ramazan’a hürmeten 30 sembol bulunur. Osmanlı, her ayrıntıda bir kez daha gösteriyor ki iliklerine kadar Mü’mindi!..

Osmanlıca’da bir tek metin yoktur ki Ramazan, “mübarek, şerif, mükerrem” gibi sıfatlarla birlikte

anılmasın. Adının başına bir güzel sıfat koyma-dan özensiz telaffuz etme adetimiz yeni çıktı. Osmanlı edebiyatında Ramazan’ın bu denli bü-yük bir saygı görmesinde, sadece mübarek ayın maneviyat cephesi yok, bir o kadar da filolojik (dilbilimsel) yanıyla, tanıdıkça anlaşılacak saygı-değer bir başka yönü daha vardır.

Yanma VaktiRamazan sözcüğünün kökeninde “Ramaz” ke-

limesi vardır. Güneşin, kendi sıcaklığının şidde-tinden gayet kızmasına ‘ramaz’ denir. O derecede kızgınlaşan yere ise ‘ramda’ adı verilir. İşte Rama-zan, ‘ramda’ mastarından türetilmiştir. Ramazan

Ramazan kelimesinin taşıdığı üç anlam, Efendimizin üç merhale taşıyan Ramazan Hadisi’ni açıklamaya da bir etimoloji katkısı gibi açılıyor karşımızda. Öylesine denk

düşüyor ki üç merhale ile üç anlam, insanın, “aslında Peygamber Efendimiz(SAV) sanki ramazan kelimesinin bu üç anlamına gönderme yaparak üç bölüme ayırmış Ramazan

Ayı’nı” diyesi geliyor: “Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden kurtuluş…”

Page 12: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 202010

“kendi koruyla yanan yer”, “aşırı ısınan, içten yanan” demektir. Zaman içinde Arap dilinde Ramazan söz-cüğü, ‘kızgın yerde çıplak ayakla yürüyerek yanmak’ anlamında da kullanılmıştır.

Demek ki Ramazan ‘yanma ayı’dır. Yanma, bir aşk makamı olsa gerektir. Hak aşıklarının kavrulduğu bir ateştir yakan. Yunus Emre’nin “Ben yanarım dünü günü/Bana seni gerek seni” dediği biçimde yanma za-manıdır Ramazan. Hacı bayram-ı Veli’nin “Yandı bu gönlüm, yandı bu gönlüm/ Yanmada derman buldu bu gönlüm” dediği manevi olgunlaşma çilesidir. Bahtiyar Vahapzade’nin “Kalbin gözü yanmadan görünmez göze Allah” dediği makamdır Ramazan makamı.

Kalbin Gözü Yanmadan…Ramazan, yanarak pişme, olgunlaşma vaktidir. Ma-

neviyat gözüyle bakıp ‘yanarak pişmek’ demektir. El-malılı Hamdi Yazır, bu aya Ramazan(yanma) denme-sinin hikmetinden hareketle, “Bu ay günahları yaktığı için adı Ramazan’dır” diye bir yorum da ekler.

Ramazan öyle bir yangındır ki; hârı, içimizdeki şeytanı ve şeytanın yoldaşı nefsi yakmalıdır. Öyle bir yangındır ki O, alevin sadece ateşte yanabilen nesne-leri içine alması gibi iyilikleri ve güzellikleri bırakarak sadece içimizin kötülüklerini, içimizdeki putları ya-kar, yıkar, yok eder. Yanarak arınma ayıdır Ramazan.

Ramazan yanarak ve yakarak temizlenme vetiresi-dir. Bu ayda açlık, susuzluk hararetinden çekilen ıs-tıraplar yanma mecazı hallerdir. Bu çekilen ıstıraplar oruç hararetinden günahları yakar ve yok eder. Oruç (kendini tutma) öyle yakıcı bir çiledir işte.

Şehr-i Ramazan’da(yanma vaktinde) oruç tuta-rak(kendimizi bu ateşte tutarak) arınma ve hamlıktan çıkıp pişmeye erme niyetini kaybetmeyen Mü’minle-re ne mutlu!.. Aziz Ramazan’da yanıp, alev alıp, birer İslam meşalesine dönerek hayatı aydınlatmaya çıkabi-lenler ne bahtiyar!

Kutlu Ramazan’da yanamayan Müslümanlar olur-sak, yandık!

Sonbahar YağmurlarıRamazan kelimesinin ikinci bir anlamı daha var-

dır. Bu anlamı, ilginç bir şekilde ilk anlamı olan ‘içten yanma’ ile ters gibi görünür; Ramazan kelimesi, kav-ramlaşmasından evvelki halinde ‘yağmur’ anlamında da kullanılırdı. Ama “Ramdu”da, yani yaz sıcağında yağan yağmur değildir bu. “Güz yağmurları” anlamın-dadır. Güz mevsimlerinin başlangıcında yağıp yeryü-zünü tozdan temizleyen yağmura “Ramadiyu” denir.

Tozları yere indirip göğü berraklaştıran yağmur! Tıpkı ruhlarımızı arındırıp kalplerimizi temizlediği gibi Ramazan Ayının. Sonbahar yapraklarını dalla-rından indirip kuru yaprakları gövdeye yük etmekten kurtaran sonbahar yağmurları gibi Mübarek Ramaza-nın da üzerimizden bir rahmet bulutu gibi kirleri, gü-nahları temizleyip gidişini ne de güzel andırıyor değil mi? Elmalılı da tam bu fikirdedir: “Bu yağmur(Rama-diyyu) yeryüzünü yıkadığı gibi Şehr-i Ramazan da ehl-i imanı günahlardan yıkayıp kalplerini temizlediği için adı Ramazan olmuştur.”

Ne mutlu Ramazan Ayı’nda Ramdu yakıcılığına kendini verip, yaktığı kötülüklerinin ve nefsinin kül-lerini Ramadiyu yağmurlarında üzerinden akıtarak temizleyip Bayram’a arınmış halde çıkabilenlere!..

Bir yılın nefsimizde kabarıp tozan kirlerini, tozla-rını, paslarını Ramadiyu (Güzün ilk yağmurları) gibi yıkamaya gel Ramazan!.. Bizi hazırla, kış(hayat) çetin geçecek!

İncelme VaktiRamazan kelimesinin türetildiği ramd mastarının

taşıdığı üçüncü bir anlam daha vardır: “kılıcı veya ok demirini inceltip keskinleştirmek için iki yalçın taş arasına(örse) koyup dövmek.” Yüce Ramazan’ın, in-sanı incelten, terbiye eden, pişirerek olgunlaştıran ve

MAKALE

Page 13: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 2020 11

bunu da yüksek bir mevkide, özel bir yöntemle yapan işlevine ne kadar uygun bir anlamı daha çıktı karşımı-za! Şehr-i Ramazan’ın örsünde dövülüp keskin kılıç-lar gibi hayat mücadelesine hazırlık yapan Mü’minlere selam olsun.

Arzu ve tutkularımızın çekimiyle elimizin altında-ki nimet ve imkanların arasında ezilen nefsi döverek incelten ve pişirerek makamını yükselten bir terbiye ayı! Bir nefis terbiyecisi Ramazan Ayı. Örsünde döv bizi Mübarek Ramazan, incelt bizi, düzgünlşeştir, kes-kinleştir, parlat bizi. Öyle ki, imanımız bayraklar gibi dalgalansın şahıslarımızda.

Şehr-i Ramazan’a ham girdiysek terbiye edilen nef-simizle olgunlaşarak çıkmak, bir ‘Ramazan Mektebi’ mezunu olabilmek ne bahtiyarlık olur!

Rahmet, Mağfiret, KurtuluşRamazan kelimesinin taşıdığı üç anlam, Efendimi-

zin üç merhale taşıyan Ramazan Hadisi’ni açıklamaya da bir etimoloji katkısı gibi açılıyor karşımızda. Öyle-sine denk düşüyor ki üç merhale ile üç anlam, insanın, “aslında Peygamber Efendimiz(SAV) sanki ramazan kelimesinin bu üç anlamına gönderme yaparak üç bölüme ayırmış Ramazan Ayı’nı” diyesi geliyor: “Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden kurtuluş…” Açtığımız üç anlamıyla bu üç merhale ne kadar denk geliyor; Ramazan, önce ramd anlamıyla nefislerimizi döverek, ezerek şekillendiriyor ve bizi inceltip duyar-lılığa kavuşturuyor(başı rahmet), sonra ramdu anla-mının tecellisi ile fazlalıklarımızı yakarak yok ediyor, günahlarımızın affına sebep oluyor(ortası mağfiret) ve son olarak ramadiyu manasının yansıması ile güz yağmuru olup kalıntıları döküp arındırıyor(cehen-nemden kurtuluş) ve bizlere değer katarak hayata ka-tıyor. Allah’ın izniyle…

Üç anlamından dem alıp gün yaşamak nasip olsun her Mü’mine.

Şehr-i RamazanRamazan Ayı’nı daha da büyüten bir başka aktarım

dahas vardır idrakimizde yatan: Arkadaşlarından Ma-lik oğlu Enes’e son Nebi bir uyarıda bulunmuş; “Bu aya sadece ‘Ramazan’ demeyiniz. Allah nasıl “Şehr-i Ramazan”(Bakara 185) (Ramazan Ayı) demiş ise siz de öyle söyleyiniz.” diye (Buhari). Hatta bazı görüş sahipleri (İmam Muhammed vd.), “Şehr-i Rama-zan”(Ramazan Ayı) değil de sadece “Ramazan” de-nilmesini tenzihen(helale yakın) mekruh(sakıncalı) görmüşler.

“Bu hadis uydurmadır!” diyenleri duyar gibiyiz. Bir ayı sadece adıyla anmak niçin sakıncalı bulunsun, de-ğil mi? Hemen tepki vermeyelim.

Bu hassasiyetin heyecan verici bir nedeni var-dır:

Ya Allah’ın Adıysa?

Bir ihtimal, ‘Ramazan’ın Allah’ın isimlerinden biri-si olabileceği’ üzerinde durulmaktadır. “Eğer böyley-se bir saygısızlık yapmayalım” diye Müslümanlarca bu hassasiyet taşınmaktadır. Şimdi Osmanlı’nın Rama-zan Ayı’nı güzel sıfatlarla donatması veya nun ile sem-bolize etmesindeki derin saygı daha iyi anlaşılmıştır, sanırız.

Denilebilir ki “Allah’ın isimleri bellidir, bu da nere-den çıktı?”

Evet, Her ne kadar Sünen-i Tirmizi’de geçen bir ha-dis Allah’a nispet edilen isimleri 99 olarak bildirmiş ise de Kur’an’da yapılan bazı çalışmalar sadece son ilahi kitapta 313 kelimeyi Allah’a atfen kullanılmış olarak belirlemişlerdir. Beyhâki, İbn-i Kesir, Ahmet B. Hanbel vd.’nin aktardığı “Allah’ın bildiğimiz ve bilme-diğimiz isimleri olduğu” rivayeti de bu Kur’ani yakla-şımı destekler niteliktedir.

Kur’an, ‘Ramazan’ kelimesinin Allah’ın adı olabile-ceği ihtimalinin önünü kesmeyip, bilakis aralamakta-dır.

Bir aya Allah’ın kendi adlarından biriyle onurlan-dırması, eğer öyleyse ne kadar yücelticidir değil mi? Eğer bu doğruysa, Rabbimizin işaretinden hareketle bu aya ne kadar önem atfetsek az denecek bir vurgu yüklenmiş olmuyor mu? Bunun ihtimali bile Rama-zan Ayı’na hassasiyet göstermeye değmez mi?

Nasıl Bir Ay Geldi Bize?

Ramazan sözcüğünün etimolojisi bize Ramazan Ayı’nın gayesine ilişkin ipuçlarını da özetliyor:

Şehr-i Ramazan; yanma/olgunlaşma ayı…Şehr-i Ramazan; yağmur/arınma ayı…Şehr-i Ramazan; dövülmüş demir gibi incelme/

şekillenme ayıŞehr-i Ramazan; sadece Allah’ın/kulu olmayı öğ-

renme ayı…Şehr-i Ramazan; Allah’ın ayı.Nasıl bir ay geldi bize?!

MAKALE

Page 14: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 202012

Enigma, 2. Dünya Savaşı sırasında kullanılan ve kördüğüm misali çözülemez sanılan bir maki-

neydi. Ancak kördüğüm çözüldü, zorluklar yenildi ve imkânsız gerçekleşti. Bir kripto makinesi olan Enigma’nın şifresi kırıldı ve tarihe unutulmayacak bir iz bıraktı. Peki, Enigma’nın şifresinin kırılması tarihi ve sosyal açıdan niye bu kadar önemliydi? 2. Dünya Savaşı’na nasıl yön verdi? Bu imkânsız gibi görülen şifreleri kırmayı kim başardı?

Enigma’nın şifresinin kırılmasında, değeri ancak vefatından sonra anlaşılan, hatta Kraliçe II. Eliza-beth’in Kraliyet affı bahşedip onurlandırdığı kişiyi anmadan geçmek olmaz. Alan Turing. Kıymeti an-laşılınca adına heykeller dikildi, ismi pek çok mec-rada kullanıldı, yâd edildi, onurlandırıldı, biyografi kitapları yazıldı, filmleri çekildi vs… Peki kimdir Alan Turing?

Turing 23 Haziran 1912 tarihinde Londra’da do-ğar. Henüz küçük yaşlarda öğretmenleri tarafından deha olduğu keşfedilir. Ancak okul yıllarında, pek çok dehanın çocukluğunda uğradığı dışlanmalara maruz kalır. Bir de buna tek arkadaşı ve dostu Ch-ristopher’ın vefatı eklenince dini inancı yıkılır ve ateist olur. Oldukça zor zamanlar geçiren Turing yılmaz ve kendini geliştirmeye devam eder. Özel-likle matematiğe olan ilgisinin üstüne giderek pek çok okul derecelerinin sahibi olur. Okuldan sonra matematik ve kriptoloji (şifrebilim) üzerine çalışır. 2. Dünya Savaşı sırasında İngiltere’ye gelir ve or-dunun kriptoloji bölümüne dâhil edilir. Bu askeri hizmeti için Bletchley Park’da vazifelendirilen Tu-ring’in görevi ise Nazilerin kullandığı ünlü makine Enigma’yı çözmektir.

Şimdi 1. Dünya Savaşı’nın (1914-1918) son yıl-larına geri dönelim. Almanlar, İtalya ve Avustur-ya-Macaristan ittifakı ile birlikte nüfuz sahalarını genişletmeye ve yeni sömürüler için ava çıkmaya

başlamışlardı ki, karşılarında, Dünyayı çoktan ara-larında paylaşmış İtilaf Blokunu buldular. Bu dev-letler Almanya’nın baş düşmanları İngiltere, Fransa ve Rusya idi. Savaş devam ede dursun, Almanlar bu süreçte pek çok kripto makinası kullandılar, yani şifreli haberleşme makinelerini. Bu makineler ara-sında en özeli ise tarihe geçmiş olan Enigma idi. Yunanca kökenli bir kelime olan Enigma’nın kelime anlamı, ‘anlaması zor olan birisi ya da bir şey, bilme-ce, muamma, gizem’ demek.

Her ne kadar Enigma’nın Almanlar tarafından 2. Dünya Savaşı sırasında kullanıldığı bilinse de, maki-nenin mucidi Alman mühendis Arthur Scherbius, henüz 1. Dünya Savaşı sırasında bu kripto dehasını icat etmişti. Ancak Alman ordusu burun kıvırarak, hali hazırda kullandıkları kripto makineleriyle gizli kapaklı şekilde haberleşmeye devam ettiler. Enig-ma, aynı zamanda İngiliz ordularının da beğenisine

ALAN TURING VE ENIGMA EFSANESİ

Ayşegül ASAL

Günümüzde hepimizin web ortamında karşısına çıkan ve web sitesinin güvenliği için uygulanan şu ‘ben robot değilim’ cümlesini ve gördüğümüz eğik harfleri aynı sıralama ile yazdığımız kutucuğu hatırladınız değil mi? Bu test insan ile bilgisayarı

ayırt etmek için kullanılan ‘Captcha’dır ve bu teste de Turing Testi adı verilir!

Alan Turing

MAKALE

Page 15: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 2020 13

sunuldu, ancak onlar da yüz çevirdi. Bunun üzerine pes etmeyen mucit Scherbius, bu cihazı 1923 yı-lında ticari olarak özel şirketlere sundu ve nihayet 1927 yılında pek çok farklı ülkedeki banka ve finans şirketleri Enigmayı kullanmaya başladı. Bu gelişme-ler karşısında yelkenleri suya indiren Alman Deniz Kuvvetleri de nihayet Enigma’yı satın aldı ve Alman Orduları içinde bu tasarım harikası hızla yayılmaya başladı. Nitekim Almanların kullandığı Enigma, en karmaşık Enigma modeliydi.

1932 yılına gelindiğinde, ülkeler arasında hız-la yükselen tansiyon ve 2. Dünya savaşının ortaya çıkması ihtimali üzerine, İtilaf devletleri Almanla-rın şifreli mesajlarının peşine düştü ve Enigma’nın kodlarını çözmek için kolları sıvadı. Polonyalı ünlü matematikçiler Jerzy Rozycki, Henryk Zygalski ve Marian Rejewski bu göreve talip olarak Enigma kodlarının üzerinde çalıştılar ve başarılı oldular.

Almanlar Enigma’nın kusursuz işlediğine ve şif-relerin asla kırılamayacağına inanıyorlardı. Nitekim Alman donanmasında ‘Enigma asla kırılamaz’ inan-cı hâkimdi. Tıpkı Titanik’in ‘Bu gemi asla batmaz’ sözü gibi… Amma velakin o gemi battı ve Enigma şifreleri de kırıldı!

Enigma cihazı en basit ifadeyle temelinde 3 mo-tor (rotor) bulunan bir sistem. Bu rotorlar dişli bir çark şeklinde ve her bir rotorda, Alman alfabesi 26 harften oluştuğu için, toplam 26 diş, yani 26 tane pim var. Birbirine bağlı bu 3 rotor, ana mekanizma-

nın adeta beyni gibi. Zaten Enigma’yı bu kadar eş-siz yapan onun rotor sistemi. Bir de daktilonunkine benzeyen bir klavye sistemi ve harflerden oluşan ışıklı bir panosu mevcut. Bütün bu mekanik parça-lar elektriksel bir döngü içinde çalışıyor.

Elektromekanik bir sistem olan Enigma’nın ça-lışma prensibi ise kısaca şöyle; klavyede herhangi bir harfe basıldığında, bu harf girdisi, içi karmaşık bir elektrik hattı ile dolu olan rotorlara iletiliyor. Rotorlar birbirine bağlı dişli bir çark misali döne-rek, bu harfin karşılığında gelişigüzel başka bir harf ortaya çıkartıyor. Girdinin hangi harf olarak çıktığı ise, klavyenin üzerinde bulunan ışıklı harf panosun-da gözüküyor ve hangi harf çıkmışsa o harf aydınla-nıyor. Tam bir elektrik düzeneği olan bu makinenin bir diğer özelliği; aynı harfi iki kere basınca, aynı sonucu vermemesi. Örneğin klavyeden ‘A’ harfine bastınız ve ışıklı panoda ‘G’ harfi yandı. Tekrar ‘A’ harfine basmanız durumunda bu sefer mesela ‘L’ harfi yanıyor. Böylece şifreleme gerçekleşmiş olu-yor.

Mesajlaşma sırasında bir harfin karşılığı asla aynı harf olmuyordu. ‘A’ harfinin karşılığı 25 harften her-hangi birisi olabilirdi ama asla ‘A’ harfi olmazdı. Ci-hazın bu özelliği aslında önemli bir kusuruydu ve ilerde Enigma’yı çözmeye çalışacak Turing ve ekibi için büyük bir koz olacaktı.

Alman ordusu her gün mesajlaşmaya başlamadan önce, bu rotorları çıkartıp ya da değiştirip yeniden

MAKALE

Page 16: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 202014

düzeneğe takıyordu. Böylece 3 rotor birbiriyle yer değiştirilebiliyor ve böylece farklı çıktılar üretilebi-liyordu. Bunu yapmaları neticesinde kripto sistem 6 kat daha güçlenmişti. Alman orduları her gün, rotorların dizilimini, hangilerinin kullanılacağını, sistemin o günkü işleyişini değiştiriyor ve işi daha çok zorlaştırıyordu. Bu günlük ayarlar karşı tarafta bulunan operatöre veriliyor, aynı anda mesajı ileten ve mesajı alan kişiler makine başına oturuyor ve mesaj bu şekilde iletiliyordu. Mesaj bittikten sonra ise tedbir gereği günlük ayar pusulası yok ediliyor-du. Böylece düşman kuvvetleri Enigma’nın şifresini çözmeye yaklaştıklarında, sil baştan yapıyorlar ve gün sonunda kaosa düşüyorlardı.

Enigma, tüm hızıyla karşı devletleri yorup umut-suzluğa sürüklerken, Enigma’yı son derece titizce koruyan Almanlar ise artık 3 rotorlu sistemlerine 4. rotoru da eklemişlerdi. Hal böyle olunca şifrenin çözümü çok daha zorlaşmış ve içinden çıkılmaz bir hal almıştı. Nitekim bu haliyle Enigma’yı çözmek, 26 zarın aynı anda atılması ve sonucun tahmin edil-mesi anlamına geliyordu ki bu neredeyse imkânsız-dı. Hal böyleyken, Enigma’nın kırılması için daha önce çalışmalar yapan Polonyalı matematikçiler, ci-haza 4. motor eklenince tabiri caizse çıkmaz sokağa girdiler. Şimdi yardım isteme zamanıydı. Adresleri ise Alan Turing’in de başını çektiği İngiliz kod çöz-me ekibi olacaktı.

Alan Turing ‘bir makinenin yaptığı bir şifreyi, ancak başka bir makine çözer’ diyerek kolları sıvadı ve ekibinin de yardımıyla ‘Bombe Makinesi’ni icat etti. Günümüzde ülke ülke dolaşan ve müzelerde sergilenen Bombe Makinesi, Haziran 2016’da İs-tanbul’da da sergilenmişti.

Bombe, birbirine bağlanmış çoklu enigma çark-larından oluşan bir makineydi. Neredeyse bir odayı doldurabilecek büyüklükte olan bu cihaz sayesinde, Almanların deyim yerindeyse kılcal damarlarına girildi, bir sonraki savaş stratejileri öğrenildi ve en gizli bilgilerine ulaşıldı.

Bombe’nin nasıl çalıştığı bugüne kadar gizli tu-tulmuştur. Tarihçilere göre bu cihazın icadı ve çöz-düğü şifreler sayesinde, 2. Dünya Savaşı’nın süresi 2 yıl daha kısalmıştır. Bu üstün bir başarıdır. 1940’lı yılların sonunda Dünyanın ilk programlanabilir elektromekanik bilgisayarını tasarlayan Alan Tu-ring, sadece Bombe’yi icat etmekle ve savaşı erken bitirmekle kalmamış, günümüzde sıkça kullandığı-

mız sosyal medyanın, internet sitelerinin yani bir anlamda yapay zekanın da alt yapısını oluşturmuş-tur.

Turing o dönemde her ne kadar büyük bir başa-rı elde etmişse de İngiliz hükümeti, ünlü mucidin arkasında durmak ve onu onore etmek yerine, dev-let sırrı bildiği gerekçesiyle başarılarını görmezden gelip, önlerine bakmayı tercih etmiştir. Yine de bilgisayara olan ilgi ve yeteneğinin peşinden giden Turing, ‘Bilgisayar Mekanizması ve Zeka’ isimli bir makale yayınlamış ve yapay zeka fikrini ortaya at-mıştır. Bu fikir o dönem için fazla iddialı ve gerçek dışı görüldü, bu yüzden alaya alan çok oldu. Ancak çalışmalarını devam ettiren Turing, bir makinenin insan seviyesinde akıllı olabileceğini, o dönem bil-gisayar için tasarladığı satranç oyunuyla kanıtlama-ya çalıştı ve başardı.

Cinsel tercihleri sebebiyle mahkeme tarafından ilaç tedavisi şart koşulan Alan Turing, uygulanan bu tedavi ile akli melekelerinin büyük ölçüde yavaş-ladığını görünce bir elmaya siyanür enjekte etti ve küçük bir ısırık alarak henüz 42 yaşındayken hayatı-na son verdi. Şu an ünlü bilgisayar devi Apple’ın ısı-rılmış elma logosunun kaynağı, bu siyanürlü elma olabilir mi? Bu konuda bir açıklama yapılmadıysa da, logonun tasarımı pek çok kişi tarafından bu ola-ya dayandırılıyor.

1966 senesinden beri her sene, Alan Turing anı-sına, ‘Bilgisayar Mekanizmaları Birliği’ tarafından, bilgisayar camiasına teknik makaleler yazan bir kişi-ye ‘Turing Ödülü’ verilmektedir. Enigma hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak için, bu gelişmelerin mimarı olan Alan Turing’in hayatı ve Enigma maki-nesini anlatan 2001 yapımı ‘Enigma’ ve 2015 yapı-mı ‘The Imitiation Game’ filmlerini izleyebilirsiniz.

Günümüzde hepimizin web ortamında karşısına çıkan ve web sitesinin güvenliği için uygulanan şu ‘ben robot değilim’ cümlesini ve gördüğümüz eğik harfleri aynı sıralama ile yazdığımız kutucuğu ha-tırladınız değil mi? Bu test insan ile bilgisayarı ayırt etmek için kullanılan ‘Captcha’dır ve bu teste de Tu-ring Testi adı verilir!

Yapay zekâ artık hayatımızın her anında, kaçış yok. Makineleri küçümsemek ve sınırlandırmak ise şu an işimize geliyor gibi. Ne dersiniz? Yapay zekâ ne kadar gelişirse gelişsin insan zekâsını geçemez mi, yoksa çoktan geçti de gidiyor mu? Gelecekte göreceğiz. Tabii hala yaşıyorsak…

MAKALE

Page 17: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 2020 15

DENEME

Bir yağmur yağıyor üzerimize. Bütün bir zamanın bizden aldıklarına inat… Her bir yanımızı ıslatırcasına gecenin zifiri karanlığında, yarım kalan düşlerimizden… Muzdarip yüreklerimizin yorgun ve yılgın akşamlarında bize kalan ne varsa almakta, sağanak sağanak. Yalnızlığın yalnızlığa esir düştüğü sokakların tenhasında kalan ruhumuzun susuzluktan çatlamış dudaklarına bir rahmet denizinin yağmuru gibi dokunmakta, hafif ve sıcak. Şehrin tenha ve kimsesiz kaldırımlarında kaybedilen umutların bir hayal denizinin orta yerinde çaresiz ve korkulu bekleyişlerin bütün esrarını perdeleyen bir sis yumağını aralayan bir yağmur… Sessiz akşamların yorgun kalbine serseri bir ağ gibi dökülen yağmur değildir aslında. Kelimedir yağan; sağanak ve çılgın…

Kelime… Duygularımın demir attığı liman… Derdimi kelimeler anlıyor ancak ve masum çığlıklarımı duyan… Kelime… Bir sığınak… Şefkatli bir anne gibi saklayan…

Kelimeler yaşıyor bende, ben ise kelimelerde. Bir güvercin gibi konarlar pencereme, masum ve katil ve yalnız… Yağmalanan yüreğin hüzünlü bakışlarına bir pınar gibi akıyor her kelime; kâh nahide bir siluetle kıvrılan bir serkeş, kâh dervişane bir eda ile boynu bükük ve mahzun bir dilenci…

Kelime, sonsuzluğa açılan pencerem… Zirveye tırmandığım birer basamaktır her kelime. Ummana seslendiğim bir çığlık…

Kelime; bütün sevinçlerimi, bütün hüzünlerimi, bütün heyecanlarımı yüklendiğim teknem… Seher vaktinin o en tatlı anında kelimeler uyandırır beni, ebediyete seslenen nağmeli sesiyle. Bir yakarış kimi zaman; naçar ve hazin…

Kelime, Yaradan’ın bizimle konuştuğu an… Kelime; bir dua, bir istek, bir dilektir, an-be-an… Sevgiliye dökülen gözyaşı, yaktığın bir ağıt kaybedilenlerin ardından…

Kelime, Yusuf ’un kuyuya atılma sebebi… Kardeşlerin ihaneti… Yusuf ’un kuyudan Mısır’a uzanan çığlığı… Çölün kavurucu kumlarında

kıvrıla kıvrıla akan Nil’in çağlayan sesi… Yusuf ’u zindana attıran Züleyha’nın yüreğinden kopup gelen haykırışıydı kelime.

Kelime, Davud’un çağları delen sesiydi. Eyyub’un sabır dolu duası, Musa’nın denizi yaran asası, Süleyman’ın bütün canlılarla anlaşabildiği dili, İbrahim’i yakmayan ateşti kelime.

İlmek ilmek dokunan kumaşıydı bir medeniyetin. Bir haykırıştı kelime, bütün bir çoraklaşmış iklime meydan okuyan. Ki yemyeşil filizlendi her bir karesinde toprağın. Bir ırmak gibi, aktığı her coğrafyaya sonsuz bir hayat müjdeliyordu kelime. En sert taşları bile toprağa dönüştüren…

Baş eğmeyene, baş eğdiren; diz çökmeyene, diz çöktüren, mazlumu zalime, zayıfı güçlüye efendi kılan kelimeydi kuşkusuz. Divaneyi çöllere düşüren, çılgına dağları deldiren bülbülün aşiyanını külbe-i ahzana çeviren kelime değil miydi?

Madde âleminden sıyrılıp mana âleminde bizi bir yolculuğa çağıran kelimeden bahsediyoruz. Bütün anlatılanları anlamlı kılan bu mana âlemidir bizim için. Var olmamızın, varlığımızın sebebinin yazıldığı âlemden… Kelimelerin üzerimize sağanak sağanak yağdığı âlemden… Üstümüze yağan yağmurdan… Yorgun ve yılgın akşamlarımızda bir rahmet yumağı gibi dokunan yağmurdan… Yani kelimeden…

Kelime dünyam, kelime ben…

BİR HAYKIRIŞ: KELİME...Sıtkı KÜÇÜKASLAN

Page 18: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 202016

Doğa hakkında düşünmek hayretimi artıyor. Bu yüzden arada küçük gezintilere çıkıyorum.

Küçük kelimesi yanıltmasın. Gezinti belki küçük olabilir. Ama ayrıntılara dalınca büyük büyük maceralara dönüşebiliyor.

Bu gezintileri çoğunlukla iş yerinde yapıyorum. İş yerim bir ormanın en tepesinde, genişçe bir düzlükte bulunuyor. Harika bir yer. Küçük bir cenneti andırıyor. İnsanlardan korunmuş olduğu için doğa kendisini fazlasıyla hissettiriyor. İlkbaharda gelinliğini giymiş ağaçlar, renk renk çiçekler ve arkasındaki yeşil fon, sonbaharda ortaya çıkan sarı ve kızılın bütün tonları seyrettikçe heyecanlandırıyor. Kışın güzelliği ise apayrı; kar bütün marifetlerini sergiliyor. Ağaçlar ve otlarda oluşturduğu buz kristalleri, epeyce zahmet ve masraf edilmiş bir sanat sergisini andırıyor. Bir mevsimin ölmesi diğerine hayat oluyor.

Acaba bu olayların bu kadar kolay oluşması ve değişmesi basit olduğu anlamına mı geliyor? Yoksa biz mi basit bakıyoruz?

En çok orman tarafındaki toprak yolda yürümeyi seviyorum. Bu yolun kenarında sıra hâlinde dizilmiş badem ağaçları var. Arkasını düzensiz büyümüş vişne ve ahlat ağaçları kaplıyor. Sabah yine burada yürümeye çıktım. Biraz yürüdükten sonra durdum. Yere eğildim. Ağzıma bir lokma toprak attım. Çiğnemeye çalıştım. Dişlerimi acıtmaktan başka bir işe yaramadı. Hâlbuki aynı topraktan yetişen meyveler tam ağzıma layık. Bu kadar tatsız ve sert bir şeyden onca leziz ve harika şeyler nasıl olabiliyor? Aynı şeyi birkaç defa tekrarladım. Sonra bir taşın

üzerine oturdum. Bir avuç toprak daha aldım. Bu defa yemedim. Uzun uzun seyrettim.

Binlerce tohum alsak ve hepsini sırayla bu toprağın içine eksek hiç şaşırmadan yetiştirirdi herhalde. Yani daha önce elma tohumundan muz çıktığını hiç duymadım. Ne garip. İçinde ne makine var ne de bir bilgisayar. Oysa en basit bir eşyayı bile üretebilmek için işletme kurmak gerekiyor.

Gelgelelim dünyadaki bütün işletmelerin bir araya gelseler bile bir avuç topraktan meyve üretebileceklerini zannetmiyorum. Üretseler bile herhalde manav ile aynı fiyata satmazlardı.

Sonra, her yerde olan ama görünmeyen, önemli bir nimet olan havayı düşündüm. Işığı, sesi, yağmuru getiriyor ve daha birçok ihtiyacımı karşılamamı sağlıyor. En önemlisi hayat veriyor. Hem de bedava. Peki, karşılığında ben ona ne veriyorum? Egzoz gazı.

Ne şefkatli değil mi? Tıpkı anne gibi. Gerçi annem bile arada bir iki yapıştırırdı şamarı.

Psikolojik bir rahatsızlık duymuştum: Stockholm Sendromu. Kız serseri bir adama âşık oluyor. Her türlü suiistimal ve eziyeti görmesine rağmen yine de fedakârca seviyor onu. Sonunda ölümü de bu pis adamın elinden oluyor. Evet, evet. Stockholm sendromu olmuş hava. Kendi cellâdını bile sevgiyle besliyor. Ne kadar zarar görse de mahrum bırakmıyor.

Hava çaresiz kaldığı bu duruma daha ne kadar dayanabilir bilmiyorum ama insan hem kendini hem de havayı nefessiz bırakmaya kararlı gibi görünüyor.

Bu arada güneş tepeye doğru yükselişe geçti. Çıplak gözle bakmaya çalıştım. O kadar parlak ki gözlerimi kapadığımda bile kısa bir süre daha onu görmeye devam ettim. Peki ya bu güneşe ne demeli? Akılsız bir ateş topu olduğunu söylüyorlar ama şu meyvelerin yetişmesi için en uygun miktarda ışığı gönderiyor. Sanki midemden haberi varmış gibi hepsinin tam da mideme göre yetişmesini sağlıyor.

Bunca tefekkürden sonra bir de sitemim var. Doğada her şey birbiriyle ve insanla uyum içindeyken insanların birbirleriyle ve doğayla uyumsuz yaşaması anlaşılır gibi değil.

NE? NASIL?Mustafa GÜVEN

DENEME

Page 19: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 2020 17

İŞGALİN SÜRGÜN VE İLHAKIN YENİ ADI:“YÜZYILIN ANLAŞMASI”

Hasan YAĞDIRAN

Geçtiğimiz haftalarda ABD Başkanı Trump, “Orta-doğu Barış Planı” ya da “Yüzyılın Anlaşması” adını

verdiği sözde bir plan açıkladı.Bu planı, temelleri İngiliz Emperyalizmin Filistin’de

bir Yahudi devleti kurulması amacıyla açıkladığı 1917 tarihli Balfour Deklarasyonu ile atılan, 1948’de İsrail’in kurulması ve devamında 1967’den beri işgallerle devam eden politik sürecin son aşaması olarak değerlendirebi-liriz.

Bu sözde barış planı aslında Filistin’e İsrail işgali karşısında bütün meşru haklarından feragat etmeyi ve sembolik bir devlet olmayı kabul etmeyi dayatmaktadır. Başka bir deyişle İsrail’in işgal ve saldırganlığını meşru-laştırıp, kalıcılaştırmayı amaçlamaktadır.

Zamanlama hiç de tesadüf değil.Sözde yüzyılın anlaşması Trump’ın iktidara geldi-

ğinden beri lafını ettiği ve hazırlığı uzun süredir devam eden bir durum.

Planın açıklanması için tercih edilen zamanlama ise Trump ve Netanyahu’nun kariyerlerini doğrudan ilgi-lendiriyor. Hepimizin de bildiği gibi Trump’ın iç siya-sette en fazla sıkıştığı zamanlarda İsrail lehine kararları imzalaması artık bir rutin haline geldi. Bu durumu ör-nek vererek açıklayacak olursak:• Aralık 2017’de Ulusal Güvenlik Danışmanı Fl-

ynn’in davası görülürken büyükelçiliğin Kudüs’e taşın-ması kararı alındı.

• Trump, kendisi hakkında açılan davada avuka-tının itirafçı olduğu 2018 Aralık’ta ise Golan Tepeleri’ni İsrail toprağı olarak tanıdı.• Şimdi ise azil sürecine ilişkin davanın Senato’ya

gelmesi ve bunun yanı sıra önümüzdeki seçim kam-panyasının yoğunlaşması sözde barış planını duyurma-sını beraberinde getirmiştir. Bu planın ilan edilmesi ve uygulanması elbette tek başına Amerikan iç siyaseti ile açıklanamaz. Ancak zamanlaması Trump’ın kariyeri ile doğrudan ilgili olduğu açıktır.• Bu zamanlama durumunu Netanyahu açısın-

dan değerlendirdiğimizde hakkındaki rüşvet davasının aleyhine sonuçlanması, tekrarlanan seçimlerde hükü-meti kuracak çoğunluğa ulaşamaması, yakın zamanda sözde ilan edilen planın Netanyahu’nun seçim kampan-yasının başlangıcını oluşturduğunu zorlanmadan kesti-rebiliriz.

Bu planın gerçek anlamı

Bu plan iki devletli çözümü ortadan kaldırıyor.İsrail’in on yıllardır uyguladığı işgal politikalarını

meşrulaştırıyor ve yayılmacılığın önünü açıyor.Filistinlilere devlet yerine çok parçalı ve dağınık bir

yerel yönetim öneriyor. Bu sunulan dağınık ucube yerin ise hiçbir deniz ve kara sınır yok.

Kısacası açık bir hapishaneyi Filistinlilere devlet diye sunuyor.

MAKALE

Page 20: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 202018

Uzun yıllardır yurdundan alıkonulmuş milyonlarca Filistinlinin geri dönüşü diye bir konu zaten yok.

Kudüs’ün durumuna baktığımızda şehrin tamamı İsrail’e verilip, başkent olarak tanınıyor. Bu durumda Doğu Kudüs’ün Filistinlilere verilmesi fazlasıyla anlam-sız kalıyor.

Kısacası Filistinliler için kaybet-kaybet, İsrail için ka-zan-kazan denklemi söz konusu.

SONUÇFilistinlileri yok sayan, sadece İsrail’in çıkarlarını gö-

zeten ve Kudüs’ü gasp eden böyle bir planın hayata geçi-rilip, sürdürülmesi mümkün görülmemektedir.

Müslümanların bu konuda kendilerine çekidüzen ve-rip, doğru adımları atmaya başlamaları elzemdir.

Yoksa Yüzyıl Anlaşması diye ambalajladıkları tek ta-raflı planı zorla hayata geçirip, Kudüs’ten ve bütün Filis-tin topraklarından Filistinlileri ve bütün Müslümanların izlerini silmeye çalışacaklardır.

Tıpkı Endülüs’te yaptıkları gibi.Hepimizin de bildiği gibi Kudüs ve Filistin toprak-

ları yüzyılı aşkın süredir Müslümanların hakimiyetinde değil. İşgal, ilhak ve sürgün söz konusu. Siyonistler bu işgal, katliam ve sürgünleri zafer olarak görüyor. Ame-rikan başkanlarına da sonradan bunları meşrulaştırmak düşüyor. İkna olmayanlar bir şekilde sonradan ikna edi-liyor. Hamas haksızlığa direniyorsa Mısır üzerinden ikna ediliyor. Sisi için onca para boşuna harcanmadı herhal-de. El Fetih direniyorsa Suudi Arabistan üzerinden ikna ediliyor.

“Ey Kral! Ben olmazsam iki hafta o tahtta oturamaz-sın” sözünün muhatabı Kral üzerine düşeni yapar her-hâlde.

Görüldüğü gibi, bölgedeki Müslüman Arap ülkeleri de aynı İsrail tarafı gibi safları sık tutuyor.

Ama İsrail’in arkasında saf tutuyorlar.Şuan böyle bir acı tablo var.Ama elbet bir gün bu durum değişecektir.Bizler yeter ki inanıp, Allah (cc)’a güvenip, Müslü-

manlar olarak üzerime düşeni yapalım.İşte o zaman yeni Ömerler ve Selahaddinler çıka-

bilir. Yeter ki Allah istesin...“Gelene dek gül şehadet,Nöbetteyiz ilelebet.Bilinsin ki ebet müddetDavamızdır Kudüs bizim,Sevdamızdır Kudüs bizim.” Bestami Yazgan

MAKALE/ŞİİR

ANADOLU GENÇLİK GENÇLERİNE

Mustafa YILDIZ

Hastalar şifaya, topraklar suya Gündüzler güneşe, geceler aya Nasıl ki muhtaç garip, sılaya Millete ümmete umut gibisin

Bir virüs dünyayı yıkabilirse Bir ziya, zulmeti yakabilir de Diri bu dünyada, ölü kabirde Gökten rahmet veren bulut gibisin

Rüyalar gerçeğe kulaç atınca Yiğitler hedefe varıp çatınca Yürek kapısını Hakka açınca Ufukta beklenen yiğit gibisin

Anadolu Gençlik dedik adına Mağlubiyet hissi gelmez yadına İlmin, ibadetin bir bak tadına Rabb'in huzurunda âbit gibisin

Page 21: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 2020 19

DENEME

Sıcak bir haziran gününde tanıştığım şehri, karlı bir Ankara gününde yazıyorum. Öyle bir büyü-

yü, idrak sınırlarımın dışında kalan sonsuz güzelliği hangi ucundan tutup da beyaz bir kâğıdın çizgileri içine, üstelik elimde bir araya getirebileceğim bir-kaç harften başka bir şey yokken, hangi kalıba sığdı-rabilirim diye düşünüyordum uzun zamandır. Ama anlatılması gerekiyordu bu şehrin, adının her yerde geçmesi, zikredilmesi gerekiyordu dillerde; yorul-madan, dur durak bilmeden.

Yine böyle düşünürken, yakın zamanda yaptığım İstanbul ziyaretimde beni ağırlayan Kudüs Mih-mandarı Bülent Deniz’le yaptığımız sohbet, onun ricam üzerine Kudüs’ü bana anlatışı takıldı aklıma. Onun sözleri büyüdü, belirginleşti zihnimde ve o tekrar oturup anlatmaya başladı karşımda bana o mukaddes şehri. Sözlerine “Kudüs yaşanır. Sen ya-şadın, yaşamadın mı?” diye başlıyordu. Sonra, “Ku-düs anadır” diyordu.

Evet, Kudüs anadır.“Kudüs kanguru bakımı gören prematüre bir be-

beğin anasıdır. Yani ümmetin, yani biz müslüman-ların, tek tek ve hep birlikte. Nasıl ki erken doğmuş bir bebek son çare olarak annesinin göğsüne yatı-

rılır ve ona yaşam bahşedilmişse, nefesi annesinin nefesiyle, kalp atışı ve ruhu da onunkiyle bütünle-şerek döndürülürse hayata, işte sen de, ben de ve ümmet-i Muhammed de Kudüs’e sarılmaya böyle muhtaçtır yaşama dönmek için. Nasıl ki o minicik bedenin içinde henüz tam gelişmemiş zayıf organ-lar bir mucizeye ihtiyaç duyuyorsa, işte bizim de Kudüs mucizesine öyle ihtiyacımız vardır. Bizi alıp göğsünde yatıracak, bize can olacak, sarıp sarmala-yacak bir anaya ihtiyacımız vardır. Nasıl ki henüz yeteri kadar bağışıklık kazanamamış prematüre bir bebeğin bu yabancı dünyaya tutunabilmesi için, ana rahmi gibi hissettiren, o sıcacık kucağa ihtiya-cı varsa, sen de kalbinin buzlarını eritecek Aksa’ya ezelden beri işte öyle mecbursun.”

Fakat biz bilmiyoruz. Ve biz eğer bilseydik; unut-tukça kalbimize yağdırılan bombalara maruz kaldı-ğımızı, Aksa’nın hüznünün rüzgârının ruhumuzu ezip geçecek kudretini, kederine ortak olmayıp yalnızca izole bir seyircinin veyahut bugünün keyfi için ruhu üzerine bir sözleşme yapan Doktor Faus-tus’un rolüne büründüğümüzü...

Unutuyoruz. Ya da belki de unutmak cehaleti-mize seçtiğimiz suni kılıfımız bizim. Çünkü bilsek, idrak edebilsek, kaybın ağırlığını, her damla kanı-

mızın taze tomurcuklanan bir çiçek gibi onun âbı ile şemsini aradığını, işte o za-man var gücümüzle asılırız karanlığın paçasına, Kudüs ki onda Beyt-ül Mak-dis, aydınlığa kavuşsun diye. O zaman sonsuz semada dalgalanan uçurtması-nın ucuna var gücüyle asılan kocaman yürekli çocukları olabiliriz onun.

Öyleyse şimdi bütün yollar Kudüs’e çıkmalı, bütün cümlelerin sonundaki nefesi Kudüs diye vermeli ve bu yüzden bütün zarafetiyle “bir tül gibi örtmeli onu kalbimizin üzerine.”

BİR TÜL GİBİ KALBİMİZİN ÜZERİNE

Hatice Elif ÇAVUŞOĞLU

Page 22: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 202020

HİKAYE

Köşede bir süre oturdu. Kimse görmedi oturduğunu. Ara sıra da olsa böyle bir köşeye çekilmeyi, kendini dinlemeyi severdi. Elindeki sopayla yere bir şeyler çizdi. Çizdikçe renk-lendi çizdiği her şey. Evler renklendi. Bahçe çiçek açtı, tren kara dumanlar savurarak çekip gitti içinden. Daha sert çizdi bu kez. Toprakta derin izler bıraktı son çizdiği. Bir adam, bir çocuk, çocuğun elinde balon, balonlar rengârenk, çocuğun yüzü güllere teslim.

—Hadi gel, illa bekleteceksin değil mi oğlum, hadi, elim ayağım yine tutmaz oldu.

Ana oğul ağır ağır arabanın yanına gittiler. Anasının ha-zırladığı her şeyi küçük at arabalarına sığdırmıştı yine. Şimdi dağların ardından doğan güneşe aldırmadan yola düşmenin vaktiydi. Düştüler. Tozlu yolları arkalarında bırakarak gör-dükleri herkese selam vererek kasabanın yolunu tuttular. Hasan yanık sesiyle anasının sevdiği ne kadar türkü varsa söyledi. Anası o söyledikçe inledi, içini çekti, iyice sokuldu oğluna. Sanki badem ağaçları daha bir güzel açtı çiçeklerini. Daha bir güzel koktu bütün çiçekler türküyü duyunca. At arabası öyle güzel ilerliyordu ki yolda Hasan bir an hiç bit-mesin istedi bu yol.

Başka bir türküye geçti badem ağaçlarının yanından ge-çerken. Anası birden kendine gelir gibi oldu:

—Söyleme oğlum bunu, söyleme ciğer parem. Boğazı-ma bir şey takılıyor yine.

Anladı Hasan, sustu. Kasabaya kadar da sustular. Kasabanın pazarı kurulmaya başlamıştı. Herkes kendi ye-

rini almış, arabalarında getirdikleri eşyaları ağır hareketlerle indiriyorlardı. Sanki herkes için aynı ağırlıktaydı sabahın bu vakitleri. Öğleye doğru canlanırdı pazar. Köylerden inenler çoğaldıkça daha bir neşelenirdi dört bir yan, pazarın köşesi bucağı şen bir gürültüye teslim olurdu.

En çok da Hasanların tezgâhının önü dolup dolup taşar-dı. Annesi her şeyi titizlikle yapar, elinin emeğini pazara ge-tirirdi. Bunun için gelenler olduğu gibi Hasan için de gelen çok olurdu. “Yetim çocuk, destek olmak gerek.” derler, bir şeyler aldıktan sonra da Hasan’ın başını okşayıp giderlerdi. Bazıları da Hasan’ın ne sevdiğini bilir, ya avucuna ya da ce-bine sıkıştırırdı bir şeyler. Ali Öğretmen de kitap getirirdi Hasan’a. Önceki kitapları bitirip bitirmediğini sorar, Hasan büyük bir heyecanla bitirdiğini ve çok beğendiğini söylerdi. O zaman daha bir keyifle yeni kitabı uzatırdı Ali Öğretmen.

Babasıyla gelirdi Hasan pazara. Oynaya zıplaya, at ara-basına bazen binip bazen peşinden koşarak babasına türlü

YARIMMustafa UÇURUM

oyunlar yaparak kasabanın yolunu tutardı. Elindeki kitap-tan bir şeyler okur, işte o zaman babası daha da keyiflenirdi. “Oku oğlum oku.” derdi. Hasan daha bir coşkulu okurdu kuşların kanat seslerine denk bir neşeyle.

Babasını sevmeyen yoktu. Onları köşede görenler sela-mını alır:

— Hadi, kurun tezgâhı da gelin, çay kaynamak üzere, derlerdi. Küçük bir ocak üstünde çayın kaynayan sesi. Ha-san çay içmezdi ama çaydanlıktan çıkan bu sesi de hayran-lıkla dinlerdi. Ona “kant” verirlerdi. Bunu da babasından öğrenmişti. “Çocuklar çay içmez.” derdi babası. Hasan’ın bardağına sıcak su koyar, içine birkaç kaşık şeker ekler ve böylelikle Hasan’ın kantı hazırlanırdı.

Hasan, babasını hatırlatan ne varsa ona daha bir sıkı sarı-lıyordu artık. Şimdi annesi de küçük termostan kendine çay doldururken Hasan’ın mahzun mahzun bakışını görmüştü:

—Git de Veli amcanlar sana bir kant versin, dedi. Hasan sanki bunu bekliyormuş gibi hemen yerinden fırladı. Elinde bardağı ile soluğu pazarcıların yanında aldı. Bardağını uzattı.

—Kant değil mi Hasan, dedi Veli amca. Hasan evet der gibi gözlerini kapattı. Kantını alıp annesinin yanına döndü. Öyle bir keyifle içti ki onu tanımayanlar sanki dünyanın en lezzetli içeceğini içiyor sanırlardı. Hasan için de öyleydi za-ten.

Babasıyla o kadar güzel vakit geçirirlerdi ki; Hasan ne öğ-rendiyse babasından öğrenmişti. Köylerindeki gölette yüz-meyi, eşekleri Kara’ya binmeyi, söğüt dalından flüt yapmayı ve daha birçok şeyi hep babası öğretmişti Hasan’a.

Şimdi babasını çok özlüyordu Hasan. Küçücük bedeni-ne bu acı ağır gelse de alışacaktı zamanla. İlk başlarda buna alışması zor olacaktı, bu kesin. Bazen evlerine bile girmek istemiyordu. Okula gittiğinde sanki herkes babasını soracak sanıyordu ya da ona biri dikkatli baksa hemen gözlerini indi-

Page 23: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 2020 21

riyordu. Herkes kendisine acıyor zannediyordu. Kitap okurken okuduğu yerde bir “baba” kelimesi geçse

hemen gözleri doluyor, bütün sözcükler boğazına düğümle-niyordu. Arkadaşları ilk başlarda onunla fazla ilgilenmemiş-ti. Hatta birkaç arkadaşı onunla alay bile etmeye kalkmıştı. Fakat öğretmenleri Hasan’ın gelmediği bir gün öğrencilere dönerek:

—Sevgili çocuklar, biliyorsunuz ki Hasan arkadaşınız babasını bir kazada kaybetti. Bu, onun için ne kadar büyük bir acı, değil mi? Kimse böyle acıyı yaşamak istemez. Bizler ona karşı daha anlayışlı olmalıyız. Babasızlığını hissettir-memeliyiz. Herkes babasını çok sever. Hasan’ın üzüntüsü anlamalıyız. Onu incitecek sözlerden, davranışlardan uzak durmalıyız, demişti.

O günden sonra bir daha Hasan’ın arkadaşları onu hiç incitmemişti. Hasan da fark etmişti bu değişimi. Arkadaşla-rının ona daha yakın durmaya çalışmaları, ne yaparlarsa he-men onu da yanlarına çağırmaları Hasan’ın içini biraz olsun ferahlatmaya yetmişti. Çünkü Hasan kendisini hep yarım kalmış hissediyordu. Bir yanı göçüp gitmişti. Ne yapsa hep yarım kalıyordu elinde, doğruydu ama annesini de düşün-mesi gerekiyordu Hasan’ın. Annesi kendinden daha fazla üzülmüştü babasının yokluğuna. Onun da bir yanı yarım kalmıştı, boynu hep büküktü. Şimdi yapmaları gereken, bir-birlerine destek olup ayakta kalmaya çalışmaktı.

Hasanın dedesi onu hiç yalnız bırakmamaya çalışıyordu. Babasızlığını hissettirmemek için elinden gelen ne varsa gayretle yapmaya çalışıyordu dedesi. Bir gün torununu dizi-ne yatırıp Hasan’a peygamberimizin babasını hiç görmediği-ni, daha doğmadan yetim kaldığını anlatmıştı. Bütün öğren-dikleri Hasan’ın minik yüreğini biraz olsun rahatlatıyordu. Artık ona düşen annesine daha sıkı sarılıp ona evin erkeği olduğunu göstermekti. Yetim olmak büyük bir ızdıraptı ama bunu hafifletmek için yakınında bulunan herkese sımsıkı sa-rılmalıydı Hasan. Öyle de yaptı. Annesine sımsıkı sarıldı, bu sıcak kalpten kuşlar havalandı, bir çiçek açtı rengârenk, bir kuş en güzel şarkıyı söyledi.

HİKAYE/ŞİİR

“Kardeşim Ayşe ve masumlara”Ali BAL

engel var dünya ile aramızda eksik kalır bu dünya sana alfaben henüz bulunmadı bebeğim dilin henüz çözülmedi, cennet seslerini telaffuz ededursun dilin anne sütünün kokusu dursun ağzında kirli dünyaya ayak basmadan uçacaksın bir gün kalem tutabilseydi ellerin bu yazgıyı değiştirir miydin? belki de bir harfine dokunmazdın dokunmazdın tertemiz ömrünün bugün senin gününmüş kalan üç yüz altmış dört gün kimin ki? otuz sekizinci sayfasındadır ömür defterin, temize çekmeye lüzum yok! kirlenmemiştir, kirlenmişken insanlık varsın engel olsun dünya ile aramızda alnında masumiyetin izi cennete davet et, unutma bizi!

Page 24: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 202022

ŞİİR

HAYAT FELSEFESİ

Musa DOĞRUER

Hayat dediğin bir billur şişe,

Düşürürsen yere hemen kırılır....

Ne acıyı büyüt nede sevinci, Dünya bir rüyadır seni avutur...

Ateşten gömlektir giyebilene,

Sorumluluk bir gün seni kavurur ...

Bu dünyada ben yaşarım diyene , Yarın ki mahşerde divan kurulur...

Ne hakkı inkar et ne de hakkı ye.

Bir gün karıncadan hesap sorulur...

Dağlar tartmaz vebal sırtında varsa ; Hücrelerin biter, ruhun yorulur...

Hakka dönsün başın her gün ağlasın,

Umutsuz yüreği rüzgar savurur...

Sevği bir billurdur ,hicran bir ateş, Sevğinin gücüyle hicran kovulur...

Ağlamak ; bir hasrete doğru koşmaktır;

Sevmekle zafere kardaş olunur....

YÜREK SUSAR, DİL KONUŞMAZ “LAL” OLUR

Musa SERİN

Sinmişken kokun dağ çiçeklerineKovanlarda petek petek “bal” olur.Kokun alsa kelebekler, böceklerAşk yurdunda sarhoş gezer, “hal” olur. Sevda derim kıvılcımlar çakarkenAşkı bulup sineleri yakarkenBir gönülden bir gönüle akarkenKimse bilmez, kalpten kalbe “yol” olur. Seher yeli dağıtırken kokunuSiner yüreklere renklerin tonuKahpe felek batırsa da okunuSeven yüreklerde bir “hayal” olur Yazamaz kalemler nasıl nerede?Yürekler açılır hep perde perdeHele birde hele nazlı seherdeGelir kokun, bahçelerde “gül” olur Der Aydınlım anlatması kolaysaKor ateşte sırlanacak olaysaHaktan gelip dağıtılan bir paysaYürek susar, dil konuşmaz, “lal” olur.

Page 25: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 2020 23

İthaf;Elazığ’da tanıdığım ağabeyim Mehmet Mülayim ve

Hilâl-i Ahmer’in koca yürekli gönüllülerine.

28 Şubat 2020’de Elazığ merkezli oldukça yıkıcı bir deprem meydana geldi. Elazığ başta olmak üzere

civarda bulunan birçok il bu depremden etkilendi, evler yıkıldı, insanlar evsiz kaldılar. Depremin dördüncü gününden itibaren afete müdahale kapsamında on altı gün afet bölgesinde görev yapmak nasip oldu. Elazığ’da geçirdiğim her gün, onlarca insanın hayatına şahitlik ettim. İlk kez Türkiye’de böylesi bir insani krize müdahalenin içerisinde yer aldım. En son söylemem gereken şeyi en başta söylemem gerekirse gördüm ki; insan her yerde insan, acının dili ve etkisi her yerde aynı. Coğrafya, dil, ırk hatta ten rengi değişse de acıya verilen tepki hemen hemen her yerde aynı.

Yıllar öncesinden yıkılması gereken depreme dayanıksız evler zamanında yıkılmadığı için, depremin yıkıcı etkisi kendini gösterdi ve kırk bir canımız enkaz altında kalarak kayboldu. Öte yandan, Türkiye’nin hemen her ilinde olduğu gibi Elazığ’da da mülteciler bulunuyor. Doğal olarak depremden mülteciler de en az yerli halk kadar etkilendi.

Depremin meydana geldiği ilk andan itibaren sivil toplum kuruluşları ve devlet kurumları, bölgede canla başla üstlerine düşeni yapmaya başladılar. Çadırlar dağıtıldı, battaniyeler, yataklar, ısıtıcılar, kumanyalar, çocuk bezleri ve akla gelebilecek her türden ihtiyaç malzemeleri bölge halkına ulaştırılmaya başlandı.

Halkın büyük bir kısmı; artçı depremlerden korktuğu için sokaklarda yaşamaya başladı. Bölgenin soğuk kış şartları göz önünde bulundurulduğunda bölge halkını zorlu günler bekliyordu. Depremin ikinci gününden itibaren hasar tespit çalışmaları başlatıldı. Ağır hasarlı olduğu tespit edilen evler yıkılmak üzere mühürlendi. Yanlış hatırlamıyorsam belediye başkanının ifadesine göre 4500’ü aşkın evin ağır hasarlı olduğu ve yıkılması gerektiği kısa süre içerisinde tespit edildi. Bu evlerde yaşayan insanların sayısının 180 bini aşkın olduğunu duydum. Bu hemen hemen Elazığ halkının yarısına yakınının evinin yıkılacağı anlamına geliyordu…

Ağır hasarlı olduğu tespit edilen evlerden birkaçına

girip incelemelerde bulunduğumuzda karşılaştığımız manzaralar ekibimizi dehşete düşürdü. Deniz kumuyla yapılan binalar, ince ve paslanmış demirler, çatlamış kolonlar… Gördüğümüz şey bir afet mi yoksa cinayet mi diye düşünmekten kendimizi alıkoyamadık. Mesela yıkılan evlerden birinin en alt katında bir iş yeri olduğunu ve iş yerinin genişletilmesi için depremden bir süre önce taşıyıcı kolonların kesilerek kaldırıldığını anlattılar bizlere ki o binanın enkazının altında birçok kişi can verdi. Dünya böyle bir yer, insanoğlu böyle bir varlık işte… Tedbirsizliğin ve sorumsuzluğun bedeli maalesef yiten canlarla ödeniyor. Tabiat affetmiyor, zira dünyada tabiatın, yani tabiatı yaratanın kuralları geçerli, insanoğlunun değil!

Elazığ’ın hemen her yerine küme küme çadırlar kuruldu ve insanlar o çadırlarda yaşamaya başladılar. Bendenizin vazifesi; çadırları gezerek ihtiyaç tespiti yapmak ve ihtiyaç duyulan malzemeleri ilgili bölgeye ulaştırmaktı. Türkiye’nin her yerinden depolar dolusu bağışlar deprem sabahından itibaren bölgeye ulaşmaya başlamıştı. Yalnız insani yardım malzemeleri değil; gönüllüler de Türkiye’nin her yerinden Elazığ’a intikal ederek bölge halkına yardım eli uzatmak adına seferber oldular. Her gün değişen ve sayıları binleri aşan gönüllülerden bahsediyorum.

Çadırları gezerken yürek burkan insan manzaralarıyla karşılaşmamız kaçınılmazdı. Merkezi bir mahallede çadırlara gıda dağıtımı yaparken Iraklı bir kadının iki gün önce çadırda doğum yaptığını öğrendik. Hemen işaret ettikleri çadıra doğru harekete geçtik, çadırın kapısından seslendik. Gördüğümüz manzara yüreklerimize ateş düşürdü… Üç aile bir çadırda yaşıyorlardı. Ailelerin erkekleri civardaki bir camide yatıyorlarmış, çadırda ise tamamı kadın ve çocuklardan oluşan on iki kişi yaşıyordu. Yeni doğan bebek de o çadırdaydı. Hava soğuktu. Acı; savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan bu insanların yakasına sıkıca sarılmış sanki… Derhal bölgedeki çadırlarda yaşayan herkesin bütün ihtiyaçlarını A’dan Z’ye tespit edip bir gün içerisinde malzemeleri tırlara yükleyerek bölgeye ulaştırdık. Henüz iki günlük bir bebeğin sayesinde bölgedeki herkesin ihtiyacı hızlı bir şekilde giderilmiş oldu. Sobadan çadıra, battaniyeden bebek bezine, elbiseden bebek mamasına, gıda paketlerine kadar bütün eksikleri tamamlandı. Tamamlandı fakat

ELAZIĞ DEPREMİ VE İNSAN MANZARALARIFerhat SÜRMELİ

ANI

Page 26: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 202024

bir an için o çadırda doğan bebeğin kendi bebeğimiz olduğunu düşünmeye bile tahammül edebileceğimizi zannetmiyorum. Gel gelelim yarın böylesi bir zorlukla imtihan edilmeyeceğimizin garantisi var mı?

Sivil toplum kuruluşlarımız gece gündüz demeden canhıraş bir şekilde çalışmalarını sürdürdüler. Bu sivil toplum kuruluşlarının başını da Türk Kızılay çekti. Günde üç öğün sıcak yemek dağıtımı yapılıyordu ve Elazığ’da ulaşılmayan bir tek kişi bile kalmamasına özen gösteriliyordu. Akşam yemeği dağıtımlarından birine iştirak ettim. Yemek almak üzere sırada bekleyen bir abla dikkatimi çekti. Üstünde ceket de yoktu hırka da. Yanına yanaştım, ayaklarında terlik vardı fakat çorap yoktu… hava sıcaklığı -5,-8 civarındaydı. Yani dondurucu bir hava!

-Abla? Çorabın yok mu, neden terlikle geldin?-Yok. (Yüz yerde, gözler üzgün…)Şaşırdım… -Nasıl yani abla? Çorabın yok mu?-Sobada yakacak bir şeyimiz kalmadı, ateşi tutuşturmak

için çoraplarımı yaktım…Derin bir sessizlik çöktü o an… Gerekeni yaptık elbette,

fakat bu acılar büyük acılar. Sıcak evlerde oturarak, sıcak çaylar yudumlanarak, sıcak ve rahat yataklarda uyuyarak bu acıları anlamamız mümkün değil. Ne mi yapmalı? Sizce?

Söylediğim gibi; Türkiye’nin her ilinden, büyük şirketlerden, firmalardan oluk oluk yardımlar aktı Elazığ’a. Hayırsever bir firma yüklü miktarda süt bağışlamış. Sütleri dağıtmak üzere bir tır yükledik ve şehir merkezine doğru hareket ettik. İzdiham; dağıtımlarda sıklıkla karşılaştığımız bir durum maalesef. Güç bela sütleri bölgedeki insanlara dağıttık. Son süt kutusunu da verdiğim anda birdenbire gözüme yaklaşık elli altmış metre uzakta kucağında bebeği ile mahzunca duran bir kadın ilişti. Ürkek ürkek bizi süzüyordu fakat belki izdihamdan dolayı belki de korktuğu veya çekindiği için yardım tırına yaklaşmıyordu. Tırdan inip hızla kadının yanına gittim. Selam verdim, kısık sesle cevap verdi. Suriyeliymiş… Ellerine baktım, süt yoktu. Bebeği dört aylıkmış. Sordum;

-Süt aldın mı?Cevap vermedi, boynunu büktü…-Neden tıra yaklaşmadın abla? Başını kaldırmadı, susmaya devam etti…Bebeğine baktım, kucağıma aldım. Misler gibi

kokuyordu, melekler gibiydi. Gözyaşlarıma hakim olamadım. Göçmen olmak nasıl bir duygu, evinden

yurdundan ayrılmak, hiç bilmediği, dilinden anlamadığı bir coğrafyada depremzede olmak, evsiz kalmak nasıl bir duygu anlamaya çalıştım; başaramadım. Yüreğim yandı sadece.

İki haftayı aşkın süre boyunca beni en çok üzen ve yoran şey, insanların birbirine karşı duydukları nefret oldu. Dağıtımlarda da faaliyetlerde de hiçbir ayırım gözetmememize ve bu konuda fazladan özen göstermemize rağmen ev halkı vatandaşların azımsanmayacak bir kısmı; bizleri sürekli sadece Suriyelilere yardım etmekle, Suriyelileri önceliklendirmekle suçladılar. Üstelik bizlere bu suçlamayı yönlendirenlerin çoğu bölgenin yerel halkı değil, farklı illerden göçmüş insanlardı. Garip bir psikolojisi var göçün. Tabi Suriyeliler de sıklıkla kendilerine yardım yapılmadığını, ev sahibi vatandaşlara öncelik sağlandığını, sıranın kendilerine gelmediğini ifade edip şikayetlerde bulundular. Bölgede hiçbir şekilde ayırım yapılmadığının en yakın şahidiyim. Asla bir ayırım gözetilmedi. Fakat toplulukların birbirine bu kini neden? Bu kahredici ötekileştirici, dışlayıcı, ayırımcı nefret dili neden? Daha ne yaşamamız gerekiyor “insan” olabilmemiz için? Daha kaç canın yitip gitmesi gerekiyor “kardeşlik” için?

Sadece Elazığ’da değil, ziyaret ettiğimiz her yerde herkes birbirine tepkili. Bu toprakların hamurunu “Sevelim, sevilelim. Dünya kimseye kalmaz.” diyen Yunus Emre yoğurmadı mı? Yaşam ve ölüm arasındaki tüy kadar cılız ve ince çizgiden öteye geçmeyeceğimizi mi düşünüyoruz? Sultan Süleyman’a kalmayan dünyanın bizlere kalacağını mı düşünüyoruz. Yapma nefsim! Yapma kardeşim. Canım kardeşim. Öleceğiz… Herkes gibi öleceğiz. Dünya bize de kalmayacak.

Sevgidir aslolan! Birlik ve beraberliktir güzel olan. Feraset sahibi olmaktır doğru olan. Şimdi sıra sende! Kalk ve en yakınındakine “Seni Allah rızası için seviyorum” de. Kalk ve imkânın doğrultusunda yakınındaki düşkünlere yardım eli uzat. İmkânın yok mu? Tebessüm et yeter…

ANI

Page 27: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 2020 25

ŞİİR

YÜZYILIN SANCISI

Ahmet DOĞRU

O da iyi bilir yalnızlığıSu seslerine sarar çünküDaha da çirkinleşirse dörtlük esAslında ahbaplığı iyi geceyle Bunu bilir benim kadar herkes

Dayanır yüz yıl taşlara yosunlaraDayanır öyle gürül gürülSu sesleriyle yarışan kurbağalaraNe ki üç beş günlük karantinaBir ömür vurmuş sırtını duvara

O da iyi bilir yalnızlığıBiraz rika çalar daha çok da divaniKimin umuru sulara karışan yankısı Hüzünle sıvanmışlığı, eğik durmasıHele taşıdığı mana... kaç yüzyılın sancısı

Dayanır yontuya usulca Dayanır rüzgara fırtınaya karaGünün kızgınlığı dönderir başını Dönsün döndersin değirmen dünya Aşikar eder aleme gözyaşını

O da iyi bilir yalnızlığı Sülüs kadar ne kısa ne derin Aldırmaz dursun sarma dolaş hurufat Aldırmaz küçüklüğüne nesihinGöreceli bir çırpınışta hayat

Dayanır bin yıl milyon dimağaDayanır geceye, karanlığa

ÜZGÜNKEN GÖKYÜZÜNE

Mehmet Aycı

Bakarsın senin çadırınDireksiz yaratmış TanrıUçsuz ve derin anlatırSeni, maviyi, Tanrı’yı

Değirmi bir ağrı içinVarlıkla yokluk arasıVe öğütülür içininHer sabah akı, karası

Her akşam başka bir yüzüTaş döner, gökyüzü dönerGece saklamaz yüzünüSaklamaz yüreğini yer

Düştüğün ilk günden beriHayat bir emek/le işiGözlerin bebek gözleriDişlerin elbet süt dişi

Page 28: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 202026

Covid-19 veyahut bilinen adıyla Korona Virüsü tüm dünyayı etkisi altına alan pandemi salgını olduğu herkes ta-rafından bilinmektedir. Korona virüsünün tarihsel arka pla-nına bakıldığında 1960lı yıllara kadar dayandırılabilmektedir. Çin’in Hubei eyaletinin Wuhan kentinde ortaya çıkan ve tüm dünyaya yayılan 2019 model Korona virüsü, dünyayı ağır bir imtihandan geçirmektedir.

Pandeminin görüldüğü ilk günden 680.000 kişiden daha fazla kişiye enfekte olduğu saptanmıştır. Bu vakaların yaklaşık 32.000 hastanın vefatı ile sonuçlansa da kayıtlara göre 145.000 kişiden fazla da sağlığına kavuşmuş enfekte birey mevcuttur. Böyle süreçlerde yaklaşık istatistiklerle konuşmak sağlıklı ola-caktır. Çünkü süreç dinamiktir ve sayılar anlık olarak değişim göstermektedir. Yine de Türkiye için konuşacak olursak, 29 Mart 2020 tarihi itibariyle 7.402 tespit edilmiş enfekte vaka bulunmaktadır. Bu vakaların 108’inin vefatı ve 70’inin sağlığına kavuşmasıyla birlikte mücadele kararlılıkla devam etmektedir.

Dünya, tarihsel süreç içerisinde birçok pandemi ile mü-cadele etmiştir. Bu kapsamda pandemilere incelenecek olu-nursa; tıpkı Covid-19 gibi Asya’nın güneybatısından başlayıp Avrupa’ya yayılan, 14. Yüzyılda yaklaşık 200 milyon kişinin ölümüne sebep olan “Kara Veba”, farklı türleri (Bkz: İspanyol gribi, Hong Kong gribi, Kuş gribi, Domuz gribi) olan “Grip (Influenza)” ailesi gibi başlıca pandemi türleri karşımıza çıkar.

Farklı coğrafyalarda Covid-19 üzerine çeşitli çalışmalar ya-pılmaktadır. Tecrübe ile sabittir ki daha önceki pandemilerde de olduğu gibi bu hastalığında tedavisi bulunacak ve dünya bu krizi de atlatacaktır. Covid-19 sadece tıbbi bir mesele olarak ele almak doğurduğu sonuçları anlama noktasında kısır kala-caktır. Virüs, farklı disiplinlere etkisiyle kapsamlı bir şekilde ele alınması gereken başlı başına bir alandır.

Bu çalışmanın amacı da bu noktada farklı bir alana dikkat çekmektir. Virüs tespit edildiği günden bugüne kadar çok hızlı bir şekilde tüm dünyaya yayılmıştır. Burada enteresan olan durumsa, virüsten daha hızlı yayılan yalan/sahte ha-ber ve şehir efsaneleridir. Yayılan bu sahte haberler (fake news) yeri geldiğinde virüsten daha tehlikelidir ve sonuçla-rı itibariyle virüsten daha ağır sonuçlar doğurabilmektedir.

Sumak suyu, çay, sakatat vb. ürünlerin virüsü tedavi ettiğinden, şehirlerin helikopterlerle dezenfekte edileceği-ne, korona virüsünün hangi ilde kaç kişide görüldüğünü gösteren liste ve haritalardan tutun siyasal çıkar devşirme maksatlı kamplaştırıcı yalan haberlere, çok yetkili(!) kişi-lere dayandırılan anonim istihbaratlara kadar birçok sahte haberle karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz. Öyle ki Sağlık

Bakanın yaptığı resmi açıklamadan daha etkili anonim what-sapp paylaşımları görülmektedir. Bu süreçteki en büyük sıkın-tıların başında halkı paniğe ve infiale sevk etme durumudur.

Teknoloji hayatımıza girdiği günden beri her şeyin hızlan-dığı, mesafe kavramının ortadan kalktığı bir gerçektir. Günlük hayatımız teknolojik gelişmeler ışığında son derece kolaylaş-mıştır. Birçok alanda kendini gösteren bu gelişmeler özellikle iletişim alanını başka bir seviyeye getirmiştir.

Aslında sahte/yalan haber olgusu çok eskilere dayanmak-tadır. Fakat günümüze gelindiğinde etkisinin ve türevlerinin son derece arttığı görülmektedir. Bunun başlıca nedeni yeni medya anlayışı olduğu bir gerçektir. Yeni medya içerisinde de aslan payını “Sosyal Medya” almaktadır. Sosyal medyanın daha özgürlükçü ve demokratik bir iletişim sistemi için güçlü potansiyel barındırdığı öngörülen özelliklerinin manipülas-yon maksatlı girişimler için de gündeme getirildiği görülmek-tedir. Bu özelliklerin başında, sosyal medyanın sıradan kulla-nıcıları (gazeteci niteliği taşımayan) arzu etmeleri durumunda haber üreticilerine dönüştürecek biçiminde katılımcı ve etki-leşimli gazetecilik pratiklerine imkân sağlaması gösterilebilir. Fakat burada problem olarak görülen temel noktalardan biri, sosyal medyanın kötü niyetli kullanımlarına karşı denetim ya da doğrulama benzeri mekanizmaların yaygın olmamasıdır. Sosyal medya, geleneksel medya organlarından farklı olarak

TEHLİKELİ OLAN VİRÜS MÜ? VİRÜSTEN HIZLI YAYILAN YALAN HABER Mİ?

Aydın ŞIK

Şekil 1: Johns Hopkins Whiting School of Engineering (Engineering, 2020) https://gisanddata. mapsarcgis.com/apps/opsdashboard/index.html#/bda7594740fd402 99423467b48e9ecf6

MAKALE

Page 29: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 2020 27

çoklu metinleri (görsel, ses, yazı, video, grafik vb.) kapsayan haber formatlarına izin vermesiyse manipülasyon yapılabile-cek faktörlerin çoğalmasına ve teyit işlemlerinin zorlaşmasının nedenleri arasında gösterilmektedir.

Haber, barındırdığı değerden dolayı, kamuoyunu yönlen-dirmek arzu eden kişi ya da grupların ilgisini çekmektedir. Ha-ber başlığı altında kimi zaman yalan/sahte, kasıtlı olarak eksik ya da yanlış bilgi üretimiyle (dezenformasyon) kimi zamansa gerçek bir bilginin yanlış, eksik ya da taraflı olarak verilmesiy-le (misenformasyon) kamuoyu belli taraflara doğru kanalize edilmeye çalışılmıştır.

Yalan/Sahte haberin farklı tanımlamaları olmakla birlikte genel çerçevede “kasıtlı olarak üretilmiş”, “doğru olmadığı ka-nıtlanabilir” ve “okuyucuları yanlış yönlendirebilecek” haber olarak tanımlamak daha kapsayıcı olacaktır. Bu olguya ilişkin bir başka tanımlama ise, yalan/sahte haber “kasıtlı olarak yay-gınlaştırılan yanlış bilgi” olarak da ifade edilmektedir.

Haberin içeriğinin yanında haberin formatı, sunumu, dağıtımı ve tüketilmesi üzerinde de radikal dönüşümlere se-bep olan dijitalleşme sahte/yalan haberin oluşum ve yayılım imkânları için yeni tercihlerin oluşmasına imkan vermiştir. Manipülasyon haber metni vasıtasıyla gerçekleştirilebildiği gibi fotoğraf ya da video gibi görsel materyaller vasıtasıyla da basitçe yapılabilir hale dönüşmüştür. Bundan dolayı bir haber tamamıyla asparagas olabileceği gibi yalnızca bir bölümü de asılsız olabilmektedir. Manipülasyonların genel itibariyle siya-si ve ekonomik olmak üzere iki maksatla yapıldığı görülmek-tedir. İktisadi maksatlı yalan/sahte haber üretimi, reklam geli-rini yükseltmek amacıyla tıklanma oranını artırmaya yönelik nefret, öfke, şaşkınlık gibi duyguları tepkisel olarak harekete geçirmeyi amaçlamaktadır. Politik maksatlı manipülasyon-larsa kitlenin dikkatini belirli bir olaydan uzaklaştırmak ya da belirli bir konuya çekmek için gündem oluşturma hedefli; kamuoyunun belirli konulara ilişkin tutumlarını değiştirmeye yönelik olarak propaganda ve ikna maksatlı; kitleyi belirli bir eyleme sevk etmek için provokasyon amaçlı olmaktadır. Her üç durumda da hedeflenen kişinin ya da grubun çıkarını ya da değerini maksimize etmek ya da diğerlerinin güvenirliğini ya da değerini düşürerek sistematik bir itibar zedelemesi olabilir.

Kullanıcı odaklı ve etkileşimli içerik üretimini, profesyonel medya mensuplarının ya da organizasyonlarının egemenliği-nin güç kaybettiği bir döneme evirilerek, ‘katılımcı kültür top-lumunun’ meydana geleceğine yol açacağı sebebiyle olumlu karşılayan yaklaşımlar da mevcuttur. Bu kapsamda Facebook, Twitter, Youtube gibi yeni medyanın bir sonucu olan sosyal medya organizasyonları, bireyler tarafından üretilen haberle-rin kamuoyuyla paylaşıldığı alanlar olarak görülmektedir. Sos-yal medyanın katılımı güçlendirme potansiyelini gösteren bu durum, bilgi üretimi ve tüketiminin demokratikleşmesi ve al-ternatif haber kaynaklarının gelişimi adına olumlu bir gelişme olarak kabul edilmektedir. Aynı zamanda dezavantajlı toplum-sal grupların basında temsil kazanması ve seslerini duyurabil-mesi adına da olumlu kabul edilmektedir.

Fakat diğer taraftan zaman ve mekân sınırlarının aşıl-dığı, iletişimin küreselleştiği yeni düzende dünyanın de-ğişik yerlerinden bağlanılabilen kullanıcılar tarafından de-vamlı bir akış şeklinde dolaşıma sunulan bilginin teyit ve kontrol edilmesindeki güçlük, sosyal medyanın meydanagetirdiği iletişim alanının şaibeli hale gelmesine sebebiyet ver-mektedir. Geleneksel medyada kabul gören teyit süzgeçlerine muhatap olmayan bu iletişim alanı, kendi iddialarını güçlen-dirmek veya kamuoyunu kendi çıkarları doğrultusunda ma-nipüle etmek isteyen kişi ya da grupların manipülatif haber üretimi ve dağıtımı için de cazip bir alan haline gelmiştir.

Sosyal medya, yalan/sahte haberlerin yayılımına hız ve artış katmasının yanında yarattığı filtre baloncukları ve yankı odalarıyla (insanlar büyük çoğunlukla  yalnızca kendi görüş-lerini destekleyen düşünceleri ve yalnızca kendi inandığı fikirleri doğrulayan haberleri takip etmeleri) da manipülatif bilginin güç kazanmasının altyapısını hazırladığı için sorumlusu ka-bul edilmektedir. Yankı odaları ile filtre baloncukları, internet sitelerinin veya sosyal medyanın kullandıkları algoritmalar sebebiyle, bireylerin internetteki eylemlerine veya eğilimle-rine göre alternatifler sunması veya ‘kapalı’ alanlar kurmasını sağlaması ve bunun neticesinde bireylerin devamlı benzer istikamette haber, bilgi ve düşüncelerin bir iletişimin içinde kalması olarak açıklanabilmektedir. Örnek verilecek olunur-sa; Facebook, kullanıcılarında ilgi uyandırılabilecek ve onla-rın etkileşime girebilecekleri türden içerikleri sunmak üzere kurgulanmış bir algoritmaya sahiptir. Algoritmanın filtrelediği içerikler tek yönlü olması sebebiyle meydana gelen filtre ba-loncuğu sebebiyle kullanıcılar çoğunlukla zaman tünellerin-de kendi görüşlerine uygun içeriklerle muhatap olmaktadır. Bunun neticesinde karşıt veya farklı görüşlerden haberdar olmaları zorlaşmaktadır. Birçok alternatif olmasına rağmen bireylerin kendi düşünce ve inançlarıyla uyumlu olan içeriği tüketme ve benzer düşüncedeki bireylerle arkadaş olma eği-limde olmasıysa sosyal medyada ideolojik kutuplaşmaya ne-den olan yankı odalarının artmasına sebebiyet vermektedir. Yankı odalarında paylaşılan bir haber yanlış olsa bile o haberi paylaşan kullanıcı ile benzer eğilimde olan diğer kullanıcıların bu haberi doğru kabul etme olasılığı yüksek olmaktadır. Diğer taraftan kişilerin doğru olmayan bilgileri veya şahsi görüşleri-

MAKALE

Page 30: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 202028

ni herhangi bir doğrulama süzgeciyle karşılaşmadan rahatlıkla paylaşabilmesi sosyal medyanın duyguların veya inançların hakikat üzerinde egemenlik kurmasının yanında, doğru olma-yan bilginin etkisini büyütmesiyle kamuoyunu yanlış yönlen-dirilmesine neden olmaktadır.

Sonuç olarak, çağımızın önemli sorunlarından biri haline gelen yalan/sahte haber furyası gün geçtikçe tehlikeli bir hal almaktadır. Sadece Covid-19 özelinde değil gündemde olan hemen hemen her olayda karşımıza çıkan sosyal medya efsa-neleri, ne yazık ki ideolojik saik ile birçok taraftar bulabilmek-tedir. Özellikle bu kapsamda yankı odaları çerçevesinde kişisel görüşü doğrultusunda karşılaşılan haberler sorgulanmadan kabul görmektedir. Bu sapkın inanç metodu her geçen daha çok risk arz etmektedir. Bu kapsamda özellikle resmi mercile-rin itibarsızlaştırılma süreci sık karşılaşılan bir gelenek haline gelmiştir. Virüs ile ilgili en sağlıklı bilgiye sahip olan kişi olan Sağlık Bakanını dikkate almayarak sosyal medya üzerinden ge-len kaynağı belli olmayan görsellere, ses kayıtlarına inanmak, yaşanılan kriz sürecini içinden çıkılmaz bir hale getirmektedir.

Özetle belki virüs kadar bu yalan/sahte haberler ile de mücadele, krizin atlatılması için önem arz etmektedir. Bu kap-samda çeşitli teyit ve doğrulama platformları bu kapsamda yalan/sahte haberler ile mücadele etmeye gayret etmektedir. Fakat bu mücadele orman yangınına birer kova su ile müdaha-le etmek gibidir. Bu tarz platformlara kurtarıcı gözünden ziya-de uyarıcı gözüyle bakılmalıdır. Yani burada asıl görev internet kullanıcılarına düşmektedir. Her servis edilen görsele hemen inanmayıp kaynak tespiti için çaba sarf edilmelidir. Bu kap-samda bu yanlışa ortak ve alet olunmamaya dikkat edilmelidir.

Unutulmamalıdır ki, yalanların sonu gelmez doğrusu ne demedikçe…

NOT: Virüs salgını nedeniyle gecesini gündüzüne katan, mücadele eden tüm çalışanlara şükranlarımızı sunuyoruz. Hepsine Minnettarız!KaynaklarÇetin, Ö. (2015). Yeni Medyanın Tahakküm ve Özgürleşim Potansiyeli

Bağlamında Hactivizm. İstanbul: Derin Yayınları.Engineering, J. H. (2020, 03 29). Covid-19. Johns Hopkins Whiting

School of Engineering: https://www.arcgis.com/apps/opsdash-board/index.html#/bda7594740fd40299423467b48e9ecf6 adre-sinden alındı

Kavaklı, N. (2019). Yalan Haberle Mücadele ve İnternet Teyit/Doğrula-ma Platformları. Erciyes İletişim Dergisi, 663-682.

TEYİT. (2020, 03 29). Covid -19 Haberleri. Teyit: www.teyit.org ad-resinden alındı

MAKALE

GERÇEK

Aysu BAŞ

AnlamıyorsunKelimeler titrek birer alevZehirlemiyorlar aksine iyileştiriyorlar ilelebetCamekanda yaşadığın hayat bir sima Yarı yalan yarı muamma

Hayat sınavıEzberlediğin yerden çıkmıyorHaklı olan hep kazanmıyorArşa yükselmiyorEn çok başaranda

Mühim olanLayıkıyla yaşamakAmacına uygun sevmeninİnsan olmanın her daimGururunu hissetmekYaratmak bir devinimİyiliğe tümdengelim

Bir kardelen gibiHikayesini söylemeden anlaşılmakAşılamak yüksek geleceğiKörebe idealler yerineTaşımak göçebe gerçekleri

Olmak teslim olmuş bir kalp gibi Olmak lâl sevdayı var eden mahcup biriAydınlığı takdir içindeDoğruluğu vakur bicimdeCehaletle canla başla savaştaOlmak kâmil ve haklı biri

Çünkü dünyanın kiri pasıKaranlığı ve açmazıBilmemekten gerçeğiGöz ardı etmekten her şeyiİnkâr etmekten iyi gelebileceğiEsas olarak reddetmekten sevgiyi

Page 31: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 2020 29

MAKALE

İlk kez 2019 yılı Aralık ayında Çin Halk Cumhuriyeti’nin 11 milyon nüfusa sahip Wuhan şehrindeki deniz ürünleri ve hayvan pazarından yayıldığı düşünülen yeni tip Korona virüs, Korona virüs ailesinin yeni tanımlanan bir çeşidi. Aynı virüs ailesinden MERS (Orta Doğu Solunum Sendromu) ve SARS (Şiddetli Akut Solunum Sendromu) daha önce dünya üze-rinde görülmüş ve bugünlerle kıyaslanamasa da birçok can almıştı.

Korona virüsler için uzmanlar hayvanlardan insana bu-luşabileceği konusunda açıklamalar yaptığında, söz konusu virüslerden bulaşan hastalıkların önceki örneklerinden de gö-rüldüğü üzere sınırlı kalacağı ve dünya üzerinde toplam ölüm sayısın on binleri bulmayacağı, virüsün günlük hayatı etkile-meyeceği düşünülüyordu.

7 Ocak’ta Çinli yetkililer, ilk vakalar neticesinde Korona virüs ailesinden öksürme, hapşırma, virüslü yüzeye dokunma gibi durumlarla insandan insana da buluşabilen yeni bir vi-rüs tespit ettiklerini doğruladıklarında virüs çoktan insandan insana yayılmaya başlamıştı. Wuhan’ın da içinde bulunduğu Hubei eyaletinde insanların henüz salgının ne olduğu konu-sunda bilinçlenmemiş olması ve gündelik hayatın olanca hı-zıyla devamı virüsün yayılmasında etkili olmuştur.

11-12 Ocak’ta Çin tarafından Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) yedisi ağır hasta kırk bir enfekte kişi bildirilmiştir. On gün içerisinde Wuhan’a seyahat geçmişi olan Tayland, Hong Kong, ABD, Japonya, Tayvan ve Güney Kore’den vaka sayıları gelmeye ve ölüm sayısı yükselmeye başlamıştır. Hastalığın di-ğer ülkelere de importe olmasıyla yeni tip Korona virüse karşı artık birçok ülkenin önlem alma mecburiyeti doğmuştur (se-yahatsagligi.gov.tr, 2020).

Bu konuda DSÖ ve diğer ülkelerin bakanlık ve ilgili otori-telerin gün gün vaka, yayılım ve ölüm sayılarını merak edenler için Sağlık Bakanlığı’mızın “seyahat sağlığı” adlı internet sitele-rine bakmalarını öneriyorum.

23 Ocak’tan itibaren Çin borsası on gün boyunca kapandı. Şubat başı açılan borsada ilk gün kayıp yaklaşık 400 milyar do-lardır. Şangay borsasındaki dört bin hissenin 3200 tanesi %10 ve üzeri değer kaybetmiştir.

Şubat ayına gelindiğinde, başta ülkemiz olmak üzere dünya ülkelerinin aldıkları bir dizi önlemlerden bahsetmek gerekir. Artık dünya üzerindeki her bir havaalanı termal kameralarla donatılsa da hastalık bu ülkelerden dünyanın her yerine ya-yılmaya çoktan başlamıştı. Hatta dünya ülkeleri geçici olarak Çin’e seyahat yasağı getirdi ve Çin uçuşlarını askıya almaya

DÜNYANIN VE TÜRKİYE’NİN KORONA VİRÜS İLE İMTİHANI

Tacettin Alper AY

başladı. Şubat başında Türkiye’de Çin uçuşları önce bir aylık geçici durdurulacak, sonra ise bu karar başka ülkeleri de kap-sayacak şekilde süresiz olacaktır.

Dünya Sağlık Örgütü ise 11 Şubat’ta, 2019 Aralık’ta orta-ya çıkan yeni tip Korona virüse ‘‘Covid-19’’ adını verdi. DSÖ Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus, Covid-19’un ‘‘coro-na’’nın ‘‘co’’su, ‘‘virüs’’ün ‘‘vi’’si ve hastalık kelimesinin İngi-lizcesi ‘‘disease’’ sözcüğünün ‘‘d’’sinden türetildiğini söyledi (BBCTürkçe, 2020).

Şubat ortası virüsün etkisiyle komşumuz İran’da ilk ölüm-ler meydana gelmeye başlayınca kısa bir süre içerisinde Türki-ye ve Irak peş peşe İran sınırlarını kapatmaya başladı. İran sını-rına sahra hastanesi kuruldu. Ticaret Bakanlığı verilerine göre 2019 yılında 560 bine yakın TIR seferinin gerçekleştiği ve 17 milyar dolarlık ticaret hacmimizin bulunduğu İran ve Irak sı-nırlarımızda Türkiye’nin aldığı radikal karar başka radikal ka-rarların geleceğini de gösteriyordu. (ticaretbakanlığı, 2020).

Bu sırada ülkemizde Sağlık Bakanlığı bünyesinde oluşturu-lan Bilim Kurulu, bakanlığın ve hükümetin bu işi nasıl ciddiye aldığını da gösteriyor. Özellikle alınan her bir siyasi kararda Bilim Kurulu’nun tavsiyelerine uyulması Türkiye’de bilimin geldiği yeri göstermesi açısından da önemli bir köşe taşıdır.

Şubat ayı bitmeden salgın Orta Doğu’dan Kıta Avrupa’sına elliden fazla ülkede görülmeye başlandı. DSÖ, bu salgına karşı tüm hükümetlere acil önlemler alınması konusunda telkinler-de bulundu.

Bu sırada dünyanın en büyük petrol ithalatçısı Çin’de uygu-lanan sokağa çıkma yasağının etkisiyle ihracatçı iki dev Ruslar ve Suudilerin petrol arzı konusunda yaşadığı sürtüşme ay so-nunda petrol fiyatlarının çakılmasına ve varil başına 65 dolar-dan, 21 dolara kadar düşmesine yol açtı. Dışa kapalı otoriter bir rejim olduğu için tam bilemiyoruz ama petrol fiyatlarında-ki keskin düşüş, umre ve hac gelirlerinin virüs etkisiyle nere-deyse tamamen azalması ileride Suudiler içinde zor günlerin

Page 32: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 202030

geleceğini gösteriyor. Çin piyasalarında ise durum gitgide ağırlaşmaktaydı. Tica-

ret savaşlarında üretim kapasitesi ve insan gücüyle yeni yüz-yılda ABD’ye karşı üstünlük sağlayacağı düşünülen Çin’de Şubat ayı sonunda borsa Aralık ayına göre 860 milyon yuan eriyerek 35,64 trilyon yuandan 34,78 trilyon yuana düştü. Dünyanın en büyük on konteyner limanından yedi tanesinin Çin’de olduğu ve virüsün ortaya çıktığı Hubei bölgesinin kü-resel firmaların tedarik zincirinde önemli bir halka olduğu dü-şünüldüğünde veri-analiz firması Dun & Bradstreet’e göre bu durumdan doğrudan ve dolaylı olarak dünya üzerindeki beş milyon firma etkilenecek. (hurriyet.com.tr, 2020).

OECD ay sonu yayınladığı raporda küresel büyüme tahmi-ni 0,5 puan düşerek % 2,9’dan % 2,4’e düşürdü. OECD salgı-nın etkilerinin beklenenden daha büyük olması durumunda ise küresel büyüme tahminini yüzde 1,5 olarak öngörüyor. G-7 ülkelerinden tutun da, büyüme odaklı ekonomi profili çizen bizim gibi ülkelere kadar OECD tüm ülkelerde büyüme tahminlerini düşürdü. (sabah.com.tr, 2020).

Şubat sonu itibarıyla COVİD-19 sonucu 85 binden fazla hastadan, ki bunların 79 bini Çin’de hasta oldu, üç bini öldü. Salgının asıl maddi ve manevi hasarı ise Mart ayında yaşana-caktı. Salgının Antarktika hariç dünyanın tüm kıtalarına yayıl-ması, Avrupa’da hükümetlerin geç aldığı önlemler ve Avrupalı insanların bilinçsizliği dünyayı karanlık bir tünele sürükleye-cekti.

Nitekim 11 Mart’ta DSÖ Genel Sekreteri COVİD-19 vi-rüsünü eşzamanlı birçok insanı tehdit eden bulaşıcı hastalık olarak kullanılan bir kelime olan “pandemi” olarak ilan ettik-lerini açıkladı. DSÖ en son 2009 yılında domuz gribi olarak bilinen H1N1 virüsünü bir pandemi olarak ilan etmişti. Aynı günlerde DSÖ pandemi merkezinin Çin’den Avrupa’ya taşın-dığını belirtti.

Mart ortası itibarıyla salgın 118 ülkede dört binden fazla can almıştı. Merkez Bankaları’nın hem para arzını artırıp hem de faiz oranlarını indirmesinin virüse karşı etkisinin bu süreçte olmamasının neticesinde dünya hükümetleri yeni ekonomik önlemler paketi açıklayarak bireylerin ve şirketlerin yaşam mücadelesine bir can suyu koymayı düşündü.

Pandeminin yeni merkezi Kıta Avrupa’sına geçmeden önce İngiltere ve ülkemizdeki durumlardan da kısaca bahsedelim.

İngiltere resmi adıyla Birleşik Krallık, 2016 Haziran’ında

yaptığı referandum (Brexit) ile AB üyeliğinden ayrılacağını duyurmuştu ve hâlihazırda bitmeyen çıkış müzakereleri de-vam etmekte. İngilizler her şeye karşı yaklaşımlarının aslında Avrupa’dan nasıl farklı olduğunu korona virüs işinde bir kere daha gösterdiler. İngiliz yetkililer COVİD-19’a karşı mücade-le etmeyeceklerini ve böylece sürü bağışıklığının soruna karşı çözüm sağlayacağını söylediler. Dünyanın geri kalanı bu du-rum karşısında şoktayken 21 Mart itibarıyla 5000 üzeri vaka ve 233 ölümün oluşturduğu kamuoyu baskısı ve Başbakan Boris Johnson’un da bizatihi testinin pozitif çıkması, kraliçe-nin de karantina için Londra dışına çıkması gibi nedenlerle İngiliz hükümeti strateji değiştirip vatandaşlarına “Evde kal.” çağrısı yapmaya başladı.

İngiltere’nin pandemiye karşı ekonomik paketi toplamda 330 milyar sterlini buluyor. Buna göre İngiltere serbest mes-lek sahibi kişilerin ücretlerini üç ay boyunca karşılama taah-hüdünde bulundu. Adada ‘‘Evde kal.’’ çağrılarına uymayıp işletmelerini açanlar ise 5000 sterlin ceza ödemek zorunda kalacak. (Anadolu Ajansı, 2020).

Türkiye’de ilk vakalar bakanlık tarafından 11 Mart’ta açık-landı. Bu vakalar Türkiye’ye yurtdışından importe olmuş ve ilk kayıp bu vakalar içerisinden verilmiştir. Bunun hemen aka-binde hükümet tarafından bir dizi tedbir ve ekonomik paket ortaya koyulmuştur. Türkiye birçoğu AB ülkesi olan yirmiden fazla ülkeye uçuşlarını durdurmuş, ilk-orta-lise ve üniversite-lerde okulları kapatarak öğrencilerin uzaktan eğitime geçişini sağlamış, umuma açık her türlü yeri, ulusal organizasyonla-rı geçici olarak kapatmış, hatta Cuma namazının camilerde cemaat ile kılınmasını altmış beş yaş üstünü korumak adına engellemiştir. Altmış beş yaş üstü ve kronik hastalara sokağa çıkma yasağı gelmiştir. Hâlihazırda belediyeler ve merkezi hü-kümet teyakkuz hâlinde.

Bununla birlikte, hükümet toplamda 100 milyar TL’lik bir ekonomik paket açıklamıştır. Ekonomide devletin alacakla-rını öteleyen bir yaklaşım ortaya konularak çalışanları değil, şirketleri koruyan bir ekonomik önlemler paketi ortaya çıktığı düşünülse de hükümet belirli bir süre işe gidemeyen çalışanlar için başka herhangi bir şarta bağlı olmaksızın kısa çalışma öde-neği vereceğini de duyurmuştur. Bu önlemleri içeren kanunlar meclisten 25 Mart’ta geçmiş, Cumhurbaşkanı tarafından da onaylanarak 26 Mart 2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlan-mıştır.

Bizde ekonomik paketler açıklanırken Kıta Avrupası’nda durum son derece içinden çıkılamaz hâle geliyordu. Türki-ye’de henüz ölüm yokken İtalya’da vaka sayıları yüzün katları

MAKALE

Page 33: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 2020 31

şeklinde artıyordu. Mart ayının başında İtalya’da 1128, Fran-sa’da 100, ABD ve Almanya’da 66 vaka var iken tarihler 19 Mart 2020’yi gösterdiğinde İtalya’da COVID-19’a bağlı ölü sayısı 3405 kişiye ulaşarak Çin’i geçmiş, toplam vaka sayısı 33190 kişiye ulaşmıştı. Artık COVID-19’un merkezi Wuhan değil, İtalya’nın tamamıydı. İtalya hükümetinin olayın farkına geç varması, İtalyanların sıcak havada virüsün olmayacağı dü-şüncesi ile ülke içerisinde yer değiştirip güneye doğru gitme-siyle İtalya’da iş içinden çıkılmaz hâle gelecekti.

21 Şubat’ta ilk vakanın gerçekleştiği İtalya’da bir ay olma-dan COVID-19 adeta psikolojik bir savaş çıkardı. Hükümet dâhil hiç kimse bu kadarını beklemiyordu. G-7 ve AB’nin bir üyesi olan İtalya, bu psikolojik savaştan en kısa zamanda galip gelebilmek için Türkiye’de zamanında uygulanan önlemler-den daha sert olanlarını uygulamak zorunda kaldı. Tüm ülke-ye sokağa çıkma yasağı geldi, her türlü organizasyon iptal edil-di, işyerleri kapatıldı. Hâlihazırda dünyanın bir numaralı sanat ve turizm ülkesinin sokakları askerlere ve polise kaldı.

İtalya’da hükümet krizin en derin noktasına yaklaştığı Mart ortasında 25 milyar Euro’luk acil destek paketi açıkladı. Buna göre bu ekonomik paketin 3,5 milyar Euro’su sağlık hizmetle-rine, 10 milyar Euro’su ise evinde bekleyen ailelere ve iş yapa-mayan KOBİ’lere aktarılacak. (bigpara, 2020)

Bu pakete ilave ek ekonomik önlemleri de içeren paketlerin ülkede artacağı konuşuluyor.

AB’nin bir diğer ülkesi İspanya’da ise durumun İtalya’dan daha kötü olacağı uzmanlar tarafından söyleniyor. İspanya’da nüfusa oranla vaka sayısı şimdiden İtalya, Çin ve İran’ı geçmiş vaziyette. Bunun kuşkusuz en önemli nedeni İspanyolların da virüsün yayılmasını önemsemeyerek özensiz davranması. Akdeniz iklimin hüküm sürdüğü İspanya ve İtalya’da havaların sıcak gitmesi sonucunda sokaklardaki insan sirkülasyonu virü-sün bu ülkelerde yayılmasını hızlandırdı.

Ekonomik imkânları, gelişmiş diğer Avrupa ülkeleri kadar olmayan İspanya ekonomik paket ve teşviklerde diğer Avrupa ülkelerini geride bıraktı. Hükümet İspanya tarihinin en büyük seferberliğini ve kaynak kullanımını yapacak ekonomik ted-bir paketini açıkladı. Tam tamına 200 milyar Euro… İspanya yıllık GSMH’nin %20’sini COVİD-19’un verdiği tahribat için harcayacak. Bu paketin yarısı KOBİ’lere ve ailelere, geri kalan kısmı ise sağlık sistemine, eyaletlere ve diğer hükümet taah-hütlerine aktarılacak. Ayrıca İspanya’da OHAL ilan edildi. İs-panyol hükümeti kendilerine henüz mali destek sağlayamayan AB’yi ve NATO’yu ciddi bir şekilde eleştirerek Avrupa’da bu

konuda çıkan tek ses oldu. (bloomberght, 2020).COVİD-19 pandemisinden Avrupa’nın iki devi Almanya

ve Fransa’da etkilendi kuşkusuz. Fransa 45 milyar Euro teşvik paketi açıklarken bankaların şirketlere verecekleri kredinin toplamda 300 milyar Euro olacağını, KOBİ’lerin elektrik, su ve doğalgaz faturalarının askıya alındığını söyledi. Ayrıca Fransa daha önce özelleştirilen şirketlerin bu süreçte iflas et-mesini önleyebilmek adına kamulaştırılacağını ve yüz yıllık şirketlerin yok olmasına izin vermeyeceğini açıkladı. (Anado-lu Ajansı, 2020).

Almanya ise mevcut durumda en iyi durumda olan Avrupa ülkesi… Bunun en önemli ve belki de tek nedeni ise Alman hükümetinin halkına Robert Koch Enstitüsü’nün verdiği tav-siyeleri uygulatabilmesi. Alman halkının bu bilinci salgının henüz başında Almanya’ya büyük bir avantaj sağlamasının yanında hükümet şimdiye kadar yaklaşık 500 bin kişiye test yaptırdı. Ölüm oranı ise buna bağlı olarak binde beş civarında kaldı.

Almanya ekonomik tedbirlerde ise tarihinin en büyük eko-nomik yardım paketini açıklayarak işine gidemeyen kişilere ve işletmelere 756 milyar Euro yardım yapılacağını, bu paranın 600 milyar Euro’sunun büyük Alman firmalarına aktarılacağı-nı bildirdi. Böylece bu işletmelerin batmamasını sağlamakla birlikte işten çıkarmaların da önleneceği düşünülüyor.

Avrupa ülkeleri sırasıyla ekonomik paketlerini açıklarken virüsten kaynaklı hasta ve ölüm sayısı sokağa çıkma yasakları-na rağmen artarak devam ediyor.

29 Mart itibarıyla İtalya’da 92472 vaka ve 10023 ölüm, İs-panya’da 78797 vaka ve 6528 ölüm, Almanya’da 58247 vaka ve 455 ölüm, Fransa’da 37575 vaka ve 2314 ölüm, İngiltere’de ise 17089 vaka ve 1019 ölüm gerçekleşmiştir. (worldometers, 2020).

Özellikle İtalya ve İspanya’da son bir haftada ölü sayısı 300-900 arasında değişmekte ve korkunç bir yere doğru gitmek-tedir.

İtalya’da ölüm oranı Mart sonu itibarıyla en yüksek seviye-deyken vaka sayısında aynı tarihte ABD dünyanın zirvesine oturmuştur.

Trump, Mart başında en son eski başkanlardan Bill Clin-ton tarafından ilan edilen ulusal acil durumu ilan ederek er-ken önlem aldıklarını ilan etse de Amerika’da salgının yayıl-ması engellenememiştir. Trump bu konuşmayı yaptığında piyasaya 50 milyar dolar destek verileceğini açıklasa da ABD salgınla baş edememiş salgının en çok görüldüğü New York eyaleti başta olmak üzere tüm eyaletlerde Mart ayı içerisinde hayatın durma noktası gelmesi insana dayalı büyük bir hizmet ekonomisi olan Amerika’nın daha büyük önlemler almasına yol açmıştır. Trump senatoya salgından zarar gören kişiler ve şirketler için sırasıyla 850 milyar dolar, 1 trilyon dolar, 2 tril-yon dolar ve Mart sonu itibarıyla tam tamına 2,2 trilyon dolar yardım paketi sunmuştur. Bu yardım paketi ABD tarihinin en büyük yardım paketi olup dünyanın en büyük ekonomisinin

MAKALE

Page 34: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 202032

MAKALE

yıllık GSMH’nin %10’undan fazladır. Bu karar üzerine ABD ekonomisinin 2020 senesinin II. çeyreğinde Goldman Sachs %24, JP Morgan %14 küçüleceğini öngörerek salgının ABD ve dünyayı derin bir resesyona sürükleyeceğinin şimdiden sin-yalini veriyorlar.

ABD’de Mart sonu itibarıyla COVID-19’dan kaynaklı vaka sayısı 123828, ölü sayısı ise 2231 kişidir. (worldometers, 2020).

İşte, Aralık’ta Çin’de başlayan ve insan hareketliliği netice-sinde bugün Antarktika dışındaki tüm kıtalarda, yüz elliden fazla ülkede görülen COVID-19’un oluşturduğu tahribatın neticesi dünyayı siyasi, ticari, ekonomik ve psikolojik olarak içinden çıkılamaz bir hâle doğru götürmekte.

COVID-19, dünyanın bazı ülkelerinin kurdukları siyasi ve ekonomik birlikleri sorgulayacağı, önce hükümetlerin sonra ülkeler arası blokların değişebileceği bir geleceğe doğru ma-alesef bizlerle birlikte ilerlemekte. Avrupa Merkez Bankası, Avro bölgesindeki bankalara ‘‘Temettü dağıtmayın.’’ çağrısı yaparken dünyanın öbür yerinde başka bir rejimle yönetilen Küba’nın herhangi bir şart sunmadan İtalya’ya doktorlarını göndermesi, İspanya’nın AB ve NATO’ya karşı çağrılarına he-nüz yanıt alamaması, Merkez Bankaları tarafından oluşturulan likidite bolluğu ve salgından kaynaklanan işsizliğin salgın son-rası derin bir stagflasyona yol açacağı endişesi sadece birkaç görünen örnek aslında.

Son olarak demek istediğim, henüz bir aşı geliştirilemeyen ve DSÖ’ye göre aşı geliştirilmesi minimum 12-18 ay alacak olan COVID-19’a karşı kişisel tedbirlerimizi alarak, devletimi-zin bizlere söyleyeceği kurallar silsilesinde hayatımızı idame ettirmemiz. Hiçbir ekonomik ya da sosyal aktivite hayatımız-dan değerli değildir. Avrupalılar bu duruma biraz geç uyandı ama ülkemiz doğru yolda ilerliyor. Bizim yapmamız gereken de kendimize ve devletimize yardımcı olmak…

Kaynakça1.https://www.seyahatsagligi.gov.tr/Site/HaberDetayi/2212

(Erişim Tarihi:28.03.2020)2.https://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/kuresel-pandemi-huku-

metlere-kesenin-agzini-actirdi (Erişim Tarihi:29.03.2020)3.https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-51177538 (Eri-

şim tarihi:29.03.2020)4.http://bigpara.hurriyet.com.tr/haberler/ekonomi-haberleri/

italyadan-25-milyar-euroluk-destek paketine-onay_ID1460726/ (Erişim Tarihi:29.03.2020)

5.https://www.bloomberght.com/ispanya-dan-virusle-mu-cadele-icin-200-milyar-euro-luk-paket-2250114 (Erişim Tarihi: 29.03.2020)

6.hurriyet.com.tr. (2020, 03 28). https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi0/coronavirus-1-trilyon-dolara-maliyet-cikarabi-lir-41458058 (Erişim Tarihi:29.03.2020)

7.https://www.sabah.com.tr/ekonomi/2020/03/03/oecd-kure-sel-buyume-tahminini-dusurdu (Erişim tarihi:28.03.2020)

8.https://ticaret.gov.tr/yurtdisi-teskilati/orta-dogu-ve-korfez (Erişim tarihi:28.03.2020)

9.https://www.worldometers.info/coronavirus/#countries (Eri-şim tarihi:29.03.2020)

Ay bəxtimRübabə Sahib

Dəvə yüklü dərd payım var,Gözümdə yaş anbar-anbar,Altı hicran, üstü qübar,Gəl könlümü al, ay bəxtim.

Nakam ömür cövlanımın,Sınağı bitməz canımın,Ayırdığın sol yanımınGet yanında qal, ay bəxtim.

Dad vermir qürbətin balıDəyişdirir hey əhvalı,Səs yad gəlir, söz imalı,Bir az mehr sal, ay bəxtim.

Bu torpaq yatmır nazıma,Havalar uymur sazıma,Pozulan alın yazımaYenə qələm çal, ay bəxtim.

Rübabənin döndü üzü,Sildim otuz illik izi,Olmaram eşqin kənizi,Bu da qəza-hal, ay bəxtim!

Page 35: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 2020 33

ŞİİR

Ne diye davetsiz, destursuz geldin;Saldırdın Wuhan’a koronavirüs?Hıncını daha çok, yaşlıdan aldın;Dağıldın cihana koronavirüs.

Derdin ne, bu kadar hınç ile doldun?İsmin var, cismin yok; Azrail oldun!Bir anda hışımla korkuyu saldınO yana, bu yana koronavirüs.

Uykuda mıydın ki, birden ayıldın?Tez elden, dörtnala yola koyuldun.Çabuk temas ettin, hızlı yayıldınİnsandan insana koronavirüs.

Çok can telef ettin, çok canı yaktın,Hevesler söndürdün, umutlar yıktın,Suçluyu, suçsuzu içeri soktun;Sığar mı vicdana koronavirüs.

Bilinmez olunca günlerin ardı,Dünyayı korunma telaşı sardı.Okullar kapandı, fabrika durdu…Kâr mıdır bu sana koronavirüs?

İkibinyirmi’nin Şubat’ı, Mart’ı…Dünyada geçmedi eksiyi artı,Gerçeği gizlemez çekilen örtü;Döküldün destana koronavirüs.

Altmışbeş üstüyüm, büyük sözü tut;Yapacak işim çok, gel de insaf et.Çulun partalını topla, çekil, git;Uyma kör şeytana koronavirüs.

Düşündüm, taşındım; kabahat bizde;Sevaptan eser yok, günahlar dizde!Kâfir, zaten kâfir; Müslüman, sözde!Muhtacız imana koronavirüs.

Birer Deli Dumrul dünyanın beşi;Zulümde her biri Nemrut’un eşi,Harlandı durmadan fitne ateşi;Sen çıktın meydana koronavirüs.

Uygur kan ağlıyor, Türkistan yasta!Kudüs feryat eder, Filistin hasta…Hakta, adalette tutarak teste;Git, bulaş azana koronavirüs.

Rusya kara çizgi, Çin siyah nokta,Amerika şaşkın, Avrupa şokta…Mazlumlar çaresiz, kurtuluş Hakk’ta;Koşarız dermana koronavirüs.

Melanet kusuyor hayatın seyri,Kimsenin, kimseye olmuyor hayrı!Düşünülmez oldu nefisten gayrı,Düşmüşüz isyana koronavirüs!

Ad kavmi, Lût kavmi ve diğerleri;Şirkte, azgınlıkta gitti ileri.Belaya uğradı öteden beriUymadı izana koronavirüs.

İnsanlar paklasa manevi kiri;O zaman insanlık olur dipdiri,İlimle, irfanla alıp tedbiri;Sığınır Rahman’a koronavirüs.

Türkiye’m zamanlı tedbirler aldı;Zaten gönüldeydi, gönülde kaldı.Korkulan olmadı, beklenen oldu;Aldırmam bühtana koronavirüs.

Türedi soyguncu, çoğaldı kâhin;Her kafadan bir ses, karıştı zihin.Ben garip Lütfü’yüm, insanlık için;El açtım Sûbhan’a koronavirüs.

KORONAVİRÜSLütfü KILIÇ

Page 36: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 202034

Uyanmak istemeyen tembel bir vücut ve inatla çalan alarm. Elimi kaldırıp alarmı dahi susturmaya gücüm yet-miyor. Düşünüyorum, sözde ben bir insanım, hür irade-si olan bir insan. Aman, onu sustursam da susturmasam da aynı. Çalar çalar susar, neden kendimi yorayım? Ça-lıyor biraz daha ve sanki “dilimde tüy bitti, yeter artık!” dercesine susuyor. İşime geliyor bu durum. Uykuyu çok severim. Yemek yemek derseniz üstüme yok. Bir günü-mü ikiye ayırabiliriz, uyumak ve bir şeyler yiyip içmek. Az sonra annem gelip uyarır düşüncesiyle geri dalıyo-rum rüya âlemine.

Alevlerin içinde yüzen ama asla yanmayan kayıklar, gökyüzünde uçuşan garip varlıklar, bir anda imkânsızla-rın oluverdiği garip bir âlem... Evet, rüya âlemi. Bazen ıs-sız bazen de çok kalabalık. Aman Allah’ım, neler oluyor? Ne kadar korkunç derken birdenbire uyanmak isteme-yeceğim ve hiç görmediğim cennete benzetebileceğim bir diyar. Rüya üstüne rüya, saymaya aklım yetmiyor, görmüşümdür bir şeyler daha. Hatırlamıyorum fakat en son yüzüme sertçe çarpan bir su ile uyanıyorum. Aman Allah’ım! Saat, saat... Yanlış mı görüyorum, öğleyi geç-miş, bir olmuş. Bu olamaz. Annem beni kaldırmalıydı, annem nerede, annem neden beni kaldırmadı? Bugün bir iş görüşmem vardı, unutmuş olamaz.

Annem, benim yaşama sebebim daha doğrusu beni yaşatan kadın. O olmasa sanırım bu dünyaya ayak uy-duramam. Elim kolum her şeyim o benim. Fakat bugün neden beni kaldırmadı, bugün iş görüşmem vardı. Evet, bugün. Dün demeyi mi unuttum? Belki mutfaktadır, en-fes yemekler yapıyor olabilir yalnız hiç koku yok. Fazla düşünmeye gerek yok. Artık kalkmam lazım.

Terliğimin biri dağınık olmama isyan edip kaçmış ol-malı ki meydanda yok. Aramaya vaktim yok zannımca. Yalınayak gidiyorum mutfağa doğru. Annem olsa “Ne bu hal, hasta olacaksın.” der, isyan edip kaçan terliğimi eliyle koymuş gibi bulup bana verir. Ama yok işte. Mut-fakta da yok. Dolabın üstünde bir not. Semra Komşu hastalanmış, hastaneye gitmiş. Anladım neden olmadı-ğını ve beni neden uyarmadığını.

Kızamıyorum anneme. Kızmaya da hakkım yok. İşsiz güçsüz biriyim. Annemin eline bakıyorum. Çocukluk-tan beri böyleyim. Kitap okumaz sosyal medya denildi mi hepsinden söz edecek laf bulur, hepsiyle haşır neşir olurum. Kadıncağız da yıllardır bıkmıştır bu tembel

benden. Aslında bugün iş görüşmem olduğunu bilse kaldırırdı. Dün demedim, unuttum. Neden mi? Sosyal medyada mesajlaşmak ve gezinmek beni bu âlemden götürdü, yemeğin başına bile annemin zoruyla geldim. Akılsız ben ve başıma gelenler. Eğer iş görüşmesine git-seydim bu sefer elim bir iş tutacaktı, annemi de bu kadar yormayacaktım. Yine boşta kaldım. Neyse ya, fazla dü-şünmeye gerek yok. Olacağı buymuş. Temelli mutfağa gelmişken biraz midemizi sevindirelim.

Beceriksiz ben, bir insan ne kadar sakar olabilir, her işi annem yaparsa, anneme yaptırırsam olacağı bu. Mü-zik dinliyordum, arka cebimde telefon. Ee mutfağa sa-dece yemek için giren ben çaydanlık yerini bilmeyince tırmandım raflara yukarı. Çat diye bir ses. Ne olsa beğe-nilir? Telefonun ekranı gitti. Şimdi hayat damarlarımdan biri kopmuş, sevdiğim dostlarımca terk edilmiş gibiyim. Aman Allah’ım. Bugün başıma gelen gelene. Önce iş gö-rüşmesini kaçır, şimdi telefonum kırılsın. Annem gelene kadar biraz dışarı çıksam iyi olacak yoksa can sıkıntı-sından kendim de telefonum gibi olacağım, gerçi onun şimdiki işe yaramaz haliyle benim halim arasında pek bir fark yok. İkimiz de sadece varız. Ben yer, içer yatarım. Ekranı giden telefonum ise şarj olur ve yatar. Aldığımız tüm enerjiyi de yatmakta kullanıyoruz.

Belki bugün değişim günüdür. Canım daha da sıkıl-madan evden çıkmam lazım. Telefonum yok, kendimi bir garip hissediyorum. Ne yapmam lazım onu bile bil-miyorum. Parka insem, biraz hava alsam yetecek gibi. Nasıl olsa yarım saate geri dönerim. Hava sıcak, kabana falan gerek yok. Ayakta spor ayakkabı, çık böyle dışarı. Anahtar cebimde, koşuyorum evin köşesine. Düşünü-yorum, hayat ne güzelmiş bakmayı bilince.

Az ileride park var. Parkta küçüklü büyüklü onlarca insan. Kimisi elinde şişler ile örgü örüyor, kimisi bir bankta oturmuş kitap okuyor, kimisi salıncaktan kaydı-rağa koşuyor, kimisi de mini minnacık tüylü bir dostuyla çimenlerin üstünde yuvarlanıyor. Rengârenk bir hayat ve ömrü buyunca bu hayata şahit olamamış ben. Üzül-müyorum, geç olsa da gördüm bu güzellikleri derken bir anda bu görüntüleri bir bir çekip sosyal medyada paylaş-mak istiyorum. Binlerce yorum, binlerce beğeni. Artık benim için asosyal da diyemezler fakat bunları ölümsüz kılmak için ne bir fotoğraf makinem ne de paylaşmak için bir akıllı telefonum var. Bütün derdim geri yükle-

CAHİLLİĞİME VERİNAyşe BULUÇ

DOSYA/HİKAYE

Page 37: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 2020 35

niyor omuzlarıma. Düşüp ekranı kırılan bir telefon ve sokakta, bu koca parkta yalnız kalan ben.

İleride bir bank boş. Asık bir suratla ona yöneliyorum. Tam oturacağım derken bir değnek ayağıma çarpıyor. “Afedersiniz, iste-meden çarptım. Oturacak bir bank arıyor-dum. Buraya yönlendirdiler. Göremediğim için sizi fark edemedim. Lütfen kusuruma bakmayın.” Bu cümlelerden sonra dilim lal olmuş gibi susuyorum ve yutkunuyorum. Sonra banka buyur ediyorum. Yan yana oturup bir sohbetin kapılarını açıyoruz. Doğrusu konuşmayı çok bilmem. İnsan-larla aram da çok iyi değildir. Fakat bugün bir dönüm noktasına gelmiş gibi her şey farklılaşıyor. Bugün konuşmam, insanların arasına karışmam lazım. Yoksa yalnızlık içinde yok olacağım.

Sohbetin kapıları şiir ile aralanıyor. Hayatta renkleri hiç görmemesine rağmen tüm renkleri ile hayatı bana anlatmaya başlıyor. Cahit Sıtkı Tarancı’dan “Memleket İsterim” şiirini okuyor.

“Memleket isterim Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun; Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun; Kış günü herkesin evi barkı olsun. Memleket isterim Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun; Olursa bir şikâyet ölümden olsun.”

Az önce beynimi talan eden farklı düşünceler bir anda yerini yaşama sevincine bırakıyor. Telefon yahut sosyal medya olmasa da insanın yalnız kalmayacağını, dağdan taştan dahi dost bulunabileceğini anlıyorum. Görme engelli olmasına rağmen bana görmeyi öğreten dosta başıma gelenleri ve eskiden ne olduğumu anlatıyorum. Anlattıkça nasıl bir hayat yaşadığımı aslında elimde her imkânın olmasına rağmen nasıl bir hayat yaşayamadığı-mı anlıyorum ve her seferinde tekrar tekrar kızıyorum kendime. Sesimden ağladığımı anlayan dost, gözümden gelen yaşları siliyor. Adımı soruyor tüm samimiyetiyle. Ağlamaklı bir halde “Enes” diyorum. Yirmi beş senelik can dostummuş gibi bir eda ile “Ben de Âdem.” dedi.

Âdem o an gözlerimi açtı, beni gafletten uyardı. Böyle bir can dostu annemle tanıştırmak istedim ve eve davet ettim. Davetimi kabul eden dostum ile eve doğru yol alıyoruz. Sabah burnuma gelmeyen mis kokular şimdi dış kapıdan bizi karşılıyor. Cebimdeki anahtarı unutarak kapıyı çalıyorum. Annem hemen kapıyı açıyor. Uzun zamandır yanımda bir arkadaşımı görmemişti, hayretle bana ve Âdem’e bakıyor. İçeri davet ediyor. Hep beraber içeriye geçiyoruz. Başıma gelenleri bu kez de anneme anlatıyorum fakat hiç ağlamaklı değil, Âdem ile gülerek.

İş görüşmesine gidemedim ve telefonumdan oldum. Âdem bir okulda görevli, getir götür işleri için birine ihtiyaçları varmış. Yemek arasında böyle bir teklifte bu-lunuyor. “Yarın da alarmını kapatıp uykuya dalmazsan seni bir de biz iş görüşmesine bekleyelim.” diyor. Geç-mişim koca bir kayıp, bu kaybı cahilliğime verin. Gele-ceğim belki de gök kuşağından daha renkli, baldan daha tatlı, altından daha değerli. Bunu da uyanmama vesile olan, elimden tutan ve sosyal medyanın hayatımızın tek ögesi olmadığını, telefonsuz da yaşanabileceğini, ona bağımlı olmadan da hayatın ilerleyebildiğini gösteren Âdem dostuma verin.

Gerçeklere uyanacaksınız bir gün uyuyakalın, ger-çekleri görecekseniz ve hayatınızda büyük değişiklikler olacaksa bir kez geç kalmış olmaktan dolayı hayattan vazgeçmeyin. Bir şeyler ters gitti diye asla kötümser ol-mayın, hayat her zaman bir şeyleri öğretme peşindedir. Güler yüzünüzle her zaman bilgiye ve değişime aç olun. Nerede ne çıkar hiç belli olmaz, sizi alarmı ile uyaracak, sosyal medya ile sizi bağımlı kılacak telefonlar değil ger-çeklere gözünüzü açtıracak ve sizi hayata bağlayacak ar-kadaşlar edinin.

DOSYA/HİKAYE

Page 38: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 202036

PİYES

Mart ayı gelince şöyle bir derin nefes alırız.Önce 12 Mart İstiklal marşımızın kabulünü, akabinde

18 Mart şehitlerimizin, Çanakkale’nin tarihi önemini gönüllerimizde duyar; bu cennet vatanı bize armağan eden şehitlerimizi ve İstiklal şairi Mehmet Akif Ersoy’u rahmetle anarız.

Bir milletin hasta yatağından kalkması, makûs kaderini imkânsızlık hazinesine sahipken, yokluğun çizgisinde inanç ve iman sermayesi ile nasıl aştığını; sabırla, birlik, beraberlik ve seferberlikle nasıl dünyanın en kirli düşünce ve zihniyetine sahip yenilmez denen güçlerini yendiğini görürüz Çanakkale‘de.

Bu kutlu direniş bu kutlu zafer ve bu kutlu inancın kahramanlarını unutmak, yâd etmemek, kayıpların ve ayıpların en büyüğü olsa gerek.

İşte biz de, Anadolu Eğitim Bilim ve Kültür Vakfı olarak her sene düzenlediğimiz Çanakkale‘yi anma etkinliğimizin kararını Ocak ayında aldık. Şubat ayında provalara başladık ve son hızla provalarımıza devam ederken maalesef ülkemiz ve tüm dünyaya musibet olan Korona’nın ayak basmasıyla, sırasıyla, ülke ülke milletler evlerine çekildi ve biz de 11 Mart’ta provaları ve tiyatro tarihini sorumluluk bilincinde erteleme kararı aldık. Konusu açılmışken Korona ile ilgili değinmeden geçilmeyecek bir husus arz etmek istiyorum. Başa gelen her olayda bir hikmet görmeli ve bu hikmeti izah etmeli arif olan... Okumalı; kâinatı, doğayı ve olanları neden, niye ve ne için sorularıyla, olumlu çözümler için sorgulamalı işine karışmadan yaratanın ve kendisine hadiselerden sonuç çıkarmalı diye düşünüyorum.

Her gün televizyon karşısına geçip, kaç ölüm kaç hasta çetelesini bırakıp, üstüne düşen tedbirleri alıp, zamanını değeri ölçüsünde geçirmeli; bunu fırsat kollayan şeytan ve şeytanın vesveselerine, evhamlarına kıymet atfetmeden hayatına ve hayırlara devam etmeli, bu zamanını değerlendirmeli. Bu sebepten ötürü ailenin, kardeşliğin, akrabalığın, sağlığın, özgürlüğün kıymetini anlayıp sonsuz şükür etmeli ve ölüm gerçeği ile hizalanmalı. Vatanımızı, ülkemizi ve İslam âlemini içinde bulunduğu bu çaresiz durumdan Rabbinin güç ve kuvvetine sığınarak aşacağına inanıyor ve hastalarımıza şifalar diliyorum.

Durum böyle olunca; malum 21 Mart’ta sizlerle birlikte olacağımız ve sergileyeceğimiz kendi yazmış ve derlemiş olduğum Çanakkale gösterimiz ertelendiğinden mütevellit hem özet hem de birkaç kesit ile kısaltılmış halini sizlerle paylaşmak istiyor ve iyi seyirler diliyorum.

***

“Güdülelmehacılı Köyü’nden Hacıoğullarından Mehmet oğlu Mustafa’nın ve Çanakkale de cephede çarpışan şanlı şehitlerimizin hayatlarından uyarlanmıştır.”

Eserimizde, Birinci Cihan Harbi’nde Kafkas ellerinde esir düşen, Güdülelmahacılılı Mustafa Efendi’nin hayatını günümüz zamanından Birinci Cihan Harbi’ne oradan Çanakkale Savaşı’nda yaşananları anlatması konu alınır.

ÖN SAHNE(Baba ve gelin evde oturur; babanın torunu da evdedir.

Gelin dede ve torun konuşması olur o sıra Yüzbaşı Ozan içeri girer ve konuşmaya dâhil olur dede de kendi dedesi Güdülelmahacılılı Mustafa Efendi’nin hayatını anlatmaya başlayınca birinci sahne başlar.)

Büyükbaba: Eee gelin, bir televizyonu açalım da haberlere bakalım.

Gelin: Açmasak mı babacığım, haberleri duydunuz mu? Yine şehit haberleri. Bu her şehit haberinde içime ateş düşüyor.

Büyük baba: Ne olmuş kızım? Hayır olsun.Gelin: Dün gece, sınır ötesi Mehmetçiğimize hain bir

saldırı düzenlenmiş her zamanki düşman kapıya dayanmış hain bir saldırı babacığım.

Büyükbaba : (Baba biraz fenalaşır. ) Allah‘ım Allah‘ım sen koru, İdlib mi kızım?

Gelin: Doğrudur babacığım. İlk açıklamalara göre dokuz şehidimiz… Evlere ateş düştü babacığım. Ozan’ı da gece geç vakitte komutanı çağırdı geceden beri gözüme uyku girmiyor.

Büyükbaba: Sen içini ferah tut kızım, Allah büyüktür.Gelin: Ne istiyorlar bizden babacığım? Sınırlarımız

içinde sene geçmiyor ki nefes aldırmıyor, huzur vermiyorlar…

Büyükbaba: Kızım, Şam, yani Ortadoğu’nun halini görüyorsun; amaç bizim ülkemiz. Oraları karıştırıp bize sıçratmaya çalışacaklar!

BU SEVDA BAŞKA SEVDA-Çanakkale-Hakkı Mehmet YANMAZ

Page 39: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 2020 37

PİYES

Gelin: İçeriden yapamadıklarını dışardan yapmaya çalışıyorlar, diyorsunuz babacığım.

Büyükbaba: Evet, içeriden ülkemizi karıştırmaya çalıştılar, teşebbüs ettiler, çok şükür başaramadılar! Anarşi ile yapmaya çalıştılar! Beceremediler! Dini kullanmak istediler! Halkın vicdanları gereken cevabı verdi! Sağ sol dediler, yapamadılar! Alevi Sünni dediler, Aleviler, Sünniler bir oldu! Türk Kürt dediler, Kürt Türk ‘e Türk Kürt ‘e sahip çıktı! Şimdi yıllar önceden yapılmış planları…

Gelin: O zaman Suriye, Irak amaç değil babacığım? Amaçları biziz öyle mi?

Büyükbaba: Öyle kızım, öyle. Tarih bir tanedir ve tarih bir kere yazılır! Ruhları şad olsun atalarımız da o tarihi bir kere yazmışlar! O şanlı neslin torunları gerekirse o tarihi bir daha yazarlar kızım

Gelin: Ve bir daha yazmamızdan korkuyor, sürekli saldırıyorlar.

Büyükbaba: Bunu da işte içeriden yapamayınca... Çok çalıştılar şükür olmadı, Mevla’m müsaade etmedi. Şimdi Müslüman komşuları kullanarak yapmaya çalışıyorlar, Müslümanın Müslümana ettiğini hiç bir küffar etmemiştir.

Gelin: Bir yolu yok mu babacığım? Bunun bir yolu olmalı.

Büyükbaba: Var kızım, var! Olmaz mı?***Merakınızı celp eden bu bölümün devamı için sizleri

tiyatromuza bekliyoruz...Ve son olarak Çanakkale Cephe Sahnesinden paylaşmak

istediğim bir kaç sahne:NEZAHAT ONBAŞI SAHNESİAnlatıcı: Nezahat’ın  annesi vakitsiz  ölmüştür. Babası

Miralay(Albay) Hafız Hamid Bey ise Çanakkale’ye gitmek zorundaydı. Ölümüne savaşacaktı. Küçük Nezahat hiç düşünmeden kararını verdi. Bunu da babasına esas duruşta bildirdi.

Albay: Kızım. Nezahat Çanakkale…Nezahat: Biliyorum babacığım. Seferberlik ilan edildi,

topyekûn tüm millet savaşa gidiyoruz.Albay: Askerlik yaşa gelmişler, gönüllüler…Nezahat: Ben babacığım? Annem yıllar önce vefat etti,

kimimiz var, ben ne olacağım?Albay: Kızım cephede durumlar zor, çetin şartlar

var! Babanı bekle demiyorum, diyemiyorum. Gidip de dönememek var. Bir yol çaresine bakacağız, kendine bakacak yaştasın.

Nezahat: Babacığım kendime bakacak yaşta olduğum doğru! Çaresine de bakarız, ölüm hak şehitlik de kutsal mertebe diyecek bir şeyim yok! Lakin senden ayrılması… Ben senden ayrılamam babacığım! Hem anne hem baba oldun. Burada senden uzakta yaşayamam!

Albay: Kızım, gitme mi diyorsun bana?Nezahat: Hayır babacığım, affına sığınırım haddim yok

sizi peygamber ocağından uzak kaldırmaya. Sen beni savaş

türküleri ile büyüttün. Sevda derken aklıma bu yaşıma kadar sadece vatan geldi; vatan aşkıyla büyüdüm. Nasıl gitme derim?

Albay: Ya öyleyse kızım? Başka çare yok! Elimden bir şey gelmiyor. Bırakacağım kimsem de yok Allah’tan başka. Bu ayrılık alın yazımız sabır azığımız olacak kızım!

Nezahat: Ayrılmam babacığım, ayrılamam! Neden anlamıyorsunuz? Annemin yokluğunu hissettirmeyen sendin. Şimdi senden ayrı kalırsam, ailesiz, kimsesiz kalacağımın farkında mısın? Tek direğimsin benim. Ayrılırsam senden, üstüme yıkılır her şey, yaşayamam!

Albay: Anlamıyorum seni kızım, ne yapmamı istiyorsun?

Nezahat: Ben de sizinle geliyorum Miralay’ım!Albay: Ne demek bende geliyorum? Ben de geliyorum

ne demek? Savaşa gidiyoruz, cepheye, bombaların kurşunların tam ortasına!

Nezahat: Doğru, bombaların kurşunların tam ortasında babamı yalnız bırakmayacağım işte.

Albay: Bu söylediklerini senin kulağın işitiyor mu?Nezahat: Babacığım vatan söz konusuysa cinsiyetin var

mı önemi? Beş tane erkeği yere sererim evelallah.Albay: Bilirim serersin, bilmez miyim? Mektepte

erkekleri dövmenle meşhurdun, olmaz öyle şey bile bile kızımı ölüme götüremem!

Nezahat: Bile bile ölüme giderim diyorsun. Sen öldükten sonra ben yaşayabilir miyim sanıyorsun?

Albay: Aynı şey değil kızım.Nezahat: Daha kötüsü burada her an her saniye senim

merakınla can vereceğim orda ölüme giderken burada kızını ölüm acıları ile baş başa bırakacaksın!

Albay: Keşke söylemeden gitseydim.Nezahat: Gelirdim. Çıkar bir yolunu bulur, cepheye

yanına gelirdim.Albay: Söz dinlemeyeceksin değil mi? Her zaman ki

gibi, annen de senin gibiydi hiç dinlemedi beni, anasının kızı işte!

Nezahat: Estağfurullah babacığım. Söz dinlememek değil, hem vatan benim de vatanım, hem kimsemiz yok, bakarsın şehadetle onurlanır annem sen ben cennette buluşuruz?

Albay: Ah kızım canım kızım, ne desem boş biliyorum.

Page 40: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 202038

Seninle başım dertte, şöyle sendeki deli cesareti olan beş askerim olsa, dize getirirdim gâvur tohumlarını da... Yalnız askeri düsturlara harfiyen riayet edilecek, itaatsizlik gösterirsen kitlerim seni ona göre!

Nezahat: Emredersiniz komutanım!Albay: Peki bakalım, düş arkama asker!Anlatıcı: 70. Alay komutanı Miralay Hafız Hamid

Bey’in gözleri yaşarmıştı. Şöyle   bir düşündü: Kızına bakacak hiç kimse yoktu. Fazla düşünmeye gerek görmedi. Çünkü bu savaş akıl, mantık dışı bir savaştı. Onca ‘olmaz’ın yanında bunun ne önemi vardı?

Birlikte Çanakkale’ye, 70. Alaya katıldılar. Küçük kızının yüzünden Alayın adı ‘Kızlı Alaya’ çıktı, Ama ikisi de buna aldırmıyordu. Burada önemli olan, doğru düzgün savaşmaktı. Ve küçük Nezahat, babasının yanında tam 3 yıl bulundu. O süre içinde verilen tüm savaşlara katıldı. Çanakkale’den sonra İstiklal Savaşı… Küçük Nezahat biraz büyümüş olsa da hala babasının yanında.

Yer: Gediz Cephesi…70. Alay Yunan kuvvetlerinin amansız saldırısı

karşısında bozulmuş, asker dağılmaya, dağınık bir şekilde geri çekilmeye başlamıştır. Küçük Nezahat yine sahnede. Geri çekilen askerlerin önüne kale gibi durmuş, kollarını sonuna kadar açarak bağırıyor:

(Karanlık sahnenin gerisinden Nezahat sahneye girer)“Ben Babamın yanında ölmeye gidiyorum, siz böyle

böyle nereye gidiyorsunuz?”(Der ve anlatıcı sonuna kadar donuk bekler)Onu duyanların yüzünde müthiş utanmışlık duygusu…

Küçük bir kız cesaret dersi veriyor. Geri dönüyorlar. Tekrar siperlerine dönüyorlar. Savaşa devam ediyorlar. Askerlerden çoğu şehit oluyor, ama düşmanın Anadolu’da ilerlemesi de engelleniyor.

Küçük Nezahat artık onbaşıdır.***Çanakkale cephesinden tebessüm ettiren saka Hüseyin

sahnesi:Saka Hüseyin: Hadi bakalım Kırba Bey! Büyük Anafarta

köyünün üstünden doğru 35. Piyade Alayı siperlerine… Hadi be yaaaaavv! Top mu taşıyom, barut mu taşıyom, su su değil bildiğin mühimmat mübareeek.

Neyse şimdi memlekete varınca anlatır dururum, şöyle su taşıdım böyle su taşıdım diye.

(Arkasına Fransız askeri takılır bir birlerine sus işareti yaparlar Sessizce yürürken yanı başında karaltı belirdi. Anlamadığı bir dille komut verdiler. Dillerini anlamıyordu, ama üzerine çevrilmiş namlunun dilinden çok iyi anlıyordu.)

Saka Hüseyin :“Dellenmeyin hele.” (dedi gülerek) Durun acık. Suyu size getiriyom len, sevabına, kumandanınıza ulaşıverin hele…”

(Saka Hüseyin durmadan su damacanalarını gösteriyor parmaklarını omzuna bastırıp “rütbe” işareti yapıyor ve

durmadan,) “Saka Hüseyin: Gumandan gumandanYaptığım plan gereği Anzak komutanla görüşmeliyim.(Dedi kısık sesle ve dudağından gülümsemesini

eksik etmiyordu.) Size demedim, gumandan diyom. Gumandaaaaaannn!

(Alıp komutana götürdüler. Saka Hüseyin komutanı karşısında görünce selam durdu.)

Saka Hüseyin: Emret!” “Gavuroğlu gâvur”(Hala gülümsemekte berdevamdı. Kendinden emin

hali, özgüveni, lütufta bulunurmuş gibi gülümsemesi, komutanın merakını kamçıladı.)

Düşman Komutan: Ne istiyorsun?Saka Hüseyin: Ben ne istiycem, gülümsemesini

bozmadan, -Allah’ıma bin şükür her bi şeyimiz tamdır.Yalnız benim öz gumandanım susuzluk çektiğinizi

duymuş. Gâvurcuklar susuzluktan kırılmasın, yazıktır, diyerekten bu suyu gumandanınıza gönderdi. Aha ben de getirmiş oldum.

Düşman Komutan: Ne demek su getirmek düşmana! Delirdin mi, çıldırdın mı, olur mu hiç cephe de düşman cepheye su getirmek?

Saka Hüseyin: Valla olacak şey değil şordan dönüyordum bi an dedim şurdan gidem be ya nolcek gördüm nolcek

Düşman Komutan: Ne,ne, ne?Saka Hüseyin: Yahu çok susamadınız mı gayri ahan da

su menbaları bizim elimizde. İsteeeer için ister susuzluktan geberin gidin

(Yalanarak sordu,)Düşman Komutan :“Zehirlemediğiniz ne malum?”Saka Hüseyin :“Zehirlemeyiz, biz mert insanlarız,

kalleşlik neyin bilmeyiz, siz olsanız başka…”Komutan : (Komutan da Trakyalı gibi konuşmaya

başlar ) Alıvercem canını ha şurda, yetti gari, gaşınıyon savaş halindeyiz. Accık savaşı gibi duruver.

Saka Hüseyin: Ahan da komutanı da kendimize benzettik. Yahu niye tereddüt esiyorsunuz, kolayı var. Şu damacanalardan bir bardak dolduruveren de içiverem. Zahir ben de susamışım.”

Yine gevrek gülüşü eşliğinde ekledi:Düşman Komutan : (öhö öhö öksürür şivesi düzelir)

Mantıklı.Saka Hüseyin :“Ölüp gidersem zehirlidir içmezsiniz,

kalırsam temizdir içersiniz. Gumandanım böylece tembih etti.”

Verilen suyu kana kana içti. Ağzını da sildikten sonra:Saka Hüseyin: Geçmişlerinizin… Tam rahmet

okuyacaktım kiiiiiiii…(Durup seyirciye yönelir) Müslüman değilsiniz,

okusam da gitmez, -diye mırıldandı.Ancak Teğmen bu ikramdan çok etkilenmiş, hatta

mahcup olmuştu. Neredeyse ağlayacaktı.

PİYES

Page 41: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 2020 39

Hüseyin’i kucaklayıp iki yanağından öptükten sonra, getirirken Hüseyin’i tartaklayan devriyelere bir güzel çıkıştı. Nihayet Hüseyin’i sipere götürdü. O zamana kadar Hüseyin’in rüyasında görmediği konserveler ikram etti. Sigara tuttu. Kahve içirdi. Çikolata yedirdi Hüseyin evelallah hiçbirine “hayır” demiyor, ne zamandır kursağına doğru düzgün yiyecek girmediği için ha bire yiyordu. Daha bir sürü şey verdiler. Hüseyin hiç istifini bozmadan verilenleri paket yapıp sırtına yükledi, dudaklarından eksik etmediği o gevrek gülüşü eşliğinde...

Yabancı asker: Saka unutma savaştayız. Bugün olmadı ama yarın karşımıza çıkma! Biz buraya can almaya geldik.

Saka Hüseyin: Bizim can vermekten korkan tarafımızı mı gördün düşman. Siz can almaya, biz size insanlığı, imanı ve cesareti öğretmeye geldik. Eveeeeet, bir canımız var yalnız her şeyin bir vakti var. Sen Türkleri ölümle mi korkutabileceğini sanıyorsun? Silahsız, süngüsüyle cephede savaşan Türk görmedin herhâlde! Biz Türkler ölüme gülerek koşarız. Ölüm er meydanında düğün alanıdır bizim için düşman. Kalın sağlıcakla be ya… ” ( kendi siperlerine dönmek üzere karanlığa daldı.)

Uzun zamandır dönmediği için artık vurulduğunu düşünen arkadaşları Saka Hüseyin’i sapasağlam karşılarında görünce afalladılar. Hele sırtındakini önlerine koyunca, ne diyeceklerini şaşırdılar.

Zabit muzaffer: Bu gelen saka Hüseyin değil mi? Yahu, seni esir düştü sandık. Bir gittin gelmedin. Öldü dediler.

Saka Hüseyin: Ne ölmesi ya öyle kolay mı? Karşıdaki gâvurcuklarla biraz çene çaldık zabit muzafferim bunlarda ganimetler…

***Yarbay Hasan, Kınalı Hasan, Ali Çavuş, Zabit Muzaffer,

Seyit Onbaşı, Alay İmamı ve daha nice askerlerimizin cephede yaşadıkları olaylar ile şehadetleri, tiyatromuzda geniş zaman ve geriye dönüş kavramlarıyla, anlatıcı oyuncu kullanılarak tiyatroya zenginlik katıldı ve sizler için hazırlandı. İleriki bir tarihte gösterimi olacak tiyatromuza tüm değerli okurlarımız davetlidir. En kısa sürede tiyatro sahnesinde buluşmak üzere…Hoşça, huzurla, sağlıcakla kalın.

23 NİSANAbdulkadir TÜRK

Senin için çocuğum.Yıldızlar topladım bir bir.Gecenin dallarından.Hilâl avuçlarıma.Bugün bayram.Bugün 23 Nisan.

Mavi çelenkler sun bahara.Papatya gülüşlü.Gül kokulu. Mutlulukla dolsun.Yurdumda her insan.Yasak et hüzünleri kendine.Bugün 23 Nisan.

Kalk çocuğum kalk.Bak talihine bak.Hilâlin şavkıdır yüzlere vuran.Zaferin gururudur bakışlarda duran.Hürriyet marşıdır mehterdeki ses.Rabbine şükret, atalarını saygıyla an.Helâldir sana aldığın her nefes.Mutluluğunu göklere as.Huzurla dolsun bugün.Ülkemde her insan.Bugün 23 Nisan.

PİYES/ŞİİR

Page 42: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 202040

Dostdillerin Mustafa ismi ile aslında bir Anadolu insanının saf, temiz ve mü’minliğe yakışan bir hikayesini anlatacağız.

Dostdillerin Mustafa, 1931-1982 yılları arasındaki elli bir yıllık ömrünü bereketli yaşamış, imkansızlıklara rağmen , insanlara faydalı olmak için, cep zenginliğinin olmazsa olmaz olmadığını ; samimiyetin ve gönül zenginliğinin yeterli olduğunu göstermiştir. Beddua eden değil , dua eden, dua alan bir insan olmayı başarmış bir gönül insanıdır.

Yaşanmış bir insan öyküsüdür Dostdillerin Mustafa.. Anadolu insanının ve örnek bir müslümanın hikayesi.

Bu öyküde; Haline razı olmanın ne demek olduğunu, asıl

zenginliğin Peygamberimiz (sav)’in  “Gerçek zenginlik mal zenginliği değil gönül zenginliğidir”  hadisindeki hakikati hatırlıyoruz.

Öyküde; “sizin en hayırlınız insanlara en çok faydalı olanınızdır “ hadisine uygun olarak insanlara yardımcı olma çabasını görüyor ve bu çabayla verilen gözden çıkarılanların  şimdinin yorumuyla “çoluk çocuğun geleceğiydi” denilecek dünyalığın verildiğine şahit oluyoruz.

Ya da Kur’an ifadesiyle; “Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah, iyilik edenleri sever.” (Al-i İmran-134) ayetine uyan bir davranışı görüyoruz.

Dostdillerin Mustafa’nın eşinde ise; zorluklar içinde aile olmanın ne demek olduğunu, bir kadının , zorluklar ve infak tercihleri karşısında günümüz kolaycılığıyla “bana gün göstermedin ,bizim de bir ailemiz var, önemsemiyor musun, istersen ayrılalım?” kolaycılığı ya da sorunlar karşısında çabuk pes etmek yerine nasıl kocasına dağ gibi arka durduğunu ve bir aile mücadelesinin ne demek olduğunu görüyoruz.

Mazlumun, garibin yalnızlığında ve sahiplenilmeyip kaderlerine terk edilişlerinde onlara cesaretle sahip çıkan gözü kara, cesur bir anadolu yiğidini tanıyoruz. 

Helal lokmanın önemini, helalde sabrın ciddiyetini anlıyoruz. Hayatta karşımıza çıkan zorluklar karşısında havlu atıp “ psikolojim bozuldu, ben bittim, psikolojik sorunlarım var, stres yaptım” gibi haller yaşamak ,

üzüntüler altında yığılmak yerine soğukkanlı bir şekilde “ ben bu sıkıntıyı nasıl aşarım” diyerek çözüme dair düşünüp üreten ve sonrasını da Allah’a havale edip O’na teslim olmanın doğru bir tevekkül şekli olduğunu bir kez daha hatırlıyoruz.

Ayrıca yine Allah’ın biz müminlere emri olan “İyiliği emredip kötülükten vazgeçirmek “ demek olan “ Emr-i bil mağruf Nehy-i anil münker” vazifesinin dilde değil de emeğini ve çilesini çekerek fedakarca yapıldığını görüyoruz. Bu fedakarlıkla hem bazı insanların kötülük işlemesine mani olunduğuna  hem de bu fedakarlığın hiç tanımadığı bir insan da olsa mağdur olmasın, ocağına ateş düşmesin diye yapıldığına tanık oluyoruz.

Yine bu hikaye; iyiliğin boşa gitmediğini ve öykü kahramanının ölümü ile ölümünü takip eden bir kaç yıl içinde onun ismini yeni doğan erkek çocuklarına veren çevre insanlarının vefalarını anlatıyor.

Sözleri fazla uzatmadan Dostdillerin Mustafa’nın hayat hikayesine başlayalım isterseniz:

Dostdillerin Mustafa, askerliğini bitirir ve vaktiyle Konya’nın Akşehir ilçesine bağlı olan köyü Konarı’ya döner. Döner dönmesine de askere giderken hayatta olan babası artık yoktur, rahmetli olmuştur. Babasızlığın acısı yüreğinde bir yara olarak dursa da evin büyük erkeği olarak tüm ailenin sorumluluğunu sırtlanır. Yaratılışı itibariyle beceriklidir de aynı zamanda. İcadı ve tamiri sever. Köyün, sütten yağı ayıran süt makinesi olsun, dikiş makineleri olsun ya da ihtiyaç olarak kullanılan o günün şartlarında ne varsa arızalandı mı hemen tamir eder yeniden kullanıma döndürürdü.

Köyde, hastalığının ne olduğu bilinmeyen bir garip vardı. Hastalıktan yayılan kötü kokudan ve başkalarına bulaşması korkusundan yanına yanaşan olmuyordu; garibim fazla yaşamadı vefat etti. Vefat etti etmesine de aynı rahatsızlık ve kokudan dolayı köy imamı bile yaklaşıp garibin cenazesini yıkayamamıştı. Dostdillerin Mustafa ise yukarıda bahsettiğimiz gibi askerlikten yeni gelmiş bir delikanlı.

Bu durum dokunur Dostdillerin Mustafa’ya ve “ben yıkayıp defin yapacağım” der. Çevreden; “oğlum gençsin yapma, bir hastalık bulaşır sonra..” deseler de ne şekilde kendini koruyacak tedbir alıp almadığı bilinmez ama bilinen şu sözünü söyler: “ Allah’ın yazmadığı hiçbir şey

SICAK YÜREK, ÖRNEK İNSAN:DOSTDİLLERİN MUSTAFA

Faruk BAŞOĞLU

HİKAYE

Page 43: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 2020 41

başa gelmez.” Kendi başına bir güzel yıkar, defin yapar, garibin cenazesini ortada bırakmaz ve kendisine de hiçbir şeycikler olmaz.

Boş duramaz, çalışır, helal rızkının peşinden koşar, aynı zamanda da icadı, imalatı da severdi. Yerine göre soba yapar ve yaptığı sobalar emsallerine göre dayanıklı olurdu. Yerine göre de Pulluk olsun, römork olsun bunlar gibi tarım aletlerini hem de bir atölyesi olmadığı halde yapardı. Aynı zamanda yapı ustalığı da vardı. Hem öyle bir işe kendini verirdi ve elinin, gözünün terazisi vardı ki , bu sayede duvara koyduğu kerpici çok düzeltmeye hacet kalmayacak şekilde yerine hızla koyar, aşağıdaki iki amele duvar üstündeki Mustafa usta’ya kerpiç yetiştirmekte zorlanırdı. Yıl 2020 olmuş olmasına rağmen hala yaptığı terkedilmemiş olanlardan oturulan kerpiç evler köyde mevcuttur.

Dostdillerin Mustafa, bütün bu beceri ve yeteneklerini paraya çevirmemiş yoksulu , fakiri hep kollamıştır, kendi ihtiyaçları olmasına rağmen..

Evlidir ve iyi kötü kendisine bir göz diye tabir edilen tek bir oda yapar, ama kapı alacak para yoktur. Olsun keder değil, çünkü onu anlayan her zorluğa beraber göğüs geren, kendine lazımken bile başkasına verildiğinde “bize lazımdı niye verdin?” demeyecek kadar gönül zenginliğinde kendi gibi düşünen arkasında dağ gibi duran bir eşi , bir Anadolu kadını, bir Osmanlı kadını vardı. Ve bu kadın Allah hatırını o kadar önemserdi ki; vaktiyle yakınlarından birisi kendi lehine olmamış bir hadiseyi olmuş gibi anlatmasını bu kadının yakını olması hasebiyle kendisinden talep eder. Aldığı cevap ise ; “Sakın ha! Beni çağırırsanız doğru neyse onu söylerim. Allah darılacağına yakınım darılsın!” der. İşte böyle bir kadın evin kapısı olmuş olmamış dert eder mi, tabii ki etmez. Basmadan bir örtüyü kapı diye kapı boşluğuna takar, ta ki evdeki kullanılan bakır kazan satılıp ta yerine kapı alınana kadar. Evde pek eşya da yoktur, şimdiki gibi komşular arasında eşya yarışı olmadığından mıdır yoksa yokluktan mıdır, varın siz düşünün. Böyle bir odaya bir misafir gelince de gece üzerlerine örtülen yorgan gündüzde de ikiye katlanır minder oluverirdi. Yokluk hayata karamsarlık ve mutsuzluk gölgesi düşürmezdi. İnsanların samimiyeti içi ısıtır, kanaatkarlık huzur verirdi, doyururdu.

Kimseyle bir husumeti, kavgası da yoktur.1966 yılında köyünden Akşehir’e göç eder, beraberinde nerdeyse sülalesi de göç eder. Şehir hayatı onun kişiliğini etkilemez tam tersine sorumluluklarını, yorgunluklarını biraz daha artırır. Çevrede kimin bir sorunu olsa ya da danışılacak bir husus olsa akla gelen ilk isim olur. Herkesin derdi onun derdidir, bana ne demez, ilgilenir ve gücü yettiğince de sonuca bağlar, laf olsun diye yapmacıktan uğraşmaz.

Çevresindeki pek çok insanın meslek sahibi olmasına,

iş güç sahibi olmasına çabalamış ve başarmıştır da. Bugün bile hala “onun sayesinde meslek sahibi olduk, bugünlerin temelinde emeği var, Allah razı olsun” diyenleri duyarız. İşiyle ilgili bir sorunu olan mı oldu, hemen gider kendisini bulur sorunlarının çözümünü isterlerdi. O da kendi işini bırakır önce gelenin işini hallederdi, hatta bazen bu insanlar “Mustafa agalarını” kapıp götürmek için sıraya bile girerlerdi. Çünkü tarım makinalarını harmana hazırlamak için vakit çok önemliydi, olduğu vakit olsun denme lüksü yoktu.

Bir ihtiyaç için uğrayan biri oldu mu elinden geldiğince boş çevirmezdi, oysa kendi de varlıklı olmamasına rağmen kendi kalabalık nüfusunun ihtiyaçlarını görmekte zorlanırken bile elinden geleni yapmaya çalışırdı. Kendime ihtiyaçtı demez varsa çıkarır verir azsa paylaşır, elinde yoksa bile gelen kişiye “ sen biraz bekle ya da şu zaman gel der” gider bulur eder o kişinin ihtiyacını görmeye çalışırdı. Tabi ki o zamanlar şimdiki gibi sözün ağırlığından geçtik çekin, senedin ve resmi tahsilat şekillerinin bir hafifliği yoktu. Söz esastı, parası olan borcunu öder, olamayan da gerçekten olmadığından dolayı ödeyemezdi. Ama Dostdillerin Mustafa çevresini insanları da tanıdığı için böyle bir derdi yoktu, gelenin işini görmeye odaklanırdı.

Yine bir gün komşularından eşini yeni kaybetmiş biri çıkar gelir. Çocukları Anadolu tabiriyle anasız dökülüp kalmıştır, bir yerde bir evleneceği bir aday bulmuştur bulmasına ama, takılar istenir ve o takıları da alacak parası yoktur, “Mustafa aga, çaresiz kaldım ne yapacağız?” der. Dostdillerin Mustafa’nın da köyünde en kıymetli bölgede bulunan kıymetli bir tarlasına o sırada talip vardır. Hiç tereddüt etmez, tarlasını satar ve parasını o kişiye verir yeni bir yuva kurulur, çocuk çoluk şenlenir. O gelen yeni anneden de yeni kardeşler olur; şimdilerde ise eski yeni kardeşler “iyi ki kardeş olmuşuz, iyi ki varsınız” muhabbetiyle şu an kardeşlik keyfiyle yaşarlar, Allah bozmasın. Dostdillerin Mustafa bu parayı verirken borcu

HİKAYE

Page 44: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 202042

HİKAYE

alan kişinin ödeyecek bir işinin olmadığını, bir malının da olmadığını bildiği halde; “bu para benim istikbalim, ödeyemezse borcunu ben ne yaparım?” diye düşünmedi bile. Küçücük çocukların annesiz kalmaması ve yeni bir yuvanın kurulup dumanının tütmesi tarladan daha kıymetliydi çünkü. Allah razı olsun, yeni anne de yetimleri kendi çocukları gibi büyüttü, Allah’ta hiç umulmadık bir para nasip etti borçlu da “Mustafa aga” sına borcunu kısa sürede ödedi.

Buna benzer örnekler eksik değildir hayatında. Beceri var, icadı, imalatı sever demiştik. Bu cihetle tarım aletleri üretmek için birkaç kişiyle ortak bir dükkan açar. Bir yakının müşkülü onu rahatsız eder ve ona yardımcı olur. Olur olmasına da; ortaklıktan çekilerek ortaklıktan aldığı bedelle yardımcı olur ve böylelikle koca bir hayal biter.

Herkesin dert babası, sorunlar karşısında danışılan insan, aile içi sorunlara varana kadar çözüm umulan koca bir aile reisi, koca bir yürek. Bu yürek sadece merhametle, iyilikle yoğrulmuş bir yürek değil söz konusu mazlum olunca kabaran da bir yürek aynı zamanda.

Vaktiyle yakın bir köyde tanıdığı bir garibi yakınları zayıf bulur bunu ezmeye, dışlamaya hatta yurdundan yuvasından çıkarmaya kadar arsızlaşırlar. Dostdillerin Mustafa, kabadayılıkla, blöfle, göz dağıyla işi çözmez; yüreğiyle, kararlı duruşuyla çözer. Karşı tarafta bu kararlılıktan dönülmeyeceğini bilir. Mazlumu alır götürür olayı yerinde çözer ve bir daha da bu olay tekrar etmez.

Hayatta önemsediği tek şey; ne yapılırsa yapılsın Allah ve Rasulünün ölçülerine uygun olup olmamasıdır. Hatta büyük oğlu, vatana millete hizmet arzusuyla şimdiki tabirle bir sivil toplum hareketi içerisinde yer almak istemiş; oğluna izin vermekle beraber “ Bak oğlum; her ne kadar sen iyi bir hizmet olarak görsen de her zaman şuna dikkat et, takip et; Allah’a ve Rasülü’ne uygun işler yapıyorlar mı yapmıyorlar mı? “ tembihatının altını çizmiştir. Böylelikle Kur’an’ın aklı kullanma çağrısını hatırlatmış ve insanların Allah ve Rasülü’nden başkasına kayıtsız şartsız teslim olunmayacağını, aklını ve gönlünü kimseye ipotek etmemesi gerektiğini uyarmış oluyordu.

Haksızlığı sevmez, haksızlık etmez, tanımadığı bir insana bir haksızlık yapılmasına dahi imkanı ölçüsünde mani olurdu. İslâm’ın iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmek demek olan “ Emr-i bil mağruf Nehy-i anil münker” prensibini hayatında tatbik etmeye çalışır.

Bu vazifesini yapmaya mecbur kaldığı bir olayla karşılaşır. Birkaç art niyetli insan başka bir şehirden tanımadıkları birinden pahalı bir tarım makinesini önünden az bir peşinatla harman veresi bir şekilde alır gelirler ve geri kalan makinanın borcunu harmanda da ödemeyeceklerdir, duyulur. Dostdillerin Mustafa da duyar.

Aslında bu makinayı alan kişilerin bu makinayı kullanma gibi bir bilgi ve becerileri de yoktur. Dostdillerin Mustafa bu yönlerini bildiği için “gelin ortak olalım” der. Ustalıkta mahir olan bir kişi bu teklifi yapar da diğerleri durur mu, hemen kabul ederler. Dostdillerin Mustafa’da bir lider duruşu da vardır, lafı sözüne itibar edilir, dinlenir. Bu ortaklığı duyan dostları şaşırır ve uyarırlar; “ Senin o niyeti bozuk insanlarla işin ne, nasıl onlarla ortaklık yaparsın? ” diye eleştirirler. O ise “sizin bilmediğiniz işler var” der.

O yaz makine ile iş yapılır para kazanılır, Dostdillerin Mustafa parayı ortaklara bölüştürmeden önce gider tanımadığı makine sahibinin borcunu öder, kalan parayı pay eder ve tanımadığı insanın ocağına incir ağacı dikilmesine, mağdur olmasına mani olur, ardından ortaklıktan ayrılır. Eleştiren dostları da sevdikleri arkadaşını bir kez daha taktir ederler.

Bu kadar sorumluluk almaya, yorulmaya Dostdillerin Mustafa’nın kalbi fazla dayanamaz, kırk dokuz yaşında birinci kalp krizi geçirir. Sevenleri artık hayatının temposunu düşürmesini işleri çocuklarının takip etmesini tavsiye ederler mümkün olduğunca uymaya çalışsa da kontrol maksatlı olarak tarım makinasının çalıştığı yere, gurbete gider , bir sabah namazı çıkışından az sonra ise elli bir yaşında ikinci defa gelen kalp krizi ile gurbette sevdiği dostuna kavuşur. Tanıyan herkesin, ailesinden biri ölmüş gibi içi yanar ama kimse duadan ve rahmet okumaktan başka bir şey yapamaz.

O yıl ve o yılı takip eden birkaç yıl içerisinde pek çok insan doğan erkek çocuklarının ismini Mustafa koyar ve güzel bir vefa örneği gösterirler.

Dostdillerin Mustafa; elli bir yıllık ömründe mü’minliğe yakışan, Allahın rızasını ümit ederek var gücüyle iyilik peşinde koşarak salih bir Müslüman olmaya çalışmıştır, bizler için de örnek bir kişilik olmuştur.

Bu yaşanmış hayattan hepimiz kendimize bir ders çıkarmalıyız. Zaman değişebilir, şartlar değişebilir ama kendi şartlarımız içerisinde iyi insan olma imkanı, salih ve saliha bir mümin olma niyeti ve kararlılığı her devirde mümkündür. Çünkü İslamiyet bir çağın dini değil, çağlar üstü kıyamete kadar yaşamak isteyenlerin yaşayacağı bir dindir. Yeter ki biz iyilik üzere karar verip kararlı duralım, Allah yolumuzu mutlaka açacaktır.

Allah iyiliğin ve iyilerin önünü açsın, bu yolda onlara güç kuvvet ve iyilik yapma iradesi versin. Ardımızdan hayırla yâd edilelim inşallah.

Dostdillerin Mustafa’yı bilenler mevzusu geçti mi hala hayırla dua ile anarlar, biz de onu hayır ve dua ile analım Allah ondan ve ona dağ gibi arka duran eşinden razı olsun inşallah. Her ikisinin de ruhuna ve tüm geçmişlerimizin ruhuna el-fatiha.

Page 45: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 2020 43

PORTAKAL POŞETİEmirhan ÖZER

HİKAYE/ŞİİR

Onu ilk defa manavın köşesinden dönerken görmüştüm. Sanırım yüz yaşını geçkin bir adamdı. Ellerindeki ve yüzündeki binlerce kırışık, kaç takvim yaprağını kitaplar arasında eskitmiştir, kim bilir? Uzunca boylu, uzun sakallı, geniş omuzlu bir adamdı. Sakallarını öyle uzatmıştı ki adamı her gördüğümde, bir çorba içme sahnesi canlanırdı gözümün önünde. Bir de kafasından asla çıkarmadığı fötr şapkası. Farklı zamanlarda farklı renkler kullandığını görmüştüm. Lakin asla çıkardığını görmedim. Ne de inatçı bir adam diye düşünürdüm. Kafasında saç var mıydı? Kel miydi yoksa?

Otobüs durağında, elimdeki kitabı dikizleyen insanların arasında dikkatimi çekti. İki büklüm olmuştu; sırtındaki kamburu yüzünden neredeyse yere kapaklanacakmış gibi yürüyordu. Acelesiz, sakin bir havası vardı yüzünde. Sanki insanlardan hiçbir beklentisi kalmamış gibiydi. Öyle ya, ne gibi bir beklentiye kapılacaktı ki?

Az ilerideki manava doğru ilerledi. Dükkânın önünde mallarının güzelliğini avazı çıktığınca ünleyen manav susmuş, yaşlı adamın gelmesiyle koyu bir sohbete dalmıştı.

Yaşlı adam, elinde bir poşet ve içindeki çok koyu turuncu renkteki portakallarıyla manavdan ayrıldı. Yüzündeki ifade insanlara ne kadar acıdığını çok yüksek sesle haykırıyordu. Hâlbuki şu anda herkes ona yüzlerini ekşitmiş, acıyarak bakıyordu. Çok mağrurdu. Hayır, kibirliydi. Burnundan kıl aldırmaya gelmeyecek bir tipti, belli. Ona sohbet için yahut yalnızca bir selam için dahi yaklaştığımda önüme ilençli bir duvar örmüştü birkaç kez. Sanırım tüm insanlara karşı tavrı buydu.

Yokuş yukarı çıkmaya başladı. Yere öyle yakındı ki burnuyla asfalt arasına ancak elimin girebileceği kadar mesafe olduğunu kabataslak hesapladım.

Az ötede duraksadı. Hafifçe doğrulmaya çalıştı. Kemerine astığı çakı kınıyla beraber gülümsedi bir an. Sanırım biraz daha yürümesi gerektiğini düşündü. İlerledi. İlerledi. Az ötede, elektrik direğinin önündeki duvara çöktü. Zor nefes alıp veriyordu. Akciğerlerinin göğüs kafesiyle müthiş mücadelesi bundandı. Acaba bir anda yere yığılsa insanlar yardım için koşar mıydı?

Ellerini öylesine serbest bırakmıştı ki, elindeki

portakal poşeti yere süründü. Poşeti toparladı. Bir eliyle de poşetin içini yokladı. Rastgele seçtiği portakallardan birini çıkardı. Bakış. O an yüzü bir siti andırıyordu. Sanki insanlık tarihi yüzünde yazılmıştı. Elini kemerine doğru uzattı, çakısını tek hamlede kınından çıkardı. Hızlıydı. Anormal derecede hızlı. Çakıyı portakala yaklaştırdığı anda eli titremeye başladı. Ve tekrar o ilençli yüzü belirdi.

Eski acelesiz, sakin tavrıyla portakalı poşete koydu. Çakısını da zorla da olsa kınına yerleştirdi. Umutsuz bir edayla gözünü ileriye dikti. Ayağa kalkıp yürümeye başladı. Gözden kayboldu. O günden sonra o yaşlı adamı ne gördüm ne de aradım. Belki de ölmüştür, kim bilir? Lakin ondan geriye bu anı kaldı. O ve portakal poşeti.

SANCAKEmre TANGÜNER

Bu sancak şükür ki bağlanmış bahtıma Cehtimiz yılmadan koşmaktır gazaya Çıksa da müstekbirler kaçıp da fezaya Zalimin ölümünü bırakmam kazaya Meftunuz alına ayına yıldızına Ezelden ebede varlığına şanına Tan olsun iğne iğne bağrına Batacağız and olsun ceberrudun zarına

Page 46: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 202044

İlaçlar birey ve toplum sağlığının korunmasında ve tedavisinde büyük bir önem taşımaktadır. Ancak ilaç kullanımı doğru şekilde yönetilmezse çeşitli sağlık so-runları ortaya çıkabilir. Toplumun en az bilgi sahibi olduğu konulardan birisi ilaç olduğu için risk olasılığı da artmaktadır. Her ne kadar ilaç kullanımı prospektü-sünde ayrıntılı olarak yazsa da ilaç kullanımı için bilirkişi desteğine ihtiyaç vardır. Hasta, hekim, eczacı arasındaki yeterli iletişim, akılcı ilaç kullanımı ilkelerine göre hare-ket etmeleri hastanın tedaviye uyumunu arttıracaktır.

Bir başka önemli nokta ise vücudun kendine içinde bir regülasyon mekanizması bulunmasıdır. Bu yaratıcı tarafından bize verilmiş bir nimettir aslında. Dışarıdan çok büyük bir yabancı etki olmadığı sürece vücut kendi kendini düzeltir ve uyum mekanizması vücudu toparlar. Her zor durumda ilaç kullanmak sağlıklı değildir.

Akılcı olmayan ilaç kullanımı hastaların tedaviye uyumunun azalmasına, hastalıkların daha uzun sürme-sine ve zor tedavi edilmesine neden olur. Bakteriyel hastalıkların zamanla antibiyotiklere karşı direnç kaza-narak tedavi edilememesi buna örnek verilebilir. Bunun yanında bazı ilaç etkileşimleri nedeniyle hastanın zarar görmesine ve ölümüne yol açabilir. Aynı zamanda ad-vers olay (yan etki) görülme sıklığının artması ve tedavi maliyetlerinin artması kontrolsüz ilaç kullanımının et-kileri arasındadır. Bu yüzden ilaç alırken daha geniş bir perspektiften bakmak gerekir.

PEKİ, AKILCI İLAÇ KULLANIMI NEDİR, NASIL UYGULANIR?

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de akılcı olma-yan ilaç kullanımı çok ciddi bir problem hâline gelmiştir. Akılcı ilaç kullanımı WHO (Dünya Sağlık Örgütü) tara-fından 1985 yılında ‘‘Kişinin klinik bulgularına ve birey-sel özelliklerine göre uygun ilaca, uygun süre ve dozda, en düşük maliyette ve kolayca ulaşabilmeleri.’’ olarak tanımlanmıştır.

İlaç kullanımı için mutlaka bilirkişi (doktor, eczacı, hemşire, üretici, düzenleyici otorite ve sağlık alanında diğer uzman kişiler) tavsiyesi alınmalı ve belirlenmiş olan tedavi süresine riayet edilmelidir. Doktorun belirle-diği süreden önce ilaç tedavisi kesilmemeli ya da ilaçlar daha uzun süre kullanılmamalıdır. İlaçların ancak uygun dozlama yapıldığında etkili olduğu unutulmamalıdır. Günde iki kere denilen ilaç için 24 saati ikiye bölerek, üç kere denilen ilaç için 24 saati üçe bölerek saat ayarla-ması yapılması gerekir. İlaçların eksik alınması tedaviyi zorlaştırdığı gibi fazla alınan ilaç zehir etkisi yapabilir. Doğum kontrol ilaçları dışında unutulan ilaçlar için son-raki periyotta ilaç iki kere alınmamalıdır. Günleri belirli olan ilaçların unutulması durumunda kullanıcının günü geçen ilacı atlayıp diğer ilaçtan devam etmesi gerekmek-tedir.

Akılcı ilaç kullanımının temel ilkeleri ise belirlenen doğru ilacın, doğru miktarda, doğru uygulama yoluyla, doğru zamanda, yeterli bilgilendirme yapılarak ve ma-liyet uygunluğu dikkate alınarak kullanılmasıdır. Vital (hayati) bulguları stabil olan hastanın ilacının enjeksi-yon ile verilmesi yersiz olabilir. Yedi günde bitirilmesi gereken ilaçların, özellikle antibiyotiklerin, iyileşildiğine kanaat getirip gözetimsiz bırakılması hastalığın nükset-mesine yol açabilir. Her türlü advers olaydan mutlaka sağlık otoritelerinin haberdar edilip ilaç kullanımının ilerleyen sürecini birlikte yönetmek gerekir.

İlaç tedavisi kişiye özgüdür. Birine iyi gelen bir ilaç, başka birine iyi gelmeyebilir. Sağlık konusunda uzman-lığı olmayan birinin tavsiyesi ile ilaç kullanılmamalıdır. Hasta kadar hasta yakınına da bu konuda sorumluluk düşmektedir. İlaçların beklenmeyen etkilerinin gözlen-mesi durumunda ve periyot takibinde hastalara hassasi-yet gösterilmelidir.

AKILCI İLAÇ KULLANIMIAyşe Nur DER

DOSYA

Page 47: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 2020 45

İlaçların birbiri ile etkileşimi olduğu kadar bitki ve gıdalarla da etkileşim içinde bulunabilir. Anti-biyotikleri kullanırken asit oranı yüksek yiyeceklerin tüketilmesi ilacın biyoyararlanımının (ilacın kişiye et-kisi) azalmasına neden olur. Antidepresanlarla birlikte, eski peynir, fermente edilmemiş sosis, sucuk, avokado, tavuk, dana ciğeri gibi tiramince zengin gıdaların kulla-nılması ölümle sonuçlanabilir. Yemekten önce denilen ilaçların yemekten en az 30 dakika - 1 saat önce, yemek-ten hemen sonra denilen ilaçların bir saat içinde içilmesi gerekmektedir. Hastaların yaptığı en büyük hatalardan bir tanesi de ilaç yerine bitkiselleri tercih etmeleridir. Uzmanlar tavsiye etmediği sürece kesinlikle ilaç yerine bitkisel tedavi tercih edilmemelidir.

İlaçların saklanması ilacın kullanma talimatında belirtilen şekilde olmalıdır. Her ilacın bir son kullan-ma tarihi vardır. Son kullanma tarihi geçmiş ilaçlar ke-sinlikle kullanılmamalıdır.

Akılcı ilaç kullanımı sadece bireyin değil toplumun da çıkarlarını gözetir. Bazı ülkelerde fuzuli ilaç kullanımı veya yanlış ilaç kullanımı devlet ekonomisini olumsuz etkilediğinden topluma ekonomik düzeyde zarar vere-bilir.

Sonuç olarak ilaçlar düşündüğümüz kadar da masum değildir. İlaçların birer kimyasal olduğunu unutmamak gerekir. Kimyasal her maddenin zehir etkisi vardır. Ünlü toksikoloji profesörü Paracelsus ‘’İlaç ile zehir arasın-daki tek fark doz farkıdır.’’ der. Bir maddenin ilaç ol-ması veya men edilmesi için ilk bakılan şey yarar-zarar ilişkisidir. Eğer bir maddenin yararı zararından fazla ise o madde ilaç adayıdır. Yani vücuda giren hiçbir madde vücuda sadece yarar sağlamaz.

Bir eczacı olarak şunu da eklemek istiyorum: Bir ila-cın eş değeri demek referans ilaçlarla aynı özelliklere sa-hip olduğu, dolayısıyla hasta üzerinde aynı tedaviyi sağ-ladığı bilimsel çalışmalarla kanıtlanan ve referans ilaçla-rın koruma süreleri bittikten sonra satışa sunulan ürün-ler demektir. Yan sanayi ilaçlar değildir. Tedavide aynı etkiyi yaptığı için kullanılabilir.

DOSYA/DENEME

2015 yılının kasım ayıydı. Ülkede ardı ardına patlamalar oluyor, insanlar ölüyor, terör saldırılarının ardı arkası kesilmiyordu. Benden sadece yedi yaş büyük amcamın beyninde tümör tespit edilmiş, durumu da gün geçtikçe ağırlaşıyordu. Ben üniversite son sınıftaydım. Ancak okulu bırakmış, dahası hayatımda o an için daha az önemli olan her şeyi bırakmış, gidip dedemlere yerleşmiştim. Şu kısa ömrümün en uzun geçen aylarıydı.

Televizyonda patlama haberlerini izliyorduk ve ortalıkta asıl karışıklığın bahar aylarında yaşanacağına dair söylentiler vardı. Korkuyordum. Dede, dedim bunlar durmayacaklar, biz ne yapacağız? Dedem : “Moğolların tüm dünyayı kasıp kavururken izledikleri politikayı bilir misin? Gidecekleri yere kendilerinden önce korkuyu gönderirlerdi” dedi. Ondan sonra bu konuyla ilgili internette araştırma yaptım. Moğolların insanların yüreklerine nasıl korkuyu saldıklarına dair çok çarpıcı bilgiler edindim. Sonra korkum geçti.

Sonra aralık ayını görmeyi nasip etti Allah. Aralık ayının sonunda amcam içine 28 yaş güneşi doğmadan göçüp gitti bu dünyadan. Ölüm sadece patlayan bombalarla bulmuyordu bizi. Her an yanı başımızdaydı ve bizim ölümden yana vehmimiz hep boşunaydı.

Sonra bahar oldu. Hiçbir şey olmadı…Sonra yaz oldu. Hiçbir şey olmadı…Sonra güz…Sonra kış… Bu süreçte şehit haberleri hiç eksilmedi ülkemde.

Acının her türlüsünü yaşadık hep birlikte. Darbe girişiminden depremlere kadar daha birçok sancının doğurduğu şu günlere omuz omuza geldik ülkece. Şunu anladım bende: Kaybedecek hiçbir şeyimiz yoktu canımız bile bize emanetken. Devlet hep yaşarmış biz ölürken.

Aradan beş yıl geçti. Aylardır dünyayı bir virüs kasıp kavuruyor. Her yerde bizi bekleyen ölüm, ekonomik kriz, açlık gibi yüreklerimize korku salan haberler yapılıyor. Öldük, bittik diyeni mi ararsınız ülke battı diyeni mi. Yüzyıllar önce bu korkunun adı Moğol’du, beş yıl önce PKK-Fetö’ydü, şimdi bir virüs. Ancak söylenenlerin aksine ülke yeni filizler veriyor. Biz ölüyoruz, sonra yeniden doğuyoruz. Her ölümün acısını, her doğumun sancısını ayrı ayrı yaşıyoruz. Ancak birbirimize kenetlendikçe bu ülke var olacak, bu ülke var oldukça yeniden doğacağız,

GEÇEN BEŞ YILDAHüsna ERKUŞ

Page 48: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 202046

Günümüz dünyasında kadınların hakları, statüleri, rolleri çokça üzerinde konular olmakla birlikte kadın-erkek eşitliği çokça tartışılıyor. Öyle ki kadın kelimesi bile tartışılmakta olan bir kelime hâlindedir. ‘‘Kadın mı yoksa bayan mı?’’ tartışmaları hiç eksik olmamaktadır. Kelimelerin algıları boşalttığı gerçeğinden yola çıkarsak kadına atfedilen değer ve imajın ne denli değişken olduğu aşikârdır.

Cehaletin ortaya çıkışının temel argümanı kadının bilgi ve birikim platformundan dışlanmasıdır. Kadına gösterilen değer dönemler itibari ile farklılık göstermiştir. En nihayetinde ailenin temel direği olan kadındır. Çocuğun yetiştirilmesinde ve gelişiminde kadının etkisi büyüktür. Çocuk ilk eğitimini anneden aldığı için kaptığı bilgi ve kültür anne tarafından çocuğa işlenir; çocuk ilk şeklini anneden alır. Eğer ki kadın birikimsiz, eğitimsiz, okuma ve yazma bilmeyen biri olursa toplumun en küçük birimi olan aileni gelişimi de yavaşlayacaktır.

Tabii burada erkek ne iş yapar dediğinizi duyar gibiyim. Kimi erkeklerin kadınlara ‘‘Elinin hamuruyla erkek işine karışma.’’ demesi ile birlikte kendilerinin de ev işlerine karışmadığı anlaşılmaktadır. Buradaki cehalet, toplumda oluşan yanlış algıyla alakalıdır. Erkeklerin de gerek aile içi ilişkilere, gerek ev içi işlere ve çocuğun bakımına yardımcı olması gerektiğinin kanaatindeyiz. Çünkü kadın ne kadar çalışma hayatına entegre olsa da sekiz saatlik işten sonra dört saatlik ev işlerinde çalışmaktadır. Ayrıca çalıştığı yerde emeğinin karşılığını tam olarak alamamaktadır. Tabii bu huzursuzluk ve stres ortamı aileyi etkilemekle birlikte çocukları daha derin sarsmaktadır.

Kadın ve erkeğin birbirinden farklı biyolojik özellikleri vardır. Annenin çocuk ilişkilerinde daha başarılı olduğunu görüyoruz. Çünkü kadında bulunan annelik içgüdüsü ona bazı özellikler vermiştir. Erkeklere göre koku ve işitmede daha iyi olmalarının yanı sıra daha şefkatli ve duygusaldırlar. Empati yetenekleri daha gelişmiş olduğu için çocuğa karşı anlayışı babaya göre daha fazladır. Erkeklerin başarı, entelektüel uğraşı gibi değerlere, kadınların ise sevgi, samimi ilişkiler ve aileye daha fazla önem verdiğini belirtilmektedir. Aynı

doğrultuda erkeklerin mesleki ilgilerinin daha ağırlıklı olduğu ifade edilir. Mesleki olmayan hususlarda ise erkeksi olanları tercih etmesi söz konusudur. Örneğin mesleki açıdan bir erkek, çiçekçi olmaktan çok kamyon şoförü olmayı ister. Yine meslek dışında dansa gitmekten çok futbol maçına gitmeyi ister. Erkeklerin daha çok macera, makine ve ilimle, kadınların ev işleri, sanatla yakından alakalı vb. mesleklere ilgili oldukları; aynı zamanda erkeklerin yarışmacı, atılgan, konuşmalarında ve duygularında sert yapılı oldukları tespit edilirken kadınlar ise estetik bakımdan duyarlı ve ahlaki normların üzerinde daha ciddi durdukları tespit edilmiştir. Örneğin Türkiye’deki kadınlar üzerine yapılan çalışmalara bakıldığında, erkeklere oranla aile değerlerine kadınların daha çok önem verdikleri tespit edilmiştir Bu çerçevede tarihten günümüze süzülerek gelen “Yuvayı

OMUZLAR ÜSTÜNDE YÜKSELTİLEN KADIN VE AİLE

Ahmet Can SEÇER

Desen: Müzeyyen Tosun

DOSYA

Page 49: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 2020 47

dişi kuş yapar.” atasözü, aile içerisinde kadının rolünü ve önemini ifade etmektedir. Buna karşılık erkeklerin ülkenin iyiliği ve geleceği gibi konulara daha fazla önem vermesi, öteden beri kabul edilen erkeğin sorumluluk, koruyuculuk ve hâkimiyet gibi toplumsal rollerine ve görevlerine uygun düşmektedir.

Erkeklerin çapkınlığı ve sadakatsizlikleri “kaçamak”, “elinin kiri” olarak tabir edilirken ve hatta sevimli gösterilirken kadınlarda bu en büyük günah olarak kabul edilir. Yine çocuğunu terk eden anne kültürel rol beklentilerine karşı çıktığı için suçludur. Annelik rolünün esas vazifesini ve değerlerini yerine getirmede başarılı olmadığı için toplum tarafından kınanır.

Cinsiyet kültürü, bir toplumda kadına ve erkeğe yönelik tanımlamaları, bunlara ilişkin imajlar, davranış kalıpları, cinsiyete dair kimlikler, cinslerin birbirlerine karşı olan ilişki biçimleri, tutumları, evlenme adetleri, aile tipleri, güzellik anlayışları, giyim kuşamlarını da içine alan çok geniş bir alanı ifade eder.

Her kültür, kendi içerisinde kadının ve erkeğin davranışlarını tayin eden cinsiyete yönelik belirli statü ve rollere sahiptir. Hangi alanda olursa olsun statü ve roller toplum içerisinde ayırıcı özelliklere işaret ederler.

Mukaddes kitaplar, insanın erkek ve kadın olmak üzere çift yaratıldığını söyler. Her ikisi de insan olmak cihetinden Allah huzurunda eşittir. Ama fizikî farklılıklar sebebiyle, tarih boyunca bazı eşitsizlikler var olmuş; bu da güçlünün güçsüze hükmetmesi neticesini doğurmuştur. VII. asırda Arabistan gibi oldukça geri bir cemiyette parlayan İslâmiyet, adeta feminist bir kadın anlayışı getirmiştir. Bir başka deyişle kadının sosyal ve hukuki statüsünü inanılmaz bir seviyeye yükseltmiştir. O zamana kadar hemen bütün cemiyetlerde, atalarının ruhuna hizmet edeceği için erkek çocuk, kız çocuktan üstün tutulur. Kadınların hukuki ehliyeti yoktur. Mal edinemez, alış-veriş yapamaz. Malı olsa bile, bunda kendi iradesiyle tasarruf edemez. Evlilikte söz sahibi değildir.

Modern medeniyetin beşiği sayılan Antik Yunan’da kadın devamlı erkeğin velayeti altındadır. Medeni haklarını, ancak velisi vasıtasıyla kullanabilir. Erkek mirasçı varsa kadın miras alamaz. Roma’da da vaziyet farklı değildir. Evlenen kadın, baba hâkimiyetinden çıkar; koca hâkimiyetine girer. Kadın yoluyla akrabalık doğmaz; öyle ki çocuk bile, annesinin akrabası sayılmaz. Tevrat ve İncil, kadının statüsünde iyileştirme yapmışsa da zaman içinde kısmen eskiye dönülmüştür. Cinsiyetlere yönelik atfedilen önem ve değerlendirmeler Batı toplumunda da farklı bir seyir izlemiştir. Çoğu zaman özlemle anılan ve “Yitirilmiş Cennet” olarak

tabir edilen Eski Yunan’da erkek, ayrıcalıklı olarak doğuştan bazı hakları elde ederek yönetime katılırken kadına dışlayıcı bir şekilde oy hakkı verilmemiş ve geri plana itilmiştir. Kadınlar, köleler, metekler (yabancılar), delilerle birlikte değerlendirilerek dikkate alınmamıştır. Yine aynı şekilde Roma hukukunda da ikinci planda yer almıştır.

XIX. asırda Avrupa’da çalma hastalığını ve fahişeliği gösteren tablolar yoğunluktadır. Emile Zola’nın “Nana”sından, Edovard Manet’in “Olympia”sına kadar yüzyılın önemli ve yetenekli sanatçıları tarafından fahişelik vurgulanmıştır. Fahişelik imgesiyle kadın alınıp satılan ticari bir meta hâline dönüşmüş ve Ortaçağ Batı dünyasında kadın hem satıcı hem alıcı konumunda bulunan bir cinsiyet özelliğine sahip olmuştur. Batı’da bu tarihî seyirde de görüldüğü üzere farklı cinsiyet özellikleri ortaya çıktığı gibi genel olarak toplum içerisinde kadının erkek karşısında tutunabileceği herhangi bir toplumsal rolü ve söz hakkı da bulunmamıştır.

İslâm dinine göre ise herkes Allah’ın huzurunda eşittir. Kadının kendi serveti vardır ve üzerinde kimseye sormadan dilediği gibi tasarruf edebilir. Kocası onun mallarına karışamaz. Hazret-i Peygamber’in zevcesi Hatice, İslâmiyet’ten evvel ve sonra ticaretle meşguldü. Kâtipleri, memurları, hizmetçileri çoktu. Osmanlılarda vakıf kuranların % 36’sı kadındır. Bu da kadınların servet sahibi olduğunu ve bunda serbestçe tasarruf edebildiğini gösterir. Hâlbuki Roma İmparatoru Iustinianus’un hazırladığı kanunlarda kadının statüsü, akıl hastalarıyla bir tutulmuştu. İngiltere’de kadın, ancak kocasının izniyle dava açabilirdi. Kadının mal varlığı kocasına geçerdi. 1870’de sonra kadına mülkiyet hakkı ve akit serbestliği tanındı. Evli kadın ancak 1935’de kocasıyla eşit statüye gelebildi.

Kadın, serbestçe evlenebilir. Kur’an, sayısız kadınla evlenmeyi kaldırmış; bir yandan şartlarını yerine getirebilecek vaziyette bulunan bir erkeğin en fazla dört kadınla evlenebileceğini hükme bağlarken öte yandan tek kadınla evliliği tavsiye etmiştir. Kadına boşanma hakkı verilmiştir. Dilerse anlaşarak, dilerse evlenirken şart koşarak tek taraflı olarak boşanabilir. Kocasının hastalığı, nafaka vermemesi, terk etmesi veya kaybolması, kötü muamele yapması gibi sebeplerle kadın mahkemeden boşanma isteyebilir. Kur’an, evliliğin gereklerini yerine getiren kadını incitmeyi yasaklar. İslâmiyet, anneye, babaya ve bilhassa annelere hürmet ve itaati emreder.

Dünya üzerinde bir başka kültür dünyasını kuran ve yaşayan Eski Türklerde ise cinsler arası ilişkiler ve cinsiyete yönelik değerler yazılı olmasa da bir

DOSYA

Page 50: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Mart-Nisan 202048

kanun hükmünde olan töre tarafından belirlenirken cinsiyetlerin birbirine yönelik hakları da saklı kılınmıştır. Erkeğin kadın üzerinde hakkı olduğu gibi kadının da erkek üzerinde hakları kabul edilmiştir. Eski Türklerde kadın, şerefin, namusun simgesi olarak çok değerli görülmüş, erkeğin tamamlayıcısı olarak daima sosyal hayat içerisinde onun yanında yerini almıştır. Böylelikle gerek aile içerisinde ve gerekse sosyal hayatta kadın, faal bir rol oynamıştır. Türkler istisnalar haricinde tek kadınla evlenmiş, evlenilecek kız dışarıdan, yani egzogami kaidesi uyarınca, yedi veya dokuz göbek uzaktan seçilmiştir. Burada evlenecek kızların rızası esas alınır. Ancak bu kadının tamamıyla sosyal hayat sahası içerisinde olmadığı anlamına gelmez. Eski Türk toplumlarında ve özellikle göçebelik dönemlerinde kadın, erkeğin üstlendiği çoğu rolü üstlenmiş ve cemiyet hayatına aktif olarak katılmıştır. Kadının erkek gibi ata bindiği, ok attığı ve kılıç kullandığı ifade edilmektedir. Fransız etnolog Grenard’a dayanarak tarihî süreçte Türk kadınının kocasının yanında sadece ev içerisinde değil, aynı zamanda tarlada ve pazarda hayat arkadaşı ve yardımcısı olduğunu, kadının iktisadi ve hukuki hürriyetinin de bulunduğunu belirtmektedir.

Evet, tüm bu tarihî gelişmeler akabinde kadının yerinin ve konumunun ne gibi evreler geçirdiğine şahit oldunuz. Bazen geri gidilmiş, bazen ise diğerlerinden çok ilerde seyreden tablolarla karşılaştık.

Bu döneme tekrar gelecek olursak kadın erkek eşitsizliğinin değişimine bakabiliriz. Öyle ki günümüzde kadınlar gerek kültür ve sanat, gerek fenni ilimlerde olmak üzere birçok alanda geride kalmış ya da geride bıraktırılmıştır. Birçok gelişmiş ülke bu eşitsizlikleri dengelemeyi başarmıştır. Ülkemizde ise yirmi yıldır kadın konusunda birçok gelişme katetsek de hâlâ istenilen noktada değiliz.

İstihdam olarak erkeklerin çok gerisinde olan kadınlar aynı zamanda cam tavan dediğimiz bir olayla karşılaşmaktadır. Şöyle ki kademe ilerlemelerinde ve yönetici kadrolarında sıkıntı yaşamaktadırlar. Ülkemizde üst düzey yönetici kadınlar %16 civarındadır. Kadınların baskın olduğu öğretmenlik alanında bile kadın müdür oranı %9 civarında seyretmektedir. Siyasi olarak kadınların parlamentodaki üye sayısı Avrupa’da ortalama %30 iken bizde %14 civarındadır. Kadın belediye başkanlarının oranı ise %3 oranındadır.

Dünyada ise kadınların yönetici olmaları konusunda değişim ve dönüşüm geçirdiğini söyleyebiliriz. Başta Almanya başkanı olmak üzere onun takibinde birçok kadın, devlet başkanlığını hâlihazırda yürütmektedir. Dünya Merkez Bankası ve FED ‘in başındaki kişilerinde

kadın olması kadınların finansal olarak da aktif rol oynadıklarının göstergesidir.

Günümüz Türkiye’sinde ise hâlâ kadına şiddet gündemin ilk sıralarında yer almaktadır. TRT’ye röportaj veren yetmiş yaşlarındaki bir amcanın demeci aslında kadına verdiğimiz değeri özetler niteliktedir. Amca şunu demektedir: ‘‘Kadına hiç vurulur mu? Bu kadın evin gülüdür gülü. Ona nasıl vurursun sen?’’

Evet, bizler kadınları çiçek olarak görüyorsak onların suyunun da eğitim ve fırsatlar eşitliği olduğunu unutmayalım. ‘‘Kadın zayıftır.’’ gibi cehalet dolu lafları bir kenara koymalıyız. Kadın güçlü olursa aile de güçlü olur, toplum da.

Aile ve çocuk noktasında işverenlerin yaptığı mobinglerin ne kadar da kâr amaçlı olduğu bellidir. Kadın onlar için bir metadır. Ancak kadın çocuk sahibi olduğunda işinden ayrılmak zorunda bırakılmaktadır. Şöyle ki, araştırmaya göre çocuk sahibi olan kadınların sekiz yıl iş hayatından uzak kaldığı saptanmıştır. Burada işverenlerin kadına verilen süt izni ve çocuk izni konusunda çok esnek olmadıkları gerçeği vardır. Bu sebeplerden dolayı kadın çocuk sahibi olmaktan vazgeçebilmektedir. Bu da yeni nesillerin olmamasına yol açıyor. Avrupa’da çöken aile mefhumunun bizde de çökmeye doğru gittiği gerçeği var. Avrupa’da doğurganlık oranı çok düşük seviyedeyken böyle giderse bizde de bunun olması kaçınılmazdır. Bu sebeple hem gelecek neslimizi hem de ailemizi düşünmeliyiz. Bireyselliğin gün geçtikçe arttığı son dönemde ailemizin, milletimizin ve devletimizin de geleceğini düşünmeliyiz. Bizler tarihimizi ve geleneğimizi günümüz modern dünyasıyla birleştirip dünyaya temizlikte olduğu gibi aile konusunda da örnek olmalıyız. Çünkü aile her şeydir. Kadın da bu ailenin temel direğidir. Bu sistemin canlı numunesi Hazret-i Peygamber olmuştur. Kendi ailesine muamelesi ideal bir manzaradır. Vefatından önceki son nutkunda da “Kadınlar, size Allah’ın emanetidir. Kim zevcesini döverse, ahirette davacı olurum.” demiştir ve her şeyi güzelce özetlemiştir.

DOSYA

Page 51: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Erenler hoş görüp de âlemin telaşını Eskimiş bir tabutla götürdüler naaşını

Ömrü beyhude geçen cana eyvah dedilerTaksiratın affede Yüce Allah dediler

Üstüne toprak çekip döndüler mezarlıktan... Döndüler, çünkü herkes korkuyor karanlıktan.

Ufkun kızıllığında kanarken bütün camlar Sahrayı Kerbelâ’dan gam getirdi akşamlar...

Kabristana nihayet düştü sükut gölgesiNe bir kuşun çığlığı ne de bir çocuk sesi

Bir köşeye kıvrılıp düşündüm öyle mahzun Dedim Leyla uğruna böyle can verdi Mecnun

Şurda taşı yıkılmış ne civanlar yatıyor Nice sırma saçlılar nice hanlar yatıyor

Şurda toprağı çökmüş mezar, kimin mezarı?Duyan var mı içinden yükselen ah u zarı?..

Şu çınar köklerinin sardığı beden kimin?Servilerin divana durduğu beden kimin?

Uyanmasın diye kim sallıyor beşik gibi...Bir çocuk mezarı şu, aşılmaz eşik gibi...

Şu mermer kavukların üstüne işlenen gülNe vakit solup gitmiş şu karanfil, şu sümbül?

Kiminde hiç bir ışık vermeyen kandil yanar Üstüne çerağının, bir koca baykuş konar...

Kaybolur yavaş yavaş gül yüzünden benleri Zaman, elinde çekiç, siler tüm desenleri

Nâm u ünvânı yitmiş nice şanlı erlerinUcu kırık, taşlara işlenmiş hançerlerin...

Bin utanca düşüp de yere eğdim başımıSessizce akıtarak şu kanlı gözyaşımı

Kameti iki büklüm bir dal gibi eğildim Ben artık o kaygusuz, avâre kul değildim

Dedim a dost bilirsin silinir bütün izlerYerlere kapanmaya mahkum değil mi dizler?

Gün gelince ehibbâ çekip gitmeyecek mi? Tüm şarkılar susup da masal bitmeyecek mi?

Çırpınmaz mı sanırsın amansız yelde yaprak? Sevgilin yâd ellerin ellerini tuttu bak!..

Şakıyor bülbül yine, dolaşır bağ u bostanVe söyler başka şarkı, anlatır başka destan

Yine seyrana çıkar el âlem şen ve şakrak Ah seni çürütürken kabrinde kara toprak

En yakın dostlar bile unuturlar ismini Düşünür “bu kim?” diye görse bile resmini...

Aşinalar yabancı lisan başka türlüdür Bu çok eski bir şarkı, çok eski bir türküdür

Bak hayali bin cihan değen yâr nerden gelir?Bir soru sor belki de “bildiğin yerden” gelir...

Bir gün ağyar da yere kapanacak çâre yok Bütün yollar tutulmuş, yol var mıdır yâre, yok!..

Şu testi, şu kiremit, şu tuğla toprağındır Şu rüzgârda savrulan, sararmış yaprağındır

Gözü yaşlı kalanlar, boş yerine bakınsın Sen şimdi maverâya bizden daha yakınsın

A dostum sözün sonu, yok olur bir gün cihan Hiç kimse kalmaz geri “küllü men aleyhâ fân”

Rabbi zülcelâl’indir elbette kalan, bâki...Başka her söz yalandır ve her kelâm afâki...

BİR ÖLÜNÜN ARDINDANAhmet EFE

Page 52: “Cahillerden Yüz Çevir” · 2020. 8. 24. · Prof. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu Dr. Necmettin Türinay, Ahmet Efe Ahmet Doğru, Durdu Şahin Furkan Esmek, Hamit Yalçın Ahmet

Bestami Yazgan

GÜL İÇİNDE GÜL’Ü BİLSEM

Deli dolu gezer miydim?Yol içinde yolu bilsem!

Bu kadar çok yazar mıydım?Dil içinde dili bilsem!

Hem arıya hem peteğe,Ders verirdim kelebeğe.

Konar mıydım her çiçeğe?Bal içinde balı bilsem!

Gönül başlar bir savaşa,Aklı vurur taştan taşa.

Öyle akar mıydım boşa?Sel içinde seli bilsem!

İster fazla ister noksan,Ne gelirse O’ndan ihsan.Eder miydim derde isyan?Hâl içinde hâli bilsem!

Bülbül gibi uyanırdım,Yaprağına dayanırdım,Kokusuna boyanırdım,Gül içinde gül’ü bilsem!

Goncasını dermez miydim?Kurtuluşa ermez miydim?Uğruna can vermez miydim?Gel içinde gel’i bilsem!

Foto

ğraf

: Ham

it Yalç

ın