167
ALAK SURESİ ANALİZİ Burak Taracar 1

ALAK SURESİ ANALİZİ

Embed Size (px)

Citation preview

ALAK

SURESİ

ANALİZİ

Burak Taracar

1

YAZAR HAKKINDA

Burak Taracar 1977 yılında Balıkesir’de doğdu.

Ortaöğrenim ve lise yıllarını Balıkesir Sırrı Yırcalı Anadolu

Lisesinde (SYAL) bitirdikten sonra 1996 yılında Uludağ

Üniversitesi Elektronik Mühendisliğini kazandı. Geçirdiği ağır

bunalım sonucu birinci sınıfta okuldan ayrıldıktan sonra bir

süre tedavi olup 1999 yılında Balıkesir Üniversitesi Necatibey

Eğitim Fakültesi’ni kazandı ancak üçüncü sınıfta hastalığının

nüksetmesi yüzünden oradan da ayrıldı. Yazmak gibi sözel

yetenek isteyen bir işle meşgul olmasına rağmen gördüğü

sayısal eğitimin onun sözel mantık ve analiz yeteneğini

geliştirdiğini söyler. Şu anda bir kısmı basılmış bir kısmı

basılmamış Alak Suresi Analizi, Kalem Suresi Analizi, Fatiha

Suresi Analizi, Yağmurlar, Kurdun Duası, Sevgilime (şiir),

Ahlak ve Felsefe, Denemeler ve Yağmurlar(senaryo) adlı 9 adet

eseri vardır.

2

ÖNSÖZMerhaba sevgili okuyucularım. Bu sizinle ilk

tanışmamız ve siz bu kitabı okurken ben “Kuran’a göre nasıl ibadet edebiliriz” adlı incelememi yazıyor olacağım. Öncelikle Rahman ve Rahim olan Allah’a bu kitabı yazmak lütfunu bana verdiği için teşekkür ediyorum. Geceleri yalnızlığımı paylaştığım Kuran’ın sabah vakitleri bana verdiği haz ve duygularımı paylaşma arzusuydu hissettiğim. Açıkça belirtmeliyim ki Arapça bilmiyorum fakat Kuran’ın her dile çevrilmesi gerektiğine, Arapçanın bu yüzden özel bir dil olarak seçildiğine inanıyorum. Kitabımız Alak suresi analizi (2 bölüm halinde), Kuran ayetleri üzerine bilişsel duyumsamalar, Kuran’a göre nasıl ibadet edebiliriz ve imgesel transformasyon olarak dört ana bölümden oluşuyor. Kaynak olarak birçok çeviri okumakla birlikte esas olarak Yaşar Nuri Öztürk ve Hüseyin Atay’ın meallerini kullandık. Umarım bana kızmazlar. Sizleri seviyorum...

[email protected]

Sırrın aşkının aşkın sırrından daha büyük olduğunu anladığım zaman seni sevdiğimi anladım...

Bu kitabı hayatımın en zor anlarında bana yaşama

tutunma gücü veren sevgili annem Aysel Yılmaz ve doktorum Prof. Simavi Vahip’e ithaf ediyorum…

Burak Taracar

3

ALAK SURESİ

Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla... Yaratan Rabbinin adıyla oku! İnsanı embriyodan, ilişip yapışan bir sudan, sevgi ve ilgiden yarattı. Oku! Rabbin Ekrem’dir, en cömertliğin, zenginliğin sahibidir. O’dur kalemle öğreten. İnsana bilmediğini öğretti! Olmaz öyle şey! İnsan gerçekten azar. Kendisini her türlü ihtiyacın üstünde görmüştür. Oysaki dönüş yalnız Rabbinedir. Gördün mü o yasaklayanı, bir kulu namaz kılarken. Gördün mü! Ya o iyilik ve doğruluk üzere ise!? Ya o takvayı emrediyorsa! Gördün mü! Ya şu yalanlamış, sırt dönmüşse! Bilmedi mi ki Allah gerçekten görür! Olmaz öyle şey! Eğer vazgeçmezse, yemin olsun, o alnı mutlaka tutup sürteceğiz! O yalancı o günahkar alnı! Hadi çağırsın derneğini, kurultayını! Biz de çağıracağız zebanileri! Sakın, sakın! O’na boyun eğme, secde et ve yaklaş!

4

1. BÖLÜMALAK SURESİ ANALİZİ

Kuran’ın bölümlerine “sure” denmesininaltında ince bir anlam vardır. “Sure” kelimesi “sur” kökünden gelir. Sur, kıyameti haber veren borunun ismidir. Yani bu anlamda Kuran’ın bölümleri kıyameti haber veren bir anlama sahiptir. Sure kelimesini sonuna –e eki konularak kelimede bir hafifletme ve inceltme yapılmıştır. –e eki incelik, güzellik, hafiflik ifade eder. Bütün bunlardan yola çıkarak söyleyebiliriz ki “sure” kıyameti güzellikle haber veren demektir.

Sure, Allah’ın Rahman ve Rahim olduğunu bildirerek

başlıyor. Rahman ve Rahim isimleri Allah’ı betimleyen

isimlerdir. Yani burada Rahman ve Rahim kelimelerinin anlamı

insanlar tarafından birazcık da olsa anlaşılabilir. “Allah”

kelimesi ise bütün bu sıfat-isimlerin kutsadığı ve yücelttiği

Rabbin ya da Allah’ın gerçek ismidir. Buradaki sıfat isim ve

gerçek isim kavramlarını O’nu betimleyen isimler ve isimlerin

betimlediği farkındalığını ortaya koymak için kullanıyorum.

Rahman ve Rahim kelimelerinin her ikisi de rahmet

sahibi, merhameti sonsuz olan anlamına gelir. Fakat burada

“Rahman” kelimesi Allah’ın kendi yapış, ediş, aktivitesinde ve

kullarına karşı olan yönelişinde, duruşunda rahmet ve

merhamet, “Rahim kelimesi ise kulların kendisine yönelişleri

5

veya kendi karşısındaki duruşlarında onlara karşı gösterilen af,

merhamet ve şevkat anlamına gelir.

“Yaratan Rabbinin adıyla oku!”

Okumanın Rabbin adıyla olması, insana bir Yaratıcı

Kudret olduğunu hatırlatır. Okumak ve anlamak, Allah’ın

insanı sınav ettiği süre boyunca yapılması gereken bir

aktivitedir. Düşünmek, anlamları incelemek, çalışmak, aktivite

sergilemek hep okumaktır. “Oku” kelimesi Arapça’da “İkra” ya

karşılık gelir. “İkra” nın kökü ikrar etmek yani anlamaktır.

Okumak, anlamak ve iman etmek Yüce Yaratıcı’nın insanı var

olan tekamül boyutlarının en büyük kelimesine götürmek için

yaptığı bir aktivite olduğu gibi Kuran’ı okumak ve üzerinde

düşünmek de imansal boyuttaki tekamülün en büyük

kelimesidir. Kuran’ı okumak, yıldızları okumak, denizleri

okumak hep insanı Allah’a yöneltmek için yapılması gereken

aktivitelerdir. Yüce Yaratıcı ayetlerinin açık seçik bir şekilde

anlaşılır bir biçimde okunmasını istemektedir. Okumak insanın

beyinsel olarak yaptığı her türlü anlam çözme faaliyetine denir.

Basit manada okumayı insanın bir kitabı okuyup anlaması

olarak ele alabilsek de okumanın gerçek tanımı insanın bakış,

düşünce, sezgi gibi her türlü araçla olguların anlamını çözme

faaliyeti olmasıdır. Bunları birkaç örnekle açıklayabiliriz: Bir

gözdeki bakışın anlamı, fizik, matematik gibi bilimlerdeki

kanunların incelenmesi, bir aslanın davranışları, insanın kendi

6

duygusal fırtınalarının irdelenmesi, yıldızların hareketleri ve

nedenleri, insanın düşüncelerinin hangi etkiyle nasıl

değiştiğinin gözlemlenmesi, kardiyoloji araştırmaları evrenin

sebepleri vb…

Bütün bunlarla birlikte ayetten anlaşılan öncelikli mana

ilahi vahyin anlamının okunmasıdır. İlahi vahyin anlamıyla

karşılaşan bir insan öncelikle bir iç ürpertisi ya da endişesi

şeklinde bir şey geçirir. Daha sonra ilahi vahyin anlamının

kalpte yavaş yavaş ilk etkilerinin görülmesi ve ayetlerin

muhkemleşmesinin (kesin ve kararlı hale gelmesinin) ardından

bir kalp ferahlığı ve Rahman’a yönelmeye biri istek doğar.

Nitekim:

“Bu Kuran insanın kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur.

Gereğince inanan bir toplum için bir kılavuz ve bir rahmettir o”

ayeti ile,

“Allah, sözün en güzelini, birbirine benzer, iç içe ikili

manalar ifade eden bir kitap halinde indirmiştir. Rablerinden

korkanların ondan derileri ürperir. Sonra da hem derileri hem

de kalpleri Allah’ın zikri / Kuran’ı karşısında yumuşar. Bu,

Allah’ın kılavuzudur ki onunla dilediğini / dileyeni hidayete

erdirir. Allah’ın saptırdığına gelince, ona kılavuzluk edecek

yoktur.” ayetlerinin anlamlarından biri de budur.

Burada Kuran’ın okunmasından maksat kesinlikle ve

kesinlikle ilahi vahyin anlamının okunmasıdır. Yoksa dış

7

görünüşte imanlı ve ibadetlerine düşkün görünürken, Kuran’ı

Arapça lafzından okuyup veya hiç okumayıp akıllarına ve

kalplerine İlahi vahyin anlamlarından bir cümle bile girmemiş

insanların “ben müslümanım” ya da “ben Kuran okuyorum”

demesi bir şey ifade etmez. Kuran’ın okunması konusunda

tutulacak yol Kuran’ın en yeni ve müdahalelerden

açıklamalardan, dipnotlardan veya parantezlerden arınmış

meallerden okunması gerektiğidir. Bu böyle olmalıdır ki

okuyucu insan aklının yorumunun getireceği yanlışlıklardan

mümkün olduğu kadar uzak bir şekilde ve mümkün olduğu

kadar saf bir çeviriyle muhatap olsun. Şöyle düşünelim: Bir

uçurum var ve onun bir yanında insan ve diğer yanında da

Allah’ın rahmeti veya Allah’a gidecek olan yol var. Uçurum’un

aşağısı ise ateş olsun. İşte bu iki taraf arasında bağlantıyı

sağlayan tek köprü Kuran’ın anlamıdır. Bu böyledir çünkü

Kuran’ın anlamı anlaşılmadan lafız olarak okunması da bir şey

ifade etmez. Esas olan vahyin anlam boyutlarının üzerinde uzun

uzun düşünülerek ve bu yöntemle insanın Kuran karşısında

kendi psikolojik duruşunu da değerlendirerek hem benliğindeki

hem de Kuran ayetlerini anlamasıdır.

Kuran’ı dikkatlice incelediğinizde ilahi vahyin, üzerinde

en çok durduğu konunun kendisinin anlamının okunması ve

üzerinde uzun uzun düşünülmesi olduğunu görüyoruz. Nitekim:

“Andolsun biz onlara öğütlerini, uyarılarını / zikirlerini getirdik

8

ama onlar hala yüz çevirip durmaktalar” ayetinin anlamlarından

bir de budur.

Yüce Yaratıcı ayetlerinin açık seçik bir şekilde anlaşılır

bir biçimde okunmasını istemektedir. Şu da önemli bir noktadır

ki burada önemli bir görev de Kuran’ı kendi dillerine çeviren

meal sahiplerine veya çevireceklere düşmektedir. Çünkü

Kuran’ın her geçen gün yeni bir anlam boyutu ortaya

çıkmaktadır. Nitekim Kuran kendisinin üzerinde anlamı

okunarak ve düşünülerek durulması konusunda artı, Kuran’ı

kendi dillerine bütün imanları, ilimleri ve kalpleriyle çeviren

insanlar konusunda Abese suresinde şu ayetleri indirmektedir:

“Hayır, hiç de öyle değil! O bir düşündürücüdür. Dileyen

onu düşünüp öğüt alır. Kutsanan, bereketli sayfalardadır o.

Yüceltilen, tertemiz sayfalarda… Yazıcıların ellerinde; ak-pak,

mübarek yazıcıların!”

Görüldüğü gibi sadece tek bir sureyi örnekleyerek verdiğimiz bu ayetlerde Kuran kendisinin bir düşündürücü olduğunu, Kuran ile insan arasında kurulacak bağın aynı Allah ile kul arasında kurulan bağ gibi araya kimsenin giremeyeceği bir bağ olduğunu bildirmektedir. “Dileyen onu düşünüp öğüt alır.” cümlesi, Alemlerin Rabbinin kendi indirdiği kitap ve kendisine ulaşan tek yol olarak gösterdiği Kuran’a ulaşmak isteyenlerin önünde hiçbir engel çıkamayacağının bildirilmesidir. Ayetlerin devamında Kuran’ın tercümelerinin de ve o tercümeleri yazanların da kutsanan-bereketli yüceltilen, tertemiz sayfalar ve tertemiz, mübarek yazıcılar olduğu bildirilmekte ve bu sayede bir yandan Kuran’ın anlamının tüm dünya tarafından anlaşılması teşvik edilirken bir yandan ilahi vahyin sadece Arap

9

diline aitmiş veya sadece araplar anlayabilirmiş gibi bir düşüncenin de önüne geçilmiştir. Çünkü Alemlerin Rabbi bizzat kendisi Kuran’ın diğer dünya dillerine çevrilmesini ve indirilmesinden kıyamete kadar bütün zaman boyutlarında çevirilerinin yapılmasını istemekte ve bunu ilahi yollarla desteklemektedir.

“İnsanı embriyodan, ilişip yapışan bir sudan, sevgi ve ilgiden yarattı.”

Embriyo aşkın ve sevginin sonucundan meydana gelir. Bir anlamda erkek ve dişi hücrenin birbirini arayıp kucaklaşmasıyla oluşur. Bunun manevi temelleri ise yine aşktır. Yani insanın yaratılışının özünde ve temelinde yine aşk vardır. Bir önceki cümleyle bağlantı kurarsak insanın okumasıyla içindeki özü ve gerçek aşkı bulabileceğini anlarız.

Yaratılmışların bir özelliği de bir şeyler yapma isteği ve ilgidir. İnsan yaratılışındaki sevgi ve ilgi temelleri nedeniyle devinim içinde olmak, sürekli yeni şeyler yapmak, sürekli yeni düşünceler üretmek ister. Bir başka deyişle insanların değişim içinde olması onların sevgiyi arayışlarının sonucudur. İnsan doğası gereği sürekli sevgi ister. Bırakın insanı akvaryumda yere çökerek beslenme durumunda olan bir çöpçü balığı bile yerinde duramaz, oradan oraya koşar durur. Yaratılmışların hepsi doğalarının gerçek gereği olan sevgiyi izlemek ve bu konuda kendilerini ispat etmek durumundadır.

İnsan ise hem Yüce Yaratıcının çağrısı nedeniyle hem de duygu dünyasının gerçek özünün sevgi olması nedeniyle sevgi kavramını en çok ortaya koymak durumunda olan varlıktır. İnsandaki sevgi duygusunun temelinde ne vardır diye sorduğumuzda karşımızda şu cevabı buluyoruz. Rahmetin insan üzerinde belirginleşmesi. Yani insanın sevgi ve aşk gibi duygularının ilk çıkış noktası yaratılıştan gelmektedir. Birinci ve ikinci ayeti beraber incelediğimizde şu anlamı görebiliriz. Kuran “Gel!” diyor, sen aşktan yaratıldın.

10

İnsanın yaratılışındaki ilk adım olan kavramları hem maddi hem de manevi yönden daha yakından inceleyelim. Embriyonun hazırlanışındaki temeller aşk faaliyetinden meydana gelir. Yani kadın ve erkek birbirini sever, birleşir ve yeni bir oluşum başlar. Yani insanın ruhi temelleri aşk olduğu gibi fiziki temelleri de aşktır.

İnsanı iyiliğe götüren duygulardan biri de tutkudur. Tutku sevilen şeye bağlanmak ve ona karşı ondan olmayan sebeplerle aşkı ortaya koymaktır. Eğer bir kadını aşk ve tutkuyla seviyorsan bu sevgi ondan kaynaklanmıyor, senin mükemmeliyeti arzulamandan, en güzeli arzulamandan, en güzeli istemenden, en duruyu istemenden kaynaklanıyor. Tutku insanın iç dinamiklerinden kaynaklanır ve aşk duyulan şeye karşı sürekli çaba, sürekli yönelim içgüdüsünü getirir. Namaz kılabilen insanların O’na secde etmesi dünyevi düşünceden kurtulan insanın sonsuzluğun kıyılarına dalgalarıyla vurmasıdır.

Kadının ve erkeğin birleşmesi sonucu ortaya çıkan varlığın özelliklerinden biri de yeni bir oluşum olmasıdır. Şekilsel olarak anne ve babadan izler taşısa bile ruhi ve düşünsel dünyada tamamen yepyeni bir varlıktır. İnsanların hepsinin birbirine benzemesini arı ve sinek örneğini vererek açıklayabiliriz. Arı da uçar sinek de, ama arı bal yapmak için uçar sinek mikrop yaymak için, İnsanların değerleri onların kimden geldiklerine veya onların hangi topluluğa bağlı olduklarına bakmaz. Sadece ne için çalıştıklarına bakar.

Bu yepyeni varlığın göstermesi gereken özelliklerinden biri de değişimdir. Bir elektron bile çekirdeğin etrafında dönerken bir geçtiği noktadan bir daha geçmez ama insanlar kendilerini tekrar edip duruyorlar. Eğer çekirdeğin çevresinde hızlanırsan kazandığın enerjiyle birlikte üst yörüngelere çıkarsın ve gittikçe özgürleşirsin, daha büyük yollar kat edersin.

11

Eğer yavaşlarsan enerjin azalır, gittikçe etrafında döndüğün mesafe daralmaya başlar.

Sperm bir sıvıdır. Bu sıvının özelliği akışkan olması ve belli bir hedefe doğru gitmesidir. Akışkanlık sürekli değişim ve yerinde duramamayı simgeler. İnsandan istenen de budur. Sürekli çaba gösterme, yenilenme ve değişme.

Kadın ve erkekteki yumurta ve sperm hücresini kadın ve erkeğin ayrı ayrı yaptığı faaliyetler olarak ayırmamak gerekiyor. Spermle yumurtanın buluşması, insanın makro anlamda göstermesi gereken davranışın mikro anlamda ortaya konmasıdır. Bu mikro makro ilişkisini gezegenlerin yıldızlar etrafında dönüşünün, elektronların çekirdek etrafında dönüşüne benzeyişini ortaya koyarak anlatabiliriz. Spermin kuyruğuyla çaba gösterip hareket ederek yumurtaya varması, insanın dünya hayatında çabalayıp başarılı olarak sınavı geçmesi ve cennete girmesinin bir simülasyonudur.

Sperm yumurtaya varmak için sürekli kuyruğuyla enerji harcamak, hareket etmek, ilerlemek durumundadır. Eğer durağanlığa girer ölür. İnsan için de aynı şeyler geçerlidir. Dünya sınavını geçebilmek için olumlu çaba göstermek, yerinde durmamak ve ilerlemek durumundadır. Bütün bunlar insanın pozitif yönde değişim geçirmek istemesidir.

Şu anda 18 yaşında bir insan olduğumuzu varsayalım. Ölümden sonra ise toprak fazına geçeceğiz, doğmadan önce ise embriyo ve zigot fazındaydık. Yani sürekli bir değişim ve yenileşme var. Aslında bu değişim hayat boyu bizim fark edemeyeceğimiz bir şekilde devam eder. Bunun manası fiziksel görüntünün sadece bir aldatma olduğudur. Fiziksel görüntüler sadece Yaratıcı Kudret’in koyduğu imgelerdir. Siz nasıl bir kelimeyi şekil olarak görüp aklınızda onun manası oluşuyorsa gözlerinizle gördüğünüz, kulaklarınızla duyduğunuz,

12

burnunuzla kokladığınız her şey aslında manaya yol almanıza yol açacak imgelerdir. Görüntü ve şekil bekli de sadece var olduğumuzu anlamaya yarar. Fasafisodur yani. Sen desen ki ben bir üniversite öğrencisiyim, hayır üniversite öğrencisi değilsin, desen ki ben çay içiyorum, hayır çay içmiyorsun. Sen sadece kendi öz benliğin üzerine yönelmiş keskin ve derin bir bakışsın.

Size söylenen felsefi ve hoş sözler insanları inananlardan ayırmak için ortaya sürülmüş balonlara benzer. Sen o sözü göğe yükselirken görürsün ama patlar. Felsefe bilimi aslında düşünceye yöneltmek adı altında , düşünceyi engelleyen laflar bütünü üzerinde yorum yaptırma ve insanları onların ne kadar doğru olduğu araştırmasına yöneltmeye yöneliktir. Şimdi size vereceğim şu örnek üzerinde ne düşündüğünüzü incelerseniz ne demeye çalıştığımı daha iyi anlayacaksınız. Diyorum ki: “İnsan düşünen mikroptur” Şu anda ne kadar harikulade bir söz söylediğimi düşündünüz. Aslında bu aklınıza gönderilmiş bir kaya parçası gibiydi. Çeldirici olan sadece felsefi görünmesiydi. Düşünceniz o anda durdu. Çünkü anlamsızlıktan yapılmış sert kaya beyninizi dumura uğrattı.

Kuran dışında söylenen bu sert ve anlamsız kayalardan ibarettir. O halde nerede böyle bir söz görürsen anla ki o sonsuzluğu bitmiş bir söz, bir kaya, bir ateş. Siz kayalarla muhatap olmayın, kendi derinliğinizde gezinin ve sonsuzluğun kıyılarında dolaşmaya çalışın. “Andolsun size bir kitap gönderdik ki öğüt ve uyarınız ondadır. Hala aklınızı çalıştırmayacak mısınız?” ayeti bu anlatmak istediklerimizi açıklar.

İlk ayetlerde Kuran’ın tarzıyla ilgili bir olaya şahit oluyoruz. Kuran olaylar arasında önce sonu söyler ve uyarır daha sonra öncekileri söyler. Kuran “boğulacaksın, can simidine sarıl” demez. “Can simidine sarıl, boğulacaksın” der.

13

Aynı tarzın farklı bir açılımını ikinci ayette görebiliriz. Ayette insan bir sonuçtur, embriyo ise bir sebeptir ve ayette önce insan kelimesi sonra embriyo, sevgi, ilgi kelimeleri kullanılmıştır.

“Oku! Rabbin Ekrem’dir. En büyük cömertliğin, zenginliğin sahibidir.”

Bu ayette insanın gerçeği anlamaya çalışması halinde Rabbin lütuflarına tabi olmaya başlayabileceği belirtiliyor. Bu olay sadece dünya hayatında devam etmez, ölüm sonrasında da bizim dünya hayatında bilemeyeceğimiz lütuflara kavuşarak devam eder. İnsan Yüce Yaratıcının lütuflara okuyarak ulaşır. Buradaki okumanın anlamı öz benliğimizdeki ve evrendeki her şeyi anlamaya yöneliktir. Yani okuma kavramının içine insanın düşünce ufuklarının yettiği her şey girer. İnsan aklının yettiği her şeyi düşünmelidir.

İnsanın gerçeğe ulaşması için İlahi Kudret’in koyduğu ipuçlarına ise ayet denir. Ayetler kutsal kitaplarda olduğu gibi evrende ve insanın duygu dünyasında da görülebilir. Matrix formülleri, fizik formülleri gibi bilimsel kanunlar birer ayet olduğu gibi yoldan sapan Sırp’ın Boşnak’ı katletmesi de bir ayettir. Evrende meydana gelen her olay insanın gerçeği görebilmesi için bir ispattır.

Bütün bu ispatların yani yaşamış olduğumuz hayatta bize yol gösteren her şeyin amacı insanın gerçeği görerek inanmasını sağlamaktır. Ayeti bir daha okursanız insanın gerçeği görmeye çalıştığı ve Yaratıcı Kudret’in birliğine doğru yol almaya çalıştığı takdirde O’nun görünür ve görünmez nimetlerinden yararlanmaya başlayacağını anlayabilirsiniz. Ayette dikkati çeken bir başka incelik de önce oku denmesi sonra Rabbin Kerim yani en büyük cömertliğin, zenginliğin sahibi olduğunun bildirilmesidir. Demek ki insanla ilahi Kudret arasındaki kulluk-Ekrem ilişkisi insanın adım atmasıyla

14

başlayacaktır. Kuran’da ayetleri diziliş sırası arasında bir alaka vardır. Bir önceki ayetle bu ayeti birleştirdiğimizde ortaya çıkan inceliklerden biri şu olsa gerek; insanın sevginin, ilginin ve diğer lütufların sonsuzuna erişebilmesi, bir başka deyişle Rabbin Kerim sıfatının tecellilerinin görülebilmeye başlanması bizim oku emrinin yerine getirmeye başlamamız halinde olacaktır.

Ayetin bir başka anlamı güven unsurunun saklı bir inci gibi ayetin dış görünüşü içinde gizlenmiş bir biçimde vermesidir. Rahman’ı arayan insan okuduklarıyla, bilimle, yaşadığı olaylar ve ibretlerle ve en önemlisi sezgileriyle ve duygularıyla, istekleriyle, gerçeğe olan yolculuğuna başlayacaktır. Rabbin Ekrem’dir cümlesi bu yolculuğa giren insan için Rabbin yeterli olduğunun ve karşılıksız verişin yalnız O’ndan geleceğine ilişkin kullara sunduğu güvenin açığa çıkmasının ispatıdır. Belki de güvene dayanarak bu yolculuğu farkında olmadan, kelimelere dökmeden veya ifade etmeden yapıyoruz. Bu yolculuk sırasında bize verilmiş olan, içimizden gelen bir rahmet, bir sağduyu var. Belki de bir çocuğun kolu ezildiğinde onun kolunun incinmesine değil de, onun üzüldüğüne üzülmemiz bu yüzden. Belki de en sevdiğimizin başına bir şey geldiğinde kahrolmamız bu yüzden. Beklide Bosna’da onbinlerim öldü kahroldum diyen şairin ağıtı bu yüzden. Belki de gerçek ve samimi sevgiyi görünce çiçekler gibi açılıp saçılmamız bu yüzden...

İçimizdeki sezgilerin gerçeğe dönüşmesinde en güzel örnek olarak şu olayı vermek istiyorum. “Hani İbrahim de şöyle yakarmıştı: “Rabbim, göster bana nasıl diriltiyorsun ölüleri?” “İnanmadın mı?” diye sordu. “İnandım” dedi “ancak kalbimin tatmin olması için...” Allah dedi ki: “Kuşlardan dört tane al, onları kendine ısındırıp alıştır. Sonra her dağın üstüne onlardan bir parça koy. Sonra da onları çağır. Koşarak sana geleceklerdir. Bil ki Allah Aziz’dir, Hakim’dir.”

15

Ayetler Bakara suresinde geçmektedir. Dikkatlice incelediğinizde İbrahim Peygamberimiz inanmakta ancak sezgilerinin bilgiye dönüşmesi konusunda Rahman’dan yardım istemektedir ve İbrahim’e şöyle bir yol önerilmiştir. “Kuşlardan dört tane al, onları kendine ısındırıp alıştır. Sonra da her dağın üstüne onlardan bir parça koy. Sonra da onları çağır. Koşarak sana geleceklerdir. Bil ki Allah Aziz’dir,Hakim’dir”

Kuşların İbrahim tarafından ısındırıp alıştırılması sevgiye işaret eder. İbrahim’e verilecek ipucu için ilk emrin sevgi olması ise inancı açığa çıkartacak yolun sevgiden geçtiğini anlatır. Dağ ise realiteyi ifade eder. Kuşların çağırıldıktan sonra koşarak İbrahim’e gelmesi ise sevginin gücü karşısında realitenin geçerli olmadığını anlatır.

Bütün olayın tek bir dua ile başladığına dikkat ediniz. Bazen yıldızların açılıp saçılması için tek bir noktadaki patlama yeterlidir. Yani gerçeğin bilgisinin insana belli edilmesi ve doğru yola kılavuzlanma için samimi bir yakarış yeterlidir.

“O’dur kalemle öğreten.”

Kalem işaretlemek için kullanılan bir araçtır. Burada kastedilen yaratılmış varlığın, okuma, işaretlerin anlamını çözme ve anlama yoluyla öğrenmeleridir. Kalem kelimesinin anlamı içine ilk bakışta sadece insan için matbaa, daktilo, bilgisayar, televizyon uydu, vb’yi sokabiliriz. Fakat kalem sadece insanlar için geçerli değildir. Diğer yaratılmışlar da işaretleme yoluyla öğrenirler. Bir arı çiçeklerin öz verip veremeyeceklerini yavruluktan itibaren dolaşırken kokuyu beyninde işaretleme yoluyla öğrenir. Bir aslan yavruyken hangi hayvanın av olacağını bilmez ama tecrübeyle (koku, görüntü vs’yi aklında kodlayarak) öğrenir. İşaretleme insan beynin de kullandığı bir mekanizmadır. İnsan hayat denen süreç boyunca

16

bütün tecrübeleri kodlar, yani kalem insan beyninin de kullandığı bir süreçtir. Kalem daktilo, matbaa, bilgisayar sistemleri, uydular insanın kalem olgusunu maddi dünyada işletmesinin çok basit örnekleridir.

“İnsana bilmediğini öğretti.”

İnsan sürekli öğrenme süreci içindedir çünkü bilginin gerçek kaynağı sonsuzluğun sahibidir. Bu aynen insanın küçük yaşlardayken ancak çok küçük sayıları bilebilmesi büyüdükçe bildiği sayıları arttırmasına benzer. Dört yaşındayken ona kadar sayabilen bir çocuk on yaşındayken bir milyon sayısını bilebilir. İnsan için öğrenme süreci dünyaya bağlı değildir ve ahirette de yani sonsuza kadar sürecektir. Ahirette de insan cennete de gitse cehenneme de gitse gerçeği giderek daha çok anlama süreci içince olacaktır.

Burada bilginin sonsuzluğundan bahsetmek gerekiyor. Mutlak Kudret sonsuz bilen olduğu için insan da sonsuza kadar öğrenecektir. Şu an için insanın kavrayabildiği en büyük sayının bir katrilyon olduğunu varsayalım. Belki de ölüm sonrası sonsuz hayata geçiş anında bu sayı sıfır derecesinde küçük bir sayı gibi gelecek. Veya şu an milyonlarca galaksiden oluşan evrenimizin aslında bir nokta olduğunu anlayacağız.

“Olmaz öyle şey! İnsan gerçekten azar.”

Aslında insanın sahip olduğu her nimet bilginin uzantısıdır. Bu küçük yaşlardaki bebeklerden olgun insanlara kadar değişmez. Küçük bir bebek yemek yeme bilgisini deneyip öğrenmeden karnını doyurabilir mi? Bir insan matematik öğrenmeden matematiğin kendisine sunduğu olanaklardan yararlanabilir mi?

17

Aynı şeyi toplumsal planda da görebiliriz. Dünyanın en önde gelen toplumları bilgiye veren ve araştırmacı toplumlardır. Burada bilgi için araştırmanın değerine dikkat çekmek isterim. Araştırmanın içinde hem eskilere uymamak hem de yeni bir şeyler ortaya çıkarmak vardır. Yani neden insanın kesin doğruya ulaşma çabasıdır.

“Kendisini her türlü ihtiyacın üstünde görmüştür.”

Ayette insanın azmasının sebebinin zenginlik taslaması olduğu belirtiliyor. İnsanlar para, mülk, çocuk, teknoloji gibi şeylerle övünmeyi çok seviyorlar ama dünya ve dünya hayatının bütün nimetleri sadece gerçeği anlamak için birer araç. Yani bağlanılacak şeyler değil. İnsan maddi manevi sahip olduğu nimetlere şükretmeli ve onların gelip geçici şeyler olduğunu bilip onlara gülümsemeli. Şükretmek ayrı şey, bağlanıp esiri olmak ayrı şey. İnsan sahip olduğu akıl, bilgi, gönül ve maddi değerlerin kıymetini bilmeli ama bunları bizzat Yaratıcının emirlerine aykırı davranmak için bir araç haline getirmemeli. Firavun da aynı hataya düşmüştü. Altından akan nehirleri kendisinin sanmıştı ve büyüklük taslamıştı. Bugün Firavun’un cesedi insanlara ibret olmak üzere bir müzede secde etmiş bir halde sergilenmektedir.

Bu noktada olayın bir boyutu da insanın Mutlak Kudret’e ihtiyacı olmadığını sanmasıdır. Eğer yenileşme ve aşk olmasaydı zamanın geçmesine ne gerek vardı. Zamanda sürekli yenilik ve sürekli akma vardır. Yaşanan hiçbir an bir öncekinin aynısı değildir. Çağlar boyunca insanlar despotizm uygulamışlar, kendi kurallarını halklara yığarak sele engel olmaya çalışmışlardır. Oysa değişmeyen tek şey Yüce Yaratıcının ayetleridir. İnsanlar sele engel oluşturacak putlaştırılmış kurallar uyduracaklarına bir başka deyişle selin önüne yıkılacak barajlar kuracaklarına selle beraber yürüselerdi

18

amaçlanan geleceğe daha çabuk ulaşabileceklerdi. Selin gittiği yer cennete çıkar oradan da sonsuza gider.

Yani zaman yeni akıl, yeni aşk, yeni düşünce demektir. Her saniye yeni aşka, yeni sevdaya, yeni düşünceye gebe kalmak isteyen kadına benzer. Zamanı yakalamak için bu kadınla sevişmek lazımdır. Aklı kullanmak lazımdır.

Aklı kullandıkça cennete yaklaşırız, aklı durdurduğumuz ve bundan sonrası yok dediğimiz anda ise bulunduğumuz yer cehennemin ortasıdır. Bizden öncekileri rehber edinmek ve onları taklit etmek ise akla ihanetin en iğrenç yoludur. Bu Yaratıcı Kudret’in nimet olarak verdiği insanlık burcuna nankörlük, başka akılları rehber edinmektir. Bunu yapan ayaklarını yok sayarak başkasının el arabasına binmiş ve bak ben yürüyebiliyorum diyen eşeğin durumuna benzer. El arabası onu gittikçe cehenneme yaklaştırmaktadır. İçinde bulunduğu kötülüğü ancak el arabasından inince anlayabilir ve ne kadar erken uyanırsa geri dönüş o kadar kolay olur.

“Oysaki dönüş yalnız Rabbinedir.”

Ölüleri dirilten Muhyi kabirlerdeki şuurlu varlıkları diriltecektir. O vakit geldiği zaman insanların riyakarlığı ve ikiyüzlülüğü söz konusu olmayacaktır. Kuran kıyamet gününü Kıyamet suresinin şu ayeti anlatır.

Hayır, öyle değil! Kıyamet gününe yemin ederim ki. Öyle olmaz! Kendisini ısrarla kınayan benliğe de yemin ederim. İnsan kendisinin kemiklerini asla bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor? Öyle değil! Biz onun parmak uçlarını tam bir biçimde düzenlemeye gücü yetenleriz. Fakat insan kendi önünde rezillik sergilemeyi ister. “Kıyamet günü nerede, ne zaman?” diye sorar. Göz şimşek çaktığında! Ay tutulduğunda! Ve güneşle Ay bir araya getirildiğinde! Der ki

19

insan o gün kaçılacak yer nerede? Hayır yok varılacak yer! Varılıp durulacak yer Rabbinin huzurudur o gün.

Pencerelerimizde soğuk havalarda oluşan su damlalarının aniden oluşacak yağmur damlaları gibi süzülmesi ve ne sonunda dağılmaları insanların kıyamet günü gidecekleri yere gidip belirlenen sonla buluşmalarına benzer.

İnsan İlahi Kudret’e döneceği için bu uluhiyete kendini hazırlamalıdır. Eğer dünyadayken bu bilinci kazanırsanız, ahirette de karşılaşacağınız olaylara karşı önceden inandığınız için bir kurtuluş vesilesi olabilir. Şuurlu iman çok önemlidir. Yani kendi kendine ne olduğunu, ne yaptığını bilmesi. Şuur hiçbir zaman kaybolmamalı ve en kötü işleri yaparken dahi insan kendini ve yaptıklarını anlayabilmeli. Örneğin insan adam öldürürken bile ben bu işi yapıyorum ama bunun kötü bir iş olduğunu biliyorum diyebilmeli. Şuur bunun için önemlidir. Yaptıklarını görüyor olmak, hatalarını anlayabilmek ve kabul etmek. Aslında insan bir şeyi yaparken gerçekten onu yapmaz, onu yaparken ve yapmazken kendini gözler. Örneğin namaz kılmamazlık ediyorsa bu sorumluluğu gözler veya yazı yazıyorsa onu nasıl yazdığını gözler. Kuran’a göre insan fiziksel olarak bir şeyler yapan varlık değildir. Kuran insanın tanımını “Gerçek şu ki insan öz benliği üzerine yönelmiş keskin ve derin bir bakıştır” diyerek bildirmektedir. Bu ayet insanın amaçlandığı gelecek için nasıl bir yaratılım ve tanım üzere olduğunu ortaya koyar. İnsan kendi öz benliğini dinlemeli ve içindeki sesi dinleyerek giderek daha derinleşmelidir. Ancak bu şekilde gerçeğin bilgisini hissedebilir.

Peygamberin Kuran’ın ileriki ayetlerinde geçen “Yalnız O’nadır tövbem” sözü bu ayetin bir açılımıdır. Hıristiyan ve Yahudi hurafelerindeki hahamlardan ve ruhbanlardan yardım isteme şeklindeki hüsran Müslüman inançlarında da mezhep ve tarikat hocalarından yardım isteme şeklinde devam etmektedir.

20

Peygamber bu yüzden diyor: “Yalnız O’nadır tövbem.” Günahları O’ndan başka affedebilecek düşünülebilir mi? O’ndan başka şefaatçiler edinmeyin. Yaratıcıların en güzeli dururken O’nun berisinden kendilerine hiçbir zaman cevap veremeyecek birilerine bağırıp çağırandan daha sapık kim vardır. Zümer suresinde şöyle deniliyor: “Şefaat, tümden ve sadece Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü, yönetimi O’nundur. Sonunda O’na döndürüleceksiniz.”

Nur suresi şöyledir: “Allah göklerin ve yerin Nur’udur. O’nun nurunun örneği, içinde çerağ bulunan bir kandile benzer. Kandil, bir sırça içindedir. Sırça, inciden bir yıldız gibidir ki doğuya da batıya da nispeti olmayan bereketli bir zeytin ağacından yakılır. Bu ağacın yağı, neredeyse ateş dokunmasa bile ışık saçar. Nur üzerine nurdur o. Allah, dilediğini kendi nuruna kılavuzlar. Allah insana örnekler verir. Allah her şeyi bilmektedir.

“Gördün mü o yasaklayanı, bir kulu namaz kılarken.”

Ayette kendi ağzını burnunu görerek dünyaya bakan insanla, başkasının ağzına burnuna bakan insan net bir biçimde ayrılıyor. Kendi kendisini yargılama yoluyla kendi doğrularına ulaşmaya çalışan insan ışığını arayan kandile benzer. Aradığı ışık içinde yanmaktadır. Aradığı ışığı bulduğunda tek bir mumu ararken milyarlarca yıldızın kendisini aydınlattığını görecektir.

Başkasının ağzına burnuna bakan insansa ışık bulamaz. Çünkü ayıp ve hata arıyordur. Kendi içindeki ışıktan umudu kesmiş, başkalarının ayıp ve hatalarını görmek yoluyla içindeki boşluğu kötülükle doldurmak yoluna girmiştir. Başkalarıyla alay ederek görebileceğini sanır ama bu tür gözlük ona ancak bir körün taktığı gözlük kadar görüş imkanı sağlayabilir. Ne kendi kandiline bakıyordur ne de başkalarının kandiline, ne

21

kendi ışığına bakıyordur ne de başkasının ışığına. Işıklardan uzak yere bakıyordur. Kandillerin aydınlatmadığı yere...

Bütün bunlardan yola çıkarak söyleyebiliriz ki kendi kendini eleştirmek ve düzeltmeye çalışmak her zaman olumlu ve daha yapıcıdır. Kendi olumsuzluklarımızı düzeltirsek ışığımızın, kandilimizin ışık vermesini engelleyen engelleri yok etmeyi başarırız. Olumsuzluğun ışığı yoktur. O sadece ışığın görünmesini engeller.

Başkalarıyla olan ilişkilerde ise hassas nokta başkasının karanlıklarını görmeye sebep olmak yerine onun içindeki ışığı açığa çıkartmaya çalışmaktır. Eğer ona karanlıklarını gösterirseniz o kendi karanlıklarına bakar. Bunun yerine olumsuzluğu bir çırpıda defettirip aydınlığı ve ışığı göstermek hem çevresindeki hem de içlerindeki ışığı açığa çıkartmasını sağlamak bakımından daha yararlıdır.

Dönüşün yalnız Rabbe olması fiziksel dünyada O’na yönelmeye engel olacak imtihan araçlarını da görmemizi sağlıyor. İnsanın manevi dünyasında O’na yönelmesini engelleyecek hiçbir şey olamaz. Bu sebeple duygusal manada yöneliş iman için yeterlidir. Fiziksel boyutta ortaya çıkan imtihan araçları ancak madde ve şekil dünyasında kendilerini gösterebilirler ve bir ok, sesle ne kadar çağırılabiliyorsa onlar da hedefe yönelen kişiyi o kadar saptırabilirler. Söz konusu kişilerin hepsi O’nun berisinden uyulmaması gereken yalanlayıcılardır. Bir pala nasıl bir insanı bir vuruşta öldürebiliyorsa bunların da iyilik ve doğruluğa karşı o kadar ömürleri vardır. Kıyamet günü putlara doğru akın akın giden ordulara benzerler. O’nun dışında yöneldikleri onlardan uzaklaşmışlardır.

İnsanların uymaması gereken özelliklerden biri de hırstır. Hırs düşüncesizlik sonucu egoyu ve kişisel bencilliği azdırmak ve bu yolla insanın kendi kendini tatmin olduğunu sanması

22

demektir. Bu aynen deniz ortasında kayıkta kalmış kişinin su yerine deniz suyu içip tatmin olduğunu sanmasına benzer. İçtikçe daha çok susar ama su ihtiyacı kesinlikle karşılanmaz.

Ve sonunda olay geri dönülmez noktaya gelir. İnsanın ruhi dünyasında da aynı şeyler geçerlidir. Egoyu tatmin etme yoluna girdiğiniz takdirde o hem tatmin olmayacak hem de deniz suyuna giren insanın daha çok istemesi gibi daha çok bencillik, daha çok hırs isteyecektir. Kuran’ın ego konusunda emri şudur: “Egolarınızı öldürün!”

İlahi emirler yanında insan ne kadar iyi bir insan olsa, bir melek de olsa, bir Peygamber de olsa ben dediği anda negatif kalır. O yüzden Fatiha suresi bütün alemler için “Dosdoğru giden yola ilet bizi!” yakarışını vermektedir. İlahi rahmete girebilmek için insan rahmetle birlikte hareket etmelidir. Çünkü insan rahmete muhtaçtır. Ayette ilahi emre uyan insan karşısında ben deyip kendi öğretisini, yasaklarını zorla dikte ettirmeye çalışan insanın durumunu görüyoruz. Böyle bir insan sonsuzluğun karşısında çalım satma yoluna girme yoluna girmiştir ki çabası boşunadır.

Ayette dolaylı yoldan insanla Rahman’ın arasında engel oluşturarak insanları aldatıp ibadetleri engelleyen insanlardan da bahsedilmektedir. Bu işi en sinsice yapanlar din adamları sınıfıdır. Müslüman inancındaki din büyükleri, dinde söz sahibi görülen kişiler, Hıristiyan ve Yahudi inancındaki ruhbanlar ve papazlar insanlara Peygamberler şunu söyledi diyerek hadis ve din kitapları ortaya koymaktadırlar. Örneğin bir Hıristiyan papaz günah işleyen ve kendisine gelen insana ben seni afettim diyerek onun manevi alt yapısını oluşturan bütün kudreti engeller. Yada başka bir din büyüğü Kuran böyle diyor ama bizim de şu olaylara dayanan şu kurallarımız var ya da bizim büyüğümüz şöyle söylüyor... insanı yoldan saptırır.

23

Surede Kuran’ın bir kalem güzelliğine daha şahit oluyoruz. Kuran direkt namaz kılın demiyor. Dolaylı yoldan namazı, ibadeti engelleyenleri cezalandıracağını bildirip hem Müslümanlara güven verip rahatlatıyor hem de namaz kılmanın önemine dikkat çekiyor.

Namaz kılanın özelliği umrunda olmasıdır. Farkında olmak ve dikkati yöneltip tasdik etmek, ardından doğru yolu bulmaya çalışmak hassas insanın özelliğidir. Umur sahibi insan için evrendeki her şeyin bir amacı ve anlamı vardır. Bu anlamların onu sonsuza götüreceğini o içten içe bilir. Daha doğrusu güzel düşünenlerden olduğu için ona gizlice ilham edilir ve bu ilham onun hayatında ona gizlice destek olur. Umrunda olmak neye benzer, görüp de gözünü kapamamak, aşıkken sevdayı görmezlikten gelmemek, cahilliğe sırt çevirip bilgi peşinde koşmak, etkilenmek ve hissetmek, hissettiğini anlama çevirmek ve ışığın kendisini izlemesini seyre dalmak...

Zamanın insan hayatındaki anlamı üzerinde uzun uzun düşünmek gerekir. Yaşanan hiçbir an bir daha geri gelmez ve daha önemlisi yaşanacak an kesinlikle gelecektir. Gelecek her zaman yakındır. Bunun içindir ki yakın gibi görünen uzak değildir.

Zaman aslında gaybdır. Geçmişte olan şeylerin anlamları ve gelecekte olacakların tüm bilgisi Yüce Yaratıcıya aittir. Kulların zaman üzerinde tekel kurmaları veya zaman üzerinde hak iddia etmeleri söz konusu olamaz. Geleceği değiştirmek mümkün müdür? Eğer geleceği değiştirseydin değiştirdiğin şeyin gerçekten geleceğe ait olduğunu iddia edebilir miydin? Gelecek kuşatılamayan bir kavramdır ve gaybın bilgisi yalnız Allah’a aittir.

Peygamberimiz ve dünyanın her yerindeki ilahi birliğe inanan insanlar, Kuran indirilmeye başlamadan önce de namaz

24

kılıyorlardı. Müslümanlık insanların Peygamberlere ve kitaplara ulaşamamaları sebebiyle nesilden nesile yani babadan oğula yok olacak bir kavram değildir. Daha doğrusu İslam, insanların yönettiği bir olgu değildir. Herkes doğumundan itibaren eşit olanağa sahiptir. Bırakın normal standartlarda yaşayan insanları, insanlar arasındaki unutulmuş bir yerli kabilesindeki bir insan bile, sezgilerini, gözlemlerini kullanarak Allah’ın birliğine ulaşabilir.

“Gördün mü? Ya o iyilik ve doğruluk üzere ise?”

İnsanlar incelikler yüzünden sevapkar ya da günahkardırlar. Bu aynen iki denizin birbirinden ayrılmasına benzer. Su ya tatlıdır ya da acı. Suyun ya tatlı tarafındasın ya acı tarafında. Aradaki ince çizgi incelikleri belirler. Bir şarkıda deniyor ya “İncelikler yüzünden” diye... En derin, en hassas tavırları ve düşünceleri takınmak insana yüklenmiştir. İnsan düşünür, derinleşir ve insanlık burcuna en derin en hassas noktada ulaşır ki bütün negativiteye darbeyi bu noktada vurur. Negativite ona o anda karşı gelemez çünkü negativitenin ulaşamayacağı kadar derin bir noktada düşünsel faaliyet sergilenmektedir.

Ayette namazdan engelleyen kişinin namaz kılanın erdemli bir davranışla Yaratıcısı’na ibadet etmesinin ne manaya geldiğini düşünmemiş olması yeriliyor. Böyle şeyleri derinliksiz düşünen, şekilci insanlar yapar. Derin düşünememek anlamları görememeye sebep olur. İnsan yaşamdaki gözlemleri hakkında bu budur veya bu doğrudur, veya yanlıştır diye düşünceyi ve derinleşmeyi bırakmamalı. Bir anda namaz kılmak yanlıştır diye düşünceyi ve derinliği bırakan yani kestirip atan insan Kuran’da düşüncesizliğin ve derinliksizliğin ve gazaba uğrayacakların veya tövbe edeceklerin uç noktadaki örneklerinden biri olarak yer alır.

25

Derinleşerek doğruya gitmenin önemini en derin düşünen insanlardan yani bilim adamlarından örnek vererek anlatmak isterim. Bir fizikçi dese ki kuvvet uygulanmayan madde durgundur, bir başka fizikçi diyebilir ki bu madde atom dahi olsa kendi içindeki elektronları ışık hızıyla döner ve en küçük madde: Atom bile kendi içinde müthiş bir devinim halindedir.

Birinci fizikçi zamanının en iyisi bile olsa doğruyu bulduğunu sanmış ve yanılmıştır. En felsefik, bilimsel mantığa uygun, akla yatkın düşünce, kavram, sistemler bile sürekli çözümlenmeli, tartışılmalı, soruşturulmalı, yanlışları bulunmalıdır. O halde insanlar, hiçbir zaman kesin doğru düşünceyi bulamazlar, ancak yaklaşırlar. Söz konusu bilim adamının ardından gelen yüz binlerce bilim adamları düşünmemişler, onun ardından gitmişler ve böylece yanılmışlardır. Öyleyse düşünce bireysel ve öznel olmalıdır.

Bunu bir de sayılar örneğiyle anlatmak isterim. Eğer sen yüz isen sana bin büyük gibi gelir, ama dersen ki binden ötesi yoktur, gerçekten uzak düşersin. Bu yüzden Kuran der ki: “Her bilenin üstünde bir başka bilen vardır.” Yaratılma sonsuza kadar devam etmektedir.

Sayılar konusu düşüncenin sadece doğruya doğru yakınlaşması söz konusu olduğunda anlatılabilir. Oysa insan yanlışa düşer. Öyle ise insan bir yandan hatalarını düzeltme bir yandan doğru olanları geliştirme eğiliminde olmalıdır. Bu ikisi birbiriyle iç içedir ve bu ikisini birden yapmanın adı derinleşmedir.

Derinleşmek için gerekli ve önemli noktalardan biri de özgürlüktür. İnsan düşüncelerinin içine herhangi bir insan dilinden uydurma düşünce veya ideal koyarsa farkında olmadan özgürlüğünü kaybeder. Dünyanın kuruluşundan beri insanlara gönderilen bütün peygamberler toplumlarının düşünce sistematiklerini reddetmişler ve Allah’ın birliğini ve tebliğini

26

toplumlarına sunmuşlardır. O halde tek kitap, son kitap olan ve Allah’ın birliğini anlatan, doğruları ve yanlışları ortaya koyan, eskilerin yanılgılarını ibretle gösteren ve hidayet veren Kuran’dır.

Derinleşen ve özgürleşen benliğin göstermesi gereken özverilerden biri de şudur: Sabır... Kuran önceki ayetlerde namaz kılmayı engelleyen toplumlardan bahsediyordu. O halde sabır öncelikle insanın ortaya koyduğu pozitif düşünsel ve fikirsel faaliyetleri engelleyenlere karşı olacaktır. Önemli olan ne yaptığından emin olmak yani düşünsel şuurdur. Eğer düşünsel şuuru korusanız, doğru yolda olduğunuzdan eminseniz yanlışlar sizi ilgilendirmeyecektir.

Alak suresini dikkatlice incelerseniz insanla Rahman arasındaki ilişkinin bir boyutunun da sabır olduğunu görürsünüz. Bir yandan insanın düşünsel ve duygusal çaba göstermesi, bir yandan da Yaratıcı Kudret’in insana ilham ve aşk vermesi. Bu ilişkinin insan kaynaklı olmayan boyutu yani insanların yaratılması ve ayetlerin gösterilmesi Elest gününden başlar.

Sabrın insansal yönü hakkında ilk ayetler ışığında şunları söyleyebiliriz. İnsanın okuması ve araştırması olumlu bir sabırdır. İnsanın pozitif her türlü olumlu çaba içindeyken gösterdiği sabır olumlu sabırdır ve bunun karşılığı Yüce Yaratıcıdan gelir.

Alak suresini incelediğimizde sabrın birde olumsuzluğa karşı olanını görebiliyoruz. Namaz kılmayana karşı gösterilen sabır da negativiteye karşı olan sabırdır. Olumlu sabır ile negatifliğe karşı olan sabrı özetlersek şunları söyleyebiliriz. Olumlu sabır Yaratıcı Kudret’in belirlediği ilkeler konusunda

27

gösterilir. Amaç bu ilkeler doğrultusunda yaşamaktır. Negatifliğe karşı olan sabırda ise negatiflik kullardan gelir ve bir karşı koyma söz konusudur. Işık tektir ve ışığa yönelişte bir tartışma söz konusu değildir. Pozitiviteye yönelişte insan kendisinden sorumludur. Negatiflikte ise hem kendinden sorumlu olmama hem de başkalarını da engelleme vardır. Ayetleri dikkatlice incelerseniz Kuran ilk darbeyi ibadete karışana vurmaktadır. En ağır darbe ise kötü olana değil iyiliği engelleyene vurulmaktadır.

Kuran suredeki en ağır darbeyi yasaklayan sisteme vurmuştur. İnsanlar kendilerini doğru yolda sanırlar ve kendileri gibi düşünmeyeni engelleme eğilimine girerler. Oysa bir insanın bir insana ya da bir düşüncenin bir düşünceyi yasakladığı ortamda sadece size gösterilmek istenen renkler görülür ve eğer sen sadece seni hegemonya altına alanın renklerini görmek istiyorsan öyle yaparsın. Öyle yapıyorsan sana gösterilmek istenenden daha iyi ve yeni hiçbir şey olmadığını kabul etmiş sayılırsın. Eğer Mehmet sana bir şey gösteriyor ve eğer sen Mehmet’in gösterdiğinden daha iyisi ve yenisi düşünülemez ve araştırılmaz diyorsan Mehmet senin yerine düşünsün, okuyacağın kitapları, izleyeceğin programları Mehmet belirlesin. Mehmet’in dediklerini aynen tekrar ederek yaşıyorsan sen bu dünyaya neden geldin?

Özgürleşen benliğe bir ispatı da matematik biliminden verebiliriz. Matematikte asal sayılar, birden başka hiçbir sayının katı olmayan sayıları ifade eder. Özgürleşen sayılar asal sayılara benzer. Kendilerinden önce insanları, düşünceleri tekrar etmezler. Bu özgürleşmenin sınırsızlığın, bağımsızlaşmanın ve sonsuzluk yolunda çaba harcamanın önemine işaret eder. Daha yeni düşünce, daha çok özgürlük, sınırları kaldırma ve sonsuzlaşma...

28

Özgürlüğü anlatmak için müzikal aletlerinden örnek vermek istiyorum. Eğer bir çocuğa perdesiz bir enstrüman verip ona hiç müdahale etmezseniz o çocuk perdesiz enstrümandaki bütün sesleri inceler ve sadece kendisinin ürünü olan, hiç kimsenin ona öğretmediği besteleri yapar.

Ama çocuğa perdeli bir enstrüman verip ona şu şu besteleri çalacaksın derseniz, o çocuk geçmişi taklit eden, yeni hiçbir şey üretmeyen bir “dolaylı özgürlüğü kısıtlanan varlık” olarak özgürlüğünü kaybeder ve bir şey yaptığını sanırken geçmişi tekrar eder.

Bugün dünyadaki fikir ve onun uzantısı ürünlerin örneği yedi notalı flüte benzer (flüt perdeli bir enstrümandır ve anlatabilecekleri çok sınırlıdır) Zamanımızın ve öncekilerin öğretilerini dinlemeyip özgür düşünmeye çalışan insan ise perdesizleşmeye çalışan insana benzer. Özgürleştikçe hem sonsuza kadar ses keşfeder hem de enstrümanının tellerinin boyunu arttırarak ve onları sıkarak, gevşeterek yeni ses bulur. Yapacağı besteler sürekli artar ve belirli bir noktada o hale gelir ki bastığı notayı başka nota var mı diye yeniden basmaz. Özgürleşen sayılar asal sayılara benzer. Kendilerinden önce insanları, düşünceleri tekrar etmezler. Bu özgürleşmenin, sınırsızlığın, bağımsızlaşmanın ve sonsuzluk yolunda çaba harcamanın önemine işar eder. Daha yeni düşünce, daha çok özgürlük, sınırları kaldırma ve sonsuzlaşma.

“Ya o, takvayı emrediyorsa?”

Takva iç denge ve şuur anlamına gelir. Olaylar ve yaşananlar karşısında akla uygun hareket etmek, bilinci korumak demektir. Takva anlamında sakinlik, derinlik, düşünce, bilinç kelimelerini de kullanabiliriz. Ayet takva sahibi olmakla yetinin demiyor. Takvayı öğütlemeyi de özendiriyor.

29

Demek ki İslam’da hem iyiliği yaşamak hem iyiliği yaymak vardır.

Takva insanın doğumunda kendisinde var olan bir özelliktir. İnsanın aklını kullanması halinde gelişir. İbrahim Peygambere “ateşe gir” emrinin verilmesi ve ardından kendini yakmak isteyen toplumunun helak edilmesi insanın iman, bilinç, akıl yardımıyla ne gibi makamlara ulaşabileceğinin örneğidir. Peygamberlerin sahip oldukları iman ve şuur hayal sınırlarının ötesindedir.

Düşüncenin takva konusundaki önemi konusunda şu örneklendirmeyi yapabiliriz. Bir adam arabasını bir arabanın önüne park etsin ve ona yeterli mesafe bırakmamış olsun. Arkadaki araba da beş dakika beklemiş olacağını kolaylıkla anlayabilir. Bu durumda hatalı aracın sahibine nazikçe uyaracak ve arabasını güzellikle yanaştıracaktır.

“Gördün mü? Ya şu yalanlamış, sırt dönmüşse?”

Kuran namaz kılan kişi için “O” sözünü kullanmıştır. O kelimesi teklik ve sadelik ifade eder. Aynı Kuran yalanlayıp sırtını dönen kişi içinse “şu” kelimesini kullanmıştır. O ve şu kelimelerin farkını Türkçe’de anlatmak biraz zor. Şu kelimesinin ingilizcedeki karşılığı olan “that” kelimesine bakalım. “That” kelimesi “o”ya nazaran uzaktaki anlamına gelir. Bunlardan yola çıkarak söyleyebiliriz ki “şu” kelimesi Kuran’da “uzaktaki, uzakta kalmış” anlamında kullanılmıştır. Buradaki uzaklık kişinin iç dinamikleri, düşünceleri, fiillere bakışı açısından İlahi alemden uzakta kalmış olduğunu ifade eder.

Aslında yalanlayıp yüz çevirmenin temelinde de derin düşünmemek vardır. İnsanlar şekilsel ve yüzeysel çıkarımlar

30

yaptıkları konular hakkında kesinlikle doğru yargıda bulunamazlar. Yani derinleşmemek anlamamaya sebeptir.

Derinleşme ve düşünce insanın gerçeğe ve doğruya ulaşması için birer araçtırlar. Düşüncenin donmasının altında önce mantığı yalanlama sonra da yüz çevirme yani daha önce inkar ettiği gerçekle bir daha hiç yüz yüze gelmeme isteği vardır. Yalanlama bir hatadır, ama yüz çevirme yani insanın yaşandığı gerçekle bir daha yüz yüze gelmemeyi isteyip kendi yolunun doğru olduğunu savunması daha büyük hatadır ve bunun altında insanın egosu vardır. Ego pozitif bir değer değildir. Tanrılık iddia edip ayetleri yalanlayan Firavun örneği egonun yani kendi gözünde kendini büyütmenin en uç örneğidir.

“Bilmedi mi ki Allah gerçekten görür!”

İnsanlar gerçekten yüz çevirip yalanlasalar bile Yaratıcı Kudret gerçeğinin farkındadırlar. Peki bu gerçeğin farkında olan insan ne yapar. Umuda ve ışığa inanır ve ışığa yönelir. Yaptığı bütün iyi işler inandığı ışığın saf ve arınmış olmasından ileri gelir. İnancındaki bu temizlik onun giderek pürüzsüzleşen ışığa yaklaşmasına sebep olur. Işığa yöneldikçe ışık onu artacak bir şekilde aydınlatır.

Yaratılmışlar Yaratıcı Kudret’in kendilerini izlemediğini sanarak günaha saparlar. Günaha saparak ışıktan ayrılmaktadır ve ışığın var olmadığı yerde zalimlik vardır. Onun için insan umutsuzluğa saplanmamalı, düşünce ve sezgilerini kullanarak umudu izlenmelidir. Gökyüzünü görmemizi engelleyen bulutların arkasında yıldızlar ışıl ışıl parlamaz mı? Her an yeni bir nebula patlayıp açılıp saçılmıyor mu? Bu olaylar ilahi kanunların insanlardan bağımsızlığını ve gerçekte ümitsizliğin inançsızlıktan ileri geldiğini gösterir.

31

Kendi benliğimizde gerçekleşmekte olan bütün süreçler. Yaratıcı Kudret tarafından bilinmektedir. Benliğimizin olumlu yada olumsuz yönde hareketleri ister duygu bazında olsun, ister düşünce bazında olsun geleceğimizi belirleyen etmenlerdir. İnsan düşünce yada duygu tohumunun ilk açıldığı yerden itibaren o tohum meyvesini yemeye başlar. O tohum büyüdükçe etkileri belirginleşir. Meyve tohumuysa güzel ve olgun meyveler, kaktüs tohumuysa dikenler yaratmaya başlar. Bu yüzden düşünce ve duygu fırtınalarımızı belirleyen meyveleri iyi inceleyip, sebebe yani tohuma kadar derinleşmek, iyi meyve vereni yeşertip, kaktüs vereni temelinden söküp çıkarmak, Yaratıcı Kudret’e karşı olan samimiyet borcumuzun gösterilmesi bakımından olumlu bir davranış olacaktır. O en iyi işiten, en iyi bilendir.

Kuran bile bile günah işleyenlerden bahsediyor. İnsanı helak eden günah türlerinden birisi de içten içe günaha saparken ve Yaratıcı Kudret’in buna tanık tutarken hiçbir şey yapmadığını sanmaktır. İnsanı en çok helak eden günah türü budur çünkü bu insanın kendi kendini aldatmasıdır. Kuran’ın açık ayetlerine göre insanı cehenneme götüren günaha sapmaktan daha çok riyaya sapmaktır. Yine samimiyetin bir turnusol kağıdı gibi insanları cehenneme ya da cennete ayıran bir özellik olduğu noktasına geldik. Hicr suresinde samimiyetin nasıl bir rahmet vesilesi olduğu şeytanla Yaratıcı Kudret arasında geçen şu diyalogla anlatılmaktadır.

“Allah dedi: “Ey İblis! Sana ne oluyor sana da secde edenlerle beraber olmuyorsun?”

Dedi: “Kuru bir çamurdan, değişken cıvık bir balçıktan yarattığın bir insana secde etmek için var olmadım.”

Buyurdu: “Öyleyse çık oradan, çünkü kovuldun.”“Din gününe kadar üzerinde lanet var.” Dedi: “Rabbim, onların diriltileceği güne kadar bana süre

ver”.

32

Buyurdu: “Hadi, süre verilenlerdensin. Bilinen vaktin gününe kadar...”

Dedi: “Rabbim! Beni azdırmama yemin ederim ki, yeryüzünde onlar için mutlaka süslemeler yapacağım ve onların tümünü kesinlikle azdıracağım. İçlerinden riyaya sapmamış, samimi kulların müstesna.”

Buyurdu: “İşte bana varan dosdoğru yol budur. Benim kullarım aleyhine senin elinde hiçbir güç, kanıt olmayacak. Azgınların seni izleyenleri müstesna.”

Ayetlerden anlaşıldığı gibi İblis’in lanetlenmesine sebep olan yüzeysellik ve şekilciliğe saplanması ve hırsıdır. Samimi kulların O’na karşı uzak olacakları açıkça anlaşılmaktadır.

“Olmaz öyle şey! Eğer vazgeçmezse, yemin olsun, o alnı mutlaka tutup sürteceğiz!

Eğer vazgeçmese deniliyor. Yani egonun ve kişisel inadın devam ettirilmemesi de bir yoldur. İnsan yanlış bir yolda olduğunu fark ederse ve hatasını anlayıp düzeltmeye çalışırsa affolabilir. Aslında mutlak doğruya ulaşmak gibi bir şey olamaz çünkü mutlak sonsuza doğru yol alır. İnsan olsa olsa mutlak doğruya yaklaşabilir. Peygamberimizin neden çok tövbe ettiğini soranlara düşünürler. O her an yeni bir pozitif yönde değişim süreci içindeydi yanıtını vermişlerdir.

Alın insanın düşünsel ve ruhsal faaliyetlerinin şekil olarak hayat bulmasında doruk noktaya çıkış bir imgedir. İnsanların bireysel olarak sahip olduğu üst düzey özellikleri temsil eder. İnsanın ruhi faaliyetlerinin dışa vurumudur. Namazda neden alnın yere konduğuna dikkat ediniz. Rahman secde edenler ruhsal olarak iyi ve güzel yani pozitif bütün yönlerini namaz sırasında ibadete vesile etmektedirler.

“O yalancı, o günahkar alnı.”

33

Bütün yaratılmışlar sınırlıdır ve tek bir sonsuz vardır. Eğer İlahı Kudret’i tek tanrı olarak seçmeyip O’ndan başkasına yönelirseniz kullara kulluk etmekten başka bir şey yapmazsınız. Işık tektir ve ışığı anlatan ışık değildir. İslam şemsiyesi altında ortada gezinen bütün mezhepler, tarikatlar, hocalar, terör örgütleri gibi yapılar kendilerini tek İlah’ın dışında gizli gizli ilahlar gibi göstererek dünyayla alay etmektedirler. Bir sonraki ayette göreceğiniz gibi bu tür yapılar insanların kendilerinden yönelterek onları ahiretle aldatan dünya şaklabanlarıdır. Tek amaçları vardır. İnsanları kendi çevrelerinde toplayıp mevki, makam, para elde eden, din adı altında kurdukları yeni dinleri dikte ettirmek. İslam adı altında ortada gezinen bütün mezhepler, tarikatlar, şeyhler, hocalar ve türevler küfrün din şeklinde ortaya konmasıdır.

Eğer sonsuz Kudret’e kulluk etmezseniz sonsuzun dışında tapacağınız şeyler sizin gibi kullardır. Sonsuz Kudret’e kulluk ediniz ki O’nun rahmetinden nasibiniz olsun. Rahmet muhtaca, sorguya suale çekilecek olana yönelir mi? Merhamet ve lütuf ancak Yaratıcı Kudret’ten gelir. O’na yakınlaşmak için bazı aracıları kullanmak ise O’ndan başkasını rehber edinmektir. O’nda başka rehberler edinen o rehberlerle cehennemde yakılan oduna benzer.

Kuran’ın söylediği şudur: Alemlerin Rabbi kendisine ulaşacak olan aracı kabul etmemektedir. Yani biz sizi doğru yola götürürüz diyen mezhep, tarikat, cemaat, dini lider veya siyasi lider gibi oluşumlar insanla Yaratıcı Kudret arasında konulmuş bazı ilahlardır. Bunların en iyi niyetlileri gibi ışığı anlatmaya çalışan pervanelerdir. Pervaneye yönelirsen ışıktan mahrum kalırsın. Pervaneyi de ışık aydınlatır. O halde ışığa yönel de sende pervane ol. Pervaneye yönelen ben dindarım topunu oynayan ama hayat bitip basket atacağını sandığı sırada topu elinde kalıp topuyla birlikte cehenneme savrulan

34

basketçiye benzer. Işık bir tanedir ve ışığa giden yol Kuran aracılığıyla tek olarak insanlığa sunulmaktadır.

“Hadi çağırsın derneğini, kurultayını! Biz de çağıracağız zebanileri!”

İnsanın çevresindeki arkadaş grupları, topluluklar, meclisler gibi insanlardan oluşan çevreler, insan için ahiret hakkında kendi kendini aldattığı çevreler haline geldiği zaman, bu aldanış, onu helake götürür. İnsanlar sapmak istedikleri için saparlar. Buna neden olarak da tek yapacakları şey bahane uydurmaktır. İnkarcı sapar ve bahane uydurur. Sapmanın altında gerçeği kabul etmeme vardır. Gerçek bir tanedir ve gerçek dışında her şey yalandır. “Hak’tan sonra sapıklıktan başka ne kalır ki?” ayetini okuyunuz ve bunu açıklayan “Karanlıklarla ışık bir olmaz” ayetini okuyunuz. Bahane uydurmak da bir çeşit nankörlükte bile bile ısrar etmektedir ki, ancak sınırlı ömrün yanlışlarını bilerek devam ettirmeye çalışmaktır. Kendisi sapıp da çevresiyle övünen kişinin hali buna benzer.

Aslında hepimiz uzaktan bakınca gökyüzündeki noktalar gibiyiz. Eğer kendi derinliğimize iniyorsak ve gerçeği arıyorsak bir yıldıza benzeriz ama eğer O’nun berisinden bir takım senin gibi noktalarla bir sınırlılık içine girersen anla ki sen bir kara delik olmuşsun. Kara delik nasıl ışığı yutuyorsa sen de kendine gelen ışığı öyle yutabilirsin.

“Sakın, sakın. Ona boyun eğme, secde et ve yaklaş!”

Dünyevi spekülasyonlardan kurtulup iman ederek yalnız İlahi Kudret’e kulluk etme yoluna girmiş bir insan derin bir okyanusa dalıp denizin en dibindeki güle doğru yol alana benzer. Gülü ararken aşk sonsuzluğu anlatır. Bu arada insan nefes alabilmektedir. Çünkü bu ölümsüzlüktür. Derine indikçe hem risk hem de güven artar. Aslında gül hayatın sonundadır.

35

ALAK SURESİ ANALİZİ (2. BÖLÜM)

(Bundan önce okumuş olduğunuz Alak suresinin 1.

bölümü surenin 2002-2005 yıllarında hazırlanmış bir

incelemesiydi. Bu bölümde ise surenin 2011 Ocak-Haziran

aylarında hazırlanmış ve tekrardan ele alınmış 2. bölümünü

okuyacaksınız. Aradaki fark yazarın hem yazınsal hem de

düşünsel gelişimini ifade etmesi bakımından önemlidir)

“Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla…

Yaratan Rabbinin adıyla oku!”

Kuran’ın ilk ayeti olan bu ayet öncelikle

insanoğlunu anlamaya çağırmaktadır. Ayette bahsi geçen teknik

terim “Oku” da olsa, pratikte Alemlerin Rabbinin bizi, dünya

hayatında yapılması ve yerine getirilmesi bakımından çağırdığı

en öncelikli sınav ve sorumluluk, “Kuran’ı anlamaya

çalışmaktır.” Kuran’ı anlamayan bir insan, Kuran’ın “İnsan,

kendi öz benliği üzerine yönelmiş keskin ve derin bir bakıştır”

tanımının getirdiği, insan olmanın en öncelikli şartının, kendi

benliğindeki derinlikleri ve ayetleri görme görevini yerine

getiremez. Tam aksi olarak Kuran’ın, kendisinin evrendeki ve

insan benliğindeki her ayeti ihtiva ettiğini bildiren, “Biz bu

36

Kuran’da ne bir şeyi fazla yaptık, ne bir şeyi eksik bıraktık”

ayetinin de belirttiği gibi, Kuran’ı okuyup da anlayan benlik ise

hem evrendeki hem kendi benliğindeki kendisine sunulmuş

ayetleri bir ömür uzunluğundaki bir belgesel filmi izler gibi

izler ve bu ayetler onun imanına, inancına sağlam ve derinlikli

kökler kazandırır. Kuran’ın anlamlı ayetleri üzerine hayatını

anlamlandırmış bir insan ise tohumu Kuran olan, toprağı her

zaman bereket ve zenginlik olan bir toprağı eker gibi bu

manaları aklının köklerine kazır ve Kuran’ı anlamsal olarak

okuduğu müddetçe bu bereketin getirdiği maddi, manevi hazları

dünya ve ahiret hayatında tadar. Kuran’ı anlamsal olarak

okumanın getirdiği sınavların sorumluluğunu Alemlerin

Rabbine güvendiği müddetçe geçeceğini bildiği için an ve an,

gün ve gün yeni dereceler kazanır, manevi iklimi anlamak

fazından aşk fazına doğru kaymaya başlar ve bu yolda ilerlediği

müddetçe Alemlerin Rabbi katında değerli ve itibarlı bir kul

olur.

“İnsanı embriyodan / ilişip yapışan bir sudan /sevgi

ve ilgiden / husumetten yarattı.”

İnsan varlığının dünyadaki fiziksel oluşumu spermle

yumurtanın buluşmasından başlasa bile, bu oluşumun arka

planında erkekle kadının birbiriyle “aşk” üzere buluşması yatar

37

ve bu anlamda bu ayeti “İnsanı sevgiden / aşktan yarattı” diye

anlamlandırmak da yanlış bir seçenek olmaz. Normal bir

ilişkide erkekle kadın birbirine aşık olur, nikahlanır ve aşkın

doruk noktadaki fiziksel gösterisinden sonra yeni bir canlının,

yani bebeğin oluşumu başlar. Bu yüzden bu ayeti “İnsanı

sevgiden / aşktan yarattı” şeklinde de çevirebiliriz.

“Oku! Rabbin Ekrem’dir / en büyük cömertliğin

sahibidir.”

Bu ayette Kuran mesajıyla ilk kez tanışan ve ilk

buluşmayla şaşıran insan benliğine ikinci kez “Oku!” emri

verilmektedir. Bu olay Alemlerin Rabbinin Kuran’ın anlamsal

olarak okunmasına ne kadar önem verdiğinin de bir kanıtıdır.

Ayetteki “Rabbin Ekrem’dir / en büyük cömertliğin sahibidir”

cümlesi Kuran’ı okumaya kendisini adayacak kişinin

Rahman’ın Ekrem, yani en büyük cömertliğin sahibi sıfatıyla

karşılaşacağının ve bu anlamda dünya ve ahiret hayatında

büyük lütuflar kazanacağının da bir işaretidir.

“O’dur kalemle öğreten”

İnsanın temel öğrenme metodu okumaktır. Ve

okumanın temelinde de yazmak vardır. Yani insan, yazılanı

38

okur. İnsanın dünyadaki binlerce yıllık varoluşundan

kaynaklanan bilgi hazinesi sonraki kuşaklara hep, önceki

kuşakların ürettikleri bilgi ve sanat değerlerini yazı yoluyla

ulaştırmasıyla aktarılmıştır. Kalemden maksat önceki

kuşaklarda kalem ve mürekkep olsa da bugün daktilo,

bilgisayar, matbaa ve bunlar yoluyla üretilen araçlar kitaplar,

gazeteler, dergiler, ansiklopediler, ders kitapları, bilimsel

yayınlar, internet ve daha pek çok şey hep kalem kavramının

içine girer. Rahman, insanlar arası bilgi ve iletişim bağını mikro

bazda da, binyılların verdiği bilgi birikiminin sonraki kuşaklara

aktarılması bazında da hep kalem yoluyla kurmuştur. Ve

Rahman kalemle öğretmiştir. Ayette üzerinde önemle durulması

gereken bir nokta da Rahman’ın insanın kalemle öğrenmesini

istemesidir. Yani okuyarak, yazarak… Kuran’da da daha önceki

sayfalarda da ve kitaplarda da hatta Musa’ya verdiği levhalarda

da Rahman hep kalem olgusunu kullanmıştır. Okuyup yazma

bilincinin getirdiği bir çıkarım olarak şunu söyleyebiliriz ki

Rahman’ın insanoğluna verdiği en önemli sorumluluk öğrenme

bilincidir. Bu öğrenme hiyerarşisinde Kuran en üst sırada yer

alır. Sonra bilimsel bilgi ve daha sonra diğer yaşamsal bilgiler,

teknik ve sanata ait bilgiler gelir. Şu halde kalem ileri giden

toplumların da baş destekleyicisidir, geride kalan toplumların

da başlıca yokluğu, eksikliği… Dünyadaki medeniyet

hiyerarşisi bunu göstermektedir. Her ne kadar kendini İslam

39

zannedenler kaleme küfretse de ve her ne kadar kalem sahibi

milletler Kuran’ın anlamıyla tanışmamış olsa bile…

Kalemin temel görevi olguların anlaşılmasıdır. Daha

çok anlayan daha çok bilgi sahibi olur ve daha çabuk mesafe

kateder. Ve tabii ki en çok okunması, anlaşılması ve

araştırılması gereken olgu da Kuran’dır.

“İnsana bilmediğini öğretti”

Öğrenme olgusunun temel taşının kalem olgusuyla

gelişen bir süreç olduğunu öğrendikten sonra Kuran, insana

bilmediğinin öğretildiğini söylemektedir. Öğrenme sürecinin,

insanın düşünme sürecine benzer bir olgu olduğunu söyledikten

sonra şu soruyu sorabiliriz. İnsan neden düşünür? Şunu göz

önünde tutmalıyız ki insan hayatı mutlaka sınırlı ve vakti

gelince dünyadaki süresi sona eren bir hayattır. Öyleyse insanın

en temel güdüsü olan düşünce sürecinin neden var olduğuna

bakalım. Hiçbir insan dünyadaki tüm matematik biliminin ya da

fizik biliminin tüm kurallarını öğrenemez. Çünkü kendisinin

ölümünden sonra da bulunacak kurallar, teoremler vardır.

Öyleyse düşüncenin amacı sınırlı dünya hayatında sonuçları

olması gereken bir amaçtır. Ve insanın doğumundan itibaren

başlayan düşünme sürecinde en son, en öncelikli ve en kesin

olarak varması gereken temel gerçek “Allah’ın birliği”

40

gerçeğidir. Aynı Kuran’daki Hz. İbrahim’in hikayesinde olduğu

gibi. İnsanın doğarken ancak açıklayamadığı sezgiler yoluyla

bildiği ve ölümden önce varması gereken temel düşünce de

“Allah’ın birliği” düşüncesidir. Ki insan ahrete inanmış,

Allah’ın birliği üzere ve güvenli şekilde gidebilsin. Bu

yolculuğu güvenli bir şekilde geçebilmek ve katedebilmek için

en güvenli ve sağlam / sarsılmaz dayanak da Kuran’ın

anlamıdır.

“İş, sanıldığı gibi değil! İnsan gerçekten azar:”

Bu ayette Rahman, insanın azma, yoldan sapma

olasılığından söz ediyor. Ayette vurgulanmak istenen nokta

şudur ki, kendini hiçbir zaman yoldan çıkmayacak sananların

bile bilerek ya da bilmeyerek yoldan sapma, azma olasılığı

vardır. “İş, sanıldığı gibi değil!” cümlesi dünyanın henüz bir

cennet olmadığına, insanın kendini doğru yolda sanarken bile

azma, yoldan sapma olasılığına işaret eder. Ayetteki yoldan

sapanların, azanların yoldan sapma sebebi kendi egolarıdır.

İnsan kendini en mükemmel olarak konumlandırmaya

çalışırken, her şeyi kendi nefsi için isterken bir de bakarsınız o

insan yoldan azıvermiştir. Burada yoldan sapma iki türlüdür.

Bunların birincisi dünyevi, ikincisi dinidir ve her ikisinin de

dini egodur. Olayın dünyevi kısmı basittir. İnsan kendi egosu

41

uğruna her şey kendisinin olsun ister, her şey onun için çalışsın,

onun için olsun ister ve iç psikolojide insan kendini gerçekte

olmadığı bir mükemmeliyet ve her şeye tepeden bakma

duygusu içinde görür. Ona göre en mükemmel kendisidir ve her

şey onun için olmalıdır. Bu da insanı azmaya götürür.

Olayın dini boyutu ise insanın Allah’ı ve Allah’ın

rızasını bıraktığı halde bir dindarlık ve bir din davası

taslamasıdır. Bu insanlar kendilerini kendi benliklerinde

cennetlik ilan eder. Onlar için Allah, kendi dini egolarını tatmin

için kullandıkları bir kelimedir. Adeta Allah’a rağmen, Allah

onları cennete sokmaya mecburmuş gibi Allah’ın rızası harici

bir dindarlık, ibadet yarışı içine girerler ve bu tür bir egosal

dindarlık yarışı kişi, içinde bulunduğu vahim durumu

anlayamazsa büyük ihtimalle küfürle sonuçlanır.

“Kendisini her türlü ihtiyaçtan / herkesten azade

görmüştür.”

Sapmanın ana sebebi egodur. İnsanın kendisini her

türlü ihtiyaçtan / herkesten azade görmesi, ben en

mükemmelim, ben en iyiyim, ben en başarılıyım psikolojisinin

bir sonucudur. Biraz önce sapmanın dünyevi ve dini

boyutundan bahsetmiştik. İş, meslek öğrenmek için

üniversitede okumaktan, herkesten en iyi ben bu işi biliyorum

42

psikolojisine girince insan sapar. İnsan kendi ihtiyaçları

doğrultusunda bir araba, bir ev almaktansa herkese hava

atacağım, ben en mükemmelim diye en lüks arabayı, en lüks evi

alırsa o insan sapmıştır. Aynı şekilde insan Allah’a ibadet için

namaz kılmayı bırakıp, en dindar, en takva sahibi benim diye

gösteri amaçlı namaz kılmaya, selamünaleyküm, inşallah,

maşallah demeye başlarsa o insan sapmıştır. Ve şu

unutulmamalıdır ki bu olayın dini sapkınlığı, dünyevi

sapkınlığından daha tehlikelidir.

“Oysaki, dönüş yalnız Rabbinedir’”

Bu ayette insanın, gerek dini platformda olsun, gerek

dünyevi platformda olsun yaptığı işlerde ve niyetlerde

amaçlanan merkez odak noktasının Allah olması gerektiğinde

bahsedilmektedir. Biraz önce verdiğimiz gerek dünyevi gerek

dini sapış örneklerinde hatanın asıl sebebi, dünyevi ve dini

yaşamda amaçlanan idealin Allah’ın rızası olmaktan çıkıp

nefsani duygulara dönüşmesidir . Son varış Rabbe olduğu gibi

gerek dünyevi yaşantıda gerek dini yaşantıda yaşanan ve

yapılıp edilenlerin asıl amacı Allah ve Allah’ın rızası olmalıdır.

Ayette yoldan sapmanın, azmanın asıl sebebinin son varışın

Allah’a olduğu olgusunu unutmak olduğu belirtilmektedir.

43

“Gördün mü o yasaklayanı, bir kulu namaz kılar /

dua ederken;”

Bu ayette Kuran, din ve vicdan özgürlüğüne dikkat

çekmektedir. Ve din ve vicdan özgürlüğünü yasaklayan sisteme

darbe vurmaktadır. Ayette dikkati çekmesi gereken nokta,

Kuran’ın ibadet etmeyene değil, ibadeti yasaklayana darbe

vurmasıdır. Çünkü ibadet etmek olduğu gibi ibadet etmemek de

bir tür vicdan özgürlüğüdür. Ve görülmesi geren şudur ki Kuran

inananlar için de inanmayanlar içinde din ve vicdan

özgürlüğünü garanti altına almaktadır.

“Gördün mü! Ya o iyilik ve doğruluk üzere ise?!”

Bu noktada “Oysaki, dönüş yalnız Rabbinedir”

ayetiyle bir bağlantı kurmamız gerekiyor. Ayette dönüşün

Rabbe olduğuna inanmayan ya da O’nu yok sayan düşüncenin,

inanan kişinin inandığı değerlerin doğru olma olasılığını yok

sayması eleştiriliyor. İbadetten, inançtan yasaklayıp, din ve

vicdan özgürlüğünü yok sayan ve kendisi de bir alternatif

getiremeyip inanmayan kişi, inanan kişiyi ancak kibrinden ve

hasetinden yasaklar. Ayette yasakçı düşünce ve sistemin,

inanan kişinin namazının ve duasının, inancının ona ve

44

çevresindekilere getirdiği güzellikleri görmemesi ya da görmek

istememesi şiddetle eleştirilmektedir.

Alak suresinde sondan başa doğru bir sıralama

yaparsak bir sonraki ayeti de göz önüne aldığımızda takva,

namaz ve duanın hep okumaktan, Rabbin insan bilmediğini

öğretmesinden ileri geldiğini görebiliriz. Bu noktada

okumaktan maksadım Kuran’ın anlamını bilerek okumaktır ve

alemlerin Rabbi de bizim Kuran’ı anlamını bilerek ve

anlayarak, Arapça bilenlerin Arapçasından, bilmeyenlerin

Kuran’ın kendi dillerindeki çevirilerinden okumasını

istemektedir.

Üzerinde durmamız gereken bir diğer nokta art arda

gelen, “İnsana bilmediğini öğretti! İş, sanıldığı gibi değil! İnsan

gerçekten azar: Kendisini her türlü ihtiyaçtan / herkesten azade

görmüştür.” Ayetlerindeki yalancı ve günahkar kişinin

kendisini daha önce bilmediği, sonradan öğrendiği “Allah’ın

birliği” bilgisinin sorumluluğunu taşımayıp onu hafif ve yalan

sayması ve bu yüzden hayatını hem yalancı, hem günahkar

konumuna düşerek mahvetmesidir.

“Ya o, takvayı emrediyorsa!”

Ayette yasaklayan kişiye veya zihniyete adeta bunu da mı

gömüyordun denmektedir. Çünkü takva sahibi olmak, gerek

45

dini gerek dünyevi güzelliklerde ileri gitmek başka şeydir, hem

kendisini hem çevresindekileri iyilik ve güzellik yolunda

kılavuzlamak, onlara yol göstermek, kılavuzluk etmek başka

şeydir. Bir insan bir fakire yardım ediyorsa bunu

göremeyebilirsiniz ama bir insan tüm insanların yardım etmesi

için bir dernek kurarsa bunu açıkça görürsünüz. Ve işte sırf bu

neden bile din ve vicdan özgürlüğünün serbest bırakılması için

yeterli bir nedendir.

“Gördün mü! Ya şu yalanlamış, sırt dönmüşse!”

Ayette ilginç bir psikolojiden bahsedilmektedir. Ve

aslında yalanlayıp sırtını dönmüş kişinin, kendisinin de

yalanlayıp sırt döndüğünü bilmediği belirtilmektedir. Ancak

ister bu kişi kendisinin yalanlayıp sırt döndüğünü biliyor olsun,

ister bilmiyor olsun, gerçek şu ki bu kıyametlik bir durumdur.

Dikkatinizi yalanlamak ve sırtını dönmek kavramlarına çekmek

isterim. Yalanlamak, gerçek olduğunu bile bile inkar etmek

demektir. Sırtını dönmek ise bir daha görmek istememek,

uzaklaşmak, gerçekle bir daha karşı karşıya gelmek istememek

demektir. Kuran’da saf ve temiz bir şekilde kafirlik,

inanmamak kavramları yoktur. Yalanlamak, inkar etmek

kavramları vardır ve her ikisi de gerçeği bile bile karşı çıkmak,

görmek istememek, inkar etmek, uzaklaşmak, yalan saymak

46

anlamlarına gelir. Ayetteki psikoloji şudur ki çoğu zaman

yalanlayıp sırtını dönen kişi bu yaptığının farkına bile varmaz

ve kendini haklı sanır. Kuran’da inananlarla inkar edenler

arasında haklılık açısından bir objektiflik yoktur. Bu yalnız

Kuran’ın insanlara bakış açısından değil inanan ve inkar

edenlerin kendilerine bakış açısından bile böyledir. İnanan kişi

kendini her zaman haklı, huzurlu ve güvenli hisseder. İnkar

eden kişi ise bu boşluğu yüksek sesli düşüncelerinde anlamsız

iddialarıyla bastırmaya çalışır. İşte bu bile inananlarla

inanmayanlar arasındaki farkı ortaya koyar.

“Bilmedi mi ki, Allah gerçekten görür!”

Ayette din ve vicdan özgürlüğünü yasaklayan ve dini

yalan sayan kişinin aslında bile bile bu günahı işlediğine ve

kendisi de içten içe bir Tanrı kavramına sahip olmasına rağmen

ne bunu görmek ne de bu kavramın belirtilerini inananların

benliklerinde görmek istememesinden bahsedilmektedir.

Allah’ın bir sıfatı, “Şehid” yani her şey üzerinde bir tanık

olmasıdır. Ayrıca Allah her şey üzerinde bir “Vekil” dir. Bu

anlamda Allah, yeryüzünde olan bütün olaylara dikkatli bir

şekilde tanıklık etmektedir. Rahman’ın gazabını üzerine çeken

şey ise gerçeği bile bile örtüp inkar eden inkarcılardır. Ve bu

anlamda hiç kimse, hiçbir inkarcı Allah’ı bile bile inkar ettiği

47

için masum sayılamaz. Çünkü insan psikolojisinde, insanın iç

benliğinde, insan ne kadar aykırı şeyler söylese de ve

yalanlamış görünse de bir iman duygusu vardır. Bu iman

duygusu kişi inkar ederken bile Allah’ın onu gördüğüne ve

gözetlediğine ait bir tanıklık duygusudur.

Kişi hiçbir zaman inkar ettiği için masum sayılmaz

demiştik. Çünkü Kuran’da bilmediği halde sanki hiç haberdar

olmamış veya Allah kavramını düşünmemiş gibi bir inkar

duygusu yoktur. Kuran’a göre bütün insanlara hidayetleri

doğmadan önce verilmiştir. Bunu ispat olarak Rahman

suresinin ilk ayetlerini verebiliriz:

“Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla…

O Rahman, O öğretti Kuran’ı, O yarattı insanı, O belletti

ona beyanı. Güneş ve Ay. Hesaba bağlıdır her birinin her şeyi.

Çimen / yıldız ve ağaç secde ediyorlar. Ve gök. Yükseltti onu.

Ve koydu şaşmaz ölçüyü / dengeyi. Azgınlık etmeyin ölçüde /

dengede! Ölçüyü / ahengi titizlikle, adaletle koruyun ve

saptırmayın ölçüyü / dengeyi!”

Bu ayetlere göre Kuran insan daha yaratılmadan önce

alemlere, meleklere ve O’nun katındakilere öğretilmiştir. Ve

buna ek olarak Allah, insanları dünyaya göndermeden önce

insanlardan aldığı iman yemini sırasında da, bütün insanlara

48

Kuran, insanlar dünyaya gönderilmeden önce öğretilmiştir.

Bunu ispat olarak da Araf suresi 172-174. ayetleri verebiliriz:

“Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla…

Hani Rabbin, ademoğullarından, bellerinden zürriyetlerini

alıp onları öz benliklerine şahit tutarak sormuştu: “Rabbiniz

değil miyim?” Onlar: “Rabbimizsin, buna tanıklık ederiz.”

demişlerdi. Kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik

demeyesiniz. Şöyle de demeyesiniz: “Daha önce atalarımız

şirke batmıştı. Biz de onların ardından gelen bir soyuz. Gerçeği

çiğneyenler yüzünden bizi helak mı edeceksin?”

İşte bunun için her insan daha dünyaya gelmeden önce bir

Allah bilinciyle doğar. Bu sebeple insanın yaptığı her inkar

çabası aslında bile bile yalanlamaktır. İşte bu yüzden Kuran

Alak suresinde “Bilmedi mi ki, Allah gerçekten görür!”

demektedir.

“İş, sandığı gibi değil! Eğer vazgeçmezse yemin olsun, o

alnı mutlaka tutup sürteceğiz!”

Bu ayette inkarcı güruhun hesap gününü yok saymasından

veya inkar etmesinden ve o inansa da inanmasa da, kendisi öyle

49

sanmasa bile mutlaka tutulup hesaba çekileceğinden

bahsedilmektedir. Ayette, “Eğer vazgeçmezse” denilmektedir.

Bu, aynı zamanda söz konusu inkarcıya ölüm kendisine

ulaşmadan önce mutlaka uyarı yapılacağının ve ona inkardan

vazgeçip iman etmesi için bir şans verileceğinin de ispatıdır.

Ayette “alın” kelimesinden bahsedilmektedir. Alın,

insanın Allah’a ibadet yolunda kullandığı şekilsel veya ruhani

ibadetin doruk noktada gösterildiği, tam teslimiyetin, tam

ibadetin kendisiyle simgelendiği hayati bir organdır. Ve insan

zamanı geldiğinde alnını secdeye koymaz ve tam teslim olmaz,

inkara kucak açar ve direnirse hem bu dünyada hem ahrette

cezasını bulacaktır. Ayetten çıkan başka bir anlam “alın nereye

sürtülür” diye sorduğumuzda karşımıza çıkan cevapla

belirlenmektedir. Eğer inkarcı kişi zamanında Allah’a

yönelmezse bu dünyada veya ahrette ceza yoluyla bu teslimiyet

sağlanacaktır. Eğer dünya hayatında Kuran üzerinde

düşünmeyip tam teslimiyete ulaşamazsanız cehennemde zaten

bu teslimiyet cehenneme giden insan için Allah’a oradan

çıkması için yalvarması yoluyla gerçekleşecektir.

Ayette aynı zamanda “tutup sürtmek” kavramından

bahsedilmektedir. Burada “tutmak” kelimesi inkarcı kişiye

cehennemin yani azabın aniden gelmesini yani bir anda tutulup

kuşatılmayı anlatır.

50

“O yalancı, o günahkar alnı.”

Bu ayette dört temel kelimeye dikkat çekeceğiz.

Bunlardan biri “o” kelimesidir. “o” bu ayette, uzaktaki, uzakta

kalmış, Kuran okuyanla Allah arasında konuşulan uzakta

kalmış kişi manasına gelir. İkinci önemli kelime “yalancı”

kelimesidir. “Yalancı” burada gerçeği bile bile saptıran,

gerçekten uzaklaşan, yalanlayan, Allah’ın birliği konusuna

gelmeyip bile bile Allah hakkında yalanlar uyduran demektir.

Üçüncü önemli kelime “günahkar” kelimesidir. Allah’ın

birliğini tanımayıp ve O’nun her şey üzerinde bir “Şehid”,

gerçek bir tanık olduğunu kabul etmeyen ve bütün vicdani ve

ahlaki değerlerini yerle bir edip büyük günahlar işleyen kişiler

için bu büyük günahları, onlarla iman kavramı arasında bir

perde olur. Ve bu yüzden iman edemeyecek kadar büyük

günahlar işleyen kişi kalbinde veya aklında iman ışığını

göremez veya bu ışığı olgunlaştıramaz. Dördüncü kelime ise

“alın” kelimesidir ki bunu tüm “O yalancı, o günahkar alnı”

ayetiyle birlikte ele alacağız. Alın, bildiğiniz gibi İslam’ın

temel ibadeti olan namazda, Allah’a boyun eğişin ve O’na

kulluğun doruk noktada gösterildiği bir organdır. Ayette ise

yalancı ve günahkar alınlardan bahsedilmektedir. Eğer kişi

Alak suresinin önceki ayetlerindeki gibi iyilik ve doğruluk

üzere olan ve takvayı emreden bir kişi olsaydı, o alın Allah’ın

51

birliğine inanan ve sevapkar bir alın olurdu. Demek ki burada

durum değişiktir. Ayette bahsedilen alın Allah’ın birliğine

inanmayan, Allah’a ortak koşan ve günahkar bir alındır.

Konuyu bir başka açıdan ele alırsa, insanın kaderinin tüm

geçmişinin ve geleceğinin alnında yazılı olduğu söylenir.

Ayette bahsedilen ise inkara, nankörlüğe kalkmış, bu durumda

ısrar etmiş ve öyle ölerek cehenneme gitmiş kişidir. O halde

Kuran şöyle demektedir: “Sen benim Kuran’da yasakladığım

büyük günahları işlemekten korkmadığın ve Allah’a ortak

koştuğun için kaderin yani geçmişin ve geleceğin kötü ve bu

yüzden cehennemdesin. Allah’ın bir insanın geçmişini ve

geleceğini bilmesi ayrı şeydir, kulların ödüle veya cezaya sebep

olacak sorumlulukları taşıması ayrı şeydir. Eğer yapıp

ettiklerimizin sonucundan sorumlu olmasaydık, bu

sorumluluğun karşılığı olan ödülü veya cezayı hak eder

miydik?

“Hadi, çağırsın derneğini / kurultayını!”

Bu ayette Allah’a ve O’nun ayetlerine inanmayanların

kendi yakın çevrelerine güvendikleri belirtilmektedir. Bu yakın

çevre kişinin ailesi, eşi, dostları, içinde yer aldığı gruplar ve onu

Allah’tan uzaklaştırarak bir süre için sığındığı fakat kişinin

gerçekte kendini güvende hissetmediği her türlü yakın çevre

52

olabilir. İnsan, bu Allah’tan başka güvendiği çevresiyle geçici

olarak kendini Allah’la baş başa kalmaktan ve O’nu

düşünmekten uzaklaştırmak ister. İnsanın psikolojik yapısı her

zaman güvenebileceği sağlam bir dayanak bulmaya meyillidir.

İman edenler için bu dost her zaman en yüce, en kudretli ve en

merhametli aynı zamanda kuluna en yakın olan Alemlerin

Rabbi Allah’tır. Ve bu şekilde iman eden insan çevresinde ve

hayatında hiç kimse olmasa bile bu en yakın dosta güvenir.

O’na dua eder, O’ndan af diler, O’na dertlerini anlatır, O’nun

dilemesi dışında bir yaprak tanesinin düşmeyeceğini bildiği için

dileklerinde önce O’nun rızasını arar ve O’nun rızasıyla iş

yapar. Kuran’da belirtilen “Allah! O’dur gerçek dost.” ayetinin

de bildirdiği gibi gerçekten iman eden bir kişi gerçek dostunu

da bulmuştur. Allah’tan başkalarına, yakın çevresine, meclisine,

kurultayına güvenen kişi ise yanında kimse olmadığı zaman

çıkar yol bulamaz, hayatta, hayatın sonuna doğru bir amacı

yoktur. Birileri gelse de ona güvensem, biraz vakit geçirsem

diye düşünür. O halde Allah’tan başkasına güvenmeyip sadece

O’nu dost ve Vekil tutmak lazımdır. O, biz birileriyle

beraberken de bizimledir, biz yalnızken de. Birileriyle

konuşurken konuştuklarımızı O’nun da duyduğunu düşünüp

ona göre bir tavır ve tutum takınırız, bir iş yaparken O’nun

rızasını ön plana alarak iş yaparız. Yalnız kaldığımızda ise

alemleri yaratan, en merhametli, en kudretli ve en yüce olan

53

dostu düşünüp bunun farkında olarak bazen de farkında

olmadan O’nunla düşüncelerimizi paylaşırız. O’nun duaları

dinlediğini bilip O’na yakarır, O’ndan isteriz. Bir müslümanla

bir kafirin farkı, Allah’ın kendisine dostluğunu verdiği ve

alemleri emrine verdiği kişiyle, evrende yapayalnız kalan,

soğukta titreyen ve ölümle biçilecek hesabı görülecek olan

yalnız bir insanın farkı kadardır.

“Biz de çağıracağız zebanileri!”

Ayette ilginç bir karşıtlık gözler önüne serilmektedir.

İnkarcının biraz önce bahsettiğimiz yakın çevresi, eşi, dostları,

meclisi adeta ahrette onu cehenneme yollayacak zebaniler

olarak ortaya çıkmaktadır. Bir önceki ayette bahsettiğimiz

yanında kimse olmadığı zaman kimsesiz, çaresiz, aciz,

inanmadığı için gerçek dosttan uzak insan, o inkar ettiği gerçek

dostu ve O’nun sevdiği kullarını ahrette de bulamamakta,

sadece cehenneme gidecek bir yol ve onu cehenneme

yollayacak zebanileri bulmaktadır. Bu dünyada kendinizi

parayla, zenginlikle, malla, çocukla, aileyle kandırabilirsiniz

ancak bu dünyanın bir sınav olduğunu göz ardı edip Allah’ın

dostluğunu bu dünyada kazanamazsanız veya bu dostluğu

kaybederseniz, cehennemde kendileriyle “Bizi siz saptırdınız”

diye çekiştiğiniz diğer cehennemlikler ve “Bizi buradan

54

çıkarın” diye kendilerine yalvardığınız zebanilerin dışında

herhangi bir muhatap bulamayacaksınız demektir. Ayette sağ

elin karşılığının sol el olması gibi bu dünyada Allah’ı inkar

ederek veya yok sayarak güvenilen yakın çevrenin karşıtı da

zebaniler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu, şu demektir: Siz,

Allah’tan başka birilerine güvendiğiniz için buraya geldiniz!

“Sakın, sakın! O’na boyun eğme; secde et ve yaklaş!”

Bu ayetteki “Sakın, sakın!” kelimesini iki ayrı manada

algılamak gerekiyor. Bunlardan birincisi, sakınmak, kendini

korumak, ikincisi ise “Asla, asla!” anlamlarına gelebilir.

Ayetteki manayı asla anlamında algılarsak Rahman, kendisine

inanan kişiye inkarcılar karşısında en küçük bir taviz bile

vermemesini öğütlemektedir. Bu ayetin bir başka açılımını

Kalem suresinde Allah’ın peygambere hitaben;

“İstediler ki sen alttan alıp gevşek davranasın /yağcılık

edesin de onlar da yağcılık etsinler / yumuşaklık göstersinler”

ayetinde görebiliriz. Yani bir başka anlamda Allah, hem

peygamberden hem de inananlardan, inkarcı ve düşman

zihniyete karşı en ufak bir tavizde bulunmamalarını

istemektedir.

55

Ayetin ikinci emri olan “O’na boyun eğme! Secde et ve

yaklaş!” cümlesinde ise secde ifadesi Allah’a tam teslimiyetin

bir ifadesi olarak ele alınmış ve hem düşünsel hem kalben

Allah’a teslim olan kişinin teslim veya ikna olduğunu hissettiği

andan itibaren Allah’a, gerek ibadetler yoluyla ve gerek de

düşüncenin Allah’ın rızasını izleme yoluna girmesi yoluyla

yaklaşmaya başlaması istenmektedir. Fiziksel yaklaşma yolları

namaz, zekat, hac, oruç, tespih olabileceği gibi bundan da

önemli olan düşünsel ve kalben yaklaşma yollarıdır. Düşünsel

yaklaşma yolunda kişi Allah’ı düşünür, O’nun rızasını

kazanmak için arayacağı yolları düşünür ve en önemlisi

Kuran’ın anlamı üzerine düşünerek hem aklen hem de kalben

daha çok yaklaşır ve teslim olur. Kalbi yaklaşma yolu ise her

türlü ibadet ve düşünceyle gerçekleştirilebilen bir aşk yoldur ki

bu yolun bütün referansı Kuran’dır Yani bu aşk ateşini yakacak

ve körükleyebilecek tek unsur Kuran’ın anlamı ve onun hayata

geçirilmesidir.

2. BÖLÜM

KURAN AYETLERİ ÜZERİNE BİLİŞSEL DUYUMSAMALAR

Kuran ayetleri yıldızlara benzer. İnsanların kimi ise Kuran dışı kaynaklarla beslenir. Böylesi ise çöldeki kum taneleriyle oynamakta, bir yandan sen bir kum tanesinin, ben de seninle istediğim gibi oynarım demekte, bir yandan kum tanelerini

56

kullanarak ilahi kavramları alay konusu etmekten çekinmemektedir. Böylesini yıldızın ışığı değil ateşi sarar. Yıldızlar ona belli edildiği zaman anlayacaktır ne iftiralar attığını, İlahi kitap dışındakiler bunlar da dini kitaptır, efendidir, mezheptir demeyi. Gerçekten de İslam adı altında uydurulan hadisler, dini büyükler, mezhepler, ilmihaller ve diğer yollarla putperestlerin (aslında dindar inkarcılar demek lazım) uydurdukları kuralarla oluşan dinin elebaşları, onları izleyenler ve onların eserleri o çölün içindeki kum tanesi kadar çoktur. Çöldür bu, ne yağmur var ne serinlik, sadece rezillik. Kuran kendisini tek kaynak olarak kabul etmeyenler ve kendisinin yanına bunlar da İslam’dır şeklinde insan yapısı yaklaşımları yaklaştırmaya çalışanlar için şu ayetleri indirmektedir: “Yoksa onların dinden, Allah’ın izin vermediği şeyi kendileri için yasalaştıran ortakları mı var? Kesin ayrıma ilişkin söz olmasaydı, aralarında hüküm mutlaka verilirdi. O zalimler var ya, onlar için acıklı bir azap öngörülmüştür. Kazandıkları tepelerine inerken o zalimlerin korkudan titrediklerini göreceksin.”

Şimdi Kuran’ın “İnsan, kendi öz benliği üzerine yönelmiş keskin ve derin bir bakıştır” ayetini anlatmaya çalışacağım.

Hatırlarsanız bir zamanlar bir araba markası reklamı vardı. Reklam şöyleydi: Çölde sürat için özel olarak yapılmış bir araç 300-350 km. hız yapıyordu ve son hıza ulaştıktan sonra paraşütünü açıp duruyordu. Bu hız denemesi sırasında bir kamera onu başlangıçtan son hıza kadar ulaşıncaya kadar tam yan pozisyondan izliyor ve sürat arabası durunca o da duruyordu. Arabalar durduktan sonra gözleyen aracın içinden bir kamera çıkmaktaydı. Bununla anlatmak istenen marka arabanın sürat arabası kadar hızlı olduğuydu.

Sürat arabası aslında şöyle anlatılabilir. Onun tekerlekleri, pedalları, vitesleri bizim ellerimiz, ayaklarımız, kollarımıza benzer ve biz bunlarla aktivite sergileriz. Ayeti tekrar yazıyorum. “İnsan, kendi öz benliği üzerine yönelmiş keskin ve derin bir bakıştır.” Verdiğimiz örnekteki imgeleri kullanarak

57

insanı anlatmak istersek; insan aslında gözleyen araç içinde olmalıydı. Kitabımızın başında insanın, ben bir adam öldürüyorum ama bunun kötü bir iş olduğunu biliyorum diyecek kadar bilinçli olması gerektiğini söylemiştik. Sürat aracı eğer gözlemleyen aracın kontrolü altında değilse etrafı görmez ve bir zaman duvara çarpıp parçalanır. O halde insan gözlemleyen aracı içinde olmalı ve sürekli yeni yollar, çözümler, bilişsel duyumlar, algılar ve teoriler geliştirmeli ve yani akıl yürütmeli ki sürat aracı dosdoğru ve sapmadan son nefesini şehadetle versin. Siz aslında gözlemleyen araçsınız. O halde gözlemleyen aracın yani algı, mantık, aşk ve şuurun bütün özelliklerini kullanın ki dünyevi bedeniniz yani sürat yapan araç, akıl ve bilişsel özelliklerinizle ahirete bilinçle ve imanla gidebilesiniz.

Gözlemleyen araç aslında insanın kendi benliğini gözlemleyen iç bakışı anlatır. İnsanların düşünceleri, duyguları ise sürat yapan araçtır. İnsan bazen bu ikisi arasında gidip gelebilir.

En önemli nokta gözlemleyen aracın sağ tarafındaki araca bakmasıydı. Sürat aracı sadece düşünce ve duygulardı, insan benliğiydi, onun yaptıkları ve yapmadıklarıydı. Gözlemleyen araç insanın bunlara iç bakışıydı, onları yargılamasıydı fakat en sağda bir araç daha vardır ki onlar da hesap günü için yaptıklarımızı ve yapmadıklarımızı yazan meleklerdir. O halde şunu diyebiliriz. İnsan sağ taraftaki en lüks aracın içinden kendine bakmalıdır. O araç hesap aracıdır ve insan o en gelişmiş ve ideal bireysel sorgu aracının içinden kendine bakmalıdır.

Şimdi Kuran ayetleri arasındaki bağlantılar ve imgeler konusunda bir örnek olarak Musa’nın kavmine hitabıyla (Bakara Suresi) Rahman’ın yaratış tarzı ve bunlardan çıkarılacak derslerle dünyanın aslında ne kadar gelip geçici bir yer olduğunun anlaşılması konusunda bir örnek vermek istiyorum.

58

Bakara Arapça'da inek demektir ama aslında aklı imgeler. Yani bilinçaltında akıl ve akıl faaliyetlerini hatırlatır. Bakara (akıl) suresinde Musa’nın şu hitabına yer verilir:

“Allah size bir inek kesmenizi emrediyor” Musa toplumunu belirli aşamalardan geçirdikten sonra öyle bir noktaya ulaştırır ki Musa o noktadan sonra toplumuna ineği yani akıllarını bir kenara bırakmayı emreder ve bunun da ineğin Allah adına boğazlanması yani aklın inanca sınırlar getirebilecek bir engel oluşturduğu noktada öldürülmesi yoluyla olabileceğini söyler. Demek ki dünyevi akıl inanç konusunda sadece bir engeldir. Şimdi de Ala Suresinin ilk ayetlerine bakalım:

Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla... Rabbinin o yüce adını tespih et. O ki yarattı, düzene koydu. O ki miktarını, şeklini belirledi, yolunu çizip aydınlattı. O ki yeşillikleri bitirdi. Sonra da onu kuruyup kavrulmuş bir küle çevirdi. Sana okutacağız da artık unutmayacaksın...

Ayetin aklın izleyeceği yol belirtildikten sonra aklın yani ineğin yaşayışı sırasında kullanacağı kaynak belirtilmiştir. Yani nasıl akıl şekil, miktar, ışık, umut, rahatlama gibi şeyleri kullanarak düşünüyorsa inek de otlağın kendisine sunduklarını yani otu, çiçeği, çimeni kullanarak hayatını sürdürür. O halde şöyle diyebiliriz: Kıyamet nasıl aklın dışında ve birdenbire gerçekleşecekse, insanın aklının kullandığı değerler Rahman tarafından aynı şekilde bir anda bir köşeye fırlatılmıştır. Akıl olsa olsa gerçeği anlamak için bir araçtır, belki de içinde gümüş paralar olan kutsal bir hazinedir. O halde inandıktan sonra aklınıza değil inandığınız değerlerin sizi ulaştırmak istedikleri noktalara bakmalısınız. Akıl ışığı yalnızca görebilir, ışığı gördükten sonra o uğurda vermek isteyeceklerinizi anlaması gereken yine sizsiniz.

59

Şimdi Kuran’ın İsrailoğullarına nasıl öğüt verdiğini ve Rahman’ın dağı bir imge olarak kullanıp Müslümanlara nasıl bir müjde verdiğini anlatalım. Araf suresi şöyle der:

Şunu da hatırlayın: Sizi Firavun hanedanından kurtarmıştık. Size azabın en kötüsüyle işkence ediyorlardı: Oğlanlarınızı katlediyorlar, kadınlarınıza hayasızca davranıyorlar, kadınlarınızı hayata salıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden gelmiş büyük bir imtihan vardı. Musa ile otuz gece için vaadleştik. Ve bunu bir on gece ekleyerek tamamladık. Böylece Rabbinin belirlediği süre kırk geceye ulaştı. Musa, kardeşi Harun’a dedi ki: “Toplumum içinde benim yerime sen geç, barışçı ol, bozguncuların yolunu izleme!” Musa bizimle sözleştiği yere gelip, Rabbi de kendisiyle konuşunca şöyle yakardı: “Rabbim, göster bana kendini, göreyim seni” Dedi: “Asla göremezsin beni. Ama şu dağa bak! Eğer o yerinde durabilirse, sen de beni görebileceksin!” Rabbi, dağa tecelli edince, onu paramparça etti. Ve Musa baygın vaziyette yere yığıldı. Kendine gelince şöyle yakardı: “Tespih ederim seni! Tövbe edip sana yöneldim. İman edenlerin ilkiyim ben.” Allah buyurdu: Ey Musa! Ben, gönderdiğim vahiylerle, konuşmamla seni yücelttim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol.”

Şimdi bazı anlamayabileyeceğiniz noktaları size açıklayacağım. Öncelikle Musa, Tuva’ya gelmeden bir süre önce otuz gece için vaatleşilmiştir. Otuz gecenin kırk geceye tamamlanması aşktır.

Musa vaadine sadık bir resul olarak sözleşilen yere gelmiştir. Ayette “Rabbi de kendisiyle konuşunca denmektedir. Bu konuşmanın ne olduğunun bize bildirilmemesi Musa’nın Tuva’ya gelmeden önce de çok defa Rahman ile konuştuğunun kanıtıdır.

Musa Rahman’ın karşısına gelince öyle bir aşk duymuştur ki “Rabbim, göster bana kendini, göreyim seni demiştir. Bu aslında “bütün alemleri bana göster, senin için ölmeye hazırım” demektir.

60

Şu ayeti tekrar inceleyelim: Dedi: “Asla göremezsin beni! Eğer o yerinde durabilirse, sen de beni görebileceksin.”

Dağın yerinde durması dünyanın normal seyrini sergilemektedir. Ama Rahman’ın dağa tecelli etmesi, alemlerin helak olabileceği riskinin var olabileceğini açıklar. Dağ yerinde durursa Musa Rahman’ı görebilecektir. Ama şöyledir.

Rabbi dağa tecelli edince onu paramparça etti. Ve Musa baygın vaziyette yere yığıldı.

Dağ Firavun’a işarettir. Rabbin dağa tecelli edip onu paramparça etmesi, firavun’un sonunun Musa’ya bildirilmesidir. Bu aynı zamanda Musa’nın Rahman’ın yüzünü görmesidir çünkü: “Kendine gelince şöyle yakardı: “Tespih ederim seni! Tövbe edip sana yöneldim. İman edenlerin ilkiyim ben.

Şimdi sizler için kalemin bilgisel ve felsefi anlamları üzerinde durmaya çalışacağız. Kalem aslında var olan bilginin işaretlere yada tanımlara (sembollere) dönüştürülmesinde kullanılan bir araştır ki aslında amaçlandığı amaç öncesi düşünce ve kavrama süreci geçirmeye dayanır. Şunu çok iyi bilmeliyiz ki 1den 10 a kadar olan sayıları sesle ifade eden insan da öğrendiği bir şeyi kağıda yazan insan da aynı dışavurum faaliyetinin farklı şekillerde ortaya konuşunu imgelemektedirler. Kalem bir anlamda anladığını ispat ve geribildirim aracıdır ki, kişiyle dışa vuracağı şey arasında bir araç görevi görür. Hem ifade etme gücüne, hem geribildirime hem kitleleri etkilemeye karşı en iyi araç kalemdir. Bu noktada Alak Suresinin “O”dur kalemle öğreten” ayetini incelemekte yarar var. Daha önce imanın ifade edilmesi halinde tamamen dolu bir bardağı taşıran bir damlacık olduğu örneği vermiştik ki kalemde aynı bardağı taşıran damla gibi insanın anladığını yine kendisi tarafından ifade etmesine yarar.

61

Pekala anlaşılması gereken nedir? Anlaşılması gereken şey şu gerçektir ki bunun kaynağı ve hedefi insanı Allah’a inanca götürecek mana olan imandır. Yani Rahman bizim inancımızı ifade edebilmek, anlamak için kalem olgusunu kullanmamızı istemektedir.

Sizin düşüncelerinizin ve duygularınızın ortaya çıkışı ve sizin tarafınızdan yönlendirilişi sırasında, sezgilerinizin ilham aldığı ışıktan kaynaklanan içgüdü, siz nasıl yıldızların yukarıda olduğu bilincinden oluşan güvenle rahatça yön tayin edebiliyorsanız, size öyle ışık sunar. Peki ama sezgilerin geldiği bir şeyleri yapıp, bazılarını yapmama sorumluluğu nereden gelir? İlahi Kudret’le insanlık arasında yapılan söz ve tanıklıktan ileri gelir. Bu söz insanın bilinçaltında ona sürekli yol gösterir. Ama insanın buna uyup uymaması yada sevapkar yada günahkar olması kendisine bağlıdır. Bu sebeple ki Allah’tan af dilemeliyiz ve sözümüzden çıkmamaya dikkat etmeliyiz.

İnsanoğlunun var oluş ve gelecek için amaçlandığı yaratılış sebeplerinden biri de idealist olmaktır. İdealist olmayı biraz açalım. Aslında idealist olmak, Rahman içimize ruhundan üflediğinden beri, içimizdeki coşku ve aşmak duygusunu ortaya koymaktır. Bu coşku insanı öyle yerlere götürür bir insan hayal bile edemeyeceği noktalara gelir. İdealist olma duygusunun içinde her konuda uzmanlaşmak vardır. Bazı insanlar vardır. Saz çalarken sizi ağlatır. Veya bazı insanlar vardır, çözümü üç sayfa tutan matematik problemlerini akıldan size yazdırabilir. Aslında bu anda idealist olma duygusunu da bir kenara bırakmak lazım. Bazı insanlar yaratılış, iman, ibadet, iyimserlik gibi gerçekliklerin farkına varmışlardır ve hayatlarını buna adamışlardır. Yukarıda verdiğim idealist yani mükemmel müzik yapmak, çok iyi matematikçi olmak yada çok iyi bir mimar olmak; dini saf ve duru bir olgu olarak ele alıp ona iman etmek ve onun emirlerini yerine getirmek yanında yan

62

ideallerdir. Yani gerçek ideal dindir ve gerçek idealist de Müslüman’dır. O halde Müslümanlığı düşünülerek seçilen bir olgu olarak ele alırsak, Müslümanlık da bir düşünce biçimidir. Resuller bu düşünce biçimini en iyi ortaya koyan insanlardır ve resuller aracılığıyla gönderirken kitaplar da bütün bu idealizmi yani Müslüman idealizminin en mükemmelini kapsar. İnsanların hepsine birden eşit ölçüde öğüt ve uyarı olarak gönderilen kitaplardır. O halde Müslüman olarak Kuran’ı en çok inceleyen, en çok üzerinde çalışan Müslüman en ideal Müslüman’dır. Eğer bir Yahudi de Tevrat geldiği zaman Tevrat’ı en iyi şekilde inceleyen, en iyi şekilde üzerinde çalışsaydı en ideal Müslüman olurdu. Çok iyi gitar, piyano çalmak veya çok iyi fizikçi-matematikçi olmak da idealizmin yan parçalarıdır.

İdealizm yan parçaları da bazen insanı gerçek idealizme götürür. Bazen de insanı peşinden ölüme kadar götürüp toprağa gömen etmenlerdir. Şöyle ki; Bir insan idealisttir ve önce mükemmel saz virtüözü olur, sonra keman virtüözü olur sonra piyano virtüözü olur. Öyle bir yere gelir bir müziğin gerçek idealizm olmadığına karar verir ve sonunda arar tarar ve Kuran’ı bulur. İşte o, iman ettiği anda gerçek idealizm yoluna girebilir.

O halde gerçek idealist nesiller yetiştirmek için kendimize ve çevremize ve en çok da değer verdiğimiz çocuklarımıza Kuran’ın anlamını öğretmek, Kuran’ı bir Zikir olarak (benim anladığım kadarıyla Zikir, ölünceye kadar ışıklar saçarak okunan kitap) ele alarak ölene kadar Kuran’a bağlılığı Müslüman bir idealist olarak yaşamalıyız.

İbadet de idealizmi getiren kavramlardan biridir. Namaz kılan, Allah’a ortak koşmayan, kötülüklerden uzak duran, iyiliklerde yarışırcasına koşan. Allah aşkı için yaşayan insan mükemmel bir insandır. Yan işler onun için yalnızca en ilkeli

63

ve doğru şekilde yapılması gereken işlerdir. O halde ulaştığımız gerçeklerden biride gerçek idealizmin yan idealizmi getirmesidir.

İnsanın düşünce ve hayal dünyasını süsleyen, geliştiren etmenlerle onun arasında bir mesafe olmalıdır. Bulutu yağmur verdiği için seviyorsun ama onun içine girebilseydin yağmur alamazdın. Gökyüzünde güneşten ışık alıyorsun ama güneşe yaklaşsaydın yanardın. Yani insanla inandığı değerler arasında her zaman bir mesafe olmalıdır.

Şekilsel değerler ise ancak insanı yere batıran değerlerdir. Topraktan meyve alırsın ama toprağın üstünde durduğun için. Denizden balık tutarsın ama denizle bir olursan sen de balıklardan biri olursun. Maddi değerler şükredilmesi fakat peşinden gidilmemesi gereken değerlerdir. Anlamlar yoluyla maddi değerler aracılığıyla insanın düşünce ufuklarını açan imgeler insanı belirlenen olgunluğa ulaştırmak için onun gözleri gibi görev gören işaretlerdir.

Kuran Hicr Suresinde şöyle buyurur: Hatırla o zamanı ki Rabbin meleklere, “Ben kupkuru bir çamurdan, değişken, cıvık başçıktan bir insan yaratacağım” demişti. “Onu amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp öz ruhumdan içine üflediğim zaman, önünde hemen secdeye kapanın”. Meleklerin secde etmesindeki neden Allah’ın insanın içine öz ruhundan üflemesidir. Yani Yaratıcı Kudret’in öz ruhu insanın içindedir.

Kuran bir başka ayette şöyle der: “İnsan, kendi benliğine yönelmiş keskin ve derin bir bakıştır.”

İnsan kendi benliğinde Allah’ı bulamaz ancak O’na ibadet görevlerini yerine getirmek için yollar arar. Bu noktada kılavuz kesin bir gerçeklik olarak Kuran’ın anlamıdır. İnsan rüyadan uyanır, acaba şunu mu yapsam, bunu mu yapsam diye düşünür.

64

Zümer suresi şöyle der: “Allah canları ölümleri sırasında alır, ölmeleri de uykuları sırasında. Sonra haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkoyar, ötekileri belirlenen bir süreye kadar salıverir. Bunda iyice düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” Kimi insan bir süre sonra çok zengin olacağını anlar çünkü uyku sırasındaki imtihanda olumlu cevap vermiştir. Bazısı da uykudan uyanınca bağırır, çağırır, gider adam bıçaklar çünkü uyku sırasında olumsuz cevap vermiştir.

İnsanlar uyku sırasında İlahi alemle ilişki içindedir. İnsanların ne yaptıkları onların bu davete ne cevap verdiklerine bakar. Allah, mutlaka mutluluğa, iyiliğe çağırır ve insanları şunu yapma diye veya şöyle olursa ne olur diye uyarır. Uyarı karşısında olumlu cevap verenler iyi bir geleceğe sahip olurlar. Olumlu cevap vermeyenlere gelince, Allah onlara ya tövbe nasip eder yada kendi hallerinde bırakır. Böyleleri Allah’ın yardımı sayesinde doğru yolu bulurlar. “Allah bir insanla ya perde arkasından konuşur ya da bir resul gönderir de dilediğini vahyeder” ayeti anlattıklarımın Kuran tarafından ifade edilmesidir.

İnsanın ruhsal ve düşünsel arayışlarının fiziksel dışavurumlarından birisini de seks olgusunun belirginleştiği organlarda görebiliyoruz. Rahim embriyonun yerleşip belirli bir süreye kadar itinalı ve güvenli bir şekilde saklandığı bir organdır. Erkek cinsel organ ise canlının ilk düştüğü ve rahme boşaltıldığı yerdir ki bu noktada meni hücreleri sonsuz özgürlüğe ulaşacak bir geçici bir güvenlik yeri aramaktadırlar.

Olaya geniş açıdan baktığımızda insanın seks sırasındaki arayışının ve boşalarak rahatlama isteğinin sebebinin, dünyaya geliş nedenlerini anlama ve geliş öncesinde olan olayları hatırlayarak son andaki olayları yaşama ve tekrar öyle bir ana gelme isteğinden kaynaklandığını görebiliyoruz. Tam boşalma anı dünyaya geliş öncesinde yaşanan en son ama denk gelir ki

65

bu andan bütün sorumluluk yüklenmiş ve insan rahmete girmiş olmanın verdiği sevinçle dünyaya bir an önce yüklendiği yükle meydan okuma aşkı içindedir. O an insan ahirete dönüşünün de aynı güzellikte olabileceğini de belirgin bir şekilde fark etmiştir.

Kuran şöyle der: İnsan başıboş bırakılabileceğini mi sanıyor? O, dökülen bir meniden bir sperm değil miydi? Sonra o, bir çiğnem et oldu da Allah onu yarattı, ardından düzgün bir şekle ulaştırdı. Nihayet ondan iki çift, erkeği ve dişiyi vücuda getirdi. Peki, bunu yapan ölüyü diriltmeye güç yetiremez mi?

Kuran kadının ve erkeğin sevişme sırasında yaşadığı duyguları negativiteden arınma ve insanın duygusal dünyasında iğretiliklerden kurtulup saf aşkın arandığı temizlenme anları olarak ortaya koyar. Bu anlar sevgi olgusu dışında her şeyin yok olduğu fiziksel tükeniş, bir başka anlamda benliğin ruhi anlamda sınır noktaya ulaştığı nirvanayı görüş anlarıdır. Kuran şöyle der: “Hayızlı oldukları sırada kadınlardan uzak durun ve onlar temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. İyice temizlendiklerinde, Allah’ın emrettiği yerden onlara gidin. Şu bir gerçek ki Allah, çok tövbe edenleri sever, iyice temizlenenleri de sever. Kadınlar sizin tarlanızdır. O halde tarlanıza dilediğiniz şekilde varın. Öz benlikleriniz için önceden bir şeyler gönderin. Allah’tan sakının ve bilin ki O’na mutlaka ulaşacaksınız. İman sahiplerine müjde ver.”

İnsanın kendi benliğinde gerçekleşen olaylar ve benliğinin dışında gördükleri şuurlu inanç için bardağı tamamen dolduran ama taşırmayan suya benzer. İnancın açığa çıkması ise bardağın taşmasına benzer. Bardağa bir damla su koy, düşüncelerini sezgilerinin, ilham aldığına ifade et ki, düşlerin gerçek olsun, gerçeğin rüyaya benzesin. Bardak taşsın ki bardağın içini temiz tutan su, bardağın dış dünyasını da temizlesin. Düşüncelerini O’na bol bol ifade et, bardağı taşır ki arındırıcı su daha çok

66

aksın, böylece sen de gerçeği görür hale gelirsin. Bardağı bol bol taşır ki su içini aydınlattığı gibi dışını da aydınlatsın.

Bütün olayın tek bir dua ile başladığına dikkat ediniz. Gerçeğin bilgisinin insana belli edilmesi veya doğru yola kılavuzlanma için samimi bir yakarış yeterlidir. Yıldızların görülebilmesi için bakışlarını gökyüzüne döndürmen gerekir.

İnsan benliğinin dış yüzünden, bardağın görünen tarafından söz ettik ve bardağın insan benliğinin iç yüzünden, bardağın iç kısmından ifadelere sığmayan uçsuz bucaksız kısmından söz ettik. Benliğin dışı şekildedir, ifadelere sığa, şekle, düşünceye sığan, gösterilen, açığa vurulan taraftır. İç dünya ise gökler kadar derin ve gizemlidir. O halde gece yattığın zaman ifade etmeyi, tanımlamayı kes de göklerin uçsuz, bucaksız derinliği içinde kaybol. “Sor: kimindir gökler ve yer? Cevap ver: Allah’ındır. O Allah ki rahmeti öz benliği üzerine yazmıştır” ve “O göklerde de Allah’tır yerde de. O sizin iç dünyanızı bilir, açığa vurduklarınızı da” ayetlerini okuyunuz.O halde gece yattığın zaman oyunu kes de göklerin ve yerin uçsuz bucaksız derinliği içinde kaybol. Bunun içindir kendinin ifade edilmen gerekliliği. Düşüncelerini O’na bol bol ifade et veya göster ki göklerin ve yerin gizemiyle tanışasın.

Geceleyin her şeyi unutup da O’nu hatırladığın zaman, zamanın aslında geçici bir detay olduğunu ve her şeyin O’na ait olduğunu anladığın zaman ve O’nu andığın zaman şu ayeti hatırla: “Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla yahut perde arkasından konuşur; yahut bir resul gönderir de kendi izniyle dilediğini vahyeder. Yüceler yücesi O’dur, hüküm ve hikmet sahibi de O’dur. (Şura Suresi)

Şimdi size sadece Kuran’ın dayanarak düşünsel dünyasını geliştiren insanın ne kadar güvende olduğunu örnekleyerek Kuran harici kaynaklarla muhatap olarak debelenen insanın

67

halini ortaya koyacağım ve insanın düşünsel dünyasını destekleyen temelin ona neler yaptırdığını anlatacağım. Kuran’a dayanarak düşünsel dünyasını geliştiren insan okyanusta sırt üstü yatarak suyun onu yukarıda tuttuğu insana benzer. O, suya güveniyordur, su da ona güveniyordur. Karşılıklı ve bilinçaltında sezgilerle varılan bir anlaşmadır bu. Sezgiler ona bu anlaşmanın hesap gününe kadar devam edeceğini söyler. Kuran harici kaynaklarla muhatap olarak yollar arayan insansa aynen okyanusta debelenen insana benzer. Debelendikçe dengesi bozulur ve en sonunda aşağı inip boğulduğunda su tarafından kuşatıldığını anlar. Böyle bir insanın dengesinin bozulduğunu anladığı ilk andan itibaren Kuran’la sakinleşmesi lazımdır. “O’nun arşı da su üzerinde idi” ayetini okuyunuz. O’na ibadet etmek için veya ibadet etmeyi öğrenmek için Kuran okumak da denizde yüzme öğrenmeye benzer. Denizde bir o tarafa bir bu tarafa gezer. Dilediği zaman dalar çıkar, yorulduğu zaman dinlenir, kendini yine denize bırakır ve bu böylece bir ömür boyu sürer gider.

“Yaratan Rabbinin adıyla oku” cümlesinin bir anlamı da adıyla kelimesinin içinde saklıdır. İnsan Rahman ve Rahim olun Allah’ın dilemesiyle yaratılmıştır. O halde şunu diyebiliriz: İnsan daha varlık olmanın başlangıç noktasında bile Allah’ın onun Rabbi olduğunun bilincindedir. Burada en önemli noktalardan biri olan Allah’ın adı ve insan arasındaki ilişkiye değinmek istiyoruz. Allah’ın Rahman, Rahim, Vedud, Rauf gibi birçok sıfat ismi vardır. Buradan yola çıkarak söyleyebiliriz ki insan Rahman’ın sıfat isimlerinin tecellilerini görmek için yaratılmıştır. Rahman Kuran’da şöyle demektedir: “Ben cinleri ve insanları sadece bana kulluk, ibadet etsinler diye yarattım.” Allah’ın isimleri ve ibadet arasındaki yollardan biri de Allah’ın isimlerini tespih etmektir. İnsan hangi ismi samimi bir tavırla

68

tespih ederse daha çok o ismin yansımalarını kendi üzerinde görür.

Tespih en önemli ve tutkulu yollardan biridir. İnsan tespih ettikçe Rahman’ın tespih isimlerinin tecellilerini yaşar. Mesela Latif ismini tespih ederseniz Allah’ın lütfüne kavuşmanız umulur. Mesela Vedud ismini tespih ederseniz Rahman’a aşık olmanız umulur. O halde Allah’a aşık olmanın yolu Allah’ın isimlerini tespih etmekten ve O’nun isimlerini anlamaya çalışmaktan, düşünmekten geçer.

Şimdi insan psikolojisindeki değişikliklerin o insanın kendi üzerinde ne gibi değişiklikler yaptığına bakalım.

Zühruf suresi şöyle der: “Kim Rahman’ın Zikri’ni (Kuran’ı) görmezlikten gelip ondan uzaklaşırsa biz ona bir şeytanı musallat ederiz de o ona can yoldaşı olur. Bu şeytanlar onları yoldan saptırırlar. Onlarsa kendilerinin hala hidayet üzere olduklarını sanırlar. Sonunda bize geldiklerinde şeytan yoldaşına şöyle der: Keşke aramızda iki doğru kadar uzaklık olsaydı. Ne kötü yoldaşmışsın sen!” Bugün hiçbir şey işinize yaramayacaktır. Çünkü zulme sapmıştınız. Azapta ortaklık kuracaksınız.”

Olayın nasıl işlediğini bir özetleyelim. İnsan doğumundan itibaren besler, büyütülür ve nihayet 6 ile 10 yaşları arasında okumayı, yazmayı öğrenir ve bir şekilde Kuran’ı yada Kuran’ın bir bölümünü okur. Eğer Kuran’ı yalanlarsa yada Kuran’ı bırakırsa ona bir şeytan musallat edilir. Bundan sonrası acıklıdır. Şu takımdan, bu takımdan, şu partiden, bu partiden, şu tarikattan, bu tarikattan vs gibi ömrü boşuna ve hiçbir şeyden habersiz, boş işlerle geçer. Daha kötüsü de vardır. Gider öfkeyle adam bıçaklar, içkiye, sigaraya, kumara başlar, eroin kaçakçısı veya terörist olur. Bosna’da savaş çıkar, o adam Sırplarla bir olup kadınlara tecavüz eder, zevk için adam öldürür.

69

Bunların önünü almak için çocuklarımıza küçük yaşlardan itibaren Kuran öğretmeliyiz. Ve dua, tespih (Allah’ın isimleri) gibi ibadetlerle onları çelik gibi yapmalıyız.

Bazı insanlar da vardır sabah kalkar işe gider, gelir yemek yer, TV seyreder ve bugünümüzde böyle geçti der uyur. Ben bunlara memurlara hakaret etmediğimi belirterek memur tipli insanlar diyorum Hiç mi akıllarına gelmiyor bir dua etmek, hiç mi akıllarına gelmiyor ki Kuran okumak. Oysaki biz öyle bir ateşle tehdit ediliyoruz ki her insan içinden geçen ve hayata geçirebildiği maksimum aktiviteyi sergilemelidir. Çünkü Kuran’da Allah şöyle der: “Ben cinleri ve insanları bana kulluk ibadet etmeleri dışında bir amaç için yaratmadım.”

Sureyi tekrar incelediğimizde iyi ve namaz kılan, secde eden, ibadet eden kişiyle dini yalanlayan kişi arasındaki bir açılımın da gerçeği ve gerçeğin manasını anlamak olduğunu görüyoruz. Bunun Taha suresinin şu ilahi ayetlerinden anlayabiliriz:

“Ulaştı mı sana Musa’nın haberi? Hani bir ateş görmüştü de ailesine şöyle demişti: “Bekleyin Gözüme bir ateş ilişti. Olabilir ki ondan size bir kor parçası getiririm, yahut onun üzerinde bir kılavuz bulurum”. Onun yanına geldiğinde kendisine “Musa” diye seslenildi. “Benim ben, senin Rabbin. Hadi pabuçlarını çıkar, sen kutsal vadide, Tuva’dasın ve ben seni seçtim. O halde vahyedilecek olanı dinle! Hiç kuşkulanma ki ben Allah’ım. İlah yoktur benden başka. O halde bana kulluk ibadet et ve namazını beni hatırlayıp anmak için yerine getir. Kuşku duyma ki o saat gelecektir. Onu neredeyse gizleyeceğim ki, her benlik gayretinin karşılığını elde etsin. O halde ona inanmayıp keyfi peşinde giden seni ondan yüz geri etmesin. Yoksa perişan olursun.”

70

Ayette pabuç kelimesine dikkat ederseniz kendinize bunun ne amaçla örneklendiğini sorabilirsiniz. Şimdi bunu açmaya çalışalım.

İnsan vücuduyla yerküre arasında ve ayağı koruyan bir nesnedir. Yani insanla yerküre arasında olan ve hem his mekanizmasını hem de elektrik geçişiyle ortaya çıkan elektrik alışverişini sağlayan ve bu manada da elektromagnetik akıyı ortaya çıkaran bir araçtır. Yani hem geçişi ve alış verişi sağlar hem de perde olur. Bu mekanizmada insan derisi insanın öz benliğini yani hem ruhi hem maddi benliği simgeler. Yerkürenin basılan yeri ise evrenin yani insan dışındaki yaratılmış maddi ve manevi alemi simgeler.

Allah, “pabuçlarını çıkar” diyor. Yani Alemlerin Rabbi diyor ki “Seninle senin dışındaki alemin arasındaki engel oluşturan nesneyi kaldır ve bu kaldırış sana, senin dış dünyayı anlamana engel olan tüm perdeleri kaldırışıma ve sana gerçeği ve manayı gösterişime bir imge olsun” diyor.

Ayetin devamı şöyledir: “Nedir o sağ elindeki ey Musa?” Cevap verdi: “O benim asamdır. Ona dayanırım, onunla koyunlarıma ağaçtan yaprak indiririm. Onda işime yaratan başka özellikler de vardır. Buyurdu: “Yere at onu ey Musa!” O’da onu attı. Bir de ne görsün, bir yılan olmuş o, koşuyor. Buyurdu: “Al onu, korkma! Biz onu ilk görünümüne döndüreceğiz.”

Ayeti dikkatlice incelerseniz insanın Musa’nın dayanıp destek olarak kullandığı bir araç olduğunu görebiliriz. Buradan yola çıkarak asanın insanların kendilerine ev, araba, alet, mal, mülk gibi nimetleri sağlamak için kullandığı bir araç olduğunu söyleyebiliriz. Koyun malı, mülkü temsil eder, asa ise mala mülke ulaşmak için kullanılan aracı temsil eder. Asa yılana dönüşmüştür ve yılan yerde sürünür. Yani Alemlerin Rabbi bize

71

şunu bildiriyor. Sizin kendiniz ve kendinize nimet sağlamak için dünya hayatında kullandığınız her yol dünyevidir. Rızkı Allah katında arayın. Dünya hayatı azıcık bir nimetlenmedir.

Rahman suresi şöyle der: “İnsanı pişirilmiş çamur gibi kuru bir balçıktan yarattı. Cini de duman sızından yarattı. Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz.?”

Kuran insanın çamurdan, cinin de soğuk ateşten yaratıldığını söyler. İblis cinlerdendir, yani bir melek değildir. İblis soğuk ateştendir ama cehennem ateşi kavurucu ve yakıcıdır. İblis ve orduları Kuran’da geçen Sekar’a fırlatılacaklar ve bir daha oradan hiç çıkmayacaklardır.

Ateş kelimesine dikkat çekmek istiyorum. Dünyadaki ateş sıcaktır, yakıcıdır ve söndürülmezse önüne geçen her şeyi kavurur. Bundan çıkarmamız gereken ders şudur: Allah bizi ateşle tehdit ederek ateşi kontrollü hale getirmemizi ve aynı zamanda ondan uzak durmamızı istemektedir. Daha açık bir söyleyişle insan ateşin hem yakıcısından hem de saptırıcısından uzak durmalıdır. Dünyadaki ateşin sıcak ve kavurucu olması, İblis’in insanlara ne derin bir öfke ve saptırma arzusu doğrusu onları yoldan saptırıp helak etme arzusu içinde olduğunu anlatır. Ateşe yani günahkarlığa son vermek lazımdır. Günahkarlar, çirkinler, ayıplar, Kuran dışı mezhepler, bölücüler ortadan kalkmalıdır ve ay güneşin içine girmelidir ki Kuran’da İbrahim’in ateş içinde yanmadığı gibi bizler de günahlarla dolu dünyada en başta Kuran’a, sabra, namaza, Allah’ın yüce isimlerini tespih etmeye, zekata dayanarak İbrahim gibi ateşin içinde yanmadan duralım.

Ben inanmıyorum demek aynen her taraf ışıklarla dolu olduğu halde gözlerini kapatıp ben görmüyorum demeye benzer. Oysa insanın görmediği bir an yoktur. Şöyle bir yaklaşım inkar edenlerin düşüncelerini daha iyi ifade edebilir:

72

Yeryüzünde ırmaklar, çiçekler bahçeler yeşillikler var, gökyüzünde de yıldızlar ve galaksiler dönüyor, içimden bir his de, O’na inanmam gerektiğini söylüyor ama ben gözlerimi kapatarak hiçbir şey görmedim demeyi tercih ediyorum. Ah bir tanem gözlerimi kapattığım zaman senin için dilediğim şeyleri bilemezsin. Sen aslında gözlerini kapattığın zaman da karanlıkları görmelisin. Gözlerini kapattığın zaman, karanlıkları gördüğünü anladığın zaman karanlıkların içinden binlerce yıldız sana beliriverir. Karanlıkların içinde olduğun zaman ve O’nun kulu olduğunu anladığın zaman O’na sığın. “Ve Zünnun. Hani kızarak gitmişti de O’na asla güç yetiremeyeceğimizi sanmıştı. Sonra karanlıkların bağrında şöyle yakardı: “Senden başka ilah yok, tespih ederim seni! Kuşkusuz ben zalimlerden oldum.” Hemen imdadına yetiştik. Gamdan kurtardık onu. İnananları işte böyle kurtarırız biz” ayetlerini okuyunuz ve inananlara nasıl yardım edileceğini öğreniniz.

Şimdi Kuransal yönden matematiksel ayetlerin, onların fizik, biyoloji, astronomi, tıp, gibi bilimsel alanlarda akıl yürütülecek anlaşılabilecek açılımlarına bakalım.

Mesela basit bir örnekle 9 sayısı rakamları en büyüğüdür ve maksimumluğu simgeler. 1 sayısı sayılabilir rakamların en küçüğüdür ve tek başınalığı simgeler. O sayısı yokluğu simgeleyebilir. Şimdi 9 + 1 = 10 işlemi bize neyi ifade eder. Bunun anlamlarını düşünmeliyiz.

Sayılar konusunu bir kenara bırakıp tekrar Kuran’a dönelim. Kuran’da her şey başka bir şeyin imgesidir. Mesela koyun nimeti, gök gürültüsü, vahyi, asa nimeti elde etmek için kullanılan yolları, iki denizin birbirinden ayrılması iyilerle kötülerin bir arada olamayacağını, seks sevgiyi, deve nefsi, inek aklı imgeler ve buna birçok örnek eklenebilir.

73

Şimdi matematiksel bir örnek verelim:

(x2 – y2) = (x + y) (x - y)(x3 – y3) = (x – y) (x2 + xy + y2)

Yani evren eşitlikler üzerine kurulmuştur.

Kader konusunda bu anlattıklarımla çok ilgisi vardır. Bunun derinliğinde anlatacaklarıma yaratılıştaki eşitlik veya evrendeki her yaratılmışa başlangıçta aynı fırsatın verilmesi başlığını koyabiliriz. Şimdi bir düşünün: Ben neden zengin doğdum da bir başkası neden bir damlaya muhtaç halde doğdu? Neden ben üniversiteye gittim de bir başkası ilkokuldan sonra okulu bıraktı? Veya neden Firavun helak edilip alemlere ibret yapıldı da, Musa “Allah’ım göster bana kendini, göreyim seni” diyecek seviyeye geldi?

Olaya bakış açımızı biraz da geliştirelim. Neden ben bir insanım da bir muhabbet kuşu bir muhabbet kuşu oldu. Ya da neden bir arslan, bir arslan oldu. İşin başlangıcını şöyle anlatayım. Evrenin yaratılmasından itibaren evrende yaşayacak bütün varlıklar (insanlar, kuşlar böcekler, şeytanlar) bir havuzda noktasal ve birbirinin aynı mantık ve seçim yapma şansına sahipti. Alemlerin Rabbi Kuran’da şöyle der: “Biz göklere ve yere” isteyerek veya isteyerek gelin” dedik. Onlar da “isteyerek geldik” dediler. Bunu Nur suresinin Allah’ı anlatan şu ayetiyle ilişkilendirebilirsiniz.

“Allah, göklerin ve yerin Nur’udur. O’nun nurunun örneği, içinde çerağ bulunan bir kandile benzer. Kandil, bir sırça içerisindedir. Sırça inciden bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nispeti olmayan bereketli bir zeytin ağacından yakılır. Bu ağacın yağı neredeyse ateş dokunmasa bile ışık saçar. Nur üzerinde nurdur O. Allah, Dilediğini kendi nuruna kılavuzlar. Allah insanlara örnekler verir. Allah her şeyi bilmektedir...

74

Kandil Allah’ın yükseltilmesine ve içinde adının anılmasına izin verdiği evlerdir. Orada sabah akşam O’nu tespih eder.” (Nur Suresi)

Konumuzu ilgilendiren bir başka ayet Allah’ın önce karanlıkları yaratıp sonra ışığa vücut vermesidir. Yaratılıştaki adaleti görebiliyor musunuz? Her varlığı aynı suda yarattı ve ışığı gösterip “gelin” dedi. Gelen Müslüman, uyarıcı, peygamber oldu, gelmeyen firavun, timsah, sürüngen oldu. Bütün bunlardan yola çıkarak karanlıklardan içinden kim Allah’a aşk ile cevap verdiyse sırasıyla Peygamber, resul, veli, Müslüman,... oluyor. Kim de ışığı reddettiyse yani Kuran’ın deyişiyle güzelliği yalanladıysa zinakar, küfre batmış ve toplumları helak eden diktatörler ortaya çıkmıştır. Şeytan inanmadığı için helak olmuştur ve aslında Allah öyle bir Allah’tır ki kıyamet yaratılıştan önce kopmuştur. Bu örnekleri bir muhabbet kuşu güzel şakımak ve uçmak istediği için muhabbet kuşu olmuştur, bir timsah cevap vermediği için vahşi ve sürüngen bir yaratık olmuştur şeklinde çoğaltabiliriz. Aslında Allah’ın ikili isimlerinden biri de Evvel Ve Ahir’dir, yani ilk ve son. O halde Alemlerin Rabbi’nin bize yazdığı kader bir realitedir.

Şimdi tekrar matematiksel ve bilimsel boyuta dönelim. Kuran’a göre evren biri iyiler için biri kötüler için rakamlandırılmış bir kitap olduğu gibi bu kitap ahirette de okunacaktır. Bunu anlamanız için aşağıda Muhaffifin suresi’ni veriyorum:

Muhaffifin Suresi

Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla... Azap ve kaygı, tartıda ve ölçüde hile yapanlara olsun ki, onlar insanlardan alırken ölçüyü tam yaparlar, onlara vermek üzere tartıp ölçtükleri zaman, eksiltmeye giderler. Peki, bunlar kendilerinin

75

diriltileceğini sanmıyorlar mı? Çok büyük bir gün için. Bir gün ki, insanlar Alemlerin Rabbi huzurunda kıyama geçerler. Hayır, iş düşündükleri gibi değil! Rezilliğe batmışların kitabı, karanlık ve pis bir çukurun, Siccin’in ta içindedir. Siccin’in ne olduğunu sana gösteren nedir? Rakamlandırılmış bir kitaptır o. Vay haline o gün yalanlayanların! Onlar ki din gününü yalanlarlar. Onu ancak her şımarıp azmış, günaha batmış olan yalanlar. Ayetlerimiz ona okunduğunda, “Daha öncekilerin efsaneleri! deyiverir. İşin esası o değil! Onların kazanmakta oldukları, kalplerinin üstünde pas oluşturmuştur. Hayır! Onlar o gün Rablerine karşı tam bir şekilde perdelenmiştirler. Sonra onlar mutlaka cehenneme dalacaklardır. Sonra da: “İşte budur o yalanlamakta olduğunuz şey!” denilecektir. Hayır, sandıkları gibi değil! İyilik sergileyenlerin kitabı İlliyyun’da, en yüce burçlardadır. İlliyyun’un ne olduğunu sana anlatan nedir? Rakamlanmış bir kitaptır o. Yaklaştırılmış olanlar tanıklık eder ona. İyilik sergileyenler büyük bir nimetin tam içindedir. Koltuklar üzerinde seyre dalarlar. Yüzlerinde nimetin sevinç pırıltısını izlersin. Katıksız, damgalı bir içecekten içirilirler ki, sonu misktir. İşte, yarışmalar böyle bir şey için yarışsınlar! O’nun katkısı Tesnim’den, en yüce, en seçkin olandandır. Bir kaynak ki, iyice yaklaştırılmış olanlar içerler ondan. Şu bir gerçek ki, suça batmış olanlar iman sahiplerine gülerlerdi. Onların yanlarından geçerken birbirlerine kaş göz işareti yaparlardı. Ailelerine döndüklerinde gülüp eğlenmeye koyulurlardı. İnananları gördüklerinde: Şunlar var ya! Şaşkın, sapık bunlar!” derlerdi. Oysaki kendileri, inananlar üzerine bekçi gönderilmemişti. İşte bugün, iman sahipleri, küfre batmışlara gülüyorlar. Koltuklar üzerinde seyrediyorlar. Nankör kafirler, yapmış olduklarıyla ödüllendirildiler mi?

Görüldüğü gibi evrenimiz, yıldızlar, ay, gökyüzü, imgeler, olaylar ve olaylardan oluşan ayetler ve nice bolluklarla dolu olduğu gibi aynı zamanda rakamlanmış bir kitaptır. Yazımızda rakamların anlamı olduğunu söylemiştik. Rakamların anlamı

76

olduğu gibi matematiksel fonksiyonların, fiziksel denklemlerin, periyodik cetvelin, çayın kaynama noktasının bile bize bildireceği binlerce bilgi vardır. İnsanlar Kuran’ı inceleyerek ve evrenin rakamsal anlamlarını anlamaya başlayarak mükemmel insan olma yoluna girecekler. Araca, otobüse gerek kalmayacak çünkü insanlar bireysel olarak ışık hızına ulaşacaklar, gen tedavisi ana karnından itibaren yapıldığı için hasta olamayacaklar. Belki de ışık hızının üstüne çıkarak yeni evrenler bulabilecekler. Belki de en sona kalan insanlar bu mükemmel yaşayış biçimini reddettikleri için kıyamet başlarına kopacak.

Aslında evrende her şey bir imgedir. Kitap Kuran’ı imgelediği gibi yıldızlar da ferahlığı imgeler, yer de sertliği ve güvenliği imgeler. Müzikte ritmik bir şekilde la sol, la sol, la sol yapmak veya bir ağıt yakıp kendinden geçmek hep Allah’a yanmayı simgeler.

Şimdi Kuran’ı matematiksel imgeleri konusuna bakalım. Aslında matematiksel her olay yada her formül yeni bir aktiviteyi simgeler. Mesela 1 + x2 + x3 + x4 .... formülü insanların dünyadan başlayarak cennet sonrasında sayılarının artmasını imgeleyebilir. Yada x’i insanın takvası olarak kodlarsak y = x-4 formülü o insanın hırsızlık yaparak iyiliklerinden 4 birim gerilemesini simgeleyebilir. (x3-5) = y5 + 2y + 1 formülünde her bilinmeyen bir şeyi simgeleyebilir ve genel formül bunların birbirleriyle olan bağlantılarını imgeleyebilir.

Bir başka örneği kimya biliminden vermek istiyorum. Periyodik cetveli incelediğinizde en sağdaki atomların soygazlar yani elektron vermeyen ve almayan atomlar olduğunu söyleyebiliriz. Bunların melekleri yani doygunluğa ulaştırılmış ve nurlandırılmış varlıkları anlattığını öne koyabiliriz. En soldaki 1A grubuna baktığımızda bunların kendilerindeki bir

77

fazla olan elektronları çok büyük bir istekle vermek istediklerini görüyoruz. 8A’nın yani soygazların bir solundaki 7A grubu atomlar kendilerini tamamlamak için çok büyük bir istekle 1 elektrona ihtiyaç duyarlar. O halde 1A grubu 7A grubuna elektron verir ve ikisi de istedikleri netliğe gelirler. Bunu çok zengin bir insanın çok fakir bir insana bolca zekat vermesi ve böylece zenginin, takva yönünden fakirin de mal yönünden zenginleşmesine benzetebiliriz. Periyodik cetveli incelediğimizde daha bir çok mucizeyle karşılaşabiliriz. Ama bu incelemeleri yaparken önyargısız ve mantıklı olmalısınız, sonra bilimsel mucizeyi yalanlayanlara uygulanan 19 sınavına tabi olursunuz.

Başka bir örneği fizik biliminden verelim. Fizikte Kuvvet , kütle ile ivmenin çarpımına eşittir. Yani F = m.a. Yerçekimi kuvvetinde a yani ivme sabittir ve g : 9.8’dir. Burada m’i insan olarak kabul edelim. İvme yani g bütün dünyaya sunulan ve g sabitinin değişmemesi gibi kesinlikle değişmeyen Kuran’dır. Dikkat edin g ve Kuran sabit ve değişmiyorsa o zaman bu ikisinin çarpımı bize imansal güç yada imansal aktiviteyi verebilir. Daha da doğru bir deyişle bir insan Kuran’a ne kadar sarılırsa o kadar imansal güç yada hidayete sahip olur.

Gerçekte bilim ve konularını, sadece bilimin konularını değil Filistin, Çeçenistan ve Bosna’da yapılanları, insanların intihar olaylarının artışlarını, evrendeki muhteşem dönüş hareketlerini Kuransal ve imansal manada gösterilen örnekler ve bizlere ibret sağlayan imgeler olarak algılayabiliriz. Hangi bilimsel formüle başvurursanız yeni bir ayet bulabilirsiniz ve hangi ayeti okursanız o ayetin alemlerdeki örneklerini bulabilirsiniz. İlhamın ana kaynağı şu olabilir. Kuran’ın matematiksel dillere olan dillere olan çevirileri üzerine şu şekilde araştırmalar yapılabilir. Harflerin matematiksel kodları alfabede bulunur. Örneğin Türkçe matematiksel bir dildir. Şöyle bir örnekleme yapalım.

78

R A H M A N V E R A H İ M A L L A H I N A D I 21 1 10 16 1 17 27 6 21 1 10 12 16 1 15 15 1 10 11 17 1 5 11

Y L A 28 15 1

Gelecekte şöyle olacaktır. Fatiha suresi üniversitesi... Fatiha suresi tefsirini, analizini, rakamsal kodların anlamlarını inceler. Çok boyutlu integraller, matrisler, üç boyutlu uzay, fiziksel kodlar, biyoloji, kimya, astronomi ve diğer bilim yönlerinin bunlarla ilişkileri hakkında öğrencileri eğitir. Master yapan öğrenciler diğer sureler ve bu bilim dalları hakkında araştırmalar yapabilir. Bütün sureler ve ilgili üniversiteler birbirleriyle ilişki halindedir. Öğretim görevlileri bilgeliklerini yepyeni ortaya koyumlar ve araştırmalarla ve bu konuda yaptıkları hayranlık uyandırıcı yayınlarla kendilerini ispatlamış olmalıdırlar. Bütün bilgeler yaptıkları yayınlar sonunda şöyle demek zorundadırlar! Hamd Alemlerin Rabbi Allah’adır. Bu bütün dünya ve üniversiteler için geçerlidir. Dünya halkı Rahman ve Rahim Allah’a kulluk etmek için çalışır... Diğer gezegenler hidayetlerini dünyadan alır.

Şimdi bir sure verelim ve rakamsal kodlarını ve birbirleriyle ilişkilerini, matematiksel yönlerini ve bilime yatkın yönlerini sizin bulmanızı isteyelim.

TARIK SURESİ

79

Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla... Andolsun Tarık’a , sabah yıldızına... Nedir Tarık sen bilir misin? Parlayan , ışığıyla karanlığı delen yıldızdır o. Hiçbir kimse yoktur ki üzerinde bir koruyucu bulunmasın. İnsan neden yaratıldığına bir baksın... Fırlayan bir suyun bir parçacığından yaratıldı o. Bel ile kaburgalar arasından çıkar o su. O Allah insanı hayta döndürmeye elbette kadirdir. Sırların , gizlilerin yoklanıp ortaya çıkarılacağı gün... Artık onun için ne bir kuvvet vardır ne de bir yardımcı. Yemin olsun dönüşle , döndürümle dolu göğe. Çatlayışlarla , yarılışlarla dolu yere de yemin olsun. Ki o tam bir biçimde ayırt eden bir sözdür. Şaka değildir o... Onlar habire tuzak kuruyorlar , oyun çeviriyorlar. Ben de tuzak kuruyorum O halde küfre sapmışlara mühlet ver. Süre tanı onlara birazcık.

3. BÖLÜM

İMGESEL TRANSFORMASYON

Bu bölümde sizlere Peygamberin gelişiyle kullanılmaya başlayan ve daha önceki Peygamberlerce de kullanılan ve en son olarak da insanların beyinsel yolla kullanabilecekleri ve asıl amacı son Peygamberi ve Kuran’ı anlamak için kullanılacak düşünsel transformasyon sistemini anlatacağız.

80

İnsanlar düşünce yoluyla anlarlar ve yorum yaparlar. Örneğin bir köpek kendisinin başını okşayan bir insanı koklar ve yere çöker, uslanır. İki olayın arasında olan köpeğin anlamasıdır. Yani köpek insanın kendisini sevdiğini görünce önce sevildiğini görür. Sonra düşünür ve adamın kendini sevdiğini anlar. Sonra yapar yani oralı olmamak veya havlamak yerine adamın önünde yere çöker. Yani tepki verir. Köpeğin yere çökmesi onun düşünsel dünyasının dış dünyaya tepkisidir. Aslında köpek düşünsel olarak tepki vermiştir.

Başka bir örnek... Bir bilgisayarcı bilgisayarının ekranında milyonlarca 1-0, evet-hayır sistemi arasında seçim yapar ve OK tuşuna basar. Bilgisayar mekanizması milyarlarca birbirinden farlı seçenek sunmak ve insanların bunların kombinasyonlarını seçmesini sağlamak üzere kurulmuştur.

İnsan beyni de böyledir. Şimdi bir insanın göz-beyin mekanizması üzerinde bir örnek verelim. Kendine bir gözlük almak isteyen bir insan önce kendisine sunulan 20 gözlükten birini seçer. Sonra iş bir imtihandır. Seçim beşe iner. İmtihan derken şunu anlatmak istiyorum. Seçimler güzelleştikçe ve detaylara ve mükemmele indikçe insan zorlanır. Farklı tarafları detayları araştırır. Sonra seçim ikiye iner. Bu an imtihanın doruk noktaya çıktığı yerdir. İşte o an insanın kişisel karakterleri, sezgileri ve inançları devreye girer. İşte o an insan bu benim gözlüğüm der ve alır.

Şimdi bakışlarımızı Nur suresinin şu ayetlerine çevirelim:“Müminler o insanlardır ki, Allah’a ve O’nun resulüne

inanırlar. Resulle beraber, ortaklaşa bir iş üzerinde bulundukları zaman. O’ndan izin almadan çekip gitmezler. O senden izin isteyenler var ya, onlar Allah’a ve O’nun resulüne iman edenlerdir. Bazı uğraşları için senden izin istediklerinde onlardan dilediğine izin ver ve kendileri için af dile. Allah Gafur’dur, Rahim’dir. Aranızdan Peygamberi çağırmayı, sizin birbirinize çağırmanıza eş tutmayın. Allah, sizin birbirini siper ederek sıvışıp gidenlerinizi bilir. Resulün emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir fitnenin gelip çatmasından yahut

81

acıklı bir azabın yakalarına yapışmasından çekinsinler. Gözünüzü açın! Göklerde ne var yerde ne varsa Allah’ındır. O sizin ne hal üzere olduğunuzu bilir. Bir gün O’na dönecekler de O onlara ne yapıp ettiklerini haber verecektir.”

Şimdi size “Beatles Böcekleri” yani mükemmel düşünce sistemini kullanan insanların özelliklerini ve bu sistemin nasıl kullanıldığını anlatacağım.

Ayetleri dikkatlice okursanız Peygambere selam vermekten bahsediyor. Peygambere selam vermenin gerçek anlamıyla yapılışı O’nu düşünmektir. O’nu düşündüğünüz an O size yine düşence yoluyla bir ilham verir ve siz yeterince konsantrasyonluysanız, O’nun mesajını alırsınız. Dünyada yaşayan beş milyar insanın düşünceleri son Peygamberin beyninin içindedir. Düşüncenin iletilebildiğinin ispatı beyinden çıkan elektromanyetik dalgalardır. Biz Peygambere düşünce yoluyla selam verdiğimiz anda O bize geleceğimiz konusunda yada herhangi başka bir konuda (mesela fizik çalış yada şu kızla evlen yada O’na iyi bak) öğüt verir. Aslında Peygamberin düşünsel mesajı biz O’nu düşünmeden hemen önce yada sonra bizim beynimizde aydınlanır çünkü Peygamber çok hızlıdır ve aynen bir bombanın önce yere düşüp sonra etrafa saçılması gibi esas mesaj sonradan meydana çıkar. Kuran Peygamberle yapılacak düşünsel iletişimin nasıl olacağını şöyle anlatır: “Müminler o insanlardır ki Allah’a ve O’nun resulüne inanırlar. Resulle beraber ortaklaşa bir iş üzerinde oldukları zaman, O’ndan izin almadan çekip gitmezler.” Nur suresinin farz olması Peygamberle birlikte imgesel transformasyon sisteminin de kullanılması gerçeğini ortaya koyar.

Ayetin analizine gelince: Bir kişi Peygamberle iletişim kurduktan sonra gerekli veda anına gelmeden önce Peygamberi bırakmayacaktır. En güzeli selam, seni çok seviyorum, senden başkası gönlümde yok, aşktan başka bir şey yok gibi sevgi sözcükleriyle ayrılmaktır. Ayetlerden anlaşıldığı kadarıyla insanlar Allah yolunda bir çaba yada sevap yada en kısa söyleyişle öğüt veya emir almak için bu emri kullanır. Biz bunu

82

imgesel transformasyon sistemi olarak adlandırıyoruz. Şimdi işin en önemli noktasına gelelim.

Önce imgesel iletişim yada imgesel transformasyon sisteminin nasıl kullanıldığını anlatalım. Bir örnekle işe başlayalım. Bir öğrenci imtihana çok çalıştığını arkadaşına anlatmak için aklında maximum bir örnek oluşturur. Bu örneğin imgesi otomatik olarak şarjör gibi basan bir 0.5 kalem olabilir. Yani öğrenci demek istemiştir ki, bu kalemin ardarda basması kadar çok ders çalıştım. Kalem bir imgedir ve sonra öğrenci düşünerek arkadaşını bulmaya çalışır. Arkadaşını bulması ise şöyle olur. Milyonlarca bilgisayar 1-0 sistemi arasında seçimler yapar. Diğer arkadaşı da onu düşünüyorsa veya onu farketmişse ona ben konuları mükemmel olarak anladım düşüncesini anlatmak için Prof. (x) düşüncesini gönderir. Burada önemli olan seçimler ve derinliktir. Kişisel derinlikleri ve konsantrasyonu kaybetmedikleri sürece iletişimi kesmeyebilirler.

Bir ikinci örneği şöyle verelim.Genç bir müslüman ihtiyar bir bilge iletişime geçmiş olsunlar. Genç müslüman ihtiyar bilgeye ihtiyarın bilgeliğini, onun insanlara güldüğünü, insanların nasıl dünyada sıkışıp kaldıklarını anlatmak için Asterix çizgi filmindeki bir karakteri örnek verebilir.İmge şöyledir. Büyücü yani bilge önündeki kazanın içindeki sütü kepçe kepçe yere boşaltmakta ve insanlara siz hala süt içmiyor musunuz diye gülmektedir.Aslında imgesel transformasyon Alemlerin Rabbinin insana verdiği en büyük nimetlerden biridir ve müslümanlar bu sistem içinde arkadaşlık, sevgi, aşk, espriler ve bunlara ait imgeleri kullanarak düşünce üstü boyutlara geçebilirler. Deminki verdiğimiz örnekte bilgenin verdiği veda imgesi şudur. Yaşlıların kullandığı altlık bezi. Yani bilge şunu demiştir. Senin yaptığın esprilere o kadar güldüm ki altıma yaptım.

Bir örnek daha verelim. Düşünsel bağlamda imgesel transformasyon yoluyla İslamı yaymaya çalışan ve insanları bilinçaltı yoluyla uyarılar veren bir kişi nasıl yorulduğunu

83

belirtmek için (eğer Matrix filmini seyrettiyseniz) başroldeki kurşunlarını boşaltarak gökdelenden yere düşen kadını imge olarak gönderebilir ve diğer arkadaşı ona Matrix filminin başrolündeki kahramanın film çekimleri bittikten sonra yaptığı buz banyosunu örnek gönderebilir. Yani arkadaşı ona biraz dinlen çok yoruldun demiştir.

İmgesel transformasyon yoluyla aşk oyunları yapabilir, sevdiğinize onu sevdiğinizi söyleyebilir yada imgesel felsefe yapabilirsiniz ki aslında imgesel transformasyon adı altında insanlara verilen bu değerlerin asıl amacı insanın felsefi, duygusal ve imansal bağlamdaki seviyesini yükseltmek içindir.

Aslında konuyu herkesin anlaması açısından şöyle anlatabiliriz. Sistemi kullanan herkesin beyninde bir cep telefonu var ve diledikleri zaman açıp diledikleri kişiyle iletişim kuruyorlar. Bu sistemi kullananların adı Beatles Böcekleri’dir ve Nur suresi farzdır. Bu sistemi kullanmayanların gelecekte aciz bırakılacaklarını düşünüyorum. Aynı geçmişteki inkarcılar gibi... Bu aynı zamanda Alemlerin Rabbinin yalnızca Kuran’a uyan ve özgür insanlar istediğinin bir ispatıdır.

Nur suresini dikkatlice okursanız suredeki bütün ayetlerin sondaki ayetlere bir atıf olduğunu görebilirsiniz. Rahman olan Allah bizim düşünce ufuklarımızı açmak için Peygamberle birlikte bizi çoğu insanın farkında olmadığı düşünsel transformasyon yada Allah’la birlikte düşünsel iletişim sistemine yöneltmiştir. Bunu açıklamak için birkaç örnek verelim.

Surenin ilk ayeti şudur: “Bir suredir; indirdik onu farz kıldık onu... Ve içinde açık seçik ayetler indirdik ki düşünüp ders alabilesiniz...

Anlatılmak istenen düşünsel transformasyon sisteminin müslümanlara farz kılındığıdır ve insanların akıl yoluyla beyinsel kapasitelerini geliştirirken uyacakları ilkeler Nur suresinin ayetleridir. Bu surenin ayetlerini hem dünyevi anlamda hem de imgesel transformasyon anlamında nasıl anlaşılabileceğini size bırakıyorum.

84

Bir örnek verelim. Sure zinayı yasaklamaktadır. Bu imgesel transformasyon anlamında da yanlıştır ve yapılmaması gereken bir şeydir. Ancak iki sevgili yada eş imgesel transformasyon anlamında sevgilerini birbirlerine ifade edebilirler.

Bir örneği de düşünsel transformasyonun fiziksel bağlamda nasıl olaylar yaratabileceği yönünden verelim. Düşünsel transformasyon yoluyla aşmış bir veli arar tarar ve yardım edilecek birini bulur. Bilge kişi artık espri yada gereksiz düşüncelerden çekinmektedir ve yalnız gerektiğinde en büyük enerjiyi harcamaktadır. Bu bilge aradı taradı ve beyinsel bakımdan çok güçlü fakat geçirdiği trafik kazasından sonra tekerlekli sandalyeye bağlı birini bulur. Bu kişi cinsel fonksiyonlarını kaybetmiştir ve artık hayalleriyle yaşamaktadır. Bilge kişi beyinsel akımı onun testislerine öyle bir aktarmıştır ki o anda tekerlekli sandalyeye bağlı adam cinsel fonksiyonlarını kazanmış ve boşalmıştır.

Düşünsel transformasyon sistemiyle demir kütleler parça parça edilebilir, binlerce aranan fizik kitabının arasından en iyisi bulunabilir. Müminler savaş anlarda düşmanların bilgisayar sistemlerini bozabilir veya düşman bir uçak uç noktadaki veliler tarafından düşürülebilir. Düşünsel transformasyon sistemi telepati yoluyla konuşma yolunda da kullanılabilir. Şu örneği verelim E=mc2 formülündeki gibi belki birkaç bin yıl sonra belki de cennette enerji haline dönüşerek gezegenler arası seyahat edebilir. Kullandığımız yöntem şu önce düşünüyoruz, sonra yapıyoruz.

İmgesel yada düşünsel transformasyon sistemi aslında Allah’ın Refi yani dereceleri yükselten isminin bir tecellisidir. İnsanlar bu yöntemi kullanarak beyin ve düşünce kapasitelerini geliştirmelidirler ki bu mutlak gerçeği görmeye doğru bir gidiş olmalıdır ki bunun sonu Allah’ı tanımaya varır. Allah, göklerin ve yerin Nur’udur ve yine Allah’ı tanımlayan ayetler Nur suresinde geçer. Allah bizim O’na nasıl ibadet edip tanıyacağımızı Nur suresinin şu ayetinde anlatır.

85

“Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun örneği, içinde çerağ bulunan bir kandile benzer. Kandil bir sırça içerisindedir. Sırça inciden bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nispeti olamayan bir bereketli bir zeytin ağacından yakılır. Bu ağacın yağı, neredeyse ateş dokunmasa bile ışık saçar. Nur üzerinde nurdur O. Allah, dilediğini kendi nuruna kılavuzlar. Allah, insanlara örnekler verir. Allah her şeyi bilmektedir.”

Düşünsel transformasyon sistemini birbirinizle dereceleri arttırarak, ve bireysel iç bakışla Allah’ı düşünerek Allah’ın nuruna kılavuzlanma yolunda kullanabilirsiniz.

Konumuzu Nur suresinin şu ayetleriyle kapatıyoruz: “Aranızda Peygamberi çağırmayı , birbirinizi çağırmaya eş tutmayın. Allah sizin birbirini siper ederek sıvışıp gidenlerinizi bilir. Resulun emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir fitnenin gelip çatmasından yahut acıklı bir azabın yakalarına yapışmasından çekinsinler. Gözünüzü açın! Göklerde ne var yerde ne varsa Allah’ındır. O sizin ne hal üzere olduğunuzu bilir. Bir gün O’na döndürülecekler de O onlara yapıp ettiklerin bildirecektir. Allah her şeyi iyice bilmektedir.

Bu ayetler müslümanların ve tüm dünyadaki Allah’a inanan müminlerin Peygamberle ve birbirleriyle imgesel iletişim kurmaları sırasında ne kadar dikkatli olmaları gerektiğini anlatır. Unutmayın son Peygamber ve bütün peygamberler dünyayla sürekli ve kesintisiz bir iletişim halindedirler ve siz onları bilinçli bir şekilde düşündüğünüz anda size işaretler verirler. Peygamberler başta olmak üzere daha önce cennete gitmiş tüm müslümanlar bizim için rehber ve hidayet kaynaklarıdırlar. Bu hidayet ilişkisi sonsuza kadar sürer gider.

86

4. BÖLÜM

KURAN’A GÖRE NASIL İBADET EDEBİLİRİZ NAMAZ

Kuran’a göre namazın nasıl kılınabileceğini anlatmak için Kaf suresinden itibaren ilgili birçok ayeti ele alacağız. Kaf suresi şöyle demektedir:

“Andolsun biz gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri altı günde yarattık ve bize hiçbir yorgunluk dokunmadı. Artık onların söylediklerine sabret ve güneşin doğuşundan önce de batışından önce de Rabbinin hamdiyle tespih et. Gecenin bir kısmında ve secdelerin arkalarından O’nu tespih et.”

Göklerin ve yerin altı günde yaratılmasının tespih ibadetiyle birlikte ele alınması, Kuran’ın namaz içinde bulunan tespih ibadetini altı vakit olarak peygamberimize emretmesi nedeniyledir. Bunlar sabah, öğlen, ikindi, akşam, yatsı ve geceleyin uzunca tespihlerdir. “Ve bize hiçbir yorgunluk dokunmadı.” ayeti ise Kuran’da Yüce Konsey adı altında geçen yaratıcı konseyin Rahman’a bir gidiş yolu olarak Rahman’ın isimlerini tespih etmeyi öğütlemesindendir. Kendisine hidayet gelen insanın ibadette kararlı ve sabırlı olmasının ve sabah ve akşam tespihlerini hamd ile yapmasının istendiği ayet ise “Artık onların söylediklerine sabret ve güneşin doğuşundan önce de batışından önce de Rabbinin hamdiyle tespih et” ayetidir. “Gecenin bir kısmında ve secdelerin arkalarından O’nu tespih et” ayetinde ise “gece” iç anlam olarak dünya hayatını anlatmaktadır çünkü peygamberimizin eşi Hz. Ayşe bir gece bana şöyle demişti, “Bu dünya bütün inceliklerin üstünün örtüldüğü bir gece zamanıdır.” Bu noktada namazın nasıl kılınabileceğini anlatmak ve fiziksel ipuçlarını ayrıca ele almak

87

için ”Gecenin bir kısmında ve secdelerin arkalarından O’nu tespih et” ayetini açıklamaya çalışacağım.

Gecenin bir kısmına O’nu tespih et ayetinde her müslümanın geceleri belirli bir vakiti Allah’ın isimlerini tespih ederek geçirmesi istenmektedir.

“Secdelerin arkalarından O’nu tespih et.” ayeti şu anlamlara gelmektedir ve Kuran’ın öğrettiğine ve Nisan 2011 gecesi peygamberimizin bana bizzat gösterdiğine göre namaz iki rekat ve farz olarak dört vakit (sabah, öğle, ikindi, yatsı) ve sünnet olarak akşam namazıyla birlikte beş vakittir. Sadece akşam namazı sünnettir. Diğer dört vakit ise farzdır. Sünnet, peygamberimizin genellikle uyguladığı fakat farz ve zorunluluk olmayan güzel düşünce ve davranış modellerine denir. Ayette “arkasından” değil “arkalarından”, yani çoğul bir detay verilmiştir. Dikkat ederseniz ayette “secdelerin” kelimesinin hemen arkasından “Onu tespih et” denmektedir.

Bu durumda şöyle bir çıkarım yapabiliriz. Bir kere en küçük çoğul sayma sayısı iki olduğuna göre bir rükunun ardından ikişerli secdeler yapılacaktır. “Secdelerin arkalarından” ifadesinde “arkalarından” ifadesi çoğul olduğuna göre her ikişerli secde de en az iki defa yapılacaktır. Bu durumda Kuran’ın emrettiği farz namaz, ayakta başlangıç selamı-ayakta Kuran’dan bir bölüm okumak-rüku-secdeler-ayakta Kuran okumak-rüku-secdeler-oturarak Allah’ın Rahman ve Rahim isimlerinden birinin tespih edilmesi-bitirme selamı olarak eksiksiz bir farz olarak iki rekatlık namaz kılınabilir. Yani özetlersek selam-Kuran-rüku-secdeler-Kuran-rüku-secdeler-bitirme selamı.

Bu ayette ayrıca secdelerin kelimesini daha derin anlamda incelersek, secdeler, çoğul bir kelimedir ve en küçük çoğul sayma sayısı iki olduğuna göre namaz da en az secdeler ikişerli olmak koşuluyla 2*2 secdeli, iki rükuyla ve bir

88

oturuşladır. Buradan yola çıkarak farz namazın da iki rekat olduğunu da söyleyebiliriz.

Şimdi peygamberimizle aramızda geçen bir olayı anlatmak istiyorum. Zannederim bu kitabı yazığım 2002 yılıydı. Ve ben bir yaz günü elimde bir kimya kitabı, periyodik cetvele bakarken peygamberimiz gelip Helyum elementini işaret etti. Helyum elementinin atom nosu 4 kütle nosu ise 2 dir. Bu aynı zamanda farz namazın 4 vakit ve 2 rekat olduğunun peygamberimiz tarafından bana öğretilmesi idi. Ayrıca Hell kelimesi İngilizce cehennem anlamına gelir ve bu da namazın cehenneme karşı bir koruyucu olduğuna bir işaretti.

Günümüzde bütün İslam toplumlarında namaz yanlış kılınıyor. İnsanlar her rekatta Kuran okuyor, secdelerin arkasından Kuran’da emredildiği gibi Allah’ın Rahman veya Rahim isimlerini tespih etmiyor, otururken Ettehiyatü, Salli, Barik gibi Kuran’dan olmayan, insan elinden çıkmış ve adet olmuş bazı duaları okuyorlar. Bu, otururken tespih sünnetinin bugüne kadar doğru bir şekilde gelmemiş olmasının sebebi, otururken tespihin hem peygamberimiz tarafından hem de inananlar tarafından sessiz yapılmış olmasıdır. Oysa işin gerçeği, kişi namaza ister Kuran okuyarak başlasın, ister dua etsin, ister Allah’ın bir ismini tespih ederek başlasın her ikişerli secdenin arkasından ister ayakta dursun, ister otursun mutlaka Allah’ın bir ismini tespih etmelidir çünkü ayet “Secdelerin arkalarından O’nu tespih et” şeklindedir. Bu arada namaz kılarken ayakta durmaya veya oturmaya müsait olmayanların namazı, dilediği şekilde kılması, sadece içlerinden Kuran’dan bir bölüm okuyarak ve Allah’ın bir ismini tespih ederek kılması mümkündür. Ayrıca günde dört vakit farz ve ikişer rekattan toplam sekiz rekat olarak herkesin kolayca kılabileceği bir ibadet olan namazın bugüne kadar gelmemiş olmasının sebebi ise sahte hadisler, yalan yanlış ilmihaller, mezhep, tarikat öğretileri, peşinden gidilen din büyükleri ve en genel anlamda

89

bizzat Allah’ın “Dinde aşır gitmeyin” emrine muhalefet eden yukarıda saydığımız yapıdır.

Şimdi Tur suresinden bir ayetle devam etmek istiyorum.

“Rabbinin hükmüne sabret. Kuşkusuz sen bizim gözlerimizin önündesin. Kalktığında Rabbinin hamdiyle tespih et. Gecenin bir bölümünde ve yıldızların ardından O’nu tespih et.”

Bu ayette “Rabbinin hükmüne sabret” cümlesi peygamberimizden bu dünyanın tüm negatif özelliklerine karşı Allah’a ibadette sabırlı ve sürekli olması istendiğinin bir ifadesidir.

“Kuşkusuz sen bizim gözlerimizin önündesin” ayeti insanlık alemi içinde bir yıldız gibi parlayan peygamberimize gerek düşünsel gerek aktivite ve gerek ibadet bakımından harcayacağı her türlü çabaya karşı ödülünün verileceğinin bir müjdesidir. Bu sadece peygamberimizle sınırlı kalmayıp daha önceki tüm peygamberler hakkında da geçerlidir.

“Kalktığında Rabbinin hamdiyle tespih et” cümlesi kıyamet günü geldiği zaman Rahman’ın huzuruna doğru bir yol takip edecek olan peygambere o an şükür ve övgü ile Rahman’ı tespih etmesinin istendiğinin bir işaretidir ki bu aynı zamanda peygamberimize cennetin müjdesinin verildiği ayetlerden biridir.

“Gecenin bir bölümünde ve yıldızların ardındın O’nu tespih et” cümlesi ise iç içe iki anlam içermektedir. Gece Kuran’da bütün inceliklerin üstünün örtüldüğü bir dünya hayatının imgesidir. Makro anlamda bu cümleyi ele aldığımız zaman Rahman, peygamberimizden dünya hayatının bir bölümünde O’nu tespih etmesini istemektedir.

“Yıldızların ardından O’nu tespih et” cümlesi ise bütün bu ibadetleri yapan peygamberimiz ve müslümanların üzerine

90

yıldızlar gibi bir nur inmesinin ardından ve sabaha doğru yıldızların çekilmesinin ardından Rahman’ın peygamberimizden yine O’nu tespih etmesini istediğinin işaretidir.

Hud suresi ise şöyledir:

“Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın saatlerinde namaz kıl. Güzellikler kötülükleri silip götürür. İşte bu Allah’ı ananlara bir öğüttür.”

Bu ayetlerde müslümanlara farz olan namazlar söz konusu edilmektedir. Bunlar gündüzün iki tarafında olan öğle ve ikindi namazları ile gecenin gündüze yakın saatlerinde olan sabah ve yatsı namazlarıdır ve bu namazlar kullar için Allah katında bir güzellik olarak görülmektedir. Ayetlerden anlaşıldığı kadarıyla Rahman’ı bir kere gerçek manada hatırlayıp anmak bile O’nun rahmetine ve sonsuz lütuflarına sebep olabilir.

İsra suresi ise şöyle demektedir.

“Güneşin aşağı sarkmasından gecenin kararmasına kadar namaz kıl. Sabah Kuran’ını da gözet. Çünkü sabah Kuran’ı tanıklarca izlenmektedir. Sana özgü bir davranış olarak, gecenin bir kısmında, o Kuran ile meşgul olmak üzere uyanık ol. Böylece Rabbinin seni övgüye layık bir konuma ulaştırması umulur.”

İsra suresinin bu ayetlerinde ise akşam namazından bahsedilmektedir. Kanımca akşam namazı sünnet bir namazdır. Çünkü ayetlerde akşam namazından bahsedilmesinden hemen sonra peygamberimize özgü bir ibadetten yani gece Kuran’ını okumaktan bahsedilmektedir. Bu konuda bir başka ispatım da dört vakit farz namazın Hud suresinde, sünnet olan akşam namazının ise İsra suresinde geçmesidir ki gece yürüyüşü

91

manasında anlaşılan İsra olayı da peygamberimize özgü bir olaydır.

Sonuç olarak sabah, öğle, ikindi ve yatsı namazları, dördü birlikte Hud suresinde ele alınan farz namazlardır. Akşam namazı ise güneşin ufukta aşağı kaymaya başlamasından gece kılınıncaya kadar kılınan sünnet bir namazdır.

Bu ayetler ayrıca farz-sünnet ilişkisini açıkça ortaya koyan bir oluşumdur. Farzlar Kuran’da “farz” olarak ele alınan kesin ayetlerden oluşur. Sünnet ise uydurma rivayetlerle ve diyaloglarla yüzyıllardır İslam toplumuna kakalanan Kuran dışı ibadette detaylandırma değil özel olarak peygamberimize emredilen gece Kuran’ı, akşam namazı ve “de ki” emriyle peygamberimizin bize emrettiği düşünce biçimidir ki bu konuyu sadece “de ki” lafzıyla değil Kuran’da geçen bütün peygamberlerin bizleri götürmek istedikleri sonsuz yolculuğa akma sürecinde bir düşünsel eğitim süreci olarak ele almak daha doğru olur. Kısacası Kuran hepimizi Rahman’a biraz daha yakınlaştırır, çürük düşüncelerden arındırır, doğru, sağlam ve eskimez, temiz düşünceye götürür.

Şimdi Araf suresinin bazı ayetlerine bakalım:

“En güzel isimler Allah’ındır. O’na dua edin. O’nun isimlerine ters bir tutum izleyenleri bırakın. Yapıp ettiklerinin cezasını çekeceklerdir.”

Görüldüğü gibi Allah’a O’nun isimleriyle dua etmek gerekir. O’na o isimlerle dua etmenin en güzel yolu da o isimleri namazda tespih etmektir. Şöyle yapılabilir: Kuran-rüku-secdeler-Kuran-rüku-secdeler-tespih-selam. Böylece namaz ibadeti iki rekatta en güzel bir biçimde yerine getirilmiş olur. Allah’ın isimlerini Kuran’dan anlam olarak çevrilen meallerden değil de direkt Arapça lafız olarak verilmiş

92

çevirilerden öğrenirseniz o isimleri tespih etmekle güzel bir yol ve güzel bir geleceğe kavuşmanız umulabilir.

Tespih vakitleri sabah, öğle, ikindi, yatsı namazlarında daha önce anlattığımız gibi bir farz, akşam vakti sünnet ve geceleyin de yine daha önce anlattığımız gibi uzuncadır.

Kuran Sad suresinde şöyle der:

“Onların söylediklerine sabret. O kuvvet sahibi kulumuz Davud’u an. O tespih nameleri döktüren bir kul idi. Dağları da onunla birlikte buyruk altına almıştık. Akşam-sabah tespih birlikte tespih ederlerdi. Kuşlar da onunla beraberdi. Hepsi onun tespih namelerine katılırdı.”

Yine Araf suresinden namazla ilgili ayetler içeren bir bölüm aktaracağım:

“Kuran okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size rahmet edilsin. Rabbini öz benliğinin içinde yalvarıp ürpererek, bağırtılı olmayan bir sesle sabah-akşam zikret. Sakın gafillerden olma. Rabbinin katında olanlar, büyüklük taslayıp O’na kulluktan yüz çevirmezler, O’nu tespih ederler ve yalnız O’na secde ederler.”

Bu ayetlerden anlaşıldığı kadarıyla namaz bir Kuran-rüku-secde-tespih faaliyetidir. Ayetlerden anlaşılması gereken başka bir nokta Rahman’ın kullarını birbirlerine boyun eğmeleri için değil yalnızca O’na kulluk-ibadet için yaratmış olmasıdır. Yani bireysel anlamda yaratılmış her canlı Rahman’a yönelmek ve sadece O’nun kulu olmak şerefine sahiptir.

Bir başka konu da Nisa suresi ile Hud suresi karşılaştırıldığında açık bir gerçeğin ortaya çıkmasıdır. Nisa suresinde şöyle denmektedir:

“Namaz müminler üzerinde vakti belirlenmiş bir farz olmuştur.”

93

Hud suresi ise şöyle demektedir:

“Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın saatlerinde namaz kıl.”

Eğer elimizdeki Fatiha suresiyle başlayıp, Bakara suresiyle devam eden sıra doğru olsaydı, Nisa suresi Hud suresinden önce indirilmiş olacaktı. Ancak Hud suresinde ve İsra suresinde namaz vakitleri belirtilmiş ve buna göre Hud suresinin bu üç sure arasında ilki, İsra suresinin sünnet olan akşam namazını verdiği için ikinci ve Nisa suresi namazların vakti daha önce belirtilmiş ve farz olmuş manasında bir ayet içerdiği için sonuncu olması gerekirdi. O halde Kuran’ın peygamberimize inen orijinal sure sırasının Hud, İsra, Nisa (öncesi, sonrası ve aralardaki sureleri belirtmiyorum.) olması gerekir. Bu ispattan yola çıkarak surelerin iniş sırasına göre olan dizginin de yanlış olduğunu söyleyebiliriz çünkü o sırada da İsra suresi Hud suresinden önce gelmektedir. Oysaki farzın önce, sünnetin sonra ve genel değerlendirmenin en son gelmesi mantığıyla Hud-İsra-Nisa öncelik sırası olmalıydı diye düşünüyorum Sonuç şudur ki Kuran’ın surelerinin iniş sırası, bilge din adamları hatta Kuran’a yeni başlayanlar tarafından bile araştırılabilir. Kuran’ın bazı surelerinin başlarındaki harf yeminleri bu konu için açık ipuçlarıdır. Kuran’ın surelerinin iniş sırası ortaya çıkarılmalıdır. Bu konuda ilim sahipleri için büyük ibretler vardır.

Sabah Kuran’ını okumanızı ve bu konuda hassas ve içten davranmanızı tavsiye ederim. Çünkü sabah Kuran’ı tanıklıdır ve sevabı da fazladır. Ama gece Kuran okumak yalnız Peygambere özgüdür. Hakkında tartışıp durduğunuz şeylerin aslı budur

Namaz konusunda bir önemli boyut da abdesttir. Burada Maide suresinde geçen kısımdan bahsedeceğiz. Abdest aslında vücutta biriken negatif enerjisinin suyla alınması ve kişinin

94

kızgınlık, hırs megatif elektrikten kurtulmasıdır. Kuran şöyle buyurur: “Ey iman sahipleri! Namaza duracağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklerinize kadar ellerinizi meshedin yahut yıkayın. Eğer cünüpseniz iyice temizlenin. Hasta yahut yolculuk halinde iseniz yahut biriniz tuvaletten gelmişse yahut kadınları dokunmuş da su bulamamışsanız temiz bir toprakla teyemmün edin. Yüzlerinizi ve ellerinizi ondan meshedin. Allah size zorluk çıkarmak istemiyor. Ancak sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor ki şükredebilirsiniz.

Bu ayetler de gözönünüze almanız gereken ve okuyunca anlayacağınız altı şey var ki hiç bahsedilmiyor.

1- Yolculuk halinden sonra abdest alınacaktır. Bu işten eve ya da okuldan olsa bile. Bunun mantıklı açıklamasını yapalım. Dışarıdaki hava negatif yüklüdür o yüzden bu negatif enerjiden veya üzerinizdeki ağırlıktan kurtulmak için abdest almalısınız. Allah eklem yerlerimizi de yıkamamızı istiyor çünkü negatif enerjinin en fazla toplandığı yeri eklem yerleridir.(Bak: Sürtünme kuvvetleri)

2- Tuvaletten çıkınca da abdest alınacaktır. Bu temizliğin özellikle sabunla yapılması gerekir.

Kuran neden suyla temizlenip, bize Allah’ın nimetini vaat ediyor? Çünkü su negatif enerjiyi giderir. Sad suresi şöyle der: “Kulumuz Eyyüb’u de an! Hani Rabbine şöyle seslenmişti: “Şeytan bana büyük bir yorgunluk ve azap dokundurdu” Ayağını yere vur! İşte yıkanacak bir yer, işte içilecek soğuk bir su!” dedik. Eyyüp’ün ayağını yere vurması “Ben yapacağımı biliyorum” anlamına gelir. İçilecek su soğuk olduğundan soğuk su içmek vücut içindeki organların aynı bir aktivatör gibi faaliyetlerini hızlandırır ve metabolizma hızlanır. Şöyle bir örnek vereyim. İşten gelmiş veya okuldan gelmiş veya üzerinde herhangi bir negatif enerji hisseden bir insanı ele alalım. Bu

95

insan saç şampuanlarıyla, saç kremleriyle, vücut şampuanlarıyla iyice temizlenir. Birkaç dakika duşun altına girin ve o suyun üzerinizden akmasını izleyin ve çıkınca I-2 bardak soğuk su içerseniz kendinizi demir gibi hissedebilirsiniz.

3-) Cuma namazı kadınlara da farzdır. Çünkü Cumua suresinde:

“Ey inananlar! Cuma günü namaz / dua için çağrı yapıldığında, Allah’ı anmaya / Allah’ın Kuran’ına koşun! Alışverişi bırakın! Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz / dua yerine getirilince hemen yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın! Allah’ ı çok anın ki kurtuluşa erebilesiniz.

Bu ayetlerde Cuma namazının sadece erkeklere özgü bir namaz olduğuna dair kesinlikle hiçbir ifade yoktur. Ayet “Ey inananlar!” demektedir ve hitap kadın-erkek tüm İslam toplumunadır. Bu durumda Cuma namazının kadınlara da farz olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz.

4) Cuma namazı için en az üç kişilik bir cemaat oluşturmak gibi bir farz kesinlikle yoktur. Namaz kul ile Allah arasında olan bir kulluk, ibadet ilişkisidir ve namazın ne cemaatle ne Cuma namazında üç kişiyle kılınması gibi bir farz kesinlikle yoktur. Namaz kul ile Allah arasında geçen bir ibadettir. Yanında fazladan kılan ya da kıldıran kişilerin olması bir şey ifade etmez.

5) Cuma namazı kılınınca ayetin emrine göre hemen yeryüzüne dağılınacak ve Allah’ın lütfundan nasip aranılacaktır. O halde Cuma namazı kılındıktan sonra fazladan namaz kılmanın da bir anlamı yoktur.

96

6) Buna ek olarak Cuma günü Cuma namazının ayrıca öğle namazının yerine de geçtiğini ve ayrıca öğle namazı kılmanın da gerekmediğini ekleyebiliriz.

TESPİH

Kuran’a göre tespih Allah’ın sıfat isimlerini tespih etmek ve gerek düşünce yoluyla gerekse “kimseye söylenmeyen aşk” yoluyla O’nun isimlerini tespih etmektir. Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla derken Rahman ve Rahim, Allah’ın isimleridir. Alemlerin Rabbinin gerçek ismi ise Allah’tır. Rahman ve Rahim isimlerini tespih ederseniz Allah’ın bağışlayıcı, rahmet edici sıfatlarını görebilirsiniz. Allah’ın birçok ismi vardır. Rahman (merhamet üzere davranan), Rahim (günahların üzerini örten), Aliyy (yüceliğine, sınır olmayan), Kebir (büyüklüğüne sınır olmayan), Refi (dereceleri yükselten), Nur (göklerin ve yerin nuru, nur üzerinde nur olan), (Bak: Nur suresi), Gafur (çok affeden, hataları ilhamlar yoluyla sunduğu güzelliklerle güzelliğe çeviren), Vedud (çok sevgili, çok seven, çok sevdiren), Latif (Lütfu bol olan), Habir (her şeyden haberdar olan), Berr (iyiliği bol olan, rahmetini sınırsızca yayan), Mevla (sevdiklerinin her an yanında olan), ... Kuran’da bütün bu isimleri bulabilirsiniz ve Allah’ın güzel isimlerini öğrenerek tespihe başlayabilirsiniz

Allah Kuran’da “O’na en güzel isimlerle dua edin, O’nun isimlerine ters bir tutum izleyenleri bırakın” der. Rahman’ın isimlerini tespih ettikçe, o isimlerin tecellilerini kendi duygusal dünyamızda ve hayatımızda, çevremizde görmeye başlarız. Dua ederken ben şunu da istiyorum, ben bunu da istiyorum şeklinde yakarabilirsiniz, ama Kuran der ki: “Allah’tan O’nun lütfunu isteyin. Gerçekten de Allah’ın lütfu hepsinden güzeldir. İlla da dua etmek istiyorsanız Kuran’daki duaları edin. Mesela “Allah’ım bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver ve bizi ateş azabından koru” veya “Rabbimiz, cehennem

97

azabını bizden uzak tut, çünkü onun azabı inatçı ve yapışkandır” veya “Allah’ım eşlerimizden ve çocuklarımızdan bize göz aydınlığı bağışla. Bizi takvaya sarılanlara önder kıl.” Veya Yusuf’un duası: “Rabbim, bana mülk ve saltanattan bir nasip verdin. Olayların ve düşlerin yorumundan bana bir ilim öğrettin. Ey gökleri ve yerleri yaratan! Benim dünyada da ahirette de velim sensin. Beni müslüman, sana teslim olmuş olarak öldür ve beni barışsever, hayırlı kullarının arasına kat”.

ZEKAT

Zekat konusunda Kuran’ın emri şudur: “Size ve bakmakla yükümlü olduklarınıza yeterli olandan artanını verin.” Tek bir örnekle olayın risk faktörü taşıması gerektiğini açıklayacağım. Bir adamın aylık 5 bin lira geliri olsun. Bunun 2 binini eşinin, çocuklarının ve kendisinin giyim, içim, yemek, sağlık, kira, kişisel bakımlar (çocukların harçlıkları ve dershane paraları, karısının bakım malzemeleri gibi) olaylara gittiğini varsayalım. 200 lirasını ailesinin özel emeklilik ve sağlık sigortasına, 200 lirasını kola, fıstık, sinema, tiyatro gibi eğlencelik şeylere, bin lirasını da bakmakla yükümlü olduğu anne, babasına harcadığını varsayalım. 500 liranın da ev yaptırmak için girdiği kooperatife gittiğine varsayalım. Yani geleceğe yatırım yapabiliyoruz. Toplam 3800 lira oldu. Bu adam bir daha maaşını aldıktan sonra, yani kendini garantiledikten sonra geriye kalan 1200 liranın hepsini zekat olarak verecektir. Kuran zekat verenler için karşılıkların kat kat yapılacağını söyler. O halde olay çok açıktır. “Size ve bakmakla yükümlü olduklarınıza yeterli olanından artanını verin.” İşte gerçek zekat budur. Ve Kuran der ki: “Namazı kılın, zekatı verin. İşte gerçek din budur. Gerçek zekat da yukarıda olan ve türevleri olan zekattır. Herkes kendine göre yeni bir hesap kitap yapabilir.

ORUÇ

98

Oruç hakkında birçok bilgi bize Kuran tarafından bize bildiriliyor. Fakat benim uyarmak istediğim bir konu var. Kuran’ı okursanız orucun bitiş zamanının akşam vakti (güneşin batışından önce) değil, gece oluncaya kadar olduğunu anlarsınız. Kuran gece oluncaya kadar orucu tamamlayın der. Yani orucun zamanı gündüzle gecenin birbirine yakın olduğu zaman değil, tam karanlığın başladığı zamandır.

HAC

Hac vakti Kuran’a göre her ayın yani 4 ayın hilal vaktidir. Arabistan bunu 1 aya sıkıştırıyor. İnsanlar sıkışarak, boğularak, ezilerek kargaşa içinde ölüyor. Bu azap yüzünden neredeyse Arabistan yere geçip helak olacak. Arabistan’a tavsiyem haccı 4 aya bölmesi ve normalitenin, rahatlığın, ferahlığın sağlanmasıdır. Ayrıca bir konu hiç düşünülmüyor. Şu anda bile Arabistan konuyu bir aya sıkıştırarak dünyadan gelen talepleri karşılayamazken ikinci asrısaadet devri gelip milyonlarca Müslüman hacı adayı olmaya kalkınca iş nasıl olacak ve bunun hesabını nasıl verecekler?

Hacda şeytan taşlamak ise tamamen bir cahilliktir. Biz dünyanın ulaşabildiğimiz bölgelerinde İslam’ı yaymaya çalışırken, Hac, da en kutsal yerde şeytanın adını bile anmamak lazımdır. Orası imanın, takvanın ve negativiteye karşı koymanın kalesidir.

Kitabımı Kuran’ın Saffat suresinin son ayetleriyle bitirmek istiyorum:

“Bir vakte kadar onlardan yüz çevir. Gözün üstlerinde olsun; yakında görecekler. Azabımız gelsin diye acele mi ediyorlar? Azap yurtlarına indiğinde, uyarılanların sabahı ne kötü olacaktır! Yüz çevir onlardan bir vakte kadar ve gör neler olacak. Onlar da görecekler. Senin Rabbinin, o ululuk ve kudretin Rabbinin şanı yücedir onların verdiği sıfatlardan! Selam olsun tüm hak elçilerine!.. Hamd olsun Alemlerin Rabbi Allah’a!

99

100