Upload
others
View
3
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
~IIISIUiU~B~ ASR-1 SAADET DÜNYASI (1)
~
BiR BiLiM OLARAK SiYER ve KAYNAKLARI
DERLEYEN
PROF. D R. ADNAN DEMİRCAN
~rlSiYER ~E YAYlNLARI
Siyer Yayınları: 35
Siyer: 24
EserAdı
ASR-I SAADET DONYASI (1)
Bir Bilim OlarakSiyer ve Kaynaklan
Deri e yen
Prof Dr. Adnan DEMİRCAN
SonOkuma
Hiiseyin YILDIRIM
Kapak
Mehmet KAMAN
İç Tasarım
Siyer
Baskı&Cilt
Eylül Dijital Matba · www. eyluldijitalmatba. com Matba Sertijika No: 30953
I. Baskı: Aralık 2014
ISBN: · 978-605-4620-21-0
~~~~tA~ · Nişanca Ma h. Zekai Dede Sk. No: 22 Eyüp/istanbul
Tel & Fax: (0212) 544 76 96- (0212) 544 58 46 Gsm: (0554) 930 07 04
www.siyeryayinlari.corn
137
SöZLÜ GELENEKTEN TARiHÇİLİGE "GiRiş"(ı]
~·
M. Hanefı PALABIYIK(ıJ
Bu çilişma, İslam' ın ilk döneminin sözlü aktar~ ha.kkında1 yani sahabe ile tabiin, bazen de etbau't-tabiinin olaylan ve dinlediklerini
ak:tarması/ aletarabilmesi vak' asını, anlatılanların yazıya dönüştfuülmesini (geçirilmesini) ve anlaşılması meselesini konu edinmektedir. Başlığırnın altına "Giriş" kelimesini eklememin sebebi, çalışmanın devam ediyor olmasından dolayı, metnin henüz son şeklini almaması
ve içerik hakkında genel bilgiler vermeyi hedeflernesi dir.
Sözlü geleneğin tarif ve tarihine girmeden, öncelikle böyle bir başlığın içerdiği konulara da temas etmek istiyorum. Tabü tebliğin
sınırları içerisinde hepsine temas ederneyecek olmakla birlikte, konunun öncelikle dil, soz, yazı, hafıza, söz-yazı münasebeti, dilfelsefesi ve
[1] "Sözlü Gelenekten İslam-Tarihçiliğine - Giriş': İslam Tarihinin Meseleleri Kolokyumu 14-15 Mayıs 2008- Şanlıurfa, s. 5-48.
[ı) Prof. Dr., Atatürk-Üniversitesi ilahiyat Fakültesi, İslam Tarihi Anabilim Dalı.
38 LCJ'LJ~\ı Bir Bilim Olarak Si yer ve Kaynakları
bunlarla ilgili birçok konuyu kapsadığı gibi, dil-kültür, dil-tarih ve ta
rih-kültür münasebetini de kapsaclığını belirtelim. Ülkemizde maale
sef bu konularda yapılmış çalışmaların kemiyet ve keyfiyet açısından
oldukça az olduğunu görmekteyiz. Hatta takip edebildiğim kadarıyla,
kendi anabilim dalına sıkışık olmakla beraber yine de İslami ilimierin
Türk ve İslam kültür ve dil tarihine ait dallarında diğer alanlara göre
(ülkemizdeki filoloji bölümlerinde yapılan tezlerden basılanları göz
önüne alırsak) daha fazla çalışma yapıldığını söylememiz ı;nümkün- ·
dür. Bu yüzden böyle bir konuyu ele alırken elde edebildiğim çalışma
lar, yabancılar merkezli olarak çalışılmış eserler olmak üzere daha çok
sosyoloji, antropoloji ve felsefe bölümlerine ait çalışmalardır. YÖK ve
İSAM'ın sayfasından yaptığımız taramalarda dilbilim bölümlerine ait
bu anlamda herhangi bir çalışma bulamadığımız gibi, bulabildiğimiz
birkaç tanesi de, sadece aşık ve destanlardan oluşan sözlü geleneğe ait derlernelerin değerlendirilmesinden ibaretti. Ancak "oral traditi
on': "oral history''ve "narrative" kelimeleriyle batı bilim dünyasında
yaptığımız taramalarda, sayısız denecek oranda ve İslam dünyasının
çeşitli dönem ve bölgeleri dahil dünyanın çeşitli üllteleri hakkında ça
lışmalar yapılmış olduğunu müşahede ettik. Tabü bunlaı;dan elde et
tiklerimizden de mükemmel derecede yararlandığımızı iddia edecek
değiliz, ancak konu hakkında yapacağımız derinlemesine çalışmalar
da bunların göz önünde bulundurulması gerektiğinin farkındayız.
Aşağıda da ifade edeceğimiz gibi, 'sözlü gelenek'le 'sözlü tarih'
birbirlerinden farklı olmakla beraber, İslam tarihçiliği bağlamında,
kastımızı ifade edecek malzemeyi ve siyer ile klasik tarihimizi anla
mamızı sağlayacak delilleri ve karşılıkları sunması açısından, yer yer
her ikisini de kullanmaya ve siyer, meğazi, hadis ve İslam tarihi metin
lerini ve yazarlarını anlama çabasına katkıda bulunmaya çalışacağız.
Sözlü gelenek, geçmişteki kişilerle olaylar hakkında kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarılmış her türlü anlatı ve tasvirleri ifade ederken, sözlü tarih, sözlü hayat hikayelerini, yani bir tarihçinin görüşme yaptığı
Sözlü Gelenekten Tarihçiliğe "Giriş" V~ 39
kişilerin ilk elden anıZarım ifade etrrıek:tedir ve kaynak olarak kişisel arıı
ların k.ullanımı üzerine kuruludur. Bu kaynaklar, tarihçilerin genelde dayandıkları belgeleri tamamlayıcıdır ve alternatifbirtarih oluşturur. [31
Sözlü malzeme kendi başına bir amaç olmadığı gibi, 'sözlü tarih' adı belli bir tarih türünü de ima etmemektedir. Sözlü tarih daha çok bir malzeme toplama yöntemi, bugünü d~a iyi anlayabilmek ve gelece
ği yönlendirebilmek için, geçmişi anlamlandırma sürecine yapılan bir k~tkıdır. Özünde ilginç olmakla birlikte, sözlü tarih sonuçta belli bir tür tarihsel kaynaktır sadece. [ 41 Yazılı kaynaklarda olduğu gibi
sözlü kaynaklarda da kaçınılmaz olarak, anlatılan olaylardan sonrasını bilmenin etkisi görülmektedir.lsJ Yani ifadenin yönlendiric'iliği ve
kunnacalığı.
Sözlü gelenek ve sözlü tarih, tarihçiler, edebiyatçılai, sosyolog
lar, antropologlar ve folklorcular için son derece önemli tarihi, sosyal, kültürel, dini, siyasi vb. alanlarda malzemeler sunmaktadır. Genel
olarak İslam dünyasında II/VIII. asırda ve Batıda da sanayileşmeyle beraber pratikte tükenmiş durumdadır, ancak· esas olarak sözlü bir kültürün yerini okuryazarlığın henüz tam anlamıyla almadığı ülkeler
de hala canlı bir güçtür ve yine de dünyanın birçok ülkesinde tarih, sosyoloji, antropoloji ve folklor alanlarında bilhassa akademik çalışmalarda bolca ve rahatça kullanılmaya devam etmektedir. Birçok
. husus çok işlenmiş olmasına rağmen yine de bir takım problemleri bünyesinde barındırıyorsa, sözlü gelenek ve sözlü tarih ile bunların
yazıya dönüşmesi hakkında da bir takım problemierin bulunması
haydi haydi tabiidir.
[3) Bkz. John Tosh, Tarihin Peşinde, çev. Özden Arıkan, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1997, s. 190; Stephen Caunce, Sözlü Tarih ve Yerel Tarihçi, çev. B. Bülent Can-Alper Yalçınkaya, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul2001 , s. 8. Ayrıca bkz. Dursun Yıldırım, Türk Bitiği Araştırm·a-İnceleme Yazıları, Akçağ Yay., Ankara 1998, s. 89-99
[4) kz c B . aunce, s. ll [S) kz h B . Tos , s. 191
. 40 ~'-" ... t\ı Bir Bilim OlarakSiyer ve Kaynaklan
Ülkemizde İslam tarihi ve düşüncesi alanında yapılmış. çalışma
ları, sözlü gelenek açısından değerlendirmek, karşımıza şöyle bir tab
Ioyu çıkarmaktadır: Siyer, meğazi ve İslam tarihçiliği alanında yapılan
çalışmaların tamamı, tespit edebildiğimiz kadarıyla, yazılı malzeme
ve anlaşılması üzerine olup, bu konuda çalışan son derece yetkin
isimler yetiştiğine kanaatimiz tamdır. Artık bu konuda taban tuttu
ğumuza ve bu tabanın her geçen gün yayılacağına da inanmaktayız. Ancak bu tarihçilik ve ilgili değerlendirmeler, yazının yaygın kulla
nımı öncesi ve sözlü geleneğin yazıya aktarılması hakkında değildir.
Yani kendi çalışİna konumuz açısından bakarsak, cahiliye dönemi ve
İslam'ın ilkyüzyılı hakkıridaki sözlü aktarırnlar hakkında değildir. Bil
hassa 'hadisler' hakkındaki batının önyargıya dayalı da olsa, metodik,
köklü ve sağlam görünen iddialan karşısında yapılmış birkaç çalışma
ve bunlara dayalı diğer çalışmalar da, yine sözün yazıya geçirilmesiy
le alakah olmamışbr. Bu hususta çalışmaların yapılmaya başladığı ve
çokça yap~ası gerektiğini kabul etmekle beraber, yapılanların asla
Batının seviyesinde olduğunu düşünemiyoruz. Bizce bunun iki sebe
bi vardır: Birincisi, antropoloji ve sosyolojinin henüz İslam tarihine
ve kültürüne çokça yönelmemiş olmasıi diğeri de Uahiyat fakültele
rindeki disiplinlerarası çalışmaların yetersizliğidir. Bu disiplinlerarası
çalışmaların, hem İslami ilimler arasında ve hem de sosyal bilimiere
ait disiplinler arasında olması gerektiğini düşünmekteyiz. Çünkü aşağıda göreceğimiz gibi eğer din sosyologlarımız anketlerle şu andaki
topluma yönelmek yerine, laboratuar olarak tarihe yönelmiş olsalar
dı, muhtemelen tarihçiler olarak bizim birtakım problemlerimizin çözümüne daha fazla katkıda bulanacaklarına ve buradan da İslami
antropolojiye ·varacalçlarına inanmaktayız. Bu olp:ıadığı gibi, çağdaş
problemlerimiz hakkında yapb.kları çalışmalar da, tarihten gelen
problemlerimizi çözmekten uzak görünmektedir.
İslam tarihinden sonra başlığıina en yakın alanın, hadis ve Arap
4ili ve belağatı olduğunu düşünmekteyiz. Buna göre burada, İslam ta
rihi, hadis ve Arap dili ve edebiyatı alanında ülkemizde yapılmış olan
Sözlü Gelenekten Tarihçiliğe "Giriş.., ı/~ 41
bir takım çalışmalann değerlendirmesini de sunmak ve bunları, ko
numla ilişkilendirmek istiyoruz.
Yukarıda ifade ettiğim gibi, İslam tarihçiliği' hakkında 'yeterin
ce' sayılınasa da, önümüzü açacak kemiyet ve keyfiyette çalışma ve
çeviri yapıldığını düşünebiliriz. ligili ilk çalışmalar, M. Şemseddin .. Günaltay,(6l Z. V. Togan, M. Fayda, A. Önkal ve H. Aigü1[7l tarafından yapı.lıp.ış, bunu M. Z. Terzi'nin çalışmaları[s) ve daha başkaları[9l izle
miştir. İslam Tarihi anabilim dalında klasik İslam tarihçilerinden Va
kıdi, Yakubi, İbn Kuteybe, Ta bed, İbn Miskeveyh, Biruru ve İbn Kesir . ,
gibi birçoklarının tarihçiliği üzerine, asla yeterli olmamakla ve hatta
bir kısmı çok yüzeysel olmakla beraber, lisansüstü tez. çalışmaları
(6] Bkz. Şemseddin Günal tay, lslclm Tarihinin Kııynakli:ırı-Tarih ve Müverrihler, haz.
(7]
Yüksel Kanar, Endülüs Yay., İstanbul1991 (islami:la Tarih ve Müverrihler. Tetkikat ve Telifat-ı İslannyye Heyeti Neşriyatı, Evkaf-ı İslannyye Mat., İstanbul1339 (1923)) Bkz. Z. Vetidi Togan, Tarihte Usul, Enderun Yay., İstanbul 1981; "Orta Çağ İslam Aleminde Tenkidi Tarih Telakkisi", ls/am Tetkikleri Enst. Dergisi, cilt: I, cüz: 1/4, 1954; Mustafa Fayda, "Siyer Sahasındaki İlk Telif Çalışmaları': Uluslararası Birinci İslam Araştırmaları Sempozyuınu, D.E.U. Yay., İzmir 1985, s. 357-367; Ahmet Önkal, "ls/am Tarihi Araştırmalarında Karşılaşılan Bazı Problemler"; Hüseyin Algül, "ls/dm Tarihi Araştırmalarında ve lslam Tarihi Dokümanlarının Değerlendirilmesinde Dikkate Değer Hıısııslar" ve "ilah iyat Fakültelerinde lslam Tarihi Öğretiminde Tartışılması Gereken Hususlar", Günümüz Din Bilimleri Araştırmaları ve Problemleri Sempozyuınu, Samsun 1989
(s] Bkz. M. Zeki Terzi, nk Siyer-Meğazi Yazarları ve Eserleri, Samsun, 1990; lsiam Tarih Yazarlan ve Eserleri, Samsun, 1995,
(9) Bkz. İmaduddin Halil, İslam Tarihi Bir Yöntem Araştırması, çev. Ubeydullah Dalar, İnsan Yay., İstanbul1985; Sabri Hizmetli, ls/am Tarihçiliği Ozerjne, TDV Yay .• Ankara 1991; HarniltonA R. Gibb, ls/dm Medeniyeti Üzerine Araştırmalar. çev. Kadir Durak vd., Endülüs Yay., İstanbul1991; A. Aziz Duri, nk Dönem lslam Tarihi -Bir Önsöz- çev. Hayrettin Y'ıicesoy, Endülüs Yay., İstanbul1991; Seyyide !smail Kaşif, İslam Tarihinin Kaynakları ve Araştırma Metodları, çev. Mehmet Şeker vd., İzmir 1997; Ramazan Şeşen, Müslümanlarda Tarih Coğrafya Yazıcılığı, İSAR Yay., İstanbul 1998; Kasım Şulul, Kııfiyecii:le Tarih . Us u/ii, İnsan Yay .• İstanbul2003; Rıza Savaş, ''islamaan Önce Hicaz Bölgesindeki Araplarda Tarih': Dokuz Eylül Üniv. nah. Fak. Der., 1992, sayı: 7, s. 257-268; Necati Avcı, "Müslümanlar'da Tarih ilmi': Erciyes Vniv. Sos. Bil. Enst. Der., sayı: 6, Kayseri 1995
42 ~\ı Bir Bilim Olarak Si yer ve Kaynakları
yapılmıştır.l10l Fakat tüm bunların sonucu ve dökümü mahiyetinde
yapılan iki çalışma vardır ki, bunlara özellikle temas etmek istiyorum:
İSAV tarafından 2004 yılında yapılan tartışmalı ilmi toplantılar dizi
sinden, İslami llimlerde Metodoloji (Usıll) Mes'elesi'ni ele alan ese
rin İslam tarihiyle ilgili bölümü, kitabın[ııJ ikinci cildinin 871-1032.
sayfaları arasında yer almaktadır. Hemen hemen tüm konularda dört
kişi tarafından sunulan dört tebliğle ele alınmış olan meselelerio hep
sine tamamen katılmak mümkündür. Bunların tamamı yapılan ve
yapılacaklarda dikkat edileceklere ait bir envanterdir. Fakat burada
bizi yakinen ilgilendiren, doğrudan yöntemle ilgili olarak Mehmet
Özdemir tarafından sunulan bölümdür. Yerli, yabancı ve ç~viri birç<;>k .
metodoloji çalışmalarına ve oryantalist bakışa da değinerek hazırlan
mış olan bu bölümde de, sözlü geleneğe temas edilmemiştir. Diğer
bir envanter de Adnan Demircan tarafından çıkarılmış olupP2l İslam .
tarihi alanında yapılmış olan lisansüstü çalışmaların değerlendirilme
sinden ibarettir.
Ayrıca İslami araştırmalar ve çalışmalarla ilgili olarak batıda ya
pılan metodoloji çalışmalarının tamamını bilmeK. durumunda oldu
ğumuzu da düşünmekteyiz. Bunlardan çok azına erişebf!.diğimiz gibi,
daha birkaç tanesi dişında hiçbirinin çevirisinin bile yapılamadığını
müşahede etmekteyiz. An~ak Yaşar Çolak'ın da belirttiği gibi, "Batı' da
İslam üzerine akademik araştırmalar yapan bilim adamlarıyla ilgili
bir konu çalışırken ortaya çıkan en önemli problem, bu çalışmanın,
ülkemizdeki mevcut ilimler tasnifinde hangi alana dahil edileceğine
ilişkindir. Zira Batı akademik gelen~ği içinde İslam araştırmaları ya
panlara baktığımızda, çoğunun tefJir, hadis, İslam tarihi, İslam felse
fesi gibi çeşitli alanlarda çalışmalar yaptığını görmekteyiz. Bunun en ·
[lO] YÖK'ten yapılacak bir tarama bunları gözler önüne sermektedir. [ıı] İslami ni m lerde Metodoloji (Usul) Mes'elesi I-11, Ensar Yay., istanbul2005 . [ıı] Adnan Demircan, "islam Tarihi Bilim Dalında Hazırlanan Lisansüstü Tezler,
Konuları ve Tez Konusu Belirlenmesinde Karşılaşılan Bazı Sorunlar': İSTEM, yıl: III, 2005, sayı: 5, s. 9-77
Sözlü Gelenekten Tarihçiliğe "Giriş" ı/~ 43
tipik örneği İskoç William Montgomery Watt'dır. Watt, Kur'cln tarihi,
İslam tarihi, kelam ve felsefe, mezhepler tarihi, dinler t~ gibi hemen her alanda kitap ve makale türünden çok sayıda eser vermiş bir bilim adamıdır .... Esasen hangi araştırmacı veya araştırmacılar grubu
söz konusu olursa olsun, eserleri birden fazla alanı ilgilendirdiği için, bir alan tedahülü sorunu kaçınılmaz ol~akkarşımıza çıkmaktadır:'l13l Diğer yandan tlahiyat fakültelerindeki İslam ilimleri anlamaya çalı
şan al$ademisyenlerde ise, tam tersine bir ayrışma görmekteyiz. Klasik dönem İslami alimlerinin birçoğu için, salt müfessir, muhaddis,
mütekellirn vb. tanımlamalan yapmak oldukça zorken, ilahiyat fakültelerinde, çoğu kez sanki alanlar birbirleriiıden kopuk ve ilgisizmiş gibi davranılmakta, İslam ilim geleneği göz ardı -edilerek, bütünlük
ten uzak parçacı araştırmalar yapılmaktadır. Buna bir de modern sosyal bilim disiplinlerine olan uzaklık eklenince, problemlere üretilen çözümlerin yetersiz olduğunu veya çözümsüz kaldığını müşahede
etmekteyiz.
Diğer yandan ülkemizde Kur'an,· sünnet-hadis, başta RestllulJah'ın biyografisi olmak üzere İslam tarihi, kelam vd. alanlarda, az
sayıda da olsa Oryantalistik çalışmalar hakkında değerlendirmeler ve Oryantal,ist ideoloji üzerine sempozyuma varan çalışmalara şahit olmaktayız. Bunların alabildiğine az ve yetersiz sayıda olduğunu ve ayrıca birçoğunun da savunmacı bir üslupta yazıldığını söylemek bile gereksizdir.
R. S. Humplıreys,l14l hem Batıda hem de kısmenArap dünyasın
da ilk dönem İslam tarihi ve hadisçilik üzerine yapılan metodolajik
[ll] Yaşar Çolak, BatıCia ls/am Tarihinin Erken Dönemine !lişkin Farklı Metodolajik Yaklaşımlar: John Wansbrough, Michael Cook-Patricia Crone ve Lawrence I. Conrad Örneği, Ondokuz Mayıs Üniv. Sosyal Bilimler Enst. (Yayunlanmamış Doktora Tezi), Samsun 2007, s. 8
[ı4] R. Stephen Hıırnphreys, -Islamic History: A Framework for Inquiry. London 1991. Tıirkçe çevirisi: İslam Tarih Metodo/ojisi-Bir Sosyal Tarih Uygulaması, çev. Murtaza Bedir-Fuat Aydın, Litera Yay., İstanbul 2004.
44 u==o'-"-'ıı Bir Bilim OlarakSiyer ve Kaynaklan
çalışmalann tahlilli bir değerlendirmesini yapar. Bunu yaparken müs
teşrik ideolojisiyle birlikte ilmi hassasiyetini ortaya koyan Humphreys, bilhassa L. Caetani ve I. Goldziher'e[ısı hayranlıkla vurgu yapar.
Eserinde yukarıda bahsettiğimiz yazarlardan çok daha fazla çalışmayı
inceleyip değerlendiren Humphreys, Müslim, gayr-i Müslim diğer
tüm araştırmacılar gibi, aslında 'gerçekten sahih bir tarih yazımının
olup olmadığını' soruşturmaktadır. Ona göre İslam' ın ilk yüzyılına ait
eldeki yazılı malzeme, başlangıçta çok azı yazıya geçirilmiş~e de, as
lında tamamen ikinci yüzyılda yazıya geçirilmiş görünmektedir. Her ne kadar, Fuat Sezgin[161 ve M. Mustafa el-Xzam1,[171 sonraki asırlarda
(TI. ve III. asırlar) ortaya çıkan büyük ve mükemmel hadis ve diğer
hususlardaki yazılı külliyatın ilk kaynaklannı bulmuş ve müsteşrikle
rin birçok iddialarına ikna edici cevaplar vermişlerse de, bilen daha
aydınlatılaınayan ve ilahiyat çevrelerinde bile çokça tartışma konusu
olan problemlerimizin bulunduğu da bir vakıadır. Yani bunları ikna
eden hadis malzemesi, mesela İmam-ı Azam' ı ikna etmemektedir. ve
bu problemler de halen daha aynı tartışmalara dayalı ve çok yönlü
olarak sürmektedir. Yani gerek hadis ve gerekse tarih külliyatının ilk kaynaklarını bulmuş olmak, sadece ve neredeyse sonradan geliştiril
miş bulunan klasik ilmi geleneğin onaylanmasından başka bir işe ya
ramamıştır. Yapılması gereken, tüm İslam.i ilimierin geleneğine dayalı ve çağdaş insanı ikn~ edici bulgulara varmayı hedeflernek olmalıdır.
Mesela, günümüzde ve hatta yanımızda yaşanan veya yazılan bir
olayın aktarılması ve yazıya geçirilip kabul görmesi esnasında yaşananlar, geçmişteki alctarımlar esnasında yaşananların da, nispeten
aynı olması hakkında bize fikir vermektedir. Mesela bizce, 1 Mayıs
[ıs] Bkz. Humphreys, s. 100, 113 [161 Bkz. M. Fuad Sezgin, Ruhari'nin Kaynakları Hakkında Araştırmalar, Ankara
Okulu Yay., Ankara 2001,2. baskı [171 Bkz. Muhammed Mustafa el-A'zami, nk Devir Hadis Edebiyatı ve Peygamberimi
zin Hadislerinin Tedvin Tiırihi (H. 1-150-M. 6_22-657), çev. Hulfisi Yavuz, iz Yay., İstanbul, 1993
Sözlü Gelenekten Tarihçiliğe "Giriş" ı/~ 45
2008 kutlamalannın Türkiye TV kanallanndan farklı farklı verilme
si1 sözlü gelenekle ulaşıp yazıya geçen bilgilerin bir örneğini bizlere sunmaktadır. Hatta eski yeni bütün yazılanlar sahih bile olsa, aslında
problemierin çözüleceğini düşürunenin safdillik olacağını da kabul etmekteyiz. Çünkü önümüzde metin olarak duran tarih, hiçbir şeyi değilse bile, 'dil' e ait problemleri zaten tabji olarak bünyesinde banndırmaktadırpsı ki biz, tarih metinleri ile 'dil' problemini birlikte yürüterı
ve gözeten, yok denecek kadar az çalışmaya sahip olduğumuzu tekrar vurgulamak zorundayız. Bunun en açık diğer bir örneğini Kur'an ve
Kur'an ilimleri hakkında yapılan çalışmalarda da görmekteyiz. '
Bu bağlamda ilahiyat Fakültelerinde çok az da olsa yapılan dil felsefesi, bilgi sosyolojisi ve yorumbilgisine ait araştırma ve tartışmala
nn1 henüz İslam tarihçilerinin çalışmalarına ciddi boyutta yansıdığını görmediğimizi de belirtmek istiyoruz. Ayrıca tarih biliminin kendi metodolojisine ilaveten, tarihin inşa edilmesinde en fazla başvurula
cak alanların yukarıdakilere ilaveten antropoloji, mitoloji ve falklor olacağı da kabul edilmekle birlikte, onlardan da fazla yararlanıldığını görememekteyiz.
Diğer yandan herhangi bir kütüphanenin "konu" kısmına tarih
ve metodoloji kelimelerini birlikte girdiğimizde,(l9l karşımıza çıkan kitapların ve çalışmaların azlığı son derece dikkat çekicidir. Nerede
kaldı ki1 antropolojik, sosyolojik, psikolojik ve tarih felsefesi çalışmaları olsun ... Mesela Resı1lullah'ın biyografilerinde yer verilen, sözlü geleneğin getirdiği mitolojik unsurlar ve abartılı rivayetler, halen
[ıs] Felsefeeller tarafından yapılmış olsa da, dil ve tarih, dil ve kültür ilişkisini ele alan iki örnek çalışmaya bkz. Bedia Akarsu, Dil-Kültür Bağlantısı (Wilhelm von Humboldt'da), İnkilap Yay., 3. baskı, İstanbul 1998; Önay Sözer, Anlayan Tarih Dil-Tarih ilişkisi Üzerine Bir İnceleme (Johannes Lohmann'da), Yazl<a Yay., İstanbul1981; Doğan Özlem, Kültür Bilimleri ve Kültür Felsefesi, İnkılap Yay., İstanbul 2000; Doğan Aksan, Her Yönüyle Dil, Ana Çizgileriyle Dilbilim, TDK Yay., S. baskı, Ankara 1995
[ı9] İSAM kütüphanesi için de aynı şeyi söylemek mümkündür.
46 ~ı Bir Bilim OlarakSiyer ve Kaynakl?tn
daha birçok akademisyen tarafından bile rahatlıkla kabul edilip sa
vunulurken, aksi anlamda ve ayrıca tarihte tarafsızlık problemini bile
ele alan oldukça az çalışmanın yapılmış olduğunu da itiraf etmek durumundayız. [ıo]
İslam tarihi veya hadis alanında yapılan metodolajik çalışmalara
bakılınca, son yıllarda İslam tarihi anabilim dalında yapılan birkaç li
sansustü çalışmadan bahsedebiliriz. Bunlardan biri Gülizar Arıkan ta
rafından yapılmış bir yüksek lisans çalışması olup, "İslam Tarih Yazıcılığında Metodoloji Problemi (571-632)"[211 başlığını taşımaktadır.
ÇalıŞmasının ilgili bölümünde, tarih metodolojisindeki temel bazı
öğeler ışığında, geçmişi anlamada ortaya çıkan problemlere genel
hatlarıyla değinmeyi amaçlayan Arıkan, İbn İshak ve İbn Hişamın '
Siret'i, Taberi'nin Tarih'i ve İbnu'l- ·Esir'in el-Karnil'ini incelemiştir. ,
Konuyu iki başlık altında ele alarak, önce tarih biliminin metodolo
jisi açısından gündeme gelen sorunlar kısmında, mezkılr eserleri 'ob
jektiilik, ideolojik okuma, hurafe nakli ve tarihi vesikaların kullanımı'
problemi açısından incelemiştir. İkinci olarak da, mezkılr eserleri,
tarih felsefesinin bazı sorunlarına göre, tarihin nesnesi, kaderci anla
yış, tarihi psikoloji sorunu ve beşeri coğrafya' açısından incelemiştir. Yetersiz ve zayıf da olsa, m~zkur konuda yapılan bu ilk çalışma, sözlü
gelenek hakkında herhangi bir konuya temas etmem ektedir.
[ıo) Bu tür çalışmal~a örnek olarak bkz. Ahmet Önkal, "İslam Tarihçiliğinde Tarafsızlık Problemi': lsliimi Araştırmalar Dergisi, 1992, c. VI, sayı: 3, s. 189-197; İ. Hakkı Ünal, "Seçmeci ve Eleştirel Yaklaşım veya H7.. Peygamber'i Anlamak': ls/am i Araştırmalar Dergisi (Hadis-Sünnet Özel Sayısı), c. X, sayı: 1, 1997 ve "Hanefi Usuleiliere Göre Hz. Peygamberin Fiilleri': Ank. Oniv. İ/ah. Fak. Der., sayı: 37, 1997, s. 67-90; Bünyamin Erul, "Hz. Peygamber'e Kur'an Dışında Vahiy Geldiğini ifade Eden Rivayetlerin Tahlil ve Tenkidi': İsliimiyat, c. I. sayı:!, Ankara 1998 ve "Bir Alan Taramasının Panoraması -V ah yi Gayri Metluv Hakkında Bazı Millahazalar ve Bir Eleştirinin Eleştirisi"-, İsliimiyat, c. III, sayı: 1, Ocak-Mart 2000; Hikmet Zeyveli, Kuran ve Sünnet Ozerine Makaleler, Birun Yay., İstanbul,• 2003
[211 Erciyes Üniv. Sosyal Bilimler Enst. (Yayımlanmamış Y"uksek Lisans Tezi), Kayse
ri 2003
Sözlü Gelenekten Tarihçiliğe "Giriş" ı/~ 47
Diğeri Yaşar Çolak'ın tezi olup,[ııJ derinlemesine yapılmış bir ça
lışma olmamakla beraber, müsteşriklerin metotlarını ele alan çalıŞma
olması bakımından önem arz etmekte, fakat konurnuzu aydınlatacak
malzeme ihtiva etmemekted.ir.
Diğer bir çalışma da, Tik Siyer Kaynakları ve Müellifleri' başlıklı tezdirJ231 Tezin I. Bölümtın:de Siyer Yaiıcılığının Doğuşu, Gelişmesi ve Kaynakları ile Siyer Literatürünün Genişlemesi ele alınmıştır. II.
Bölünide, tarih yazıcılığını, Başlangıç, Risaleler ve Cem Dönemi şeklinde dönemlendirerek ele alan yazar, m. Bölümü, Tasnif-TelifDöne
mi olarak başlıklandırrnış olup, bu bölümde ~e, önceki bölümde oldu
ğu gibi birkaç tarihçiyi zengin ve eserlerine uygun içeriklerle ele alır.
ıv: Bölüm, Nakil Dönemi adını alıp Klasik ve Karşılaştırmalı Nakil
Dönemi olarak adlandırılır. Birincisinde Yfuı~s b. Bükeyr (199/814) ve İbn Hişam (2İ8/828), ikincisinde ise, İbn Sa'd (230/845) ele alınarak değerlendirilir.
Tezde ilk dönem tüm siyer müellifleri, kronolojik olarak değer
lendirilmiş olup, bu konuya duyulan ihtiyacı yazar şöyle dile getirir:
·~ . .İslam siyeryazıcılığının tekarnili seyrini göstermesi ve siyer kaynak
larının sağlıklı şekilde kullanılabilmesi için, ilk dönem siyer kaynak
larının bir bütün halinde ayrıntılı olarak incelenmesinin, en azından
ülkemiz özelinde bir ihtiyaç olduğu aşikardır:' (s. 13) Yazar, böyle bir
konunun çalışılmasının gerekÇesini şöyle temellendirir: " ... Ülkemiz
de, İslam tarihçiliği alanında ilgi daha çok kuriımlar ve biyografik in
celemeler üzerinde yoğunlaşhğı için, usUl alanındaki çalışmalar, bir
kaç çeviriden veya yüzeysel tanıhmlardan ibaret kalmıştır. Bunlar da,
keyfiyet açısından olduğu kadar, kemiyet açısından da sınırlı kalmış,
[ıı] Y~ar Çolak, Batı'd~ lslam Tarihinin Erken Dönemine n;şkin Farklı Metodolajik Yaklaşımlar: John Wansbrough, Michael Cook-Patricia Crone ve Lawrence I. Conrad Örneği, Ondokuz Mayıs Üniv. Sosyal Bilimler Enst (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Samsun 2007 -
[l3] Şaban Öz, nk Si yer Kaynakları ve Müel/ifleri, Ankara Üniv. Sosyal Bilimler Enst (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara 2006
48 .~\ı Bir Bilim Olarak Si yer ve Kaynaklan
bir elin parmakları adedine ulaşamamıştır. Neticede asırlardır yazılan siyer ve İslam tarihi kitaplarının kaynakları olan bu eserlerin, gerek
metodoloji açısından incelenmeleri, gerekse de tarihte hayati önemi haiz olan içeriklerinin ola biliriilik ve geÇerliliklerinin sorgulanmasına olan ihtiyaç, dün olduğu gibi bugün de mevcuttur.
İlk dönem siyer kaynaklarından birçoğunun nakilleri, muahhar , eserlerin münderecatına dahil olmakla beraber, bir araya getirilmemiş dağınıkrivayetler şeklindedir. Dağınık durumdaki bu malzemenin bir
araya toplanmak suretiyle1 kayıp siyer külliyatının yeniden inşası1 İs- . lam tarihçiliğine önemli katkılar sağlayacaktır. Son yıllardaı bu amaca
matuf olarak1 bir takım denemeler yapılmış olmasına karşın1 bu çalışmalar beklenen faydayı teminden oldukça uzaktır. Zira bu türden
çalışmalarda dikkati çeken en büyük yöntem hatası, si yer yazıcılığının
birbirinden bağımsız dönemler halinde değerlendirilmiş olması, Ur~ ve' nin rivayetlerinin tespiti yapılmaksızın Musa b. Ukbe'~ eserinin
yeniden inşasına çalışılmasıdır. Genel olarak yapılan bir diğer yanlış.
ise1 ilk dönem kaynaklarının, konulu risaleler şekij.nde olmasına kar
şın1 araştırmacılarını Hz. Peygamber'in bütün hayatını kapsayacak şekilde külli eserler elde etme uğraşısı içerisine girmiş olmalarıdır:'
(s.l3)
ARAPLARDA 1'ARiH GELENEGİ
İslam öncesi Araplarında ilmi anlamda değilse de, basit formda bir tarih anlayışının mevcut olduğunu söyleyebiliriz. (2.-4] Arapların
kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan tarih telakkisinde1 Eyyamu'lArap ve En~ab (soy bilgisi) etkindir. Arap edebiyatında, Arap kabileleri arasında vuku bulan savaşlardalısı cereyan eden olayların nesir
[l4] Ttim Arap kabilelerinde önemli ve etkili olayların tarih başlangıcı sayılması ve kaydıriın tutulması yani takvimlendirilmesi hakkında bkz. Cevad Ali, el-Mufassal fi Tcirihi'l- ~rab Ktıble'l- !sliim I-X. Bağdad, 1413/1993,2. baskı, VIII, 509-524
(ıs] Bu savaşlar hakkında bkz. Cevad Ali, V. 399-468
sözlü Gelenekten Tarihçiliğe "Giriş" ıi'LJJ"W 4!
veya nazun halinde anlatıldığı kıssa çeşidine Eyyam adı verilmekte
dir. Eyyamü'l- Arabia ilgili rivayetler II/VIII. yy'dan itibaren tedvin
edilmeye başlamıştır. Ancak bu müdevvenat, günümüze kadar intikal
etmemiş, tarihi ve edebi diğer eserler vasıtasıyla bizlere gelmiştir. Bazı
kaynaklarda Eyyamü'l- Araba dair anlatılanlar, İslamın doğuşundan
ıso yıl öncesine kadar uzanmaktadır. Cahiliye dönemi tarihi için
zengin bir malzeme ihtiva eden eyyarnı, tarihçiler ve dilciler kaynak
olarak kullanmışlardır. Nitekim Katip Çelebi, İlın-i Eyyamü'l- Arab'ı, tarihin bir dalı olarak kabul ederken, kimi de diğer milletlerdeki des
tanlar mesabesinde olduğunu ileri sürmeftedir. Bu sebeple olmalıdır
ki, fertler ve kabileler, bu hikayelerde anlatılanlara müşterek bir kültür
olarak sahip çıkmışlardır. Gece yapılan sohbet toplantılarında kabi
lenin gerçekleştirdiği önemli işler arasında anlatılan savaş rivayetle
ri, kabUelerin olaylar karşısındaki temayüllerini de yansıtmaktadır.
İçlerinde bir bütünlük ve düzen bulunmayan bu hikayelerin tarihi
· gelenekleri aksettirdiği görülmektei bu da, dinleyiciler arasında bir
tarih ve ·kabile ş~uru uyandırmaktadır. Cahiliye toplumu bilincinde
ve mantığında yer eden eyyam lafzının, aynı anlamda ve aynı kullanış
la İslaın.ı dönemde de devam ettiğini görmekteyiz. Nitekim gazve ve
seriyyeler hakkında anlatilanlar, İslami dönemdeki Eyyamü'l- Arabın ilk örneklerini meydana getirmektedir. [ı6J Arapların tarihlerine ve ge
leneklerine ait bilinçlerini oluşturan, sosyal ve siyasal tarih ve örfleri
ne ait birçok malzemeyi ihtiva eden eyyam geleneği, ve bu husustaki
tüm anlatıların, Arap için, İslamın ilk döneminde yapılan ve daha
sonra da geliştirilen Restllullah'a ait her türlü anlatının tarih veya ha
dis bilimini oluşturmasını temin ettiğini ve beraberinde, garipsenme
den kabul görmesine katkı sağladığını düşünmekteyiz. Çünkü toplu
mun sosyal ve kültürel 'hazır bulunmuşluğu' bunu gerektirmiştir ve
önce~ devarnı olarak kendiliğinden gelişen bu bilimler, toplumda kolayca yer bulabilmiştir.
[ı6] Bkz. Mehmet Ali Kapar, "Eyyamü'l- Arab" maddesi, DİA, XII, ıs
so ~~h Bir Bilim OlarakSiyer ve Kaynakları
Arapların mef.ihir ve menafue önem vermeleriP7l onları kendi
n es ep lerini korumaya götürmüş, bu da bir nevi 'geçmişin bilgisi' olan 'neseb şecereleri'nin hıfzına vesile olmuştur. "Asabiyet, kabile fertle
rine ecdadının şan ve şerefiyle övünmesini, kahramanlarını ve tarihi hadiselerini gururla yad etmesini telkin ediyor, bu duygu insanları neseplerini öğrenmeye sevk ediyordu. Cahiliye devri Araplarının geç-
. .rrUşin devamlı hatırlanınası için ensab bilgisine çok değer vermeleri, Araplardaki tarih şuurunun mevcudiyetine en güçlü bir deljl kabul edilmiştir. 'Nesep şecerelerinin muhafaza edilmesi' şeklinde tanımla
nan ensab ilmi, şecerede adları geçen kişilerle ilgili birçok tarihi malumatı da bir araya getiriyordu:' ( ... ) Araplar'ın sahip olduğu ahb:lıı, şiir, [281 emsal(29l ve en s aba dair bilgilerden ayrı olarak ele almak müm
kün değildir. Ensabla ilgili bilgilerin de esasını alıbar teşkil etmektedir. ( ... ) Cahiliye devrinde ekseriyetle şifahi, zaman zaman da yazılı olarak rivayet etmişler, İslamdan sonra ise belli usul ve esaslara bağlı
kalarak birçok eser kaleme almışlardır. Bu arada ·pek çok kabilenin, neseplerini rivayet eden ravilerinin bulunduğu bilinmektedir. (301
Ahb:lıü'l- arab da denen eyyamü'l- arab, bir kavim, kabile veya
şahıs, bir ülke, bölge veya şehir, bir hadise vs. hakkında naldolunan bilgiler, sözler ve ri~ayetlerdir.[3 ıl "İsl:lıniyet'ten önce destani, men
kabevi unsurları, tarihi unsurlarına galip gelen bu rivayetlerin İslamiyet'ten sonra tarihi vasfı ön plana geçmeye başlamıştır. Şu halde ·
Cahiliye devrinden intikal etmiş bulunan ahb:lıü'l- ara~ denildiği
zaman, bundan, Arapların eski tarihine dair destan ve menkabe mahiyetindeki dvayetler anlaşılır. ( ... ) Ahb:lıı, kadim şiirden, emsal ve
l27l Bkz. Cevad Ali, IV, 291-299,307-308,587-599 [ıs] Cevad Ali, büyük eserinin dokuzlıncu cildinin neredeyse tamarnını şüre ayır
mıştır. Bkz. IX, 62-907 [291 Bkz. Cevad Ali, VIII, 354-370 (3o] Bkz. Mustafa Fayda, "Ensab" maddesi, DİA, Xl, 245. Ayrıca b).<z. Cevad Ali, N,
353-360; Ahmet Önkal, ·~raplarda Ensab nmi ve İslam Tarihi Açısından Önemi", Selçuk Üniv. liah. Fak. Der., sayı: 3, Konya 1990
[3 ı] Ayrıca bkz. Cevad Ali, V, 333-336,341-387
Sözlü Gelenekten Tarihç:iliğe "Giriş"
ensaba dair bilgilerden ayrı ele almak mümkün değild.ir1 Eyyamü'l
Arab'a dair rivayetlerde1 şür ve alıbar daima iç içe olup bunlai1 bir
'birini açıklayan unsurlardır. Şürin belli başlı mevzuları olan medih,
fahr1 risa ve hicvin[3ıJ ana unsurlarımı şahsın veya kabilenin mazisine
dair alıbar teşkil ediyordu. Bu sebeple şür1 muhtevasında açıkça veya
telınih 'ile a.iulan şahıs1 kabile veya hadiselerin alıbarı ile ber;ıber riva
yet edilmiştir. Emsal1 kaynaklarını teşkil eden hadiselerin özünü ifade
eden. sözlerdir. Bunlar benzer hal ve şartlarda irad edildikleri zaman
hatırlattıkları bu hadiselerle birlikte rivayet edildi. Ensaba dair bilgi
lerin esasını da alıbar teşkil etmektedir. Bunun neticesi olarak1 şahsi
yetlerinde ağır bastığı için1 bu sahalardan birindeki vukufu ile m~şhur bir ravi1 bir llim1 diğer mevzularda (şiir1 emsal1 ensab) da söz sahibi
idi. Diğer taraftan tedvin faaliyetleri belirli bir safhaya girdiği zaman1
bu sahaların hepsindeki telifler de1 az veya çok alıbarın tesbit ve intikaline vesile olmuştur:'[33l
Yukarıda söyled.iklerimize1 yani ahbar/ eyyam1 şiir ve ensabın
kitaplarda birlikte kullanılmasına ait örneklere ilk baştan itibaren sa
hip olduğumuza Kufeli tarihçiAvane b. Hakem (v.? 147 /764) örnek
gösterilebilir. 0 1 bize kadar gelmeyen1 fakat eserinin adında 'tarih'
kelimesi bulunan ilk müelliftir. Eserlerinde sözlü geleneğin yazılı ilk ürünlerinde görülen hikaye ve şili üslubu hakim olmakla beraber1 İb
nu'l- Kelbi1 Belazuri, Taberi vs. tarihçilere kaynaklık etmiştir. Emevi
. taraftarı olmak ve onlar lehine haber uydurmakla itharn edilmesine
rağmen, kaynaklardaki rivayetlerinde Emevi aleyhtarlığına da rastlan
maktadır. [341 Aynı durum Ebu Mihnef için de söz konusudur. Ayrıca
o, 'hadis rivayetlerine güvenilmez biri' olarak görülmesine ve Şü, hat
ta Rafizi kabul edilmesine rağmen1 tarihçi Taberi'nin 132/750 yılına
[321 Araplarda övünme ve ye rm e gelenekleri hakkında bkz. Cevad Ali, rv, 587-600 [331 Bkz. Nihad M. Çetin, 'i\hbar" maddesi, DlA, I, 486; Recep Şentürk, Toplumsal
Hafıza Hadis Rivayet Agı 610-1505, çev. M. Fatih Serenli, Gelenek Yay., İstanbul 2004, s. 49
(34
) Bkz. M. Fayda, "Avane b. Hakem" maddesi, DiA, ıv, 107
51
~\ı Bir Bilim·Oiarak Si yer ve Kaynaklan
~adarki olayların anlaturunda onun rivayerlerine çokça yer verdiği gö
illmektedir. Ali taraftarı olmasına rağmen,·Emevilerle ilgili rivayede
:inde hizipçi ve gerçeği tahrife meyyal değildir. [351
İsLAM TARiHçiLiGİNİN BAŞLANGıcı
- İslamın gelişi ile beraber, Kur'an'ın kıssaları kullanma yönte
mi, tarihi, belli bir amaca hizmet gayesi ile kullanılır hale getirmiştir.
Buradan harekede Şaban Ö z, İslam tarihçiliğinin vahyin yazılmaya
başlanması'ile başlatılınasını tavsiye etmektediı:. Ona göre Kur'an'ın
islamı ilimlerde ana kaynak olması itibariyle İslam tarihçiliğinin de
onunla başlamış olması gayet doğaldır. Yazar haklı olmakla beraber,
Kur'an'ın yazımİ ve metni vahiy eseri olduğu ve tevatüren naklinde
herhangi bir şüphe olmadığı için bu bağlamda değerlendirilmemesi
gerektiğine kaniyiz. Ancak tüm alim ve çağdaş araştırmacılar, İslam
tarihçiliğinin, hadislerle ve hadis rivayetiyle başladığını söylemekte
dirleri biz de bunu doğru sayınakla beraber, bu tarzın, 'hadisçilik' ol-. duğunu yani İslam tarihçiliği'nin ilk olarak 'hadisçilik'le başlatılması-
nı kabul edilemez bulmaktayız. Çünkü 'hadisçilik'in, çok daha sonra
başlayan bir 'bilim dalı' olarak, İslam'ın ilk dönernlerinde aranma~ını anakronik bulmaktayız. Ayrıca Arab'ın geleneğinde yukarıda izah et
tiğimiz üzere 'ahbar' ve 'eyyam' vardır ve hadis rivayeti yani ResUlul
lah'dan ve hayatından yapılan aktarı~arın her türlüsü, bu geleneğin
devamı yani alıbar ve eyyamın bir parçası ve iJ..k dönem 'tarihçiliği' olarak ele alınmalıdır. Buna göre, İslam düşüncesinde ilk ilmi faaliye
. tin Kur'an'ın nakli ile birlikte, siyer yani İslam tarihçiliği olarak başla
dığını kabul etmek uygun görünmektedir. Ayrıca biz, bu ilk dönemde
yetişen aiirnlerin bazılarının 'faldh' olduğunu (daha sonra sistemleşen
'fıkıh ilmi'ni bilen anlamında değil, Kur'an'ı ve Peygamberin gelene
ğini aniayıp uygulayan anlamında) söylemenin kesinlikle doğru ve
[351 Bkz. Selman Başaran, "Ebu Mihnef" maddesi, DİA, X, 188.-189
Sözlü Gelenekten Tarihçiliğe "Giriş" - ı/=m s:
isabetli olabileceğini kabullenirken, siyer ve meğazi hakkında riva
yetlerde b~unan bir takım llimlerin, 'muhaddis' görülmesini -kabul
edilemez ve isabetsiz bulmaktayız. Burada delil getirilen husus, daha sonraki dönemlerde sistemleşen 'isnad' sisteminin bu insanların tara
fından da kullanılması ve ilgili konulara tahsis edilen rivayetlerirı, mu
haddislerin eserlerinde de yer almasıdır. Biz bilhassa bu her iki delilin de, ilk dönem siyer ve meğazi ravi ve alimlerirıirı hadisçi değil bilhassa
tari4çi sayılmasına delil olacağını düşünmekteyiz. [361
Daha sonraki dönemlerde 'Hadis İlmi'nirı, Restiıullah'ın karizmasina binaen 'Tarih ilmi'ne göre daha :ş erefli' sayılması ve itikadi
ve fıkhi mezheplerin problemlerinde siyer yerine hadislerin/haber
lerin daha rahat ve serbest maheme sunmasının da, 'tarihçiliği~ 'ha
disçiliğe' göre ikinci pla.ıia ittiğini düşünmekteyiz. Bu yaklaşımın yaru
hadislerin daha fazla öne çıkmasının, as~da bir bakıma onurıla ayru şey olan hatta ResU.lullah'ın ve uygulamalarının daha iyi anlaşılınasını
sağlayacak bağlaını sunan 'siyer'in 'ikincil' sayılmasına yol açtığını ka
bul etmekteyiz. ResU.lullah'ın model insan olma vasıflarının sonraki
n~sillere bir bütün olarak aktarılma a.ı:zusunun siyer yazımını teşvik etmesi de, yine bazılarınca ilk hadis faaliyetirıden kabul edilmiştir.
Yirıe her mezhebin kendi argümanlarını tarihte, özellikle de Resıllullah'ın sözlerinde/hareketlerinde aramaya kalkışması, her kesimden Müslüman'ı Hz. Peygamber'in hayatını araştırmaya yöneltmiş,
Em evi ve Abbasi halifeleri de, siyer alanında araştırmalar yapılınasını
teşvik etmişlerdir. Bütün bunların, yanlış olarak hadisçilik faaliyeti olarak kabul edildiğini düşünmekteyiz.
Öz de, tarih ilminirı, başlangıçta hadis ilminin bir şubesi olduğu
yolundaki genel kanaatirı yeniden sorgulanması gerektiğine inanrriaktadır. [371 Çünkü siyer eserleri ile hadis eserleri birbirlerine yaklaşık
[361 Ayrıca bkz. Rıza Sav~, "İslam'dan Önce Hicaz Bölgesindeki Araplarda Tarih", Do
kuz Eylül Üniv. İlah. Fak. Der., 1992, sayı: 7, s. 257-268 [37] kz ö B . Z, s. 465
ı [J. ... :::JLJC\ı Bir Bilim OlarakSiyer ve Kaynaklan
tarihlerde ortaya çıkmıştır. Ancak hadisle tarihin usUl açısından da ortak metodolojiye sahip olduklarını söylemek zordur. Aralarındaki benzerlik sadece ortak kaynak şaluslar ve rivayet formundaki kısmi
benzerliktir. Benzer kanaate sahip olan çağdaş birçok araştırmacı da sürekli tarih-hadis münasebeti veya tarih metodolojisiyle hadis usulünün mukayesesini ya,pmaktan geri durmarnışlardır. Bunu, ya tarih
metodolojisinin çağdaş dili kullanmasından veya ilmi sahada kendini daha fazla ispatlamasından veya hadisçilerin tarihçilerden duydukları
' kompleksi atamamalarından dolayı yapmaktadırlar. Bu, savunmacı oluşların~an da anlaşılmaktadır. [381
SöZLÜ GELENEK VE 'TARİH YA.ziCILIGI
Sözlü olan İslami literatürün neredeyse tamamının, ikinci nesil
den itibaren yaz~ m~tinler haline getirildiği malumdur. Siyer rivayetlerinin1 görgü şahitleri olan sahabilerden tabiuna aktarılması döne
minde görülen bu hususiyet, haberlerin yazıya aktarılması ile kısmen son bulmuştur. Bununla beraber1 İslam tarihçiliğin de sözlü geleneğin1 Abbasiler döneminde bile oldukça yoğun bir şekilde kullanılmış ol
duğu görülmektedir. İbn Sa' d ve Taberi1 çağdaşı olduğu şaluslar hakkında bilgi verirken sözlü şahitliklere de başvurmuştur.f391
Siyer kaynaklarının1 sözlü geleneğin özelliği gereği zamanla doğru orantılı olarak devamlı surette genişlediği görülmektedir. Çürıkü
yazılı gelenekte yer alan unsurlar, yaziya geçip de sabitlendikleri için1
(JS] Bkz. M. Azami, F. Sezgin ve Selahattin Polat, Hadis Araştırma/an, İnsan Yay., s. 157-238; Ayhan Tekineş, "Hadis ve Tarih: Metodolajik Bir Karşılaştırma': Hadis Yetkik/eri Dergisi, yıl: 2004, cilt: II, sayı: 2, s. 7-38; Reem Azam, "Hadis Kritiği ve Hadis Metodolojisiyle Modern Tarih Metoda/ojisinin Mukayesesi", çev. Halil Kilercioğlu, Yeni Ümit, yıl: xıv; Sayı: 57, Temmuz-Eylül 2002, s. 30-37 (http:// www.yeniwnit.com.tr/yazdir.php?konu_id=354); Lokman et-Tayyib, "Tarihi Gelenek Haberden Tarih'e Geçiş~ Yeni Omit, Sayı: 45, Temmuz-Eylül 1999, http://www.yeniurnit.eom.tr/yazdir. php?konu_id=229)
(391 Bkz. Öz, s. 465-466; İmaduddin Halil, s. 123-130
Sözlü Gelenekten Tarihçiliğe "Giriş" ı/=-w s
herhangi bir değişime uğramazkenj sözlü gelenek, kendi yapısından kaynaklanan sürekli değişim ve gelişim sebebiyle, yapı, biçim; muh
teva ve fonksiyon bakımından çeşitli derecelerde değişikliklere uğramaktadırlar.l401 Siyer rivayet literatürünün içeriğinin genişlemesinin
aslında çok erken dönemlerde başladığını söylemek mümkündür.
Hz. Peygamber'den sonraki siyasi, ~askeri, iktisadi ve içtimai hadiseler, rivayet malzemesinin içeriğini etkilemiş, bazı yeni unsurların
ithaJi veya mevcut bazı unsurların ihracını doğurmuştur. llk dönem siyer alimlerinin Hz. Peygamber'in hayatına dair kullandıkları belgesel kaynaklar, başlangıçta sınırlı iken, zamanla biraz da içeriğinin genişlemesine bağlı olarak, kemiyet ve key'fiyet açısından artmıştır. [4ıı
(40] D. Yıldırun, s. 37-38 [4ı] Bkz. Mustafa Karataş, Rivayet Tekniği Açısmdan Hadislerin Artması ve Sayısı,
(Yayım/anmış Doktora Tezi), işaret Yay., İstanbul, 2006. Yazara göre, aslında hadislerinde sayısında değil, zahirde bir artış söz konusudur; ancak bu artış, 'hadis rivayet tekniği' ile ilgilidir. Bu açıdan bakınca, hadislerin sayı bakımından arttığını söylemenin doğru olmadığı, fakat mezkıir sayısal artışların genelde izafi bir durum arz ettiği görülmektedir. Yazar, Hz. Peygamber döneminde rivayet edilen hadis sayısuıın S.OOO<len fazla olmadığını, hiç bir sahabenin birkaç bin· den fazla hadis rivayet etmediğini hatta muksirUndan sayılan Ebu Hüreyre'nin ı.oooaen az, Enes b. Milik'in ise 1.500 merfi'ı hadis rivayet ettiğini iddia eder. Yazara göre, 2.200 hadis r~vayet eden Zühri'nin, Hz.' Peygamber'in hadislerinin yansını bildiğini ifade etmiş olması, sahabeden rivayet edilen hadislerin tekrarsız sayısının be,ş bini geçmediğini göstermektı::Ui..r. Yine birçok alimin Hz. Peygamber'e ait merfi'ı hadislerin sayısuıın 4.400 olduğunu söylemeleri de bu görüşü desteklemektedir. Benzer rakarnlar başka hesaplarta da çıkmaktadır. Mesela, Kütüb-i Tis'a'da yer alan toplam 62 bin küsur hadis, tekrarları çıkarıldığında ve yine, Aluned b. Hanbel'in Müsned'inde bulunan toplam 26 bin küsur hadis de, tekrarlan çıkarıldığında, sayı yaklaşık 10 bini bulmaktadır. Genel olarak Hadis kitaplarında yer alan hadislerin tekrarlarıyla birlikte 100 bin, Suyiiti'nin Cem'u'lCevami' adlı eserinin 80-100 bin, el-Muttakinin Kenzu'l- Urnmal'inin 46 bin küsur hadis ihtiva ettiği hatırianacak olursa, 10 bin sayısuıın isabetli olduğunu düşünebiliriz. Bununla birlikte hadislerin tarnamının derlenerek, tekrarsız bir dokürnanuıın yapılması, daha doğru ve kesin bir rakamın elde edilmesini de sağlayacaktır. Yazar, sahabe ve tabii'ın sözleri de dahil, 'tekrarsız toplam hadis sayısuıın 30.000'i geçmeyeceği kanaatindedir. Yazara göre, bu hadislerin de üçte birinin sahih, üçte ikilik kısmuıın ise hasen, zayıf ve mevzi'ı olduğu söylenebilir. Benzer hadislerin değişik çeşitlerinin zuhuru ve bir takım vesilelerletekrarlanması, tüm hadislerin sayılarmda zamanla artışı doğurmuş ve bu durum hicri
6 ~\ı Bir Bilim OlarakSiyer ve Kaynakları
Bunun en açik örneğini, Müslümanların, İncil ve Tevrat'ı, eserlerinde delil getirmek veya nakzetmek için kullanmaları oluşturmaktadır. Ne var ki kaynak genişlemesi bunlarla sınırlı kalmamış, şernail ve delail edebiyatma bağlı olarak, eski Yunan hikmetlerinden tutun da, Hint
mitoloji anlatunlarına kadar geniş bir literatür, siyer kaynakları arasında görülmeye başlanmıştır. [421
'SözLÜ G ELENEK ' VE 'Sö ZLÜ 'IA.RiH."iN ÖzELLİKLERİ
Konuşma/Söyleme ihtiyacı ve Unutma
Gerek sözlü ve gerekse yazılı kültürün zaafı olan veya özellikleri
arasında görülen hususlardan biri, kimin neden konuştuğu/yazdığı ve konuşurken/yazarken neyi ve nasıl konuşmayı/yazmayı tercih ettiğidir. Çünkü her durumda bu so.rq.ların kesin ve hatta kısmi bir cevabını
bile bularnarnaktayız. Bu durum da, ortarndan kopanın ve uzak olanını konuyu anlamasını zorlaştırmakta veya imkansız kılmaktadır. Bu bağlarnda İslam'ın ilk dönemlerinde ihtida eden ehl-i kitap şahısların,
kendilerini topluma kabul ettirebilmek, toplumda be1li bir yere sahip olabilmek için azami çaba göstermiş olduklarını düş~ekteyiz. Ka'bu'l-Ahbar, Vehb b. Münebbih ve hatta Ebu Hureyre gibi farklı
kültürel kaynaklardan beslenen şahısların, önceki bilgi birikimlerini islama, biraz da Müslümanların arzusu doğrultusunda taşıdıklarını görmekteyiz.[431 Bunun, herhangi bir menfaat elde etme, iktidara ya
kın olma gibi bir kaygıyla değil de, farklı kültür ve farklı grup veya toplwna mensup, bilgili ve dışa dönük sosyal karakterH insanların, başka bir kültür veya grup içerisinde tutunup yer edinebilmesi için
olduğıınu düşünmekteyiz. Onların, toplumun kendilerine duyduğu
III. asırda l.SOO.OOOe ulaşmış~. Farklı rakam ve iddialar hakkında bkz. Kadir Paksoy, "Sahabe'nin Sayısı, Hadislerin Sayısı ve Hadis Ha fizlarının Dehaları Hakkında Bazı Tespitler», Harran Üniv. ilah. Fak. Dergisi, sayı: 3, 1997, s. 228-248
[421 Bkz. Öz, s. 466 [431 Bkz. Öz, s. 466
Sözlü Gelenekten Tarihçiliğe "Giriş" 1~ '57
ihtiyaç ve beklentilerine cevap verecek veya mevcut herhangi bir
boşluğu dolduracak şekilde hareket etmelerine imkan sağlayacak bir
ortamda bulunduklarını anlamaktayız.l441 Yani onların anlatacak bir
şeyleri vardı ve aynı zamanda çözüme ihtiyaç duyulan bir şeylerin
varlığı da, tam bu esna_da anlatılacak hikayelerin varlığıyla örtüşüyor
du. Böyle bir durumun hayadarımızjçin de geçerli olduğu açıktİr; mesela içimizde ve çevremizde bir çatışma yoksa, ne karakterimiz
inşa ~dilebilir, ne de hatırlarup anlatacak bir şeyimiz olur. Deneyim
lerimiz beklentilerimizle ne kadar az çelişirse, o kadar az şey hatırlar
ve üzerinde de o kadar az konuşuruz. Bu anlamda, "beklentilerirniz-. , le çelişen verilere karşı koymamızı sağlayan bir düzeneğimiz vardır ...
Tanıdık olmayanı reddetmek, en iyi yaptığımız şeydir". Dolayısıyla,
tanıdıklık unutınaYı beslerken, yenilik ha tırlamayı sağlar. Örneğin ci
nayete kurban giden insan sayısı gitmeyenlerden çok daha azdır, gene
de haber olan, onların ölürnleri; akılda kalan, onların hikayeleridir,
'doğal yollarla' ölen çok sayıda insanınki değil:'f451
Başımıza gelen olayların mutad, tabü ve sıradan şeyler olduğu
düşünülünce de durum aynıdır. Buna, değişen cadde ve sokaklardan
hatırladıklarımız örnek olabilir. Belediyelerin inşa ettikleri veya de
ğiştirdikleri yeni caddeleriİı. eski halini, eğer orada özel bir hatıramız yoksa yeni duruma zamanla alışarak sağladığımız intibaktan dolayı,
unutmamız kaçınılmazdır. Aynı şey, o şehri yıllardır görmeyenler
için de söz konusudur. Bu dururndaki insan, şehrin, ya zihninde can
landırdığı eski halini yeni durum karşısında hatırlayamamakta veya
zihnin de canlandırdığı eski hal, yeni durum karşısında, bir yere yer
leştirilerneyince birden bire kaybolup, zihninde yer bulamaz olmak
tadır. Tabü cadde veya sokakta, düşüp kolunu kırmak, ciddi bir olayı
yaşamak veya önemli bir olaya tan.ık.lık etmek gibi özel bir hatırlatıcısı .
[+ı] Biz bu ortamın ll halife Ömer zamanında daralclığını, onun ehl-i kitaba ait bilgilere çok da itibar edilmesine imkan vermediğini görmekteyiz.
[4s] William Lowell Randall, Bizi 'Biz' Yapan Hikayeler Kendimizi Yaratma Ozerine Bir Deneme, çev. Şen Süer Kaya, Ayrıntı Yay.,1stanbull999, s. 149-150
j8 ~~\ı Bir Bilim OlarakSiyer ve Kaynaklan
yok.sa.)461 Bu bağlaında Resıllullah'la sahabenin ortakhayatuun, sanki hiç bitmeyecekmiş gibi gelen mutad ve tabü beraberlikler olduğu
düşünülürse, olağanüstü durumlar veya bazılarına olağan dışı gelen vakalar hariç, hatırlanma zorluğunun çekileceği ve bu hususta yapılan konuşmaların ancak 'şöyle böyle akıllarda kalanlar'ın aktarırnından ibaret olabileceğini anlayabiliriz. Hatta bir müddet sonra, ölüm
veya göç sebebiyle sahabenin sayısında azalmarun meydana gelmesi, Medine'nin demografik yapısının aşırı bir değişikliğe u~aınası ve mekansal hatırlatıcıların azalması veya yok olması da, bu duruma
eklenirse, hatırlaınarun daha da zor olacağuu idrale edebiliriz. Aynı konuda farklı ifade ve rivayetlerin gelmesi veya 'mana ile rivayet'in yaygınlık kazanması, tam da bahsettiğimiz konuyla mutabakat halin
dedir ve bu da sözlü geleneğin yapısından kaynaklanmaktadır.
Konuşma/ Görüş~e ve Kayıt
Klasik İslam tarihi ve hadis kaynaklarına baktığımız zaman, müelliflerin eserlerini nasıl oluşturdukları hakkında bir takım bilgiler
bulabilmemize rağmen, bu bilgilerin kendilerine nasıl·sağlandığı hakkında yeterince bir bilgi bulaınaınaktayız. Mesela sahabe birbirine veyahut tabün saha b eye bir şeyler sorarken nasıl davranmış tır, 'daha çok
aralarından hangi tipiere başvurmuşlar, başvurdukları insanlarda ne gibi özellikler aramışlar ve burıları da neye göre belirlemişlerdir? Eğer bu hususta seçiçi davranmamışlarsa, bu, daha da problem doğurma
yacak mıdır? Konuşma nasıl ve ne durumda yapılmıştır? Başvuran ve başvurulan o esnada hangi durumdaydı ve alınan bilgilerin test edilme durumu nereye kadar götürülebiliyordu? Bu sorulara ait çok az ve parçacı cevaplar bulma imkanına sahip olmakla beraber, o dönem
ve durumu kısmen arılaınamız da mümkürıdür. Sözlü aletarım esnasında cereyan ederıler hakkında herhangi bir yakin bilgimiz olmasa
[46] Hatırlatıcılar lık. bkz. Peter Burke, Afişten Heykele Minyatürden Fotoğrafa Tarihin Görgü Tanıkları, çev. Zeynep Yelçe, Kitap Yay., İstanbul, 2003; Pierre Nora, Hafıza Mekanları, çev. M. Emin Özcan, Dost Yay., Ankara, 2006
Sözlü Gelenekten Tarihçiliğe "Giriş" ı}~ 59
da, sözlü veya yazılı tanıklığın, geçmiş deneyimleri en saf haliyle ak
tarmasrm beklemenin saflık olacağıllin farkındayız. Çünkü görüŞme sırasında iki taraf da birbirinden etkilenecektir. Mesela sözlü tarih ça
lışmasında görüşülecek kişiyi seçip ilgi alanrm bildiren tarihçidir ve
bir profesyoneldir. O, tek bir soru sormadan sadece dinlese de, sırf
bir yabancının varlığı bile, görüşülenin•geçmişi hatıriayıp aktaracağı
atmosferi etkilemektedir. Sonuçta ortaya çıkan ürün, hem tarihçinin
görüşiilen karşısındaki toplumsal konumu, hem de onun geçmişin
analizinde edinmiş olduğu (ve pekala. görüşülene yansıtabileceği)
çerçeve tarafından şartlandırılmış olacaktır. J?ir başka deyişle tarihçi
ler, yeni veriler yaratılması sürecindeki kendi" paylarının sorumluluğu
nu kabul etmek zorundadır. [471 Aynı şey her görüşme için ~öz konusu
olduğundan, sahabe devrindeki durumu da buna dahil etmemekiçin
sebep görmemekteyiz. Başka bir deyişle, sözlü tarih çalışmasında
karşılaşİlan bu durum, sözlü gelenek açısından daha da sorunludur.
Çünkü ne soranın ne de anlatanın profesyonelliğinden bahsedileme
mektedir. Bana göre hatıriarnayı zorlaştıracak en zor durum, burada
ki saf, samimi, ferdi ve tabil durumdur.l481 Ancak elimizdeki tek tek
malzemenin hepsinin bir araya getirilmesi, olay ve durum hakkında
daha genel ve doğru bir bilğiyi nispeten sunuyor görünmektedir ve
nitekim genelde yapılan da budur. Mesela, peygamberimizi kendisine .
anlatmasrm talep eden tabiinden birine, doğal olarak sahabenin, "ne
yini anlatmamı, nesinden bahsetmemi istiyorsun?" diye sorması ve·
bu doğrultuda cevap vermesi beklenirken, rivayetlerde böyle bir şey
olmaksızın doğrudan konular ve olaylar anlatılmaktadır. Veya sahabe,
"Reswullah'ın neyini anlatayım, senin benim gibi bir insan ~şte .. :', di
yerek, ondan ve çevresinden gördüğü güzelliklerden bahsedecektir.
[ 471 Tosih, s. 197 (4s] Bu durumun tek istisnası bana göre 'haclis yolculuklarıClır. Ancak burada, hususi
bir kayıt ve özenli bir nakil faaliyetinden söz edebiliriz. Haclls yolculukları h.k bkz. Yusuf Açıkel, Hadis Toplamak Için Yapılan Seyahatler (Rihle), Ankara Üniv. Sosyal Bilimler Enst. (Yayımlanmarnış Y'ıiksek Lisans Tezi), Ankara 1992
o lJ:iLu Bir Bilim Olarak Si yer ve Kaynaklan
Bu durum, anlatılan ya yazıya geçirenlerin olayı sunuş biçimleri ola
rak kabul edilmeli veyahut da aniatıların soru sorulmaksızın doğrudan ResUlullah devrinden aniatı olduğunu kabul etmelidir.
Tosh'un şu ifadeleri konumuzia ilgili birçok konuya açıklık getirmektedir: "Hangi verilere dayanıyor olursa olsun, geçmişle doğ
rudan karşılaşma kavramı bir yanılsamadır ve bu belki de en çok,
yaşananların süzgecinden geçmiş geriye dönük tanıklık için geçerli
dir. 'Geçmişin sesi~ kaçınılmaz olarak bugünün de sesidir. Sözlü ka
rutların bir dereceye kadar otantik ve saf olduğunu varsaydığınıızda
bile, geçmiş yeterli biçimde temsil edilmiş olmayacaktır. Zira tarihsel gerçeklik) tek tek deneyimlerin toplarnından daha fazla bir şeydir.
Hayatlarımızın büyük bölümünün, kendi öznel perspektifimizden
bakıldığında tam anlamıyla kavrayamadığınıız koşullar altında geçti
ğini söylemek, bireyi küçümsemek anlamına gelmez. Etrafımızdaki
dünyayı algılayışımız, hayatımız için .sağlam bir temel oluşturur veya
oluşturmaz, ama asla bütün bir gerçekliğe denk düşmez. Tarihçinin
işlevlerinden biri de, geçmişin gerçeğinin daha eksiksiz biçimde anla
şılması için katkıda bulunmaktırj olayları yaşayan kişile.rin gördüğünden çok daha fazla kaynak ve veriden yararlanabilme irnkaru, .tarihsel
bir temelde düşünebilme disipliniyle birleştiğinde, tarihçinin, birey
lerin hayatında etkili olmuş daha derin yapıları ve süreçleri kavra
masını mümkün kılar (veya ilgili konuda belge sıkıntısı yaş~yorsa, tam tersine sadece, olayları yaşayan kişilerin gördüğünden hareketle
cınlamak durumunda kalacağımız gibi; belki onu bile anlamakta zor
lanacağız. Kişisel anıların canlılığı, sözlü kanıtların asıl gücünü mey
dana getirir, ama aynı nedenle de onların gücünü en çok kısıtlayan
unsura işaret ederj sonuç olarak da tarihçilerin, görüştükleri kişilerin
kendi zihinsel kategorilerine sapianma tuzağına düşmernek için uya
nık durması gerekmektedir. Bu kategorilerin ille de yanlış olması gerekmez, ama gereğinden daha fazla sırurlanmış durumdadırlar. Philip
Abrams'ın sözleriyle: "Yakın temas, seslerin daha gür çıkmasını sağlayabilirj ama ... anlamlarını daha berrak hale getirmez. Bu yüzden,
Sözlü Gelenekten Tarihçiliğe "Giriş" ı/~ 61
'onların' anlamlarından tekrar kendi anlamlanrruza ve kendileri hak
kında bizim bildiğimiz, ama onların bilmediği ya da söylemediği şeylere dönrnek zorundayız."[49l
Burada belirtilen sorunlar, sözlü tarihi tümüyle yok saymak için
gerekçe oluşturmaz. Daha çok, sözlü kaynakların da, söze dayalı diğer ~
bütün malzemeler gibi eleştirel bir değerlendirmeden geçirilmesi ve
ulaşılabilen diğer bütün kaynaklarla birlikte kullanılması gerektiğiiıi
gösterlıj bir başka deyişle, tarih yönteminin temel ilkeleri burada da
geçerlidir. Tanıklıkların kağıda geçirilmesi, 'tarih' değildir, ancak ta
rih yazıcılığında kullanılabilecek harnmaddel~rdir. Başka bazı birincil
kaynaklar gibi, bunlar arasından da, okuru düşünmeye sevk etmeleri
ve ifade güçleriyle o kurunaya değer olan pek çok nitelikli metin çıkar,
ama bir tarihsel yorum çalışmasının yerini tutamazlar. (5ol
İslam düşünce geleneğinde ittifakla kabul edildiği üzere, sözlü ge
leneğin zirvesini teşkil eden ah bar/ eyyam, siyer, meğazi, tarih, hadis, tefsir metinleri gibi sonradan yazıya geçirilmiş olan ilk dönem yazıcı
lığınlll tümü, kanaatimizce ancak bir bütün olarak 'anlamlı' ve tarihe
yardımcıdırlar. Bilhassa bağlarnından kopuk, parçacı ve seçmeli olan
'hadis.metinleri' için bu durumun daha bariz olduğunu düşünmekte
yiz. Zaten hadis metinlerinin bu yapısı, onların kullanımı açısından
çok çeşitlilik doğurmuş, m üçtehitler · tarafından bazıları mensuh vs.
sayılırken bazıları da kabul bile edilmemiştir. Bu durum pek çok ge
leneğin yerine göre hem kozmolojik birer ifade, hem de birer siyasi
belge olmasından kaynaklanmaktadır. Gelenek bir kez dört ya da beş
kuşak ileri aktarılmış olduğunda, toplumsal işlevi nedeniyle'içeriği de
muhtemelen önerrili ölçüde değişecekj ve artık o işievle bağlantılı ol
mayan ayrıntılar silinirken, anlatının retorik veya sembolik unsurları
da daha gelişip incelecektir. Toplumsal ya da siyasal koşullarda mey
dana gelen değişiklikler bir bütün olarak sözlü gelenekiere damgasını
[491 Tosh,.s. 198 [5o] Bkz. Tosh, s. 199
62 ~~\ı Bir Bilim Olarak Si yer ve !<aynakları
Vu.rdukça, bu süreç sonsuza kadar ilerleyebilir.lsıı Bunun en çarpıcı
özelliğini, Resfılullah'ın bizlerin kullandığı anlam ve bağlarnda asla kullanmadığı, hicret sonrası antlaşma metninin 'Medine Vesikası' ve
Anayasa' metni olmasındai 'V~da Hutbesi'nin de insan hakları beyannarnesi kılınmasında görebiliriz. l52l
Hatta bu durumun hadis metinlerinin oluşturulması sırasında ortaya konan metotlarda da kendini gösterdiğini söyleyebiliriz. Bu metotlar (hadis tahcUnınül usulleri) sırasıyla sema, kıraat (arz), ka
zet, münavele, kitabet (mükatebe), i'lam, vasiyyet ve vicade olarak sıralaru:D.aktadır. Bu usullerden başta gelen ve en makbul sayılanları sema ve kıraat olup, bunların da tamamen sözlü geleneğin içerisinde
oluşmuş ve yazıya henüz güvenilmediği zamanlarda öne çıkarılmış olduğu ~alumdur. (531
[sı}
[52}
[53)
Bkz. Tosh, s. 205 Bkz.Ahmet Akgunduz, Eski Anayasa Hukukumuz ve İslam Anayasası, Timaş Yay., İstanbull989, s. 7 vd.; Murat Gökalp, hk Dönem Hadis ve İslam. Tarihi Kaynaklarına Göre Veda Hutbesi Rivayetlerinin Tetkiki, Ankara Üniv. Sosyal Bilimler Enst. (Yayımlanrnamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2000, s. 109 vd. Bkz. Ahmet Tahir Dayhan, Hadislerde Tashif ve Tah rif, Dokuz Eylul Univ. Sosyal Bilimler Enst. (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İzmir 2005; Mehmet Sait Toprak, Hadlste Derlemeci/ik Devrinin Başlaması ve Oşlnin Nisab'ül- Ahbar'ı, Dokuz Eylül Üniv. Sosyal Bilimler Enst. (Yayırnlanrnamış Doktora Tezi), İzmir 2005; Mehmet Fatih Kaya, Hadis Usuliinde İhti/at, Marmara Üniv. Sosyal Bilimler Enst. (Yayunlarunamış Ytiksek Lisans Tezi), İstanbul 1998; Muhittin Düzenli, Hadis. Alma Yöntemi Olarak İcazet ve Münave/e, Ondolcuz Mayıs Üniv. Sosyal Bilimler Enst. (Yayunlarunamış Yüksek Lisans Tezi), Samsun 2002; Mülayim Bayındır, Tas h if ve Hadislimine Etkisi, Sakarya Üniv. Sosyal Bilimler Enst. (Yayı.ınlanmamış Ytiksek Lisans Tezi), Sakarya 2003; M. Nazım Şii-az, Hadisin Tahammül ve Edasmda Sema, Arz ve Kıraat Yol/an, Oodolcuz Mayıs Üniv. Sosyal Bilimler Eost. (Yayunlarunamış Ytiksek Lisans Tezi), Samsun 2004; Güray Yapar, Hadislerin Yazılı Malzemeye Dönüşme Süreci (M. 61 0-770), Erciyes Üniv. Sosyal Bilimler Eost. (Yayımlanmamış Ytiksek Lisans Tezi), Kayseri, 2005; Ömer Özpınar, Hadis Edebiyatmill Oluşumu, (Yayı.ınlanmış Doktora Tezi), Ankara Okulu Yay., Ankara, 2005
Sözlü Gelenekten Tarihçiliğe "Giriş" ı/~ 63
Sözlü Gelenelde Yeniden Yapılanma
Sözlü gelenekle ilgili daha başka problemler de vardır. Bunlardan biri, bütün sözlü geleneklerin zaman içinde yeniden şekillenmesi, ve bunun, vardığı boyutlarda konu edin~ği temel olgularm şüpheli hale
gelmesidir.l541 inaıiç boyutunda bu durumun, doğurduğu yeni fikir • ve imajlarla, mezheplerin çıkışının temel sebeplerinden biri kabul
edilebileceğini düşünmekteyiz. Konumuz açısından bunun en temel
örneği rivayet malzemesinin genişlemesi ile çıkan menakıbname türü _eserlerde görülmekle birlikte Resıllullah'ı anlatan, mevahi.b, şevab.id, mucizat ve hasrus türü eserlerin ortaya çıkm~sıdır.[ssı Bu eserlerin do
ğurduğu peygamber imajının, aslından farklı olduğu ve bunun da hayata yansıma açısınqan problem teşkil ettiği malumdur.l56l
Bu durumun tabü bir sonucu olarak "sözlü geleneklerin insanın
gözünü en çok yıldıran yanı, dönemin toplumsal kurumlarını onayİarnası ve bu kurumların başka zamanlarda başka türlü olabileceğini ancak ender olarak kabul etmesi eğilimidiri zira tam da bu alanda arkeolojik buluntular, dış belgesel kaynaklar gibi başka türden veriler pek azdır:' Bu durum, dini içerikli alanlarda ve bilhassa Resıllullah'ıiı
hayatı ve dönemi ile ilgili aniatılarda karşımıza çıkmaktadır. Mesela
[S4l Bh. Tosh, s. 207
[ss) Öz, bu durumu 'içerik genişlemesi' ve 'kaynak genişlemesi' olarak ele alıp değerlendirmekle ve bir miktar örnek ve.rmektedir. s. 61-85
[S6] Örnekler için bkz. Mehmet Paçacı, "Hadiste Apokaliptisizm veya Fiten Edebiyatı': lslanuyat, cilt: I, sayı: ı, 1998, 35-53; İsmail Hakkı Ünal, "Hz. Peygamber'in Dilinden Konuşturuları Tarih: 'Yere Batırr/acak Ordu' Rivayeti", İslainiyat, cilt: I, sayı: 2, 1998, 39-51; Ali Dere, "Rivayet Malzemesinde Toplumsal l)eğişimin İz/eri", İsliımiyat, cilt: I, sayı: 2, {1998), 11-37; Bünyamin Enıl, "Hz. Peygamber'in Risalet Öncesi Hayatına Farklı Bir Yaklaşım': Diyanet llmi Dergi (Peygamberimiz Hz. Muhammed (sas) Özel Sayısı), Ankara 2000, 33-66. Mehmet Özdemir, "Siyer Yazıcılığındaki Değişim Üzerine", Kutlu Doğum Sempozyumu, Ankara 2002; Saban Öı, Hz. Peygamber'in Siretiyle İlgili Mevzu Haberlerin Tarihi Değeri, (Basılm~ Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1999 ve İlk Siyer Kaynaklan ve Müellifleri, Ankara Üniv. Sosyal Bilimler Enst. (Yayunlanmamış Doktora Tezi), Ankara 2006, s. 78-85
64U-~\ı Bir Bilim Olarak Si yer ve Kaynakları
onun kabilesi olan Kureyş'in gerçektenAr;ıp kabileleri arasındaki say
gın yeri bizim nazarımızda halen ispata muhtaç durumdadır. Bu an- .
lamda1 Kureyş lehçesinin Kur'an . yazımında ve Kureyş kabilesinin
de hilafet tartışmalarında öne çıkarılması gibi1 ResCılullah'ın kabilesi olarak Mekke devrine ait rivayetlerin şekillenmesinde de rol oyna
mış ol~bileceğini düşünmekteyirn. Çünkü gerek her kabiledeki çok
güçlü 'asabiye' ve herkesin. kendi kabilesini beğenip yüceltmesi geleneği ile daha sonra bunun tezalıürünü sürdüren. 'Ridde' <;>layları1 Kureyş'in diğerlerine ne derece üstün kabul edilebileceğini sorunlu
hale getirmektedir. Bu sorunlar tarihçileri1 yüzyıllar öncesinin yazıya
geçmiş olan olaylarını nakletme iddiasındaki sözlü gelenekiere ilişkin
yorumlarında gerçekten çokihtiyatlı davranmaya itmektedir. Bir top
luluğun kendisine ilişkin bugünkü imgesinin1 zaman perspektifi içine
yerleştirilmesinden öteye geçmeyen bir şeyin sorgulanmadan kabul edilmesiyle doğabilecek tehlikeleriiı farkında olmalıdırlar. (s?)
Anlab veya Rivayetlerde Kurgu
Tarih yazıcığıncia her olayın sebep ve sonucunun bulunması
veya tespit edilmesinde çeşitli sebeplerden dolayı sıkıntılar yaşana
bilir veya birçok husus çeşitli boşluklar da içerebilir. Bu1. elirnizdeki
malzeme veya belgenin yetersizliğinden kayİıaklanabildiği gibi başka sebeplerle de olabilir. İşte burada 'beynin boşluk kabul.etmez' karak
teri veya 'doğanın boşluk barındırmadığ:ı' ilkesi devreye girerek1 boş
luklar tamarrılanmakta·dır. Uydurma, abartı veya yazılınca fark edilen
tularsızlıkları içeren aniatı veya rivayetlerin olması, aniatıların yalan
haberleri içermesi ve rivayetlerdeki artışın kısmi sebebi de bundandır.
John Gardner'ın belirttiği gibi1 yazar1 "kurmaca sürecini kısmen kont
rol eder1 kısmen de bu süreçle kontrol edilif. Yazma sürecinde kendini defalarca yeni keşifler yapmaya zorunlu bulur:•rssı Bunu1 Marc Auge1
etnolog olarak özetle şöyle ifade eder: 'Littre' sözlüğü 'unutma'yı1
[S?) Bkz. Tosh, s. 208 [ss] Ran dali, s. 168
Sözlü Gelenekten TarihçHiğe "GirişD ı/::W 65
'anının yitirilmesi' olarak tanımlar. Buna göre, unutulan şe~ o şeyin kendisi, yani cereyan ettiği şekliyle 'salt ve yalın' olaylar değil, 'aru'dır. Peki 'aru' ne demektir? Aru, bir 'izlenim'diri daha doğrusu, 'bellekte kalan' izienimdiri 'izlenirn' ise, 'dünyadaki nesnelerin duyu organlan üzerinde bıraktığı etki'dir. "Bu tanımda eksik kalan nokta, el~ alınan
olayın kendisi, bir bakıma iç malzeme..diri yani eksik kalan nokta, salt, bağımsız dış dünya anlamında dışsallık değil, bir ilk işlenmenin, yani
izlen.jmin ürünü olan şeydir ki, unutma ancak onun doğal uzantısı sayılabilir. Kuşkusuz her şey unutulmaz. Ancak her şeyin anıınsanmadığı da bir gerçektir:•[s9ı
Mesela Hz. Peygamber'le birlikte ve iç içe olmanın, onunla ilgi
li olan her şeyin doğru anlatılabilecek kadar akılda kalma ihtimalini Auge şÖyle cevaplandırır: "Anımsamak ya da unutmak, tıpkı bir bah
çıvanın yaptığı gibi, ayıklamak ve budamak demektir. Anılar bitkilere benzer. Bazı bitkilerden hemen kurtulmak gerekir ki, diğerleri boy atsın, gelişsin, çiçek açsın:'[6oı Diğer yandan geçmişteki olayları nak
ledenler, onların gelenekleri, bilinçleri, dünya görüşleri ve kültürleri hakkında da bir takım bilgilerimiz olmalıdır. Tüm dönemlerde oldu
ğu gibi, klasik dönem biyografi eserleri de, ele aldığı şahıslar hakkında okuyucuyu her yönden· tatmin edecek bilgiler sunmaktan uzaktır. Bu durumda elde edeceğimiz sonuç, izafilik1 şüphe ve tenkitten uzak
olamayacaktır. Çünkü "bir insanı iyi taruyorsak, onun aşk, ölüm ya da acı karşısında nasıl davrandığını görmüşsek, onun 'üzerinde etki bırakacak' olayları, olay türlerini önceden kestiremez miyiz? Hatta
o kişinin bu olayları anırnsama, değiştirme, belki mitleştirme ya da uzun vadede unutma tarzrm önceden kestiremez miyiz? Söz konusu kişinin karşı çıkacağı, geriye iteceği, yadsıyacağı, bir daha: düşünme
mek üzere kendinden uzaklaştıracağı olayları bile önceden kestirrnek mümkün olamaz mı? Demek ki, sorumuzun alacağı son biçim şu
(s9] Marc Auge, Unutma Biçimleri, çev. Mehmet Sert, Om Yay., İstanbull999, s. 45
[60) Auge, s.47
i6 w=\ı Bir Bilim Olarak Si yer ve Kaynaklan
olacak: Belli bir bireyin -herkes gibi olayların ve tarihin etkisine açık
bir bireyin- özel, kendine özgü anılan ve unutmaları olması doğal. de
ğil midir? Bu durumda şöyle bir formül öne sürmeyi göze alıyorum: · Bana unuttuğun şeyi söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim:'[6ıl Belki
çoğu kez tarihçilerin yapması gereken, 'unutulanlar'ı açığa çıkarmak
ve bunlan da inşa sürecine katmaya çalışmak olmalıdır.
Olay ÖrgüsÜ ve Kronoloji
Şüphesiz bir olayı nakleden, belli bir ortama ceyap olsun diye
nakilde bulunmaktadır. Belli bir ortama 'cevap' olma, aynı zamanda
anlatılanın bir bağlama yerleştirilmesidir de. Normalde tarihi olay
ların dizilişinde kronoloji önemli görünüyor olsa da, kronolojiyi
yönlendiren asıl şey, olay örgüsüdür. "Olay örgüsü ise, olayların ni
hai olarak, kronolojiye göre değil, nedenselliğe göre düzenlenmesi
diri sıralamaya göre değil, sonuca göre düzenlenmesidir. Kurgudan
alınan zevkin bir parçası da, 'bir şeyin başka bir şeye yol açması ve
bu anlamda 'anlamlı' olması duygusudur." "Hiçbir anlatı, dramatik ol
masa bile, olay örgüsünden, 'olayların bir şekilde dtiz~nlenmesi'nden yoksun değildir. Forster'in olay örgüsünün nedensel bileşeniyle ilgi
li görüşleri, edebiyatla hayat arasındaki ilişkiler incelenirken büyük
önem taşır. "Davranışlarırnızı olay örgüleriyle açıldarız ve çoğunluk
la başka hiçbir açıldama biçimi anlamlı cümleler üretemez" Neden?
Will Wright'ın görüşüne göre, çünkü "anlatılar değişimi açıklar:' Bir
aniatıdaki her olay, "ister bir nedenle ortaya çıkmış olsun, ister kendi
si bir şeye neden olsun, isterse bir şeye neden olacak başka bir olayın
temelini oluştursun ... önemli bir değişikliği açıklayan bir aniatı dizi
sinin girişi, gelişme bölümü ya da sonucudur': Bu durumda anlatılar,
"bir önemli olayın başka birine yol açtığını göstererek ve önemsiz
olayları göz ardı ederek, yalnızca deneyimin anlamlı olduğunu değil,
nasıl anlamlı olduğunu da ortaya koyarlar:' Dolayısıyla, "bir hikayede
[6ıı Auge, s. 49
Sözlü Gelenekten Tarihçiliğe "Giriş" ı/~ 67
her şey önemlidir:' O halde hikayenin biçimi "deneyimden anlam çı
karmak için birincil önem taşır ... hayatın anlamını çıkarmak için· bir paradigınadır:'l62l
Paul Ricoeur'a göre, olay örgüsü, 'herhangi bir hikayede olay
lar dizisini yöneten anlaşılır bütündür ... Bir anlatı, olay örgüsünü bir
hikaye haline getiren olaylardan yapılmıŞtır'. Görmüş olduğumuz gibi, 'olay' kavramının kendisi sorunsaldır. Bir olayla diğeri arasındaki sı
riır, b~inin nerede başlayıp diğerinin nerede bittiği, ne yazık ki açık olmaktan çok uzaktır. Üstelik ne kadar ayrıntılı aniatılsalar da olaylar .
asla kendi adiarına konuşmazlar. Anİamları,içlerinde hazır değildiri bir anlatının içine yerleştirilme yoluyla bu anlam onlara verilir, inşa
edilir. Dolayısıyla, aynı olayı çok farklı şekillerde dillendirebiliriz. Bu olgu tarih yazarken de geçerlidir. Collingwood, 'tarihçinin işi onay
lanabilir hikayeler anlatmaktır" sözüne lııanıri olası hikayeler diyebiliriz bunlara. Dolayısıyla, geçmişin ham olayları dikkatle ayıklanır.
"Bütün geçmiş 'olaylar' potansiyel tarihsel 'olgular' olsa da ... sonun
da olgu haline gelenler, aniatılmak üzere seçilenlerdir': Kurmaca bir
'olay~ olgusal bir olaydan daha kesin bir sınıflama değildir. Burada da seçim ilkesi yine olay örgüsüdür. Bir resim çerçevesinin bazı ayrıntı
ları içermesi ama geri kalari dünyayı dışta bırakması gibi, bir hikaye-
. nin olay örgüsü de, şu olayların içerilmesi ve bunların dışta bırakıl
. masına karar veren şeydir. "İyi bir hikayede ... bütün dış gürültüler ya da parazitler dışta bırakılır': Bize yalnızca 'olay örgüsünü ilerletmek'
için gerekenler anlatılır. "Karakterlerin içinde olabileceği tüm olay
. ve eylemlerden bir seçme yapılır ve ancak küçük bir azınlık hikaye
nin içine girebilir:' Olay örgüsü, normalde anlatılınayan olaylara bir model dayatarak (ister önceden planlanarak ister kendiliğiİıden) seç
me yapar. Bu olayları bir hikayeye dönüştürür, bir olaya daha fazla,
başkasına daha az ağırlık verir, hangi olayların ana, hangilerinin yan
unsur, hangilerinin önde, hangilerinin arkada, hangilerinin önemli,
[62] Randall, s. 129-130
iS w "uw\l Bir Bilim Olarak Si yer ve Kaynakları .
hangilerinin önemsiz olduğuna karar verir. Dolayısıyla, on üç farklı
romancıya aynı varsayımsal olaylar koleksiyonunu, bir olay örgüsü
içinde bir araya getirme görevini verirsek, kronolojik bağlantılar aynı
olsa bile, on üç farklı hikaye alırız:' Bütün bunların bize vurgusu şu~
dur: Nasıl sunulursa sunulsun, hikayeleştirme s eçici bir süreçtir -ister
medyada, tarihte, ister biyografide ya da kurmacada- ama yaşamak
- da daha az seçici değildir, kendi hayat deneyirnimizde de büyük bir
kısım dışta bırakılır. Dikkat seçicidir, bilinç seçicidir. Önemli,ol~a odaklanırız. Ama, neyin önemli olduğu' nu, belirleyene gelince, bu
nun, bağlamımız, o anda önemli gördüğümüz, ilgimiz, tarzımız, ze
kainız, kişiliğimiz olduğunu söyleyebiliriz. Varoluşumazda şuna değil
de buna dikkat etmemizi, ilgi göstermemizi, değer verınemizi -'bun
ları yaşamamızı'- sağlayan etkenierin bileşimi ... Dahası, ifade düze
yinde de aynı ölçüde seçmeci davranır, deneyimimizden şunu değil
bunu çıkarmayı, şu olayları ana, bu olayları yan unsur olarak görmeyi,
hikayeiDizin bu parçasını önemli şu parçasını önemsiz ilan etmeyi se
çeriz. Gençliğimizde bir evi iyi bir fiyata satmak bize ne kadar önemli
göriinmüşse, hayatımızın son dernlerinde bir gülü kolciamak da bize
aynı derecede önemli görünebilir. l63l
Bu bağlamda tarihsel yazının olay örgüsü unsurundan yoksun
olup olmadığı bir tartışma konusu olsa da, tümüyle kronolojik bir
düzenleme, ne kadar düz ya da öngörülebilir olursa olsun, gene de
bir-düzenlemedir ve tarihçinin kendine özgü gündemiyle eğilimleri
ni yansıtacaktır. Dolayısıyla, olay örgüsüne sahip bir aniatı bir hikaye
olarak kabul ediliyorsa ve gene de her anlatı, hatta bir tarihsel yazı
bile olay örgüsünün bazı unsurlarına sahip olarak göriilüyorsa, bu
durumda bir tarihsel yazının da bir hikaye olduğu ve bir romandan,
tür olarak değil, an~ak derece olarak farklı olduğu düşünülmelidir. l64l
Bu özellikleri haiz olan Kur'an dışındaki dini metinlerden, mezhepler
[631 Bkz. Randall, s. 138-141 [641 Bkz. Randall, s. 92-93
Sözlü Gelenekten Tarihçiliğe "GiriŞ" ı/~ 69
dahil, yapılan her türlü çıkarıının tartışmalı olmasının veya olabilme
sinin sebebi budur.
Yazım Biçimi ve Hatıriama
Anlatının her türlüsünün önemine yapılan vurgular, çocukluk anılan hakkında da geçerli midir? O 3Jll}ar nasıl saklarur ve hatırlanırlar? Çocukluk ~annın en sıkıcı yanı, bunlann anılara konu olan
kişiler.tarafindan daha sonra yeniden şekillendirilmiş olmalarıdır. Bu şekillendirme çocukları hakkında büyükleri tarafindan da çokça yapılmaktadır. Yakınlanmız ya da dostlarımız, söz konusu anılan artık
kendi öykülerine katınışlardır. Bununla birlikte, aniatıdan uzakl.aştığımız anda, <anılar' diye adlandırdığımız şeyi öyküleştirmekten vazgeçtiğimiz anda, bir bakıma bellekten de uzaklaşmiş oluruz.[6sl Bu
öyküleştirmenin de kendi içinde bir takım problemleri vardır. Mesela çocukken tutulan bir< günlük'te yer alan anılar, daha sonra bir <yazıya'
veya bir <biyografi'ye_ gireceği zam:uı nasıl ?ir değişim ve dönüşüme uğrar? Veya bu anılar her durumda ve herkese aynı şekilde anlatılabilir mi? Bir d~ bu anılardan, o. anılara ortak olanların balıisieri de, bizimkiyle ne oranda örtüşecektir? Bütün bunlara <evet' cevabını ver
menin zorlu ğu aslında, yazıya geçen bir hatıranın bile, payiaşımda ne
reye varacağırun belli olduğunu göstermektedir. Çünkü şunu çok iyi anlarnışızdır: "Hayat ileriye doğru yaşanmak zorundadır, ama ancak geriye dönük olarak anlaşılabilir:'[66J Sevgili çocuklarımızın ileride
kendilerine anlatmak istediğimiz anılarını ne kadar aklımızcia tutmak İstersek isteyelim, yine de başarılı olduğumuz söylenemez. Ama re
simler oldukça hatırlatıcıdır ve :bazılarını ancak fotoğraflar aracılığıyla hatıriama imkarn bulmaktayız. Ancak tarihi olay lan,· ger~k yaşamış olanlar ve gerekse yaşayanlardan dinleyip nakledenlerin, mesela Pey
gamber devrirıi nakleden sahabenin ve sonrakilerin, yukanda ifade
[6sJ ·Bkz. Auge, s. 63 (66] Randall, s. 136
70 ~\ı Bir Bilim Olarak Si yer ve Kaynaklan
ettiğimiz gibi1 ellerinde olanları hatırlayabilecekleri ne resimleri1 ne
de hatırlatıcılan vardı ...
Yukarıda değindiğimiz gibi1 insanoğlunun neyi, neden anlattığı hususunda1 "Psikanalist Schafer'in düşünceleri de, hepimizin içi
ne gömülü olabileceği çok çeşitli öz incelemelere içgörüler getirir: Yorumsal olarak insan, zamaİtsal bir daire içinde iş görür. Geçmişin
aniliti.l<bir açıklamasını yapmak1 onu rafine etmek, düzeltmek1 dü
zenlemek ve tamamlamak amacıyla1 otobiyografik bugün1 hakkmda
anlatılanlardan, geriye doğru çalışır; açıklanması en önemli olan bek-:
lenen geleceği ve bugünü oluşturmak için geçmişin çeşitli anlatılışla
nndan ileriye doğru çalışır. Geçmiş1 şimdi ve geleceğin ayrıştırılabilir
olduğu yolundaki geçici ve kuşkulu varsayımın ışığında1 her zaman
kesiti1 diğerleri hakkında bir ·dizi soru sormak ve diğerlerinin s orduğu
soruları cevaplandırmak için kulla.n.Pır. ve bütün bu açıklamalar analitik diyalog sürdükçe değişmeye devam eder:'l67l
TARiH BiLiNci
Toplumlar bir tarih.e 'sahip olmak' zorundadırlar ve bu ·onlar için
milli ve manevi bir zorunluluktur. Toplumsal grubu birleştiren en güçlü bağlardan biri, üyelerin sözlü veya yazılı ortak tarih bilinci dir. l68l
Bu yüzden cahiliye Araplarını bir arada tutan en önemli unsur asabiye
ve ona bağlı olarak geliştirilen 'ens~b' ve 'eyyam' iken1 sahabeyi bir
arada tutan bilinç ise, doğrudan Kur'an ve bizzat Resulullah'tı. Ama
sonraki nesiller için, özellikle Hz. Osman dönemiyle gelişen olaylar
dan sonra bu unsur1 Hz. Peygamber'in karizmasına1 üretilen şahsına,
dönemine ve ilk halifelere dönmüş ve burılar ekseninde bir 'hadis' e
bağlı tarih bilinci oluşmuştur. Hadislerin öne çıkması veya çıkarılma
sının sebeplerinden biri budur.
[67] Bkz. Randall, s. 145 [681 Bkz. Tosh, s. S. Ayrıca bkz. D. Yıldırım, s. 37-42
Sözlü Gelenekten Tarihçiliğe "Giriş" ı/::W n
Elirnizdeki tarih malzemesinin belki sonsuz denecek kadar çok
luğu, bir mevzuun binlerce kişi tarafından ele alınması her ne kadar
bir yandan ferdi yaklaşım gibi gözük.se de, diğer yandan aslında top
lumsal bilincin yansımasıdır. Bireyin 'geçmiş' kavrayışının kendiliğin
den geliştiği; buna rağmen tarihsel bilginin ise, üretilmesi gerektiği
kabul edilmektedir. Çünkü toplumun geçmişi, tarihin belli bir anında
o toplumu oluşturan bireylerin Ömürlerinin çok ötesine uzarur. Aynı şekilde, tarih bilincini oluşturmada yararlanılacak hammaddeler de
hemen hemen sınırsızdır. Bu bilinçte yer alan unsurlar, dikkat gös
termeye değer kabul edilen gerçekler arasında yapılacak bir seçmeyle 1
ortaya çıkar. Dolayısıyla da, bu bilgiyi üretenlerin ve yaygınlaştırarak
genel tüketime sokanların kimler olduğunu bilmek önemlidir. Mesela
elde ettiği iddia ve sonuçları her ne kadar izafi de olsa, ravilerin kimlik ve kişiliğinin araştırılmasını temele alan 'rical: kitapları ve ilgili faali
yetler, ehli süılnet olarak tarih üretilmesi işinin iyi yapılıp yapılmaması, toplumun bütünleşmesini, gelecekte kendini yenileme ve yeni ko
şullara uyum sağlama kapasitesini etkiler. İşte bu nedenle, geçmişten
bahseden herkesin tarihçi kabul edilmesi ve tarihçilerio yaptıklarının
da herkesi ilgilendirmesi gerekir. Tarihçilerio çalışması, istenen top
lumsal bilinç biçimlerini elde etmek üzere yönlendirilebilir; akade
mik çevrelerle sınırlı kalarak toplumu olwnlu ya da olumsuz biçimde
etkileme gücünden yoksun olabilir; yahut da güncel konuların sağ
lam bilgiler temelinde, eleştirel bir bakışla tartışılması için bir zemin
, oluşturabilir. [691 Veya ayru şeyi doğrudan tarihçiler de yapabilir. İslam
tarihçilerini hadisçilerden ayıran en önemli özelliklerden biri olarak
görülen, haber nakil aracı olarak kullandıklan isnad üzerinde bir ta
kım tasarruflarda bulunmalan ve isoadları birleştirerek vermeyi ter
cih etmelerinin sebebi topluma istediği mesajı verebilme hedefleri dir.
İslam Tarihçileri, daima genel okuyucu kitlesini göz önüne aldıkları
için zayıf ve uydurma haberlere de, bu yüzden göz yummuşlardır. Hiç
[691 Bkz. T9sh, s. 4
72 ~\ı Bir Bilim OlarakSiyer ve Kaynaklan
şüphesiz bunda, yasadıklan dönemin ihtiyaçları etken olduğu gibi, eserlerinin amaçlarını da dikkate almışlardır. Onların amaçlanndan biri, kendilerine ulaşan haberleri, sonraki nesillere aktarma, bir nevi İslam rivayet literatürünü olduğu gibi muhafaza etmektir. Dolayısıy
la İslam tarihçileri genellikle kendilerine gelen haberleri bir sonraki nesle aktarmayı görev telakki etmişlerdir.
TAR.İHTE İDEOLOJİ
Tarihin sonsuzluğu ve onun sunacağı malzemenin çeşitliliği de, tarihten isteyenin istediği şeyi bulabileceğini ve isteyenin istediği
şeyi, tarih olarak öne çıkarabileceğini ortaya koymaktadır. Tosh'un deyişiyle, "tarih siyasal bir savaş meydanıdır. Otoriteye başkaldıranlar
da, bu başkaidırıyı boğmaya uğraşanlar da tarihin desteğini yanlarına almaya çalışırlar; her ikisinin de bu açıdan bol bol cephane bulacağı
k . dir"(70) esın .
Sözlü geleneğin hakim olduğu Cahiliye ve Asrı Saadet gibi ortamlarda vuku bulan bir olayın veya söylenen bir' ifadenin, olayın
hemen ertesinde kaleme alırımadığı malumdur. Ancak ol;tyı anlatan metnin, ravinin hafızasında olayın netliğiniyi tirdikten sorıra kaleme
alınıp alınmadığı tartışmalıdır. Gerçi hemen kaleme alınmış olsa da, yine yukarıda ifade ettiğimiz özellikleri taşımakta olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Mesela 'günlük' okurken bile akılda tutulması gere
ken en önemli bir noktanın da, olaydan ne kadar sorıra kaleme alındığı vurgusu olduğu unutulmamalıdır .... Yine bunun gibi herhangi
bir konuşmada bir devlet adamının tam olarak ne söylediğini ortaya
dökmek olağanüstü güç bir iştir: Önceden yazmışsa, konuşma sırasında pekala metnin dışına çıkılabilmektedir. İşleri konuşulanı not etmekten ibaret olan gazeteciler de kaçınılmaz olarak seçicidir ve
yazdıkları kesinlikten uzaktır; bu, aynı konuşmanın farklı gazetelerde
(?o) Bkz. Tosh, s. ll
Sözlü Gelenekten Tarihçiliğe "Giriş-" ı/=m 7
çıkan metinlerini karşılaştınnca görülebilir. "Yine de, bir kaynağın güvenilirliğini en çok etkileyen, yazarın niyetleri ve önyargilarıdır. Gelecek kuşaklar için yazılmış aniatılar özellikle zan altındadırj bun
larda, döneme ilişkin genel bir izienim yaratma eğilimi bulunur. Ortaçağ kronikleri ·çoğunlukla had safhada partizan bir tavırla hükümdarlar arasında veya kilise ile devlet araş_ında taraf tutmuşlardır .... Ayrıca
kronikler kendi zamanlarının eğitimli kişilerine mahsus önyargıların da ~tkisi altındaydı çoğu kez: Sapkınlara duyulan nefret ya da avukatlardan ve tefecilerden hazzetmeme gibi. Zamanın bütün okurya
zarlarında görülen kültüre bağlı varsayımlar ve klişeler, bu m etinierin ·. öz~l bir dikkatle okunmasını gerekli kılai:'[n] Tosh'un dikkat çektiği durum, aynen İslam tarihi için de söz konusu olup, bu durumun genel
ortaçağ karakteri olduğunu düşünmekteyiz. Yukarıda bahsettiğimiz rica! kitaplarının biraz karıştırılması, bu konunun çokça örneklerini sunacaktır. (n]
SözLü GELENEK, TARiH OLUŞTURABiLiR Mi?
Sözlü tarihin özelliklerinden bahseden Caunce şunları söyler: '
"Toplumları, ancak insanoğlunu bir bütün olarak kavrayarak an-layabiliriz ve geçmişten gelen aniatılar bunu yapmaya kalkışmaı
[n] Bkz. Tosh, s. 61-62 [n] Bkz. Emin Aşıkkutlu, HadisteRical Tetıkidi (Cerh ve Ta'dil nnıi), Marmara Üniv.
Sosyal Bilimler Enst. (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 1992; Mehmet Eren'in, Hadis İlminde Rical Kitapları ve !Imi Değerleri (H. Vl-X/lvLXII-XVI. Asırlar), Selçuk Üniv. Sosyal Bilimler Enst. (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Konya 1997; Mustafa Öztürk, Mevali'nin Hadis Rivayetlerindeki Yeri (Hicri I ve II. Asır), Marmara Üniv. Sosyal Bilimler Enst. (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul2002; Kadri Yıldırun, Birinci Abbasiler Dönemi Arap Dili ve Edebiyatında Mevali Tesirleri, Harran Üniv. Sosyal Bilimler Enst. (Yayunlanmamış Yıiksek Lisans Tezi), Şanlıurfa 1996; Sabri Kızılkaya, Cerh ve Ta'dilde Mezhep Taassubu, Ankara Üniv. Sosyal Bilimler Enst. (Yayımlanmamış Yılksek Lisans Tezi), Ankara 1998; Yusuf Güneş, Hadis Usulü Açısından Bid'at Ehli Raviler ve Rivayetlerinin Değeri, Marmara Üniv. Sosyal Bilimler Enst. (Yayımlanmamış Y"'uksek Lisans Tezi), İstanbul1999
74 ~ıl Bir Bilim OlarakSiyer ve Kaynaklan
genellikle. Sözlü taruklıklardan yararlanarak bir tarih oluştururken
bu tanıklıkların verdiği bilgileri tartma sorumluluğunu da üzerimize
almamız gerekir. Her tanıklık aynı oranda kullanışlı değildir ve dolay
sız deneyimin kulaktan duyma bilgiden çok daha değerli olduğunu
unutmamak özellikle önemlidir. Ancak canlı bir sözlü geleneği olan
toplumlarda bu durum aynı oranda geçerli değildir. 'Kendi bildikle
rime_kefil oluruın1 başkasının bana söylediklerini1 bu bilginin·güve
nilirliği hakkındaki bir yorumla aktanrun1 ama benim başkasJ.Ildan
duyduğumu o da başka birinden duymuşsa bu1 dedikodudan başka bir şey qeğildir: Ayrıca polislerin çok iyi bildiği gibi1 sayılar inanılır
lık getirir1 çünkü hafıza güvenilmez olabilir. Örneğin1 bir soygunun
tanıkları1 olaydan hemen sonra bile1 o soygunun her ayrıntısı hakkın
da birbirleriyle açıkça çelişebilirler. Bazen de bir olay insanların ka
fasında öylesine yer etmiştir ki1 yıllar sonra bile tüm detaylar doğru
olur; ama gerekli kontroller yapılıncaya kadar bunun tersinin geçerli
olduğu varsayılmalıdır. Bu1 bir araştırmaya sözlü tarihin yapacağı kat
kıyı küçümsemek veya belgelerin önceliğiıli ileri sürmek değildir. Bu1
herhangi bir durumda hangi anlatının daha iyi olduğUnu muhakeme
etme meselesidir. Günlük yaşamın ayrıntıları1 tekrarlana tekrarlana
beyneişlenirve sıradışı olaylarla ilgili anılar için geçerli olan bir belir
sizliğe tabi değildir. Normal kalıplarla yakından bağlantılı bu atılma
olayı gibi ·durumların doğru ve tam olarak hatırlanınası olasıyken1 aynı şey gerçekten sıradışı olaylar için geçerli değildir. Sıradan1 günlük
olarak gözükebilen olayları aslında büyük bir çoğunluğun yaşamını
oluşturan olaylardır ve normalde bir tarihçinin ilgisini çekmesi gere
ken şey, sıradışı olandan çok1 tipik alandır. Yani bir müzeci1 bir antika
toplayıcısıyla birçok ortak yöne sahip olabilir1 ama antika toplayıcısı genellikle nadir parçalar ararken1 bir müzeci geçmişi tam ve doğru bir
şekilde yansıtamayacakları için bu nadir parçaları istemeyecektir."[73l
Bu bağlamda hadis kaynakları ile ilgili problem1 orada zikredilenlerin
[?3] Caunce, s. 23
Sözlü Gelenekten Tarihçifiğe "Giriş" ıl~ 75
hangisinin sıradan, hangisinin sıra dışı veya tipik olduğu hususunun
kapalılığıdır. Ancak çok sayıda sözlü tanıklığın olması, bize ayrıc~, bütün bu tanıklıklar, ya da en azından bu tanıklıkların büyük bir bölümü arasındaki ortak çizgiyi yakalama ve tamamen kişisel tavırları ve inançları bulup, gerekiyorsa ayıklama imkarn sunar.[741 İslam düşün
cesinde bu iş, fakihler tarafından yap.ılmış olmakla beraber, yine de beraberinde birçok problemi barındırdığı malumdur, ki 'hadislerin
tanıqu, konumu ve bağlayıcılığı' meselesi bunun önemli bir örneğini teşkil etmektedir. [751
Sadece bir ~eşit kaynak dizisinden araştırma yapılamayacağı gibi, bir sözlü tanıklıklar dizisinin de, tarih oluşturmadığı unutulmamalıdır. Onlar vasıtasıyla tarih üzerinde daha bilinçli çalışılıri farklı kaynaklar, ne olmuş ·olduğu konusunda çeşitli yollar açar. Bu görüşmeler
parçalar halindedir, bir kişisel yaşamın .bir parçadan ibaret olması ve bireyin brr anının, parçanın parçasını temsil etmesi gibi. Kişisel söz
lü anlatı, bir şeyin öyle olmuş olduğunu bilebilmek için değil, sıkça sorulmayan sorulara kafa yormak için bir kaynak olabilir. [761 Geçmişte, yazılı kanıtlara öncelik tanınmasını sağlayan, kanıtlanabilirlik ko
nusundaki hakim anlayıştı. Doğruluk payı dikkate alınmadan, yazılı belgelerin başkaları tarafından kontrol edilebileceği gerçeği, tarihin çarpıtılma ihtimalini azaltır, ancak bu ihtimali ortadan kaldırmaz:
İnsanlar en sağlam kanıtı bile çarpıtabilir ve akademik çalışmalardaki birçok dipnot sorgulanmadan kabul edilir, çünkü, bilerek ya
da bilmeyerek, yanlış bırakılıp bırakılmadıklarını veya insanı yanıltıp yarultmadıklarını bulup çıkarma konusunda kimsenin zamanı veya hevesi olmaz genelde. Yazılı kanıt, bir şeyi çarpıtan herhangi bir
kimsenin yakalanma riski olduğu anlamına gelir. Üstelik neredeyse tüm ta,rihçiler, başlarından önemli olaylar geçmiş insanl~ın yazdığı
[74] B'·- C ıu.. aunce, s. ıs [751 Bkz. M. Hayri Kırbaşoğlu, Isiilm Düşüncesinde Sünnet (Eleştirel Bir Yaklaşım),
. Ankara Okulu Yay .• Ankara 2000, S. baskı, s. 31- llS [761 Bkz C . aunce, s. 29
76 ~\ı Bir Bilim Olarak Siyerve Kaynaklan
mektuplar, günlükler ve çalışma notları gibi kalıcı olmayan kaynaklar kullarurlar. Bu, (kamuya uygun bir imaj sunma ihtiyacı dolayısıyla resmi kayıtlarda genellikle muğlaklaşan) gerçek karar verme süreçlerinin kavranmasına, aynı zamanda da tarihe bir insan sıcaklığı katılmasına yardımcı olur. Ancak bir mektup ya da günlük, sadece bireysel fikirlerin bir dışavurumundan ibarettir ve bir günlük bile bir gün yayımlanabileceği fikriyle kaleme alınabilir. Sözlü kanıt da bu olanakların çoğunu sunar ve üstelik burada sözlü bilgiyi sağlayanl:ırdan söylediklerini açımlamalarını isternek veya söylenenlerden kuşku duyulduğunda müdahale etmek gibi bir avantaj söz konus~dur. Her alan · içiİl, sözlü kanıt kullarwru doğal olarak yazılı kanıtı önceler, çünkü
konuşma yazıyı önceler. Yargı sistemimizin genelde bizzat mahkeme _ huzurundaki tanıklığa güvenın esinin açık nedeni, gerekirse o kanı ta o anda müdahale edilebilmesidir. Modern tarihçilerin sözlü kaynakları kullanmaktaki isteksizliklerini açıklayabilecek tek şey, okuyucuların yakın zamana kadar bu bilgileri kontrol etme olanağından mahrum olmuş olmalarıdır.[??)
SöZLÜ KÜLTÜRÜN YAziYA GEÇİŞİYLE OLUŞAN PROB~MLER
Sözlü kültürün yazıya geçişi de beraberinde bir takım problemleri doğurmaktadır. Bunların kendi tarihi sürecimizde izlenmesi de mümkündür.
Yazı, eleştiri potansiyelini artırıi çünkü söylemi farklı bir yoldan gözlerimizin önüne sereri aynı zamanda birikimsel bilgi potansiyelini özellikle de soyut türde bilgiyi artınr, çünkü yüz yüze iletişimi aşarak netişimin doğasını aynı zamanda da bilginin depolanma sistemini değiştirir. Bu şekilde 'düşüncenin' çok daha geniş bir kapsamı, okuyan halka ulaşbnlabilir. Artık bilginin saklanması diye bir sorun, İnsanlı
ğın entelektüel hayatma hakim değildiri insan aklı, artık konuşmanın
[77] Bkz. Caunce, s. 17
Sözlü Gelenekten Tarihçiliğe ""Giriş» ı/L:J\;1Lj] 77
~aıniğine katılmanın getirdiği kısıtlamalar yerine durağan 'metni' çalışmakta özgürdür. Bu süreç insanın yarattıklarına şöyle bir geri çe
kilip bakmasını ve onu daha soyut, genelleşmiş ve 'rasyonel' bir yolla gözlemesini sağlar.l78J
İslamın ilk dönemlerinde yaşanan dinsel tartışmaların kökenin-.. de, sadece rivayetlerin sağladığı sözlü kültüre değil, ~ynı zamanda ta
baştan beri yazıya geçen belgelere dayanıldığını da söylemek mümkündÜr. Bununla birlikte yazının yerleşmesi, mezheplerin çatışmalardan kurtulup ortamın rahatlaması, sünni okul içerisindeki iç gerilimlerin bittiği anlarnma gelmemektedir .. 'Hadisin farklı ve muhalif perspektiflerden yorumu yine devam etmiştir. Aynı metni aktaran
hadis hafızlarının, ona farklı anlamlar yüklediği görülüyordu. Bu durumu ispatlayan şey, hadis ha&zlarının, sadece hadiste uzmanlaşmış
. olmayıp, bilakis değişik alanlarda da çalışmış olmalarıydı. Mesela,
hepsi seçkiıibirer fakili idij hatta bir kısmı hadis hafızından ziyade fa
kih olarak bilinirdi. Benzer şekilde1 bunlar arasında itibarlı filozoflar1
tarihçiler, sUfiler ve edebiyatçılar vardı. l79l Önceki kuşaklardan miras
alınan ve yeni -kazanılan bilgi arasındaki gerilimi beraberinde getiren art-zamanlı (kuşaklar arası) ilişkiler, disiplinler arası gerilimden sorumlu olan eş-zamanlı (disiplinler-arası) ilişkilerle bağlantılı olarak
düşünüldüğünde, hadislerin, hafızlar tarafından basitçe ezberleyip mekanik olarak aktarılmaktan ibaret olmadığı ortaya çıkmaktadır.
[7s) Bkz. Jack Goody, Yaban Aklın Evcilleştirilmesi, çev. Koray Değirmenci, Dost Yay., Ankara 2001, s. 48-49
[79] Şentürk, ikinci yüzyıldan itibaren 63 hafız tarihçinin ismini zikretmektedir. s. 217-218. Muhaddis tarihçiler için ayrıca bkz. Nilgün Öksüz, Hadis-Tarih İlişkisi ve Buhari'nin et-Tarihu'l- Evsat'ındaki Metodu, Dokuz Eylül Üniv., Sosyal Bilimler Enst. (Yayunlanmamış Y'ıiksek Lisans Tezi), İzmir 2004. Öksüz çalışmasında, Buhari öncesi 175-252/791-866 tarihleri arasında yaşamış 19 muhaddis-tarihçiden (s. 30-38) ve Buhari sonrası da 9 muhaddis-tarihçiden bahsetmektedir (s. 40-45). Bu alimierin bir kısmı hadis, taıili, rical vb. konularda eserler vermişse de, az bir kısmının da tüİn İslami ilimiere dair eserleri bulunmaktadır. Yazar, beşinci yüzyıla kadar aralarında Buhari'nin de bulunduğu bu tür muhaddis-tarihçi olan eser sahibi alimierin sayısının 150'yi aştığını iddia etmekt~dir (s. 74-75).
78 ~\ı Bir Bilim OlarakSiyer ve Kaynakları
Aksine1 her kuşak1 ri vayeti ve üst-rivayeti hayatın manasını araştırmak
için bir yardımcı araç olarak kullanmış ve dünyanın diğer bölgelerin
deki aydınların kendi rivayet ve üst-rivayetleri için yaptıklarına ben
zer şekilde sosyal hayatın muhtelif alanlarına uzantılarını ve etkilerini
açığa çıkarmaya çalışmışlardır. Hadis rivayeti1 onlar için o kadar kıy
metli i~ ki1 bütün bir hayatı hadise adamaya değeceğini düşünüyor
lardı1 çünkü onlar hadiste1 hukuki1 felsefi1 kelfuni1 tarihi1 ruhi ve ahlaki sorunlarına cevaplar buluyorlardı. (so] İşte bu durum1 yazılı metlıııerin tabü bağlamlarından ve tarihi ortamlarından koparılarak1 istenilen
bağlama sakulabilmesinin ve istenen her hastalığa deva olarak görül
mesinin/ gösterilmesinin başladığına işaret eder. Bu durum1 ;;ıyet ve
hadislerin .6.kıh metni1 kelam metni1 tcUih metni1 hatta bazen biyolojik
ve tıbbi bir metin olarak okunmasını bile getirmiştir. Halbuki sözlü
ortamda böyle bir durum söz konusu olamazdı. Çünkü anında müda
hale ve soruşturmaya cevap alabilme söz konusuydu.
Araplar1 vefatından sonra da1 Kur'an'ı ve Hz. Peygamber'in söz~
lerini ezberlemeye devam ettiler. Daha sonraları1 hadis ra~eri ara
sındaki bağları bilmenin önemli hale geldiği dönemde1 kabile ve aile
şecerelerine şekil olarak çok benzeyen bir bilgi yığını olan ra.viler ara
sı bağları da ezberlemeye başladılar. [sı] Fakat bu sözlü tarzdan yazılı
tarza geçişte, çok sayıda rivayet ezberleyen ravilerin sayısında düşüş
görülmektedir. Başlangıçtaki saf sÖzlü gelenek, dolayısıyla da ezberle
me1 yazılı gelenekten daha değerliydi. Bu! artan sayıda raviniı:t rivayet
ezberlemesine yol açtı. Bununla birlikte1 daha sonraları1 okuma-yaz
manın yaygınlaşmasına katkı sağlayan eğitimin kurumsallaşması ve
belli m etinierin yerleşmesi gibi bazı bağlamsal değişimler1 yazılı gele
neğin sözlü geleneğe galip gelmesine yardımcı oldu. Başlangıçta yazı1
(so] Bkz. Şentürk, s. 202-203 (sı] Bkz. Şentürk, s. 49
Sözlü Gelenekten Tarihçiliğe "Giriş" ı/~ 79
sözlülüğe bir yardımcı olarak var olurken, daha sonraları sözlülük, yazıya yardımcı oldu. [821
Şentürk'e göre tarihçilerle hadis bilginlerinin tarih~ ve zamana
yaklaşımları farklıdır. Tarihçiler, malzemelerini ardıl bir düzen içeri
sinde organize etmek için çizgisel tarpıi kullarurlar. Hadis bilginleri
'ise bağiamından kopuk rivayeti kullanmakta olup rivayetlerini çizgi
sel zapıanda düzenlemekle ilgilenmemektedirler. Neticede tarihçiler
ve hadis bilginleri, aynı malzemeyle uğraşmalanna rağmen birbirle
rinden açık farklılıklar göstermektedirler. Bu ya.pı, erken dönemler
den itibaren bilgiyi nakleden kaynaklar olarak ravilere (ı;uvat) karşı eleştirel bir tutumu ortaya çıkardı. Bu durum, inceleme ve sorgulama
unsurunu çeşitli hikayeleri bir araya getirmenin içine soktu ve tarihi
çalışmalar için sağlam bir temel belirledi. Diğer taraftan, meğazi hak
kındaki hikayeler ve ~alk masallan söylenti olarak aktarıldı. K.ıssacı
lar (kussas), bu hikayeleri aktarırken uzatmaya kaçtılar ve bazıları bir nevi folklora dönüştürüldü. [831
Sözlü.gelenekle nakledilirken yazıya dökülen hadisler, daha son
ra ihtiyaçlara göre, sünen, cami, müsned gibi sını.flara bölünmÜşlerdii.
Çünkü konuşma yazıya döküldüğünde1 parçaları ve bütünüyle geriye
ve ileriye doğru, bağlarnın içinde ve dışında çok daha ayrıntılı olarak
ineeleniri diğer bir deyişle, tamamen sözlü iletişiinde mümkün olanr
dan çok daha değişik bir gözden geçirme ve eleştiri tipine maruz kalır.
Konuşma artık duruma' bağlanmaz, zamansız olur. Aynı zamanda bir
· insana da bağlanamazi kağıt üstünde daha soyut ve kişisellik dışı bir hal alır. [841
Sakife'deki tartışmalan okuduğumuz zaman, Ensar'ın savundu
ğundan bir müddet sonra vazgeçmesini, daha sonra yenikatılımcıların
[sı] Bkz. Şentürk, s. 78 [831 Bkz. Şentürk, s. 217-218 [S4) Bkz. Goody, s. 56
o ~C\ ı Bir Bilim OlarakSiyer ve l<aynaklan
fikirlerini istemeden de olsa kabul etmelerinin aniaşılamaz olduğu düşünmekteydik Bu durum bizim yazılı bir gelenek içinde bulunmanuzdan ve metne dönüşen karann defalarca yeniden incelenmesine
ve tartışılmasına alışmamızdan kaynaklanmaktadır Konuşmacının aldatısı ne kadar çok planlı olursa1 üstesinden gelmek1 yazann bilinçli olmayan belirsizliklerinden çok daha zordur. Yazarın tutarsızlıkları kendilerini ele verirler. Retorik yoluyla ve gevezelik yeteneğinin de
yardımıyla1 demagogun 'hileleri' yazıdan çok daha dolaysız bir ,yolla izleyicinin aklını çeler. Buradaki sorun1 kısmen sözlü iletişimin göstergesi olan yüz yüze ilişkinin1 görsel jestin ve ses tonunun 'yakınlığı-·
dır: Burada bcihsedilen1 okurıan drama değil1 seyredilen oyun1 dinlenen senfoninin sonuçları dır. Fakat bunlardan da öte1 sözlü form doğal olarak daha ikna edicidir1 çünkü eleştiriye daha açıktır1 buna rağmen tabi ki eleştiriye daha az bağışıktır. [851 Hadisçilerin1 yerleşik olmasına
rağmen yazının kullanınunda gösterdikleri çekincenin sebeplerinden biri de bu olmalıdır. Hadislerin alınınasında da sernam önce arzın
sonra1 daha sonra da kitabetin kabulü1 herhalde yazının 'söz'e göre kendini daha sonra kabul ettirmesi olarak algılanmalıdır.
SONUÇ YERİNE
Henüz yazınu ve olgunl~ştırılması devam eden bu tebliğ1 ele aldığı problemler nedeniyle bir kitap olmayı beklemektedir. Söz ve yazı
üzerine çalışmalarıyla şöhret yapan Jack Goody'nin bazı tespitleriyle metne son vermek istiyorum.
Yazının yarattığı anlam kargaşasına dikkat çeken Goody, konuş
manın kağıda aktarılmasıyla hemen hemen farklı bir türde eleştirel inceleme olanağı yaratılmasını1 can alıcı nokta olarak belirler. Tamamen hayal ürünü olsa daı farz edelim ki1 Kuhn'un kitabı bir sözlü söylem olsun. Hiçbir ~eyici1 'paradigma' sözcüğünün 21 kullanınunı
[851 Bkz. Goody, s. 62
Sözlü Gelenekten Tarihçiliğe "Giriş" ı/~ sı
ayırt bile edemeyecektir. Muhtemelen tartışma, hiç kimse herhangi
bir çelişkiyi algılayamadan bir kullanımdan diğerine sürüp gidecektir. Tutarsızlık, hatta zıtlık, k~nuşmanın akışı içerisinde, sözcükler yığınında, tartışmanın döngüsünde yutulup gitmeye müsaittir. Bu esnada, en keskin zeka için bile, farklı kullanımlara dair bir zihinsel kart dizini oluşturup bir karşılaştırma yapmak imkansız hale gelir. [s6ı
. Konuşma eyleminin yazı içinde maddeleştirilmesi, onun incelenm~sini, işlenmesini ve çeşitli biçimlerde yeniden düzenlenmesini
sağlar. Yazının konuşmayı kopyaladığı şeklindeki genel varsayuna katılmak mümkün değildir; çünkü yazı, dillrullanımının doğasını çok önemli bir takım biçimlerde değiştirmektedir. Bazı dilbilimcilerin
dil (langue) ve söz (parole) arasında kurduğu ayrıma göre söz, sözlü tür içine yerleştirilir; öyleyse yazılı tür neyi ifade etmektedir? Sade
ce bir kaP.t aracı mıdır? Yazının göstergeselliği basitçe konuşmanın göstergeselliğinin yeniden kopyalanması mıdır? Öyle görünüyor ki konuşma, yazının temel belirleyicisi değildir; o zaman yazı daha az
bir derecede konuşmayı ve de bağdaşık b ilişsel süreçleri etkileyen bir şey olarak görülebilir mi?[87l
Geleneksel düşüncede sözcükler, fikirler ve gerçeklik, temelde birbirine bağlıdır; bilirnde ise kelimeler ve gerçeklik, birbirlerinden bağımsız olarakfarklılaşır.[ssı Bu yüzden abartılı ve olağanüstü anlatı
lar bol ve kabule şayandır.
Yazının iki temel işlevi vardır. Birisi iletişimi zaman ve uzam için
de olanaklı kılan ve insanlığa işaretleyici, belleksel ve kayıt edici bir araç sağlayan depolama işlevidir. Bu işle"' dili işitsel alandan görsel alana taşırken farklı bir inceleme türüne ve de sadece cüml~lerin değil tek tek sözcüklerin ayıklanmasına ve yeniden düzenlenmesine olanak
[861 Bkz. Goody, s. 61 [871 Bkz. Goody, s. 91-92 [881 Bkz. Goody, s. 53
82 ~\ı Bir Bilim Olarak Si yer ve Kaynaklan
sağlar. Örneğin birden konuşmanın akışrm durdurup biraz önce
söylediğj.miz şeyi tekrar edebiliriz: "Deve dikeni"; yorumlanz1 "tuhaf bir sözcük'~ Aynı şekilde konuşmanın bir kısiDllll düzeltebilir ya da
bir cümleyi başka bir şekilde söyleyebiliriz. Bunu cümle; bir mastan
ayırmaktan ya da bir edatla bitirmekten kaçınmak için oluşturulduk
tan ya da konuşulduktan sonra bile yapabiliriz. Ancak bu olanakların
kendişj1 yaz1Il1Il yeniden örgütlenme sürecini nasıl kolaylaştırdığım
aynı zamanda da sözel iletişini alanını daha sürek1i biçimde Qasıl et
kilediğini açıklaştırınaktadır. Çünkü iki sözlü durum vardır; birisi ya
Z1Il1Il -rokluğunda1 diğeri varlığında yaygındır. Bu iki durum1 sırf yazı1 konuşmaya başka bir boyut ekiediği için kesin bir farklılık taşımaz;
yazı sözel iletişimin doğasrm da değiştirmektedir. Aşırı bir durumda1
yazılı dil1 konuşulan dilin yokluğunda var olabilir. Onu zamana karşı
korur, yoksa dil geçerli bir iletişim aracı olarak y9k olup gidecektir. l89l
[89] Bkz. Goody, s. 93-94