Upload
others
View
4
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Altıncı Oturum
16 Kasım 2012, Cuma
Kentsel Dönüşüm - Bildiriler
Oturum Yürütücüsü: Murat GÖKDEMİR
Tarihi Kent Kimliğinin Canlandırılmasında
Kentsel Dönüşümün Etkisi: Antakya Kenti Örneği
Yrd. Doç. Dr. Aylin SALICI - Prof. Dr. M. Faruk ALTUNKASA -Nur KARCIOĞLU
Kentsel Dönüşümde “Akıl Tutulması” ve Rant Çıldırısı
Serdar AYDIN
Türkiye’de Kentsel Dönüşümü
Kısıtlayan/ Zorlaştıran Etkenler
Dr. Erdal KÖKTÜRK
119
Murat Gökdemir (Oturum Yürütücüsü) - Değerli arkadaşlarım, sayın konuklar; hepiniz hoş gel-
diniz.
Buraya konuşmacıları davet edeceğim, ondan sonra da programımıza başlamış olacağız.
Sayın Aylin Salıcı, Faruk Altunkasa, Nur Karcıoğlu.
Yunus Öztürk ve Sevinç Bahar katılamıyorlar mazeretleri nedeniyle. Biz de tabii bu bilgilerden
en azından buradaki sunum itibarıyla eksik kalacağız, eksiklik duyacağız.
Sayın Serdar Aydın ve Sayın Erdal Köktürk aramızdalar.
Buyrun.
TARİHİ KENT KİMLİĞİNİN CANLANDIRILMASINDA KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN ETKİSİ:
ANTAKYA KENTİ ÖRNEĞİ
Yrd. Doç. Dr. Aylin Salıcı - Prof. Dr. M. Faruk Altunkasa - Nur Karcıoğlu
Mustafa Kemal Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü -
Çukurova Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü - Antakya Belediyesi
Kentsel dönüşüm kavramı, kentlerin özellikle işlevini yitiren, atıl durumda bulunan parçaları-
nın kentin sosyal ve kültürel hayatına, ekonomisine hizmet edebilmesi, kent halkının ihtiyaçlarına
cevap verebilmesi amacıyla yeniden yapılanması olarak tanımlanabilir. Kentsel dönüşümün temel
hede$eri arasında kentin fiziksel çöküşünü durdurmak, tarihi dokunun sürdürülebilirliğini sağla-
120
mak, ekonomik yaşamı canlandırmak, kentsel yaşam kalitesini arttırmak, kent kimliğini korumak,
kültüre dayalı dinamikleri harekete geçirmek ve dönüşüm sürecine her ölçekte ilgili aktörlerin ka-
tılımını sağlamak önemli yer tutmaktadır.
Kentler açısından kimlik ve kentsel imge olgusu ise öncelikle görsel boyutuyla ön plana çıkan,
ayrıca doğal, coğrafi, kültürel ürünler ve sosyal yaşam normlarını da kapsayan çok geniş bir tanımı
içermektedir. Kentsel kimlik ve buna dair kentsel imgeler kent mekanı içerisinde uzun bir süreçte
ve bazen çok farklı bileşenlerden oluşmaktadır. Kentsel imgeler kentte yaşayanlar açısından uğru-
na özveride bulunulabilecek ortak değerlerden oluşturmakta ve kuşaklar arasında söz konusu bu
değerler süreklilik göstermektedir.
Kent alanlarının planlanması ve tasarımı bağlamında kentsel dönüşümlerin, kentsel alanla-
rın yerleşik kent imgesi ve ilkeleriyle uyumlu, kentin tarihsel, doğal, kültürel doku ve öğelerinin
kentsel kimliğin ayrılmaz bir parçası olduğunu benimseyen, geleneksel özgün mimariyi ön plana
çıkaran, mahalle ve sokak olgusunu canlı tutan, tasarlayan ve kentsel kimliği güçlendirip, yaşatan
bir içerik ve izlenceye sahip olması gerekmektedir.
Bu kapsamda çalışmada; kentsel döşümün yukarıda bahsedilen özellikleri doğrultusunda An-
takya kentinde 25.02.2009 gün ve 4626 sayılı Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurul Kararı ile Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı Revizyonunda Kentsel Dönüşüm Alanı olarak
belirlenen Havuzlar, Şirince, Karaali Bölüğü, Kardeşler ve Aydınlıkevler olmak üzere 5 mahalleden
oluşan bölge (27.4 ha.) ile Harap Arası mahallesi içinde Küçük Sanayi-Hal-Eski Otogar alanını kap-
sayan bölgenin (10.1 ha.) irdelenmesi amaçlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kentsel Dönüşüm, Kent Kimliği, Antakya
1. Giriş
Karmaşık ilişki ağlarını barındıran dinamik sistemler olan kentler, toplumun ekonomik ve sos-
yal yapısındaki değişimlerden doğrudan etkilendiği gibi kendi dinamikleriyle etki yaratan ve bu-
nun sonucunda değişim-dönüşüme neden olan yaşam çevreleri olarak da nitelendirilebilir. Kentin
yapısında meydana gelen bu değişimler, beraberinde farklı müdahale biçimlerini getirmekte ve
kentsel mekan bu müdahalelerle şekillenmektedir. Bunun sonucunda kamu yararı ön plana çıkar-
tılarak, yaşam kalitesi yüksek, sağlıklı çevrelerin oluşumu hede!enmektedir(Eke ve Aras, 2007).
Bu bakış açısıyla, Kentsel Dönüşüm, dönüşümün sosyo-ekonomik, kültürel ve neticede fiziki-
mekan yansımasında kullanılacak olan önemli bir uygulama aracı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kentsel dönüşüm, yenileme, canlandırma, koruma ve yeniden geliştirmeyi hedef alan çok
yönlü bir süreçtir. Kentsel dönüşüm kavramı özünde, plansız ve kontrolsüz biçimde gelişmiş kent-
sel alanlarda sosyal ve mekânsal açıdan iyileştirme çalışmalarını temel alan yaşanabilir mekanlar
oluşturabilmeyi hede!eyen bir olgudur (Keleş, 2000).
Ülkemizde kentsel alanların yeniden oluşumu, fiziksel dokunun yeniden geliştirilmesi ve
yenilenmesi amacıyla önceleri imar planları aracılığıyla gerçekleştirilen kentsel dönüşüm süreci
1990’larda yerini farklı ve karmaşık aktörleri içeren kentsel dönüşüm projelerine bırakmıştır (Aras
ve Alkan, 2006).
Ancak özellikle 2000’li yıllardan itibaren, kentsel dönüşüm kavramı, özünde içerdiği anlamlar-
dan uzaklaşıp bütünsellikten uzak, parçacı uygulamalar olarak, yerel yönetimler tarafından “kent-
sel projecilik” anlayışına dönüşmüştür.
121
Günümüzde plansız kentleşmenin bir sonucu olarak ortaya çıkan “kentsel dönüşüm” olgusu,
yoğun olarak tartışılan bir uygulama haline gelmiştir. Geniş bir kapsama sahip olan bu olgunun
bütünsel bakış açısını yitirdiği ve sonucunda kentsel alanlarda kimliksizleşmeye yol açtığı görül-
mektedir. Bu anlamda kentsel dönüşümün uzun soluklu süreci sonucunda ortaya çıkmış olan
kentsel kültür–kentsel kimlik ilişkisinin ortaya konulması bu sorunların ortadan kaldırılması açı-
sından önemlidir.
2. Kentsel Dönüşüm ve Kent Kimliği
Kent; insanların yaşam biçimlerinin, etkileşim düzenlerinin mekândaki yansımasına verilen
addır. Kentsel kimlik ise; bir kenti tanımlayan ve diğerlerinden ayıran belirleyici nitelikteki bileşen-
lerin bütünüdür. Kent bileşenleri genelde kent sakinleri ve kentin fiziksel çevresi olarak iki temel
gurupta ele alınmaktadır. O halde bu bileşenlerin ayrı-ayrı özellikleri ve birbirleriyle etkileşimleri
sonucu ortaya çıkan sistemin karakteristikleri, kentin kimliğini belirtmektedir.
Kentlerin kimlik oluşumları; tek başına yeterli olmayan fiziksel yapının yanı sıra, içinde bulun-
dukları makro ortamdan, mikro ortama kadar fiziki, sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve birçok
diğer unsurları da içeren, helezonik bir yapı içerisinde meydana gelen, değişim/dönüşüm süreçle-
rini de kapsamaktadır (Demirsoy, 2005).
Bir tür zaman köprüsünü oluşturan bu süreçte kimliğini keşfetmek, kimlik duygusunu yitir-
meden onarılmak ve bu yolla kültürel sürekliliğini sağlamak amacı güden “Kentsel Yenileşmeye”
gereksinim duyan kentler kentsel dönüşüme zorlanan “yer”ler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu bağlamda kentsel dönüşüm ve kent kimliği arasındaki temel bağ; kentsel dönüşümün yö-
netilebilmesi ve istenmeyen sonuçların oluşmaması amacıyla kimlik sahibi ve sürdürülebilir kent-
lerin devamlılığı ilkelerinin gözetilmesi, toplumsal katılımının sağlanması, kentsel mekanın doğal
karakteristiğine vurgu yapan, fiziksel, tarihsel, sosyo-kültürel ve ekonomik bütünlük çerçevesinde
oluşturulacak, sürdürülebilirliği olan kentsel alanlar yaratılmasıdır.
Ülkemizde son yıllarda gerçekleştirilen kentsel dönüşüm çalışmalarının sonuçları, kentlerin
kimlik sorununu da gündeme getirmiştir. Genelde kentlerin kimlik değerlerinin, mevcut tarihi
kimliğinin yanı sıra yakın dönemde oluşan ve mekânsal anlamda kent kimliğini değişime zorlayan
yeni gelişmelerle bütünlük içinde araştırılması zorunluluğunu ortaya koymaktadır (Erdoğan ve
Aklanoğlu, 2007)
3. Antakya Kent Kimliği
Kent kimliğinin dinamik ve sürekli gelişen bir yapı olduğu düşünüldüğünde, tarihin her dö-
neminde, bir kent çatısı altında, ortaya çıkan yapının, sonuçta ister istemez o kentin fiziksel yapı-
lanmasına da yansıması kaçınılmazdır. Bu nedenle kentlerin evrim sürecinin, gerçekte onun sahip
olduğu değerlerin tümünü kapsayan bir algı süreci olduğu kabul edilmelidir (Nalkaya, 2006).
Her kent, kendine özgü karakterleri ile kimlik kazanmaktadır. Kent kimliği, bir kentin doğal
ve yapay elemanları ile sosyo-kültürel, ekonomik ve politik özellikleriyle tanımlanmaktadır. Kent
kimliği karmaşık bir yapıya sahip olmasına rağmen kentlerin belirgin, öne çıkan özellikleri kent
kimliğinde belirleyici olmaktadır. Bazı kentler coğrafi özellikleri ile kimlik kazanırken, bazı kent-
lerde ise iklim özellikleri belirleyici olmaktadır. Anıtsal yapıları ve kent siluetinde belirleyici olan
yapıları ile özdeşleşen kentler de vardır. Bazı kentlerin isimleri söylendiğinde meydan ve sokakları
çağrıştırmakta, bazı kentlerde ise tarihte yaşanmış önemli olaylar kentin mekanlarına yansımıştır.
Bazı kentlerde ise kent kimliğinin oluşumunda folklorik veya sosyo-kültürel özellikler ön plana
çıkmaktadır (Erdoğan ve Aklanoğlu, 2007).
122
Bu bağlamda tarihin her döneminde çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış Antakya kenti
kent kimliği açısından değerlendirildiğinde belirlenen kimlik öğeleri şunlardır; Geleneksel doku-
daki avlulu evler, Sit alanının Izgara plan (Hippodamus modeli) sokakları, Kurtuluş caddesi (Kolo-
nadlı cadde), Hatay’ın anavatana katılma kararının verildiği Meclis Binası (Şimdiki Özsüt Binası),
Arkeoloji müzesi, St. Pierre Kilisesi, Cehennem kayıkçısı heykeli (Charonion), Antakya parkı, Yaz-kış
sürekli esen rüzgârları, Hamamları, Sabun üretim evleri, Zeytinyağı üretim evleri, İpek üretimi ve
dokumacılığı ve dinsel inancı farklılık gösteren toplumlara sahip olması (Salıcı ve Güçlü, 2010).
4. Kentsel Dönüşüm Projeleri ve Bu Projelerin Antakya Tarihi Kent Kimliğine Etkisi
Hatay’ın merkez ilçesi konumundaki Antakya kenti birçok medeniyetlere ev sahipliği yapmış
olmanın bir getirisi olarak pek çok kimlik öğesine sahip bir kenttir. Kent güneydoğuda Habib Nec-
car Dağı, kuzeydoğuda ise ülkemiz için önemli bir tarımsal potansiyel olan Amik Ovası ile sınır-
landırılmıştır. Ayrıca kuzeydoğu-güneybatı ekseninden geçen Asi Nehri kenti ikiye bölmektedir.
Antakya kentinin ilk kuruluşundaki yerleşim alanı Asi Nehri ile Habib Neccar Dağı arasında
kalan ve “Eski Antakya” olarak adlandırılan alandır. Nehrin doğu yakasını oluşturan bu alan “Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca” sit alanı olarak tescil edilmiş ve içindeki yerleşme dokusu
kültürel, arkeolojik ve doğal değerlere göre üç bölgeye ayrılmıştır. Bu bölgeler Doğal sit alanı,
Arkeolojik sit alanı ve Kentsel sit alanıdır.
Çalışma alanı olarak belirlenen Antakya kentindeki kentsel dönüşüm alanları bu sit alanı için-
deki Havuzlar, Şirince, Karaali Bölüğü, Kardeşler ve Aydınlıkevler olmak üzere 5 mahalleden oluşan
27.4 ha.’lık bir alan ile Harap arası mahallesi içinde Küçük Sanayi-Hal-Eski Otogar alanını kapsayan
10.1 ha. alanda yer almaktadır.
Kentsel dönüşüm alanı olarak belirlenen bu alanlar, çoğunlukla koruma amaçlı imar planlarına
rağmen kaçak yapılaşmanın zaman içinde arttığı alanlardır. Günümüzde geleneksel doku, klasik
Yunan-Roma tipi bahçeli evlerin izlerini taşıyan Antakya avlulu evlerin yerlerini üç-dört katlı biçim-
sel karakteristik açısından kişiliksiz yapılara bırakması, sokaklarda kuruluşundaki simetrik düzenin
kaybolması gibi nedenlerle bozulmuştur. Sonuçta kentin gelişmesine bağlı olarak geleneksel do-
kuyla uyuşmayan modern yapılaşma alanları oluşmuştur.
Bu alanları kentsel dönüşüm alanlarına dönüştürmek ile bozulmuş yeni dokunun devamlılığı-
nın sağlanması istenmektedir. Oysa ki kentler geçmişten geleceğe bir süreklilik içinde algılandı-
ğında kent kimliği açısından kentsel mekân biçimlenmesinin geleneksel doku ile uyumlu olması
gerekmektedir. Sürdürülebilir kentsel gelişme kapsamında kentsel dönüşüm projelerinin sadece
fiziksel planlamayı temel alarak değil tarihi kent kimliğini de koruyan bir yaklaşım içinde olması
önemlidir.
5. Sonuç ve Öneriler
Geçmişin korunması gereken değerleri ile günümüzün ve geleceğin gelişme şekli ve hızı ara-
sındaki gözle görülebilir çatışmayı kontrol edecek ve dengeyi sağlayacak bir araç olması gereken
imar planları bugün kentsel dönüşüm nedeniyle tarihi çevrelerin bozulmasının en önemli nede-
nini oluşturmaktadır.
Kentsel dönüşüm, kent dokusunu en çok etkileyen bir etmen olarak planlarda önerilen ula-
şım yolları, yol açma ve genişletme çalışmaları, tüm kentlerde arsa spekülasyonundan sağlanan
kazançları yönlendirici ve arttırıcı etkisi ile eski eserleri hızla ortadan kaldıran bir araç olarak kar-
şımıza çıkmaktadır.
123
Tarihi kentlerde başta gelen sorunlardan biri değişen dünya ve yaşam koşullarına karşın, tarihi
sürekliliğin sağlanamamasıdır. Birçok ülkede olduğu gibi bugün ülkemizde de yoğun yapılaşma
ile kentsel ve kırsal alanlarda kimliksizleşme sorunu tartışılmaktadır. Çevre karakterine uyum kay-
gısı taşımadan, maksimum rant elde etmek için yapılan binalarla kentsel çevrenin görünümü tek-
düzeleşmekte, yüzyılların deney ve birikimiyle ortaya çıkan tarihi sokak perspektieri ve bunlarla
bütünleşen anıtsal eserler yok edilmektedir.
Antakya kenti örneğinde incelenen bu araştırma sonucunda özetle şu sonuçlar elde edilmiştir;
- Kentin yeni ve eski kent dokularının birlikte planlanamamasının temelinde 11 belde bele-
diyesine parçalanmış olması bulunmaktadır. Bu parçalanmışlık günümüze kadar geçen süreçte
bütün Antakya kentini kapsayan düzenli bir imar plan kararının alınamamasına neden olmuştur.
Bu durum tarihi dokunun bütüncül bir yaklaşımla korunamamasındaki önemli etkenlerden biridir,
- Kentsel yerleşim ve gelişme alanlarını paylaşan belde belediyelerinin izin verdiği yoğun ya-
pılaşma kentin tarihsel kimliğini yok etmekte ve sit kararlarıyla korunan eski dokuyu da “algılana-
maz“ kılmaktadır. Bugün tarihi doku yerleşme alanları arasında belli bir alanda sıkışıp kalmış ve bu
değişim sonucu yoğun bir baskı altına girmiştir. Ayrıca genel olarak baktığımızda kentin silueti de
bozulmuştur,
- Gecekondu alanlarından arındırılması kapsamında nitelikli kent mekanlarına dönüştürülmek
istenen alanlar için hazırlanan kentsel dönüşüm projelerinin uygulanmasıyla tarihi geleneksel do-
kunun daha da zarar göreceği ortadadır. Bu nedenle kent kimliğinde büyük yeri olan, tarihi ve kül-
türel miras niteliğindeki gerek geleneksel sivil mimari yapılar gerekse de anıtsal yapılar çevresiyle
birlikte bir bütün olarak ele alınmalıdır,
- Koruma amaçlı imar planlarına rağmen sit alanı içindeki avlulu evlerin yıkılıp yerine yenisini
yapmak isteyenlerin sayısının gün geçtikçe arttığı gözlenmiştir. Bu bağlamda sit alanı içinde ya-
şayan kent halkının tarihi ve kültürel mirası koruma bilincinin geliştirilmesi koruma kültürünün
artması için önemlidir. Antakya’ya özgün geleneksel dokudaki kent kimliğini oluşturan bu avlulu
evlerin korunması uzun vadede turizm amaçlı değerlendirilmesi ile mümkün olabilecektir,
- Kentsel dönüşüm projelerinin hazırlanması ve uygulanması aşamalarında kent yönetiminin
katılımı ile sınırlandırılması yerine Antakya kentindeki üniversite, meslek odaları gibi yaygın bir
tabandan destek alınması planlama kararlarının daha doğru olması açısından önemlidir,
- Tarihi kent içinde yaşayan yerel halka yaşam alanlarının düzenlenmesi ile ilgili söz ve karar
hakkı tanınması tarihi kent kimliğinin belirleyicisi olan sosyal ve ekonomik koşullar ile kültürel
özelliklerin dikkate alınması açısından önemlidir,
- Tarihten bugüne ulaşan Kurtuluş caddesi ve mevcut yol dokusunun tarihi doku bütünlüğü
içinde canlandırılmasının sağlanması gereklidir.
- Kurtuluş caddesi üzerinde yer alan el sanatları atölyesi, sanat galerileri gibi kültür ve sanat
içerikli kullanımların arttırılması alanın prestijini arttıracaktır.
Kaynaklar
Aras M.Ö. ve L. Alkan, 2006. Kentsel Dönüşüm Uygulamalarının Ankara Kent Makroformu Üzerinde Ekonomik,
Politik, Sosyo-Kültürel Etkilerinin İrdelenmesi. TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası 11. Türkiye Harita
Bilimsel ve Teknik Kurultayı, Ankara.
Demirsoy, M.S. 2005. Kentsel Dönüşüm Projelerinin Kent Kimliği Üzerine Etkisi (Lübnan-Beyrut-Solidere Kentsel
Dönüşüm Projesi Örnek Alan İncelemesi). Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Şehir ve
Bölge Planlama Anabilim Dalı Kentsel Tasarım Yüksek Lisans Tezi. 171 s. İstanbul.
124
Eke F. ve M.Ö., Aras, 2007. Kentsel Dönüşümün Değişen Anlamı Ahlatlıbel Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi.
TMMOB Peyzaj Mimarları Odası, Peyzaj Mimarlığı 3. Kongresi, s 264-272, Antalya.
Erdoğan, E. ve F. Aklanoğlu, 2007. Kentsel dönüşüm sürecinde kent kimliği: Ankara Örneği. Yerel yönetimlerde
“Dönüşüm” Sempozyumu, Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği, s. 123-133, Ankara.
Keleş, R., 2000. Kentleşme Politikası. İmge Kitapevi. s. 296, Ankara.
Nalkaya, S. 2006. Kentsel Dönüşüm ve Kent Kimliği. Yapı Aylık Mimarlık, Kültür ve Sanat Dergisi, Yapı Endüstrisi
Merkez Yayını, (292), 39-43, İstanbul.
Salıcı, A. ve K., Güçlü, 2010. Kentleşme Sürecinde Kentsel Kimlik Değişimine Bir Örnek: Antakya Kenti. Peyzaj
Mimarlığı IV. Kongresi Bildiriler Kitabı, 21-24 Ekim 2010, s 246-251, İzmir.
Oturum Yürütücüsü - Sunumu için ve zamanı çok ekonomik kullanarak süresinin çok öncesin-
de bitirdiği için teşekkür ediyoruz kendisine.
Bir sonraki konuşmacımız sayın Serdar Aydın. Kentsel Dönüşümde Akıl Tutulması ve Rant Çıl-
dırısı, çok özellikli bir başlık. Neler anlatacak dinleyeceğiz, herhalde Ankara örneğinden bir şeyler
verecek.
Buyrun.
KENTSEL DÖNÜŞÜMDE “AKIL TUTULMASI” VE RANT ÇILDIRISI
Serdar Aydın
Çankaya Belediyesi- Harita ve Kadastro Mühendisi
“ Yanlış bir hayat, doğru yaşanamaz...”
Adorno, Minima Moralia’dan
“(Felsefe yapıtının) asıl konusu, sadece varılmak istenen
hedeften ibaret değildir: konunun işlenmesi, gelişmesi de
vardır. Somut bütünlük, sadece elde edilen sonuçtan ibaret
değildir: sonuçla birlikte ona varma süreci de vardır. Hedef,
kendi başına, cansız bir tümeldir… Çıplak sonuç da, sistemin
cesedidir sadece...”
Hegel, Fenomenolojinin Önsözünden
İnsan, içinde bulunduğu doğada var olurken, diğer canlıların aksine doğaya hükmetme eği-
limindedir. Doğayı değiştirmek, dönüştürmek ve bu edimleri kendi varlık koşullarını iyileştirmek
adına sürdürmek kaçınılmaz bir olgudur. İlk insandan bu güne süreç, neredeyse hiç değişmemiş-
tir. İlk insan barınma, beslenme, korunma vb. ihtiyaçlarını içgüdüsel olarak karşılarken, zaman
içerisinde çok daha organize ve dizgesel çözümler üretilmiştir. Bu üretimlerin içerisinde gerçek-
leştiği doğa, bir süre sonra insanın hizmetinde görülmeye başlanmış, her şey insan için olduğun-
da, doğanın kendiliği unutulmuş, asgari düzeydeki saygı bile ortadan kalkmıştır. İnsanın tatmin
edilemez “ihtiyaçları”, içerisinde bulunulan sosyoekonomik sistemin de gereklerine uygun olarak
sınırlanamaz bir tüketim çılgınlığına dönüşmüş ve bu tüketimin doğal sonucu olarak da kaynak-
ların sorumsuz ve sınırsız kullanımı birçok soruna neden olmuştur. Avcı toplayıcı topluluklardan
125
yerleşik hayata ve tarım toplumuna geçilmesi, insanın doğada yarattığı ilk büyük travmadır. Yerle-
şen insan, yerleştiği ortamı doğanın özgün dengeleri dışında, tamamen bencil ve arzuları doğrul-
tusunda dönüştürmüş, bu dönüşümün katliam boyutuna varması kabaca birkaç binyıl içerisinde
sağlanmıştır. Kozmik zaman algısı açısından hiçbir değeri olamayan birkaç bin yılın gösterge de-
ğeri, insanın yok edici niteliğiyle ilişkilidir. İçinde bulunduğumuz aktüel zamanda ozon tabakası-
nın delinmesinden küresel iklim değişikliklerine kadar birçok sorun, insanın tüketme arzusunun
ve yüceltisinin kaçınılmaz sonuçlarıdır. İnsanlık tarihi dikkate alındığında, neredeyse geçen her
yıl bir önceki yıla göre yaratılan tahribatın ivmelenmesine neden olmuş, olumlu anlamda hiçbir
geri dönüş sağlanamamıştır. Bu bağlamda belki de en önemli kırılım tarım toplumundan sanayi
toplumuna geçiştir. Sanayi devrimi ve teknolojinin gelişimi, insan yaşayışını kökensel olarak de-
ğiştirmiştir. Sanayi tesisleri etrafında kümeleşen insanlar, sanayi üretimin gerektirdiği iş gücünü
oluştururken bir yandan da barınma, beslenme vb. temel ihtiyaçların karşılanması için yeni mo-
dellemelerin yapılması gerekmiş, köyden kente ulaşan barınma zinciri, günümüzün metropol
kentleriyle, şimdilik son noktasına ulaşmıştır. Kentler, öncelikle sanayi üretimi için gerekli olan iş
gücünün barınma ihtiyacı için oluşmuş sosyokültürel ve ekonomik yaşama alanlarıdır. İlk kentlerin
basitliği zaman içerisinde ortadan kalkmış, günümüzün devasa kentlerine, metropollerine ulaşıl-
mıştır. Bu sonuç, sorunlarında devasa boyutlarda oluşmasına neden olmuş, milyonlarca insanın
bir arada yaşamak zorunda olduğu kentler, ne yazık ki artık içinden çıkılması olanaksız kaotik yı-
ğıntılara dönüşmüştür. Şimdi gelinen nokta bu kentleri yeniden dönüştürme çabasıdır. Bu çaba,
mevcut olumsuzlukların netliğini irdelemeyi, analiz etmeyi, sorunları ve sorumlularını belirlemeyi
neredeyse yok sayarak, “yıkalım, yapalım” paranoyası içerisinde yeni bir umudu var etme yanılsa-
masını yüceltecek kadar kendi varlık bilincinden yoksun görünmektedir.
Kentlerin oluşumu, “planlama” süreçlerinin de başlangıcına işaret eder. Bir yerleşim alanı, ora-
da yaşayan ve yaşayacağı varsayılan insanlara göre planlanmak zorundadır. Bu planlamanın bir
öngörüye ya da projeksiyona sahip olması gerekir. Planlamanın süreçleri ve aktörleri, eş zamanlı
olarak olası sonuçlardan birinci derecede sorumludurlar. Kısacası planlamanın nasıl yapılacağının
ilkesel kararlarından, o planlamayı uygulayan pratisyenlerin mesleki yetkinliklerine kadar birçok
öğe sürecin etkin öğeleridir. Birbiriyle mutlak alamda ilişkili olan bu olguların öncelik sonralık iliş-
kisi vardır. Piramidin en tepesinde “karar” yer alır. Planlamanın nasıl yapılacağını belirleyen ka-
rar mekanizması, sonrasındaki sürecin belirleyenidir. Zaman içerisinde planlama olgusu bir bilgi
disiplinine dönüşmüştür. Günümüzde Şehir ve Bölge Planlaması Bölümlerinde, insanların yaşam
alanlarının nasıl planlanacağına dair bilimsel eğitim verilmektedir. Bu eğitimlerin ve meslek er-
baplarının çalışmalarının sonuçları, birçok başka bilgi disiplinini ve mesleği de yakından ilgilendi-
rir. Bir plan var ise o planın uygulaması, fiziksel zeminin planın öngördüğü şekilde düzenlenmesi,
bu düzenleme için gereksinin duyulan her türlü alt ve üst yapı elemanlarının tesisi gerekir. Olması
gereken objektif ve bilimsel bir planlama sürecinin sonucunda, her anlamda yeterli, yetkin ve in-
sanların mutluluğuna katkı sağlayan yaşanılır mekânsal düzenlemelere ulaşılmasıdır. Ancak bu
“olması gereken” durum gerçekleşememiş, bugün kentlerin dönüştürülmesi zorunluluğuyla karşı
karşıya kalınmıştır. Nedir bu duruma gelinmesinin sebebi? Planlamacılar yeterli ve yetkin plan-
lar yapamadığından mı bu güne gelinmiştir? Yoksa karar veren ve uygulayan mekanizmanın tüm
aktörleri ortak bir çaba ile mi, artık dönüştürülmesi zorunlu olan bu kentleri yaratmışlardır? Bu
kadar bilimsel eğitimli insanın, böylesi olumsuz sonuçları beraberce yaratabilmesi nasıl bir akıl
tutulmasıdır veya ne şekilde anlamlandırılabilir?
Sorularımızın yanıtlarını aramaya başlarken, yine en başa dönmek gerekiyor. Planlama karar-
larını veren ve sonuçlara neden olan mekanizma irdelenmelidir öncelikle. Parlamenter demokra-
126
silerde iktidarı elde bulunduranlar, yani hükümet edenler, her türlü yasal düzenlemeyi yapan ve
yönettikleri ülkenin kaderini belirleyen karar vericilerdir. Bu karar vericilerin siyasetçi olması ve
siyasetin içkin nitelikleri, tartışılmak istenen bütün olguları majör olarak etkilemiştir. Parlamenter
demokrasilerde siyaset mekanizması çalışır ve seçimlerle karar vericiler belirlenir. Bir ülkenin halkı,
kendisini yönetecek siyasilerden uygun gördüklerini seçimlerde seçer ve belirli bir süre için o se-
çilmişler ülkeyi yönetir, yasaları çıkarır, mevcut yasalarda her türlü değişikliği yapabilir. İşte, basitçe
tanımladığımız bu karar verme süreci, planlamanın ve yaşam alanlarının tasarımının da özünde
yer alır. Hükümet edenlerin halktan seçim yoluyla aldıkları yönetme yetkisine uygun olarak par-
lamentolarda oluşturdukları yasalar, seçen halkın hayatına dair her şeyin kökensel belirleyicisidir.
Bir de bu yasaları uygulayan pratisyenler, kurumlar, meslekler vs. vardır. Bütün bu aktörlerin bir-
likteliği sonucun oluşumunu sağlayacaktır. İşte, bugün içerisinde bulunduğumuz kaos, böyle var
edilmiştir. Dönüştürmeye çalıştığımız kentler bu sürecin sonrasında oluşmuştur. Dolayısıyla çö-
zümlerinde bu süreci tersten okuyarak belirlenmesi gerekir. Yani, sorunu tanımlamak ve o soruna
ilişkin en başa dönüp, analitik ve irdeleyici bir bakış açısıyla, olumsuzlukları vurgulayarak aktüel
zamana gelmek kaçınılmazdır. Ya da kaçınılmaz olması gerekir. Yöntemimize uygun olarak, bugün
içerisinde yaşamak zorunda kaldığımız ve şimdilerde yeniden dönüştürmeye çalıştığımız kentleri,
bu kentleri oluşturan tercihleri, tasarımları, planlama süreçleri vs. göz önüne alarak değerlendir-
memiz gerekir.
Genç Cumhuriyetimizde İmar ve İskan çalışmalarının tarihi kolaylıkla ve belgelere dayanıla-
rak irdelenebilir. Ancak bu çalışmanın sorunu, bu sürecin kendisi değildir. Sürecin realize olduğu
anlarda yapılan müdahalelerin, ki bunlara kabaca imar ve iskan aarı denecektir, neliği ve sonuç-
larıdır. Nitekim kentsel dönüşüm denilen ve üzerinde tartıştığımız konu da bu tür bir müdahale-
den ibarettir. Mevcut yasalara göre ya da yasalar dışında “kaçak” olarak oluşmuş, oluşmasına göz
yumulmuş yaşam alanları ve bu alanlarda yaşamak zorunda olan insanların içinde bulundukları
olumsuzlukların ortadan kaldırılması için imar iskân faaliyetlerini düzenleyen yasalarda değişikli-
likler yapılmış, yasal olmayan yerleşim alanlarının yasallaştırılması, düzenlenmesi amaçlanmıştır.
Bu anlamda ilk imar aı, 1949’da gerçekleştirilmiştir. 5431 sayılı “Ruhsatsız yapıların yıkılmasına”
ve 2290 sayılı Belediye Yapı ve Yollar Kanunun 13. Maddesinin değiştirilmesine dair kanunun 1.
maddesi ruhsatsız yapıların imar planına uygun olmaları halinde yıkılmamalarına olanak sağla-
mıştır. Bu yasa sonraki yıllardaki uygulamalara emsal teşkil etmiştir. Ancak her ne hikmetse, bu ilk
müdahaleden sonra imar ve iskân faaliyetlerine müdahale etmek siyasetçilerin çok hoşuna gitmiş
ve birçok başka af’la müdahaleler yoğunlaştırılmıştır. Neredeyse her yeni hükümetten bir imar aı
beklemek galatı meşhur hale gelmiş, af çıkarmayan hükümetlerin siyasi ikbali ortadan kalkmış-
tır. Geçen süreç içerisinde yaklaşık 12 adet af niteliğinde yasal düzenleme yapılmıştır. Bütün bu
müdahalelerin bilimsel ve objektif niteliklerden, projeksiyonlardan uzak, popüler ve günü kurtar-
maya yönelik çabalar olduğu ve hiçbir olumlu sonuç doğurmadığı, aksine şu an dönüştürülmesi
murat edilen kent ucubelerini yarattığını söylemek zorunludur. Eğer bu yasalar olumlu bir sonuca
ulaşmış olsaydı, günümüzde böylesi bir dönüşüme ihtiyaç duyulması söz konusu olmayacaktı.
Peki nedir bütün bu yasalara rağmen kentlerin içinde bulunduğu kaotik halin nedenleri? Neden
bunca yıl sonra bir dönüşüm ihtiyacı ile neredeyse bütün kentleri büyük oranda yıkıp yeniden
inşa etme gereği duyumsanmaktadır? Geçmişte neler doğru, düzgün ve layıkıyla yapılmamıştır ki
bugün, bu dönüşüm olgusu kaçınılmaz bir somutluk olarak karşımıza çıkmıştır? Ve kentsel dönü-
şümün yasal zeminini oluşturan Belediye Yasasındaki 73.madde ve Afet Riski Altındaki Alanların
Dönüştürülmesi Hakkındaki 6306 sayılı yasa, bunca yıldır gerçekleştirilemeyenleri hangi mantıkla,
nasıl bir yöntemle ve insanların barınma, yerleşme haklarına saygı göstererek, kentlerin bellekleri-
ni, akıl ve yüreklerini ortadan kaldırmadan mı gerçekleştirecektir?
127
En başta şunu savlamak gerekir: Geçmişin analizini yapmayan hiçbir çaba olumlu sonuçlara
ulaşamaz! Bu yargı, tarihin insana gösterdiği deneyimin kaçınılmaz bir sonucudur. Yasa koyucula-
rın, hükümet edenlerin popülist politikaları, bilimsel aklın ve ölçütlerin dışında ranta ve popülari-
teye dayanan yaklaşımları birincil açmazdır. İkinci açmaz ise yasa koyucunun bilimsel aklı dışlayan
uygulamalarını realize edenlerin aymazlığıdır. Kapitalist dizgenin rant ve tüketim çılgınlığına “hep
birlikte” kapılmışken, kimsenin bir şeyleri dönüştürme ve olumlu sonuçlara ulaşma olanağı yoktur!
Aksini düşünmek safdilliktir. İnsanın inanası gelmiyor; şu ana kadar var edilmiş bütün yasaların
sonucu olan bu kentler, yeni bir yasa ile sorunlarından nasıl kurtulabilir? Bu yasanın ruhu, böylesi
bir dönüşüme olanak vermekte midir? Yapılan uygulamalar rant ve popülist yaklaşımların dışında
mıdır? Mantık ve kavrayış kentin sorunlarını çözmeye mi dönüktür, yoksa neredeyse hiçbir projek-
siyonu dikkate almadan, önceki planları ve plan kararlarını umursamadan yeni sorunlar üretmeye
aday mıdır?
Yukarıda sıraladığımız soruların, ne yazık ki hiçbirine olumlu yanıt veremiyoruz. Gerek çıkarı-lan yasaların çıkarılma mantığı ve ruhu, gerekse de uygulama örnekleri dikkate alındığında için-de bulunduğumuz durumdan daha kötü sonuçlara ulaşma olasılığının güçlü bir argüman olarak önümüzde durduğu söylenebilir.
Öncelikle yasaların oluşum sürecine bakıldığında, hükümet edenlerin çoğul katılımı önem-semedikleri, kendi kadrolarınca yasa metinlerini oluşturdukları ve parlamento da çoğunluklarını kullanarak yasalaştırdıkları söylenebilir. TMMOB ve bağlı meslek odalarının, bilimsel doğruları sa-vunan üniversitelerin ve sivil toplum örgütlerinin “icraata engel oldukları” defalarca dikte edilmiş-tir. Dolayısıyla bu yasaların oluşumunda hangi süreçlerin işletildiğini bilmek, kamuoyu açısından çok da olanaklı değildir. Yasalar çıktıktan sonra üretilen görüşlerin ise bir değeri yoktur. Zaten bir yasa çıktıktan sonra, meslek erbapları ve meslek odaları bu yasadan piyasa koşullarına göre nasıl rant elde edeceklerinden ötesini de düşünmemektedirler. Bu yargımıza tekrar değineceğimizi be-lirterek, ilerleyelim:
İlk olarak 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 73. üncü maddesi değiştirilmiş, bu değişiklik 24 Haziran 2010 Tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 5998 nolu yasanın 17/6/2010 tarihinde kabul edilmesi ile kentsel dönüşüm uygulamalarının hızı artırılmıştır. Her ne kadar 73.maddenin değişmemiş hali de kentsel dönüşüm çalışmalarına olanak verse de, bu değişiklikle yasal zemin güçlendirilmiştir. Bu değişikliğin ilk paragrafı aşağıdadır:
“– Belediye, belediye meclisi kararıyla; konut alanları, sanayi alanları, ticaret alanları, teknoloji parkları, kamu hizmeti alanları, rekreasyon alanları ve her türlü sosyal donatı alanları oluşturmak, es-
kiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya
deprem riskine karşı tedbirler almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir. Bir
alanın kentsel dönüşüm ve gelişim alanı olarak ilan edilebilmesi için yukarıda sayılan hususlardan
birinin veya bir kaçının gerçekleşmesi ve bu alanın belediye veya mücavir alan sınırları içerisinde bu-
lunması şarttır. Ancak, kamunun mülkiyetinde veya kullanımında olan yerlerde kentsel dönüşüm ve
gelişim proje alanı ilan edilebilmesi ve uygulama yapılabilmesi Bakanlar Kurulu kararına bağlıdır.”
Bu paragrafta ve sonrasındaki bütün paragra"arda, anılan dönüşüm projelerinin gerçekleşti-rilmesinin hangi ölçütlere dayanacağı, bu ölçütlerin nasıl belirleneceğinin usul ve esasları değinil-
memiştir. Sadece Belediyenin böylesi projeler yapabileceği vurgulanmış, sonrasında bu projelerin
yürütümüne ilişkin diğer hususlar zikredilmiştir. Daha da önemlisi bu projeler sonucunda elde
edilecek rantın nasıl kullanılacağına dair en ufak bir bilgi yoktur. Bu projeler gerçekleştirilebilir,
ancak sonuçta elde edilecek rantın nasıl kullanılacağı yetkinin verildiği büyükşehir belediye baş-
kanlarından başka hiçbir otoriteye bağlı değildir. En azından, bir kamu yararı tanımı bile yoktur
yasada. Bu projeleri yapabilir, meskûn veya gayri meskûn istediğiniz her alanı kentsel dönüşüm
alanı ilan edebilir ve sonrasında elde edilen rantı istediğiniz şekilde kullanabilirsiniz. En başta yer
128
alan bu yaklaşım ve yaklaşımın özündeki mantık, sonrasındaki bütün süreçleri belirleyecektir.
Kentsel Dönüşüm Alanı ilan etme yetkisi Büyükşehir Belediyelerine, ilgili Büyükşehir belediyesi
“uygun” görürse İlçe Belediyelerine ve kamu mülkiyeti olan alanlarda ise Bakanlar Kuruluna ait
kılınmıştır. Sonrasında uygulamaya dönük bütün işlemler, resen Büyükşehir Belediyelerince ya-
pılacaktır, hükmü gelir. İlçe Belediyelerinin ve diğer kamu kurumlarının bütün yetkileri ellerinden
alınmakta ve Büyükşehir Belediyesine resen her türlü işlemi yapma yetkisi verilmektedir. Bu man-
tık ve ilk hükümler bile yasa koyucunun katılım, paylaşım vb. olguları dikkate almadığının gös-
tergesidir. Her türlü yetki ve işlem tek bir kuruma verilmekte, böylelikle diğer kurumların ve sivil
toplum örgütlerinin, üniversitelerin vs. katılımı süreç dışına konulmaktadır. Dönüşüm alanlarının
belirlenmesinde bilimsel bir kurulun ve ortak karar alma olgusunun, daha da önemlisi bir kamu
yararı bulunması gereğinin esemesi bile geçmemektedir. Tek taraı ve mutlak otoriter bir yakla-
şımın en net göstergesidir bu durum. Kentin ve Dönüşüm Alanlarının kaderini Belediye Meclis
Üyelerinin ve Belediye Başkanının mutlak otoritesiyle belirlenmesi esas alınmaktadır. Her şeyin
doğru ve düzgün yapılacağı varsayımıyla hareket edersek bir sorunla karşılaşılmayacağı söylene-
bilir. Ancak ülkemizde böylesi bir sorunsuzluğun vukuu bulması olanaklı değildir. Sorun, bir proje
üretim sürecinin paydaşlarca bölüşülmesinin engellenmesi, daha doğrusu hiçbir paydaşa ihtiyaç
duyulmamasıdır. Böylelikle ortak aklın yaratacağı optimum çözümlerin önü tıkanmakta, karar ve
sonuç tek bir otoriteye teslim edilmektedir. Denetim diye bir şey zaten söz konusu değildir. Es-
kiden İlçe Belediyeleri planlama süreçlerinde etkin olarak görev alır, 1/5000’lik Nazım İmar Plan-
larından sonra Uygulama Parselasyon Planları ve 3194 sayılı yasanın imar işleriyle ilgili hususları
İlçe Belediyelerince gerçekleştirilirdi. Bu hiyerarşi, bir tür paydaşlık ve denetim de yaratır, ne ilçe
ne de büyükşehir belediyesi plan süreçlerinde tek başına muktedir olamazlardı. Eğer bir planda
emsal, kat rejimi, imar ve yapılaşma koşulları vb. bir olguda olası bir değişiklik yapılacaksa hem ilçe
hem de büyükşehir belediye meclislerinin ortaklaşan kararlarıyla değişiklikler yapılabilir, mümkün
mertebe ortak bir akıl yaratılabilirdi. Bu durum söz konusu değişiklikle ortadan kaldırılmış, isteni-
len alanlar Kentsel Dönüşüm Alanı ilan edilerek her türlü imar değişikliğinin önü açılmış, istenilen
her yerin yüksek yoğunluklu konut, ticaret, merkezi iş alanı, kentsel servis alanı vb. niteliklerle
“planlanmasına” ve yüksek değerli rant projelerinin yaratılmasına olanak sağlanmıştır. Bu olanak,
tek ve mutlak hâkim olan Büyükşehir Belediyelerine verilerek, gündemde olan Büyükşehir Bele-
diyelerine ilişkin yeni yasa tasarısı ile belediye sınırlarının il sınırları olarak belirlenecek olmasıyla
sınırlar daha da genişletilecektir, diğer kurumların her türlü görevi ve yaptırımı hiçleştirilmiştir.
Ruhsat dâhil, her türlü iş ve işlemi resen gerçekleştirebilecek Büyükşehir Belediyeleri, giriş parag-
rafında yer alan her türlü projeyi, başta konut alanları olmak üzere hayata geçirebilir ve kimsenin
de bu proje yapma iradesine, yanlış bir proje olsa dahi, karşı çıkma hakkı yoktur. 6306 sayılı yasa
da ise bu mutlaklık en son noktasına vardırılmış, idari mahkemelerde dava açılsa bile yürütmeyi
durdurma kararının verilemeyeceği yasa hükmünde yer almıştır(Madde 6, 9.bap). Belediyelerin
siyasi nitelikleri göz önüne alındığında, farklı siyasi partilerden olan Belediye Başkanlarının birbir-
lerinin hizmet üretme erklerine yönelik olumsuz ket vurma isteklerinin olabileceği düşünülürse,
sorunun içinden çıkılmaz niteliği açıkça görülür. Herhangi bir Büyükşehir Belediyesi, kendi siyasi
görüşünden olmayan herhangi bir İlçe Belediyesine, bu bağlamda hiçbir şans tanımayacaktır. Ola
ki İlçe Belediyesi en yetkin bir dönüşüm projesi hazırlamış olsa bile, sadece farklı siyasi partiden
olması nedeniyle bu projesini ilgili Büyükşehir Belediye Meclisinden geçiremeyecektir. Ülkemiz-
deki “demokrasi kültürü”, bu sonucu zorunlu kılmaktadır. Bunun aksinin olabileceğini söylemek bu
ülkede yaşamayanların bir savı olabilir ancak. Nitekim uygulamalara baktığımızda ne kadar haklı
oluğumuz görülecektir.
Akıl tutulması, aklı ile var olan insanın en trajik varlık halini ifade eder. Frankfurt Okulu filozof-
129
larından Max Horkheimer, “Akıl Tutulması(Eclipse of Reason)” adlı kitabında kişisel çıkarlar ve çevre-
sel faktörlerin etkisi altındaki bireylerin akıl tutulması yaşayacaklarını ve farklı düşünemeyecek-
lerini ileri sürmüştür. Ayrıca akıl tutulmasının toplumu etkileyen kolektif türleri de vardır. Bugün,
ülkemizde, Kentsel Dönüşüm adı altında yaşananlar tam anlamıyla bir akıl tutulmasıdır. Zaten çar-
pık ve kuralsız yapılaşmış kentlerimiz, “yeniden” dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Bu dönüşümün
yaratacağı travma, kentsel dokunun organik niteliğindeki tahribat vb. öğeler dikkate alınmamak-
tadır. Büyükşehir Belediyelerine tanınan haklar ve bu hakların nasıl kullanıldığına yönelik herhangi
bir denetim mekanizmasının olmaması, söz konusu akıl tutulmasının en net göstergeleridir.
Şimdi uygulama örneklerine gelirsek, anılması gereken ilk uygulama İstanbul Sulukule Kentsel
Dönüşüm Projesidir. Detaylı bilgilerine ulaşmak olanaklı olmasa da genel olarak yukarıda sırla-
dığımız olumsuzluk silsilesi içerisinde bir proje geçekleştirilmiş, proje sonucunda Sulukule’yi var
eden “yerli” halk barınma haklarını yitirmiştir. Kentin çok önemli bir kültürel zenginliği olan semt,
tamamen ve her anlamıyla dönüştürülmüş, yerli halk kendilerine kilometrelerce uzakta verilen be-
ton kutucuklara yerleşmek zorunda kalmıştır. Mahalle kültürü ortadan kalkmış, Sulukule’nin güler
yüzlü, müzik tutkunu halkı yaşam alanlarından zorla, hatta acele kamulaştırma kararlarıyla uzak-
laştırılarak lüks konutların yapımına olanak sağlanmıştır. Bu dönüşümün yaratacağı devasa rant
mahalleliye bırakılmamış, bölgenin zengin ve elit kesimlerin cazibe merkezine dönüştürülmesi
hede*enmiştir. Şimdi sormak gerekir, bu nasıl bir dönüşümdür ki dönüştürülen alanın “yerli” halkı,
o bölgede yıllardır yaşayan ve kendi kültürünü kentin kültürüne eklemleyerek kent belleğinde bir
işleve sahip olan Sulukule Halkı, oluşturulan kentsel konfor ve ranttan pay alamamakta, yerlerin-
den edilmekte ve onlardan boşalan alanlara ekonomik gücü üst seviyede olan, gelir dağılımın-
daki adaletsizliğin en üst kategorilerinde yer alan “elit ve zengin” yurttaşlar ikame edilmektedir.
Oysa çözüm veya dönüşüm, insanları yaşadıkları yerlerden göndermeden, gitmeye zorlamadan
bulunmalıydı. Bu durum, en temel insan haklarından olan barınma ve yerleşme hakkını ortadan
kaldırmadan, katılımcı ve paylaşımcı bir yaklaşım ile oluşturulacak çözümler için bir olanak ola-
bilirdi. Söz konusu olumsuzluk Avrupa Birliğinin Türkiye ile ilgili İlerleme Raporlarında tam 6 kez
yer almış ve 2012 yılı raporunda Sulukule Projesine ilişkin “Kentsel yenileme çalışmalarının, ‘top-
luluklar yerlerinden edilmeden ve istihdam çabaları ile el ele yürütülmesi’ gerektiği” vurgulanmış,
projenin Danıştay tarafından iptal edildiği hatırlatılarak, raporun 33’üncü sayfasında, Romanlarla
ilgili şu tespitler yer almıştır.
“Kentsel yenileme mümkün olan her yerde, topluluklar yerinden olmadan, şe#af şekilde ve istih-
dam çabaları ile el ele yürütülmelidir. Romanların sağlık hizmetlerine erişim güçlüğü ve barınma ko-
şulları gibi durumlarda sorunlar devam ediyor. Romanların sorunlarının çözümü konusunda kapsamlı
strateji oluşturulması gerekmektedir. Haziran sonunda, Küçükbakkalköy’deki Romanların evleri de
dönüşüm kapsamında yıkılmıştır.”
Avrupa Birliğinin bile dikkatini çeken bu hususlara uygulayıcıların hiçbir şekilde dikkat et-
mediği ortadadır. Uygulayıcıların yasanın özündeki mantığa ve kapitalist piyasa düzeneğinin
yönsemelerine uygun olarak tercihlerini bu şekilde realize etmeleri ve “zorla” bir yerleşim alanını
dönüştürmeleri, kentsel dönüşüm sürecinin ve uygulamalarının ne tür sorunlar doğurabileceğine
ilişkin bir gösterge sayılabilir. Böylesi yöntemlerle kentlerimizin içerisinde bulunduğu sorunların
çözümlenmesi, yığıntı kentleşmenin modern ve çağdaş yaşam alanlarına dönüştürülme vaadi na-
sıl inandırıcı olabilir ki?
Bir diğer örneği Ankara’dan vermek olanaklıdır. Ankara, yanılmıyorsak en çok kentsel dönü-
şüm alanı ilan edilmiş şehirdir. Ankara Büyükşehir Belediyesinin internet sitesinde ilan edilen lis-
teye bakıldığında 45 adet kentsel dönüşüm alanının bulunduğu ve 29911.73 hektarlık bir alanın
kentsel dönüşüm alanı ilan edildiği görülmektedir. (Ek-1) Bu alanlardan Nasreddin Hoca Kentsel
130
Dönüşüm ve Gelişim Alanındaki uygulama incelenmeye değerdir. Daha öncesinde 9014 ada 1
sayılı 73.137 m2 yüzölçümüne sahip ve tamamı özel mülkiyete ait parselin 68260 nolu kesin par-
selasyon planında E:0.20 emsal değeri ile Ormak Alanı olarak planlı olduğu, söz konusu parselin
onanlı 1/5000 ölçekli “Eskişehir Yolu Kamu Kuruluşları Alanı Revizyon Nazım İmar Planı” sınırları
içerisinde “Kentsel Servis Alanı(K.S.A)” kullanımında kaldığı, nazım imar planı notlarında konut
kullanımının olmadığı, emsalin 10000 m2’den büyük parsellerde Max E:2.00 ve TAKS:0.30 olacak-
tır hükümlerinin yer aldığı, sonrasında 14 adet plan notunu içeren bir plan değişikliği dilekçesi
ile parselin “Merkezi İş Alanına(M.İ.A)” dönüştürüldüğü ve konut kullanımının getirildiği, toplam
200.000 m2 inşaat alanının 95.000 m2’sinin konut olarak tasarlandığı ve 200 m2 büyüklüğünde
475 adet konut yapılabileceği, emsalin E:2.73’e yükseltildiği, Konut-Ticaret kullanımları arasında
%5 oranında inşaat alanı transferinin öngörüldüğü, 3 nolu plan notunda ise Eskişehir yolu girişini
simgeleyen Nasreddin Hoca temalı bir yapı yapılacağının belirtildiği ve bu plan değişikliği talebi-
nin Büyükşehir Belediyesince kabul edildiği, böylelikle anılan parsele devasa bir AVM ile 475 adet
konut yapılması “planlandığı” anlaşılmaktadır. Söz konusu değişiklik ilçe belediyesi olan Çankaya
Belediyesi tarafından idari mahkemeye taşınmış ve yürütmeyi durdurma kararları alınmıştır. An-
cak AVM inşaatı başlamış ve kısa sürede bitirilerek “acilen” hizmete sunulmuştur. Aynı bölgede,
anılan parselin doğusunda ve tam karşısında, planında “Kentsel Servis Alanı (K.S.A)” olarak tanım-
lı, 53.191 m2’lik bir başka parsel(28162 ada 1 parsel) bulunduğu ve iki parselin 14 m’lik bir yol ile
ayrıldığı, bu parseldeki AVM’nin ise önceden hizmete açıldığı ve konut kullanımın bulunmadığı
görülmektedir. Birbiriyle neredeyse birebir örtüşen plan ve imar koşullarına sahip iki parselden
Kentsel Dönüşüm Alanı olarak ilan edilenine plan değişiklik dilekçesi ve notlarıyla getirilen ek imar
hakları nasıl anlamlandırılabilir ve Ankara kentinin dönüşümüne nasıl bir katkı sağlar, yanıtı biline-
meyen bir sorudur? Ayrıca 3 nolu plan notunda geçen Nasreddin Hoca temalı bir yapı ile ilgili en
küçük bir çalışma yapılmamıştır. 9014 ada 1 parsel ticaret ve konut alanı olarak ifraz edilmiş, yeni
verilen parsel numaralarıyla 2 nolu parsel konut, 3 nolu parsel ise AVM alanı olarak belirlenmiştir.
Haritacılar için dikkate değer bir hususta ifraz çizgisinin geometrisi olsa gerektir! Biz, bunca yıllık
meslek hayatımızda böylesi bir ifraz parsel çizgisi görmediğimizi belirtmek isteriz. Bu süreç son-
rasında Ankara halkı birbirine cepheli ve kapı komşusu olan devasa AVM’lere kavuşurken, Kentsel
Dönüşüm Alanında yapılan AVM’nin kuzeyinde gerçekleştirilecek 475 adet konut ise merakla bek-
lenmektedir!... (Ek-2)
Bir başka dönüşüm projesi daha örneklendirilebilir. Yine Ankara’da yer alan, kenti doğusun-
dan güneyine uzanan ve bir kuşak gibi çevreleyen Güneypark Kentsel Dönüşüm Alanı içerisindeki
kimi kadastro parselleri, Tp.820, 902, 903, müstakil olarak planlanmış, kat karşılığı anlaşma usulü
ile büyük bir inşaat firmasına verilmiştir. Firmanın reklam çıngılları tüm hızıyla ulusal televizyon
kanallarında dönerken, maket üzerinden pazarlama süreci başlamış ve satışlar halihazırda da sür-
dürülmektedir. Oysa bu alanda böylesi bir konut üretiminin uygun olmadığına ilişkin hususlar, İlçe
Belediyesinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Çevresel Etki Değerlendirmesi İzin ve Denetim Genel
Müdürlüğüne yazdığı uzun bir yazı ile ifade edilmiştir. Anılan yazının sonuç kısmından yaptığımız
alıntı bile sorunları vurgulamaktadır. Ancak bu görüşü ne Bakanlık ne de Büyükşehir Belediyesi
dikkate almamıştır. Aşağıdaki alıntı, söz konusu kentsel dönüşüm mantığının, bilimsellikten uzak,
ortak aklı ve katılımı önemsemeyen, ben bilirim, ben yaparım yaklaşımının, mutlak olarak otoriter
bir tavrın ve sürecin ne şekilde işlediğini göstermesi açısından manidardır:
“Yaklaşık 185 hektarlık alanın; sadece 27.6 hektarı yerleşime uygun alan olarak belirlenmiş, 55.7
hektarı önlem alınabilecek (heyelan, kaya düşmesi, şişme oturma açısından sorunlu) ve ayrıntılı jeo-
teknik etüd gerektiren alanlar olarak belirlenmiş geriye kalan 101.2 hektar alan ise yerleşime uygun
olmayan alan (heyelan ve taşkın alanları ile afete maruz bölge) olarak belirlenmiştir. Yerleşime uy-
131
gunluk açısından böylesi sorunlu bir alana; yaklaşık 41.068 nüfus, 10.267 konut ve 1.300.000 m²
toplam inşaat alanı yüklemek ileride telafisi güç zararların oluşmasına sebep olabilecektir. Ayrıca,
yerleşime uygun olmayan sorunlu alanlarda ve vadi tabanında konut alanlarının önerildiği, bu yapı-
laşmaya ait güvenliğinin nasıl sağlanacağı konusunda herhangi bir açıklamanın getirilmediği, tespit
edilmiştir.
-Yeni Güneypark Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi ile alanda yer alan hak sahiplerinin barın-ma sorunlarının çözümlendiği, aynı zamanda vadinin tüm kent için gerekli olan açık ve yeşil alan özel-liğinin de korunduğu bir projenin uygulanması mümkünken, alanın yüksek yapılaşma koşulları ile üst gelir grubuna yönelik prestij konut alanına dönüştürüldüğü, KDGPA ilan etme yetkisinin bölgenin açık ve yeşil alan olarak planlaması ve bu yolla tüm kentin faydalanabileceği bir alan yaratılması yönünde kullanılması gerektiği ve kamu yararı gözetilerek, tüm ölçeklerde plan yapma yetkisinin alanın yapı yo-ğunluğunun arttırılması için değil aksine azaltılması için kullanılması gerektiği, ancak Yeni Güneypark KDGPA ait 1/5000 ölçekli nazım ve 1/1000 ölçekli uygulama imar planları ile planlama ve şehircilik ilke-lerine ve ilgili mevzuata aykırı olarak alanın yapılaşmaya açıldığı ve kamu yararının göz ardı edildiği,
- Planla getirilen yapı yoğunluğunun jeolojik ve topografik özellikleri nedeniyle risk taşıyan bir alanda yüksek maliyetlerle gerçekleşecek çok yüksek yapılaşma yoğunluğu getirmesinin şehircilik ilke-leri ve planlama tekniklerine aykırı olmasının yanı sıra aynı alan için verilmiş olan mahkeme kararları-na da aykırı olarak yüksek yapı yoğunluğu getirdiği,
- Alana gereğinden ve taşıma kapasitesinden fazla nüfus ve fonksiyonun yüklenmesi sonucu açılması gereken taşıt yollarının altyapı maliyetlerini arttırdığı, kentin tümü için kullanılması gereken kısıtlı kamu kaynaklarının sadece yüksek gelir grubuna yönelik bir konut alanı yaratılması için kulla-nılmasının rasyonel olmadığı,
- 41.068 kişinin yaşayacağı yerleşim alanının tek bir ulaşım aksı ile kente ulaşımını sağlayan ana yola bağlandığı, hususları ile konuyu değerlendirdiğimizde;
KDGP Alanları 5998 sayılı Kanun ile değişik 5393 sayılı Kanun’un 73. maddesinde ‘’...konut alanları, sanayi alanları, ticaret alanları, teknoloji parkları, kamu hizmeti alanları, rekreasyon alanları ve her türlü sosyal donatı alanları oluşturmak, eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya deprem riskine karşı tedbirler almak…’’ amaçları belirtildiği, söz konusu 5998 sayılı Kanun gerekçesi ile birlikte değerlendirildiğinde KDGP Alanlarında ekonomik, sosyal, fiziksel ve çevresel durumun uzun vadeli olarak geliştirilmesi, kentsel problemlerin çözülmesi, kapsamlı ve bütünleşik bir vizyon ile yapılacak uygulamalara ve faaliyetlere yön verilmesi amaçlı bir düzenleme olduğu, bu düzenlemede takdir yetkisi sınırsız olmayıp bu yetkinin kullanılmasında ve se-bep sonuç ilişkilerinde gerekçenin gösterilmesi ve hangi kentsel sorunların çözümünün öngörüldüğü-nün belirtilmesi zorunluluk iken dava konusu meclis kararında hangi gerekçelere dayalı KDGPA onayı yapıldığı ve bu alanda hangi kentsel hizmetlere dönük planlama yapılacağı ve hangi kentsel sorun-ların çözümünün öngörüldüğüne ilişkin bir açıklama olmadığı belirlenmiştir. KDGPA olarak ilan edil-mesine ilişkin işlemin yasa hükmü ile aranan koşulları taşıdığına ilişkin yeterli dayanaklardan yoksun olduğu gibi kamu ve toplum yararlı olmadığı da açıktır.
Yıldız Oran aksı, başta ulaşım olmak üzere bu nüfusu taşıyabilecek teknik ve sosyal altyapıya sahip
değildir. Halen ulaşım sorunu yaşayan bölge, bu kararla daha ciddi bir ulaşım sorunu ile karşı karşıya
kalacaktır. Ankara’nın önemli koridorlarından birini oluşturan İmrahor Vadisinin bitişiğinde yer alan
bahse konu alanın yoğun konut alanı şeklinde planlanması suretiyle açık ve yeşil alan olarak korun-
ması ilkesi ihlal edilmektedir. İmrahor Vadisi, Ankara Metropoliten Alanı’nda yapılaşmadan korunabil-
miş, elde kalan tek vadidir. Kentsel yeşil alan düzenlemeleri ve yeşil aks açısından, Ankara’nın belki de
son şansı olan bu vadinin de yapılan bu planlama ile bir bölümü doğal yapısını kaybedecek olup halen
davaları devam eden bir alanda yukarıda belirtilen olumsuzlukları barındıran söz konusu Güneypark
Kentsel Dönüşüm Projesi uygulaması bu haliyle idaremiz tarafından uygun bulunmamaktadır.”
132
Sorunları bu kadar açık olan bir bölgeyi yoğun bir konut alanına dönüştürmek, ardışık mah-
keme kararlarını dikkate almadan, plan değişikliği yapma yetkisini 1/25000 ölçekten başlayarak
alt ölçeklere indirerek amaca matuf bir sonuca, her ne olursa olsun ulaşmaya çalışmak dikkate
değerdir. Bu örnek, dönüşüm ile murat edilen sonuçların neliği açısından dikkatle değerlendiril-
mek zorundadır. Ortak aklın bilimsel öğelerini yok sayarak, “ben yaptım, oldu” mantığıyla kente
nasıl bir değer kazandırılacağı, var olan sorunların ne şekilde çözülebileceği tamamen muğlaktır.
Ancak çok açık olan tek bir husus vardır ki bu alanda imalat yapacak inşaat firması çok yüksek
değerlerle maket üzerinden satışlarını yapmaktadır. Yüz binlerce liradan başlayıp milyonlara varan
tutarlara ulaşan satış bedelleri kentsel dönüşümdeki “bereketin” göstergesidir. Ortalama olarak
41.000 insanın yaşayacağı bu alanın kente tek bir aks üzerinden bağlanması, bu insanların her gün
dörtte birinin trafiğe çıkacağı varsayıldığında, bu da yaklaşık 10.000 insan ve iki kişinin bir araca
bindiği kabul edilirse 5.000 aracın trafiğe eklenmesi demektir. Oysa mevcut aks, şu an bile trafiği
kaldıramamaktadır. Böylesi bir ek yükün inanılmaz bir yoğunluk yaratacağı ortadadır. Bu durumun
master ulaşım planlarıyla ilişkilendirilip ilişkilendirilmediği, böylesi bir projeksiyonun yapılıp yapıl-
madığı belli değildir. Zaten içinden çıkılmaz bir trafiğe sahip olan, pik saatlerde en yakın mesafe-
lerin bile aşılmasının saatleri bulduğu Ankara, tek bir kentsel dönüşüm alanından kente akacak bu
yoğun insan ve araç trafiğini nasıl kaldıracaktır, bilinmemektedir. (Ek-3)
Sadece bu örnekler dikkate alındığında bile, hiç abartmadan denilebilir ki kentsel dönüşümde
yaşanan süreç bir rant çıldırısına dönüşmüştür. Elbet ki kentlerimizin gerek deprem güvenliği, ge-
rekse yığın niteliğinden kurtarılarak yaşanabilir yerleşim alanlarına dönüştürülmesi kaçınılmazdır.
Bu olguyu reddetmek olanaklı değildir. Ancak yöntemin neliği, yasaların ve uygulamanın realizas-
yonu, bilimsel ve etkileşimli çalışmaları zorunlu kılmalıdır. Belki de en başta sosyal psikologların
içerisinde yer alacağı ortak komisyonların uzun çalışmalar sonrasında bulabileceği yöntemlerle,
ortak ve bilimsel aklı öne çıkarak, insanların barınma ve yerleşme haklarına saygı duyarak, kimseyi
mahallesinden vs. sürgün etmeden optimum çözümlerin bulunması ve uygulamaların yapılması
gerekir. Ancak bırakın sosyal psikologları, az önce andığımız örnekte olduğu gibi trafik planla-
masının bile yapılıp yapılmadığı, bir projeksiyonun ve modellemenin olup olmadığı muğlaktır.
Böylesi uygulamaların sonucunda kentlerin en büyük emlakcıları Büyükşehir Belediyeleri olacak,
ellerindeki yapı stoklarıyla çok büyük rantlara hükmedeceklerdir. Çünkü bu gelirlerin nasıl kul-
lanılacağına, kamu yararının gözetilip gözetilmeyeceğine dair en küçük bir düzenleme yoktur.
Metaforik olarak aklı olmayan, kalbi hiç olmayan, organik ve kültürel bütünlüğü umursanmamış
kentlerimiz, birçok “af yasaları”ndan sonra, yeniden majör bir mutasyona uğratılmaktadır. 5393
sayılı yasanın 73.maddesindeki değişiklikle temellendirilen, sonrasında 6306 sayılı yasayla realize
edilen bu dönüşüm, belki de Cumhuriyet Tarihindeki en büyük rant yaratma ve paylaşma çabası-
dır. Özellikle 6306 sayılı yasa bütün maddeleriyle mutlak bir hükümranlık yasası niteliğinde olup
yapılacak düzenlemelerde yargı yolu bile kısıtlanmış, dava açsanız bile yürütmeyi durdurma kararı
verilemeyeceği yasa maddelerinde yer almıştır.
(6306 sayılı yasa 6.madde, 9.bap) İstanbul’da Sulukule Kültürünü umursamadan, o kültürü
yaratan insanları beton küplere gömen yaklaşım, hiçbir yapılaşmanın olmadığı, rekreasyon alanı
olarak kente nefes aldıracak alanları yoğun konut alanlarına dönüştürerek, lüks konutlar yaratarak
elde edilecek devasa rantların nereye ve nasıl kullanılacağının usul ve işlemlerinin belirlenme-
diği bir muğlaklık içerisinde, mevcut sorunları nasıl çözecektir belli değildir. Gerçekten kentsel
dönüşüme acilen gereksinim duyan, Ankara için Altındağ İlçesi Hıdırlık Tepe, Atıfbey vb. alanlarda
ivedilikle çalışılması gerekirken, önceliklerin lüks konut üretimine verilmesi yasanın ve ulaşılmak
istenilen sonuçların öncül(apriori) göstergeleri sayılabilir. Esasen çok büyük ve temel bir yanlış
yapılmaktadır: Geçmişte yapılan bu sorunlu yapıların, kaçak ve bilimsel akıldan uzak “sözde plan-
133
larla” gerçekleştirilen yapılaşmanın niyesi ve niçini çözümlenmedikçe, olumlu bir sonuca ulaş-
mak bizce olanaklı değildir. Yakın tarihlerde çeşitli illerde törenlerle başlayan kentsel dönüşüm
yıkımlarında öncelikle kamu binalarının yıkılması bile üzerinde durulması gereken bir olgudur.
Bu binaları yapan, kamu adına yetki sahibi olan hiç kimseye, bu binaların neden bu halde olduğu
sorulmamakta, herhangi bir sorumlu aranmamaktadır. Bir panayır çangılında “hadi yıkalım, ye-
niden yapalım” paranoyasıdır yaşanan. İhale usulsüzlüklerini ortaya koymadan, rüşvet çarkının
dişlilerine dokunmadan, kamu adına ve kamunun gücünü kullanarak kişisel çıkar elde edenleri
ifşa etmeden, bu şekilde elde edilmiş varlıklara el koymadan bütün ülkeyi yıkıp yeniden yapsanız
ne değişir ki? Yine aynı düzen, ayni dişliler çalışır ve kentsel dönüşümün rant çılgınlığı içerisinde
herkes daha çok, çok daha fazla “para” kazanmaya çalışır. Bu nasıl bir aymazlıktır ki kentlerin bu-
gün içinde bulunduğu olumsuzlukların sebebi ve sorumlusu olanlar irdelenmeden, kusurlu ve
suçu olanlar tespit edilmeden bir “yıkalım, yapalım” paranoyası yaşanmaktadır. Bu durum mut-
lak bir akıl tutulması değilse nedir? Böylesi bir akıl tutulmasından nasıl olur da olumlu sonuçlar
beklenebilir? Aydınlanmanın eleştirisini yapan filozoar, aydınlanmanın diyalektiğini sorgulayıp
akıl tutulmasının niteliklerini tespit etmeye ve sonrasında yeni olanı ifadeye çalışırken, bu tarihsel
momentte kentleri dönüştürecek olanların hangi araçları ve yöntemleri kullanarak, akıl tutulması-
nın görkemli örneklerini var edişlerini izlemek dehşet vericidir. Kentsel dönüşümü irdeleyenlerin,
farklı bir öneri ortaya koyanların, belki de karşı çıkmaya çalışanların ilgili bakan tarafından “ha-
inlikle” itham edilmiş olması da bir başka vakıadır. Böylesi bir iklimde düşüncenin kendini ifade
edebilmesi, farklılıklardan ve farklı savlardan ortak bir akıl yaratabilme iradesi, hepsinden önemlisi
hep yok sayılan, popülarite ve ranta kurban edilen “bilimsel aklı”, etkin ve işlevsel bir şekilde ya-
saların, planlamanın ve imalatın merkezine koymaya çalışmak abesle iştigal, handiyse bir delilik
olsa gerektir. Değirmenlerle savaşmaya çalışan Don Kişot’un kederi ve yalnızlığı çökmüştür ülke-
mizin üstüne. Düşünen ve düşünce üreterek, savlar ileri süren herkes, bu kederin ve yalnızlığın
içerisinde, mutlak olarak otoriter bir yaklaşımın dönüştüreceği kentlerimizi izlemeye mahkumdur.
Yazımızın başındaki alıntıları anımsarsak, yanlış bir hayatın doğru yaşanamayacağını haykırmamız
ve duymayan kulaklara duyurmamız gerekir. Ayrıca sadece sonuca odaklanmış, süreci “pas” geçen
ya da otoriter tavrıyla süreci, katılımı, paydaşlığı yok sayan, bastıranların, en azından Hegel’e bir
yanıt verme zorunlulukları olduğunu anımsatmak isteriz.
Şimdi, tam da bu noktada çuvaldızı Teknik Elemanlara batırmanın ve “hakikate hizmet et-
menin” zamanı gelmiştir. Buraya kadar dile getirdiğimiz bütün sorunlarla ilgili olarak, uygulayıcı
olan meslek erbaplarının da acımasız bir öz eleştiri vermesi zorunludur. Çünkü bütün bu binaları,
planları, mimariyi, ulaşımı vs. üretenler, realize edenler Teknik Elemanlar’dır. Çeşitli meslek grup-
larından olan teknik elemanlar var edilen her şeyden sorumludurlar. Ancak bütün bu imarlaşma
sürecinde sadece “uygulayıcı bir figür” olan Teknik Elemanların, buyurulanı uygulamaktan ve rant
pastasından pay kapma telaşından başka bir işlevi olamamıştır. Yakın tarihli depremlerde binlerce
ev yıkılıp, on binlerce insan ölürken bu evleri yapan, kontrol eden, onay veren hiçbir teknik eleman
ceza almamış, ilgili mühendis odalarından ihraç edilmemiştir. Aynı durum Kentsel Dönüşümde
yıkılacak binalar ve alanlar içinde geçerlidir. Bu binaları üretenlerin, planlayanların, betonunu dö-
kenlerin, temel vizesini yapanların, ruhsatlarını verenlerin ya da kaçak olarak yapılmasına karşı
çıkmayan, üstelik o kaçak yapılara elektrik, su gibi hizmetleri götüren bürokratların ve teknik ele-
manların belirlenmesi, ilgili odaların onur kurullarına verilmesi ve kamuoyuna ifşa edilmesi gerek-
lidir!... Bu gerek yerine getirilmedikçe popüler siyasetin, çoğunlukla bilimsel aklı yok sayan, yasa
düzenlemelerini sorgusuzca uygulayan pratisyenlerin vebali çok daha büyük olacaktır. Plancılar
buyurulanı planlamaktan, haritacılar o planları uygulamaktan, mimarlar beton kutucuklar yarat-
maktan imtina etmemiştir. Bir kurgu ve analoji yapalım şimdi: Diyelim ki, olmaz ya, bir yasal düzen-
134
leme yapılsa ve doktorlara talimat verilerek, kardiyoloji ameliyatlarında koroner damarlara dikiş
atılmayacağına dair bir yasa hükmü getirilse, Hipokrat Yemini etmiş hangi doktor böyle bir hükmü
kabul edebilir ve ameliyat ettiği hastaların damarlarını dikmeden, hepsini ölüme mahkum edebi-
lir? Elbet ki hiçbir doktorun böyle bir şeyi yapması beklenemez. Ama ne yazık ki teknik elemanlar,
kentlerin kalplerini, damarlarını, akciğerlerini, bedenini parçalayan, ölümüne neden olan planları,
projeleri uygulamaktan imtina etmemişler, aksine daha çok uygulama ve daha çok Pazar Payı, rant
elde etmek için uğraşmışlardır. Bu beton yığını ve yaşanamaz kentlere baktıkça, hangi plancının,
mimarın, inşaatçının, haritacının, eğer birazcık vicdan ve meslek etiği varsa, yüreği parçalanmaz?
“Biz sadece uyguladık, kararları başkası verdi.” demenin, anlamı ve mantığı var mıdır? Elbet ki yoktur
ve hiçbir akla uydurma çabası, ne teknik elemanların ne de mühendis odalarının bu sorumlulu-
ğunu ortadan kaldıramaz. Eğer bir vebal varsa ve bu vebal öncelikle yasa koyucuların, popülarite
ve ranta prim verenlerin ise, aynı vebal ayrımsız olarak uygulamayı yapan teknik elemanlarında
boynuna asılmış olsa gerektir. Bilimsel akıl, mesleki etik vb. kavramlar, bu akıl tutulması ve piyasa-
nın kadim koşulları içerisinde yok sayılmıştır. Şimdi kentsel dönüşüm adı altında gerçekleştirilecek
“yıkalım, yapalım” paranoyasından Pazar Payı ve Rant elde etmenin ince hesaplarını planlayanlar,
para’nın tek değer olduğu kapitalist dizgeye koşulsuz biat etmiş kullardan başka nasıl sıfatlan-
dırılabilir ki? Rant elde etme hırsı, siyasi erkle teknik uygulayıcıları ortak eksende buluşturmuş
ve içinden çıkılmaz imarlı cehennemler yaratılmıştır. Oysa şimdi, bu cehennemler dönüştürülerek
cennetler yaratılacağı vaat edilmektedir!.. Özellikle büyük kentlerde yapılması düşünülen kentsel
dönüşümlerin büyük çoğunluğu rant yaratma projeleridir. Bu sempozyum bilimsel aklı yok sayan,
popülariteye her şeyi kurban edenlerin ve rant elde etmenin dışında herhangi bir değer yargısına
sahip olamayan teknik elemanların da akıl tutulmasını çok boyutlu olarak tartışmalıdır. Yaratılan
“yıkalım, yapalım” paranoyasından ve imalattan kaynaklanacak ranttan pay kapma hissiyatından
kurtulmak zorunludur. Kapitalist bir dünyada her şey paraya tahvil edilebilirse de bu yönseme-
ye karşı çıkacak mühendisler, mimarlar, plancılar vb. meslek erbapları, meslek odaları olmalıdır.
Kentsel dönüşümün neye hizmet ettiği, mesleki disiplinlerin ve elbet ki harita mühendislerinin bu
süreçteki işlevleri irdelenmelidir. Belki de ihtiyaç duyulan tek şey Spartakist bir reddiyedir. Çünkü
gerçekliğe müdahil olamayanlar ve değiştiremeyenler, statükoya uyum sağlarlar ve dönüşürler.
Bu dönüşüm ve uyum ise bilimin, mesleğin, etik her türlü değerin dışında piyasanın kapitalist ru-
huna içkin bir olgudur. Ancak, akıl tutulmasından kurtularak, teknik elemanların varlık bilinçlerini
yeniden tanımlamaları için bu rant çılgınlığı ve dönüşüm süreci, bir olanak olarak da değerlendiri-
lebilir. Elbet ki böylesi bir değerlendirmeyi murat eden meslek erbapları kendilerini görünür kılar,
kaybedilecek ihalelerin ve rantın hesabını tutmaz ve taleplerini yüksek sesle, meslek odalarını da
“ikna” ederek ve güç birliği yaparak, her türlü platformda ifade ederlerse. Mikhail Aleksandroviç
Bakunin, “yıkmak, yaratıcı bir dürtüdür!” demişti, uzun yıllar önce. Şimdi teknik elemanların ve ilgili
mühendis odalarının yıkımlar yapılırken bu yaratıcı dürtüyü öne çıkarmaları, bilimsel akla aykırı,
paylaşımcı ve katılımcı olmayan, totaliter ve piyasanın kapitalist ruhuna biat etmiş projelere karşı
çıkmaları gerekmektedir. Hatta bu karşı çıkış, mezuniyet törenlerinde “usulen” okunan mühendis-
lik yeminlerinin ve varlık bilinçlerinin doğal bir sonucu olmalıdır!.. Teknik Elemanların, TMMOB ve
bağlı meslek odalarının ortak bir irade ve akıl yaratarak, “yapmıyorum, uygulamıyorum, projelen-
dirmiyorum vs.” diyerek, hayata ve mesleklerine yaratıcı ve yürekli bir fasıl ve Spartaküs’e selam
gönderen özgürlükçü bir reddiye eklemelerinin zamanıdır. Bu kez de yapılmazsa, her şey için çok
geç olacağı kesindir. Ülkemiz, bu reddiyeyi gerçekleştirebilecek cesaret ve mücadele yeteneğine
sahip mühendislerini, mimarlarını, plancılarını görmeyi istemektedir. Kapitalizmin ve rant çılgın-
lığına kapılmışların yüzlerine hakikati haykırmanın vakti gelmiştir. İşte o vakit, tam da bugün, bu
an’dır!..
135
EK-1
136
EK-2
137
138
NASREDDİN HOCAKENTSEL DÖNÜŞÜM ve GELİŞİM PROJESİ’NİNANKARA KENT YERLEŞKESİNDEKİ KONUMU
NASREDDİN HOCAKENTSEL DÖNÜŞÜM ve GELİŞİM PROJE ALANININ
UYDU FOTOĞRAFI
EK-2A
139
EK-2B
140
EK-2C
141
EK-2D
142
EK-3
143
EK-3A
144
MÜHYE GÜNEYPARK KENTSEL DÖNÜŞÜM ve GELİŞİM PROJESİ’NİN ANKARA KENT YERLEŞKESİNDEKİ KONUMU
MÜHYE GÜNEYPARK KENTSEL DÖNÜŞÜM ve GELİŞİM PROJESİ’NİN ALAN FOTOĞRAFI
EK-3B
145
EK-3C
146
EK-3D
147
Oturum Yürütücüsü - Sayın Aydın’a teşekkür ediyorum. Tabi bir önermede de bulundu bu
arada meslektaşlarımıza. Ne kadar gerçekleşmesi olası düşünmek lazım. Olumsuz uygulamaların
ben yapmıyorum deme noktasına getirdi. Meslektaşların yaşam koşulları içerisinde bunu aşabil-
me güçleri var mı onu tartışmak gerekiyor.
Evet sayın Köktürk arkadaşlar süreyi çok iyi kullandıkları için size baya bir zaman kaldı. Yarım
saat süre kullanabilirsiniz. Buyrun.
TÜRKİYE’DE KENTSEL DÖNÜŞÜMÜ KISITLAYAN/ZORLAŞTIRAN ETKENLER
Dr. Erdal Köktürk
Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası Üyesi
Beykoz Belediyesi 1994-2000 Dönemi Başkan Yardımcısı
Özet
Türkiye neden “kentsel dönüşüm”ü tartışıyor? Kentsel dönüşüm, neden birden bire Türkiye’nin
bir numaralı gündem maddesi haline geldi? Kentsel dönüşümü nasıl okumalı ve anlamalıyız?
Türkiye’de kentsel dönüşümü zorunlu kılan nedenler nelerdir? Kentsel dönüşüm ile ne amaçlan-
maktadır?
Bu soruları artırabiliriz.
Ancak, bu ve benzeri soruları önyargısız ve gerçekçi bir şekilde yanıtlamadan doğrulara ulaşa-
mayız. Kentsel dönüşümü gerektiren, kentsel dönüşüme yol açan sebepleri araştırmadan, kentsel
dönüşümün arkasındaki gerçekleri ortaya çıkarmadan, olayların ardındaki gerçekleri bulup halka
anlatmadan, onlarla tartışarak uzlaşma yolları aramadan yanlışlardan kurtulamayız. Son zaman-
larda kentsel dönüşümden en çok etkilenecek olan halkı ikna edecek, onların bu süreçten hiç bir
zarar görmeden kurtulacakları bir yaklaşım yerine, onları tehdit edercesine çıkarılan kentsel dönü-
şüm mevzuatı ile kafaların olabildiğince karıştırılması için adeta büyük çabalar harcanmaktadır. Bu
duruma son vermek ve tüm belirsizlikleri ortadan kaldırmak gerekmektedir.
Türkiye’de sorunların giderek artmasının önemli nedenlerinden biri, hiçbir soruna kalıcı çö-
züm üretilememesidir. Çünkü, Türkiye’de “NEDEN”ler değil, yalnızca “SONUÇ”lar tartışılmaktadır!
Türkiye’de, bir soruna yol açan sebep ayrıntılı bir şekilde araştırılmadan, tartışılmadan, ortadan
kaldırılmadan, yalnızca sonuçlar irdelenerek hedefe ulaşılabileceği sanılmaktadır. Türkiye’de kent-
sel dönüşüm için de benzer bir durum söz konusudur...
Türkiye’de, “kentsel dönüşüm” “kentsel yenileme” ve/veya “riskli alan” denildiğinde; 6306 sayılı
Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Yasa, 5393 sayılı Belediye Yasası (m. 73),
5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak
Kullanılması Hakkında Yasa, 5104 sayılı Kuzey Ankara Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi Yasası, 775
sayılı Gecekondu Yasası, 2981-3290-3366 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara
Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında
Yasa, 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu, 644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Gö-
revleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname olmak üzere 8 farklı düzenleme akla gelmektedir.
148
Yukarıda belirtilen yasalar; amaç, kapsam, yetki, imar planları, kamu taşınmazlarının edinilmesi,
değerlemenin yasal dayanakları, fiili durumun tespiti, hak sahiplerinin belirlenmesi, dağıtım öl-
çütleri gibi pek çok açıdan irdelendiklerinde aralarında çelişkilerin,tutarsızlıkların, eksikliklerin
bulunduğu görülmektedir.
Bir konunun bu kadar çok yasa ile düzenlenmesi uygulamada da çeşitli karmaşalara sebep
olmaktadır. Yetkinin yerel yönetimler yerine Bakanlar Kurulunda ve yanı sıra Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’nda toplanması da uygulamayı güçleştiren etkenler arasındadır.
Bildiride, kentsel dönüşüm ile ilgili yukarıda belirtilen etkenlerin yasa-uygulama bütünlüğü
içinde gözetilmemesinin yarattığı sorunlar incelenmektedir. Bunların bir sonucu olarak, Türkiye’de
“Kentsel Dönüşüm”ü veya “Kentsel Yenileme”yi “Kısıtlayan/Zorlaştıran Etkenler” açıklanmakta ve
kentsel dönüşümün arkasındaki gerçekler tartışılmaktadır.
Anahtar Terimler: Kentsel dönüşüm, Hukuksal boyut, Planlama, Kentsel dönüşümü zorlaştıran
etkenler
1- KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN AMACI
16.05.2012 tarihli ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Ka-
nun Türkiye tarihinin en köktenci ve kapsama alanı en büyük yasası olarak tarihe geçti. Yasanın
TBMM’de yasalaşmasının ardından konuşan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’a göre,
“...Türkiye’de 20 milyona yaklaşan konut stokunun yüzde 40’a yakınının (8 milyon konutun) elden
geçmesi gerekiyor...” 1. Yasanın “Genel Gerekçe”sinde, “...Ülkemizin bazı yerleri ve buralardaki yerle-
şim merkezleri halen çok yüksek deprem riski altındadır. Örneğin, İstanbul’un yakın bir zaman içinde
çok şiddetli bir depremle karşı karşıya kalacağı, bu hususta ihtisas sahibi bilim adamlarınca ifade edil-
mektedir...” denilmekte ve düzenlemelerin 7269 sayılı Umumi Hayata Müesir Afetler Dolayısiyle
Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun dayanak gösterilerek gerçekleştirildiği anla-
şılmaktadır.
Genel gerekçede, 7269 sayılı Yasadaki “kanuni mecburiyet” esası yerine, “gönüllülük” esası-
nın getirildiği belirtilmekle beraber; yasada öngörülen sürece uymayanların yapılarının Bakanlık
ve idarece yıktırılması, karşı çıkanların paylarının kamulaştırılması, riskli alanlar ile riskli yapıların
tahliye ve tasfiyesinde re’sen işlem yapılması, zorlama ve baskı yöntemlerinin uygulanması öngö-
rülmektedir. Bu duruma, kentsel dönüşümü bir görev olarak kabul eden ve halen yürürlükte olan
8 ayrı yasada da rastlanmaktadır. Bir konunun, aralarında yeterli ve gerekli ilişkilerin kurulmadığı,
bu kadar çok yasa ile ve birbirinden farklı kurallarla çözülmesi Avrupa ve Dünyadaki örnekler göz
önünde bulundurulduğunda dikkat çekicidir.
Türkiye’de kentsel dönüşüm aşağıdaki yasalar çerçevesinde değerlendirilmektedir;
1. 644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname
2. 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu,
3. 5393 sayılı Belediye Yasası (m. 73),
4. 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Yasa,
149
1
5. 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatı-
larak Kullanılması Hakkında Yasa,
6. 5104 sayılı Kuzey Ankara Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi Yasası,
7. 775 sayılı Gecekondu Yasası,
8. 2981-3290-3366 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İş-
lemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Yasa,
Yukarıdaki yasalar birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye’de kentsel dönüşümün Avrupadan
farklı bir şekilde ele alındığını görülmektedir. En büyük farklılık, Türkiye’de kentsel dönüşümün,
yapısal bir sorunun dışa yansıması olduğu gerçeğidir. Türkiye’nin kentsel dönüşümü tartışması,
ne yazık ki, yıllardır izlenen yanlış ve yetersiz imar ve yapı denetimi sisteminin bir ürünü ve sonu-
cudur.
Türkiye’de 1948 yılından başlayarak günümüze kadar 20’yi aşkın “imar aı” yasası çıkarılmıştır.
Bunun sebebi, devletin imar ve yapı denetiminde bir düzen ve bir disiplin sağlayamamasıdır.
Sorunun çözümü için kabul edilen önlemlerin hepsi, yukarıdan aşağıya doğru, tepeden inme
yöntemlerdir. Gelir dağılımı bozukluğu, ekonomik istikrarsızlık, nüfus artışı, iç göç sorunu ağırlaş-
tırmıştır. Sorunu daha da ağırlaştıran pek çok sebep vardır;
2.
Kentsel alanlarda yasa dışı rantın çekiciliği, gelir yetersizliği nedeniyle barınma sorununu ucuz
yoldan giderme arayışları da imara aykırı yapılaşmayı körüklemiştir. Sözü edilen nedenler yok edil-
meden, ortadan kaldırılmadan, kentsel dönüşüm sürekli olarak gündemde tutulacaktır.
Ayrıca, gerek devletin ve gerekse yerel yönetimlerin (özellikle belediyelerin) başarısız arsa,
planlama, imar ve konut politikaları da bireylerin, barınma sorunlarını tek başlarına çözmelerine
olanak vermemiştir. Türkiye’deki yapıların %80’inin imar yönünden yasal izinleri bulunmamakta-
dır. Bu yapılar, 634 sayılı Kat Mülkiyeti Yasası ve tapu sicilinde kayıtlı değildir. Bu yapılar kendi
içinde türdeş de değildirler. İmara aykırı yapıların pek çok türü vardır (Çizelge-1) 3.
150
2
-
-
Çizelge 1: İmara Aykırı Yapı Türleri
Örneğin, yapıların yapı ruhsatı dahil hiç bir izinleri yoksa çizelge-1’de belirtilen 6 ayrı türde
olabilecekleri gibi, yapı ruhsatları olsa bile;
1. 2 yıl içinde inşaata başlanması ve 5 yılda bitirilmesi gerekirken bu koşula uyulmadığı ve
ruhsat yenilemesi de yapılmadığından ruhsatsız hale gelmiş olabilirler.
2. Yapı ruhsatına sahip yapının 5. Yıl içinde başvurularak ruhsatı yenilenmiş, bir diğer deyişle
yapı ruhsatı bir beş yıl daha uzatılmış olabilir.
3. Yapı, ruhsat ve eki projesine uygun inşa edilerek, yapı kullanma izni almış olabilir. Yapı kul-
lanma izni almış yapılarda da yapı ruhsatı ve eki projesine aykırılıklar olabilir.
Bilindiği üzere;
“Yapı ruhsatı” alındığında tapuda “kat irtifakı” kurulmakta,
“Yapı kullanma izni” alındığında tapuda “kat mülkiyeti” kurulmaktadır.
Bu durumda, yapı ruhsatı olup kat irtifaklı olabilecekleri gibi, yapı ruhsatı ve eki projesine
aykırılıkları bulunduğundan (örneğin, kat fazlası, zeminde fazla alana sahip olması ve benzeri)
yapı kullanma izin belgesi alamayanlar da olabilir. Veya yapı ruhsatı ve eki projesine uygun inşa
edildikten sonra yapı kullanma izni almış da olabilirler veya bu izinleri olsa bile zamanla projeye
aykırı eklentiler yapılmış veya projede öngörüldüğünden farklı bir şekilde kullanılıyor olabilirler.
Bu durumlar, Türkiye’deki yapı stokunun birbirinden farklı özelliklerini ve var olan karmaşayı yan-
sıtmaktadır.
Türkiye’de kentsel dönüşüme tabi tutulacak yapıların ağırlıklı olarak ruhsatsız ve/veya ruhsat
ve eklerine aykırı inşa edilmiş yapılar ve/veya bu yapıların bulunduğu alanlar olduğu dikkate alın-
dığında, imara aykırı yapı sorununu yaşamayan Avrupa ve Amerika’daki kentsel dönüşüm ile Tür-
kiye’deki kentsel dönüşüm arasında önemli sistem farklılıkları bulunduğu söylenebilir. Bu yüzden,
Batı Avrupa ve özellikle de İngiltere deneyiminin Türkiye’deki kentsel dönüşüm üzerindeki etkisi
151
İMARA AYKIRI YAPILAR
Kamu Taşınmazları Üzerinde
Gecekondular RuhsatsızKamu Binaları
İzin, İrtifak,TahsisKararlarınaAykırı Özel ve Tüzel KişilereAit Yapılar
Özel Mülkiyete Konu Taşınmazlar Üzerinde
Kendi ParseliÜzerinde
Ruhsat veEklerine
AykırıYapılar
Ruhsat veEklerineAykırılığı
GiderebilecekYapılar
Başkasına Ait Parseli
Üzerinde
RuhsatAlınmadan
YapılanYapılar
konusunda ve ele alış biçimleriyle farklı yansıtıldığı ve değerlendirildikleri belirtilmektedir 4.
Kentsel dönüşüm, gelişmiş ülkelerde, kent içinde kalan sanayi, liman, tersane, depolama gibi
tesislerin başka alanlara aktarılmasıyla boşalan yerlerde, yıpranan, eskiyen ve kullanılamayacak
hale gelen ve değerini yitiren konut alanları yanı sıra tarihi dokuların bulunduğu yerlerin yeniden
canlandırılmasının bir sonucu ve bir çözüm yolu olarak ortaya atılmıştır. Özellikle Avrupa’da, 2.
Dünya Savaşının ardından, yıkılan ve bozulan mekanları onarmanın veya yeniden inşa etmenin
bir yolu ve yanı sıra, eskimiş, çöküntüye uğramış, değer yitirmiş yerleşim alanlarının iyileştirilmesi,
sağlıklaştırılması ve yeniden canlandırılması ile gündeme gelmiştir. Oysa, Türkiye’deki kentsel dö-
nüşüm öncelikle imar mevzuatına aykırı yapıların afet riski nedeniyle tasfiyesini amaçlamaktadır.
Türkiye ile Avrupa ve Amerika arasında kentsel dönüşüm konusunda yaklaşım ve değerlendirme
farklılıkları vardır.
Bilindiği üzere taşınmaz hukuku ve tapu sicilinde kat irtifakı, 634 sayılı Kat Mülkiyeti
Kanunu’nda düzenlenmiş kendine özgü bir kurumdur. Kat irtifakı, taşınmaz üzerinde yapı yapılın-
caya veya yapı tamamlandıktan sonra da kat mülkiyetine çevrilinceye kadar süren geçici bir irtifak
türüdür. Kat mülkiyetine geçiş için bir ön kurum olan kat irtifakı, anayapının yapılmasını sağlama-
ya yöneliktir 5. Bir yapının kat irtifaklı olması, mülkiyet sorununun çözüldüğü anlamına gelmeme-
lidir. Tersine, yapı tamamlanmadığı, bağımsız bölümler oluşmadığı ve kat mülkiyetine geçilmediği
sürece mülkiyet sorunu bulunduğundan her aşamanın dikkatle incelenmesi gerekmektedir. Buna
karşın, yapı ruhsatı alır almaz kat irtifakı kuranların yapılarını ruhsat ve eklerine uygun inşa etseler
bile yapı kullanma izni almadıkları ve tapu sicilinde kat mülkiyeti kurmadıkları görülmektedir. Bu
durum, imar ve tapu sicili arasında gerekli ilişkilerin kurulamamasının da bir nedenidir. Bu davra-
nışın temeli, kat irtifakı kurulduğunda her şeyin bitmiş olduğu anlayışa dayanmaktadır. Oysa, kat
irtifakı, bir yapının imarı ile ilgili her işlemin bittiği anlamına gelmemekte, tersine kat mülkiyetine
geçilmediği sürece, sorunlu bir yapının varlığına işaret etmektedir.
Bu nedenlerle, Türkiye, büyük bir yasadışı ve kaçak yapı stoku ile karşı karşıyadır. Bu durum,
bazı siyasetçileri “kentsel dönüşümü” araç olarak kendi siyaset anlayışları için kullanmalarına se-
bep olmaktadır. Oysa, siyasetçiler bakımından, bu duruma son vermek için ilk başta yapılması
gereken düzenleme, hemen ve alelacele bir kentsel dönüşüm mevzuatı yaratmak değil, tersine
bir daha böyle bir durumun ortaya çıkmasına izin vermeyecek şekilde başta imar olmak üzere her
alanda reform çalışmalarının başlatılması olmal�