Upload
others
View
6
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
AydınlıkBU SAYIDA
38KİTAP
TANITILIYOR
1 Şubat 2013 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 49
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
KITAP.
Toplam: 1634
Mutluluğu yaşayanyazar
Metin Altıok’tankalanlar
Sevginin absürt yanıüzerine
Boom’un delikanlıları:Marquez ve Llosa
Foto
ğraf
: Kad
ir İn
cesu
Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları
Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları
Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları
Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları
Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları
Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları
Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları
Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları
Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları
Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları
Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları
İsmet
Kür
SUBAT TATiLiNE ÖZEL
ÇOCUK SAYFALARI
,
1 �UBAT 2013 CUMA 3Aydınlık KİTAP
Geçtiğimiz hafta öğrenciler ara karnelerini aldı. Tatile girmenin
sevinciyle sokaklara atmak isterlerdi kendilerini ama soğuk kış
buna izin verir mi hiç! Artık evde vakit geçirmenin ağına düşmüş
bulunuyorlar. Bu durum, kitap okumayı seven öğrenciler açısından
pek sorun doğurmasa da kitaba ısnamamış olanlar için bir ce-
hennem azabına dönüştü. Gerçi artık bilgisayar önemli bir kur-
tarıcı çocuklar için. Nitekim biz de tatile yeni giren öğrencilerin
ilk haftalarını diledikleri gibi geçirmelerini, aylarca okullarda ya-
rış atı gibi koşturulan beyinlerinin biraz dinlenebilmesi için ilk haf-
ta çocuk sayfamıza yüklenmek istemedik. Ama artık tatilin ilk haf-
tası bitmek üzere ve kitap okumadan geçirilen bir tatil tatil de-
ğildir. O nedenle bizler de bu sayıda çocuklarımıza tatilde oku-
yacakları kitaplar sunduk.
� � �
Kapağımıza ise Türkiye'nin belleğinde iz bırakan isimlerden
biri olan ve geçen hafta 97 yaşında kaybettiğimiz Cumhuriyet ay-
dını İsmet Kür'ü taşıdık. Onun hayatını ve kişiliğini siz değerli okur-
larımıza anlatmaya çalıştık. Bir asra dayanan bir yaşamı iki say-
faya sığdırmak elbette pek mümkün değil ama İsmet Kür yaşar-
ken yaşamını kendi kalemine dökmüş bir isim. Anı kitaplarını oku-
manızı ve bu mavi saçlı kadını daha iyi tanımanızı dileriz. Dö-
neminin siyasal ve toplumsal olaylarını kitaplarında tüm çıp-
laklığıyla anlatan ve bir bellek oluşturan İsmet Kür'ün çocuk ve
gençlik edebiyatına yaptığı katkıları da vurgulamak gerekiyor. Ay-
dınlık Kitap olarak ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyoruz...
İÇİNDEKİLER SUNU
Haftanın Portresi: Mary Shelley s. 4
Metin Altıok’tan kalanlar s. 6
Yola düşüren öyküler s. 7
İsimsiz sevgili s. 8
Sevginin absürt yanı üzerine s. 9
Ağızlarda gevelenen gerçek s. 10
Boom'un delikanlıları: Marquez ve Llosa s. 11
Kapak: İsmet Kür’ün ardından s. 12
Nâzım Hikmet bunu da yapmış! s. 14
Çocuk Kitap s. 15-16
Çocuk-Yeni Çıkanlar s. 17
Yeni Çıkanlar s. 18-19
Tasavvuf ve Postmodernizm s. 20
s. 21
Alıntı Test-Bulmaca s. 22
Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34
Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04
Faks: 0212 252 51 22
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.
adına sahibi:Mehmet Sabuncu
Genel Yayın Yönetmeni:Serhan BollukSorumlu Müdür:
Mehmet Bozkurt
Genel Müdür Yardımcısı (Reklam):Saynur Okuroğlu
Müşteri Temsilcisi (Reklam):Kamile Karakadılar
Aydınlık
KITAP.
Sayfa Sekreteri: Ebru Baysan
Editör: Pınar Akkoç
Yazıişleri: İrem Halıç, Deniz Antepoğlu, Cenk Özdağ
Yazıişleri Müdürü: Damla Yazıcı
Bu kitapları okumaktansa hapis yatmak daha iyidir
1 �UBAT 2013 CUMA4 Aydınlık KİTAP
Cumhuriyetle yaşıt bir isim Hıfzı Topuz.
Türk basın tarihinin duayeni…
1923 doğumlu Topuz. 90 yaşında, her anı
dolu dolu bir yaşam. Ve bu yaşamı bilinen
ve bilinmeyen yönleriyle anlatan bir nehir
söyleşisi kitabı geçti elime: “Ardından Yıl-
lar Geçti”. Remzi Kitabevi Yayın Koordi-
natörü Öner Ciravoğlu sormuş Hıfzı Topuz
anlatmış. Sayfaları çevirdikçe neredeyse
bir asrın akıp gittiğini duyumsuyor insan.
DOKSAN YIL; ÜÇ YA�AMİnsan ömrü yekpare midir? Ya da soruyu
şöyle soralım; doksan yıla kaç yaşam sığar?
“Ben doksan yıla üç yaşam sığdırdım. Bi-
rincisi çocukluğumdan 36 yaşına kadar uza-
nan gençlik ve gazetecilik dönemi. İkincisi
36 yaşından 60. yaşıma uzanan UNESCO
dönemi. Üçüncüsü de öğretim üyeliği ve bi-
yografik roman dönemi…” Böyle özetliyor
yaşamını Topuz.
Anılar, gözlemler, acı-
lar, unutulmayanlar, yarın-
lara bakış…
Neler yok ki kitapta? Ba-
zılarını aktaralım.
Cumhuriyetin 15. yıl kut-
lamalarına izci olarak gittik-
leri Ankara’daki bir heyeca-
nı ömrünce yaşamamış. “Bu
kez enayilik etmeyecektim.
Kolumu sevgilimin boynuna
doladıktan sonra dudaklarına
uzandım. Hiç şaşırmadı ve
kendini bana bıraktı. Gece yine bende uyku
yok. Olayı düşündükçe tir tir titriyordum. Ya-
şamım boyunca böyle bir heyecan anımsa-
mıyorum.”
Sonra yüksek lisans ve doktora için gi-
dilen Fransa’daki maceralar. Paris’teki ilk
gece bilmeden gidilen salaş bir randevu ote-
linde geçer.
Fransız şair Paul Eluard’ın 1952 Ka-
sım’ındaki cenaze törenine katılır arkadaş-
larıyla.
Vatandaşlıktan çıkarılan Avni Arbaş’ın
bunalımlar geçirmesine tanıklık eder.
Soğuk Savaş sonrası hareketli geçen
Paris sokakları…. Öyle günler yaşıyor ki Pa-
ris’te, dönüş için şu sözleri söylüyor: “Pa-
ris’ten ayrılmak bir sevgiliden ayrılmak gi-
biydi. Bitmemiş bir aşklı yarıda bırakmanın
hüznü içindeydim.”
VE UNUTULMAYANLAR“2005 yılında bir pazar günü dostum Ni-
yazi Öktem’le geleneksel alışverişimizi yap-
mış ve Esentepe’ye dönmüştük. Pazardan
enginar almıştım. Biz Niyazi ile terasta bi-
rer kadeh içki içtik. Nezihe mutfakta engi-
nar ayıklıyordu. Niyazi öğle yemeğine ka-
lamayacağını söyleyip çıktı. Ben mutfağa
döndüm. Bir de ne göreyim. Nezihe yerde
yatıyor. Çılgına döndüm, her şey bitmişti…”
Hayat arkadaşının gidişini bu sözlerle an-
latıyor Hıfzı Topuz. Okurken insanı bir hü-
zün buğusu sarıyor.
Başka kimler yok ki hatıralarda. Rasih
Nuri İleri, Sabahattin Ali, Mehmet Ali Ay-
bar, Aydın Boysan, Şahap Balcıoğlu, Ferruh
Doğan, Melih Cevdet Anday, Va-Nular, Or-
han Kemal, Abidin Dino, Fikret Mualla,
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Hasan Ali Yücel ve
daha nicesi…
“Nâzım’ı Bursa Cezaevi’nde
ziyaret ettikten sonra izlenimle-
rini aktaran Vala Nureddin’den
son şiirlerini dinlerdik. Ben bun-
ları not etmeye kalkınca: ‘Aman
Hıfzı, bunları sakın kimseye gös-
terme, çocuğun başına iş açılır’
diye sıkı sıkı öğütler verirdi. O
notlarımı hâlâ saklarım.”
Ve bir de Paris’teyken Or-
han Kemal’le mektuplaşma-
lar. Topuz, 28 Aralık 1960 ve 24
Şubat 1961, 13 Ekim 1967 ta-
rihli Orhan Kemal’den gelen üç mektuba yer
veriyor.
Evet, iyi ki bu mektupları saklamışsın
üstat. Bir de görevi yüzünden gerçekleş-
meyen ve içinde ukde olarak kalan TİP mil-
letvekilliği adaylığı. Ve daha nice anılar var
bu kitapta. Her şeye rağmen mutluluk,
iyimserlik ve umut diyen bir ustanın yaşa-
mından süzülen kareler var.
Hadi gelin son sözü Hıfzı Topuz’a bı-
rakalım… “Ben de Nâzım gibi, sonu tat-
lıya bağlanan kitaplar okumaktan, bayıl-
dığım bir müzik parçasının dinlemekten,
başarılı bir oyun izlemekten ve hele hele
çok sevdiğim birileriyle beraber olmaktan,
onları kucaklamaktan çok mutlu oluyo-
rum. Mutluluğun resmini yapamıyorum
ama tadını çıkarta çıkarta yaşıyorum…”
“Mutlulu�un resmini yapam�yorum ama tad�n� ç�karta ç�karta ya��yorum…”
Mutluluğuyaşayan yazar
ŞENOL Ç[email protected]
HAFTANIN PORTRES�
Mary Shelley(30 AĞUSTOS 1797 - 1 ŞUBAT 1851)
Roman�n kahraman� Doktor Victor Frankensteintaraf�ndan yarat�lan ve ismi dahi olmayan “canavar”
asl�nda modern dünyaya ve pozitivizme kar��romantizmin ba�kald�r�s�d�r
Frankenstein’ın yaratıcısı ünlü İn-
giliz yazar Mary Shelley, 1797 yılında
Londra’da doğdu. Babası William
Godwin, dönemin anarşizm savunu-
cularından ünlü bir yazardı, annesi
Mary Wollstonecraft ise önemli fe-
ministlerdendi. Annesini doğumu es-
nasında kaybeden Shelley ömrü bo-
yunca bunun suçlusu olduğunu dü-
şünmüş ve romanlarında da bunun et-
kisi açıkça hissedilmiştir. Annesinin
ölümü nedeniyle babası tarafından bü-
yütülen Shelley edebiyat ve felsefey-
le iç içe yetişti. Küçük yaşta öyküler
yazmaya başladı. 1814 yılında dönemin
ünlü şairlerinden Percy Bysshe Shel-
ley’e âşık oldu ve bir süre sonra ev-
lendiler.
Yazar en çok “Frankenstein ya da
Modern Prometheus” adlı pek çok kez
filme de çekilmiş romanıyla tanın-
maktadır. Henüz 19 yaşındayken ro-
manı yazmaya başlayan Shelley, yarı
uyanıkken gördüğü bir kabustan etki-
lenerek Frankenstein’ı oluşturmaya
başlar ve eşi tarafından da desteklenir.
1818 yılında yayımlanan roman korku
klasiği olarak bilinmekte olsa da esa-
sen korkuya doğrudan gönderme ya-
pan unsurlar barındırmaz. Aksine ro-
manda hem yazarın kendi hayatına
dair detaylar hem de politik gönder-
meler bulmak mümkündür. Roma-
nın kahramanı Doktor Victor Fran-
kenstein tarafından yaratılan ve ismi
dahi olmayan “canavar” aslında mo-
dern dünyaya ve pozitivizme karşı ro-
mantizmin başkaldırısıdır. Öte yandan
psikolojik unsurlar da içeren romanda,
canavar, annesini öldürerek doğan ve
çocuklarını kaybetmiş yazarı da tem-
sil etmektedir. Yaratılanın yaşadığı dış-
lanmışlık ve acılar sebebiyle yaratana
başkaldırmasını anlatmaktadır.
Yazarın “Frankenstein ya da Mo-
dern Prometheus” eserinin dışında
“Lodore” ve “Falkner” isimli roman-
ları da mevcuttur. “The Last Man” adlı
romanı ölümünden once yayımlanan
son romanıdır. Bu romanında insan-
lığı yok olmanın eşiğine getiren veba
salgınından sağ kalanların hayatını
ele alır. Eser, apokaliptik roman özel-
liği taşımaktadır. Ölümünden sonra ya-
yımlanan “Mathilda” romanı ise oto-
biyografik öğeler içermektedir.(Ardından Yıllar Geçti, Hıfzı Topuz,
Remzi Kitabevi, 318 s.)
1 �UBAT 2013 CUMA6 Aydınlık KİTAP
Zaman ilerledikçe mektuplardaki özlem sat�rlardan ta�maya ba�lad�. Bunun üzerineülkesinin sorunlar�na yetememesi ve bunlar� düzeltememesi
Metin Alt�ok’u ac� çeken bir �aire dönü�türdüDENİZ [email protected]
2 Temmuz 1993’de Sivas Madımak
Oteli’nde 33 aydın arkadaşı gibi diri diri
yandı şair Metin Altıok. 1979 senesinde
Bingöl’e felsefe öğretmeni olarak atan-
dığında tek bir hayali var-
dı; zorunlu görev süresi-
ni doldurup Ankara’ya
kızının yanına tayinini is-
temek. Aradan yıllar geç-
ti, Metin Altıok’un tayini
bir sürgüne dönüştü. Al-
tıok, kızına olan hasretini
bir nebze olsun hafiflete-
bilmek için sürgün yılla-
rında hep mektup yazdı.
Kızına yazdığı bu mektup-
lar şimdi Kırmızı Kedi Ya-
yınevi’nden “Metin Altı-
ok’tan Zeynep’e Mektup-
lar” ismiyle kitaplaştı. Biz
de mektupların muhatabı, Metin Altı-
ok’un kızı Zeynep Altıok Akatlı ile yeni
kitabını konuştuk.
Babanızın size yazdığı mektupları ya-yımlama fikri nasıl ortaya çıktı?
Bu mektupları yayımlama düşüncesi
uzun zamandır aklımdaydı. Fakat bir
türlü gerçekleştiremedim. Mektupları
ilk defa Sivas katliamını takip eden yıl-
larda Varlık dergisi istedi ve onlara ara-
larından sadece birkaçını gönderebil-
dim. Mektuplar için hep düşündüm, aca-
ba bu yazılanlar kime ne ifade edecek, sa-
dece beni ilgilendiren özel mektuplar mı
diye. Sonrasında bir kitap fikrimi değiş-
tirmeme sebep oldu. Antonio Gramsci’nin
“Çocuklarıma Mektuplar”ıydı o kitap. Ki-
tabı ilk elime aldığımda ortaokul sırala-
rındaydım. Babasını hiç tanıma fırsatı bu-
lamayan Giuliano’nun mektuplar aracı-
lığıyla babasını çok iyi tanıyabilme ve de-
rin sevgisi hissedebilme şansının olma-
sıydı. Bu kitap benim küçük dünyama çok
şey kattı. Bu kadar güzel baba-çocuk
ilişkisinin birbirlerini göremeden sağla-
nabilmesi bana kendi babam ile olan
ilişkiyi anımsattı. Bu kitap benim için daha
da etkiyici oldu. Doğuda zorunlu görev sü-
resinin bitmesini bekleyen bir öğretme-
nin 1979-1986 yılları arasında sevgili kı-
zına gönderdiği mektuplardı.
Kitabı Silivri’de tutuklu bulunan TuncayÖzkan’ın kızı Nazlıcan’a adadınız. Ne-
den?Mektupları birçok defa kitaplaştırmak
istedim. Aklımda kitabın girişinde benim
babama yazdığım bir mektupla başlayıp
devamında babamın mek-
tuplarını yayımlamaktı. Bir
türlü içime sinmedi yazdık-
larım. Hep bir şeyler eksik
hissettim. Bir gün televiz-
yonda Tuncay Özkan’ın
kızı Nazlıcan Özkan’ı gör-
düm. Adeta kırk yaş ol-
gunluğuyla bütün yaşanan
trajediyi, babasının uğra-
dığı halksızlığı ve bu süre-
ci inanılmaz net bir dille
anlatıyordu. Gencecik bir
kızın böyle bir şeye mec-
bur edilmesinden utanç
duydum. Gerçekten çok etkile-
di beni Nazlıcan. Sabaha karşı bir mek-
tup yazdım Tuncay Özkan’a; kızını gururla
izlediğimi, ne kadar saygı duyduğumu, ba-
balığından ne kadar etkilendiğimi belirt-
tim. Çünkü, o bu kızı
yetiştiren kişiydi. Erte-
si gün mektubu Nazlı-
can’a verdim. Dostlu-
ğumuz böylece başla-
mış oldu. Bundan bir-
kaç ay sonra da ihtiyaç
duyduğum fikir ortaya
çıktı ve kitabın giriş ya-
zısına Tuncay Özkan’a
yazdığım mektubu koy-
dum. Artık kitabın bir
amacı vardı, ben de gö-
nül rahatlığıyla yayım-
layabileceğimi düşün-
düm. Ve bu kitapta Sivas’a dair elbette bir
şey yok; çünkü, babam hayattayken bana
yazdığı mektuplardı. Ben bu kitabın hak-
sızlıklara karşı köşe taşı olmasını istiyo-
rum.
“BABAMIN CANI ÇOK ACIRDI”Mektupların satır aralarında babanızınacı çektiği hissediliyor. Metin Altıok’u ya-ralayan sadece kızından uzak olmakmıydı?
Babamın şiirlerini baktığımızda mut-
lu şiir pek yok. Babam şair naifliğine, şair
inceliğine sahip bir insandı ve canı çok
acırdı. Sadece bana olan özlemiyle ilgili
değil. Yapı olarak da dünyanın hallerine
ülkesinin hallerine kendi dünya görüşü pa-
ralelinde yaşananlara karşı çok incinen bir
insandı ve bu incin-
mişliğini şiirine yansıt-
masından ziyade ha-
yatının tüm alanında
hissediliyordu. Ama,
kişilik özelliklerine
baktığımızda karam-
sar, depresif bir insan
değildi. Çok neşeli eğ-
lenceli bir insandı ba-
bam. Fakat mektup-
lardaki özlem çok kes-
kin bir şekilde hissedi-
liyor. Biz hiçbir zaman
yıllarca görüşemeye-
ceğiz gibi ayrılmadık. Babam mektupla-
rında hep önümüzdeki yaz tatilinde, ol-
madı ara tatilde görüşeceğiz diye yazar-
dı. Fakat, bu istek beş yıl boyunca hiç ger-
çekleşmedi. Zaman ilerledikçe mektup-
lardaki özlem satırlardan taşmaya başla-
dı. Bunun üzerine ülkesinin sorunlarına
yetememesi ve bunları düzeltememesi
Metin Altıok’u acı çeken bir şaire dön-
üştürdü.
Mektuplarda babanızın sadece şair yönüdeğil başka yetenekleri de olduğu görü-lüyor. Biraz da babanızın bu yönündenbahseder misiniz?
Babam şiir yazmaya başlamadan önce
ressamlık yapardı. Çetin Sipahi, Orhan
Taylan gibi dönemin ressamlarıyla açtığı
sergilerinin yanında birkaç kişisel sergi-
si de olmuştu. Bunun yanında taşları
yontup heykeller yapardı. Hatta mek-
tuplarda da geçiyor kendi yaptığı heykeller
yüzünden tarihi eser kaçakçısı diye göz-
altına bile alınmıştı. Eğer imkânım olur-
sa babamın çizdiği resimleri Sivas katlia-
mının 20. yılında özel bir sergiyle insan-
lara göstermek istiyorum.
Peki, babanızın öğrencileriyle olan iliş-kisi nasıldı?
Açıkçası babamın öğrencileriyle olan
güçlü bağını onu kaybettikten sonra iyi bir
şekilde anladım. Sivas’ta katledilenlerin
cenaze törenine yüz binlerce kişi geldi.
Bunların arasında babamın Bingöl’den
öğretmen arkadaşları ve öğrencileri de
vardı. Onlarca kişi yanımıza gelip, “biz ba-
banızın öğrencileriyiz” dediler. Hatta ce-
naze töreninde babamın bir öğrencisi
üzüntüden bayıldı. Tüm gazeteler beni o
kızla karıştırdı; “Metin Altıok’un kızı
üzüntüye dayanamadı” diye yazdılar. Şu
an babamın öğrencileri tesadüf müdür bil-
miyorum ama, çoğu sanatla uğraşan,
önemli insanlar oldular. Kimi oyunculuk,
kimi müzik alanında iyi bir yerlere geldi.
Metin Altıok’tan kalanlar“HEYKELLERİ YÜZÜNDEN TARİHİ ESER KAÇAKÇISI DİYE GÖZALTINA ALINMIŞTI”
(Metin Altıok’tan Zeynep’e Mektuplar,Metin Altıok, Kırmızı Kedi Yayınevi, 115 s.)
Deniz Toprak, Zeynep Alt�ok Akatl� ile birlikte...
Metin Alt�ok
Erendiz Atasü’nün ödüllü öyküle-
rinden oluşan “Taş Üstünde Gül Oy-
ması” Everest Yayınları tarafından ye-
niden basıldı. 1997 yılında Yunus Nadi
Öykü Ödülü ve 1998 yılında Haldun Ta-
ner Öykü Ödülü’ne layık görülen kitapta
altı tane öykü yer alıyor. Öyküler tekrar
keşfedilmek ve unutulmamak için oku-
yucuları bekliyor.
Erendiz Atasü, öyküleriyle olduğu
kadar romanları ve denemeleriyle de ön
plana çıkan bir yazar. Feminist özellik-
ler taşıyan öyküleri 1981 yılından bu yana
çeşitli dergilerde yayımlandı. Öykü ve ro-
manlarının yanı sıra kadının özgürlüğü,
cumhuriyet devrimleri, laiklik, kitaplar
gibi konular üzerine yazdığı makale ve
denemeleri Aydınlık ve Cumhuriyet
gibi çeşitli gazetelerde yayımlandı. Eser-
leri ödül almasının yanı sıra çeşitli dil-
lere çevrilmesiyle de dikkat
çekmiştir.
“Taş Üstünde Gül
Oyması” kitabı ise bir-
birinden farklı me-
kânlara ve zaman-
lara okuyucuyu sü-
rükleyen diliyle
önem kazanan öy-
külerden oluşu-
yor. İlk basımı
1997 yılında ya-
pılan eser, Ana-
dolu’dan Mısır’a
kadar uzanan içi-
mizden insanların
öykülerini sunuyor.
Özellikle öykülerin
geçtiği şehirlerde ya-
zarla beraber gezinebil-
meniz öykülerin can alıcı
noktalarından. Yazar, Trab-
zon’dan, Balıkesir’den veya Mı-
sır’dan bahsederken her bölgenin ken-
dine özgü doğal yapısını yalın ve gerçekçi
şekilde betimlediği için kendinizi öykü-
lerin içinde hissedebiliyorsunuz. Öykü-
lere betimlemelerle başlaması, yazarla
beraber yaşıyorsunuz algısını oluşturuyor.
ANLATICIYLA YOLCULUKMekânların yanı sıra öykülerin an-
lattığı in-
sanlar da
içimizden
parçalar ta-
şıyor. Ya-
zarın Ana-
dolu insa-
nını iyi
gözlemle-
yebilmesi
ve anlata-
b i l m e s i
öykülerdeki gerçekçiliği daha da
sağlamlaştırıyor. Hem şehirde yaşayan
insanların ruh halini ve yaşamını rahat-
lıkla kavrayabiliyorsunuz hem de hiç bil-
mediğiniz veya görmediğiniz köydeki bir
insanın yaşamını anlayabiliyorsunuz.
Öykülerde özellikle de ilk öyküde an-
latıcının, zamanın, mekânın değişimi bun-
lar arasında gidiş gelişler yormu-
yor, aksine rahat anlayabildi-
ğiniz için öyküye canlılık
katıyor ve keyif almanı-
zı sağlıyor. Bir diğer
öyküde kendinizi
Ege’de bulduğunuz-
da bir katilin cina-
yetini işlerken ruh
halini ve şair diye
tanıtılan kendi gibi
bir diğer mah-
kûmla arkadaşlığı
ile cinayete meyilli
yanını ehlileştirme-
sine tanık olurken
Nâzım Hikmet ile İb-
rahim Balaban veya
Orhan Kemal arasında
gelişen dostluğu anımsı-
yorsunuz. Betimlemelerin
gerçekçiliği ise Yaşar Kemal ro-
manlarının keyfini yaşatıyor sizlere.
Sonuç olarak kurgusu, dili ve yukarı-
da bahsi geçen pek çok nedenle okuma-
dıysanız yeniliklerle tanışmak için veya
okuduysanız yeniden keşfetmek için sizi
bekleyen öyküler var.
(Taş Üstünde Gül Oyması, Erendiz Atasü,
Everest Yayınları, 125 s.)
DENİZ ANTEPOĞ[email protected]
Yazar, Trabzon’dan, Bal�kesir’den veya M�s�r’danbahsederken her bölgenin kendine özgü do�al
yap�s�n� yal�n ve gerçekçi �ekilde betimledi�i içinkendinizi öykülerin içinde hissedebiliyorsunuz
7Aydınlık KİTAP
Yola düşürenöyküler
Erendiz Atasü
KARANLIĞA MEKTUPLAR
Sen benim hiçbir şeyimsinyazdıklarımdan çok daha az hiç kimse misin bilmem ki nesinlüzumundan fazla beyaz
Attila İlhan“Ne zaman insan ruhunun karan-
lıklarına eğilecek olsam, orada benden
önce bir şair buluyorum.” Kelime diz-
gisinde yanılma ihtimalim olsa da, söy-
lediğinin muhtevası buydu Freud’un.
Yazdığı şiirlerin yanı sıra, bir hikayeci ve
romancı, bir biyografi yazarı olan Zwe-
ıg; insan psikolojisinin gizli dehlizlerin-
de dolandığı metinleriyle, Freud’un
söylemine en uygun yazarlardan biri…
İş Bankası Kültür Yayınları tarafından,
“Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu”
(Brief einer Unbekanten) adıyla dilimize
çevrilen kitap, erkeğinin hiçbir şeyi ol-
duğunu kabullenerek seven, lüzumun-
dan fazla beyaz bir kadının öyküsünü an-
latıyor.
�NT�HARLA YA�AYAN K�TAPOlay örgüsü, sarsıcı bir girişle; ünlü ya-
zar R.'ye, nereden ve kim tarafından
gönderildiği meçhul olan bir mektupla
başlıyor. "Çocuğum dün öldü -üç gün ve
üç gece boyunca o küçücük, pamuk ipli-
ğine bağlı hayat uğruna ölümle savaştım,
kırk saat süreyle, grip onun zavallı, sıcak
vücudunu ateş nöbetleriyle sarsarken, ya-
tağının yanında oturdum. Yanan
alnına serinletici bir şeyler
koydum, onun o tedirgin,
küçücük ellerini gece gün-
düz tuttum. Üçüncü akşam
çöktüm.Gözlerim artık tü-
kenmişti, ben farkına var-
madan kapandı. Üç veya
dört saat boyunca sert san-
dalyede uyuyakaldım ve bu
arada ölüm onu benden
aldı… Biliyorum, biliyorum,
çocuğum dün öldü –şimdi ar-
tık yalnız sen varsın dünyada,
yalnızca sen, benimle ilgili hiçbir şey bil-
meyen sen…”(s:2-3)
Bilinmeyen kadın, mektubunu hazin
bir vedayla nihayete erdirse de, bu son;
intiharla biten türdeş eserlere nazaran,
okuru alt üst eden, onu silkeleyen bir etki
yaratmayacaktır. Aksine okur için, bir ne-
fes alıştır bu… Hikayede okuru sarsan
ana unsur, ünlü yazar R.’nin tanımadı-
ğı bu kadından, yanı başında ölü halde
olduğunu öğreneceği bir çocuğa sahip ol-
ması, onu daima seven kadının ve ken-
di kanından bir çocuğun varlığını öğ-
rendiği an; onları ebediyen kay-
bettiğinin de ayırdına varma-
sıdır. İntihar, okur için bir
nefes alıştır; zira o safhaya ka-
dar Zweıg, gerilim yaratma-
daki ustalığıyla deyim yerin-
deyse okurun zihninde bir
anafor oluşturur.
MEÇHULÜNDUYGUSAL DEV�N�M�
Söz konusu öykü, Zwe-
ıg’ın ölümünden önceki son
eseri olan ve Türkçe’ye “Sat-
ranç”(Can Yayınları,1997) olarak çev-
rilen kitabı kadar bireysel gerilimin tır-
mandığı bir psikoloji yaratmasa da, ya-
zarın zaman zaman diğer eserlerinde de
başvurduğu geri dönüş tekniği sayesin-
de; okuyucuda bir merak uyandırmak-
tadır. Okur, okuma yolculuğunun sonu-
na değin; meçhul kadının duygusal de-
vinimini kavramaya çalışır. Kadın, yazar
R.’ye kimliğini; ancak ölüm anında yaz-
dığı mektupla açıklayacaktır:
“…Bana adımı, nerede oturduğumu
sormadın; senin için tekrar yalnızca se-
rüvendim, adsız olandım, unutuşun sis-
leri arasında bütünüyle eriyip giden
ateşli saatlerdim. Bu defa çok uzaklara
yolculuk yapacağını, iki veya üç ay için
Kuzey Afrika’ya gideceğini anlattın; ben
ise mutluluğumun ortasında titredim,
çünkü kulaklarımın içinde yankılanma-
ya başlamıştı bile: geçti, geçti gitti ve unu-
tuldu! O anda en çok yapmak istediğim
şey, önünde diz çöküp şöyle haykır-
maktı: -Beni de yanına al, yanına al ki,
nihayet bunca yıldan sonra nihayet beni
tanıyabilesin!- Ancak senin önünde öy-
lesine ürkek, öylesine korkak, öylesine
köle ruhlu ve zayıftım ki, sadece şöyle di-
yebildim: -Ne kadar yazık!- Sen de bana
gülümseyerek baktın: -Gerçekten üzü-
lüyor musun buna?” İşte o zaman vah-
şileştim. Ayağa kalktım, sana baktım,
uzun süre gözlerimi senden ayırmadan
baktım. Sonra şöyle dedim: -Benim aşık
olduğum erkek de, hep yolculuğa çıkar-
dı!- (s:50)
1881 yılı Kasım’ının soğuk bir gü-
nünde, kendi iradesi dışında dünyaya ge-
len Zweıg; 23 Şubat 1942’de hayatına son
vermiştir. Bu intihar, yarattığı roman ka-
rakterinin şahsi umutsuzluğundan fark-
lı olarak, toplumsal bir umutsuzluğun so-
nucudur. Hitler Almanya’sının hüküm
sürdüğü bir çağda, insandan doğan ha-
yal kırıklığının sonucu… Notos Dergi-
si’nin, Aralık-Ocak sayısında yer verdi-
ği “Edebiyatta İntihar” dosyasında Fa-
ruk Duman; “Dünyayı Geride Bırak-
mak” başlıklı makalesiyle, Zweig’ın in-
tiharını şöyle yorumlar:
“Aydının tasarlanmış intiharı, dün-
yanın gidişine yönelik güçlü bir yanıt de-
ğil midir? Zweig’ın bitmek bilmeyen
savaşa verdiği yanıt gibi. Kendi kişisel
umutsuzluğunu, güçlü bir yanıta, bir di-
renişe, giderek bir kavrama –Zweig’ın in-
tiharı kavramına- dönüştürmüştür.”
(Notos,s:22)Gerek yaşamı ve kişiliğiyle, gerekse
de edebi üretimiyle tıpkı yazdığı biyografi
kitaplarından birinin Türkçeleşmiş adı
gibi, kendi hayatının şiirini yazan bir ya-
zardır Zweıg. “Bilinmeyen Bir Kadının
Mektubu” kitabının sonsöz bölümünde,
kitabın çevirmeni Ahmet Cemal; Zwe-
ıg’ı Zweıg yapan tarihi atmosferi akıcı bir
üslupla özetlerken, “böylesine, gerçek
anlamda aşk denilebilir mi?” diye sora-
rak, okura bir de tartışma konusu açar.
Bu soruya ilave yapmak suretiyle, tar-
tışmayı genişletmek de mümkün… Bi-
reyin psikolojisi ile bu denli ilintili olan
yazar, her ne kadar kurgu da olsa; aşkın
psikolojisini temel alan bu eseri 1922 yı-
lında değil de, içinde bulunduğumuz
tüketim çağında kaleme alsaydı acaba
nasıl yazardı? Yanıtı size bırakıyorum;
saygıdeğer okur.
(Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu,Stefan Zweig, Türkiye İşBankası KültürYayınları, Çev:Ahmet Cemal, 62 s.)Dipnot: Teknik bir aksaklıktan dolayı , iki hafta ön-ceki ‘‘Altıncı Duyu’’ başlıklı yazıda yazının baş pa-ragrafı yayınlanmamış ve bundan ötürü metnin bü-tünlüğü bozulmuştur. Okurlarımızdan özür dileriz.
1 �UBAT 2013 CUMA8 Aydınlık KİTAP
BENİM AŞIK OLDUĞUM ERKEK, HEP YOLCULUĞA ÇIKARDI…!
Yazd��� �iirlerin yan� s�ra, bir hikayeci ve romanc�, bir biyografi yazar�olan Zwe�g; insan psikolojisinin gizli dehlizlerinde doland���metinleriyle, Freud’un söylemine en uygun yazarlardan biri
DAĞHAN DÖ[email protected]
İsimsiz sevgili
Stefan Zweig
1 �UBAT 2013 CUMA 9Aydınlık KİTAPBABİL BALIĞI
“Bir yere varmak için değil, yol almakiçin dolaşıyorum.”
– Robert Louis Stevenson, Bir Eşekle Seyahat
1977 doğumlu İngiliz yazar Corne-
lius Medvei hakkında ulaşabildiğimiz bi-
yografik bilgiler ne yazık ki bir hayli sı-
nırlı. Yazarın Oxford Üniversitesi Mo-
dern Diller bölümünden mezun olduğu,
bir süre Çin’de öğretmenlik yaptığı dı-
şında bir bilgiye sahip değiliz. Yayımla-
nan kitapları arasında, konuşmaya baş-
layan bir babunu merkeze yerleştirip,
toplumların farklılıklara yaklaşımlarını
ve kabul alışkanlıklarını masaya yatırdığı,
henüz tercümesi bulunmayan ilk kitabı
“Mr. Thundermug” (2006) ve bu kitabı
takiben 2011 yılında, İthaki Yayınları'nın
dilimize yeni kazandırdığı “Caroline: Bir
Gizem Hikâyesi” kitabı geliyor. Bazı kay-
naklarda 2012 yılında
basıldığı söylenen “The
Partisan” kitabına ise
bütün aramalarıma rağ-
men ulaşamadım ve do-
layısıyla henüz okuya-
madım. Yine belirli kay-
naklarda bu kitabının
da 2013 yılında yeniden
baskıya kavuşacağına de-
ğiniliyordu.
Yeni tercüme edilen
“Caroline” kitabı da ya-
zarın ilk kitabı gibi mer-
kezine bir hayvanı yer-
leştiriyor. Caroline, sat-
ranç oynayabilen zeki bir
eşek.
“E�EK” FAKTÖRÜ Bay Shaw, emekliliğini bekleyen
ve işi içinde sıkışmış bir karakterdir. Ai-
lesiyle bir tatil sırasında, bir eşekle, Ca-
roline ile karşılaşır. Caroline’a karşı
duyduğu sevgi ve ilgi, onu satın alma-
sına, şehirdeki yaşantısına taşımasına
yol açar. Öykü, Bay Shaw’ın oğlu tara-
fından, ölümünü takiben, gazeteci ar-
kadaşına anlatılmaktadır. Bu tanık an-
latıcının yanında, anlatıyı geliştirecek
şekilde günlük sayfaları, evraklar, ya-
zılar, makaleler ve fotoğraflar da kur-
gunun parçası olarak yer alıyor. Hay-
vanları anlatının parçası haline getiren
edebi eserlere özel bir zaafım olduğu-
nu öncelikle itiraf etmem gerekir (as-
len veteriner hekim olduğum için, bu
özel ilgimi mazur görünüz). Bu sebep-
le, esasında, anlatısında eşeği bulun-
duran edebiyat eserlerinden örnekleri
sıralayarak bir giriş yapmayı düşündüm,
ancak kitapta eşeğin edebiyattaki yeri
üzerine güzel örneklemeler ve anlatı-
lar mevcut olduğundan, okuma zevki-
ni baltalamamak adına bundan geri du-
ruyorum. Kitapta, edebiyattaki yerleri
haricinde yine eşekler hakkında pek çok
eğlenceli bilgi bulunuyor. Özellikle
eşeklerin görünümünün estetik çıka-
rımlarının yapıldığı kısım oldukça ilgi
çekici ve aynı zamanda, eşek en güzel
göze sahip hayvan olmasına karşın,
bizlerin de -özellikle sözlü- edebiyatı-
mızda yer alan yok sayma ve hiçleştir-
melerle ilintili okumalara da yönlen-
dirmeler içeriyor. Şöyle ki yapılabilecek
en iyi iltifat olmasına karşın, sevdiğine
“ceylan gözlü” yerine “eşek gözlü” di-
yene hiç rastladınız mı? Kitaptaki
“eşek” faktörünün yanında “satranç” da
bir hayli hacim kaplıyor.
Ancak tıpkı Stefan Zwe-
ig’in “Satranç”ında oldu-
ğu gibi, okumadan önce
satranç bilgisine sahip ol-
mak anlatıyı sadece daha
zevkli hale getiriyor. Sat-
ranç hakkında herhangi
bir ön bilgisi olmayan
okuru, akıcılıktan ve an-
lamdan alıkoyacak her-
hangi bir faktörü içer-
miyor. Örneğin daha ro-
manın ilk sayfasında
bahsedilen satranç ma-
çını, kitabı bir kenara
bırakıp araştırmak mümkün olduğu
gibi, aynı şekilde bir satranç maçını sa-
dece olduğu şey olarak kabul edip
okumaya devam etmek de mümkün.
Anlatı, Noir kurgulardan fırlamışçası-
na bir gazetecinin ofisinde, merak uyan-
dıran bir “gizem”le başlıyor. Ancak
anlatı ve kurgu bir anda şekil değişti-
rerek, en büyük gizemi hemen okuyu-
cuyla paylaşıyor ve anlatıyı “gizem”den
çekip, yarı-masal yarı-dram, yarı-ger-
çekte yarı-sürrealde gezinen ve me-
rakla sayfa ardına sayfa çevirmeye ne-
den olan bir anlatıya büründürüyor. En
az bir “gizem” kurgusu kadar merak ve
şüphe uyandırıyor ancak bunun için “gi-
zem” kurgularının temel kalıplarını
kullanmıyor. Bu açıdan alternatif kur-
gu yaratımına yönelik güzel bir örnek ol-
duğunu savunabiliriz. Kitabın kurgu-
sundaki temel öğelerden bahsettiği-
mize göre, kitabın katmanlarında, an-
latı içerisinde nelerin bulunduğuna ve
nelerin değerli olduğuna geçebiliriz.
�NSAN VE HAYVANARASINDAK� BA�
Medvei, kitabı kaleme alma dürtü-
süyle ilgili Guardian’a şöyle diyor: “Ço-
cukların hayvanları çok sevdiği doğru-
dur, ancak insanların, içinde hayvanlar
olduğu için bir kitabı çocuk kitabı zan-
netmeleri beni şaşırtıyor. Hayvan ka-
rakterler, çocuk kitabı sınırlamasına
tabi tutulamayacak kadar karmaşık ya-
pıdadır. Hayvanlar aynı zamanda in-
sanların karakterlerini, onlara davra-
nışları yoluyla açığa çıkarmaya yönlen-
diricidir.” Elbette, edebiyattaki pek çok
örneğinden de göreceğimiz üzere Med-
vei’ye, hayvanlar hakkındaki kitapların
aynı zamanda onların sahipleri hak-
kında da (hatta daha fazla yoğunlukla)
olduğu tezine katılmamak imkânsız.
“Caroline”da öykünün katmanlarını
tam da bu sahipler şekillendiriyor. Bay
Shaw üzerinden, bir kaçış yolu olarak
sevgi, sevgi ve tutku arasındaki ayrım,
bağlılık ve sevginin absürtlüğe kaçan
yönlerini yoğunlukla izlememiz müm-
kün. Aynı şekilde toplumun çeşitli ta-
baka ve ilişkilerde, farklı ve tuhaf olana
karşı yaklaşım, ayrıştırma, ötekileştirme
ve benimseme tutumları öykünün içe-
risinde geziniyor. Bir insan ve hayvan
arasındaki kalp ısıtan dostluk ve bağlı-
lık da elbette göz önündeki, kolay an-
laşılacak katman olarak varlığını sür-
dürüyor. Öyle ki bu katmandaki bağlı-
lık ve sevginin altını çizmek ister gibi, ki-
tabın ilerleyen bölümlerinde Şems-i
Tebrizi ve Mevlana arasındaki sevgi, an-
latının küçük bir parçası haline geliyor.
Bir başka katmanda, içinde yaşadığımız
şehirdeki uyurgezer durumumuz üstü-
müze geliyor. Yine kitapta, pek çok eleş-
tirmen tarafından göz ardı edilen, ba-
balara ve oğullarına yönelik katman
da bir hayli ilgi çekici. Kitapta az sayı-
da ve ancak deneyimli okurun ayrım-
sayabileceği mizahi unsurlar da göze çar-
pıyor. Boyd Tonkin’in kitap hakkında-
ki tespiti çok yerinde. Tonkin özetle,
Medvei’nin kitaplarında sinsi bir miza-
hın yattığını ancak bu mizahın, mizah
yapmak değil, düşünmeye karşı ciddi ve
içten bir davet amacıyla kullanıldığını, bu
açıdan da Medvei’nin genç bir Londra-
lıdan çok, Kiev, Prag veya Buenos Ai-
res’ten meçhul bir anlatı ustasına ben-
zediğini dile getiriyor.
D�L OYUNLARINDAN UZAKMedvei’nin üslubuna gelindiğinde
ise dikkati çeken ilk şey, her şeyi olabil-
diğince yalın ve gereksiz süslemelerden,
dil oyunlarından uzak anlatmaya karşı
gösterdiği çaba olacaktır. Bu açıdan ki-
tabın orijinalini de oldukça iyi yansıttığı
için Aslı Tohumcu’nun güzel tercümesini
kutlayalım. Tercümede: “alan” yerine
“olan” (41.sf 2.satır), “ona” yerine “onu”
(107.sf 29.satır), “olduğu” yerine “oldu-
ğunu” (120.sf 16.satır) şeklinde üç yazım
hatası dışında bir hataya rastlamadım. Ek
olarak, bir hata olmamakla beraber 117.
ve 118. sayfalardaki “öğle” kelimesi ye-
rine halk ağzındaki “öğlen” kelimesinin
tercih edilmesi, dile titizlik gösteren
okurda duraklamalara yol açabilecektir.
Sevilebilecek, incelenebilecek ve üze-
rine düşünülecek pek çok noktayı ba-
rındıran Caroline, kısa süreli (2 saatte ki-
tabı okuyup bitirmek mümkün), okuru
yormayan ve kaliteli bir okuma serüve-
ni arayan okura, özellikle tavsiye olunur.
Eğer bu kitabı sever ve sevginin hem sı-
kışık bir hayattan kaçmaya hem de ab-
sürtlüğüne yönelik bir başka “okuma” ar-
zusunda olursanız, tıpkı “Caroline” gibi,
insani tutkunun temellerini sorgulama-
ya yol açabilen, önereceğim iki kitap,
Jean-Philippe Toussaint’in “Mösyö”sü
(Ayrıntı Yayınları, 2000, Orjinali: Mon-
sieur, 1986) ve henüz Türkçe tercümesi
bulunmayan Ben Moor’un “More Tre-
es To Climb” (2009) kitabı olacaktır. Aynı
şekilde, öneri kitapları daha önce okuyup
beğendiyseniz, “Caroline”ı okurken zevk
alma ihtimaliniz de bir hayli yüksektir.
Haftaya görüşmek dileğiyle…
M. SALİH [email protected]
Sevginin absürt yanı üzerine
“Au hasard Balthazar” filminden bir kare
(Caroline, Cornelius Medvei, İthaki Yayınları, Çev: Aslı Tohumcu, 128 s.)
1 �UBAT 2013 CUMA10 Aydınlık KİTAP
Ağızlarda gevelenen gerçekKÜRESELLEŞME ÇİN'DEN NASIL GÖRÜNÜYOR?
Yazarlar�n belki de en çok tart��ma yaratacak tutumlar� sosyalizmin kapitalizmin ba�r�nda,daha evvel kapitalizmin feodalizmin ba�r�nda ye�erdi�i gibi ye�erece�ine yönelik iddialar�d�r
CENK ÖZDAĞ[email protected]
kendini konumlandırması üzerin-
den ele alıyorlar.
Yazarların belki de en çok tar-tışma yaratacak tutumları (ki bu tu-tumu Cem Kızılçeç kendi yazdığı su-
nuşta da sergiliyor) sosyalizmin ka-
pitalizmin bağrında, daha evvel ka-pitalizmin feodalizmin bağrında ye-şerdiği gibi yeşereceğine yönelik id-
dialarıdır. Bu iddia örtük olarak
kendiliğindencilikle bilinçli ve mer-kezi müdahale arasındaki eski tar-tışmayı yeniden gündeme getirmiş
oluyor. Belki de bu yeni gündem
Plekhanovculukla Gramscicilik ara-sındaki teorik karşıtlığın ekonomi po-
litikteki yansımasıdır.Söz konusu eser, böylesi geniş bir
konuyu, büyük bir başarıyla özetlemiş,
teorik tartışmaları uygulamaya, uy-gulamayı teorik tartışmaya yedir-
mişler. Üstüne bir de küreselleşme vesosyalist akımlar arasındaki karşıtlı-
ğı ekonomi, toplumsal formasyon veuluslararası ilişkiler gibi düzlemlerde
işleyebilmişler. Dolayısıyla, Çin'dekiyükselişi anlamak isteyen okurların,
ekonomi, siyaset bilimi, uluslararası
ilişkiler gibi disiplinlerde araştırma ya-pan kişilerin göz ardı edemeyeceği bir
kaynak oluşturmuşlar.
(Dünya Solu ve Çin’in Konumu,Pu Guoliang, Kalkedon Yayınları,
Çev: Pınar Uygun, 296 s.)
Kitaptaküreselle�me,So�uk Sava�
sonras�döneminekonomi
politikyap�s�yla
ili�kisi eleal�narakmasaya
yat�r�l�yor
1990 – 2007 arası yıllarda Türki-
ye televizyonlarında, yorumcular şu
tür klişelerle giriş yaparlardı konuş-
malarına: “Küreselleşmekte olan
dünyamızda”, “dünyanın küresel bir
köy haline geldiği çağımızda”, “sı-
nırların kalktığı global dünyada” vb.
Şimdilerde ise “yükselen Asya kapi-
talizmi”, “Asya kaplanlarının ağırlı-
ğını koyduğu yeni dönemde”, “Çin
ABD'yi yakalarken”, “yeni bir seçe-
nek olan BRICS ülkeleri yükselişe ge-
çerken” türünden laflar çok moda.
Tüm bu konuşmalarda ortak olan
Çin'in büyük bir ekonomik atılım yap-
tığı gerçeğidir. Dolayısıyla, tartışma-
nın bu boyutu çoktan kapanmıştır.
Çin büyümektedir, büyüyecektir ve
Çin'de olan gelişim yenidir.
TANIMLANAMAYANYEN�L�K
Bu yeniliği tanımlamaya gelince,
Çin'deki ekonomik sistemin yeni bir
tür kapitalizm mi veya devlet kapi-
talizmi mi yoksa devlet sosyalizmi mi
ya da sosyalizm mi olduğu
konusunda bir an-
laşmaya varılmaz. Bu
anlaşmazlığın belki
de en önemli nedeni
konuşmacıların ve ya-
zarların politik du-
ruşlarının ve dünya
görüşlerinin farklılı-
ğıdır. Çoğunluk, Or-
taçağ mantığıyla de-
neye, verilere başvur-
madan kara kitaplara
dayanarak uzun uza-
dıya akıl yürütmekte,
laf cambazlığı yap-
maktadır.
YEN�Y� ANLADIK DA ESK�NEYD�?
Yeninin niteliği ve nasıl ortaya çık-
tığı tartışılırken eskinin kimliğinin ne
olduğu tartışmaları laf kalabalığıyla
geçiştirilmektedir. Eski kafalar yeni-
ye bakarken eski seyyahların zaman
zaman yaptığı gibi görmedikleri yer-
leri görmüş gibi, bilmediklerini bili-
yormuş gibi yazmaktadırlar. Bu da
bizi yenilerin yeni ve eski hakkında
düşündüklerini / yazdıklarını öğren-
meye itiyor.
Eskinin adını koyabilirsek ne ol-
duğunu daha rahat tartışabiliriz. Eski
derken yeniye en yakın eskiyi anlı-
yorsak bu hiç şüphesiz “küreselleş-
me” olacaktır. Küreselleşme, bili-
şim teknolojisi sayesinde iletişimin ko-
laylaştığı bir olguyu işaret ettiği kadar,
emperyalizmin belirli bir politikası-
na da denk düşmektedir. Dugin'in de
belirttiği üzere küreselleşmenin bu iki
yanı sürekli birbirinin yerine kulla-
nılarak kafalar karıştırılır: Bir olgu
olarak küreselleşmeyle bir siyaset
olarak küreselleşme çoğu zaman bi-
linçli olarak birbirlerinin yerine kul-
lanılır. Olgu olan küreselleşme ko-
nusunda incelikli bir çok araştırma ya-
pılmakta ve olgunun doğası açığa çı-
karılmaya çalışılmaktadır. Ancak si-
yaset olan küreselleşme konusunda
kafalar hâlâ çok karışıktır. İşte bu ikin-
ci konunun ele alınışına göre küre-
selleşme olgusu üzerine söylenilen-
ler de değişmektedir.
İnternetin yaygınlaşması, İngi-
lizcenin dolaşımda ol-
ması sayesinde sağır
sultanın duyabileceği
şeyler dolaşıma soku-
labilir hale geldi. Ar-
tık, eski ve yeniyi (kü-
reselleşmeyi ve Çin
başta olmak üzere
Asya ülkelerinde uy-
gulanan ekonomi po-
litik rejimi) yeniyi
temsil eden yazar-
lardan, düşünürler-
den okuma şansını
edinebiliyoruz. Kal-
kedon Yayınları 2011 yı-
lında Pu Guoliang ve Xiong Guang-
qing'in kaleme aldıkları “Küresel-
leşme Sürecinde Kapitalizm ve Sos-
yalizm-Dünya Solu ve Çin'in Konu-
mu” adlı eseri Türkçeye kazandırdı.
Pınar Uygun ve Deniz Kızılçeç'in çe-
virisi, Adnan Köymen'in editörlüğü
ve Cem Kızılçeç'in sunuş yazısıyla ka-
zandırılan eser, yukarıda sorduğumuz
sorulara Çin'in içerisinden yanıtlar su-
nuyor.
Söz konusu kitapta küreselleşme,
Soğuk Savaş sonrası dönemin eko-
nomi politik yapısıyla ilişkisi ele alı-
narak masaya yatırılıyor. Küresel-
leşme adı verilen dönemde dünya so-
lunun nasıl konumlandığı ayrıntılı bir
şekilde açıklanıyor. Değişik sosyalist
akımların küreselleşme döneminde
ne durumda oldukları ve küreselleş-
menin somut tezahürleri karşılaştı-
rılarak inceleniyor.
SOSYAL�ST TEOR�DEK�TARTI�MALAR VEUYGULAMALAR
Bu incelemeden sonra Çin'deki
sosyalist akımın bu tartışmada nere-
de durduğu, kendini nasıl konum-
landırdığı tarihsel süreç içerisindeki
uğrakları teker teker saptanarak se-
rimleniyor. Esasında, yazarlar bu sü-
reçleri ele alırken sosyalist teorideki
kimi saflaşmalara yanıt veren yo-
rumları da var. Söz gelimi, kapita-
listlerin mülksüzleştirilmesinin nasıl
olacağı, hangi politikalarla sosyaliz-
min zafere taşınacağı uygulamalar
üzerinden tartışılıyor. Bilindiği gibi
sosyalizm kapitalizmden komünist
topluma geçişi içeren bütün bir sü-
recin adıdır. Yazarlar da bu görüşü
paylaşarak kolektif mülkiyetin nasıl
kazanılacağını, komünizm için bir
ön şart olan bolluk ekonomisinin
nasıl yaratıldığını / yaratılacağını
Çin'in kapitalizm eleştirisi ve solda
1 �UBAT 2013 CUMA 11Aydınlık KİTAP
Boom’un delikanlıları:Marquez ve Llosa
Kitab�, magazinsel unsurlar bulunduran bir kurmaca yerine, ustayazarlar�n tan�kl���nda bir tarih kitab� olarak ele almak gerekiyor
MELİS YALÇ[email protected]
Angel Esteban ve Ana Gallego’nun yaz-
dığı ve Süleyman Doğru tarafından İs-
panyolca aslından çevrilen “Gabo ve Ma-
rio” adlı eser Doğan Kitap’tan yayımlandı.
Konu Latin Amerika yazınının iki büyük ya-
zarının, Gabriel Garcia Marquez ve Mario
Vargas Llosa’nın mektuplaşmaları olunca,
o döneme damgasını vuran olaylardan
bahsetmemek olmaz. Esteban ve Gallego
da öyle yapmış, şair ile mimarın, sözcük si-
hirbazı ile evrenler yaratıcısının biten dost-
luklarını anlatırken, bir yandan Boom dö-
neminin (ve dolaylı olarak o coğrafyanın)
tarihçesini, mektuplar ve o dönemin ta-
nıklarıyla söyleşiler aracılığıyla anlatmışlar.
Savaşın ardından dünyanın iki bloğa ay-
rıldığı 60’lar, edebiyat, siyaset ve kültür an-
lamında adeta bir devrimler devridir. Sadece
Üçüncü Dünya ülkelerinde değil, tüm
dünyada yeni bir dönemin başlayacağını
müjdeleyen 1959 yılı ise aslında meselenin
özüdür. Politik düzlemde “Güney’in” Ku-
zey’e ilk gerçek meydan okuması Küba
Devrimi’ne tekabül eder. Bir avuç dev-
rimcinin Birleşik Devletler tarafından sö-
mürülen bir adayı ele geçirmesiyle başlayan
dönem, ezilen Latin Amerika’yı ve özellikle
aydınları geri dönülmez bir biçimde de-
ğiştirmiştir. Batista diktatörlüğünün yıkıl-
masıyla, Batı kendini bir anda bir isyanlar
denizinde bulmuş, ne yapacağını bilmeden
yalpalarken komünizm düşmanlığına tu-
tunmuştur. Bu arada Küba Mario Bene-
detti, Garcia Marquez, Elizabeth Burgos
gibi birçok aydın için sığınak olmuş ve La-
tin Amerika yazınını tüm dünyaya tanıta-
cak Boom dönemi başlamıştır.
Çelik ayiniyleupuzun bacalarıgizli saklı bilgeleridenizkızlarının türküsükrallığın anahtarlarıylaKuzey’dir buyuran,ama orada, aşağılarda,başkalarının aldığı kararınacı meyvesine muhtaç bırakırhalihazırdaki açlık.Güçlü umuduylaBir de Güney var.(…)Fransız kornasıylave İsveçli akademisiAmerikan salsasıve İngiliz anahtarlarıylabütün misilleriansiklopedilerive bütün defneleriyleKuzey’dir buyuran.Ama orada, aşağılardaköklerinin yakınında belleğin hiçbir anıyıgizlemediği yerdemeydan okuyanlar var ölümeve adayanlar kendini diğerlerineve imkansız denilen şeyibaşarırlar böylece hep birliktebütün dünya bilsin kiBir de Güney var.*
DÜNYAYI DE���T�RMEKBoom döneminin en önemli özellikle-
rinden biri, “edebiyatın dünyayı değiştirmek
için kullanılabileceği” fikrini ortaya koy-
masıydı. Eylem adamı ile sanatçıyı ayıran
çizgi Latin Amerika’da çok inceydi. Peru’da
Vargas Llosa’nın (kazanamadığı) devlet baş-
kanlığı seçimlerine girmesi, Şili’de Pablo
Neruda’nın (kazanacak olan partinin) baş-
kanlık seçimi kampanyasını yönetmesi bu-
nun en önemli örnekleridir. Tam da burada,
yazarın esas sorumluluğu nedir, tartışma-
sı öne çıkar. Aslında, Sartre’ın ünlü “Ya-
zarın Sorumluluğu” makalesinde savun-
duğu fikirler Latin Amerikalı aydınlarınkine
büyük ölçüde uyar. Yazmak nedir? Niçin
ve kimin için yazıyoruz? Sartre’a göre ay-
dın, yaşadığı dönemin çıkmazlarına, içinde
yaşadığı toplumun sorunlarına sırt çevir-
meyen, eylemlerini bu koşullara göre be-
lirleyen kişidir. Yazar her şeyden önce
haklı bir davayı savunmalıdır, köleliği, em-
peryalizmi savunan hiçbir büyük yazar
yoktur.
Dostoyevski der ki, “Her insan herkes
karşısında her şeyden sorumludur.” Bu
söz, gün geçtikçe doğruluk kazanıyor. Mil-
let topluluğu insan topluluğuna biraz daha
katıldıkça, her insan millet topluluğunda bi-
raz daha kaynaştıkça, her birimiz gittikçe
daha geniş ölçüde sorumlu oluyoruz. Nazi
rejimine karşı koymamış her Almanı bu re-
jimden sorumlu saydık. İster bizde, ister baş-
ka memlekette olsun, ırksal ya da ekono-
mik bir baskı oldu mu, bunu açığa vurma-
yanların her birini sorumlu tutuyoruz. Mil-
letler arasında gidip gelme ve haberleş-
melerin bu kadar kolay olduğu bir çağda,
dünyanın herhangi bir yerinde bir haksız-
lık işlenmişse, hepimiz bu haksızlığın so-
rumluluğunu taşımaya başlarız.**
Boom dönemi Latin Amerika yazınının
temelinde bir devrim hayali var, bu yönüyle
Borges’in, Neruda’nın, Marquez’in, Cum-
huriyet dönemi toplumcu yazarlarımız Ke-
mal Tahir, Fakir Baykurt ve Orhan Kemal
ile benzerlikleri olduğunu söyleyebiliriz. Ke-
malist Devrim’le beraber aydınlarımız İs-
tanbul’un dışına çıkıp Anadolu’yu tanıma
fırsatı buldu, Yunus Emre’yle, Pir Sultan
Abdal’la yeniden tanıştı. Anadolu insanı-
nın yaşadığı zorlukları deneyimledi ve yaz-
dıklarına yansıttı. Yeni kurulan devlet ile ya-
pılan bazı devrimleri halka tanıtmayı ve be-
nimsetmeyi görev addeden Cumhuriyet dö-
nemi aydınları, tıpkı Latin Amerikalı mua-
dilleri gibi siyaset ve halk arasında bir
köprü oldu. Ve Sartre’ı bir kez daha haklı
çıkardı.
Bu kitabı, magazinsel unsurlar bulun-
duran bir kurmaca yerine, usta yazarların
tanıklığında bir tarih kitabı olarak ele almak
gerekiyor. Her ikisi de akademisyen olan ya-
zarların titiz bir çalışmasının sonucu olan
“Gabo ve Mario”, akıcı dili ve başarılı çe-
virisiyle okurlarını hayal kırıklığına uğrat-
mayacak gibi görünüyor.
(Gabo ve Mario, A. Esteban, A. Gallego, Doğan Kitap,
Çev: Süleyman Doğru, 300 s.)
Gabriel Garcia Marquez
Mario Vargas Llosa*Mario Benedetti’nin “Bir de Güney Var” adlı şiirinden.
**Bu metin, Sartre'ın seçme yazılarından oluşturulmuş“Çağımızın Gerçekleri” adlı kitaptan alınmıştır.
Bazı insanların hayatlarını öğrendiği-
mizde “ne insanlar var şu hayatta, dünya-
ya az gelir böylesi,” diyerek imreniriz ya ba-
zen, İsmet Kür o imrenilen insanlardandı
işte. Yaşlılığının o hayat dolu, dışarıya
enerji saçan hali gençlere taş çıkarırdı. Geç-
tiğimiz hafta 97 yaşında bizlere veda etti.
Beyni bedenine söz geçirememişti. El-
bette onun bu duruşuna bakarak söyle-
diklerimizin altında koca bir hayat yaşan-
dı. Bizim “fevkalade”
olarak adlandırdığımız
bu yaşamı İsmet Kür bir
röportajında “Yaşadık-
larımda fevkaladelik gör-
müyorum,” diye yorum-
lamıştı. Bu samimi ve do-
ğal duruşu her yerde ser-
gilemişti. Bize göre onun
hayatının güzelliği uzun-
luğundan öte dolu dolu ya-
şanan ve “üreten” bir ha-
yat olmasıdır. Cumhuriye-
tin aydınlanma kıvılcımının
bir taşıyıcısıydı İsmet Kür.
Bu aydınlık duruş hayatın
pek çok yerinde kendini
gösterdi.
Babası, Abdülhamit'e karşı durmuş,
hürriyet sevdalısı, bu uğurda zindanlarda
zincire vurulmuş, gizli hürriyet kuruluşla-
rında faaliyet göstermiş ve 101 yıla hüküm
giymiş gazeteci ve politikacı Avnullah el-
Kâzımi Bey'di. İsmet Kür babasını 1 yaşında
kaybetmiş ve onu annesinden dinlemişti
hep. Zorluhan ailesi yıllarca büyük kişilikler
yetiştirmiş bir aileydi. İsmet Kür'ün abla-
sı, yazar Halide Nusret Zorlutuna'dır. Böy-
le bir ailede iyi bir eğitimle yetişme şansı-
na erişmişti İsmet Kür. Bu kökten beslenen,
yazar ve eğitimcilikle hayatını sürdüren ve
sona geldiğinde hayata yazar ve heykeltraş
olmak üzere iki başarılı kız (Pınar Kür ve
Işılar Kür) bırakan, bunu büyük bir mü-
cadele ve dik duruşla başarmış bir isim.
CESUR B�R AYDINBir kadın olarak tek başına ayakta
kalmanın, sindirilmemenin (eğitimli bir er-
kek bile olsa kadına bakış, erkek egemen
toplumda netti ve baskı bu egemenliğin has
özelliğiydi. Sadece şekil değişikliğinden
bahsedilebilirdi) bir örneği. Ruhi Su, Ke-
mal Tahir, Füreya Koral vb. pek çok isim-
le uzun yıllar dostluk kurmuş ve aynı mec-
lislerde bulunan bir isim. “Ya-
rısı Roman” kitabında anıla-
rını okurken bir sahnenin per-
de arkasını izliyormuşsunuz
gibi bir duyguya kapılıyorsu-
nuz. Sakınmadan, çarpıtma-
dan anlatılan anılar, bu uzun
ömürde büyük bir ortak bel-
lek sunuyor bize.
Doğan Hızlan'ın da de-
diği gibi “Cumhuriyet kuşa-
ğının öncü insanlarının ül-
kenin her sorununa olan
duyarlılığı ve bütün aksak-
lıkların düzeltilmesi sorum-
luluğunu kendi üstlerinde
hissetmeleri” durumunun bir tem-
silcisiydi İsmet Kür de. Uzun yıllar Cum-
huriyet gazetesinde yazılar yazdı. Döneme
göre oldukça cesur yazılar kaleme aldı. Po-
litikaya hep ilgili oldu. “Onuncu Sigara” adlı
kitabında 12 Eylül ve işkenceleri güçlü bir
anlatımla işledi. İsmet Kür, bir söyleşisin-
de politikaya olan ilgisinden konu açıldı-
ğında “Babamla yaşayabilseydim, fikirle-
rinden faydalanabilseydim, iyi bir politikacı
olurdum” diyor.
Yazarlığının arkasında İsmet Kür, teh-
likeyi seven, hareket halindeki tramvayla-
ra atlayan, birini biraz beğenecek olsa ha-
karete varan kabalıklar yapan bir genç kız,
çocuklarıyla tek kelime İngilizce bilmeden
1950’lerin New York’una giden cesur bir
kadın, torunlarına yük olmasın diye eline
geçen eski fotoğrafları yırtıp atan bir an-
neydi. (Pınar Kür onun için, “Keşke daha
az anlayışlı olsaydı da, ben başkaldırmayı
daha iyi öğrenseydim,” demiştir.)
�SMET KÜR’ÜN “SUÇSUZÇOCUKLAR”I
İsmet Kür, Türkiye’de çocuk ve genç-
lik edebiyatı üzerine ilk bilimsel araştır-
maları yapan aydınlardandı. Osmanlıca ço-
cuk dergilerinden başlayarak bütün süre-
li çocuk yayınları üzerine derin ve kapsamlı
araştırmalar yapmış, ilk çocuk eğitimi ma-
kalelerini yazmış, TRT radyosunda “Çocuk
Saati” programını yaptığı dönemlerde bir-
çok radyofonik çocuk oyunu üretmiştir ve
bunların birçoğu sahnelenmiştir. Televiz-
yonun evlere girmesiyle, yazdığı oyunların
bir kısmı televizyonda yayınlanmıştır. Pınar
Kür için annesi, şair ve doktor, şair ve mil-
letvekili gibi ünvanlara sahip insanlar ara-
sında, şair ve radyo yazarıydı ve dolayısıy-
İSMET KÜR
Bir asırlık yaşam vebıraktıkları
Onun hayat�n�n güzelli�i uzunlu�undan öte dolu dolu ya�anan ve “üreten” bir hayatolmas�d�r. Cumhuriyetin ayd�nlanma k�v�lc�m�n�n bir ta��y�c�s�yd� �smet Kür. Bu ayd�nl�k duru�
hayat�n pek çok yerinde kendini gösterdi
DAMLA [email protected]
1 �UBAT 2013 CUMA12 Aydınlık KİTAP KAPAK
Foto
�raf
: Kad
ir �n
cesu
la hepsinden daha ünlüydü.
İsmet Kür’ün çocuk ve gençlik
edebiyatına yaptığı katkıların teme-
linde, edebiyat çevrelerinin içinde bu-
lunması ve kendini geliştirmesinin
yanı sıra Türkiye sorunları karşısın-
da gerçekçi ve duyarlı olmasının da
yeri vardı. Cumhuriyet gazetesinde
“Suçsuz Çocuklar” araştırma dizisi-
nin yayımlandığı dönemlerde “Ço-
cukların Suç Nedenleri” başlığı al-
tında yaptığı incelemeleri, daha son-
raki araştırmalarda kullanılmış
önemli kaynaklardır. Londra’da “Ço-
cuk ve Gençlik Yazını” üzerine eği-
tim alması, New York Üniversite-
si’nde “Çocuk ve Gençlik Psikoloji-
si” üzerine araştırmalar yapması,
ardından yirmi yıllık Türkçe ve Ede-
biyat öğretmenliği, İsmet Kür’ü ço-
cuk edebiyatı ve psikolojisi alanında
bir referans haline dönüştürmüş-
tür.
Kendi yapıtları arasında en çok
“Onuncu Sigara”yı sevdiğini ve ye-
tişkinler için yazarken daha özgür his-
settiğini söyleyen yazar, sıra çocuk-
lara geldiğinde daha duyarlı, özverili
ve dikkatli olmaya çalışırdı. Kitap-
larında özellikle öne çıkardığı hayvan
temalarıyla, çocuklara insanlara ol-
duğu kadar doğaya ve hayvanlara
karşı da saygılı olmaları gerektiğini
hatırlatmak istedi. Ona göre hay-
vanlar kimi kez insanlara, insanlar-
dan daha çok yardımcı olurlar ve on-
ları mutlu ederlerdi. (Pınar Kür,
onun köpeklere olduğu kadar kar-
galara da düşkün olduğunu belirtmiş
bir söyleşisinde.)
9’DAN 99’A...Çocuk edebiyatına Coşkun’u,
Mavi’yi, Karvera’yı kazandıran İsmet
Kür’ün çocukluğunda Sanvas ve
Sendes adında iki hayali arkadaşı var-
mış. Onlarla konuştukça annesi, İs-
met’in büyüyünce çok yalancı ola-
cağını söylermiş. Ama uyarılara ku-
lak asmayan İsmet Kür, hayal gücü-
nü kağıda dökmeye karar vermiş ve
1927’de ilk şiirini yazmış. “Büyük
Gazi” adındaki şiiri önce Çocuk
Dünyası dergisinde yayımlanmış,
ardından ilkokul 3. sınıf ders kitap-
larına girmiş. Kendini geliştirmek
adına düzyazı çalışmaları yapan Kür,
1931’de de “Mesut Tahayüller” adın-
daki öyküsünü, ilk düzyazı edebiyat
dergisi olan “Muhit”te yayımlatma-
yı başarmıştır.
Ve sonraki seneler içinde, her biri
ayrı yaralara dokunan, ayrı yaşamlara
el uzatan, ayrı dünyaları birleştiren ve
her zaman gerçekleri yansıtan öy-
küler, romanlar yazdı. Devrimlerin,
işkencelerin arasında çocuklar ço-
cukluklarını yitirmesin diye hoşgö-
rüyü, barışı anlatan, hatta insan hak-
larından bile söz edilemezken hayvan
haklarını hatırlatan kitaplar yazdı.
Coşkun ve sevimli köpeği Kuzgun’un
serüvenlerini, Mavi adında, insan-
lardan daha bilge bir köpeğin gece-
kondulardan villalara her türlü insanı
barındıran sokaklardaki maceraları-
nı, baharın yaklaşmasıyla eriyecek
olan kardan adamla küçük kara kö-
peğin dostluğunu yazdığı kitapların-
da İsmet Kür, henüz fakirlik, düş-
manlık gibi kavramlara zihinlerinde
yer olmayan çocuklara, zamanın ve
dostluğun kıymetini anlatırken, aynı
eserlerde, bu kavramlar içinde bo-
ğulan ebeveynlere, eğitimcilere, po-
litikacılara, kendi yarattıkları toplu-
mu tüm çıplaklığıyla sergiledi.
Son zamanlarında verdiği bir
demeçte, yaşlılığın kendisini çok
yavaşlattığını söyleyen İsmet Kür
“97 yaşında bir santimi bile yitiril-
memesi gereken bir nesne zaman,”
demiştir.
O'nun “Yarısı Roman” adlı ki-
tabında “mektupsuz ve zamansız
bir çağ” olarak tanımladığı bugün,
hayatının yarısı roman olan İsmet
Kür'ün ardından bu yazıyla ona el
sallıyoruz.
1 �UBAT 2013 CUMA 13Aydınlık KİTAPKAPAK
Yaşamak, 1945.Zehir Hafiye, 1966. (Yayımlanmamış radyo oyu-nu)Mutlugiller ile Beykoz Serüveni, Kiraz Bayra-mı, 1967.Mutlugiller, 1967-1968. (Yayımlanmamış rad-yo oyunu).Bizimgiller, 1969. (Yayımlanmamış senaryo).Memo ve Ay, 1969.Ay ile İkince Gece, 1969.Memo Masallar Ülkesinde, 1969.Oyuncakların Öfkesi, 1969.Memo Vahşiler Arasında, 1969.Anne Olmak, 1970.Çiçekler Sevgiyle Büyür, 1989.Onuncu Sigara, 1990.Türkiye’de Süreli Çocuk Yayınları, 1991.Mavi’nin Serüveni III, Sokak Köpeği, 1998.Kocaman Bir Örümcektir Zaman, 2001.Karvera, 2003.Coşkun’un Serüveni I, Mutlu ve Zorlu Yıllar,2003.Coşkun’un Serüveni II, Bilinmeyene Yolculuk,2003.Mavi’nin Serüvenleri I, Eski Ev, 2003.Mavi’nin Serüvenleri II, Yeni Dostlar Arasın-da, 2003.Anılarla Mustafa Kemal Atatürk, 2005.Karvera Nereye, 2005.99. Kat Şiirleri, 2005.Yarısı Roman, 2006.Ne Güzel Şey, 2006.Yıllara mı Çarptı Hızımız, 2008.
İsmet Kür’ün yapıtları
�smet Kür, hem yeti�kin edebiyat�nda hem de çocuk ve gençlik edebiyat�nda önemli eserler vermi�tir...
K�z� P�nar Kür ile birlikte
Ablas� Halide Nusret Zorlutuna ile birlikte
Bir süre önce gözlerim bir fotoğraf üç-
lüsüne sıkça takılıyordu. Nâzım Hikmet
vardı fotoğraflarda ve yanında sarışın,
genç bir kadın. Nâzım hem muzip hem
mutlu hem de oturaklı bakıyordu fotoğ-
raflarda. Genç kadınsa çocuklar gibi şen-
di ve yerinde duramadığı fotoğraftan bile
anlaşılıyordu.
Kısa bir araştırmayla öğrendim ki, o fo-
toğraflardaki kadın Nâzım’ın Moskovalı
karısı Vera Tulyakova’ydı. Hani Nâzım’ın,
o hepimizin bildiği, “Vera’ya” şiirini yaz-
masına vesile olan, Nâzım’a “gelsene,
kalsana, gülsene,” diyen kadın. “Çok şü-
kür aşığım. Bana öyle geliyor ki bir tek in-
sana, yüz milyonlarca insana, bir tek ağa-
ca, bütün ormana, tek bir düşünceye, bir-
çok düşünceye ve fikre aşık olmadan ya-
şamak yaşamak değildir” diyen Nâzım’ı
son anına kadar aşkla yaşatan karısı.
VERA VE NAZIMÖyle bir mutluluk, öyle bir sevimlilik var-
dı ki fotoğraflarda, derinlerde bir yerlerde
çocuksu bir güzelliğin, belki de çocukça bir
başlangıcın yattığını düşündürüyordu gü-
lüşleri. Geçen gün, YKY’den çıkan bir ki-
tabı elime alınca öğrendim ki, sahiden de
çocuksu bir tatlılık varmış Nâzım ile Ve-
ra’nın tanışmalarında.
SSCB canlandırma film stüdyosu So-
yuzmultfilm, bir Arnavut halk masalından
çizgi film yapmaya karar verir. Senaryo ha-
zırlanır, iş görüntüleri hazırlamaya kalır. Bu
noktada herkesi bir telaş alır, zira kimse Ar-
navutluk hakkında dişe dokunur bilgi su-
namamaktadır. Danışman aranırken, yö-
netmenlerden birinin aklına Nâzım gelir;
Nâzım’la görüşmeye Vera gönderilir. Nâzım,
Vera’yla gönderilen çizimleri görünce, “Sa-
natta natüralizmden nefret ediyorum. Şim-
di içeri gömleksiz bir adam
girerse bu realizm olur. Ama
pantolonsuz bir adam gelir-
se bu natüralizmdir” der ve
alır kalemini eline, başlar
masalın ana hatlarını, yöre
halkının nasıl giyinip kuşana-
cağını çizmeye. İşini bitirince
sorar: “Neden size bir senar-
yo yazmamı önermiyorsu-
nuz?” Vera bunun bir hayal
olacağını düşünür, işi şakaya
vurur. Ama Nâzım’ın şakası
yoktur. Ertesi gün akşama doğ-
ru Vera’yı arar ve “Bir şeyler buldum. Ben-
ce masalım hoşunuza gidecek” der. Böyle-
ce Vera’yla Nâzım’ın çokça görüşmesine ze-
min hazırlanmış olur. Sonra görüşürler,
evlenirler ve onlar ererler muradına, biz çı-
kalım kerevetine, demeyeceğim, çünkü
Rusya’da Nâzım’a dair onca araştırma ya-
pan yazar M. Melih Güneş’in “Hanene Hu-
zur Dolsun Sevdalı Bulut” adlı kitabında an-
lattıkları bu kadarıyla bitmez.
Nâzım “Sevdalı Bulut” isimli masalını
Vera’ya getirir. Vera’nın sonradan berbat bir
Rusçayla yazıldığını söyleyeceği masalın iç-
eriği, anlatmak istediği aslında Vera’yı ol-
dukça etkiler. Etkilenilmeyecek gibi de
değildir masal; Ayşe adlı yalnız ve zavallı bir
kıza sevdalanan, sırf onun bahçesi yok ol-
masın diye, yok olmak pahasına yağmur
olup yağan sevdalı bir bulutu anlatmakta-
dır. İşin güzelliği, Vera masalı tek beğenen
değildir; masal çokça kişi tarafından sevi-
lir. Masalın senaryosu yazılır, filmi ta-
mamlanır. Bu sırada Nâzım, sıkça görüştüğü
Vera’ya sevdalanmıştır. Kim
bilir, belki de ilk görüşünde
sevdalanmış, masalını sev-
dasından yazmış, hem de
ertesi akşama yetiştirmiştir.
“Sevdalı Bulut” kukla
film olarak 1959’da yayınla-
nır. Film Rusça konuşan
Doğu minyatürleri tadın-
dadır. Ve ne mutlu ki, onca
sene sonra yazar M.Melih
Güneş’in çabası ve Vera
Tulyakova-Hikmet’in ti-
yatro bilimci kızı Prof. Anna Stepova’nın
yardımıyla bu kayıtlar bulunur, dijital or-
tama aktarılır ve DVD’si “Hanene Huzur
Dolsun Sevdalı Bulut” isimli kitabın kapa-
ğına takılır. Ve insanı, “önce kitabı mı
okumalıyım, filmleri mi izlemeliyim?” dü-
şüncesiyle tatlı tatlı kıvrandırır.
NAZIM’�N Ç�ZG� F�LM�Benim için kazanan, önce kitabı okuma
düşüncesi oldu. Ama dayanamadım, ki-
taptaki tatlı anlatının ortalarında bir yerde
kitabı bıraktım, filmleri izlemeye başladım.
DVD’de bulunan iki filmden biri, “Sev-
dalı Bulut” on altı dakika uzunluğunda, ren-
kli, Rusça sözlü, Türkçe altyazılı ve bol
ahenkli. Anlatı şiir gibi akıyor, bu hem alt-
yazıda hem de seste hissediliyor. Sesten kas-
tım hem Andrey Babayev’in müziklerini
hem de filmin Rusça seslendirmesini kap-
sıyor. Nâzım’ın şiirlerinden alışık olduğu-
muz ahenk ve akış öyle ki, film konudan hiç
haberi olmayan birine bile dinletilse, o biri,
işin içinde Nâzım Hikmet’in olduğunu
tahmin edebilir.
DVD’deki diğer film ise, kitapta da an-
latılan “Hanene Huzur Dolsun”. “Sevda-
lı Bulut”tan üç yıl sonra, 1962’de yayınla-
nan “Hanene Huzur Dolsun” diğer filmden
biraz farklı. Kukla film değil, çizgi film me-
sela. Ve hiçbir diyalog içermiyor anlatıda.
Nâzım Hikmet, “Büyük bir değer taşıyan
barış hareketine yardımcı olacak ve bütün
dünyada barışı korumaya yönelik bu film ye-
nilik olsun diye değil herkesçe anlaşılabilir
olsun diye sözsüz yapılmıştır.” diyor duru-
mu açıklamak için. Ve bizi “Sevdalı Bulut”ta
hissedilen ahenkli Rusçadan sonra, “Ha-
nene Huzur Dolsun”da da yarattığı uyum-
la şaşırtıyor. Hiç sözcük kullanılmayan çiz-
gi filmdeki uyumlu akış ve izleyiciyi sıkmayış
içerikle bir oluyor; üstüne bir de sözsüzlü-
ğü buğusuyla örten müzikler geliyor; izle-
yici kendini çizgi filmin içinde buluyor. Ger-
çi, filmin içerdiği siyasi ve tarihsel konular,
en azından çocuklar için, az biraz ön bilgi
gerektiriyor; yoksa yer yer mecazlarla yü-
rüyen anlatı çocuklar için biraz ağır. Tabii
o yıllarda yazdığı belirtilen bir makalede,
“Çizgi filmler yalnızca çocuklar için değil,
büyükler içindir de.” diyen Nâzım için bu
durum şaşırtıcı olmasa gerek. Ve bu çizgi
filmi gören büyüklerin, çocuklar gibi, de-
falarca izlemek istemeleri.
(Hanene Huzur Dolsun Sevdalı Bulut, M. Melih Güneş,
Yapı Kredi Yayınları, 144 s.)
1 �UBAT 2013 CUMA14 Aydınlık KİTAP
Nâzım Hikmet bunu da yapmış!SSCB canland�rma film stüdyosu Soyuzmultfilm, bir Arnavut halk masal�ndan çizgi film
yapmaya karar verir. Senaryo haz�rlan�r, i� görüntüleri haz�rlamaya kal�r. Bu noktada herkesibir tela� al�r, zira kimse Arnavutluk hakk�nda di�e dokunur bilgi sunamamaktad�r
MURAT HATUNOĞ[email protected]
Sakar Cadı Vini’nin maceraları sizi
yepyeni bir dünyaya davet ediyor. Eğer
maceraya ve sihirli şeylere hazırsanız
birbirinden güzel dört öykü sizleri
bekliyor. Sakar Cadı Vini, diğer sıradan
cadılara pek benzemiyor. En az diğer
cadılar kadar sihir yapabi-
liyor ama yaşadığı mace-
ralar diğer cadılara taş çı-
karır cinsten. İsterseniz sü-
pürgeye atlayıp dünyayı
dolaşabilirsiniz, isterseniz
sihirli değneklerden oluş-
muş bir ağaçtan bir sihirli
değnek de siz kapabilirsiniz.
Tabii Sakar Cadı Vini kadar
sakar olmamak şartıyla!
Buram buram macera,
tehlike ve sihir kokan bu
öykülerde Vini’nin yaptığı sakarlıklar
size tanıdık gelecek.
Dünyada 2 milyondan fazla çocu-
ğun okuduğu Sakar Cadı Vini’nin se-
rüvenleri İş Bankası Kültür Yayınları
tarafından Bülent O. Doğan’ın çeviri-
siyle Türkçeye kazandırıldı. Bu seride
Sakar Cadı Vini’nin bilgisayarıyla,
komşularıyla, uzaylı dostlarıyla ve daha
nicesiyle yaşadığı maceralar anlatılıyor.
Vini’nin serüvenleri çoğunlukla talih-
sizlikle başlasa da ve beddualarla de-
vam etse de sonu hep tatlıya bağlanı-
yor. Beddua dediğime bakmayın, as-
lında her biri birbirinden yaratıcı ve kar-
nınızı ağrıtacak kadar güldürücü söz-
ler. “Sakar Cadı Vini’nin Yaramaz
Atı” isimli bu kitapta da yine sakar-
lıktan Vini’nin başına gelen şanssız-
lıkları anlatan dört öykü bulunuyor.
İlkinde tatile gitmeye karar veren
Sakar Cadı Vini, yola çıkmak için ara-
ba yapıyor ancak sürmeyi
bilmiyor! İkinci öyküsünde
bahçesini ziyarete gelecek
çocuklara sürpriz yapmak
istiyor ama her zamanki
gibi eline yüzüne bulaştı-
rıyor. Ardından çay parti-
si macerası ve Vini’nin
yaramaz atının yaramaz-
lıklarıyla Vini’nin sakar-
lıkları birleşince ortaya
yine keyifli bir macera
çıkıyor.
Kitabın bir diğer önemli özelliği
Korky Paul’a ait çizimler. Çizimlerin ya-
zılarla uyumu yerinde ve yazılardaki eğ-
lenceyi tüm detaylarına kadar yansı-
tabiliyor.
İş Bankası Kültür Yayınları karne
gününde yine çocukları unutmuyor.
Klasiklerden oluşan ve her çocuğun
ulaşabileceği uygun fiyatlarla oluştur-
dukları serilerle çocukların kalbini
kazanıyor. Serideki eserler içinde ka-
çırdıklarınız varsa bu fırsatı değer-
lendirmenizi tavsiye ederim.
Hayır, dünyada çok az yaratık 165 mil-
yon yıl boyunca dünyaya hükmeden dino-
zorlar kadar ilgi çekici olma şansını yaka-
layabilir! Yapılan araştırmalara
göre 65 milyon yıl önce ne-
silleri tükenmemiş olsaydı
kendi medeniyetlerini kur-
muş olabilecek kadar akıllı
oldukları düşünülen dino-
zorların nasıl yok olduğu bu-
gün hala tartışılan bir konu ol-
maya devam ederken, çocuk
edebiyatının bol ödüllü yaza-
rı Mavisel Yener son kitabı
“Çılgınlar Sınıfı- Dinozor Ta-
kımı” ile karşımızda… Çıl-
gınlar Sınıfı’nın maceraları
son hızıyla devam ederken,
kahramanlarımız şimdi de di-
nozorlarla ilgili bilinen her şeyi değiştire-
cek olağanüstü bir kanıtın izini sürüyorlar.
Nesli tükenmiş canlılar ile ilgili bir
araştırma yaparak sunum hazırlamaları is-
tenince; Ayşegül, Selda, Fatih ve Doruk-
han’ın aklına yalnızca tek bir dev yaratık gel-
mişti: Dinozorlar! Ancak ödevlerini ha-
zırlarken karşılarına çıkan bir internet si-
tesi onlara dinozorlar hakkında tüm bil-
diklerini unutturuyor, yoksa dinozorlar
kuşlardan mı türemiş? Peki ya bulunan fo-
silin ücret karşılığında satılması, acaba bu
etik mi? Türkiye’de bulunduğu söylenen bu
fosilin peşine düşen Dinozor Takımı, sev-
gili öğretmenleri Fatoş Gü-
neş’in yardımıyla bu sır
perdesinin aralanma-
sına yardım ediyorlar.
Sayfaları çevirdikçe,
despot bir müdür yar-
dımcısına rağmen
Fatoş öğretmenin
kucaklayıcı yakla-
şımıyla çocuk-
ların yara-
tıcı-
lık-
ları-
nı na-
sıl zorla-
dığını gör-
düm. Doğru öğ-
retmen ile çocuklar öğrenmenin ve üret-
menin zevkine varıyorlar, bunu da dersi iş-
lemenin eğlenceli bir yolu haline getiri-
yorlar.
Araştırmalarının so-
nunda fosillerin nasıl oluş-
tuğunu, nasıl çıkarıldığını,
müzeler için nasıl bir araya
getirildiğini öğrenip, dino-
zorların nasıl yok olduğu-
nu hep birlikte tartışan
halleri ise beni istemeden
ilkokulda küme çalışmaları
yaptığımız günlere götür-
dü. İnternetin olmadığı
zamanlardı; konumuzu
en iyi şekilde temsil ede-
bilmek için kütüphane-
lerde saatlerce oturacak kadar fe-
dakar fakat grubumuzun payına düşen tem-
belleri dışlayacak kadar da acımasızdık! Di-
nozorlar Takımı’nın yer yer hırslı ama
asla takım ruhunu kaybetmeyen tavrı ço-
cukların araştırmacı yönünü ve özgüveni-
ni kaşıyor, akıllarda kalan ise yine dostluk
ve paylaşım oluyor. Yani Çılgınlar Sınıfı’nın
bizlere öğrettikleri yalnızca dinozorlarla sı-
nırlı sanıyorsanız yanılıyorsunuz! Bu dört
arkadaş iyi bir ekip olmanın pozitif gücü ile
sınırların ötesine geçmenin iyi birer örne-
ği oluyorlar.
Kitapta oldukça akıcı ve çocuklara hi-
tap eden bir dil kullanılmasının yanında, öz-
türkçeye sadık kalmaya özellikle dikkat edil-
miş, öyle ki “internet” kelimesi yerine bile
“bilgisunar” kullanıldığını gördüğümde
biraz garipsediğimi itiraf etmeliyim. Ço-
cukların eğitimine katkısı olduğunu dü-
şündüğümüz internet gün geçtikçe ço-
cuklarımızın vazgeçilmezleri arasında yer
almakta, ve yazar interneti hazırcılık yü-
zünden araştırmacı olamayan günümüz
gençliğinin aksine “bilgi sunan” bir materyal
olarak işleyerek çocukları düşünmeye da-
vet ediyor. İşte tam da bu yüzden “bilgi-
sunar” olarak öztürkçeleştirilmesinde hiç-
bir sakınca görmüyorum.
Nesilleri 65 milyon yıl öncesinde tü-
kenmiş olan dinozorların hikayesi, görül-
düğü gibi hiç de bitmişe benzemiyor!
BAŞAK ELVAN [email protected]
Dinozorlar Tak�m�, çocuklar�n ara�t�rmac�yönünü ve özgüvenini ka��yor, ak�llarda kalan
ise yine dostluk ve payla��m oluyor
Dinozorlar takımıkanıt peşinde
DENİZ ANTEPOĞ[email protected]
Buram buram macera, tehlike ve sihir kokanbu öykülerde Vini’nin yapt��� sakarl�klar size
tan�d�k gelecek
Cadıları sever misiniz?
1 �UBAT 2013 CUMA 15Aydınlık KİTAPÇOCUK - GENÇ
(Çılgınlar Sınıfı-Dinozor Takımı,Mavisel Yener, Bilgi Yayınevi, 112 s.)
(Sakar Cadı Vini’nin Yaramaz Atı, Laura Owen,
İş Bankası Kültür Yayınları, Çev: Bülent O. Doğan, 96 s.)
1 �UBAT 2013 CUMA16 Aydınlık KİTAP ÇOCUK - GENÇ
“Rufus’un dediğine göre bütün Küçük
Asya’da üretilen yünlü kumaşlar, mer-
mer, kereste gibi mallar
Efes Limanı’na getiriliyor
ve burada Yunanistan’a,
İtalya’ya kısacası bütün dün-
yaya dağıtılıyordu. Aynı şe-
kilde Efes’e gelen mallar
da doğuya akıyordu. Kentte
birçok tüccar bulunuyordu.
Rufus önde, iki kardeş ar-
kada kocaman bir tahta ka-
pıyı itip büyük bir avluya gir-
diler…”
Melissa ve Kares’in
Efes’te yaşadıklarını böyle anlatıyor “Ta-
pınağın Sırrı”. İki kardeş babaannelerini de
yitirdikten sonra kimsesiz kalırlar ve aile-
lerinin köklerini araştırmak üzere Efes ken-
tine giderler. Burada başlarına tuhaf olay-
lar gelse de tarihte büyük değere sahip bu
önemli kente dair birçok şey öğrenirler. Bu
sayede kendi ailelerini de daha iyi tanımayı
başarırlar.
Kitabın yazarı Zehra Tapunç, Eskiçağ
Tarihi bölümü mezunu. Efes’i ve burada
yaşayan toplumları anlattığı kitabında bu
alandaki uzmanlığından faydalanmış. Böy-
lece çocukları bilgilendiren ve aynı za-
manda bu alana dair ilgiyi arttıran bir eser
çıkmış ortaya. Bundan önce “Hattuşalı Ha-
taş”, “Kral Midas’ın Çocukları”, “Altın ül-
kesi Lidya” başlıklı kitaplarında da yine 10
yaş üstü çocukların ilgisini çekecek mace-
raları tarih bilgisiyle yoğuran hikayeler oku-
muştuk Tapunç’tan.
“Tapınağın Sırrı”na geri dönecek olur-
sak özetle şunları aktaralım: İki kardeş dö-
neminin en gözde kentini gezerken kentin
kalbi Artemis Tapınağı’nı ya-
kından gözlemlerler ve tapı-
nağın varoluş amacına uygun-
suz biçimde şehrin karanlık in-
sanlarının kirli işlerine paravan
haline getirilmiş olduğunu
keşfederler. Yerli halk ya-
bancılara karşı ürkektir. Ora-
ya yolu düşen her yabancı
gibi Melissa ve Kares’e de
kötü davranırlar. Fakat onlar
içine düştükleri bu ortamın
sırrını çözmeye kararlıdır.
Orada tanıştıkları Rufus ile
birlikte heyecan verici olaylara karışır-
lar…
2011 Tudem Edebiyat Ödülleri’nde
ikincilik ödülüne değer görülen “Tapınağın
Sırrı”, cesur gençlerin izinde, Antik Efes’in
dünyasında esrarengiz olaylara yelken açı-
yor. Bunu yaparken kuşkusuz tarihe dair
gerçek bilgiyle bezenmiş anlatımı sayesin-
de eğitici bir işlev görüyor. İki kardeşin ba-
şından geçen olayların verdiği heyecan ki-
taba bir akıcılık kazandırıyor. Her paragrafta
yeni bir durumla karşılaşan ana karakter-
lerin hikayesi kitabı okunur kılsa da Efes ve
burada yaşamış toplumlara dair aktarılan
bilgiler kimi zaman ağır kaçıyor.
Toplamda yazarın uzmanlık alanın-
dan süzülüp gelen bilgi birikimiyle do-
nanmış anlatım 10 yaş üzeri ve tarihe ilgi-
si olan ya da bu yönde teşvik edilmek is-
tenen çocuklar için keyif verici ve eğitici.
(Tapınağın Sırrı, Zehra Tapunç, Tudem Yayınları, 160 s.)
7 yaşında bir çocuk, bu yaşına dek hiç
olmadığı kadar, hatta hiç kimsenin ola-
madığı kadar şişman. Üstelik bir hay-
li kalabalık olan ailesinde
tek bir şişman yok, hepsi in-
cecik. Sadece onlar değil, tey-
zeleri, amcaları, kuzenleri,
arkadaşları, kısacası herkes…
Kimden bahsettiğimi anla-
mışsınızdır, Günışığı Kitaplı-
ğı’ndan çıkan, son dönemlerin
en iyi çocuk kitaplarından biri
olan “Yerde Ağır Gökte Hafif”
kitabının kahramanı Paula’dan bahsedi-
yorum. Tombul çocuk temalı kitaplar ara-
sında, sevecenliğin, gerçekçiliğin, iyim-
serliğin ötesinde, okuyup da üstüne bol
bol düşüncelere dalacağınız farklı bir
öykü Paula’nın öyküsü.
“Yazın Paula, yüksek
otların arasına uzanıp,
örümceklerle böcek-
lerin, üstünde dolaş-
masına izin veriyor.
Sonbaharda, ku-
rumuş yapraklar
toplayıp onlarla
üstünü örtüyor,
ta ki, burnu dı-
şında her yanı
kırmızı ve sarı
yapraklarla kap-
lanıncaya kadar.
Kışın kara gömü-
lüyor ve bir milyon
kar tanesinin üstüne
yağarak onu sakla-
masını diliyor. İlkba-
hardaysa…”
Yazar böyle anlatınca,
tombul vücudunu insanlardan giz-
lemeye çalışan bir çocuk beliriyor zihni-
mizde. İnsanların alay konusu olan ku-
surlarımızı, onlarından gözlerinden sa-
kınmaya çalışırız ya çünkü. Ya da öyle
yaptığımızı düşünürüz. Aslında yaptığı-
mız, insanların bize hissettirdiklerinden
kaçmaktır. Mesele tombul bir vücudu ser-
gilemekten kaçınmak değil, tombul vü-
cudumuz yüzünden insanların bizde
oluşturduğu utanç duygusundan olabil-
diğince uzak durmaktır. Ne kadar az mey-
dana çıkarsam o kadar az utanırım.
Paula da tombul vücudunu saklamı-
yor karlar altına, her yattığında içe göçen
yatağını, kendisini bir türlü su
üstünde tutamayan havuzu,
Paula’yı her kaldırdıklarında
belleri tutulan amcalarını giz-
liyor. Zaten artık kaldırma-
mayı tercih ediyorlar. Derken
çok uzaklardan gelen Hiram
Amcası, Paula’yı tutup hava-
ya fırlatıveriyor.
Paula havada. Sanki bir an
için yer çekimi denen şey yok
olmuş gibi. “Sırtında yusufçuk kanadı, ka-
nadın üstünde de mendil olan bir tüy
gibi…” Paula dahil herkes şaşkın, yalnız
Hiram Amca hala neye yol açtığının
farkında değil. Paula havada dakikalar
değil, günler değil, mevsimler
geçiriyor ve tek bir gün,
tek bir gece aşağı inmi-
yor. Çünkü, artık iste-
diği huzura sahip.
Tombul vücudu bu
kez daha fazla in-
sanın gözü önün-
de, gökyüzünde
bir zeplin gibi
dolanıp duru-
yor. Ama insan-
ların şaşkın ba-
kışları, gazeteci-
lerin anlamsız so-
ruları Paula’nın
umrunda değil,
çünkü yerdeyken
karların altına gizle-
diği utanç duygusu artık
uçup gitti. O havuzun için-
de hissettiği dayanılmaz ağır-
lık duygusu artık yerini vazgeçilmez
bir hafiflik duygusuna bıraktı.
Peter Schössow’un görüp görebile-
ceğiniz en şirin tombul çocuğu çizdiği,
sonu kalbinizde karıncalanmalara se-
bep olacak “Yerde Ağır Gökte Hafif”i,
hazır bol vaktiniz varken bir an önce oku-
yup bitirin derim. Bazen böyle güzel ki-
taplarda bir adım önde olmak iyidir.
İyi okumalar diliyoruz.
İREM HALIÇ[email protected] PINAR AKKOÇ
2011 Tudem Edebiyat Ödülleri’nde ikinciliködülüne de�er görülen “Tap�na��n S�rr�”, cesur
gençlerin izinde, Antik Efes’in dünyas�ndaesrarengiz olaylara yelken aç�yor
Antik Efes’e gizemlibir yolculuk
(Yerde Ağır Gökte Hafif, Zoran Drvenkar, Günışığı Kitaplığı,
Çev: Suzan Geridönmez, 102 s.)
Paula havada. Tombulvücudu bu kez daha fazla
insan�n gözü önünde,gökyüzünde bir zeplin gibi
dolan�p duruyor
Uç tombul uç
1 �UBAT 2013 CUMA 17Aydınlık KİTAPÇOCUK-YENİ ÇIKANLAR
Filozof Çocuklar Kulübü:Peki Ama Ben Kimim?
Tanner ile onun Alev Kuşu Fi-
repos, Kurt-Canavar Gulkien ve
onun Seçilmiş Binicisi Gwen’le kar-
şılaştıktan sonra güçlerini onlarla bir-
leştirirler. Gwen’in kardeşi Geffen,
onlara ihanet etmiş, Ölüm Maske-
si’nin eksik parçasının Derthsin’in
eline geçmesine neden olmuştur.
Derthsin, bir yandan da maske-
nin diğer üç eksik parçasını ara-
maktadır.
Tanner ve yeni yol arkadaşları,
eksik parçayı Derthsin’den geri al-
mak ve diğer parçaların yerini öğ-
renmek için zorlu bir mücadele ve-
rirler. Bu mücadele sırasında bir de
sürprizle karşılaşacaklardır.
Avantia Günlükleri -Kötülü�ün Pe�inde
Mary Poppins maceraları yine çok
şaşırtıcı, çok eğlenceli, inanılmaz! Bu
maceralarda dilerseniz kuşlar gibi ha-
vada uçabilirsiniz; her şeyi bildiğini sa-
nan Kral’a ders veren kedi olabilirsi-
niz; mermer çocuk için üzülebilir,
nane şekerinden atlara binip kahka-
halar atarak gökyüzünde yarışabilir-
siniz... Peki ya Yükselen Su Parti-
si’nde Tiddy-um-pom-pom müziğiyle
dans etmeye ne dersiniz? Ama acele
edin: Bütün bunları, Mary Poppins
Öteki Kapı’yı açmadan yapmalısınız!
“Mary Poppins Kapıyı Açıyor”,
P.L. Travers’ı dünya çapında üne
kavuşturan altı kitaplık serinin üçün-
cü kitabıdır.
Mary Poppins Kap�y�Aç�yor!
Deniz salyangozu koca kayayı
kaymış dolanmış...
Gözleri bir denize bir rıhtımda-
ki gemilere dalmış...
Bakarken derin bir nefes alıp
içini çekmiş...
“Deniz derin, dünyaysa gepgeniş!
Ah keşke ben de yelken açıp
gezsem çok!” demiş minik salyan-
gozcuk...
Bir salyangoz ve bir balinanın
yerin yüzlerce metre altından, ok-
yanusun derinliklerinden dünyaya
nasıl baktıklarını okuyacaksınız.
Salyangoz ile Balina
Yemeğini arayan tırtılın mace-
raları devam ediyor. “Meraklı Gez-
ginler Serisi”nin ikinci kitabı olan
“Özgürlüğünü Arayan Kelebek”te
serinin ilk kitabında tanıştığımız
tırtıl artık bir kelebeğe dönüşüyor.
Rengârenk kanatlarını çırpan ke-
lebekle birlikte dört farklı mekân-
da geziyoruz.
Hem bir yetişkin ile birlikte
okunabilecek hem de okumayı yeni
öğrenen çocukların ilk kitapları
olarak kütüphanelerinde yer alacak
bu kitabı üç yaş ve üzerindeki tüm
çocuklara tavsiye ediyoruz. Me-
raklı gezginler için yolculuk devam
ediyor!
Özgürlü�ünü ArayanKelebek
Ruby, evinde bir pijama partisi
vermek ister, ama annesinin buna
izin verip vermeyeceğini bilemez. Üs-
telik evde herkese yatacak yer de
yoktur. Tüm arkadaşlarını çağır-
mazsa onlar tarafından dışlanmak-
tan korkan Ruby, herkesin gönlünü
hoş tutmaya çalıştıkça çıkmaza girer.
Acaba arkadaşları ve ailesiyle arası
bozulmadan bu işten sıyrılabilecek
midir?
Gözyaşları, tartışmalar ve mu-
zipliklerle harmanlanmış yeni bir
Ruby Rogers macerası daha...
Ruby Rogers – Oyunbozan
Güneşin neden bazen kırmızı ba-
zen de sarı olduğunu hiç merak ettin
mi? En büyük hayali getir-götür işle-
rinden kurtulup denizlere açılmak
olan Ali yine bir gün babasına yardım
ederken sandalında oturan mutlu bir
adamla karşılaşır. Adam yaptıkları iş-
ten mutluluk duymayan çocuklara
masallar anlatan bir masalcıdır. Ma-
salcının o gün Ali için anlattığı masal
o kadar güzeldir ki, Ali’ye dünyadaki
her şeyin bir sebebi olduğunu gösterir.
Sen de bu kitabı okuyunca, tıpkı
Ali gibi güneşin ve onu kırmızıya
boyayan çocuğun macerasını dinle-
yebilir, hatta güneşi batmadan yaka-
layabilirsin.
Güne�i K�rm�z�yaBoyayan Çocuk
2009 yılında “Mezarlık Kitabı”yla
Newbery Medal alan Neil Gaiman’dan
zekice kurgulanmış eğlenceli bir ro-
man... Konusunu geleneksel Nors mi-
tolojisinden alan “Odd ve Ayaz Dev-
leri”, okuru devlerin ve Tanrıların ül-
kesinde vahşi ve büyülü bir yolculuğa
çıkarıyor.
Vikingler döneminde, Norveç’te
bir kasabada Odd isimli bir çocuk ya-
şar. Odd hep çok şanssız bir çocuk ol-
muştur. Odd kasabadan ormana gitti-
ği bir gün ayı, tilki ve kartalla karşıla-
şır. Bu üç sıradışı hayvanın Odd’a an-
latacakları bir hikâyeleri vardır. Şimdi
Odd, Tanrılar şehri Asgard’ı Ayaz
Devleri’nden kurtarmak zorunda...
Odd ve Ayaz Devleri
Seran Demiral, Final KültürSanat Yay�nlar�, 128 s.
Kaan ile Ece, Sevim’e ait olan bir
defteri okumaya başladıklarında, bil-
medikleri bir dünyayı keşfettiler. Bu
dünya “felsefe” dünyasıydı. Ece,
Kaan, Zeynep, Barış ve Sevim hem
ortak noktalarını, hem de birbirleri-
ne hiç benzemeyen yönlerini görerek,
kim oldukları üzerine düşünmeye
başladılar.
“Filozof Çocuklar Kulübü”ndeki
tartışmaları, serüvenleri, Ece’nin kim
olduğunu keşfettiği bu ilk kitap ile
başladı. Bu kitap aynı zamanda felsefe
tarihine, filozofların dünyalarına açı-
lan bir kapıydı; “Filozof Çocuklar Ku-
lübü”nün sadece meraklı çocuklara ve
gençlere görünen kapısı...
P. L. Travers, Kelime Yay�nlar�,Çev: Semin Say�t, 224 s.
Neil Gaiman, �thaki Yay�nlar�,Çev: Emine Ayhan, 104 s.
Adam Blade, Beyaz BalinaYay�nlar�, Çev: Rose Mary
Samano�lu, 192 s.
Julia Donaldson, Popcore Yay�nlar�,
Çev: Y�ld�r�m Türker, 32 s.
Tülin Koziko�lu, Redhouse Kidz Yay�nlar�, 40 s.
N. Aylin Atilla, MandolinYay�nlar�, 32 s.Sue Limb, Alt�n Kitaplar,
Çev: �pek Demir, 112 s.
1 �UBAT 2013 CUMA18 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR
Esneyen Adam
“Rabıta’nın Zabıtası’, ‘Rabıta’ ki-
tabından 26 yıl sonra yayınlanıyor ve ilk
kaleme alındığından bu yana olaylar ile
kişilerin üzerinde öbeklenen tozları
silkeleyerek, şu anda, büyük Rabıta pla-
nının hangi noktaya varmış bulundu-
ğunu gösteriyor.”
4+4+4’lü eğitim sisteminin bütün
yapı taşlarının nasıl Rabıta örgütü ta-
rafından sabırla hazırlandığını görüyor,
olaya, daha aydınlatıcı bir açıdan bak-
ma olanağını buluyorsunuz. “Rabı-
ta’nın Zabıtası”, Rabıta’nın güncel ha-
lini ortaya serdiği gibi, usta ve çırak iliş-
kisi içinde olmuş olan iki Rabıtalı araş-
tırmacı usta yazarın, gönül ve fikir ra-
bıtasını da ortaya seriyor.
Rab�ta’n�n Zab�tas�
İnanmak günahmış bu cehen-
nemde, tövbemizi boynumuzda taşı-
yoruz. Bildiğiniz bir sır yok mu hâlâ,
koynumuzda saklamak için. Yeter ki
beni artık ele vermeyin. Çünkü her
yeni gün şimdi yabancı bana. Ah, yok-
sa siz de mi kırgınsınız Tanrıya?
Oysa benim sitemim kilitli zamana.
Yalvarırım kum saatini bir kez daha
çevirelim. Yoksa beklemektense öl-
meyi mi seçelim?
Gül Yıldız genç bir yazar. Bu ilk
kitabında, yeni yetme kalemini fü-
tursuzca savuruyor; hayatın içinden,
bu kaosun ortasından geçerken ru-
hunu yaralayanlara. Duyarlı ve kırıl-
gan; ama asla boyun eğmeyen bir dil...
Tutsak Ça�r���m
“Sanatın Tüm Öyküsü”, sanatı il-
kel toplumlardan beri dünya çapın-
da yaşanan toplumsal ve kültürel ge-
lişmeler bağlamına yerleştiren net ve
doğrudan bir tarihsel panoramayla
başlıyor. Kronolojik olarak düzen-
lenmiş bu kitap sanatsal gelişmele-
rin izini dönemden döneme ve akım-
dan akıma sürüyor. Görsellerle des-
teklenen geniş kapsamlı metin, re-
simden heykele, sanatın tüm üslup-
larını barındırıyor. Belli başlı sa-
natçıların çalışma ve fikirlerinin ay-
rıntılı analizleri, bir sanatçının diğer
sanatçıları nasıl etkilediğini ve ça-
lışmalarıyla neye erişmeye çalıştığı-
nı ortaya koyuyor.
Sanat�n Tüm Öyküsü
NTV Yayınları’nın çok satan seri-
sinin son kitabı: Batı sanatını tarih ön-
cesinden alıp günümüze kadar incele-
yen bir rehber: "Sanat".
Mağara resimlerinden Sistine Şa-
peli’nin tavanına, Rembrandt’tan Andy
Warhol’a “Sanat” kronolojik sıraya
göre bütün çağları (Antik dönem, Or-
taçağ, Rönesans) önemli akımları ve ta-
nınmış sanatçıları ele alıyor. Bölüm baş-
larındaki giriş yazılarında o döneme ait
politik, sosyolojik ve bilimsel gelişme-
lerden bahsediyor. Görselleri ve oku-
ması rahat metinleriyle Batı sanatının
kısa ve öz bir tarihçesini sunan “Sanat”,
herkesin edinmesi gereken bir başvu-
ru rehberi.
Sanat
Yirminci yüzyılın en önemli İtal-
yan ve Avrupalı şairlerinden biri
olan Ungaretti, bütün şiirlerini top-
ladığı kitaba “Bir İnsanın Hayatı”
adını vermişti.
Yoğun ve yalın bir dille yazılmış bu
şiirlerde, doğup büyüdüğü İskende-
riye, Afrika’nın uçsuz bucaksız çöl-
leri, kıyılarını yakından tanıdığı Ak-
deniz, yenilik yaratan sanatçılarla ta-
nıştığı Paris, siperlerinde savaştığı
Kuzey İtalya’nın dağları, Brezilya’da
geçen hocalık yılları da dile geliyor-
du bu şiirlerde. Hem de Ungaret-
ti’nin İtalyan diline kendine özgü bir
yalınlıkla kazandırdığı bir ritim ve li-
rizm zenginliğiyle...
Bat�k Liman ve Ba�ka�iirler
Doç. Dr. Hüner Tuncer, on beş yıl
boyunca aralıklarla çalıştığı Avusturya
ve Danimarka arşiv ve kütüphanele-
rinden elde ettiği bilgileri, yalın ve akı-
cı üslubuyla okuyucunun bilgisine su-
nuyor. Bu kitap, Avusturya Başbakanı
Metternich hakkında ülkemizde ya-
pılmış ilk monografik çalışma. Avru-
pa’da XIX. yüzyılın ilk yarısında tutu-
culuğun simgesi olarak gösterilen Met-
ternich’in bazı görüşleri şöyle: “Hükü-
met, devrimci güçleri bastırmalı ve
bunlara karşı savaşmalı. 1832’de Av-
rupa’da tek bir ciddi sorun vardır; o da
devrimdir. Devrimler, halk yığınlarının
zenginleri soyma girişimleri ve bir doğa
felaketidir.”
Metternisch’in Osmanl�Politikas�
Loan James bu önemli çalış-
masında günümüzden 300 yıl geri-
ye uzanarak altmış büyük mate-
matikçinin biyografilerini kaleme
alıyor. Kitap matematikçilerin bi-
limsel başarılarının yanı sıra her biri
oldukça merak uyandırıcı yaşam öy-
küleri üzerinde de titizlikle duruyor.
Kronolojik olarak düzenlenmiş bi-
yografilerle matematiğin yıllar için-
de hangi toplumsal koşullarda ge-
liştiğine dair çarpıcı bir tablo su-
nuluyor. Bilimsel ve teknik ayrıntı-
ları asgaride tutan kitap konuya ilgi
duyan bütün okurları modern ge-
lişmeleri kolayca izlemeye davet
ediyor.
Büyük Matematikçiler
Feryal Tilmaç, Yap� KrediYay�nlar�, 112 s.
Bu öyküler sanatın ve düşüncenin
etrafını karbonmonoksit bulutu gibi sa-
ran popüler kültüre, aslolanın değer-
sizleştirilmesine, görünme derdine,
temelsizliğe, kültürsüzleşmeye, aşkın,
inancın, etiğin, vicdanın kalıplara dö-
külmesine, aynılaştırma çabalarına,
içi boş klişelerin tümüne ve dayatma-
lara ve hoyratlıklara ve özensizliklere
kendi halinde bir karşı çıkıştır.
“... bitap düşene kadar kendimi,
hissettiklerimi, arzumun nesnesini, bu
nesnenin sahiden de bir nesne olma-
sının garipliğini, içine düştüğüm im-
kansızlığı, zaten hissettiklerimi aşk
yapan gizin tam da bu imkansızlıkta
yattığını tartıp döküyordum.”
Gül Y�ld�z, Marjinal Kitap, 80 s.
Joan James, �� Bankas� KültürYay�nlar�, Çev: Cumhur Öztürk, 611 s.
I��k Kansu, um:ag Yay�nlar�, 120 s.
Kolektif, Hayalperest Kitap, Çev:Firdevs Candil Çulcu, Gizem
Aldo�an, 576 s.
Kolektif, NTV Yay�nlar�, Çev:Derya Nüket Özer, 512 s.
Hüner Tuncer, KaynakYay�nlar�, 192 s.
Giuseppe Ungaretti, Can Yay�nlar�,Çev: Cevat Çapan, 112 s
1 �UBAT 2013 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR
Romanov Komplosu
Politika, sömürenlerin süregelen
egemenliğine destek veren ideolojiler
bütünü müdür?
Okan Gökay Emgengil bu kitabı-
na, uygarlıklar kavramıyla girerek
Doğu-Batı çelişkisinin çarpıcı bir sor-
gulamasını yapıyor. İnsanlığın bar-
barlık-uygarlık aşamasından tekrar
barbarlığa geçiş sürecini anlatıyor.
Emgengil okuyucuyu, siyasal ideolo-
jiler, devrimler ve stratejik rekabet mer-
kezleri arasında, çarpıcı bir yolculuğa
çıkarıyor. Politika konusunda, Eski
Yunan’dan günümüze kadar bize an-
latılan birçok kavramın gerçekleri
yansıtmadığını düşünen yazar, fena hal-
de kandırıldığımıza inanıyor...
Barbarl�ktan Uygarl��aPolitika ve Devrim
“Rekabetçi bir dünyada engelleri
aşarak ilerleme stratejileri sunan ‘na-
sıl yapmalı’ kitaplarının tersine bu ki-
tabın amacı okurun mücadele dünya-
sından çıkarak sonsuz olasılıklar ev-
renine yelken açmasına yardımcı ol-
maktır. Gündelik yaşamda bizi engel-
lediğini düşündüğümüz birçok koşulun
sadece varsayımlarımızın çerçevesinden
bakıldığında öyle göründüğünü öne sü-
rüyoruz. Aynı koşulları başka bir çer-
çeve içinde ele aldığımızda yeni yolla-
rın açıldığını görürüz. Kitabın her bö-
lümünde bu yaklaşımın başka bir yö-
nünü sunuyor ve sonsuz imkânları ha-
yatınıza taşımanın yeni bir yolunu ta-
rif ediyoruz.”
Ya�am Sanat�ndaUstala�mak
Kathi Weeks, “Feminist Özne-
lerin Kuruluşu” adlı çalışmasında,
1980’li yıllarda yürütülen moder-
nizm/post-modernizm tartışması-
nın ötesine geçerek, günümüzde fe-
minist öznelerin kuruluşuna dair
yeni olanaklar üzerine düşünmenin
önünü açıyor. Modern ve post-mo-
dern özne kuramlarının ve bunların
felsefi temellerinin, feminist dü-
şünce ve pratik üzerindeki etkilerini
tarihsel bir yaklaşımla inceliyor. İs-
ter metafizik isterse doğallaştırıcı ol-
sun özcü yaklaşımların dışında özcü
olmayan bir feminist yaklaşımın
nasıl kurulabileceğini araştırıyor.
Feminist ÖznelerinKurulu�u
“Kahverengi Veba”, Hitler fa-
şizminin bir ifadesidir. Hızlı ve fark
ettirmeden nüfuz eden oldukça
yaygın kitlesel bir hastalıktır. Onu
gören, teşhis eden, ona seslenen ve
ona karşı mücadeleye çağıran bir ta-
nımlamadır. Bugünden oldukça
uzakta, geçmişte kalmış gibi duran
ancak yağ lekesi gibi etrafta geniş-
lemeye devam eden faşizmin gü-
nümüz dünyasındaki şifrelerinin
en önemli tarihsel belgelerindendir.
Zamanını ve Almanya’yı aşarak
bugünlere ışık tutacak, her zaman
olası tehlikelere karşı uyanık kal-
mayı sağlayacak tanıklıklar ve de-
neyimler silsilesidir...
Kahverengi Veba
Müslüman ülkelerin başkentleri-
ne ulaşan İstanbul’un fethi haberi se-
vinç ve coşku ile karşılanıp camilerin
kandilleri sabaha kadar yakılırken
Hırıstiyan dünyasında ise büyük bir
üzüntüye ve acıya sebep olmuştur. Du-
kas, bu acıyı Eski Ahid’deki Yeremi-
ya’nın Kudüs üzerine yazdığı ağıtlar-
dan alıntı yaparak şöyle haykırır: “Ey
güneş titre! Ey arz, sen de titre ve adil
hâkim olan tanrının günahlarımız
için neslimizi tamamen terk ettiğinden
ağla ve inle! Bakışlarımızı gökyüzüne
çevirmeye layık değiliz, yalnız yüzü-
müzü yere koyarak tanrıya hitaben,
‘Adilsin ve kararların adalete dayan-
maktadır!”
�stanbul’un Fethi
Elinizde tuttuğunuz bu kitap N. K.
Krupskaya tarafından halk eğitimi ve
politeknik eğitim konularının değişik
yönleri ve detayları ile kaleme alınan
ve sosyalist toplumun inşasında pe-
dagojik eğitim ve aydınlanma çalış-
maları, yeni nesillerin eğitilmesi ve ye-
tiştirilmesi konuları üzerine yoğunla-
şan makalelerinden oluşmaktadır.
Krupskaya, yeni sosyalist okul hak-
kında kaleme aldığı makalede bilime
ve Marksist-Leninist çizgiye sadık ka-
larak, okulun sosyalizm koşullarında
nasıl olması gerektiği, çalışma ve emek
ekseninde, politeknik eğitim konula-
rında bilimsel sosyalist bakış açısını ay-
rıntılı bir şekilde ortaya koymaktadır.
“Ekim sonu, yılın büyük okuma se-
zonu başlar. Şu andan Noel’e kadar
akşamlar uzar, çimler ve bahçe uzun
bir kış uykusuna yatar ve serin hava-
lar, kır yürüyüşlerine ve semt gezinti-
lerine ve ardından da iç ısıtan içe-
ceklere davetiye çıkarır. Bu, pazen
gömlek ve yün battaniye havasıdır. Bu,
hayalet hikayelerinin, yavaş yavaş
okunan tarihi romanların ve macera-
cı cesurların heyecanlı öykülerinin
zamanıdır.” Ve mevsim hafif bir kışa
sarmaya başlar O karanlık, sıcak,
uzun gecelerde zihninizde sıcak, keyf-
li, masalsı, arkakik bir tat bırakacak
olan “Yaylı Bacak Jack” tüm bu ko-
şulları düzgünce harmanlıyor.
Lenin ve Halk E�itimi Yayl� Bacak Jack
Glenn Meade, K�rm�z� KediYay�nevi, Çev: Ali Cevat
Akkoyunlu, 504 s.
Dr. Laura Pavlov, 20. yüzyılın en bü-
yük muammalarından birine ışık tuta-
cak bir gizemi çözmek üzeredir. Rus-
ya’nın Yekaterinburg şehrinde yapılan
bir kazı sırasında, son Çar ve ailesinin
1918 yılında infaz edildiği bölgede,
buz içinde bozulmadan kalmış bir ce-
set bulunur. Bu yeni bulgu, Romanov
ailesinin ortadan yok olmasıyla ilgili yeni
ipuçları sağlar. Ülkemizde de geniş bir
okur kitlesine sahip olan Glenn Mea-
de, tarihsel gerçeklere dayanarak yaz-
dığı Romanov Komplosu’nda, savaşın
zor koşullarında, temelinde tarihin en
çarpıcı olaylarından birinin olduğu,
aşkın ve dostluğun sınandığı, nefes
kesici bir hikâye anlatıyor.
Benjamin Zander, Rosamund StoneZander, Optimist Yay�n Da��t�m, Çev:
Evin Kantemir, 236 s.
Mark Hodder, Alt�k�rkbe� Yay�nlar�,Çev: Gonca Gülbey, 480 s.
Okan Gökay Emgengil, BerfinYay�nlar�, 451 s. Kathi Weeks, Otonom Yay�nc�l�k,
Çev: �lkay Özküralpli, 240 s.
Daniel Guerin, Habitus Kitap,Çev: Volkan Yalç�ntoklu, 160 s.
Nadezhda Krupskaya, Evrensel Bas�m Yay�n,
Çev: Özgür Metin Demirel, 136 s.
Dukas, Kabalc� Yay�nevi, Çev:V. Mirmiro�lu, 244 s.
1 �UBAT 2013 CUMA20 Aydınlık KİTAP
Tasavvuf ve postmodernizmBu kitap, �bni Arabî’nin tüm zamanlar�n varolu�çusu ya da postyap�salc�s�
oldu�unu iddia etmek yerine, tasavvufu ve yap�sökümü anlamay� amaçl�yor
Ian Almond’un kitabının Türkçe bas-
kısına yazdığı önsöze bakılırsa kitap,
1999-2000 yılları arasında altı aydan uzun
süren bir zamanda Kayseri, Talas’ta ka-
leme alınmıştır. Yazar, İbn Arabi’ye olan
ilgisini, ‘bir arkadaşım, ilahiyat profesö-
rü ve Sufi şair’ diye nitelediği Turan
Koç’a bağlamakta, daha da
önemlisi, bir edebiyatçı ola-
rak mistik düşünceye ilgisi-
nin doktora yıllarına değin
geriye gittiğini söylemekte-
dir. Doktora tezi, İbn Ara-
bi’nin vefatından yirmi yıl
sonra bir Alman kasabasın-
da doğan ve “Tanrı’ya beni
Tanrı’dan kurtarması için yal-
varıyorum” diyen Hıristiyan
mistik Meister Eckhart üze-
rinedir.
Ian Almond incelemesine, Orhan Pa-
muk’un “Kara Kitap” adlı romanından bir
alıntıyla başlıyor.
PAMUK’UN �BN� ARAB� �AKASI“O ara biri ‘en büyük egzistansiyalist’in
İbni Arabî olduğunu, Batı’dakilerin yedi
yüz yıl sonra, yalnızca ondan çalıp çırpıp
taklit ettiğini yazmıştı.” Bütün düşünce ta-
rihi, belki de el altından yapılan hırsızlı-
ğın itinalı bir belgelendirmesinden başka
bir şey değildir. Bugün Batı’da Herakleitos
ve Augustine’den Aquinas’a, varoluşçu-
luğun öncüleri sayılabilecek şahsiyetler
güncelliklerini korurken, Pamuk, Do-
ğu’daki İslamcı/milliyetçi odakların, Ba-
tı’nın temelleri üzerindeki hak iddiaları-
na bir örnek olarak İbni Arabî’yi kullan-
maktadır. Modern kültürü ve yüzyılların
bütün düşüncelerini tek bir kültürel kay-
nak adına yeniden kendilerine mal eden
birçok eleştirmendeki bilindik yerel iç-
güdüleri, parodileştirme yoluyla ifade
etmektedir Pamuk. Arabî’nin Dante’nin
“İlahi Komedya”sı üzerindeki iddia edi-
len etkisi, birçok hüsnükuruntu tadında-
ki hermenötik arasından bir örnek olarak
alıntılanmıştır. Ama bu kitap, Pamuk’un
şakasındaki gibi, İbni Arabî’nin tüm za-
manların varoluşçusu ya da postyapısal-
cısı olduğunu iddia etmek yerine, tasav-
vufu ve yapısökümü anlamayı amaçlıyor.
Bu çalışmanın niyeti bir 13. yüzyıl muta-
savvıfını bir postmodern teorisyene çe-
virmek olmadığı gibi Jacques Derrida’yı
da İslâmîleştirmek veya yazılarını İslâmî
mistik bir forma dönüştürmek değildir.
İbni Arabî ile Derrida arasındaki ilişki tam
olarak nedir? Bir mutasavvıfın kullandı-
ğı kelimeler, “gerçekten bir ateist gözüy-
le bakılan” çağdaş bir Fransız teorisye-
ninin çalışmalarıyla benzerlik arz edebi-
lir mi? Yapısökümün metaforları, stra-
tejileri ve motifleri bütün anlamlarını
tasavvufla bir mukayese bağla-
mında değiştiriyor mu? İbni
Arabî bize Derrida’yı farklı
şekilde okumayı öğretebilir
mi; ya da Derrida İbni Ara-
bî’yi?”
AYNI TEMELDE �K�FARKLI ARGÜMAN
Ian Almond, ortaya attığı
sorulara yanıt bulabilmek için,
yapıtı giriş hariç dört ana bö-
lüme ayırıyor. İlk bölümde, “Aklın Zin-
cirleri” başlığı altında, Sufi düşünce ile Ya-
pısökümün rasyonel düşünce ve rasyonel
metafizik karşıtlığını, bir tür özgürleşme
projesi olarak sunuyor. Bu bağlamda,
İbn Arabi’nin Hakk’ın ya da Tanrı’nın
özünün bilinemeyeceğini gösterirken kul-
landığı argümanlar ile, Derrida’nın dif-
ferance kavramsallaştırmasının ortak
noktalarını gözler önüne seriyor. Literal
olarak ne bir kelime ne de bir kavram olan
Derrida’nın differance terimi, Tanrı veya
bir tür apofatik/nagatif teoloji ile bağ-
daştırılmaya çalışılıyor. Yazar bölümün so-
nunda, Hakk ile Differance esrarengiz bir
biçimde benzer görünüyorsa, birtakım or-
tak özellikleri –isimsizlik, radikal ötekilik,
somutsuzluk/görünmezlik/düşünülmez-
lik zamansalsızlık ve bunların yanında on-
ların paradoksal meydana getirme işlev-
leri- paylaştıklarından dolayıdır, diyor.
“Hayrete Düşmenin Dürüstlüğü” ana
başlığını taşıyan ikinci bölümde, yazar, İbn
Arabi ve Derrida’da ortaya çıkan karı-
şıklık, karşıtlık, şaşırma, söylenmeyeni bu-
lup ortaya çıkartma, şaşkınlık yaratma ve
sistem karşıtı olma gibi unsurlardaki
benzerliklere dikkat çekmektedir. Ona
göre, Derrida ve İbn Arabi’nin şaşkınlı-
ğa karşı tutumları, onların sistemlere ve
sistem inşa edenlere karşı itimatsızlıkla-
rı, serahati belli bir durumun cahilliğin-
den gelen bir illüzyon olarak tasvir et-
meleri, kendisini açığa vurmadan bütün
tecellilerin/metinlerin içine işleyen di-
namik belirli bir kuvvet anlayışları, hak-
kında düşünmeyi deneyenler için Öteki’ye
bir anlık bakışa izin veren hayret maka-
mında olan inançları…
Tüm bu gözlemler bizi hay-
ret ve şaşkınlığın kaçınıl-
mazlığı sonucuna iletmek-
tedir. “Kitabın Bilgeleri”
adlı üçüncü bölüm, İbn
Arabi’nin kutsal metinlere
yönelik geliştirdiği herme-
nötik ile Derrida’nın post-
modern yapısökümcü her-
menötiği karşılaştırılıyor.
Her iki yaklaşımda da, ra-
dikal öznelci vurgu, yani
metnin yazarının, bağla-
mın, kanonun ölümü ön
plana çıkarılıyor, İbn Ara-
bi’nin Kuran’ın her şeyi
içerdiği, sınırsız bir umman olduğu, Tan-
rı’nın her an farklılaşarak tecelli ettiği te-
masıyla, Derrida’nın her metnin münasip
tek anlamı yoktur, aynı özne bir metni
ikinci kez okuyamaz, anlam sürekli say-
damlaşır temaları benzeştiriliyor. Dör-
düncü bölümde ise, “Zevk-i Esrar ve
Boşluk” ana başlığı altında, sır ve illüzyona
ait iki düşünürün görüşleri ele anlıyor.
Ian Almond, yapıtın sonlarına doğru,
yeni Platonculuğun Tanrı hakkındaki
negatif konuşmasına atıf yapıyor. Böyle-
likle İbn Arabi ile Derrida’nın ortak kay-
naklarına değiniyor. Bu değiniden sonra
şöyle diyor:
“Hiç şaşırtıcı olmayan bir şekilde, en
sonunda vardığımız sonuç, İbn Arabi
gibi Sufi düşünürlerin Tanrı hakkında ko-
nuşmasının Derrida gibi post-yapısalcı dü-
şünürlerin yazı hakkında konuşmasına es-
rarengiz bir biçimde bir benzerlik arz et-
mesidir. Ne yazı ne de Hakk hiçbir zaman
bir şeyler için bir merkez olarak yeteri ka-
dar durmamaktadır; bu çalışmada öne çı-
kardığım birbirinden yedi yüzyıl uzak
olan bu iki düşünür, kendi akranlarının bu
duruma karşı körlüklerini akla getirme-
ye cüret ettikleri için şiddetle kınandılar
ve kötülendiler... ”
TASAVVUF VE YAPISÖKÜMÜYapıt, bir bütün olarak bakıldığında,
Tasavvuf ve Yapısökümü arasında ilişki
kurmak isteyenlere, ideolojik olarak Ya-
pısökümün temellerinin Batı’dan önce İs-
lam dünyasında atıldığı iddiasını görme-
yi arzulayanlara, daha da önemlisi Batı
kültürüne İslamın katkısı konusunda bir
şeyler duyma beklentisi içinde olanlara
pozitif hiçbir katkıda bulunmuyor. Çeviri
dili olarak metni bir parça sıkıntılı olsa da
yapıt, kanımca ufuk açıcıdır; nesnel te-
melleri göz ardı eden, metnin kendinde
bir anlamının olmadığını söyleyen her-
menötik yaklaşımı benimseyenler için il-
ginç bir zihin jimnastiği içeriyor. Tabi nesn-
elci bir hermenötük yaklaşımı benimse-
yenler için, Derrida gibi şöhretli bir mo-
dern filozofun differance gibi temel bir te-
riminin Yeni Platoncu mistik temele da-
yandığını görmeleri, yorum anlayışının
mistik, Batıni-ezoterik geleniğin kısmi re-
formlarla bir tür tekrarı olduğunu fark et-
meleri oldukça aydınlatıcı olacaktır.
Kitap, İbn Arabi ve Derrida’nın met-
ni anlamsızlaştıran hermenötik yaklaşı-
mını özlü bir biçimde ortaya koymasına
rağmen, bunun hakkında tek bir eleştirel
deyişe yer vermiyor. Bu durum, Ian Al-
mond’un kendi hermenötik yaklaşımı
konusunda bir fikir verdiği gibi, kitabın
kendinde anlamlılık sorunu bakımından
ilginç bir çelişkiye yol açıyor. Dikkatimi çe-
ken bir diğer önemli husus, İbn Arabi’nin
Hakk’ın ya da Tanrı’nın tanımlanamaz-
lığını, sınırlandırılmazlığını ortaya ko-
yarken, Mutezile ve Eşarileri karşı karşı-
ya konumlandırması ve sanki ilkinin tü-
müyle aşkıncı ikincisinin ise tümüyle iç-
kinci bir Tanrı tasavvuru ortaya koyu-
yormuş gibi sunulmasıdır. Oysa bu sav
Mutezile ve Eşarileri doğru yansıtma-
maktadır. Yine Eşarilerin tümüyle pozi-
tif bir teoloji yanlısı gibi gösterilmeleri de
bana gerçekçi gelmiyor.
(İbn Arabî ve Derrida: Tasavvuf ve Yapısöküm,
İan Almond, Ayrıntı Yayınları, Çev: Kadir Filiz, 176 s.)
HASAN AYDINOMÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
1 �UBAT 2013 CUMA 21Aydınlık KİTAPGÜLDEN TERAZİ
MECİT Ü[email protected]
“Taaşşuk-u Talat ve Fitnat”ı bilme-
mesi olanaksız olan Tanpınar’ın “İnti-
bah”ı ilk romanımız kabul ederek Şem-
settin Sami’nin 1872-73’te üç cüz ya-
yımladığı bu eserini romandan sayma-
dığı anlaşılıyor. Tanpınar’ın “şark hikâ-
yesi” dediği Leyla ile Mecnun, Ferhat ile
Şirin, Kerem ile Aslı gibi geleneksel halk
hikâyelerinden başka, batı romanından
da birçok özelliğin bulunduğu Talat ve
Fitnat’ın Aşkı romanının özelliği ve
önemi, kendi zamanında anlatım dili ve
konusu bakımından yeni ve yerli olma-
sından gelmektedir. Daha önce de yaz-
dığım gibi, Talat ve Fitnat’ın Aşkı baş-
ta olmak üzere, modern Türk romanı-
nın başlatıcısı Halit Ziya Uşaklıgil’e
gelinceye dek ilk Türk romanlarının
hemen hepsi, bu türün ilk örnekleri ol-
manın tüm kusurlarını taşıma özverisi-
nin bir kısmını ortaklaşa üstlenmişlerdir.
Kendilerine Yeni Osmanlılar di-
yen/denilen daha geniş bir aydınlar ku-
şağı söz konusu olduğunda bu özveriyi
sadece edebiyat ve romanla da sınırla-
yamayız. Sanat ve edebiyatın diğer alan-
ları kadar siyasal düşünüş ve eylemde de
ilk olmanın özverisi, birçok hata, kusur
ve eksiğin yükünü de üstlenmeyi kabul
etmektir.
TANPINAR’IN HAKB�L�RL���
Namık Kemal’in, 19. yüzyıl Türki-
yesi’ne ait bir aşk ve ölüm hikâyesini an-
lattığı İntibah, roman alanındaki ilk-
lerden biridir. İntibah başta olmak üze-
re, günümüzün edebi-estetik birikimiy-
le baktığımızda hata, eksik ve acemi-
liklerini kolaylıkla saptayacağımız Ser-
güzeşt, Zehra, Felâtun Bey ile Râkım
Efendi, Turfanda mı Turfa mı, Araba
Sevdası gibi daha başka romanları yazılıp
yayımlandıkları koşulları düşünerek ele
almak, bu hata, eksik ve acemilikleri on-
ların özellikleri olarak görmemizi sağ-
layacaktır. Hangi edebi anlayışa bağla-
nırsa bağlansınlar, bu romanlar yazılıp
yayımlandıkları devrin gerçekliğinin -
kendiliğinden ya da tercihan- birer par-
çası ve yansıtıcısıdırlar.
Hak bilir Tanpınar, Namık Kemal ve
eserine yönelik onca eleştirisine karşın,
Tazimat dönemi edebiyatı mensupları-
nın koşullarının zorluğunu da anlar ve
teslim eder:
“İntibah’ın, Cezmi’nin, Letaif’i Ri-
vayat’ın acemilikleri bizi ister istemez sa-
nat meselelerinde başka türlü derinleş-
meye götürür. Onların giriştikleri işte el,
dil, göz, hepsi kendilerine sırt çeviri-
yorlardı.” (Edebiyat Üzerine Makaleler,
Dergah Yayınları, 2. Basım, Eylül 1977,
İstanbul, sf. 63).
Nitekim, Arapça ve Farsçanın ege-
menliği altındaki Türk yazı dili, o yıllarda
henüz hikaye ve romanın gerektirdiği
kıvraklığa ulaşamamıştır ve ancak, yazı
dili konuşma diline yaklaşabildiği ölçü-
de gerçekleşebilecektir. Bu durum kur-
gu, anlatı ve tasvir geleneği açısından da
böyledir. Batıda romanın resim sanatıyla
yakın ve yoğun ilişki içindeki gelişimi ha-
tırlanacak olursa, görsel sanatı tek bo-
yutlu minyatürle sınırlı, gülü, lâleyi,
kaşı, kirpiği anlatmakta alabildiğine in-
celmiş bir edebiyat mensubunun yapa-
cağı doğa tasvirinin nasıl bir şey olaca-
ğı bu ilk örneklerden de izlenebilir.
MÜZEYYEN B�R ÇAMLICATASV�R�
Namık Kemal’in “Hançerli Hanım”
adlı meddah hikâyesinden esinle, ro-
mantizm akımının etkisiyle yazdığı İn-
tibah’ın başındaki yaklaşık dört sayfayı
bulan Çamlıca tasvirinden de bu durum
kolaylıkla görülebilir. Bu uzun tasvir,
kimi eleştirmenlerce Namık Kemal’de-
ki romantik etkinin en somut örneği ola-
rak gösterilmiştir. Ancak eski nesrin
müzeyyen (süslü) üslubunun egemen ol-
duğu tasvirde Çamlıca’dan pek bir
şey bulunmadığı da bir gerçektir.
Magosa Kalesi’nden denize ba-
karak kalemini hokkasına batı-
ran Namık Kemal’in romancı
muhayyilesi, onun şair duyu-
şunu kâğıda dökmektedir as-
lında. Yazar, sık sık anlatıcı
olarak girer araya, sorular so-
rar, açıklamalar yapar, gö-
rüşlerini söyler. Olağanüstü
rastlantıların, tek yönlü ki-
şilerin –iyiler çok iyi, kötüler
çok kötü- kendi özgür ira-
deleriyle davranamadıkları
romanda peş peşe gelen ci-
nayet ve ölümler İntibah’ı bir
yandan da polisiyeye çevirir.
EDEB�YATÇA DERSALINMAYACAKK�TAPLAR
Kapı Yayınları roman sanatımı-
zın ilk örneklerini yayımlamakla hem
bu yapıtlara yeniden yaşarlık kazandı-
rıyor hem de roman okurunu Türk ro-
manını en başından okumaya davet
ediyor. Keşke bu romanların başına ya-
yınevi adına yazılmış hep aynı yazıyı koy-
mak dışında ilgili romanla ve yazarıyla
ilgili daha geniş değerlendirmelere ve
varsa yazarlarının kendi kaleme almış ol-
dukları önsözlerine de yer verilebilse.
Bir- iki romanda bu yapılmış; ama, keş-
ke Namık Kemal’in İntibah’a yazdığı
mukaddimeye de yer verilse idi.
İntibah Mukkadimesi, kitap, 1876’da
adı değiştirilerek yayımlanmasına izin
verildiğinde metinden çıkarılmıştı.
1908’de Faik Reşat’ın bu önsözü bulup
“Edib-i Âzam Namık Kemal” adlı kita-
bında yayımlamasıyla mukaddime ye-
niden gün yüzüne çıkmıştır.
İntibah Mukaddimesi, kitapları ah-
laki nedenlerle sakıncalı bulup yasak-
layan veya yasaklamak isteyen zihniyet
üze-
r i n e
137 yıl
önce yazılmış bir
eleştiri yazısıdır. Gazetelerde Kınalı-
zade Ali Çelebi’nin Şam Beylerbeyi Ali
Paşa adına 1564’de yazdığı ahlak kitabı
“Ahlâk-ı Alâî” ile,
Arap şairlerinden Harirî’nin 495-
504 yılları arasında Haris bin Ham-
mam’ın ağzından yazdığı Ebû Zeyd Sü-
rûcî’nin başına gelenleri anlatan hikâye
antolojisi “Makaamat-ı Harırî”nin çe-
virilerinin, yazılmakta olan hikâye ve ro-
manlar yerine edebiyatça ders alınacak
kitaplar olarak önerilmesi üzerine yaz-
dığı eleştiride Namık Kemal, ders alın-
mak için o kitapların okutulmasından-
sa gereken süre kadar hapishanede kal-
mayı yeğ tutmaktadır.
Mukaddimeyi bugüne değen yanla-
rı ile bir başka yazıda ele almak üzere…
Bu kitapları okumaktansa hapisyatmak daha iyidir
NAMIK KEMAL’İN KİTAP YASAKLAYANLARA KARŞI 137 YIL ÖNCEKİ TAVRI
Magosa Kalesi’nden denize bakarak kalemini hokkas�na bat�ran Nam�k Kemal,�ntibah’ta �air duyu�unu kâ��da dökmektedir asl�nda. Tek yönlü ki�ilerin kendi özgür
iradeleriyle davranamad�klar� romanda pe� pe�e gelen cinayet ve ölümler, �ntibah’� biryandan da polisiyeye çevirir
Soldan sağa1. Resimdeki yazar2. İsrail'in plakası - Satürn ge-
zegeninin beşinci uydusu - Özde-yiş
3. Gezegenimizin uydusu - İki-yüzlülük - Köpek - Tel, sicim veyaiplikten kafes şeklinde yapılmışörgü
4. Acem pirinciyle pişirilen biretli pilav türü - Hafniyum'un sim-gesi - Doğanın
sebep olduğu yıkım, kıran5. "... Gündüz Kutbay" (ney üs-
tadı) - Japonya'da buda rahibesi -Osmiyum’un simgesi - Hırvatis-tan'da bir liman kenti
6. İnanılan düşünce, kanaat -Omurgayı oluşturan küçük ke-miklerin her biri - Galyum’un sim-gesi - Stronsiyum’un simgesi
7. Üvey olmayan - Genellikleuluslararası karayolu taşımacılı-ğında kullanılan büyük kamyon -Figür
8. Yerleşim alanları dışında ka-lan açıklık yer - Bir devletin ege-menliği altında bulunan toprakla-
rın tümü, diyar, memleket9. Eskiden savaşçıların taşıdığı
yassı ve çoğu daire biçiminde olankorunmalık - Bir yüzölçümü biri-mi - İridyum'un simgesi
10. Nikel'in simgesi - Kiloamper(kısa) - İlaç, merhem - Akümüla-tör (kısa)
11. Arap edebiyatında bir şiirtürü - Kayak - Testi
12. Metal üzerine kazıda ya daahşap tornasında kullanılan çelikkalem - Divan edebiyatında gaze-lin ilk beyti - Gümüş'ün simgesi
13. Magnezyum'un simgesi -Eşek sesi - Cam, çini, toprak,vb.'den yapılmış derince çanak -Gümüş ve altın sırma tellerle ka-rışık dokunmuş ipekli kumaş
14. Tanrı - Rusça'da “evet” - Li-mited (kısa) - Bir meyve
15. Resimdeki yazarın bir eseri- Bir devleti başka bir devlet ka-tında temsil eden kimse, sefir
Yukarıdan aşağıya1. Resimdeki yazarın bir eseri -
Yayla evi2. Arnavutluk'un plakası - Bir
kimseyi herhangi bir konuda uyar-ma, uyarı - Mezopotamya pan-teonunda tüm tanrıların babasıve kralı olan gök tanrısı - Çok sıkdokulu ve sert bir seramik hamu-ru türü
3. Saha, meydan - İklimlemecihazı - En kısa zaman parçası, lah-za
4. Sancağı, yelkeni ya da sereniaşağı alma - Köleye ya da cariye-ye özgürlüğünü geri verme - Arap-lar'la ilgili
5. Helyum'un simgesi - Voltam-per (kısa) - Uzak - Bir geçmiş za-man eki
6. İsviçre'de bir nehir - İnciAral'ın "Orhan Kemal RomanÖdülü"ne layık görülmüş kitabı -ABD Havacılık ve Uzay Dairesi -Tavlada "iki" sayısı
7. Kuruntuya düşürme - Da-marlarda dolaşan yaşamsal sıvı
8. Bir ışık demetinin ayrıldığı ba-sit renklerden oluşmuş görüntü -Dolaylı anlatım
9. Bir işi, bir görevi yerine ge-tirme - Ordu (kısa) - Hiçbir zaman;katiyen
10. Numara (kısa) - Favori -Zehirli bir örümcek türü - Sanatıtemel değer sayan kimse
11. "... Kaptan" (ressam) - Ger-manyum'un simgesi - Bilerek ya-pılan iş ve fiil - Bir bulunma hali eki
12. Edebiyat, yazın - Rüzgar13. Alamet, nişan - Tantal'ın
simgesi - Vilayet - Altın'ın simge-si - Bir İngiliz uzunluk ölçüsü bi-rimi
14. Fas'ın plakası - Nazi polis ör-gütü - Dar ve hafif, düz dipli bir ya-rış teknesi türü - Kılaptan ipekle iş-lenmiş, kalın ve iri desenli bir türkumaş
15. Resimdeki yazarın bir eseri
BULMACA
ALINTI-TEST
Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?
1 �UBAT 2013 CUMA22 Aydınlık KİTAP
Bir gün gözünüzü açacaksınız ve bahçeniz yem-yeşil olacak, uzamış çimenler çiy damlacıklarıylaparıldayacak, güller kızıl renk tomurcuklar ve-recek; ağaçlar yaşlı, geniş yaprakları koyu renkve dipdiri olacak. Nemli gölgelerin altından hafifbir küf kokusu yayılacak.
1 Özetle iktidar biçimselleştirme, dünyayı yenidenyorumlama ve yönetilebilirliğini artırma kaygısı
ile dünyayı oluşturan öğeleri yeniden sınıflandır-maya ve gerçekliği tayin etmeye çalışır. Bunu dakurumları aracılığıyla yapar. Çünkü kurumların bi-reyleri yeniden ve daima şekillendirici özelliklerivardır. Ve tabii istikrarlıdır.
2 İleri zekalı olduğunu söyleyenler var. Böyle söy-lemelerinin başlıca sebebi zor kelimeleri bilmek
için fazla küçük olduğumu düşünmeleri. Bildiğimzor kelimelerin bazıları şunlar: sefil, felaket, pirü-pak, patetik, dehşetengiz. Aslında ileri zekalı ol-duğumu söyleyenlerin sayısı fazla değil. Sorun şuki, ben fazla insan tanımıyorum.
3
a)
b)
c)
d)
e)
Bahçe - Marguerite Duras
Gizli Bahçe - Frances Hodgson Burnett
Bahçe Partisi - Katherine Mansfield
Beton Bahçe - Ian McEwan
Bahçıvanın Bir Yılı- Karel Çapek
a)
b)
c)
d)
e)
Hapishanenin Doğuşu - Michel Foucault
Hapishane Defterleri - Antonio Gramsci
Kayseri Cezaevi Günlüğü - Celal Bayar
Hapishane Çağı - Işık Ergüden
Kara Arşiv- Ali Yılmaz
a)
b)
c)
d)
e)
Tavşan Deliğinde Fiesta - Juan Pablo Villalobos
Dinle, Küçük Adam - Wilhelm Reich
Yaşama Uğraşı - Cesare Pavese
Cebi Delik - Paul Auster
Gelmekte Olan Ortaklık - Giorgio Agamben
Bu haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(e) 2-(e) 3-(a)
GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ