48

1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

  • Upload
    others

  • View
    3

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci
Page 2: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

1 Mayıslar Meşrudur

1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi

Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci sayısı İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından sansürlendi. Sansürlenme gerekçeleri bilinen, "bölücük yapmak", "halkı kışkırtmak", "yasadışı örgüt propagandası yapmak"ti.

25'inci sayımızın sansüre uğrayan yazıları şunlardır: 2'inci sayfadaki, "24'üncü Sayımız da Sansürden Kurtulamadı" başlıklı 2 Nisan tarihli 24'üncü sayımızın da toplatıldığı ve toplatılan yazıların başlıklarının da yer aldığı yazı, 14'üncü sayfadaki, Kürdistanda Tek Yol Devrim köşemizde yer alan "Güney'deki 'Kürt Ordusu' İleriye' Bir Adım mı? "başlıklı Güneyde kurulan "Kürt Ordusu"nun ABD emperyalizmi için bir nevi yeni sömürgecilerdeki işbirlikçi 'yerli' orduların işlevini göreceğini, bu ordu vasıtasıyla yönetemi üzerinde askeri bir tehdit unsuru olacağını ve süreç içerisinde koşulların zorlamasıyla Güney'de oluşabilecek bir "bağımsız" Kürdistan'da bu ordu yönetimi belirleme imkanı bulunduracaklarını anlatan yazı, 17'inci sayfadaki, "Basın Açıklaması: DGM Boykotu Eylemine Verdiğimiz Desteği Eylemin Birçok Tutsağın Mahkemeye Çıkarılması île Dejenere Edilmesinden Dolayı Bitirdik" başlıklı Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi Tutsaklar Örgütlenmesi imzalı 17 Mart'ta tüm hapishanelerde PKK tutsaklarının önerisiyle başlatılan DGM boykotu eylemi, başlangıçta belirtilen kurallara yine PKK'nin uymaması nedeniyle DGM boykotuna verecekleri destek eylemini bitirdiklerini anlatar

olsun da gerisi önemli değil tarzının

da ele alındığı açıklama, 18'inci sayfadaki, "Başlamadan Biten Bir Eylem Olarak 'DGM Boykotu' ve Tavrımız" başlıklı 7 Nisan Tutsaklar Örgütlenmesi imzalı, 17 Mart tarihinde başlatılan DGM boykotunu, tavrımızı, PKK tutsaklarının sonuç almaktan uzak olan kendi programlarını uygulamaları ve oportinist solun da "dostluk" adına bu ilkesizliğe göz yummalarına ilişkin yapılan açıklama, 20'inci sayfadaki, "Şehitlerimiz Andımız, Andımız Devrim, Devrim Partimizdir" başlıklı 30 Mart-17 Nisan Devrim Şehitlerini Anma, Parti-Gephe'nin Kuruluş Yıldönümünü Kutlama Günleri nedeniyle İzmir'de, İzmir Haklar ve Özgürlükler Platformu'nun kutlama günleri içerisinde şehit ailelerini heyetler oluşturarak ziyaret ettiğini ve 4 Nisan Pazar günü Buca Mezarlığı'nda 1996 Ölüm Orucu şehitlerimizden Müjdat Yanat ve yine Aydın Hapishanesinde şehit düşen Ümit Doğan Gönül'ün anmalarına ilişkin haber, 21'inci sayfadaki "Antakya'da Kutlama ve Anma" başlıklı Parti-Cephe'nin 5. Kuruluş Yıldönümü'nü kutlamak ve şehitlerimizi anmak amacıyla şehit ve tutsak ailelerinin ve yine bu ziyaretler sırasında Diyarbakır'da katledilen Selim Yeşilova'nın mezarının ziyaret edildiğine ve 4 Nisan günü Karaali beldesinde düzenlenen pikniğe ilişkin haber ve aynı sayfada "Şehitlerimizi Anıyor Partimizi Selamlıyoruz" başlıklı Parti-Cephe'nin 5. Kuruluş Yıldönümü'nü kutlamak ve şehitlerimizi anmak amacıyla

Devrimci Halk Güçleri'nin Gazi Mahallesi'nde dört ayrı yerde aynı anda başlayan gösterileri, Okmeydanın'da iki ayrı yerde gösteri ve Cephe bayraklarının asıldığı, Nurtepe ve Güzeltepe'de yapılan gösteri, Bağcılar'da iki ayrı yerde yapılan Cephe bayraklarının asıldığı, molotofların atıldığa Y e n i b o s n a ' d a y i n e m o l o t o f l a r ın a t ı l d ığ ı Selaml ıyor , şehit ler imiz i An ıyoruz parkar t ın asıldığı ve "Yaşasın önderimiz Dursun Karataş", "Yaşasın Devirimci Halk Kurtuluş Cephesi" sloganlarının atıldığına-ilişkin haber, 24, 25, 26, 27'inci sayfalardaki, Anadolu'nun Mücadele Tarihinden köşemizde yer alan "Karadeniz (4)" başlıklı Karadeniz'de 1990 yılından 1993 yılına kadar olan eylemlerin, direnişlerin, anmaların, yürüyüşlerin anlatıldığı yazı, 38'inci sayfadaki "Parti Kuruluşu Mahallelerde Coşkuyla Kutlanıyor" başlıklı Devrimci Halk Güçleri'nin üstlendiği Bağcılar Fatih Mahalesi'nde, Kirazlı'da Yenibosna'da ve Okmeydanı'nda Parti-Cephe'nin 5. Yıldönümü'nü kutlamak için bomba süsü verilmiş "DHKC" vb... pankartlar asıldığına ilişkin haber.

îşte 25'inci sayımızın sansürlenen yazıların nedenleri... Yeterince açık ve net... Yazılarımız emperyalizmin işbirlikçisi Susurluk devletini ve onun savunucusu savcıları ve hakimleri rahatsız etmektedir, sansürler bundandır.

25'inci sayımız çıkarlarına ters geldiği için sansürleyenleri protesto ediyoruz. Gerçekleri yazmaya devam edeceğiz.*

1 MAYIS. ..................................... 3-9 KARADENİZ (5)..... ................. ....24-27 BU TARİH BİZİM..............................33 HABER-YÖRUM......................... 10-14 PKK, ........................................... 28 ŞEHİTLERİMİZ............................34-37 YUGOSLAVYA........................... 15-18 BİRLEŞELİM, SAVAŞALIM, HABER-YORUM. ........................ 38-39 MİLLİYETÇİLİK.........................19-20 KAZANALIM, ............. , ............... ...29 ÇOCUK KAHRAMANLAR... ..... .,,.. 40-41 TEK YOL DEVRİM, ..................... .....21 HALK İŞKENCE........ ............................42-43 VİETNAM KABUSU, ...................... 2 2 GERÇEĞİMİZ............ ............. .......30-31 ÖĞRENİYORUZ, ÖĞRETİYORUZ.......44-45 YOLDAŞLAR B İZ İ AŞ IN ............23 GENÇLİK. ......... ..... ..................... ...32 YURTDIŞI,.,........ , .................... ..46-47

Page 3: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

1 MAYIS'TA ALANLARA!

Faşist terörün adeta halka göz açtırmamaya yeminli olduğu bir dönem yaşıyoruz. Terör, MGK'dan mahalle karakoluna kadar belli bir politikanın parçası olarak uygulanmaktadır. Saldırılar her alanda ve çok yönlüdür. Hakkını arayan işçi, grevli-toplu sözleşmeli sendika isteyen memur, emeğinin karşılığını isteyen köylü, "halk için bilim, halk için eğitim" diyen öğrenci, katledilen-kaybedilen evlatları için devletin yakasına yapışan ana... Meşru-demokratik talepleri olan herkes ama herkes hedeftir. Reformist konfederasyonlar ve legal partiler bile devlet teröründen nasiplerini almaktadırlar.

Saldırılar, halk bu mafyacı-kontrgerillacı devletin sömürü ve zulüm düzenine sessizce boyun eğsin diyedir.

Saldırılar, halkın mevcut örgütlülüklerini dağıtmak, halkı örgütsüzleştirip hiç bir konuda tepki gösteremeyecek, tavır alamayacak hale getirmek içindir.

Saldırılar, tekelci burjuvazinin daha rahat sömürüsü içindir.

Başarabilirler mi? Hayır, başaramayacaklar. Daha önce de çok çeşitli biçimlerde, düzeylerde denediler bunu. Yine deniyorlar, sonuç farklı olmayacaktır. Halk ve devrimciler çaresiz değildir. Onların ise ellerinde fazlaca bir silah kalmamıştır. Son seçimler bunun çıplak göstergesidir. Artık düzen partileri halkta hiç bir umut yaratamayacak durumdadırlar.

Seçimlerin son bir haftasını adeta halka sandığa gitmesi, oy vermesi için yalvararak geçirmişlerdir.

Halk herşeyin farkındadır. Artık kanmayacaktır. Düzen kandıramayacağı halkı, şimdi terörle yıldırmaya oynuyor. Ezilen halkın eksikliğini, ihtiyacını en fazla hissettiği şey birlik ve dayanışmadır. Bu, bugün birçok dönemde olduğundan daha fazladır. Halkın çeşitli kesimlerinin, örgütlü güçlerinin birliği, aynı zamanda emekçi kesimlerin devletin terörü karşısında çaresiz olmadığını görmesinin en etkili yollarından biridir.

1 Mayıs işte bu noktada özel bir önem taşıyacaktır. Bu yanıyla 1999 1 Mayısı, egemen sınıflarla halk arasında bu süre

belirleyecek günlerden biri olacaktır. Oligarşinin ne yapmaya çalışacağı bellidir. 12 Mart'ta Gazi'de, 16 Mart'ta yaptığı gibi, 1 Mayıs'ı boğmaya, kitleselliğin önüne geçmeye, devrimcileri tecrite çalışacaktır.

1 Mayıslar, ülkemizde devrim mücadelesinde hep önemli günler oldu. Düşman, 1 Mayıs'ı unutturmak için çok çabaladı. Bunu başaramadığı noktada içini boşaltmak istedi. 1 Mayıs'ı salonlara hapsetmeye, işbirlikçi düzen sendikaları aracılığıyla kontrol altında tutmaya çalıştı.

1 Mayıs'in özüne uygun bir şekilde kutlanması için verilen mücadelenin öncüsü devrimcilerdir, Cephelilerdir. Çünkü ülkemizde 1 Mayıs sıradan bir

kutlama günü değil, faşizme ve emperyalizme karşı bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin yükseldiği bir çatışma günüdür.

Susurluk devleti uzunca bir süredir içinde bulunduğu krizden kurtulma ve bozulan istikrarını yeniden sağlama çabası içinde çırpınıyor. Bunun için her türlü taktiği, politikayı uyguluyor. Çeşitli kesimleri kendine yedekleyerek bu süreci aşmak istiyor. 1997 ve 19981 Mayıs'ında bu kesimleri kullanarak i Mayıs'ın devrimci işlevini ortadan kaldırmaya, devrimcileri tecrit ''tmeye çalışmışlardır. MGK sendikacıları ve reformist partiler bu oyunun aleti olmuşlardır. Oysa çok açıktır ki, MGK'nın 1 Mayıs politikalarının özü, mevcut krizden çıkmak, devrimcileri tecrit etmektir. Ve tabii sıra sonra kendilerine de gelecektir. Egemen sınıflar sıkı sıkıya sarıldıkları düzenlerini kaybetmemek için uğraşıyorlar. Bozulan istikrar, o kokuşmuş düzenlerini tehdit ediyor.

Telaşları düzeni kurtarma telaşıdır.

Oysa çarkı kırılmış bir düzeni kim kurtarabilir? Bu işi burjuva düzen partileri yapamaz. Yapamadıkları görülmüştür. Tümü de basiretsiz, beceriksizdir. Burjuva siyaset pazarı tam bir kokuşmadır. O halde meydan gene MGK'çıların, TÜSİAD'çıların, kontrgerillacılarındır. Biraz yalan ve demagoji, esas olarak da baskı ve zor. Onların düzeni koruma ve istikrarı sağlama yolları budur işte.

1 MAYIS'TA ALANLARDA OLALIM

Page 4: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

Bu baskı çemberi herşeyden önce savaşanlara ve savaşta kararlı olanlara karşıdır. Şehirlerde halkı sindirmeye

dönük "huzur operasyonları" bu yüzdendir.

Yayınlarımızın susturulmaya çalışılıp her sayısında onlarca sayfasının karartılması bu yüzdendir.

Tüm demokratik kurumlara yönelik saldırılar bu yüzdendir. Öyle bir hale gelmiştir ki, ülkenin dört bir yanında saldırı haberlerinin gelmediği gün yok gibidir.

Mahallelerde, okullarda gözaltı terörü bu yüzdendir. Düşmana karşı sefere çıkan ordular gibi, binlerce polis, panzer, çevik kuvvet, özel timle mahallelerin ablukaya alınması, insanlarımızın evlerinden işyerlerinden işkencehanelere taşınması bu yüzdendir. Devrimcilerin halkla

kucaklaşmasını engellemek için Anadolu'nun dört yanında kontrgerilla hukukuyla yüzlerce insanımızın tutuklanması, aylar hatta yıllarca hapis yatırılması bu yüzdendir.

Özgür tutsaklara yönelik teslim alma politikaları, tutsakları halktan tamamıyla tecrit etmek için ailelerinin karakollara taşınması bu yüzdendir.

1 Mayıs'ı kutlamaya hazırlandığımız tablo budur. Susurluk devletinin herşeyimizi boğmaya çalıştığı bir dönemde 1 Mayıs kutlamalarının önemi daha da artıyor.

Devrimciler, demokratlar, tüm halk güçleri!

1 Mayıs engellenemez. 1 Mayıs yasaklanamaz! Bu şiarları yükselterek mücadele ettik yıllarca ve alanları kazandık. Birlik, mücadele, dayanışma günü olarak kutladığımız 1 Mayıs'lar, kokuşmuş

düzenin tüm çabalarına rağmen devrimcilerin, halkın gücünün göstergesi, düzenin güçsüzlüğünün ilanıdır.

Bu 1 Mayıs da engellenemeyecektir.

Halkın alanlara dolduğu 1 Mayısları yaratmak şimdi tüm devrimcilerin, demokratların, demokratik kitle örgütlerinin, tüm halk güçlerinin görevidir.

1 Mayıs'ta her kesimden emekçi halkımızı alanlara dolduralım. Devrimcileri, halkı boğmaya çalışan düşmanı biz kuşatalım. Alanları bir kez daha gücümüzle, görkemimizle sarsalım. Düzen partilerinden kopan kitleleri, 1 Mayıs alanlarında devrimle, bağımsız, demokratik bir ülke mücadelesiyle buluşturalım. Alanları kazanma, hatta alanlara girme mücadelesi, bundan bağımsız değildir.

Kavga sürüyor. Sürecek. 1 Mayıs şehitlerine her zaman

layık olacağız. Alanları onlarla kazandık. Bedel ödedik. Şimdi ne alanları devrimcilere yasaklamalarına izin veririz, ne de 1 mayısları salonlara hapsetmelerine. Türk-îş "ortamın nazikliği" gerekçesiyle 1 Mayıs'ı salonlarda kutlamayı düşündüklerini açıklamıştır. Ortamın nazikliği diye örtmeye çalıştıkları MGK talimatlarıdır. Bu taktiklerle yeni karşılaşmıyoruz. 1980'li yılların sonunda biz alanların önünde alanları zaptetme kavgası verirken, onlar yine salonlardaydılar. Salonlardan çıkmak zorunda kaldılar; çünkü biz alanları bedeller ödeyerek kazanmıştık. Taktikleri tutmayacaktır. Onlar salonlara gidebilirler. Halk ve devrimciler, Anadolu'nun dört bir yanında alanlarda olacaklar.*

KESK, DİSK, ÖDP, EMEP... MGK'nın Değil Halkın Yanında Olun! DüzenPartileriyle, Devlet Sendikacılarıyla Değil, Devrimcilerle Birlikte Olun! 1 Mayıs'ta Birlikte Olmanın Önünde Engel Yoktur!

KESK'liler, DÎSK'Iiler, "demokrasi istiyorum, hak ve özgürlükler mücadelesi veriyorum" diyen demokratik kurumlar ve legal partiler!...

1999 1 Mayısı sizler için yeni bir sınav olacaktır. 1 Mayıs'ın arifesinde, şimdi karar vermek zorundasınız!

1 Mayıs alanlarında MGK taşeronluğu mu yapacaksınız, yoksa 1 'Mayısı mücadelenin "bîr parçası olarak görüp emekçilerin, tüm halkın çıkarlarının savunuculuğunu mu yapacaksınız?

Çağrımız nettir; MCîK taşeronluğu yapmayın.

Alanlarda CHP'lilerle, Bayram Meral'lerle değil halkla, devrimcilerle birlikte olun.

1 Mayıs'ı kime karşı, ne için kutluyoruz? Bu soruyu yeniden sorun kendinize...

Devrimciler için 1 Mayıslar devrim yürüyüşümüzde kilometre taşlan olmuştur her zaman. Halkın mücadelesini yükseltmenin, halkın birliğini sağlamanın zeminlerinden biridir.

Demokratlar için demokrasi mücadelesinin bir alanıdır; bunca sömürüye ve zulme bir son verilsin demek için, haklar ve özgürlükler için alanlara çıkarlar.

Yurtseverler bağımsızlık için, onurlarını ve kimliklerini savunmak, ulusal haklarını gaspedenlerden hesap sormak için alanlardadırlar.

Halk kitleleri bu düzene duydukları tepkiyi dile getirmek, adalet istemek için alanlara çıkarlar.

Peki siz neden alanlara çıkıyorsunuz? Çatımız altında örgütlü olan

binlerin haklarını aramak için demeyin. O kitlelerin talepleri MGK politikalarıyla, sendika ağalannınki ile, Bayram Meraller, Rıdvan Budaklar, CHP yöneticileri ile örtüşmez. Bırakın MGK sendikacılığını Bayram Meral yapmaya devam etsin. Bu, onların oligarşi nezdinde itibarını artırabilir; ama bugün olduğu gibi kitlelerden de tecrit olurlar, ancak akı boş sandalyelerinde otururlar

Kitle hareketi içinde MGK'ya taşeronluk yapmak kendine demokratım, devrimciyim diyenlerin işi değildir. Geçen yıl da, onların önceki yıl da bunu yaptınız. Peki sonucu ne oldu? MGK'cılarıla elele kolkolaydmız ama aslında yalnızdım/. DtSK'li işçiler, KESK'li memurlar sizinle birlikte değildi

Alanların böyle zaptedilemeyeceği n i görmüş almalısınız. Bu tarz size bir şey kazandırmaz. Evet, alanlara böyle çıkmayı da tecrübe ettiniz; ama bugün neredeyse bir basın açıklaması bile yapamıyorsunuz işte. Yılanla hoş geçinmek istediniz ama bugün yılan size de dokunuyor. Bu kaçınılmaz sondur. Şu veya bu biçimde kitlelerin taleplerini dile getirenler ister istemez oligarşinin terörünü de karşılarında bulacaklardır. Defalarca söylediğimiz gibi bu terör yalnızca devrimcileri hedeflemiyor. Onlar nezdinde yokedilmek istenen esas olarak bütün bir halk muhalefetidir. Sizler de onun bir parçasıysanız hedef tahtasına konulacaksınızdır.

Böylesi hiç başıma gelmesin diye düşünenleri gideceği yer Rıdvan Budak gibi DSP'dir, CHP'dir, sömürü ve zulüm düzeninin dişlileri olan

düzen partileridir. Türk-lş daha şimdiden açıklamıştır.

1 Mayıs'ı salonlara hapsetmeye niyetlenmektedirler. Evet, şimdi salonları mı, alanları mı tercih edeceksiniz?

Devrimciler olmadığı sürece alanlara bile çıkamazsınız. Bir bakın: Bayram Meraller, Rıdvan Budaklar, CHP yöneticileri ne zamandır alanlara çıkıyorlar? DÎSK'inizle, KESK'inizle, ÖDP'nizle, EMEP'inizle siz ne zamandır çıkıyorsunuz? Miladı devrimcilerin bedeller ödeyerek, şehitler vererek aianiarı meşrulaştırmasına dayanır. Alanlar onlara da size de kalmaz. Bilin ki alanlar ya hiç olmaz, ya da devrimcilerle birlikte olur.

Israrla söylüyoruz. Bütün halk

güçleri, devrimciler, demokratlar, reformistler; gelin 1 Mayıs'ta alanlara birlikte çıkalım. Oligarşinin karşısına halkın hak ve özgürlükler mücadelesini çıkartalım. Bunun önünde kayda değer hiçbir engel yoktur. Sorun ortak bir metin sorunuysa, herkesin üzerinde anlaşacağı bir metin elbette bulunur. Değilse başka bir sıkıntı var demektir. Yıllardır olduğu gibi, devrimcilerle birlikte olmaktan kaçılıyordun Oligarşinin icazetine sığınılmak isteniyordun Bu durumda kitlelerden tecrit oluşunuz hızlanarak derinleşecektir. Böyle bir tavır aldığınızda hak ve özgürlükler mücadelesinde samimi olduğunuza kimseyi inandıramazsınız.'*'

Page 5: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

1 M AYIS'A DOĞRU

KİTLESELLİK VE PROPAGANDA

"Ordu kurmuşlar haberimiz yok!" topla

yabiliyor" "Kortej adeta kırmızı bir pankart

denizi" Bu ve benzeri sözleri son

yıllardaki 1 Mayıs ve diğer çeşitli kitle gösterilerinden sonra burjuva medyada sıkça duyduk okuduk. Tüm sansür duvarlarına rağmen devrimci hareketin görkemi geniş kamuoyu nezdinde somutlaştı. Tabii ki bunu yaparken, çarpıtmaya, devrimci hareketin meşruluğunu yok etmeye, ideolojik olarak saldırmaya devam ediyorlar. Düşman devrimci kortejlerin 1 Mayıslarda ve kitle gösterilerindeki görkeminden, halkta yarattığı güvenden, sempatiden korkmakta ve pervasızca saldırmaktadır.

Geçtiğimiz Mart ayında Susurluk Devleti'nin terörü sokaklara taştı. Özellikle 16 Mart, Gazi Katliamını anma günlerinde ve Newroz kutlamalarında polis, özel tim halka azgınca saldırdı, binlerce insanı gözaltına aldı. Susurluk Devleti'nin kitle gösterilerinden korkusu ona çeşitli kararlar aldırmaktadır. Halkın hangi nedenle olursa olsun bir araya gelmesine, sesini yükseltmesine tahammül edemiyorlar. Halkın gücünden korkuyorlar. Halkın kendi gücünü görmesinden korkuyorlar.

Biz devrimcilerin görevi ise kitle gösterilerine daha çok insanı katabilmektir. Devrimciler halk kitlelerini biraraya getirmek ve halkın kendi gücünün farkına varmasını sağlamak durumundadır. Örgütlenmelerimiz, eylemlerimiz,

faaliyetlerimiz bir yanıyla da bu amaca hizmet edecektir. Kitleleri Örgütlemede İlk Adımlardan Biri Propagandadır: Şöyle bir düşünelim pek çok eylemde propagandaya ve görselliğe yeteri kadar önem veriyor muyuz? Genellikle eylemin kendisini düşünüp, bunları eylemin tali bir yanı olarak görme eğilimi vardır, oysa eylemin amacını, mesajını anlatacak olan o eylemde taşınacak bir pankart, bir kaç dövizdir. Yüzlerce insan bir eylem için toplanmış, ama bunlar yoksa, o eylemin bir yanı eksiktir. Burada "Nasıl olsa halk bizi biliyor" türü bir yaklaşım doğru değildir. Biz her şart altında ve her vesileyle propagandamızı en geniş kitleye götürmeliyiz. Bir pankart, afiş, duvar yazısı, bildiri vb. tüm bunlar örgütlenmede ilk adımdır.

Propaganda en kısa tanımıyla, kendimizi halka anlatmaktır. Bu anlatım çok değişik tarzlarda ve biçimlerde olabilir. Bu konuda bir şablonumuz olamaz. Propaganda, ideolojimizi, stratejimizi, kitlelere vereceğimiz mesajları, gelişen olaylar karşısındaki görüşlerimizi, kitle iletişim araçlarıyla veya yüzyüze halka anlatmak ve kavratmaktır. Görsellik ise bu anlatımı Güçlendirecek araçlardan biridir. Bunu öyle yapmalıyız ki, görenler bir daha unutmamalı, ilgilerini hemen cekebilmelidir. Halkı örgütlemede her yöntem devrimci değerler, ilkeler kıstas alınarak kullanılmalıdır. Burjuvazi örneğin bir eşyamn satılması için türlü türlü yöntemler kullanmaktadır. Reklamlar buna

somut bir örnektir. Sonuçta elindeki eşyayı satmak için abartıya, yalana da başvurmaktadır. Tabii ki biz propagandamızda yalana ve abartıya başvurmayacağız. Bu örneği vermemizin nedeni, onların reklamcılıkta kullandığı yöntem ve araçlardır. Her reklam filmi hazırlığında birçok araştırma yapılarak, insanların zevkleri, beğenüeri, düşünceleri alınmakta ve ona göre yöntemler geliştirilmektedir. Bizim burada almamız gereken işin bilimsel yönü ve kitlelerin nabzını yakalayabildikleri oranda onla-rı etkileyebilmelidir. Bizler de propagandamızda kitleleri etkileyecek yöntemler geliştirmeliyiz.

Düzen partilerinin propaganda faaliyetlerinde uzmanları, danışmanları çalışıyor; trilyonlarca lira ve her türlü teknik olanağı kullanıyorlar. Tabii ki bizlerin hiçbir zaman bu kadar imkanı olmayacak. Bizim temel dayanağımız yaratıcılığımızı kullanmayı ve halkı harekete geçirmeyi bilmektir. Tek düzeliğe düşmeden yeni gelişmeleri takip ederek propagandada görselliği kullanabilmeliyiz.

Propagandada amacımız ve hedefimiz net olmalıdır. Bir bildiri, bazen bir duvar yazısı, kitle gösterilerindeki pankartlarımız bizim belki o an için göremeyeceğimiz insanlara mesajımızı iletir. Örneğin: 1977 1 Mayıs'ı alandaki büyük işçi resmi ve Taksim Anıtı'nın etrafına sarılı DEV-GEN pankartıyla anılır. Propagandamız, düşmanın tüm engellerini aşacak bir tarzda olmalıdır. Kitle gösterilerinde afiş,

bildiri, pullama, pankart vb. hazırlıklı gidilmeli, alternatifler yaratılmalıdır. Düşman boş durmayacak, saldıracak, gözaltına alarak alanlara girmemizi, propagandamızı yapmamızı engellemeye çalışacaktır. Bunları bilerek yeni yöntemler bulmalıyız. Örneğin bu yılki Gazi anmasında polisin tüm engelleme çabalarına, aramalarına ve terörüne rağmen "Gazi Halk Meclisi" pankartı arkasında kitleler yürümüştür. Yine bu yılki 16 Mart anmasında polisin tüm vahşetine rağmen ÎYÖ-DER pankartının açılması da bir örnektir. Verilen mesajlar; meşruluk, her koşulda şehitlerin sahiplenilmesi, tüm engellere rağmen anmaların gerçekleştirileceğidir.

Propaganda Eylemdir: Propagandanın kendisi de bir eylemdir. Kitle gösterilerinde polis, pankartlarımızla, dövizlerimizle alana girmemizi istemez. "Pankartı indirin öyle yürüyün" diye tehdit eder. ünkü bilir ki, pankart meşruluğun dayatılmasıdır. Pankart siyasal kimliktir.

Halka ulaşmada yürütülecek propaganda yöntemleri çok geniştir. Yeri gelir bir takvim, afiş, gazete, tek ktip giyinmemiz vb. pekçok yöntem sayabiliriz. Bunun için faaliyetlerimizde, görselliğe, biçimden içeriğe kadar her noktada dikkat etmeliyiz. Kitle gösterilerinde nasıl ki düzenliliğimiz, disiplinimiz halka güven, moral aşılıyor ve sempati yaratıyorsa olumsuzluklar da tersi sonuçlar yaratır. Gelişi güzel yazılmış bir pankart, disiplinsiz bir kortej ruhsuzluğu, moralsizliği yayar. Düşman ve onun uzantısı burjuva medya her zaman gerek ideolojik, gerekse de psikolojik olarak saldırıyor, saldıracak da. Bunun için kitle eylemlerinden sonra alanda şehitlerimizin resimlerini, pankartlarımızı, dövizlerimizi düşmana bırakmamak çok önemlidir. Kitle gösterilerinde her defasında bir önceki gösteriden daha fazla insanı saflarımıza taşımalıyız. Bunu başarmanın araçlarından biri de "hazırlık" olarak yürütülecek etkin yazılı, sözlü, görsel propaganda çalışması gelmektedir. Özellikle gerek 1 Mayıs hazırlığında, gerekse de 1 mayıs . alanlarında bunları gözönünde bulunduran bir çalışma hayata geçirmeliyiz.*

1 MAYISLA ALANLARDA OLALIM

Page 6: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci
Page 7: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci
Page 8: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci
Page 9: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci
Page 10: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

DYP Kağıthane İlçe Binası DHKC Tarafından Basıldı

30 Mart-17 Nisan Devrim Şehitlerini Anma günlerinde katliamların sorumlularından hesap sormak amacıyla DHKC tarafından DYP Kağıthane İlçe binası basıldı. 13 Nisan günü gece

geç saatlerde kapısı kırılarak girilen DYP Kağıthane ilçe binasının duvarlarına "DHKP-C", "Devlim Şehitlerinin Hesabını Sorduk Soracağız" yazılamalarının yapıldığı görüldü. Onlarca

devrimcinin katledilmesinden sorumlu olan DYP'nin ilçe binasındaki afiş, fotoğraf vb. kağıtlar yırtıldı. Bir masa altına bırakılan bomba ise sabah binaya gelen DYP'li görevliler tarfından

farkedildi. Daha sonra gelen polis bombayı fünyeyle patlattı. DYP Kağıthane İlçe binasına şehitlerin hesabını sormak amacıyla yapılan baskın düzen partilerinde panik yarattı.*

Sabancı Davasına Devam Edildi Sabancı Center'in DHKC savaşçılar,

tarafından basılarak Özdemir Sabancı, Haluk Görgün ve Nilgün Hasefi'nin Cezalandırlmasına ilişkin açılan davaya 6 Nisan günü devam edüdi.

Davayla ilgili tutuklu bulunan tutsaklar hapishane arabalarından DGM'ye "Kızıldere Son Değil Savaş Sürüyor" sloganlarını atarak girdüer. Ercan Kartal duruşmada son süreçteki gelişmelere ilişkin 4 ayrı dilekçe okudu.

İlk dilekçesinde Mavi Çarşı mağazasına yönelik molotoflu saldın sonrasında 13 kişinin katledilmesini onaylamadıldarını, bu tür eylemlerin kontgerillamn işine yaradığını belirterek, devrimci, yurtsever, ilericilerin bu tür katliamlara karşı çıkması gerektiğini belirtti.

Ercan Kartal, ikinci dilekçesinde ise, Yugoslavya'ya yönelik NATO harekatını değerlendirdi;

Emperyalizmin Yugoslavya'ya yönelik saldırısıyla "Yeni Dünya Düzeni" politikası doğrultusunda kendine bağımlı ülkeler yaratmayı hedeflediği ve Türkiye oligarşisinin de bu politikayı desteklediğini, tüm dünya halklarının emperyalizme karşı savaşması gerektiğini söyledi.

Ercan Kartal'ın okuduğu üçüncü' dilekçe ise Sabancı davasının açılması; davada kendisinin talimat verdiği şeklindeki iddiaların bir komplo olduğu; Duyar'ın öldürülmesi sonrasında yeniden gündeme getirilen komplo teorileriyle ilgiliydi. Kartal bu komplo

teorilerine ilişkin şunları söyledi: Yargılandığım bu dava da kontgerilla

şeflerinin yönlendirmesiyle, bir itirafçı hainin ifadeleri üzerine kurulmuştur. Ben, açılan bu düzmece davada idamla yargılanmaktayım. Benim dışımda, yine itirafçı Mustafa Duyar'ın ifadeleriyle, ilgili-ilgisiz birçok insan daha işkencelerden geçirilerek bu davaya dahil edilmiştir.

Aslında şahsıma yönelik komplo daha bu dava açılmadan önce başlamıştır. Nitekim, henüz Mustafa Duyar haininin teslim olmadığı, Sabancı eylemiyle ilgili tek bir sanığın-tanığın bulunmadığı süreçte çeşitli gazetelerde Sabancı eyleminin talimatını benim verdiğimi iddia eden haberler çıktı. Örneğin, 4 Şubat 1996 tarihli Günaydın gazetesinde eylemin talimaünı benim verdiğim yazılmaktadır. Yine dönemin Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğlu da 12 Kasım 1996 tarihli Sabah gazetesinde Sabancı eylemiyle ilgili olarak benzer iddialarda bulunmuştur. Hangi bilgiye ve belgeye dayanarak bu açıklamanın yapıldığı belirsizdir. Zira açıklamanın yapıldığı tarihte ortada ne bir bilgi ne de belge vardır.

Nitekim, kontgerillacı polis şefleri 1995-1997 sürecinde DHKC'nin yaptığı her eylemden sonra sürekli adımı ortaya atmış, hayali bir çok senaryo uydurmuşlardır. Bu senaryolar her seferinde polis şeflerinin yüzüne gözüne bulaşmış olsada, hatta kimisinde

sahiplerini traji-komik duruma düşürse de bu yöndeki faaliyetlerden vazgeçilmemiştir. Gerek şahsım gerekse de Bayrampaşa Hapishanesi bu süreçte sürekli olarak hedef gösterilmiştir. Bu komplo senaryolarının hazırlandığı süreçte Mehmet Ağar, Kemal Yazıcıoğlu, Orhan Taşanlar, Reşat Altay gibi Susurluk'la ilişkileri tüm halkımız tarafından bilinen polis şefleri iş başındaydı. Tüm senaryolar bu işkenceci, halk düşmanları tarafından hazırlanmış bunun için her türlü yönteme başvurulmuştur. Bu konuda daha önceki duruşmalarda talepte bulundum. İşkence ve ölüm tehditleriyle şahsıma ilişkin alınan ifadelerin dışında, hangi somut kanıtlara dayanılarak Sabancı ya da başka eylemlerin talimatını verdiğimin açıklanmasını istedim. Ancak gelinen bu aşamaya kadar bunlara cevap bulunamamıştır.

Ayrıca hakkımdaki komploların nedeni açıkür. Komploların nedeni Ağarlar'ın, Yazıcıoğullar'm, Taşanlar'ın, Altaylar'ın kimliğine bakıldığında daha iyi anlaşılacaktır.

Ancak bu vatan ve halk düşmanlarının kimliğine bakmadan önce, ben kimim, hakkımda neden bu davalar açılmaktadır, sorularını cevaplamak istiyorum.

Evet, ben, ülkemiz emperyalistlere peşkeş çekilmesin, halkımız acı çekmesin, yarınına güvenle baksın, çocuklarımızın umutları çalınmasın diye; evlerinde, sokaklarında zulmün

kolgezmediği; bağımsız, demokratik bir ülke için savaşan bir Halk Kurtuluş Savaşçısıyım. Hiçbir bireysel çıkar gütmeden halkımı ve vatanımı çok sevdiğim için, halklarımızın özgür ve kardeşçe yaşadığı bir ülke kavgası verdiğim için işkencelerden geçirildim, komplolara maruz kaldım. Bu yüzden hakkımda birçok dava açıldı.

Dilekçenin devamında ise komployu kuran kontgerilla şeflerinin kimlikleri, halka karşı işlediği suçlar yer alıyordu.

Ayrıca Mustafa Duyar'ın öldürülmesinin ardından ortaya atılan komplo teorilerine değinilen düekçede, Duyar'ın öldürülmesi işini Sabancı'nın, şöhret peşinde olan çete artıklarına yaptırdığı değerlendirmesine kimsenin yer vermediği ama ilk düşünülmesi gerekenin ise bu olduğu belirtildi.

Duruşmada Ercan Kartal'ın okuduğu son dilekçe ise 30 Mart-17 Nisan Devrim Şehitlerim Anma Günleri ve Devrimci Halk Kurtuluş Partisi'nin kuruluşunun 5. yıldönümüne ilişkin dilekçeydi.

Dilekçelerin okunmasının ardından avukatların tahliye taleplerini reddeden mahkeme heyeti, duruşmayı 8 Haziran 1999 tarihine erteledi.

Tutsaklar mahkeme sonrası hapishane arabasına giderken Devrimci Halk Kurtuluş Partisi'nin kuruluş yıldönümüyle ilgili olarak, "Yaşasın Devrimci Halk Kurtuluş-Cephesi" sloganını attılar.*

1 MAYIS'LAR MEŞRUDUR

Page 11: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

Mehmet Topaloğlu Ve Güven Keskin Adana'da Mezarları

Başında Anıldı 30 Mart-17 Nisan devrim şehitlerini

anma günleri dolayısıyla Mehmet Topaloğlu ve Güven Keskin mezarları başında anıldı.

11 Nisan Pazar günü saat 13.00'te Buruk Mezarlığı'nda toplanan kitle ilk olarak Adana'da polis tarafından katledilen Adana Temsilcimiz Mehmet Topaloğlu'nun mezarına ziyaret ettiler. Mehmet Topaloğlu'nun mezarını çiçekler bırakıldıktan sonra tüm devrim

Elmas Yalçın Mücadelemizde Yaşıyor

Beşiktaş Arzum Cafe de 28 Eylül 1994 tarihinde yoldaşları Fuat Erdoğan ve İsmet Erdoğan'la birlikte şehit düşen BEM-SEN'in kurucusu ve ilk genel başkanı Elmas Yalçın 11 Nisan Pazar günü Feriköy'deki mezarı başında anıldı.

Saat 11.30'da bir dakikalık saygı duruşuyla başlayan anmada, BEM-SEN adına konuşma yapan bir kişi Elmas Yalçın'in mücadele yaşamını anlattı. Alevi Kürt bir ailenin kızı olan Elmas 1986'da mücadele içinde yer aldı. 1990 yılından itibaren BEM-DER içinde aktif olarak çalışmaya başladı. Kamu emekçilerinin tüm eylemliliklerinde en önde yeraldı. BEM-SEN'in kuruluş çalışmalarında yer aldı, genel başkanlığına seçildi, kararlılığı çalışkanlığı ve örgütleyici yetenekleriyle bulunduğu alanın önderi oldu. Kendisini halkının davasına adadı, bu uğurda şehit düştü.

Anma konuşmaların ardından hep birlikte "Bize Ölüm Yok" marşı ylenerek saat 12.00'de sona.erdi.*

Hamiyet Yıldız, Ercan Özçeken ve Solmaz

Mezarları Başında Anıldılar

30 Mart-17 Nisan Devrim Şehitlerini Anma Günleri çerçevesinde sürdürdüğü

etkinlikler İzmir'de şehitlerimiz Hamiyet Yıldız ve Ercan özçeken ve Solmaz Karabulut'un mezarı başında yapılan anma törenleri ile sürdü. İlk anma 10 Nisan Cumartesi günü Hamiyet Yıldız'ın Pınarbaşı Köyü'ndeki mezarı başında yapıldı. "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür" İzmir Haklar ve Özgürlükler Platformu imzalı pankartın yanısıra birçok devrim şehidinin resimlerinin bulunduğu anmada ayrıca "Hamiyet Yoldaş Kavgamızda Yaşıyor", "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür" yazan dövizler taşındı. Şehitlerimiz adına yapılan saygı duruşunun ardından Hamiyet Yıldız'ın yaşamı anlatıldı, şiirler okundu. Anma boyunca "Umudun Adı DHKP-C", "Hamiyet Yoldaş Yaşıyor Parti-Cephe Savaşıyor", "Yaşasın Önderimiz Dursun Karataş" sloganları atıldı. Anma Grup

Günışığı'mn söylediği "Bize Ölüm Yok" ve "Haklıyız Kazanacağız" marşlarıyla sona erdi.

Diğer anmalar ise 11 Nisan Pazar günü yapıldı. İlk olarak 1996 Ocak ayında katledüen Ercan Özçeken'in Karşıyaka Örnekköy'deki mezarına gidildi. Burada yine "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür" İzmir Haklar ve Özgürlükler Platformu imzalı pankartı açan kitle, devrim şehitlerinin resimlerini de taşıyordu. "Ercan Yoldaş Kavgamızda Yaşıyor", Devrim Şehitleri Ölümsüzdür" yazılı dövizler taşındı. Ercan Özçeken'in yaşamının anlatıldığı ve şiirlerin okunduğu anma sırasında "Umudun Adı DHKP-C", "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür" sloganları atıldı. Anma "Haklıyız Kazanacağız" marşı ile bitirldi.

İzmir'de mezarı bulunan şehitlerimizle ilgili son anma ise yine aynı gün Uzundere Köyü'nde, Ankara'da katledilen Solmaz Karabulut'un mezarı başında gerçekleşti.

Anma için saygı duruşu ile başladı. Solmaz Karabulut'un yaşamı anlatıldı, şiirler okundu. Anma Grup Günışığı'nın söylediği "Haklıyız Kazanacağız" marşıyla sona erdi*

1 MAYIS'TA ALANLARDA OLALIM

şehitleri için bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Daha sonra Mehmet Topaloğlu'nu ve Mehmet Keskin'i anlatan bir konuşma yapıldı. Konuşmanın ardından "Yaşasın Halkın Adaleti", "Halk Kurtuluş Savaşçıları Ölümsüzdür", "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür" sloganları atıldıktan sonra hep birlikte "Bize Ölüm Yok", marşı söylenerek anma bitirildi.*

Page 12: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

Parti kuruluşunun 5'irıci yıldönümünü kutlamak ve şehitlerimizi anmak amacıyla 4 Nisan Pazar günü Antakya'da piknik düzenlendi.

Piknikleri önce şehit ve tutsak aileleri ziyaret edilerek pikniğe davet edildiler. Bu ziyaretler sırasında Diyarbakır'da 12 Ocak 1995'te katledilen Selim Yeşilova'nın mezarı ziyaret edildi. Karaali beldesinde bulunan piknik yerine gidildiğinde anmaya devrim şehitleri için yapılan

16 Mart 1978 katliamının yıldönümünde polisin Beyazıt Meydam'nında terör estirmesine ÎYÖ-Der İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yabancı Diller Bölümü'nü işgalle cevap vermişti. İYÖ-DER yaptığı bu işgal 16 Mart anmaları içerisinde ikinci kez gerçekleşmiş, ÎYÖ-DER Dev-Genç geleneğini sürdürmüştü. İşgalci oldukları iddiasıyla gözaltına alınan öğrenciler çıkarıldıkları İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nce serbest bırakıldılar.

15 Nisan günü İstanbul Adliyesi'nin girişi çevik kuvvet polisleri tarafından abluka altına alındı. Mahkemeyi izlemeye gelen yaklaşık 80 öğrenci adliye binasına dahi giremedi.

Öğrencileri, aralarında Halkın Hukuk Bürosu avukatlarının da bulunduğu yedi avukat savundu.

saygı duruşu ile başlandı. Saygı duruşundan sonra 30 Mart Kızıldere Manifestosu, 16-17 Nisan şehiıleri ve partinin kuruluşunu anlatan metinler okundu. Anmanın devamında Şernsui Cenubi müzik grubu "Kızıldere", İstanbul Şafakları" ve Arapça türküler söyleyerek bir konser verdi. Çevrede piknik yapan insanlara "Size Oy Yok" adlı bir oyun oynandı. 70 kişinin katıldığı piknik, akşama doğru sona erdi.*

Öğrenciler savunmalarında polis tarafından gaz bombalan kullanılarak ve vahşice dövülerek gözaltına alındıklarını, üzerlerine atılan suçlamaları kabul etmediklerini belirterek tahliyelerini talep ettiler. Öğrencilerden Hakan Yıldırım ise çenesinin polisler tarafından kırıldığı için savunmasını yaparken konuşmakta zorlandığı dikkat çekti. Avukatlardan Metin Narin ise meslektaşlarının ve öğrencilerin savunmasına ek olarak İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'nün verdiği bir raporu mahkeme heyetine sundu. Bu raptrea göre öğrencilere isnat edilen öğrenimi engellemek suçunun oluşmadığı, o gün eğitim-öğretimin sürdüğü belirtiliyordu. ll.:00'de başlayan mahkeme 12.15'te öğrencilerin tutuksuz yargılanmaları kararıyla son buldu.* "

İstanbul'un Çeşitli

Yerlerinde Şehitleri

Anma Günlerinde

Eylemler Yapıldı Gazi Mahallesi, Okmeydanı,

Nurtepe, Bağcılar ve Yenibosna'da 30Mart-17Nisan şehitlerimizi anma ve parti kuruluşunu kutlama gösterileri yapıldı.

Gazi Mahallesi'nde 31 Mart günü dört ayrı yerde aynı anda başlayan gösterilerde yollar yakılan lastiklerle kapatıldı. Gösterilerde bomba süsü verilmiş pankartlar asılırken gösteri yerine gelen polisler uzun süre pankartları indiremediler. Aylardır mahallede terör estiren polisin yüzünden aynı anda dört yerde gösteriler yapılmasından duyduğu şaşkınlığı görmek mümkündü. Eylemler sırasında "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür" sloganları atıldı. Göstericilerin tümü kayıp vermeden dağıldı.

Okmeydam'nda iki ayrı yerde yapılan gösterilerde ise pankartlar asıldı. 31 Mart günü akşam saatlerinde yapılan gösterilerde halk göstericileri alkışlarla destekleyerek düzen partilerinin seçim çalışmaları yaptığı günlerde düzenden beklentilerininolmadığını gösterdi.

Nurtepe ve Güzeltepe'de de aynı anda iki ayrı gösteri düzenlendi. Pankartların asıldığı gösterilerde göstericiler kayıp vermezken polis uzun süre pankartları indiremedi. Ancak pankartların üzerindeki süslerin patlatılması ile müdahale

Sakarya'da Piknik

Sakarya TÖDEF 30 Mart- 17 Nisan Şehitleri Anma Günleri ve Parti kuruluş yıldönümü dolayısıyla bir piknik düzenledi.

20 kişinin katıldığı piknik devrim şehitleri için yapılan saygı duruşuyla başladı. Ardından şehitlerimizin yaşarnlarıanJatıldı. Türkülerle, marşlarla ve şiirlerle devam eden piknik, TÖDEF'li öğrencilerin hazırladığı, öğrenci gençlik mücadelesinin anlatıldığı bir tiyatro oyunuyla son buldu.*

Şehitlerimiz Yolumuzu Aydınlatıyor

İzmir Haklar ve Özgürlükler Platformu 30 Mart 17 Nisan Devrim Şehitlerini Anma, Partinin 5'inci Kuruluş Yıldönümü Kutlama günleri nedeniyle etkinlikler düzenlendi.

Anma ve kutlama günleri çerçevesinde İzmir'de bulunan şehit aileleri ziyaret edildi. 4 Nisan Pazar günü mezarı Buca'da olan Müjdat Yanat ve Ümit Doğan Gönül anıldı. Buca mezarlığındaki anmada şehitlerin anısına yapılan saygı duruşunun ardından, mücadele dolu yaşamları anlatıldı, şiirler okundu, Grup Günışığı ise küçük bir konser verdi.

Anmada "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür", "Müjdat Yoldaş Kavgamızda Yaşıyor", "Faşizmi Döktüğü Kanda Boğacağız"," Ümit Yoldaş Kavgamızda Yaşıyor" dövizleri taşındı. İzmir Haklar ve Özgürlükler Platformu yaptığı duyuru ile anmaların devam edeceğini bildirdi.*

1 MAYIS'LAR MEŞRUDUR

Antakya Karaali'de Piknik

edebildiler. Cadde üzerinde yapılan gösteri halkın beğenisini topladı. Mahallede terör estiren polis ve özel tim elleri boş dönmek zorunda kaldı.

Bağcılarda ise 31Mart gecesi iki ayrı yerde yapılan gösterilerde pankartlar asıldı, yollar molotofla yakıldı. Sloganların atıldığı gösterilerde polisin sıkı ablukasına rağmen hemen yanıbaşında yapılan gösterilere müdahale edemediği dikkat çekti. Maskeli göstericilerin güvenlikli bir şekilde gösteriyi bitirmesinden sonra ancak asılan pankartlara yaklaşabilen polis yine de bir süre pankartları indiremedi.

Yenibosna Zafer Mahallesi ve Çobançeşme'de yapılan iki ayrı gösteride de maskeli göstericilerin yolları molotoflayarak başlattığı gösteriler boyunca "Şehitlerimizi Anıyor Savaşıyoruz"... sloganları atıldı. Polisin sürekli güvenlik önlemleri aldığı bölgelerde yapılan gösterilerde asılan pankartlar saatlerce asılı kaldı. Aynı anda bir başka yere asılan pankart da uzun süre asılı kaldı. Bomba uzmanlarının pankart üzerindeki bornba süsü verilmiş paketi patlatmaları ile asılan pankart indirilebildi.

Yapılan gösteriler coşkulu sloganlarla sona erdi.*

ISMart'ta Tutuklanan İYÖ-DER'liler Serbest Bırakıldı

Kültür Merkezi7nden Gözaltına Alınanlar Tutuklandılar

bulunan Karanfiller Kültür Merkezi'nden 7 Nisan günü Bağcılar'daki Karanfiller Kültür Merkezi siyasi şube polisleri tarafından basılmıştı. Gözaltına alınan 15 kişiden 4'ü tutuklandı. Baskının yasadışı bir baskın olduğunun söyleyen kültür merkez çalışanları, buna izin vermeyecek.lerini belirterek barikat kurmuşlardı. Barikat kurulduğunu gören

polis pervasızca saldırmış, kültür merkezinin camlarını kırarak içeriye girmişti. Polis kültür merkezi çalışanlar ve misafirlerden 15 kişiye döverek gözaltına almıştı. "Gözaltına alınanlar5 kişi 7 günlük gözaltı süresi sonunda 14 Nisan DGM'ye çıkarıldı ve mankeme sonucundu 4 kişi tutuklandı. Tutuklanan Canip Tarhan, Sinan Duman, Volkan Doğan,Sultan Erdoğdu Ümraniye Hapishanesi'ne götürüldü.

Page 13: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

Marmara Üniversitesi Haydarpaşa Kampusü'nde Grup Yorum Konser Verdi Marmara Üniversitesi Haydarpaşa Kampusü'nde 14 Nisan Çarşamba

günü Grup Yorum konseri düzenlendi. 30 Mart-17 Nisan Devrim Şehitleri'ni Anma Günleri nedeniyle,

konserine "Ulaş" ve "Kızıldere" türküleriyle başlayan Grup Yorum üyeleri, bu türkülerin ardından kısa bir konuşma yaptılar. Konserinde, özellikle şehitleri anlatan türkülere ağırlık veren Grup Yorum, "Düğüne Gider Gibi", "Bir Ömürde..." gibi türkülerini seslendirdi. Bunun yanı sıra, bilinen ve sevilen türkülerim seslendiren Grup Yorum'un konseri iki bölüm halinde gerçekleşti. Konser, her zaman olduğu gibi halaylarla sona erdi.*

Grup Yorum'dan, Ruhi Su

Vakfi'nda Söyleşi Ve Konser Gnıp Yorum 9 Nisan Cumartesi günü, Ruhi Su Vakfi'nda söyleşi ve

konser gerçekleştirdi. Aynı gün yurtdışında konserleri olduğu için, hu programa eksik kadroyla gelmek zorunda kaldıklarını belirten Grup Yorum üyeleri, bu konuşmanın ardından programlarına geçtiler. Dinleyicilerin sorularını cevaplayan Grup Yorum, müziğe ve genel olarak sanata bakışını anlattı. Müziklerini Çağdaş Halk Müziği olarak adlandırmalarının nedenlerini de anlatan Grup Yorum, sevilen türkülerim seslendirdi.*

Grup Yorum!a Yurtdışı Dönüşü Havaalanında

Gözaltı Belçika'da düzenlenen bir geceye katılan Grup Yorum

elemanları, konser dönüşü Atatürk Havaalanı'nda, Siyasi Şube polisleri tarafından gözaltına alındılar. 11 Nisan Pazartesi günü akşam üzeri gözaltına alınan sanatçılar, yaklaşık 2 saat Havaalanı Karakolu'nda tutuldular. Bütün çantaları ve enstrümanları, Siyasi Şube polisleri tarafından didik didik aranan sanatçılar, "suç unsuruna rastlanmaması" üzerine serbest bırakıldılar.*

28 Mart 1995 günü Halfan Hukuk Bürosu avukatlarının Bahçelievler ve Merter'deki evleri basılmış ve büro çalışanlarının tümü gözaltına alınmıştı. Yapılan, bu düzenin yasalarına dahi suçtu. Üstelik Merter'deki evde çatal-bıçak takımı, traş takımı, çay kaşığı, traş kolonyası gibi eşyalar gasp edilmiş, ütü parçalanmıştı. Bu nedenle de suçlular hakkında suç duyurusunda bulunulmuştu.

1995 yılında işlenen suç için polisler hakkında açılan davanın ilk duruşması 15 Nisan 1999 günü İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapılabildi. Davada sanık polisler hakkında istenen ceza miktarı nedeniyle dava neredeyse zaman aşanına girmek üzereyken davanın açılması esas olarak yargının bağımsız olmadığı, polisin katliam, infaz, işkence ve diğer her türlü hak ve özgürlükler ihlallerinin yılmaz savunucusu olduğunu gösteriyor. 16 Mart'ta Beyazıt'tan alınan öğrenciler bir ay tutuklu kalırken dava jet hızıyla açılırken 1995 yılında polisin işlediği bir suç için dava ancak açılabiliyor.

Davada toplam 13 polis yargılanıyor. Seyit Ali Altuntaş, Ali Erşan, Dursun Ali Öztürk, Çetin Yeşilbaş, Abdülkadir Dilber, Nairn Kurtuloğlu, Burak Ayanoğlu, Hasan Hüseyin Gökten, Ali Bulut, Ömer Çalışkan, Metin Meriç, Erdinç Güngör, Mustafa Karabulut 15 Nisan günü yapılan duruşmaya Ali Bulut, Abdülkadir Dilber, Burak Ayanoğlu, Çetin Yeşilbaş katıldılar. Davada suç duyurusunda bulunanlardan Av. Behiç Aşçı katıldı. Polislerin iddaları bildik ve ezberlediğimiz iddalardı. Evlerde terörist kaldığı ihbarı almışlardı, otomobil de teröristlerin bindiği ihbarını almışlardı, önleri kesilen avukatlar savcı istemişlerdi, biz sizinle gitmeyiz demişlerdi... Asıl önemlisi de suç duyurusunda bulunan avukatların bu davayı açtırırken asıl amaçları şanlı Türk polisini kötülemek, polisi teşhir etmekti. Yoksa avukatlar yasalara aykırı olarak gözaltına alınmamıştı... Onlara işkence yapılmamıştı... Tehdit edilmemişlerdi... Halkımızın tümünün bildiği en basit gerçekleri komik bir şekilde gizlemeye çalıştılar. Tabii gizleyemediler. Çünkü sıradan bir karakola girip de işkence görmemek, hakarete uğramamak, tehdit edilmemek mümkün değildir. Daha yakın zamanda siyasi şubede işkencede katledilen Süleyman Yeter'dir. Ondan önce Rıza Poyraz emniyetin beşinci katından atılarak katledilmek istenmiştir... Öyle ya

işkence yapacak, insanlarımızı katledecek, sakat bırakacak ama biz onların bu yaptıklarını halkımıza anlatmayacağız!...

Davada sanık olarak yargılanan polislerin tümü infaz ya da işkence davalarında Halkın Hukuk Bürosu avukatların karşısına çıkmıştır. Hepsi de avukatları çok iyi tanımaktadırlar. Ancak mahkemede hepsi birden tanımaz, bilmez olmuşlardı. Yargıdan kendilerine verilen desteğin farkında olduklarından dosya ile çelişik ifadeler vermekten geri duramamışlardı. Ama aynı zamanda korkularını itiraf etmişlerdi. Davayı izleyen gazeteciler fotoğraf çekmek istediklerinde inanılmaz bir hızla yüzlerini kapatan bu polislerdir. Polislerin baskısı sonucu gazeteciler salondan çıkarıldıktan sonra holden fotoğraf çekmeye çalıştıklarında ise polislerin durumu tam komedi olmuştur. Ara karar okunduğunda sanıkların yüzlerinin heyete dönük olarak ayakta beklemeleri gerekirken gazetecilere arkalarını dönmek isterken heyete arkalarını döndüler.

Davaya İstanbul Barosu da hazırladığı bir müdahale dilekçesi ile ve üç yönetim kurulu üyesi ile katıldı. Avukat Bahri Belen, Avukat Murat Er Karagülle, Avukat Hasan Alıcı İstanbul Barosu'nun müdahale dilekçesini dosyaya ibraz ederek müdahil olarak davaya katılmalarına karar verilmesini istediler. Mahkeme bu istem için celsede karar vermeyerek öbür duruşmada karar vermek üzere duruşmayı erteledi.

Kuşkusuz ki İstanbul Barosu'nun savunma hakkını, avukatları sahiplenme tavrı olumludur. Çünkü 1995 yılında Halfan Hukuk Bürosu avukatlarının evleri basılırken bir yönüyle de savunma hakkına, avukatlara gözdağı verilmeye çalışılmıştır. Demokrat bir kurum olarak, meslek örgütü olarak Baro'nun tavrı bir çok kuruma örnek olmalıdır.

Duruşmanın bitiminden sonra sanık polislerin maskesi düştü ve gerçek yüzlerin gösterdiler. Duruşmaya izleyen gazecilere saldırmaya çalıştılar. Onlara göre kendilerinin fotoğraflarını çekmişlerdi ve bu fotoğraflar örgüte iletilecekti. Kahramanlardan Abdülkadir Dilber "Ben Allah'tan başka kimseden korkmam. Ama yine de benim fotoğrafımı çekemezsiniz"... diye kükredi. Avukatların gazetecileri sahiplenmeleri ile yapmak istedikleri provokasyonları yapamayan polisler adliyeyi terkettiler. Duruşma 7 Haziran 1999 günü saat 10.00'a ertelendi.*

1 MAYIS'TA ALANLARDA OLALIM

Halkın Hukuk Bürosu Avukatlarının Evlerinin Polis Tarafından Basılması İle İlgili Davanın İlk Duruşması Yapıldı

Page 14: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

Mersin büromuz siyasi polis

tarafından basılmasıyla gözaltına alınan birisi gazetemizin çalışanı, üçü okurumuz olan dört kişi tutuklandı.

Mersin siyasi şube polisi tarafından 8 Nisan Perşembe günü saat:l:00'da gazetemizin toplatılma kararının olduğu gerekçe gösterilerek büromuza girilmek istenmiştir. İstanbul DGM savcısı tarafından böyle bir

karar olmamasına rağmen Mersin siyasi şube polisi tüm güçlerini gazetemizin önüne

yığdı. Polisin bu yasadışı ve

keyfi uygulaması karşısında gazete büromuzda barikat kurularak "Devrimci Basın susturulamaz", "Baskılar Bizi Yıldıramaz" sloganlarıyla karşılık verildi. Polisler bir süre sonra barikatı aşarak zorla içeriye girdi. İçeride bulunan gazete çalışanımız Hüseyin Duman, okurlarımız Deniz Ulusoy, Kemal Karakuş, Naci Karataştan elleri kelepçeli bir şekilde gözaltına alınırken, büroda bulunan gazete, kaset, hapishanelerden gönderilen kartlar, şehirlerimizin resimlerinin bulunduğu pano, kitaplar ve birçok eşyamıza el konuldu. Büromuzdaki kitaplığımız parçalanarak talan edilmdi. Gözaltına alman ve dört gün boyunca işkencelerle karşı karşıya kalan muhabirimiz Hüseyin Duman, okurlarımız Deniz Ulusoy, Kemal Karakuş, Naci Karataştan 12 Nisan günü çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuklandılar.

Saldırı ile ilgili Mersin Kurtuluş Temsilciliğimiz yazılı bir açıklama yaptı. Yapılan açıklamada "Baskılar, sömürüler devam ellikçe sesimiz susmayacak. Düşmana inat her haykırışımız suratlarına inen birer yumruk olacaktır..." denildi.*

Halkın Haklı Mücadelesi Engellenemez

Yüksel Cadesi'nde İnsan Hakları Anıtı önünde yapılan eylemin 73'ün-cüsü 10 Nisan günü saat 12.30'da yapıldı.

Eylemde yapılan konuşmada Ankara'da yaşanan gözaltı terörünün ha-la devam ettiği ifade edildi, bahsedildi. Konuşmada 8 Nisan günü Ga-zi Üniversitesi Gölbaşı Kampusü'nde TÖDEF/AYÖ-DER'in afişini asar-ken gözaltına alınan Reyhan Ünal, Seda Üstünel, Sinan Düzgüngeit isim-li öğrencilerin keyfi bir şekilde gözaltına alınmalarından bahsedildi.

Konuşmada AYÖ-DER'li öğrencilerin 16 Nisan'daki mahkemesine ken-dine duyarlıyım diyen herkesin katılmasının gerektiği belirtildi.

Ayrıca 1994 yılında gözaltına alınan ve DGM'ye çıkarıldıktan sonra ka-çırılıp kaüedilen Necati Aydın'ın katillerinin bilindiği fakat hala hiçbiri-nin bulunmadığından, bunun sorumlusunun devlet olduğundan bahse-dildi.

Eylemde "Zindanlar Boşalsın Tutsaklara Özgürlük", "Baskılar Bizleri Yü-dıramaz", "TÎYAD Üzerindeki Baskılara Son", "Sansür Devam Ediyor Kur-tuluş Gazetesi","Sansür Devam Ediyor Kavganın Onurlu Sesi Kurtuluş Ga-zetesi" dövizleri açıldı. Yaklaşık 150 kişinin katıldığı eylem "insanlık Onu-ru İşkenceyi Yenecek", "Anaların Öfkesi Katilleri Boğacak" sloganları-nın atılmasıyla alkışlarla bitirildi*

Buca Hapishanesi

İdaresi Suç İşlemeye

Devam Ediyor

izmir büromuzun 6 Mart tarihinde basılması sonucu, büromuzun Lalan edilmesiyle; birlikte muhabirimiz Turan Taşçı'nın büroda işkence yapılıp, gözaltına alınarak tutuklanması ile ilgili ilk duruşma 14 Nisan günü yapıldı.

Muğla Hapishanesi'nde bulunan muhabirimiz ile ilgili mahkeme yazışmasının Buca Hapishanesi'nden gönderilmemesi nedeniyle Turan Taşçı'nın bulunmadığı duruşmada tanıklar ve avukatlar dinlendi. İşkenceci polislerin kendilerini mahsumlaştırarak aklamaya çalıştıkları, diğer yandan baskın sırasında büroda bulunan muhabir arkadaşlarımızın, büroda yşananları anlattığı duruşma yazışmaların yapılması ve Turan

Taşçı'nın ifadesinin alınma gerekçesiyle 13 Mayıs tarihine eri elendi.

Yazışmayı biliçii bir şekilde geciktiren Buca Hapishanesi, arkadaşımızı tecrit hücrelerinde tutarak ardından itirafçıların bulunduğu Muğla Hapishanesi'ne göndermek için elinden herşeyi yapıyor. Buca'da devrimci tutsaklara saldırmak için her fırsat: değerlendirenler, yaptıklarınızın yanınıza kar kalacağını, halkımızın onurlu sesi kurtuluşu susturacağınızı sanmayın. Bizler bağımsız, demokratik bir ülke mücadelesinde halkımızın sesi olarak her türlü bedeli ödemeten sakınmayacak ve mücadelesimizi sürdüreceğiz

1 MAYIS'LAR MEŞRUDUR

Mersin Büromuza Polis Baskını

KURTULUŞ SUSMAYACAK!

Page 15: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

Yugoslav Halklarının Birleşmesinin ve Bölünmesinin Tarihi

YUGOSLAVYA'YI KİM BU HALE GETİRDİ?

10 yıl, 20 yıl, 30 yıl önce "Yugoslavya'da etnik çatışma" yoktu. Sağda solda patlayan bombalardan kalmış ceset parçaları, harabeye dönmüş binalar, evini yurdunu bırakmak zorunda kalanların acı dolu görüntüleri daha yenidir. ■Bu çatışmalar, bu görüntüler, 1980'lerin sonunda başlayan bir sürecin sonuçlarıdır. Bu süreçte herşey son derece süratli değişti. SSCB ve doğu Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde karşı-devrimci darbeler, komplolar ve kapitalizmin restorasyonu birbirini izledi. Bu ülkelerin halkları işsizlikle, evsizlikle ve milyarderlerle tanıştı. Düne kadar birlikte yaşayan halklar birbirine düşürüldü. Yeni kapitalistler emperyalizmin desteğiyle semirip palazlandıkça, milliyetçi kışkırtmalar daha fazla taraftar bulmaya başladı. Sonuç, işte bugün gazetelerde, televizyonlarda seyrettiğimiz görüntülerdir.

Herşey süratli değişmiştir ama geçmiş de belleklerde hala tazedir.

Yugoslavya'dan, Kosova'dan konuşan sıradan insanların söylediklerine kulak verin. Hepsi özlemle geçmiş kardeşçe yaşamlarını anıyor. Emperyalizm, burjuvazi hoşlanmıyor bunun vurgulanmasından, bu nedenle bu tür konuşmalar çoğunlukla sansüre uğruyor, ama yansıdığı kadarıyla bile birlikte kardeşçe yaşadıkları yılların gücünü görmek mümkün.

Yugoslavya 19401ı yıllarda bağımsızlığım kazanan bir ülkedir. Bu kurtuluş savaşı, halkların ortak mücadelesinin eseri olmuştur. Tito'nun Yugoslavya Komünist Partisi önderliğindeki Halk Kurtuluş Cephesi, bu yıllarda bu çokuluslu ülkede yaşayan halkları faşizme karşı büyük ölçüde birleştirdi. 1930'lu ve '4O'lı yıllarda Alman ve İtalyan faşistleri de halklar arasında düşmanlık yaratma politikasına başvurmuştu. Başta Sırp ve Hırvat milliyetçiliği olmak üzere Yugoslavya'da milliyetçiliği körüklemeye çalışmışlardı. Tito'nun önderliğindeki partizan güçleri ise hem bu milliyetçi-işbirlikçilere, hem de faşist işgal birliklerine karşı savaşmak zorunda kalmıştı. Bu arada Yugoslavya'da yaşayan halkları eşitlik temelinde birleştirmenin propagandası yapıyorlardı. Propaganda kısa zamanda etkisini gösterdi: Partizanlar işgalin başladığı 1941'den yalnızca iki yıl sonra, 1943'te 200 bin savaşçıya yükseldiler.

1945'te Yugoslavya Federal

Cumhuriyeti kuruldu. Halklar arasında yaratılan kardeşlik öyle etkiliydi ki, Yugoslavya'da birçok farklı insanın yaşadığını yakın zamana kadar birçokları bilmiyordu bile; hangi milliyetten olursa olsun halklar kendilerini Yugoslav olarak ifade ediyorlardı.

BAĞIMSIZ, BİRLEŞİK YUGOSLAVYA'NIN MİMARI, KOMÜNİSTLER VE YURTSEVERLER, BÖLÜNMÜŞ YUGOSLAVYANIN MİMARI İŞE EMPERYALİSTLER VE İŞBİRLİKÇİLERİDİR Ama neredeyse 7 yıldır

Yugoslavya'mn tablosu adeta bir yaz-boz tahtasını andırıyor. Önce bütün halklar birbirine giriyor; sonra ikisi birine karşı birleşiyor, sonra birleşenler tekrar ayrılıyor ve bu kez daha önce düşman olanlar birleşip diğerine karşı savaşıyor...

Önce Slovenya ve Hırvatistan bağımsızlığını ilan etti. Bu, tam da emperyalistlerin istedikleri şeydi. Emperyalistler tarih boyunca yaptıklarını yapıyorlar; halkları daha kolay lokma haline getirmek için bölüp parçalıyorlardı. Bir yandan ikiyüzlüce bu ayrılıktan "üzüntü duyduklarını" söylerken, diğer yandan kendi denetimlerinde ortaya çıkan bu yeni durumu süratle kabul ettiler. Tito'nun önderliğinde kurulan bağımsız rejimin yıkılması süreci, aynı zamanda milliyetçi-şovenist duyguların da son haddinde kışkırtıldığı bir dönem olmuştu. Kışkırtan emperyalistlerdi. Bu kışkırtmalar sonucu, çatışmaların zemini de büyük ölçüde hazırlanmıştı. Yetmedi: Bağımsızlık ilan eden veya buna meyilli her ulusal topluluğa silah satmaya başladılar. Hırvatistan'ın ayrılığından sonra Sırbistan ile Hırvatistan arasında başlayan savaş, halkları güçsüzleştirmeye yönelikti. Hemen arkasından bağımsızlık yanlısı Bosna-Hersek ile Sırbistan arasındaki savaşta ise her iki tarafa da sözde silah ambargosu uyguladılar; ancak Sırbistan zaten yeterince silahlanmış durumdaydı ve ambargo da esas olarak ona yarıyordu. Bir halkı diğerine göre güçlü hale getirme, ama neticede her ikisini de güçten düşürerek kendi hakimiyetini pekiştirme bu dönemde emperyalist böl-parçala-yönet politikasının eksenini oluşturuyordu. 1992 sonlarında Bosna-Hersek'e giden dönemin BM Genel Sekreteri Butros Gali Bosnalılar tarafından "Faşist Gali"

sloganıyla karşılanmıştı; ancak eski Yugoslavya halklarının hiçbiri de bütünüyle emperyalist çözümün dışında bir yol arayacak halde değildi. Emperyalistler ve işbirlikçi önderlikler bir olup halkları birbirine kırdırırken halkların dost oldukları günleri hatırlamaları bir özlem olmanın çok da ötesine gitmiyor, somutlanmıyordu. Milliyetçilik temelindeki savaş devam ediyordu.

Bosna-Hersek Sırbistan güçleri tarafından tam bir kuşatmaya alındı, topraklarının önemli bir bölümü işgal edildi, insanları göçe zorlandı, Sloven, Hırvat ve bir ölçüde Makedonlarm da katılmasıyla savaş bütün Yugoslavya halklarını sardı... Ve 4 yılda, resmi rakamlara göre yaklaşık 200 bin insanın yaşamına maloldu.

Bugün burjuva basının "Kosova'daki Sırp vahşeti" diye adlandırdıkları sorunun kökeninde de emperyalizmin çıkarları vardır. Tito'nun Yugoslavyası'nda Kosova özerkliği kabul edilmiş bir bölgeydi. Kosova'da yaşayan Arnavut halkının hakları kabul edilmişti ve Arnavutlar da Sırplar, Slovenler, Hırvatlar, Karadağlılar ve Makedonlar gibi Yugoslavya'da sorunsuz yaşıyorlardı. Ancak Doğu Avrupa'daki kapitalist restorasyon sürecinde kurulan merkezi Yugoslavya hükümeti Kosova'mn özerkliğini kaldırdıktan sonra Kosovalı Arnavutlar arasında milliyetçi eğilimler ortaya çıktı. Esasında Kosova yalnızca Arnavut halkın yaşadığı bir bölge değildir. Bunun yanında Sırp, Makedon, hatta Sloven nüfusu da bulunmaktadır. Bu anlamda Kosova Yugoslavya'nın adeta prototipidir. Ancak gene Yugoslavya'nın bütününde olduğu gibi Kosova'da da bunca farklı ulusal kökenden halkın yaşaması, üstelik bir de bunlar arasında din ve mezhep farklılıkları olması (halkın büyük çoğunluğu müslüman olmasına rağmen önemli bir bölümü de hıristiyan katolik ve ortodoks) emperyalistlerin halkı bölmesi için yeterince elverişliydi. Onlar da fırsatı değerlendirmekte gecikmediler.

EMPERYALİZMİN BÖLGEDEKİ KOLTUK DEĞNEĞİ MİLLİYETÇİLİKTİR Bir ulusal topluluğun bir başkasının

ulusal haklarını elinden almaya kalkması meşru kabul edilemez. Bu, devrimciler açısından tartışılmazdır. Ancak Yugoslavya'da bugün yaşanan bütün sorunların kaynağı milliyetçilik,

milliyetçiliğin kaynağı da emperyalizmdir. Arnavutlar ve Sırplar arasındaki sorun çözümlenemez bir sorun değildi. Bölge halklarının onlarca yıldır kardeşçe yaşamış olması, Kosova'mn birçok halktan oluşan mozaiği, halklar arasında Tito dönemine duyulan özlemin canlılığı gibi etkenler bu sorunun barış içinde çözümlenmesi için yeterli olabilirdi. Ancak emperyalizm buna en ufak bir olanak vermedi. Kendi işbirlikçilerini yaratan, öne çıkan önderlikleri de büyük ölçüde işbirlikçileştiren emperyalistler ulusal önyargıları beslemek, milliyetçiliği çatışmalar noktasına getirmek, halkları birbirine kırdırmak amacıyla çok çeşitli yollar kullandılar. Eski Yugoslavya topraklarında ajanlarıyla cirit attılar, işbirlikçileriyle milliyetçilik pompaladılar, herkese silah satarak hem silah tekellerine para kazandırdılar hem de mümkün olduğunca çok kan dökülmesini garantiye altılar. Bu anlamda Arnavut-Sırp çatışmasının sorumlusu da emperyalistlerdir ve bu çatışmayı kullanarak egemenliklerini daha da sağlamlaştırma amacındadıriar.

Emperyalizmin bölgedeki en büyük dayanağı milliyetçiliktir. Milliyetçi önderler bu misyonu yerine getiriyorlar. Kosova'da herşey çok açıktır örneğin. UÇK bugün kelimenin tam anlamıyla emperyalizmin maşasıdır. Emperyalistlerin bölgedeki çıkarlarını korumak için vardır. Silahı da, cephanesi de emperyalistler tarafından karşılanmaktadır. Burjuva basında çıkan haberlere göre NATO kendi halkının tepesine daha çok bomba yağdırsın diye istihbaratlar toplamakta, sorgusuz sualsiz Sırpları öldürmektedir. Dahası, Küba'da Domuzlar Körfezi çıkartmasında olduğu gibi ABD'den işbirlikçi Arnavutlar toplanıp savaşmak için Kosova'ya gönderilmektedir. Ortada şişirilse de bir askeri güç vardır; ancak bu güç kendi halkının kurtuluşu için değil emperyalizmin çıkarları için savaşmaktadır.

Balkanlar emperyalistler için her zaman önemli olmuştur. Ekonomik olarak da, askeri olarak da bölgeyi denetim altında tutmak isterler. NATO bunu gizlemiyor da. Sürekli olarak "bölgenin askeri ve siyasi bir istikrara kavuşturulmasından" söz etmeleri kendi çıkarlarının istikran gereğidir. NATO operasyonunun bölgeye ("Arnavutları korumak" için!) çokuluslu

Page 16: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

bir askeri gücün yerleştirilmesini hedeflemesi de bu istikrarın gereğidir. Bu çokuluslu gücü kimin kontrol edeceği bellidir.

TÜM EMPERYALİST MÜDAHALELER, HALKLARIN SORUNLARININ ÇÖZÜMÜ İÇİN DEĞİL, KENDİ ÇIKARLARI İÇİNDİR Emperyalistlerin kendi çıkarlarının istikrarı da

halklar arasında düşmanlıklardan geçer. Bu anlamda çokuluslu ülkeleri bölüp parçalayarak aynı topraklarda uydu devletler veya devletçikler oluşturmak ister. Dertleri bir halkı korumak falan değildir. Belgrad'da Türkler de yaşıyor, Belgrad bombalanıyor. Priştina'da Arnavutlar yaşıyor; ama Priştina da bombalanıyor. Bugün bombalar altında yakılıp yıkılan Yugoslavya'nın diğer şehirleri için de durum aynıdır. Bir yandan Sırp baskısı, bir yandan da emperyalizmin bombardımanı altında topraklarım terk etmeye zorlanan, emperyalistlerin gerçekdışı propagandalarıyla da özendirilen Arnavut mülteciler Makedonya'daki kamplarda açlıktan ve hastalıktan ölecekleri günü bekliyorlar, cesetlerini toplu mezarlara gömüyorlar, aşağılanıyorlar. Mültecilere adeta hayvanlarmış gibi davranüıyor. Bu manzaralar "medeni" Avrupa'nın ortasında yaşanıyor. Tablonun yaratıcıları ise uranyum yüklü tanksavar mermileri, füzelerle vuruyorlar Yugoslavya'yı. Halkı ateşle yakıyor, harabelerin altında eziyor, uranyumla da yavaş yavaş öldürüyorlar. Emperyalizmin Sırplara olduğu kadar Arnavutlara da, Hırvatlara da, Boşnaklara da, Slovenlere de düşman olduğu gün kadar açıktır.

Yugoslavya halkları geçmişi bir, düşmanları bir, kaderleri bir halklardır. Geçmişleri bir ve onurludur: Çünkü onlar Hitler'in faşist işgalcilerine ve onların işbirlikçilerine karşı omuz omuza çarpıştılar ve ülkelerinden sürüp çıkardılar. Düşmanları birdir: Onları birbirine kırdıran ve başlarına bomba yağdıran emperyalizm ve emperyalistlerin işbirlikçileri tek düşmanlarıdır.Kaderleri birdir: Çünkü bu düşmanı alt etmeden, vatanlarından sürüp çıkarmadan savaşlardan kurtulmaları, kardeşliği yaşamaları mümkün değildir.

Bunu başarmak için güçlü bir tarihsel birikime de sahiptirler. Tito'nun partizanlarının önderliğindeki ortak anti-faşist savaş yılları henüz yakın tarihtir. Bu savaşın izleri hala derindir.

Çözüm emperyalizme karşı savaşmaktır. 10 yıl öncesine kadar, neredeyse bütün eski çokuluslu sosyalist ülkelerde sosyalizm bayrağı altında ortak yaşayan halklar, bugün aynı topraklarda emperyalistlerin yağma, katliam ve talanlarıyla tanıştılar. Ama bitmedi. Emperyalistler bütünüyle teslim alana kadar saldırılarını sürdüreceklerdir. Halkları birbirine kırdırmaya devam edeceklerdir. Bunun için daha yüzbinlerce insanın kam da dökülecek olsa hiçbir önemi yoktur. Emperyalistler için önemli olan tek şey kendi hakimiyetleri, tekellerin karıdır.

Sosyalizm halkların birliği ve direnme gücüdür. Çünkü din, dil, ırk, milliyet ayrımı tanımaz

sosyalizm. Halklar birbirlerine dilinden, kültüründen dolayı düşmanlık beslemez. Aksine, sosyalizmde halklar ulusal özelliklerini korurlar ve ulusal haklarına sahiptirler. Birlikte ve kardeşçe yaşamanın teminatı buradadır.

Halkların tarihsel birikimlerini daha da ileriye taşıyacak tek güç sosyalizmdir. Halkların tek dostu halklardır; bu dostluğun mayası da devrim ve sosyalizmdir.

Dünya halkları asla emperyalistlerin ve onların işbirlikçilerinin hakimiyeti altına girmeyecek. Dünya halkları kazanacak, sosyalizm kazanacak.*

Yugoslavya'dan kaçan bir Arnavut mülteci, Sırpların saldırısını anlatırken "evimizi basan maskeli insanlar komşumuzdu" diyor. Öğretim üyeliği yapan bir başka Arnavut "Aynı binada okuyor çocuklarımız... Sonra 15-16yaşında çocukların ellerine silahları ı/erdiler. Çocuklar, 66 yaşında meslektaşım olan profesörü duvara dayamışlar, karısı ve torununu da dizleri üzerine çöktürüp kurşuna dizmişler"sözleriyle anlatıyor yaşadıklarını... UÇK'nın sadece Sırp oldukları için kurşuna dizdiği iki köylünün haberi geçiyor gazetelerin satır aralarında...

Büyük acılar yaşıyor halklar... Çocuklar, anneler, babalar en sevdiklerini kaybedip, herşeyini geride bırakıp, kendisine açlık, yoksulluk, ölüm getiren göç yollarına düşüyorlar...

Bunlar sadece Yugoslavya'da yaşanmadı. Endonezya'da Müslümanlar hırıstiyanlarla, İrlanda'da Protestanlar Katoliklerle, Ruanda'da farklı kabileler birbirleri arasında, Kafkaslar'da Azeriler Karadağlılarla savaştılar, öldüler, öldürdüler. Dünyanın pekçok bölgesinde de haklar farklı milleyetlerden dinlerden, mezheplerden başka halklarla çatışmaya, büyük acılar yaşamaya devam ediyorlar.

Peki ama yaşananların sorumlusu kim? Kim basıyor, katlediyor, göçe zorluyor? Emperyalistler ve onların işbirlikçileri bunların sorumlusu olarak Sırpları gösteriyorlar.

Ama "Sırp zulmünü" anlatan haberlerin arasına başka haberler de karışıyor. Priştina'dan gelen 16 yaşındaki Selda Bulak "Sırp arkadaşlarım da vardı. Savaştan önce anlatılmayacak kadar güzeldi yaşam. Gezerdik, eğlenirdik. Her şeyi mahvettiler ama..."diyor örneğin. Suplar ya da Arnavutlar, Hırvatlar, Boşnaklar... neden "anlatılmayacak kadar güzel" bir yaşamdan vazgeçip birbirlerinin boğazlarına sarılsınlar? Niye on yıllardır çatışmadan, kavga etmeden kardeşçe yaşayan komşular maskelerle birbirinin evini basacak duruma geldüer? Öğrencileri Arnavut olduğunu dün de bildiği, ondan öğrendiği, saygı duyduğu hocasını niye bugün kurşuna dizer? Arkadaşlıklar, dostluklar, komşuluklar nasıl ve neden parçalanır, yok olur, düşmanlığa dönüşür birdenbire?... Tüm bunlar nedensiz, şu ya da bu halkın "gözünü kan bürümesi"yle açıklanabilecek şeyler değildir elbette. Ne farklı

milliyetlerden, mezheplerden, dinlerden halklar dünya varoldukça birbirlerine düşmandılar, ne de gerçekten düşman olmalarını gerektirecek bir sebep varoldu. Yaşananların tek sorumlusu, halkları birbirine düşürmek için türlü araçlar yaratan egemenler ve emperyalizmdir. Çatışmalar, hakların birbirinin boğazına sarılması sadece emperyalistleri güçlendirmiş, onlara yaramıştır.

Emperyalizm "Yeni Dünya Düzeni"ni, yani dünya çapındaki sömürü düzenini sağlamlaştırmak, ayakta tutmak için halkları bölebüecek her türlü aracı değerlendiriyor. Din ve mezhep ayrılığı bu araçların başında

"Emperyalizm milliyetçilik "silah"ıyla

halkları vurmakta, teknolojik gücüyle devasa

savaş araçlarıyla başaramadığını

başarmaktadır. Hayalet uçaklar, çeşit çeşit

"hüner"lere sahip füzeler, bombalar öldürebilir, yakıp yıkabilir ama tek başına bunların hiçbiri komşunun evini maske ve silahlarla basmasını sağlayamaz insanların.

Arkadaşlıkları, dostlukları ö'ldüremez."

gelirken, milliyetçilik de emperyalizmin üzerinde en fazla manevra yaptığı, halklara karşı kullandığı silah durumundadır.

Emperyalizm bu "silah"la halkları vurmakta, teknolojik gücüyle devasa savaş araçlarıyla başaramadığını başarmaktadır. Hayalet uçaklar, çeşit çeşit "hüner"lere sahip füzeler, bombalar öldürebilir, yakıp yıkabilir ama tek başına bunların hiçbiri komşunun evini maske ve silahlarla basmasını sağlayamaz insanların. Arkadaşlıkları, dostlukları öldüremez.

Milliyetçilik bunu başarabildiği, halkların birliğini bozabildiği, halkların bilincinde emperyalizm tarafından kullanılabilecek derin yaralar açtığı için tercih ediliyor egemenler tarafından.

Milliyetçilik nedir, nasıl bir gerçekliktir ki emperyalizme bu denli faydalar sağlamakta, onun rahatlıkla manevralar yapabileceği bir zemin sunmaktadır?

Tarih boyunca ezenlerin,

sömürücülerin müdahalesinin olmadığı koşullarda çok farklı halklar kardeşçe birarada yaşamışlardır. Bu kardeşliğin temelinde aynı toprakları, aynı kaderi paylaşmak vardır. Egemenlerin parçalamaya, çarpıtmaya çalıştığı da bu ortak kader fikri olmuştur her zaman. Yugoslavya'da ortak düşmanlarını ve kader birliklerini gören halklar Alman faşizmine karşı birlikte savaşmışlar ve direnmişlerdir. Kazanan hem tek tek halklar hem de bütün olarak Yugoslav ve dünya halkları olmuştur. Yaşanan süreçte ise halkların çıkarları karşı karşıya getirilmekte, ortak, düşman bulanıklaştırılarak halklar birbirlerine hedef olarak gösterilmektedir.

Protestanları İrlanda'ya yerleştirerek Katoliklerle, Yahudileri Filistin'e yerleştirerek Filistinlilerle karşı karşıya getirmiştir emperyalist^ Sonra bu çatışmayı körüklemiş, sonuçta her iki taraftaki halk da ortak düşmanlarına karşı kullanacağı enerjisini birbirine karşı harcamıştır.

Gelişmiş iletişim araçlarıyla, işbirlikçileriyle halkların kulaklarına fısıldar emperyalistler: "Karşı mezhep senin inancına düşman, öbür halk seni topraksız bırakmak istiyor, bütün zenginliklerini onlar alıyor..." Yüzyıllar öncesinin husumetlerini ortaya çıkartır, çok çeşitli motifler kullanır, önyargılar yaratır. Bu politikaların hayat bulmasında, düşmanlığa dönüşmesinde emperyalizmin en önemli yardımcılarından biri de küçük burjuva, burjuva milliyetçi önderlikler oluyor. Milliyet çıkarları temelinde ortaya çıkan bu önderliklerin politikaları giderek emperyalizmle buluşuyor ve onun oyuncağı haline geliniyor.

Emperyalizm hiçbir milliyetin, ulusun, halkın ulusal çıkarlarına hizmet eden politika üretmez. Şu ya da bu milliyetin koruyucusu görünümünde olduğu koşullarda dahi gözettiği kendi sömürü çıkarlarıdır. Milliyetçilik buna uygun bir zemin yaratır; halkların değil, emperyalizmin çıkarlarını güçlendirir. Halkların kurtuluşunun değil, emperyalizmin sömürüsünün önünü açar, yeni dünya düzeni saldırganlığının aracı haline gelir. Bu süreç bizzat emperyalizm tarafından şekillendirilmektedir. Oysa halkların kurtuluşunun yolu bellidir. Bu emperyalizme karşı uzlaşmaz bir savaş yürütmek ve bu savaş içinde halkların birliğini sağlamaktır.*

1 MAYIS'LAR MEŞRUDUR

"Evimizi basan maskeli insanlar komşumuzdu..."

"Sırp arkadaşlarım da vardı... Herşeyi mahvettiler..."

NEDEN, NİÇİN, NASIL?..

Page 17: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

Emperyalistlerin, NATO'nun, Borazanlığını Yapan Medyanın Söyledikleri Yalandır, İnanmayın!

Burjuva medyada hergün Sırbistan'ın "Kosova'da gerçekleştirdiği katliamlar "a yer veriliyor. Kosovalı Arnavutlar ile ilgili "dehşet öyküleri" yayınlanıyor. "Onbinlerce mülteci ölüm çöplüğünde", "Yokluk içinde hayat savaşı", "Param parça hayatlar" başlıklarıyla verilen Kosova'daki trajedinin sorumlusu olarak Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Milosevic gösteriliyor. Peki, yaşanan katliamların, yüzbinlerce insanın evlerinden-yurtlarından göç etmek zorunda bırakılmasının ve ailelerin parçalanmasının sorumlusu gerçekten Sırplar mıdır?

HAYIR! BUGÜN KOSOVA HALKININ YAŞADIĞI TRAJEDİNİN TEK SORUMLUSU EMPERYALİZMDİR.

EMPERYALİZM SIRBİSTAN'I, KOSOVA'YI BOMBALAMAYA BAŞLADIKTAN SONRA GÖÇLER BAŞLAMADI MI?

BU GERÇEĞİN ÜZERİNİ HİÇ BİR YALAN ÖRTEMEZ.

Emperyalist Medyaya İnanmak İçin Hiçbir Neden Yoktur; Herşeyden önce burjuva basında yer alan haberlerin kaynağı NATO kmargahından yapılan açıklamalar ve emperyalist medyadır. CNN'dir, BBC'dir. Emperyalist medyaya güvenilmeyeceğine bugüne dek yüzlerce kez tanık olduk.

Hatırlanacaktır, Körfez Savaşı sırasında emperyalizm tarafından bombalanan petrol tesislerinden Basra Körfezi'ne yüzlerce ton petrol boşalmış ve başta CNN olmak üzere emperyalist medya, çevre kirliliği tartışması başlatarak bu görüntüyü sık sık ekrana taşımıştı. Petrol gölüne dönen Basra Körfezi'nde petrole bulanmış bir karabatağın görüntüsü "Az sonra ölecek" demagojisiyle günlerce ekranlarda kalmış ve tüm dünyada ABD'nin ise İran'a yönelik operasyonunda ne kadar haklı olduğu kanısı uyandırılmaya çalışılmıştı. Ancak, çok sonra o görüntülerin Fransa açıklarında çekildiği ortaya çıktı.

Romanya'da ise emperyalist medyanın karşı-devrimci komployu haklı göstermek için yapıldığını iddia ettiği katliam haberleri, görüntüleri ve Çavuşeskular hakkında yaptığı karalama kampanyası hala hafızalardadır. Çavuşeskular'ın yargılandıkları, yargılanırken yalvardıkları ve isviçre bankalarında milyarlarca dolarlık hesaplarının olduğu propagandası yapıldı. Solun önemli bir kesimi

bile inandı bu yalanlara. Oysa, Romanya'da katledilenler karşı-devrime karşı koymaya çalışanlardı. Çavuşeskular karşı-devrimciler karşısında ne yalvarmışlardı, ne de isviçre bankalarında milyarları vardi. Bunların hepsinin emperyalizm tarafından üretilen yalanlar olduğu daha sonra ortaya

çıktı. Emperyalistlerin halklara yönelik

katliam, işgal gerçekleştireceklerinde önce bir "medya harekatı" başlattığı bugün artık herkes tarafından bilinmektedir. 24 Mart'tan beri aralıksız devam eden Yugoslavya'nın bombalanması öncesinde de aynı senaryo hayata geçirilmiştir. Emperyalist medya tarafından günler öncesinden başlatılan kampanyada "Sırplar Kosovalılar'ı kurşuna diziyor", "Priştine'de idam sehpaları kuruldu", "Sırp kasabı Miloseviç" gibi haber ve bu haberleri besleyen görüntülerle Sırbistan'a yapılacak NATO harekatının zemini hazırlandı. Şimdi de karadan müdahalenin zemini oluşturulmaya çalışılıyor.

Yıllarca Yugoslavya çatısı altında kardeşçe bir arada yaşayan halkları, çıkarları doğrultusunda, milliyetçiliği körüklüyerek birbirine düşüren emperyalistlerden başkası değildir. Bu oyunun hayata geçirilmesinde Miloseviç'in de payı olabilir ama Yugoslavya'nın bugün bu noktaya gelmesinin, halkların çektiği acıların asıl sorumlusu emperyalizmdir.

Emperyalizm bugün sivillere ait birçok yeri bombalamakta, her yeri yerle bir etmektedir. Sırbistan'ın Rusya Büyükelçisi Borislav Milosevic, 7 Nisan'da yaptığı açıklamada 300'den fazla insanın

öldüpnü ve 3 binin üzerinde insanın yaralandığını belirtmiştir. Sırpların baskısı ve NATO uçaklarının saldırısı arasında kalan Kosova halkı göç yollarına düştüğü halde saldırılar aralıksız sürmektedir. Emperyalist medyanın Brüksel'deki NATO karargahından yapılan açıklamaların amacı bu

gerçeği gizleyerek operasyonu haklı ve meşru göstermek ve ezilen halkların yükselebilecek tepkisinin önüne geçmektir.

Emperyalistlerin bu noktada başarılı olmalarında işbirlikçilerinin payı büyüktür. Burjuva medya gerek NATO saldırısı öncesi gerekse bugüne kadar yaptığı yayın ve haberlerle Yugoslavya halklarının katledilmesine çanak tutmaktadır. Öyle ki, uşak ruhlu burjuva kalemşörler Clinton ve NATO yetkilileriyle aynı dili kullanıyorlar. Güngör Mengi, NATO harekatı için "NATO bugün tarihinin en haklı ve onurlu savaşını yapıyor"(6 Nisan 1999, Sabah) derken, Zülfü Livaneli de bombalamaları "Haklı ve doğru bir savaş..." olarak değerlendiriyor. Diğer burjuva kalemşörlerin değerlendirmeleri de Güngör Mengi ve Zülfü Livaneli'nin bu değerlendirmelerinden farklı değil.

Örneğin Zaman gazetesi "Bu müdahale ahlaken haklıdır" (25 Mart 1999) diyor. Peki bunu söyleyen Zaman gazetesi ahlaklı mı davranıyor? Emperyalizmin ahlakını ne zaman keşfettiler acaba? Yarın emperyalizm iran'a, Afganistan'a veya başka bir islam devletine müdahale ettiğinde, bombaladığında yine NATO'yu alkışlayacaklar mı, o zaman emperyalizm ahlaken haklı mı, haksız mı olacak?

Öyle ki, NATO yetkilileri bile, bombalamalar sonucu sivil

insanların öldüpnü "yanlışlık", "teknik hata" vb. gerekçelerle kabul ederken onlar; "NATO güçleri en sonunda 'insan kasaplığına soyunan'Yugoslav Başbakanı Miloşeviç'i cezalandırmak için ülkeyi bomba yağmuruna tuttu. Tabi atılan bombalar insanları öldürmüyor sadece bazı askeri ve stratejik noktaları imha ediyor" (27 Mart 1999 Sabah, Can Ataklı) diyebiliyorlar.

Kraldan daha kralcı kesilen burjuva basın, halkın dini duygularını kullanmaktan da geri durmuyor. Türkiye ve Zaman gazeteleri bu konuda kampanya yürütüyor. Türkiye gazetesi Washington muhabiri Hasan Mesut Hazar; "Ama en önemli gelişmenin, Hristiyan ağırlıklı bir askeri güç Olan NATO'nun Müslüman Arnavutlar'ı korumak için 'egemen' ve 'Hıristiyan'bir ülkeyi cezalandırması olduğunu belirtmeliyiz."'(26 Mart 1999, Türkiye) sözleriyle emperyalizme destek verirken yazısının devamında; "Son olaylar ABD'siz dünyanın bir 'hiç'olduğunu ve bu süper gücün liderliğine 'ilaç'gibi ihtiyaç duyulduğunu, bir kere daha ortaya koydu" diyerek ABD uşaklığını çok açık ortaya koydu.

Yugoslavya'daki sorunun esas kaynağı ne dini ne de etnik ayrılıktır. Sorunun kaynağı emperyalizmin bölgeyi denetime alma amacıdır. Yugoslavya müslümanlarının liderlerinden Rois-ül Uleması Kemur Efendinin 1961'de söyledikleri bu gerçeği gözler önüne sermektedir; "Mareşal Tito ve sosyalist uygulama olmasaydı bugün Yugoslavya'da ilaç için tek bir Müslüman bulamazdınız. Sosyalist Yugoslavya'da kimsenin ibadetine karışılmaz. 1941-45 arasında faşistler 750 camiyi yok ettiler. Oysa yeni Yugoslavya'da yüzden çok yeni cami yapıldı, pek çok cami onarıldı. Örneğin İskender Paşa Camisi harabeye dönmüştü. Sosyalist yönetim Müslüman halkın inançlarına çok saygılı davranmaktadır." (3 Nisan 1999 Cumhuriyet)

Evet, bu tabloyu kim bozmuştur, milliyetçiliği körükleyerek ayrılığı, YUGOSLAVYA'NIN BÖLÜNMESİNİ KİM SAĞLAMIŞTIR, NATO'nun ağzından konuşmadan, emperyalizme uşaklık etmeden önce herkes önce bu sorunun cevabını vermelidir.*

1 MAYISTA ALANLARDA OLALIM

Page 18: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

SÖYLE BANA DOSTLARIN KİM?

Yugoslavya'ya NATO saldırısı günlerdir sürüp gidiyor. En gelişmiş teknolojinin ürünü bombalar o ülke halkına ölüm saçıyor. Ankara da bu işin içinde, incirliği Amerikalılara peşkeş çekerek komşu Irak halkına ettikleri yetmiyormuş gibi, emperyalistler hesabına Yugoslavya'dan ne kaldıysa onu da uydu devletçiklere bölerek Yeni Dünya Düzenine katma amacını güden bu saldırıya katılıyor. NATO mazlum Müslüman Arnavutların yardımına koşarak zalim Sırp'ların tepesine bombalar yağdırarak, mazlumları zalimlerin elinden kurtaracakmış. Türkiye de bu 'insani görevin' yerine getirilmesinde kendine düşeni yapıyormuş. Böyle diyorlar. Demirel'in deyişiyle söz konusu olan "bir insanlık görevinin yerine getirilmesi" imiş. Ecevit hükümeti de NATO dene zenginler sofrasının fukara misafiri olarak kendine düşeni yerine getirmekten geri kalmayacakmış. Türk uçakları şimdiden harekete katılıyor. Kara Kuvvetlerinden birlikler de emre hazır olarak Ankara'da bekletiliyor..

NATO'nun sadece bombardımanlarla hedefine ulaşamayacağı açık. Askerlikte "O tepeye piyade ayak basmadan tepe zapt edilemez" diye bir kural vardır. Sırplar, teslim olmaya hiç de niyetli olmadıklarına göre, NATO ya hava saldırısını kesip yenilgiyi kabul edecek, ya da Sırplarla karada savaşmayı göze alacaklar. Vietnam'da, hatta Somali'de bile derslerini alan Amerikalıların bir kara savaşında Sırplarla karşılaşmaya hiç niyetleri olmadığına göre herhalde bizim piyadeciklere de iş düşecek. Hem ekonomik bakımdan da Amerika için böylesi daha hesaplı. Yakın geçmişte yapılan bir değerlendirmeye göre Amerikan ordusunda bir erin maliyeti Türk ordusu erinkinin on katı imiş.

NATO saldırısının insani minsani bir yanı yoktur. Arnavutların ulusal demokratik hakları ne Amerikalıların ne de müttefiklerinin umurunda değil. Amaç Tito'nun önderliğinde şanlı bir anti-emperyalist ve anti- faşist direnişin ürünü olarak kurulan Yugoslavya'dan ne kaldıysa onu da uydu devletçiklere bölerek Yeni Dünya Düzenine katmaktır. Kosova'da olsun, Bosna'da olsun, Hırvatistan, Slovenya ya da Makedonya'da olsun halklar arasında etnik ve din farkları kışkırtılarak nefret uçurumlarının açılması, yarım yüzyıl örnek olarak gösterilen Tito'nun ve partisinin eseri olan halklar mozaiği Yugoslavya'nın yok edilmesi planının bir parçasıdır.

İşi başından ele alalım: ikinci Dünya Savaşı yıllarında Nazi Almanya ve müttefiklerinin işgal kuvvetlerine karşı Yugoslavya halklarının kahramanca direnişi, Güney Slavlarının Federal devletini oluşturdu. Bu direnişin ne denli önemli olduğunu anlaşılması için bir kıyaslama yapalım: Yugoslavya halkı tam beş yıl, yirmi alman tümenine karşı savaştı. Nice sinema filmlerine konu olan Fransa'nın kuzey kıyılarında 2. Cephenin açılması ile Almanya'nın teslim olması arasında geçen zaman süresi ise sekiz

ayıdır. İkinci Cephede müttefiklere karşı savaşan Alman tümenini sayısı, ellidir. Evet o büyük savaşta Yugoslavya halklarının taşıdığı yük ve dolayısıyla o halklara ait olan şan ve şeref bu orandadır.

Sovyetler Birliği'nin başına çöreklenmiş olan yozlaşmış bir bürokrasinin anti- sosyalist uygulamalarıyla içten baltalamaları, emperyalistlerin dıştan tertipleri sonucu çökertilmesinden sonra inisiyatifi elinde tutan emperyalizm, Tito'nun Yugoslavya'sının ayakta kalmasına izin veremezdi. Olanca güçleriyle her yandan bu ülkeye yüklendiler. Ülkede istikrarsızlık yaratarak ekonomisini ve dolayısıyla politik yapısını yıkmak için her şey yapıldı. On yıllardır etkisini yitirmiş olan şoven duygular, dini yobazlık alabildiğine kışkırtıldı ve hortlatıldı. îlkten bu işte ön plandan Almanya ve Vatikan görünüyordu. Ortodoks Sırplarla aynı dili konuşan, genellikle aynı kültürü paylaşan Katolik Hırvatlar bunların ilk avı oldu. Halkları bölmek için mezhep farklılığı alabildiğine körüklendi, Ve sonunda Nazi Almanya'nın ısmarlamasıyla kurulan kanlı faşist Paveliç'in Hırvatistan'ın mirasçısı uydu Hırvat devleti kurularak, Yugoslavya'nın bir parçası koparılmış oldu.

Artık sıra Bosna'ya gelmişti. Kışkırtmalar sürdürülerek bu ülkede Müslüman halk saflarında dinsel yobazlığı tahrik etmek için ne mümkünse yapıldı. Ve sonunda nüfusun yüzde kırk beşini oluşturan Müslüman Boşnaklara resmen bir şeriat devleti kurduruldu. Nüfusun çoğunluğunun Hıristiyan olduğu bir ülkede İslam devlet dini olarak anayasaya geçirilerek bir çeşit şeriat devletinin kurulmasının nasıl bir patlamaya varacağını emperyalistler bilmiyor değillerdi. Ama kurulan Boşnak devletini hemen tanıdılar. Ve Ankara'da oynanan oyundan habersiz, bu tuzağa ayak bastı ve Bosna sorununu daha çok iç politikada sağcı propagandanın bir aracı haline getirildi. Ardından olanlar oldu. Üç etnik topluluk, Boşnaklar, Hırvadar ve Sırplar arasında etnik şoven duygular doruğa ulaştı. Ve bir zamanlar, insanların kardeşlik duyguları içinde, barış halinde yaşadıkları ülke, kan deryasına dönüştü. Saray Bosna kaüiamlara, etnik temizleme operasyonlarına sahne olurken emperyalistler küçük parmaklarını bile oynatmadılar. Ve iş kıvamına gelip de, Bosna'nın yabancı kuvvetler tarafından işgalinden başka yol kalmayınca, ülkeyi işgal ettiler. Şu anda Saray Bosna, başta Amerikan kuvvetleri olmak üzere emperyalist orduların işgali altında bir uydu ülkedir. Slovenya ve Makedonya için de ufak tefek farklarla aynı oyun oynandı. Bu ülkelerde başa geçirilen hükümetlerin halk ne ölçüde temsil ettiklerini son olaylarda da göstermektedir. Makedonya'da NATO'ya karşı yığınsal gösteriler yapılmakta. Amerikan elçiliği taşa tutuluyor, molotof kokteylleri atılıyor. Kolluk kuvvederi ise anlamlı bir hareketsizlik içinde. Öyle ki, Washington sözcüleri Makedonya'da

konumlandırılmış olan NATO askeri birliklerinin göstericilere karşı harekete geçirileceği tehdidinde bulunuyor.

Bugün Yugoslavya'dan kala kala Sırbistan ile Karadağ kalmıştır, işte şimdi sıra onlarda. Emperyalistler zincirin en zayıf halkası olan Kosova'ya el atıyorlar. Bu ülkede nüfusun çoğunluğunu oluşturan Arnavut'ların ulusal demokratik haklarının savunucusu kesiliyorlar. Tito zamanında hatta düne kadar Arnavut halkının azınlık haklarını garantiye alan Kosova'nın özerklik statüsüne son yıllarda Milosevic iktidarı tarafından son verilmesiyle fırsat yaratılmış oldu. ilkten bölgede istikrarsızlık yaratmak için kışkırtmalarla işe başlandı. Arnavut'ların kazanılmış hak olarak bildikleri özerklik statüsüne son verilmesine karşı tepki duymaları doğaldı. "Kosova Ulusal Kurtuluş Ordusu" adı altında bir direniş örgütü kurdular. Ne var ki bunun belli başlı kadroları Almanya'da yani Balkanlar'da emperyalist emelleri olan bir ülkede eğitim görmüştü. Ve silahlı ayaklanma böyle başlamıştı. Buna karşı Sırpların tepkisi sert oldu. Böylelikle NATO müdahalesi için elverişli ortam hazırlanmış oldu. Rambouillet görüşmelerinde Yugoslavlar geri adım attılar. Özerklik statüsüne dönüşe razı oldular. Ancak Batılılar Kosova'da NATO askeri birliklerinin konuşlandırılması şartını ileri sürüyorlar ve buna direniyorlar. Besbelli bu yabancı askeri kuvvet boş durmayacak ve devlet içinde devlet kesilecek. Hiçbir bağımsız ülke buna razı olamaz. Rambouillet görüşmelerinde bir sonuca varılmadı. Ve böylece bu günlere gelindi.

Aslında Kosova'nın özerklik statüsünün kaldırılmasına varan olayların arkasında da Batılılar'ın dıştan kışkırtmaları vardır. "Halkları birbirine düşür ki ortaya çıkacak olan kargaşada sen müdahele edip emperyalist politikanı yürütebilesin" taktiği sömürgecilerin eski politikasıdır. Kosova'da da böyle oldu. Ve sonunda NATO, Birleşmiş Milletleri hiçe sayarak, giderek NATO'nun kuruluş belgesindeki hükümleri ve genel olarak devletler hukuku yasalarını çiğneyerek bağımsız bir devlete karşı saldırıya geçti.

Biz elbette ki Kosova'da Tito zamanında ve sonraki yıllarda uygulanan özerklik politikasına dönülmesinden ve Arnavut halkının ulusal demokratik haklarının tanınmasından yanayız. Her türlü etnik temizlemeye, her türlü zorla asimilasyona karşıyız. Ama dünyanın başka yerlerinde halkları kanlı asimilasyona tabi tutan hükümetlerin kışkırtıcısı ve destekçisi Amerika ve dosdarının Kosova Arnavudarının haklarının savunuculuğuna soyunmalarını ciddiye alamayız. Arnavut halkının meşru ulusal demokratik haklarına sahip çıkmasına karşı ne denli saygılı olursak olalım, bu son NATO saldırısında güdülen hedefin, Yugoslavya'yı bütünüyle uydulaştırmak olduğunu ve saldırının hedefinin yalnızca Sırplar ve Karadağlılar değil, Arnavutlar dahil bütün Balkan halkları olduğunu bilmeliyiz. Hepsi o kadar da değil.

NATO'ya yön veren odaklar ve onların kuyruğuna takılanlar, ateşle oynadıklarını bilmelidirler. Balkanlar tekin bir yer değildir. Tarihte dünya savaşlarına varan ilk kıvılcımlar burada ateşlenmiştir. NATO'nun Yugoslavya'da tutuşturduğu ateşin alevlerinin başka alanlara da sıçramayacağına inanmak büyük aymazlık olur. Burada yalnız Balkanlar'in değil bütün insanlığın kaderinin söz konusu olduğunu bilelim ve o bilinçle tavır belirleyelim.

Ve bilelim ki Amerika'nın uydulaşmayı ret eden rejimlerin tepesine pervasızca bombalar yağdırması Irak'da da olduğu gibi gene yanına kalırsa, Yankiler "Köpeksiz köyün değneksiz gezen kabadayısı" olarak uluslararası arenada boy göstermeye devam ederlerse bundan sonra sıra başkalarına gelecektir. Hedefler listesinin başında Libya var, Küba var ve daha bilmem kimler...

Kosovalı Arnavuüar'a gelince, onları temsil etme iddiasında olan örgütün kalabalıklara elde Amerikan bayrağı ayrılıkçı gösteriler yaptırması mide bulandırıcı bir manzara değil midir? Ulusların kaderlerini belirleme hakkı gibi kutsal bir hak böyle mi savunulur? Ulusal Demokratik davalar Amerikan bayrağına sığınarak savunulmaz. Bu çağda ulusal davalar emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı savaşılarak savunulur.

Batılıların bir yandan Kosova Arnavutan'nın davalarına, işi askeri müdaheleye vardıracak kadar derin sempati duyarken, Kürt davasına ilgisiz kalmaları karşısında yakınanlar, "Çifte standart" dan söz edenler oldu. Aslında burada çifte standart falan yok. Emperyalizmin tek standardı vardır: Onu da tekellerin çıkarları belirler. Kosova Arnavutiannın hareketini yönlendirenler, Yugoslavya'yı yıkmak isteyen mihrakların hedeflerine uygun şekilde hareket etmektedirler. Barzani ve benzerleri ya da Avrupa'da Batılıların muhatap olarak dayatmak istedikleri "iyi Kürtler" ise, onlar da "iyi Arnavutlar"dır.

Fransızların "Söyle bana dosdarın kim, sana kim olduğunu söyleyeyim" diye bir atasözü vardır. Kosova Arnavutlarını temsil etme iddiasında bulunan bir örgütün ne denli ulusal, ne denli demokratik olduğunun saptanmasında bu söze uyarak hareketin dostlarına bakarsak yargımızda pek yanılmış olmayız.

Onun için biz bugün (Türkiye dışında) NATO ülkeleri dahil, bütün dünya kentlerinde NATO saldırısını mahkum eden ve siyasi çözümü savunan halk yığınlarıyla saf birliği ederek, "Bombardımanı durdurun!

Yugoslavya'dan elinizi çekin" diyoruz. Kosova sorununda olsun, Yugoslavya'nın tamamında olsun gıdası en ilkel şovenizm olan "Uydu devletçikler yaratma tertiplerine son!" diyoruz. "Tito'nun halkların özgürlük ve eşitlik temelinde gönüllü birliği politikasına dönülsün!" diyoruz.*

MİHRİ BELLİ 1 MAYIS'LAR MEŞRUDUR

Page 19: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

M. CAN YÜCE'NİN "GERÇEKLERİ" ÜZERİNE

FIRSATÇILIK VE DOSTLUK NEDİR? 7 Nisan tarihli Özgür Politika'da M.

Can Yüce imzalı bir yazı yayınlandı. "Yeni sürecin" ortaya çıkardığı "gerçekleri" tartışıyor Can Yüce. Önce Kürt milliyetçi hareketi içindeki farklı tavır ve eğilimleri ele alıyor; kaçak güreşenleri, orta sınıf eğilimlerini, hatta "keskin milliyetçiliği" eleştiriyor. Sonra yazısının ikinci bölümünde de Türkiye soluna yöneliyor ve devrimci hareketi "fırsatçılık"la eleştiriyor.

Can Yüce'ye önce şunu belirtmeliyiz. Süreçte çok özel bir yenilik yoktur; ama hiç değilse, sizin bazı gerçekleri görmeniz açısından yeni sayılabilir. Emperyalizmden çözüm beklediğiniz süreç, isteseniz de istemeseniz de kapanmıştır. Emperyalizme ilişkin tahlilleriniz iflas etmiş, yeni bir tahlil süreci kaçınılmazlaşmıştır. Bunları yapar veya yapmazsınız, ama eskisiyle devam edemeyeceğiniz, onda ısrar ettiğinizde, sürecin emperyalizmin icazetinde, bu düzen içinde bir "son"la noktalanacağı kesindir. Gerçekleri, bu gerçeğin ışığında aramalısınız.

Fırsatçı diyorsun. Sen dostluk nedir bilir misin ki?..

Dostluğu bilmeyenler, fırsatçılığı da bilmez.

Senin dostluk tarifin burjuvazi gibidir. Politikada dostluk yok, çıkarlar vardır; "taktik" adına dostluklar ve düşmanlıklar yer değiştirebilir. PKK'nın dostu olmak için, bu pragmatizmi, bu "taktikleri itirazsız desteklemek gerekir. Sizin tarifiniz budur. Tabii bu noktada, yanlışlarınız karşısında devrimci politikayı, devrimci eylemleri savunduğumuzda, fırsatçı dersiniz.

Fırsatçı deyip karşı "saldırıya" geçiyorsun. Fırsatçılığın da kökeninde kemalizm, sosyal şovenizm var deyip, eleştirilerimizin tartışılmasının önünü kesmeye çalışıyorsun. Kaba bir kaçış taktiği.

Tartıştığımız, senin deyiminle fırsatçılık yaptığımız konuda, yani Mavi Çarşı eylemi konusunda ne diyorsun peki? Söylediğin fırsatçılık eleştirisini niye yaptığını tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor:

Halka zarar veren, doğrudan halka yönelen bu eylemleri, "kastı aşan" eylemler olarak adlandırıyorsun. Ayıp! Kastını aşanmış! Kasıt ortada zaten. Sıradan insanları katletmek için geliyor ve katlediyor. Kastını aşan bir eylemse, o örgüt niye halka bir açıklama yapıp, bu eylemi yapanlar, şunu değil de bunu amaçlamışlardır, özür diliyoruz bile demiyor. Senin örgütün, özür dilemek bir yana, bu eylemlere saygı duyduğunu açıklamadı mı? Kime ne anlatıyorsun, kimi kandırmaya çalışıyorsun?

Kaçıyorsunuz aslında. Eylemi gerçekten ilkeler açısından, devrimcilik açısından tartışmaktan kaçmak için böyle "kastı aşan", "anlık öfke sonucu",

"kendiliğnden" gibi ifadelere sığmıyor, karşı eleştiriler yapıyorsunuz.

Hayır, şu yapmış bu yapmış, merkeziymiş veya "o anlık öfkenin sonucu "kendiliğinden"miş, bunları geçelim. Bu mantığı kim yarattı? Bunu tartışmak durumundayız.

"Senin kültürünü mü yakıyorlar, sen de onların kültürünü yak...", ormanlarımız yakılıyor, biz de yakacağız tabii"... bunlar denilmedi mi? Bunlar bir kültür yarattı. O eylemi yapan şu veya bu kişi, bizim tartışmamız onlarla değil, bu kafayı ona veren anlayışladır.

Evet biz dostuz. Halkımızın kurtuluşu için savaşan herkesin dostuyuz. Görmek isteyen her göz için bu tavrımız açıktır.

Fırsatçılıkla eleştirmeyi biliyorsun. Peki bizim îmralı statüsü konusunda yaptığımız öneriden niye bahsetmiyorsun? Ne önerdik? Biliyorsunuz. Şehitleri göze alarak Öcalan'a dayatılan bu statüyü bozacak bir eylem önerdik. Şu veya bu konuda eleştirebilirsin tabii ki. Ama hakkımızı teslim et. Bırakın onu, dost bile demiyor.

Dost, senin her dediğini alkışlayan, her yaptığını onaylayansa, öyle dost olmayacağımız açıktır. Ama dostluğu böyle tanımlıyorsan yanılıyorsun. Bu büyük fırsatçılar öyle davrananlardır. PKK'nın dostu kim? Bir zamanlar çok yakın olduklarınız şimdi neler söylüyor, şimdi siz onlara neler söylüyorsunuz, bir gözden geçirin bakalım.

Özal'ı, MGK'yı, Genelkurmayı savundunuz devrimcilere karşı. Özal için Türk halkına başsağlığı dilemediniz mi? Bizi bunlarla, emperyalistlerle kıyasladınız, onların Kürt ulusal mücadelesine daha anlayışlı davrandığını söylediniz ciddi ciddi. Ne yaptı onlar?

Öcalan'ın tutsak edilmesinden bu teorilere evet diyen herkes sorumludur. Biz dün şöyle, yarın böyle diyen bir dost olmadık hiç bir zaman. Olmayız da.

Dostluk konusunda bir eleştiri olacaksa eğer, bunu yapacakların en sonunda gelirsiniz. Darbecilik döneminde ne yaptınız mesela? '93'te neler yaptınız, daha yakın zamanda protokol konusunda ne yaptınız?

Fırsatçılık işte tam da budur. Generaller cezalandırıldığında ne

yaptınız? Düşmanlık mı? BDGP'ye bak. Fırsatçı mı arıyorsun? Aynaya bak. Darbeci hainleri yanınıza aldınız. Ne

yapacaksınız? Hadi yapın bakalım. Bir şey yapamayacağınızı siz de bilirsiniz. Çünkü "siyaset" yaptığınız hainlerin, bir şey yapacak bir durumu olmadığını iyi bilirsiniz. Ama tabii bir işe yarıyorlar; Cephe'nin önünü kesmiş oluyorlar. O kadar sorduk, darbeci hainleri BDGP'ye kim çağırdı, herkes karşı olduğuna göre, kim dayattı? Cevap yok. Ama dostlarınız sizin çabalarınızla getirildiğini, sizin

ısrarcı olduğunuzu söylüyorlar artık. Biz de gidip M. Şener'i veya hain

birini yanımıza alsak ne olur? Fırsatçılık budur işte. Provokasyon

yapmak için darbeci hain mercekle aranıp bulup getirüiyor. Yapın. Sizi küçültür. Tarih yazacak bunları.

Bu kafayla mı halkları birleştireceksiniz?

Devrimci bir hareket, ulusal bir kurtuluş hareketi hata yapmaz değil.

Ama yaptığında hatasını kabul eder. Hatasının siyasi-örgütsel kaynağını bulur; saygı duyuyoruz ne demek? Açın sözlüğü bakın. TDK'nın Türkçe sözlükleri Kemalist falandır, açın İngilizce, İtalyanca sözlüklerden bakın. "Saygı"nız açık bir onaylamayı içermektedir.

Hangi devrimci hareket katliama saygı duyar?

Bu konuda PKK merkezi ve yine değişik PKK'lılar tarafından yapılan açıklamalara bir bakın. Halkı, devrimcileri mi kandırmaya çalışıyorsunuz, yoksa farklı bir şey mi? Şimdi senin merkezin diyor ki, bu

eylemler başkaları tarafından yapılıyor, onlar bizden farklı olarak "kısasa kısas" mantığını savunuyorlar. Bizim böyle bir çizgimiz yoktur, ama saygı duyuyoruz.

Sen diyorsun ki, kastı aşan eylemlerdir. Kendiliğindendir.

Bunlar birbirinden çok farklı şeyler. Ama bir noktada birleşiyorlar: Eylemi

savunmak. Her iki açıklamada da eylem savunuluyor. Her iki açıklamanın sahibi de eylemi yapanları büdiği havasında. Halk katledilmiş; neden aklınıza kontra gelmiyor?

PKK-MK adına yapılan açıklamada deniyor ki, "gözleyeceğiz, zarar verirse eleştireceğiz". Neyini gözleyeceksin? Katliamın nesini değerlendireceksin? Yani henüz bir zarar vermiyor demek. Yap diyorsun yani.

Bunlar Ortadoğu tarzıdır. Saygı duyuyorsan devam et. Daha

büyüklerini yap. Hatta, saygı duyulacak bir şeyse, hep birlikte yapalım. BDGP'yi harekete geçirin. Mavi Çarşı gibi hedefleri yerle bir edelim. Daha büyüklerini bulup yakalım.

Sonuçta, hangi görüş temelinde tartışacağız? Kastı aşan bir eylem olarak mı, saygı duyulacak bir eylem olarak mı?

Aslında Can Yüce'nin yazısında buna benzer başka sorular da geliyor gündeme. Örneğin Can Yüce, orta sınıflara karşı nasıl bir tutum alınacağı sorununu "devrimin başarısı" açısından tartışıyor. Pekala PKK'nın gündeminde devrim mi var? Devrim hedefi çoktandır terkedilmiştir. Bir kaç teorik yazıda, kongre kararlarında devrimden sözetmekle, bu hedef korunamaz açık ki. PKK'nın son beş yıldır sürdürdüğü pratikte devrim hedefine ilişkin hiç bir şey yoktur. Her şey barış, uzlaşma üzerine şekillenmiyor mu? Tüm

politikalar bunun üzerine şekillenmiyor mu? Devrim hedefi nerede son 8 maddelik öneri neyin işaretidir? Hangi rotaya giriliyor? Bu rota ABD'nin çözümüdür, istenildiği kadar söylemde devrimden sözedilsin, bu rotada devrim yoktur. Ya devrime, ya ABD çözümüne. Netleşmek zorundadır.

Hiç kimse sorunu, yapılan yanlışı yumuşatmaya çalışmasın. Atılım da aynı şeyi yapıyor. "Şartsız refleksler"miş. Çok enteresandır, Atılım da yapanları bildiği havasında. Dünya tarihinde devrimciler, yurtseverler tarafından yapılmış böyle kaç tane eylem var? Hemen hemen yoktur. Ama kontra tarafından yapılmış böyle yüzlerce katliam var; buna rağmen, kimsenin aklına kontra gelmiyor. Ya, nereden biliyorsunuz şartsız bir refleks olduğunu? Kontranın değil de falanların yaptığından nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz? O zaman halka, devrimcilere de açıklayın ki herkes bilsin. Spekülatif ortam ortadan kalksın. Atılım şartsız refleks olduğunu nereden biliyor? Kontra Atılımın da neden aklına gelmez? Kendi refleksinize ne oldu?

Mesela, Londra'daki arkadaşınız kraldan daha kralcı. Mavi Çarşı katliamının eleştirisine, PKKTüardan daha tahammülsüz. Siz de mi saygı duyuyorsunuz yoksa? Eleştiriyi bunun için mi böyle yumuşatıp "şartsız refleksler" falan diye adeta bir meşruluk yaratıyorsunuz?

Can Yüce, devrimci ilkeleri savunan tavrımız karşısında fırsatçı diyor. Bazıları, çeşitli yerlerde bununla da yetinmiyor olmalı ki saldırıyor. Tehditler savruluyor çeşitli biçimlerde. Biliyoruz, yaparsınız. Biliyoruz, mesela KUK'tan veya başkalarından onlarca, yüzlerce kişiyi öldürdünüz. Ama ne olur? Kendi ideolojisinde, siyasi çizgisinde kararlı

1 MAYISTA ALANLARDA OLALIM

Page 20: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

olan, çizgisini sürdürür. Vurabilir, öldürebilirsin, sen kaybedersin. Devrim kaybeder. Halk kaybeder.

Mavi Çarşıyı yakanlar kendini bombalamıştır.

Bunu düzeltsen, evet, işte o zaman herkes şunu düşünür; bunlar halklar arası bir ayrılık istemiyor. Ama düzeltilmiyor. Tersine saygı duyuluyor. Halkları birbirinden koparmak mı isteniyor?

Evet Can Yüce, yazında senin de işaret ettiğin gibi, bir kısım Kürtler, özellikle son bir ay içinde ısrarla, halklarımızın kardeş olmadığını, iki halkın birlikte yaşamasının koşullarının olmadığım yazıp işliyor. Niye? Bu dönemde ne yaptı Türk halkı? Tek bir saldın, tek bir yakıp yıkma örneği verin. Yoktur. Peki neden ısrarla bu görüş işleniyor? Bu görüş, Özgür Politika'da işleniyor. Devrimcilere Sayfalarınız, ekranlarınız kapalı ama böylesi tiplere açık! Biz halklarımızın kardeşliğini savunuyoruz, tarafınızdan da sansür ediliyoruz. Bazdan, halklarımızı birbirinden koparmayı savunuyor, onlara köşe tahsis ediyorsunuz. Neden?

Dar milliyetçilik varsa, bu konuda ne yaptınız? Ne yapıyorsunuz? 30 Mart'ta bizim MED TV'de konuşmamızdan korkuyorsunuz. İlanlarımızı kabul etmiyorsunuz. Kürt halkına seslenen bir cjjmlgmizden korkuyorsunuz. Ama dar milliyetçilikle bîr Şey yok. O zaman derdiniz bizle.

Sihir bozulmuştur. Kimse aptal değil. Herkesi aptal sanan kendisi aptal konumuna düşmekten kurtulamaz.

Hot-zot... onu tehdit, bunu tehdit... ABD de halkları tehdit ediyor. Ama teslim alamıyor. Solla uğraşacağınıza düşmanla uğraşın, toprak ağalarıyla, tekellerle uğraşın.

Çok açık ortaya koyuyoruz. Mavi Çarşı ve benzer eylemleri yapanlar, halklarımızı birbirine düşürmek isteyenlerdir. Bu katliamı mahkum etmeyenler, şu veya bu biçimde meşrulaştırmaya çalışanlar da, niyetleri, söylemleri ne olursa olsun, halklarımızın birbirine düşürülmesine hizmet ediyor demektir.

Ne oligarşi, ne de başkası bunu başaramaz. Burası Yugoslavya veya Kosova dep. Kürt halkıyla Türk halkı arasındaki ilişki, Kosovalılarla Sırplar gibi değil. Kürt halkı katledilince dış sınırlara yığılmıyor; İstanbul'a, Mersin'e, Antalya'ya, Aydın'a göçediyor. Oralarda Türk halkından bir kötülük görmüyor, birlikte yaşayabileceğini biliyor.

Diyorsun ki, "firsatçılan" unutmayacağız. Hiç kimse unutmayacak. Senin hafızan varsa, başkalarının da var. Halklarımız Kapalıçarşı'yı, otobüslere, garlara konulan bombaları, Mavi Çarşı'yı unutmayacaktır.

Biz de halk adına soruyoruz: Kim yaptı? Neden yapü? Halka bunun hesabı verilmelidir. Biz dostuz. Bunun için eleştiriyoruz. Dostluğun, düşmanlığın böylesine

belirsiz hale getirilmesiyle uğraşacağız. Bu şekilsiz, taktik adına herşeyi

meşru gören devrimcilik tarifini ezmek istiyoruz biz.

Bu yanlış eylem çizgisini, bir daha kimsenin başvurmaya cesaret edemeyeceği bir açıklık ve kesinlikle mahkum etmek istiyoruz. Milliyetçilikle daha çok uğraşacağız, işte milliyetçiliğin Yugoslavya'daki, Kosova'daki sonuçlan!

Siz de istemiyor muydunuz emperyalizmin müdahalesini?

Peşin peşin ilan edelim; Birleşmiş Milletler veya hangi ad altında olursa olsun emperyalizm, Anadolu'yu bombaladığında biz emperyalizme karşı savaşacağız. Sen o zaman UÇK gibi mi olacaksın?

Şimdi cevaplanması gereken soru bu kadar açık ortadayken, "Bu kadar kan aktı"... gerekçesiyle tartışmalar ve gerçekler boğulamaz.

Sağı solu dost olmamakla, fırsatçılıkla eleştireceğine kendine bak. Kendi içinizdeki düşman kim? Emperyalizm nasıl dost görülür oldu. Viva İtalya sloganlarını, kimler nasıl attırdı? Kimler nasıl ve neden NATO'ya müdahale çağrısı yapabildiler?

Burjuva ideolojisi nasıl girmiş beyinlere, devrimcilik tarzı ne şekle dönüşmüş?

Cephe ne yapmış da fırsatçı? Seni karşı-devrimci mi ilan ettik? Sana ajan-provokatör örgütü mü dedik? "Doğu'nun MHP'si" mi dedik size?

Ne demişiz? Bu eylem yanlış demişiz. Öfkeyi anlamak yerine eleştiriyorlar diyorsun. Tekrar soruyoruz; hangi devrim hareketinde olmuş böyle bir şey?

Bu tarzı kim ortaya çıkarttı? Öğünebilirsiniz. Sizin eserinizdir bu. Bu kafa yapmıyor. Bu anlayışı değiştireceksiniz!

Biz de bunlan yoketmek için uğraşıyoruz. Değilse devrimcilik zorlaşacak, yokolacaktır. Devrimin onurunu, adaletini, ahlakını, saflığını kemiriyor bu tür eylemler.

Sen de devrimciysen, bizle beraber bu devrimci anlayışı ve ilkeleri savunursun.

Düşman seni yakarsa da, sen yakmayacaksın. Düşman adaletsizlik yapar, sen yapmayacaksın. Çünkü sen devrimcisin.

Halklanmızın kardeşliğine inanıyorsan, özür dile. Yanlıştır de. Sen saygı duyuyorsun, kastı aşan diye geçiştiriyorsun. Yapanlara devam mesajı çıkıyor ortaya. Kardeşliği istemiyor musun o zaman? Ya devrimcisindir. Ya depsindir. Kemalistliği kendinde ara. Kim her türlü pragmatizmi meşru görüyor? Kemalizm budur. Kim, kapitalizm içinde yaşamayı çözüm sayıyor? Kemalizm budur. Ama Kemalizm, hiç depse bir dönem, emperyalizme karşıdır, bu noktada kemalistlerin bile gerisine düşmüşsünüz, yaşasm emperyalizm denilecekti neredeyse? Bırakın artık bu hazır kalıp damgaları. Bunlar kendi gerçeğinizi örtmeye yetmez artık.

Hiç bir karşı eleştiriyle, saldırıyla gerçekler boğulamaz artık. Yazının başlığına "Gerçekler" ifadesini koyup, gerçeklerden kaçmak bu kadar mümkündür işte. Kaçışın sonu yoktur. Bu eylemler, bu emperyalizm teorileri, tartışılacaktır!*

G ÖREVİ: Nato'nun dayattığı bölünmenin taşeronluğunu

CİA'ya istihbarat toplamak, NATO vurucu gücü olarak görev yapmak vb.

Bakın şu askerin kolundaki işaretlere. Adı ulusal kurtuluş ordusu, ulusallığı, kurtuluşu ABD bayrağı altında

görüyor. Emperyalizme karşı çıkmayan hiç bir hareketin ulusallığı,

yurtseverliği yoktur. Ulusallık, herşeyden önce emperyalizme karşı bağımsızlıktır. Ulusallık, ulusal onuru, vatanı emperyalizmin postalları altında

çiğnetmemektir. UÇK, emperyalizmin ajan örgütüdür. ABD'den "gönüllülerin" donatılıp törenlerle UÇK'ya katılmaya

gönderilmesi bunun yeterli kanıtıdır. Başka gösterge aramaya gerek yoktur.

Kosova halkının değil, emperyalizmin çıkarlarının savunucusudurlar..

Kimse adına, Ünvanına kanmasın.* 1 MAYIS'LAR MEŞRUDUR

Page 21: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

Kürt halkının çıkarları nerede? Oligarşi diyor ki, işte "Kürt

kökenliler Meclis başkanı bile olabiliyor". Peki nasıl oluyor? Kürtlüğünü inkar ederek. Oligarşinin sömürü ve zulüm düzenine itirazsız evet diyerek. Evet, burada bir çıkar var. Bu, Kürt egemenlerinin çıkarlarıdır. Kürt egemen sınıflarının çıkarları oligarşiyle bütünleşmektir ve öyle yapmışlardır.

Küçük burjuvazi de Kürt halkının çıkarları için milliyetçiliği öneriyor. Milliyetçiliğin halklara neler vadettiği sayısız örnekle birlikte çok daha açık hala gelmiştir. Bağımsızlık, anti-emperyalizm, anti-kapitalizm içermeyen bir milliyetçiliğin bir halka verebileceği "en iyi" şey; "kendi" ulusal bayrağı altında sömürülmeye devam etmektir.

Demek ki "Kürtlüğünü inkar" da, Kürt milliyetçiliği de Kürt halkının çıkarma değildir. Bunların hiçbiri Kürt halkının sorunlarını çözemez. Anadolu halklarının birlikte mücadelesi, birlikte iktidarı kurtuluşun tek yoludur. Yıllardır ısrarla savunduğumuz, hayata geçirdiğimiz budur. Bu devrimci politikayı, Kürt milliyetçileri yıllarca "Kemalistlikle", "misak-ı millicilik"le suçlamış, ancak yaşadıkları askeri, politik tıkanıklıklar sonucu, Türkiyelileşmekten sözeder olmuşlardır.

Ancak Türkiyelileşmekten her sözediş, söylendiğiyle kalmıştır. Geçtiğimiz yıl, tıkanıklığın derinleşmesi sonucu, "Türkiyelileşme" söylemi de daha öne çıktı. Biz bunun bir taktikten, hatta yalnızca propagandif bir söylemden fazla bir anlam

taşımadığını söylerken, onlar "stratejik" bir düşünceleri olduğunu iddia ettiler. Tartışma, Roma süreciyle bitti. Türkiye, Türk halkı unutuldu.

Roma süreci, emperyalizmin müdahalesiyle bitti ve PKK yeniden "Türkiyelileşmeyi" hatırladı. Bunun sonucu olarak PKK 6. Kongresinde Anadolu Halk Kurtuluş Ordusu'nu (AHKO) kurma kararı alınmış. Hem de "bizzat" kendileri yapacaklarmış bu işi.

Daha önce DHP vardı. PKK, DHP'yle Türkiye devrimine müdahale edecekti. Olmadı. Bu kez, bizzat PKK "Türkiyelileşeceğini" açıkladı. Şimdi AHKO!.. PKK'nın "Türkiyelileşmesi" de, "Türkiye devrimi için" örgütler, ordular kurması da, Türkiye solu'yla birlikler, ittifaklar kurması da esas olarak hep aynı amaca yöneliktir. Türkiye, Türk halkı, Türkiye Solu, PKK'nın politika ve taktiklerinde, yalnızca, taktikler için gerekli olduğunda hatırlanacak unsurlardır.

Yıllardır yüksek politikalar, büyük taktikler adına kitlelere ve sola kabul ettirilmeye çalışılan, ulusal talepleri kullanarak güç olmak ve emperyalizmi çözüm konusunda zorlamaktır. Yani PKK, bakın ben bu kadar güçlüyüm, sol da benim yanımda, herkes benimle birlikte, istersem Türkiye'yi yakarım anlayışı ile hareket etmiştir. Ve ne yazık ki sol da hala bu gerçeği anlayacak durumda değildir. Anlayacaktır ama daha bir çok deney yaşamaları gerekir. Oportünist sol yaşayarak görecektir. Dışımızdaki solun faydacı, ilkesiz yaklaşımları, PKK'ya bu tür gariplikleri

olgulardan biridir. DHP'ye ilişkin söylemişizdir; böyle bir örgüt yoktur. Kimse kimseyi kandırmaya çalışmasın. Olmayan bir örgütün siyasi hareketlerin birlik, ittifak platformlarına dayatılması kabul edilemez. O zaman her örgüt, üç beş naylon örgüt kurup, çoğunluk sağlamaya mı çalışacak? Bunun sonu yoktur... Bunları yazdık, söyledik... Ama dışımızdaki sol bunları tartışmıyor. İlkeli davranırsa, fırsatçı, faydacı hesaplarının bozulacağından korkuyor. Çürüyor.

Esasında örgüt olayının ciddiyeti de ortadan kaldırılmıştır. DHP'nin nasıl bir örgüt olduğu, bizzat PKK'nm kendi belgeleriyle ortaya konulmuş oldu. DHP'ye ilişkin tüm kararlar PKK kongrelerinde, konferanslarında alınıyor; "DHP'nin savaşçıları" PKK kamplarında yetiştiriliyor. Mesela önce ARGK'de yeralıyor, sonra "DHP'de istihdam ediliyor"... Bunlar ortadadır. Ama bu ilkesizliğe sessiz kalanların bir tavrı hala yoktur ortada. Yarın da AHKO'yu muhatap alırlar.

Olmayan örgütlerle, olmayan mücadeleyle hiç bir sonuç elde edilemez. Peki Kürt milliyetçi harekete bu "taktik"leriyle hangi sonucu almak istiyor? Kürt milliyetçiliği, emperyalizmi çözüm konusunda zorlama çizgisinde yürüdüğü için, kendi kontrolünün dışında bir gücün gelişmesi, düşündükleri çözümü engelleyeceği, milliyetçi rotayı bozacağı, emperyalistleri ve oligarşiyi farklı taktiklere iteceği, gündemde çözüm olmayacağı düşüncesi ile hareket etmiştir. PKK'nın sübjektif bir kısım düşünceleri bir kenara bırakılırsa kendi dışındaki sola düşmanlığının veya tahammülsüzlüğünün temeli de burada aranmalıdır. Bunun için sürekli bize karşı düşmanlık beslemiş, denetim altına almak istemiş, alamayınca da düşmanlığı büyütmüştür. Protokolün işletilmemesi esas olarak bu nedenledir. Kullanmak istedi, kullanamayınca tehlikeyi gördü ve tasfiye etmeyi gündemine aldı. Darbecilerin de olduğu BDG'nin kurulmasının da başka bir açıklaması olamaz.

Bu aynı zamanda emperyalizme ve oligarşiye de bir mesajdır. İddialı, kendi burnunun doğrultusuna giden, uzlaşmaz, emperyalizm ve oligarşinin hedefi durumundaki devrimci harekete

karşı olduğunu gösteriyor. Oportünistler ise bu konuda Cephe'yi tasfiye etmek için sadece bir araçtır. Kendisi için tehlike yoktur. Daha önceki Sabancı eylemindeki tavırları, general cezalandırmaları konusundaki tavırları hepsi bunun içindir. Yani oligarşiye bakın ben böyle yapmıyorum, ben makulum mesajı verilmiştir. Daha 90, 91 yıllarında burjuva basınla yapılan röportajlarda Devrimci Sol'a ilişkin olarak "onları Türkiye.nasıl ıslah edecek şaşıyorum, Biz belki anlaşırız da... Bir tanesini hizaya getirmek çok zor" (7 Aralık 1991, Sabah) denilmiştir. Bir devrimci hareket, buna nasıl, ne maksatla söyleyebilir? Defalarca yazmışızdır bu ve benzeri konuşmaları. Kimse tartışmamıştır. Üzerinden atlanmıştır. Bunların uzlaşma mesajları olduğunu yazmışızdır, güçle, gerillayla gözleri kamaşanlar bunu görmek istememişlerdir. Askeri güç tek başına hiç bir şeydir; bunu artık herkes görmelidir. O askeri gücün hangi amaç ve programla savaştığı önemlidir.

Birileri durmadan halk savaşından sözediyor. Birileri komünistliğinden taviz vermiyor, bir diğeri ise barış diye tutturmuş ve hepsini kendine tabii kılıyor. BDG adlı yapının durumunun özeti budur. Kongre kararlarında savaşma kararları alınmasını sevinçle karşıladıklarını açıkladı bazıları. Sanki bu tür karar ilk kez alınıyor. Siz savaşın ne için "yükseltileceğine" bakın... Durum böyle olunca, hesaplar üzerine kurulu BDG adlı bu birliği, "iki ayrı cephenin birleşmesi" veya halkların birliğinin ifadesi vs. diye değerlendirmek, ayaklan havada bir iddiadır. Anadolu halklarının birlikte kurtuluşuna, birlikte savaşma marnlıyorsa, yapılacak şey, böyle AHKO gibi sunni örgütler, BDG gibi hesapçı, tasfiyeci, hainleri meşrulaştıran birlikler kurmak değil, ciddi bir •muhasebedir. Bu muhasebeyle milliyetçi çizgiyi terkedip devrimci çizgiye gelmektir.

Anadolu halklarının birlikte örgütlenmekten, birlikte savaşmaktan ve birlikte iktidarından başka kurtuluş yoktur. Bu Anadolu ihtilalinin tek zafer şansıdır. Bu birliği ise milliyetçi hareketler değil, ancak devrimci hareket başarabilir.*

1 MAYIS'TA ALANLARDA OLALIM

Kürt Halkının Çıkarları

Page 22: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

EMPERYALİSTLERİN VİETNAM KABUSU"

Emperyalistler dün Irak'a bugünse

Yugoslavya'ya tonlarca bomba yağdırıp savaşı tırmandırırken "Vietnam Kabusu" da peşlerini hiç bırakmıyor.

Hayalet uçaklarıyla, son model füzeleriyle, en son teknoloji kullanan dev savaş makinesiyle hergün Yugoslavya'nın köylerinde, kasabalarında, şehirlerindeki fabrikaları, yolları, köprüleri, hastaneleri yakıp-yıkan katliam emirleri veren NATO kurmayları, iş "kara müdahalesine gelince hala aynı kabusu görüyorlar.

Yugoslavya'nın askeri gücüyle NATO'nun askeri gücü kıyaslanmayacak kadar eşitsizdir. Bu açık eşitsizliğe ve Yugoslavya'yı hergün bombalamalarına karşın emperyalistler korkularını sık sık iki sözcükle ifade ediyorlar: "Vietnam batağı"...

Saldırdıkları, yakıp-yıktıkları her ülkede, boyun eğdirmeye çalıştıkları tüm halklar karşısında bu iki sözcük onların korkulu rüyasıdır. Bu emperyalizmin Vietnam korkusudur. Halkların emperyalizme karşı onurlu savaşından ve sarsıcı darbeler vurmasından korkuyorlar.

Yugoslavya'ya havadan tonlarca bomba yağdıran emperyalistler kuşatma uygulayarak, ambargo koyarak işi çabucak bitirmeye çalışıyorlar. "NATO'ya karşı konulmaz" psikolojisini egemen kılarak halkları teslim alma ve yeni dünya düzeninin önündeki engelleri

sürüv" Iraklıların direnişinden dehşete kapılan emperyalistler, savaşın uzamasını aleyhlerine olacağını biliyorlar ve bu saldırılarla kısa sürede sonuç almak istiyorlar.

Emperyalistler çıkarları gereği ve gelişmelere göre açık işgale de başvurabilirler. Ancak onları düşündüren, böylesi bir işgal durumunda savaşın uzaması ve halklardan beklemedikleri bir yumruk yeme korkusudur. Vietnam'da olduğu gibi.

Peki ne olmuştu Vietnam'da? Vietnam halkının kurtuluşu kazanmasından bu yana, 24 yıldır eksilmeyen bu korkunun nedeni nedir?

Önce Fransızlara, sonra Japonlara, sonra tekrar Fransızlara, son olarak da 20 yıl boyunca ABD emperyalizmine karşı savaştı Vietnam halkı. Başlangıçta silah, para ve asker yollayarak bu savaşa girişen ABD, giderek binlerce askeriyle Güney Vietnam'ı işgal altına aldı. Amerikan askeri gücü bu savaşın sonuna doğru 500 bini geçmişti. 20 yıl boyunca Vietnam'da akla gelebilecek hemen her türlü yöntemi denediler. Vietnam halkına saldırmakla kalmayıp Vietnam'ın doğasına da saldırdılar. Zehirli kimyasal maddelerle toprağı, ekili alanları ve tarım ürünlerini yokettiler. İnsanlara karşı zehirli kimyasal maddeler ve napalm bombaları kullandılar. Onbihlerce Vietnamlı bu

Vietnam köyü haritadan silindi. Kadın çocuk, yaşlı genç demeden yüzbinlerce Vietnamlı öldürüldü, sakat bırakıldı. Milyonlarcası evsiz kaldı.

Vücutları yanmış, yüzleri şişmiş, kör edilmiş çocuklar o günün Vietnam "gerçeğiydi". Pentagon generalleri bu çocuklar için "ölecek yaştaydılar" dediler. Üç aşağı beş yukarı aynını üç yıl önce Amerikan Dışişleri Bakam Madeleine Albright da söylemişti. Dünyanın en büyük haydut çetesinin şeflerinden olan bu kadın, "5 yıl içinde yarım milyon Iraklı çocuğun (ambargo nedeniyle gıdasızlıktan ve ilaçsızlıktan) ölmesini nasıl değerlendiriyorsunuz" sorusuna, "Çok zor bir tercih, ama buna değer" cevabını vermişti.

Vietnam savaşı nedeniyle Amerikan silah fabrikaları yıllarca kapasitelerinin üstünde çalıştı. Vietnam halkına saldırı için silah fabrikalarına binlerce saldırı helikopteri, uçak ve mühimmat siparişi verildi. Emperyalistler en son teknolojilerini Vietnam halkı üzerinde denediler. ABD'nin bu dönem en büyük kozu olan B-52 bombardıman uçakları Vietnam halkının tepesine bombalar yağdırdı.

Bunlar da yetmedi... Vietnam halkının ulusal bağımsızlık savaşını satın almak için işbirlikçiler yarattılar. Ülke gençliğini alkole, uyuşturucuya bağımlı hale getirmek için olmadık çabalar sarfettiler. Vietnam

batağına sürüklemeye çalıştılar. Emperyalistler Vietnam'ı terk edip kaçtıklarında geride 150 bin fahişe ve binlerce gayrı-meşru çocuk vardı.

Savaş büyüdü. Mevcut Amerikan askerleri ve kukla orduları yetmez oldukça, Pentagon yeni generaller, yeni birlikler, yeni uçaklar, yeni helikopterler, yeni askerlerle; ama her geçen gün geride daha fazla ceset bırakarak Vietnam'daki Amerikan savaş gücünü büyütmeye devam etti. Bunlar da yetmedi... Yaktıkları her şey, öldürdükleri her Vietnamlı, yok ettikleri her köy onların sonunu biraz daha hızlandırdı. Vietnam ormanları, köyleri, şehirleri her geçen gün Amerikan askeri varlığını giderek daha fazla yutar, tüketir oldu.

Vietnam emperyalistler için bir "batak"tı.

Ve yıllar süren bu savaşta Amerikan emperyalistleri Vietnam halkının iradesini kıramadı. Vietnam kazandı.

îşte Amerika'nın Vietnam korkusu bundandır.

Bugün ezilen dünya halklarının Vietnam örneğini izleyerek emperyalizme karşı savaşması ve geleceğini sosyalizmden yana seçmesi emperyalistleri korkutmakta ve Vietnam'ı tekrar hatırlamaktadırlar.

Önümüzdeki süreç emperyalistlerin bu kabusunu büyütecek ve ezilen halklar Vietnam halkının onurlu yolunu izlemeye devam edecektir.*

1 MAYIS'LAR MEŞRUDUR

Page 23: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci
Page 24: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci
Page 25: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci
Page 26: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci
Page 27: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci
Page 28: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

Tercih Nasıl ve Hangi Yönde Yapılacak?

SÜREÇ, ÇIKARILAMAYAN DERSLER VE GELECEK

Kürt milliyetçiliği, hemen her tahli-line "9 Ekim komplosu"ndan başlıyor. Buna bağlı olarak "yeni süreç" tesbit-leri yapıyor. Gerçekten de 9 Ekim'den başlayan süreç, Suriye'den çıkış, Ro-ma'ya gidiş, Roma'daki gelişmeler ve nihayetinde Öcalan'ın tutsak alınma-sıyla son derece önemli bir süreç ve son derece de öğretici bir süreçtir.

Süreç, Kürt milliyetçiliği açısından, özü itibarıyla tüm öngörülerin ve tüm beklentilerin karşılıksız kaldığı bir sü-reçtir. Yanlış tahlillerin sonucu "BEK-LENMEDİK" gelişmeler ardarda ya-şanmıştır. Bunlara daha yaşanmadan önce işaret ettik. Dinlenmedi. Peki şimdi dinleyecekler mi? Eleştirilere kulak verecekler, daha önemlisi, yaşa-nılanlara bir muhasebeye dönüştüre-cekler mî?

NASIL BİR DERS ÇIKARILDI? Öcalan'ın tutsak edilmesinden bu

yana PKK cephesinde izlenen politika-lar, PKK'nın bu "komplo"dan, emper-yalizmin Öcalan'ı teslim etmesinden fazla bir ders çıkarılmadığım gösteri-yor. Çünkü hala seslenişler emperya-lizme yöneliktir, hala çözüm beklenti-leri emperyalizm odaklıdır. PKK-MK veya Başkanlık konseyi adına yapılan açıklamalarda, Öcalan'ın tutsak alın-masından ABD'nin sorumlu olduğu ifade edilmekte, ama ABD'ye karşı yi-ne herhangi bir tavırdan sözedilme-mekte, Avrupa emperyalizmine yöne-lik "çözün" çağrıları devam etmekte-dir.

Emperyalizmin Yugoslavya'ya sal-, dirisi karşısında bile tepkilerinin daha çok "çifte standart" eleştirisiyle sınırlı olması, oraya müdahale ediyor da ne-den Türkiye'ye müdahale etmiyor tü-ründeki yaklaşımlar, "teşhir" den öteye beklentilerin ifadesi olmaktadır.

Önderliğinin emperyalizm tarafın-dan Türkiye oligarşisine teslim edil-mesi, bir siyasi hareket açısından ya-şanabilecek en büyük musibetlerden biridir. Peki neden bu musibetten öğ-renilmiyor ve tutarlı bir sonuç çıkarıla-mıyor?

Kürt milliyetçileri, Öcalan'ın oligar-şiye teslim edilmesini bir "ihanet" ola-rak değerlendirmiş, büyük hayal kırık-lıkları yaşamışlardır. Oysa ortada bir "ihanet" yoktur, ihanet, bir kişinin, ör-gütün, ülkenin kendi niteliğine aykırı bir davranışıyla ortaya çıkar. Oysa em-peryalizmin kendi niteliğine ters dü-şen bir şey yaptığı yoktur.

Ancak emperyalizm konusundaki temel yanılgıları, emperyalist çözüme tümüyle angaje olmuş beyinleri ve ruh halleri, bu durumu, ihanet olarak gö-

rüp hayal kırıklığı yaşamıştır. Emper-yalist çözüme o kadar angaje olun-muştur ki, bu çemberden çıkılama-maktadır. Gerek PKK adına yapılan açıklamalar, gerekse de Öcalan'ın tut-saklık koşullarında son olarak günde-me getirdiği 8 maddelik önerileri, bu-nu göstermektedir.

SAVAŞ; NE İÇİN, HANGİ AMAÇLA, HANGİ HEDEFE YÖNELİK? Bu tesbitimize karşılık 6. Kongre'de savaşı yükseltme karan alındı ya, denilebilir.

PKK'nın 5. Kongresi ve bu kongrede alınan kararları hatırlamak, mevcut kararların da nasıl değerlendirilmesi gerektiği açısından öğretici olacaktır. PKK'nın 5. Kongresi'nde de alman he-men bütün kararlar, ordulaşma, savaşı geliştirme vb. üzerinedir. Barış, diplo-masi, ateşkes politikalarına ilişkin hiç bir şey yoktur. Yalnızca, sayfalarca tu-tan kararlarda bir iki satırla, çeşitli dip-lomatik görüşmeler yürütme konu-sunda Başkan Öcalan'a tam yetki ve-rildiği söylenmektedir.

Peki 5. Kongreden sonra izlenen te-mel politika ne olmuştur? Kongre son-rası süreci belirleyen, savaş, gerilla, or-dulaşma üzerine alman sayfalarca ka-rarlar değil, o bir paragraftır.

Öcalan'ın tutsak edilmesinin ardın-dan belli ölçülerde geliştirilen eylemli-lik ise devrimci bir savaşın geliştirildi-ğinin göstergesi olabilecek bir muhte-vada değildir. Sorun silahlı eylem ya-pıp yapmamak değildir. "Çözüme zor-lamak" için çok büyük eylemler de ya-pabilirler. Yani "reformist" oldular, ey-lem yapmazlar diye bir şey yoktur. Ter-sine "barış, uzlaşma" amaçları için de her şey yapılabilir, ama tartışma bu değildir. Tartışma "Ne için yapıyorlar, amaç nedir?" tartışmasıdır. Oligarşiyi barış'a zorlamak, Öcalan'ı muhatap almaya zorlamak için eylemler yap-mak, silahlı mücadeleyi bu amaçla yükseltmek, özünde barış, ateşkes, emperyalist çözüm çizgisini sürdür-mektir. Yani gerek 6. Kongre kararları-nın, gerekse de o günden bu yana PKK adına yapılan açıklamaların gösterdiği şudur; PKK'da değişen pek bir şey yok-tur.

Süreç, yine "barış", uzlaşma", "siyasi çözüm", "diyalog"lar temelinde, Avru-pa'ya, ABD'ye çağrılarla gelişecektir. Şu anda yapılan her şey bu uzlaşmayı zorlamak içindir.

Son süreçte ilkesiz, kuralsız, sonuç yaratmaktan uzak biçimlerde öne çı-karılan bir kısım "fedai" eylemleri de bu çerçevededir. PKK Başkanlık Kon-seyi adına Mart 1999 tarihi ve "Fedai Savaş Tarzıyla Yenilmeyecek Güç Yok-

tur" başlıklı yazı da bu noktada hedef-siz, kimi-kimleri yeneceği belirsiz bir muğlaklıkla yazılmıştır. Yine bu süreç-te Özgür Politika'da sıkça tekrarlanan "Öcalan çözüm için fırsattır... Öcalan'ı muhatap alın... değilse bu tür eylemler daha da yayılır" türü çağrılar, ne savu-nulduğu belirsiz bir ortam yaratmak-tadır.

Bu durumda, ya gerçekten de kafa-lar karışıktır, ne savunulduğu belli de-ğildir, ya da taban savaş çağrılarıyla oyalanmak istenilmektedir. Kuşkusuz, Özgür Politika'da emperyalizme daha doğru yaklaşan, devrim vurgusunu öne çıkaran çeşitli tahliller de yeral-maktadır. ama bu tartışılmadığı, bu görüşler geçmişin muhasebesiyle bir-likte ele alınmadığında, etkisiz, işlev-siz ve soyuttur.

Muhasebe yapılmadığı için, merke-zi politikalarda, yaşananlardan bir ders çıkarma yoktur. Söylenenlerde ve yapılanlarda devrim perspektifi yok-tur. Temel politika bu olduğu sürece, Anadolu Halk Kurtuluş Ordusu gibi kararların da hiç bir önemi, anlamı yoktur.

Anadolu halklarının birlikte kurtu-luşuna, birlikte savaşına inanılıyorsa, yapılacak şey, böyle sunni örgütler kurmak değil, ciddi bir muhasebedir.

Bu muhasebeyle milliyetçi çizgiyi terkedip devrimci çizgiye gelmektir.

Anadolu halklarının birlikte örgüt-lenmekten, birlikte savaşmaktan ve birlikte iktidarından başka kurtuluş yoktur. Bu Anadolu ihtilalinin tek za-fer şansıdır.

Bu birliği ise milliyetçi hareketler değil, ancak devrimci hareket başara-bilir.

8 MADDELİK ÖNERİ VE ABD ÇÖZÜMÜ Öcalan, daha Roma'dayken Avru-

pa'nın çözümü ertelediğini açıklamış-tı. Bu tesbiti yapan Öcalan'ın, şimdi hapishaneden sunduğu öneriler, bir ABD çözümüdür.

Emperyalizmin icazetinden başka bir çözüm görmeyen milliyetçi man-tık, madem Avrupa çözmüyor, o halde ABD çözsün yaklaşunı içinde ABD çö-zümüne angaje olmuştur. Kürt milli-yetçiliğin doğal, mantıki ve zorunlu sonucudur bu.

Evet, "9 Ekim'de başlayan Öcalan'ın tutsak edilmesine uzayan" süreç, PKK'nın, Kürt milliyetçiliğinin önüne iki tercih koymuştu.

Önceki pek çok yazımızda bunu tekrar tekrar belirttik.

İki yol vardı. Ya, propagandif an-lamda değil, gerçek anlamda Türkiye-lileşip Anadolu devriminin, halkları-

mızın ortak kurtuluş yoluna girilecek, ya da emperyalizmin en geri çözümle-ri kabul edilip, ulusal kurtuluş savaşa tasfiye edilecekti.

Bu tercih kaçınılmazdı. Öcalan'ın 8 maddelik önerisi, terci-

hin, en azından Öcalan nezdinde ikin-ci yönde yapıldığını göstermektedir.

Öcalan'ın tutsak alınmasından son-raki PKK Merkez Komitesi adına yapı-lan açıklamalarda da Öcalan'ın çıkış noktasındaki "Avrupa çözümü ertele-di" yaklaşımı vardır. Örneğin 19 Mart tarihli Politika'da Cemil Bayık'm açık-lamalarında Avrupa bir güçtür, çözecek diye düşündük ama meğerse bir güç değilmiş bunun için Avrupa'dan bekle-diğimiz fazla bir şey yoktur... şeklinde ifadeler kullanmaktadır.

Peki niye Avrupa çözecek diye dü-şünülmüştür? Avrupa nasıl çözecekti? Avrupa kimdi? Bunlar tartışılmıyor he-nüz. Tartışılmadığı için de bugün gö-rüşler daha çok, Avrupa çözemedi, ABD çözer anlayışına yönelmiştir, kar-şısında güçlü değil, ABD'ye rağmen kimse çözemez. Bu noktada yeni bir strateji gerekirdi. Bu da belirttiğimiz gibi ya tamamen ABD çözümüne an-gaje olmak veya Türkiye devrimini dü-şünmekti. Yeniden Avrupa'ya gelmek istemesi ve de genel düşünceleri Tür-kiye devrimini hiç düşünmediklerini kanıtlıyordu. Bu arada Kenya'dan kaçı-rılma da gündeme gelince ABD ile çö-züm meselesi kafalarında netleşti.

Hiçbir zaman Türkiye devrimini he-deflemeyeceklerdir. Milliyetçilik bu rotaya giremez. Elbette Türkiye devri-mi gelişkin ve sürekleyici olsaydı doğal olarak onlar yani Kürt milliyetçileri sü-rüklenecek ve devrimin ittifak güçle-rinden birisi olacaktı. Bu durum da sözkonusu olmadığından milliyetçiliği dizginleyecek hiçbir güç yoktur. Doğal seyri içinde milliyetçi duyguları gerile-miyor, derinleşerek gelişiyor. Bu milli-yetçi duygular geliştikçe de var olan sosyalizm kırıntısı düşünceler de gide-rek yerini milliyetçi pragmatist düşün-celere bırakıyor. Ve çözümü kendi içinde üretiyor. Bağımsızlık birleşik Kürdistan, olmazsa federasyon, o da olmazsa otonomi... o halde daha geri taleplerle emperyalist güçlerin deste-ğini alma, Türkiye oligarşisine bu güç-ler vasıtasıyla bash yapma, Türkiye oligarşisini çözüme mecbur etme çer-çevesinde düşünceleri ve pratik şekil-leniyor.

Gelinen noktada, Öcalan'ın 8 mad-delik önerileri, bu çizginin bir anlam-da sonunu ifade etmektedir.

öcalan önerilerinde mevcut yöneti-mi "Demokratik cumhuriyet" olarak nitelendirmiştir. Bu zaten savaşın red-di demektir. Çünkü devrimci zorun,

1 MAYIS'LAR MEŞRUDUR^

Page 29: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

silahlı mücadelenin objektif koşulu demokra-sinin olmayışıdır.

İşte bu noktada da PKK Başkanlık Konse-yi'nin bu 8 maddelik öneriler hakkında yapa-cağı açıklamalar önemlidir.

Başkanlık konseyi ne diyor bunlara? Bir si-yasi hareketin yönetimi kendi rotasını bulmak zorundadır. Ya kabul edecek, ya reddedecek!

Bu noktadan sonra bu ve benzeri hiç bir po-litika, "taktik" adına savunulamaz. Bu önerile-ri savunmanın, taktik olarak da, stratejik ola-rak da tek bir anlamı vardır; o da ABD çözümü-nü savunmaktır. Bu kez artık ABD ile Avrupa arasındaki çelişkiden faydalanıyoruz söylemi de geçersiz olacaktır. Bunun yerini ABD'nin ve oligarşinin çözümü alacaktır.

PKK yönetiminin Öcalan'ın tutsak edilme-sinden sonraki açıklamaları, bir yandan savaşı yükseltme çağrılan, ama öte yandan yine em-peryalizme, tekellere dokunmama şeklinde bir tutarsızlığın ifadesidir. Öcalan tutsak alındı-ğından itibaren esas sorumlu ABD olmasına rağmen, ABD'ye dokunmamak için özel bir ça-ba sarfetmişlerdir. Bu şu demektir; Öcalan gibi dışansı da artık bu işi Avrupa çözemediğine göre ABD çözecektir ihtimalini açık tutmakta-dır.

ABD de Türkiye oligarşisi de PKK'nın silahlı tehdidi sürdüğü müddetçe çözüme yanaşma-yacaklardır. Belirli bir sürece yayacaklardır. Hedef PKK'yı güçsüz düşürme tehdit olmak-tan çıkartma olacaktır. Emperyalizm PKK'ya çözeceğiz mesajı verirken sindirmeyi ve tesli-miyeti dayatacaktır.

SÜRECİ EMPERYALİZM KARŞISINDAKİ TAVIR BELİRLEYECEKTİR Bugün çok somut bir olayla karşı karşıyayız.

Emperyalist haydutluk, bir azınlığı koruma adına, yakıp yıkmaktadır. Yugoslavya'ya saldırı karşısındaki tavır, PKK açısından da yaşanılan-lardan ne kadar, ders çıkarıldığını veya çıkarıl-madığını ortaya koyacaktır.

PKK adma yapılmış bir resmi açıklama he-nüz yoktur.

PKK NATO SALDIRISINA KARŞI MIDIR? BU MÜDAHALEYİ ULUSAL SORUNLARIN ÇÖZÜMÜNDE BİR YOL OLARAK GÖRMEKTE MİDİR? Bunlar PKK'nın cevaplamaktan kaçınama-

yacağı sorulardır. Bu cevapla emperyalizm konusundaki kafa

karışıklığından kurtulmalıdır. Düne kadar izlenen politika öyle bir yere

gelmiştir ki, emperyalistlere övgülerle en çıp-lak gerçekler unutuldu. Emperyalist ülkeler cennet ülkeler diye tanımlandı. Emperyalist-ler, insan haklarının, ulusal hakların, hak ve özgürlüklerin savucusu olarak lanse edildi. Amaç onların desteğini almaktı. Sonuç ortada-dır.

Öcalan'ın son önerisinde ve önceki yazılı açıklamalarında yine eski süreçlerin ateşkesle-rin tekrara edileceği görülüyor. Ve yine yansı-dığı kadarıyla mahkeme savunması bu çerçe-vede şekillenecektir. Bu şu anlama gelir, eğer PKK merkezi de bunları kabul ederse PKK cep-hesinde yeni bir şey olmayacaktır.*

12 Mart Gazi anması ve 16 Mart anması, solun birlik politikaları açısından dönüp dönüp bakılması gereken bir tablo ortaya çıkarmıştır.

12 Mart ve 16 Mart için oluşturulan birliktelikler, ilkesizliğin, faydacılığın, devrimci harekete karşı düşmanlığın, birlik anlayışındaki çarpıklığın bir örneği olarak anılacaktır hep. Bu anmalara ilişkin içi boş ajitasyonlar, abartılar bu gerçeği örtmeye yetmez.

Revizyonisti, reformisti, uzlaşmacısı, "komünisti" Gazi'de elele verip devrimci hareketi dışta bırakıp biraraya geldiniz; ne oldu? 16 Mart'ta yıllardır birliği gündeminden çıkarmış kesimler de içinde olmak üzere 13 örgüt (tabii devrimci hareket dışında!) birleştiniz; ne oldu?

13 örgüt birleşiyor, 60 kişi! Birlik ol, ne olur? Gazi'de oligarşinin kuşatması

altında anmayı yapmaya dönük bir hazırlık, bir politika yok; tek politika meclisleri dıştalamak. Tamam, meclisleri dışta bırakıp bir "platform" oluşturdunuz. Sonuç? Başarınız nerede?

16 Mart'ta aynı şeyi yaptınız. Başarınız nerede? Nerede o ÖDP'lilerin kitleleri? Kitlesellik üzerine yıllardır sola ders veren, kendilerini devrimcilerden ayrı tutmak için teoriler üreten koordinasyoncular, EMEP'in "insiyatif "çileri nerede?

Bu birlikler, oportünizmin, reformizmin politikasızlığının ifadesidir.

Politika yoktur, geçiştirme, yasak savma vardır. Bir de devrimci harekete düşmanlık!

Reformizm, herşeyi legal particiliğe endeksleyip burjuvazinin politika alanına girmiştir. Oportünizm, politika üretme ini Kürt ulusalcılara bırakmış, onların peşinde sürüklenmektedir.

Açın dergilerinize bakın; PKK'yla başlayıp PKK'yla bitiriyorsunuz.

Alanlarda ne durumdasınız haberiniz var mı? Arkadaşlarınız bile savunamıyor sizi. Nasıl savunsun? Işçiciliğinizi, "komünistliğinizi", herşeyinizi bir yana bırakmış, gidiyorsunuz. Bakın, siyaset olarak Öcalan'ın Roma'ya gelişinden bu yana, Kürt milliyetçi hareketine tabi olma dışında yaptığınız tek bir şey var mı? Bakın, BDG olarak, bu konu dışında yaptığınız tek bir şey var mı?

Bu birlikle kendinizi kandıramazsınız. Çünkü bu, zaten oluşumundan itibaren devrimci ilkeler temelinde bir birlik değildir. Darbeciyi yanınıza almak istediniz mi gerçekten? îstemediyseniz niye aldınız? NİYE HALA BU SORUYA BtR CEVABINIZ YOK?

Oportünizm de, Kürt milliyetçiliği de devrimci birlikten kaçıyor. Çok sıkışırlarsa, bilmem ne zamanki olayın özeleştirisi, veya yürütme, imza meselesi şu bu deyip toplantıları kilitliyor, sonuç almayı önlüyor. Daha da sıkışırsa darbeciyi getiriyor. Böylelikle herşeyin önünü tıkamış oluyor.

Bu tavrın neresi birlikçi? Evet, kim birlikçi? 16 Mart'ta

kitlelerle birlikte yaptığımız öneriden niye kaçtımz?

Kaçtınız da ne yaptınız? Cephe karşısında nasıl da

kolay "birlik" oluyorsunuz? Yıllardır yanyana gelmediğiniz

yerlerde, bu defa devrimci halk güçlerinin desteklediği yerel seçim adaylarını seçtirmemek için biraraya geldiniz?

Peki başarınız nerede? Devrimci politika, devrimi

geliştiren, düşmanı gerileten, düşmana darbeler vuran, kitleleri örgütleyen politikadır. Devrimci birlik politikası da aynı

amaçlara sahiptir. Sizin politikalarınız bunlardan uzaktır. 12 Mart'a, 16 Mart'a tekrar bakın. Kendinizi göreceksiniz.

İşte bunun için diyoruz; birlik politikalarınız, hesapçıdır, fırsatçıdır, faydacıdır, ilkesizdir, sorumsuzdur, ama devrimci değildir.

Tek başarınız devrimcî hareketin dışında, devrimci harekete karşı birlikte olmayı başarabilmektir.

Kutluyoruz! Ama bu başarınız da, yalnızca

sizin politikasızlığınızı, inkar ettiğiniz düşmanlık veya tahammülsüzlüğünüzü, kitleler karşısında, mücadele karşısında sorumsuzluğunuzu ortaya koymaktan başka ne sonuç verir merak ediyoruz?

Şimdiye kadarki pratiğiniz başka bir sonuç vermemiştir.

Önümüz 1 Mayıs. Aynı hesaplara devam edebilirsiniz. Haydi, ÖDP'sinden Atılım'ma kadar yine biraraya gelin. Kitleler de zaten bu birliğin cazibesine dayanamayıp akın akın geleceklerdir! Öyle ya, sizin için birlik sihirli değnek, şu kadar siyaset birlik olunca her sorun çözülecek! Tüm mesele o imzaları yanyana getirmekte.

Yanıldığınızı görmemekte ısrar edebilirsiniz. Ama biz doğruyu ortaya koymak, sizi doğruya çağırmak durumundayız.

Birlik, imzaların yanyana getirilmesi değildir.

İmzaların NE ÎÇÎN ve NASIL yanyana geldiği önemlidir.

Barış için, icazetli bir seçim için, on değil, bin yüz imza yanyana gelse ne olur? İlkesiz, kuralsız,

pragmatizmle, faydacılıkla, fırsatçılıkla bin yüz imza yanyana konulsa ne olur?

Hiç bir şey olmuyor ve hiç bir şey olmaz.

Önümüz 1 Mayıs. Düşmana karşı bir şeyler olmasını istiyorsanız, bu mantıktan çıkmalısınız. Devrimci harekete düşmanlıktan vazgeçmelisiniz.

1 Mayıs alanları, her ulus ve milliyetten, her meslekten, her mezhepten halkın biraraya geldiği bir zemindir. Halkın her kesiminin bu birlikteliğe dünden daha fazla ihtiyacı vardır. Çünkü oligarşi dünden daha fazla saldırıp halkı güçsüzleştirmeye çalışıyor. Devrimciler düşmanın bu politikasını iki yoldan bozabilirler; bir, düşmana vurarak, iki, kitleleri düşmanın karşısına çıkararak. 1 Mayıs, bu konuda güçlü bir fırsat, uygun bir zemindir.*

1 MAYIS'TA ALANLARDA OLALIM

SADECE İMZALARIN YANYANA GELMESİYLE HER SORUN ÇÖZÜLMÜŞ MÜ OLUYOR?

Page 30: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

Gidenin ardından Analar ağıt yakarmış Bizim ellerde Ya gelene anam ya gelene Ateşler yakılmaz mı Düğün bayram edilmez mi... Acının tarihi çok eskidir

Anadolu'da. Anadolu topraklan halklara yurt olalı beri nice yıkımlar, zulümler görmüş; acıların bıraktığı derin izler bugünlere kadar gelmiştir. Anadolu insanı da toprağı gibi acılarla yoğrulmuştur, işte onun içindir ki, Anadolu'da acının tarihi kadar ağıtların tarihi de eskidir.

Halk ağıt yakarken söz kaygısı, beste kaygısı gülmemiştir. Ağıtlar gerçek olaylara dayanır. Hepsinin bir öyküsü vardır. Olayın etkisinin büyüklüğü oranında yaygınlaşır, kuşaktan kuşağa aktarılır. Kimi zaman ufak tefek değişikliklere uğrayarak da söylenir. Kimi ağıtlar kağıt üzerine yazılmamış olsalar bile yaratanı, yazanı bellidir. Kimileri ise yaratıcıları belli olmayan ağıtlardır. Tek bir kişi tarafından söylense de zamanla halka mal olmuş, dilden dile yayılmıştır.

Aslında ağıtların belli bir kalıbı yoktur. Ama genelde iki biçimde yakılır. Birincisi "Nazım" da denilen şiir düzeni ağıtlardır. Anadolu'da en eski biçimdir ve bugün de en çok kullanılandır. İkincisi ise konuşma biçiminde yakılan ağıtlardır. Dile geldiği gibi, cümlelerin arasına karışan ve acıyı belirten "ah", "of", "aman", "uy" vb. seslenişlerle söylenir. Kimileri ise uyaklı, ölçülü, düzenli söylenen ağıtlardır. Bu tür ağıtlar daha çok Türkmen ve Yörüklerin bulunduğu Toroslar'da, Çukurova'da ve Kayseri Pınarbaşı gibi bazı İç Anadolu yörelerinde kullanılır. Bu biçimde söylenmiş ağıtlar, Avşar oymaklarının yerleşme

alanlarında derlendikleri için, genellikle "Avşar ağıdı" diye adlandırılır. Halkın üzerinde büyük etki bırakan doğal afetler, göçler, savaşların bıraktığı acılar, halkı kırıp geçiren salgın hastalıklar, kıtlıklar, isyanlar, ayaklanmalar, uzak diyarlara, gurbete gidip de dönmeyenler ve daha halkın yaşadığı onlarca olay ağıtlara konu olmuştur.

Aman havar havar Komşular havar Ağıtlar yakın Komşular havar Yiğidim ölmüş Yüreğim yanar Anadolu'da gelenekselleşen ağıt

türü ölen, yitip giden kişinin ağzından ya da yakınları, babası, anası, sevdalısı ağzından söylenen ağıtlardır. Bu ağıtlar hem ölü başında çağrılan türküyü, hem de bir dizi töreni kapsar. Yalnızca ölüm ve evlenme gibi iki olayda ağıt bir tören öğesi olur.

Bu "törensel ağıt"ları sadece kadınlar düzenler ve yürütürler. Bunlar ölenin kız kardeşi, anası, eşi, yakın akrabaları, dostları, komşularıdır, ölen kişinin evinde toplanılır. Odada ölünün giysileri sergilenir. Ağıt törenine katılan kadınlar başlarını ak yemeni ile örterler. Odaya her yeni gelen kadın ölünün en yakını ve yaşça büyük olanın boynuna sarılır, ağlar. Bağrına vurup, saçlarını, yüzünü yolar. Ağıt yakan kişi "Toprak başıma, ben de öleyim de kara toprak başıma saçıla" der. Ağıt, ölünün geçmişini, çoğu kez geçmişi bugüne getirerek, ölüyü de konuşmalara katarak söylenir. Ağıtçı, ölen kişinin huyca övülecek yönlerini sayar; güzelliğini, yürekliliğini, yiğitliğini, boyunu-posunu över. Eğer yaşadığı sürece

mutluluk görmemişse, ölenin yaşantısı boyunca çektiklerini, yaşadığı acıları, anılarını, ölüm şeklini anlatır. Doğal ölümler dışında olan ölümlere yakılan ağıtlar daha çok yaygındır. Örneğin bir kişinin daha genç yaşta bir kaza sonucu ölmesi ya da düşman eliyle gelmiş sırasız bir ölüm, genç bir gelinin vakitsiz ölümü gibi... Kişi evinden uzakta, gurbette ölmüşse acı haber erişir erişmez; ölü, evindeymiş gibi tören düzenlenir, ağıt yakılır. Kimi yörelerde ağıt törenleri üç gün veya daha fazla sürer. Ölen kişinin mezarı ziyaret edildiğinde de ağıt yakılır. Bu nasıl işdir bu nasıl hışım Arada mı kaldın belalı başım Hemi yavrum gitti hemi yoldaşım Ben bu derdin hangisine yanayım Bu ağıt, Sivas yöresinde otuz yıl önce bir aileden altı kişinin hastalıktan ölümü üzerine bir yöre aşığı tarafından yakılmıştır. Bugün hala söylenen ve çok bilinen bir ağıttır. Törensel ağıtlardan bir diğeri de evlenme hallerinde yakılandır. Kına gecelerinde söylenen türkülere "gelin ağıdı" veya "gelin yası" denir. Bunlardan en bilineni gelinin ağzından söylenen kına türküsüdür: Kınayı getir aney Parmağın batır aney Bu gece misafirem Koynunda yatır aney

Kimi zaman çaresizliğin dili olur ağıtlar... Doğal afetler karşısında çaresizdir halk. Çünkü doğal afetler karşı konulmaz olarak görülür. Yitirdiği sadece eşi-dostu, akrabası olmaz bu afetlerde. Evi, eşyası, varı-yoğudur yok olan. Umutları; nice acılara, nice yokluklara katlanarak kurduğu yaşamıdır yitip giden. Bundan dolayıdır ki ağıtlar yok olana hayıflanmayı, kadere isyanı dile getirir.

Sana derim sana söngüm Erzincan

Hani yeşil bağın şiirli otağın? Bağrına bastırdın nice yüz bin can İnsan gurhanası taşm toprağın Kimi zaman savaşlarda can

verenlere duyulan acının dili olur ağıtlar. Yüzyıllardan bu yana birçok savaşa tanıklık etmiştir Anadolu topraklan. Halk gün olmuş ülkesini emperyalistlerden kurtarmak için savaşmış, gün olmuş zalimlerin zulmüne karşı isyan etmiş, gün olmuş egemenler tarafından, çıkarına olmayan savaşlara sokulmuştur. Her defasında da çok kayıp vermiş, çokça canlar yitirmiştir bu savaşlarda. Duyduğu acı sınırsız ve tarifsizdir. Çünkü eşi, oğlu, kardeşi, bir daha dönmemiştir geriye.

Çanakkale içinde vurdular beni Ölmeden mezara koydular Of! gençliğim eyvah Bugünlere kadar gelen ve yaygın

olarak bilinen Yemen, Sarıkamış, Çanakkale ağıtları bu türden ağıtlardır. Bu kadar yaygın bilinmesinin nedeni Anadolu halklarının tümünü derinden etkilemesi ve günümüze türküleşerek gelmesidir. Bunlar uzaklarda can vermiş bir yakınının ölümüne yanan bir tek kişinin; belki bir ananın, bacının, bir eşin sözleri, yakınışıdır aslında. Ama bir tek kişiye yakdsa da, artık aynı alın yazısını paylaşan onbinlerin, yüzbinlerin olur o ağıt.

Adı Yemen'dir, gülü çemendir Giden gelmiyor acep nedendir: Yıl 1914'tür. Seferberlik ilan

edilmiştir. Yurdun dört bir yanından toplanan "ayağı çarıklı", yarı aç, yarı çıplak, daha bıyığı bitmemiş delikanlıların ellerine silah verilir. Daha hızlı gitsinler diye kaputları, yiyecekleri ellerinden alınan binlerce asker kara kışta Doğu Cephesi'ne gönderilir. Açlık, bit, salgın hastalıklar soğukla birleşince daha düşmanla karşılaşmadan 90 bin asker Sarıkamış dağlarında can verir. Kimi soğuktan donar, kimi açlıktan, hastalıktan ölür. Kayseri'den Çanakkale'ye, Amasya'dan Çorum'a umudunu kesen anaların gelinlerin ağzından onlarca Sarıkamış ağıdı yakılır:

Dağlarda ordu kuruldu Hücum borusu vuruldu Bir Sarıkamış uğruna Doksan bin fidan kırıldı Kimi zaman halkın, önderlerine

duyduğu sevginin, saygının, bağlılığın dili o!'_ır ağıtlar.

Önderler, halk için zulümden kurtulma umudu, adaletsizliklere karşı adalet dağıtan ve haksızlıklara karşı hak arayandır. Bunun içindir ki, halk önderlerine sahip çıkmış, sonsuz güven ve hayranlık duymuştur. Halkın ağıtlarında kimi zaman Pirler, kimi zaman Seyitler, kimi zaman da Efeler konu olur. Bunlardan bir tanesi Pir Sultan Abdal'a yakılan ağıttır. Bu ağıdın Pir Sultan Abdal'ın kızı tarafından yakıldığı söylenir.

Dün gece seyrimde coştuydu dağlar

Seyrim ağlar ağlar Pir Sultan deyü

Gündüz hayalimde gece düşümde

Düş de ağlar ağlar Pir Sultan deyü

(...) Pir Sultan kızıydım ben de

Banaz'da Kanlı yaş akıttım baharda güzde Dedemi astılar kanlı Sivas'ta Darağacı ağlar Pir Sultan deyü Alevi halkın İmam Hüseyin ve

yoldaşlannın Kerbela'da şehit edilmesi üzerine yaktığı ağıtlar vardır. Bunlara "Mersiye" denir. Ve bu ağıtlar Muharrem ayında okunduğu gibi, cem törenlerinde de okunur. Sadece Kerbela için duyulan

1 MAYIS'LAR MEŞRUDUR

AĞITLAR

Page 31: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

üzüntü değil, yüzyılların Alevi halkta bıraktığı acı izler, yaşamaya devam ettikleri baskılar bu ağıtlarla bir kez daha dile gelir. Alemlerin serverisin Ah Hüseyin vah Hüseyin Şehidlerin serdarısın Ah Hüseyin vah Hüseyin Ege halkı zulme karşı isyanlarına önderlik eden, adaletsizliklere karşı savaşan efelerini yitirmenin acısını çok derinlerde hissetmiştir. Onlara duyduğu hayranlığı türkülerde dile getirirken, üzüntüsünü ağıtlara konu yapmıştır. Bunlardan en fazla bilineni Çakırcalı Efe'dir. Mezarımın taşı Bozdağ'a karşı Üstünün toprağı gözümün yaşı Çakırcalı'yı vurdular akşama karŞ1

Uyan efem uyan gör neler oldu Çakırcalı dağ başı kan ile doldu Halk bugün Bedreddinler'in, Pir

Sultanlar'in isyan geleneğini sürdürerek şehit düşen devrimcilerin, devrimci önderlerin arkalarından da acısını ağıtlarla dile getirmiştir.

Bu ağıtlarda halk sadece acısını, üzüntüsünü değil düşmanlarına, zalimlere duyduğu kini, öfkeyi, kurtuluşa duyduğu özlemi de ifade etmiştir. Bu ağıtlarda devrimcilerin halka taşıdığı bilincin yansımasını görürüz.

HeleUlaş'aUlaş'a Ulaş benzerdi güneşe Ulaş kardaş can veriyor Yüreğim düştü ateşe Ulaşm elinde n Mavzeri türküye benzer Bizimkiler böyle ölür Böyle ölür bizimkiler Ulaş Bardakçı'ya duyulan sevgi,

onun katledilmesinin verdiği acı halkın dilinde böyle ağırlaşmıştır. Bu ağıtta hem derinden duyulan bir acı, hem de öndere övgü vardır. "Böyle ölür bizimkiler" derken Ulaş'ın direnişinden, düşman kuşatması altında teslim olmayarak çatışmasından, yiğitliğinden duyulan gurur ifade edilir.

Oy dere Kızıldere Böyle akışın nere Bizde hal mı bıraktın Sana can vere vere oy...

Suyu alınterimiz Söyle nedendir dere Vurulur gençlerimiz Acı tek bir kişinin değil, bütün bir

halkın acısıdır. Yıllar geçse de unutulmaz. îşte Kızıldere ağıdı aradan geçen otuz yıla rağmen tazeliğini koruyor. Halk sorar; Biz sana sana emek vermişiz, senin suyun gibi alınterimiz dökülmüş bu topraklara, öyleyse neden ölüm bize düşer, neden hep biz ölürüz? Bu sözlerde bir kabullenemeyiş vardır.

Mahir Cayan ve yoldaşlarının yarattıkları destansı direniş üzerine yakılan daha onlarca ağıt vardır. Halkın ağıt geleneğinde genel olarak bir çaresizlik vardır. Ama devrimcilere, devrimci önderlere yakılan ağıtlarda çaresizliğin değil, hesap sorma isteğinin, öfkenin öne çıktığını görürüz.

Nurhak sana güneş doğmaz Uçan kuşlar yuva kurmaz Dökülen kan yerde kalmaz Soracağız hesabını Böyle kalır sanma devran Yola devam eder kervan Öldü Sinan doğdu Sinan Omuzladı silahını Mücadelenin devam edeceğine,

yeni Sinanlar'ın bu mücadeleyi omuzlayacağına inanç vardır bu ağıtta.

Halkın devrimci önderlere yaktığı ağıtlardan biri de Denizler'in Gemerek'te yakalanmalarına ilişkin ağıttır. Burada da Denizler'in yakalanmasına duyulan üzüntü ve onları kurtarma isteği dile getirilir:

Şarkışla'ya düşürmesin oy oy Allah sevdiği kulunu Gemerek'te çevirmişler Deniz Gezmiş'in yolunu Olayıdım olayıdım oy oy Okur yazar olayıdım Deniz mahkemeye düşmüş Avukatı ben olaydım... Diyarbakır işkencehanelerinde

katledilen îbrahim Kaypakkaya için onun ağzından yakılan ağıtta ona yapılan işkenceler, direnişi, yiğitliği, ser verip sır vermemesi anlatılır.

Faşizmin cellatları Çektiler tırnaklarımı Uzun günler işkencede Kestiler parmaklarımı Ağlama kardeş ağlama Ağlama yoldaş ağlama Ben çalıştım boş durmadım Gurur duy sen can yoldaşım Ser verdim de sır vermedim Yüzyıllardır uğruna dağlara

çıktıkları, nice fedakarlıklara katlandıkları ve özlemini çektikleri bir düzene kavuşana kadar Anadolu halklarının acıları da bitmeyecek, ağıtlar da... Daha çok şehitler vereceğiz, çok ağıtlar yakacağız belki. Ama ağıtlarımız umutsuzluğu değil, umudu barındıracak. Çaresizliği değil, düşmana duyduğumuz kini, hesap sorma isteğini dile getireceğiz. İsyanımız hep zalime olacak, acılarımız, ağıtlarımız öfkemizi büyütecek.

Yas tutma ardımdan Aç ana kucağım yoldaşlarıma Haydi gel bak bekar değilim Düpnümüz var bak ana Düğünüm var Gelin diye sarıl yurduna Çek tilili, gir halaya, Bile öfkeyle yüreğini Boya acını kin rengine Savur düşmanın üstüne ana Gülüşün tutuştursun acını... *

"Danıştay 10. Daire Başkanlığı, döne-min Adalet Bakanı Mehmet Ağar tarafın-dan uygulanan ve 1996 yılında cezaevle-rinde ]2 kişinin ölüyle sonuçlanan ey-lemlerin nedeni olarak gösterilen "sevk genelgesi"ni "hukuka aykın bularak" 3 yıl sonra iptal etti." (Cumhuriyet Gazete-si, 9 Nisan 1999)

12 Eylül hukuku ve devamındaki Su-surluk Dcvleti'nin hukukudur bu. 3 yıl ön-ce çıkarılan ve uygulamaya konulan "sevk genelgesi" 3 yıl sonra hukuka aykırıdır de-nilerek iptal ediliyor. Yargı böyle işliyor iş-te. Devletin adaleti budur.

1996 yılı Ölüm Orucu öncesini hatırla-yın. Devlet, halk kitlelerini sindirmek için hapishanelere yöneliyor, devrimci tutsak-ları teslim almak istiyordu. Aylar boyunca televizyonlardan, gazetelerden hapisha-nelerle ilgili kontrgerilla haberleri yayın-landı. Saldırı için kendilerine meşru bir zemin yaratmak istiyorlardı. Defalarca ha-pishanelerde devletin otoritesinin kalma-dığı, terör okullarına döndüğü ve çözü-mün hücre tipi hapishaneler olduğu ya-yınları yaptılar. Saldın önce hapishaneler-den başlayacaktı. Halkın umut olarak gör-

düğü devrimcileri ezerek, halkın karşısına birer itirafçı, yılgın, dava kaçkını olarak çı-karmak istiyorlardı. Tek kişilik hücre saldı-rısı bu kapsamda gündeme gelmişti. İş-kenceler burada devam edecekti. Tutsak-ların aileleriyle, avukatlarıyla ve araların-da görüşmesinin önüne engeller konula-rak devrimciler tecrit edilecekti. '96 Ma-yıs'ında o zamanın Adalet Bakanı Meh-met Ağar imzasıyla peşpeşe yayınlanan genelgeler saldırının ilk adımlarıydı. Meh-met Ağar'm Adalet Bakanı yapılması dev-letin devrimcilere, halka verdiği bir mesaj-dı. Teşhir olmuş bir katilin Adalet Bakanlı- ğına getirilmesine gösterilen tepkilere karşın devletin saldırı planları bu tür tep kilerle geriletilmeyecek kadar daha kap-samlıydı. Bu saldırının önüne güçlü bir di-renişle barikat oluşturulabilirdi.

Devrmici tutsaklar tarihi bir görevle karşı karşıyaydı. Dayatılan teslimiyetti. Ya teslim olunacak ya da büyük bedeller gö-ze alınarak düşman yenilecektir.

Karar verildi. Devrimci tutsaklar dire-nişin merkezi oldular. Ölüme yatacaklar-dı. Düşmanın saldırıları devrimci nıüca-

deleyi ezmeye, halkı teslim almaya yöne-likti. Devrimcilerin meşruluğu tüm halk kesimlerine gösterilmeli ve asla teslim alı-namayacağı anlatılmalıydı.

Zafer kazanmanın tek yolu vardı; şehit-ler verilecekti. Ölüm Orucu tüm hapisha-nelerin, tutsakların merkezi örgütlülüğü-nün gücüyle ve bu kararlılıkla başladı.

Düşmanla dişediş süren bu savaş, tut-sakların ve onlar nezdinde halkın zaferiy-le bitti.

Özgür tutsaklar düşmandan icazet di-lemediler. .1.2 şehit ve sakatlıklar pahasına haklarını aldılar.

Ölüm Orucu direnişinin siyasi mesajı yanında Ağar genelgesinin kaldırılması daha taliydi. Ama öyle de olsa, düşman saldırılarını sözde bu yeni "hukuki" dü-zenlemeye dayandırarak tırmandırmıştı. Yaptıklarını böyle meşrulaştırmak istiyor-lardı. "Genelge tamamen yasal, bunlar kim oluyor da devletin otoritesine karşı çıkıyor" diyorlardı. Geniş kitleleri ve ulus-lararası kamuoyunu böylece tutsakların meşru olmadığına inandıracaklardı.

Hesap buydu ama aslında kendi yasa-larına göre bile meşru değillerdi. Genelge

tamamen yasadışıydı. GENELGEYİ İMZALAYANLAR, SAVU-

NANLAR, UYGULAYANLAR; SUÇLUSU-NUZ!

Kendi açılarından bugün bakıldığında tablo şudur: Yasadışı bir genelge çıkar-mışlar, bu genelgeyi tutsaklara dayatmış-lar, 12 insanın ölümüne sebep olmuşlar-dır. Ortada resmen bir katliam vardır. Bu genelgenin yasadışı olduğu o zaman da söylenmişti; ama onlar ısrarla uygulamak istediler.

Şimdi bu hesabı kim verecek? Bıraka-lım bu devleti, dünyanın herhangi bir baş-ka ülkesi bile olsa bu hesabı verebilir mi?

İtiliyoruz, hesap vermeyeceklerdir. On-lar bir yandan katlederler bir yandan da katledenleri aklarlar. Adaletleri yoktur.

Bu düzenden adalet beklemiyoruz. Ka-zandığımı' hakları nasıl koruyacağımızı biliri/. Direniş ile kazanılan mevzileri ko-rumak da devrmicilerin görevidir.

Onların yoksa balkın adaleti var. Onlar hesap vermiyorsa halk hesap soracaktır.

Bu hesabı vermekten kaçamazlar.*

1 MAYIS'TA ALANLARDA OLALIM

12 Devrimci Tutsağın Şehit Düşmesine Neden Olan 6 Mayıs Genelgesi'nin Hukuka Aykırı Olduğunu

Üç Yıl Sonra Anladılar... KİM HESAP VERECEK?

ONLAR HESAP VERMESE DE HESABI SORULACAKTIR!

Page 32: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

Devrimci Gençliğin tarihinde bazı dönemler vardır, düşmanın ağır baskısı altında duraklayan bir kitle mücadelesini az sayıdaki insanın kararlılığıyla yeniden yükselişe geçirmek gerekmiştir. Bu tür dönemlerde esas olan güçlü bir iradeye sahip olmaktır. Bedel ödemeyi göze almışsak, kazanırız. Ödediğimiz hiçbir bedel karşılıksız kalmayacak, kitlelerde yankısını bulacaktır.

istanbul Üniversitesi'ndeki işgal eylemimiz de ağır baskı koşulları itibariyle böyle bir döneme denk düştü. İYÖ-DER'liler böyle bir misyonu, sorumluluk duygusu, cüret ve kararlılıkla üstlendiler.

Faşist rejim toplumun her kesimini terörize etmeye çalışıyor. Şüphesiz gençlik alanı da bundan fazlasıyla nasibini almaktadır. Hiçbir soruna ses çıkarmayan, halkının dertlerine, sıkıntılarına yabancı, kişiliği ezilmiş-bir gençliktir yaratılmak istenen. Terör bunu yaratmanın en temel yollarından biridir. Okullardaki polis işgali, en ufak kıpırdayışta yapılan saldırılar, gözaltı ve işkence tehdidi, üniversitelerde günlük yaşamın parçası haline gelmiştir. Ancak gençliğe yönelik saldırılar yalnızca genel bir terörden ibaret de değildir. Amaç beyinleri teslim almak,

düzene uygun kafalar yaratmaktır. Bu anlamda gençlik çok güçlü bir ideolojik saldırının da hedefidir. Bunlar ne kadar etkilidir? Kitlelerde ne ölçüde bir tahribat yaratmıştır? Tartışılır. Ancak tartışmasız doğru olan düzenin yaratmak istediğinin önüne geçebilmek için gençlik kitlesinin önünde olmak, ona güven vermek gerektiğidir. Yoksa kitleler içinde etkili olacak korkuyla karışık sinmişlik duygusu giderek solu da sarmaya başlayacak, devrimciler misyonlarını yerine getiremeyeceklerdir. Sol bedel ödemekten kaçacaktır. En fazla görev savmaya başlayacak, yaptığını da inanmadan yapacak, bu da kitlelerde olduğu gibi sol saflarda da derin bir moral çöküntüsüne neden olacaktır.

16 Mart günü yaşananlar bunun örneğidir. 13 siyaset biraraya gelmiş, kendi rakamlarına göre 150 kişi toplamışlardır. Bu bile şüphelidir. Bu kadar siyaset bırakın gençliğin önderliğini, kendilerini halkların önderi olarak tanımlamaktadır aslında. Ortada trajikomik bir tablo vardır. Açıkça görev savmak için toplanmışlar, gençliğin ortak çıkarlarını ve bir bütün olarak gençlik mücadelesini değil kendi grup çıkarlarını düşünmüşlerdir. Tabloyu yaratanlar açık ki

sorumsuzca davranmışlardır. Saldırıların arttığı ve etkili de

olduğu süreçlerde devrimciler daha radikal tedbirler almaktan kaçamazlar. Yeri gelir, rakamların azlığına çokluğuna bakmadan ciddi tavırlar almak gerekir. Bu tür çıkışlar çok geniş kitleselliklerle yapılamayabilir. Kararlılık ve net mesajlar iletmek esas alınması gereken unsurlardır. Böyle dönemlerde bu tür bir çıkış mücadelede daha ciddi gelişmelere gebedir. Eğer bizler siyasi kararlılığa ve pratik cürete sahipsek, yapacaklarımızla gençlik mücadelesinin önünü de açabiliriz. Başka yolu yoktur. Bu, Dev-Genç geleneğinin de parçasıdır. 1 Aralık 1989 istanbul Basın Yayın Yüksekokulu işgalinde böyle olmuştur örneğin. Yalnız olmasına rağmen Hamiyet tek başına okulu işgale yeltenen faşistlere tavır almış, bu adımın arkası gelmiş ve faşistler püskürtülmüşlerdir. 1987 istanbul Siyasal işgali de böyle bir çıkıştır ve gençliğin önünü açan olmuştur. Dev-Genç'liler sayılarının azlığına bakmadan eylemi gerçekleştirmişler, bu dönem polisin üniversiteleri işgalini sınırlayan bir sürecin başlangıcı olmuştur. Bedel ödemek gerekmiş, ancak hedeflerin netliği ve mesajların belirginliği ölçüsünde Dev-Genç'lilerin ödediği bedel kitlelerde yankısını bulmuştur.

Devrimci Gençliğin son işgal eylemi çok geniş bir kitlesellikle

gerçekleştirilmemiş olmasına rağmen, gençliğin teslim alınamayacağını göstermesi açısından anlamlıdır. Bu bir anlamda irade savaşıdır. Düşman sürekli olarak kendi iradesini dayatacak, gençliğin iradesini teslim almaya, gençlik mücadelesini etkisiz hale getirmeye çalışacaktır. O halde gençlik de teslim alınamayacağını göstermek durumundadır. "Sesimizi boğamayacaksınız, mücadelemizi engelleyemeyeceksiniz, terörünüz fayda etmeyecek" demelidir. Dahası, bunu göstermelidir de.

Bu anlamda Devrimci Gençlik tarihsel misyonuna denk düşeni yapmış, her zaman olduğu gibi gençlik mücadelesinin önünü açan olmuştur.

işgal eyleminden ders çıkarılması gereken esas yan budur. Eylem, gençliğe de güven vermiş ve çaresiz, güçsüz olmadığını hissettirmiştir.

Bu süreçte yaşanan gelişmelerden biri olarak işçi Partisi adı altında örgütlenen karşı devrimci Aydınlık hainleriyle solun ilişkilerine de değinmekte fayda var.

Dev-Genç'in bu hainlere karşı teorik ve pratik tavrının ne kadar doğru olduğu yeniden ve yeniden kanıtlanmaktadır. Daha yakın zamana kadar onlara prim verenler, sol içinde meşrulaştırmaya çalışanlar bugün en çok kavgalı durumdadırlar. Gerek PKK, gerek Partizan çevresi, gerekse de ÖDP'lilerin durumu böyledir. Oysa görünen köy kılavuz istemezdi, Aydınhkçıların ne teorik ne pratik tavırlarında geçmişten bugüne bir değişiklik yoktu. Farklılık ona prim verenlerdeydi. Bugün kendi ilkesizliklerinden zarar görmektedirler. Dev-Genç sorumlu ve ilkeli tavrıyla Aydınlıkçılara hep aynı anlayışla yaklaşmış, mahkum etmiştir. Doğruluğu kanıtlanan Dev-Genç'in bu tavrı olmuştur. Herkes, ihbarcılara, hainlere, faşistlere karşı ilkeli tutarlı olmayı öğrenmek zorundadır. Olmayanlar, pragmatik hesaplar yapanlar, en başta zarar görecek olanlardır.

Şüphesiz, mücadele içinde daha pekçok defa benzer süreçlerden, sınavlardan geçeceğiz. Bütün bu sınavları başarıyla vermemizin tek yolu Dev-Genç ruhuna ve kararlılığına sahip olmaktan geçer.*

1 MAYIS'LAR MEŞRUDUR

Page 33: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

DİSK Başkanlar Kurulu ve sendika

yöneticilerinin "Mezarda Emekliliğe Hayır" kampanyası çerçevesinde gündeme getirdikleri Ankara yürüyüşü, 24 Nisan 1995 günü Kadıköy Belediyesi önünden başladı. İşçilerin coşku ve kararlılıkla

DİSK yöneticileri Ankara'ya gidince icazete çevirdiler.

Bazıları bu yürüyüşe oldukça önemli bir misyon yüklemeye çalıştılar. Oysa DİSK'in göstermelik mücadele çizgisinin manevralarından biriydi bu da. Bu tür eylemler hep "yöneticiler" düzeyindedir. Kitlenin harekete

21 Nisan 1997 - Bergama'nın 17 köyünden 4.000 kişi Eurogold firmasının Siyanürlü altın çıkarma çalışmalarını durdurmak için Eurogold bölgesini işgal etti.

25 Nisan 1994 - Karadeniz Teknik Üniversitesi Kız Öğrenci Yurdu

geçmesini istemez DİSK: Çünkü oligarşi de istemez bunu. Oligarşinin istemediğini DİSK yönetimi de istemez. Bu tür eylemler, DİSK yönetimi açısından bir yandan tabanı oyalama, öte yandan oligarşiye sadakatini ispatlama aracıdır. İspatlamışlardır. Rıdvan Budak'ın

milletvekilliği adaylığı oligarşiye verilen güvenin sonucudur. Bu tür eylemler nedeniyle DİSK

öğrencileri kantindeki yüksek fiyatlara karşı kantin boykotu başlattılar.

18 Nisan 1993 - Devrimci Gençlik Dergisi Fatih irtibat bürosu polis tarafından basıldı. 12 kişi gözaltına alındı

yöneticilerinden hala bir beklentisi olanlar, onların MGK taşeronu olduğu iddiasım abartılı bulanlar, hiç olmazsa DÜNDEN BUGÜNE bu tür eylemlerin sonuçlarına baksınlar. DİSK yönetimi bu eylem sonucu "Mezarda emeklilik" konusunda Ankara'ya geri adım attıramamış, ama kendileri Ankara'nın burjuva parlamentosunun yolunu açmışladır.

FOTOĞRAFLARLA

ZULMEDENLER BU ZULMÜN HESABINI VERECEKLER

DETUDAP'h aileler Mehmet Ağar'm Adalet Bakanı (»İmasını ve Hapishanelere saldırı planını protesto etmek için 12 Nisan 1996 günü Kanal D televizyonu önünde basın açıklaması yaptılar. Açıklamada "gerçek habercilik ilkelerini çiğneyerek polis kaynaklı haberlerle

evlatlarımızın

"KONTRGERİLLANIN ADALET BAKANI MEHMET AĞAR ÖZGÜR TUTSAKLARI TESLİM ALAMAZ" İşkenceci Ağar'm hapishanelere saldırı

politikasını boşa çıkartmak için üçer günlük dönüşümlü açlık grevine başladılar. "Kontrgerillanın Adalet Bakanı Mehmet Ağar Özgür Tutsakları Teslim Alamaz", "Cezaevlerinde Yeni Katliamlara İzin Vermeyeceğiz, Tutsaklara Özgürlük" pankartlan açan aileler basın açıklaması yaparak açlık grevine başladıklarını duyurdular.

HASENLER'DE PANEL Cezaevlerine

yönelik saldırı planını geri püskürtmek için açlık grevi yapan DHTUDAP'lı aileler 19 Nisan 1996 günü Esenler Pir Sultan Abdal Derneğinde hapishaneler konulu bir panel düzenlediler. Esenler halkının ve tutuklu yakınlarının geniş katılımı ile yapılan panele Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından Metin Narin ve Tüm Yargı-Sen İstanbul Şube Başkanı Ali Yazıcı da katıldı.

ENGELLENEMEZ Sağmalcılar Hapishanesine 23 Nisan 1991$

günü görüşe gelen aileler uzun süre bekledikten sonra 23 Nisan'in resmi taı-i olması gerekçesiyle görüşün yasaklanabil s ı öğrendiler. Bunun üzerine Hapishane önündeki bekleyiş eyleme dönüştü. Açlık grevindeki aileler de tutsak yakınlarına destek vermek için Okmeydanı halkı ve çocuklarıyla birlikte hapishane önüne geldiler. Polisin yığınak yaptığı hapishane önünde direnişleriyle isteklerini kabul ettiren aileler yakınlarıyla görüştükten sonra hapishaneden ayrıldılar.

BOĞAZ KÖPRÜSÜNDE İŞGAL DETUDAP'h aileler 22 Nisan 1996

günü açlık grevlerinin 5. gününde "Cezaevlerinde yeni katliamlara izin vermeyeceğiz. DETUDAP'h aileler", "Katil Ağar'ı Yargılayacağız" yazılı dövizler açarak Boğaz Köprüsünü trafiğe kapattılar. Eylem kamuoyunda geniş yankı buldu.

GALATASARAY EYLEMİ TAKSİME TAŞINDI Galatasaray Lisesi önünde 48

haftadır süren eyleme kayıp ailelerinin yanı sıra açlık grevindeki tutsak aileleri de katıldı. Oturma eyleminin ardından aileler "Cezaevlerinde Yeni Katliamlara İzin Vermeyeceğiz, Tutsaklara Özgürlük DETUTAP" yazılı pankart ve dövizleriyle Taksim'e doğru yürüyüşe geçtiler. Engelleme çabalarına rağmen aileler basın açıklaması yaparak yürüyüşü tamamladılar.

katledil rrzeminini hazırlayan kontrabasın ve TV'leri uyarıyoruz, Zulmedenler bu zulmün hesabınımutlaka

vereceklerdir" diyen tutsak aileler Mehmet

Ağar'ın maketini yaktılar.

DETUDAP EYLEMLERİ

DETUDAP tutsak

ailelerinin birliği olarak

oluşturuldu. Birlik, başta

Cephe tutsaklarının ve

ailelerinin çabalarıyla

tutsaklara yönelik pek çok

saldırının karşısına dikildi.

DliTUDAP'ın en yoğun eylem

dönemlerinden biri de

Page 34: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

ŞEHİTLERİMİZ

Page 35: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci
Page 36: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci
Page 37: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci
Page 38: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

Gazi Davası Bizimdir Sahiplenmeliyiz

duruşmasına 9 Nisan Cuma günü saat 9.30'da Trabzon adliyesinde görülmeye devam edildi.

Her dava öncesi Trabzon'da yapılan mahkemeye katılmak için otobüs kaldıran Şehit Aileleri, Gazi Halk Meclisi ve diğer siyasi örgütlenmeler mahkeme tarihinden bir gün önce 8 Nisan Perşembe günü saat 13.00'te otobüs kaldırdılar.

Otobüs hareket etmeden önce Gazi Halk Meclisi tarafından basın açıklaması yapıldı. Açıklamada şöyle denildi: "Seçimlere sayılı günlerin kaldığı bugünlerde; politikacıların adalet sözcülüğünü dillerinden düşürmediklerini görüyoruz. Bizlere bol keseden adaletten bahsediyorlar. Oysa, 1995 yılında yaşanan Gazi katliamında yaşamını yitiren insanlarımız için açılan davalar tam bir hukuksuzluk üavaTâf tanî bir nulmksuziuK örneğidir. Üzerimize kurşun sıkan katiller tek tek bırakılarak düzenin adaleti uygulanmıştır. Bugün Trabzon'a gidecek olan bizler işte,

Kürkçüler Hapishanesi idaresi,

tutsakların can-kan bedeliyle kazanmış oldukları haklarını gasp ederek özgür tutsakları sindirmeye çalışıyor.

Daha önce soyadı tutmadığı için görüşme haklarını gasp eden idare, bu kez de 8 Nisan günü tutsakların temsilcilik haklarını tanımadığını ve tutsakların görüşe tek çıkacaklarını söylüyor. Bunun üzerine Kürkçüler Hapishanesi'ndeki devrimci, tutsaklar bu haklarının gasp edilmesine karşı, temsilcilik hakkı tanınana kadar görüş

mı adaletten hesap sormak için yollara düşüyoruz. Biliyoruz ki, bu duruşmada hiçbir şey olmayacak. Gözlerimizin içine baka baka yalan söyleyecekler. Bizler üzerine yeni oyunlar tezgahlanacak. Bunları bildiğimiz için bu adalete güvenmiyor. YAŞASIN HALKIN ADALETİ diyoruz".

Açıklamanın ardından otobüslere binilerek Trabzon'a doğru yola çıkıldı. Trabzon Adliyesine gelindiğinde her mahkemede olduğu gibi hakim duruşmaya geç gelerek, duruşmanın geç başlamasına neden oldu.

Duruşmanın başlamasıyla söz alan müdahil avukat Cemal Yücel kendilerinin mahkemeye zorla girebildiklerini belirterek; "Polis aramasından geçiyoruz. Avukat kartlarımızı göstermemize rağmen yine zorluklar ile karşılaşıyoruz. Biz bu zorluklara katlanırken Adem Du zorıuKiara KatıaıııiKen /\uem Albayrak'ın avukatı İlhami Yelekçi elini kolunu sallayarak mahkemeye girebiliyor. Artık bu ikilik kaldırılmalıdır." diyerek tepkisini

çıkmayacaklarını belirttiler. Bunun üzerine dışarıda bekleyen

tutsak yakınları, tutsakların yapmış olduğu eyleme oturma eylemi ile destek verdiler. Oturma eylemi Kürtçe, Türkçe türkülerle, zılgıtlarla, alkışlarla yapıldı.

Görüş gününde zorluk çıkarılan tutsak yakını ile bir röportaj yaptık.

Bize görüş gününde yaşadıklarınızı anlatır mısınız?

Gülbeyaz Karaer (Uğur Türkmen'in ablası): Bayram görüşü için hapishaneye kardeşimi ziyarete gittim. Listeye ismimizi yazdırdıktan

dile getirdi. Cemal Yücel ayrıca îlhami Yelekçi 'nin katil Adem Albayrak'ı savunurken ifade ettiği "Adem Albayrak bir polistir ve silah kullanma izni verilmiştir, onun için de vurulup ölen kişilerin sorumlusu Adem Albayrak değildir. Çünkü, ona silah kullanma yetkisini devlet vermiştir." sözüne tepki göstererek "Kimse kimseye silah veripde karşına kim çıkarsa çıksın öldür diyemez. Kimsenin bunu yapmaya hakkı yoktur. llhami Yelekçi Adem Albayrak'ın tahliyesini isterken hep bu sözlere başvurmuştur. Adem Albayrak'ın bir buçuk senedir tutuklu bulunduğunu belirtiyor ama ölen onyedi kişinin dört senedir mezarda olduğunu unutuyor." şeklinde konuştu.

Avukatların savunmalarından sonra mahkeme heyeti daha önceden istenen Gazi Mahallesi'ndeki tatbikata kendilerinin gelemeyeceğini belirterek, bu tatbikat için Adalet Bakanlığı'na yazı yazdıklarını Adalet

sonra bekleme salonuna geçtik. Bu

arada bizden sonra gelen bir tutuklu yakını memleketten gelen akrabalarının soyadı tutmadığı için görüşe alınmadığını belirtti. Bayram görüşü olduğu için soyadı tutmayan birçok aile vardı. Bunun üzerine aileler yakınlarımız görüşe alınmıyorsa o zaman biz de görüşe girmiyoruz" diye karar alıp dışarı çıkmaya hazırlanıyorken, askerler ellerinde coplarla dışarıya doğru ailelerin üzerine doğru yürüdüler. Ben ve kardeşim de askerlere copları neden çıkarttıklarını dışardaki

Bakanlığından gelen "Bizi ilgilendirmez tatbikat sizin sorununuz" cevabından sonra mahkeme heyeti Gazi Mahallesi'ne gelmemek için bu sefer tatbikatı Gaziosmanpaşa savcılığı üzerine yıkarak mahkemeyi 14 Mayıs Cuma gününe erteledi.

Duruşma çıkışında basına açıklama yapan avukat Cemal Yücel kısaca gelişmelerden sözederek duruşmaya heyetinin Gazi Mahallesi'ne gelmek istememelerine anlam veremediklerini belirtti. Avukat Cemal Yücel'in açıklamasından sonra İstanbul'a geri dönmek için otobüslere doğru ilerlerken Trabzon'da okuyan ve Gazi halkına destek için mahkemeye gelen üniversite öğrencilerini polis gözaltına almak istedi. Bunun üzerine avukatlar araya girerek üniversite öğrencilerinin gözaltına alınması engelledi. Bu gelişmeden sonra otobüslere binilerek İstanbul'a geri dönüldü.*

ailelere saldırmayacaklarını

söyleyerek bir müddet tartıştık. Bizim bu tavrımız üzerine paniğe kapılan askerler alelacele copları kaldırdılar. Dışardaki oturma eylemine katılmamızı engellemek için bize sizi görüşe alacağız, dışarıya çıkarsanız görüş hakkınız kaybolur diyorlardı. Kararlı tutumumuzla bizde dışarıya çıkarak eyleme katıldık.

Biz teslim alma politikalarını pervasızca sürdüren Susurluk devleti bunu asla başaramayacak. "Özgü) Tutsaklar Onurumuzdur"*

1 MAYIS'LAR MEŞRUDUR

Tutsak Yakınları Kürkçüler

Hapishanesi'nde İdarenin Keyfî

Tutumunu Protesto Etti

Page 39: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

TAYAD'lı Aileler Şehitleri Anmak İçin Yemek Verdiler

"Evlatlarımız Onurumuzdur"

Mücadelenin onurlu neferleri olarak şehit düşen evlatlarını anmak için "30 Mart-17 Nisan Devrim Şehitlerini Anma" günleri çerçevesinde biraraya gelen

TAYAD'h Aileler (Tutuklu Aileleri Yardımlaşma Derneği) 10 Nisan Cumartesi günü saat 15.00'te Karacaahmet Cemevi'nde bir yemek verdiler. Yaklaşık 130 kişinin katıldığı yemeğe aileler alınlarında taşıdıkları kızıl bantlarıla geldiler. Çünkü evlatlarıyla gurur duyuyorlardı. Evlatlarını devrim için mücadele etmiş, halkın kurtuluşu için kendilerini feda etmişlerdi. Bu yüzden TAYAD çatısı altında biraraya gelerek evlatlarını sahiplendiklerini bir kez daha gösterdiler.

Karacaahmet Cemevi'nde verilecek yemek öncesi Cemevi yönetimi ile TAYAD'h aileler arasında bir tartışma yaşandı. Cemevi yönetiminin takındığı tavır karşında şehit aileleri tepkilerini dile getirdiler, ilk olarak TAYAD'lı aileler, kapıdaki görevliye yemek için birtakım taleplerinin olduğunu bunun için kiminle görüşmeleri gerektiğini sordular. Görevli, Eren adındaki müdür ile görüşebileceklerini söyledi. Bunun

üzerine Eren adlı bu kişiyle konuşmaya başlayan TAYAD'lı aileler, Cemevi yöneticisine "Verdiğimiz yemek devrim şehitleri için, şehit aileleri tarafından

veriliyor bu nedenlede şehitlerimizi ifade eden bir yazı asmak istiyoruz. Ayrıca yine şehitlerimizin resimlerinin bulunduğu bir pano asmak istiyoruz" dediler. Bunun üzerine cemevi yöneticisi önce taşkınlık yaşanabileceği gerekçesi ile karşı çıktı. TAYAD'h aileler herhangi bir taşkınlık durumunda kendilerinin bizzat müdahale edeceğini ifade ettiler. Bunun üzerine resimleri ve pankartı asmalarına Cemevi yöneticisi izin verdi. TAYAD'lı Aileler aşağıya inip pankartı asmaya başladığı ise sırada Eren adlı Cemevi yöneticisi, basının içeriye girmesini bahane ederek "Bunları asmanıza izin vermiyorum. Bunları asamazsımz hemen yemeğinizi yiyin ve çekin gidin." dedi. Bunun üzerine aileler "Az önce bize siz izin verdiniz. Neden bir anda kararınızı değiştirdiniz ve verdiğiniz sözde durmuyorsunuz" diye sordular. Aileler cemevi yöneticisine bu tartışmanın burada bitmeyeceğini,

kendilerini her yerde teşhir edeceklerini söylediler.

Cemevi dededisinin duasının ardından TAYAD'h ailelerden bir baba yemeğe gelenleri tüm devrim şehitleri için bir dakikalık saygı duruşuna davet etti. Saygı duruşu sırasında "Akın Var Akın Güneş'e Akın" şiiri okundu. Saygı duruşunun bitmesiyle TAYAD'lı ailerin devrim şehitlerini anlatan bir açıklama metni okundu. Açıklamada şöyle denildi: . "30 Mart-17 Nisan Şehitleri Anma Günleri'nde biraraya geldik. Oğullarımızın, kızlarımızın uğrunda şehit düştükleri bağımsız ve demokratik bir ülke umuduyla bizler de onları saygıyla anıyoruz.

Evlatlarımız şehit düştükten sonra onların yoldaşları oğullarımız, kızlarımız oldu. Yoksulluğa, zulme, haksızlıklara karşı verdikleri onurlu bir yaşam mücadelelerini sahiplenmek boynumuzun borcu oldu. Onların şehitlikleri bizleri biraraya getirdi ve bizler yoldaş olduk. Onların acıları yüreğimizde büyüdü. Yediğimiz yemekde, içtiğimiz suda boğazımızda düğümlenip yüreklerimizde öfke oluyorlar. Onları sahiplenmek, onları anmak, onları yaşatmak biz aileler için bir onurdur. Onlar ölmediler. Onları

biz babalar, analar, gençler ve tüm halk olarak zulmün karşısına dikilerek mücadelemizde yaşatıyoruz. Evlatlarımızı saygıyla anıyor, uğrunda şehit düştükleri mücadeleyi onurla kucaklıyoruz."

Açıklamanın ardından yemekler dağıtılmaya başlandı. Yemekler yenildikten sonra saat 16.30'da Gazi Mezarlığı'nda devrim mücadelesinde şehit düşenler için bir anma yapılacağı söylendi. Yemeğe katılanların bir kısmı Gazi Mezarlığı'ndaki anmaya katılmak için otobüslere binerek, Gazi Mahallesi'ne doğru hareket ettiler. Saat 16.30'da Gazi Mezarlığı'na gelen TAYAD'lı aileler ilk olarak 10 Nisan 1996'da şehit düşen Mustafa Bektaş ve Muharrem Karakuş nezdinde tüm devrim şehitleri için bir dakikalık saygı duruşunda bulundular. Saygı duruşunun ardından "Bize Ölüm Yok" marşı söylenerek şehiderin mezarlarına karanfiller koydular. Buradan da Gazi Mezarlığı'nda bulunan devrim mücadelesinde şehit düşen diğer halk kurtuluş savaşçılarının mezarları ziyaret edilerek karanfiller bırakıldı. Aileler şehiüerle ilgili anılarını anlatarak duygularını dile getirdiler. Mezarlar ziyaret edildikten sonra aileler vedalaşarak dağıldılar*

1 MAYISTA ALANLARDA OLALIM

Aksaray'da Kızıldere Anması Aksaray TÖDEF 10 Nisan günü Halkevi'nde bir anma düzenledi.

Devrim şehitleri için yapılan saygı duruşu ile başlayan anmada, THKP-C, Mahir Çayan ve Kızıldere anlatıldı. Şiirlerin okunmasıyla devam eden anmada "Yolumuz Çayanlarm Yoludur", "Kızıldere Son Değil Savaş Sürüyor" imzalı dövizler açıldı.*

Tüm uyanlara rağmen barında kadın çalıştıran ve satan bir kişinin işyeri cezalandırma amacıyla tahrip edildi. Eylem 6 Nisan günü Sarı gazi'de gerçekleştirildi.*

Page 40: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

Sevgin Çocuklar, Bugün 23 Nisan. Neşe doluyor

musunuz bilmiyoruz ama, size armağan edildiği söylenen bu bayram, ne yazık M, bugün için bir aldatmacadan ibaret.

Bu bayramın adına "Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı" deniyor. Ulusal egemenlik demek,

bağmsız olmak demektir. Yani başka büyük ülkelere bağımlı olmamak, kendi geleceğimiz, kendi politikalarımız, kendi eğitim sistemimiz hakkında kendimizin karar vermesi

Ne yazık H bugün ülkemiz öyle değildir.

Hani şu televizyonlardan gözünüze çarpmıştı', dünyanın çeşitli ülkelerine bombalar yağdıran ülkeler var ya, ülkemiz işte o haydutlara bağımlı bir Ötedir. O haydutların adı, emperyaJIzm'dir.

"Çocuk bayramı"ise tam bir kandflmaca. Çöpten ekmek toplayan Kardeşlerinizi, oyun oynamak yerine tamircide çalışan kardeşlerinizi görüyorsunuz mutlaka. Onlar varken, o çocuk yüreğiniz nasıl bayram yapsın?

Size o haydutların hükmetmediği bağımsız bir ülke armağan etmek, görevimizdir. Size, tüm çocukların çocukluğunu yaşayabileceği, güle oynaya oyunlar oynayabileceği, hiç bir çocuğumuzun çöplükten ekmek toplamayacağı bir ülke armağan etmek borcumuzdur. Devrimciler bunun için çalışıyor.

Ülkemizin çocuktan erken büyüyor. İnanıyoruz ki sizde gerçeklerin çok çabuk farkına varacaksınız. Ve bu savaşta, büyüklerinizle birlikte savaşacaksınız.

Bu ülkede verilen ilk kurtuluş savaşında da öyle olmuş.

Sizin yaşıtınız kardeşleriniz, haydutlara karşı savaşta, büyüklerinin yanında yeraJmışlar.

Onlardan yalnızca bir kaçının o savaş yıllannda yaptıklarının öyküsünü, size bu gününüz hatınna sunuyoruz.

Adapazarlı Kambur Kerim o zaman dümdüz, fidan gibi bir çocuktur. Babası seferberlikte ölmüştür. Mektebe gitmek için Eskişehir'e, teyze ve dayılarının yanına gider, Yıl 1919, yaşı henüz 14'tür.

Dayısı trenlerde makinistlik yapmaktadır. Eskişehir düşman elindedir henüz.

Teyzeleri ekmek vermediği için Hintli askerlerle dost olup onlardan bazı yiyecekler alır. Dost olduklarından depolarına da girer çıkar sürekli.

Birgün dedi ki makinist dayısı Kerim'e:

Ambardan silah çalıp bana getir,

gavura karşı koyan zeybeklere göndereceğim.

Ve ambardan silah çaldı Kerim: bir bir tane daha beş on. Aldattı Hindistanlı dostlarını zeybekleri daha çok

sevdiğinden Düşman Eskişehir'den çekilip

de, zeybekler şehre gelince, dayısı Kerim'i zeybeklere verir düşmana karşı koysun diye.

Çabucak öğrendi Kerim ata binmeyi

sığırtmaç olmayı - zaten bilgisi vardı bunda kayalardan genç bir keçi gibi

inmeyi, gizlenmeyi ormanda Ve bütün bu marifetleriyle

Kerim kaç kere ölüme bir kurşun atımı

yaklaşarak ve "geçmiş olsun" dedikleri

zaman şaşarak düşman içinden geçip getirdi

haber götürdü haber. Onu namlı bir "kaptan" gibi

saydı çeteler, bir oyun arkadaşı gibi sevdi

çeteleri O. Birün yine at üzerinde

"kaatlar götürmüş, kaatlar getiriyorken", atının Tekneciler denilen gavur çetelerinin yaktıkları ateşten

ürkmesi sonucu yere düşer Kerim. Oldukça kötü yaralanır. Köy köy dolaşurırlar Kerim'i. En sonunda çıkıkçı Şerif Usta gelip "zifte koyar bu kırılmış dal gibi çocuk gövdesini". Ve bir fidan gibi düz bir fidan gibi cesur bir fidan gibi vaadeden... Kerim'in gövdesini... bir ikindi vakti ziftin içinden kambur çıkarırlar.

Kambur Kerim, Nazım Hikmet'in dizelerinde destanlaşmış Kurtuluş Savaşının çocuk kahramanlarından biridir. Ancak adı böylesine duyulmayan, belki bir mezartaşı bile olmayan yüzlerce isimsiz kahraman çocuk

yok mudur Anadoluya?

Bir Kızılderili atasözü "bize dünya atalarımızdan miras kalmıştı. Biz onu çocuklarımızdan ödünç aldık" der. Eğer üzerinde yaşadığımız dünyayı çocuklarımızdan ödünç almışsak, bu onlara zulme, sömürüye, acılara, açlıklara boğulmamış bir dünya borçlu olduğumuzu anlatır. Dünyayı çocuklar gibi saf ve temiz, çocuklar gibi güleç, sevgi dolu ve çocuklar gibi mutlu, umutlu hale getirmemiz gerektiği mesajı verilir

bu sözle. Çocuklarımız bir ozanın

deyişiyle "yıldızlar arasında türküler söyleyerek oynayacakları" bir dünya istiyorlar bizden.

Hiç kuşkusuz bu onların hakkı da. Ama çocuklarımız bu dünyayı bize ödünç vermekten öte, aynı zamanda bize emanet eden atalarımız arasında da yerlerini almışlardı. Kurtuluş Savaşında yalınayak, aç-susuz kahramanlıklar yaratarak savaşan Kuvvacılarm, Çetecilerin yanında onlar da yerlerini almışlardı.

Onlar, ellerine oyuncak silah almadan mavzere sarılmış, korkusuzca düşman siperlerine dalarak silah elde edip geri çekilmiş, oyuncak bir bebeği olmadan yaralı askerlerin yaralarını sarmış yiğit Anadolu çocuklarıydılar. Maraş'lı Gazi Hafız Mehmet Tekinşen'in anlattıklarına kulak verelim; iki tane, daha sakallan çıkmamış... Bellerine birer çerkez kaması bağlamışlar, çete olmuşlar, gidiyorlar yukarı doğru. Yukarıdan da durmadan atılıyor silahlar. Uzunoluk yolunu da durmadan ateş altında tutuyorlar. Bu çocuklar da oraya gidiyorlar. Göz göre göre ölecekler.

"Oğlum nereye gidiyorsunuz? Gitmeyin" dedim. "İki adım almadan dut gibi dökülürsünüz. Gitmeyin yavrum..'"

"Bırak emmi, sen korkuyorsun gitme.!" Aldırmadılar söylediklerime, savuşup gittiler, içimden: Eyvah böyle cesur, böyle yiğit çocuklar da ölüp gidecekler" dedim.

Aradan yirmi dakika geçmedi. Baktım bunlar geliyorlar. Birer asker palaskası takmışlar, ellerine de birer tüfek almışlar: "Bak emmi, işte ölmeden geldik" dediler. Benden iyi bilirlermiş bu işleri. Ne yapmışlar: Çarpışmada düşen Fransız askerlerini görmüşler. Yılan gibi sıyrılmış varmışlar yanlarına... Tüfeklerini, palaskalarını soymuş gelmişler." Yaşları henüz 10,11,12 idi. Düşman Antep'i işgal etmiş, halka çeşitli baskılar uygulamaktadır. Halkta düşmana karşı bir kin vardır ancak bu kin henüz eyleme dönüşmemiştir. îşte

1 MAYIS'LAR MEŞRUDUR

KURTULUŞ SAVAŞININ ÇOCUK KAHRAMANLARI

Page 41: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

bu günlerde o zamanki adıyla ismet Paşa Mektebi'nin önünde Fransız askerleri bir kadının peçesini açmaya kalkarlar. Henüz on yaşlarında olan Kamil çocuk sevgisiyle çocuk, sezgisiyle, çocuk öfkesiyle annesinin namusuna uzanan bu ellere müdahale eder. Kamil'in müdahalesi üzerine düşman askerleri o'nu süngüleyerek katlederler. Kurtuluş Savaşı sırasında Antep'in ilk şehidi olan Kamil ulusal onurun simgesi haline gelir. Kamil'in katledilmesi Antep'te bardağı taşıran son damla olur ve bu olayın ardından düşmanla çarpışmalar başlar. (1)

O yıllarda Fransa, İngiltere gibi emperyalist ülkeler Anadolu'da yüzyıllardır kardeşçe bir arada yaşayan halkları birbirine düşürerek ülkemizi işgal etmeye, sömürülerinin devamını sağlamaya çalışıyorlardı. Yunanlılar da emperyalistleri destek ve kışkırtmalarıyla Ege'ye girmişler, halka olmadık eziyetler ediyorlardı. Tabi bu zulümden çocuklar da paylarına düşeni fazlasıyla alıyorlardı.

Safranbolu doğumlu Şükriye Sular henüz 12 yaşındadır. Babası Çanakkale'de şehit düşmüştür. Amcası 13 yıl askerlik yapmış, amcaoğlu ise halen cephededir. Şükriye de Kurtuluş Savaşına katılmak ister. Amcası karşı çıkar, "Kızım sen ne yapabilirsin ki Kız başınla? Daha çocuk sayılırsın sen?" diyen amcasına "çenene *u?smm hiç değilse" diyerek karşı koyar. Dediğini de yapar. Eskişehir'den Konya'ya, Ankara'ya kağnılarla uzun süre cephane taşır. Zaman zaman da yaralıların tedavi edilmesinde görev üstlenir.

"Bir yaralı geldi. Çadıra yatırdık. Çok kan kaybediyordu yarasından. Başımdan çemberimi çıkarıp yırttım. Yaralının ayağını sardım. Çadırdan dışarı çıktım... Şöyle etrafıma bakmamla birlikte yanımdan birşey geçti gene. Sanki kar yürüyordu. İçerden bağrıyorlar bizimkiler "Çavuş, gir içeri. Kan kaybediyorsun".

Ben hiçbir şey anlamadım. Yaralandığımı da anlamamıştım. "Bir şeyim yok benim" dedim. "İçeri gir, kan kaybediyorsun" diye üstelediler." Şükriye içeri girer. Çizmeyi

çıkarırlar ayaklarından. Üç yerinden yaralanmıştır. Sol tarafından bir kurşun ve süngü yarası, sağ kasığından da yine süngü yarası

almıştır. Yaranın sıcaklığından acı duymaz henüz.

"Tekrar askerler beni çadıra getirdiler. Girdim içeriye. Ama kapıdan gözetliyorum. Bir de baktım gene karlar yürüyor. Hemen nöbetçinin elinden süngülü tüfeği kaptım. Koştum atladım üzerine o hareket eden kar yığınının. Bütün

kuvvetimle daldırdım süngüyü. "Vay kaymeni" diye bir ses

duydum o sıra. Meğer o yürüyen kar yığınının altında Yunan askeri varmış. Kaçmaya çalışıyordu. Bırakmadım..." Şükriye orada öldürüyor düşman

askerini. Sonra bir madalya veriyorlar O'na. "Çocuk denecek yaştaki bu genç kız nasıl böyle birşey yapabilir" diyorlar. (2)

işte o dönemden 13 yaşında bir çocuk daha. O'nun babası Çanakkale'de şehit düşmüş. Köyü düşman işgali altında. Köylüyü, tek tek isimlerini yazmak için köy meydanına topluyor düşman. Ama

bu isimsiz kahraman için gidip düşmana ismini vermek onursuzluktur. Gitmez bu yüzden düşmanın ayağına: İstanbul o yıllarda Fransızlar, İngilizler ve İtalyanlar tarafından tümüyle işgal edilmiştir. İstanbul hükümetiyse onların elinde sadece bir kukla durumundadır. Ve o yıllar

da Yusuf Nurel henüz bir çocuktur. 1907 doğumludur. Yusuf Topkapı Rüşdiyesi'nde (lisesinde) okumaktadır. Ve gavurlardan nefret etmektedir. Kuvvacıları bularak onlarla çalışmak istediğini söyler.

Kuvvacılar ona ilk iş olarak kuryelik yaptırırlar. Bugünkü Maltepe ilkokulunun arkasında bulunan bir konağa götürmesi için bir şifre verirler eline. Ancak o Topkapı'yı geçtikten sonra Fransızlar'a yakalanır. Bunun üzerine kendisine verilen şifreyi hemen yutar. Bunu gören Fransızlar onu önce kandırarak konuşturmaya çalışırlar. Başaramayınca döverler, falakaya yatırırlar. O konuşmamakta direnir. Kuvvacıların sağ çıkamadığı Arapyan Hanı'na gönderilecekken son anda ellerinden kurtulur. Gördüğü işkencelerden dolayı hiçbir yeri tutmayan Yusuf çıkar çıkmaz yine doğrudan Kuvvacılar'in yanma gider. Durumu öğrenen Kuvvacılar tekrar bir şifre verip söyledikleri yere götürmesini isterler. Yusuf biraz duraksar. "Gene tutarlar diye korkuyorum efendim" der. Kuvvacılar'dan biri "seni vatan haini korkak" der Yusuf'a.

"... Bu "vatan haini"sözü içime bir hançer gibi işledi. Bütün ağrılarımı, acılarımı unuttum. Fransızların dayağı bile hiç kaldı bu sözün yanında. O halimle kağıdı aldım ve bu sefer Edirnekapı yoluyla giderek şifreyi yerine ulaştırdım."

Yusuf da artık bir Kuwa-i

Milliyeci'dir. Düşman cephaneliklerini soyarak Anadolu'ya göndermeye başlar.

"Gene birgün İngilizler'in Harbiye'deki cephaneliğini soymaya gitmiştik. Bu ara aklıma gelmişken söyleyelim: Benim bu soygun işlerinde yaşım küçük olmasına rağmen büyük yararım dokunurdu. Çocuk diye pek önem vermezlerdi... Birgün İngilizlerin cephaneliğini soymaya gitmiştik. Fakat nasıl olmuşsa olmuş, bu soygun işi Kuvvai İnzibatiye tarafından öğrenilmiş, onlar da İngilizler'e gitmişler, demişler... Bizim tabii bundan haberimiz yok, bilsek ona göre tedbirimizi alırdık. Cephaneliğe gittiğimizde ateşle karşılaştık. Beş arkadaşımız orada şehit oldu. Çekilmek zorunda kaldık. Fakat aklımıza koymuşuz bir kere. İki saat sonra gene gittik. İngilizler yeniden böyle bir çılgınlığa kalkışacağımızı ummamış olacaklar ki, fazla sayıda cephane aldık ve bunları Halic'e indirdik. Eyüp'ten de cephane gelmişti. Hepsini bir mavnaya doldurarak Karamürsel üzerinden Anadolu'ya yolladık".

Umudun kortejlerindeki çocukları gördükçe paniğe kapılıyor yıllardır hep aynı demagojiyi tekrarlıyorlar. "Çocukları bile kullanıyorlar" diyorlar. Böyle deyince de, bütün bu anlattıklarımızın üstünü örtmeye, bunları yok saymaya çalışıyorlar. Biliyorlar ki, bu olumlu miras, yeni kuşaklara anlatıldığında onları vuran silaha dönüşecektir.

Onlar sahtekarca Vatan-Millet-Sakarya edebiyatı yapadursunlar, halklarımızın en saf, en temiz kesimini oluşturan çocuklarımız da Kurtuluş Savaşı'nda gösterdikleri fedakarlık ve kahramanlıklarla bugüne ışık tutacak, umudun küçük savaşçılarına yol göstereceklerdir. 15'inde, 16'sında silah kuşanıp dağlara çıkan Erkan'larımızın, Cem'lerimizin yerini lO'unda yeni Kamiller, 12'sinde yeni Şükriye'ler, 13'ünde yeni Yusuflar dolduracaktır.*

(1): Bugün Gaziantep'in merkez ilçelerinden birinin adı Şehit Kamil'dir. Yine bu ilçede Şehit Kamil Anıtı ve Kamil Ocak stadı vardır.

(2): Bu başarılarından ötürü 1938'e kadar 50 lira aylık alan Şükriye Sular'a daha sonra sakatlandığı halde beş kuruş bile verilmiyor. 70'li yıllarda İstanbul'da bir gecekonduda oturuyor. Birçok merciye başvursa da kendisiyle ilgilenen olmuyor. Çocuk yaştayken bu vatan için emperyalistlere karşı canını ortaya koyan Gazi Şükriye Sular'ı vatan toprakları emperyalistlere peşkeş çekilince ne arayan ne da soran kalıyor.

1 MAYISTA ALANLARDA OLALIM

Page 42: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

"BAZI NAHOŞ ŞEYLER OLABİLİYOR..." Demirel, 25 Mart'ta ODTÜ'ye

gittiğinde öğrencilerin ülkemizdeki işkence ile ilgili sorularıyla karşılaşınca, başlıkta aktardığımız cevabı verip şöyle devam etmiş:

"Türkiye'de insan hakları ihlalleri vardır. Daha çok karakollarda, eziyet yapılması, dayak işkence gibi konulardan ibarettir" (26 Mart 1999, Cumhuriyet) Demirel, konuşmasının devamında da işkencenin nedenini polisin eğitimsizliğine bağlayarak konuyu kapatmıştır.

Düşünün! Bir ülkenin cumhurbaşkanı başında olduğu devletin uyguladığı işkenceyi böyle pervasızca itiraf ediyor ve dahası bunları yumuşatıp meşrulaştırmaya çalışarak "nahoş olaylar" diyebiliyor. Kuşkusuz bu türden açıklamalarda şaşıracak bir şey yoktur. Bunlar ülkemizdeki demokrasicilik oyununun iki yüzünden biridir. Demokrasicilik oyununun kuralı budur: Yaptıklarını gizleyecek, çarpıtacak, olmamış gibi davranarak halkı aldatmaya çalışacaksın. Kendi yasalarını çiğneyecek, işkence yapacak, çalacak, çırpacak, zulüm yapacaksın ama her yer toz pembe gibi davranacaksın. Demokrasicilik oyunu, işkenceyle ilgili olarak da sürdürülmektedir.

İşte, demokrasicilik oyununun İŞKENCE ile ilgili ON ALTIN KURALI: 1-Cumhurbaşkanları, başbakanlar,

bakanlar, devletin yetkili kişileri duruma göre ya "işkence yoktur" ya "münferittir''ya da "vardır ama nahoş şeylerdir" diyeceklerdir...

2-Kamuoyunun tepkileri yükselince TBMM'de apar topar işkenceyi Araştırma Komisyonu gibi bir kaç "soruşturma" komisyonu

kurularak, göstermelik bir ifa olayın üzerine gider gibi

ADI SOYADI: Mustafa KARAAĞAÇ DOĞUM TARİHİ: 1975 MESLEĞİ: Eczacı kalfası GÖZALTINA ALINDIĞI YER VE

TARİH: Adana, 24 Eylül 1993 GÖRDÜĞÜ İŞKENCE TÜRLERİ:

Kafaya silah dayayarak ölümle tehdit etme, kaba dayak, askı, elektrik verme, haya burma, soğuk su dökme, küfür, hakaret...

GÖZALTINDA KALDIĞI GÜN: 10 gün

ŞU ANDA BULUNDUĞU YER: Bursa Hapishanesi

24 Eylül 1993 günüydü... Bir arkadaşımı aramak için telefon kulübesindeyken kafama dayanan silahla irkildim. Daha ne olduğu anlayamadan üzerime çullandılar, yere yatırdılar. Ne için ve hangi sebepten gözaltına alındığımı söylemediler. Küfür ve hakaretlerle bir arabanın içine koyarak gözlerimi bağladılar. Bir süre Adana'nın çeşitli yerlerinde dolaştırarak boş ve ıssız bir yere götürdüler. Burada kafama silah dayayıp öldürme tehditleri savurdular. Daha sonra da Adana

gözükülecek ve sonunda "maalesef işkence yapılmış ama bir daha olmayacak, yeni genelgeler çıkardık" enilecektir...

3-Burjuva basın bir iki olayı bir kaç kez yazarsa, fazla ileri gitmemeleri

için işkencenin nedeninin "kötü niyetli polis memurları" olduğu açıklanacak, devletin işkenceci yüzünü gizlemek için gereken

yapılacaktır... 4-Adli tabibliklerde işkence

mağdurlarına işkence raporu verilmeyecek, tedavileri engellenecektir. 5-Işkence görenlerin suç duyuruları

dikkate alınmayacak, açılan davalar ise zamana yayılarak zaman aşımından düşürülecektir. Dahası işkence ile imzalatılan ifadeler Emniyet Müdürlüğü'ne götürdüler.

Burada bodrum katına indirdiler ve hemen işkenceye başladılar. Tekme ve yumruklarla saldırıp arkadan bağlı olan ellerimden yüksekçe bir yere astılar. Yumruklamaya ve tekmelemeye askıda da devam ettiler. Ayak başparmağıma ve cinsel organıma bağladıkları kablolar ile elektrik verdiler. Elektriğin etkisiyle vücudumda kasılmalar meydana geldi, sağa sola sallanmaya başladım. Ben sallandıkça onlar da tekme vuruyorlardı. Bir yandan da hayalarımı sıkıyorlardı. Arada bir üzerime döktükleri su ile elektriğin etkisini artırmaya çalışıyorlardı.

Boğazım kurumuş, kalbim hızlı hızlı atmaya başlamıştı. Vücudumun yandığını, içimden birşeylerin koptuğunu hissediyordum. Bu seanslar devam ederken üzerime kovalarla soğuk su dökmeye başladılar. Bir süre sonra askıdan indirip emniyetin içinde dolaştırmaya, arada bir kollarımdan çekerek koşturmaya çalıştılar. Bu sırada kadın polisler de sözlü sataşmalarıyla işkenceye katıldılar.

sonucu herkese on yılları aşan cezalar verilecektir.

6-Hasbelkader işkenceden yargılanan işkenceci olursa mahkemelerde beraat kararı verilecek, tutuklanan işkenceci olursa serbest bırakılacak ve terfi ettirilecektir.

7-İşkenceyi yasaklayan uluslararası anlaşmalara imza atılacak, ülke içinde benzer kanunlar çıkartılarak ülke ve dünya kamuoyu aldatılmaya çalışılacaktır.

8-İşkenceciler CIA teknikleri ile eğitilecek, bu konudaki son teknoloji takip edilecek ve hiç bir harcamadan kaçınılmayacaktır. Tüm bunların gizli yapılmasına azami oranda dikkat edilecek, kamuoyuna bilgi sızdırılmayacaktır. Ardından tekrar fiziki işkenceye

başladılar. Elektirik verme, kaba dayak, haya burma, askıya alma şeklinde işkence devam ediyordu. Daha sonra adını öğrendiğim "ŞamU" isimli bir işkenceci bir yandan kaba dayak atarken bir yandan da Remzi Basalak isimli devrimcinin dilini nasıl kopardığım, ona nasıl işkenceler yaptıklarını anlattı ve benim de sonumun böyle olacağını, işkence merkezinden hiç kimsenin işkence görmeden çıkışının olmadığını söyledi. Elektirik ve askı seansları belli aralıklarla yapılıyordu... Halsiz düştükten sonra daracık, havasız, battaniyesiz bir hücreye kapatarak başka bir işkenceye başadılar. Bu işkenceler toplam 10 gün sürdü... Gözlerime bant taktıklarından bir çok işkencecinin yüzünü göremedim. Kendi aralarında kullandıkları kod isimler şunlardı; Efuli, Milis, Komutan, Şamil, Hasan Öden...

Adana Emniyet Müdürlüğü'nde 10 gün süren işkenceli sorgulamalardan sonra 5 Ekim 1993 günü çıkarıldığım mahkeme tarafından tutuklandım.

1MAYIS'LAR MEŞRUDUR

Page 43: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

ADI SOYADI: Haydar BOZKURT DOĞUM TARİHİ: 1974 MESLEĞÜ: Konfeksiyoncu GÖZALTINAALINDIĞI YER VE TARİH istanbul I Avcılar / Parseller, 29 Aralık 1995

GÖRDÜĞÜ İŞKENCE TÜRLERİ

elektrik verme, kaba dayak, öldürme ve kaybetme tehditi, uzun namlulu silahlarla ateş açarak infaz provası yapma, cinsel taciz, haya burma, küfür ve hakaret... GÖZALTINDA KALDIĞI GÜN: 7 Gün ŞU ANDA BULUNDUĞU YER: Sağmalcılar Hapishanesi

29 Aralık 1995 günü, Avcılar Parseller'deki evimizin 20-30 silahlı polis tarafından basılmasıyla gözaltına alındım. Bir ticari taksiye bindirerek Avcılar Ambarlı Terörle Mücadele Karakolu'na götürdüler. Karakolda bütün elbiselerimi çıkardılar. O şekilde karanlık ve soğuk bir

9-İşkencede katledilenlerden sonra "kalp krizi geçirdi", "camdan atladı", "kafasını duvara çarptı", "tuvalette iç çamaşırıyla kendini astı", "intihar etti" türü açıklamalar ivedilikle yapılacak, işkence ile öldürüldüğünü söyleyenler "polisimizin elini soğutmak isteyen vatan hainleri olarak" ilan edilecek, göz altına alınıp onlar da susturulacaktır.

10-İşkence her zaman her yerde sürdürülecek, halk işkence ve katliamla teslim alınmaya

ADI SOYADI: Kıymet KILIM; DOĞUM TARİHÎ: 01. 01.1977 MESLEĞİ: Hemşire GÖZALTINA ALINDIĞI YER VE TARİH:

Istanbul/Nurtepe, 29 Mayıs 1998 GÖRDÜĞÜ ÎŞKENCE TÜRLEEÎ: Askı, kaba dayak, buz üstüne yatırma, tazyikli suya tutma, poşetle boğmaya çalışma, tecavüze kalkışma...

GÖZALTINDA KALDIĞI GÜN: 8 gün ŞU ANDA BULUNDUĞU YER:

Ümraniye Hapishanesi Nurtepe-Güzeitepe Mahaiiesi'nde Halk

Meclisi üyesiydim. Halk Meclîsi'nin Kültür-Sanat Komisyonu'nda ver alıyor, hemşire olmam nedeniyle mahalle halkının sağlık sorunlarının çözümünde de yardımcı oluyordum. 29 Mayıs 1998'de Nurtepe'de yapılan bir ev baskınında gözaltına alındım. Ziyaretine gittiğim bir aileyle sohbet ediyorduk. Bu sırada evin kapısı kınlırcasına yumruklanmaya başladı. Evin etrafını tamamen sarmışlardı. Kapı açılır açılmaz üzerime abandılar. Hemen beni başka bir odaya aldılar. Arka arkaya onlarca soru sormaya başladılar. Cevap alamayınca konuma, sırtıma ellerinde bulunan silahlarla vurdular. ızerimi soymaya çalıktılar. İzin vermeyince işkencecilerden BİR göğüslerimi sıktı. "Şeıefsiz" dedim. "Kes sesini o ... sana gününü göstereceğiz" dediler. Ve saçlarımdan sürükleyerek evden dışarı çıkardılar. Sürükleyerek polis otosuna bindirdiler. Aynı anda çevredeki evlerden analar, çocuklar, yaşlı amcalar çıktılar, otonun etrafım çevirdiler. "Kızı nereye götürüyorsunuz?" diye tepkilerini gösterdiler. Polisler şaşkın... Tekrar küfür etmeye haşladılar. Gaza basıyorlar ama araba bir santim bile ilerleyemiyor. Çünkü

hücrede birkaç saat beklettiler. Daha sonra bir arabaya bindirerek, şehir dışında bir yere götürdüler/Talimin edebildiğim kadarıyla Tekirdağ ya da Çadırkent'e getirdiler. Burada villa tipi bir eve soktular. Ve işkenceye başladılar. Ters askı, elektrik akımı verme, sopa ile dövme gibi fiziki işkencelere maruz kaldım. İşkencelerin ne kadar sürdüğünü tam olarak hatırlamıyorum ama bir süre sonra evin dışına çıkarıp, ıssız bir yerde 20 dakika kadar yürüttüler. Uzun namlulu silahlarla uzaktan bana doğru ateş açmaya başladılar. Kurşunlar yanımdan geçiyordu. Sürekli olarak hiç duymadığım hakaretleri bana söylüyorlardı. Bu şekilde öldürme, infaz provası yaptılar, işkenceciler "Biz Jitem'ciyiz, aynen Düzgün Tekin gibi seni öldüreceğiz" diyorlardı. Daha sonra tekrar arabaya bindirdiler ve kaba dayak eşliğinde Esenyurt Jandarma Karakolu'na çalışılacaktır.

Kuşkusuz bu kuralları bu biçimi ile biz yazılı hale getirdik. Ancak bunlar yazılı veya değil, ülkemizde sürdürülmekte olan işkence politikalarının bir özetidir, ılkemizdeki işkence gerçeği bir devlet politikası olarak bu kurallar çerçevesinde on yıllardır uygulanmaktadır. Elbette işkenceci Susurluk devletinin işkence kurallarına karşı halkın da kuralları vardır. Bu kurallar artık birer şiara, arabanın önünde mahalle halkı bir barikat oluşturmuş durumda. Böyle bir süre geçtikten sonra santim santim ilerleyerek mahalleden çıkabildiler. Mahalleden çıktıktan sonra bana rekraı saldırdılar. Bir tanesi sürekli cinse! tacizde bulundu, "O.... seni s......" diyerek küfürler

ediyordu. Yaklaşık yarım saat sonra Vatan'daki işkencehaneye getirildim. Önce benimle alınan Ayhan Mimtaş'ı götürdüler. Ardından ev sahibi kadını ve kızı götürdüler. En son beni indirdiler, ferime çullanıp, kollarım) kelepçeleyip gözlerimi bağladılar. Cinsei tacize hem sözlü olarak, hem de elle devam ettiler. Sürükleyerek içeriye aldılar. Gözlerimi açtım. Gelip yeniden saldırdılar. Teker teker hücrelere konulduk. Aklıma "Sana tecavüz edeceğiz. Kurtuluşun yok" demeleri geldi. Tüylerim ürperiyor. Daha önce burada tecavüz ettikleri kadın yoldaşları düşündüm. 3-4 saat sonra gelip aldılar. Önce, zorla elbiselerimi çıkardırlar. Tazyikli suyun önüne tuttular. 5-6 dakika tutup biraz ara verdiler, sonra tekrar devanı ettiler. Cevap alamayınca bu sefer başıma poşet geçirdiler. Su dolu koranın içine başımı soktular. Boğulacağımı düşündüm. Aradan bir süre geçtikten sonra çıkarıp "Konuşacak mısın?" diye sordular. Cevap alamayınca tekrar başımı suya soktular Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum. Ama kendimden geçmişim. Kendime geldiğimde ciğerlerime dolan suyu çıkartmaya çakşıyorlaıdı. Panikledikleri ortadaydı. Arkasından küfürlerle beni bir sandalyeye ters yatırıp copa benzer bir şeyîe makattan tecavüz etmeye çalıştılar. "Konuş kurtul orospu, yoksa seni de benzeteceğiz" diyordu birisi. Aynı anda bir çok duyguya kapılıyorum. Utandığımı hissediyorum. Elimle

getirdiler. Karakolda beni tekrar askıya aldılar. Askıda elektrik verdiler. Hücrede göz bantını duvara sürterek açtım. Bunun üzerine 10-15 asker içeriye girerek, sopalarla dövdüler. Beni bilmediğim bir yere götürdüler. Çok pis bir hücreye koydular. Hücrenin içinde büyük fareler vardı. Yaklaşık 8 saat sonra iki polis beni oradan alarak istanbul Emniyet Müdürlüğü Siyasi Şube'ye, Tim-1 masasına götürdüler. Koydukları odada 5-6 polis sürekli hakaretlerle tekmeledüer, cinsel tacizde buludular, hayalarımı sıktılar. Bu arada bayılmışım. Ayıldığımda benim üstümü giyindiriyorlardı. Bir yandan da "Senin öldüğünü sanmıştık" diyorlardı. Ardından hücreye koydular. Birkaç saat hücrede bekletildikten sonra, o dönemin emniyet müdürü Orhan Taşanlar ve yardımcısı Reşat Altay'in yanına götürüldüm. Taşanlar bana, '"Seni slogana dönüşüp halkın diline yerleşmiştir:

İNSANLIK ONURU İŞKENCEYİ YENECEK!.. İŞKENCECİLERDEN HESAP SORDUK SORACAĞIZ!.. Evet, bu iki slogan işkenceci

Susurluk devletine karşı halkın tavır ve düşüncelerinin ifadesidir.

İlki, işkencehanelerde "burada Allah da, peygamber de biziz" diyen işkencecilerin devrimci onur karşısında her zaman yenildiklerinin göğüslerimi, cinsel organımı kapatmaya çalışıyorum Bu çabalarıma bir anlam veremedim bir an. Tekmeleriyle rastgele her yerime vurmayı sürdürdüler.

Saçlarımdan tutup başka bir yere götürdüler. Götürüldüğüm odada "Yeşil" lakabım taktıkları bıyıklı, 1.75-1.80 boylarında, esmer bir işkenceci ve "Hans" adını taktıkları bir başka işkenceciyle birlikle 3-4 işkenceci daha vardı. Hans "Askıya alalım da gör gününü" dedi. Bundan sonra askı odasına getirildim. Acaba nasıl bir şey diye düşünüyorum bir an. Kollarımı arkadan çapraz bir şekilde bağladılar. Askıdayken vücudumla alay ettiler, göğüslerimi sıktılar. "Şerefsizler" diye bağınyorum. Hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor. 10-12 dakika sonra askıdan indirdiler. Biraz sonra tekrar aldılar. Bu sefer ayaklarınım hemen altına bir sandalye koydular. "Konuşacağını belli etmek istersen sandalyeye ayağını bas" dediler. Ayağımı sandalyeye yaklaştırıp yere devirdim. Tam bu sırada "Hans" konuşacağımı düşünmüş olacak ki "işte böyle kızım" dedi. Ama bekledikleri cevabı alamayınca daha da saldırganlaştılar. "Yeşil" lakaplı işkenceci "Beşinci kata çıkarın da aklı başına gelsin" dedi. Tekrar hücreye posam çıkmış bir şekilde attılar. 7 saat sonra gelip beşinci kata çıkardılar. Önce gözlerimi açıp karşısına oturtmaya çalıştıkları işkenceci "iyi polisi" oynamaya başladı. Bir süre konuşmaya de\am etti. Hemen arkasından da iki-üç kişi gözlerimi bağlayıp, yere yüzüstü yatırdılar. Az önce konuşan şimdi başıma oturmuş, ayaklanma makas pozisyonu verip başıma doğru gerdiriyordu. Her çekişinde damarlarımın kopacağını düşünüyorum. Bayılmışım. Yüzüme vurdukları tokatlarla kendime geldiğimde üzerimdeki

öldüreceğiz, buradan sağ kurtulamazsın" dedi. Ve beni tekme-tokat dövmeye başladı. Diğer polisler Taşanlar'a yardım etti. Bana işkence yapanlar; o dönem istanbul Emniyet Müdürü olan Orhan Taşanlar, yardımcısı Reşat Altay, Tim-1 masasına bağlı işkencecilerle Avcılar Ambarlı Karakolu ve Esenyurt Jandarma Karakolu'na bağlı işkencecilerdir.

Daha sonra beni DGM'ye çıkardılar. DGM'de doktor kontrolüne çıkarıldım. Polis odanın içindeydi. Doktor benim şikayetim olup olmadığım sordu. Ben ise bütün şikayetlerimi söyledim. Polis müdahale ederek "Bu komünisttir, bir şey olmaz" dedi. Doktor da polisi destekleyerek "Buna rapor vermeye gerek yok. Bir şey olmaz, ölmez bu" dedi. Daha sonra çıkarıldığım DGM tarafından tutuklandım.: bir ifadesidir.

İkincisi, işkence yapanlara, yaptıranlara karşı mevcut hukuk sisteminde ADALET bulamayan halkımızın adalet istemine nasıl cevap olunduğunun, olunacağının ifadesidir.

Bunlar aynı zamanda işkence ve işkencecilerin olmadığı tam bağımsız, demokratik, adalet ve onurun en yüce erdem sayıldığı bir ülkeye özlemin dile getirilişidir. Bu ödem, tüm işkencelere rağmen bir gün mutlaka gerçek olacaktır... •

elbiselerin de soyulmuş olduğunu gördüm. Hemen tazyikli suyun altına yatırıp koltuk altlanma buz sıkıştırdılar. Ayrıca altımda da buz ka'ıplan vardı. Bir ara kollarımı salladılar. Hiçbir şey hissetmiyordum Bir yandan da dalga geçmeye başladılar. "Yeşertene, filizlenene kadar suyun önünde kalacaksın. Çok pis kokuyor zaten. O.... sayemizde temizleniyor" diyorlardı. Benimle dalga geçen "Rambo" lakaplı, sürekli yumuşak bir ses tonuyla, ikna edici tarzda konuşan; bıyıklı, esmer, kır saçlı, 1.74 boylarında olan birisiydi, işkenceciler sürekli değişiyor. Vatan'daki işkenceciler sürekli teker teker geliyor. Asıl işkenceci başs "Karadayı" lakaplı şişman, göbekli birisi, işkence cuma akşamından pazartesi sabahına kadar devam etti. En son askıya aldıktan sonra tazyikli suya tuttular. Tazyikli sudan sonra çıplak olarak diğer arkadaşların bulunduğu odaya götürmeye çalıştılar. Direndim, içeriye girmek istemedim. Çırılçıplak yoldaşlarımın karşısında olmak bana ilk önce korkunç geldi. Kendimi bu düşünceden hemen kurtardım. Çünkü benim tereddütümü fark ettiklerinde daha da yükleneceklerdi. Daha sonra elbiselerimi getirip önüme attılar. Gözlerim bağlı hiçbir şey görmüyorum ama eiime ne geçirirsem giyiyorum. Nasıl giyindiğimin farkında değilim. Ve sürekli titriyorum. Titrememem gerektiğini biliyorum ama titrememe engel olamıyorum. Hücreye indirdiler. Ama hala çıplak olarak yoldaşlarımın yanına götürülmenin utancı içindeyim. Bir türlü o düşünceyi kafamdan atamıyorum.

Gözaltı süremizi vücudumuzdaki işkence izlerinin geçmesi için uzattılar. 8. günün sonunda çıkarıldığmız mahkemede tutuklandık.

1 MAYIS'TA ALANLARDA OLALIM

Page 44: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

Merhaba İbrahim Abi; Size önce güzel bir haber vereyim:

seçim konusunda sonunda babamı ikna edebildik. Annemle anlaştılar eğer son anda fikir değiştirmezse yalnızca muhtar seçimi için oy kullanacaklar. Mahallede aynı şekilde düşünen başka bir çok insan daha var, bakalım ne olacak?

Hafta sonunda şehitlerimizi anmak için bir piknik yaptık. Okuldan bizim dışımızda 21 arkadaş daha katıldı. Aslında hedefimi/, çok daha fazlaydı ama ancak bu kadar oldu. Gene de ilişkilerimizi geliştirmek, şehitlerimizi, partimizi anlatmak açısından iyi oldu. Gelenler içinde devrimcileri pek tanımayan arkadaşlar da vardı. Bir çok soriı sordular. Sorulu cevaplı bayağı canlı bir tartışma ortamı oldu. Ben bile epeyce konuştum. Öyle teorik şeyler falan değil. Arkadaşlarla daha önce? piknikte neler yapacağımıza ilişkin programı hazırlarken bana da bir konuşma yapma görevi verildi. Yanlış bir şeyler söylerim diye çekinme, daha önce nasıl düşünüyordun, nasıl yaşıyordun devrimci hareketle tanıştıktan sonra nasıl düşünmeye başladın yaşamında neler değişti, bunları olduğu gibi anlat demişlerdi, ben de anlattım. Bu daha iyi oldu sanıyorum, çünkü pikniğe gelen arkadaşların sorulan hala sürüyor, ben de dilim döndüğü kadar anlatmaya devam ediyorum.

Pikniğe gelenlerin içinde yeni ilişki kurduğumuz bir arkadaş var, ona Kurtuluş'un son beş-altı sayısını vermiştim. Hoşuna gittiğini, yazılanları anlayabildiğini söyledi. Onun bir de başka siyasetten yakın bir akrabası var. Hani şu, 16 Mart'ta gösteri yapmak için ancak 60-70 kişiyi biraraya getirebilen 13 siyaset var ya, onların birinden. îşte o, okusun diye çıkardıkları yayınlardan arkadaşa da veriyormuş. Gerçi arkadaş yazmış olduklarından pek bir şey anlamıyorum, bir sürü uzun uzun yazıyorlar? içlerinde güncel olan bir şey varsa onlara şöyle bir bakıp bırakıyorum, zaten bir şey yaptıkları yok yazıp yazıp duruyorlar işte diyor. Mavi çarşı olayını da biraz tartışmışlar. Akrabası bu tür eylemler yanlış ama tepkiden kaynaklanıyor, anlamak lazım, nazik bir dönemden geçiyoruz o yüzden eleştirileri daha sonraya bırakmak gerekir gibi şeyler söylemiş. Kurtuluş okuduğunu öğrenince de bu sefer aman onlardan uzak dur, onlar şöyledirler, böyledirler diye başlamış bizi eleştirip, karalamaya. Arkadaş da yazılanlar doğru değil mi, si? niye eleştirmiyorsunuz diye kızmış. Dün

yine biraz konuştuk, çuval dolusu yazıp çizip duruyorlar, ne dediklerini yapıyorlar, ne de yazıp çizdikleri anlaşılıyor ama siz onlardan çok farklısınız dedi. Doğrusunu islerseniz göğsüm kabardı, bir gurur duydum ki. Ben de tabii ki farklıyız, bizim ayaklarımız başka, kafamız başka yerde değil, bu ülkenin gerçeklerine göre hareket, ediyoruz; halkımıza, yarattığımız devrimci değerlerimize, geleneklerimize bağlıyız dedim. Ne de olsa özellikle son dönemde okuduklarımdan tarihimize, partimize ilişkin epeyce bir şeyler öğrendim. Öğrendiğim kadarıyla da anlatmaya çalışıyorum. Akrabasının verdiği dergilerden birini bana da getirmişti. Hakikaten şöyle yapmalı, böyle yapmalı, şu yanlış, bu eksik diye hep akıl satıyorlar. Yazıların içinde bir de bir sürü yabancı kelimeler var, çoğunun anlamını ben de çözemedim.

Kısacası diğer siyasetleri pek tanıyor sayılmam ama şöyle bîr bakıp kıyasladığımda aramızda gerçekten hemen her konuda çok fark olduğunu görebiliyorum. Geçen gün arkadaşlarla da konuştuk bunu; bizim sorunumuz da esas olarak bu, devrimciliğin dejenere edildiği, devrimcilik adına burjuva politikalarının, küçük hesapların solda revaçta olduğu böyle bir dönemde farklılığımızı çok daha iyi ortaya koyabilmeliyiz, çok daha geniş kitlelere gösterebilmeliyiz dediler. Bu konu üzerinde yine tartışacağız. Bu arada çevremizdeki insanlardan bizim hakkımızda, sol hakkında ne düşünüyorlar; ne bekliyorlar; neleri yanlış, neleri doğru buluyorlar bunları daha dikkatli izlemeye, öğrenmeye çalışacağız. Böylece bugüne kadar kendimizi ne kadar anlatabilmişiz, neleri eksik bırakmışız daha iyi götürüz, diye düşündük. Bunun bize epeyce yararı olacak sanıyorum.

Yine hep kendimizden bahsettim. Sizler nasılsınız İbrahim Abi, ne yapıyorsunuz? Cahide abla onların anmaları güzel olur, haftalar öncesinden hazırlığa başlarlar diyor. Keşke olanağı olsaydı da anma programınızı ben de izleyebilseydim. Neyse bir gün kısmet olur belki. Az kaldı, okullar tatil olsun hiç değilse arada bir ziyaretinize gelmeye çalışacağım. Bu arada evdekilerin selamları olduğunu da unutmadan iletevim. Benden de hepinize sevgiler selamlar. Kendinize iyi bakın.

Kardeşiniz Meral

Merhaba Sevgili Meral; Mektubunu aldık. Sağol. Babanı

yola getirebildiğinize sevindik. Dediğin gibi son anda fikir değiştirirse de bu o kadar da önemli değil. Bizim açımızdan öncelikli olan doğru siyasal tavrımızı ortaya koymaktır. Tavrımızın sonuçlarını almada temel aldığımız kıstasımız da oy kullanmayanların oranının ne kadar olup olmayacağından çok belirlediğimiz tavrın devrimin gelişmesine ne kadar katkı sağlayıp sağlamadığı; bu süreçte kaç insana gittiğimiz, kaç yeni ilişkiye ulaştığımız, kaç kişiyi örgüdediğimiz ve örgüdemeye çalıştığımız olmalıdır.

Diğer siyasetlerden farklılığımızı ortaya koymamız hakkında yazdıkların doğru. Evet, hemen herşeyimizle farklıyızdır. Neden farklı olduğumuza geçmeden önce yıllar öncesinden bir olayı size de aktarayım. Üniversiteye devam ettiğim yıllarda okulda devrimcilere sempati duyan ama tercihlerini belirlememiş dört-beş kişilik bir arkadaş grubu vardı. Bunlar çeşitli siyasetlerin yayınlarını okuyup onları tanımaya çalışıyorlardı. Bir ara okulda varolan her siyasede ayrı ayrı görüşüp doğrudan onların ağzından düşüncelerini öğrenmeye karar vermişler. Bize gelmeden önce de çeşidi siyasetlerin okuldaki yetkin insanlarıyla görüşmüş onları dinlemişler. Biz de duyduk tabu bunu. Neyse, kısa bir süre sonra bize de gelip hadi bakalım siz de kendinizi anlatın dediler. Biz de onlara bir şey anlatmayacağız, izlediğiniz yöntem yanlış, sizi doğruya götürmez. Tabii dedik, gerekirse bizde çok şey anlatabiliriz, saaderce konuşabiliriz ama bunun pek bir değeri yok. Herkes bir çuval laf ediyor ama sonuç ne, sadece teori yapmakla, anlatmakla olmaz bu işler, aklı başında adamlarsınız, zaten okuyup araştırıyorsunuz ama yazılanlardan, anlatılanlardan çok asıl olarak pratikte kim ne yapıyor, ne ediyor yazdığıyla, söylediğiyle YAPTIĞI ne kadar birbirine uygun onlara bakmalısınız dedik. Tabii şaşırdılar. Çünkü daha önce görüştükleri gruplar ne biçim hazırlanmışlar, toplantıya dergilerini, yayınlarım toplayıp getirmişler. Ne de olsa devrimci olmaya niyedi gözüken insanlar ayaklarına kadar geriyor, bol bol yaldızlı laflar yapıp teoriyi ne kadar çok iyi bildiklerini gösterip hesapta kafalayacaklar. Biz ise teori yapmaktansa o dönemdeki ülkedeki çeşitli gelişmelere, olaylara, okuldaki sorunlara ilişkin sohbet ettik. Onları dinledik,

somutluklar üzerinden tartışma yürüttük. Açık ve samimi yaklaşımımız onları çok etkiledi. Şimdi asıl konumuza dönelim.

30 yıllık tarihimize bakalım; bu ülkede devrimin gelişmesine olumlu katkıları olan geleneklerin ilk yaratıcısı hep biz olmuşuzdur. Hangisine bakarsan bak ilkler hep bizden çıkmıştır. Teslim olmama, çatışma geleneğinden hapishane direnişlerine, işkenceye karşı kitlesel direnişlerin örgütlenmesinden demokratik mevzileri geliştirme ve bu mevzilerde direnmeye, eylem hedeflerinden biçimlerine kadar ilklere hep biz imza atmışız, sol önce bizi bol bol eleştirmiş ama bir süre sonra da bir çok şeyimizi taklit etmeye başlamıştır.

Peki neden ilkler hep bizden çıkmış, geleneklerin yaratıcısı olmuşuz? Dünyanın en akıllıları, en çok okumuşları biz olduğumuz için mi? Hayır öyle bir iddiamız yoktur. Ama bizim dışımızdaki soldan temel farkımız açık oluşumuzdur, söylediklerimizde, davranışlarımızda samimi oluşumuzdur, küçük hesaplar peşinde koşmayışımız, halkın, devrimin çıkarlarım temel alışımızda:. Hedefimizdeki karalılığımızdır. Devrimciliği kavrayışımızdaki saflığımızdır. Tabii bunun kökeni ta 30 yıl öncesine Mahirlere dayanıyor. Onlardan güçlü bir miras devralmış ve bu mirasın koruyucusu, geliştiricisi olmuşuz. Mesela, Mahir oportünizme, revizyonizme karşı ideolojik mücadele bayrağını açıp buna yoğunlaşmaya başladığı 6O'lı yılların sonlarında şöyle diyor; "Bilindiği gibi Marksizm hareketin, hareket halindeki bir doktrinidir. Marks, Engels, Lenin ve diğer Marsizmin ustaları içinde bulundukları toplumun sosyal pratiğini gözönünde bulundurarak, somut durumların somut tahlilini yapıp, bilimsel genellemeye gitmişlerdir."Bir başka yazısında ise "... biz Marksizmi entelektüel gevezelik ve dünya devrimci hareketinin trafik polisliğini yapmak için okuyup öğrenmiyoruz. Biz dünyayı değiştirmek için, dünyanın Türkiye'sinde devrim yapmak için Marksizmi öğreniyoruz!" diyor.

Şimdi tabii bu söylenenler aslında kimsenin karşı çıkabileceği düşünceler değil. "Somut durumların, somut tahlilini yapmak gerekir" diye hemen herkes teoride söyler. O zamanlar da söylenmiştir şimdi de söyleniyor. Ama tek basma bunları söylemek bir şey ifade etmiyor. Onun için Mahir bir yandan dünya devrim deneyimlerini

1 MAYIS'LAR MEŞRUDUR

Page 45: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

inceleyip onların tecrübelerinden yararlanırken, öbür yandan da ülkemizin sosyal, siyasal, ekonomik koşullarını araştırıp incelemiş, devrimin yolunu da bu araştırmalarından, incelemelerinden çıkardığı sonuçlar üzerine inşa etmiş, teorilerini de pratiğini de sürekli geliştirmiştir. Yani ayaklarımızın ülke gerçekliğine basması, şablonculuğu reddedişimiz ta o zamandan başlar. Temelimiz sağlam atılmıştır. Örgütlenme biçimlerinde olsun, eylem biçimlerinde olsun hemen hiçbir şeyde şablonculuğa düşmemiş, statükolara bağlı kalmamış, sürecin, savaşın ihtiyacına göre hep yeni biçimler, modeller geliştirmiş, politikalar üretmiş, düşman ablukasından çıkmayı, mücadeleyi geliştirmeyi başarmışızdır. Sanıyorum dünyada bizim gibi yenilgileri, alınan büyük darbeleri kısa sürede daha cüretli adımlar atmaya dönüştürebilen, bunlardan zaferler çıkarabilen başka bir hareket yoktur. Ama oportünizm, revizyonizm ne yapmıştır? Ülkeyi, ülkenin koşullarını bir kenara bırakmışlar ya Sovyet devrimini, ya Çin, ya da Arnavutluk devrimini şablon olarak alıp, ülkemizdeki devrim mücadelesini de bu şablona uydurmaya çalışmışlardır. Öyle olunca da SBKP, ÇKP ya da AEP teorilerinin de kılavuzu olmuş, ülke gerçeklerine göre politika üretmek yerine bu partilerden feyz almışlar, onların tüm sakat, hastalıklı yanlarını da kapmışlardır. SBKP, AEP ortadan kalkınca, ÇKP iyice yoldan çıkmaya başlayınca da fırtınaya tutulmuş kılavuzsuz kaptansız gemi gibi iyice sağa sola yalpalamaya başlamışlar, burjuva ideolojisinin etkilerine îyice açık hale gelmişler, faydacılık, pragmatizm politikalarını belirler olmuştur. Devrimci saflık kaybolmuştur, ideoloji kaybolmuştur. Çürüme bünyelerini iyice sarmıştır. Ayakta kalabilenler de örgütsel olarak varlık yokluk mücadelesi vermektedir. Bugün geldikleri nokta budur. Şunu çok açık olarak ifade edebiliriz, mesela bir süre hiç kitle çalışması yapmasak bile bize bir akış yine de olur. Neden olur? Çünkü halk aptal değüdir. Teoriyi pek bilmeyebilir, çeşitli kaygıları korkuları nedeniyle hesaplı davranabilir ama kim devrimci kim değil, kim gerçekten onun çıkarları için savaşıyor, mücadele ediyor, kim bu işte ciddi, tutarlı, ısrarlı bunu ayırt eder. Herkes çok şey söyler ama o esas olarak pratiğe, kimin ne yaptığına bakar.

Bakar, birileri bol bol sömürü diyor, zulüm diyor, savaşmaktan bahsediyor ama ortaya koydukları bir şey yok, o zaman ha der senin dediklerin de palavra, burjuva partilerinden pek de bir farkın yok. Bu durumda savaşa katılmak istediğinde yöneleceği yer de bellidir. O noktada işte biz çok güçlüyüz. O

kadar kayıba, o kadar aldığımız darbelere verdiğimiz 500'e yakın şehite rağmen savaşma kararlığımızdan asla vazgeçmemişiz. Bunlar halk düşmanıdır, hesap soracağız demişiz sormuşuz, sormaya devam ediyoruz. Devrimciler güce, zora boyun eğmez demişiz, eğmemişiz. Kızıldere'de Mahirlerin direnişi tüm görkemiyle hala yaşıyor, kurtuluşun yolunu göstermeye devam ediyor. Şehitlerimiz Mahirlerden bu yana dünyada eşi benzeri görülmemiş kahramanlıkların yaratıcısı olmuş, ölümü tilililerle, marşlarla, sloganlarla karşılamışız, teslim olmamızı isteyen düşmana sen teslim ol demiş, meşruluğumuzu ölümüne göstermişiz, inancımızı, umudun adını kanımızla yazmış, savaşı Anadolu'nun dört bir köşesine yaymışız. Hapishanelerde her zaman statükoları yıkmış, buraları bir direniş mevzisine, faşizme karşı mücadelenin bir alanı haline dönüştürmüşüz. Solda var mı böyle bir gelenek. Çoğunun tarihinde bizim direnişlerimiz gibi yaşanmış bir tek örnek bile yoktur. Halk bunları görür, sözünün eri olanın değerini bilir. Yeter ki biz ulaşmasını bilelim.

Düzenin baskısı, zoru karşısında aydın kesimi, küçük burjuvazi ne yapar? Zoru, baskıyı gördü mü ya güçlü olana yanaşır ya da kendisine zarar getirmeyecek olana yönelir. Bunlar yanlıştır. Güçlü olan ya da öyle görünen illa da doğru olan, halkın çıkarma olan demek değildir. Solda çeşitli biçimlerde bunun yansımalarını çok açık görüyoruz. Güçlü olana yanaşma bazılarında DY'de TDKF'de olduğu gibi düzene dönme, legal particiliğe demir atma biçiminde ortaya çıkmış, bazılarında ise başka örgütlere yaslanarak ondan güç alıp ayakta kalma, kendine gelişme zemini arama arayışına dönüşmüş, Kürt milliyetçiliği ise oligarşi içindeki "klikler"den, emperyalizmden medet umma ABD çözümüne evet der hale gelmiştir. Güçsüzlüğün, faydacılığın ortaya çıkardığı BDG oluşumu bu özelliklerin çok tipik bir örneğidir. 16 Mart'ta 13 örgütün birleşip 60-70 kişiyi ancak bir araya getirebilmelerinin altında yatan da budur. Bu 13 örgüt içinde başka zaman olsa asla diğerleriyle biraraya gelmeyecek olanlar vardır. Ama güçsüzlük, inançsızlık ve tabii bize "karşılık" onları böyle ister istemez biraya getiriyor. Ama orada ÎYÖ-DER'li öğrencilerin tek başlarına işgal eylemiyle koydukları tavır çok çarpıcıdır. Kendi gücüne güvenin, kararlılığın bir ifadesidir, işte bu kendine güven, kararlık oportünizmi, Kürt milliyetçilerini korkutuyor. Bizim olduğumuz yerde, bizimle yanyana olduklarında güç kaybedeceklerini, yok olacaklarını düşünüyorlar. Onun için de her

alanda her yerde reformizmi, oportünizm, Kürt milliyetçileri birlik halinde karşımıza çıkıyorlar.

Mavi Çarşı katliamı karşısında oportünizmin özellikle de BDG içinde yer alanların tavrı da çok çarpıcıdır. Hemen hepsi PKK'nın gücüne boyun eğmiş seslerini çıkaramamışlardır. Bir ikisi tabanlarının baskısı karşısında eleştirir gibi yapmıştır. Ama bunların ne Kürt milliyetçilerine ne de oportünizme bir faydası olmaz. Kendi kendilerini vuruyorlar. Halk unutmaz bunları. Kim ne dedi, kim ne yaptı hesabını yeri geldiğinde sorar.

Ama bizim tavrımız, farklılığımız dün olduğu gibi bugün de çok net ve açıktır. Her zaman halka zarar veren eylemlere karşı olmuş, yapanları her zaman eleştirmiş ve eylem yaparken de halka zarar vermemek için her zaman azami dikkat içinde olmuşuz. Devrimin çıkarları, halkın çıkarları böyle davranmayı gerektirir. Devrimciliğin gereği budur.

Ama halkın sorunlarına uzak olanların, kitleyle bağı olmayanların, devrimi değil, kendi çıkarlarını düşünenlerin pek derdi değildir bunlar. Bu onların diline de, halkın yaşadığı sorunlar karşısındaki tavırlarına da yansır. Halk günlük yaşamı içinde onlarca sorunla boğuşur, geçim derdi vardır; yol, su, elektrik derdi vardır; işkenceciler, faşistler mahallesinde terör estiriyordur, depremde, selde aç açıkta kalmıştır, köyünden yurdundan sürülmüştür, işsiz güçsüz kalmıştır, aracının tefecinin eline muhtaç hale getirilmiştir ama bunlar sol adına hareket edenlerin büyük kesimini hiç ilgilendirmez. Kürt milliyetçilerinin gündeminde sınıf mücadelesi, halkın ekonomik, sosyal sorunları diye bir şey zaten hiçbir zaman olmamıştır.

Bu durumda kitleden, kitlelerin sorunlarından uzak olanlar ne yaparlar? Ya kendi kendilerine gündem oluşturup halkın acil, önem verdiği sorunlarıyla ilgisi olmayan, çözüm yolu göstermeyen şeyler yazıp çizerek zaman öldürürler ya da şöyle yapın böyle yapın diye akıl verip dururlar ama kendileri yoktur ortada. Halkın sorunları, yaşamı ile bir ilgisi yoktur onların. Açarlar klasikleri, başka ülkelerin devrimlerini anlatan kitapları, orada böyle olmuşsa bizde de böyle olmalı deyip yazarlar sayfalar dolusu. Ama o yazılanlarda halk kendisini bulamaz. İşte bizim soldan farklığımız burada

da açık olarak görülür. Bugüne kadar halkın hemen her sorununa küçük büyük demeden sahip çıkmaya çalıştık. Halkın diliyle konuşmaya, ondan öğrenmeye önem verdik. Halkımızın tarihine, geleneklerine, değerlerine önem verdik. Eğer yeni bir toplum, yeni bir kültür yaratmak için yola çıkmışsak bu halkımızın kültürü, değerleri tümden reddedilerek

gerçekleştirilemez. Olumlu geleneklerimizi, değerlerimizi koruyup geliştirerek devrimci değerlerle birleştirip bütünleştirerek yapacağız bunu. Çünkü bizim ayaklarımız da, kafamız da bu ülkededir. Başka türlü de halk kazanılamaz, halk hareketi olunamaz zaten.

Mesela farklıklarımıza bir başka örnek vereyim. Hangi yıldı tam olarak hatırlayamıyorum, Belçika Katanga'da gerillalara saldırır. Gençlik bunu öğrenince burası neresidir, adını bile duymadığımız bir yer, bizi ne ilgilendirir diye düşünmez. Hatta ellerindeki atlastan bakarlar yerini bulamazlar. Ama o Katanga gerillalarına emperyalistlerin saldırısını protesto etmek için gösteri yaparlar. Bu da bizim dünya halklarının kardeşliği, enternasyonalizm konusuna yaklaşımımızdaki, ama daha önemlisi devrimci saflığımızdaki, mücadeleye yalın bakıştaki farklılığımızdır. Filistin'de, Küba'da, Irak'ta, Yugoslavya'da dünyanın neresinde halklara emperyalizmin ve işbirlikçilerinin bir saldırısı varsa onun karşısında yer almış ve bunu pratik olarak ortaya koymuşuzdur.

Farklılıklarımıza böyle onlarca örnek sayabiliriz. Solla aramızda böyle derin farklılıklar çıkmasının nedeni bizim devrimci çizgide ısrarla duruşumuz, devrimci değerlere, geleneklere bağlılığımız, hiçbir zorluk, yenilgi ve darbeler karşısında eğilip, bükülmememiz; dışımızdaki solun ise giderek devrimden, devrimci çizgiden uzaklaşması, bozulmasıdır. Yoksa biz olması gerekenleri yapıyoruz, devrimci değerleri geliştirip, güçlendiriyoruz, iktidarı almak için savaşıyoruz. Çünkü biz devrimi, halkın iktidarını istiyoruz. Marksizm-Leninizmi, sosyalizmi biz temsil ediyoruz. Temel farkımız bu.

Ama sizin de tespit ettiğiniz gibi bir eksiğimiz var. Kendimizi halka çok daha iyi anlatabilmeliyiz, kitlelere çok daha yaygın biçim ve araçlarla gidebilmeliyiz ve diğerlerinden farklılığımızı bu ilişkiler içinde çok daha kalın çizgilerle ortaya koyabilmeliyiz. Yoksa bu çürümeden, yozlaşmadan bizim de etkilenmememiz mümkün olmaz, ayrıca halkın dışımızdaki sol tarafından yapılan hatalar sonucu genel olarak sola ödettiği, ödeteceği faturadan ister istemez biz de Şimdilik diyeceklerimiz bu kadar.

Bizler iyiyiz. Anmada seni biz de aramızda görmek isterdik, ama elbette tutsak olarak değil. Ziyaretimize geldiğinde burada nasıl yaşıyoruz, neler yapıyoruz daha geniş konuşma imkanı buluruz sanıyorum. Herkese hepimizden selamlar, sevgiler.

Ağabeyin İbrahim 1 MAYIS'TA ALANLARDA OLALIM

Page 46: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

Brüksel'den Bir Resmi Cinayet Öyküsü 18 yaşındaki Sedat Uçar, 7 Nisan 1999 Çar-

şamba günü, Brüksel'in Molenbeek semtin-de, kırmızı ışıkta yürüyerek karşıdan karşıya geçti. Jandarma onu durdurdu. Neden kırmı-zı ışıkta geçtiğini sordular. Sedat "Ne var ki bunda? Yol boştu geçtim. Herkes geçiyor" de-yince kimliğini sordular. Kimliği yanında de-ğildi. Üç jandarma kimliği almak için onu eve götürdü. Ama kimlikle yetinmediler. Arama izinleri olmamasına rağmen eve girip arama yapmak istediler. Uyuşturucu bulmayı umu-yorlardı. Anne Cemile Karadeniz anlayamadı, sordu: "Kırmızı ışıkta geçmeyle bunun ne ilgi-si var?" İlgisi yoktu, ama arama yapıldı. Hiç bir şey bulunamadı. Jandarma Sedat'ı da ya-nına alarak evden ayrılırken, bayan olanı an-neye şöyle dedi: "Sen şimdiden dua etmeye başla oğlun için!" Sedat yine de umutluydu döneceğinden ki jandarmaların arasından el salladı, "Merak etmeyin, 2 saate kadar döne-rim..."

2 saat değil 10 saat sonra bile dönemeye-ceğini giderken bilmiyordu. Rogier jandarma karakoluna varınca altı jandarma onu aralan-na aldılar ve dövmeye başladılar. Bir, biri vu-ruyordu bir öteki. Sedat aralarında gidip geli-yordu, onunla oynuyorlardı. Ağabeyi Murat Uçar'a daha sonra anlattı: "İnceyim.Kuru-yum. Güçsüzüm. 6 kişiye ne yapayım? Ka-pattım ağzımı. Gözümükapatmayaçalıştım, yüzüme vurdular sopayla. Uyumaya çalış-tım, uyutmadılar, dövdüler sabana kadar..." Ertesi sabah, kraliyet savcısının karşısına çı-kardılar onu. Savcı ailesine telefon etti: "Oğlu-nuz ilaç alıyormuş?''.Murat yanıtladı: "Mırsa ne varmış bunda? Bir suç mu varmış, madem alırmış ilacı?" O konuşurken, Sedat var gü-cüyle bağırdı, telefondan sesini duyurabilmek için "Beni ölesiye dövdüler. Her tarafıma vur-dular!" Abisi atladı "Niye vurdunuz, sebep ne?" Savcı aileyi yatıştırmak için yaMİarmaya sordu telefonda SedaV'ı dövüp dövmedikleri-ni. "B&medik" dedi. Telefon kapandı...

Anne oğlunu kapıda beklemeye başlamış-tı artik. Jandarma eve getirmeliydi Sedat'ı. Ama bir sokak aşağıya bıraktılar. Yürüyerek geldi eve. Geldiğinde sallanıyordu. Gömleği kan içindeydi, çoraplan yoktu. Yüzünde ve sır-tında morluklar vardı. Sapasağlam gönder-mişlerdi oysa.

"İçim yanryor.Tepelediler beni Öldürdü-ler!" dedi. Başı, sırtı, beyni ağnyordu. Ayakta duramıyordu. Oturamıyordu da. Anlatılmaz acılar çekiyordu. Bilemediler, anlayamadılar acısını, yatıp dinlenince geçer zannettiler. Baktılar geçecek gibi değil doktora baktırmaya karar verdiler. Hasta neye gidebilmek için Se-dat'in kimliği gerekiyordu. Kimliği almak için önce Rogier karakoluna gittiler. Oradan Rue Charbon karakoluna gönderdiler. Rue Char-bon karakolundakiler de savcılığa gitmeleri gerektiğini söyleyince daha fazla zaman kay-betmemek için Azvub hastahanesine gittiler. Kapıda onu dövenlerden iki jandarmayı tanı-dı Sedat, korktu. Bu hastanede ona bakmaya-caklarını anladı. Öyle de oldu... Orada kayıdı bulunduğu, sigortalı olduğu halde, kimliğinin yokluğunu bahane ettiler, ilgilenmediler. Gös-termelik bir pansumanla başlarından savdılar. Eve döndüler, ama Sedat'ın acısı giderek artıyordu. Kendini duvardanduvara vuruyor, bağırıyordu. Halini aynada görünce ürktü. Aynaya yumruk attı, elini kesti. Kan telaşını daha da artardı, "Ölüyorum anne, ambulans çağır!" diye bağırmaya başladı. Telefonu ken-disi çevirdi, kendisi istedi ambulansı. Televiz-yonlarda ne kadar hızlı olduğu anlatılan, övü-

len ambulans ancak yarım saat sonra gelebil-di. Bir de üstüne azar işittiler görevliden: "Bizi bunun için mi çağırdın?" Bu kez Saint Jean hastahanesine götürüldü. Yine, yalnızca eline pansuman yapıldı. Anne Cemile Hanım'ın bütün ısrarlarına karşı tam bir muayeneden geçirilmedi, röntgen çekilmedi. Dahası nabzı-na, tansiyonuna bile bakmadılar. Her derde deva zannedilen Brüksel hastahaneleri onun derdini bile sormuyordu.

Yine eve dönüldü. Çektiği acıdan yorgun düşmüştü Sedat, uyumak istedi.Yatağa uzan-dı, annesi üzerini örttü, kapıyı çekti, rahatsız olmasın diye. Akıllan Sedat'taydı ama ertesi gün iş vardı, iki günün yorgunluğu vardı, uyu-dular... Sabah ağabeyi Murat'ı işe gitmesi için kaldırdığında annesi kapıyı açıp seslendi, omuzlan hareket etti. Uyusun diye bırakû. Öğlene doğru bir kez daha kontrol etti, hala uyuduğunu düşünüp gitti... Öğleden sonra sa-at 3'te bakınca, ağzında gördüğü köpükler korkuttu Cemile Karadeniz'i, oğlu nefes ala-bilsin diye ağzını temizlemek için elini uzattı-ğında Sedat'ın teninde hissettiği soğukluk her şeyi anlattı ona. Son bir umutla ambulans ça-ğırıldı. Gelenler "Çokgeç!"dediler.... Sedat için çok geç olmuştu. Salıverilmesinin üzerinden daha 24 saat bile geçmeden, kaçmaya çalıştığı ölüm gelip onu bulmuştu işte. Ambulans gö-revlisi yılların tecrübesiyle "Bu çocuk dayak-tan ölmüş!" diye belirtti fikrini. Oysa savcı, otopsi sonucunu bile bekleyemeyecek, 'Yük-sek dozda uyuşturucudan ölmüş olabilir" açıklamasını yapacaktı daha sonra.

Eve gelen jandarma, anlamsız bir şekilde yere yatırdı Sedat'ın cansız bedenini. Ne üze-rinin örtülmesine ne de yanına girip çıkılma-sına izin verdiler. Sıra tutanak tutulmasına ge-lince ortaya çıktı amaçlan... "Yüksek dozda uyuşturucu aldığından krize girmiş, yataktan düşerek ölmüştür" yazmaya kalktılar. Yaptık-larının üzerini örtmeye çalışıyorlardı. Evlat acısı ile yüreği kavrulan ailenin çilesi bitme-mişti daha. Normal(!) bir biçimde ölmediği gerekçesiyle Saint Pierre hastahanesinin mor-gunun önünde yarım saat beklettiler Sedat'ın ölü bedenini... Bırakın hastahanelerini, morglarında bile yer yoktu Sedatlar'a... Öl-meden önce acı çekiyordu Sedat, ölmekle de dinmemişti acısı!

Brüksel'de ırkçılık ilk kez göstermiyor kir-li yüzünü. Daha önce de "yabancılardan jan-darma kurşunuyla ölenler oldu. Memleket-lerinden kalkıp çalışmaya gelenlere her fır-satta hissettirildi yabancılıkları. Her şey ba-hane oldu jandarmaya. Bir gün cebinden kimliği biraz hızlı çıkarmak, diğer gün hızlı git-mek, bu gün de kırmızı ışıkta karşıya geçmek öldürmelerine yetti bu esmer insanlan. Ada-mı, Turgut Sağ olayları hafızalardan silinme-mişti daha M, şimdi de Sedat Uçar adı eklendi gittikçe uzayan listeye.

Annesinin, babasının, kardeşlerinin kafa-sında onlarca soru dönüp duruyor şimdi. Ne-den dövdüler? Neden bakmadılar? Neden öl-dürdüler? Niye? Neden? Murat Uçar isyan edi-yor gencecik, fidan gibi kardeşinin öldürülme-

"Kocaman devlet adamları var. Müyarlar çalıyorlar. 3 ay yatıp çıkıyorlar.Biz kırmızı ışıkta geçiyoruz. Ölüyoruz!.....Biz insan değil miyiz? Sadeceonlarmı insan? illla para mıol-ması lazım ki onlar gibi güçlü olalım? Bizfa-kir gelmişiz dünyaya, gariban gelmişiz. Gene de uğraşıyoruz. İnsan olmak için! Nerede in-sanlık?"

Adalet istiyorlar. Her şeyin ortaya çıkarıl-

masını ve sorumluların cezalandırılmasını is-tiyorlar. Yine de acıya ve isyana, çekince kanşı-yor, Biz adalete güveniyoruz!" oluyor sonun-da...

Bu ne demek? Murat Uçar anlatıyor: "Bir arkadaşımız var: Cüneyt. Sansın, mavi

gözlü. Görsen, dersin'Gavur bu!' Basilique'e gidiyor, dolaşıyormuş. Geçiyormuş bulvan. Ama bulvar kocaman. 50 m desen var. Yeşil ya-nıyor, geçmeye başlıyor. Tam yolun ortasına gelince kırmızı oluyor. Jandarmalar oradan gelmiyor mu, şansa?

Görüyorlar onu, durduruyorlar.Alıyorlar kenara, diyorlar:

-Niye böyle geçtin kırmızı da? -Tam ortasına geldim, kırmızı oldu. Benim

suçum değil, yavaş yürüyordum. -Kimliğini ver! -Yok' Jandarma bakıyor Cüneyt'in yüzüne: -TU es un Belge? (Sen Belçikalı mısın?) Cüneyt -Vıy, Je suis un Belge. (Evet, Belçikalı'yım.)

diyor mahsustan. Yüzüne bakmışlar...Bırakmışlar: -Gidebilirsin! Bu ne demek? Gavur olduğu için yok mu

suçları? Biz, afederün, köpek miyiz? Biz insan değil miyiz? Biz gelmedik mi bu-

raya çalışmaya? İnsan gibi yaşamaya gelme-dik mi?"

Murat Uçar haklı... Biz aladağlı memleke-timizden kalkıp buralara "insan" gibi yaşamaya-ya gelmemiş mi idik?.

Belçika jandarma kurumu orduya bağlı, yaklaşık 17 000 mensubu olan siyasi bir polis örgütü, ilginçtir, Flarnanca'da jandarma söz-cüğü, "Rijkswacht" yani "zengin bekçisi" anla-mına geliyor. Bu kurumun adı Belçika'yı aya-ğa kaldıran sübyancı çetesi, Dutroux olayı, Adamu'nun boğulması gibi pek çok olaya ka-nşmış durumda.

Eski jandarma şefi De Ridder kamuoyun-da "De Rode Ridder" yani "'Kızıl Şövalye" ola-rak biliniyor! Gençliğinde solcu imiş! Şuanda da reformist, sosyal demokrat bir parti olan Sosyalist Parti'nin üyesi.Temmuz 1996'da Türk polisinin şefi Alaattin Yüksel üe bir gü-venlik anlaşması imzaladı. Bu anlaşmanın ar-dından, 1997 yılında "Rebel" denilen bir ope-rasyonla Türkiyeliler ve yakınlarından oluşan 400 000 yabancıyı fişlenmeye çalışıldı. "Spo-utnik" operasyonuyla da tüm Kürt yurtsever-leri hedef alan MED TV ve Kurdistan Parle-mentosu baskınlarını gerçekleştirdiler.

1998 yılının Kasım ayında Semira Adamu adlı Nijerya'lı kadın oturma izni olmadığı ge-rekçesiyle havaalanı yakınlarındaki toplama kampından uçağa bindirildi. Onu götürmekle görevli olan jandarmalar uçakta yüzüne bas-tirdıklan bir yastıkla Semira'yı boğarak öldür-düler. Anti-emperyalist, ilerici çevrelerin ola-yın peşini bırakmamalan sonucu İçişleri Ba-kara Louis Tobback istifa etmek zorunda kal-dı.

Yoğunlukla yabancıların yaşadığı yoksul semtlerde ise jandarma resmi olmayın bir olağanüstü hal ilan etmiş durumda. Zengin semtierde hemen hemen hiç görünmeyen jandarma ekipleri, Molenbeek, Schaerbeek, Anderlecht gibi yoksul semtlerinden hiç eksik olmuyor, insanlan sindirmeye çalışıyor.

Jandarmalar, Belçikalı Dünya karate şam-piyonu Francois Toussaint tarafından çalışun-yorlardı. Toussaint şu anda sadistçe davranış-larla insanlara zarar vermekten hüküm giymiş

durumda'Yine, uzun yıllar boyunca küçük ço-cuklan kaçırıp pornografik filmlerde oynatan, daha sonra da işkence yaparak öldüren bir çe-tenin elemanlarından bazılan da bu kurum-dandı. Belçika tarihinin 300 000 kişilik en bü-yük yürüyüşü bu olaya karşı gerçekleştirildi. Aynı örgüt gladionun bir uzantısı olan WNP gibi faşist örgütleri de içinde banndınyordu. WNP'nin kamuoyunda "Brabant Katilleri" olarak bilinen üyeleri marketlerde insanlan tarayarak 27 kişiyi katlettiler. Amaçlan, top-lumsal muhalefetin yükselmeye başladığı bir dönemde, ortamdaki gerginliği, belirsizliği arttırarak devletin ilericiler üzerinde baskı kurmasına zemin oluşturmaktı.

Sosyal olaylarda jandarma çok sert tepki veriyor. Örneğin, Clabecq Demir-Çelik Fabri-kası işçilerinin Aralık 1996'da fabrikanın kapa-tılması karan üzerine başlatbklan direnişe de-falarca araçlarla saldırdılar. Bu saldırılar yet-memiş gibi, işçilere 20 000 000 Belçika Frangı (220 milyar TL) tutarında tazminat davası aç-tılar. Dava sürüyor. En önemli görevlerinden biri de siyasi "fişleme" yapmak. Özellikle kişi-ler hakkında dosyalar oluşturulup saklanılı-yor. Jandarma, Belçika'da darbe hazırlıkları dahi yapmış faşist bir kurum. Burjuvazinin ik-tidarını sürdürmekte en çok güvendiği, ko-münizme, ilericilere karşı bir örgütlenme.

Kurum, son dönemde yetkisini arttırmaya ve tek güç olma isteğiyle, belediyeye bağlı ve hal-ka daha yakın olan polis kurumunu da denet-'leme'k için girişimlerde bulunuyor. Bu amaçla meclisten "Birleşmiş Polis Kanunu"nun çıka-rılması için çaba gösteriyorlar. Bu anlamda, burjuva partilerinin her zaman gündemde tuttukları "ülkede güvensizliğin arttığı" edebi-yatın da destek alıyorlar. Belçikada yaşayan Türkiyeliler ve Yabancılar Adalet İstiyor Sedat Uçar Belçika'da yaşayan bir Türkiyeli olarak ırkçılığın kurbanı oldu. Irkçı şiddet kendini asıl olarak Belçika polisi ve jandarma kurumu yoluyla gösteriyor. Belçika'da yaşayan yaban-cılar hergün ve yaygın olarak Belçika polisi ve jandarmasının ırkçı saldırılarına maruz kalı-yor. Dahası bu ırkçı şiddet yasal koruma al-tında. Yabancılar, ne yazık ki, bu ırkçı saldırılar karşısında savunmasız bir durumdadırlar. Bu da, polisin ve jandarmanın ırkçı saldırılarını pervasızca arttırmasını ve kanıksatmasını be-raberinde getiriyor.

Aynca, Belçika medyasının yabancılara de-ğer vermeyen ön yargılan, kamuoyunda bir tepkinin ortaya çıkmasında engel oluşturuyor ve ırkçı saldırıların önünü açıyor. Birçok ya-bancı, özellikle Faslılar, özel karate eğitimi al-mış polisin ve jandarmanın saldırılarına karşı sokakta köpekle dolaşarak önlem almaya çalı-şıyor.

Her türlü sosyal ve siyasi hayattan dışlan-mış, dil bilmeyen, işsizlik sorunları altında ezilen yabancılarda hakkını arama bilinci çokzayıf. Haklarını elde edebilecekleri bir ör-gütlülükten yoksunlar. Bu anlamda, hak ve özgürlükler için mücadele edememek, Belçi-ka'da yaşayan yabancılar için can alıcı bir so-run. Diğer Avrupa ülkerinde olduğu gibi bura-da da yabancılar birçok haklardan yoksun ve mevcut haklarını kullanamaz durumdalar. Korku, sahipsizlik, yalnızlık yaşamlarını ka-busa çevirmiş.

Sedat Uçafın ailesiyle yaptığımız göriiş-mede öne çıkan talep "ADALET İSTİYORUZ" oldu. Fakat, haklarımızı elde etmenin yolu örgütlenmekten geçiyor.Bunlan elde etmek için, haksızlıkların, ırkçı saldırıların son bul-ması için daha yapılacak çok iş var....*

Page 47: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci

SESİM İZ DAHA GÜÇLÜ ÇIKACAK

Avrupa'da çeşitli millliyet ve inançlardan yaklaşık üç milyon insanınımız yaşıyor. Bu insanların bir çoğu da emperyalistler tarafından ekonomik, sosyal ve psikolojik yönden baskı altına alınmış durumda. Devlet dairelerinde aşağılanma, ezilme, ikinci sınıf insan muamelesi görme, her an ırkçı nazilerin saldırılarıyla karşı karşıya kalma neredeyse bir kader haline gelmiş durumda. Türkiye Devleti de insanları sadece döviz yumurtlayan tavuk olarak gördüğü ve tüm faaliyetlerinin faşistleri örgütleme ve ajan faaliyeti olduğu düşündüğünde neredeyse sahipsiz bir halk karşımıza çıkıyor. Bütün demokrasi gösterilerine rağmen Alman Devletinin de insanlarımıza yaklaşımı ortada. SESİMİZ Gazetesi, bunun kader olmadığını, olamayacağını söylüyor. İlk sayısı geçtiğimiz günlerde yayınlanan gazete yurtdışında yaşayan insanlarımızın problemlerini kamuoyuna duyurma, çifte vatandaşlık, iltica kampları, vize sorunları gibi birçok konuda halka çözüm önerileri sunma, aynı zamanda halkın da düşüncelerini, görüşlerini alarak Avrupa'daki insanlarımızı biraraya getirme ve örgütleme perspektifine sahip.

15 Günde bir yayınlanacak olan gazetede tüm Avrupa'da Türkiyelilerin yaşadıkları sorunlar, haberler, iltica kamplarıyla ilgili öykü, hapishanelerdeki tutuklularla röportajlar yer alıyor. Gazetenin ön sayfasında yeralan "Çıkarken" başlıklı yazıda SESİMİZ Gazetesinin amaçları ve hedeflerine yer verilmiş.

"Avrupa'da bu tür gazeteler pek fazla yayınlanmadı. Yayınlansa bile yerel kaldı. Hürriyet, Sabah gibi gazeteler ise birkaç sayfalık Avrupa bölümleri dışında açıkçası bizim sorunlarımızla pek de ilgilenmediler. İlgileri üstün körü kaldı.

Burada da herkesin sesi olabilecek, bizim gerçeğimizi dosta düşmana duyurabilecek, sıkıntılara çözüm yollan gösterebilecek bir gazeteye ihtiyaç uzun zamandır vardı. Bu, aynı zamanda Avrupa'da yaşayan

insanlarımızın birbirlerinden haberdar olması, dayanışma içinde bulunması nedeniyle de gerekliydi.

Sesimiz, bu ihtiyacı karşılamaya yönelik bir adımdır.

Küçük ve mütevazı bir adımdır. Biz mükemmel bir gazete olarak çıkmıyoruz. Şüphesiz başlangıçta eksiklerimiz, hatalarımız olacaktır. Ama zaten sesimiz yanlızca yayın kadrosunun çabalarıyla yayınlanacak bir gazete olarak çıkmıyoruz. Şüphesiz başlangıçta eksiklerimiz, hatalarımız olacaktır. Ama zaten sesimiz yalnızca yayın kadrosunun çabalarıyla yayınlanacak bir gazete olarak düşünülmedi. Bu gazete her zaman Okuyucularıyla bütünleşme çabası içinde olacaktır. Bu anlamda herkesin desteğine, dayanışmasına açıktır.

Bizler doğrunun da bu olduğuna inanıyoruz. Okurlarıyla bütünleşmemiş bir gazete onların sesi soluğu da olamaz. Oysa yapılması gereken budur.

Sesimiz HEPİMİZİN SESİDİR!. Böyle olmak istemektedir. Bu, sizlerin onu sahiplenmesiyle olacaktır.

Haber, fotoğraf, yazı, makale, şiir, öykü, karikatür... Sizlerin ürettiği herşey Sesimiz'in bir parçası olabilir.

Bugüne kadar sahipsizlikten, aşağılanmaktan, üçüncü sınıf insan yerine konulmaktan çok çektik. Bu anlamda sesimiz, makine değil insan olduğumuzu, burada da haklarımız olduğunu haykıracak, bunları nasıl kazanabileceğimizin yollarım tartışacaktır. Avrupa devletlerinin aşağılamaya yönelik politikalarına karşı olduğu gibi, Türkiye'deki hükümetlerin bizi yolunacak kaz gibi görmesine de karşı olacaktır.

Yıllarca burada kalıp çalıştık, çabaladık, emek verdik. Ama karşılığında sahipsizlik ve aşağılanma gördük. Hakkımızı istediğimizde yalan, dolan, sahtekarlık gördük. Sesimiz, hakkımızı daha yüksek sesle isteyecektir.

Kimseden lütuf, hayır, sadaka istemeyecek; ama en doğal taleplerimizi hep yüksek sesle söyleyecektir.

Sesimiz, 15 günde bir sizin katkılarınızla çıkacak. Katkılarınız arttıkça sesimiz de büyüyecek.

Sesimizi büyütelim. İsteklerimizi, taleplerimizi daha yüksek sesle söyleyelim, haklarımızı daha yüksek sesle isteyelim... ŞEHİTLERİMİZİ UNUTMADIK, UNUTTURMAYACAĞIZ. 30 Mart 17 Nisan Devrim

Şehitlerini Anma ve Parti Kuruluşu Günleri dolayısıyla Avrupa'nın birçok kentinde de şehitlerimizi anıyoruz.

4 Nisan Pazar günü Köln Anadolu Halk Kültür Derneği'nde bu konuyla ilgili bir anma toplantısı düzenlendi. Anma tüm devrim şehitleri için bir dakikalık saygı duruşuyla başladı. Daha sonra Kızıldere'den Çiftehavuzlara, Ölüm Oruçlarından

Balkıca'ya Parti-Cephe'nin Türkiye Halklarına umut ve güven verdiğinin belirtildiği bir konuşma yapıldı. Konuşmaya şöyle devam edildi. "Parti-Cephe bütün kuşatmalara, darbelere, ihanetlere rağmen yenilgilerden siyasi zafer çıkarmasını bilmiştir. Bu açıdan dostun da düşmanın da kabul ettiği, hesaba katmak zorunda kaldığı bir güçtür. Bunu yaratan ise son nefeslerinde dahi örgütlerine, halka ve devrime bağlılıklarını haykıran kahraman şehitlerimizdir. Şehitlerimizi anmak onların yaşamlarını anlayıp kendi yaşamımızda uyguladığımızda gerçek anlamını bulacaktır. Şehitlerimizi anmanın ve onlara layık olmanın yolu görevlerimize daha sıkı sarılmak ve daha çok çalışmaktan geçiyor. Şehitlerimize layık olacağız."

Konuşmadan sonra şehitlerimizi tanıyanlar onlarla ilgili anılarını anlattılar. Şiirler ve türkülerle devam eden anma şehitlerimiz için verilen yemekle sona erdi.*

Wuppertal Devrimci Halk Güçleri tarafından 30 Mart-17 Nisan Devrim Şehitleri Anması Yapıldı

4 Nisan 1999'da Wuppertal Devrimci Halk Güçleri tarafından yapılan 30 Mart-17 Nisan Devrim Şehitleri Anması ve Parti kuruluş Şenliği, Dünya Devrim Şehitleri anısına yapılan bir dakikalık saygı duruşuyla başladı.

30 Kasım 98'de Balkıca'da yaşanan direnişin video gösterimi ilgiyle izlenildi. Video gösteriminden sonra yapılan konuşmada özellikle Parti-Cephe ideolojisinin sağlamlığı, Kızıldere'den devranılan mirasın bedeller ödenerek ve ödeterek bugünlere taşındığı, Mahir'lerin Kızıldere'de ölme ama teslim olmama geleneklerinin Balkıca'da simgeleştiği ve Türkiye'de devrim yapacak tek güç varsa bunun da Parti-Cephe olduğu, bu gücünü de halktan, şehitlerden ve ideolojik sağlamlılığından alındığı belirtildi.

Konuşmadan sonra şehitlerimizi tanıyan arkadaşların şehitlerimizle olan anılarının anlatımı duygulu anlar yaşattı. Sunulan şiir dinletisi ve yerel Ozanın söylediği türküler ve marşlardan sonra anma, şehitlerin anısına verilen yemekle bitirildi.

Wuppertal DHG

Page 48: 1 May - ozgurluk.info€¦ · 1 Mayıslar Meşrudur 1 Mayıs'ta Alanlarda Olalım! sayımız Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 9 Nisan tarihli 25'inci