296
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI YENİ GÜN GAZETESİ (1918-1923) Ceren Çıkın Yüksek Lisans Tezi Ankara, 2007

Yeni Gün Gazetesi (1918 - 1923)

  • Upload
    ceu

  • View
    0

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜTARİH ANABİLİM DALI

YENİ GÜN GAZETESİ (1918-1923)

Ceren Çıkın

Yüksek Lisans Tezi

Ankara, 2007

YENİ GÜN GAZETESİ (1918-1923)

Ceren Çıkın

Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler EnstitüsüTarih Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi

Ankara, 2007

YENİ GÜN GAZETESİ (1918-1923)

Ceren Çıkın

Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler EnstitüsüTarih Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi

Ankara, 2007

KABUL VE ONAY

Ceren Çıkın tarafından hazırlanan “Yeni Gün Gazetesi 1918-1923” başlıklı bu çalışma,

24 Ocak 2007 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda başarılı bulunarak jürimiz

tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Prof. Dr. Mustafa Yılmaz (Başkan)

Doç. Dr. Mehmet Seyitdanlıoğlu (Danışman)

Prof. Dr. Mehmet Öz

Doç. Dr. Mehmet Özden

Yard. Doç. Hulusi Lekesiz

Yukarıdaki imzaların adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım.

Prof. Dr. İrfan Çakın

Enstitü Müdürü

i

TEŞEKKÜR

Bu çalışma, Meclis Kütüphanesi’ndeki Yeni Gün koleksiyonunu edinebilmem için

yardımlarını esirgemeyen, bana tarihsel bir bakış açısı kazandıran, çalışmanın her

aşamasında çok değerli tavsiyeleri ile beni yönlendiren hocam Doç. Dr. Mehmet

Seyitdanlıoğlu’nun katkıları olmaksızın bitirilemezdi. Kendisine tüm emekleri ve sonsuz

hoşgörüsü için müteşekkirim. Lisans dönemi boyunca bizlere tarihsel bir bakış açısı ve

tarihsel araştırmaların temel unsuru olan yöntem bilgisi kazandırmış olan değerli Mehmet

Öz ve Yunus Koç hocalarım ve sabırla ve sevgiyle Osmanlıca okuyabilmemiz için çaba

sarf etmiş olan değerli hocamız Hulusi Lekesiz’in bize kattıkları, çalışma boyunca

kendilerini saygıyla anmamıza sebep olmuştur. Bilimsel araştırma yapabilmek için belki

de her zamankinden daha çok maddi ve manevi sıkıntılar yaşayabildiğimiz zamanımızda,

desteklerini hiçbir zaman esirgemeyen ve beni daima yüreklendiren annem Safiye Çıkın

ve babam Cengiz Çıkın’a müteşekkirim. Çalışmanın ilerlemesinde ve zihinsel tıkanıkların

açılmasında tecrübelerinden faydalandığım arkadaşlarım Özhan Kapıcı ve Ömer Gezer’e,

sunduğu katkı için mesai arkadaşım Emek Akman’a, çalışmanın kağıda dökülmesinde

yardımcı olan Sinan Cemgil Yıldırım’a ve mesai saatleri içerisinde tezimle ilgilenmeme

izin vermiş olan Phoenix Yayınevi sahibi Ünal Sevindik’e teşekkürlerimi sunarım.

ii

ÖZET

ÇIKIN, Ceren, Yeni Gün Gazetesi 1918-1923, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2007.

Bu çalışma Yeni Gün gazetesinin 3 Eylül 1918 ve 30 Ekim 1923 tarihleri arasında

yayınlanmış sayılarının, Mütareke Dönemi ve Cumhuriyet’in ilanı arasındaki süreç arka

planda olmak üzere, incelenmesine ve değerlendirilmesine dayanmaktadır. Bir dönemden

diğerine geçilen sancılı sürecin gazete sayfalarına ne şekilde yansıdığı, siyasi açıdan

nasıl bir bakış açısına ve duruşa sahip olduğu ve bu bakış açısından iç ve dış olayları

nasıl değerlendirdiği, Millî Mücadele karşısındaki tavrını ve sayfalarında hangi fikir

akımlarına ne şekilde yer vermiş olduğunu anlama çabası, çalışmanın hareket noktasını

oluşturmaktadır.

Anahtar Sözcükler: Milli Mücadele, Yunus Nadi, Mütareke, Cumhuriyet.

iii

ABSTRACT

ÇIKIN, Ceren, The Newspaper of Yeni Gün 1918-1923, master’s thesis, Ankara, 2007.

This study is based on the issues of Yeni Gün between September 3, 1918 and

October 30, 1923. The issues of the newspaper are analyzed and assessed by keeping

the period between Armistice Period and the proclaiming of republic in the background.

The study which is predicated on issues of Yeni Gün newspaper aims to understand the

function of the newspaper as a communication medium, its political stand, its attitude

towards Turkish National Struggle, and the ideas which took place in the context of the

paper.

Key Words: Turkish National Struggle, Yunus Nadi, Armistice Period, republic.

iv

İÇİNDEKİLER

TEŞEKKÜR …………………………………………………………………………………...……….… i

TÜRKÇE ÖZET …………………………………………………………………………..….…………....ii

ABSTRACT………………………………………………….………………………………….……..….. iii

İÇİNDEKİLER ……………………………………………………………….…………………..…….…..İv

KISALTMALAR…………………………………….………………………………………….……..…... v

GİRİŞ …………………………………………………………………………………………………….....1

I.) KONUNUN SINIRLARI VE KAYNAKLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ………………………..….1

II.)GAZETELERİN TARİHSEL KAYNAK OLARAK DEĞERİ VE OSMANLI BASINININ

DOĞUŞU…………………………………………………………………………………………..….…….3

I. BÖLÜM: YENİ GÜN’ÜN YAYIN HAYATINA BAŞLAMASI…………………………………….…..11

I.1) YUNUS NADİ VE GAZETECİLİĞİ……………………………………………………………….…..11

I.2) TİCARİ AÇIDAN YENİ GÜN ……………………………………………………………………..…..16

I.3) YENİ GÜN’ÜN YAYIN HAYATINA BAŞLAMASI

MÜTAREKE DÖNEMİ OSMANLI BASINI…………………………………………………………….....19

II. BÖLÜM: İSTANBUL’UN “YENİ GÜN”LERİ: MÜTAREKE DÖNEMİ……………………………...23

II.1) MÜTAREKE ÖNCESİNDE YENİ GÜN’ÜN GÜNDEMİ………………………………………...….23

II.2) MONDROS MÜTAREKESİ VE YENİ GÜN’ÜN TEPKİSİ………………………………………....34

II.3) YENİ GÜN’ ÜN YAYIN HAYATINA DÖNÜŞÜ (11 EKİM 1919–15 MART 1920)………………83

ı.) Seçim Meselesi………………………………………………………………………………….....86

ıı.) Milli Mücadele ve Yeni Gün……………………………………………………………….…….89

ııı.) Barış Beklentisi ve İtilaf Devletleri………………………………………………………..…..93

ıv.) Meclisin Toplanması…………………………………………………………………………....104

v.) Hilafet……………………………………………………………………………………………….113

vı.) Kürtler, Ermeniler……………………………………………………………………….............114

III. BÖLÜM: İSTANBUL’UN İŞGALİ VE YENİ GÜN’ÜN ANADOLU’YA GEÇİŞİ

(16 MART 1920 – 20 MART 1920)………………………………………………………………………117

III.1) İŞGAL ALTINDA YENİ GÜN (21 MART 1920 – 12 NİSAN 1920)……………………………..120

IV. BÖLÜM: ANADOLU’DA YENİ GÜN………………………………………………………………..138

IV.1) ANKARA GÜNLERİ (10 AĞUSTOS 1920 – 19 AĞUSTOS 1921)………………………….....138

IV.2) KAYSERİ GÜNLERİ (1 EYLÜL 1921 – 7 EKİM 1921)…………………………………………..196

IV.3) YENİDEN ANKARA GÜNLERİ ( 22 EKİM 1921 – 30 EKİM 1923)……………………………..203

SONUÇ……………………………………………………………………………………………………….252

KAYNAKÇA………………………………………………………………………………………………….256

EKLER………………………………………………………………………………………………………..268ÖZGEÇMİŞ……………………………………………………………………………………………..274

v

KISALTMALAR

bknz. bakınız.

a.g.e adı geçen eser

A.İ.İ.T.E Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü

ABD Amerika Birleşik Devletleri

Hİ Hürriyet ve İtilaf

ARMHC Anadolu Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti

TKF Türkiye Komünist Fırkası

BİLDİRİM

Hazırladığım tezin/raporun tamamen kendi çalışmam olduğunu ve her alıntıya kaynak

gösterdiğimi taahhüt eder, tezimin/raporumun kağıt ve elektronik kopyalarının

Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü arşivlerinde aşağıda belirttiğim

koşullarda saklanmasına izin verdiğimi onaylarım:

Tezimin/Raporumun tamamı her yerden erişime açılabilir.

Tezim/Raporum sadece Hacettepe Üniversitesi yerleşkelerinden erişime açılabilir.

Tezimin/Raporumun …… yıl süreyle erişime açılmasını istemiyorum. Bu sürenin

sonunda uzatma için başvuruda bulunmadığım takdirde, tezimin/raporumun

tamamı her yerden erişime açılabilir.

Ceren Çıkın

ÖZGEÇMİŞ

Kişisel Bilgiler

Adı Soyadı : Ceren Çıkın

Doğum Yeri ve Tarihi : 15.08.1981

Eğitim Durumu

Lisans Öğrenimi : Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Öğrenimi : Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı

Sertifika Programı: Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı

Araştırmacı Gazetecilik Programı Sertifikası (2005)

Bildiği Yabancı Diller : İngilizce, İspanyolca

İş Deneyimi

Stajlar : Milliyet Gazetesi Ankara Bürosu

İletişim

E-Posta Adresi : [email protected]

[email protected]

1

GİRİŞ

I) KONUNUN SINIRLARI VE KAYNAKLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Bu çalışmanın amacı, 1918–1923 yılları arasında yayınlanmış olan Yeni Gün sayıları

esas alınarak, gazetenin Mütareke Dönemi’nden Cumhuriyet’e geçiş sürecinde

gerçekleşen siyasi, ekonomik ve sosyal olay ve olgulara yaklaşımını ve iç ve dış olayları

nasıl ele aldığını ve gazetenin tüm bu olayları nasıl bir dil kullanarak verdiğini

değerlendirmektir. Bu olay ve olgular, aralarındaki neden sonuç ilişkilerinin izlenebilmesi

ve gazetenin niteliklerinde zamansal değişimler olup olmadığının gözlemlenebilmesi ve

bu şekilde zihinlerde dönemin daha canlı bir resminin oluşturabilmesi niyetiyle, çeşitli

başlıklar altında değil, kronolojik bir sıra takip edilerek incelenmiştir. Mütareke

Dönemi’nden Cumhuriyet’in ilan edildiği güne kadar olup biten olaylar, gazetenin bakış

açısıyla yansıtılmıştır. Sosyal tarihin incelenmesi için önemli sayılabilecek olaylara da

mümkün olduğunca yer verilmeye çalışılmıştır. Cumhuriyet’in ilanının sonrasından,

gazetenin Cumhuriyet adıyla 8 Mayıs 1924’de yayınlanmasına kadar olan sayılar

kanaatimizce ayrı bir çalışma konusu olabileceği düşüncesiyle, çalışmamızın kapsamına

alınmamıştır.

Çalışmada gazete haberleri ve başyazılara alıntılar halinde, ikinci el kaynaklardan daha

çok yer verilmesinin sebebi, hem gazetenin çalışmanın temel kaynağını oluşturması, hem

de gazetenin kullandığı söylemin açığa çıkarılabilmesidir. Çünkü kanaatimizce nelerin

haberleştirildiği, nelere haber değeri atfedildiği kadar, haberin ne şekilde sunulduğu,

yazım dili aracılığıyla ne tür bir mesaj ilettiği de büyük önem taşımaktadır.

Mütareke ve Milli Mücadele döneminde yayınlanmış herhangi bir gazete ya da dergiyle

ilgili yapılacak bir çalışmada, birincil kaynaklara ulaşmak ve bu kaynakları

değerlendirmek, araştırmanın ilk aşamasını ve en sancılı sürecini oluşturur. Gazete

koleksiyonlarının dağınık olarak farklı şehirlerdeki kütüphanelerde bulunabilmesinin yanı

sıra, kütüphanelerin araçsal imkânlarının sınırlılığı, mikrofilmlerin ve mikrofilm

makinelerinin durumu da, gazetelerin sayılarının okunaklılığını belirlemeleri açısından,

araştırmanın süresini etkileyen unsurlardır.

2

Yeni Gün koleksiyonu, İstanbul’da Hakkı Tarık Us Kütüphanesinde eksikleri çok olmak

üzere vardır. Ankara’da ise Milli Kütüphane ve Meclis Kütüphanesi’nde bulunabilmektedir.

Meclis kütüphanesi Mikrofilm Bölümü’nde, Milli Kütüphane’den farklı olarak 1918 – 1919

sayıları da bulunmaktadır. Buradaki çalışanlardan öğrenildiği kadarıyla bu sayılar, Nadir

Nadi’nin özel koleksiyonunu Fethiye Kütüphanesi’ne bağışlaması ve bu kütüphaneden de

Meclis çalışanlarının çabalarıyla Meclis Kütüphanesi’ne alınması sayesinde ulaşılır

olmuştur. Bu nedenle çalışmamız, gazeteyle ilgili diğer araştırmalardan farklı olarak

1918–1919 sayılarını da kaynak olarak içerebilmektedir. Yeni Gün, dönemle ilgili pek çok

çalışmada kaynak olarak değerlendirilmişse de, özelde bu gazeteyle ilgili yapılmış

çalışmaların sayısı sınırlıdır. Bu çalışmalardan biri Uygur Kocabaşoğlu’nun “Milli

Mücadele’nin Sözcülerinden Anadolu’da Yeni Gün” (SBF Dergisi Atatürk Özel Sayısı, Cilt

XXXVI, No: 1–4’den ayrı bası, 1981) adlı makalesidir. Bu makale, gazeteyi pek çok

yönüyle tanıtıcı bir çalışmadır ve gazetede hangi yıllarda ne tür haberlere ağırlık

verildiğini içeren tablolar sunmaktadır. Gazeteyle ilgili bir diğer çalışma olan Nurettin

Gülmez’in Atatürk Araştırma Merkezi yayınları arasında bulunan “Kurtuluş Savaşı’nda

Anadolu’da Yeni Gün” adlı doktora tezi ise gazetede yer verilen konuların tematik bir

yaklaşımla incelenmesine dayanmaktadır. Her iki çalışma da 1918 ve 1919 yıllarında

yayınlanmış sayıları içermemektedir. Bu çalışmalar, gazetenin incelenmesinde esas

olarak, Ankara’da “Anadolu’da Yeni Gün” adıyla 10 Ağustos 1920 tarihinden itibaren

yayınlanmaya başladığı dönem ile Cumhuriyet adını aldığı 8 Mayıs 1924 arasındaki

sayıları içermektedir. 1918–1919 sayıları, Pelin Böke’nin “Yeni Gün’den Cumhuriyet’e

Yunus Nadi” (Dokuz Eylül Üniversitesi, A.İ.İ.T.E, Doktora tezi, 1994, 177 s.) adlı doktora

tezinde kısıtlı da olsa yer almaktadır. Fakat bu tezin esas konusunun Yunus Nadi’nin

hayatı olması dolayısıyla, yalnızca onun makalelerinden yararlanılmış ve gazetenin bu

yıllardaki niteliklerine yönelik bir değerlendirme yapılmamıştır.

3

II.) GAZETELERİN TARİHSEL KAYNAK OLARAK DEĞERİ VE OSMANLI BASINININ

DOĞUŞU

İnsanoğlunun topluluklar halinde yaşamaya başladığı tarihsel zaman diliminin

başlangıcında bir ihtiyaç olarak ortaya çıkan, özelde yakın çevrede ve genelde dünyada

olup bitenlerden haberdar olma isteği, her çağda farklı nesneler aracılığıyla

karşılanmıştır. Haberdar olmak, bilmek isteğinin İlkçağlardaki aracı nesnesi olan kil

tabletler, Yeniçağa gelindiğinde yerini, Avrupa’da ticaretin gelişmesiyle ortaya çıkan ve

öncelikli amacı ticari etkinliklerin bilgisini yaymak olan gazetelere bırakmıştır. Avrupa’da

yaşanan siyasal ve sosyo-ekonomik gelişmelerle ortaya çıkan burjuva sınıfı, bu kıtada

bugünkü anlamıyla gazetenin oluşumunun tohumlarını atmıştır. İnsanların haber alma ve

devletlerin, iktidarların, çeşitli sosyal ve siyasi fikir akımlarının ifade etme isteklerinin aracı

olarak varlığını sürdürmüş olan gazeteler, bu özellikleriyle yayınlandıkları dönemi

yansıtan birer aynadırlar. Gazeteler, kendi dönemlerinin siyasal, sosyo-ekonomik

olaylarını, bu olayların yarattığı etkileri yayıncılarının ve yazı kadrolarının görüşleri

doğrultusunda aktarırlar. Çünkü varoluş amaçları olup biteni bu kişilerin bakış açısıyla

yorumlayacak bir kamuoyu yaratmaktır. Fakat tam da burada tarihsel araştırmanın

yöntemi açısından dikkat edilmesi gereken bir nokta söz konusudur. Bu nokta haber

türleri arasında bir ayrım yapmak ve elde edilen bilgiyi haberin türüne göre

değerlendirmektir. Yeni Gün’de birkaç türde haber yer alır. İlki, iç ve dış olayların yalnızca

nerede, ne zaman ve nasıl gerçekleştiğine dair bilgi veren ve diğer haber türlerine

nispeten nesnel sayılabilecek haberlerdir. Bu tür haberler arasında kimi zaman tarih

araştırmalarında yer almayan bir takım ayrıntılara da rastlanabilir. Haber-yorum olarak

adlandırabileceğimiz ikinci tür haberler ise olup bitenin gazetenin siyasi bakış açısından

yorumladığı haberlerdir. Bu haberlerin içerdiği ayrıntılar gazetenin niteliği konusunda

aydınlatıcı ipuçları ile doludurlar. Gazete yayıncısı, yazı kadrosu ve bunların hitap ettiği

kesimin düşünce yapısına dair izlerin sürülebileceği türler ise köşe yazıları, gazete

sayfalarında daha az yer bulan tefrikalar ve diğer edebi türlerdir. Çoğunluk tarafından

benimsenen nitelikleriyle bir “ayna” olarak tanımlanan gazeteler, gerçek bir ayna kadar

açık seçik ve tarafsız olamasalar da, bir dönemi ve dönemin zihniyetini anlamaya çalışan

bir araştırmacıya, düşüncelerin süzgecinden geçmiş haberlerden daha fazlasını sunar.

Öncelikle olup bitenleri öznel görüşleri doğrultusunda yorumlayarak ve hatta kimi zaman

4

çarpıtarak aktaran yazı kadroları, çoğunlukla toplumun belirli kesimleri tarafından kabul

gören görüşlerin takipçileridir. Yansıttıklarının yalnızca kendilerinin değil, mensup

oldukları siyasal ya da toplumsal grupların görüşleri olması ve olayları, hitap ettikleri

kesimin muhtemel refleksleri doğrultusunda yorumlamaları ve kamuoyu oluşturma amacı

gütmeleri nedeniyle toplumsal zihniyetler hakkında da fikir verebilecek çok değerli

kaynaklardır. Genellikle gazete sütunlarını hükümet değişiklikleri, savaşların ve

ekonominin gidişatı, iç ve dış politika haberleri, resmi tebliğler, dış ülkelerin iç işleri ve

kendi aralarındaki ilişkileri, devletlerarası anlaşmaların görüşmelerinde yaşananlar, yeni

kurulan ya da kapatılan siyasi partiler, yabancı basının gazetenin yayınlandığı ülkeye dair

yorumları, ülkeye gelen yabancı heyetler ve izlenimleri gibi haberler işgal eder. Fakat

toplum önderleriyle yapılan mülakatlar, ticaret sergileri, salgın hastalıklar, doğal afetler ve

toplumda yarattığı etkiler, su, kömür, odun, sabun gibi erzak yokluğu sıkıntılar, keşfedilen

yeni silahlar, okurların gönderdiği telgraflar, spor müsabakaları, milli ve dini günlerdeki

kutlamalar, hatta astronomi gibi bilimlerdeki son gelişmeler ve sosyal hayata dair daha

pek çok tür haber de gazete sütunlarında yer bulur. Bu anlamda gazeteler, geçmişin

izlerinin detaylarıyla sürülebileceği tarihsel belgelerdir ve 20. yüzyılda başlayan ve son

yıllarda sayıları hızla artan sosyal tarih araştırmaları için vazgeçilmez niteliktedirler. Çoğu

tarihçi de matbu kaynaklar arasında basının en önemlisi olduğunu, kendi zamanında en

çok etki yaratmış siyasi ve toplumsal görüşleri kaydetmesi, olaylara ilişkin günlük kayıtlar

sağlaması ve rutin gazete haberciliğini aşan bazı konulardaki etraflı araştırmaların

sonuçlarını sunması açısından önemli bilgiler verdiğini söylemektedir.

Araştırmamızın konu edindiği zaman dilimi olan Mütareke döneminde yapılan

gazeteciliğin niteliğini ve arka planda bu kavrayış olmak üzere Yeni Gün gazetesinin

genel karakterini çözümleyebilmek için Osmanlı İmparatorluğu ve toplumunun bu iletişim

aracıyla nasıl tanıştığını, ona nasıl bir anlam yüklediğini incelemek gerekir.

Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk matbaa 1493 veya 1494 sıralarında, İspanya’dan gelen

Yahudi mülteciler tarafından açılmıştı. Ardından 1567’de bir Ermeni ve 1627’de bir Rum

matbaası kuruldu. İlk Türk matbaası ise Paris elçisi Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin oğlu

Sait Çelebi ve İbrahim Müteferrika’nın çabaları ve Şeyhülislam Abdullah Efendi’nin verdiği

fetva ile 5 Temmuz 1727’de açıldı. Osmanlı İmparatorluğu’nun basınla tanışması ise ilk

kez Fransız Devrimi dolayısıyla olmuştur. Fransız elçiliğinin devrim haberlerinden oluşan

bültenlerinin yayınlamasına, Rumları ayaklandırmak için Türkçe ve Rumca bildiler de

yayınladıkları fark edilene kadar, izin verilmiştir. 1821’de başlayan Yunan bağımsızlık

savaşı sırasında Avrupa basınında çok yoğun bir Osmanlı Türk düşmanlığı yapıldığı

5

sırada, Babıâli en büyük desteği hiç beklemediği bir yerden, İzmir’de Fransız asıllı

tüccarlar tarafından çıkarılan Fransızca gazetelerden görmüştür. 1828’de Mısır Valisi

Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın çalışmalarını yansıtmak amacıyla çıkardığı, ilk Türkçe

Arapça gazete olan Vakâyi-i Mısriyye’nin ardından 1831’ de II. Mahmut, devlet

politikasının ana çizgilerinin bütün yöneticilerce bilinmesini düşüncesiyle Takvim-i

Vakâyi’yi yayınlandı1. 1839’da Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla Osmanlı Devleti’nde Babıâli

asrı adı verilen sadrazam ve etrafındaki bürokrat kadronun yönetime egemen olduğu

dönem başlamıştı.2 1840’a gelindiğinde özel ilanlara sütunlarında yer veren ilk gazete

olan Cerîde-i Havadis yayın hayatına katıldı. Aynı yıllarda İzmir’de Rumca, Ermenice,

Ladino (İspanyol Yahudicesi) ve Bulgarca gazeteler de yayınlanmaya başladı. Koloğlu bu

dönem süresince sadece alıcı bir kamuoyu oluşturulmaya çalışıldığını vurgulayarak,

devletin bu tutumu nedeniyle basının çıkarcı ve şantajcı yönünün ön plana çıktığını ve

kişisel suçlamalar geleneğinin başladığını söyler. Osmanlı basını ancak 1850’lerden

sonra etkili olmaya başlamış, dışarıda Osmanlı lehine bir kamuoyu oluşmuş ve ulusçu

akımlar 1848–1849 ihtilalleriyle daha da pekişmeye başlamıştır. Bu noktada devlet

denetlemede yenilik ihtiyacı duyarak 1856 tarihli bir irade ile basımevlerini ve tüm

yayınlarda şer’en ve mülken bir sakınca olup olmadığını kontrol etmek üzere bir memur

görevlendirilmiştir. 1857’ de çıkarılan Matbuat Nizamnamesi ile ise bu ön kontrol ve izin

koşulu bir yasal düzenlemeye bağlanmıştır. Bu nizamnâmeye göre kitap ve risaleler

Meclis-i Maarif’te görüşülerek onaylanacak, zararlı görülen yayınlara derhal el konacaktı.

(Koloğlu 1985: 69 – 76; Ortaylı 2002: 92: Lewis 2000: 51; Kabacalı sansür 1990: 18;

Topuz 1996: 7 – 14)

İlk Türkçe gazete olan, Agâh Efendi ve Şinasi’ nin 21 Ekim 1860’da yayınlamaya

başladığı Tercümân-ı Ahvâl ile Osmanlı basın tarihinde yeni bir dönem açılmıştır. Yeni

Osmanlılar Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer alan Şinasi, konuşulan ve yazılan

arasında fark olmaması gerektiğini savunuyor ve halkın kolaylıkla anlayabileceği bir dille

yazacağını belirtiyordu. Tercümân-ı Ahvâl yalnızca içeriğiyle değil, basım şekli ve sayfa

düzeni açısından da diğerlerinden farklıydı. Haberler ve fikir yazıları birbirinden özenle

ayrılmakta, her bir habere içeriğine göre, birbirinden farklı büyüklüklerde ana başlıklar ve

kimi zamanda alt başlıklar koyulmaktaydı. Şinasi daha sonra tarihe bilimsel açıdan bakan

1 Takvim-i Vakâyi ile ilgili detaylı bilgi için bknz. Orhan Koloğlu, “Osmanlı Basını”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’ e Türkiye Ansiklopedisi, c. 1, İstanbul, İletişim Yayınları, 1985, s. 69. Nesimi Yazıcı, Takvim-i Vâkâyi: Belgeler, Ankara, Gazi Üniversitesi Yayınları, 1983. Mustafa Nuri İnuğur, Türk Basın Tarihi, İstanbul, Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, 1992. Hıfzı Topuz, Türk Basın Tarihi, İstanbul, Remzi Kitabevi, 2003. Hıfzı Topuz, 100 Soruda Türk Basın Tarihi, İstanbul, Gerçek Yayınları, 1996. 2 Tanzimat dönemiyle ilgili detaylı bilgi için bknz. İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2002. Engelhardt, Tanzimat ve Türkiye, (Çev: Ali Reşad), İstanbul, Kaknüs Yayınları, 1999. Roderick Davison, Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, c. 1–2, İstanbul, Papirüs, 2005.

6

makalelere ilk yer veren gazete olan Tasvîr-i Efkâr’ı 27 Haziran 1862’de yayınlamaya

başladı. 1864 Matbuat Nizamnamesi ile ön sansür kaldırılarak, basın suçlarının

yargılanması görevi Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye’ ye verildi.3 Bu nizamnâme

kapitülasyonları basın alanına da sokmaya çalışan yabancı gazeteleri engellemek

anlamında da olumlu sonuçlar doğurmuştu.4 (Koloğlu 1985: 78 – 79; Ertuğ 1970: 171 –

172; Şapolyo 1971: 158 )

Koloğlu, Osmanlı toplumunun, yüzlerce yıllık evriminin sonucunda, yapısında bazı

dinamikler taşıyan bir basın kurumuyla birdenbire karşı karşıya geldiğini belirtir. Bu

dinamiklerden Osmanlı basınını etkileyen ve dönüştüren en önemlileri, konuşulanla

yazılanı birbirine yaklaştırma, dilin halka açılışı, dile dayalı milliyetçiliği geliştirme ve

devletin toplumdan gizli şeyleri olabileceği inancının yıkılmasıdır. Buna göre Tanzimat

dönemi basın tarihi bu dinamizmlerle basını Osmanlı Devleti’ nin sosyo ekonomik

yapısına uydurma çabaları arasındaki çekişmelerin tarihidir. Bu çekişmede devlet, Babıâli

Tercüme Odası, Matbuat Müdürlüğü gibi kurumları kullanıyordu.5 Bu kurumlar yayınlara

ruhsat vermek, yayınların içeriklerini denetlemek, gazetelere verilecek resmi bildirileri

hazırlamak, Avrupa’da Osmanlı aleyhine yayın yapan gazete ve kitapların ülkeye girişini

engellemek, kurallara aykırı davrananları cezalandırmak gibi görevler üstleniyordu.

Denetlemenin sıkılaşmasıyla şimşekleri üzerine çeken Şinasi’nin 1865’de Paris’e

kaçmasıyla Namık Kemal yönetimine giren Tasvîr-i Efkâr’da kadınların okutulması, tıp

eğitiminin Türkçe olması, İstanbul’un güvenliği, Türk dilinin sorunları gibi konulara yer

verilmeye başlanmış ve bu nedenle de kamuoyunda etkinliği artmıştı. 1867’de Yeni

Osmanlıların bir diğer üyesi olan Ali Suavi’nin çıkardığı Muhbir, Girit’te ezilen Türklere

yardım kampanyası açarak büyük paralar toplayabilmesi, bir gazetenin kamuoyundaki

etkinliğinin anlaşılması açısından önemli bir örnektir.6 Diğer taraftan Babıâli, bu etkinliği

kavramış ve Avrupa’ da yayınlanan Arapça gazeteler aracılığıyla imparatorluğun Arap

uyruklarını etkileme çabaları karşısında, İstanbul’ da Arapça el-Cevâib’ i yayın hayatına

sokmuştur. (Koloğlu 1985: 79 – 81)

3 Meclis-i Ahkâm-ı Adliye ile ilgili daha detaylı bilgi için bknz. Mehmet Seyitdanlıoğlu, Tanzimat Devrinde Meclis-i Vâlâ, Ankara, TTK, 1996. 4 Tanzimat dönemi Osmanlı basını hakkında bknz. Hasan Refik Ertuğ, Basın ve Yayın Hareketleri Tarihi, c.1, İstanbul, Yenilik Basımevi, 1970. Server İskit, Türkiye’de Matbuat İdareleri ve Politikaları, Ankara, Başvekâlet Basın ve Yayın Umum Müdürlüğü, 1943. Koloğlu, a.g.m. “Matbuat”, İslam Ansiklopedisi, c.7, Maarif Basımevi, 1957, ss. 362 – 402. 5 Osmanlı Devleti’nin Tanzimat döneminde basınla ilişkileri ve sansür konusunda bknz. Namık Kemal, “Türkçe Matbuat”, Osmanlı Modernleşmesinin Meseleleri, Bütün Makaleleri I, (Haz: N. Aydoğdu – İ. Kara), İstanbul, 2005, ss. 395 – 399. 6 Ziya Paşa, Namık Kemal ve Ali Suavi’ye dair M. S. Çapanoğlu’nun tanıklıklarına dair: Çapanoğlu, Basın Tarihine Dair Bilgiler ve Hatıralar, İstanbul, Gazeteciler Cemiyeti, 1902.

7

1867 Mart’ında Sadrazam Âli Paşa’nın yayınlaması nedeniyle “Âli Kararnâme” olarak

bilinen kararname aleyhteki eleştirileri engellemeye yönelikti ve devlete ülke çıkarlarının

gerektirdiği durumlarda yürürlükte olan Basın Yasası’ ndan bağımsız olarak kovuşturma

hakkı tanıyordu. Bu kararnamenin ardından Paris’e kaçmak zorunda kalan Ali Suavi,

Namık Kemal ve Ziya Beyler, Avrupa’nın değişik kentlerinde yayınladıkları gazetelerle ilk

sürgün Türkçe basınını oluşturdular.7 1870’lerde Yeni Osmanlılar anayurda dönmeye

başladılar ancak Âli Paşa’nın ölümüne kadar basın üzerindeki kontrol gevşetilmedi. Bu

dönem boyunca Yeni Osmanlılar grubu üyeleri tarafından çıkarılan gazeteler, Tanzimat

ve Islahat Fermanları’ndan sonra Müslümanlarla eşit değil onlardan daha iyi bir duruma

geldiklerini düşündükleri gayrimüslimlere karşı, Osmanlı ülkesindeki Türk ve Müslüman

unsurun haklarını savunmayı, Avrupa devletlerinin çıkarcı politikalarını ve Osmanlı

Devleti’ nin yönetilmesindeki aksaklıkları eleştirerek, yeni fikirler doğrultusunda yeni bir

zihniyet oluşturmayı kendilerine görev bilmişlerdi. İbret gazetesi 1872’de Ahmet Mithat’ın

yönetimine geçmesinin ardından, başyazarının Namık Kemal olmasının da etkisiyle,

radikal Yeni Osmanlılar’ın sözcüsü haline geldi. Yayınlanmasından bir ay sonra dört ay

süreyle kapatılması, kamuoyu üzerinde ne denli etkili olduğunun bir göstergesidir. Ülkenin

içine düştüğü politik sorunlarla paralel olarak basın üzerindeki denetleme de artmış ve

1873’de başlayan baskı mizahi yayınlarda da kendisini hissettirmesiyle hat safhaya

varmıştı. Mithat Paşa’nın sadrazamlığı döneminde denetim bir nebze gevşetildiyse de

Balkanlarda yoğunlaşan ulusçu akımlar, basın özgürlüğünün kısıtlanması sonucunu

doğmuştur. Buna rağmen devlet, basının ülkenin dört bir yanına yayılması yolunda büyük

bir atılım gerçekleştirdi ve 1873’de vilayet gazetelerinin sayısı yirmiye ulaştı. II.

Abdülhamit’in istediği, gazetelerin köylere kadar ulaşmasıydı, fakat bu gazeteler tek

kaynaktan Yıldız’dan yönetilmeli ve aynı şeyleri yazmalıydı. Bu dönemde gazetelerin

hürriyet, inkılâp, ihtilal, yıldız gibi kelimeleri kullanması yasak edilmiş, padişahın doğum

gününü, kandil günlerini kutlamaları ise zorunlu tutulmuştu.8 Kamuoyunu bilgilendirmek

kadar bölgelerdeki yetenekli ve eğitimli kişilere yeni bir alan açmak çabasının olduğu bu

uygulamada yöneticilerin çoğunlukla memur – gazeteci olduğu da görülmektedir. Aynı

dönemdeki bir diğer olumlu girişim de gazetelerin toplu halde okunduğu kıraathanelerin

açılmasıdır. Böylece “fısıltı gazetesi” olarak adlandırılan olgu, yani Osmanlı tebaasının

ülke meseleleri hakkında çok da sağlıklı olmayan kaynaklardan edindikleri bilgilerin

7 Sürgündeki Türk basınının bazı temsilcileri: Meşveret (Ahmet Rıza, Paris, İsviçre, Belçika, Cenevre), Mizan (Murat Bey, Mısır), Osmanlı (İhak Sükuti, Abdullah Cevdet), İçtihad (Abdullah Cebdet, Mısır). Konu hakkında daha detaylı bilgi için bknz. A.D Jeltyakov, Türkiye’nin Sosyo Politik ve Kültürel Hayatında Basın, İstanbul, Hürriyet Ofset, 1979. Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri, İstanbul, İletişim Yayınları, 2000. C. Orhan Tütengil, İngiltere’de Türk Gazeteciliği (1867–1967), İstanbul, 1969. 8 II. Abdülhamit döneminin ideolojisinin semboller üzerinden çözümlenmesiyle ilgili bir çalışma olarak bknz. Selim Deringil, İktidarın Sembolleri ve İdeoloji, (Çev: Gül Çağalı Güven), İstanbul, YKY, 2002.

8

toplum içinde yayılması eylemi, gazetelerin yayın hayatına etkili bir şekilde girmesiyle

işlevini yitirmiş, yerini muhabirlerin devlet kaynaklarından alarak ilettikleri bilgiye

bırakmıştır. Bu tür bilginin kıraathanelerde topluca okunarak tartışılması ise bu mekânları

kamuoyu oluşumunun merkezleri haline getirdi.9 (Koloğlu 1985: 85; Şapolyo 1971: 159)

Aralık 1876’da ilan edilen Kanun-i Esasi’nin 12. maddesinde basının yasalar

çerçevesinde özgür olduğu ilan edildiyse de II. Abdülhamit’in daha sıkı bir kontrol

istemesiyle Sadrazam Mithat Paşa ile aralarında oluşan görüş farklılığı, Mithat Paşa’ nın

sürülmesiyle sonuçlandı. Ve Abdülhamit aynı gün yayımlattığı bir bildiriyle basına

aleyhteki yayınları konusunda gözdağı verdi. Bu dönemde basının çizgisini belirleyen ise

artık doğrudan doğruya Yıldız Sarayı idi ve gazeteciler artık politika dışı konulara

yoğunlaşmak durumunda kalmıştı. Basının buna verdiği tepki, Avrupa’dan en son sistem

dizgi ve baskı makineleri getirterek teknik açıdan ilerleme kaydetmenin yanı sıra, daha

fazla resimle okuyucunun dikkatini çekmek ve derin edebi tartışmalara girmek oldu.

Siyaset hakkında fikir üretmeleri yasaklanan aydınlar, hırslarını edebi konuları işleyerek

alıyorlardı. Ayrıca çevirilere daha çok yer verilmesi, popülarize edilmiş bilim yazıları ve

öyküler halkta okuma zevkini arttırmıştır. 26 Haziran 1878’ de yayınlanmaya başlanan

Tercümân-ı Hakikât, Ahmet Mithat’ ın çeşitli konuları popülarize etmekteki başarısı

nedeniyle dönemin simge gazetesi haline gelmişti.10 1878’de Osmanlı Devleti’ nin Rusya

ile yaptığı savaştan yenilgiyle ayrılması, Avrupa dengesindeki yeni gruplaşmalar ve

İngiltere’ nin halife sultanı kendi çıkarlarına göre kullanmak istemesi, II. Abdülhamit’ in

basın politikasını fazlasıyla etkiledi. Maarif Nezareti, Matbuat Müdürlüğü, Matbuat-ı

Hariciye Müdürlüğü ve Zaptiye Nezareti gibi kurumlar eliyle basında sansür, siyasal

içerikli olmayan yayınlara da yayıldı. Ardı ardına gelen düzenlemelerle matbaaların

bastığı tüm yayınlara ön sansür koyulmuş, kitapçılar dahi kontrol altına alınmıştı. Tüm bu

sınırlamalara rağmen, normal olarak 12–15 bin tiraja sahip gazetelerin tirajları olağanüstü

durumlarda 30 bine kadar ulaşabilmiştir. (Koloğlu 1985: 86 – 87)11

II. Abdülhamit döneminde basın, siyasal bilinçlendirme alanında da kullanılmaya

çalışılmıştır. Devleti kurtarmak amacıyla düşmanların kuşkusunu uyandırmadan bir İslami

9 Kıraathanelerin 19. yüzyılda kamuoyu oluşturma konusundaki işlevleri için bknz. Cengiz Kırlı, “Kahvehaneler ve Halifeler, 19. yüzyıl ortalarında Osmanlıda Sosyal Kontrol”, Toplum ve Bilim, 83 Kış, ss.58 – 79.10 Ahmet Mithat Efendi, 1889’ da Stockholm’de yapılan Şarkiyatçılar Kongresi’ ne Osmanlı delegesi olarak katılmış ve ardından Avrupa’nın birçok şehrini gezmiş, seyahatlerini de “Avrupa’da Bir Cevelan” adlı kitabında anlatmıştır. Carter Findley, bu eser üzerinden bir Osmanlı aydını olarak Ahmed Midhat Efendi’nin Batı toplumu ve uygarlığı karşısındaki düşüncelerini çözümlemeye yönelik bir kitap yazmıştır. Ahmed Midhat Efendi Avrupa’ da, (Çev. Ayşen Anadol), İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999. 11 Türk basın tarihinde sansür uygulamaları hakkında daha detaylı bilgi için bknz. Alpay Kabacalı, Başlangıçtan Günümüze Türkiye’ de Basın Sansürü, İstanbul, Gazeteciler Cemiyeti, 1990.

9

dayanışma, bütünleşme doğrultusunda bir bilinçlendirme şeklinde ortaya çıkan bu

bilinçaltına hitap eden politika, padişahın kendi kendine çizdiği bir yol olmaktan çok,

Müslüman Türk dünyasındaki bir oluşumun sonucudur. Bu politika katı bir Batı karşıtlığı

içermiyordu. Devlet, gazetelerden Avrupalı devletler ve elçilerine saygılı davranmalarını

ve özel bir uyarı almadan yabancı hükümetler hakkında eleştiriler yapılmamasını

istiyordu. II. Abdülhamit’ in etkisi altına aldığı Osmanlı basınını gerçekleri öğrenmekte

yeterli bulmayan toplumun bazı kesimleri sürgün Türk basınına yöneldi. (Koloğlu 1985:

88; Şapolyo 1985: 166)

Jön Türkler’in zaferi olarak tanımlayabileceğimiz II. Meşrutiyet’in ilanı ülkede daha önce

hiç olmadığı kadar geniş bir özgürlük ortamı yaratmıştır. Yeni dönemin ilanından bir gün

sonra 25 Temmuz 1908’de gazetelerini sansürün ön kontrolüne göndermeden piyasaya

süren İstanbul basını, bu şekilde basın rejimini değiştirmiş oldu.12 II. Abdülhamit

yönetiminin kurduğu tutucu baskı yönetiminin ortadan kalkmasıyla, olayın devrimsel

etkileri kendini göstermeye başladı. Siyasal alandaki bu değişim, o ana dek

yakalanamamış bir özgürlük dönemi başlatmış ve bu dönem çok fazla sayıda gazete ve

derginin yayın hayatına girmesiyle, bazı tarihçiler tarafından anarşi haline varan bir “basın

çılgınlığı dönemi” olarak nitelendirilmiştir.13 Bu tür yayınların çoğunun ömrü kısa olmuş

fakat toplumda gerçekleri anlama açığına cevap vermiştir. Bu çeşitlilik içinde her fikrin

savunucusu, sözcüsü olan yayın organı belirdi ve her siyasi fikir, basın yoluyla sesini

duyurdu. Böylece örfi idarenin baskılarına rağmen basın halkla temas edebildi. Fakat

döneme asıl hâkim olan karakter “fikir karmaşası”dır. 31 Mart ayaklanmasının (13 Nisan

1909) ardından14 Meclis’e sunulan basın yasası Temmuz 1909’da yürürlüğe girdi. Yeni

yasada sansüre referans olabilecek herhangi bir düzenleme yoktu fakat devletin temelini

sarsmaya, padişahı, dinleri korumaya ya da ayaklanmaları kışkırtmaya yönelik yayınları

önleyici maddeler koyulmuştu. Basın İttihatçılar ve onlara karşı olanlar olarak ikiye

ayrılmış olsa da II. Meşrutiyet dönemi, her türlü düşüncenin ve fikir akımının kamuoyuyla

serbestçe paylaşıldığı bir dönem olmuştur. Büyük tirajlara ulaşılmış, haber gazeteciliği ve

tekniğinde önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Baskıların durumu düzelmiş, ilk kez

12 Jön Türkler hakkında bknz. Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, Ankara, İmge Yayınları, 1998. Ahmet Bedevi Kuran, İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler, Ankara, Kaynak Yayınları, 2000. Faroz Ahmad, İttihat ve Terakki (1908 – 1914), (Çev: Nuran Yavuz), İstanbul, Kaynak Yayınları, 1995. Şerif Mardin, Jön Türkler’ in Siyasi Fikirleri, İstanbul, İletişim Yayınları, 2000. 13 Orhan Koloğlu’nun 1908’ de yaşanan basın çılgınlığını ayrıntılarıyla anlattığı kitabına bknz.1908 Basın Patlaması, İstanbul, BAS-HAŞ,2005. Bu dönemde çıkan bazı gazeteler: İkdam, Sabah, Tercüman, Saadet, Yeni Gazete, Tanin, Yeni Tasvîr-i Efkâr, Hukuk-u Umumiye, Selanik, Şûra-yı Ümmet, Rumeli, Silah, Osmanlı, Serbestî, Volkan, Beyanü’l Hak, Tanzimat, Teminat, Peyam, İştirak, Sosyalist, İnsaniyet, Medeniyet, İdrak, Sadâ-yı Millet, Şehrah. 14 31 Mart ayaklanmasıyla ilgili kapsamlı bilgi için bknz. Sina Akşin, Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, Ankara, İmge, 1994.

10

gazetelerde telefon kullanılır olmuştur. Bu da haber kaynaklarına ulaşmada kolaylık

dikkate değer bir kolaylık yaratarak, haber niteliği ve kalitesini arttırmıştır. Bir yandan

gazeteleri siyasi hırsları için kullananların sayısı artarken, diğer yandan gazeteciliği

meslek olarak sürdüren Yunus Nadi, Hüseyin Cahit, Necmettin Sadık, Ali Naci gibi isimler

yetişmiştir. Basın İttihatçılar ve onlara karşı olanlar olarak ikiye ayrılmıştır. Osmanlı

Devleti’ nde yaşayan her milletin kendi haklarını savunan bir yayın organı varken, Türk

milletinin çıkarlarını savunmak Osmanlılığın temelini sarsmak olacağından, Türk

milliyetçiliği yapan bir basın belirmemişti. (Şapolyo 1971: 175; İskit 1943: 194; Berkes

2002: 402; Koloğlu 1985: 89 – 92)

I. Dünya Savaşı sırasında gazetenin ne kadar önemli bir ihtiyaç olduğu ortaya çıkmıştı.

Savaş, yepyeni ihtiyaçlar doğurmuş, basına zorunlu bir kontrol getirilmişti. 25 Ağustos

1914 tarihli yasa ile askeri sansürün izni olmaksızın ordunun durumuyla ilgili yazı

yazılamayacaktı.15 1917’nin sonlarına doğru barış teması son derece sık işlenmeye

başlanmıştı. (Şapolyo 1971: 185)

Osmanlı İmparatorluğu’nun savaştan mağlubiyetle ayrılması ve 30 Ekim 1918’de

Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra ise basında yepyeni bir dönem

başlamış, basında bir canlanma olmuştur. Bu dönemin ilerleyen devresinde basın bu defa

İstanbul ve Anadolu kollarına, bir diğer deyişle, Anadolu’da başlayan mücadele hareketini

destekleyenler ve karşı olanlar olmak üzere iki kutba ayrılmıştır. Tüm köşe yazıları ve

haber-yorumlar bu arka plan üzerine kurulmuş, basın dili iki ayrı düşünce üzerinde

yeniden oluşturulmuş, basında kişisel hesaplaşmalar hâkim olmuş, devletin uyguladığı

sansüre İtilaf Yüksek Komiserlikleri’nin de sansürü eklenmiş ve basında Cumhuriyet’in

ilan edilmesi öncesindeki dönemde ülke sorunlarına bakış açısı konusundaki fikir

ayrılıkları belirginleşerek, Cumhuriyet Türkiye’sine devredilmiştir.

15 1914 tarihli Sansür Talimatnamesinin başlıca hükümleri için bakınız. Alpay Kabacalı, Başlangıçtan Günümüze Türkiye’ de Basın Sansürü, İstanbul, Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, 1990.

11

I. BÖLÜM: YENİ GÜN’ÜN YAYIN HAYATINA BAŞLAMASI

I.1) YUNUS NADİ VE GAZETECİLİĞİ

Abalızade Hacı Halil Efendi’nin oğlu olan Yunus Nadi, 1879’da Fethiye’nin Seydiler

Köyü’nde, çiftçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. İlköğrenimini Fethiye’de

tamamlayan Nadi, Abdülaziz döneminde çıkarılan Âli Kararname gereğince 1873’de

Rodos Adası’na sürgüne gönderilen Ahmet Mithat ve Ebüzziya Tevfik’in kurduğu

Süleymaniye Medresesi’nde eğitimine devam etti. Bu medrese verdiği eğitimle gerçek

anlamda bir medrese değildi. Mektep adı halkta olumsuz çağrışımlar yaptığı için adı

medrese konmuş, müfredatında Batılı fikir akımlarına da yer verilen bir okuldu. Bu okulla

ilgili Nadi, Resimli Perşenbe adlı gazetede yer alan 26 Temmuz 1928 tarihli yazısında,

Jön Türkler’in yenilikçi fikirleriyle burada tanıştığını, Avrupa’da yayınlanan sürgün Türk

basınına ait gazetelerin Rodos’a gizlice getirildiğini ve Abdülhamit idaresi aleyhindeki

fikirlerinin bu dönemde şekillendiğini belirtmişti. (Böke 1994: 2) Nadi’nin yakın arkadaşı

Şükrü Kaya, Abalızade Halil İbrahim olarak bahsettiği Nadi ve bu okul hakkında şunları

söyler:

“Rodos’a sürülen seçkin Jön Türkler yazılarının ve sözlerinin ışığıyla Rodos ve civar kasabalardaki Türk gençlerini aydınlatmışlardı. Hatta daha Abdülaziz devrinde Rodos’ ta adanın fatihine nisbetle ‘Medrese-i Süleymaniye’ diye hususi bir mektep bile açmışlardı. Mektebin hocaları Harbiyeli, Tıbbıyeli, Mülkiyeli genç sürgünler, ders temeli edebiyat, tarih, müsbet ilimler, terbiye esası da Genç Osmanlılar’ ın kendi idealleri vatan ve hürriyet sevgisi idi. Aradan birkaç yıl geçince mektebe rağbet arttı. Ege kıyıları kasabalarının akıllı varlıkları çocuklarını oraya göndermeye başladı. Abalızade Halil İbrahim de Mekri’ den gönderilmiş bir çocuktu. İmtihanlarında bulunan Vali Abidin Paşa, bu çocuğun zekâsını çalışkanlığını, akıllı akıllı cevaplarını takdir ve Galatasaray Lisesi’ ne girmesine delalet etti.”16

16 Şükrü Kaya, “Yunus Nadi”, Cumhuriyet 1924 – 1974, İstanbul, 1974, s. 43.

12

Yeni Gün’ün uzun süre Yazı İşleri Müdürlüğü görevini yürütmüş olan Kemal Salih Sel ise

buradan bir “bilgi yuvası, bir nevi yüksek tahsil veren fevkalade şöhreti haiz bir okul”

olarak bahseder. Nadi, gazetecilik hayatının ilk yıllarında yazdığı makaleleri de “Medrese-

i Süleymaniye’ den mezun” olarak imzalayacaktır. Bu okuldan 1896’da birincilikle mezun

olan Nadi, memleketi Fethiye’ye geri döndü. Ailesi onun ticarete atılmasını istese de o

bazı okullara başvurmak üzere İstanbul’a gitti. Fakat mevsim yazdı ve okullar kapalıydı.

Nadi, hiçbir okula kayıt yaptıramadan memleketine geri dönmek zorunda kaldı. Gayreti

Abidin Paşa’nın dikkatini çekmişti. Onu, oğlu Rasih Bey ile birlikte İstanbul’a göndererek

Galatasaray Sultanisi’ne kaydolmasını sağladı. Burada 1897’de birkaç arkadaşıyla

beraber önce el yazması sonra şapirografla bir gazete çıkarmaya başlayan Nadi, amatör

bir gazeteci olarak mesleğe ilk adımını attı. Eğitimini ise, kendisi için daha yararlı

olacağını düşündüğü St. Benois Lisesi’ nde tamamladı. (Böke 1994: 3 – 6; İnuğur 1992:

73; Sel 1974: 45; İnuğur 1999: 100)

1898 yılında henüz 21 yaşındayken Baba Tahir'in çıkardığı Malûmat gazetesinde

çalışmaya başlayan Nadi, burada Ahmet Refik, Fatma Aliye Hanım, Necmeddin Arif,

Ahmet Muhtar Paşa, Ahmet Lütfi, Ahmet Rasim gibi gazetecilerin yanında yetişerek

deneyim kazandı. Nadi, “Edebiyatta Sefahat” başlıklı, ilki 19 Ağustos 1899’da yayınlanan

bir seri makale ile Servet-i Fünun akımının yazarlarını, “sanat için sanat” anlayışlarından

ve toplumdan uzak bir edebiyatın sözcüleri olmakla” suçladı. Eleştirilen tarafın sözcüsü

ise Hüseyin Cahit Yalçın’dı. Nadi, 1901’de II. Abdülhamit aleyhinde çalışan gizli bir

cemiyete katılmak suçlamasıyla üç sene hapse mahkûm edilerek Midilli Kalesi’ne

gönderildi. (Böke 1994: 9 – 20; İnuğur 1992: 73; Kaya 1974: 43; Sel 1974: 45 – 46) Kaya,

Nadi’ nin neden ve nasıl sürgüne gönderildiğini şöyle anlatır:

“İstibdadın değişmeyen karakteri şüphelenmek, şaşmayan politikası da vesvesesi çoğaldıkça tazyiki arttırmaktır. Saray da bu yolu tuttu. Tazyik ve şiddetini arttırdı. Münevverlerden ve genç mekteplilerden şüphelendiklerini alay alay sürgünlere, zindanlara göndermeye devam etti. Halil İbrahim de genç sürgünler arasında Midilli Kalesi zindanlarına atıldı. O zamanlarda Midilli İdadisi’ nin ileri sınıflarındaki çocukları, kalede yazan, söyleyen ateşli ve heyecanlı sözlerle vatan ve hürriyet davası güden Genç Türkler’ den ‘Yunus Nadi’ yi – artık Mekrili Abalızade Halil İbrahim böyle anılacak ve tanınacaktır – dinlemek ve sözlerini not etmek için mektepten kovulmayı göze alıyorlardı. Zabtiye Nezareti bu tehlikeli adamı Sinop Kalesi’ ne uzaklaştırdı. Fakat onun telkinleri ve sevgisi Midilli’ de Namık Kemal’ den sonra yeni bir iman geleneği oldu.” 17

17 Kaya, a.g.m, s. 43.

13

Burada geçirdiği üç yılın ardından Fethiye’ye dönerek çiftçilikle uğraşmaya başlayan

Nadi, II. Meşrutiyet ilan edildiğinde İstanbul’ da oluşmuş ortamdan uzak olsa da olayları

takip etmekteydi. Meşrutiyetin ikinci defa ilan edildiği haberini aldığında düşündüklerini

daha sonra 10 Şubat 1919’ daki yazısında şöyle ifade etmiştir:

“23 Temmuz 1908’de meşrutiyetin istirdad ve ilanı haberi bana Anadolu’ nun küçük bir kaza merkezinde ulaştığı zaman birdenbire sevinmekle beraber bir müddet de müteessir kalmış idim. Osmanlı İmparatorluğu’nu teşkil eden muhtelif anasırların bu meşrutiyet hayatında nasıl bir ahenk teşkil edeceklerini az çok korku ile düşünüyor ve anlamağa çalışıyordum.”18

Nadi, II. Meşrutiyet’in ilan edildiği yıllarda, Jön Türk fikirleriyle tanışmış ve bu fikirleri

benimsemiş bir insan olarak, Osmanlı İmparatorluğu’ nun çöküş sürecinde aydın kesimin

genelinde hâkim olan “Osmanlıcılık” fikrine sahipti. Yukarıdaki ifadesinden de

anlaşılacağı üzere, bu haberi aldığında ilk düşündüğü şey, Osmanlı İmparatorluğu’nda

yaşayan gayrimüslim azınlıkların durumu olmuştur. Osmanlıcılık fikrinin yerini, Balkan

Savaşları sonrasında oluşan siyasal ortamın etkisiyle ve İttihat ve Terakki Cemiyeti

içindeki dönüşüme paralel olarak, Türkçülük ve döneme özgü bir milliyetçilik alacaktı. Bu

dönemde İttihat ve Terakki Cemiyeti ülkeyi yöneten asıl güç olsa da fikirlerini yayacak bir

gazeteye ihtiyaç duyuyordu. Politik alandan basına da yansıyan İttihatçı – Hürriyet ve

İtilafçı kutuplaşmalarının ortasında Nadi, 1910’ da İttihat ve Terakki Fırkası’nın Selanik’te

yayınladığı “Rumeli” gazetesinde başyazar oldu. Kaya, bu dönemde Nadi’ nin “İttihat ve

Terakki inkılâbının fikir bayrağını elinde tutan savaşçılardan biri” olduğunu söyler. (Böke

1994: 22 – 23; İskit 1943: 192; Sertel 1968: 10, 25; Kaya 1974: 43: İnuğur 1999: 139)

Nadi’yle eşzamanlı olarak Selanik’teki Rumeli gazetesinde muhabirlik yapmış olan

Zekeriya Sertel (daha sonra da Yeni Gün de muhabirlik yapacaktır) hatıralarını yazdığı

eserinde şöyle demektedir:

18 Pelin Böke’den naklen, “Yeni Gün’den Cumhuriyet’e Yunus Nadi”, Dokuz Eylül Üniversitesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, 1994, s. 23.

14

“İttihat ve Terakki kendi fikirlerini yayacak bir organa muhtaçtı. Bu maksatla

Rumeli adında gündelik bir gazete çıkarmaya başlamışlardı. Bu küçük bir vilayet

gazetesiydi. Rumeli’nin başına da İstanbul’dan Yunus Nadi getirilmişti.

Başyazarlık yapıyordu. Bu sırada Nadi 30 yaşlarında bir gençti. Yazılarında sert

ve kavgacıydı. Nadi, her gün İttihat ve Terakki Merkezine gider oradan aldığı

ilham üzerine gelip yazılarını yazardı. O vakitler İttihat ve Terakki’nin en kuvvetli

ve nüfuzlu üyesi Ziya Gökalp idi. İttihat ve Terakki onu Umumi Merkeze üye

yaparak Selanik’e getirtmişti. İttihat ve Terakki’nin ideolojisini yapmaya ve

yaymaya başlamıştı.” 19

Nadi, daha sonra kendini ve gazetesini adayacağı Milli Mücadele’nin önderi Atatürk’le de

İttihatçıların son derece yoğun olduğu Selanik’te tanışmıştı. 1912’de Osmanlı Meclis-i

Mebusanı’na Aydın Milletvekili olarak giren Nadi, TBMM’nin birinci döneminden altıncı

dönemine kadar bir yandan milletvekilliği diğer yandan Meclis muhabirliği görevini

sürdürmüştü. Selanik’in kaybedilmesinin ardından İstanbul’a dönen Nadi, burada en çok

okunan gazete olan Tasvîr-i Efkâr’da çalışmaya başladı. Gazetenin sahibi olan Velid

Ebüzziya, Sertel’in ifadesiyle (1968: 8) “okuyucuların din duygularını gıdıklayan konulara”

önem verirken, İttihatçı bir yazar olan ve sütununda Hürriyet ve İtilaf aleyhinde

düşüncelerini ifade eden Nadi’ye dokunmuyordu. (İnuğur 1992: 74; Nadi 1965: 147;

Kaya 1974: 43)

İttihat ve Terakki Fırkası kökenli bir yazar olan Nadi, bu fırkanın Teceddüt Fırkası’na

dönüşmesi sırasında çalışmalarda bulunmuştur. Teceddüt Fırkası’nın20 Meclis-i İdare

üyeliği ve Fırka Kalemi üyeliği görevlerini yürütmüş, 11 Kasım 1918’de bu fırkadan istifa

etmiştir. (Tunaya 2003: 112) Bir süre sonra ABD Başkanı Wilson’ın ilkeleri esas alınarak

kurulan Wilson Prensipleri Cemiyeti’nin de Heyet-i Faale üyeliği görevini üstlenmiştir.

(Tunaya 2003: 252) Nadi, Yeni Gün’de zaman zaman yazılarına rastlanan Hakkı Behiç ile

beraber, Mayıs 1920’de kurulan Yeşil Ordu’nun21 bir üyesiydi. (Tunçay 1978: 133) Ayrıca

Meclis’te oluşturulan Halk Zümresi grubunun da üyesidir. Hatta İttihat ve Terakki eski

İstanbul Mebusu ve bu grubun bir üyesi olan Kör Ali İhsan Bey’in İstiklal Mahkemesi’nde

verdiği ifadeye göre Halk Zümresi’nin programını Nadi yazmıştır. (Tunçay 1978: 154)

19 Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım (1905 – 1950), İstanbul, Yaylacılık Matbaası, 1968, s. 56. 20 Teceddüt Fırkası’nın programı, nizamnamesi ve ilgili diğer bir çok belge ve bilgi için bknz.: Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, c.2, İstanbul, İletişim Yayınevi, 2003, ss. 113–153. 21 Yeşil Orduyla ilgili daha fazla bilgi için bknz.: Mustafa Yılmaz, Milli Mücadele’de Yeşil Ordu, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1987.

15

Yeni Gün yazar kadrosundan Mahmut Esat Bozkurt ile birlikte, Mustafa Kemal Paşa’nın

18 Ekim 1920’de Ankara’da kurdurduğu Türkiye Komünist Fırkası’nın da üyelerindendir.

(Tunçay 1978: 162)

Nadi’yi I. Dünya Savaşı’nın son günlerine doğru kendi gazetesini kurmaya yönelten

sebeplerin en önemlisi, Tasvir-i Efkâr gazetesiyle arasında belirginleşen fikir ayrılıklarıydı.

Savaşın sona ermeye yüz tuttuğu, Osmanlı İmparatorluğu’nda pek çok şeyin, geri dönüşü

olmayacak şekilde değiştiği bir dönemde Nadi’nin gazetesine seçtiği isim de, bir anlamda

kendi beklenti ve fikirlerinin ifadesi sayılmalıdır. Nadi, gazeteciliği cephede savaşmanın

bir başka şekli ve kendini, haklılığına inandığı Kurtuluş Savaşı’nın basın cephesindeki

askeri olarak görmüş, bu doğrultuda yayın yapmıştır. Basının uluslararası alanda

kamuoyu oluşturmadaki gücünün ağırlığını fazlasıyla hissettirdiği ve bu gücün

sonuçlarıyla çeşitli şekillerde somut olarak karşı karşıya gelindiği bir dönemde Nadi, tüm

bunları kavramış ve gazetesinin sayfalarında “propaganda”nın önemine sık sık yer

vermiştir. Sivas Kongresi sonrasında Damat Ferit kabinesinin yerine kurulan Ali Rıza

Paşa kabinesi ile Anadolu hareketinin lideri Mustafa Kemal Paşa arasında arabuluculuk

yapmış olan Nadi, Yunan ordusunun başarısından ümidi kesen İtilaf Devletleri’nin

Londra’da toplamaya karar verdiği konferansa davet ettiği BMM Hükümeti’ni temsil eden

murahhaslardan biriydi. Bir süre Osmanlı Matbuat Cemiyeti Başkanlığı da yapmış olan

Nadi, Milli mücadelenin sesini yurtiçinde ve yurtdışında duyurulabilmek amacıyla kurulan

Anadolu Ajansı’nın22 Halide Edip Adıvar ile fikir öncülüğünü yapmıştır. (Bayar 1974: 41;

Topuz 2003: 99; Yalman 1970: 304)

Nadi, gazeteye ve gazeteciliğe bakışını Kaya’nın aktardığı şekliyle şöyle ifade

etmiştir:

“Gazete, her gün cemiyet-i beşeriyeden efkâr-ı umumiye adlı ikinci bir heyet çıkaran çok kudretli bir tahlil ve terkib unsurudur. Gazete sahifeleri her gün yüz binlerce insanın beraber toplanıp, beraber düşündükleri, konuştukları içtima meydanlarıdır.(…) Çok sevdiğim mesleğim olduğu için değil hakikat olarak ifade ederim ki beşerin en büyük buluşlarından biri ve belki de birincisi işte bu

22 Anadolu Ajansı’nın bir fikir ve ardından bir kurum olarak kuruluşunun hikâyesi için bknz. Yücel Özkaya, Milli Mücadele’ de Atatürk ve Basın, Ankara, Atatürk Araştırma Merkezi, 1989. Orhan Koloğlu, Havas Reuters’den Anadolu Ajansı’na, Ankara, Çağdaş Gazeteciler Derneği, 1994. Anadolu Ajansı’nın Milli Mücadele, Cumhuriyet ve çok partili dönemdeki durumu için M. Nuri İnuğur, Türk Basın Tarihi, İstanbul, Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, 1992, s. 28 – 31. İzzet Öztoprak, Kurtuluş Savaşı’nda Türk Basını, Ankara, Türkiye İş Bankası Yayınları, 1981, s. 40, 41. Hıfzı Topuz’un Türk Basın Tarihi (İstanbul, Remzi Kitabevi, 2003, s. 138 –141) adlı eserinin “Anadolu Ajansı” başlıklı bölümünde bu ajansın kurulmasına öncülük eden Yunus Nadi ve Halide Edip Adıvar’dan ilginç bir şekilde hiç bahsedilmemekte, ajansın kurulması ve isminin konmasında yalnızca Mustafa Kemal Atatürk’ ün emeği olduğu belirtilmektedir.

16

müessesedir. Eğer ben dünyaya gelinceye kadar gazetecilik müesses bir meslek olmasaydı onu mutlaka ben icat ve tatbik etmiş olurdum.”23

Milli Mücadele’nin merkezi olan Ankara’ya geçtiğinde, fikirlerini, İstanbul’daki çifte

sansürden uzak, daha açık ifade edebilme olanağı bulmuş olan Nadi, Anadolu’da Yeni

Gün’ün her sayısında, eksikliğini her fırsatta vurguladığı propagandayı etkin bir silah

olarak kullanmaya ve halkın kurtuluşa olan inancını canlı tutmaya çalışmıştır.

I.2) TİCARİ AÇIDAN YENİ GÜN

Yeni Gün, yayın hayatına 2 Eylül 1918’de İstanbul’da başlamıştır. 24–27 Ocak 1919 ve

11–22 Şubat 1919 tarihlerinde aldığı kapatılma cezasına, pek çok gazetenin yaptığı gibi

uymayarak Eski Gün adıyla yayınını sürdürmüştür. Gazete, 27 Mart 1919–11 Ekim 1919

tarihleri arasında, ülkenin içinde bulunduğu olağanüstü koşullar ve Yunus Nadi’nin

Bekirağa Bölüğü’ne sürgün edilmesi nedeniyle yayınlanamamıştır. 11 Ekim 1919’da

yeniden yayınlanmaya başlayan Yeni Gün, İstanbul’un 16 Mart 1920 tarihinde İtilaf

kuvvetleri tarafından işgal edilmesi ve matbaasının bu kuvvetler tarafından basılması

nedeniyle 16–20 Mart 1920 arasındaki günleri kapsayan süreçte yayınlanamamış, 21

Mart’ta yeniden yayına başlamış ve 12 Nisan 1920’ye kadar yayınını sürdürmüştür.

İstanbul’da Milli Mücadele yanlısı bir gazete olarak yayın yapmanın zorluğu ve

mücadelenin merkezinin Anadolu olarak belirlenmesinin ardından Nadi matbaasını

Ankara’ya taşımış ve 10 Ağustos 1920’den itibaren gazete Anadolu’da Yeni Gün adıyla

yayınlanmaya başlamıştır. Sakarya Savaşı sıralarında matbaası Kayseri’ye taşınmış, 1

Eylül 1921 – 7 Ekim 1921 sayıları burada yayınlanmış, bu sırada gazeteyle Kemal Salih

Sel ilgilenmiştir. 22 Kasım 1921’de yeniden Ankara’ya dönen Yeni Gün, 8 Mayıs

1924’den itibaren Cumhuriyet adıyla yayınlanmaya başlanmıştır.

Gazetenin yayın hayatına başladığı Eylül 1918 tarihli nüshalarında, ortadaki büyük Yeni

Gün logosunun hemen altında 1334 tarihi yer alır. Bu gazetenin yayına başladığı 1918

yılının Hicri takvimdeki karşılığıdır. Logonun altında şu bilgi vardır: “Her gün sabahları

neşr olunur, siyasî, ilmî, edebî gazetedir. Telgraf adresi: İstanbul Yeni Gün. Telefon:

23 Şükrü Kaya, “Yunus Nadi’ ye Göre Gazetecilik”, Cumhuriyet 1924 – 1974, İstanbul, 1974, s. 47.

17

İstanbul 190 Posta Kutusu: 423.” Logonun sağ tarafında nüshanın numarası ve “Nüshası

her yerde 40 para” ifadesi yer alır. Devamında “Sâhib-i imtiyaz ve sermuharriri Yunus

Nadi. İdarî olsun tahrirî olsun gazeteye mutabık her türlü evrak Yeni Gün idarehanesi

namına gönderilmelidir” yazar. İki ucuna birer doğan güneş figürünün yerleştirildiği

dikdörtgen bir kutucuğun içinde nüshanın tarihi Hicri, Rumi ve Miladi takvimlere göre

belirtilir ve basıldığı yer olan İstanbul “Darülhilafe” adıyla yazılır. Logonun sol tarafında

gazetenin fiyatı tekrarlanmakla beraber, “birinci sene” ifadesi de yer almaktadır. Daha da

aşağıda “Matbaa ve idarehane: Bâb-ı Ali civarı Acı Musluk Sokağı, ilan ücretleri

idarehanede kararlaştırılır. İlanâtın muhteviyatından dolayı gazete mesuliyet kabul etmez”

yazar. Sol taraftaki dikdörtgen kutucuğun içine yerleştirilmiş olan abonelik bilgilerine göre

“İştirak şeraiti: vilayet için seneliği 345, altı aylığı 175, üç aylığı 90 kuruş, memalik-i

ecnebiye için seneliği 415, altı aylığı 215, üç aylığı 115 kuruş. Abone kayıtları her ayın

birinde, 10’unda ve 20’sinde yürütülür”.

İstanbul ve Anadolu’nun Mondros Mütarekesi gereğince işgal edildiği, basına İstanbul

Hükümeti ve İtilaf Devletleri temsilcileri tarafından çifte sansür uygulandığı ve Yunus

Nadi’ nin de dikkatle izlendiği bir zamanda, 18 Mart 1919’tan itibaren gazetede başyazar

olarak Nadi’nin adı kaldırılmış ve yerine “Müdür-ü Mesul: Ahmed Rasim” ifadesi

getirilmiştir. Nüshanın fiyatı 2 kuruşa çıkmıştır. Bu ifade gazetenin 11 Ekim 1919’a kadar

kapanmasından önceki son sayı olan 27 Mart 1919’a kadar aynen korunmuştur. 6.5 aylık

kapanış sonrasında ise Yunus Nadi’nin adı eski ifadesiyle tekrar gazetede yer almakta ve

nüsha fiyatı hala 2 kuruş olarak gözükmektedir. Siyasi, ilmi, edebi gazete açıklamasına

bir de “Türk” kelimesi eklenmiştir. Bu kelime gazetenin son nüshasına kadar da yerini

korumuştur. Gazete İstanbul’un resmi olarak işgal edildiği günün bir gün öncesinden, yani

15 Mart 1920’den 21 Mart 1920’ye kadar yayınlanamamıştır. 21 Mart 1920’den

İstanbul’da yayınlanan son nüsha olan 12 Nisan 1920’ye kadar, Yunus Nadi’nin ismi

yeniden kaldırılmış ve Ahmed Rasim’in adı daha önceki gibi Sorumlu Müdür olarak değil

Müdür ve muharriri olarak konulmuştur.

Gazete Ankara’da yayına başladığında, Anadolu’da kelimesi logonun üstünde çok küçük

harflerle yer almaktadır. Logonun altında “Cumartesiden maada her gün neşr olunur,

siyasi, ilmi, edebi Türk gazetesidir” ifadesi bulunur. Yine logonun sol tarafında verilen

adres bilgileri değişmiştir: “İdarehane: Hükümet Caddesinde daire-i mahsusa. Telgraf ve

telefon adresi: Ankara Yeni Gün”dür. Logonun her iki tarafında muhtemelen sığdırabilmek

için yan olarak şu ifade bulunur: “Geçmiş nüshaların beheri yirmi kuruştur. İlan ücretleri

idarehanede kararlaştırılır. İlanın muhteviyatından dolayı gazete mesuliyet kabul etmez.”

18

İstanbul’dan getirilebilen malzeme ile yayınlanmış olan Anadolu’da Yeni Gün, sayfa

düzeni, birinci sayfanın başlık klişesi, fotoğraf ve sütun başlıkları klişeleri v.b açılardan

öncülüne çok benzemektedir. Kayseri’de yayınlandığı sırada gazetenin boyutları, teknik

zorluklar ve kâğıt sıkıntısı nedeniyle zaman zaman değişmiştir. Örneğin 1921 yılı

içerisinde çeşitli kereler 30x46 ve 36x56 cm olmuştur. Adres bilgisi “Sivas kapısında

daire-i mahsusa, telgraf ve telefon adresi Kayseri Yeni Gün” olmuştur. Yeni Gün yayına

geçişinden 1922’nin ortalarına kadar tek yaprak (iki sayfa) olarak çıkmıştır. Gazetenin

çeşitli tarihlerde istisnai olarak 4 sayfa çıktığı olmuştur. Ancak 9 Ekim 1922’ den itibaren

düzenli olarak dört sayfa yayınlanmıştır. Sayfa düzenlemesi esas olarak altı sütun üzerine

olan gazetenin asıl boyutları da 42x58 cm dir. 1922’ de 5 kuruş olan fiyatı 1923’ te 3

kuruşa inmiştir. (Kocabaşoğlu 1981: 181 – 182)

Gazetedeki sürekli olarak Dâhili Haberler, Harici Haberler, Resmi Tebliğler, Büyük Milet

Meclisinde gibi başlıklar belli sütunlarda verilmiştir. Bazı haberler onlara atfedilen öneme

göre birkaç sütun üzerinden büyük manşetlerle ve tam sayfa verilmiştir. İlk yıllarda

Anadolu’ da Yeni Gün’ de ilan (reklâm) son derece sınırlıdır. İlaç, doktor, kuvvet macunu,

satılık eşya ve emlake ilişkin kısa duyurular niteliğindeki bu ilanlar 1922 ortalarından

başlayarak artmaya başlamış ve gazete dört sayfaya çıktıktan sonra önemli boyutlara

ulaşmıştır. Ayrıca spor haberleri çok kısa olarak verilmekte, ölüm duyurularına ise hiç yer

verilmemektedir. Haber değeri olan ölüm haberleri ise “Milli Bir Ziya” “Elim Bir Vefat” gibi

başlıklarla verilmiştir. Başyazılar genelde dönemin gazetelerinin diline göre daha sade

olmakla beraber, haberler biraz daha ağır bir dille yazılmıştır. (Kocabaşoğlu 1981: 182)

19

I.3) YENİ GÜN’ÜN YAYIN HAYATINA BAŞLAMASI VE MÜTAREKE DÖNEMİ

OSMANLI BASINI

Yeni Gün gazetesi, I. Dünya Savaşı’nın son günlerinde, 20. yüzyılın ilk çeyreğindeki

İstanbul’da yayınlanmaya başlandı.24 4 Ekim 1918’de Osmanlı Devleti, Almanya,

Avusturya – Macaristan, ABD Başkanı Wilson aracılığıyla barış istediler. 8 Ekim’de istifa

eden Talat Paşa’nın yerini 14 Ekim’de İzzet Paşa’nın almasıyla İttihat ve Terakki’nin 10

yıllık iktidarı sona ermiş oldu. İzzet Paşa ilk iş olarak mütareke görüşmelerine başladı.

Görüşmeler sırasında İngilizler’in tavizsiz ve baskıcı tavırları karşısında, Osmanlı heyeti

anlaşmayı imzalamak zorunda kaldı. Rauf Orbay başkanlığındaki Türk delegelerin

çabalarına rağmen, Amiral Calthorpe başkanlığındaki İngilizler hükümlerin kendi

istedikleri şekli almasını sağladılar. Sonuçta 30 Ekim 1918’de Midilli Adası’nın Mondros

limanında mütareke imzalandı. Adını bu bırakışma belgesinden alan ve 1 Kasım 1922’de

saltanatın kaldırılmasına değin sürecek olan dönem böylece başlamış oldu. (Selek 1987:

64; Sander 1996: 63: Tunaya 2003: 4)

I. Dünya Savaşı sonunda iki büyük ideolojik blok oluşmuştu. Biri 1917 Ekim İhtilali’nin

bunalımları içinde tarihten silinen Çarlık Rusya’sının yerine kurulan Sovyet rejimi ve diğeri

de sosyalizm karşısında karşı kutup olarak Batı uygarlığını temsil eden savaş galipleriydi.

Osmanlı İmparatorluğu ise bu iki blok arasındaydı. Tunaya (2003: 4), 1918 – 1922 yılları

arasında Osmanlı adını taşıyan bir devletin var olup olmadığının kesinlikle tartışılabilir

olduğunu belirtir. Ona göre Mütareke dönemi bir iktidar boşluğudur. Osmanlı mirasının ve

Türk ulusunun geleceği üzerindeki son hesaplaşma 1918–1922 arasındaki sürede

Mütareke basınıyla Milli Mücadele basını arasında yapıldı. İttihat ve Terakki’nin

yönetimden uzaklaşmasıyla toplumda ve yansıdığı şekliyle basında İttihatçılıktan arınma

akımı başlamıştı. İttihatçıların sesi kısılmış, Hürriyet ve İtilafçılar’ın sesi yükselir olmuştu.

24 Yeni Gün’ün yayınlandığı dönemde İstanbul’un nasıl bir görünüm arz ettiği hakkında ayrıntılı bilgi için bknz: Stefanos Yerasimos, “Kozmopolit Bir Yapıdan Milliyetçiliğe”, İstanbul (1914 – 1923), Stefanos Yerasimos (ed.), İletişim Yayınları, İstanbul, 1997, s.11 – 25. Mehmet Temel, “Mütareke Dönemi İstanbul’unda Sosyal Yaşam ve Sorunlar”, Türkler Ansiklopedisi, c.13, Kemal Çiçek (ed.), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s.162 – 179. Bilge, CRİSS, İşgal Altında İstanbul ( 1918–1923), İletişim Yayınları, İstanbul, 1994.

20

Fakat İttihat ve Terakki düşüncelerinin izinden yürüyenler de hala vardı. Öte yandan

fırkacılık ihtirasları şiddetlenmiş ve en yüksek haddini bulmuştu. (Tunaya 2003: 4; Koloğlu

1985: 93; Kabacalı 1990: 100; İskit 1943: 194; Varlık 1985: 1200)

Mütarekenin ardından İstanbul basını birbirine düşmüş, gazete sayfalarında ülke

sorunlarından çok kişisel hesaplaşmalara yer verilir olmuştu. Siyasal alanda ise kimileri

manda ve işgalin faydalarından bahsederken kimileri de ulusal bağımsızlığı savunuyordu.

18 Ocak 1918’de ABD Başkanı Wilson’un açıkladığı 14 maddelik bildirinin, Osmanlı

egemenliğinin Türk unsurun çoğunlukta olduğu yerlerde daimi kılınmasına dair olan 12.

maddesine bel bağlayan ve aralarında Yunus Nadi’nin de olduğu bazı gazeteciler de

vardı.25 Fikirlerdeki bu ayrılık İstanbul ve Anadolu gazeteleri iki ayrı kutup oluşturmuş

durumdaydı. Mütareke dönemini kapsayan 4 yıl boyunca basın ilk kez yabancı kontrolü

altına girdi. Azınlık gazeteleri ayrılıkçı fikirlerini rahatça dillendiriyor, Türklerin Asya’nın

neresine sürüleceği ve İstanbul’un Türkler de kalıp kalmayacağı tartışılıyordu. (Varlık

1985: 1200; Koloğlu 1993: 11; İskit 1943: 194; Yalman 1970: 299)

Mütarekenin imzalanmasından Cumhuriyet’ in ilanına kadar İstanbul’da 200’den fazla

gazete ve dergi yayınlanmıştır.26 Milli Mücadeleyi destekleyen gazetelerin Başlıcaları

Celal ve Suphi İleri tarafından kurulan İleri, Yeni Gün, Falih Rıfkı Atay, Necmettin Sadak,

Kazım Şinasi ve Ali Naci’nin çıkardığı Akşam, Ahmet Emin Yalman’ın gazetesi Vakit,

Ahmet Cevdet’ in yönettiği İkdam’dır. Milli Mücadele karşıtı gazeteler Hürriyet ve İtilaf

Partisi’ nin faaliyet programı paralelinde çalışmak üzere İngiliz Muhipleri Cemiyeti

yöneticilerinden Sait Molla tarafından kurulan İstanbul, Refii Cevat’ın kurduğu Âlemdar

ve Ali Kemal’in yayınladığı Peyam-ı Sabah’tır. (Varlık 1985: 1203; İnuğur 1978: 321 –

323; Topuz 2003: 98 – 142; Ilgar 1973: 5; Öztoprak 1981: 4 – 14; Özkaya 1989: 14)27

Yeni Gün, işte böyle bir ortam içerisinde 2 Eylül 1918’de Yunus Nadi tarafından

çıkarılmaya başlandı.28 Gazetenin yayınlanması için gereken sermayenin nereden

25 Bu gazeteciler 4 Aralık 1918’de Wilson Prensipleri Cemiyeti’ni kurmuşlar ve 12. maddenin her gün gazetelerinin sayfalarında basılarak, bu doğrultuda yayın yapmak kararını almışlardır. 26 Bunlar arasında en önemlilerinden bazıları: Aydede, Akbaba, Diken, Güleryüz, Talebe Defteri, Türk Genci, Kadınlar Dünyası, Hanım, Türk Kadını, Genç Kadın, Temaşa, Sinema Postası, Dergâh, Büyük Mecmua, İdrak, Kurtuluş. 27 Anadolu basını hakkında detaylı bilgi için bknz. Şapolyo, a.g.e, s.205 – 209; Hülya Baykal, Türk Basın Tarihi (1831 – 1923), İstanbul, Marmara Üniversitesi Yayınları, 1990; Ömer Sami Coşar, Milli Mücadele Basını, Ankara, Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, 1972; İhsan Ilgar, Milli Mücadelede Yerli ve Yabancı Basın, İstanbul, Kervan Yayınları, 1972; Fuat Süreyya Oral, Türk Basın Tarihi, (1919 – 1965), Ankara, Doğuş Matbaası; K.Yust, Kemalist Anadolu Basını, Ankara, Çağdaş Gazeteciler Derneği, 1995. 28 Hıfzı Topuz’ un Türk Basın Tarihi (İstanbul, Remzi Kitabevi, 2003, s. 103) adlı eserinde bu tarih iki defa, yanlış olarak 3 Eylül 1918 olarak verilmiştir. Fakat 3 Eylül 1918 nüshasında gazetenin numarası 2’dir. Dolayısıyla gazetenin yayına başlayış tarihi 2 Eylül 1918’dir. Bu nüsha ise Milli Kütüphane’deki ve Meclis Kütüphanesi’ndeki koleksiyonlarda bulunmamaktadır.

21

sağlandığı konusunda ise herhangi bir bilgi yoktur. Matbaası Babıâli’deki Acımusluk

Sokağı’nda (Cemal Nadir Sokağı) idi. Gazetecilikten yetişen Nadi, yazı kadrosuna

Zekeriya Sertel29, Nebizade Hamdi, Şükrü Kaya, Aka Gündüz, Ziya Gökalp, Halide Edip,

Enver Behnan Şapolyo, Mahmut Esat30 ve Muhittin Birgen31 gibi güçlü kalemleri toplamayı

başarmıştı. Kemal Salih Sel ve Faik Ferik Yazı İşleri Müdürlüğü yaptığı gazetede, İdare

Müdürlüğü görevi Agâh Bey ve Uzun Fahri tarafından yürütülmüş, Sorumlu Müdürü ise

Osmanzade Hamdi Bey ve bazen de Ahmed Rasim üstlenmiştir. Sansür baskısıyla

kapatıldığı iki ayrı seferde yayınını Eski Gün adıyla sürdürmüştür. (İnuğur 1978: 320;

Baykal 1990: 213 – 214; Coşar 1972: 178 – 180; Topuz 2003: 103; Şapolyo 1972: 198)

Yeni Gün’de muhabirlik yapmış ve dönemin gazeteciliğinin tüm zorluklarını yaşamış olan

Şapolyo gazetenin yayınlanmasındaki zorlukları şöyle anlatır:

“Yeni Gün’ün belirli zamanda çıkması en önemli bir mesele idi. Yazılar çok geç dizilebiliyor, hele basılması bir macera oluyordu. Baskı meselesi elle çevriliyordu, birkaç bin sayıyı basabilmek için insan kuvveti lazımdı. Bu zor ve yorucu işi kimse üstüne almıyordu. Hariçten hamallar tutuluyor, makinenin kolu çevriltiyordu. Fakat birkaç saat sonra makinenin kolları yorulunca işlerini bırakıp gidiyorlardı. Hâlbuki gazetenin ertesi gün çıkması lazımdı. Hal böyle olunca gayret gazetenin yazı işleri ailesine düşüyordu. Başta yazı işleri müdürü olduğu halde makine dairesine inerek, herkes kolundaki kuvvetin derecesine kadar kolu çeviriyordu. Muharrir, müdür, mürettip ve müvezzi herkes bu vazifeyi görüyordu. Yeni Gün böyle zorluklar içinde çıkarılıyordu. Buna rağmen gazetenin çıkması öğle zamanını buluyordu. Bütün bunlara rağmen yazarlar idealistti. (…) Milli Mücadelenin en

29 Zekeriya Sertel: Selanik’in Ustrumca kasabasında 1890’da doğmuştur. Sorbonne Üniversitesi’nde sosyoloji, Amerika Columbia Üniversitesi’nde gazetecilik eğitimi görmüştür. Mütareke dönemi öncesinde Muhacirin müdüriyet-i Umumiliği görevini bir süre yürütmüştür. Amerika’dan döndükten sonra Matbuat Umum Müdürü oldu. Tuna ve Son Posta gazetelerini ve Resimli Ay dergisini çıkardı. Gövsa, a.g.e, s. 451. 30 Mahmut Esat Bozkurt (1892–1943): İzmir Kuşadası’nda doğdu. Babası Hasan Bey çiftçilikle ve ticaretle uğraşmıştır. İlköğrenimini İzmir’de gören Bozkurt, daha sonra İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuştur. İsviçre’ye giden yazar, burada Lozan ve Friburg Üniversitelerinde eğitim görmüş ve kapitülasyonlar konusundaki teziyle Hukuk Doktoru olmuştur. Milli Mücadele’ye Kuşadası’nda katılmış, İkinci Meclis’te milletvekilliği yapmış, İktisat ve Adliye Vekillikleri yapmıştır. 1926 Ağustos’unda Bozkurt adlı küçük Türk vapuru, Fransız Lotus adlı büyük bir vapurla çarpışarak battığında sekiz Türkün ölümüne sebep olmuş, vapur kaptanları aleyhinde yapılan takibata, Türk mahkemelerinin salahiyeti olup olmadığını tayin için Lahey Adalet Divanı’na müracaat etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Adliye Vekili sıfatıyla davayı kazanmıştı. 1930’dan itibaren Ankara Hukuk Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi’nde dersler vermiştir. İzmir’de ölmüştür. İbrahim Alaettin Gövsa, Türk Meşhurları Ansiklopedisi, Yedigün Matbaası, 1945, s. S. 74. 31 Muhittin Birgen (1885–1951): Yozgatlı Ömer Lütfü Bey’in oğlu olan Birgen, 1885’de doğmuştur. Unkapanı Rüştiyesi ve Vefa İdadisisi’nden sonra, Darülfünun Edebiyat Şubesi’nden mezun olmuştur. İttihat ve Terakki ile yakın ilişkilerde bulunan Birgen, Tanin gazetesinde yazılar yazmaya başladı. 1917–1918 yıllarında iki defa Almanya seyahati yaptı. Burada Talat Paşa ile tanıştı. Daha sonra Halka Doğru gazetesinde, daha çok ekonomi ile ilgili konularda yazılar yazmaya başladı. Men-i İhtikâr Komisyonu Başkanlığı görevini yürüttü. Mesleki Temsil programının en büyük destekçilerinden biri oldu. Bu programın başarısız olmasının ardından 1921 yılında ülkeden ayrılarak Batum’a gitti. Bakü’de Âli Pedagoji Enstitüsü’nde sosyoloji dersleri aldı. Maarif ve Medeniyet adlı dergiyi çıkardı. Türkiye’ye dönerek Meslek gazetesini çıkardı. Milli Aydın Bankası Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yürüttü. İzmir’de Türk Kooperatifçisi dergisini çıkardı. 1951’de İstanbul’da öldü.

22

kuvvetli gazetelerinden biri de Yeni Gün gazetesi idi. (…) Yazı İşleri Müdürü Faik Fenik idi. Bu gazetede ben de çalıştım.” (Şapolyo 1971: 199 – 200)

Milli Mücadele yıllarında Anadolu ve İstanbul’da çıkan irili ufaklı dergi ve gazetelerin

bazılarının ömrü kısa sürmüş ve fazla iz bırakamadan yok olmuşlardır. Yeni Gün, uzun

ömürlü, etkili ve yakın tarihin incelenmesinde çok önemli birer kaynak durumunda olan

gazetelerden olmuştur. Gazete, pek çok kaynakta belirtildiği üzere Milli Mücadele’yi

desteklemiştir. Coşar (1972: 180 – 185) Yeni Gün’ün, halkı uyarmak amacıyla her gün

yeni bir başlıkla çıktığını “milli hisleri kamçılamak” için çeşitli manşetler attığını,

cephedekilerle köylerde kendilerini bekleyenler arasındaki mektuplaşmayı canlandırma

çabalarını vurgular. Savaşın kesin bir zaferle sonuçlanacağı düşüncesini yaymak ve

cumhuriyetin ilanının koşullarını hazırlamak açısından önemli bir rol oynamıştır.

(Kocabaşoğlu 1981: 179; Nadi 1965: 147)

23

II. BÖLÜM: İSTANBUL’UN “YENİ GÜN”LERİ: MÜTAREKE DÖNEMİ

II.1) MÜTAREKE ÖNCESİNDE YENİ GÜN’ÜN GÜNDEMİ

Yeni Gün, yayın hayatına Babıâli’de Acımusluk Sokak’ta 2 Eylül 1918’de başlamıştır. Ne

yazık ki gazetenin bu ilk sayısı Milli Kütüphane ve Meclis Kütüphanesi’ndeki

koleksiyonlarda bulunmamaktadır. Bu nedenle gazetenin yayınlandığı ilk günde

okuyucularına, yani İstanbul halkına ne tür bir mesaj verdiğini bilmiyoruz. Ulaşılabilen en

erken sayı 2 numaralı 3 Eylül 1918 tarihli sayıdır. Yunus Nadi, bu ilk günlerde siyasal

gündemi, gazetenin ilk sayfasında en soldaki sütunda yer alan köşesinde “Siyasiyat” üst

başlığı altında çeşitli alt başlıklarla değerlendirmiştir. Mütareke’nin imzalanması

öncesinde gazete İttihat ve Terakki Fırkası’nın savaşa girme kararını, öne sürdüğü çeşitli

sebeplerle onaylayan bir tablo çizmektedir. Rusya’daki Bolşevik Devrim’e ise ihtiyatla

yaklaşılmakta ve hatta kimi sayılarda verilen haberlerle Rus toplumunun Bolşeviklerin

baskısı altında ezildiğine yer verilmektedir.

3 Eylül’de Nadi’nin gündemi Sadrazam Talat Paşa’nın Kont Bernisdorf’la aynı Balkan

treninde Almanya’ya yapacağı seyahattir. Bir süreden beri çözüm bekleyen meselelerin

“pamuk ipliğine bağlı halde” bırakıldığını düşünen Nadi, bu nedenle böyle bir “siyasal”

seyahatin gerekli olduğunu vurgulamıştır. Rus Çarlığı’nın yıkılması ve ardından gelen

Ekim Devrimi ile “şarkta yeni bir âlem açılmaktadır.” Savaşın mağlubiyetle

sonuçlanacağının neredeyse kesinleştiği bu günlerde Nadi, İttihatçıların savaşa katılmak

kararlarını savunmakta ve “harbe yalnız ve yalnız Almanya’ya siper olmak için girmedik”

demektedir.32

İaşe Nezareti serbest piyasa ekonomisi esasına dayalı yeni bir model arayışındadır.

Amaç, ülke ekonomisini canlandırmak, üretimi arttırmak, ihracat ve ithalat arasındaki

dengeyi kurmak, para ve eşya arasındaki oransızlığı da ortadan kaldırmaktır. Fakat

Nadi’ye göre Nezaret, yapmayı düşündüğü bu değişikliğin iç piyasayı kapsayan

32 Yunus Nadi, “Siyasiyat”, 3 Eylül 1918.

24

düzenlemeleriyle, yalnızca bir müşteri, “hatta mümkün olduğu kadar kendini belli

ettirmemeye çalışacak bir müşteri” durumuna gelecektir. Nadi ayrıca, bu olası değişikliğin

savaş boyunca iyice yoksullaşmış olan halkın hayatını sürdürebilmesi açısından zararlı

olacağını düşünmektedir. Asıl sorunun üretimin niceliğinde değil, “para ile eşyanın

kıymetleri arasındaki nisbette” olduğunu ifade eden yazar, yeterli üretimin

yapılamamasının sebebinin girişimcinin yeteri kadar “serbest” olmamasından

kaynaklanmadığının da altını çizer.33

“Sahib-i hakikîlerinden büyük bir haksızlıkla gasp edilmek istenen” Bakû, kuşatılmıştır.

Haber ilk sayfada, Bakü-Balahan’daki petrol ve neft kuyularının yerleri işaretlenmiş olan

bazı haritalar, kent hakkındaki bilgilerle desteklenerek ve çarpıcı bir dil kullanılarak

verilmiştir. Sağlam bir kaynaktan alındığı belirtilen habere göre, “Bolşevik hükümeti ile

onların yardakçıları olan mutedil Rus sosyalistleri” Bakû’yü Azerilere bırakmamak için

çabalamışlarsa da başarılı olamamışlardı.34 İlerleyen günlerde Bakü petrollerini elde

etmek ve Orta Asya Türklerini imparatorluğa katarak bir Pantürkist birliği kurmak amacıyla

harekete geçen Enver Paşa komutasındaki Türk kuvvetleri Bakû’ye girecektir. Kuvvetler

daha sonra da Dağıstan ve 6 Ekim’de Derbent’e girecek fakat Osmanlı Devleti’nin 30

Ekim 1918’de Mütareke imzalamasıyla geri çekileceklerdi. (Akşin 2000: 61)

Savaştan yenilgiyle çıkacağına neredeyse kesin gözüyle bakılan cephenin en önemli

üyesi Almanya İmparatoru Wilhelm’in, Berlin Belediye Meclisi’nde yaptığı konuşma aynen

yayınlanmıştır. Gazete bu haber ile adeta Türk kamuoyuna da bir mesaj vermektedir.35

Bir diğer haberde, Maraşel Fuş komutasındaki İtilaf Ordusu’nun, 17 Temmuz’da Marin’de

başlattığı taarruzun ilerlemesi karşısında Alman ordusunun geri çekilmesinin zorunlu

olarak mı yoksa bir tedbir olarak mı yapıldığı tartışılmaktadır. Almanya’nın yanında

savaşmanın gittikçe daha zor bir hale geldiği bu dönemde bu taarruzun o günkü

safhasında tartışılacak konuların şunlar olduğu belirtilir: “Bu muvaffakiyetler acaba, İtilaf

33 Yunus Nadi, “İktisadiyatta Program”, 4 Eylül 1918. 34 “Bakü Muhasara Altında”, 4 Eylül 1918.35 “Müteferrik Haberler”, 4 Eylül 1918 tarihli Yeni Gün’de yayınlanan konuşmanın en çarpıcı kısmı şurasıdır: “Metin ve sarsılmaz kanaat mahsulü olan beyanatından dolayı Berlin Belediye heyetine samimiyetle teşekkür ederim. Ben de Alman İmparatorluğu’nun muhteşem binasını düşmanın sarsmağa muktedir olamayacağına herkesten ziyade kaniim. Almanlar midhat oldukları müddetçe hiçbir zaman yenilmediler. Biliyorum ki bütün Alman milleti cesur ve her türlü fedakârlığa amade ve Cenâb- ı Hakkın yardımıyla şerefli bir sulh istihsal edinceye kadar sarsılmaz ve metin bir iradeyle harbe devamda benimle hem fikirdir. Diğer hiçbir millet en mukaddes hukukumuzun ve mevcudiyetimizin müdafaası için Almanlar’ ın vatan cephesinde koşturdukları kadar yüksek cesaret ve metanet, bu kadar istihkar- ı hayat ve ölünceye kadar sadakat gösterememiştir. Eğilmez ve cesur bir insan sıfatıyla istikbale nazar-ı imâd ile bakalım. Biz bir çelik gibi sert olarak imanımızın yardımıyla, şan ve şeref içinde her türlü fırtınalara karşı koymak istiyoruz ve koyacağız. Cenâb-ı Hak bizi muhafaza etsin.”

25

matbuatı tarafından iddia edildiği gibi hakiki bir zafer midir? Alman ordusu İtilaf kıt’atının

tazyikiyle mi mütemadiyen ric’ât etmektedir?” 36

Osmanlı Devleti ile yardımlaşma halinde Kuzey Afrika’da seleflerinden devraldığı savaşı

sürdüren Senusi tarikatı şeyhi Ahmed el-Senûsî ile yapılan bir röportaj da bu sayıda yer

bulmuştur.37 Haberin dilinden okuyabildiğimiz kadarıyla kendisi Osmanlı toplumunda da

saygı uyandıran bir kişiliktir. Fiziksel özelliklerinin ayrıntılı olarak tasvir edildiği röportajda

Şeyh, seyahatinin amacının Padişah ile tanışmak ve “rabıta-i asliye-i kadîmeyi teyit

eylemek” olduğunu bildirir.38

1918 Eylülünün bu ilk günlerinde, Budapeşte’deki ticaret sergisinde Türk ürünleri büyük

ilgi görürken39, İaşe Nezareti’nin henüz tam anlamıyla faaliyete geçememesi ve Avrupa’ya

mal satışına ara verilmiş olması piyasada durgunluk yaşanmasına neden olmuş, şeker ve

petrol fiyatları artmıştır.40 Bunun yanında ilk olarak Tiflis’te görülen kolera salgını Batum,

Trabzon, Samsun gibi Karadeniz sahiline yayılarak İstanbul’a kadar gelmiştir. Buralarda

Sıhhiye Müdüriyet-i Umumiyesi ve Üçüncü Ordu’nun aldığı tedbirlerden biri limanlara girip

çıkan yolcuların aşılanmasıdır. Gazete bu haberinde halk arasında yanlış olarak kolera

aşısının insanı birkaç gün için iş göremez hale getirdiği inancını yıkmaya ve hastalığın

belirtilerinin neler olduğu, bu belirtilerin görülmesi halinde yapılacaklar konusunda halkı

aydınlatmaya çalışmaktadır.41

Bu sıralarda Rusya’da Lenin ve Hariciye Nazırı’na karşı yapılan suikast girişimi, Rus

halkının Bolşevik Hükümeti’ne duyduğu husumeti açığa çıkarmış ve kimsenin görmek

istemediği bir gerçeğinin, Bolşevik Hükümeti’nin uzun ömürlü olamayacağı gerçeğinin

gözler önüne serilmesini sağlamıştır. Nadi, Osmanlı Devleti’nin müttefiki Almanya’nın da,

“Bolşevik Hükümeti’ni memnun edebilmek için” türlü tavizler verdiğinden yakınmaktadır.

36 “Alman Ricati Mecburi mi İhtiyati mi?”, Yeni Gün, 4 Eylül 1918. 37 Senusi tarikatı Mosteganim halkından Muhammed Ali el-Senusi tarafından kurulmuş ve hareket Cezayir’de başlamıştır. Kuzey ve Doğu Afrika ile Hicaz gibi İslam ülkelerini dolaşmış, Müslümanların durumlarını düzeltme çabasına girişerek, Müslümanların İslam esaslarından sapmalarının, onların dağılmalarının ve geri kalmalarının kökenini oluşturduğunu dile getirmiştir. Muhammed el- Senusi (1787 – 1839) ve Senusi tarikatı 18.yüzyılın sonunda Mısır’da sufi dirilişle başlayan ıslahatçı çabanın bir uzantısıdır. Doktriner olarak Senusiye, geleneksel sufizm ve Vehhabi radikalizmi arasındaki orta yolu temsil eder. Müslümanların kurtuluş yolunun peygamber ve sahabe dönemindeki İslam’a dönmek, onların dindarlıktaki sadeliklerini taklit etmek ve dönemin insanlarının dini inançlarını eskilerin bidatlerinden arındırmak olduğu görüşünü tebliğ ediyorlardı. İslam’a dönüş hedefi Libya’dan Sahra’ya Afrika kıtasının içlerine doğru giderken tarikatın en önemli amacıydı. Küçük ayrılıklar olmasına ve II. Abdülhamit’in tarikatı Osmanlı kontrolüne alma planlarına Senusi’nin oğullarının karşı koymasına rağmen Osmanlı Türkleri Senusilerle iyi geçindiler. B.G. MARTIN, Sömürgeciliğe Karşı Afrika’da Sufi Direniş, Çev: Fatih Tatlılıoğlu, İstanbul, İnsan Yayınları,1988, 131,132. 38 “Şeyh Ahmed- el - Senusi Hazretleriyle Mülakat”, 4 Eylül 1918. 39 “Peşte’de Ticaret Sergisi: Türk Mamulâtı”, 4 Eylül 1918. 40 “İktisadiyat: Piyasada Durgunluk”, 4 Eylül 1918. 41 “Kolera Nerelerde Vardır?”, 4 Eylül 1918.

26

Brest Litovsk Anlaşması42 nedeniyle her konuda “Rus tarafını tutmak” ya da “Bolşevik

düşüncelerini müdafaa etmek” zorunluluğunun olmadığını düşünmektedir. Müttefik

Almanya’nın, Rusya ile diğer müttefiklerinin onaylamadığı kadar yakın ilişkiler kurduğunu

söyleyen Nadi, bu politikayı devam ettirdiği sürece Almanya’nın hiçbir tarafı memnun

edemeyeceğini belirtir. Rusya’da Çarlığın düşmesinin ardından kurulan hükümetlerin

“hiçbir meşru kuvvete istinat etmeyen ve sonunda sükûta eren hükümetler” olduğunu ve

ülkenin “anarşi içinde yüzdüğünü” düşünen Nadi, “Rus halkının her ne pahasına olursa

olsun sulha kavuşmak” istediğini ve Bolşevik Hükümeti’nden memnun olmadığını öne

sürer. Çünkü Bolşevikler Rusya’da “harb haliyle kıyaslanmayacak kadar” istedikleri gibi

hareket ediyor ve tahribata yol açıyorlardı. Rus halkı Almanya’yı bir kurtarıcı gibi

beklemeye başlamışken, Almanya izlediği politika nedeniyle öncelikle Rus halkı

gözündeki itibarını kaybetmiş ve daha da önemlisi, “Rusya ile beraber Şark’ta açılan yeni

âlemi elden kaçırmak tehlikesiyle karşılaşmıştır. Biz Bolşevik hükümetinin aleyhinde

değiliz” diyerek, Almanya karşıtı bir tutum alışının, Bolşevik ideoloji karşıtı olmakla bir

ilgisi olmadığını vurgulayan Nadi, Rusya’ya karşı şüpheci bir yaklaşım içerisindedir. Barış

anlaşması imzalanmış olmasının Rusya’nın müttefiklere gerçek bir yakınlık duyduğunun,

dost olduğunun göstergesi olmadığında ısrarcıdır. Almanya’nın izlediği politikanın hatalı

bir diğer yönü de, Bolşeviklerin Rusya’da uzun ömürlü, sağlam ve istikrarlı bir hükümet

kurmak kabiliyetinden yoksun olduklarını kanıtlamaları ve “anarşinin en derin

uçurumlarına yuvarlanan Rusya’nın artık yine bu harp içinde kendini toplayabilmesi

imkânı” olmamasıdır.43 Fakat Çarlığın yıkılmasının ardından Kafkasya’ya hâkim olacak

olan olası ittifakın, İngiliz planlarını bozacağını ve “hatta İngiltere’ nin o pek meşhur (Asya

devleti olmak) hal ve şanını ciddi tehlikelere düşürebileceğini” belirtmiştir.44

Bu günlerde, Nadi’nin ve dolayısıyla Yeni Gün’ün Rusya’ya ve Bolşeviklere karşı

sergilediği tutum oldukça eleştireldir. 10 Eylül 1918 tarihli sayıda, bu eleştirel bakış genel

çizgileriyle anlaşılabilir. “Rusya İşlerinin İçyüzü” başlıklı haber, Rusya’da idama mahkûm

edilmiş olan, ancak kaçmayı başaran Orta Asyalı bir Türk olan Ahund Ataullah’ın ülke

hakkındaki olumsuz izlenimlerinin yer aldığı bir yazıdır. Haberin alt başlığında kullanılan

42 Brest Litovsk Antlaşması: Bolşevikler iktidara geldiği ilk gün halka barış yapacaklarını vaad etmişlerdi. Dışişleri Komiseri Trotsky, Kasım 1917’de Müttefik elçilerine verdiği notada tüm cephelerde mütareke yapılmasını istedi ve Çarlık Hükümeti’nin bütün gizli anlaşmalarını açıkladı. Osmanlı Devleti’ni parçalamaya yönelik anlaşmalar da bu şekilde açığa çıkmış oldu. Bolşeviklerin barış teklifine, Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı Devleti’nden cevap geldi ve anlaşma 3 Mart 1918’de imzalandı. Bu anlaşmayla Rusya’dan Ardahan, Kars ve Batum geri alındı. Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, İstanbul, Alkım Yayınevi, 1995, 139, 140. Bülent Gökay, Emperyalizm ve Bolşevizm Arasında Türkiye 1918–1923, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1997, 21, 22. 43 Yunus Nadi, “Bolşeviklerin Hükümeti”, 6 Eylül 1918. 44 Yunus Nadi, “Bakû’nün Tahliyesi Lüzumu”, 8 Eylül 1918.

27

ifadeler de içeriği hakkında fikir verecek niteliktedir.45 Ayrıca haberde, bir süredir Rusya

ile ilgili çok çeşitli kaynaktan bilgi geldiğini ama doğruluklarını kanıtlamanın bir yolu

olmadığını, bu konuda Osmanlı halkına gerçek bilgiyi ulaştırmanın ise Osmanlı basınının

görevi olduğu vurgulanmıştır. Ataullah, Rusya’daki durumu şöyle tasvir eder:

“Şimdi bütün Rusya mecnunlar yurdudur. İnsan şeklinde yaşayan bütün biçare ağaçlar mecnundurlar. (...) Son günlerde teşrin-i evvel inkılâbına lanetler okumayanlar varsa bunlar kızıl hastalardır. Hiçbir milletin, sınıfın, dinin hukuku mahfuz, hiçbir kimsenin hukuk-u şahsiyesi muhterem değildir. Moskof avam halkının dini ve milli hisleri olmadığından dolayı cephelerde zayi ettikleri memleketlerinin yabancı ellere geçtiğinden bihabermiş gibi müteessir olmuyorlar. Çünkü Moskof avam halkı yalnız kendi oturduğu yeri vatan addediyor. Hissiyat-ı diniyelerine gelince bu hususta da bir duyguları yoktur. İnkılâpçı amele veya asker değil, inkılâba karışmayan cahil köylüler bile rahipleri kiliselerde iken, yangın çıkarıp, mabedlerini harab ettiler. İşte dini hissiyatta en koyu bir taassup göstermesi mamul olan köylülerin dini aynaları! Rusya ahalisinin yüzde doksan üçü (---) köylülerden, aşağı tabakadan olduğu için tabii hükümet adamları onlarla hesab ve ihtisabda bulunmaya mecburdur. Hâlbuki Çar Levof Kerenski ve nihayet Lenin hükümetleri tarafından îfal edilen köylüler, şimdi hiçbir memura itimam etmiyorlar. Binaenlayeh ellerinde bulunan mahsulâtı cebir ve kuvvet ve hatta silah tehdidi altında ezilseler bile hükümete vermiyorlar. (…) Moskova, Petersburg ve diğer merkez şehirlerinin tamamıyla açlık ve kıtlık içerisinde kalmaları bundan ileri geliyor ki nihayet, kıymetli elbise karşılığında gizliden gizliye ekmek bulabiliyorlar. Bundan 40 gün evvel Moskova ve Petersburg ahalisi vesika ile bir dirhem ekmek bile almadı. Filhakika Bolşevik amele ve askere ekmek veriyorlarsa da kâfi değildir. Hatta Bolşeviklerin kendi gazetelerinden birinde şöyle bir haber okudum: Fabrikada kalan bir amele evine döndüğü vakit, ekmek payının karısı tarafından yendiğini görmüş ve hemen cebinden çakısını çıkararak refikasını öldürmüştür.”

Öte yandan, savaşın başlangıcından itibaren “insaniyet ve medeniyeti” korumak için

savaştıklarını iddia eden İngiltere ve Fransa, dünya kamuoyunda “bu teraneyi dinleyecek

kulak kalmadığından” artık susmuş olsa da, Batı cephesinde Almanların askeri

durumunun kötüleşmesinden güç alarak seslerini yeniden yükseltmek isteğindedirler.

Fransız Başvekili Clémenceau da Fransız Meclisi’nde yaptığı konuşmada, İtilaf

Devletleri’nin başarısının, aynı zamanda insanlığın da başarısı olacağını bu nedenle

söylemiştir. Oysa İtilaf Devletleri’nin savaşlarını meşru göstermek için öne sürdükleri

sebepler, artık dünya kamuoyu nazarında geçerliliğini yitirmiştir.46 Nadi, ilerleyen günlerde

45 Bu haberin alt başlıkları şöyledir: “Rusya mecnunlar yurdu – Hukuk yok – Rusya’ nın başına gelenler –Brest Litovsk Sulhu – Rusya’ yı ihya etmek mümkün değil.” 46 Yunus Nadi, “Riya ve Denaet Maskesi”, 10 Eylül 1918.

28

de Almanya-Rusya yakınlaşmasının doğurabileceği sonuçlardan duyduğu tedirginliği

kaleme almaya devam edecektir. Savaşan tüm milletlerin bir barış beklentisi içinde

olduğu günlerde Nadi görüşlerini şu sözlerle ifade eder:

“Eğer düşmanlarımız bu bahiste kendilerine akıl ve mantığı rehber ihtaz eylemiş olsalardı, o zaman ortada sulhun avdetine mani hiçbir sebep olamazdı ve sulh akdedilerek dört seneyi mütecaviz bir zamandır dünyayı kasıp kavuran bu hengâme hitama erer, yaraları ve felaketleri ile karşı karşıya kalacak olan muztarib insaniyet, kulaklarında uğultular, mecruh ve bitab, yorgunluklarını ve mihnetlerini dinlemeye zaman bulmuş olurlardı. Fakat bizim gördüğümüze nazaran düşmanlarımız henüz bu hakikati teslime mütemayil görünemiyorlar. (…) Bizce şu günlerde sulha – mantık itibari ile değil, fakat vukuanın kati imkânını tayin ve tespit etmek itibari ile- fazlaca sarılmak henüz mevsimsiz bir iş sayılabilir.” 47

“Tank denilen zırhlı harb otomobillerinin” bir Amerikalı mühendis tarafından icat edildiği

sıralarda48, Sadrazam Talat Paşa ile Alman hükümeti arasında görüşmeler sürüyordu.49

18 Eylül 1918’de Filistin’de başlayan İngiliz taarruzuyla Osmanlı cephesi paramparça

oldu. Cephe komutanı Limon Von Sanders, Şam’ın güneyinde cephe oluşturmak, emri

altındaki VII. Ordu komutanı Mustafa Kemal ise Halep’e çekilmek üzere emir verdi. Bu

açık itaatsizlik, Sanders’in cephe komutanlığından çekilmesiyle sonuçlandı ve yeni

komutan artık Mustafa Kemal’di. (Akşin 2000: 65)

İsveç sefiri, tarihi kesin olmasa da barışın yakın olduğunu söylerken50, İngiltere çeşitli

meseleleri körükleyerek, “hakiki harb maksatlarını” maskelemeye çalışmakta ve Asya’da

nüfuz sahibi olmaya çabalamaktadır.51 Azerbaycan’ın bağımsızlığını ilan etmesinde

birkaç gün sonra52, Bulgaristan, “maruz kaldığı müşkülattan dolayı”53 barış teklifinde

bulunarak Mütareke imzalamış (29 Eylül 1918)54 ve bu şekilde Osmanlı’nın Batı cephesi

savunmasız kalmıştır. Tükenmiş durumda olan Almanlar ABD Başkanı Wilson’a

başvurmaya karar vermişlerdir. Nadi, “henüz hiç dokunulmamış Alman ihtiyat

kuvvetlerinin miktarı hala milyonlarla ölçülür” diyerek, belki de halka moral vermeye

çalışmış ve savaşın Osmanlı Devleti açısından olumlu olarak gördüğü sonuçlarını

47 Yunus Nadi, “Sulh Sözleri”, 13 Eylül 1918. 48 “Tanklar: Kara Zırhlılar”, 15 Eylül 1918. 49 Yunus Nadi, “Türk Alman Müzakereleri”, 15 Eylül 1918. 50 “İsveç Sefiri İle Mülakat”, 21 Eylül 1918. 51 Yunus Nadi, “Asya Meselesi”, 28 Eylül 1918. 52 “Azerbaycan Tamamiyet-i Mülkiyesini Temin Etti”, 21 Eylül 1918. 53 Yunus Nadi, “Ufak Bir Sarsıntı, Bulgaristan’ın Mütareke ve Musalaha Teşebbüsü”, 29 Eylül 1918. 54 “Bulgaristan’ ın Münferid Mütareke ve Musalaha Teşebbüsü”, 29 Eylül 1918.

29

belirtmek zorunluluğu hissetmiştir: “Bugün ortada Rusya yoktur, Çanakkale’nin müdafaası

harikadır. Sırbistan’ı haritadan silerek Balkan yollarını açtık ve en müşkül bir zamanda

harbe karışan Romanya’yı ortadan çıkardık.” 55

Halkın büyük ilgi gösterdiği Veliefendi’deki at yarışlarını fotoğraflamak için Yeni Gün’ün

özel bir fotoğrafçı görevlendirdiği56 ve İaşe Nezareti’nin, İstanbul halkının odun, kömür ve

sabun ihtiyacını karşılamaya çalıştığı günlerde57, Nadi, ülkenin durumun ciddi olduğunu

fakat bunun hiç çıkar yol bulunmadığı anlamına gelmediğini söylüyordu.58 Diğer yandan

Kafkasya’daki siyasî durum hakkında çeşitli kaynaklardan alınan haberler, ciddi

araştırmalara dayanmadıkları için şüpheli ve yetersizdiler. Oysa Osmanlı kamuoyu,

“bilhassa Azerbaycan gibi din ve ırk kardeşlerimizle meskûn olan topraklara” ve Doğu

sınırlarımız açısından çok önemli olan Ermenistan ve Gürcistan’a dair bilgi sahibi olmak

istiyorlardı ve basının görevi de kamuoyunu aydınlatmaktı. Bu görevi yerine getirmek

isteyen gazete, kendi namına “genç ve güzide edip Ruşen Eşref Bey’i” Kafkasya’da

araştırma yapmak üzere “Gülcemal” vapuruyla Batum’a gönderiyordu.59

Osmanlı İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan ve Almanya ile birlikte 4 Ekim 1918’de

ABD Başkanı Wilson aracılığıyla barış istedi60 ve Talat Paşa da o gün istifasını

Vahdettin’e sundu. (Akşin 2000: 65, 66) Nadi bu gelişmenin sebebini, Bulgaristan’ın

yeniden işgali ihtimali ve savaşın devamında ortaya çıkacak maddi ve manevi zararları

bertaraf etmek olarak açıklar. Nadi, Wilson’un ve ön dört maddesinin önderliğinde,

Kafkasya’da bağımsızlık arayışında olan milletler de dâhil olmak üzere tüm insanlığa

daima barış getirecek bir antlaşma yapılabileceğine inandığını açıklar. Tanzimat

Dönemi’nden beri müdahaleleri ile ülkeyi bezdirmiş olan Avrupa karşısında Amerika

yepyeni bir oluşum, uluslararası güç dengesinde Osmanlı’nın dayanabileceği yeni bir

unsurdur. Nadi, şöyle devam eder:

“Wilson’un Osmanlı İmparatorluğu’na emin bir hayat verilmesini ileri sürerek hatta bu hâkimiyetin temini ve takviyesinden bile bahsetmiş olması bizim için sağlam

55 İlerleyen günlerde Nadi, Bulgar ordusunun bu mütarekeyi istemediği yolunda istihbarat aldıklarını öne sürerek, “Orduda maneviyatı ezilerek dağılan ve böylelikle düşmanın serbestçe söylemesine müsaid gedikler açan bir kesimin” yanı sıra “harbde devam ederek şerefli ve makul bir sulha” erişmek isteyen “bir kesim de vardır” diyerek, Bulgar ordusunda bu konuda bir fikir ayrılığı olduğunu yazacaktır Yunus Nadi, “Bulgar Gediği”, 30 Eylül 1918. 56 “Sonbahar At Koşularına Dair İntibahat”, 30 Eylül 1918. 57 “Odun Meselesi, Kömür Meselesi, İaşe Nezaretinde: Sabun İhtiyacı”, 1 Ekim 1918. 58 “Ne Haldeyiz?”, 1 Ekim 1918. 59 “Yeni Gün Kafkasya’da”, 2 Ekim 1918.60 “Musalaha ve Mütareke Teklifi”, 6 Ekim 1918.

30

bir emniyet mukaddimesi diye alınabilir. Filhakika herkes için malumdur ki Osmanlı’ nın başına gelenler hep yabancı ülkelerin taarruzlarındandır. Osmanlı İmparatorluğu medeni tariklerde geri kalmış ise bunu bugün kimse inkâr edemez ki sebebi yalnız ve yalnız Avrupa’dan ibarettir. Hayatımızı korumak mecburiyeti ile silahımız omzumuzda gezmekten kendimize ve memleketimize bakacak ne vaktimiz olmuş, ne de takatimiz bulunmuştur. Bundan dolayı da daha düne kadar medeniyet iddiasında bulunmuş olan riyakâr Avrupa’ nın yüzüne tükürmek lazım gelir.”61

Nadi, Osmanlı Mebusan Meclisi’nde yapılan tartışmaların yeni bir hükümet kurulacağı

beklentisini açıkça gösterdiğini ve barışı imzalayacak hükümetin savaşı yöneten

hükümetten farklı olması gerektiğinden bahsetmektedir. Öngörüsü gerçekleşmiş ve 8

Ekim’de Talat Paşa kabinesinin istifa etmiş ve yerini alacak Tevfik Paşa ise Heyet-i Vekile

ile görüşmelere başlamıştır.62 Bu arada eski sadrazamlardan Sait Halim Paşa

“muhafazakâr bir fırka-i siyasîye teşkil etmek üzere teşebbüsatta” bulunmaktadır.63 Birkaç

gün sonra ise Fethi Okyar başkanlığında kurulan Hürriyetperver Avam Fırkası İttihat ve

Terakki Fırkası’ndan kopmuş ve bu Nadi’de bir tedirginlik yaratmıştır. Meşrutiyet’in

sağladığı özgürlük ortamının yol açtığı bu kopuş, Vahdettin’in Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın

toparlanarak güçlü bir muhalefet haline gelmesini beklediği bir zamanda, ona göre bir

mantıksızlıktır: “Denilebilir ki bu fevkalade devrelerin mantığı mantıksızlığındadır. Böyle

devrelerde mantıksızlıktır ki mantık rolünü oynuyor ve öylece de kendisine mukadder olan

bir müddet zarfında hal ve mevkie hâkim olup gidebiliyor.”64

Öte yandan barış teklifine hala cevap gelmemiş olmasının yarattığı tedirginliği ise

gereksiz bulmakta, bazı basının bu konuda gereksiz telaşa düşüp acele ettiklerini

düşünmektedir.65 Ertesi gün beklenen cevap geldiğinde, Yeni Gün logosunun hemen

altına yerleştirilmiş bir yazıyla bu haberi iletmiştir. ABD Hariciye Nazırı Lansing

Almanya’nın barış teklifine İsviçre’nin Washington maslahatgüzarı vasıtasıyla cevap

vermiştir. Wilson “düvel-i merkeziye tarafından işgal edilmiş olan arazi tahliye edilmedikçe

müttefiklerine Mütareke teklif edemeyeceğini” bildirmektedir. Almanya’nın işgal ettiği

topraklardan çekilmesiyle İtilaf devletleri de ister istemez yüzlerini barışa dönmek zorunda

kalacaktır.

61 Yunus Nadi, “Umumi Sulha Doğru”, 6 Ekim 1918. 62 “Talat Paşa Kabinesinin İstifası Hakkında”, 10 Ekim 1918. 63 “Muhafazakâr Yeni Bir Fırka-i Siyasîye”, 10 Ekim 1918. 64 Yunus Nadi, “Yeni Fırkalar”, 13 Ekim 1918. 65 Umumi Sulhun Doğabileceği Diyara Bir Nazar, 13 Ekim 1918.

31

Meclis-i Milli açılmış padişahın meclisi açış konuşması olduğu gibi yayınlanmıştır.66 İstifa

eden Talat Paşa’nın yerini 14 Ekim’de İzzet Paşa’nın almasıyla İttihat ve Terakki’nin 10

yıllık iktidarı sona ermiş olur. Fakat İzzet Paşa’nın kurduğu kabinede de İttihatçılar vardır

ve Paşa bu üyeleri kendisi seçmiştir. Selek’e göre de Paşa, şahsen İttihatçı karşıtı

değildir. (Selek 2000: 41) Güneyde cephede bulunan Mustafa Kemal, İstanbul’a telgraf

çekerek yine İzzet Paşa başkanlığında bir kabine önermiş ve Harbiye Nazırlığı için de

kendini uygun görmüştür. Oysa İzzet Paşa bu görevi de istemektedir. (Akşin 2000: 65,

66)

Yeni Gün bu gelişmeyi “Halife ve hakanımız efendimiz hazretlerinin yaver-i ekremleri

Ahmed İzzet Paşa teşkiline memur buyruldukları hükümeti tekmil eyleyerek dün fiilen işe

başladı”67 sözleriyle aktarmıştır. Nadi’nin yazısının başlığı, yeni kabineyi haber vermekle

birlikte, milleti birlik olmaya çağırmaktadır. İzzet Paşa’nın, ülkenin iyiliği için çalışacağına

şüphe yoktur. Fakat bunun için öncelikle milletin desteği gereklidir. Nadi’ye göre

verebilecek desteğin en büyüğü ayrılıkçı fikirlerden kurtularak tek bir amaca, ülkenin

kurtuluşuna yönelmektir. Sadrazam ilk iş olarak Mütareke görüşmelerine başlamıştır. Bu

gelişme Nadi tarafından takdir edilmektedir. “Çok nazik bir zamanda” göreve başlamış

olan yeni hükümetin, derhal gerekli tedbirleri almaya yöneldiğini, dış politikadaki

sorunların böyle bir hükümet başta olduktan sonra, halkın da yardımıyla rahatlıkla

çözülebileceğini söylemiştir.68 Bu noktada basının işlevine tekrar değinir. Basının, halkı

aydınlatmakla görevli olduğunu, hükümetin de “işlerin hakiki şekil ve mahiyetlerini”

açıklaması gerektiğini, kamuoyunun da bu şekilde “matbuatın malumat ve mütalaatından

kendisine arz olunabilecekleri okuyarak manevi gıdasını” alacağını söyler. Aynı makalede

Nadi, savaş öncesinde Osmanlı Devleti ve toplumu için çok ciddi tehlikelerin var olduğunu

vurgulayarak, İttihat ve Terakki Fırkası’nı ülkeyi savaşa sürüklemekle suçlayanlara cevap

vermeye çalışırcasına şöyle der: “Her millet gibi bizim de kudsi mecburiyetlerimiz ve

kudsi maksatlarımız vardı. Savaşı kaybetmiş olsak da ortadan Rus Çarlığı tarh ve ihrac

edilmiş olduktan sonra bizim varlığımıza kolay kolay kasd olunamaz.”

Hariciye Nazırı Vekili Nebi Bey, cevabın gecikmesinden rahatsızlık duyulmaması

gerektiğini, Wilson’un verilen teklifte kendince düzeltmeler yapmakla uğraştığını

66 Yunus Nadi, “Bugünün Vazifesi”, 11 Ekim 1918. Vahdettinin büyük bir resmi basılmış ve hemen altına şu cümle eklenmiştir: “Dün Meclis-i Umumi-i Millimizi küşad buyuran sevgili halife hakanımız altıncı Sultan Mehmed Han hazretleri”67 Yunus Nadi, “İzzet Paşa Kabinesi, Bütün milletçe vazifelerimiz”, 15 Ekim 1918. Heyet-i Cedide-i Vekile: Sadrazam ve Harbiye Nazırı: İzzet Paşa, Şeyhülislam: Emir Hulusi Efendi, Şurayı Devlet Reisi: Reşid (--) Paşa, Adliye Nazırı: Hayri Efendi, Bahriye Nazırı: Rauf Bey, Hariciye Nazırı: (nebi?) Bey, Dahiliye Nazırı: Fethi Bey, Maliye Nazırı: Cavid Bey, İaşe Nazırı: Cemal Muhtar Bey.68 Yunus Nadi, “Hal ve Vaziyet Muvacehesinde”, 16 Ekim 1918.

32

belirtiyordu.69 Nadi barışın yaklaştığına emindir ve “herhalde önümüzdeki kış da harb

içinde geçmeyecektir” der. Nadi’nin bu yazısındaki üslubu ümidinin bir parça azaldığını,

halkın da aynı duygular içerisinde olması nedeniyle kendine ve halka umut aşılamaya ve

onları gelecek daha güzel günlere inandırmaya çalıştığı izlenimi vermektedir. Ona göre

tüm dünya barıştan başka bir seçenek olmadığının farkındadır. Bu barış her millet için

eşit haklarla ve sonsuz bir adaletle de sonuçlanmayacaktır. Fakat “hakikat ne kadar acı

olursa olsun, onunla yüz yüze gelmek evham ve hayalat ile uğraşmaktan daha iyidir.”

Wilson ilkeleri gereğince “Osmanlı İmparatorluğu’nda coğrafi vaziyetce müstakil

mevcudiyetler teşkil eden milletler varsa onların kendi kendisini idaredeki muhtariyetleri

teslim edilmek lazım gelecektir.” Nadi, “hep başkaları için çalışmış olan, mübarek kanını

ekseriye başka diyarlarda dökmüş olan Türklük, şimdi vakıanın sevk ve icbarı ile

kendisine avdet ediyor. Belki bütün tarihinde şimdidir ki ilk defa en sahih manasıyla kendi

işleriyle meşgul olmak vaziyetine girmekte bulunuyor. Türk bundan sonra yalnız Türkiye

için ve yalnız Türkler için” çalışacaktır. “Türk için asrın inkılabatını anlayarak yeni bir

hayata hazırlanmak zarureti olanca ehemmiyeti ile şimdiden kendisini göstermeye

başlamıştır.” 70

Versay’da toplanmış olan İtilaf Devletlerinin üyelerinden oluşan savaş meclisi, Wilson’un

barış programının görüşülmesini kabul etmiştir.71 Bugünlerde “dört seneden beri fedakâr

omuzlarımızda sürüklediğimiz ağır bir yük” olan savaşın sorumluluğunu üstlenen kimse

yoktur. “Sebebi ne olursa olsun ve bize ne mihnet ve felaketlere mal olmuş bulunursa

bulunsun o bir emr-i vakıa idi ki bütün milletçe cümlemiz onun cereyanı için yuvarlandık

durduk.” Artık savaşa neden ve nasıl girildiğini tartışıp durmak anlamsızdır. Şimdi

karşılaşmak üzere olduğumuz şey “adım adım yaklaşmakta olan sulhtur.” Barış

konusunda çok iyimser olmamak ve “felaketli sulha gafil avlanmamak için hazırlıklı olmak

gerektiğini” vurgular: “Gelmekte olan sulh bizim için güle güle karşılayacağımız asalet

perisi değildir. Sulh öteden beri elinde bir defne çelengi olan nazende eda bir peri olarak

tasvir edilegelmiştir. Bir peri değil belki kara yüzlü kâbus gibi bir zebani geliyor.” Bu

barışla büyük ihtimalle vatanımız parçalanacak, Batı Anadolu en hafif olarak bir

muhtariyetten ibaret olacaktır. Savaş sonunda “bütün dünyaya millet düsturu hâkim”

olmuştur. Bize kalansa “geriye kalan vatan aksamını olsun bütün tamamiyeti ile

kurtarmak ve bu sahada Osmanlı hâkimiyet ve istiklalini” kurabilmektir.72

69 “Hariciye Nazırı Vekili Nebi Bey İle Mülakat”, 18 Ekim 1918. 70 Yunus Nadi, “Sulh ve Sükûn”, 18 Ekim 1918. 71 “Sulh Meselesinin Yeni Safhasında: Endişeli ve Hararetli Faaliyetler”, 18 Ekim 1918. 72 Yunus Nadi, “Sulha Hazırlanmalıyız”, 24 Ekim 1918.

33

Gazetede “Wilson Esasatına Göre Yeni Türkiye” başlığı altında, bir süre boyunca her gün

yayınlanarak, Wilson prensipleri hakkında halkı aydınlatmaya yönelik bir köşe ayrılmıştır.

Bu başlık altında Osmanlı Devleti’ni en çok ilgilendiren 12. madde her gün

yayınlanmaktadır.73 Aynı köşede Türklerin tarihleri ve medeniyete yaptıkları katkılardan

da sürekli olarak bahsedilmektedir.

Bugünlerde kamuoyunu ve basının sütunlarını en çok işgal eden konu, görüşmelerine

başlandığı rivayet olunan Mütarekedir. Nadi, sağlam bir kaynaktan aldıkları bilgiye göre

“İngiliz kumandanı Ceneral Tavnshed refakatinde birkaç memur-u siyasî ile bir miktar

Türk zabiti olduğu halde hususi bir vapur ile Bandırma’ya ve oradan da tren-i mahsusla

İzmir’ e azimet etmiştir. Cumartesi İzmir’e vasıl olan ceneral ile arkadaşları yine bir hususi

vapur ile Adalar Denizi’ndeki adalardan birine (Sakız Adası) gitmiştir” demektedir. Bu

adada hükümetin bir yandan İngiliz ve Fransızlar ile Townshed vasıtasıyla Mütareke

hakkında görüşmeler yaptığı, diğer yandan da İsviçre, Lahey ve Stockholm sefaretleri

vasıtasıyla barış anlaşması konusunu görüştüğünü haber aldıklarını belirtir.74

Meclis-i Ayan azasından Damat Ferit Paşa, bu meclisin önceki günkü toplantısında bir

takrir vermiş ve konuşma yapmıştır. İzzet Paşa Hükümeti’nin, “toplanma hakkının ilgasına

dair” aldığı kararı destekleyen Nadi, bu kararın bir süre önce gerçekleşen bir olay

sonucunda alındığını söyler. Bu olay, amaçları “hükümetin istifası, Meclis-i Mebusan’ın

feshi ve derhal sulh akdi” olan bir grubun, “sokaklarda vapurlarda rast gelene

davetnameler tevziine kalkışması”dır. Damat Ferit Paşa ise bu karara muhalif bir tavır

sergilemesi, “Efkârı umumiyenin perişanlıklar içinde sürüklendiği bir sırada hükümet

indirilip bindirilmesi ve sulh akdi gibi işlerin sokaklarda hallolunmasının Ferit Paşa’nın pek

muvafık bulmakta olması elbette hayretle telakki olunacak bir meseledir. Her hürriyetin bir

haddi olduğu Ferit Paşaca da meçhul olmamak lazım gelir idi” sözleriyle eleştirilmektedir.

Nadi’ye göre Damat Ferit’in çelişkisi şuradadır: Bir yandan toplanmak hakkının

engellenmesine karşı çıkmakta, öte yandan yaptığı konuşmada “Müslüman ve Hıristiyan

bütün vatandaşlarına saltanatın, hilafetin, devletin ve milletin menafi-i âliye ve esasiyesini

ve mevcudiyetini muhafaza maksadıyla şu mühim ve vahim zamanda sükûn lazım

olduğunu ihtar” etmektedir. Oysa “hükümet de beyannamesiyle aynı sükût ve sükûnu”

tavsiye etmiştir. “Fazla olarak hükümet vatanın salahiyetini temin vazifesiyle böyle laf ile

değil fakat fiilen” aldığı kararla bu sükûnu sağlamaya çalıştığı için Damat Ferit’in

73 Bu madde şu şekilde ifade edilmektedir: “Bugünkü Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk aksamına emin hukuk hâkimiyet bahşedilmek lazım gelir. Maheza elyevm Türkiye’nin zir (alt, aşağı) hâkimiyetinde bulunan diğer milletlere de serbest bir inkişaf salahiyeti verilmelidir. Çanakkale Boğazı beynelmilel zamanlarda(---) bilcümle milletlerin sefain-i ticariyesine küşad bulunmak lazım gelir.” 74 Yunus Nadi, “Mütareke-i Menfurde Etrafında”, 25 Ekim 1918.

34

“hükümete müteşekkir olması” gerekir. O ise hükümete karşı hücuma geçmiş bulunuyor.

Ayrıca Damat Ferit Paşa’nın, Hükümet’ten barış meselesinde kendisine bir görev

verilmesini istediğine dair dedikodular dolaşmaktadır. Eğer bu haber doğruysa ortada bir

tutarsızlık var demektir: “İnsan itimat etmediği bir hükümette yer almak ya da onunla

beraber iş yapmayı nasıl ister? Yine de biz bu rivayete bir türlü inanamıyoruz. Damat

Ferit Paşa da yaptığı işi bir daha gözden geçirse yanlış olduğunu anlar sanırız.

Anlamazsa da önemi yoktur, hükümet ona hesap ve kitap vermek mecburiyetinde

değildir” diyerek sözlerine son verir. 75

II.2) MONDROS MÜTAREKESİ VE YENİ GÜN’ÜN TEPKİSİ

Osmanlı heyetinin İtilaf Devletleri’yle, Midilli Adası’nın Mondros limanındaki Agememnon

Zırhlısı’nda Mondros Mütarekesi’ni 30 Ekim 1918’de imzalamasının ardından Yeni

Gün’de bazı temalar dağınık olmakla beraber sıklıkla işlenmiştir. Mütareke şartları ağır

olmasına rağmen gazete ilk günlerde oldukça sakin bir tavır takınarak halkı sükûnete

çağırmış, aşırılıklardan kaçınılmasını salık vermiştir. İttihatçılara yönelik eleştiriler artsa da

belli bir düzeyi geçmemiştir. Tevfik Paşa Hükümeti, yeni dönemin koşullarına uyabilecek

bir hükümet olarak görülmemiş ve yeni bir hükümete duyulan ihtiyaç dile getirilmiştir.

Batılı ülkeler hakkında ihtiyatlı bir dil kullanılmış ve özellikle Fransa ve ABD’nin Türkiye

lehine davranışlar sergilemesi beklenmiştir. Gayri Müslim azınlıkların sergiledikleri

ayrılıkçı tutumlara karşı adeta bir kampanya başlatılarak Osmanlıcı bir yaklaşımla, birlik

ve beraberlik düşüncesi savunulmuştur. Ülkenin içinde bulunduğu duruma karşı getirilen

tek çözüm önerisi de bu düşünce ile sınırlı kalmıştır.

Türkiye açısından I. Dünya Savaşı sona ermiş, Bahriye Nazırı Rauf Orbay

başkanlığındaki Türk delegelerin çabalarına rağmen, Amiral Calthorpe başkanlığındaki

İngilizler, hükümlerin kendi istedikleri şekli almasını sağlamışlardır.

Rauf Bey İstanbul’a gelecek olan donanmada Yunan gemilerinin bulunmamasını

istediyse de bunu anlaşmaya sokamaz. (Akşin 2000: 65–69; Selek 1987: 64; Sander

1996: 63; Sarıhan 1993: 1) Fakat Calthorpe Rauf Bey’in isteği üzerine ona bir mektup

verdi. Mektupta “Hiçbir Yunan savaş gemisinin İstanbul’a gitmemesi İstanbul’un işgal

75 Yunus Nadi, “Nabeca Bir Hücum”, 30 Ekim 1918.

35

edilmemesi konusundaki kuvvetli isteğinizi hükümetime bildiririm” diyordu. (Sarıhan 1993:

1) Almanya ve Avusturya Macaristan da yapılan anlaşmalarla ağır şartlar kabul etmek

zorunda kaldılar. Aynı gün Türkiye üzerinde askeri denetim kurma hazırlığındaki İngiliz

öncü birlikleri Meriç kıyısına ulaştı. 22 İngiliz gemisi ise İzmir önünde demirlemişti. Kars’a

bağlı Aralık, Iğdır Ermeniler, Ardahan İngilizler tarafından işgal edildi. (Sarıhan 1993: 2)76

31 Ekim 1918’de anlaşma yürürlüğe girdi. Sadrazam ve Harbiye Nazırı Ahmet İzzet Paşa,

ordu komutanlarına birer şifreli telgraf göndererek şartları tebliğ etti. Fakat ordu

komutanları bu şartlara direnmeye çalışıyorlardı. (Türkmen 2001: 28, 29) Bu sırada

Osmanlı ordusunda silâhaltında 400.000 kişi vardı. Ateşkes imzalandığının öğrenilmesi

savaştan bıkmış kamuoyunda ve askerler üzerinde genel bir memnunluk yaratıyordu.

Buna karşın şartları ağır bulan ve kaygılarını dile getirenler de vardı. (Sarıhan 1993: 3)

İngiliz Hükümeti Calthorpe’u ateşkes şartlarını Türkiye’ye kabul ettirebildiği için kutladı ve

İstanbul’un işgal edilmeyeceğine dair herhangi bir güvence vermemesi yolunda bir talimat

verdi. Oysa Calthorpe ateşkes şartlarını bu güvenceyi vererek kabul ettirebilmişti.

Mütareke, dönemin siyasal aktörlerinin değişmesine yol açmıştı. O zamanlara kadar daha

çok Osmanlı monarşisinin merkezindeki yaşlı, tutucu kişiler ve teslimiyetçi bir zihniyet

arasında sıkışıp kalan siyaset, 30 kadar yerel kongreye katılan 1500 civarında delegenin

ördüğü siyasal temsil ağının gösterdiği kadarıyla bu dönüşümün kanıtıdır. (Tanör 2005:

228) Mütareke’nin ertesi günü ülkedeki azınlıklar da özellikle başkentte gösteri ve

taşkınlıklara başlarlar. İstanbul ve İzmir’de bazı binalara İtilaf devletlerinin bayrakları

çekilir (Sarıhan 1993: 4; Sonyel 1995: 1–2; Karpat 1996: 50). Bu arada Müttefiklerin

güvenlikleri için gerekli gördükleri herhangi bir yeri işgal edebileceklerini söyleyen 7.

madde, hem ordu hem de halkta büyük bir hoşnutsuzluk yaratmıştı (Türkmen 2001: 27).

3 Kasım’da Musul, İngiliz birlikleri tarafından işgal edildiği sıralarda, İttihat ve Terakki

Fırkası’nın son kongresi yapılıyor ve Talat Paşa parti başkanlığından istifa ettiğini

açıklıyordu. Nadi, kongrenin olan biteni açıklamak ihtiyacından doğduğunu ve Fırka’nın

76 Enver Behnan Şapolyo o günleri şöyle anlatır: “Mütareke imzalandığı gün İstanbul’da çıkan gazeteler büyük manşetlerle ‘sulh oldu’ diye yazmışlardı. Müvezziler bağırarak sokaklarda koşarlarken, halk gazete almak üzere müvezzilerin üzerine hücum etti. Bir an önce havadisi öğrenmek arzusu ile müvezzilerin elinden gazeteleri alıp parça parça ettiler. Akşamları en taze havadisi veren ve çok satılan Tercüman’dı. İstanbul halkı akşamları Sultanahmet, Beyazıt meydanındaki sıra kahvelerde otururdu. Müvezziler ta uzaktan yüksek sesle Tercüman diye bağırınca halk koşar gazeteyi alır, müvezzi var kuvvetiyle Fatih’ e doğru koşardı.” “İstanbul halkının barış sevinci bir anda eleme döndü. İstanbul’da İtilaf devletleri askerlerini gören azınlıklar azgınlığa başladılar. Karşıyaka Rum gazeteleri aleyhimize ateş püskürmeye başladı. ‘Türkler esir edildi, Bizans devleti kurulacaktır’ sevdasına düştüler. Sabahlara kadar Beyoğlu nümayiş ve eğlencelere daldı. İstanbul tarafı susmuş, Beyoğlu caz sesleriyle inliyordu.” (Şapolyo, Türk Gazetecilik Tarihi ve Her Yönüyle Basın, Ankara, Güven Matbaası, 1971, ss. 184–185.

36

gereğinden fazla ve ağır ithamlarla eleştirildiğini öne sürüyor, ““Hâlbuki İttihat ve Terakki

kitlesini teşkil eden ferdlerin kâffesi bu kadar ağır bir itham altında ezilip yok edilecek

kimseler değildir. Onlar da bu vatanın evlatlarıdır” diyordu. Fırka içindeki “masum ve

hamiyetkar insanlar” bu fırkaya mensup olmaktan adeta utanç duyar hale getirilmişlerdir

fakat kimsenin bunu yapmaya hakkı yoktur. “İttihat ve Terakki bir unvandan ibarettir. İflas

eden ise bir sistemdir. O sistem ki müsemması gibi ismini de bugün iflasa mahkûm etmiş”

durumdadır. Kaldı ki hiçbir kurum “durup dururken kendi kendine iflas etmez” Bu iflasa yol

açan sebepleri de tartışma dışında bırakmak doğru olmaz.77 Kongrede sisteme dair

bozuklukların ortaya çıkarılacağını ve suçlu bulunanların cezalandırılacağından emin olan

Nadi, bu suçluların “vatana mal olan müthiş felaketlerle” cezalandırılmayı çoktan hak

ettiklerini belirtir. Mütareke’nin imzalandığı haberinin gazeteye ulaştığı gün78, “Sabık

Harbiye Nazırı, Levazımat-ı Umumiye Reisi, askeri demiryolları, limanlar ve seyr-i sefain

idareleri müdür-ü umumisi İsmail Hakkı Paşa evvelki gün sabahtan hanesinden çıkarak

akşama kadar avdet etmemiş olduğunu kemal-i hayretle” öğrenilmiştir.79 Nadi, bazı

gazetelerin verdikleri asılsız haberlerle halkı aydınlatacağı ve “teskin edeceği yerde bir

kat daha şaşırttığını” ileri sürülmüştür. Yeni Gün ise, yalnızca sağlam kaynaklara

dayanan ve doğruluğu kanıtlanabilen haberlere yer vermeye çalıştığını bir kez daha

okuyucusuna hatırlatmaktadır. Bu görüşleri doğrultusunda edindikleri bilgiyi

yayınladıklarını belirterek, “Mütareke’nin birinci maddesini teşkil ettiği şüphesiz” olan

Boğazlar Meselesi’nde İtilaf Kumandanlığı’nın, Boğazların serbestîsi, istihkâmların işgali,

İtilaf devletlerinin askerleri olan savaş esirlerinin iade edilmesi gibi taleplerde bulunduğu

bildirilmektedir. Ayrıca, sınır güvenliği ve ülke içindeki asayişin sağlanması için gerekli

olanın dışında tüm Osmanlı askerlerinin terhis edilecek, Osmanlı sularında veya Osmanlı

kuvvetleri tarafından işgal edilen sularda bulunan gemiler iade edilecek, İtilaf Devletleri

“emniyetini tehlikeye düşürecek” bir durum olması halinde tehlikeli buldukları bölgeyi işgal

edebilecekler, Osmanlı tersaneleri İtilaf tarafından kullanılacaktır. 80

Mütareke ile olabildiğince ağır şartlar dayatılmıştı. Pek çok kaynak Mütareke metninin

ülkenin pek çok yöresinde girişilecek açık işgallere meşru zemin hazırlayan bir belge ve

savaş içinde yürütülen gizli anlaşmaların bir sonucu olduğunda hem fikirdir. (Er 1985:

77 Yunus Nadi, “Mühim Bir İçtima, İttihat Terakki Kongresi”, 1 Kasım 1918.78 “Münferid Mütarekenin Hakiki ve Sahih Şartları”, 1 Kasım 1918. 79 “İsmail Hakkı Paşa Meydanda Yok!”, 1 Kasım 1918. 80 Mütarekenin tam metni için bakınız, Seha Meray; Osman Olcay, Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküş Belgeleri, A.Ü Yayınları, Ankara, 1997, 2 -15. Mütarekenin imzalanış süreci hakkında ayrıntılı bilgi için Gotthard Jaeschke, “Mondros’a Giden Yol”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Aralık 2002, sayı: 71, 18 – 23. Mondros Mütarekesi’nin metni için bknz.: İsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları (1920 – 1945), c.1, Ankara, TTK, 2000, 12 – 14. Mütareke şartları için bknz.: Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, c.1, İstanbul, Kastaş Yayınevi, 2000, 44-48.

37

1120; Turan 1991: 73; Öztoprak 2002: 584) Fakat Gökbilgin sonradan gelen işgallerin

metne açıkça aykırı olduğunu ileri sürer. (Gökbilgin 1959: 9) “En azından yüz yıldır

oluşturula gelen bir politikanın sonucu ve uygulanması olan” (Tunaya 2003: 5) Mütareke,

tek taraflı ve adaletsiz bir belge olsa da Osmanlı heyeti Mondros’tan döndüğünde oldukça

iyimser bir hava içindedir. Bahriye Nazırı Rauf Bey (Orbay) “Bu Mütareke’yle devletimizin

istiklali, saltanatımızın hukuku kurtarılmıştır” diyordu. (Demirbaş, 1985: 1117)81 Rauf Bey,

“fevkalade memnun” dur. Onun “pek beşaret aver malumatı ihtiva eyleyen beyanatı”nın

okuyucuların kalplerine biraz su serpeceği belirtilmektedir. Rauf Bey, “şartlar haysiyet-i

milliyemizi paymal edecek kadar ağır değildir. Vilayet-i sıttiyenin işgal edilmesi ve

Kilikya’nın tahliyesi talebinden sarf-ı nazar olunması ne payitahta ne diğer bir şehre asker

çıkarılmaması şayan-ı memnuniyet değil midir?” demektedir. Rauf Bey: “Mütarekeyi akde

memuren İstanbul’dan hareket ederken bugünkü gibi sevinç ile avdet edeceğimi tasvir

etmiyordum. İngiliz Mütareke murahhaslarının bize karşı gösterdikleri hüsn-ü kabul

ümidin fevkinde olmuştur. Müzakeratımız gayet samimi ve son derece açık bir lisanla

cereyan etmiştir. (…) Akdettiğimiz Mütareke neticesinde devletimizin istiklali,

saltanatımızın hukuku tamamıyla kurtarılmıştır” demektedir.82

Nadi Mütareke’nin imzalanmasıyla ilgili olarak, “Hal ve istikbalimize düne nisbetle elbette

huzur ve sükûn sahası açan bir Mütareke, fakat arkasında ne elem ve feci hatıralar

bırakan bir Mütareke…” der. Savaşa girişle ilgili düşüncesini tekrarlar, “Biz harp ettikse

bunda gayri meşru istila hislerine kapılmış değildik. Varlığımıza karşı hazırlanan

81 Avcıoğlu görüşmeler sırasında Rauf Bey’in İngilizlere değil Yunan işgaline direndiğini söyler ve Rauf Bey’in İngilizler hakkındaki olumlu açıklamalarına geniş yer verir. Avcıoğlu, Doğan, Milli Kurtuluş Tarihi, c.1, Tekin Yayınları, İstanbul,1995.82 Murahhaslarımız Geldi – Rauf Bey’ le Mülakat - Reşid Akif Paşa’ nın Beyanatı”, 2 Kasım 1918.Yeni Gün muhabiri ve Rauf Bey arasında geçen diyalog şöyledir: “Sizi bu derece memnun eden esbab nedir?

—Evvela İngilizlerin Türklüğün imhasını istihdaf etmeyeceklerini anladım. Saniyen memleketimizin zannedildiğine muhalif olarak işgal altına alınmayacağını gördüm. Sizi temin ederim ki İstanbul’umuza bir tek düşman askeri çıkmayacaktır. Tabii birkaç zabit şurada burada görülebilecektir. Bundan başka tersanelerimiz de işgal olunmayacaktır. İngiliz ve Fransızlar bunlardan yalnız tamir vesaire gibi hususat için istifade edeceklerdir. Şimendifer hatlarına askeri bir vazıyed (elkoyma) yapılmayacaktır. Fakat İtilafiyûn hudud-u (---den) istifade hakkına haiz olacaklarıdır.— Adana düşmanlarımızın eline geçecek midir?— Hayır. (…) Binaenaleyh Adana Osmanlı idare-i mülkiye ve askeriyesinde kalacaktır.Batum ile Kars da şimdilik tahliye edilmeyecektir. Size tekrar ediyorum ki İngilizler bize fevkalade bir hüsn-ü muamele ibraz eylemişlerdir. O kadar ki askerimizin ne miktarının terhisinin lazım geleceğinin tayini hakkını bize terk eylemişlerdir. Evet, yaptığımız mütareke ümidimiz fevkindedir. İstiklal-i devlet, hukuk-u saltanat, izzet-i nefs-i millet tamamen kurtulmuştur. Yalnız şurası mühimdir ki memleketimizde asayişi muhafaza etmeliyiz. Aksi takdirde her şeyi kaybetmek tehlikesi vardır.” Gazete ise haberdeki yorumunda Hükümet’in tavrını ve çabasını desteklemekte ve “Bugün her Osmanlı’ nın vazifesi her veçhile şayan-ı itimad olan hükümete müzahir olmaktır. Hükümet bugün milletten şunu talep ediyor: Muhafaza-i sükun ve itidal …. (…) Düşmanlarımız mütareke şartlarında bize şerefle harb etmiş şerefle mağlub olmuş bir hasım muamelesi yapmışlardır. Bu mevkii muhafaza etmek sulh meselesinde de mümkün mertebe az zararla kurtulmak için yegâne çare sükûn ve asayişin muhafazasıdır. Yoksa eyvah bize!....” demektedir.

38

suikastlara mukabele etmek ıztırarında idik.” Yine de “Galip olan düşman bize istediğini

teklif edecek mevkide iken tekliflerinde hayli tadilat icra etmiştir. Bunda kahramane harb

eden Osmanlı milletinin şu cidaldeki mertçe hareketlerinin dahli olduğu gibi” milletin ihmal

edilemeyecek sayısal üstünlüğünün de payı vardır. Nadi şöyle devam eder: “Şimdiye

kadar gösterdiğimiz vakurane itidal ve sükûnun belki daha ziyadesini bundan sonra

göstererek olanca gayret ve faaliyetimizi vatanın yaralarını sarmaya hasretmek

mecburiyetindeyiz. Böylelikledir ki dünkü düşmanlarımızla kurulacak olan yarınki

dostluklarımızın hem sağlam hem bizim için nef ve hatta enfa olmasını temin edebiliriz.”83

1 Kasım’ı 2 Kasım’a bağlayan gece, artık kendilerini tehdit altında hisseden Talat Paşa,

Enver Paşa, Cemal Paşa ve arkadaşları Bahaettin Şakir, Dr. Nazım, Bedri ve Azmi

Beyler bir Alman U–170 denizaltısıyla İstanbul’dan Odessa’ya kaçarlar. (Akşin 2000: 70;

Sarıhan 1993: 8) Nadi, İttihat ve Terakki liderlerinin ülkeden kaçmasının kendisinde

yarattığı hayal kırıklığından bahsetmektedir84. “Herkesin kolay kolay inanamayacağı bir

hadise: Talat, Enver ve Cemal Paşalar firar etmişler!...Bu firarda sabık Halep Valisi Bedri

ve sabık Beyrut Valisi Azmi Beyler de Cemal Paşa ile beraber imişler. (…) İnsan kanaat

ve ihtiyadının sahibi olmak lazım gelir. (…) Biz hususiyle Talat Paşa’nın firar eylemiş

olması hayreti bütün bütün garip bulduk. (…) Talat Paşa’nın kendi hükümeti zamanında

ve kendi şahsı itibariyle vermeye mecbur olduğu hesap ve kitap yalnız idrak ve ihtiyad

sahasına münhasır olmak iktiza ettiğine göre kendisinin bu yüzden gelebilecek

mesuliyetlerin hatta en ağırlarını göğsünü gere gere kabul eylemesi de icab eylerdi.” Talat

Paşa ve arkadaşları, istibdat devrini yıkan hürriyetperver kitlenin ileri gelen unsurları

idiler. “Onlar harb yapabilirler harbde mağlup da olabilirlerdi. Hatta bu harb esnasında bir

takım cinayetler de irtikab etmiş bulunabilirlerdi. Asla ve kata caiz olmayan bir cihet vardır

ki o da bu işlerden dolayı günün birinde hesap vermek ve ihtimal ki bu hesabı hayatları ile

ödemek ihtimali zuhur ettiği zaman firar tarikinin ihtiyarıdır. Ömrün kaç paralık ehemmiyeti

vardır? Hususiyle böyle firar zilleti ile yerlerde sürünecek derkelere indirilen kasıtsız ve

sefil bir ömür!” Bu kaçışı hangi düşünceyle planladıklarını düşünmeye koyulur. “Acaba

kendileri (günün birinde yine memlekete lazım olabiliriz, binaenaleyh belki de hayatımıza

mal olacak bir hesap ve kitaptan kaçalım) mı demişlerdir? Yoksa sadece (hesap gününü

bekleyerek belki ağır cezalara mahkûm olmaktansa hudud haricine çıkarak yaşamakta

devam edelim) mi demişlerdir? Ne demiş ve nasıl düşünmüş olurlarsa olsunlar yapılan iş

herhalde çok fena ve çok bayağı bir iştir.” Artık bütün açıklığıyla anlaşılıyor ki “memleket

dört senedir başında üç beş kişiden ibaret bir kâbus taşımış ve (onlar elinde ve uğrunda

83 Yunus Nadi, “Mütarekenin İmzası, Mazi Hal ve İstikbal”, 2 Kasım 1918.84 Yunus Nadi, “Yeni Bir Macera Daha, Acaba hakikaten kaçtılar mı?”, 4 Kasım 1918.

39

bu kadar belalara uğramıştır. Milli hissiyatımıza pek elzem bir darbe indiren firarlarından

dolayı bu küçük paşaları lanetlemekten kendimizi alamıyoruz.”

5 Kasım 1918 İttihat ve Terakki son kongresini yaparak kendini fesh etti ve isim

değiştirerek Teceddüt Fırkası (9 Kasım 1918) adını aldı. Fırkanın başında Cavit vardı.

İttihat ve Terakki Fırkası’nın Teceddüt Fırkası’na dönüşümü, İsmail Canpolat Bey’in

başkanlığında toplanan kongrede olup bitenler yoluyla anlatılmıştır.85 (Akşin: 2000: 70)

Yunus Nadi ise bu fırkanın Meclis-i İdare üyeliği ve Fırka Kalemi üyeliği görevlerini

yürütmektedir. Nadi 11 Kasım 1918’de ise fırkadan, bazı arkadaşlarıyla beraber istifa

etmiştir. (Tunaya 2003: 112)

Bu arada Yeni Gün yaptığı araştırma sonucunda “Merkez-i Umumi azasından Doktor

Nazım ve Bahaeddin Şakir Beylerin de firar eylediklerinin anlaşıldığını” belirtmiştir.86

Enver Paşa “İstanbul’daki son günlerinde bir takım Alman zabitlerini” yalısında sık sık

kabul etmiş, “rahatsız edilmemeleri için hizmetkârlara pek şedid emirler vermiştir.” Cemal

Paşa ise “sivil elbiseli ve kim oldukları henüz meşkûk bir takım adamlarla Balta

Deresi’nde” görüşüyordu. Talat Paşa ise böyle esrarengiz görüşmeler yapmamış fakat

eski arkadaşlarıyla pek ziyade görüşmüştür. Yeni Gün, “Anlaşıldığına göre firar planlarını

Talat Paşa çiziyor, Enver ve Cemal Paşalar da tertib ediyordu” der. Firar öncesinde Enver

Paşa’nın evinde önemli bir toplantı yapmışlardır. “Sabık kabinenin en mühim erkânının

firar teşebbüsünde bulundukları” haberini hükümet Perşembe günü almış ve hemen

Beşiktaş ve Ortaköy inzibat-ı askeri memurluklarına “büyük küçük bir hareketin derhal

haber edilmesi için emir vermiştir.” Hükümetin hatası buradadır ki, en çok Enver’in

kaçacağından şüphelenildiği için sadece Kuruçeşme’deki sarayın çevresinde önlemler

alınmıştır. “Hâlbuki Talat ve Cemal Paşaları hiç de kaale almamıştır.” Ayrıca “eski polis

müdürlerinin daha evvelce firara teşebbüs ettiklerini bildiği halde onları hiç düşünmemiş

ve takip etmemiştir.” Üstelik Hükümet olaya müdahale etmekte de geç kalmıştır: “Kemal-i

hayretle haber aldığımıza göre polis müdüriyetine firarilerin takibi için Cumartesi gecesi

sabaha karşı (Enver, Cemal, Talat Paşaların firar ettikleri söyleniyor. Tahakkuk ediniz.)

diye emir verilmiştir. Fakat ne çare ki o zamanlar firarilerin yerinde yeller esiyordu.”87

85 “İttihat ve Terakki’nin Son Kongresi”, 5 Kasım 1918. Kongrede alınan kararlar şunlardır: Eski İttihat ve Terakki Meclis-i Umumi azasının yeni fırka ile ilişkileri olamaz; İttihat ve Terakki azasından yeni programı kabul etmeyenler ayrılacaktır; İttihat ve Terakki haricinde bulunan yeni programı kabul edenler fırkaya kabul edilecektir. “Şahsi ve keyfi icraatlar ile memleketi harabeye sürükleyenlerin taht-ı muhakemeye alınmış ve alınacak olanların, suiistimaller yapmış olanların, İttihat ve Terakki yi şahsi emellerine alet edenlerle ihtikâr işlerine karışanların yeni fırka ile alakaları olamaz. Fırkaya girmek isteyenlerde bunlar aranacaktır.”86 “Talat, Enver, Cemal Paşalar Nasıl Kaçtı?”, 5 Kasım 1918. 87 Kaçışın nasıl gerçekleştiği, şaşırtıcı ayrıntılarla, “Hükümetin İlk Tedbiri” ve “Tahkikat” başlıklarıyla anlatılmış. Buna göre: “Hükümet Beşiktaş ve Ortaköy inzibat-ı askeri askeri memurluklarına emir vermiş,

40

7 Kasım 1918’de işgal ordularının öncüleri, Savaş Bakanlığı nezdinde İngiliz İrtibat

Subayı Murphy ve Deniz Bakanlığı nezdinde İngiliz İrtibat Subayı Chilton, Basra torpidosu

ile İstanbul’a geldiler ve “Yaşasın İngilizler!” diye bağıran bir topluluk tarafından

karşılandılar. (Sarıhan 1993: 15) İngilizler, İskenderun Limanı’nın General Allenby’ye

teslim edilmesini istediler. Başbakan İskenderun yüzünden ateşkesi bozmamak ve şehri

teslim etmek emrini vermiştir. İtilaf Devletleri’nin isteklerinde direnilmesini isteyen Mustafa

Kemal bakanlık emrine alındı. Bu arada Fransızların 122. Tümen Komutanı Uzunköprü’

deki Türk birliği komutanına emir gönderdi: “9 Kasım’da 3 bölükle geleceğiz. 70 oda, 3

ton sebze, 5 ton yakacak hazırlat”. Bu isteği hayretle karşılayan hükümet, birlik

komutanına şehre zorla girerlerse yalnız protesto etmelerini, direnmemelerini söyledi. Bir

yandan bir Yunan tümeni Batı Trakya’da İskeçe’yi işgale başladı. (Sarıhan 1993: 15, 16)

8 Kasım’da dört Fransız subayı Arian adlı gemiden Galata rıhtımına çıktı ve yaya olarak

sokakları İtilaf devletlerinin bayraklarıyla süslenmiş olan Beyoğlu’ndaki Fransız elçiliğine

gittiler. Aynı gün Calthorpe’a Türk birliklerinin Kafkasya’dan 1914 sınırı gerisine çekilmesi,

savaş gemilerinin teslim edilerek Haliç’e çekilmesi emri verildi. Calthorpe, Osmanlı

Hariciyesine yazdığı gizli yazıda Yunan gemilerinin Boğazlardan geçişine engel

olunamayacağını bildirdi. Mustafa Kemal, Adana’dan Sadrazama gönderdiği kapalı telde

Mütareke’nin istenilen yöne çekilebileceğini belirterek İngilizlerle gizli bir anlaşma

yapılmışsa bilmek istediğini bildirdi. (Varlık 1985: 1200; Koloğlu 2000: 18 )

Pek çok kaynak İstanbul Hükümeti gibi basınının da Mondros’u doğal karşıladığında

hemfikirdir. O kadar ki İngilizler bundan rahatsızlık duymuş ve İngiltere Dışişleri Bakanı

bunun üzerine “Enver Paşa, sarayının rıhtım cihetini muhafazaya memur olanlardan iki inzibat çavuşu ikame edilmiştir.” “İçtimadan sonra firariler sarayın rıhtımına inmişler ve orada yüksek sesle gülerek konuşarak dolaşmaya başlamışlardır. O aralık rıhtımda piyasa eden paşalar Enver Paşa’dan müsaade alır ve muhafız çavuşlara işittirecek derecede yüksek sesle arz-ı veda eyliyorlardı. Paşalar ortadan kaybolduktan sonra Enver Paşa yalıda yalnız kalmış, rıhtım üzerinde gidip gelmeye başlamıştır. Bu sırada saraydan Enver Paşa’nın yanına bir harem ağası gelerek: Paşa hazretleri sultan efendi nezdinize şeref etmek istiyorlar, der. Çavuşlar bunu da işitince artık hiç endişe etmezler, öyle ya misafirler veda ederek gittiler, Enver Paşa da Sultan hazretleriyle görüşecek. Şu halde merak edilecek ne var? Cuma günü gecesi… saat biri yirmi geçiyor… Bu dakikada Enver Paşa sarayının rıhtımına sessizce ve yavaşça bir motor botu yanaşıyor… Gecenin zifiri karanlıkları içinde üç dört gölge motorbota atlıyor. Arkadan birkaç bavul da geliyor ve motorbot yine sessizce ve fenersiz hareket ediyor. Enver Paşa buradan bir Alman torpidosuna (rakıb?) olarak firar eyliyor….Keyfiyet-i firar ancak saat ikiye doğru ve İstanbul muhafazalığına bildiriliyor. Muhafız Paşa hemen yaveri Yusuf Beyi (-----) ile ve otomobiller ile buraya gönderiyor, be arkasından kendisi de gidiyor. Yaver Yusuf Bey motorbot ile firar edildiğini derhal anlamakta gecikmiyorsa da otomobildekini anlamak istiyor. Ne cevap alsa beğenirsiniz? Enver Paşa otomobiline binmiş tenezzühe (gezintiye) çıkmış. Fevzi Paşa saraya muvaselet edip tahkikata başlıyor ve neticede (firarilerin) motorbotla sıvıştıklarını anlıyor. Araştırma sırasında saray müstahdemi otomobile binen siyah sakallı ve kürk yakalı bir adam olduğunu ifade etmiş, Enver in sarayı terk ettiği anlaşılmıştır. Fevzi Paşa yaveriyle muhafaza (---) otomobiline bindirerek Cemal Paşa’nın yalısına gidiyor. Aksi tesadüf olarak otomobil bozuluyor. Heyet böylece (---ye) ancak sabahın altısında vasıl oluyor. Kıtaat oraya varınca yalı önünde halk da toplanarak (bağrıştığı---) görüyor ve ahaliyi dağıtarak evi muhasara ediyorHalbuki evden paşanın üç saat evvel hareket ettiği haber veriliyor. Cemal Paşa iki buçukta bir Alman sandalıyla hareket etmiş…” 5 Kasım 1918.

41

Lord Balfour 9 Kasım 1918’de İstanbul’daki işgal kuvvetleri Yüksek Komiseri Amiral

Arthur Calthorpe’a gönderdiği talimatta işgal edilen toprakların ileride Osmanlı’ya iade

edilmeyeceğinin İngiltere siyasetinin değişmez bir parçası olduğunun belirtilmesini

istemiştir. (Coşkun 1997: 37) Mütareke’nin imzalandığı gün Yıldırım Orduları Grup

Komutanlığına tayin edilmiş olan Mustafa Kemal (Türkmen 2001: 46), 10 Kasım 1918’de

bu grubun lağvedilmesi üzerine emrindeki birlikleri II. Ordu Komutanı Nihat Paşa’ya terk

ederek aynı günün akşamı Adana’dan trenle İstanbul’a hareket etti. İtilaf donanmasının

İstanbul’a girdiği gün, yani 13 Kasım 1918’de Haydarpaşa Garına vardı. Buradan

Beyoğlu’ndaki evine giden Paşa, sonrasında İzzet Paşa’ya ulaşmaya çalışmaya başladı

(Türkmen 2001: 49). Mustafa Kemal, 13 Kasım 1918’den 30 Nisan 1919’a kadar yeni

görevi olan IX. Ordu Kıtaatı Müfettişliği görevini yürüttü (Türkmen 2001: 50).

Nadi bu zorlu dönemi şöyle tanımlar: “Mütarekeyi musalaha takip eyleyecektir. Şimdi

memleketin harbden sulha intikal eylemeye başladığı çok mühim bir devre içinde

bulunuyoruz. (Bu) bozulan her şeyin düzelmesi devresidir.”88 Osmanlı orduları

Mütareke’nin hemen ertesinde hükümetin tebligatıyla ateşi durdurmuş ve cepheden

dönmeye başlamıştır. Almanya ve Avusturya Macaristan’ın ülkede bulunan askeri ve sivil

tebaası her gün vapurlarla Karadeniz’e açılıp gitmektedir, Çanakkale Boğazı ile

haricindeki torpillerin temizlenmesi işi devam etmektedir, telgraf haberleşmesinin yeniden

düzenlenmesi için İzmir’e ve İstanbul’a birer İngiliz heyeti gelmiştir. Hükümet eskisinden

daha çok çalışmalı ve halk da, “İzmir’den gelen nümayiş haberlerinin” yarattığı nefrete

karşın, sakinliğini daha fazla korumalıdır. Bu arada İstanbul’a gelen dört kişilik bir İngiliz

heyeti, Pera Palas Oteli’nde misafir edilmişler, Padişah ve bazı hükümet üyeleri ile

görüşmüşlerdir. Heyetteki Erkan-ı Harbiye Miralayı (Morfi), “Ben bundan evvel Türk

askeriyle Irak’ta temasta bulundum. Hakiki Türk askerini dünyanın en iyi askeri olarak

tanıyorum. Bu hususta dünyanın en büyük deha-i askeriyesi olan Napolyon’un (bununla

ilgili) bir sözünü hatırlatmakla iktifa ederim. ‘Bende bir milyon Türk askeri olsa dünyayı

fethederim’ demiş. Artık Türk askeri hakkında daha fazla söylemeye lüzum yok” demiştir.

Şehre gelecek donanmanın İngiliz, Fransız ve İtalyan gemilerini içereceği ve kendilerinin

buraya düşman değil dost olarak geldiklerini, “Türk milleti ile aramızda hiçbir şey yok”89

sözleriyle ifade etmeye çalışmıştır. 10 Kasım 1918’de küçük bir İngiliz birliği Çanakkale’ye

çıkarken, İzzet Paşa Mustafa Kemal’e İstanbul’da bulunmasının uygun olacağını bildirdi

ve Mustafa Kemal, trenle İstanbul’a hareket etti (Sarıhan 1993: 20). Yeni kabineyi kurma

88 Yunus Nadi, “Mütarekenin Tatbikatı”, 9 Kasım 1918. 89 “Şehrimize Gelen İngiliz Heyeti Hakkında”, 9 Kasım 1918.

42

görevi 73 yaşındaki Tevfik Paşa’ya verilmişti.90 Sevr’i imzalayacak olan Rıza Tevfik Eğitim

Bakanı olmuştur. Mustafa Kemal, yoğun çabalarına rağmen bu hükümete güvenoyu

verilmesini engelleyememiştir. Yunus Nadi de bu hükümete güvenoyu verenler

arasındadır (Akşin: 2000: 70). Nadi, Ahmet İzzet Paşa gibi iffetli ve namuslu bir kimsenin

“en ziyade hizmet edeceği bir zamanda tüm kabinesiyle birlikte istifaya mecbur kalmış

olmasını herkes derin bir teessür ile telakki edecektir”91 demektedir. Fakat yeni bir kabine

buhranına gerek yoktur. Ordudaki binlerce ihtiyat zabiti ve zabit adayının terhis olması

durumunda “efradın eşyası, iaşesi, kıtaatın erzakı, pek çok para değerinde olan silahlar

ve teçhizat, ortada sahipsiz sürünecek, efrad perişan bir halde dağılacak”92 olduğundan

terhisleri ileri bir tarihe ertelenmiştir. Bu günlerde “İtilaf devletleri denizlerin serbestiyesi

müstesna olmak üzere Wilson programı esasatına göre akd-i sulh etmeye hazır

olduklarını bildirmişler, aynı zamanda Mütareke akdini de kabul etmişlerdir.” 93

12 Kasım 1918’de bir Fransız tugayı İstanbul’a ayak bastığı ve şehri işgal edecek İtilaf

donanmasının Marmara’ya girdiği gün Nadi, Mütarekename gereğince “herkes yerli

yerinde kalmak lazım geldiği halde” İngiliz kuvvetlerinin Musul’u kumandanlığımızın

itirazlarına rağmen işgal ettiğini bildiriyordu.94 Nadi, ertesi gün Musul’un tahliye edileceği

haberini veriyor ve bu başarı burada görev yapan kumandan Ali İhsan Paşa’ya

atfediliyordu.95

İngilizler Karadeniz’in Rumeli tarafındaki istihkâmlarını işgal etmek üzere daha çok asker

getirmeye hazırlanırken96 Nadi, artık savaşa katılan halklar için savaşın “cihanşümul bir

inkılâp mahiyetinde olan” sonuçlarına göre değişim ve gelişim göstermek gerektiğini

vurguluyordu.97 Jurnal Doryan gazetesi bir Fransız zabitinden aldığı bilgiye göre, İtilaf

ordusunun doğu kanadı Selanik’ten İstanbul’a nakledileceğinden “ceneral (Frank de

Esperey)’in bütün erkânı harbiyesiyle İstanbul’a gelmesinin pek muhtemel” olduğunu

haber veriyordu. Naklin sebebi “Kırım’daki Bolşevik tahrikâtını durdurmaktı. Yoksa bunun

Almanya Mütarekesiyle hiçbir alakası yoktu.” 98 Rumeli şimendiferi kumpanyasına,

Uzunköprü’ye “muhtemelen 3200 İtilaf askerini taşıyacak” olan 20 vagon göndermesi için

90 “Ahmet İzzet Paşa Kabinesinin İstifası”, 10 Kasım 1918. 91 Yunus Nadi, “Hükümet Buhranı, Tevfik Paşa Kabinesi”, 10 Kasım 1918. 92 “İhtiyat Zabitleriyle Namzetlerinin Terhisine Dair”, 10 Kasım 1918. 93 “Wilson’ un Şartları ve İtilafiyun”, 10 Kasım 1918. 94 “Mütarekenamenin 12 nci Maddesi”, 12 Kasım 1918. 95 “Medar-ı İftiharımız Mahir Bir Kumandan Ali İhsan Paşa”, 13 Kasım 1918. 96 “Mütareke Ahkâmının Tatbiki Etrafında”, 12 Kasım 1918. 97 Yunus Nadi, “Almanya’nın Mütarekesi, Umumi Sulha Doğru”, 13 Kasım 1918. 98 “Fransız Heyet-i Sefiresi”, 13 Kasım 1918.

43

emir verilmişti.99 Bu sıralarda Nadi, siyasi durumun gereklilikleri sonucu Türk tarihini ve

Anadolu coğrafyası üzerinde sahip olunan tarihsel hakları vurgulayan bir dizi makale ve

habere başlamıştır. Bu tür yayınlarda Yunanlıların üstün medeniyet iddiaları ve Batı’nın

Yunan medeniyetini kültürlerinin özü sayması eleştirilmiştir. Makalede Türk halkının kendi

geçmişi ile ilgili yeterince bilgi sahibi olmadığı da vurgulanmış. 100

Donanmanın İstanbul’a girdiği 13 Kasım ise şehrin en ıstıraplı günü olmuştu. İngiliz,

Fransız, İtalyan savaş gemilerine ek olarak, görüşmeler sırasında Calthorpe’un verdiği

sözlü garantiye rağmen101, Yunan Averof zırhlısının da dâhil olduğu 61 parçalık donanma

İstanbul’a gelerek Dolmabahçe önlerinde demirledi.102 Onları, Osmanlı hükümetini temsil

eden bir heyetle beraber, Beyoğlu’nda yaşayan Hıristiyan azınlıklar “Zito Venizelos”

nidalarıyla karşıladı. İtilaf donanmasının gelişi bazıları tarafından sevinçle, “Çanakkale’de

verilen şehitlerin hatırasıyla titreyen öteki kısım” tarafından ise üzüntüyle karşılanmıştır.

Haberde şöyle denir: “Haklı veya haksız, doğru veya yanlış dört sene süren bir

mücadeleden sonra dün büyük bir itilaf filosu, muzikaları ve bayraklarıyla limanımıza

geldi. Bu geliş ne kadar sessiz ve gürültüsüz olursa olsun, sulh zamanlarında limandan

limana ecnebi sahillerini dolaşan dostane bir ziyaret değil, belki de uzun ve kanlı bir

sergüzeştin hazin akıbetini gösteren galibane bir geçit resmidir.”103 Haberde “bugün

dünyaya karşı dünkü hasımlarımız gibi kuvvetle söz söyleyebilmek hakkına” sahip

olunmadığı, dış ilişkiler konusunda Hükümet’in daha dikkatli ve halkın birlik olması

gerektiği vurgulanmıştır: “Bu ziyaret bugün bize bilhassa pek mühim bir şey hatırlatmak

lazım gelir: İttihad ve ittifak. (…) Şimdi bütün beşeriyet kaç galip kuvvetin vereceği hüküm

ve kararı bekliyor. Dünya bu hüküm ve karar ile başka bir şekil alacak değilse bile bütün

milletlerin hayatları başka mecralaradan başka istikametlere doğru tevci edecek. (…)

Fenalığa herkes hazır, iyilik etmek için kimse yok! Eğer bu gürültü içinde biz de kendi

kendimizin iyiliğimizi düşünmez felaket zamanlarında birbirimize sarılmazsak halimiz ne

olur” Birkaç gün önce Adana’daki Yıldırım Orduları Grubu’nun ve 7. Ordunun

karargâhlarının lağvedilmesi üzerine İstanbul’a hareket eden Mustafa Kemal de, bu

sırada Haydarpaşa’da trenden inmektedir. Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a gelişi

haberi, ilk sayfada büyükçe bir klişesi basılarak verilmiş ve resmin altına “Anafartalar

kahramanı sabık yedinci ordu kumandanı miralay” ifadesi eklenmiştir. “Anafartalar

99 “İtilaf Kıtaatının Nakli”, 13 Kasım 1918. 100 “Anadolu ve Türklerin Tarihi Hakkında İktitafat”, 13 Kasım 1918. 101 Amiral Calthorpe mütareke görüşmeleri sırasında Rauf Bey’in ısrarı üzerine donanmada Yunan gemisi olmayacağına dair sözlü garanti vermiş, bu söze güvenen Rauf Bey de ülkeye dönüşte basına gururla bu sözden ve İngilizlerin sözlerini tutan bir ulus olduklarından bahsetmişti.102 “Filo Marmara’da”, 14 Kasım 1918. 103 “İtilaf Donanması Limanımızda”, 14 Kasım 1918.

44

kahramanı Mustafa Kemal Paşa’nın mühim bir vazifeye tayin edileceği müstihbardır” 104

denmiştir. Aynı günlerde İstanbul’daki elektrik ve kömür sıkıntısı sürmektedir. Elektrik

şirketi ancak 4 günlük kömürü kaldığını açıklamıştır. Şehre gelen İtilaf temsilcilerinin

konuya el atmasının “ümit edildiği” belirtilmiştir.105

Aralarında İngiliz, Fransız, İtalyan, Amerikan ve hatta Japon yüksek komiserlerinin de

bulunduğu yaklaşık 3.500 kişilik işgal gücü askerleri Beyoğlu’ndaki kışlalara, yabancı okul

ve hastanelere ve bazı özel binalara yerleştirilir. Sonraki günlerde askerler istedikleri evi

boşaltmak suretiyle yerleşirler. Farklı milletlerden oluşan işgal gücü askerleri arasında

İngilizler, kendilerini tüm diğerlerinin ve kentin efendisi, muzaffer bir komutan konumunda

görüyorlardı. Fransızlar da onlarla rekabet halindeydi. (Yerasimos 1997: 11)

Her iki ülkenin askerleri de yerleştikleri ilk andan itibaren azınlıklarla yakın ilişkiler

içindeyken Türklere sömürge halkı muamelesi yapmıştı. Kamu binalarının hatta özel

evlerin boşaltılması için 24 saat gibi süreler tanımışlar, azınlıklardan yana olduklarını belli

etmek için, onların Türklere karşı ölçüsüz davranışlarını özendirip, zafer kazanmış

olmanın gururuyla onlara üstten bakmışlardır. Çevrelerine kolayca etkileyip

kullanabilecekleri İstanbul’un kozmopolit unsurlarını doldurdular. Öncelikli amaçları

Mütareke hükümlerinin uygulanmasını garantiye almaktı. Barış görüşmelerinde ve

bundan sonra uluslar arası arenada Türklere karşı hiç hoşgörü gösterilmeyeceğini halkın

ve sarayın kafasına sokmak ikinci amaçlarıydı. Bunu yapabilmenin en iyi yolu da mağrur

ve tavizsiz davranmaktı. Bu tavır bir bakıma savaşın psikolojik yıpratma ayağıydı, ulusal

onurun kırılmasıyla halkın birliğinin ve güven duygusunun olabildiğince yok edilmesine

çalışılıyordu.106 (Tunaya 2003: 6, 7)

104 “Mustafa Kemal Paşa”, 14 Kasım 1918. 105 “Kömür Buhranı – Elektriksiz Kalıyoruz”, 14 Kasım 1918. 106 Halide Edip, İmparatorluğun Türk unsurunun maruz kaldığı davranışları şöyle betimler: “Mütareke döneminde müttefik kuvvetleri küçük bahanelerle durmadan Türkleri tevkif ediyor, cezalara çarptırıyor ve bazen de Müttefik merkezlerinde fena halde dövüyorlardı. Evler zorla sahiplerini ellerinden alınıyor, içerdekiler dışarıya atılıyorlardı. Müttefik tercümanlarının umumiyetle azınlıklardan olması tabii onlara karşı çok kötü bir his uyandırıyordu. (…) Bütün bunlara karşı şehir halkı çok vakur ve sessiz davranıyordu.” (Edip 1962: 10) Zekeriya Sertel ise şöyle söyler: “Mütarekeyle idare makinesi düşmanın eline geçmişti. Savaş sorumlusu sayılan büyük, küçük bütün İttihatçılar tutulup Bekirağa Bölüğü’ne atılmıştı. İttihatçılar bölüğe girerken orada mahpus yatan Hürriyet ve İtilafçılar dışarı çıkıyorlardı. Bir yandan da Kürt Mustafa adında bir düşman uşağının başkanlığı altında askeri bir mahkeme kurulmuştu. Bu mahkemeye verilenler sorgusuz sualsiz ölüme mahkûm edilip darağacına çekiliyordu. Böylece şehirde bir terör ve zulüm havası yaratılmıştı. Basın sıkı bir kontrol altına alınmıştı. Bütün yazılar İngiliz, Fransız ve İtalyan sansüründen geçiyordu. Sansürden geçen yazıların dörtte üçü silinmiş oluyordu. Bu yüzden gazetelerin birinci sayfaları çiçek hastalığı geçirmiş gibi parça parça idi. Sertel, a.g.e., s. 66.

45

Mütareke’nin 5. maddesi gereğince Osmanlı ordusunun terhisine başlandı.107 Anlaşmanın

maddeleri Osmanlı sınırları içerisinde tam anlamıyla tebliğ edilmeden İngilizler harekete

geçti. (Türkmen 2001: 52) Osmanlı ordusunun dağılmasının ardından ülkede asayiş

bozulmaya başladı. Özellikle Yunanistan ve Patrikhane’nin tahrikleriyle Osmanlı

sınırlarında yaşayan Rumlar, kurdukları açık ve gizli cemiyetler aracılığıyla pek çok siyasi

haklar istedikleri gibi diğer taraftan da Müslümanları katletmeye başladılar. Öldürülen

daha çok silahsız Türkler olduğu halde İtilaf, kasıtlı olarak gayrimüslimlerin Türkler

tarafından katledildiği yolunda haberler yayarak ve bu haberleri basın yoluyla yayarak,

gelecekteki işgalin gerekçelerini hazırlamaya çalışıyordu. Bu sırada Batı Anadolu’da

Yunanlılara peşkeş çekilmesi amacıyla İngiltere’de basın yoluyla yoğun bir Türk

düşmanlığı kampanyası başlatıldı (Türkmen 2001: 86). Mütareke gereği Osmanlı’nın

jandarma kuvvetleri sayıca azaltılmış olsa da, İtilaf asayişten birinci derecede Osmanlı

Hükümetini sorumlu tutuyordu. İtilafın asıl amacı ise asayiş konusunda Osmanlı’nın

acizlik içinde olduğunu gözler önüne sererek ülkede yeni işgallere fırsat yaratmaktı.

Hükümet, tedbir niteliğinde Nasihat Heyetleri kurdu. Bu heyetlere ülkenin seçkinleri ve

saygın kişileri katılacak, ülkede Osmanlılık ruhu yayılacak, Anadolu’nun çeşitli yerlerini

gezerek halka nasihat edeceklerdi. Bu heyetlerin başında genellikle şehzadeler

konuyordu (Türkmen 2001: 88).108

Bütün amaçlarını gerçekleştirmenin ilk adımı da padişah ve Babıâli üzerinde otorite

kurmaktı. İngilizler genel karargâh ve yüksek komiserleri aracılığıyla Osmanlı başkentine

yerleşmelerinin hemen ertesinde istihbarat servisleriyle de bir örümcek ağı gibi her yana

yayılmaya ve kendilerine güçlü yandaşlar bulmaya başladılar. En önemlisi padişah

Vahdettin’di. Kimilerine göre Vahdettin bir süreçte milliyetçilerin davasına ilgi duymuş

fakat Damat Ferit’in kendisini ikna etmesiyle İngiliz yandaşı olmuştu. İngilizlerin diğer

yandaşları arasında, imparatorluğun çok uluslu yapısını koruyarak devam etmesinin

yegâne yolunu İngiltere mandasında gören Damat Ferit ve çevresiyle henüz kurulma

aşamasında olan ve sonraları Kürt ayrılıkçılarla işbirliği yapacak olan Hürriyet ve İtilaf

Fırkası da vardı. Bu oluşumların yakınlaşma çabalarına İngiltere yine de diğer İtilaf

devletlerinin tepkisini çekmemek için mesafeli yaklaşıyordu. Diplomatik ilişkilerdeki

mesafeye rağmen İngiltere Osmanlı topraklarında nüfus elde etmek için ayrılıkçılığı temel

bir yöntem olarak benimsiyor ve bu tür oluşumlara destek oluyordu. Bu “böl ve yönet”

politikasıydı. Çünkü Britanya bir sömürge imparatorluğuydu ve sömürgeleri yönetmenin

107 Mondros Mütarekesi’nin uygulanması karşısında ordu komutanlarının nasıl tutumlar sergiledikleri hakkında bknz.: Türkmen, a.g.e, s. 37 – 60. 108 Bu heyetlerin faaliyetleri hakkında daha fazla bilgi için için Türkmen, a.g.e, s. 91–102.

46

en kolay yolu buydu.109 Bu çalışmalarını çoğu zaman gizili istihbarat örgütleriyle

yürütmeye çalışan İngiltere’nin faaliyetleri daimi rakipleri Fransa’nın gözünden kaçmıyor

ve Ortadoğu’ya egemen olma rekabeti tüm hızıyla sürüyordu. Kasım ayı ortalarında

rekabet yoğunlaşıyordu. (Sarıhan 1993: 26; Sonyel 1995: 2)

Nadi, yakın gelecek hakkında öngörülerde bulunuyor ve özellikle de Fransa’ya karşı bir

umut besliyordu: “Bütün Avrupa devletleri arasında Türkiye ile ilk defa temasa gelmiş ve

bu temasın hukuki esaslarında bütün Avrupa’ya rehber ve hatta hami vazifesini görmüş

olan Fransız milletinin bizimle cidden asr-ı dide olan dostluklarından gerek

musalahamızda gerek ondan sonrası için pek çok menfaatler beklemekliğimiz ne haksız

ne de isabetsiz bir mülahaza olur.” 110

Amiral Artur Caltrop “bir müddet ikamet etmek için” İstanbul’a geldiğinde Osmanlı

Hükümeti tarafından nasıl karşılandığı ayrıntılarıyla gazetede yer almıştır.111 Yeni Gün,

bugünlerde yaklaşan belediye seçimlerine katılım konusunda halkı uyarıyor, eğer

Müslüman Türkler seçimlere ilgi göstermezse seçimleri Rumların kazanacağı

söylüyordu.112

Bazı gazetecilerin “Avrupa Darülfünunlarında dirsek çürütmek suretiyle edindikleri

malumata istinaden” İttihat ve Terakki yönetimini sürekli olarak eleştirerek, hükümetin

yapması gerekenler hakkında fikir öne sürdüklerinden yakınan Nadi, bu türlü haberlerin,

toplumu tam da ihtiyaç duyduğu zamanda birlikten uzaklaştırdığını ileri sürüyordu.

Nadi’nin bir diğer endişesi de şuydu: “İttihat Terakki’ye mensup imiş diye veya o yolda bir

zan ile, bir tahmin ile bir ihbar ile pek çok memurların azledilmeleri lazım gelecek. Zaten

memur kıtlığı ile belli başlı adam yoksulluğu ile malul olan memleketimizin bir de bu

suretle ve haksız olanları elbette haklı olanlarından pek çok olacak icraat ile kifayet sahibi

109 İngiltere bu politikayı daha önce Hindistan’da Hindu-Müslüman, Kıbrıs’ta Rum-Türk ve Filistin’de Arap-Yahudi ayrımını gerçekleştirmek için kullanmıştı.110 Yunus Nadi, “Harici Siyasetimiz, İtilaf Donanması Münasebetiyle”, 14 Kasım 1918. 111 “Amiral Calthorpe’un Şehrimize Muvaseleti”, 15 Kasım 1918. Amiral’in nasıl karşılandığı ve yaptığı konuşmada tümayrıntısıyla verilmiştir: “Saat tam iki buçukta Amirali hamal olan motorbot limanın ucundan gözüktü. Bir iki dakika sonra motor rıhtıma yanaştı. Amiral karaya çıktı. Muzika İngiliz marşını çalmaya başladı. Marşın hitamı üzerine Amiral kendisini hükümet namına istikbale gelen zevatın birer birer ellerini sıktı. Müteakiben Ceneral Vilson’a tevci etti. Diğer zabitanın da ellerini sıktı. Ceneral Vilson’ un teklifi üzerine müşaülileyh, Hıristiyan ve Müslüman İngiliz esirini teftiş etti. Amiralin arzusu mucibince esir bir araya cem olundu. (…) Askerler! Sizlere memleketlerinizden köylerinizden, evlerinizden selamlar getirdim. Dört buçuk senedir maddi, manevi müşküller içinde yaşadınız. Evvela harb ettiniz, sonra esir düştünüz. Esaretiniz gerçi Türk kavminin misafirperverliği sayesinde nisbeten kolay geçmiş olmakla beraber elbette sizler için yine daimi olmuştur. Şimdi artık hepsi bitti. Memleketlerinize ve ailelerinize kavuşacaksınız.”112 Haberin alt başlıkları, veriliş nedenini açıklayıcı niteliktedir: “Türkler ihtilaf ve tefrika içinde reylerini dağıtacaklar – Tahminata göre Rumlar kazanacak – Tefrikayı bırakalım!” “Türkler ve Hakiki Vatanperverlerin Dikkatine, İntihabatda Rumlar Kazanacak Gözümüzü Açalım!”, 15 Kasım 1918.

47

hadimlerinin hizmetlerinden mahrum edilmesi vatan ve millet için bir ziyan teşkil

edecektir.” Nadi, eski yönetimin eleştirilecek bazı yönleri olduğunu kabul eder: “İttihat ve

Terakki hükümetinin kanunsuz pek çok icraatı vardır.” Araştırıldığında “bu icraatın şimdi

sayılabildiği miktar ve derecelerden daha çok olduğu neticesine varılmak dahi

muhakkaktır.” Fakat eğer savaş gibi özel bir durum olmasaydı fırkanın bu derece ileri

gitmeyeceğini de ekler. Sonra ise “Harb uzadıkça uzadı ve bir kere yanlış yolda başlayan

icraat da şunun bunun vicdanlarını kanatarak devam eyleyip gitti. Ortada şedid bir sansür

vardı ki matbuata söz söyletmiyor idi. Ortada vatanın halas ve vatanın selameti meselesi

var idi ki (---) pek elem de olsa yine sükûtu tercih ettiriyor idi.” Nadi, bu sözleri “hiçbir

davayı müdafaa etmek için” söylemediğini özellikle vurgular. Ona göre asıl sorun, “dünün

keyfi hareketlerinden de ibret alarak” bugün ne yapılması gerektiğidir. Cevabın esası

“kanun yolunda yürümeye itina eylemektir.” Tersini savunanlar “ifrat ve tefritte İttihat ve

Terakki’yi tamamen taklit etmek istiyorlarsa” bunun sonucu “ yeni bir iflas” olacaktır.113

Yeni Maarif Nazırı Doktor Rıza Tevfik, Akşam gazetesinde yayınlanan röportajında “infiali

davet eden bazı sözler” söylemiştir ve Yeni Gün okuyucuları tepkilerini dile getirmek

üzere gazeteye pek çok telgraf, mektup göndermişlerdir. Rıza Tevfik, “Türklere en evvel

öğreteceğimiz şey hukuk, ticaret ve ahlaktır. Ne ki ileride adam olurlarsa ticareti

hırsızlıktan (…) ayırt etsinler. Etsinler de medeniyet âlemine karşı bir daha bu kadar

düşkün (olmayalım)” demiştir. Nadi, Rıza Tevfik’in bu sözleriyle savaş zenginlerini

kastettiğini, savaşta ahlak dışı yollardan zenginleşen Türk tüccarları olduğunu fakat yine

de bu sözlerin “mazur görülemez” olduğunu söyler. Nitekim “Harb ticareti devirde bir

kere” olan bir şeydir. “Şu umumi harb esnasında servetlerini on kere yüz kere artıran

tacirler yahud yoktan servet kazanan kazanan müteşebbisler yalnız bizim memleketimize

mahsus (değildir.) (…) Harb ticareti ile Karun’a döndükleri iddia edilen adamlar yalnız üç

buçuk Türk tacirinden ibarettir.” Oysa Rıza Tevfik aynı yolla zenginleşen Rumlar ve

Musevilerden değil, yalnızca Türklerden bahsetmiş ve bu şekilde tüm Türk tacirlerini

töhmet altında bırakmıştır.114

İngiliz ve Fransızlar İskenderun’u işgal etti.115 Ardından 16 Kasım’da Fransa 4000 kişilik

bir kuvvetle Bakırköy’e kadara gelip yerleşti. Üsküdar Vapur İskelesi’nden Saray

Kapısı’na kadar bütün rıhtımın antrepo ve binalarının iki gün içinde kendilerine teslim

edilmesini istediler. Osmanlı Devleti’nin kaçan İttihatçıların iadesi talebini Almanya

reddediyordu. 9. Ordu Birlikleri Bakû’yü terk etti. Ertesi gün İngiliz birlikleri bu kenti işgal

113 Yunus Nadi, “Dün ve Bugün, İfrat yine ifrat!”, 15 Kasım 1918. 114 Yunus Nadi, “Sükût Altındır, Rıza Tevfik Bey’in Beyanatı Münasebetiyle”, 16 Kasım 1918. 115 “İskenderun Limanı İşgal edildi mi?”, 16 Kasım 1918.

48

edecekti. Hükümette işgalleri ve işgallerin getirdiklerini içlerine sindiremeyen bazıları

seslerini yükseltiyordu. İtilaf subaylarının istedikleri binayı boşalttırıp yerleşmelerine

karşılık 17 Kasım’da Harbiye Nezareti, Sadrazama tepki gösteriyordu. (Sarıhan 1993: 30;

Sonyel 1995: 2) Aynı gün Nadi, Mütareke’nin bir maddesinin sözde yanlış

yorumlanmasıyla gerçekleşen Musul ve İskenderun işgallerinin kendisinde ve toplumda

yarattığı şaşkınlığı ifade ediyordu. İtilaf Devletleri’nin bahanelerinin geçerli olamayacağını,

Osmanlı Devleti’nin savaştan yenilgiyle çıkmış olmasının, bu işgalleri

meşrulaştıramayacağını vurgulamıştır. Nadi, “Hele Fransa’dan! Hele Fransa’dan!..”

sözleriyle özellikle bu ülkenin tutumunun Osmanlı toplumu için incitici olduğunun altını

çizmiştir.116 Ayrıca Almanya’da ortaya çıkan yeni durumdan sonra yeni bir devrin

başladığını fark etmemiz gerektiğini söyleyerek, “Bunu iyice takdir etmeli ve yine

hazırlıksız bulunmamak için icabını şimdiden tevessül eylemeliyiz. Köhne fikirlerin ve

köhne idare usullerinin zamanı çoktan geçmiştir” demektedir.117

Yahudi Meclisi Cismanisi Reis-i Sanisi ve İstanbul Mebusu Emanuel Karasu Efendi’nin Le

Jurnal Doryan gazetesinde yayınlanan röportajında “en ziyade celb-i dikkat olan” şeyin,

önceki gün “hahamhanede akd edilen fevkalade içtima neticesinde” ve Wilson Prensipleri

gereğince İstanbul’da Musevi Milli Meclisi kurulacağına dair sözleri olduğu belirtilir. Yeni

Gün bu açıklamaya tepkisini, “Türkiye de şu kadar zamandan beri refah içinde yaşayan

Musevilerin dünyanın hiçbir tarafında nail olamadıkları bir idare-i müsamahakaraneye”

karşı ne gibi taleplerde bulunacaklarına akıl sır erdirilemediği vurgulanarak dile

getirmiştir.118

İskenderun işgaline tepkisini sürdüren gazete, Hükümetin İtilaf Devletleri’nin işgal

bahanesinin geçerli olmadığını açıkladığını bildirmektedir. “Hükümetin bu tecavüzlerin

tekrarlamaması için gerekli tedbirleri almayacağını da düşünmek istemiyoruz”119

denmiştir. İtilafın İstanbul’u çok yakında işgal edeceği haberi halk arasında yayılmış ve

116 Yunus Nadi, “Bu Nasıl Mütareke?”, 17 Kasım 1918. 117 Yunus Nadi, “Yeni Devir (Hulul) Ederken”, 18 Kasım 1918. 118 “Türkiye Musevileri de (Vekaye-i) Hukuka Kalkışıyor?!”, 18 Kasım 1918. Haberin devamı şöyledir: “Bunlar hangi ekseriyete karşı bir hak iddia edeceklerdir? (…) Reis-i Cumhur Wilson’un nazariyeleri ile Türkiye’ nin bir iki merkezinde dağınık bir halde bulunan birkaç bin Musevi arasında nasıl bir münasebet mevcut olabilir? Eğer Yahudiler de bu nazariyeyi lehlerine tatbike kalkışırlarsa aynı şerait (tahtında) Paris’ de Londra’ da New Yor’ta yaşayan Musevilerin de kendi mukadderatını tayin ederek bu payitahtlar dâhilinde ve birkaç (--e) münhasır olmak üzere bir hükümet-i müstakile teşkil eylemeleri lazım gelecektir. Acaba Reis-i Cumhur Wilson’un nazariyatından bahseden İstanbul Mebusu Karasu Efendi’nin maksadı bu mudur?” diye sorulmaktadır. Haber şu sözlerle son bulur: “Bu memlekette Yahudiler de Türkiye aleyhine hazırlıklara başlayacaksa dünyada hissiyatı şükür güzeranının değil nankörlüğün sel olduğuna hüküm eylemek lazımdır.”119 “İskenderun’un İşgali ve Mütareke Ahkâmı”, 18 Kasım 1918. Haberin devamı şöyledir: “Biz İtilafiyun ile bir mütareke akd ettik. Mütarekenin ahkam ve muadı meydandadır. Almanya’nın muahedatı paymal eylediğini nefret dolu bir dille tüm dünyaya basın yoluyla duyuran İtilaf devletlerinin, mütarekeyi bu şekilde paymal eylemeleri düşünülemezdi. Buranın 7. maddeye dayanarak işgal edildiği iddiası doğru olamaz.”

49

panik yaratmış. Gazete, konuyla ilgili yaptığı araştırmada, İngiliz ve Fransız Amirallerinin

bu konuda teminat verdiklerini öğrenmiş ve Hariciye Nazırı Reşid Paşa’nın yaptığı

açıklamada işgal olmayacağı yönündeki sözlerine yer vermiştir.120

Yunus Nadi’nin “Vaziyete Bir Nazar Daha” başlıklı makalesi, birkaç konuyu bir arada

işlemesi açısından önemlidir. Tevfik Paşa hükümeti, güvenoyu almış ve “Meclis’ten yeni

bir buhrana meydan vermeksizin geçmiştir.” Fakat pek çok gazete, bu hükümetin,

zamanın gerektirdiği gibi “kuvvetli hükümet” olmadığında ve “zaaf sebebi olacak” kişileri

içerdiğinde mutabıktır. Ermeni mebuslar “buhrana yol açmayı” değil, istikrarı tercih edip

olumlu oy kullandıkları için kutlanırken, Rumlar eleştirilmektedir:

“Bizim bildiğimize ve Kanun-u Esasi’nin de öyle bildirdiğine göre Meclis’teki gayri Müslim aza dahi Osmanlı milleti efradından ve Osmanlı milleti mümessilidirler. Bu bahisde Ermeni mebusları ne kadar takdire layık göreceksek, gurup teşkil eden Rum mebusları da umumiyet ve hususiyet noktasında (---) muahezeye layık göreceğiz. (…) Ermeni mebuslar kendi anasırlarından bahsederken dahi Osmanlılık esasından zerre kadar inhiraf etmemişler ve Osmanlılıkla iftihar ettiklerini her biri ayrı ayrı açık açık söylemişlerdir. Kendisini yalnız Rum anasırının vekili zanneden Rum arkadaşımız Emanuelidi Efendi ise yalnız o anasır namına söz söylemiş ve yalnız o anasırın haklarını iltizam ettiğinden bahsetmiştir. Eğer Osmanlı milletinde Rumlar hemen her yerde diğer anasırlarla halet ve mahlût bir halde bulunmamış olsa idiler, belki bu sözlerin bir kıymeti olurdu. Fakat hakikat öyle değildir.”

Emanuelidi Efendi’nin abartılı isteklerde bulunduğunu fakat yapılacak ıslahatların yalnızca

Rumlar için geçerli olamayacağını, tüm toplumu kapsaması gerektiğini belirtir. “Ortada

akd olunmuş bir Mütareke ve akd olunacak bir musalaha var” diyerek, Tevfik Paşa

hükümetinin zamanın gerektirdiklerini yerine getirebilecek “basiretli ve azimkâr” bir

hükümet olmadığını söyler. “Pek acı da olsa itiraf etmeliyiz ki hükümet erkânından

bazıları henüz Mütarekenamenin mahiyetini iyice ihata etmemişlerdir.” Yani, Hükümetin

her bir üyesi “muhteremdir”. “Fakat bir araya gelip hükümet şeklinde toplanınca işin

mahiyeti değişmektedir” demektedir.121

İngiliz ve Fransız filoları kumandanları, kendilerine hükümetin itirazlarını ileten Hariciye

Nazırı Mustafa Reşid Paşa’ya Mütareke şartlarına uyulacağını söylemişlerdir.122 Ertesi

120 “İstanbul’u İşgal Maksadında Değiller İmiş!”, 18 Kasım 1918. 121 Yunus Nadi, “İtimaddan Sonra, Vaziyete Bir Nazar Daha”, 20 Kasım 1918.122 “Mütareke Tatbikatı, Amirallerin Teminatı”, 18 Kasım 1918.

50

gün Mustafa Reşit Paşa, İngiltere ve Fransa yüksek komiserlerine verdiği bir notayla

Boğaz dışındaki yerlerin işgalini protesto ediyordu. Onlarsa bu tepkilere aldırmayarak 20

Kasım’da Çanakkale Boğazı’nın iki yakasını paylaşıyorlardı. Türk donanması İstanbul’da

ve Yavuz gemisi İzmit’te gözaltına alındı. Halk ise tepkisini göstermeye başlıyordu.

Hükümet adına mecliste işgaller hakkında yapılan bir yorumda “yenildik ne isterlerse

yaparlar” denmiş ve basına yansıyan bu cümleye en büyük tepki, Kadıköylü kadınlardan

gelmişti. Gazetelere gönderdikleri açılamada “milli haklarımızı ve ismetimizi koruyacak

erkek yoksa biz varız” diyorlardı. Başta Minber olmak üzere bazı gazeteler hükümete

şiddetle muhalefet ediyordu. (Sarıhan 1993: 35; Sonyel 1995: 2) Halkın büyük çoğunluğu

için saygınlığını hala koruyan padişah, Kasım sonunda İngiliz The Daily Mail gazetesiyle

yaptığı röportajda İngiltere’ye beslediği hayranlıktan bahsediyordu. Üstelik padişah

Mütareke sonrası genel af ilan etmiş ve asker kaçaklarının artık takibata

uğramayacaklarını açıklamıştı. (Demirbaş 1985: 1118; Gökbilgin, 1959: 3; Sarıhan 1993:

39 )

Monitör Oriyental gazetesi “Fransızlar ve Türkler” adıyla yayınladığı bir makalede, “İtilaf

donanmasının İstanbul sularına gelmesi hasebiyle bazı anasırlar ve (özellikle) Rumlar

tarafından gösterilen nümayişlere karşı” Türk basınının tepki göstermesini eleştirmektedir.

Gazete, “dört harb senesi zarfında burada elemlerini ve kederlerini içinde saklayan

kimseler” bulunduğunu, “sıra kendilerine geldiği zaman” bunların sevinçlerini

göstermelerine neden izin verilmediğini sormaktadır. Buna karşılık Nadi, Fransızlarla

Türklerin münasebetlerinin çok eski olduğunu, İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı

İmparatorluğu’nun can düşmanı Çarlık Rusya’sının müttefikleri olduklarını ve bu durumun

“Türkiye ile İngiltere ve Fransa’yı kendi isteklerine rağmen karşı karşıya getirdiğini” söyler.

Savaştan henüz çıkmış bir toplum olarak da, kendilerinden bildikleri gayrimüslim

anasırların düşman güçlerin işgallerine sevinçle karşılık vermelerinin mümkün olmadığını

vurgulamıştır.123

Bu dönemde adeta Tevfik Paşa Hükümetini devirmek için basın işbirliği yapmış gibidir.

Öyle ki yerine alternatif arayışına girmiştir. Nadi, milletin hükümetlerin tahakkümlerinden

bıktığını, yeni kurulan fırkaların, eski hükümetlerin devamı gibi olduklarını ve bir yenilik

getirmediklerini belirterek: “Biz kırtasiye hükümetleri değil, halkın imanından doğmuş bir

hükümet istiyoruz” 124 demektedir. Nadi, ilerleyen günlerde Hükümet’i eleştirmeye devam

etmiştir. Ona göre “Şu sıralarda iki günde bir buhranlar zuhuru kadar teessüfe şayan az

123 Yunus Nadi, “Fransızlar ve Türkler, Eski Dost Düşman Olmaz”, 21 Kasım 1918.124 “Cezri Siyasete Biz de İltihak Ediyoruz”, 21 Kasım 1918.

51

şey bulunur. Fakat buhran olmasın diye şimdiki şekliyle bu hükümete tahammül etmek,

Osmanlı saltanatının bilahare telafisi pek müşkül kim bilir belki de büyük zararlara giriftar

olmasına katlanmayı şimdiden göze almak demektir. Buna ise elbette tahammül

olunamaz” demekte ve hükümetin tüm partileri kapsayan bir temerküz hükümeti olması

gerektiğine işaret etmektedir. Azınlık gazetelerini kastederek, “bazı matbuatın” Türkler

aleyhinde toplumda ayrılık yaratacak haksız ithamlarda bulunduğunu söyler. Bu

yayınların amacı “Türk’ü İngiliz ve Fransız nazarında küçük düşürmeye çalışmaktan

ibarettir” ve “kendi hesaplarına faideler ummaları da” normaldir. Savaş öncesinde kurulan

ittifaklara özellikle Fransa ve İngiltere yanında katılmak isteyen Türkiye hep reddedilmişti.

Alman imparatorluğunun kurnaz ve mahir diplomasisi genç ve tecrübesiz Türk siyasetine

elini uzattı ve can havliyle yılana sarılacak vaziyette olan Türkiye de bu ağa düşmüş

oldu.125

Ermeni ve Rumların tehcir edilmeleri sırasında gördükleri “muamelat-ı zecriye” hakkında

araştırma yapmak üzere Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü’ ne bağlı olarak Tedkik-i Seyyiat

Komisyonu kurulmuştur. Bu kuruluşun başkanı Mazhar Bey’den öğrenildiğine göre amaç

“memurin tarafından ika edilmiş olan seyyiatın tedkikidir.” Mazhar Bey, kuruluşun “Hiçbir

nazariyete merbut olmayıp müstakil” olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca yalnızca hakkında

şikâyet olanlar değil, suçlu olabileceğinden şüphe duyanlar da sorgulanacaktır ve

gerekirse araştırma için yurtdışına da gidilecektir.126

Mütareke’nin yedinci maddesi127 “lastikli ve istenilen surette kabil-i istimal” bir maddedir

ve Adana’nın işgali meselesinin hala çözülememiştir.128 Yaptığımız Mütareke’yle artık bir

“sükûn devresine dâhil olacağımızı veya olmak üzere bulunduğumuzu zannetmiş idik. Bu

zannımızda aldanmış olduğumuzu anlamakta gecikmedik. Akd olunan Mütareke’nin

tatbikatı namına onun hem cesetine hem ruhuna muhalif icraata şahit olduk” demektedir.

Nadi, “teceddüd ve ıslah meselelerinde kusurlarımız çoktur ve büyüktür” demekte ve

bunun sorumlularından birinin de Avrupa olduğunu ileri sürmektedir. “Düne kadar Avrupa

hak ve hakikat için değil, belki menfaat peşinde koşan bir ihtiras âlemi idi” ve “Avrupa

devletlerinden her biri hasta adam sayılan Türkiye nin enkazından” pay kapmakta

yarışmış, Osmanlı Devleti de bunlarla uğraşmaktan yenilikler gerçekleştirememiştir.129

125 Yunus Nadi, “Siyasî Bir Hakikat, Bir hakikat ki bilinse fena değil”, 26 Kasım 1918. 126 Tedkik-i Seyyiat Komisyonu Reisiyle Mülakat, 26 Kasım 1918. 127 Madde 7: Müttefikler güvenliklerini tehdit altında hissettiklerinde herhangi bir noktayı işgal edebilecekler.128 “Adana’ nın İşgali Meselesi”, 26 Kasım 1918. 129 Yunus Nadi, “Müşkülata Doğru, (Müteyyin) ve azimkâr olmalıyız”, 27 Kasım 1918.

52

Hükümet, “Rum ve Ermeni muhacirlerin avdeti ile açıkta sefil ve perişan kalan dört yüz

bin küsür Türk” için önlem almamıştır. “Yüz binlerce Türk’ün böyle sefil bir halde

mahvolmasına hangi vicdan tahammül eder?” diyen gazete, hükümeti gerekli önlemlerin

alınması için göreve çağırmaktadır.130

Nadi, İstanbul’un kime bırakılacağı konusunda fikir yürüten ve İtilaf Devletleri tarafını

tutan azınlık basınını eleştirerek, “bu memleketin bir buçuk milyon nüfusunun 800 bininin

Türk olduğunu bilmeyiz nasıl unutuyorlar?” demiştir.131 “Mütareke müzakeratı başlar

başlamaz İtilaf devletlerine içlerinden ebedi bağlar ile bağlanan birçok kimselerin, Boğaz

açılınca ertesi gün İstanbul’un çamur şekil ve halinde çıkan ekmeği yerine pamuk gibi

yumuşak, kar gibi beyaz has ekmek verileceğini, alınacağını” sandığını söyler. Oysa

Boğazların açılmasıyla piyasada savaş sırasında fahiş fiyatlarla satılan pek çok şeyin

ucuzlayacağı sanılırken yükselmiştir.132

Nadi, İzmir’de Yunanca yayınlanan bir gazetenin, işgalin ilk günlerinde Türklere “Asya

yollarını göstermiş” olmasından yola çıkarak: “Eğer herkes geldiği yere gidecekse bizden

evvel başkalarından başlayarak dünya haritasının altını üstüne getirmek icab etmez mi?”

diye sormuştur. Batılı araştırmacıların da çalışmalarına değinerek Yunan iddialarının

aksine Türklerin Anadolu üzerinde tarihsel hakları bulunduğunu kanıtlama çabasına girer.

“Demek ki biz Türkler buralıyız…. gideceğimiz başka bir yer olmadığı gibi sanki

babalarının malikânesi imiş gibi bazı kavimlere kürre-i arz üzerinde yer verip vermeme

salahiyeti de kimse de yoktur.” Ayrıca Türklerin İslam dinini yaymak uğrunda yaptıkları da

inkâr edilemez. İtilaf Devletleri savaşı kazanmış da olsa, öteden beri müdafaa ettiklerini

öne sürdükleri bazı prensiplere tüm dünyanın gözü önünde aykırı davranamayacakları

için, firavun gibi davranmaları beklenemez. Bu savaş sonrasında yeni bir hayata başlayan

dünya kamuoyu nazarında pek de iyi bir izlenim bırakmaz. Nadi, yenilginin yok olmayı

gerektirmediğini tekrarlayarak, “Biz Mütarekeyi hakkımızda idam hükmü imzalansın diye

vermiş değiliz. (…) Elverir ki vatanın samimi ve sadık evlatları Türkün ve Türklüğün izzet

ve selametini en mukaddes gaye bilerek onun tarafında toplanabilsinler”133 der.

Barış konferansı hazırlıkları tüm hızıyla sürmekte, Versay Konferansı’ndan önce Londra

ve Paris’te görüşmeler yapılacağı haber verilmektedir.134 Konferans öncesinde diğer

130 “Dobruca Türklerinin Aydın Vilayetine Yerleştirilmesi Meselesi –Hükümetten himmet ve ciddiyet bekleriz…”, 27 Kasım 1918. 131 Yunus Nadi, “Fazla Siyaset”, 28 Kasım 1918. 132 “Mütareke İktisadı, Onlar da mı Aç?”, 28 Kasım 1918. 133 Yunus Nadi , “Türkiye’ nin Mevkii, Biz Buralıyız ve buradayız!”, 2 Aralık 1918.134 “Versay Konferansından Evvel”, 2 Aralık 1918.

53

milletler gibi Türk milleti de “hakkını müdafaaya” hazırlanmaktadır. Trakya Paşaeli

Müdafaa-i Heyeti Osmaniyesi’nin yayınladığı beyanname de gazetede yer almıştır.135

Basında giderek artan muhalefet karşısında İngilizlerin isteği üzerine hükümet, 1 Aralık’ta

gazetelere ve hatta mektuplara sansür koyar. Buna göre İtilaf Devletleri’nin askeri

harekâtı hakkında heyecan verici, milliyetlerin arasını açan, Padişah’a saygısızlık içeren,

büyük devletlere düşmanlık güden ve hükümet şeklini değiştirmeye yönelik yayın

yapılamayacaktı. Ertesi günden itibaren İstanbul’da gazeteler, birçok yerleri sansürlenmiş

halde çıkmaya başladı. Bu kararı yürürlüğe koyan Osmanlı hükümeti ve iktidarıysa

giderek zayıflamakta ve gözden düşmekteydi. (Demirbaş 1985: 1118; Gökbilgin 1959: 3;

Sarıhan 1992: 39)

Bu dönemde kurulan bir başka cemiyet de İstanbul’da birçok ünlü gazetecinin de yer

aldığı Wilson Prensipleri Cemiyeti idi. Bu grup Başkan Wilson’a gönderdikleri bir mektupla

Türkiye’de yapılacak bir reforma ABD’ nin tek başına rehberlik etmesini istediler. Mektuba

göre ABD Türkiye’ yi en az 15 yıl aydınlatacak, eğitecek ve koruyacaktı. Bu mektubu

imzalayanlar arasında Yeni Gün’ün sahibi ve başyazarı Yunus Nadi ve yazar

kadrosundan Halide Edip de vardı.136 (Tunaya 2003: 252)

“Muhtelif Türkçe gazetelerin mümessilleri ile memleketin diğer bazı mesleklerinden

müteşekkil bir heyet bir müddetten beri muntazam ve müterrid içtimalar akd ederek

memleketin hal ve atisine ait teatisi mahsulü olmak üzere bir Wilson Prensipleri Cemiyeti

teşkili neticesine vasıl olmuştur” diyerek, cemiyetin kuruluşu haber verilir. Bu cemiyet

hakkındaki “Amerikan müdahalesi istemeye hazırlanıldığı” gibi “yalan yanlış rivayetlerin

meydan vermiş olduğu sui tefsir ve telakkilerin” açıklığa kavuşturulması gerektiğine

inanmaktadır. Şöyle devam eder:

“Güya bazı kimseler İngiliz müdahalesini diğer bazıları Amerikan müdahalesini daha diğer bazıları bilmem ne müdahalesini istiyorlarmış. Müdahalede ittifak olduğuna göre itila devletlerinin hatırlarına gelmeyen bir şeyi biz Türkler kendimiz ihzar ve mazhar etmiş oluyormuşuz. Eğer mesele o şekilde olsa idi elbette ona ilk itiraz edeceklerden biri biz olurduk. Politika ihtirasları ile zaman zaman gün gün acayip ve garip şekiller alabilen bazı münasebetsiz neşriyata rağmen biz şundan

135 “Edirne ve Trakya’ nın Türkiye’ ye Aidiyeti”, 2 Aralık 1918. 136 Mektubu imzalayan diğerleri de eski bakan Celal Muhtar, Vakit gazetesi yazarı Ahmet Emin, Tasvir-i Efkar’dan Velid Ebüzziya, Sabah’tan Ali Kemal, Yeni Gazete’ den Mahmut Sadık, Ati’ den Celal Nuri, Akşam’ dan Necmettin Sadık, Zaman’ dan M. Celal idi.

54

en kati surette eminiz ki memleketimizin ecnebi müdahale ve tahakkümü altına girmesini isteyecek tek Türk bulunamaz.”137

Adana ve İçel mebusları buralardaki işgallerle ilgili takrir vermiş. Hariciye Nazırı Mustafa

Reşit Paşa da, İtilaf Devletleri’nden Mütareke’nin 16. maddesi gereğince Kilikya’nın

tahliyesinin istendiği cevabını vermiştir. Gazete cevabın yeterli görüldüğünü ve “bu

mesele bu kadarla kaldığını” belirtmiştir.138 Gazete bu tür haberlerde hep yaptığı gibi en

son sayımlara göre hazırlandığını belirttiği ve burada Türklerden başka “hiçbir hükümetin

yeri” 139 olmadığını vurguladığı Adana’ya ait bir nüfus cetveli vermiştir.140

Kömür buhranı İngilizlerin 4000 ton kömür vereceklerini garanti etmeleri üzerine

hallolunmuş görünse de,141 bir süre sonra kömürsüzlük nedeniyle tramvay seferleri

durmuştur.142 Birkaç gün sonra 11 Aralık 1918’de Fransızlar, yerli dört yüz Ermeni ile

Adana Dörtyol’u işgal ettiler. Rus Vatanperverleri Heyet-i Murahhasları önceki gün

Babıâli’ye gelerek Hariciye Nazırı Reşit Paşa ve Sadrazam Tevfik Paşa ile görüşmüş ve

Küçük Ayasofya Cami’ni ziyaret etmiştir. “Rusya’da büyük Rusya’nın iadesi için

çalışmakta” olan bu heyet, “çeşitli Rus fırkaları, cemiyet ve teşkilatların temsilcilerinden”

oluşmaktadır ve General (Dinikin) ve (Sasonof) hükümetinin taraftarlarıdırlar. Amaçları,

“Lehistan hariç eski Rusya’yı aynen iade ve ihya etmekti.” 143

ABD Başkanı Wilson Dünyaya verecekleri yeni düzeni konuşmak üzere Paris’e geldiği

sıralarda, Osmanlı Hükümet Ermeni tehciriyle ilgili soruşturmalarına devam ediyor ve

ülkenin çeşitli yerlerinde Divan-ı Harpler kurulması kararlaştırılıyordu. Nadi ise, siyasi

partileri birlik olmaya çağırıyor, ülkelerinin herhangi bir tehdit altında olması durumunda

“bütün fırkaların yalnız vatan bayrağı altında toplandığı” Avrupa’daki partileri örnek

göstererek, “Böyle bir zamanda fikir ayrılıklarından doğacak tefrikaların memleketi

uğratacağı zararların hudutsuz” olduğunu hatırlatıyordu.144

137 Yunus Nadi, “Wilson prensiplerine göre Yeni Türkiye”, 8 Aralık 1918.138 “Mütareke Tatbikatına Ait Suallerin Neticesi”, 8 Aralık 1918. 139 “Adana (Kilikya) Türk’ tür ve Türk Kalmalıdır”, 8 Aralık 1918.140 Buna göre Adana’da 380 bin Türk, 40 bin Ermeni, 8 bin Rum, 2 bin muhtelif (Süryani, Yahudi ve ecnebi) vardır. 141 “Kömür Buhranı da Zail oldu”, 8 Aralık 1918. 142 “Tramvayların İşlememesi Münasebetiyle”, 15 Aralık 1918.143 “Rus Vatanperverleri Heyeti Babıâli’de”, 12 Aralık 1918. 144 Yunus Nadi, “Fırkalar ve Tefrikalar, Vaziyet, ittihadi amirdir”, 15 Aralık 1918.

55

Maliye Nazırı Almanya’dan yeniden borç almak üzere talepte bulunulduğunu ve eğer

alınamazsa “İtilaf devletlerine başvurmanın şart olduğunu” açıklamıştır.145 Talat Paşa’nın

Malatya İttihat ve Terakki Kulübü’ne çektiği bir telgrafta buradaki Ermenilerin imhasını

emrettiğine dair Sabah gazetesinde çıkan haber, Yeni Gün’e göre “aslı olmasına ihtimal

verilmek imkânı olmayan” bir haberdir. Nitekim ertesi gün Ali Kemal Bey telgrafın bir

düzenleme hatası ile başka bir şekil alarak yayınlandığını yazmıştır.146

Nadi, son on seneden beri “olup biten küçük büyük her çeşit felaketli hadiselerde

kabahatlerin, kusurların cürümlerin” tamamının Türk anasırına yüklenmesinden

yakınmaktadır. Bunlardan en önemlileri Rum ve Ermeni tehcirleridir. Bu saldırıların sebebi

yalnızca Türk varlığının “çok görülmesidir.” Asıl felaket ise “milletçe bu hakikati

anlamamış” olmamızdır.147 Adana için yapılan yayın, eşraftan gelen telgrafların

yayınlanmasıyla sürerken,148 Selamet-i Osmaniye adıyla “yeni bir fırka-i siyasîye daha

icra-i faaliyete başlamıştır.149 Barışın hala imzalanmadığı, adeta “cehennem ile cennet

arasındaki araf gibi bir şeyin” yaşandığı bir dönemde,150 işgallere karşı ilk kıpırdanma

gerçekleşmiş, Dörtyol’un Karakese köylüleri 15 işgalci Fransız askerlerini öldürmüştür.

Doğu vilayetlerinin tarihi ve burada yaşayan nüfusun etnik yapısıyla ilgili bir yazı dizisine

başlanmıştır. İlk olarak ele alınan Bitlis’te “Türk ve Kürdlerden mürekkeb bir kitle-i

İslamiyenin” çoğunluğu oluşturduğu, “Rus mirlivasının Rus hükümeti tarafından bir

memuriyet-i siyasîye perdesi altında beş sene Van ve Bitlis vilayetlerinde” yaptığı

araştırmalar sonucu kanıtlandığını belirtilmektedir. Bu araştırmaya dayanılarak nüfus

oranları bir tablo halinde verilmiştir. Gazete, bu tabloya bakarak, Ermenilerin en çok hak

iddia ettikleri Van’da bile çoğunluk değil azınlıkta kaldıkları çıkarımını yapmaktadır.151

Yeni Gün, Türkiye’de kalması gereken bölgelerin, “inkârı ihtimali olmayan maddi ve

manevi delillere müsteniden” Türk olduklarına dair yayınladıkları bir dizi makale için pek

çok okuyucudan teşekkür mektupları aldıklarını söylüyordu.152

21 Aralık 1918’de Tevfik Paşa, Meclis-i Mebusan’da hükümetin yaptıklarını açıklayan bir

konuşma yapmış, Padişahın bir iradesini okumuştu. Buna göre Padişah Meclis’i

dağıtıyordu. Böylece parlamento Mütareke’nin imzalanmasından itibaren iki ay bile

145 “Maliye Nazırıyla Mülakat”, 15 Aralık 1918. 146 “Malatya Telgrafı Meselesi”, 15 Aralık 1918.147 Yunus Nadi, “Yalnız Türk mü Suçlu? Büyük Noksanımız: Milli Azim ve iman”, 16 Aralık 1918. 148 “Adana Türk’tür, Adana Türkiye den ayrılamaz”, 16 Aralık 1918.149 “Selamet-i Osmaniye Fırkası”, 21 Aralık 1918.150 Yunus Nadi, “Meseleler ve Meşgaleler, Harbden sulha intikal hayatı”, 18 Aralık 1918.151 “Vilayet-i Şarkiyemizden: Bitlis”, 21 Aralık 1918.152 Yunus Nadi, “Mütareke ve Musalahamız, Milli varlığımızın manası yok mudur?”, 24 Aralık 1918.

56

çalışamadan dağıtıldı. (Tunaya 2003: 12) Bu vesileyle sansür yeniden konuldu. Aynı

anda ilk kez gazetelerde sansüre karşı basın özgürlüğü lehine yazılar yayınlanmaya

başlanmıştı. Fakat hükümetler gazete kapatmaya devam ediyordu (Kabacalı 1990: 100).

Osmanlı Matbuat Cemiyeti’nin İkinci Matbuat Kongresi, İkinci Başkan Yunus Nadi’nin açış

konuşmasıyla İstanbul’da çalışmaya başlamıştı. Bu kongrede Nadi, diğer İttihatçı üyelerle

birlikte istifa etmiştir. (Tunaya 1984: 484, 485). Ertesi gün Nadi, Meclis’in feshi üzerine

yazdığı makalesinde “Kanuni Esasi tadilatının ekseriyetinde hazır bulunduğumuz ve

ezcümle fesih meselesinde hükümetin vazifesini teshil eyleyen bu son şekle bütün

kanaatimizle vücut verenlerden olduğumuz için Tevfik Paşa hükümetinin bir sözle meclisi

feshe muktedir olmuş olmasını eleştirmek bize düşmez” demektedir. Nadi’nin tek itirazı,

dört ay içinde seçimlerin yapılması ve meclisin toplanmasını öngören 7. maddeye

uyulmaması ve bu konuda hiçbir açıklama da yapılmamasıdır. Nadi, olaya şu açıdan

bakmaktadır: “Meclisin feshi bugün bir emr-i vakıa olduğuna göre yeni intihabatın ne

zaman ve nasıl yapılacağı meselesi şahıs meselesi değildir. Muhalefet meselesi hiç

değildir. Mesele milli bir meseledir, vatani bir meseledir ve nihayet ilmi bir meseledir. (…)

Memleket ve millet meclissiz olamaz.” 153

Mütareke hükümlerinin satır aralarındaki tehditler dolayısıyla Anadolu ve İstanbul’da artan

siyasi faaliyet ümitlerin tükenmediğinin en önemli göstergesiydi. Kimisi eski İttihat ve

Terakki üyesi olan mahalli gruplar Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri adı altında toplanmış bu

faaliyetler Ekim ve Kasım aylarında artmıştı.154 Kilikya Cemiyeti kurulmuştu.155 Bu

dönemden sonra Yeni Gün’de yeni kurulmuş pek çok dernek ve cemiyetin haberlerine

rastlamak da mümkündü. Fakat halk, hiçbir şeyden gerektiği gibi haberdar olamıyordu.

Bunun sebebi basına uygulanan sansür ve ülke içi iletişimin işgalcilerce denetimiydi.

(Temel 2002: 162–165).

Tasvir-i Efkâr gazetesi, Nadi’ye yönelik İttihatçı suçlamalarında bulunmuş, buna karşın

Nadi 31 Aralık 1918 sayısında “Ben İttihat Terakki Fırkası’na mensup imişim. Pekâlâ,

efendiler, siz bu hakikati dört beş seneden beri bilmiyordunuz da daha dün mü öğrendiniz

ki güya memleketin başına gelen felaketleri hep ben getirmişim gibi bana hücum ve

taarruz etmek için vesileler arıyor ve icat ediyorsunuz?” diye cevap vermiştir.

153 Yunus Nadi, “Meşrutiyet Meselesi, İki intihabat ne zaman yapılacak?”, 28 Aralık 1918. 154 Bu dönemdeki siyasal faaliyetler ve kurulan cemiyetler hakkında daha fazla bilgi almak için bakınız: Er, Alev, “Milli Mücadelede Siyasal Kuruluşlar”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, c.5, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s.1120–1134. Akkoyun, Turan, Türk İnkılâp Tarihi, Kocatepe Üniversitesi Yayınları, Afyon, 1997.155 “Wilson Esasatına Göre Yeni Türkiye Madde 12, Kilikya Cemiyetinin Teşkili Münasebetiyle”, 28 Aralık 1918.

57

Mütareke’nin imzalanmasının ardından, İzmir’e İngiliz murahhasının gelişi sebebiyle

burada yerli halktan bazı Rumlar gösteriler düzenlemişlerdir. Gazete bu gösterileri

“rezalet” olarak tanımlar ve “Bu nümayişler esnasında öyle coşkunluklar ve taşkınlıklar

vukua gelmiş idi ki bunu İngilizler bile alenen takbih eylemekten men-i nefs

edememişlerdi” der.156

Hükümet, bazı yerlerin işgal altında olması nedeniyle meclis seçimlerinin ertelenmesi

kararını vermiş ve padişah da bu kararı imzalamıştır. Nadi, ülkedeki sorunları

“dağdağasızca” halletmenin tek yolunun kanunlara uymak olduğunu vurgulayarak,

“Kanunun kestiği parmak acımaz” der. Özellikle de “tehcir ve taktil meselelerinde adalet

ruhunun olanca nezaket ve nezahati ile nazar-ı itibara alınması” gerektiğini düşünür. Bu

konu iki ayrı başlık altında incelenmelidir. İlki tehcirin kendisidir ki, onun kendisini

değerlendirmek “mahkemelerin salahiyeti haricindedir.” Konunun muhakeme edileceği

asıl yer Divan-ı Ali ve fevkalade Divan-ı Harb’dir. İkincisi ise tehcirin “tatbikat ve icraatı”

kısmıdır. Bu kısımda suiistimaller de incelenecektir. Ayrıca tehcirin uygulanması sırasında

ortaya çıkan suçlar ve cinayetlerle ilgili çok dikkatli davranmak lazım gelir. Özellikle doğu

illerinde başlayan tehcirin “Ermeni komitelerince Rus ordularına fiilen müzaheret ile”

gerçekleştirdikleri “pek hunharane zulüm ve şenaatlerden tevellüt eylemiş olduğunda

ihtilaf yoktur.” Ayrıca bu işlerde sorumluluğu olan Ermenileri de takibat harici bırakmamak

gerekir.157

1919’un Ocak ayı, memleket için ıstırabın arttığı bir aydı. Müttefikler baskılarını,

sansürlerini, halka karşı takındıkları aşağılayıcı tavrı arttırıyordu. Meclisin kapanmasıyla

görünüşteki tek otorite olan padişah, İngiliz Yüksek Komiseri’ne gönderdiği mesajda kimi

isterse tutuklayabileceğini ama kendisinin halife olarak kalmaya devam etmesini istiyordu.

12 Ocak 1919’da Tevfik Paşa bazı bakanların değiştirilmesi için istifa etti ve ertesi gün

yeni hükümetini kurdu. Müttefikler kentin asayişini üstlendi ve İstanbul’a yüzlerce polis

geldi. Aynı zamanda müttefikler kapitülasyonların kaldırılmasını tanımadıklarını da

bildirdiler. İttihatçıların tutuklanmasını bir kısım basın alkışlarken, Yeni Gün ve Akşam

gibi gazeteler karşı çıkmıştı. Tutuklananların bir kısmı daha sonra Malta adasına

sürülmüştür. Sürülenler arasında Yeni Gün yazarları Ziya Gökalp ve Aka Gündüz de

vardır. (Varlık 1985: 1200)

156 “İngiliz Murahhası İzmir’ e Giderken”, 1 Ocak 1919. 157 Yunus Nadi, “Tehcir ve Taktil, Tevkifat, Takibat ve Muhakemat”, 9 Ocak 1919.

58

Nadi, son Hükümet değişikliğini “pek garip ve acayip” olarak nitelendirir ve “şimdi bütün

dünyaya karşı tarumar olmağa doğru yüz tutmuş bir cisim manzarası arz etmeye

başlamış” olunduğunu İleri sürmüştür. Hükümetin basını ve kamuoyunu “hiçe sayarak”

milletten ayrı bir “heyula” halini aldığını, böylesi bir durumun tam da “Mütareke ile

musalaha arasında ve bin türlü müşkülat arasında yuvarlandığı bir sırada” ortaya

çıkmasından duyduğu endişeyi dile getirmektedir. Öte yandan Nadi, “Hal böyle iken bir

müddetten beri bütün bu mecburiyet ve zaruretleri ihmal eden bir zihniyetin ortalığa hâkim

kılınmak istenildiğine” inanmaktadır. Milletin savaş sırasında yaptığı fedakârlıklar

unutulmuş ve Mütareke’nin imzalanmasıyla garip şeyler olmaya başlamıştır. Bunun son

örneği de yeniden oluşturulan Tevfik Paşa hükümetinin milleti hiçe sayan icraatlarında

görülmektedir. Bütün dünya devletleri savaş sonrasında halklarının iyiliği için bir şeyler

yapmaya uğraşırken milleti hiçe sayan bu hükümet acaba neye dayanarak iş görecek ve

başarılı olacaktır? “Acaba bu asırda ve şu sırada milletin efkâr-ı umumiyesine istinad

etmeyen hükümetlerin iş görmeleri ve hatta yerlerinde durabilmeleri imkânı” var mıdır?

Makalesinde İstanbul’da çıkan Rumca gazetelerin en önemlilerinin birkaç günden beri “en

can alacak makalelerini sansüre göndermediklerini” bildirir. “Acaba sansür yalnız Türkçe

gazeteler için mi mevzudur? Öyle değilse hani hükümetin bu yoldaki emirlerine itaat

etmeyenlere mevcudiyeti?” diyerek bu durumu hükümetin etkisizliğine örnek olarak sunar.

“Hükümetin tuttuğu yol kendisi için şerefli olmadığı kadar millet ve memleket için de pek

muzırdır.” Bir paragrafı tamamlanmış olan yazının sonunda Nadi, “milli hükümet”

tanımından kastının “milletin –tabii ekseriyetin – amel ve Efkârına (…) eyleyen ve bu

amel ve Efkârı tecelli ettiren hükümet” olduğunu açıklamıştır158.

Yeni hükümetin sadrazamı Tevfik Paşa’nın Meclis’e gelerek hükümet programını

okuduğunu ve güvenoyu talep ettiğini belirten Nadi’nin yazısının ikinci paragrafı ve yer

yer bazı cümleler sansürlenmiştir. Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa’nın Meclis’te

okuduğu “izahnameyi” daha çok bir “ithamnameye” benzetmiştir. Nadi aldığı istihbarata

göre, Dâhiliye Nazırı “fesih iradesinden ancak bir, bir buçuk saat kadar evvel haberdar

olmuş”, Tevfik Paşa o gün Meclise cebinde fesih iradesi olarak gelmiş, buna karşın Adliye

Nazırı Haydar Bey’ in bundan haberi olmadığını söyler. Basının onda dokuzunun Tevfik

Paşa Hükümeti’nin ve bu hükümetin temsil ettiği zihniyetin karşısında olduğunu öne

sürmüştür.159

158 Yunus Nadi, “Vücud yahut Adam”, 16 Ocak 1919. 159 Yunus Nadi, “Hükümet ve Millet”, 17 Ocak 1919.

59

Savaş sonrasında dünyaya ve Avrupa’nın geleceğine verecekleri yeni düzeni

kararlaştırmak ve barış şartlarını görüşmek üzere, İngiltere, Fransa, İtalya, ABD ve

Japonya Paris’te Versay Sarayı’nda çalışmalara başladı. Konferansa ne Osmanlı Devleti

ne de Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan çağrılmadı. Osmanlı Devleti’nin

paylaşılması ise İngiltere, Fransa, İtalya ve ABD’den temsilcilerin oluşturduğu “Dörtler

Meclisi”ne bırakıldı. (Coşkun 1997: 45) Böyle bir ortamda Nadi, Wilson prensiplerinin “ne

olduğunu ve şayet tatbikata geçmeleri iktiza ederse bizdeki eşkâlinin ne suretlerde tecelli

edeceğini bildiğimiz yok ve bu gidişle yalnız onu değil, hiçbir şeyi bileceğimiz yok”

demiştir. Nadi, halktaki ataletten şikâyetle şöyle devam eder: “Olduğumuz yer korkunç bir

uçurumdur. (…) en küçüğümüzden en büyüğümüze kadar hiç birimiz ne yaptığımızın

farkında değiliz. Gözlerimiz kör olmuş görmüyoruz. Kulaklarımız sağır olmuş, işitmiyoruz.

Hislerimiz atalete uğramış duymuyoruz. Yalnız biraz söylüyoruz ve söyleniyoruz. Ya hani

vatan, ya nerede ve ne halde bizim milletimiz ve milliyetimiz?” diye sormaktadır. İstanbul

basınının fırkacılığı destekler yönde yaptığı yayınları fırkaların ülke içinde yarattığı ayrılığı

“adeta davullar zurnalarla ilan ettiğini” söyler.160

Matbuat Müdüriyeti, Osmanlı sahillerinde seyrüsefer hakkında alınan tedbirleri içeren

kararnameyi basına açıklamıştır. Buna göre İtilaf gemileri serbestçe dolaşabilecekler,

Osmanlı ticaret gemileri yalnız Marmara’da (kontrol altında) seyrüsefer edebileceklerdir.

Hâlbuki Mütareke’nin 8. maddesine göre161 Osmanlı ticaret gemileri Osmanlı sularında

serbestçe dolaşma hakkına sahiplerdi. Bu kararname ile ise Osmanlı ticaret gemileri İtilaf

limanlarına değil, Adalar Denizi’ne bile açılamayacaklardır. Yalnızca sahili takip etmek

şartıyla Rumeli’de Meriç sınırına, Anadolu’da Lâskîye tarafına kadar gidebileceklerdir. Bu

suretle Suriye sahilleri gemilere karşı sınır haline getirildiği gibi, Sisam’dan Cezayir

denizine kadar hiçbir adaya uğramak hakkına sahip de değildir. Hâlbuki Mütareke’nin

diğer hiçbir maddesinde bunu gösteren herhangi bir ibare yoktur.162

Nadi, ülkenin başına gelenleri “payansız felaketler” olarak yorumlamakta ve bunlardan

kurtulmanın tek çaresinin “Türk birliği” olduğunu söylemektedir. Felaketlerin en büyüğü

Türkler arasındaki “bitip tükenmek bilmez ihtilaf”tır. Fakat “bu muhatara karşısında hiçbir

fırka düşüncesinin yeri olamaz.” Nadi, bu çağrısında “herhangi bir fırka fikrinin zerresi

bile” olmadığını vurgular. Böylesi bir durumda tek bir fırka var olmalıdır, o da: “Vatan

Fırkası!” Bu fırka azınlıkları dışlayan ya da “nasyonalist” bir yapılanma değildir: “Biz Türk

160 Yunus Nadi, “Hani Vatan?”, 20 Ocak 1919. 161 “Madde 8: Osmanlı işgali altında bulunan bilcümle liman ve demirleme mahallerinden İtilaf sefaini tarafından istifade edilmesi ve İtilaf ile hal-i harbde bulunanlara karşı mesdud bulundurulması, sefain-i Osmaniyede ticaret vürudunun terhisi hususlarında şeraiti (mümaileyhden) istifade edeceklerdir.” 162 “Sevahil-i Osmaniye’ de Seyrüsefain Meselesi”, 20 Ocak 1919.

60

birliği ile diğer anasırlardan hiç birinin hakkına taarruz etmeyi düşünmüyoruz. Fakat diğer

anasırlarla da konuşup vatandaşçasına anlaşmaya doğru gitmenin ilk merhalesi Türk

birliğinden ibaret olduğuna kaniyiz. (…) Her anasırın ve herkesin tabii ve meşru olan

haklarına malikiyeti için kapılarımız ardına kadar açıktır.”163 Nadi, milletin tek bir amaç

etrafında toplanmasının kendisinde bir “sabit fikir” haline geldiğini belirtir. Milletin,

temelini “Türk birliği”nin oluşturduğu “Vatan Fırkası” adını verdiği bir birlik fikri etrafında

toplanmasını istiyordu. Bu düzende gayrimüslim anasıra da kapının açık olduğunu tekrar

vurguluyordu. Ancak bu şekilde “kurtarılabilecek şeylerin kurtarılması ve tam manasıyla

adaletin yerine getirilmesi” mümkün olabilirdi. Türkiye’de yaşayan azınlıklardan İtilaf

Devletleri ile yakın ilişkilerde bulunarak, hayret verici işler yapanlar bir yana, “bilzat

Türklerin dahi Türklüğün maruz bulunduğu pek açık tehlikeyi unutarak kendi aralarında

yekdiğerlerine düşmüş olmaları ve bitip tükenmez bir münakaşa ve mücadeleye

boğulmakta” olmaları “en korkunç inhilal alameti”dir.164

23 Ocak 1919 tarihli Yeni Gün’de gazetenin tatil edilmesine sebep olarak gösterilen

haber, bir Yunan gazetesinin savaşın sonu münasebetiyle “Yunan taraftarlığının dünya

matbuatında işgal ettiği ehemmiyet-i fevkaladeden” bahsettiği bildirilen haberdir.165 Yeni

Gün ise kendi kapatılış kararını şöyle açıklamıştır: “Yeni Gün (Nulugos) ve emsali karşı

taraf matbuatından nakl ve neşrettiği bazı fıkralardan dolayı Meclis-i Vükela kararı ile ve

üç gün müddetle tatil edilmiştir. Yeni Gün kari ve abonelerine Eski Gün takdim ve tevzi

olunacaktır.”166 Bu haberde de belirtildiği gibi gazete, kapatılma cezası almış fakat

yayınını durdurmamış ve cezalı olduğu günlerde, yani 24 Ocak–27 Ocak 1919 arasındaki

sayılar Eski Gün adıyla yayınlanmıştır.

Nadi bu sayıda da birlik çağrısını yinelemiştir. Ülkenin arz ettiği perişan manzara

karşısında tüm halk üzgün ve şikâyetçidir. Fakat bu şikâyetlere “hususi düşüncelerin

hâkim olması ve binaenaleyh herkesin bir tarafa çıkıp gitmesi yüzünden” toplumsal

ayrılıklar belirginleşmiştir. Meclis-i Mebusan’ın feshedilmesi, bu asırda ve bu durumda

olan bir ülkenin hükümeti için, halkın iradesine dayanmadığı için olumlu bir sonuç

vermeyecektir. Özellikle son günlerde fikir ayrılıklarından doğan toplumsal ayrışmalar

artmış fakat aynı zamanda basın bu durumun farkına vararak, toplumu birliğe davet eden

yayınlar yapmaya başlamıştır. Nadi, Osmanlılık ve Türklük kavramlarını ele almakta ve

her ikisinin de tehlike altında olduğunu düşünmektedir: “Osmanlı vatanında halen en

163 Yunus Nadi, “Türk Birliği”, 22 Ocak 1919. 164 Yunus Nadi, “Vatan Fırkası”, 23 Ocak 1919. 165 “Karşı gazeteler ne diyor, Yunan taraftarlığı”, 23 Ocak 1919. 166 “Yeni Gün’ün Tatili”, 24 Ocak 1919.

61

ziyade tehlikeye maruz bulunan keyfiyet yalnız Osmanlılık değildir, onunla beraber

bilhassa Türklüktür. Türklük bu vatanda ekseriyeti teşkil ettiği için Osmanlılığın şirazesini

muhafazadaki mevki dün olduğu gibi bugün de yarın da pek mühimdir.” Ülkeyi

kurtarmanın formülü Nadi’ye göre, önce bir Türk birliği oluşturmak, ardından bu birliğin

Vatan Fırkası’na dönüştürmektir. “Elbette dar bir nasyonalizm siyaseti takip etmeyecek

olan bu Türk Birliğinin Vatan Fırkası haline geçmesi de ondan sonra artık hiç de müşkül

bir şey olmazdı. (…) Milli varlığımızı kurtaralım. Herkesin içtihadı yine kendisinindir.”167

Nadi, “tek bir anasır lehine devlet politikaları izlenmesi” yani “dar bir nasyonalizm

taraftarı” olmadığını ısrarla vurgulayarak, yüzyıllardır Türklerle bir arada yaşayan ve

daima da yaşayacak olan azınlıkların her türlü hakkının tanınmasından yana olduğunu

belirtir. Fakat Türklük bazı Müslümanlar tarafından “inkâr edilmektedir.” Türk milletinin,

ülkenin asli unsuru olmasına rağmen, haklarının tanınmak istenmediğini belirtir. Wilson

ilkeleri gereğince sayısal çoğunluk önemli olduğu için, Nadi sıklıkla bu konudan

bahsetmektedir. Türklerin Anadolu topraklarında çoğunluğu oluşturmadığını ve bu

nedenle de bazı haklarının tanınamayacağını iddia eden çevrelere cevap verdiği açıktır:

“Mağlup vaziyetimize istinad olunarak hakkımızda olmayacak sözler söylenildiğini

olmayacak hükümler verilmek istenildiğine şahid oluyoruz. (…) Bizim asırlardan beri

yerleştiğimiz yaşadığımız bu toprakta fazlalığımızı inkâr eden varsa, İstanbul’dan

başlayarak bu mülkü karış karış dolaşmak suretiyle onu fiilen isbat eyleriz.” Türk

milletinin uğradığı haksızlıklarda kendisinin de payı olduğunu “itiraf” eder. “Çünkü aradan

biz Türkler adeta silinmişiz, mukaddes davamıza baktığımız yoktur”. Hâlâ siyasi fikir

ayrılıklarının doğurduğu farklı fırkalar peşinde koşulmakta ve milli birlik bir türlü

sağlanamamaktadır. Nadi, “fırkaların birleşerek tek bir fırka haline gelmesini” değil, bu

fırkaların iş ve amaç birliği yaparak “garip ve elim bir vaziyete düşmüş olan Türklüğün

mevcudiyetini ve binaenaleyh hal ve istikbalini kurtarmak” görevlerini yerine getirmelerini

talep ettiğini vurgular.168

Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın cenaze töreni, gazete sayfalarında haber olarak yer almış

ve haber, alt başlıklardaki ifadelerle169, ulusal duyguları canlandırmaya yönelik bir metne

dönüşmüştür. Paşa’nın, Türk milletinin “şeref ve şanı tarihinde yaldızlı bir sahife işgal

etmiş” olduğu fakat Türk milletinin kahramanlarına gereken önemi vermediği

belirtilmiştir.170

167 Yunus Nadi, “Milli Vahdete Doğru”, 24 Ocak 1919. 168 Yunus Nadi, “Birleşme Meselesi”, 26 Ocak 1919. 169 Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın Cenazesi – Tarihimizin Her Sahifesi Kahramanlıklarla Doludur –Kahramanlar Milletlerini Temsil Ederler – Bugünkü Kayıtsızlığımız Milli Bir Cinayettir – Millet ve Ümit Ölmez170 “Yaşamak Azminde Olan Milletler Kahramanlarını Unutmalı mıdırlar?”, 24 Ocak 1919.

62

Birkaç hafta önce araştırma yapması için Kafkasya’ya gönderilen Ruşen Eşref’in bölgeyle

ilgili makaleleri yayınlanmaya başlanmıştır. Bu makaleler dizisi, bölgeyi sosyal, kültürel,

ekonomik, coğrafi ve tarihi açıdan değerlendirmesi nedeniyle son derece değerli bilgiler

taşımaktadır. Eşref, Bakû ile ilgili makalesinde “Artık Bakû’nün tasavvufi günleri bitiyor,

iktisadi günleri başlıyordu”171 demişti.

Bu arada İtilaf Devletleri, Wilson’un teklifi üzerine Bolşevik hükümetiyle beraber bir

konferans yapma kararı almışlardır.172 Diğer yandan İstanbul’da basına uygulanan sansür

gittikçe ağırlaştırılmaktadır. Matbuat Müdüriyeti’nden yapılan açıklamaya göre, 26 Ocak

1919 tarihinden itibaren, baskısı akşam yapılan gazetelerin provalarını öğleden sonra

saat bire kadar, sabah basılanların ise gece saat 11’e kadar sansür heyetine

göndermeleri kararı verilmiştir.173 Bu günlerde yalnızca Nadi değil, İstanbul basınının

diğer üyelerinin çoğu ve siyasi çevrelerin de en çok üzerinde durdukları konu yurdun

kurtarılması için partilerin birleşmesidir. (Sarıhan 1993: 111) 30 Ocak 1919’da,

“hükümetçe verilen emir üzerine Polis Müdüriyeti tarafından bazı zatların hanelerinde

veya vazifeleri başında tevkif edildikleri haber alınmıştır.” Aralarında İttihat ve Terakki

Fırkası üyelerinin de bulunduğu bazı kişiler, “evleri abluka edilerek” tutuklanmışlardır”.174

Sebep, kısmen “tehcir ve taktil” kısmen de “memleketin mukadderatı üzerinde” kötü

etkilere yol açmış olmaktır. Müdür-ü Umumi Bey, Yeni Gün muhabirine daha kaç kişinin

tutuklanacağını da açıklayamayacağını söylemiştir.175

5 Şubat 1919’da gazetelere konan sansür daha da ağırlaştırıldı. Çıkarılan yönetmeliğe

göre sıkıyönetim olan yerlerde her türlü gazete ve kitap yayımı askeri veya mülki sansür

kurulunun izni olmadıkça kesinlikle yasaklandı. Kurala uymayanlar 6 ayla 3 yıl arasında

hapis yatacak, para cezası ödeyecek veya bu iki cezadan birine çarptırılacaktı. Aynı gün

Ermeni tehciri olayı sanıkları için kurulan özel Divan-ı Harpler İstanbul’da yargılamalara

başladı.176 (İnuğur 1978: 317; Varlık 1985: 1200)

Yeni Gün hangi haber ya da yazı nedeniyle verildiği anlaşılamayan ikinci bir kapatılma

cezası almış ve bu sefer daha uzun bir süre, 11 Şubat–22 Şubat 1919 günleri boyunca

Eski Gün olarak yayınlanmış, 23 Şubat 1919’dan itibaren tekrar kendi adıyla çıkmıştır.

171 Ruşen Eşref, “Şimdiki Bakü, Azerbaycan’ın Başlıca Varidat Menbaları”, 25 Ocak 1919. 172 “Büyükada’da Konferans”, 26 Ocak 1919. 173 “Sansür ve Gazeteler, Matbuat Müdüriyeti’nden”, 26 Ocak 1919. 174 Tutuklananlar, Hüseyin Cahit, Mithat Şükrü, Sabık İaşe Nazırı Kemal, İsmail Canpolat, Ziya Gökalp, Memduh Şevket, Lazistan Mebus-u Sabığı Sudi, Hacı Adil, Hüseyin Kadri, Doktor Resuhi, Tevfik Hadi, Hüseyin Tosun Beyler’ le Emanuel Kreso Efendi’dir. 175 “Tevkifler Etrafında”, “İttihat Erkânının Tevkifi”, 31 Ocak 1919.176 İlk yargılananlar Boğazlıyan eski kaymakamı Kemal Bey, Ankara eski jandarma eski kumandanı Tevfik Bey ve Yozgat eski Evkaf Memuru Feyyaz Efendi oldu.

63

Nadi, bazı azınlık mensuplarının Osmanlı Devleti aleyhindeki eylemlerini konu edindiği

makalesinde Türk unsurunun bu eylemler karşısındaki tepkisini dile getirmiştir. Azınlık

mensuplarının “bütün dünyada açıktan açığa müdafaa ettikleri muhtelif maksatları” haksız

bulan Nadi, özellikle de Musevi azınlığın taşkınlıklarına anlam verememektedir. “Bazı

memleketlerde Musevilerin az çok zulüm ve eza görmelerinden mütevellid bir Yahudi

meselesi vardır” diyen Nadi, Osmanlı İmparatorluğu’nun bu unsura sığınma hakkı tanımış

yegâne ülke olmasına ve Musevilerin her türlü hakka ve hukuka sahip olmalarına karşın

“nümayişlere iştirak etmekte olduğunu” hayretle karşıladığını söyler.177 Artan azınlık

faaliyetleri karşısında endişesini gizleme gereği duymayan Nadi, Türklerin tedbir alması

gerektiğini belirtiyordu.178 Batı Trakya Türk unsurunun ağırlıkta olduğu bir bölgeydi ve

Türklerde kalması gerekiyordu. Eğer Cemiyet-i Akvam’ın kurulma girişimleri samimiyse

bunu tartışmaya bile gerek yoktu: “Orası Türk, Müslüman ve Osmanlıydı.” 179

Şubat ayının ortasında, hükümet buhranının “kati bir safhaya girdiğine hükmedilmişti.”

“Evvelki gün hastalık bahanesiyle Babıâli’ye gelmeyen sadrazam paşanın kabinenin

istifasını (padişaha) arz ettiği rivayeti deveran etmektedir.” Bir muhabir konağına giderek

bilgi almak istemiş ve paşanın rahatsızlığı öne sürülerek kendisiyle görüşemeyeceği

bildirilmiştir. “Hiçbir zaman haiz-i kuvvet bir siyasi olmamış olan Tevfik Paşa kabinesinin”

tuhaf ve beklenmeyen değişimler göstermesi “kendisini bir kat daha kıymet ve kuvvetten

düşürmüş idi.” Tevfik Paşa hükümetine karşı neredeyse her türlü kesimin yönelttiği

eleştiriler, yalnız vatanın menfaatleriyle ilgili endişeler sebebiyle idi. Fakat “mantığın

iflasını andıracak bir tasfiye” kabineye karşı duyulan itimadı neredeyse tamamen yok

etmişti. Dâhiliye Nezareti vekâleten yönetilirken, bir süre sonra bir de Ticaret ve Ziraat

Nezareti’nin vekâleten yürütülmesi zorunluluğu ortaya çıktı. Kabinede gizli fikir ayrılıkları

vardı. Bu durum ve yapılan siyasi hatalar, hükümeti iyice zayıflattı. “Sansür kararnamesi,

değirmenciler mukavelenamesi, milli şirketlerle ilgili kanun gibi üç büyük hata irtikab eden

bir kabinenin, uzun müddet mevki-i iktidarda kalmış olması, şayan-ı hayrettir.” 180

Gazete, Wilson İlkeleri’nin barış için esas kabul edildiği dönemden itibaren ayrı bir başlık

olarak oluşturup, kimi sayılarında yer verdiği “Wilson esasına göre: Madde 12” başlığı

altında Diyarbakır’ı konu edinilmiştir. Haberde Bitlis, Van ve Musul’u kapsayan Diyarbakır

vilayetinin, Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Yahudi, Süryani ve Keldani unsurlardan oluştuğu,

tarım ve hayvancılık açısından zengin, Ergani’deki bakır, Lice’deki tuz madenleri

177 Yunus Nadi, “Milliyetçilik ve Türkiye”, 12 Şubat 1919. 178 Yunus Nadi, “Milliyetçilik ve Türkler”, 12 Şubat 1919. 179 Yunus Nadi, “Trakya Meselesi”, 13 Şubat 1919.180 “Tevfik Paşa Kabinesi İstifa Etti mi?”, 15 Şubat 1919.

64

nedeniyle de önemli kaynaklar içerdiğinden bahsedilmektedir. Aynı başlık altında

incelenmiş diğer şehirlerde olduğu gibi Diyarbakır’ın da nüfusunun etnik yapısı ile ilgili

bilgi verilmekte ve Türk nüfusun çoğunlukta olduğu belirtilmektedir. Kentin tarihinin yanı

sıra, ekonomisi hakkında da açıklayıcı bilgiler verilmesi, gazetenin olaya yalnızca toprak

bütünlüğü açısından bakmadığını gösterir. Haberin sonunda ise, bu bölgenin “Türklerin

öz vatanı” ve Müslüman nüfusun “bütün vilayet dâhilinde gayri Müslimlere nisbetle beş

kere daha fazla” olduğu vurgulanmaktadır. Dolayısıyla “ekseriyetin hakkı her ne denirse

densin er geç tasdik eylemek” zorunluluğu olacağı belirtilmiştir181.

Osmanlı, girdiği durgunluk döneminde, iaşe, inzibat, asayiş, ıslahat ve icraat işleri gibi

günlük hayatı doğrudan etkileyen işlerle ilgili çözümler üretmek için bile, barış

anlaşmasının imzalanmasını bekliyor ve Nadi de bu durumu eleştiriyordu.182 Eski Gün’de,

16 Ocak’ta toplanan, Prens Sabahattin, Reşit Bey, Şerif Paşa, Cemil Paşa, ayrıca birçok

subay, gazeteci, memur ve öğrencinin katıldığı Cenevre Türk Kongresi’nin kararları yer

alıyordu. Bunlar, Türkiye’nin himayesi, başkentin Türkiye’ye bırakılması, Wilson’un 12.

ilkesinin uygulanması, Türkiye’deki azınlıklarla birlikte başka ülkelerdeki Türk azınlıkların

da korunması, Türk tutsaklarının geri verilmesi, Türkiye’nin doyurulmasıydı. Nadi,

“Memleketin iç durumunu düzeltmek için barışı beklemeye imkân olmadığını” yineliyordu.

Ayrıca Milli Kongre tanıtılıyor ve kuruluş amacı “halas-ı vatan”, bunun için önerilen çözüm

de “tevhid-i kuva” olarak sunuluyordu.183 Nadi, her yerde İttihatçılık gören Ali Kemal’e

çatıyordu: “Şu İttihat Terakki heyulasını bilhassa harice olan kötü etkileri sebebiyle yeni

kalıp ve kıyafetlerde görmekten vazgeçelim. Particiliğin bu derecesi cidden çirkin oluyor.”

Nadi şöyle devam eder: “Teceddüd Fırkası firar eden veya etmeyen, kongre kararı ile

fırkadan ihraç edilmiş bulunan yirmi otuz kişiden ibaret değildir. İttihat Terakki veya

Teceddüd Fırkası bu memlekette bugün dahi milyonla efrad ve azaya malik bir heyettir.”

Nadi, “bütün milleti kendi etrafında toplayacak, partilerin dışında kalan değerli kişilerden

meydana gelen bir merkez kabinesi lazımdır. Parti vatan içindir, vatan parti için değil”

diyerek fırkalar için birlik çağrısını sürdürüyordu.184 Öte yandan Hürriyet ve İtilaf Partisi

toparlanmaya başlamış, İttihatçılara karşı yürütülen kampanya giderek sertleşmiş ve bu

konuda Tevfik Paşa hükümetine yapılan baskılar artmıştı. İngilizler ve Hİ’nin baskıları

karşısında başlatılan tutuklamalar Anadolu’nun pek çok yerinden birçok kişinin Bekirağa

Bölüğü’ne gönderilmesiyle sonuçlanmıştı. İttihatçılığının yanında, mütarekenin ardından

181 “Vilayet-i Şarkiyemizden Diyarbekir”, 15 Şubat 1919. 182 Yunus Nadi, “Açık Hesap”, 16 Şubat 1919.183 “Milli Kongrenin Suret-i Teşkil ve Mesaisi”, 17 Şubat 1919. 184 Yunus Nadi, “Cemiyet Meselesi”, 18 Şubat 1919.

65

İngilizlere ve pasif bir politika izleyen hükümete yönelttiği eleştiriler yüzünden Nadi,

kendisini de “selamette bırakmayacaklarına” emindi. Kuşkularında haklı çıktı. Bir gün

Polis Müdürlüğü’ndeki bir arkadaşı tutuklanmak üzere arandığı haberini verdiğinde daha

önceki duyumlarının doğru çıkmaması nedeniyle Nadi, o geceyi evinde geçirmeye karar

vermiştir. Fakat bu seferki duyumu doğrudur. Polislerin evi basması üzerine oturdukları

apartmanın “eşya odasında” saklanan Nadi tutuklanmaktan son anda kurtulmuştur. Aynı

gün Fethi Bey ve Emanuel Karasu’nun tutuklanmalarına şahit olur. Bir süreliğine iki sokak

ötedeki Haşim Bey’in evinde kalan Nadi’nin Karakol Cemiyeti ile ilişkileri muhtemelen bu

dönemde başlamıştır. Arkadaşı Nazmi Bey’in Bulgar Çarşısı’ndaki evinde daha fazla

kalmak olanağı olmadığı için idare memuru Malho’nun bulduğu, Polonyalı göçmen bir

ailenin yanına gizlenmek zorunda kalan Nadi, orada geçirdiği günleri “ihtiyari mahpus”

olarak niteler. Günlerce dışarı hiç çıkmadan evde kapalı kalan Nadi, zamanını Yeni Gün’e

imzasız yazılar yazarak geçirmektedir. Eşinin sık sık yaptığı ziyaretler sırasında yaptığı

Avrupa’ya kaçma önerisini, bu zor günlerin etkisiyle bir çözüm olarak görse de kısa

sürede bundan vazgeçmiştir (Böke 1994: 67).

Hükümet kapatılan gazetelerin yerlerine yenilerinin çıkmasını yasaklamış ve yayınını

sürdürmesinde bir engel olmayan gazeteleri açıklamıştır. Basın Müdürlüğü’nden yapılan

açıklamaya göre bu gazeteler arasında Yeni Gün de vardı185 (Sarıhan 1993: 136). Fakat

kısa bir süre sonra Nadi tutuklanarak Bekirağa Bölüğü’ne gönderilecek ve Hükümet’in

kararı nedeniyle gazete, üçüncü kere kapatılma cezası aldıktan sonra başka bir isimle

yayınlanamayacağı için 11 Ekim 1919’a kadar yayınlanamayacaktı.

Amerika, Batı Avrupa’da Türk meselesi için “daha ziyade husumete benzer bir tavır ve

lisan kullanmıştır.” Nadi, Osmanlı’nın “kadim dostları olan İngiltere ve Fransa” ile ilişkilerin

bir an önce düzelmesi gerektiğini ve bu ülkelerin “dostluklarının gecikmesinin üzücü”

olduğunu belirtmiştir. Görüldüğü gibi ülkelerin siyasetlerini ve tutumlarını değiştirmeleri

karşısında Nadi’nin önerileri de değişmektedir.186 Diğer yandan Fransız Figaro

gazetesinde Türkler lehinde yazılar yayınlayan Pierre Lotti’ye Nadi, Türk milleti adına

teşekkürlerini sunuyordu.187

Celal Nuri Bey188 (İleri) Ali Kemal Bey’in geçmişte Yıldız Sarayı’na gönderdiği jurnalleri ele

geçirmişti ve gazetesinde (İleri) bunları yayınlıyordu. Nadi, bu jurnalleri ve Ali Kemal’in II.

185 Diğerleri: İkdam, Sabah, Tasvir-i Efkar, Vakit, Zaman, Alemdar, Söz, Hukuk-u Beşer, Serbesti, İstiklal v.s..186 Yunus Nadi, “Şark ve Garb”, Eski Gün, 19 Şubat 1919.187 Yunus Nadi, “Piyer Loti’nin sedası yine yükseldi”, 20 Şubat 1919. 188 Celal Nuri (İleri) (1877–1939): Gelibolu’da doğmuş, Galatasaray Lisesi’nde orta eğitimini, İstanbul Hukuk Fakültesi’nde de yüksek eğitimini tamamlamıştır. Son Osmanlı Meclisinde Gelibolu’dan milletvekili olmuştur.

66

Abdülhamit döneminde sarayla ilişkilerini konu edinmiş, İttihatçı kökenlerine dayanarak

bu dönemi tasvir etmişti. “Acaba o meşum devre-i fesat ve şirreti bütün fecaatiyle görüp

de unutmuş kimse var mıdır?” diye sorar. “Söylemek, yazmak değil düşünmenin,

duymanın bile” yasaklandığı “devr-i sabık”ta “kimse ağzını açıp da düşülen uçurumu

göstermeye cesaret edemezdi”. Nadi, bu dönemde iktidarı devirmeye yönelik gizli

çalışmalarda bulunan İttihatçıları kastederek, “vatanın halas ve selametini hürriyet ve

meşrutiyetin istihsalinde gören, sezen erbab-ı hamiyet gizli gizli çalışmaktan hali

kalmıyor, jurnalcilerin hafiyelerin ufak bir ihbarıyla hatta imasıyla sürü sürü hisarlı

kalelere, Yemen, Fizan çöllerine sevk ediliyor, işkencelerle öldürülüyordu” demiştir. “Öyle

bir zamanda Avrupa da sefalet içinde memleketleri için büyük endişelerle titreyerek geceli

gündüzlü çalışan zatları jurnal eden” Ali Kemal Bey ile fikri ve kimi zaman gazete

sütunlarında saldırılara dönüşen çatışmalarının temelinde neyin yattığı anlaşılmaktadır.189

21 Şubat 1919 tarihli Eski Gün’de başyazı tamamen sansürlüdür. İki sütun da boştur.

Nadi’nin, Ali Kemal’i çok sert bir dille eleştirmeye devam ettiği 22 Şubat 1919 tarihli

makalesinin başlığı ve birkaç paragrafı sansürlenmiştir. Nadi gerçeğin yalanların

arkasında uzun süre saklanamayacağını, İleri sayesinde tüm Osmanlı kamuoyunun ve

Osmanlı basınını takip eden dış basının, Ali Kemal hakkındaki gerçekleri öğrendiğini

söyler. Aleyhinde yapılan yayınlar karşısında “o her gün yüksekten atıp tutan” Ali Kemal,

“birdenbire sükût etmiştir.” Nadi, bu jurnalciliğin hiçbir geçerli sebebinin olamayacağını

ifade ederek, “Demeyiz ki eli iyi kötü kalem tutuyor, yine memleketine şöyle böyle hizmeti

dokunurdu. Hayır, itikadımızca fıtrat tebdil etmez… O gibilerden gelebilecek yalnız

zarardır” demiştir. Ona göre asıl üzücü nokta ise, “Türk namını taşıyan işte on senedir

meşrutiyet âleminde de Osmanlı matbuatı arasında” öyle ya da böyle “bir yer sahibi

olmak davasında bulunan, halka kendisini o suretle yutturmak isteyen birinin bugün

bayağı bir jurnalci mahiyeti ile tıkır mıkır yuvarlanmasındandır.” 190

Birkaç gün önce aralarında Ağahan, Emir Ali, Şeyh Müşir Hüseyin gibi Hindistan’ın önde

gelen simalarının bulunduğu Hint Müslümanlarının İngiltere Hariciye Nezareti’ne Osmanlı

İmparatorluğu’nun haklarının tanınması yolunda verdikleri muhtıra hatırlatılıyor ve Hint

Müslümanlarının Anadolu hareketine gösterdikleri ilgiden memnuniyet belirtiliyordu.191

Britanya İmparatorluğu’nun dörtte birini Müslümanlar oluşturuyordu. Bunların çoğu da

Hint Müslüman’ıydı. Anadolu hareketinin dinsel bir görünüm almasının Hindistan’da

Meclis’te birinci dönemden beşinci döneme kadar milletvekilliği yapmış, Ati, İkdam gibi gazetelerde yazarlık yapmıştır. Gövsa, a.g.e, s. 81. 189 “Hiç de Şerefli Olmayan Bir Tarih-i Hayat, Ali Kemal – Celal Nuri Münakaşası”, 21 Şubat 1919.190 Yunus Nadi, (başyazının başlığı sansürlenmiştir), 22 Şubat 1919. 191 “Müstakbel Türkiye ve İslam Âlemi, Hint Müslümanlarının Türkiye Lehinde Tezahüratı”, 22 Şubat 1919.

67

yaratacağı etkiden endişe eden İngiltere, halifeliğin Türklerin elinden alınmasını istiyordu.

Hint Müslümanları ise mücadelenin İslam adına yapıldığını düşünüyordu ve onu

desteklemek amacıyla Hindistan Hilafet Komitesi’ni kurmuşlardı. (Uzgel, Kürkçüoğlu

2004: 141)

Bazı nazırlar istifa etmiş de, bu bir “kabine buhranına” yol açmamıştı. Tevfik Paşa ile Hİ

arasında itilaf sağlanamamıştır192 23 Şubat 1919’dan itibaren, 11 Şubat’tan beri yayınını

Eski Gün adıyla sürdüren Yeni gün tekrar asıl adını kullanmaya başlamıştır. 24 Şubat

1919’da kabinesinde değişiklikler yapan Tevfik Paşa üçüncü hükümetini kurdu. Aynı gün,

Tevfik Paşa hükümetine karşı olan Senato Başkanı Ahmet Rıza Bey başkanlığında

senatoda yapılan toplantıda, Çürüksulu Mahmut Paşa ve Abdurrahman Şeref Bey’in de

katılımıyla Vahdet-i Milliye Heyeti adıyla kuruldu. Çeşitli ülkelerdeki Ermenilerin

temsilcilerinden oluşan Ermeni Birliği Kongresi toplandı. Başkanlığa Bogos Nubar Paşa

getirildi (Sarıhan 1993: 145).

Bir yandan Ali Kemal karşıtı yayını sürdüren Nadi, 193 diğer yandan da “Bugünlerin en

büyük hamiyet görevi seçim yaparak milletin iradesini hâkim kılmaktır” diyerek ülkenin

geleceği için hayati önem taşıdığını düşündüğü bir noktaya parmak basıyordu.194 1 Mart

1919’da Paris Barış Konferansı’nda Türkiye’nin mirası üzerindeki kavga kızışıyordu.

İngiliz delegesi Sir Eyce Crowe, 1917 paylaşma anlaşmasının geçersiz olduğunu

söylemiş, Anadolu’da kendilerine ayrılmış olan payın Yunanistan’a verilmesine kızan

İtalyan delegesi “Bu bölgedeki haklarımızı çiğnetmeyeceğiz” demiştir. (Sarıhan 1993:

152)

Venizelos, Paris’teki barış konferansında Yunan mülki meselelerinin konuşulmasını

sağlamış ve Küçük Asya’nın Yunanlı olduğunu iddia etmiş, sözlerinin “garabetini tahkik

etmek için de tabii Aristo mantığının bin deresinden su getirmiştir.” Ona göre “İstanbul ve

Bursa Yunanlıdır.” Wilson İlkeleri gereğince belli bir bölgedeki nüfusun etnik olarak

niceliği, o toprağa sahip olma hakkı oluşturduğundan, taraflardan gelen toprak hakkı

iddiaları bu tür bilgilere dayandırılmaktadır. Rum heyeti de aynı yöntemle Türkiye de 800

bin Rum olduğunu iddia etmiştir. Nadi, bu sayının çarpıtıldığını belirtir: “İstanbul’da 200

bin Rum varmış! O halde Trakya da 600 bin Rum kalıyor demektir. (…) Acaba Trakya

192 “Mühim Haberler, Kabine Buhranı Hakkında”, 22 Şubat 1919. 193 Yunus Nadi, “Yalancı Pehlivan”, 25 Şubat 1919. Yeni Gün, Ali Kemal’i düelloya davet eden bir okuyucunun davetini yayınlamıştır. Davet şöyle yapılmaktadır: “Gemlik’ten İstanbul 53 mil bahri. Bu mesafenin (---) noktasında tarafın şahidlerinin intihab edeceği herhangi bir silahla Ali Kemal Bey’i Türklük ve Müslümanlık hakkındaki ithamlarından dolayı düelloya davet ediyorum. Namuslu iseler İstanbul’daki şahitlerinin adresini vermek üzere cevap ita etsinler efendim. Gemlik’ den Doktor Ziya.” 25 Şubat 1919. 194 Yunus Nadi, “Milletin İradesi”, 26 Şubat 1919.

68

dan 80 bin Rum çıkar mı?”. Nadi, Venizelos’un, İtilaf Devletleri ile birlik olmuş bir şekilde,

Avrupa kamuoyunu davasının meşruiyeti konusunda ikna etmeye çalıştığını belirtir.

Bunun için de Anadolu Rumlarına “şemâtet ve hatta şekavet” yaptırılmaktadır. Rumların

bu davranışları “gürültü ile hak kazanmaya ve Avrupa efkâr-ı umumiyesini aldatmaya”

yöneliktir. Ayrıca Yunan adalarının İzmir sahillerine yakınlığından faydalanılarak silah

kaçakçılığı yapılmakta, İzmir gazeteleri Rumların silahlandırıldığını yazmaktadır.195

Bahriye Nazırı Ali Rıza Paşa, Tevfik Paşa kabinesinden istifa etmiştir. Bu gibi istifalar “şu

nazik zamanlarda buhranı davet ettiğinden” Tevfik Paşa’nın, kendisiyle çalışmak

istemeyen ve hastalık gibi sebepler öne süren birini kabineye en başından dâhil

etmemesi gerektiği belirtilir.196

2 Mart 1919’da Üçüncü Enternasyonel’in birinci kongresi Moskova’da açıldı. “İtilaf

devletlerinin malum olan şekil ve suretlerde biraz da cebir ve zor ile müttefikleri sırasına

geçmiş olan Yunanistan’ın Başvekili Mösyö Venizelos” Yunan isteklerini Paris’teki barış

konferansında, iki gün boyunca açıklarken, Babıâli susmakta, “Türk ve Müslüman

susturulmaktadır.” Mondros Mütarekesi “Türk ve Müslüman efkâr-ı umumiyesi nazarında

itibarca en ufak bir şüpheye yer vermeyen bir vesika diye telakki edilmiş idi.” Nadi, her

şeye rağmen “İtilaf devletlerinin Türkiye hakkında adalet ve bazı esaslardan ayrılmadan

karar alacaklarına dair hala bir ümit taşıdığını” açıkça belirtmiştir. “Türkler her tarafta

mutlaka ekseriyeti haiz olmak suretiyle hal ve mevkie hâkim bulunuyorlar. İşte hak da bu.

Ekalliyetlerin haklarını inkâr eden yok. Fakat bu hakları ekseriyetin varlığını hiçe saymak

suretiyle (ihkak) edilemez” demektedir. Babıâli’nin olanlar karşısında suskunluğunu

korumasının da “o kadar büyük bir ehemmiyeti yoktur. Fakat bütün dünya şundan en kati

surette emin olmalıdır ki” hiçbir ülke, “rehberi hakikat olmayan”197 taleplerde bulunma

hakkına sahip değildir ve asla da olmayacaktır.

Bir başka haberde Venizelos’un barış konferansında taleplerini dayandırdığı Yunan antik

tarihi konu edinilmiş ve Yunan tarihinin “gerçekten de azimetli ve renkli bir tarih” olduğu

belirtilmiştir. Venizelos, Edirne, Hüdavendigar, Aydın vilayetleriyle Çatalca, Karesi, Biga,

Menteşe sancaklarını ve hatta İstanbul’da Yunanlıların tarihsel hakları olduğunu iddia

etmekte, “Buraları tarihen ve ırken Yunanistan’dır” demektedir. Antik dönemde buralarda

Yunan sömürgeleri olduğu doğrudur fakat daha sonra “Romalılar, Araplar, Türkler gibi

birkaç kavmin hâkimiyeti altına geçen” bu bölgelerin Yunanistan’la ilişiği kesilmiştir. “Şarki

195 Yunus Nadi, “Siyasi Şekavet”, 1 Mart 1919. 196 “Yeni kabinede bir istifa, Bahriye Nazırı”, 1 Mart 1919. 197 Yunus Nadi, “Yunan Müddeâyatı”, 3 Mart 1919.

69

Roma İmparatorluğu’ndan şurada burada bir miktar Rum yine hala vardır” ve eski

Yunanistan’ı hayallerinde yaşatmaktadırlar. Fakat istedikleri yerlerde artık çoğunluk

olarak Türkler yaşamaktadır ve tarihsel hak iddiaları yersizdir.198 Venizelos’un talepleriyle

ilgili olarak her iki tarafın verdiği istatistiklere tablolar halinde yer verilmiştir199. Resmi

istatistiklere göre200 ve “1897 Ermeni hadisesi üzerine Fransa Hükümeti tarafından neşr

olunan Sarı Kitap’a göre (bu kitapta İstanbul ve Edirne vilayetleri mevcut değildir)

istatistikler ayrı ayrı verilmiştir.201

Nadi, Damat Ferit Paşa’nın başkanlığında kurulan Hİ kabinesini, adeta “fırka ihtirası”

yapmaması konusunda uyarmaktadır. Nadi, dış siyasetin “milli bir siyaset” olduğunu, bu

nedenle milletin değerleri ve istekleri dikkate alınarak planlanması ve iç siyasetle bir

uyum ve bütünlük sağlaması gerektiğini söyler. Nadi’nin endişesi, hükümetin İttihatçılara

karşı “az çok (intikam politikasını) andırabilecek” bir siyaset takip etmesi”dir. Hükümetin

devlet kadrolarına kendi fırkası üyelerini yerleştirmeye çalışmasından bu, “milli vahdet”

ten tam da en ihtiyaç duyduğumuz anda vazgeçmiş olmak anlamına geleceğinden

korkmaktadır.202

198 “Yunan Müddeâyatı”, 3 Mart 1919. 199 Venizelos’un barış konferansında, nüfusun etnik niceliği konusunda verdiği bilgiler şöyledir:

Türk RumEdirne Vilayeti

300 bin 100 bin

Çatalca 30 bin 20 binİstanbul ve havalisi

600 bin 200 bin

Karesi 400 bin 90 binAydın vilayeti 1.300 bin 390 binGarbi Trakya 400 bin Toplam: 700 bin

Toplam: 3.030.000

200 Resmi istatistiklere göre: Türk Rum

İstanbul vilayetinde (Çatalca Sancağı da dahil)

580.482 242.559

Aydın Vilayetinde 1.437.983 319.020Hüdavendigar Vilayetinde

1.555.504 184.420

201 Sarı Kitap’a göre: Türk Rum

Aydın Vilayetinde 1.093.334 208.243Hüdavendigar Vilayetinde

1.196.515 230.711

202 Yunus Nadi, “Hükümetin Siyaseti”, 6 Mart 1919.

70

Barış görüşmeleri mukaddematı Paris’te başlayacağı sıralarda203, Amerika gazeteleri

Başkan Wilson’un Amerika Yahudileri Kongresi’nin murahhaslarına bir Yahudi

Cumhuriyeti kurulacağından bahsettiğini yazmaktadır.204 Aynı anda Aras Nehri’nin

kuzeyine gelen Ermeniler burada “Müslümanların hayatına alenen kasd etmekte,

mezalim yapmaktadırlar.” Hükümete bu konuyla ilgilenmesi için çağrı yapılmaktadır.205

6 Mart 1919’da İtilaf Devletleri kapitülasyonları kaldıran 1914 tarihli Türk hükümeti

kararını tanımayacaklarını bildirdiler. Nadi, İtilaf Devletleri’nin Türkiye’ye “itidal ve

sükûnet” tavsiye etmekle, “nefesinizi… Fransa ve İngiltere gibi büyük devletlerin insaf ve

adaletlerine terk ve tevdi ediniz” demek istediklerini söyler. Nadi, “itidal ve sükûnetimizi ne

kadar muhafaza etmek istersek isteyelim bir Venizelos’un faraza İstanbul’umuzu Rum ad

etmesine” hele de bu davanın Fransız basınında ses getirmesine kayıtsız

kalınamayacağını söyler. Venizelos ve Bogus Nubar gibilere tanınan söz hakkı, Türklere

tanınmamaktadır. Geçmişte Türkleri cinayet ile suçlayanların, bugün maruz bırakıldıkları

durumlara bakması gerekir. “Bunun bir sebebi haklarına gayri razı muhteris küçük

kavimler ise diğer bir sebebi de Avrupa’dır.” Nadi, bu durumun aynı şekilde devamı

halinde Doğu’nun yeni bir mücadele sahnesi halini alacağını söyledikten sonra, amacının

kimseye meydan okumak olmadığını, “Medeni âlem unvanını taşıyan Avrupa ve

Amerika’nın dikkatini cereyan halinde bulunan dehşetli haksızlık üzerine davet eylemek”

olduğunu vurgular. Bir süre önce Bogus Nubar Paşa’nın Times’a gönderdiği bir mektupta

Türkiye’nin savaşa girmesiyle Ermenilerin de Türklerle savaşmaya başladığını itiraf

etmesini, “Ermeni meselesinin ikinci yüzü” olarak tanımlar ve Avrupa’nın bu durumu

görmesini ister.206

“Amerika Muavenet Heyetleri Münasebetiyle” alt başlığı ile yazdığı makalesinde,

Anadolu’da çeşitli amaçlarla bulunan bu heyetler sayesinde Türkiye’nin ve davasının, en

doğru şekilde anlatılabileceğini belirtir. “Musibetlere imdad etmek üzere Türkiye’ye gelen

Amerika muavenet heyetleri erkânı bu seyahatleri esnasında haksız ithamlarla boynu

bükük bir vaziyete sokulan Türkün hal ve hayatını dahi yakından görerek insani

vazifelerini hakikatlere tercüman olmak suretiyle daha şamil bir surette ifa edebilir” ve

eğer “tenvir kılınırlarsa o muhterem heyetlerin bu vazifenin ifasını dahi cana minnet

bilecekleri şüphesizdir”.207 Savaş sonrasında Amerikan yardımları sürmektedir. Limana

gelen bir Amerikan gemisi, un ve buğday yanında on bin ton da konserve et getirmiştir. O

203 “Mukaddemat-ı Sulhiye Müzakeratı”, 6 Mart 1919. 204 “Yahudi Cumhuriyeti”, 6 Mart 1919. 205 “Hükümetin Nazar-ı Dikkatine”, 6 Mart 1919. 206 Yunus Nadi, “Türkiye nin Mukadderatı”, 7 Mart 1919. 207 Yunus Nadi, “Pek Mühim Bir Fırsat”, 8 Mart 1919.

71

ana kadar Amerika’dan gelen un miktarının 300 bin çuval olduğu belirtilen haberde,

Şehremanetinin, Amerikan petrol şirketi (İstandar Nobel) ile yapmış olduğu anlaşma

gereğince petrol yardımının da yapılacağı bildirilmektedir208.

Barış Konferansı’nda Türkiye’nin karşısına çıkarılacak konulardan biri azınlıklar

meselesidir. “Memalik-i Osmaniye deki ekalliyetler olsa olsa mezhebi ve harsi muhtariyet

talep edebilirler ki bu hususta esasen asırlardan beri nail oldukları (müsaidat)

meydandadır.” Bir diğeri “Arap vilayetlerinin mukadderatı” sorunudur. Osmanlı

İmparatorluğu sınırları içinde “asırlardan beri makam-ı hilafete derin bir hiss-i merbutiyet

ve sadakat gösteren din kardeşimiz necib Arap kavminin mukadderat-ı atiyesi”nin ne

olacağı sorunu bizi yakından ilgilendirmektedir. Suriye, Filistin, Irak, Hicaz, Yemen’de

yaşayan milyonlarca Arap Osmanlı yönetimi altında sahip oldukları özgürlükten mahrum

mu kalacaklardır? Osmanlı ile ilişkileri nasıl olacaktır? 209 soruları sorulmaktadır.

9 Mart 1919’da Osmanlı Devleti’ni savaşa sokmak, Ermeni tehciri ve Kırım olaylarını

yaratmak ve vurgunculuk yapmakla suçlanan savaş kabinelerinin üyeleri ve bazı tanınmış

İttihatçılar tutuklandı. 11 Mart 1919 tarihli Yeni Gün’de başyazının yerini alan haberde,

“sulh müzakeratı ile beraber katiyet kesb edecek ve milletlerin mukadderatı atiyesi

üzerinde fevkalade haiz-i tesir edecek olan” Cemiyet-i Akvam Nizamnamesi

yayınlanmıştır.210 Gazetenin, bu nizamnamenin maddelerinden çıkardığı sonuç,

rahatsızlık duyulan nokta ile aynıdır: Cemiyet-i Akvam’a yalnızca galip devletler

katılabilecektir.211

Mart 1919’da Damat Ferit tarafından Ankara’ya vali olarak atanan Muhittin Paşa geniş

çapta tutuklamalara başladı.212 Hâlbuki Hükümet, çok önceden yayınladığı “program

kılıklı beyannamenin üçüncü ve dördüncü maddelerinde” Kanun-u Esasi’den bağımsız

hareket etmeyeceğini ve yalnızca savaş kabinelerinde kanunsuzluk nedeniyle suçlu

olanlar hakkında işlem yapılacağını açıklamıştı. Yani amaç, tehcir ve taktilde bulunmuş

208 “Mühim haberler, Amerika’dan tekrar un geldi”, 11 Mart 1919. 209 “Türk İmparatorluğunda, Garp Meselesi”, 8 Mart 1919. 210 Gazetenin 25 maddelik nizamnameden seçerek yayınladığı maddeleirn içerikleri kısaca şöyledir: Hala müttefik olan devletlerden oluşacaktır. Diğer ülkelerin bu cemiyete girebilmesi için bazı şartları yerine getirmesi gerekir. Üye ülkelerin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü garanti altındadır. Amaç tüm dünyada adaleti ve insanlığın hissiyatına uygun bir düzeni sağlamaktır. 211 “Cemiyet-i Akvam mı, ittihad-ı mukaddese mi?”, 11 Mart 1919. 212 Yeni Gün tutuklananların listesini şöyle vermiştir: Doktor Fazıl Berki Bey (Kongre (milli?) Mebusu), Said Halim Paşa (eski sadrazam), Ayan Baş Katibi Müştak Bey, Merkez-i Umumi azasından İzzet Bey, eski Şeyhülislam Musa Kazım Efendi, Mebusan Reisi Halil Bey, İstanbul mebusu Salih Cumhur Bey, Ayan Reisi Refet Bey, Eski Nfıa Nazırı Ali Münif, eski Dahiliye Nazırı Fethi Bey, Sinop mebusu Fehmi, Hakkı Bey, eski Maarif Nazırı Şükrü Bey, Vakit Baş Yazarı Ahmed Emin, Bolu Meb Habib, eski Adliye Nazırı ayandan İbrahim Bey, telefon idaresi erkanından Fuat, Ankara Mebusu Hilmi, Ati başmuharriri Celal Nuri, eski Hariciye Nazırı Nesimi.

72

İttihat ve Terakki genel merkezi üyelerinin tutuklanmasıdır. Fakat önceki gün

tutuklananların bunlarla hiçbir ilgisi yoktur. “Vakit başyazarı Ahmet Emin Bey hiçbir resmi

görevde dahi bulunmamıştır. Ne de Celal Nuri Bey in tehcir ve takdillerle bir ilgisi vardır.”

Bu nedenle de “sebeb-i tevkifleri bir türlü anlaşılamamaktadır.”213

Nadi, hükümeti kadrolaşma yaptığı gerekçesiyle eleştirmekte ve Damat Ferit Paşa

kabinesinin hükümeti “tanzim ve tavsiyeye” yönelik ilk icraatının Hariciye Müsteşarı

Reşad Hikmet Bey’in azledilmesi olduğunu belirtmiştir. Nadi, bu azlin sebeplerini

sorgulamaktadır: “Bunun sebebi olsa olsa devletçe görülen lüzum üzerinden ibaret

olabilecektir. İşlerin iç yüzünü bilmediğimiz için devletçe görülmüş olacak olan lüzumu da

takdir edecek mevkide değiliz.” Fakat birkaç ay önce “eski fikirde ısrar eden bir gazete”,

Reşad Hikmet Bey ile ilgili “nalâyık” suçlamalarda bulunmuştu. Hariciye Müsteşarlığı gibi

milli açıdan önemli bir görevi, hiçbir fırka ya da şahısla bağlantısı olmayan Reşad

Hikmet’ten başkası daha iyi yerine getiremezken hükümet onu azletti.214

15 Mart 1919 tarihli imzasız başyazıda hükümet sert bir dille eleştirilmiştir. Türk milleti ve

hükümetini, “harbin muhtemel neticeleri” ve “asayişsizlik” sorunu tehdit ederken, “4 Martta

mevki-i iktidara geçmiş bulunan Ferit Paşa hükümetinin şu on günlük müddet-i idare

zarfında dâhili ve harici 2 başlı tehlikeyi bertaraf etmek üzere azimkâr icraatını

göremediğimizi açıkça söyleyebiliriz” denilmektedir. Hükümetin İttihatçıları tutuklamasına

bir kere daha değinilmiş, “Bu menfi icraat ile Ferit Paşa kabinesi bu güzel vatanı tehdit

eden tehlikeleri bertaraf edeceğini elbet zan ve iddia edemez. Asıl bu mülkü kurtaracak

harici ve dâhili tehlikeleri ortadan kaldıracak faaliyetlerdir ki makbul ve şayan-ı teshin

icraattan ad olunabilir. Ferit Paşa kabinesinden kati icraat istiyoruz” denmiştir.215

Amerika murahhasları, İzmir’in Yunanistan’a verilmesini içeren, Venizelos ve İngiltere

arasında savaş sırasında imzalanan Londra mukavelenamesini gizli olduğu için

tanımadıklarını açıkladılar.216 Patrikhane, Venizelos ve Türkiye Rumları işbirliği yapmış,

barış konferansını etkilemeye çabalamaktadır. Rumlar önceki Pazar günü, ayin

sonrasında Türkler aleyhinde tezahüratta bulunmuşlar, “barbar ve medeniyet kabul etmez

213 “Yeni Tevkifat, Hükümetin Nokta-i Nazarı”, 11 Mart 1919. Yeni kurulan Türkiye Sosyalist Fırkası’nın program ve nizamnamesi gazeteye gönderilmiş, fakat gazetenin “bu nizamnameyi ne aynen ne de (hülasen)”yayınlamaya izni olmadığı için yayınlanamamıştır. Yalnızca içeriği hakkında bilgi verilmiştir. Buna göre program, siyasi, iktisadi, sermayesiz sınıfın himayesi, seçim süresinin iki yıl olması, mebus miktarının tezyidi, “din ve mezhebin bir müessese-i hususiye olarak telakkisi”, idam cezasının kaldırılması gibi hükümler içermektedir. “Türkiye Sosyalist Fırkası”, 11 Mart 1919.214 Yunus Nadi, “Hükümet ve Memurlar”, 10 Mart 1919. 215 İmzasız başyazı, “İcraat, icraat”, 15 Mart 1919.

216 “Amerikalılar ve Yunan Emelleri”, 18 Mart 1919.

73

Türklerin” esareti altında yaşamaktan şikâyet ederek Büyük Yunanistan’a “iltihaklarını ilan

etmişlerdir.” 217 “Evvelki Pazar günü beş asırdan beri Osmanlı saltanatının adilane ve

pederanesinde Bizans devr-i hükümetinde bile nail olamadığı hürriyet-i harsiye ve

milliyesini muhafaza eden” devletin sağladığı imkânlar sayesinde “refah-ı hayat ve

inkişaf-ı iktisadiyesini temin eyleyen Rum anasırı beşeri hırslardan azade saf ve selim

duaların (--) ve terennüm edilmesi lazım gelen mabedlerde içtima ederek munazzım

(tanzim eden)-ı hakikiyesi olan Osmanlılıktan istifaya Yunanistan’ a iltihaka karar veriyor.”

Türk milleti için barbar sıfatını kullanıyor. “Bilmeyiz ki nankörlüğün bu derecesine kâinatın

hangi noktasında tesadüf olunmak ihtimali vardır… Türkler garblilerin de itiraf ettikleri

vechile şarkın centilmenleri olmasalardı mevcudiyet-i milliyesini nankörce tezahürlerle ilan

etmek küstahlığını gösteren bu anasır bugün mevcut olur muydu? Bize garip görünen

cihet bu değil, çünkü birlikte yaşadığımız, kanlarımız pahasına refah ve servetlerini temin

ettiğimiz bu anasır-ı (maruf)un mahiyetini pekiyi biliriz, dün yaptıklarını daha evvel de

yapmak için ne kadar kıvrandıkları malûmumuzdur. Bizi en çok müteessir eden şey devlet

ve milletin cephe-i haysiyet ve şerefine alenen vurulan bu küstah şamarlara karşı

hükümetin (…) patrikhaneye yalnızca bir ihtarname” göndermiş olmasıdır.218 Anadolu’yu

görmüş, burada yaşamış olanlar dışında Batılıların, Türkler hakkındaki “iftira ve

efsanelere” inanmalarının başlıca sebebi, bilgisiz olmalarıdır. “Türk’e en hafif olarak layık

görülen sıfat barbar kelimesi idi. Vahşi, barbar, hunhar Türk!” Türklerin talihsizliği de

hakkımızdaki iftiralara cevap veremeyecek durumda kalmış olmamızdır. Bu türden

iftiraların asıl kaynağı ise bunların kaynağının “yine kendi memleketimiz”, yani Osmanlı

İmparatorluğu’nda yaşayan azınlık mensuplarının bir kısmıdır. Bu kişiler, Batı kamuoyu

üzerinde bilinçli ve sistemli bir şekilde olumsuz yönde propaganda yapmaktadırlar.

Hâlbuki Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan bu yana “Hıristiyan kitlesi refah ve emniyet

içinde yaşadı. Bunu inkâr etmek imkânı yoktur. Zira Türkler iddia edilmek istenildiği kadar

vahşet ve zulüm eseri göstermiş olsalardı, 600 seneden beri bu memleket içinde Türkün

gayri ferd-i vahit kalmaması lazım gelirdi. (…) Fakat bütün müsamahakârlıklara rağmen

bunları memnun etmek kabil olamadı.” Rum Patrikhanesinde dün yapılan cismani ve

ruhani meclislerde Anadolu’daki Rumların durumu hakkında barış konferansı reisi Mösyö

Klemensu’ya gönderilecek telgrafları hazırlamışlar. Rum patriğinin riyaseti altında Rum

amaçlarını müdafaa etmek için toplanmış olan heyetin girişimlerinin sonuçları hakkında

hazırladığı raporu da götürecekler.219 Bu sıralarda Prosodus gazetesinin yazdığına göre

217 Yeni Gün imzalı, “Barbar Türkler”, 18 Mart 1919. 218 “Nankörlük Olursa Bu Kadar Olur”, 18 Mart 1919. 219 “Rum Patrikhanesinde”, 24 Mart 1919.

74

Trakyalı Rumlar Yunan amaçları lehinde hazırladıkları muhtırayı Wilson’a vermek üzere

ABD’ye gideceklerdir.220

Türk milleti bir tarafta dâhili ve harici düşmanla, diğer taraftan sefaletle çarpışmaktadır.

Savaş sonrasında, “mensup olduğumuz zümrenin mağlubiyeti” sonucunda zararlarımız

telafi edilemeyecek bir dereceye ulaşmıştır. Üstelik İstanbul’un Türklere bırakılması bile

kesinleşmemiştir. Harbe giren Türkiye’nin sonuçlarına katlanmak zorunda olduğu

yolundaki sözler ise “hakkın ve adaletin sesi olamaz.” Büyük ve milli bir tehlike

karşısında bulunuyoruz. İstanbul Türk payitahtı olarak kalmalıdır, nitekim şehirde yaşayan

nüfusun ezici çoğunluğu da Türk tür. “Vaziyet-i hakikiyeden haberdar olduğuna şüphe

duyulmayan hükümetin bu işte vazifesi mukaddestir. Ferid Paşa kabinesi İstanbul u

kurtaramayacak yani bu mukaddes hakkın Avrupalılarca tasdik edilmesi esbabını ihzar

etmeyecek olursa, mesuliyetinin azimet ve dehşetini tarife bile hacet görmüyoruz.” Savaş

ve barış durumlarında “fırka ve tefrika tasavvur edilemez”.221 Halk, gittikçe sefalete

saplanmaktadır. Nadi, temel sebebin Avrupa’daki gelişmelerin takip edilemeyişi ve

Avrupa ekonomisinin, Osmanlı İmparatorluğu sınırlarından sızarak, ülke ekonomisini

olumsuz etkilemesi olduğunu düşünmektedir. 19. yüzyılda Avrupa’da siyasal ve sosyal bir

inkılâp olmuş, sanayide makineleşme kol gücünün yerini almış, binlerce işçinin çalıştığı

fabrikalar kurulmuştur. Türkler, Avrupa’daki gelişmelerden habersiz olarak “tarz-ı kadim

üzere yaşayıp durmuş”, ülke sanayileşememiştir. Nadi, makalesinde çeşitli hayır

kuruluşlarının toplumun kanayan yaralarının sarılması, “ürünün çoğalması, umumi

servetin artması, işsizlerin istihdamı” ile ilgili neler yapabilecekleri hakkında çözüm

önerileri getirmektedir.222 Ev kiraları fazlasıyla artmış, asayişsizlik her yeri sarmış,

kanunlara uyulmaz olmuş fakat Amerika’dan gelen un ve süt gibi dış yardımların gelişiyle

fiyatlar biraz olsun düşmüş, İstanbul halkı biraz nefes almaya başlamıştır.223

Yeni Gün, aldığı bir telgrafa dayanarak “Kürd menfaatlerini müdafaa etmek için Paris’te

bulunan Şerif Paşa”nın, barış konferansında Kürt murahhas heyetinin başkanlığına tayin

edildiğini haber vermektedir. Haberde Şerif Paşa’nın, 21 Ocak 1919 tarihli Yeni Gün

sayısında yayınlanmış bir diğer telgrafta, Cenevre’de Türk Hürriyetperveran Kongresi

tarafından Türklerin haklarını savunmak için murahhas tayin olunduğu haber verilmişti.

220 “Trakyalı Rumların Muhtırası”, 24 Mart 1919. 221 Yeni Gün imzalı, “Eyvah ki”, 27 Mart 1919. 222 Yunus Nadi, “Umumi Sefalete Çare”, 14 Mart 1919.223 “İstanbul’u Kıvrandıran Afetler”, 27 Mart 1919.

75

Haberde, “Kürt davası”nın Türk davasından ayrı tutulamayacağı ve Şerif Paşa’nın “her iki

necip kavmin hukuk-u mukaddesesini müdafaa edeceğinin aşikâr olduğu” belirtilmiştir.224

İttihatçıların tutuklanması devam etmektedir. Bursa Valisi Hazim Bey, İttihat ve Terakki

murahhası Binbaşı Aziz Bey tutuklanmış ve Divan-ı Harb-i Örfiye sevk edilmişlerdir225.

Öte yandan yeni Maarif Nazırı tarafından yapılan yeni düzenleme, darülfünun

öğrencilerini memnun etmemiştir. “Bilhassa Edebiyat Fakültesi’nin Edebiyat Bölümü

Müderrisi Halid Ziya, Şerif, Ali, Ekrem, İbrahim Necmi, Ferid, Necib Asım Beyler gibi en

kıymettar ve en mümtaz müderrislerinden mahrum olduklarından dolayı” üzgündürler.

“Nazariyat-ı edebiye, asar-ı edebiye-i tedkik” gibi en önemli dersler “talebe efendilerde

edebiyat şubesinin artık hiçbir ehemmiyet-i ilmiyesi kalmadığı fikrini” doğurmuş ve bu

derslerin geri alınmaları için imza toplamışlardır.226

Yunus Nadi, hakkında çıkarılan tutuklama kararının ardından saklanmaya başlamıştır.

Dolayısıyla 28 Mart 1919’da yayınını durdurmak zorunda kalan gazete, ülke koşulları

nedeniyle ve kapatılan gazetenin başka bir adla çıkamayacağına dair Hükümet kararıyla

11 Ekim 1919 tarihine kadar yayınlanamamıştır. Yunus Nadi’nin oğlu Nadir Nadi’nin

anlattığına göre babası, yakalanmış olsa Malta’ya sürülecektir. Ani bir baskın sonucu

matbaadan kaçmayı başarmış ve saklandığı apartman dairesinin servis kapısından onu

Ermeni kapıcı Kalust Efendi kaçırmıştır. (Nadi 1965: 146) Nadi’nin saklandığı günlerde

Osmanlı İmparatorluğu toprakları her gün yeni bir gelişmeye sahne oluyor, ülke gittikçe

karışıyordu. 28 Mart 1919’da İtalyanlar Antalya’yı işgal etmişler, iki gün sonra Paris Barış

Konferansı’ndaki komisyon İzmir ve çevresini Yunanlılar’ a vermiştir. 30 Mart 1919’da

Damat Ferit, Sultan Vahdettin’le beraber hazırladığı bir barış planını Amiral Calthorpe’a

sunmuştur. “Türkiye’nin ecnebilere karşı bağımsızlığını ve memleket dâhilinde sükûnu

temin etmek için” İngiltere’nin 15 yıl boyunca Türkiye’yi mandası altına almasını teklif

ediyordu.227 İngiltere ise, Anadolu hareketinin başarıları açıkça ortaya çıkana kadar,

Sultan’la fazla bir yakınlık kurmamıştı. (Jaeschke 1991: 5, 6) Akşin, İngiliz arşivlerinden

bulduğu bu planı yorumlarken Vahdettin’in selefleri gibi toprak uğruna bağımsızlıktan

224 “Şerif Paşa Kürt Heyet-i Murahhasası Reisi”, 27 Mart 1919. Aynı haberde verilen bilgiye göre Hariciye Nezareti ve Şurayı Devlet riyasetinde bulunmuş Said Paşa’nın mahdumu olan Şerif Paşa, Galatasaray Sultanisi ve Paris’teki bir askeri okulda eğitim gördükten sonra hariciye mesleğine girmiş ve Stockholm sefaretinde bulunmuştur.225 “Tevkifat Etrafında”, 27 Mart 1919. 226 “Darülfünun Teşkilatı Meselesi”, 27 Mart 1919. 227 İngiltere, her vilayete birer İngiliz başkonsolosu tayin edecek ve bu konsoloslar 15 yıl boyunca vali nezdinde müşavirlik yapacaklardı. Vilayet Belediye Meclisleri ve seçimleriyle parlamento üyelerinin seçimi İngiliz konsoloslarının kontrolleri altında yapılacaktır. Maliyeyi de denetimi altında tutacaktı. Fakat tüm bunlara rağmen, nasıl olacaksa, Padişah İmparatorluğun dış politikasını yürütmekte mutlak şekilde serbest olacaktı. Gothard JAESCHKE, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, Çev.: Cemal Köprülü, Ankara, TTK, 1991, s. 5.

76

vazgeçtiğini söyler. Ona göre Erzurum Kongresi’ndeki demokratik ulusçu hareketin

sarayla arasındaki –görüş değil- zihniyet ve çağ farkı da burada ortaya çıkıyordu (Akşin

2000: 81).

Uzun süredir saklanmakta olan Nadi’nin kurtulma ümidi bir gün eşinin getirdiği haberle

artar. Buna göre “Filozof” Rıza Tevfik Bey, Dâhiliye Nazırı Mehmet Ali Bey’le görüşmüş

ve Nadi’ nin serbestçe işini yapabileceğini iletmiştir. Matbuat Cemiyeti’ nde kararlaştırılan

buluşmaya giden Nadi, burada Rıza Tevfik yerine polislerle karşılaşır. Rıza Tevfik az

sonra gelerek olayları yatıştırmaya çalışsa da polisler Nadi’yi tutuklamak konusunda ısrar

eder. Ne Dâhiliye Nazırı ne Polis Müdürlüğü’ne de Divan-ı Harb-i Örfi’nin Nadi hakkında

olumsuz bir yargıya varamaması, onu 1919’un Nisan ayının ortalarında Bekirağa

Bölüğü’ne gönderilmekten kurtaramaz. Nadi burada Hüseyin Cahit Yalçın, Ağaoğlu

Ahmet Bey, Salah Cimcoz, Fethi Okyar gibi kişilerle bir arada bulunmuştur. Hapishane

yönetimi Ziya Gökalp, Mithat Şükrü Bleda, Kara Kemal, Maarif Nazırı Şükrü Bey gibi –

herhalde daha tehlikeli gördüğü- bazı kişileri ise diğerlerinden ayrı tutmuş, aralarında bir

plan yapma olasılığını engellemeye çalışmıştır. Fakat yine de Enver Paşa’nın amcası

Halil Paşa ve Küçük Talat (Muşkara) kaçmayı başarmışlardı.228 Nadi’nin mahkûmiyet

günlerinin tek ümit ışığı, Mustafa Kemal’in Fethi Bey’e yaptığı ziyaretlerdir. Fethi Bey’le

yatak komşusu olan Nadi, her görüşme sonrasında Fethi Bey ile Mustafa Kemal’in

planlarına ilişkin bilgiler almıştır. Son ziyaretinde Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçme

kararı alması, “her saati bir gün ve her dakikası bir saat” gibi geçecek olan üç günlük

azaplı bir bekleyişin de başlangıcıdır (Böke 1994: 77 – 79) 30 Nisan’da Mustafa Kemal

Paşa, 9. Ordu Müfettişliği’ne atanmıştı. 14 Mayıs 1919’da Calthorpe İzmir limanındaki

İngiliz donanmasının komutanı olarak Ferit’in atadığı vali Kambur İzzet Bey’e sabahleyin

verdiği notayla İzmir tabyalarının İtilaf kuvvetlerince işgal edileceğini bildirdi (Akşin 2000:

71, 72, 73; Avcıoğlu 1995: 20). Mütareke’yi genellikle sessizlikle karşılayan İstanbul

basını, İzmir’in işgaliyle bir dönüm noktasına gelmişti. (Varlık 1985: 1204; Kabacalı 1990:

101). Sonraki dönemde işgal kuvvetleriyle işbirliği içinde olan İstanbul hükümeti ve

merkezi Ankara’da bir TBMM Hükümeti olmak üzere iki kutup oluştuğunda basın da

İstanbul ve Anadolu basını olarak iki merkezde gruplaşmıştı. İstanbul’da yayınlanan bazı

gazeteler Anadolu hareketini desteklemekle beraber Osmanlı Hükümeti’nin 5 Şubat 1919

228 Nadi anılarında Bekirağa Bölüğü’nde yaşamın hayal kırıklığı yaratacak derecede sıradan olduğunu belirtir. Sözde ülkenin aydınları sayılan bu kesimin pasif bir tutum, bir rehavet içerisinde olduğunu gözlemlemiştir. Bu kesim Nadi için “garip bir inhilal ve izmihlal manzarası arz ediyordu.” Çeşitli oyunlar oynayarak vakit geçiren tutukluların satranç ustalığı yarışı yaptığını yazan Nadi, “demokratlar alayının” ise “böyle yüksek oyunlarla pek alakaları olmadığını, vaziyet ve maişet endişesi ve hatta vatan fikir ve endişesinin bu yerlerde daha çok hakim göründüğünü” vurgulamıştır. Böke, a.g.e, s. 76.

77

tarihli kararnamesiyle kurulan ve işgal kuvvetlerinin buna eklenen sansürü yüzünden

istedikleri gibi yazamıyorlardı. (İnuğur 1978: 317)

15 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal, Samsun’a gitmeden önce229 veda etmek için Babıâli’

ye gittiğinde buranın alt üst olduğunu gördü. Yunanlılar İzmir’e çıkmıştı. (Akşin 2000: 71)

İşgal günü Sadrazam Damat Ferit Paşa bile Yüksek Komiser Yardımcısı Amiral Webb’e

verdiği notada Osmanlı Hükümeti’nin İtilaf Devletleri ordularının işgaline karşı

çıkmayacağını ama bir Yunan işgaline de asla razı olmayacağını söylemiştir. Daha

sonrasında da 22 Mayıs 1919’ da İtilaf Devletleri Yüksek Komiserleri’ ne verdiği bir başka

notada Yunanlılar’ ın yerine kendilerinin gelmelerini istedi (Avcıoğlu 1995: 20 – 21).

İzmir’in işgali beklenmeyen bir olay değildi.230 İzmir ve çevresindeki Rumlar,

Yunanistan’ın sistemli bir politikayla uzun süredir planladığı bu işgali beklemekteydi.

İstanbul’da ve Anadolu’da İtilaf Devletleri’nin işgallerine bir dereceye kadar direnen fakat

sükûnetini de aynı oranda koruyan Türk halkı, Yunanlıların işgali karşısında aynı sükûneti

göstermedi. Ülkenin dört bir tarafında fakat özellikle işgal altındaki başkent İstanbul’da,

işgal güçlerine aldırmadan mitingler düzenlenmeye başlandı.231 Avcıoğlu, İzmir’in

Yunanlılar tarafından işgaline kadar memleket bir hayal âleminde yaşatıldığını ve

gerçekte Türkiye’ nin idam fermanı olan Mondros Mütarekesi’nin kamuoyuna bir başarı

olarak sunulduğunu söyler. Mütarekeyi imzalayan Rauf Orbay’ın bilgilendirdiği İstanbul

basını mütarekeye övgü düzmekte yarışır (Avcıoğlu 1995: 15). Yunanlılar İzmir’in

işgalinden sonra basına sansür koydular. Yunan işgali aleyhinde yayın yapan gazeteler,

Yunanlıların bildirilerini yayınlamak zorunda kaldı. İzmir İşgal Kuvvetleri Komutanı İzmir

gazetelerini Yunan gazeteleri gibi kullanmış, yasaklama ve sınırlamaların gazetelerde yer

almasını sağlamıştı. 25 Mayıs 1919 tarihli, gazetelerde yayınlanan emriyle, Türkler’ in

izinsiz toplanma, yolculuk yapmaları yasaklanmıştı. İşgal sonrasında kurulan Kuvayı

Miliye teşkilatlarının çalışmalarıyla ilgili bilgiler sansür nedeniyle gerektiği gibi

verilememişti. Hatta Kuvayı Milliye’nin çalışmaları haydutluk olarak gösterilmek zorunda

kalınmıştı (Özkaya 1989: 7, 8).

229 Mustafa Kemal’in hangi görevleri yerine getirmek üzere Samsun’a gönderildiğinin ayrıntılı bir açıklaması için bknz.: Türk İstiklal Harbi İkinci Cilt Batı Cephesi Birinci Kısım, Ankara, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Genelkurmay Basımevi, 1999,87, 88. 230 İzmir’in işgaliyle ilgili daha ayrıntılı bilgi için bakınız Turan, Mustafa, “İzmir’in Yunanlılar Tarafından İşgali”, Türkler Ansiklopedisi, Kemal Çiçek (ed.) , c.15, Ankara, 2002, s.756 – 765.231 İzmir’in işgalinden sonra yapılan mitingler hakkında daha fazla bilgi için bknz.: Mehmet Şahingöz , “Milli Mücadelede Protesto ve Mitingler”, Türkler Ansiklopedisi, Kemal Çiçek (ed.), c.15, Ankara, 2002 , s.726 – 745 ; Akdağ , Ömer , “İstiklal Savaşı’nın İlk Safhasında Mitingler” , Türkler Ansiklopedisi , Kemal Çiçek (ed.), c.15 , Ankara , 2002 , s.745 – 756.

78

23 Mayıs 1919’da Halide Edip’in ünlü nutkunu okuduğu ve İstanbul’daki en büyük miting

olan Sultanahmet’te yapıldı. 26 Mayıs 1919’da Damat Ferit, meclis olmadığından Şurayı

Saltanat’ı topladı. İzmir’in işgali sonrasında meclissiz bir yönetimin sakıncaları ve

sorumlulukların şiddeti açıkça ortaya çıkmıştır. Veliaht Abdülmecit’in önerisine uyan

Vahdettin, bir yüce saltanat meclisi toplanmasını irade etti. Asıl amaç danışmacı bir

toplantı ile sorumlulukların bölüşümünü sağlayıcı bir Meşrutiyet gösterisi idi. Yıldız

Sarayı’nda toplanan topluluk hükümet üyeleri, yüksek devlet memurları yanında,

Darülfünun, İlmiyeciler, ticaret odaları, basın ve siyasal partilerin ve cemiyetlerin

temsilcilerinden oluşmuştur. Milli Kongre, Vilayat-ı Şarkiye ve Adana Müdafaa-i Hukuk

Cemiyetleri, Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Hürriyet ve İtilaf Fırkası ve

uydusu Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti de birkaç delegeyle katılmışlardır. Bu tablo

karşısında Şurayı Saltanatın mütareke çoğulculuğunu temsil ettiği söylenemez. Ortak bir

görüşte birleşildi: devletin kaderi seçimle kurulmamış bir heyete bırakılamazdı. Bir milli

meclisin kurulması şarttı. Vahdettin de bu tür bir meclisin kurulmasından yanaydı.

Şuranın dağılmasından sonra meclisin oluşumuyla ilgili görüşlerin somutlaştırılmasını

istemiştir. Gelen cevaplar sayıca kalabalık bir Mecliste birleştikleri için padişahı

kuşkulandırmıştır. Çünkü vilayetlerden gönderilecek üyeleri de kapsaması istenen böyle

bir organ İttihatçıları yeniden işbaşına getirebilirdi. Sorun Damat Ferit Paşa kabinesince

kurulacak bir komisyona havale edilerek uyutulmuştur. Şurayı Saltanat meclissiz bir

dönemin nabız yoklaması olmuştur (Tunaya 2004: 13, 14). Burada Hürriyet ve İtilaf

temsilcisi Sadık Bey, büyük bir devletin koruması altına girmek gerektiğini söyledi. Saray

ve Hİ İngilizlere sığınmanın yandaşlığını yaparken, kimi meşrutiyetçi çevreler demokrattır

diye ABD’ye sarılıyorlardı. Darülfünun toplantısında ise yaklaşık 4000 kişi katılmıştı.

Toplantıyı Besim Ömer Paşa açmış, Rıza Tevfik ve bazı öğrenciler de konuşmuştur. Bir

protesto yazılır ve toplantı böyle son bulur (Gökbilgin 1959: 88- 89).

28 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa Havza’dan bir genelge yayınlayarak, İzmir ve

Manisa’nın işgalini protesto etmek için “büyük ve heyecanlı” mitingler yapılmasını istedi.

Ankara bu çağrıya uyan ilk şehirlerden biri oldu. 3 Haziran’da bazı komutan vali ve

mutasarrıflara Ferit’in barış konferansında ülkenin çıkarlarını temsil edemeyeceğine dair

bir genelge gönderdi. Bu genelge sadece güvenilen 11 kişiye gönderilmiş olsa da M.

Kemal bunun gizli kalmayacağını biliyor ve bu davranışıyla bayrak açmış oluyordu. 8

Haziran 1919’da İngilizler, M. Kemal ve arkadaşlarının gidişine razı olmalarından ötürü

pişmanlık duymuş ve geri çağrılmalarını istemişlerdir. Hükümet M. Kemal’in geri

dönmesini emretti. Bu şekilde hükümetle mücadele başladı. (Akşin 2000: 75) 10 Haziran

1919’da M. Kemal bir genelge daha çıkarttı. Bunda çeşitli Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i

79

İlhak Cemiyetleri’ nin kendisine ulusal mücadele hareketinin önderliğini teklif ettiğini ve

kendisinin artık bu yola baş koyduğunu bildirdi. Aynı gün bazı komutan arkadaşlarını

Amasya’ya toplantıya çağırdı ve kendisi de Havza’ya geçti (Akşin 2000: 75). Mondros’tan

sonra İstanbul’un Müttefiklerle ilk teması Türkiye için henüz bir barış antlaşması taslağı

formüle edilmemiş olmasına rağmen, 17 Haziran 1919’da bir Osmanlı delegasyonunun

Paris Barış Konferansı’nda Onlar Konseyi’ne katılmasına izin verilmesiyle gerçekleşti.

Konseyde delegasyon başkanı Sadrazam Damat Ferit Osmanlının bütünlüğünü savunan

bir konuşma yaptı (Oran 2004: 118). 19 Haziran 1919’da Amasya toplantısı başladı. M.

Kemal dışında Ali Fuat (Cebesoy) (20. KO Komutanı, Ankara); Refet Bey (Bele) (3.KO

komutanı, Sivas) ve Rauf Bey (Orbay) bulunuyordu. (Akşin 2000: 75) 21 Haziran’da

Amasya kararları oluştu: Vatanın bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığı tehlikededir. Ve

hükümet sorumluluklarını yerine getirmemektedir. Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azim

ve kararlılığı kurtaracaktır. Erzurum’ da bir kongre toplanacaktır (Akşin 2000: 75, 76). 22

Haziran 1919 Amasya Tamimi yayınlandı ve ülkenin dört bir yanına gönderildi. Kararların

son iki maddesi, özellikle 6. madde tamimde yer almamış ve gizli tutulmuştu. Tamime

göre yurdun bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikeydi. Silah ve cephane elden

çıkarılmayacaktı; bir yerin işgale uğraması sadece orayı değil tüm orduyu ilgilendirecekti.

Yani hükümetin bu yöndeki kararlarına karşı gelinecekti, yapılan atamalar geçersiz

sayılacaktı. Ordu bir bütün halinde davranacaktı. (Akşin 2000: 76).

Fransızlar Yunanlıların İzmir’e çıkarılmasıyla ileri gidildiğini düşünüyorlardı. Hindistan

halkı da hoşnutsuz olmuştu. Bu nedenle diğer müttefiklere tanınmamış olan bir hak

Osmanlı’ya tanındı, gelip görüşlerini Paris Barış Konferansı’nda açıklayacaklardı.

Haziran’da Damat Ferit Paris’e gitti. Burada Toros Dağları’ndan Türklüğün sınırı diye

bahsetti. Arap ülkeleri üzerinde iddialarda bulundu. İttihatçılar için Bolşeviklerden daha

kötü olduklarını söyledi. Ermeni tehcirindeki ölü sayısını o sırada Ermenilerin ileri

sürdüklerinden bile çok olarak açıkladı. Fransızlar, gelecekteki muhtemel bir Alman

intikam saldırısı karşısında İngiliz desteği arıyorlar ve bunun için onların pek çok

taleplerini yerine getiriyorlardı. Sykes Picot’la elde ettikleri Musul’un bile İngilizlerce

işgaline ses çıkarmadılar. Şimdi de Lloyd George’un isteği üzerine Fransız Başbakanı

Clémenceau, Damat Ferit’e hakaret dolu sert bir cevap verdi. Ve Osmanlı, Paris

heyetinden kovuldu (Akşin 2000: 77).

8 Temmuz’da Mustafa Kemal, Ordu Müfettişliğinden çekildi. (Jaeschke 1991: 5) 18

Temmuz 1919’da Barış Konferansı’nda “kantarın topuzunu kaçırdıklarını düşünen” İtilaf,

iki karar aldı: Yunan işgalinin sınırları yeniden saptanacaktı. Bir de Osmanlı’nın Yunan

80

zulmüyle ilgili iddiaları araştırılacaktı. Uygulanmasında İstanbul’da ABD Yüksek Komiseri

Amiral Bristol başkanlığında bir İtalyan, bir Fransız ve bir İngiliz subayından oluşan bir

komisyon kuruldu. Komisyon Ege’ye giderek herkesi dinledi ve 15 Mayıs öncesinde

Rumlara herhangi bir baskı uygulanmadığını Yunanlıların asayişi sağlayacak bir güç

olarak değil, bir işgal ordusu gibi davrandığını saptayan bir rapor hazırladılar. Ama

görüşmeler üzerinde hiçbir etkisi olmadı. (Akşin 2000: 77) 2 Temmuz 1919’da Padişah,

M. Kemal’e çektiği telde 2 ay hava değişimi izni kullanmasını istiyordu. Bu sırada resmi

işlerle meşgul olmayacaktı. Bu çözüm M. Kemal’ in de aklına yatmışken 8 Temmuz’da

gelen tel, onun görevinden azledildiğini bildiriyordu. O da askerlikten istifa etti. (Akşin

2000: 78).

10 Temmuz 1919’da Erzurum Kongresi232 toplandı. M. Kemal kongre sonrası 3 hafta

kadar bu kentte kaldı. (Akşin 2000: 78, 79) 11 Ağustos 1919’da İstanbul Hükümeti

Ankara’da milli mücadele lehine çalışmalar yürüten Ali Fuat Paşa İstanbul’a çağrıldı. 15

Ağustos 1919’da Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa Anadolu’daki Kuvayı Milliye’yi

dağıtmak amacıyla kabineye girmişti. (Şimşir 1988: 114). Bu şekilde komutanlar ancak

İstanbul’daki nezaret aracılığıyla şifreli haberleşeceklerdi. Böylece İstanbul, milli hareket

önderlerinin yazışmalarını kontrol edebilecek ve hareketi engelleyip dağıtabilecekti. Fakat

Ali Fuat Paşa, bu karara karşı durarak, Harbiye Nazırı’nın emrini geri almasını sağladı.

Ardından ayın 29’unda Ali Fuat Paşa görevden alındı. (Selek 2000: 272)233

4 Eylül–11 Eylül 1919 tarihleri arasında ise Sivas Kongresi yapıldı. Kongre başkanlığına

M. Kemal getirildi. Az katılım neticesinde yeni bir kongre toplanması kararı alındı. Fakat

gelişen olaylar karşısında kongre o kadar başarılı geçti ki Büyük Anadolu Kongresi’ne

gerek kalmadı. Yunan işgalinin yarattığı şokla meşrutiyetçi kesimde ABD mandacılığı

düşüncesi tutunmaya başlamış ve bazıları da kongreye bu fikirle gelmişlerdi. (Akşin 2000:

82, 83).234 Sivas Kongresi’nde ARMHC’nin Heyet-i Temsiliyesi seçildi. Heyet-i Temsiliye

232 Erzurum Kongresi kararları : (23 Temmuz - 7 Ağustos 1919) 1) Vilayat-ı Şarkiye, Müdafaa-i Hukuk-u Milliye ve Trabzon Muhafaza-i Hukuk-u Milliye Cemiyetleri birleştirilerek Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulmuştur. 2) Doğu Anadolu bir bütündür. Tüm Müslümanlar kardeştir. Her türlü işgal ve müdahale Rumluk ve Ermenilik kurmak amacına yönelik sayılacaktır. 3) Hıristiyanların önceki haklarına saygılı olunacak fakat siyasal egemenliği ve toplumsal dengeyi bozacak yeni ayrıcalıklar tanınmayacaktı. 4) Mondros Bırakışması’yla belli olan sınırlar içinde milliyet esaslarına uyan ve istilacı, işgalci olmayan her devletin yardım talepleri memnunlukla karşılanacaktır. 5) Hükümet baskısı sonucu Doğu Anadolu’ yu terk ve ihmal zorunda kalınırsa geçici bir yönetim kurulacaktır. Osmanlı hükümeti dağılırsa direnme yoluna gidilecektir. 6) Bu İttihatçı bir hareket değildir. Seçimler en kısa zamanda yapılıp Mebusan Meclisi toplanacaktır. ( AKŞİN: 2000; 79)233 Erzurum Kongresi ile ilgili daha fazla bilgi için bknz.: Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, c.1, İstanbul, Kastaş Yayınevi, 2000, 284 – 286. 234 Sivas Kongresi (4 Eylül 1919 – 23 Nisan 1920) ile ilgili daha fazla bilgi için bknz. : Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, c.1, İstanbul, Kastaş Yayınevi, 2000, 293–295.

81

yaklaşık dört ay boyunca Sivas’ta kaldı, ulusal hareket buradan yönetildi. Ali Fuat Paşa

Batı Anadolu Kuvayı Milliye Komutanlığı’na atandı (Şimşir 1988: 122). Kongrenin bir

kararına göre işgale karşı düzenli ordu değil, Kuvayı Milliye karşı çıkacaktı. Bu sayede

bırakışmayı bozma suçlamasından kurtulmuş olunacaktı. (Akşin 2000: 83).

Kongre başladığı sırada hükümet kongreye karşı planlar kurmaktaydı. Harput Valisi olan

Ali Galip Malatya’ ya gelmiş ve İngiliz Binbaşısı Noel’le buluşmuştu. Ali Galip, Kürt

aşiretlerinden 150 kadar atlıyla Sivas’ı basacak ve vali olacaktı. Baskının etkili olması için

Ankara Valisi Muhittin Paşa harekete geçirilmişti. Ali Galip karşılığında askeri paşalık ve

para istiyordu. Bunun için İstanbul’la telgraflaşıyordu, ama hat Sivas’tan geçiyordu ve

durum telgrafçıların dikkatini çekmişti. Devlet şifresi kullanılarak çekilen teller, Sivas’ta

çözülebilmişti. 7 Eylül’de M. Kemal durumdan haberdar oldu. Muhittin Paşa yakalandı. M.

Kemal durumu 9 Eylül’de kongreye bildirdi. Tepki büyük oldu. Padişaha yazılan yazıyla

Damat Ferit’in yaptıkları anlatılarak, görevden alınması istendi. Fakat gelen cevapta bu

mektubun padişaha sunulmayacağı bildirildi. Böylece durumdan habersiz olan padişah

kimseyi görevden almak zorunda kalmayacak ve hükümet olduğu yerde kalacaktı.

Böylece alınan kararla İstanbul’la resmi telgraflaşmaya son verilecek başkent yerine

Sivas geçecekti. Ülkenin dört bir yanına gönderilen telle bildirildi. 3 hafta süren Sivas-

İstanbul mücadelesi boyunca tüm komutanlar Sivas’tan yana oldular. Karara muhalefet

eden Trabzon, Konya valileri ve Eskişehir mutasarrıfına karşı zor kullanıldı. Çabaları

sonuç vermeyince 30 Eylül’de Ferit istifa etti. Erzurum’da alınan kararlar aynen

benimsendi ve yurt ölçüsünde bir örgüt kuruldu: Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Cemiyeti. Yönetim kurulu işleviyle başkanı M. Kemal olan bir Heyet-i Temsiliye

oluşturuldu (Akşin 2000; 83, 84). Milli Mücadele aleyhinde yayın yapan basın, Padişah ve

taraftarları, azınlıklar gibi tehditlere ve bunların yaptığı propagandalara karşı, M. Kemal

doğal olarak basını önemsemek zorundaydı (Özkaya 1989: 27).

1 Ekim’de Damat Ferit Paşa hükümeti istifasını sundu ve ertesi gün ARMHC açısından

“zararsız” olarak görülen Ali Rıza Paşa kabinesi, İngilizlerin de onayıyla kuruldu. Bugün

Mustafa Kemal, Heyet-i Temsiliye’nin aldığı kararla İstanbul Belediyesi ve halkına

yayınladığı bildiride Damat Ferit Paşa hükümetinin yurdu felaketlere sürüklediğini anlattı.

(Sarıhan 2002: 142) Anadolu hareketinin sözcüsü ve lideri konumundaki M. Kemal,

hükümetten Erzurum ve Sivas Kongresi kararlarının tanınmasını ve Barış Konferansı’na

milli davayı benimsemiş kişilerin gönderilmesini isteyeceklerini çektiği telgrafla, tüm

şehirlere, bağımsız livalara, Merkez Kurulları’na, belediye başkanlarına, Müdafaa-i Hukuk

Cemiyetleri başkanlarına ve İstanbul Hükümeti’ne bildirdi. Ardından İstanbul’la telgraf

82

trafiği başladı. Bu trafiğe Yunus Nadi de dâhil oldu. Harbiye Bakanı Cemal Paşa Nadi’yi

çağırarak Temsil Kurulu’nu yumuşatmasını istedi. Nadi bunu ve eski idarecilerden bir

kısmının cezalandırılması isteğinden vazgeçilmesi gerektiğini Mustafa Kemal’e iletti. M.

Kemal ise isteklerinin kabul edilmemesi halinde İstanbul’la bağlantının açılmayacağını

söyledi. (Sarıhan 2002: 144, 150)

7 Ekim 1919’da imzalanan İntihab-ı Mebusan Kararnamesi gereğince genel seçim aralık

ayının ilk yarısında yapılmıştır. (18 Kanunu evvel 1919) Çoğunluğu Müdafaa-i Hukukçu

bir meclise vücut vermiştir. 12 Ocak 1920’de Meclis-i Umumi (Osmanlı Parlamentosu)

İstanbul’da çalışmalarına başlamıştır. Ve kısa bir süre sonra Misak-ı Milli beyannamesini

ilan etmiştir. (Tunaya 2004: 14) 7 Ekim’de yayınlanan gazetelerde Ali Rıza Paşa

kabinesinin bildirisi yer aldı. Bildiriye göre hükümet hiçbir partiye bağlı değildi ancak

hepsinden de destek bekliyordu. Wilson ilkeleri gereğince devlet birliğinin korunmasına

çalışacağını belirten hükümet, “Büyük devletlerin insaflı duyguları ve gerçekten gittikçe

belirmekte olan Avrupa ve ABD kamuoyunun ılımlılığı da güven verici” diyordu. (Sarıhan

2002: 152) 7 Ekim 1919’da Cemal Paşa’yı M. Kemal Paşa hazretlerine hitaben

hükümetin kendisiyle görüş birliği içerisinde olduğunu ve ulusal iradenin egemenliğinin

kabul edildiğini belirten telgrafı göndermesini sağlayarak görevini yerine getirmiştir.

Ardından gelen yumuşama dönemi İstanbul ile Anadolu temsilcileri arasında Amasya

görüşmelerinin yapılması ve Meclis’ in açılması konusuna hız verilmesi gibi bir sonucu

doğurmuştur. İşte bu olaylardan birkaç gün sonra da Yeni Gün yeniden yayın hayatına

başlamıştır.

83

II.3) YENİ GÜN’ÜN YAYIN HAYATINA DÖNÜŞÜ (11 EKİM 1919–15 MART 1920)

Yeni Gün, Ali Rıza Paşa hükümetinin Damat Ferit döneminden kalan bürokrasiyi tasfiye

ettiği, Harbiye Nazırı Cemal Paşa ve M. Kemal arasında yazışmaların sıklaştığı ve

İstanbul Hükümeti ile Heyet-i Temsiliye ilişkilerinin normale dönmeye başladığı bir

dönemde, 27 Mart 1919’daki 203’üncü sayısının ardından, yaklaşık 6,5 aylık bir aranın

ardından 11 Ekim 1919 tarihli nüshasıyla yayın hayatına döndü ve İstanbul’un işgal

altında olduğu 16 Mart 1920- 20 Mart 1920 günleri hariç, 12 Nisan 1920’ye kadar da

yayına devam etti. Bugün Ali Rıza Paşa göreve başlaması nedeniyle Amiral de Robeck’i

ziyaret etmiş, “kabine üyelerinin Türkiye’nin harbe girmesi olayını tasvip etmedikleri ve bu

hareketi Büyük Britanya ile arada mevcut ananevi dostluğun tabii olmayan bir ihlali olarak

telakki ettiklerini” bildirmiş ve “bir İngiliz yardımı” talep etmişti (Jaeschke 1991: 9).

Bu dönemde Yeni Gün çok açık bir şekilde Anadolu hareketini desteklemektedir. Bu

sayıda logonun altında yer alan yazı şudur: “Mustafa Kemal Paşa diyor: ‘Padişahımız bile

beyanname-i hümayunlarında teşkilat-ı Milliye’nin münhasır asbab-ı milliyeden münbais

olduğunu beyan buyurmuşlardır.” 235 Uzun bir aradan sonra yayınlanan ilk sayıda, o

sırada Sivas’ta bulunan Mustafa Kemal’le 10 Ekim 1919’da yapılmış bir röportaja yer

verilmesi kanaatimizce çok anlamlıdır. Gazetenin Sivas muhabirine verdiği demeçte

Mustafa Kemal, Anadolu hareketinin, dışarıda İtilaf kuvvetlerinin içeride ise İstanbul

Hükümeti’nin millete verdiği zararlara karşı ortaya çıktığını, İttihatçı bir karakterde

olmadığını, azınlıklara düşmanlık beslemediğini ifade ediyordu.

Heyeti Temsiliye ile beraber şehrin en büyük binalarından birinde kalmakta olan Mustafa

Kemal Paşa, Mütareke’den sonra halkın haksız muamelelere maruz kaldığını ve

“hükümet-i sabıkanın bu taarruzat esnasında adeta Yunanlılarla teşrin-i mesai eder gibi

hareket ettiğini” söylemiştir. Bu durum, ülkenin her yerinde yerel halkların müdafaa-i

milliye cemiyetleri kurmalarıyla sonuçlandı. Bu cemiyetlerin ne şekilde ve neden

birleştiğini anlatan yaklaşık 20 satırlık bir bölüm sansüre uğramıştır. Sansürlenmiş

kısımdan sonrası şöyle devam eder: “ …bütün millet İttihatçılıkla itham edilmiş olur. Fazla

olarak gerek şimdiye kadar neşr ettiğimiz beyannamelerle ve gerekse umumi kongrede

235 Gazetenin bilgileri şöyle verilmiştir: Her gün sabahları neşr olunur, edebi, ilmi, siyasi Türk gazetesidir. Sahib-i imtiyaz ve Sermuharriri: Yunus Nadi. Nüshası her yerde 2 kuruş.

84

kabul edilen yemin suretiyle, hiçbir fırkaya mensup olmadığımızı ve İttihatçılıkla alakamız

bulunmadığını kâinata ilan ettik. Hatta zat-ı şahane bile son beyanname-i

hümayunlarında teşkilat-ı Milliye’nin münhasıran esbab-ı milliyeden mütevellid olduğunu

ilan buyurmuşlardı. Fakat Ferit Paşa hükümeti yalnız milleti değil (sansürlenmiş bir

cümleden sonra şu geliyor) Tan gazetesi muhabirine Anadolu hareketinin İttihatçı

tahrikâtından mütevellid olduğunu söyledi. Artık böyle bir iddiaya nasıl ehemmiyet

verilebilir? Hatta son zamanda Bolşevikliği de aleyhimizde bir silah gibi kullanmak isteyen

Ferit Paşa, Trabzon ve Samsun’dan Anadolu’ya akın akın Bolşevikler geldiğini de

vilayetlere resmi telgraflarla tebliğ ederek ilan etmek garabetinde bulunmuştu.” Ardından

muhabirin, Teşkilat-ı Milliye’nin gayrimüslimler aleyhinde bazı girişimlerde bulunulduğu

yolundaki haberlerin doğru olup olmadığını sorusuna verdiği cevap, daha ilk cümlenin

yarısından kesilmiş, sansürlenmiştir. Devamında, bazı kişilerin bu tür girişimlerde

bulunduğunu, fakat Türk halkının sağduyululuğu ve sükûneti sayesinde sonuç elde

edemediklerini söylemiştir. Ardından gelen paragraf da sansürlenmiştir.236 Mustafa Kemal

Paşa, Anadolu’daki durumu gözlemlemek için gelen çeşitli yabancı heyetlerle temaslarda

bulunulduğunu, “uzaktan müthiş bir heyula gibi tasavvur ettikleri Anadolu’yu bilakis en

şayan-ı dikkat bir sükûn ve asayiş içinde görmekten” dolayı şaşırdıklarını, edindikleri

bilgiyi halklarına ilettiklerini ve “bu suretle bugün Avrupa ve Amerika da hakikatin inkişafa

başladığını” söylemiştir.237

Aralık ayında yapılacak seçimler kastedilerek Müdafaa-i hukuk cemiyetlerinin ve Heyet-i

Temsiliye’nin “intihabat esnasındaki vaziyeti ve tarz-ı faaliyet-i ne olacaktır?” sorusuna

cevaben Mustafa Kemal, “Cemiyetimiz bir fırka-i siyasiye değildir. Bu sebeple intihabat

esnasında ne âli-ül-umum cemiyetin ve ne de âli-ül-husus Heyet-i Temsiliye’nin doğrudan

doğruya hiçbir faaliyet ve müdahalesi olmayacaktır” demiştir.238 “Zat-ı âliniz mebusluğa

namzetliğinizi koyacak mısınız?” sorusuna ise “Eğer millet beni mebus intihap etmek

arzusunu izhar ederse kabul ederim. Fakat kendiliğimden hiçbir teşebbüste

bulunmayacağım” cevabını vermiştir.239

Ahmet Rasim, “Eşkâl-i Zaman” adlı köşesinde, gazetenin yeniden yayına başlamasını,

ülkenin genel havasını yansıtarak “Kâbus” adını verdiği makalesiyle anlatır: “Bu Yeni

Gün muhabirliği tekin değil… Havası mı ağır nedir? Geçen martın yirmi yedisinde yattım,

dün sabah:

236 “Mustafa Kemal Paşa Hazretleri İle Mülakat”, 11 Ekim 1919. 237 “Teşkilatın Ecnebilerle Münasebeti”, 11 Ekim 1919. 238 “Teşkilat-ı Milliye ve İntihabat”, 11 Ekim 1919. 239 “Mustafa Kemal Paşa’nın Mebusluğu”, 11 Ekim 1919.

85

— Kalk geliyorlar hala mı uyuyacaksın! Diye kulağıma bir ses geldi, uyandım. Fakat ne rüyalar, ne rüyalar! Bir taraftan tevkifat, divan-ı harpler teşkili, jandarma kumandanlığı, polis müdüriyet-i Umumiyesi, şehreminliği, tehcir ve taktil kanlı davaları, Hürriyet ve İtilafın (dın dın) bağırışı, bir tarafta Rum mesail-i milliyesi, Ermeni davaları, Karadeniz Rum ahalisinden Asurîlere Keldanilere hatta Museviler e varıncaya kadar cümlesinde fikr-i istiklal…(…) ‘Bize muhalefet mi, alın aşağıya İttihatçıdır’ tehditleri…” 240

Yeni Gün, dönüş sayısında başyazının yerine okuyucularına seslendiği bir yazı

yayınlayarak yeniden döndüğünü duyurmuştur. Gazete, yeniden yayınlanabilmesini

“hakkın galebesi hamiyetin ve vatanperverliğin zaferi” olarak nitelemiştir. “Hayâsız bir

kahır ve zulüm ile” gazetenin imtiyaz sahibi Yunus Nadi “takip edilmiş”, matbaası

kapatılmıştır.241 Gazete, çok fazla maddi kayba uğramış olmasına rağmen, halkın

yaşadığı maddi ve manevi zararların büyüklüğü karşısında kendi kayıplarından

bahsetmeye “dilinin varmadığını” söyler. Yine de “zararlar maddiyat dairesine münhasır

olmaktan öteye geçememiştir.” “Manen tek kılımıza bile halel getirmekten her zaman aciz

olan irili ufaklı muhasımlara” rağmen “Biz işe bıraktığımız yerden başlıyoruz, öyle de

devam edeceğiz hülasa…” diyerek, ülkedeki zor koşullara meydan okuyan bir tavır

sergilemiştir. Bu tavır, bilinçli olarak oluşturulmuş bir tavırdır. Gazetenin ilerleyen

sayılarında da görüleceği üzere Yeni Gün, bir iletişim aracı olma işlevini elinden

geldiğince yerine getirmenin yanı sıra, halkın inancını canlı tutma, halka nihai zaferin

kesin olarak kazanılacağı yolunda umut aşılamayı da kendine görev bilmiştir. 242

İkaz gazetesinde 2 Eylül 1919’de yayınlanan ve “Ferit Paşa kabinesinin derdest emrini

verdiği” Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in “yay ve arabalarla yollara dökülen Sivas

ahalisi” tarafından nasıl karşılandığı anlatan bir habere yer verilmiştir. “Hükümetin bu

zatları vatanlarını düşman istila ve işgallerinden kurtarmak istedikleri hareket-i Milliye’nin

başına geçtikleri için tevkif ettirmek istediğini bilen halk kemal-i hürmet ve samimiyetle”

onlara kucak açmıştır. Haberde Mustafa Kemal ve Rauf Bey’in “Ferit Paşa kabinesi gibi

düşünmüyor kendi yaralarını kendi sarmak kendi vefakâr vatanperver evlatlarıyla deva

bulmak istiyor” diye tutuklanmak istedikleri, halkın onları bu kararlarında desteklediği

vurgulanarak anlatılmıştır. Millet de “Ferit Paşa’nın milleti ecnebi iğfalatına kurban

edeceğini anladığı için artık hükümetten bir şey beklemeyerek silaha sarılmış ve umumi

240 “Eşkâl-i Zaman, Kâbus”, 11 Ekim 1919. 241 “Abonelerimiz”, 11 Ekim 1919. Matbaanın kapanmasından itibaren “her abonenin bizden ne kadar gazete almaya hakkı var idi ise şimdi ve bugünden itibaren kendilerine – aradaki fasıla-i inkisar hiç kaale alınmayarak – o haklarını yerine getirecek irsale-i muntazamada bulunulacaktır. Abonelikleri 6 ay 15 gün uzatılmıştır. 242 “Yedi Ay Sonra!, Muhterem kari ve karilerimize”, 11 Ekim 1919.

86

kongresini akd etmek için intihap ettiği murahhaslarını Sivas’a yollamıştı. (…) Ahali

Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey vesaire delegeleri alkışlar arasında kabul etmiş ve

kongrenin içtima edildiği mekteb-i sultani salonuna kadar kendilerine refakat

eylemişlerdir.” Akşam delegelere ziyafet verilmiş, murahhaslar, Vali Reşid Paşa, Kolordu

Komutanı Selahaddin Bey memleket eşrafı, Amerika matbuat-ı umumiye temsilcisi Mister

Brown hazır bulunmuştur. Yemekte Batı Anadolu murahhasları adına İsmail Fazıl Paşa,

Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına hoş geldin merasimi konuşması yapmış. Brown’un

yaptığı ve Rauf Bey’in tercüme ettiği konuşmasında, İstanbul’dan Sivas’a gelene kadar

Türk milletinin misafirperverliği ve çalışkanlığına şahit olduğunu, tüm imkânsızlıklara

rağmen insanların topraklarını ektiğini ve Amerikalıların Anadolu’da seyahat etmek

imkânı olsa Türkler hakkındaki “fena fikirlerinin” değişeceğine emin olduğunu söylemiştir. 243

Fransızca Antant gazetesinden naklen yayınlanan bir röportajında Hariciye Nazırı

Mustafa Reşit Paşa, “hükümetin bir fırka hükümeti olmadığının” altını çizme ihtiyacı

hissetmiştir. Hükümeti, milletin isteklerine ve “taht-ı hükümdariye istinat etmekte olan

bitaraf bir hükümet” olarak tanımlayan Reşit Paşa, barış konferansına “bütün milletin

vekâletini haiz olarak çıkmak” istediklerini söylemiştir. “Milletin arzusunu” öğrendikten

sonra Meclis-i Mebusan’ı davet etmeye karar verdiklerini açıklamış ve seçimlerin mümkün

olduğu kadar serbesti içinde gerçekleşmesi gerektiğini ifade etmiştir.244

I.) Seçim Meselesi

Avrupa ve Amerika basınının, Anadolu hareketine yönelik olarak “haksız taarruzlarda

bulunmasına” rağmen, son dönemde Anadolu’ya gelen yabancılar sayesinde, Batı

kamuoyu doğru bilgiyle tanışmaktadır. Meclis seçimlerinin yaklaşması nedeniyle Nadi,

Rumlar ve Ermenilerin seçimlere katılmayacakları söylentileri karşısında halkı seçime

katılmaya çağırmaktadır.245 Yeni Gün, yaklaşan seçimlere halkın ilgisini çekebilmek ve

katılımını sağlayabilmek için çeşitli haberler yayınlamaktadır. Haberin alt başlıkları,

seçimin hızlı ama dikkatli yapılması gerektiği mesajını vermektedir. Seçimler sonrasında

Meclis’in kısa sürede toplanarak “hal ve mevki-i irade-i milliyeyi hâkim kılacağı” ve ancak

243 “Hareket-i Milliye Etrafında”, 11 Ekim 1919. 244 “Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa’nın Beyanatı”, 12 Ekim 1919. 245 Yunus Nadi, “Türkler ve Gayrimüslimler”, 12 Ekim 1919.

87

bundan sonra yönetimin meşruiyet kazanacağı belirtilmiştir. Seçimle ilgili haberlerin

hepsinde vurgulanan ortak nokta ise, seçimin “fırka meselesi olmaktan” öte “halas ve

selamet-i vatan intihabatı” niteliğinde olduğunun tekrarlanmasıdır. Haberde, seçimin

“milletin varlığını kurtarmak meselesi” olduğu belirtilen cümlenin çok büyük harflerle

yazılmış olması da bu vurgunun fiziksel bir göstergesidir.246 Seçimlerin “kanun dairesinde

ve tamamen serbest olması” gerekliliği vurgulanmıştır. Seçim meselesi “Ne bir fırka

meselesidir ne de her hangi bir sınıfın menfaati meselesidir.” “Ne muhafazakârlık ve

hürriyetperverlik gibi bir hissiyat ve hayatı anlayış meselesidir. Ne de bir siyaset-i hariciye

meselesidir. Bilakis mesele tam ve hakiki manasıyla milletin varlığını kurtarmak

meselesidir.” 247 Gayrimüslimlerin seçimlere katılıp katılmayacağı merak edilmektedir.

Nadi, eğer katılmazlarsa bu hareketlerinin İtilaf Devletleri’nin amaçlarına hizmet etmek

olacağını ileri sürerek “Bunu neden yapsınlar? Türklerle beraber yaşamak istemediklerini

anlatmak için mi?” diye sorar. Onun bu konuya bakışı kesin ve açıktır: “Politikacılar ne

fırıldaklar çevirirlerse çevirsinler bu anasırlar beraber yaşamaya mecbur ve

mahkûmdurlar.” 248 Seçimlere katılımı sağlamak için yapılan haberlerden biri olan bu

haberin başlığı çerçeve içinde verilmiştir. Gün geçtikçe seçim haberlerinin dili

sertleşmektedir. Hatta “Rey vermekten imtina etmek Venizelos a oy vermektir”

denmiştir.249

13 Ekim 1919’da Nadi, milli hareketin gelişimini özetleyen bir yazı yazmıştır. Bundan iki

gün sonra da Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği raporu ikinci sayfasında üç sütun

üzerinden vermiştir. Nadi, Paşa’nın raporu daha önce kendisine Halep dönüşündeki

ziyareti sırasında okuduğunu belirtmekte ve raporda bir savaşın halkla birlikte

kazanılabileceği düşüncesine vurgu yapmaktaydı. Kısmen sansürlenmiş yazısında Nadi,

“Harp tarihinin en mühim vesikalarından biri olan bu raporun dikkatle okunmuş olacağını

şüphesiz saydığını” dile getirirken, “çok az eser vardır ki bu kadar mühim, bu kadar

dikkatle okunmaya layık olsun” demektedir.250 Bir başka makalesinde Nadi, son Ferit

Paşa hükümetinde “5 10 gün nazırlık edip çekilmiş olan bir zatın” kendisine Meclis-i

Vükela’da geçen bir olayı aktardığını söyler. Adı verilmeyen bu eski nazır, “Sadrazamın

Anadolu’daki teşkilat-ı milliyeye karşı asker sevki teklifini” kabul etmeyerek, “Hemen

vurup kırmak tarafını düşüneceğimize bir de işin olur tarafını tetkik edelim. Teşkilat-ı

Milliye’nin” istekleri nelerdir? (….) Sulh meselesinin bir millet meselesi olarak telakkisini

246 “Hepimizin En Büyük Düşüncemiz İntihabat, Sürat Kadar Selamet de lazımdır, Acele işe şeytan karışabileceğini de unutmayalım”, 12 Ekim 1919. 247 “İntihabat En Mühim Mesele”, 16 Ekim 1919. 248 Yunus Nadi, “Türkler ve Gayrimüslimler”, 18 Ekim 1919.249 “İntihabata iştirak etmeliyiz”, 19 Ekim 1919. 250 Yunus Nadi, “Mustafa Kemal Paşa’nın Raporu”, 16 Ekim 1919.

88

ve öyle de yürütülmesini… Biz bu fikir ile nasıl ihtilaf edebiliriz?” demiştir. Ayrıca,

seçimlerin acilen yapılmasını, barış konferansında millet iradesinin dikkate alınmasını,

vatanın bütünlüğünün korunmasını da hedeflediklerini belirtmiş, buna karşılık Damat

Ferit, seçilecek mebusların yüzde doksanının İttihatçı olacağı yolundaki endişelerini dile

getirmiştir. Nadi, Damat Ferit’in halkın değil belli bir kitlenin istekleri doğrultusunda

hareket etmek istediğini söylemiştir. Nadi, birkaç ay önce olmuş bu olayı aktarmaktaki

amacının, “sekiz dokuz aydır meclissiz bırakılan ve artık şüpheden azade bir sarahatte

katiyetle istibdada götürülmek istenilen memleketin ne gibi hasis ve sakat düşüncelere

feda olunmuş olduğunu göstermek” olduğunu belirtmiştir.251 Bir süreden beri basında

milli hareketin geçmişi ve niteliği hakkında yapılmakta olan yayınların, eksik ve kısmen

yanlış olduğu belirtilerek, doğru bilgi vermek amacıyla, hareketin nasıl başladığı, nasıl

geliştiği, ilk kongre ve ilk teşkilatlanma hakkında bilgiler verilmiştir. Haberde Mustafa

Kemal, Rauf Bey ve İbrahim Serba Bey’in klişeleri dikkat çekecek kadar büyük

basılmıştır.252 Hareketin halkın içinden doğmuş olduğuna ve amacının “milli iradeyi

milletin mukadderatında hâkim kılmak ve istiklal-i Milliye’nin zevaline mani olmak”

olduğuna vurgu yapılmıştır.253 Milli hareketin doğuşu ve gelişiminin tüm evreleri, çeşitli

başlıklar altında kısaca anlatılmıştır.254 Bu hareketin, İstanbul Hükümeti’nin tüm

suçlamalarına karşın, halkın tepkili olduğu İttihatçılık ile ilgisi olmadığının sürekli olarak

altı çizilmektedir. “Hükümet milli hareketi çürütmek için onu daima İttihatçılıkla itham

ediyor ve bu suretle milletin bağrından çıkan bir cereyanı ittihatçıların bir oyunu gibi

göstermek istiyordu. Ferit Paşa ve refikası bu oyunu sonuna kadar oynadılar.” Diğer

taraftan Erzurum Kongresi’nde katılımcılar için hazırlanmış yemin sureti yayınlanmıştır.255

Yukarıda konu edinilen tüm haberler, seçimlere hazırlık amacıyla başlatılan yayın

faaliyetinin birer ürünü olarak karşımızda durmaktadır. Anadolu hareketinin niteliği ve

İstanbul Hükümeti’nin zorlu siyasal koşullar karşısındaki pasif tavrına yönelik vurguların

dili, bunu göstermektedir.

Nadi, istibdat dönemi geçirmiş toplumların, milli iradenin önemini ve değerini daha iyi

bilmeleri gerektiğini, “zulme karşı kıyamda” ve “en tabi haklardan olan” ihtilallerde bile bir

milli iradenin var olduğunun altını çizer. Ona göre 1919 yılının son günlerinde, Türk

milletinin en önemli meselesi “seçim meselesidir.” Bu sadece bir iç mesele değildir,

251 Yunus Nadi, “Yine intihabata Dair, Teşkilat Kuvveti”, 13 Ekim 1919. 252 “Milli Hareket Nasıl Başladı ve Nasıl Muvaffak Oldu?”, 13 Ekim 1919. 253 “İrade-i Milliyeyi Hâkim Kılmak”, 13 Ekim 1919. 254 “İttihatçılık isnadı”, 13 Ekim 1919.255 “Saadet ve selamet-i vatan ve milletten başka kongrede hiçbir maksad-ı şahsi takip etmeyeceğime, İttihat ve Terakki cemiyetinin ihyasına çalışmayacağıma, mevcud fırka-i siyasiyeden hiç birinin amel-i siyasiyesine hadim olmayacağıma valla, billa……”

89

yabancı kamuoyu açısından da önemle talip edilecek ve ülke hakkında fikirlerin ne yönde

oluşacağının belirleneceği bir durumdur. Teşkilat-ı Milliye’nin amacı da ülkenin

geleceğinde milletin iradesini hâkim kılmaktır. Zira “Hükümet Perşembe günü ilan ettiği

kararname ile intihabat işindeki hüsnü niyetini göstermiştir.” Geriye kalan, halkın

seçimlere gereği gibi katılımının sağlanmasıdır.256 Dâhiliye Nazırı Şerif Paşa’dan alınan

bilgiye göre, artık gerekli hazırlıklar tamamlanmış ve seçimler başlayacaktır.257

II.) Milli Mücadele ve Yeni Gün

15 Ekim’de Nadi, Temps gazetesinin yazdıklarını yorumluyordu. Milli Teşkilatın anlam ve

mahiyetini en evvel Fransa anlayışla kabul etmişti. Tereddüde gerek yoktu. Nadi, Türkiye

için “aziz olduğu kadar önemli de olan Fransız dostluğu eski saflığı ile tecelliye başlamış

bulunuyor” diyordu. Yeni Gün bu dönemde yapılacak barış konferansıyla ilgili

haberlerinde de ülke bütünlüğüne sürekli olarak vurgu yapmıştır.258 “Zat-ı hazreti

padişahî” yabancı bir gazeteye ülkenin durumunu şu sözlerle açıklıyordu: “Hal ve vaziyet

Türkiye lehinde pek ziyade tebdil etmiştir. Zira müttefik devletler hakikati anlamaya

başlamışlardır. Avrupa nın menfaati Türkiye nin âdem-i inhilalini icab ettirir.” 259

Ahmet Rasim, kendine özgü diliyle kaleme aldığı makalesinde başlığına uygun olarak

Türklerin, azınlıklara tanıdıkları hakları “tarihi kabahatleri” olarak yorumlamıştır.

Osmanlı’nın fethettiği yerlerdeki kültürü, hiçbir unsuruyla yok etmediğini, tebaa haline

getirdikleri gayrimüslimleri dil ve dinlerinde serbest bırakarak onların varlıklarını

sürdürmelerine olanak tanıdıklarını söylemiştir.260

21 Ekim’de Yunus Nadi, Anadolu hareketine İttihatçılık damgası vurulmasına karşı

çıkıyordu. Damat Ferit’in “hükümet sandalyesini koruyamadığını”, “fakat kendisinin sabit

bir fikir şeklinde tekrar edip durmuş olduğu garip bir manevranın” bazıları tarafından

“sanki kıymetli bir meta imiş gibi hala yaşatılmakta” olduğunu söylemiştir. Bu manevra

“akıl ve mantığa muvafık vatanperverlik ve hamiyet muktezalarına mutabık olan her şeye

ve her şahsa İttihatçı damgası vurmaktan ibarettir.” Padişah bile Ferit döneminde beyan

256 Yunus Nadi, “Milletin İradesi, İntihabat Meselesi”, 12 Aralık 1919. 257 “İntihabat Etrafında”, 12 Aralık 1919. 258 “Türkiye’nin Mukadderatı, Hakikat İlerliyor Daima İlerleyecektir”, 16 Ekim 1919.259 “Beyanat-ı Hümayun”, 16 Ekim 1919. 260 Ahmed Rasim, “Türkler’in Tarihi Kabahatleri”, 20 Ekim 1919.

90

buyurduğu hümayununda “milli hareket ve teşkilatın münhasıran vatanperverlik

saiklerinden doğmuş olduğunu” söylemişken “aradan iki gün geçmeden Ferit Paşa Tan

gazetesi muhabirine vuku bulan beyanatında Anadolu’daki milli hareket ve teşkilatın

İttihatçı tertibatı olduğundan ve ittihat paraları ile yapıldığından bahsediyordu.”

“Mağribinin malı gibi dört el ile sımsıkı muhafaza edilmek istenen” bu fikir, eğer kabul

görseydi hala iktidarda olurdu. Milli hareket yeni bir savaşa girişmeden önce Avrupa ve

Amerika ile güçlü bir iletişim kurarak ülkenin halini düzeltmek ve milletin istediği gibi bir

barış yapmak amacını taşıyor.261 “Artık intihabat bir gün meselesi olmuştur. (…) Bütün

Türk ve Müslümanlar intihab sandıkları önünde yek fikir ve yek emel olarak rey

vermelidirler.” 262

Nadi, saray ve Damat Ferit Paşa’nın kamuoyu üzerinde milli harekete yönelik olumsuz

propagandasını kırmak amacıyla daha dikkatli bir dil kullanmaya çalışmaktadır. “Milli

teşkilat mutlaka harb ve darbe azmetmiş bir hareket değildir. Avrupa ve Amerika’nın insaf

ve adaletine müracaat etmek bahsi, mülki teşkilatın ef’al ve akvalinde dahi birinci mevkii

işgal ediyor” demektedir. İttihatçılığın ancak Enver, Cemal ve Talat Paşaların

şahsiyetinde geri dönebileceğini, çünkü “şahsi idare sistemlerinin” bu özellikte olduğunu

belirtmektedir. Nadi, bu yazısında da diğer pek çok yazısında olduğu gibi Anadolu

hareketinin İttihatçılıkla suçlanması karşısında savunmaya geçmiştir. Öte yandan seçim

bahsi devam etmektedir. Yaklaşık 10 aydır Meclis’ten mahrum bırakılmış olan ülke, bu

süre zarfında felaketlerin en büyükleriyle karşılaşmıştır. Üstelik “bu feci hallerin ve

ihtimallerin fiili eserleri henüz ortadan kalkıp gitmiş değildir.” 263 Bu nedenle fırkacılık bir

tarafa bırakılarak ülkenin geleceği için birleşilmeli ve seçimlere katılım sağlanmalıdır.

Damat Ferit Paşa en çok dış siyasette hata yaparak halka dış ve iç siyasetlerin ayrılamaz

bütün olduğunu göstermiş oldu. Bu devirde milli hâkimiyetin kabul görmesine karşılık,

kendi keyfine göre ülkenin geleceği hakkında kararlar vermişti. Milli hareketin geçirdiği

safhalar kısaca yinelendikten sonra, “Ali Rıza Paşa hükümeti milli teşkilat ve hareketin

merkezi olan Sivas’taki Heyet-i Temsiliye ile anlaşmakta güçlük çekmedi”, derhal seçim

yapılmasına ve meclis toplanmasına karar verilerek iyi niyetlerini de gösterdiler. Umutlar

artmıştır, hükümet ve Teşkilat-ı Milliye arasındaki iletişimin devamı temenni

edilmektedir.264 “Pek güzide Fransız muharrirlerinden Madam Bret Golis”, Anadolu’ya

yaptığı kısa bir seyahatten sonra yazdığı ve Fransızca İstanbul gazetesinde yayınlanan

makalesinde, milli teşkilat ve harekâtın başarısının etkilerinin Anadolu’da hissedildiğini

261 Yunus Nadi, “İttihatçılık Manevrası”, 21 Ekim 1919. 262 “Milli Bir Vazife Önündeyiz!”, 21 Ekim 1919. 263 Yunus Nadi, “Maksada İttihad”, 22 Ekim 1919. 264 Yunus Nadi, “Amasya daki Telakki”, 26 Ekim 1919.

91

belirtmiştir. Golis’e göre, ülkenin geleceği artık belirsiz değildir. Ardından İstanbul’a

geçmiş ve burada gördükleri karşısında “sükût-u hayale” uğramıştır. “Bugünkü

entrikaların ilhamı 1453’de Fatih kapısını çalarken Bizans’ta kurulan dolaplardan geliyor.”

Şahıs ve fırka meselelerine kafa yormanın, “Türkiye’nin en müthiş düşmanlarının ileriye

sürdükleri delillerin doğruluğunu ispat ve düşman maksatlarına hizmet etmek” anlamına

geldiğini söylemiştir.265

Bu günlerde İstanbul’a Yemen, Hicaz, Suriye gibi ülkelerden vapurlarla yüzlerce Türk

mültecisi gelmektedir. “Bu zavallı ve kimsesiz Türklerin” durumunu anlamak üzere

Muhacirin Müdüriyet-i Umumiyesi’ne müracaat edilmiş ve “kalpleri parçalayacak bir

manzara karşısında” kalınmıştır. “Türk evlatları henüz vapurdan çıkmış sefil ve perişan bir

halde hükümetin muavenet ve himayesine iltica eylemişlerdi. Hükümet onları kendi

barakalarına yerleştirmek üzere oturduğu binanın alt katına koymuştu.” 266

Bizim gibi savaştan mağlup olarak ayrılmış bir ülke için mağlubiyetten daha kötüsü

“vahdetten uzaklaştıkça uzaklaşması, dağılıp perişan olmasıdır”. Vatanseverlikle yapılan

her hareketi dünyaya İttihatçılık olarak tanıtan “güya Türk olan irili ufaklı” kişilerden

bahsediyor.267 İzmir meselesi “nihayet” Paris meclisinin gündemine yeniden girmiştir. Bu

sayıda İzmir ile ilgili haberler yoğunlaşmıştır. Araştırma heyetinin raporunun Müttefikler

Meclis-i Âlisi’nde görüşülmeye başlandığı ve İzmir’in Türk unsurunun ağırlıkta olduğu bir

şehir olduğuna dair haberler yer almıştır. Ayrıca Aydın vilayetinde Yunan ordusunun

sebep olduğu tahribat da yer almıştır.268 Nadi, masum ve zulüm gören Türklerin

durumlarının düzeleceğinden emin olduğunu belirtir. İzmir işgalinden sonra Aydın

vilayetinin uğradığı akıbetin “feci” olduğunu da vurgulamıştır.269

265 Yunus Nadi, “Hepsi Kendimizden”, 30 Ekim 1919. 266 Yaşmaklar ve parçalanmış çarşaflarla örtünmeye çalışan Türk kadınları ve gıdasızlıktan renkleri solmuş Türk çocukları, koridorlarda yatıyorlardı. Söylediklerine göre Mütareke’den sonra Mekke Emiri yeni Arap taabiyetini kabul etmeyen Türklerin Arabistan’dan iki ay içinde sürüleceğini ilan etmiş. O sırada oradan buraya gelme imkânı olmayan Türkler çok zor durumda kalmışlar. Çünkü bu tarihten sonra Batılı memurlar Türkleri tazyike ve rahatsız etmeye baskı uygulamaya başlamışlar. Haklarında ufak bir isnat olduğunda tutuklamışlar. “Türk olmak bir kabahat imiş gibi her yerde Arap memurları Türkleri tahkir etmekten zevk duymuşlar.” Sonra da vapurlara bindirip buraya atmışlar. “Düne kadar bir bayrak altında ve bir vatanın evladı gibi çalışmış aynı din kardeşlerine böyle bir muamelenin reva görülmesini ne kadar teessüflerle telakki etsek yeridir.”“Arabistan’dan Gelen Türk Mültecileri, Müslümanlar arasında da mı tesanüt fikri kalmadı?”, 30 Ekim 1919.

267 Yunus Nadi, “Tehlike”, 2 Kasım 1919. 268 “İzmir in Mukadderatı Etrafında”, “Aydın Vilayeti”, “İzmir Türk’tür ve Türk Kalmalıdır”, 10 Kasım 1919. 269 Yunus Nadi, “Nihayet”, 10 Kasım 1919.

92

Anadolu hareketinin kazandığı başarılar ve bunun sonucunda Damat Ferit’in düşüşü,

“Yıldız’da titreye titreye oturan”270 Vahdettin’i İngiltere Hükümetinden şahsi himaye

istemeye sevk etti.

20. yüzyıl, bir önceki yüzyıldan beri süregelen gelişmelerin milliyet prensiplerini

doğurduğu “milletler asrı”dır ve bunlar “insaniyetin feyz ve saadetine doğru” atılmış

adımlardır. Nadi, milliyet prensibini “akvamın akvama tahakkümünün red olunduğu”, ırk

ve dil açısından ortak bir geçmişe sahip olan kavimlerin, kendi kendilerine hükmetme

hakkı olarak açıklamaktadır. Görüldüğü üzere Nadi’nin milliyet prensibi anlayışı

bağımsızlıkçı ve sol eğilimli bir anlayıştır. Sosyalizm prensiplerinin “değil kavmin kavme,

ferdin ferde tahakkümüne bile tahammül etmediğini” belirtmesinin sebebi de sosyalizmi,

milliyet prensibinin bir sonraki aşaması olarak görmesinden kaynaklanmaktadır. Fakat

“evrenselcilik” anlayışı, ona göre eğer bir gün var olacaksa çok sonraki bir aşamadır ve

dünya ülkelerinin içinde bulunduğu siyasi koşullar böylesi bir anlayışa temel oluşturacak

nitelikte değildir. İnsanlık ve insanlık tarihi, çizgisel bir tarihsel süreç üzerinde ilerlemeye

devam etmektedir. Ancak, tüm yol kat edildiğinde ortaya çıkacak sonuç tüm insanlığın en

son varabileceği sonuç mu olacaktır? Böyle bir son raddeden söz etmek mümkün müdür?

Nadi, henüz insanlık bunun cevabını bulamamışken ortaya çıkan beynelmilellik

prensibinin, tüm insanlığı refaha kavuşturmak amacını taşıdığını fakat zamansal olarak

yanlış bir noktada bulunduğunu ifade eder. Wilson’un tespit ve ifade ettiği bu milliyet

düsturunun bile tüm dünya tarafından kabul görmesi için pek çok aşamadan geçmesi

gerekirken, “say ve amelenin sermaye ile ve bu defa pek esaslı bir surette mücadeleye

tutuşmuş olduğuna şahit olunmaktadır.” Nadi, milliyet ve beynelmilliyet fikirlerinin,

insanoğlunun yüzyıllar boyunca edindiği tecrübeler doğrultusunda ulaştığı iki farklı fikir

olduğunun ve fikirlerin insanlık tarihinin aşamalarında ortaya çıktığının, ilerlemenin bir

göstergesi olduğunun altını çizmektedir. Beynelmilliyet fikrinin insanlığın bu aşamasında

ne derece başarılı olacağı tahmin edilemezse de, “makul ve mantıki şekillerinin”

uygulanabilirliği önünde bir engel yoktur.271

Nadi, İstanbul ile taşra arasında önemli farklar olduğuna işaret etmiştir. “İstanbul bedbin

taşra ise vakur”dur. Taşrada Türk milletinin haklarını alacağına dair “adeta ilmi denilecek

bir emniyet ve azim” varken, İstanbul’da ümitler çabuk kırıldığından her ikisi de yoktur.

270 İngiliz Siyasi Müşaviri T.B. Hohler, 4 Kasım 1919 tarihli raporunda Sultan’ın durumunu şöyle tarif ediyordu: “Sultanlık idaresi şimdi bayağı ve boş bir tavır takınmıştır. Hükümdar ise pek zayıf karakterli olup pek cesur olmamasına rağmen yüksek prensip ve emellere sahip görünmektedir. Yıldız’da titreye titreye oturmaktadır. (...) Belki de bazı hadiselerin kendisini taç ve tahtından mahrum kılacağından korkmaktadır. Osmanlı hanedanı artık kuvvetten düşmüş gibi görünüyor.“ Jaeschke, a.g.e, 6271 Yunus Nadi, “Millet ve Beynelmilliyet”, 18 Kasım 1919.

93

Anadolu’dan gelen herhangi birine durumun ne olduğu sorulduğunda herkesin işinde

gücünde olduğu, her türlü sorunun hallolacağına dair umut taşıdıkları cevabının

alındığını, seçimlerde müdahale gibi şeylerin İstanbul gazetelerinde okunduğunu ama

böyle bir şeye rastlanmadığını söylediklerini belirtiyor. Yeni Gün, seçimin her yerde tam

bir özgürlük havası içinde yapıldığını belirtmektedir.272 Meclis-i Mebusan seçimleri her

yerde devam ettiği günlerde,273 23 Kasım tarihli Yeni Gün’ün başyazısı tamamen

sansürlenmiştir. Başyazının olması gereken yerde bir mühür vardır. 24 Kasım’da

başlayan İstanbul seçimlerini, 26 Kasım Yeni Gün “Seçim var! Sandık Başına!” sloganıyla

duyurmuş ve halkın katılmasının gereklilikleri üzerinde durmuştur.

Nadi, tahminlere göre Hükümet’in her ay yalnız İstanbul’da bir buçuk milyon liralık maaş

vermekte olduğunu ve bunun şehirde hayatları yalnız hükümetin durumuna bağlı olan

birçok aile olduğu anlamına geldiğini belirtmektedir. Hükümet, toplumun yarınını ve uzak

geleceğini de düşünmekle yükümlü olduğundan, anlaşmanın yapılmasını hızlandırmanın

çarelerini aramalı ve ardından da derhal bir bütçe yaparak, geçimi aldığı maaşlara bağlı

olan ailelerin içlerini rahatlatmalıdır.274

ııı.) Barış Beklentisi ve İtilaf Devletleri

Nadi, uluslararası ilişkiler açısından “dostluk” kavramını değerlendirmiştir. Siyaset

oluşturmakta duygulara yer olmadığını ve bu gerçeğin Türk devlet adamları tarafından

bilinmesine rağmen, buna uygun hareket edilmediğini söylemektedir. “Siyasette hissiyat

olmaz düsturunu söyleyip dururuz. Fakat tatbikatta başka türlü davranmaya çalışmaktan

da kendimizi alamayız. Felan veya filan devlet bizim dostumuz, ancak onun veya ötekinin

dostluğuna istinaden yürürsek bizim için selamet vardır” düşüncesi bırakılmalıdır,

uluslararası ilişkiler “mantık” a dayanmalıdır, bu konuda “yediğimizi darbelere” rağmen

“aklımızın başımıza gelmemiştir.” Şu kesinlikle bilinmelidir ki “dünyada hiçbir devlet diğer

bir devlet ve milletin hissi dostu olamaz.” Dostluk ve düşmanlıklara uzun hesaplardan

sonra karar verilir. Örneğin savaş sırasında bizim Almanlara karşı gösterdiğimiz “şark

nezaketi” onlar tarafından “acizlik” olarak anlaşıldı. “Biz kendi varlığımızı kaale almayarak

şunun bunun himmeti ile yürümek” düşüncesini taşıyoruz. Oysa “Milletlerin hayatında

272 Yunus Nadi, “İstanbul ve Taşra”, 19 Kasım 1919. 273 “Yeni Mebuslarımız”, 19 Kasım 1919. 274 Yunus Nadi, “Hal ve istikbal”, 27 Kasım 1919.

94

düstur önce can sonra canandır.” “Millet olmazsa onun dostu da bulunmaz” diyerek sözü

bağlamaktadır.275 Bu arada İzmir Tahkikat Heyeti’nin hazırladığı raporlar, barış

konferansında büyük mecliste görüşülmektedir. Monitör Orientel gazetesinin verdiği

habere göre, Venizelos “İzmir üzerindeki Yunan emellerini meclis huzurunda müdafaa

etmiş”, Times ise Venizelos’un Amerika baş murahhası ile görüştüğü haberini vermiştir.276

Bu haberin hemen altında ise İzmir civarındaki Ödemiş, Hacı İlyas ve Üzümlü köylerinin

Yunanlılar tarafından yakıp yıkıldığı ve yalnızca seksen beş kişinin Salihli’ye kaçabildiği

haberi yer almıştır.277 Hükümet, barışın daha fazla geciktirilmemesi için Paris

Konferansı’na başvuruda bulunmuştur. Hemen ardından da Meclis-i Vükela’nın yaptığı

görüşmeler sonucunda Konferans Reisi ve Fransa Baş Vekili Mösyö Clémenceau’ya,

İtilaf devletleri temsilcilerine ve tarafsız devletlerin elçilerine telgraflar çekilerek, bu istek

tekrarlanmıştır.278 Bu süre içinde 4,5 ay önce Damat Ferit hükümetinin bazı erkânının

isteği doğrultusunda bazı kişilerin Bekirağa Bölüğü’ne gönderilmesi “tabi

unutulmamıştır.”279

İzmir meselesinin görüşüldüğü ve hayat pahalılığının devam ettiği280 bu günlerde Yeni

Gün’de 450 Ankaralının, İzmir’in Osmanlı da kalması gerektiğini belirterek son dönemde

bu civarda yaşanan tecavüzleri protesto ettiklerini belirten telgrafları yayınlanmıştır.281

Sıhhiye Müdüriyet-i Umumiyesi’ne bağlı Veba Mücadele Komisyonu “sabahtan akşama

kadar içtima ile” vebayla mücadelede ne gibi şeylere ihtiyaç duyulduğuyla ilgili çalışmalar

yapmaktadır.282 Farklı siyasi partilerin temsilcileri Milli Kongre’de toplantı yapmış ve

ülkenin durumu hakkında çözümler üretmeye çalışmışlardır.283

“Son gelen Times nüshalarından birinde okunduğuna nazaran Filistin’de bir Musevi

vatanı teşkili hakkında İngiltere hükümetince” yayınlanan resmi açıklamanın ikinci

yıldönümü nedeniyle İngiliz Musevi İttihadı Cemiyeti’nde Lord Rochilde başkanlığında

“pek tantanalı bir içtima akd edilmiştir.” Lord Curzon’un “Sizi temin ederim ki hükümetin

Filistin’de bir Musevi vatanı teşkili hakkındaki siyaseti tebdil etmemiştir” dediği mektubu

275 Yunus Nadi, “Kendimize Dostluk”, 13 Kasım 1919. 276 “İzmir Meselesi, Venizelos Müdafaa Ediyor!”, 13 Kasım 1919. 277 “İzmir Havalisinde Yeni Tecavüzler”, 13 Kasım 1919.278 “Bizim Sulhumuz, Hükümetin Konferansa Müracaatı”, 18 Kasım 1919. 279 Eski İzmir mebusu Abdullah Efendi’nin, Bekirağa Bölüğü’ne ve oradan Malta Adası’na gönderilmesinin ve orada geçirdiği günlerin hikâyesini, gazetenin isteği üzerine kaleme almış ve yazısı yayınlanmıştır. “Bekirağa Bölüğünden Malta Adasına”, 12 Aralık 1919.

280 “Hayat Pahalılığı”, 13 Kasım 1919. 281 “Ankaralılar’ ın Bir Telgrafı”, 13 Kasım 1919. 282 “Veba Mücadelesi”i 13 Kasım 1919. 283 “Milli kongrede, Fırkaların şahsiyetleri, Heyet-i teftişede, Belediye intihabatı etrafında, Her taraftan şikâyetler, Dâhiliye Nezaretinin tebligatı”, 13 Kasım 1919

95

okunmuş ve şiddetle alkışlanmıştır. Lord Royart ise mektubunda “hakkında nokta-i

nazarımın asla değişmediği bir mesele” demiştir.284

Şark meselesi, Avrupa’nın hasta adamının yani çökmekte olan Osmanlı

İmparatorluğu’nun varlığı sona erdikten sonra, batıda Balkanlar’dan doğuda Kafkaslara,

kuzeyde Karadeniz’den güneyde Basra Körfezi’ne uzanan toprakların kimler arasında

nasıl paylaşılacağı sorunu idi (Gökay 1997: 3).285 Nadi, Türkiye’nin içinde bulunduğu

buhranın asıl sebebinin askeri yenilgi değil, şark meselesi olduğunu söyler. Şark meselesi

Avrupa’nın şarktaki çıkarları ve emelleri meselesidir ve diğer bir gizli sebep de Türkiye ve

Türklük meselesidir. Türkiye “yaprakları budanan bir ağaç gibi son zamanlara kadar

kaldı”. Balkan harbiyle elinden en kıymetli vilayetleri çıkan Türkiye, şimdi Türklerin

çoğunluğu oluşturduğu bölgelere sıkışmak durumunda kalmıştır. “Avrupa bugün şark

meselesinde Türkün de bir mevkii olduğunu ve binaenaleyh bu mevcudiyete de bir hak

tanımak lazım geldiğini anlamaya başlamış bulunuyorlar.” Bu sorun da zaten ancak böyle

çözülebilirdi. Zaten en çok da Fransa şarkta nüfus sahibi olabilmek için Türkiye’deki

maddi ve manevi nüfuzunu kullanmalıdır.286 Aralık 1919 Vahdettin de Doğu sorununun

ancak Türkiye’nin bağımsız bir ülke olarak var olabilmesiyle mümkün olacağı

kanısındaydı. Ancak ona göre, bu bağımsızlığı sağlayabilecek olan güç, “büyük

devletlerin medeni yardımları“ idi (Jaeschke 1991: 6).

Uluslararası araştırma komisyonunun sunduğu rapora ve konuyla ilgili yapılan

görüşmelere rağmen, Paris Konferansı hâlâ “Yunan işgali hakkında kati ve müsbet bir

karar vermemiştir.” Fakat bu “bugün olmazsa yarın denilip geçiliverecek mesailden

değildir. Yunan işgali yüz binlerce Türk ve Müslüman’ı yerlerinden yurtlarından ederek

bugün hala şurada burada süründürmeye mecbur bırakmaktadır.”287 Nadi, bir süre önce

“Amerikan Kongresi’nin aldığı malum vaziyetler üzerine” dünya barışı ve selametini

sağlama görevinin Avrupa’ya ve özellikle İngiltere ve Fransa’ya geçmiş olduğu yorumunu

yapar. Bu bağlamda Fransa Başvekili Mösyö Clémenceau’nun Londra seyahati gittikçe

önem kazanmakta ve dünyanın dikkati bu şehre çevrilmiş bulunmaktadır. Nadi nasıl bir

barıştan yana olduğunu bir kere daha ifade eder: “Bizim istediğimiz sulh milli

hududumuzla mülki tamamiyetimizi İslam hilafetini de cami olan Osmanlı saltanatı

284 “Museviler ve Filistin, İngiliz Musevi İttihadı Cemiyeti’nin Bir Tezahürü”, 13 Kasım 1919. 285 Şark meselesi hakkında daha fazla bilgi için bknz.: Hüner Tuncer, “Viyana Kongresi‚ ‘Doğu Sorunu’ ve Büyük Güçler (1815 – 1829)”, Çağdaş Türk Diplomasisi 200 Yıllıl Süreç, Ankara 15–17 Ekim 1997, Ankara, TTK, 1999, 61–71. Gül Tokay, “Ayastefanos Berlin Antlaşması’na Doğu Sorunu (Mart-Temmuz 1878)“, Çağdaş Türk Diplomasisi 200 Yıllıl Süreç, Ankara 15-17 Ekim 1997, Ankara, TTK, 1999, 188-203.286 Yunus Nadi, “Avrupa ve Türkiye”, 5 Aralık 1919. 287 “İzmir Bizim İçin Kanayan Bir Yaradır”, 19 Kasım 1919.

96

esasiyle temin ve idame edecek bir sulhtur.” 288 Onlar Meclisi’nin Londra’da toplanması,

Paris’teki müttefikler meclisine “biz ayrıca sulh konferansı (inikad) ediyoruz demektir.”

Görüşmelerin Londra’da devam etmesi de artık “başka bir safhaya girildiğinin”

göstergesidir. Yeni Gün, Londra’daki görüşmelerin daha sağlıklı geçeceği

görüşündedir.289

Clémenceau, Londra’ya Lloyd George’un daveti üzerine ve şark meselesini görüşmek

üzere gittiğini söyler. Bu görüşmede “iptidai bir itilaf esasatı takrir ettiğini” ve Londra’ya

giden Mösyö Bertlu’nun da “mezkûr itilafnamenin muhtelif noktalarını tevzihe memur

edildiğini” söyler. İngiliz basınına göre Bertlu’nun bu seyahatinin asıl ve tek amacı Türkiye

meselesinin görüşülmesidir. Nadi, tam da bu zamanda “İttihatçı İtilafçı gürültüleriyle

uğraşacağımıza birlik olmaya çalışalım” demektedir. Ona göre “Avrupa’nın hiç olmazsa

bu günlerde karşısında elemleri, mihnetleri ve endişeleri vakur bir millet görmesi

lazımdır.” Nadi, Türk murahhaslarının yakın bir zamanda barış görüşmeleri için Avrupa’ya

çağrılacağından emindir. Görüşmelere Amerika’nın da katılacağına kesin gözüyle

bakmaktadır. Yabancı basına hitap edercesine Türk milletinin hak taleplerinden

vazgeçmeyeceğini tekrar eder ve Avrupa devletlerinin bu hakları tanıyacağını ümit

etmeye devam edildiğini ekler.290 Londra’dan alınan haberlere göre görüşmeler on beş

yirmi gün içinde bitecektir. Müttefikler Meclisi nin yeni toplantıları şark meselesinin halliyle

ilgili olacaktır. 15 gün içinde Paris’te Osmanlı’nın durumu hakkında görüşmelere

başlanacaktır ve artık tüm İtilaf devletleri barış anlaşmasıyla meşgul olacaktır.291

Yunan gazeteleri ve “onları takip eden” Türkiye’de Rumca yayın yapan gazetelerin

iddialarının aksine, seçimlerde “vatandaşlara herhangi bir baskının yapılmadığı,

gayrimüslimlerin de oy kullandığı ve asayişin berkemal olduğu” bildirilmiştir. Birkaç gün

önce Sivas’tan gelen ve Anadolu’nun durumunu görmüş olan yeni Sivas mebusu Sami

Fethi Bey’le yapılan görüşmede, seçimlerin “lüzumundan biraz fazla bir serbesti içinde”

yapılmış olduğu, seçmenlerin mebuslar hakkında fazla bilgisi olmadığından Tokat gibi

bazı şehirlerde oyların fazlasıyla dağıldığı öğrenilmiştir.292

288 Yunus Nadi, “Londra Müzakeratı”, 15 Aralık 1919. 289 “Londra Müzakeratı – Onlar Meclisi”, 15 Aralık 1919. 290 Yunus Nadi, “Yine ve Daima Mukadderatımız”, 28 Aralık 1919. 291 “Mukadderatımız Hakkında Müzakerata Başlanmak Üzeredir”, 28 Aralık 1919. 292 Sami Fethi, gayrimüslimlerin de oy kullandığını, hatta kendi mahallesinde “hemşerilerinden bir Ermeni’nin 54 oy aldığını” , 130 Ermeni’nin de oy kullandığını bizzat gördüğünü söylemiştir. Sami Fethi, Sivas da belli tarihlerde postalara taarruzlar olduğunu söylemişse de hemen ardından gelen uzunca bir paragraf sansürlenmiş olduğundan içeriği hakkında başka bir bilgi edinilememektedir. Teşkilat-ı Milliye ve Kuvayı Milliye hakkında düşünceleri sorulduğunda, “bu babda ihtiyar-ı sükût edeceğini” fakat “mebusların her manasıyla millete müstenid ve kuvvet-i millete (müteadid) olduklarını söyleyebileceğini” belirtmiştir. “Anadolu Ahvalinin Hakiki Şekli”, 29 Aralık 1919.

97

7 Aralık 1919 tarihli gazetede Nadi’ nin başyazısı tümüyle sansürlenmiş. 8 Aralık 1919

sayısında Nadi, “Türk Birliği” başlıklı yazısında Anzavur olayı üzerine Lütfi Fikri’nin “işler

böyle memleket evladını birbirini yok etmeye götürecekse Hürriyet ve İtilaf’ına da lanet

olsun İttihat ve Terakkisi’ne de” diyen makalesi üzerinde durarak Türklerin tek bir amaç

etrafında toplanmaları gereği üzerinde yeniden durmaktadır. Toplumsal hayat “umumi

harbin darbesiyle emsalsi bir surette sarsılmış, emek ve sermaye arasındaki cidal aşırıya

kaçmıştır.” Nadi, “Biz barışı büyük bir iştiyakla bekliyoruz. Barış imzalandıktan sonra

Avrupa ve Amerika’ nın irşat ve müzaheretinden faydalanarak gelişmek isteriz” diyordu.293

17 Aralık’ta Mustafa Kemal yayınladığı genelgede Heyet-i Temsiliye’nin İstanbul’a yakın

bir yere taşınacağını bildirdi. Genelgede her ilden seçilen mebuslardan birinin Temsil

Kurulu temsilcisi olması istendi ve adı bildirilecek bu mebuslardan iki gün toplantı

yapılacağı açıklandı. (Sarıhan 1994: 281) 18 Aralık 1919’da Sivas’tan Ankara’ya doğru

yola çıkan Mustafa Kemal, çevresindekilere Ankara’da bir gazete çıkarmak gerektiği

konusundaki fikirlerini aktarıyordu. Ankara’ya geldiğinde bu görev, Balkan Savaşı’na ve I.

Dünya Savaşı’na katılmış, Milli Mücadele başladığında Anadolu’ya geçmiş ve Amasya’da

Mustafa Kemal’le tanışmış olan yedek subay Recep Zühtü’ye verilmiştir. Gazetenin adını

da M. Kemal vermiştir: Hâkimiyet-i Milliye. Heyet-i Temsiliye son Osmanlı Meclisi’ ni daha

yakından izlemek için İstanbul’a demiryolu bağlantısı olan Ankara’ya yerleşmek üzere

Sivas’tan ayrıldı. (Varlık, 1985: 1204, 1205)

Nadi, Türk milletinin kâinata karşı tüm ciddiyet, samimiyet ve haysiyetiyle durabilmesi

gereğini vurgular. Millet, haklarını elde etmek, bağımsızlığın ve toprak bütünlüğünün

sağlanması için daha çok çalışmalıdır. Hükümet, görüşmelerden çıkacak sonuçları ülke

lehinde ne kadar hafifletirse hafifletsin, yine de mağlup bir devlet olarak başımıza

gelecekler vardır ve bunlara hazır olmak gerekir.294 İngiltere ve Fransa arasında barış

anlaşmasıyla ilgili mutabakata varıldığı ve artık murahhaslarımızın barış şartlarını

iletebileceği sanılırken, Clémenceau’nun Curzon’la görüşmek üzere Londra’ya gittiği

haber alınmıştır.295 Lloyd George, Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada, uzun bir

aradan sonra müttefiklerin Türkiye ile barış meselesini Amerika’nın katılımı olmaksızın

görüşmeye başladıklarını ve barış şartlarının yakın zamanda Türkiye’ye bildirileceğini

ümit ettiğini söylemiştir.296

293 Yunus Nadi, “İçtimai İnkılâplar”, 11 Aralık 1919. 294 Yunus Nadi, “Mühim Günler”, 21 Aralık 1919. 295 “Mukarreratımız Etrafında Müzakerat Devam Ediyor”, 21 Aralık 1919. 296 “Loyd Goerge’un Mesail-i Mühime Hakkında Beyanatı”, 21 Aralık 1919.

98

22 – 23 Aralık 1919’da Londra’ da İngiltere ve Fransa Osmanlı barışı konusunda bir

toplantı yapmış ve İstanbul’un Türklerden alınması kararlaştırılmıştı. İngiltere Osmanlı’nın

yeni başkenti olması için Bursa’yı uygun görürken, Fransa Konya’yı öneriyordu. Bu karar

basına sızacak ve 4 Ocak 1920 tarihli İstanbul gazetelerinin gündemine oturacaktı (Akşin

2000: 87).

27 Aralık 1919’da M. Kemal ve Heyet-i Temsiliye Ankara’ya vardılar. Akşin’e göre M.

Kemal’in bu kente gelmesinin bir sebebi de “Ahi Cumhuriyetçiliğinin ruhunu yaşattığı için”

demokratik-ulusçu bir çizgiyi benimsemiş ve padişah ve yöneticilerine kafa tutmuş

olmasıydı. M. Kemal Ankara’ya gelen mebuslardan Anadolu hareketinin hedeflerini

belirleyen ve adı Misak-ı Milli olacak programın kabulünü, kendisinin Meclis Başkanı

seçilmesini, Meclis’te bir Müdafaa-i Hukuk Grubu kurulmasını ve zorluklar çıkaran Ali

Rıza Paşa hükümetinin devrilerek yerine mücadele hareketine daha yakın bir ismin

seçilmesini istedi (Akşin 2000: 86). 28 Aralık Mustafa Kemal Ankara Ziraat Mektebi’ nde

şehrin ileri gelenleriyle bir toplantı yaptı. Wilson ilkelerini, Mondros Ateşkes

Antlaşması’nın bazı hükümlerini milleti silahtan tecrit etmek için İtilaf Devletleri’nin

yaptıklarını ve Sivas Kongresi kararlarını anlattı. Bolşeviklik suçlamasını reddetti (Sarıhan

1994: 296). Ertesi gün M. Kemal yayınladığı genelge ile ARMHC’ nden olan

milletvekillerini Ankara’ya çağırarak, onlarla 5 Ocak’ tan itibaren görüşeceklerini söyler

(Şimşir 1988: 166).

Birkaç gün öncesine kadar barış görüşmelerine Türk murahhaslarının çağrılmasının yakın

olduğunu belirten gazete, yine dış kaynaklı haberlere dayanarak, “Türkiye sulhu

meselesinin henüz iptidai itilaflar devresinde” olduğunu bildirmektedir. Ayrıca önceki

günkü Monitör Oriyental gazetesinin haberine göre, Fransa basınında Türkler lehinde

yayınlar yapılmaya başlanmış ve bu yayınlar İngiltere hükümeti tarafından endişeyle

karşılanmıştır.297

Londra görüşmelerinden beri “ehemmiyetçe birinci mevkii işgal ettiği görülen Türk sulhu

meselesine dair her gün müphem ve nahoş haberler gelmekte devam etmektedir.” Bunlar

içinde “bilhassa ıztırab ve hayretlerimize mucip olan” İstanbul’la ilgili olanlardır. Yabancı

bir gazetenin verdiği habere göre “İstanbul ile Boğazların İngiltere ile Fransa’nın müşterek

idaresi altında beynelmilel müşterek bir idareye tabi tutulmasına” karar verilmiştir. Türk

297 Lord Cecil, Meclis’te “Fransız matbuatında birkaç zamandan beri Türkiye lehinde vaki olan neşriyatı endişe ile takip etmekte” olduklarını ve “bu hareket Fransız efkar-ı umumiyesinin bir kısmını temsil ettiği takdirde bile bu mütalaatın İngiltere efkar-ı umumiyesince mazhar-ı kabul olamayacağının beyanatını İngiliz milletinin mümessili sıfatıyla bir vazife addediyor” olduğunu söylemiştir. “Mukadderat Meselesi – Yeni Bir Sulh Konferansı”, 29 Aralık 1919.

99

başkentinin de “Anadolu’ya nakli teklif olunacak imiş.” “Adil ve hakka fevkalade riayetkâr

olduklarını söyleyen hatta umumi harpte dahi hep bu düsturu savunduklarını ilan eyleyen

büyük İtilaf devletlerinin, sıra Türkiye’ye gelince” ilkeler konusunda o kadar hassas

olmalarının beklenmemesi gerektiğini söyleyerek, Batı’nın ikiyüzlü bir politika izlediğini

ifade etmiş olur. Nadi’ye göre, Osmanlı İmparatorluğu’nun “600 küsur yıllık saltanatının

mahsulesi, Türklüğün payitahtı ve İslam’ın makarr-ı hilafeti olan İstanbul’un” Türklerden

alınması düşüncesi tamamen akıldışıdır. Bu teklifin neye dayanılarak sunulacağını sorar

ve olası dayanakları baştan çürütür:

“İstanbul’un nüfusu itibariyledir denilemez. Çünkü maruf Türk milleti mucibince haleb orada ise arşın burada, yani istatistikler meydandadır. Türk ve Müslüman nüfusu gayri Müslim anasırların hatta mecmuundan fazladır. Her anasıra nisbetle ise Türk ve Müslüman nüfusu pek kahır bir ekseriyetdedir. Ekalliyetlere gelince ise onlara verilebilecek hukuku biz zaten vermişiz, eğer icab ediyorsa daha da vermeye hazırız. (…) İstanbul bizi irfan ve ümran namına sebk etmiş bütün mesaimizin mahsulünü cem olan yegâne şehrimizdir. Ondan mahrumiyetimiz hayat ve medeniyetçe adeta madumiyete mahkûmiyetimiz hükmünde bir felaket olacaktır. Avrupa’dan hakkımızda bu kadar ağır ve feci bir hüküm ve karar çıkabileceğini havsalamız kabul etmiyor vesselam”. Ayrıca “Boğazlar meselesi evvela kendi başına bir meseledir. (…) Belki hayli uzun bir zamanın meselesidir.”298

Yeni Gün, İstanbul’un Türklerden alınacağına dair haberlere başyazarının şiddetli

makalesiyle karşılık vermekle yetinmez, konuyla ilgili çok geniş bir haber de yayınlanır.

Buna göre, barış anlaşmasıyla ilgili görüşmeler uzadıkça her yerden türlü türlü haberler

gelmeye devam etmektedir. Bu noktada gazete gelen haberlerin hiçbirinin doğruluğundan

kesin olarak emin olunamadığını vurgular ve bundan şikâyet eder. Gelen telgrafa göre

“İngiltere başvekili Mösyö Lloyd George’un muayyen bir planı olduğu zikredilerek bu

planın da İstanbul ve Boğazlar’ın beynelmilelleştirilmesi ve halife hazretlerinin yalnız

payitaht-ı dini olmak (sebebiyle) İstanbul’ da ikamet edebilmeleri esasına müstenit olduğu

iddia edilmektedir.” Bu teklifin “milli, tarihi ve siyasi her türlü hukuka menafi” olduğu,

belirtilmekle beraber, şu noktalara vurgu yapılır: “İstanbul ebediyen Türk’tür, Türk

298 Yunus Nadi, “İstanbul ve Boğazlar”, 4 Ocak 1920.

100

sulhunda İstanbul ve Boğazların özel bir ehemmiyeti haizdir, İstanbulsuz Türkiye başsız

vücut demektir.” 299

Osmanlı Hükümeti, İtilaf Devletleri’ne vermek üzere hazırladığı muhtırayı Barış

Konferansı’na da ulaştırılması için yüksek komiserliklere bildirmişti. Buna göre birlik ve

egemenliğe zarar getirecek bir çözümün Yakın Doğu’da sonu gelmeyen huzursuzluklara

sebep olacağı bildiriliyor, Doğu Anadolu’da reform yapmaya ve bunun için büyük bir

devletin yardımını kabule hazır olunduğu bildiriliyordu. Muhtıranın basına açıklanmasının

ardından yüksek komiserler Hükümet’e sert bir nota verdiler. Heyet-i Temsiliye ise

yayınladığı genelgeyle muhtıranın Sivas Kongresi kararlarına aykırı olduğunu bildirdi.

“Meclis-i Mebusan milletin iradesini halen mümkün olabilen derecesinde temsil eden bir

heyet” olduğu için yerine getireceği görevlerde millet iradesine dayanmak, onun hislerine

tercüman olmak zorundadır. “Milletten doğan ve ona müstenit olan Meclis-i Mebusan”

milleti birlik haline getirmek ve ona liderlik etmelidir. “Hal ve istikbalimizin korkunç

ihtimalleri cümlemizin el ele yürümesini icab edecek derecelerde mühim ve vahimdir.”

Barış görüşmelerinin başladığı ilk günlerde Fransa’nın devlet ve milletiyle “mukaddes bir

ittihad” içinde olduğunu söyleyerek, bu ülkeyi örnek gösterir. Türk ve Müslüman nüfusun

olduğu yerlerin hala düşman işgali altında bulunduğunu hatırlatan Nadi, siyasi fikri her ne

olursa olsun Türk milletinin her hangi bir ferdinin bu durum karşısında kayıtsız

kalamayacağını söylüyor ve herkesi “vatan aşkı etrafında birleşmeye” çağırıyordu.300

Paris’te ikinci defa olarak bir konferansın toplanacağı, burada öncelikle Türk meselesinin

görüşüleceği bildiriliyor. Habere göre “İngiltere nokta-i nazarında bir dereceye kadar

lehimizde bir tebdil husule gelmiştir.” Amerika ise yalnızca dinleyici sıfatıyla katılacaktır ki

gazeteye göre, Amerika’nın bu şekilde bile olsa görüşmelere katılacak olması Türklerin

lehine bir durumdur.301 Nadi, Hükümet’in bazı ıslahat projelerine başlanacağını bildirmesi

üzerine kaleme aldığı yazıda, Babıâli’nin bu projelerle Avrupa’ya “Osmanlı Devleti bir an

evvel sulha kavuşmak ve ona kavuşmakla beraber de hemen pek ciddi ıslahata başlamak

gayretindedir” mesajını vermeye çalışmaktadır. Fakat Nadi, bu ıslahatların “Avrupa’nın

299 “Türkiye Mukadderatının Arife-i Tayininde: İstanbul ve Boğazlar Meselesi”, 4 Ocak 1920. Yeni Gün, nüfus çoğunluğu ilkesine ve resmi olduğu öne sürülen istatistiklere dayanarak şehrin Türklerde kalması gereğini adeta kanıtlama çabasına girişmiştir: “En son tetkikata nazaran İstanbul ve civarında sakin 1.100.000 kadar nüfustan 604.000’i sırf Türk ve Müslüman’dır. Buna mukabil Rumlar ancak 215.000, Ermeniler 88.000, Museviler 55.000 (ecanip) 130.000 ve diğer cemaat-i muhtelife efradı da 11.000 kadar tutmaktadır.” Şehrin Müslüman kimliğinin de vurgulandığı haberde, İstanbul’da 824 cami olduğu belirtilmiştir. Süleymaniye Camii’nin klişesi basılarak haber görsel bir öğe ile desteklenmeye çalışılmıştır. “Evvela İstanbul her nokta-i nazardan Türk’ tür ve Türk kalacaktır”, 4 Ocak 1920. 300 Yunus Nadi, “Milli İttifak”, 8 Ocak 1920. 301 “İkinci Paris Konferansı’nda Türk Mukadderatı”, 8 Ocak 1920.

101

gözünü boyamak için” yapılacağı fikrinde değildir. Batı ülkeleri de bunu böyle algılamalı,

“Eğer maksat hak ve adalet ise” Hükümetin yaptığı bu girişimi takdir etmeli ve kararını

ona göre vermelidir.302

10 Ocak 1920’de Cemiyet-i Akvam yasası yürürlüğe girdiği ve Ankara’da Hâkimiyet-i

Milliye yayınlanmaya başlandığı gün, Nadi, Türk ve Avrupa devlet geleneklerini,

zihniyetlerini ve hukuklarını karşılaştırmalı olarak incelemekte ve aralarındaki farklılıkları

belirlemeye çalışmaktadır. Buna göre “Bizleri garbden ayıran devlet zihniyeti pek

barizdir.” Bu farklılık Doğu ve Batı toplumlarının, farklı tarihsel aşamalardan geçerek farklı

kurumlar oluşturmasından kaynaklanmaktadır. En önemli farklılık ise “Milli Türk hukuku

tarihi (Leon Cahon) dostumuzun iddiasına göre Avrupa’da derebeylik zamanında olduğu

gibi bir asalet devri kaydetmemiş, asalete herhangi bir imtiyaz ya da payeyi hak olarak

tanımamış” olmasıdır. Jean Jack Rousseau, Toplum Sözleşmesi adlı eserini yazıp

yayınlayıncaya kadar, Avrupa toplumu “devlet denilen müstakil ve âli kuvvetin Türkçe

tabiriyle (arpalığı) olmak üzere telakki edilmiş, mazlum insan sürüleri devletin hesabına

çalıştırılmıştır.” Batı’da 18. asrın sonlarına doğru ortaya çıkan ihtilallerin sebeplerini de

burada aramak gerekir. Bugün itibariyle yeni bir hayat için hazırlanan “biz Türkiyeliler

halkçı bir devlet kurmak mecburiyetindeyiz.” Bu hem, kendi özgün tarihsel gelişimimiz

hem de çağdaş ve evrensel hukuk böyle gerektirdiği için olmalıdır. Halk hükümetinin

uygulama şekli, her ülkenin kendi koşullarına göre şekillenir. Türkiye koşullarında halk

hükümetini kurarken dikkate alınması gereken iki unsur vardır: “köylü meselesi ve

Tanzimat döküntüsü kırtasiye idare meselesi.” Anadolu hareketinin varlık amaçlarından

biri olan eski zihniyet ve yönetim yıkılmalı, yerine konacak yeni yönetim de öncelikle

çoğunluğu köylü olan ve tarımla geçinen halkı gözetmelidir. Türkiye’de halk hükümeti

ancak bu şekilde kurulabilir.303

Bir yandan Batı cephesinde “umumi bir taarruza geçmiş olan düşmanla muharebeler

devam etmektedir.” Haberi, Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis’teki beyanatına dayanarak

veren gazete durumdan endişelidir. Paşa, Yunanistan’ın son zamanlarda geçirdiği

buhranların “bütün Avrupa’da daha şamil bir buhrana kapı açmış” olduğunu, İngiltere’nin

“takip ettiği siyasetin iflasını gördüğünü”, Çerkez Ethem olayının ortaya çıkardığı durumun

fırsat bilinerek Yunanlıların dört cepheden taarruzlara başladığını söylemiştir. “İnegöl

302 Yunus Nadi, “Hükümetin Muhtırası”, 9 Ocak 1920. 303 Yunus Nadi, “Türkiye Halk Devleti”, 11 Ocak 1920.

102

cephesinden Pazarcık üzerine ilerleyen düşman kuvvetleri” Türk kuvvetleri tarafından

karşılanmıştır.304

1920 yılının ilk günlerinde Fransız kamuoyunda rüzgâr bir parça Türkiye’den yana

esmeye başlamıştır. Fransız basınının genelinde, “bilhassa İstanbul meselesinde

Fransa’nın ananevi şark siyasetini ileriye sürmek suretiyle Türklerin İstanbul’dan

çıkarılması gibi radikal düşüncelere karşı oldukça kati bir lisan ile bazen şiddetli

denilebilecek derecelere varan neşriyatta bulunmaktadır.” Fakat Nadi, bu yayınların

samimiyetine güvenmek konusunda kararsızdır: “Sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek

yemesi hakikati bizi hatta lehimizdeki tezahüratı dahi ihtiyat ve (---) ile kabule sevk ve

mecbur etmektedir.” Bir sebep de dünya siyasetinin aldığı şekildir. Savaşla bozulan

dünya düzeninin tekrar kurulması için daha epeyce bir zaman vardır. Amerika olan biteni

bir köşeden izlemektedir. Fransa, Türk Fransız ilişkilerinin bir sonucu olarak belli bir nüfuz

alanı ve konum sahibi olduğu Doğu ile ilgili konulardan uzak duramıyor. Fakat “Fransa’

nın en yüksek menfaati şarkta beş on karışlık yere malik olmak değil, belki şarkın ruhuna

ve ilmine hakim olmakta devam etmektir.” Bir Fransız olan Piyer Lotti’nin Türkiye’ye olan

ilgisi ve taraftarlığı, “yalnız şairane (ihtisasından) ibaret değildir. Çok hayali bir şair

zannolunan bu yüksek adam” yazdığı bazı makalelerle görüşlerimizi desteklemiş ve bu

siyasetin mantıki delillerini sunmuştur. Nadi, en çok endişe elden noktanın Fransa’nın

kendisi de istemediği bir siyaset izlemeye zorlanmasıdır. Bunun bir örneği daha önce

görülen “milli hudutlarımızı şüphe altında bırakan” itilafnamedir.305

26 Ocak 1920 tarihli Yeni Gün sayısı “beş asırdan beri Türk payitahtı ve dört buçuk

asırdan beri Darülhilafe olan İstanbul şerefine tahsis olunmuştur.” İstanbul’un “Hilafetin

merkezi ve Türkün sevgili payitahtı” olduğuna dair Cenap Şahabettin’in bir yazısı

yayınlanmıştır.306 Halide Edip, İstanbul’un Türk yapımı minarelerinden, abidelerinden,

tarihi güzelliklerinden bahseden şairane yazılara ve savunmalara gerek olmadığını söyler.

Türk askeri güzide kanını akıtarak bu kente Türk ve Müslüman damgası vurmuştur.

Türklerin şehirde tarihsel bir hakları vardır. Bu çok açıktır. Önemli olan Türk milletinin

eksiksiz tüm bireylerinin, şehrin kendisinden alınamayacağına inanmasıdır.307 Ahmet

Rasim, İstanbul’u bekleyen akıbetin ne olduğunu kendi üslubuyla sorgulamaya

çalışırken308, Abdülhak Hamit, “Gökteki yıldızlar durdukça bu memlekette minareler

304 “Garb Cephesinde Mücadelat Devam Ediyor”, 11 Ocak 1920. 305 Yunus Nadi, “Fransa ve Türkiye”, 16 Ocak 1920. 306 Cenap Şahabettin, “İstanbul”, 26 Ocak 1920.307 Halide Edip, “Yeni Gün’e”, 26 Ocak 1920. 308 Ahmed Rasim, “Neden Hatırlattınız?”, 26 Ocak 1920.

103

duracaktır. Bir de âlem-i İslam bulundukça bu memleket Dar’ül Hilafet kalacaktır”

demektedir.309

“Bundan sonra dünyada ancak ve ancak hakkın ve hürriyetin hükümran olabileceği

Avrupa milletleri tarafından ilan edilmiş bir düstur olduğuna ve umumi harbden mütevellid

inkılâbın mahsulü de bundan ibaret bulunduğuna göre” aksi düşünülemez. Emniyet ve

güvenlik sağlandığı sürece boğazların her kavim ve devlete açık olabilmesi gerekir.

Boğazların siyasi önemi göz önünde tutulurken, iktisadi önemi de unutulmamalıdır. Nüfus

üstünlüğüne sahip olan Türklerin bu hakları bir tarafa atılamaz. Şark meselesinin tek ve

en basit çözüm yolu, Türklerin haklarını tanımaktan geçer. Avrupa gerçekten dünya barışı

istiyorsa bunu yapmaktan başka çaresi yoktur.310

Hükümet, barış anlaşmasının imzasını hızlandırabilmek için hazırladığı yeni muhtırayı,

Meclis’e sunacak ve ardından İtilaf Devletleri’ne gönderilecektir. Yapılacak barış yalnızca

Türkiye’nin değil, tüm Doğu halklarının kaderini belirleyecektir. Nadi, aradaki bağlantıyı

görebilmektedir. Bir senedir süren mütareke devresi artık tahammülü mümkün olmayan

bir hal almıştır. Hayat artık normale dönmelidir. Diğer taraftan İtilaf devletleri Türkiye

hakkında kararı derhal alabilmek için Türkiye’de yapılması planlanan idari ve siyasi

ıslahatlar hakkında bilgi almak ihtiyacında oldukları sezilmektedir.311

Nadi, barışın hala imzalanamamasından şikâyetle “Tarihte bu kadar uzun sürmüş bir

mütareke devresi yoktur” der. 15 aydan beri “güya savaş yoktur”, fakat barış da yoktur.

Arada bir yerde kalınmıştır.312 Hemen ardından bir paragraf sansürlenmiştir. Mütareke

imzalanmış olmasına rağmen hukuk ve sosyal hayatın darbe üstüne darbe almaya

devam etmesinin sebebi “bazı emri vakiler” yapılmak istenmesi olabilir. Eğer öyleyse

Misak-ı Milli’den vazgeçilmeyeceği için hepsi de boşa çıkacaktır. Ayrıca bu türlü

hareketler toplumda bıraktığı derin izler nedeniyle İtilaf devletlerinin düşündüğünün

aksine sonuçlara da yol açabilir. Anadolu basınının yayınları halkın bu durumdan nasıl

etkilendiğini ve tavrını gözler önüne sermektedir. İzmir ve havalisinin işgalinin yarattığı

infial henüz son bulmamıştır ve etkileri artarak devam etmektedir. Nadi, yapılacak

barıştan beklentilerin, savaşın sonunda değişen zihniyetler sonucu ortaya çıkan tüm

dünyanın tanıdığı meşru bir haktır: “Milli hudutlarımız dâhilinde mülki tamamiyetimizin

emniyet ve mahfuziyeti.” Fakat barış anlaşması bir yana ortada her tarafın riayet ettiği bir

309 Abdülhak Hamit, “Gökteki Yıldızlar Durdukça”, 26 Ocak 1920. 310 Yunus Nadi, “Türkiye ve Devletler”, 30 Ocak 1920. 311 “Türkiye Mukadderatının Seri’en Tayini İçin”, 29 Ocak 1920. 312 Yunus Nadi, “Mütareke Hudutlarımızda”, 5 Şubat 1920.

104

mütareke dahi yoktur. Nadi’ye göre önemli olan bir diğer konu da Avrupa milletleriyle

özellikle de Fransa ile medeni ilişkiler kurmaktır. Bundan sonraki son paragraf da

sansürlenmiştir.

ıv.) Meclisin Toplanması

Meclis-i Milliye, padişah tarafından değil, “Matbuat-ı Müdüriyet-i Umumiye’nin gece geç

vakit verdiği tebliğnameye göre” Sadrazam tarafından açılacaktır.313 Nitekim 12 Ocak

1920 dördüncü ve son dönem Osmanlı Meclis-i Mebusanı toplanmış, Vahdettin hasta

olduğunu ileri sürerek açılışa gelmemiştir (Akşin 2000: 86).

“Geçen sene Kanunu Evvel’ in 22. günü fesih suretiyle dağılmış olan Meclis-i Umumi,

Heyeti Mebusan için iki üç aydan beri icra kılınmakta olan intihabat neticesinde bugün

açılacaktır.” Tevfik Paşa, bir eksiklik olarak hükümeti feshettiğini bildiren açıklamasında

yeni seçimlerin ne zaman yapılacağı hakkında bilgi vermemişti. İzmir’in işgalinden sonra

ise durumun ciddiyeti kavranmış, “hayretten dona kalan sersem kafalarımızla tutunacak

bir yer arama lüzumunu” hissetmiştik. “Ve bir Şurayı Saltanat topladık. (…) Şurayı

Saltanatın bir günlük ve bir iki saatlik içtimandan sonra (--) işler adeta süratle yine eski

hamam eski tas şekline rücu etmekte gecikmedi.” Yeniden seçimlerin yapılması için aylar

geçmesi ve milletin başına olmadık belalar gelmesi gerekti. Bu meclis öncekilerden de

ağır sorumluluklar taşımaktadır. Yerine getirilecek görevlerin ağırlığı, savunulacak

hakların yüksekliği ile doğru orantılıdır. Bu görev, “o da şimdiki ahval ve şerait içinde

bütün milleti saltanat ve hilafetin tac ve tahtı etrafında toplamak Mütareke’den beri bir

türlü başarılamayan ve başarılamaması belki felaketlerimizin en büyüğünü teşkil eden”

barışı gerçekleştirmektir.314

Haydarabad’da yapılan Hilafet Konferansı’nda Osmanlı Padişahı halife-i meşru olarak

kabul edilmiş 315, eski Şeyhülislam Musa Kazım Efendi, Nazım Paşa Divan-ı Harbinde

hapse mahkûm edilmişti.316

313 “Meclis-i Milli Saat 1,5’da Açılıyor”, 12 Ocak 1920. 314 Yunus Nadi, “Meclisin Küşadı”, 12 Ocak 1920. 315 “Haydarabadda Hilafet Konferansı”, 16 Ocak 1920. 316 “Bir Mesele, Musa Kazım Efendi’ nin Mahkûmiyeti Münasebetiyle”, 16 Ocak 1920.

105

21 Ocak Urfa’da ulusal kuvvetler Fransızlara karşı saldırıya geçmiş, 22 Ocak 1920 tarihli

Yeni Gün sayısında başyazı tamamen sansürlenmiştir. İngiltere ve Fransa’nın

Osmanlı’nın başkenti konusundaki toplantısı ve İtilaf’ın Kuvayı Milliye’ye yardım ettikleri

gerekçesiyle Harbiye Nazırı Cemal ve Genelkurmay Başkanı Cevat Paşalara ültimatom

vermesi, M. Kemal ve arkadaşlarını harekete geçirdi. 25 Ocak’ta Çukurova Bölgesi’nde

başlayan gerilla savaşı, 11 Şubat’ta Fransızların Maraş’ı terk etmeleri ile sona erdi. (Akşin

2000: 87)

28 Ocak 1920’da İstanbul’da toplanan Meclis-i Mebusan’da, Mustafa Kemal’in isteğine

aykırı olarak ARMHC’den seçilen grup Müdafaa-i Hukuk değil Felah-ı Vatan adını almış,

başkanlığa ise M. Kemal değil, bu gruba üye bile olmayan Reşat Hikmet ve ölünce de

yine dışarıdan Celalettin Arif seçilmişlerdir (Akşin 2000: 87). Bugün Misak-ı Milli kararları,

büyük olasılıkla bir Felah-ı Vatan grubu toplantısında kabul edildi.317 Buna göre Mütareke

sınırları içindeki ve dışındaki yerler bir bütündü. İstanbul ve Marmara Denizi’nin

güvenliğini sağlamak şartıyla Boğazlar dünya ticaretine açılabilirdi. İtilafın müttefik

devletlerdeki azınlıklar için kabul ettiği esaslar, aynısı komşu ülkelerdeki Müslüman halka

uygulanmak şartıyla kabul edilebilirdi. Ulusal ve ekonomik gelişme için gerekli olan tam

bağımsızlık gereği kapitülasyonlar kabul edilemezdi. (Akşin 2000: 86; Oran 2004: 105;

Gözübüyük 2002: 47) Bu belgenin önemi Meclis’in ulusçuluk ilkesini esas alarak Türk

toplumunun ulusal varlığının kutsal ve parçalanmaz olduğunu, her ulusa uygulanması

gereken özgür, bağımsız yaşama hakkının Türk ulusuna da uygulanması gerektiğini ve

bunun zorunlu olduğunu dünyaya ilan etmesidir. (Gözübüyük 2002: 47)

“Meclis-i Mebusan azaları arasında vatanımızın içinde bulunduğu vaziyet-i müşkülede

(hukuk-u âliye-i milliyemizin) suret-i iltizam ve müdafaasında takip olunacak hattı

harekete dair bir müddetten beri devam eden müzakere” sonuçlanmış, bilumum

milletvekillerinin mutabakatıyla Misak-ı Milli kabul edilmiştir. İçeriği hakkında fazla bir şey

öğrenmek mümkün olamadıysa da, özellikle barış hakkında maddeler içerdiği tahmin

edilmektedir318. Meclis-i Mebusan başkanlığına seçilen İstanbul Mebusu Reşad Hikmet

Bey, Meclis’te yaptığı konuşmada “Memleket parçalanmayacaktır!” demiştir. Nadi, bu

konuşmadan yola çıkarak Türk milletinin barış anlaşmasından beklentilerini yinelemiş,

“milli mevcudiyetimizi ihlal etmeyecek, milli varlığımıza ve (bütünlüğümüze) mukaddes

haklarımıza hürmet edecek” bir barış isteğini bildirmiştir319.

317 Misak-ı Milli’nin metni için bknz.: İsmail SOYSAL, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları (1920 – 1945), c.1, Ankara, TTK, 2000, s. 15, 16. 318 “Misak-ı Milli”, 29 Ocak 1920. 319 Yunus Nadi, “Millet Meclisinde”, 1 Şubat 1920.

106

Yakında “başvekiller arasında akd olunacak ikinci bir içtimada” Türkiye meselesinin

halledileceği haber alınmıştır. İtilaf devletleri görüşmelere Amerika’nın da katılmasını

istemektedirler. Nadi, bunu Türk meselesine gereken önemin verilmesi olarak niteler.320

Amerikanın bir süre olan biteni bir köşeden izlemesi, dünya kamuoyunda olumsuz bir

etkiye yol açmış, üzüntüyle karşılanmıştır. Fakat şimdi “Amerika’nın sulh işlerine karşı

lakaytlığı terk etmesi” ve görüşmelere katılacak olması hem memnuniyet verici, hem de

ciddiyetle takip olunması gereken bir meseledir. Amerika düşünüş açısından Avrupa’yı da

etkilemiş, önceden Çarlık Rusya’sını canlandırmaya yönelik düşünceler ortadan kalkmış

ve Avrupa’nın zihniyeti değişmiştir. “Bu yeni zihniyet ise akvamın kendi âlemlerinde kendi

mevcudiyet ve istiklalleri için biltabi haiz oldukları hakları takdim ve tercih eylemeye matuf

olan bir zihniyettir. Bu zihniyet ki Wilson prensiplerinde ifade edilmiş hakikatlerden

ibarettir.” 321

Yeni Gün’ün “İngiltere’de Türk lehtarları: Ağahan ve refikasının iki muhtırası Birinci

muhtıranın metni”, alt başlığı ile verdiği haber tamamıyla sansürlenmiştir. Sansürlenen

yere ise, sansürlenmiş her haberde olmayan bir açıklama koyulmuş ve “Buradan dahi 66

satır ve bir resim tay olunmuştur” denmiştir322. Londra’dan gelen telgrafa göre,

Ermenistan’ın bağımsızlığını ilan etmiş, başkent Erivan olarak belirlenmiştir. İstanbul’daki

Ermeni patriği İtilaf Devletleri temsilcilerinden “Ermenistan Kuvayı milliyesine” ya 2 milyon

İngiliz liralık bir yardım yapılmasını ya da Türkiye’nin tehcir ve taktilden dolayı vermesi

gereken tazminatı “bir avans itası suretiyle talep etmiştir.” 323

“Milletin bütün kuvvetlerini bir araya toplayarak muayyen bir hedef etrafında çalışmak

bugünün en mühim en gerekli işidir.” Bu faaliyetin şekli ve içeriğini tespit edecek olan

Meclis, onu idare edecek olan da hükümettir. Meclisin ilk işi, “millete ait işleri günlük

keşmekeşten kurtarmak” ikinci ve “hakiki” işi de “milletin tek bir amaç etrafında

toplamaktır.” 324 Felah-ı Vatan Grubu kesin olarak oluşturulmuş ve “Hükümetin programını

okumasına meclisin dâhili vaziyeti itibariyle hiçbir mani kalmamıştır.” 325 10 Şubat 1920’de

Londra’da Doğu Sorununu görüşmek üzere toplanan İtilaf Devletleri İstanbul’u işgal kararı

aldılar. Görünürdeki neden Kilikya’daki karışıklıklar asıl neden ise hazırlanmakta olan

320 “Haddi zatında mühim olan meselemizin evvelce zannolunduğundan fazla ehemmiyeti haiz olduğu da takdir edilmiştir.” Yunus Nadi, “Sulhumuz ve Amerika”, 29 Ocak 1920.321 Yunus Nadi, “Sulhumuz ve Amerika”, 29 Ocak 1920. 322 “Türkiye Meselesi ve İngiltere’de Cereyan-ı Efkâr”, 30 Ocak 1920.323 “Ermeni Meselesi Hakkında Karar”, 1 Şubat 1920. 324 Yunus Nadi, “Meclis ve Hükümet”, 7 Şubat 1920. 325 “Meclis ve Kabine – Temasta Bir Tacir”, 7 Şubat 1920.

107

Sevr Anlaşması’nı kabul ettirebilmekti. Bu konferansta Türk Hükümeti nin Mustafa

Kemal’i görevden alması da istenmiştir. (Uzgel, Kürkçüoğlu 2004: 141)

Mösyö Mileran Çarşamba günü Paris’ten Londra’ya hareket edecektir. Osmanlı

murahhaslarının yakında barış konferansına çağrılması beklenmektedir. Eski ayan reisi

Ahmet Rıza Bey ve Galip Kemal Bey bu konferansta Osmanlı Devleti’ni temsil

edeceklerdir. Nafia Nazırı Ahmed Abuk Paşa ise hükümetin kısa zamanda İtilaf Devletleri

temsilcileri nezdinde barış için yeni bir girişimde bulunacaklarını bildirmiştir. Haberin

devamından “31 satır tay olunmuştur.” 326

14 Şubat 1920’ de daha önceki kararın yankılarının büyümesinden çekinen İtilaf

Devletleri yine Londra’da topladıkları bir konferansla İstanbul’un Türkler’ e bırakılacağını

ilan etti (Akşin 2000: 88). Yeni Gün, bu haberi büyük bir memnuniyetle karşıladı. Türk

bayrağı ve hilalin altında bir İstanbul resmi olduğu halde haber şöyle verildi: “Nihayet

Londra Konferansınca Türk payitahtı olarak kalmasına karar verilen sevgili

İstanbul’umuz.” 327 “İstanbul’un Osmanlı saltanatının payitahtı ve İslam hilafetinin merkezi

olarak kalmasından memnunuz. (…) Burada dahi kendilerine yalnız kendi namımıza

değil, fakat bütün milletimiz namına en kalbi teşekkürlerimizi tekrar etmeyi vazife biliriz”

deniyordu. Mösyö Mileran geçenlerde Meclis’te, İstanbul’un Türk payitahtı olarak

kalmasını tercih ettiğini, ayrıca İngiliz kamuoyunun da bundaki tehlikeleri takdir etmekte

olacağını beyan etmiş idi. Fakat nüfuz mıntıkaları talebinde bulunan bazı devletler de

vardır. Bu, “o memleketin ismini değiştirmiş bir taksiminden başka bir şey olamaz. (…)

iktisadiyatın her şey demek oldu bir zamanda memleketimizin falan veya filan devletler

hesabına nüfuz mıntıkalarına ayrılmasını hürriyet ve istiklal umdelerimizle elbette telif

kabul etmez. Hatta taksimden farksız bir hadise olarak telakki etmekten kendimizi

alamıyoruz.” 328

Fransa’nın Türk topraklarında “ilhakçı emeller beslememek suretiyle” müttefiklerine örnek

oluşturmak konusunda verdiği sözü tuttuğu haberinin dört satırı sansürlenmiştir.329 Barış

anlaşması için yapılacak görüşmelere murahhas olarak katılması için daha önceleri teklif

götürülen Ahmet Rıza Bey, “sulhu akd edecek hükümetin bir millet meclisine istinat

etmesi” gerektiğini belirterek teklifi reddetmiştir. Fakat artık seçimler yapılmıştır, Meclis

326 “Mukadderatımız Meselesi – Londra Konferansı Toplanıyor”, 12 Şubat 1920. 327 “Londra Konferansı İstanbul’un Türk Payitahtı Kalmasına Karar Vermiştir”, 17 Şubat 1920.328 Yunus Nadi, “Yine Vahdet ve Tamamiyetimiz”, 17 Şubat 1920. 329 “Fransızlar sözlerini tutuyorlar”, 20 Şubat 1920.

108

kurulmuştur. Ahmet Rıza’nın yeteneklerinden Hükümetin gereği gibi yararlanabilmesini

umut ediyoruz.330

Londra Konferansı’nda çeşitli meseleleri araştırmak için üç komisyon oluşturulmuştur.

“Birincisi Ermenistan’ın hudutlarını tayin edecek, ikincisi Avrupa’ nın menafi ile alakası

tespitinde Osmanlı duyun-u ve Türkiye umur-u maliyesi ile iştigal edecek, üçüncü

komisyon Yunanistan ın İzmir hakkındaki taleplerini değerlendirecektir.” 331 “Antant”

gazetesinin Londra muhabiri tarafından gönderilen bir mektupta, İngiliz basınında Türkiye

lehinde yayınlar görülmeye başlandığı bildirilmektedir. Buna göre: “Birkaç günden beri

İngiliz matbuatında bir tahvil görülüyor. Mesela Daily Telegraph iki gün üst üste İstanbul

meselesinden bahsetmiş, Hint Müslümanları tarafından Hindistan valisine verilen

muhtıradan mütevellid vaziyet hakkında endişe göstermiştir. Diğerleri gibi bu gazete de

Türkiye’yi payitahtından mahrum bırakmak gibi bir haksızlıktan tevellüt edecek tehlikeleri

kaydetmektedir.” İstanbul konusunda Hindistan Nazırı Montegu da Lord Curzon ile

tartışmaktadır. “Gerek matbuat ve gerek vaziyet-i umumiyede” Türkiye lehine bir değişim

görülmektedir. Türk diplomatları, “Lord Curzon ve Lord Brays gibi Ermeni işleri

konusunda uzman olanların muhalefeti ve sulhun geciktirilmek istenmesiyle uğraşacakları

için” işleri çok zordur. Durum çok nazik bir şekil aldığından samimi Türk vatanperverlerinin

bir araya toplanarak Rumlara ve Ermenilere karşı hukuklarını müdafaa eylemesi ve

yapılacak ıslahatlarla kendisini Avrupa’ya göstermesi lazımdır. Özellikle de “İttihat ve

Terakki cinayet ve suiistimallerinin memleketin üzerinden atılması lazımdır.” 332

Londra Konferansı’ndan gelen haberler, İstanbul’un Türklerde kalması kararının

onaylandığını fakat sınırların henüz belirlenmediğini, Boğazların ise sıkı bir teftişe tabi

olacağını bildirmektedir.333 Nadi, “İstanbul’u Türklerde bırakmak kararı sade Türkiye

sulhunun değil belki de bütün dünya sulhunun temel taşı olabilecek bir hadise

mahiyetinde” olduğunu söyler. Dünya savaş sonrasında eski dünya değildir ve

“diplomatların keyfi kararlarıyla sevk ve idare edilebilecek bir mahiyette olmaktan

çıkmıştır. (…) Bu cereyanı tersine döndürmek arzı tersine döndürmek kadar müşkül bir

iştir.” Nadi, makalesinde savaşa girilmesi olayına yeniden ve bu sefer daha açık bir

şekilde değinir: “Eğer garbi Avrupa’nın Türk milliyetperverleri aleyhindeki siyaseti

olmasaydı, Jön Türkler Almanya tarafında harbe iştiraki hatırlarından bile geçirmezlerdi.

Ve bu siyaset bir Jön Türk siyaseti de değildi.” Nadi, bundan sonrası için yapılması

330 “Ahmed Rıza Bey in sulh murahhaslığı”, 20 Şubat 1920. 331 “Hudutlarımız Meselesi de Tetkik Ediliyor”, 20 Şubat 1920. 332 “Londra gazetelerinin lisanında tahvil”, 20 Şubat 1920. 333 “Anadolu parçalanmayacak, Boğazların Teftişi Meselesi”, 27 Şubat 1920.

109

gereken şeyin “Türk milliyetperverleriyle uzlaşmayı tecrübe etmek” olduğunu öne sürer.

“Bu öyle bir siyaset olacaktır ki ciddi ve samimi olarak tatbik edildiği takdirde vereceği

(meyveler) hiç şüphe edilmesin Avrupa’yı şaşırtacaktır.” 334

Haberin ilk “13 satırı tay edilmiş” olduğundan daha ayrıntılı bilgi alamadığımız bu habere

göre, Yunanistan hükümeti, Müslümanlara ait mülklerin sahiplerine iade edileceğini,

Müslümanlara ait araziye de kanuni tedbirler uygulanacağını, Atina’da da bir cami inşa

edileceğini, bir baş müftü tayin edileceğini ve özel okullar açılacağını açıklamıştır.335

Birkaç ay önce Türkiye’ye gelen Amerika Tahkik Heyeti Reisi Mister Ferman, bazı Türk

öğrencilerine burs vererek, Amerika’ya götürmüştür. Yeni Gün muhabiri Zekeriya Sertel

de bu öğrencilerden biridir ve bu ülkede de muhabirlik görevini sürdürmüştür.336 Yeni

Gün’ün Amerika özel muhabiri Mehmet Zekeriya’nın (Sertel) gönderdiği telgrafa göre,

Wilson Amerika’nın Türk barışı hakkındaki görüşünü yani savaş öncesi ve sırasında

Türkiye ile ilgili imzalanmış anlaşmalara uymaktansa kendi prensipleri doğrultusunda

hareket etmek istediğini açıklamıştır. Nadi’ye göre, Wilson’un çıkışı yerinde bir çıkıştır.

Bazıları Wilson un bu çıkışını önemsiz görebilir. “Onun arkasında ordular ve donanmalar

olmasa dahi” verdiği destek önemlidir. İhtiyacımız olan da zaten maddi değil manevi

destektir.337. Bu sayıda ayrıca bir de makalesi yayınlanan Sertel de Nadi’nin görüşlerine

katılmaktadır. 338

Son posta ile gelen Avrupa gazetelerinden alınan bilgiye göre, Londra’da Ermenistan’ın

sınırlarının tayini, Osmanlı maliyesinin tetkiki, Yunanistan’ın İzmir’le ilgili talepleri ile ilgili

görüşülmüştür. Nubar Paşa’nın Kilikya’nın tekrar Osmanlılara verilmemesi yolundaki

muhtırası devletler tarafından üzüntüyle karşılanmıştır.339 Bu arada Bolşevik Rusya da

düvel-i muazzamaya yeni bir sulh teklifinde bulunmuş, demokratik bir siyaset takip etmeyi

ve bir meclis kurmayı da deruhte etmişlerdir. Borçlarını kabul etmişlerdir.340

334 Yunus Nadi, “Temel Taşı”, 27 Şubat 1920. 335 “Hususi Haberler, Yunanistan Neler neler yapacakmışmış!”, 27 Şubat 1920. 336 “Dört beş ay evvel memleketimize gelen Amerika Tahkik Heyeti Reisi Mister Ferman Amerika da kendi müessesi namına birkaç Türk talebesinin tahsilini temin eylemiş, intihab edilen altı talebe de üç ay kadar evvel Amerika ya müteveccihen şehrimizden hareket etmiş idi. Bunlar arasında Amerika muhabirliğimizi deruhde eylemiş olan Zekeriya Bey de bulunuyordu ki iki telgrafıyla bir mektubunu bundan evvel neşr eylemiş idik. Zekeriya Bey oraya vasıl olur olmaz bize gönderdiği bir mektupta talebenin oraca suret-i istikbali hakkında malumat vermiştir:” Ferin den yakın ilgi gördüklerini belirtiyor. En büyük otellerden birine gönderilmişler. “Bize çok iyi bakıyor ve her istirahatımızı temin için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar.” “Amerika’ daki Talebemiz”, 24 Şubat 1920. 337 Yunus Nadi, “Wilson Prensipleri ve Biz”, 2 Mart 1920.338 M. Zekeriya, “Wilson’un Türkiye Sulhu Meselesinde Vaziyeti”, 2 Mart 1920.339 “Londra Müzakeratı Hakkında Tafsilat”, 2 Mart 1920. 340 “Bolşeviklerin Yeni Sulh Teklifi”, 2 Mart 1920.

110

Londra Konferansı işleri Hariciye Nazırlarına devrederek dağılmıştır. Nazırların

görüşmeleri ise devam etmektedir. Konferansın sonuçları hakkında resmi bir açıklama

olmadığından kesin bir bilgiye ulaşılamasa da barış şartlarının tahminlerden çok daha

ağır olacağının kesinlikle anlaşıldığı belirtilmektedir. Fakat “her ne olursa olsun bizim de

söyleyecek sözümüzün olduğu unutulmamalıdır” deniyor.341 Öte yandan New York’tan 4

Mart 1920 tarihiyle bildirilen habere göre, İstanbul’un Türklerde bırakılması kararı “âdem-i

memnuniyetle” karşılanmamıştır. Bu havadan yararlanmak isteyen Ermeniler, aleyhte

propagandalar yaptıkları gibi, bu kararı protesto etmişler ve bunu Londra Konferansı’na

bildirmişlerdir.342

Türkiye’nin geleceği ile yakından ilgilenen İslam âlemi, büyük devletler nezdinde artık

önem kazanmalıdır. “Umumi siyasetleri meyanında siyaset-i İslamiyeye bir mevki vermek

mecburiyetinde olan başlıca Avrupa devletleri İngiltere, Fransa ve İtalya devletleridir.”

İngiltere’de İslam âleminin görüşlerinin alınmasını savunanlar vardır. Lloyd George İngiliz

siyasetini idare ettiğinden bu ülkeden böyle bir siyaset takip etmesini beklemek zordur.

İngiltere şark meselesini Asya meselesi olarak algılamak eğilimindeydi. Asya ve hatta

Avrupa Müslümanlarının kendi açıklamalarına dayanarak, İstanbul meselesiyle, “hatta

bizdeki bazı seciyesizlerden yüz kat bin kat fazla” ilgilenmektedirler. İstanbul’un alınması,

tüm Müslümanlara indirilmiş bir darbe olur. Avrupa’nın yanlış yollar izlemesi nedeniyle

barış anlaşması hala imzalanamamıştır.343

Mart 1920’de Heyet-i Temsiliye adına Mustafa Kemal Paşa’nın Bandırma’dan 14. Kolordu

Kumandanı Yusuf İzzet Paşa’ya gönderdiği telgrafta uyarıcı nitelikte bir haber

verilmektedir. Mustafa Kemal’e göre İngiliz haber alma örgütünde bulunan güvenilir

kişilerden işitildiğine göre, İstanbul’a gelen Sally adlı bir İngiliz yüzbaşısı Hürriyet ve İtilaf

Fırkası önderlerinden Mustafa Sabri Hoca’ya başvurarak “din-i İslam’ın Bolşevik

aleyhinde olduğuna dair” bir fetva almıştır. Tevfik Paşa da buna öncülük etmiştir. İngilizler

Şeyhülislam’dan da aynı doğrultuda bir fetva alarak, padişahın başkanlığı altında tüm

İslam ülkelerinden gelecek temsilcilerin oluşturacağı bir Meclis-i Hilafet kurulmasını

düşünmektedir. (Tunaya 2004: 17, 18)

3 Mart 1920’de Saraydan, İtilaf’tan ve Ankara’dan gelen baskılara dayanamayan Ali Rıza

Paşa istifa etti. Ankara’ya adeta sırtını dönmüş mebuslar da Vahdettin’in Damat Ferit’ i

işbaşına getirmesinden korkmaya başladılar. Gözler tekrar M. Kemal’ e döndü. M.

341 “Mukadderatımız Hakkındaki Son Haberler, Henüz Vazih ve Kati Malumat Yok!”, 10 Mart 1920. 342 “Amerika Efkâr-ı Umumiyesi”, 10 Mart 1920. 343 Yunus Nadi, “İslam Siyaseti ve Devletler”, 12 Şubat 1920.

111

Kemal’in deyimiyle Heyet-i Temsiliye yurt çapında bir “telgraf fırtınası” düzenleyerek

baskı kurdu ve Vahdettin Anadolu hareketinin baskısı karşısında 8 Mart’ ta Bahriye Nazırı

Salih Paşa’yı sadarete getirdi. Harbiye Nazırı ise Fevzi (Çakmak) Paşa’ydı (Akşin 2000:

88). Bugünkü sayıda ise başyazı tamamen sansürlenmişti. Bu nedenle gazetenin

Hükümet’in istifası hakkındaki görüşleri ancak 5 Mart sayısındaki imzasız başyazı ile

açıklanabildi. Bu başyazı şöyle başlıyordu: “Her hükümet için iki mühim vazife vardır: Biri

teşkil diğeri istifa etmek.” Kabineyi kuracak kişinin ilk yapması gereken bunun için

koşulların uygunluğu ve kişilerin salahiyetlerini tayin etmekse, diğeri de ne zaman gitmesi

gerektiğini iyi bilmektir. Ali Rıza Paşa bu son görevini hakkıyla yerine getirmiştir. Son

zamanlarda siyasete dair yazılar yazmanın iyice zorlaştığı belirtilen yazıda, eğer bu

konuda bir endişe duyulmamış olsaydı, hükümetin neden istifa etmeyi tercih ettiğinin

açıklanabileceği vurgulanır. Giden hükümetin ülkenin “saadet ve selametini düşünmek

konusunda halkı tatmin ettiği” belirtilir. Onu bulunduğu mevkiiye bağlayan yalnızca ülke

yararına şeyler yapmak arzusuydu. Bu arzuyla iktidara gelmiş ve bu arzuyla da gitmiştir.

15 aydan beri çok hükümet buhranına şahit olunmuş ama hiç biri bu koşullar içinde istifa

etmemişti. Görüldüğü gibi gazete, Ali Rıza Paşa’nın istifa kararını, şahsına duyduğu

güvenden dolayı desteklemiştir.344 Ayrıca “Memleket, her namuslu ve vatanperver

kabinenin istifa edeceği koşullar içindedir zaten.” 345

Gazetenin 6 Mart 1920 tarihli sayısında da başyazı tamamen çıkarılmıştır. Sansürlenmiş

başyazılar ve haberlerin sıklaşması, gazetenin ilerleyen günlerde uğrayacağı akıbetin

adeta bir habercisidir.

Ülkenin içinde bulunduğu durumda, Doğu’nun “mütevekkil ve sabur ruhlu insanlarının

dudaklarından hiç eksilmeyen bir temenni”ye sarılmaktan başka çare yoktur: “Cenab-ı

Hak beterinden saklasın!” Dünya genelindeki iktisadi buhranı en ağır olarak yaşayan

millet Türklerdir. Buhranı atlatmanın elbet bir çaresi vardır ama belki de dünyada yeni bir

inkılâba yol açacak bu buhran, Hükümet’in tedbirleriyle atlatılabilecek bir şey değildir.346

Salih Paşa kabinesi basın tarafından pek de memnuniyetle karşılanmamıştır. “Hemen

bütün gazeteler yeni kabinenin tarz-ı teşkilini günün ihtiyacına pek muvafık

bulmamaktadırlar.” 347

344 İmzasız başyazı, “Hükümet Tebdili”, 5 Mart 1920. 345 “Kabine Buhranı Devam Ediyor ve Edecek, Ali Rıza Paşa kabinesi Cumartesi gününe kadar vekâleten göreve devam edecek”, 5 Mart 1920. 346 İmzasız Başyazı, “İktisadi Buhran”, 10 Mart 1920. 347 “Yeni Kabine Meclis-i Mebusan’ın Vaziyeti”, 10 Mart 1920.

112

Ülkenin içinde bulunduğu koşullar nedeniyle gençliğin birleşmesi ve yeni kurulacak

hükümette gençlere yer verilmesi gerektiği belirtilmektedir. Gençlik, “Türkiye’yi terakkiye

ve medeniyete doğru sevk edebilecek” yegâne güçtür. “Avrupa’da yaşayan ve Avrupa’da

kalmak isteyen ve Avrupa – Asya yolları üzerinde muhafaza-i mevcudiyet mecburiyetinde

bulunan bir Türkiye’nin Avrupa’nın tanıdığı usuller ve Avrupa’nın tanıdığı zihniyetlerle

idare edilmesi farz olduğu halde” ülke yönetiminde gençlere yer verilmemiştir. Bu durum

karşısında “gençliğin birleşmesi ilim ve irfan nurunun istikbale doğru memleketin yolunu

tenvir etmesi lazım gelirdi.” Fakat gençlik, ülkenin karşı karşıya bulunduğu tehlikeleri

sezinleyememiş, “tecrübesizliği”nden dolayı birleşememiştir. Artık tehlikeler ayan beyan

ortadadır. Şu an gençliğin birleşmesi için en uygun ve gerekli zamandır. Gençliğin

birleşmesi demek, “her gencin içtihadından fedakârlık etmesi” değil, “umumi ve müşterek

menfaatlerde” birleşmesi demektir. “Böyle bir hükümet tesis edilmelidir ki diğer bütün

terakkiyat için imkan kapısı açılsın!...” denilmekle, yalnızca bedenen değil, zihniyet olarak

da genç ve yeni bir hükümete duyulan özlem dile getirilmektedir. 348

Sadrazam Salih Paşa verdiği beyanatta, henüz bir hükümet programının tanzim

edilmediğini fakat “hukuk-u meşruiyetimizi müdafaaya azim ve ciddi ıslahata taraftar bir

devlet” olduğunu ispatlamak için gayret gösterileceğini söylediği sıralarda349, Londra’dan

gelen 7 telgraftan, sansür tarafından yayınlanmasında sakınca görülmeyen tek bir

tanesinde, “tamamıyla idrak edilen vaziyetin ekalliyetlerin himayesi” olduğunu haber

vermiştir. Lloyd Gorge “Kilikya ve Ermenistan’dan vahim haberlerin vurudunu müteakip

sulh Meclis-i aliyesinin derhal müzakerata başladığını ve icab eden mukarreratı ittihaz

ederek İstanbul’daki İtilaf mümessillerine tebliğ ettiğini söylemiştir.” 350 New York’tan

gelen haberlere göre ise, Cemiyeti Akvam muahedenamesinin 10. maddesinin

kesinleştiği ve “cemiyet üyesi bir devletin tamamiyet-i mülkiyesi harici tecavüz ile tehdit

edilen diğer devletlerin istiklalini taahhüt altına aldığı” bildiriliyordu.351 Nadi adeta gün

saymaktadır. Barışsız geçen süreç 17. ayını doldurmuştur. “Ebedi bir muhalefetin

mümessilleri gibi hareket eden iki üç kişinin” Anadolu hareketine katılanları, “Avrupa

devletlerine gelişi güzel düşman gibi onlarla sanki cenk ve cidal istiyormuş gibi”

göstermeye çalıştıklarını ve “bu yolda hatır ve hayale gelmez, havsalaya sığmaz”

suçlamalarda bulunup, iftiralar attıklarını söyler. Milli direniş karşısında olan ve toplum

içinde ayrılık yaratmaya çalışan bazı yazarlar, “Anadolu’daki milli kuvvetler teşkilatı ile

onların etrafında toplanan kitleler Avrupa’ ya karşı muarazayı göze almış çılgınlardan

348 İmzasız Başyazı, “Gençliğin İttihadı”, 12 Mart 1920. 349 “Vaziyet-i Siyasiyemiz”, 12 Mart 1920. 350 “Mukadderatımız Hakkındaki İlk Elem Haberler”, 12 Mart 1920. 351 “Milletler Cemiyeti”, 12 Mart 1920.

113

ibarettir” demektedirler. “Bizim böylece basit bir şekilde söyleyiverdiğimiz bu manevra

onların elinde ve dilinde ekseriye: (Avrupa görüyorsun a, senin için tehlike şudur)

nakaratını tekrara müncer olmaktadır.” Hâlbuki “mesele, Avrupa ile Anadolu’nun meselesi

değildir. Belki sadece Türkiye’ye milletçe hayat ve vahdet vermesi istenilen bizim

sulhumuzun meselesidir. Ve Anadolu’ nun yanılıp kavrulduğu nokta da işte bu hayati

meselemiz etrafında toplanan endişelerden ibarettir. Ne Anadolu ne Türk milleti Avrupa

devletleri ile boy ölçüşmeyi hatırından bile ne geçirmiştir, ne de geçirmek ister”

demektedir. İzmir işgali sonrasında Ege’de örgütlenen Kuvayı Milliye hareketini “fena

görmekle berbat bir zillete düşmüş” olan Filozof Rıza Tevfik Bey, bunlardan biridir. Damat

Ferit Paşa hükümeti sırasında “işlerinin pek devingen gitmekte olduğunu” söyleyen Rıza

Tevfik, “Damat Ferit Paşa ile Paris Sulh Konferansına gidip geldikten sonra bu paşanın

hükümetteki gafletlerini ve kusurlarını saymak ile bitiremiyor” idi. “Milleti Avrupa’ya jurnal

edenlere” diyecek bir sözü olmadığını söyleyen Nadi, Avrupa devletleri ve kamuoylarına,

Türk milletinin “durup dururken bütün Avrupa ile uğraşmayı göze alacak kadar” pervasız

ve haddini bilmez olmadığını, “yalnız ve yalnız hakkını ve hayatını istediğini”

anlatacaklarını belirtir.352 Büyük bir kısmı sansürlenmiş olan haberde, İngiltere Dışişleri

Bakanı Lord Curzon’un birkaç gün önce Avam Kamarası’nda yaptığı konuşma

anlatılmaktadır. Çoğunluğun ortak görüşü sonucu İstanbul’un Türklere bırakılmasına

karar verildiğini tekrarlamıştır. Mütareke sonrası Büyük Britanya Kilikya’yı işgal etmiş

fakat burada kalmayı düşünmediğinden burayı Fransızlara teslim etmiştir. Maraş’ta iki

Amerikalının katledilmesi ve burada Ermenilere kötü muamele edilmesi nedeniyle burası

da Fransızlar tarafından işgal edilmiştir. Fransızlar burada abluka edilerek 3 hafta

boyunca ciddi surette muhasara edilmiş ve çekilmek zorunda kalmışlardır. Curzon, bu

şekilde “Türkiye hükümeti ve Türk kuvası tarafından mütarekenin bariz bir surette ihlal

edildiğini” ileri sürmüştü.353

v.) Hilafet

Bir grup Hintli Müslüman İngiltere’nin Hindistan Umumi Valisi’ne giderek, hilafet

meselesine dair bir muhtıra vermişler. Türkiye hakkında verilecek kararı İslam âleminin

fikrini ve hissiyatını değerlendirmeden vermemeleri gerektiğini belirtmişlerdir. Bu

352 Yunus Nadi, “Hep Maksud Bir mi?”,15 Mart 1920. 353 “İngiltere Hariciye Nazırının Hakkımızdaki Beyanatı”, 15 Mart 1920.

114

muhtırada yer alan belli başlı istekler çok büyük harflerle belirtilmiştir: “Arabistan ve

mahal-i mukaddese Türkiye’ nin teftişinde kalmalıdır. Hilafet ve saltanat yekdiğerinden

ayrılamaz. İstanbul Türk hâkimiyetinde ika edilmelidir354. İstanbul söz konusu olduğunda

İslamiyet’e ve şehrin İslami değeri ve önemine yapılan vurgu artmıştır. Bunun nedeni

halkın dikkatini ve ilgisini daha çok çekebilmek olmalıdır. Son günlerde Türkiye’nin

mukadderatı ve buna bağlı olarak da İslam âleminin “en muazzam hissiyatı etrafında

dolaşan buhran” büyük üzüntü ve sıkıntılar yaratmıştır.355 İslam Hilafeti’ne de sahip olan

Osmanlı Devleti, “umumi harbe iştirak zaruretinde kaldığı zaman –doğru veya yanlış bir

hesap ile – cihat da ilan etmiş idi. Buna mukabil diğer taraftaki devletlerin tebaasından

olan Müslümanların bize karşı muharip olduklarını bütün fiiliyatı ile gördük.” Hatta

Osmanlı tebaasından olan Müslümanların dahi “bize karşı savaştıklarına da hayretle şahit

olunmuştur.” Bize karşı savaşan Müslümanlar içinde en önemli mevkiiyi Hintliler işgal

ediyorlardı. Buna bakılarak İslam’ın kardeşlik ilkesi kolayca sorgulanabilir ve boş olduğu

hükmüne varılabilirdi. Bugün ise Hint Müslümanları gibi dünya üzerindeki pek çok

Müslüman milletin Türkiye davasına ilgisi giderek artmaktadır ve davamızda bizi

desteklemektedirler.356 Müslümanlığa yapılan vurgunun bir sebebi de, Müslüman

devletlerden destek beklentisidir. Çünkü Türkiye mukadderatı meselesi tüm Müslümanları

“şiddetle alakadar eder”. İngiliz basını Hint Müslümanlarının bu alakalarını ciddi surette

takip etmektedirler.357

vı.) Kürtler, Ermeniler

Paris’de Bogus Nubar Paşa ile Şerif Paşa arasında, Kürtlerle Ermeniler namına bir ittifak

imzalanmıştır. Yergir adlı Ermenice gazeteye göre bu iki müttefik ortak bir muhtıra

düzenleyerek barış konferansına sunmuşlardır. Yeni Gün, her iki kişinin de meşru

sayılamayacak temsilciler olduğunu savunur: “Bogus Nubar’ı artık herkes tanıyor. Büyük

Ermenistan’ın en büyük adamı! Hâlbuki ‘boş herif” namıyla tanınmış olan Şerif Paşa’yı da

zannedersek yeni unvanıyla da tanıyan hemen hemen kimse yoktur: Kendisini hiç

tanımayan Kürdistan’ın sulh meclisindeki murahhası!”. Gazete bu yorumuyla Şerif

354 “Hint Müslümanlarının Pek Mühim Bir Muhtırası”, 5 Şubat 1920. 355 “Âlem-i İslama Bir Hitabe-i Şairane, Üstad Edip Namık Kemalzade Ali Ekrem Beyefendi’nin Bir Şiiri”, 5 Şubat 1920. 356 Yunus Nadi, “Türkiye ve İslam”, 6 Şubat 1920.357 “Türkiye Mukadderatı ve Âlem-i İslam”, 7 Şubat 1920.

115

Paşa’nın Osmanlı Kürtlerini temsil etmediğini, kendi kendine harekete geçmiş olduğunu

vurgulamaktadır. Bogus Nubar ve Şerif Paşa’nın sundukları muhtıranın içeriği ve iddiaları

da şöyledir: “Ermenilerle Kürtler arîden oldukları için aynı menafi ve aynı emele

sahiptirler: Halas ve istiklallerinin temini! Ermeniler Türk boyunduruğundan suret-i

katiyede kurtulmak emellerini besliyorlar. Her iki millet de kendileri için pek zor olan Türk

hâkimiyetinden tamamen kurtarılmalarını bekliyorlar.” Devamında “Ermenistan için bir

istiklali-i tam ve Kürdistan için de himaye altında bir muhtariyet talep edilmektedir.” Yeni

Gün, Bogus Nubar Paşa’dan çok Şerif Paşa’nın niyeti ve kim olduğu ile ilgilenmiştir:

“Bütün manasıyla bir serseri olan Şerif Paşa ile ondan tamamen başka türlü

düşündüklerini (sade) her gün İstanbul’a gönderdikleri telgraflarla değil, bilzat

hareketleriyle ispat eden Kürtlerle Şerif Paşa arasında ne münasebet var?” Yeni Gün

Şerif Paşa hakkında bilgi verir: “Şerif Paşa kendisinin olmayan geniş bir servetle Paris

burjuvaları arasında mutantan bir burjuva hayatı yaşamak için arada sırada böyle

mutantan unvanlara ihtiyaç hisseder. Kâh sabık bir sefir-i kebir olduğunu kâh Türkiye de

ismi bile meçhul bir fırkanın reisi olduğunu iddia eder ve her zaman Paris’teki (--sine)

göre yeni bir unvan değiştirerek kendisini salondan salona satmakla meşgul olur. Bu defa

da ortaya bir Kürtlük ve bilhassa Ermenilerle dost olmak isteyen bir Kürtlük ve bir de

himaye çıkardı. Kendi kendisini de Kürtlere fuzuli bir murahhas tayin etti işte mesele

bundan ibaret. Bugün Bogus Nubar’la beraber çalışır, çünkü artık geçmek üzere olan bir

(---) öyle istiyor, yarın da mesela (---) icab etse Venizelos’la birlikte çalışır ve yine o

zaman da mesela Türkiye’ nin prensliğini ister. İsteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü

kara demişler, yüzsüz olduktan sonra ne istersen iste!” 358

Nadi, Kürtler ve Ermeniler hakkında birkaç gün önce yayınlanan haberin ardından bu

bahsi açmak için yeni bir vesile doğduğunu belirtir. “İstanbul’da Kürt Teali Cemiyeti

isminde bir cemiyet vardır.” Bu cemiyetin tanınmış bazı üyeleri amaçlarının Kürtlerin

harsıyla ilgilenmek olduğunu söylerken, “son zamanlarda bu cemiyetin bazı azası

salahiyetleri haricinde ve cemiyetin esas maksadına muhalif olarak bir takım harekette

bulunmaktadırlar.” Bu cemiyet tarafından Kürdistan’da yayınlanmak üzere düzenlenmiş

ve bir nüshası da basına gönderilmiş olan beyannamede “bilvesile Paris’te Kürtler

namına kendisine murahhas süsü veren” Şerif Paşa hakkında “murahhas-ı

muhteremimiz” unvanı verilmiştir. “Hâlbuki Bogus Nubar’la birlikte Ermenistan’a istiklal ve

Kürdistan’a da himaye altında bir muhtariyet isteyen Şerif Paşa’nın bu hareketini bilzat bu

cemiyet erkânı arasında takbih edildiğini bildiğimiz için biraz tetkikat yaptık.” Buna göre

358 “Kürtler ve Ermeniler”, 20 Şubat 1920.

116

“bizim bildiklerimiz asla yanlış değildir.” Nadi, o sıralarda Anadolu meselesi uluslararası

arenada tartışıldığından, herkesin bu konuda layıkıyla bilgi edinebilmesi için makalesini

yazmak zorunda hissettiğini bildirir. “Bu cemiyetin asıl amacı içtimai faaliyet olduğu halde

cemiyetin bazı azaları kendi kendilerine bu faaliyete siyasi bir nitelik kazandırmaya

çalışmaktadırlar. Cemiyetin bazı azaları da buna başından beri şiddetle muhalefet

ediyorlar. Şerif Paşa ne Kürdistan’ın ne de İstanbul’daki cemiyetin murahhasıdır. Bir sene

önce İstanbul’da kurulmuş olan bu cemiyet yayınladığı beyannameyi Kürdistan’a daha

yeni gönderiyor. Bu da gösteriyor ki bu cemiyet ne maruf bir müessese-i milliye ne de

Kürdistan’ın vekâletini haiz bir heyettir ki bunun Şerif Paşa’ya vermiş olduğu vekâlet ve

ruhsatın bir manası olsun!” Bu beyannamede “ahir bir millet veya devlet istilaya

uğramasına çalışmak hususu dahi zikrediliyor ki bu fikirler Şerif Paşa’nın talep ettiği

himaye altındaki muhtariyet fikri arasındaki benzerlik” aşikârdır. Kürtleri kesinlikle temsil

etmeyen bu cemiyetin “kendi kendine gelin güvey olan bir takım azasının murahhası olan

Şerif Paşa’nın fikirleri ile ne Kürdistan ne de bu cemiyet arasında hiçbir münasebet yok

tur. (…) Kürtler son seçimlere seve seve katılmış ve İstanbul’ a bir takım mebuslar

göndermişlerdir. Kürtler adına konuşma yetkisine sahip olanlar da işte bu mebuslardır.

Şerif Paşa gibilerinin eylemlerini desteklemeyen pek çok Kürt Teali Cemiyeti azası

bulunmasından çok memnunuz. Kürdistan hakkında ne gibi fikirler beslendiğini çok iyi

bildiğimiz gibi olanlar da bu bildiğimizi ispat ediyor. Fakat bu gibi kişilerin olan bitenler

üzerinde bir etkisi olamayacaktır.” 359

359 (İmzasız Başyazı), “Kürtler”, 24 Şubat 1920.

117

III. BÖLÜM: İSTANBUL’UN İŞGALİ VE YENİ GÜN’ÜN ANADOLU’YA GEÇİŞİ (16

MART 1920 – 20 MART 1920)

Mütareke’nin ardından beklenti bir barışın imzalanmasından yanayken, Anadolu’yu

yıldırıp sindirerek, çok ağır barış şartlarını kabule zorlamak ve padişahı güçlendirmek için

16 Mart 1920’de İstanbul’da “İngilizlerin yürüttüğü bir darbe” düzenlendi (Akşin 2000:

88).360 Başta Harbiye Nezareti olmak üzere o güne dek işgal edilmemiş bazı binalar işgal

edildi. Şehzadebaşı Karakolu basılarak Türk askerleri öldürüldü.361 Pek çok siyasetçi,

gazeteci ve aydın, sabahın erken saatlerinde evleri basılarak tutuklandılar. Bir bildirgeyle

de halka idam cezası tehdidiyle gözdağı verildi.362 İtilaf güçleri Vahdettin’e işgalin

kendisine yönelik olmadığını bildirdi. “Evlere dairelere sabah karanlığında dipçikle giren

İngilizler, Meclis’e öğleden sonra ve terbiyeli bir biçimde geldiler.” Darbeyi haber alan ve

kendisini uyaran M. Kemal’in uyarısını dinlemeyerek Meclis’te bulunan Rauf Bey başta

olmak üzere, ellerindeki listede adı yazan bazı mebusları tutukladılar ve bir bölümünü

Limni ve Malta’ya sürdüler (Akşin 2000: 89; Tunaya 2003: 10). Meclis işgal güçlerinin

davranışlarını protesto etmek amacıyla genel kurul çalışmalarına ara verdiyse de, bu tavır

saray yanlıları ve muhaliflerin ağır bastığı Ayan Meclisi’nde hoş karşılanmadı. Hatta

İngilizlerin tutukladıkları bir Ayan üyesi için girişimde bulunulmasına Rıza Tevfik, büyük

bir devletin haksızlık yapmayacağı gerekçesiyle karşı çıkmıştır. Bu tutum Türk halkının

360 “16 Mart 1920 sabahı saat 9.25’de İngiliz Yüksek Komiserliği Baş tercümanı Andrew Ryan randevusuz ve habersiz Osmanlı Sadrazamı Salih Paşa’yı ziyaret etti. Ciddi bir bildirimde bulunacağını belirterek yüksek komiserlerin aşağıdaki ortak notasını sadrazama sundu: “Altes, Müttefik yüce kurulu, Fransa, Büyük Britanya ve İtalya Yüksek Komiserlerini İstanbul kentini 16 Mart 1920 saat 10’dan itibaren müttefik devletlerin askeri işgali altına alınacağını Alteslerine duyurmakla görevlendirilmiştir.(…) Ayrıca birçok yörede ve özellikle Kilikya’da görülen olaylarda sorumlulukları şüphesiz olan Mustafa Kemal Paşa’nın ve sözde mili hareketin öteki yöneticilerinin ret ve inkâr edilmelerini Osmanlı Hükümetinden istemek görevini de almış bulunuyoruz. Benzer olayların ve aşırılıkların yinelenmesi halinde Türkiye için öngörülen barış şartlarının daha da sertleştirileceğini ve verilmiş ödünlerin geri alınacağını Osmanlı Hükümetine bildirmek durumundayız. Şunu da eklemekle görevlendirilmiş bulunuyoruz ki İstanbul’daki müttefik askeri işgali barış antlaşması şartları kabul edilip uygulanıncaya kadar sürecektir.” Şimşir, a.g.e., s. 81.361 İşgalciler Osmanlı’ya işgalin saat 10’da başlayacağını söylemişlerdi ama dört saat öncesinden saldırıya geçmiş ve sabahın altısında Şehzadebaşı’ndaki tümen karargahı koğuşuna ani bir baskın yapmışlar, henüz yataklarındaki Türk askerlerinin üzerine ateş açmışlardı. Altı eri şehit etmiş on beş kadarını yaralamışlardı. Şimşir, a.g.e., s. 84. 362 İstanbul’un işgalinin hemen ertesindeki günlerde Halide Edip, bütün şehirde İngilizce ve Türkçe olarak herhangi bir milliyetçiye yardım edenin ölüme mahkûm edileceğini ilan den afişler asıldığını yazmıştır. Bu afişlerde ölüm kelimesi çok büyük harflerle yazılmıştır. Edip, “Buna General Wilson imza atmıştı. Eğer sırf bize yardım edecekler ölümle tehdit ediliyorlarsa acaba bizlere ne ceza vereceklerdi?” diye yazmaktadır. Adıvar, a.g.e., s. 65.

118

kutuplaşarak iki cepheye bölündüğünün, oydaşmanın yitirildiğinin ve bir iç savaşın

başlamak üzere olduğunun işaretiydi (Akşin 2000: 90). M. Kemal, vali ve komutanlara bir

genelge göndererek işgali protesto etmek üzere gösteri toplantıları yapılmasını, İtilaf

Devletleri parlamentolarına protesto telgrafları çekilmesini istedi (Şimşir 1988: 189). 18

Mart’ta Meclis-i Mebusan işgal altında çalışamayacağını açıklayarak dağılma kararı aldı.

(Akarslan 1990: 76) M. Kemal, çok önceden böyle bir tehlikeye işaret etmiş ve harekete

geçerek yedi genelge çıkartmış ve yine bir telgraf fırtınası başlatmıştı. İtilaf Devletleri’nin

protesto edildiği, Meclis’in yeniden Ankara’da toplanması için önlemler alınması gerektiği

belirtilen bu telgraflarda, Anadolu’nun İstanbul’la resmi telgraf haberleşmesinin kesilmesi

de isteniyordu. İstanbul Hükümeti ise bunu engellemek için 4 kişilik Heyet-i Tenviriye’yi

Ankara’ ya yolladı (Akşin 2000: 90). Mustafa Kemal, Heyet-i Temsiliye Başkanı olarak

İstanbul’un işgalinden üç gün sonra 19 Mart 1920’de, Anadolu’daki bütün komutanlıklara

valiliklere bir genelge göndererek olağanüstü yetkilere sahip yeni bir Meclis’in Ankara’da

toplanabilmesi için yürürlükte olan seçim yasasına göre seçimlerin on beş gün içinde

yapılmasını istedi (Gözübüyük 2002: 47). İstasyon Caddesi’nde İttihat Terakki kulübü

olarak inşa edilmiş olan bina, Meclis’in toplanacağı yer olarak seçildi. Binanın onarımı için

gereken parayı Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Ankara Merkezi karşıladı (Şimşir 1988: 177).

İngilizler, Salih Paşa hükümetinden Kuvayı Milliye’yi kınayan bir bildirge yayınlamasını

istediler. Yerine Damat Ferit’in getirilmesinden korkan Salih Paşa, hafif yollu bir metin

hazırladıysa da İtilaf bunu yeterli bulmadı. Ardından İtilaf-Hükümet arasında bir bildirge

trafiği başladı (Akşin 2000: 89). Sonunda Salih Paşa çekildi ve ardından Damat Ferit

Paşa işgalcilerin baskısıyla dördüncü kabinesini kurdu. Anadolu’da kurulacak bir meclisin

meşru olmayacağını belirtmek için önce Kuvayı Milliye’nin asi olduğu Şeyhülislam fetvası

ve hükümet beyannamesiyle ve Meclis-i Mebusan Beyannamesi ile ilan edildi. Ardından

Divan-ı Harpler 17 Mart 1920’den itibaren kurularak işletilmeye başlandı (Tunaya 2003:

16).

İşgalin ardından basında sansürün dozu daha da arttı. Sansür kurulunda işgal

komutanlıkları temsilcileri de yer almaya başladı. Burada İngiliz subayları etkin rol

oynadıklarından, asıl adı “Karma Basın Sansür Kurulu” olan bu uygulamaya İngiliz

sansürü de deniyordu. Sansür ancak Kurtuluş Savaşı’nın sonlarına doğru savaşın

kazanılacağının anlaşılmasıyla hafifleyecekti (Kabacalı 1990: 102–105). Özkaya, İstanbul

gazetelerinin, zaferin kazanılacağının kesinleştiği 1921’e kadar Anadolu hareketinden ya

da Mustafa Kemal’den söz etmediklerini söylemiştir (Özkaya 1989: 10). Fakat

çalışmamızda da görüleceği üzere, bir İstanbul gazetesi olarak yayın hayatına başlayan

119

Yeni Gün, henüz 1919’da Mustafa Kemal ile yapılan röportaja ve Anadolu hareketinin

haklılığını destekleyecek haber ve yorumlara yer verebilmiştir.

Pek çok kaynakta İstanbul’un işgalinden bir gün sonra Yeni Gün matbaasının basılarak

gazetenin kapatıldığı ve Ankara’ya gidene kadar bir daha yayınlanamadığı belirtilmişse

(Baykal 1990: 214; İnuğur 1978: 319; Coşar 1972: 179, 180) de bu doğru değildir. Yeni

Gün 15 Mart 1920–20 Mart 1920 tarihleri arasında yayınına ara vermek zorunda

kalmıştır. Fakat 21 Mart’tan itibaren tekrar yayına başlamış ve 13 Nisan 1920’den

itibaren, Ankara’da yayınlanacağı 10 Ağustos 1920’ye kadar yayınına son vermiştir.

Araştırmamızda 21, 22, 23, 28 ve 29 Mart 1920 tarihli sayılara yer verilmiştir.

Kocabaşoğlu, ulaşabildiği son sayının Hakkı Tarık Us Kütüphanesindeki 9 Nisan 1920

tarihli sayısı olduğunu söyler (Kocabaşoğlu 1981: 182). Nadir Nadi’nin Fethiye Halk

Kütüphanesi’ne bağışladığı kişisel koleksiyonunun, Meclis Kütüphanesi çalışanlarınca

Ankara’ya getirilmesi sayesinde biz 3, 6, 8, 10, 11 ve 12 Nisan 1920 tarihli sayılara da

ulaşabilmiş durumdayız.

Öte yanda Nadi de anılarında matbaasının 19 Mart’ta basıldığını belirtir. 16 Mart gecesini

yakın arkadaşı İbrahim Süreyya’nın Beşiktaş’taki evinde sabaha kadar planlar yaparak

geçirdikten sonra ertesi sabah ayrılan iki arkadaş, yeniden ancak Ankara’da

görüşebileceklerdir. Nadi, İstanbul’dan ayrılarak Anadolu’ya geçmeye ve ulusal harekete

katılmaya karar verir. Lazistan mebusu Osman Bey’in kendisini bindirmeye söz verdiği

vapurun kalkacağı tarihin belli olmaması üzerine, yine aynı kişinin bahsettiği Üsküdar’daki

teşkilatla bağlantı kurmaya karar vermiştir. Nadi, “günün birinde tahakkuk edeceği

şüphesiz olan böyle bir ihtimal için icap eden arkadaşlar arasında bilinen tertibat ve

teşkilatın” yapılandırılamamış olmasından dolayı, iletişimsizlik nedeniyle de boşu boşuna

zaman kaybetmiştir. Bunun üzerine gazetede gece sekreteri olan Ali Ekrem Uşaklıgil’e

haber göndererek Asmaaltı’ndaki bir arkadaşından 50 lira alıp kendisine getirmesini ister.

Uşaklıgil, talimatı yerine getirerek onu “işgal orduları polisinin esas karakollarından birine

birkaç yüz metre mesafede karanlık bir gazinonun köşesinde bir bardak biranın önünde”

bulduğunda artık Anadolu macerası için gerekli olan her şey hazırdır. (Böke 1994: 72)

Ahmet Emin Yalman363, Halide Edip, Ruşen Eşref gibil, Yeni Gün’de yazıları yayınlanmış

olan kişiler de İstanbul’dan Anadolu’ya geçenlerdendi. (Özkaya 1989: 26)

363 Ahmet Emin Yalman: 1888 yılında Selanik’te doğdu. Selanik Askeri Rüştiyesi’nde, Beyoğlu Alman Mektebi’nde İstanbul Hukuk Fakültesi’nde okumuş, New York Columbia Üniversitesi’nde, “Basının Değerlendirmesiyle Modern Türkiye’nin Gelişmesi” adlı teziyle Felsefe Doktoru olmuştur. Darülfünun’da iki yıl Ziya Gökalp’in asistanlığını yapmıştır. Gazeteciliğe 1907’de Sabah gazetesinde başlamış, 1908’de Yeni Gazete’ye, 1910’da Tanin’de başyazar olmuştur. 1919’de Mehmet Asım (Us) ile birlikte Vakit gazetesini çıkardı ve başyazarlığını yaptı. Damat Ferit tarafından Kütahya’ya, İngilizler tarafından da Malta’ya

120

Üsküdar’ daki teşkilatın başında bulunan jandarma kumandanı Remzi bey aracılığıyla son

hazırlıklarını tamamlayan Yunus Nadi, “Abbas” takma adıyla yanında İzmit mebusu Sırrı

Bey olduğu halde 21 Mart 1920 sabahı Ankara’ ya doğru yola çıkar. Gazetenin idare

müdürü Uzun Fahri (sonradan Ankara’da Sanat Basımevi’nin müdürlüğünü yapacaktır),

TBMM’de yeni Kanun-i Esasi’yi hazırlayacak encümenin sözcülüğünü yapan Yunus

Nadi’den gizlice iletilmiş bir mektup alır. Mektupta derhal matbaanın Ankara’ya taşınması

gerektiği bildirilmektedir. Matbaayla beraber Uzun Fahri, başmürettip Kamil, mürettip

Halil ve Ali de Anadolu’ya geçerler. Nadi, İstanbul’dan ayrıldığında yeniden döneceğine o

kadar emindir ki Yeni Gün idarehanesi olan binayı iki seneyi aşkın bir süre isticarı altında

tutar. Ayrıca gazete Nadi’nin gidişine rağmen 12 Nisan 1920’ye kadar çıkmaya devam

etmiştir. Ailesini ise ancak Haziran’ da yanına almıştır. Fakat ayrıldığı kente ancak

1924’ün Mayıs ayında dönecektir. (Böke 1994: 73)

III.1) İŞGAL ALTINDA YENİ GÜN (21 MART 1920 – 12 NİSAN 1920)

Yeni Gün’ün İstanbul’da yayınlanan son sayıları, 21 Mart 1920 ile 12 Nisan 1920 tarihleri

arasındaki sayılarıdır. Nadi, Ankara’ya doğru yola çıkmış olduğu sıralarda 21 Mart 1920

sayısında makalesi yer alıyordu. “Hal ve vaziyetimizin ciddiyeti hakkında uzun uzadıya

söz söylemeye lüzum görmüyoruz” diyerek makalesine başlayan Nadi, “İstanbul’umuzun

İtilaf devletleri tarafından askeri işgal altına alınmış olması tebliği resmilerde beyan

edilmiş olduğu üzere mevkut da olsa yine pek büyük pek mühim ve muazzam bir

hadisedir.” “Lloyd George’un Avam Kamarası’nda İstanbul’un Osmanlı payitahtı olarak

kalmasına hasrettiği pek makul ve musib müdafaadan sonra…” sulh için Avrupa’da

cereyan eden görüşmeleri takip edenler de anlayabilirler ki “bu işgal mevkuttur”.

Avrupa’dan en son ulaşan gazetelere göre “İstanbul’un işgali Türk sulhunun takrir ve

tesisi ihtiyacından tevellüt etmiş bir meseledir.” Avrupa’nın da barış isteğinden emin

olduğunu belirten Nadi, her iki taraf da bir sulh yapmayı “şiddetle arzu ettiği halde” neden

yapılamadığı sorusunu belli konulardaki görüş farklılıkları olarak açıklamıştır. Nadi yine

de ümitlidir. “İstanbul’un Osmanlı payitahtı olarak bırakılması da delildir, biz sulhumuz

meselesinin büyük Avrupa devletlerince de gösterilmesinden hali kalmayacağı şüphesiz

sürülmüştü. 1923’de Vatan gazetesini çıkartıp başyazarlığını üstlendi. Gövsa, a.g.e, s. 401, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, Yay. Yön.: Ekrem Çakıroğlu, c. 2, İstanbul, YKY Yayınları, 1999, s. 13.

121

olan hüsnü niyetler ile er geç nihayet makul bir neticede karar kılınacağından emin

bulunuyoruz. Bunun için hakkın ve hukukun tecellisine zaman ve imkân bulunabilmek

lazımdır.” Bu konuda Türk ve Müslüman olanlara düşen görevin “dün olduğu gibi yarın da

dostumuz olacak olan Avrupa devlet ve milletlerini imkânın son hadlerinde tenvir ile

cümlenin bir an evvel ve son arzu ve ihtiyacında müşterek bulunduğu makul ve makbul

bir sulh gayesini temin ve teshile hizmet ve himmet etmekten ibaret” olduğunu belirtir.

Nadi, “ancak milletin ittihadı ile beraber vakar ve sükûneti” içerisinde sorunların

çözümlenebileceğini söyler. Yapılacak iş “Bütün milletin amel ve efkârını tecelli ettirecek

bir hükümetle milletçe onun etrafında toplanılmak suretiyle gösterilecek vahdetten

ibarettir.” 364

İstanbul Hükümeti yayınladığı resmi tebliğ ile, bir anlamda ideolojisini ortaya koyuyor ve

halka işgalin gerekçelerini bu ideoloji doğrultusunda sunuyordu. Buna göre “Beş buçuk

sene evvel memalik-i Osmaniye’nin mukadderatını her nasılsa elde etmiş olan İttihat ve

Terakki Cemiyeti” ülkeyi savaşa sokmuştu. “Bu haksız ve meşum siyasetin neticesi

malumdur. Devlet ve millet-i Osmaniye bin türlü felaket geçirdikten sonra öyle bir

mağlubiyete duçar oldu ki” İttihatçı liderler bile “mütarekename akdederek firar etmekten

başka bir çare bulamamışlardır.” Resmi açıklamaya göre İtilaf Devletleri’nin resmi işgali

gerçekleştirene kadarki işgalleri, “Hıristiyanların hayatlarını tehlikeye maruz bırakmamak”

ve “kuvai askeriyeleri aleyhine mütemadiyen vuku bulmakta olan hücumlarına hitam

vermekten ibaret idi.” Merkezi hükümet “bu ihtara karşı bir dereceye kadar hüsnü niyet

göstermiş ise de Teşkilat-ı Milliye namı altında hareket eden eşhas maelteessüf teşvikat

ve tahrikâtlarından vazgeçmek istemediler, bilakis hükümeti kendi hareketlerine iştirak

ettirmeye teşebbüs eylediler.” İtilaf Devletleri barışı tesis edebilmek için gerekli tedbirleri

almaya mecbur kalmışlardır: “Bunun için tek çare buldular, bu da İstanbul’u mevkien işgal

etmekti.” 365

İstanbul halkına hitaben yayınlanan bildiride ise halk, üstü kapalı bir biçimde tehdit

ediliyordu. İtilaf kuvvetlerine direnmeye kalkarsa ceza görecek, “kemal-i sükûnetle

hareket ederse (…)müdahaleye maruz kalmayacakları gibi hayatları hiçbir tehlikeye

364 Yunus Nadi, “Hal ve Vaziyet”, 21 Mart 1920. 365 Bu açıklama, İstanbul Hükümetinin işgali nasıl değerlendirdiği ve halka ne şekilde sunduğu hakkında şöyle bilgiler sıralar: “1 – İşgal mevkuttur.2 – Düvel-i İtilafiyenin niyeti makam-ı saltanatın nüfuzunu kırmak değil, bilakis idare-i Osmaniye’ de kalacak olan memalikte o nüfuzu takviye ve tahkim etmektir.3 – Düvel-i İtilafiyenin niyeti yine Türkleri dersaadetten mahrum etmemektir. Fakat mazallah (taşrada katliam gibi büyük olaylar olursa) bu kararın tadili muhtemeldir.4 – Bu nazik zamanda Müslim olsun gayri Müslim olsun herkesin vazifesi kendi işine gücüne bakmak, asayişin teminine hizmet etmek, devlet-i Osmaniye’ nin enkazından yeni bir Türkiye’ nin ihdası için son bir ümidi (cinnetleri) ile mahvetmek isteyenlerin iğfalatına kapılmamak ve hala makar-ı saltanatın (kalan) İstanbul’ da ita olunacak o emre itaat etmektir. “Tebliğ-i Resmi”, 21 Mart 1920.

122

duçar olmayacak serbesti-i şahsiyeleri” ise sağlanacaktı.366 İstanbul’da örfi idare ilan

edilmişti. “Her hangi bir şahısın kendi şahsi meskeni dairesinden haric bir mahalde silah

taşıması katiyen” yasaklanmıştır.367

Bu sırada İstanbul’a gelen haberlerden Anadolu’daki hareketin çok daha örgütlü ve güçlü

olduğu anlaşılmaktadır. Nadi, Kuşçuali köyüne vardığında ilk iş olarak Mustafa Kemal’e

telgraf çeker. Bu telgrafta Nadi, birkaç gün sonra kendisiyle yüz yüze görüşecek

olmalarına rağmen sabredemeyip bazı sorular sormak istediğini belirtir. Nadi, bir telsiz

telgrafa şiddetle ihtiyaç olduğunu Ankara’da bulunup bulunmadığını, silah ve cephanenin

durumunu sorar. Mustafa Kemal kendisine olumlu cevaplar verdiyse de bunun daha çok

davaya duyulan inancın sarsılmaması isteği nedeniyle verilen “vicdani ve siyasi

teminat”lar olduğunu, Ankara’ya vardığında keşfeder. Kuşçalı köyüne daha önce varmış

olan Erzurum mebusları Hüseyin Avni (Ulaş), Necati Bey ve kardeşi Necip ve Zihni

Beylerle altı kişilik bir kafile halinde köyden ayrılan grup Adapazarı’na doğru yola çıkarlar.

Budaklar Köyü’nde tedirgin geçirilen bir geceden sonra Adapazarı’na oradan Geyve

Boğazı’na varırlar. (Böke 1994: 78)

Wilson, çok önem verdiği Cemiyet-i Akvam mukavelenamesinin Amerika’da gördüğü

olumsuz tepkilerden sonra, barış görüşmelerinden iyice uzaklaşmıştır. Amerika’nın rolü

ikinci üçüncü dereceye düşmüş ve nihayet tamamen çekilmiştir. Bu yeni siyaset gereği

Wilson’un yaptığı ilk konuşmada, “İstanbul meselesine taarruz etmiş ve bunda da

aleyhimizde bir hattı hareket ittihaz eylemiş” olduğu anlaşılmıştır. Fakat şaşırtıcı bir

şekilde yazı şöyle devam eder: “Varsın Mister Wilson bugün İstanbul meselesi için böyle

demiş olsun, memleketimizde en bitarafane tahkikatı icra etmiş olanlar Amerikalılardır.

Amerika’nın sulh işine ve hususiyle sulhumuz işine müdahalesi nasıl olsa

memleketimizden gelip geçen salâhiyettar Amerikalılarca icra kılmış olan tahkikat

neticelerinin ister istemez ortaya çıkmasını intaç edecek ve hiç bir şey olmazsa Wilson

prensiplerinin mevzu bahis olması bir zaruret halini almış olacaktır.” 368 Bu noktada

Wilson prensiplerinin Türklerin çoğunlukta olduğu yerlerde hâkimiyetlerinin tesisini

desteklediği hatırlatılır. Wilson’un İstanbul’un Türklere bırakılması aleyhindeki

açıklamasının369 burada Türk çoğunluğunun olmadığı yolundaki yanlış propagandalara

inanmasından kaynaklanabileceği belirtilmiştir. Zira Zekeriya Sertel’in Amerika’dan

bildirdiğine göre “Amerika’da lehimizde hiçbir propaganda yapma imkânımız yoktur.”

366 “Dersaadet Ahalisine”, 21 Mart 1920. 367 “İstanbul Ahalisine İlan”, 21 Mart 1920. 368 İmzasız Başyazı, “Türk Sulhu ve Amerika”, 22 Mart 1920. 369 “Mukadderatımız Meselesi – Mütemmim Haberler”, 22 Mart 1920.

123

Sansürlenmiş bir paragrafın ardından, yine de Amerika’nın Türkiye barışında rol

oynamasının sevindirici olacağı belirtilir. Çünkü Adliye Nazırı Celal Bey, barış görüşmeleri

için hala bir davet alınmadığını açıklamıştır.370

23 Mart 1920 tarihli Yeni Gün’de başyazı yayınlanmamıştır. Barış yine ertelenmiş ve

Osmanlı murahhaslarının daveti bir ay sonraya kalmıştır.371 Tan gazetesinin verdiği

bilgiye göre Londra’daki Ermeni patriği Wilson’a bir telgraf göndermiş ve Ermeni

katliamına nihayet verilmesini temin için Amerika’nın da Düvel-i İtilafiye ile müşterek

hareket etmesini rica etmiştir.372 Meclis-i Mebusan Felah-ı Vatan Grubu’nun çoğu azası

bir toplantı yapmış, ardından Birinci Reis Vekili Hüseyin Kazım Bey ile İkinci Reis Vekili

Abdülaziz Mecdi Efendi saraya giderek “huzur-u şahaneye kabul buyurulmuşlardır.”

Mebusların bir fikrini padişaha sunmuşlardır. Bu fikir “Anadolu’ya mebuslardan mürekkeb

bir heyet” gönderilmesidir. Amaç halka siyasi durum hakkında bilgi vermek ve “sükûn ve

asayişin muhafaza ve idamesinden buraca beklenen faidelere nazar-ı dikkati celb

eylemektir.” Padişah ve hükümet bu teklifi kabul etmiş ve heyet azası belirlenmiş, heyetin

gönderilmesine karar verilmiştir.373

23 Mart 1920 tarihli sayıda verilen barışın yeniden ertelendiği haberinden yola çıkılarak

hazırlanmış olan yazıda, bir hafta kadar önce “murahhaslarımızın Mart çıkmazdan evvel

Paris’e davet edileceğine muhakkak nazarıyla bakılıyor” iken, ani bir hızla değişen siyasi

durumun yarattığı şaşkınlık vurgulanmıştır. Ertelenmenin sebebinin ne olduğu da

bilinmemektedir. Fakat hak ve adalet er geç yerini bulacağından, fazla endişe etmeye

gerek de yoktur. Durum kötü olsa da “adaletin susmayan sesinin her gün ve her dakika

işitildiği” belirtilmiş ve “Kendilerine karşı hakiki bir hasım değil, ancak bir muharip olarak

bulunmak gibi tarihin kötü bir cilvesi demek lazım gelen bir vaziyette bulunduğumuz

büyük…” cümlesinden sonraki satır sansürlenmiştir. Cümlenin ifade ettikleri ve daha

önceki haberlere dayanarak bahsedilen ülkenin Fransa olduğu sonucu ortaya konabilir.

İngiltere ve Fransa arasında artan rekabetin sonucu olarak ayrıca Fransız basınında

Türkiye lehinde çıkan haberlerin de İngiltere üzerinde kötü etkiler bırakması, tehdit edici

görünmesi nedeniyle sansür kurulundaki İngiliz subaylar tarafından sansürlenmiş

olmalıdır.374

370 “Vaziyet Hakkında”, 22 Mart 1920. 371 “San Remo Konferansı - Sulhumuzun Tehiri”, 23 Mart 1920. 372 “Ermeni Patriğinin Telgrafı”, 23 Mart 1920.373 “Anadolu’ya Bir Heyet Gidecek”, 23 Mart 1920. Heyet üyeleri: Abdülaziz (Eskişehir), Vehmi (Konya), Yusuf Kemal (Kastamonu), Rıza Nur (Sinop), iştirak edecekler.374 İmzasız Başyazı, “Sulhumuzun Tehiri”, 24 Mart 1920.

124

Meclis-i Ali “Türkiye muahedesinin muad-ı askeriyesine dair Mareşel Fuş’un vermiş

olduğu raporu incelemekle meşgulken, Loyd George ve Venizelos arasındaki temaslar

devam etmiş, Türk murahhas heyetinin bir aydan önce Paris’e davet edileceği haberi

doğrulanmış, devletler başvekillerinin 1920 Nisan’ının 12. günü San Remo’da

toplanacakları açıklanmıştır.375

“Washington Meclis-i Âlisinde adeta hâkim vazifesi gören Loç” Türkiye’nin bölünmesinden

yanadır. Yeni Gün, eski İstanbul sefiri “Mösyö Morgan Tav da vaktiyle Türkiye üzerinde

umumi bir Amerika vekâleti teminini teklif eden zat idi. Fakat bu teklif Amerikalıların

aklıselimi karşısında yıkılmıştır” diyerek, Loç’un isteğinin gerçekleşeceğine ihtimal

verilmediğini belirtmiştir. Kaldı ki, Avrupa devletlerinin Türkiye’yi bölmeye kalkışması

durumunda, Wilson eli kolu bağlı oturamaz. Mösyö Loç’un açıklamalarında dikkati çeken

şey de işte budur: “Mösyö Wilson’un düşüncelerine daima muhaliftir. (…) Mösyö Wilson

un daha bir senelik bir devre-i riyaseti olduğu ve yerinden vazgeçmek mizacında bir adam

bulunmadığı” düşünülürse, bu siyaset gerçekleşemeyecek bir siyasettir.376

Birkaç gün önce Hükümet, Hahamhane Meclis-i Umumisi seçimlerine “ecnebi tabiyetli

Musevilerin iştirak edemeyeceği hakkında” bir tezkereyi Hahamhane’ye göndermiştir.

Hahamhane ise, hayır işleri için toplanan yardımlara katkıları olduğunu ve Meclis-i

Umumi’nin görevinin de bu hayır kurumlarını denetlemek olduğunu ileri sürmüş ve

“herhangi taabiyette olursa olsun bütün Musevilerin bu intihabata iştirak edebileceği”

cevabını vermiştir. Adliye Nazırı Vekili Müsteşar Muammer Bey de, cevabi tezkeresinde:

“Ecnebi taabiyetinde bulunan Musevilerin ihtiyacat-ı diniyeleri için Hahamhaneye

müracaat etmeleri ve bilcümle müessesat-ı ruhaniye ve hayriyenin mesarifine iştirak

etmeleri Meclisi Umumi intihabatına iştirak için hiçbir sebep teşkil etmez. Ve bu gibi

beyanat şayan-ı kabul değildir” demiştir.377

28 Mart 1920 tarihli Yeni Gün’de başyazı yoktur. Bunun yerine zat-ı şahanenin kabine

buhranı yaşandığı dedikodularından dolayı üzgün olduğuna ve Hükümetin istifa

etmeyeceğine dair bir haber yayınlanmıştır. Haberde önceki hafta Perşembe günü ismi

verilmeyen bir gazetenin, Salih Paşa Hükümetinin istifa edeceğini, yeni kabineyi kurma

görevinin de Damad Ferid Paşa’ya verileceğini, kabinede kimlerin hangi bakanlıklarda yer

alacağı ile beraber verildiği belirtilmiştir. Yeni Gün ise tüm bu karışıklığı Hürriyet ve İtilaf

Fırkası’nın bir kabine buhranı yaratmaya çalışmasına bağlar. Nitekim Dâhiliye Nezareti

375 “Mukadderatımız Müzakeratı Devam Ediyor, Fakat yine netice oldukça uzak görünüyor”, 24 Mart 1920. 376 “Mukadderatımız Meselesinde Amerika’nın Nokta-i Nazarı”, 24 Mart 1920. 377 “Hükümet ve Hahamhane, İhtilaf Devam Ediyor”, 24 Mart 1920.

125

de yaptığı açıklamada, kabinenin istifa etmediğini ve etmek niyetinde de olmadığını

belirtmiştir.378

Kabine buhranı yaşanıp yaşanmayacağı belirsizliğini korurken, bir iktisadi buhranın

gittikçe artan bir şiddetle yıllardır yaşandığı, Yeni Gün’ün 29 Mart 1920 tarihli sayısının

imzasız başyazısında konu edinilmiştir. Bu buhranın, ülkenin askeri tehdit altında olması

kadar tehlikeli olduğunun vurgulandığı yazıda, paranın değerinin dört kat azaldığı, “ziraat

memleketi” olarak tanımlanan Osmanlı topraklarında, “en ibtidai ihtiyaçların bile” dış

kaynaklı olarak sağlandığı vurgulanmıştır. Başından sonuna kadar üretimin önemi

üzerinde durulan yazıda, Mütarekenin ardından başta Hükümet olmak üzere her Osmanlı

vatandaşının görevi ziraatın eski gücüne kavuşturulması olduğu halde, gerekli tedbirlerin

alınmadığı ve temel ihtiyaç maddelerinin hala bulunamadığından yakınılmıştır.379

Diğer taraftan Hint Müslümanları Osmanlı barışı meselesini yakından takip etmekle

kalmamış, “Osmanlı İmparatorluğu’nun tamamiyet-i mülkiyesini müdafaa etmek için”

Avam Kamarası’ndaki bir toplantıya katılmışlardır. Bu toplantıda Lloyd George yaptığı

konuşmada, Hint murahhaslarına uluslararası komisyonun yaptığı araştırmalar

sonucunda Trakya’da ve İzmir’de Müslüman nüfusun “daha ziyade ekalliyette olduğunu”

ve Müslümanların istinat ettiği “her milletin kendi kaderini tayin hakkına göre” buraların

Türkiye’den ayrılması gerektiğini söylemiştir.380

Jurnal Gazetesi’nin İstanbul muhabiri, şehirde pahalılığın, Kızıl Ordu’nun Odessa’ya ikinci

defa saldırması üzerine Karadeniz sahilinde yerleşik olan zengin Rus köylüleri ve

tüccarlarının İstanbul’a göç etmesi nedeniyle, son aylarda yüzde yüz oranında arttığını

bildirmektedir. Bu pahalılık nedeniyle de şehre “en pahalı payitaht” tanımlamasını

yakıştırmıştır.381

378 “Kabine İstifa Etmedi ve Etmeyecek, Zat-ı Şahane Buhran-ı Vekil Şayialarından Müteessirdirler – Ferit Paşa ile Hürriyet ve İtilaf Fırkası Arasında İhtilaf”, 28 Mart 1920. 379 İmzasız Başyazı, “İktisadi Buhran”, 29 Mart 1920. 380 “Mister Lloyd George’un Hint Murahhaslarına Beyanatı: ‘Trakya ve İzmir’ de Türkler ekalliyettedir.’ Avam Kamarası’nda Münakaşa Devam Ediyor”, 29 Mart 1920. 381 “En Pahalı Payitaht”, 29 Mart 1920. Muhabir şehri şu sözlerle tarif eder: “İstanbul’da esasen gayet fazla olan pahalılık bu son aylar zarfında yüzde yüz nispetinde tezayüt etmiştir. Bu şehirde para mukabilinde her şey veyahut hemen her şey tedarik edilebilir ise de fiyatlar burada her yerden yüksektir. Bu suretle İstanbul Avrupa’nın en pahalı payitahtı ad olunabilir. Fiyatların bu baş döndürücü fazlalığı bilhassa Rus muhacirlerinin vürudundan (---) etmiştir. Buradaki Rusların adedi binlere baliğ olmaktadır. Kızıl Ordu’nun Odessa’ya ikinci hücumu üzerine Karadeniz sahilinde meskûn bulunan bütün bu halk müthiş bir korku içinde hemen firara koyuldular. Zengin Rus köylüleri zengin tacirler banknot demetleri mukabilinde, kimi motor vapur yelkenli balık kayığı ellerine ne geçirdi ise hemen (--) İstanbul yolunu tutmuşlardır.”

126

Maliye Nazırı Faik Nüzhet Bey, “bütçenin hal-i harbin tevellüt ettiği zaruret dolayısıyla”

açık olduğunu, bulunacak “yeni menabi-i varidat ile” yeteri kadar olmasa da açığın

kapatılacağını ümit ettiğini açıklamıştır. Hükümet üç dört aydır tüm zorluklara rağmen

maaşları düzenli olarak vermiştir fakat sonrası için bir kesinlik yoktur. Çünkü “verilecek

parayı bulmak meselesi hakikaten güç bir meseledir.” 382 Maliye Nezareti, yeni bir tür

verginin esaslarını hazırlamış, yasalaştırmak üzeredir. Nazır, bütçe açığını kapatmak için

yeni çareler, yeni kaynaklar aramak zorunda kalmıştır. “Yeni menbalar da şimdiye kadar

el sürülmemiş tariklerden vergi tahsilinden ibaret bulunuyor.” İmzasız başyazıda, bu

türden çözümlerin geçiciliği vurgulanmış ve İstanbul ve Anadolu’nun ekonomileri

arasındaki derin uçurum vurgulanarak verginin her iki bölge için de geçerli olup olmadığı

sorulmuştur.383

Osmanlı Hükümetinin eski Hariciye Nazırlarından Gabriyel Noradonkiyan İstanbul’da

yayınlanan Ermeni gazetelerinden birinin Paris muhabirine verdiği röportajda, Kilikya ile

sınırdaş olmaya çalışan “Ermenistan’ın Karadeniz’de Trabzon’u değil Rize’yi ve ihtimal

Atina’yı alacağını, Kürtlerle Ermeniler arasında akd olunan itilafın başlıca maksadının”

Türklere karşı ortak bir savaş yürütmek olduğunu açıklamıştır. Bu bilgi ve iddialar Yeni

Gün için yeni değildir. “Yüzde 99’u hamiyet-i İslamiye sahibi olan Kürtlerle milletlerine

rehberlik edebilecek bir vaziyette bulunan menafi-i milliye ve vataniyelerini müdrik, hakiki

Kürt mütefekkirleri” bu açıklamalara karşı “gereken cevapları vermekte bulunmuşlardır”

demektedir. Gazetenin asıl tepki gösterdiği, Noradonkiyan’ın nezarette görev yaptığı

sıralarda Türklerin kronik ve çaresi olmayan hastalıkları olduğunu tecrübe ettiğine dair

sözleri ve “Türkler zevale mahkûmdurlar” cümlesidir. “Türklerin bazı içtimai hastalıkları

olabilir. Fakat bu hastalıkların gayr-i kabil-i tedavi olduğunu şimdiye kadar hiçbir ciddi alim

ve siyaset adamı iddia etmemiş, edememiştir” denen haberde, “Hasta Adam”ın ölüme

mahkum olduğunu söyleyenlerin, iddialarının “bir takım ihtirasat-ı siyasiyeyi temsil ettiği”

ve hiçbir bilimsel esasa dayandırılamadığı vurgulanmıştır. Türklerin zevale mahkûm

olduğu yargısına “bilhassa Noradinkiyan gibi yokluk içinde koca bir Ermeni İmparatorluğu

vücuda getirmeye çalışan kimselerin lisanından sadır olduğunu görmek insana pek garib

geliyor. Hiçbir zaman esaslı ve devamlı bir hükümet vücuda getirememiş olan bütün

dünyadaki nüfus-u umumiyeleri üç üç buçuk milyona varmayan Ermeniler şöyle böyle bir

hükümet esası kurabildikleri ve bu hükümeti ‘Milletler mukadderatlarına bilzat hakimdirler’

düsturundan kendilerine göre istifade etmek isteyerek alabildiğine büyütmeye çalıştıkları

382 “Maliye Nazırı’nın Beyanatı”, 30 Mart 1920. 383 İmzasız Başyazı, “Müstacirin (?) Vergisi”, 30 Mart 1920.

127

bir devrede Türk milletini zevale mahkum görmek” saçma ve yanlıştır. Henüz bir devlete

sahip olmuş olan ve “anavatan addettikleri kıta-i arazide nihayet bir milyonluk bir kitle

teşkil edebilen” Ermeniler geleceğe güvenle bakabilirken, “asırlardan beri müstakil

yaşamış başlı başına bir medeniyet sahibi olmuş, anavatan addettiği her kıta-i arazide

milyonlarca nüfusa malik bulunmuş 60 – 70 milyonluk bir kitle neden mahkum-u zeval

olsun?!” denmektedir. Evet bazı “içtimai hastalıklarımız vardır. Fakat hasta olmak ölmek

demek değildir.” Türkler gibi muazzam bir tarih ve medeniyete sahib olan bir millet ise

“milliyet esaslarının her halde galip olmak üzere bulunduğu bir devrede ne ölür ne de

öldürülebilir.” Türkiye’yi iyileştirecek olan ise iyileşeceğimize ve kazanacağımıza olan tam

ve kesin inanç olacaktır. 384

Lloyd George’un birkaç gün önce yaptığı açıklamaya cevap niteliğinde hazırlanmış olan

bir haberde, “İstatistiklerin Gösterdiği Hakikat” alt başlığı altında, “Aydın vilayetinde 1.300

bin Türk e mukabil 299 bin Rum” bulunduğu savunulmuştur.385

Nadi, Geyve’de bulunduğu süre içerisinde Mustafa Kemal’ in Ankara’ da olağanüstü bir

meclis toplama kararından haberdar olur. Nihayet Halide Edip grubunun Geyve’ye

varması üzerine milletvekilleri 31 Mart 1920 sabahı 17 kişilik bir kafile halinde trenle yola

çıktılar.386 Bu yolculuk sırasında Halide Edip’le tanışan Nadi, onu zor bir yolculuğu göze

aldığı ve cesur davrandığı için “Jandark’tan bile daha büyük bir kadın” olarak

tanımlamaktadır. Halide Edip de “Anadolu’nun en zayıf yanı olan gazeteci ve

propaganda” eksikliğinden dolayı Yunus Nadi’yi “Hızır gibi” karşılamış ve Anadolu

Ajansı’nın kurulmasını bu yolculuk sırasında kararlaştırmışlardır. (Böke 1994: 81)

Yeni Gün hayat pahalılığına karşı Amerika’da uygulanmış gayet basit bir yöntemi tavsiye

etmektedir: “Fiyatlarına zam edilen eşyayı satın almamak.” Amerika’da, grevlere,

toplantılara ve büyük kampanyalara gerek duyulmadan yalnızca kulaktan kulağa

ulaştırılan bir haberle istenilen sonucun alındığı belirtilmiştir.387 Bu arada barış

konferansının San Remo’da toplanacağı kesinleşmiştir ve Osmanlı murahhaslarının

büyük ihtimalle “Nisan sonlarında Paskalya’dan evvel” davet edilmeleri beklenmektedir.

384 “Noradonkiyan’ın Beyanatı”, 31 Mart 1920. 385 “İzmir ve Trakya’da Ekalliyette miyiz?”, 31 Mart 1920. 386 Halide Edip, Geyve’de kafilelerine katılan Yunus Nadi ile Lefke’ de konuştuğunu söyler. “Beni Ankara’ ya çağıran işi düşünmeye başladım. Anadolu’daki milliyet hareketinin en zayıf tarafı olan gazeteci ve propaganda yokluğuydu. Onun için Yunus Nadi beyi hızır gibi karşıladım. (…) Gazetecilik işi ve milli hareketin sözcüsü olarak bir ajans yayınına başlamanın lüzumu üzerinde kendisiyle konuştum. Trenle Lefke’ ye oradan Eskişehir’ e ulaştık. (…) Sabahleyin Eskişehir’ e bir saat kala tern durdu. Herkesin canı sıkıldı. Demiryolunda ufak bir tamir yapmak gerekiyordu. Çok geçmeden bunun bir tertip olduğunu anladım ve Mustafa Kemal Paşa’ nın kudretine hayran oldum. Onun düşüncesi Eskişehir’ de treni durdurup İstanbul mebuslarının ne söyleyeceklerini anlamaktı.” Halide Edip s.115.387 İmzasız Başyazı, “Hayat Pahalılığına Karşı”, 1 Nisan 1920.

128

388 Sonunda barış konferansı görüşmelerine “Paskalya yortuları münasebetiyle” son

verilir.389

2 Nisan’da Salih Paşa daha fazla dayanamayarak istifa etmiş, aynı gün Yunus Nadi,

Ankara’da Mustafa Kemal tarafından heyecanla karşılanmıştı.390 Ankara’da istasyon

yanındaki binada ona gazeteyi burada çıkarmaktan bahsetti. Mustafa Kemal ise ona

Hâkimiyet-i Milliye’nin dahi haftada iki defa ancak çıktığından ve bu işin zorluklarından

bahsetti. Coşar (1972: 178) bu durumu şöyle anlatır:

“Yunus Nadi’nin Ankara Vilayet Matbaası’na yaptığı kısa bir ziyaret Mustafa Kemal’in sözlerini doğrulamaya kâfi gelecekti. Orada ‘Marinoni’ markalı baskı makinesinin taşıdığı tarih gözüne ilişmişti: 1827! Neredeyse yüzüncü yılını dolduracak! Avrupa’nın kim bilir nerelerinde bunu seksen sene kullanmışlar, Meşrutiyetten sonra da Osmanlı Devleti’ne satmışlar, o da Ankara’ya yollamış. Bu vilayet matbaasının müdürü Nihat, makinisti İhsan ve mürettibi ihtiyar Hakkı Baba’dan ibaret! Haftanın iki günü Hâkimiyet-i Milliye’ nin işini zor bitiriyor. Hakkı Baba nerede kaldı Yeni Gün’le uğraşsın… Uğraşsa bile kasalarda iki gazeteye yetecek kadar harf yok…”

Başyazının yer almadığı 3 Nisan 1920 sayısında Yeni Gün, “Wilson’un Notası” başlıklı bir

habere yer vermiştir. Wilson’un Türkiye barışına dair İtilaf devletlerine verdiği notaya

göre, İstanbul’un Türkiye’de kalmasına dair öne sürülen delilleri dikkate almakta fakat

aleyhteki delillerin daha kuvvetli olduğunu düşünmektedir. Nota, Doğu Trakya’da

Bulgaristan’ın ırki ve tarihi hakkı olmasının yanında nüfus yoğunluğu da fazla olduğundan

Bulgar Krallığı’na, Trabzon’un da Ermenistan’a verilmesi gerektiğini söyler. Yeni Gün, bu

notanın hiçbir maddesinin Wilson’un açıkladığı prensiplerin 12. maddesine uygun

düşmediğini belirterek notaya karşı çıkar. Wilson önceleri “Osmanlı İmparatorluğu’ nun

Türk aksamına emin-i hukuk-u hâkimiyet bahşedilmek lazım gelir” derken bu notayla

“Türklerin Avrupa’daki durumunu gayri tabii bulmaktadır.” Buna ek olarak, “en ziyade

lehimizde daha doğrusu hak ve adalet lehinde söz söyleyebileceği meselelerde ya sükûtu

tercih ediyor yahut dermiyan edeceği bir itirazı olmadığını ileri sürmektedir.” Fakat gazete

şaşırtıcı bir şekilde bu tutum değişikliğini Türkiye hakkında hiçbir şey bilmeyen

388 “Murahhaslarımızın Daveti – Boğazlar Meselesi”, 1 Nisan 1920. 389 “Sulh Konferansı’nın Tatili”, 1 Nisan 1920. 390 “Nisanın ikinci günü akşamı alacakaranlıkta Ankara’ ya yaklaşıyorduk. Yunus Nadi Beyin büyük bir heyecan içinde yanıma gelip, “Halide Hanım, istasyon hınca hınç dolu. Orada birkaç söz söylemek gerekecek. Bizim adımıza konuşursunuz değil mi?” dediğini hatırlıyorum.” Adıvar, a.g.e, s. 116.

129

Amerikalıların, ülkelerinde Türkiye aleyhinde yapılan propagandalar etkisinde kalması

olarak açıklar.391

Nisanın üçüncü ya da dördüncü günü Mustafa Kemal’in ısrarı ile geceyi onun karargâhı

olan Ziraat Mektebi’nde geçiren Nadi, sabahın üç buçuğuna kadar süren sohbet

sırasında, gördükleri karşısında uğradığı bu hayal kırıklığını dile getirir. Mustafa Kemal ile

aralarında mücadelenin niteliği ve nasıl ilerleyeceği konusunda telgraflar, yazışmalar

yoluyla tartışmalar olmuştur. Nadi’nin bu tür kaygıları uzun süre devam etmiş olmalıdır ki

Meclis açıldıktan sonra Nadi, Müdafaa-i Hukuk Grubu’na alınmayarak Halk Zümresi

içerisinde belli bir muhalefeti sürdürmüştür. (Böke 1994: 83)

4 Nisan’da Damat Ferit, istifa eden Salih Paşa’nın yerine sadrazam oldu. İlk işi

Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’ye, ulusal hareketin Halife’ye karşı bir ayaklanma

olduğu, buna katılanların öldürülmeleri gerektiği ve onlara karşı savaşarak ölenlerin şehit

olacağı yolunda bir fetva hazırlatmak oldu (Selek 2000: 84). Binlerce basılan bu bildiriler

kimi yerlerde İngiliz uçaklarıyla Anadolu’da dağıtıldı. (Akşin 2000: 91; Uzgel, Kürkçüoğlu

2004: 141) İstanbul, bu fetvayı çeşitli yollardan Anadolu’nun her tarafına dağıtmaya,

Ankara da bunu önlemeye çalışıyordu. Ankara Hükümeti hemen ardından başta Ankara

Müftüsü Rıfat Börekçi olduğu halde 153 müftünün imzasını taşıyan bir “karşı fetva”

yayınlamıştır (Selek 2000: 86, 87).

“Ferid Paşa’nın dördüncü defa olarak sadaret makamını işgal edeceğinin” neredeyse

kesinleştiği günlerde, Yeni Gün Damad Ferid’in adının son defa ileriye sürüldüğünde

toplumda tereddütler oluştuğunu, “etrafında çeşitli anasırlar olmasından endişe edildiği”

belirtmektedir. Gazete, Ferid’in hatalarını “onun şahsından ziyade refikasına veyahut

refikadan mahrumiyetine atf etmek lazım geldiğini” ileri sürmüştür. Bu nedenle de

“dördüncü tecrübesiyle nasıl bir neticeye varacağı hakkında ancak refika-i mesaisini

intihab ettikten sonra bir hüküm verilebileceği” ifade edilir. Eğer bu sefer mesai

arkadaşlarını fırkaların dışındaki kişilerden seçecek olursa tereddütlerin de son bulma

ihtimali vardır. “Ferid Paşa Salih Paşa değildir” diyerek iki devlet adamı arasındaki

düşünce farklılıklarına atıfta bulunulmuş, ülkeyi yönetiş şekillerinin birbirinden farklı

olacağının kesin olduğu belirtilerek, en azından Salih Paşa kabinesi ile siyasi açıdan bir

“meslek ittihazı” olabileceği belirtilmiştir.392

391 “Wilson’ un Notası”, 3 Nisan 1920. 392 İmzasız Başyazı, “Dördüncü Tecrübe”, 5 Nisan 1920.

130

Damad Ferid Paşa dördüncü kere kabineyi kurmuş, üyeler “fırkalar haricinden” seçilmiştir.

İki paragrafın sansürlendiği 6 Nisan 1920 tarihli imzasız başyazıda, bunun umut verici bir

gelişme olduğu fakat kabinenin niteliğini belirleyecek olan asıl şeyin, kabinenin

sorumluluklarını anlatan ve kabineye mali, dâhili ve harici 3 görev yükleyen hatt-ı

hümayunun ne kadar dikkate alındığı olacaktır. Ekonomi konusunda gereken her türlü

önlemin alınması, İtilaf devletleriyle samimi ve güvene dayalı bir ilişkinin kurulması,

“devlet ve milletin hak ve adalet esasına istinaden müdafaasına” dikkat edilerek, barış

anlaşmasının bir an önce imzalanması için gayret sarf edilmesi sorumluluklarını yerine

getirmekteki başarısına göre bir karar verilebilir. Hatalardan arınmış bir siyaset

izleyebilmek için de halkın istekleri dikkate alınmalı ve tüm ülke birlik içinde varlık

göstermelidir.393

Salih Paşa Hükümetinin bir beyanname meselesinden dolayı istifa ettiği ve yeni

hükümetin bu beyannameyi yayınlamak şartıyla iktidara geldiği dedikoduları hakkında

Yeni Gün muhabirinin yönelttiği soru karşısında Nafıa Nazırı Cemil Paşa önce şaşırmış

ve ardından şöyle demiştir: “Hükümet-i sabık Kuvayı Milliye yi adeta himaye ediyordu.

Onlar (kerhen?) bir beyanname neşredeceklerdi. Mademki bugün hatt-ı hümayunlarına

zat-ı hazret-i padişahî bu harekâta (---) buyuruyorlar” ve bunu bir “isyan mahiyetinde

görüyorlar heyet-i vükelamız da zaten bu fikirde olduğundan artık yeni bir beyanname

neşrine lüzum kalmamıştır.”394 Sonradan Hükümetin bir beyanname yayınlayacağı

kesinleşmiştir. Yazmaya Dâhiliye Nazırı Reşid Bey memur edilmiştir. İçeriğinde

“hükümetin siyaset-i umumiyesi neticesi olarak ittihaz edeceği hatt-ı hareket hakkında kati

ve sâri beyanatı havi olacağı söylenmektedir.” Bir hükümet üyesinden alınan bilgiye göre

hükümet kendini halka tam ve eksiksiz olarak tanıtmak niyetindedir.395

San Remo Konferansı’nın 20 Nisan’da toplanması kesinleşmiştir. General Harbour

Ermenistan’la ilgili raporunda “mandanın kabul veya âdem-i kabulü tavsiye etmemeye

yalnız her iki şıkkın leh veya aleyhinde olan esbabı zikr” eylemektedir. Bu şartlar altında

Amerika’nın mandayı kabul edebileceği düşünülüyordu.396

Başyazının yer almadığı 9 Nisan 1920 tarihli Yeni Gün’ün Türkiye’nin geleceği ile ilgili

verdiği çok önemli bir haber ilk satırından sonrası sansürlenmiştir. Bu habere göre

Amerika komisyonunun bir raporunda, İstanbul da dâhil olmak üzere Türkiye üzerinde

393 İmzasız Başyazı, “Yeni Kabine”, 6 Nisan 1920. 394 “Cemil Paşa’nın Beyanatı”, 7 Nisan 1920. 395 “Kabinenin Beyannamesi, Beyanname Dâhiliye Nazırı tarafından kaleme alınmıştır”, 8 Nisan 1920. 396 “Ermenistan ve Amerika Mandası”, 8 Nisan 1920.

131

Amerika’nın ya da bir başka devletin manda sahibi olup olamayacağı hakkında fikirler yer

almaktadır.397

Fransızların Alman şehirlerini işgal ettiği günlerde398, Venizelos Londra Konferansı’nda

1897’den beri Teselya’da Türklerin sebep olduğu hasarlar, son savaşta Yunan tebaasının

gördüğü zarar ve Yunanistan’ın İzmir’de bulundurmak zorunda kaldığı askerlere yaptığı

masraf için tazminat istemiş ve isteği kabul edilmiştir.399

Yayınlanan “Tekzib Metni” ile Matbuat Müdüriyet-i Umumiyesi, “Damad Ferid Paşa ve

İngiltere arasında hiçbir mukavele-i hafiye akd edilmediği ve bu babdaki şayianın” yalan

olduğunu resmen açıklıyordu.400 Yeni Gün, “Meclis-i Vükela’nın ittihaz ettiği bir karara

tevfikan kabine azasının gazetelere kendi nezaretlerine ait mesailden gayri beyanatta

bulunmayacaklarını bir karşı gazetesinden” öğreniyor ve aktarıyordu.401 “Sulh Meclis-i

Âlisi” o hafta tamamıyla “Türkiye muahede-i sulhiyesi”402 hakkında görüşmeler yapacaktı.

11 Nisan 1920 sayısında ise Yeni Gün Kuvayı Milliye’yi mahkûm eden fetva

yayınlanmıştır.403 Aynı zamanda padişahın hatt-ı hümayunu yayınlanmıştır. Buna göre

Padişah Sultan Mehmet Vahdettin, Mütareke sonrasında Anadolu ortaya çıkan Kuvayı

Miliye’ye karşı alınan tedbirlerin yetersiz kaldığını, bunlar için genel af ilan edilerek

mülkünde asayişin yeniden sağlanması ve barış anlaşmasının bir an önce imzalanması

gerektiğini belirtmiştir.404 Damad Ferid Paşa Hükümeti de bir beyanname yayınlamış ve

en hakiki manasıyla vatanın tehlikede olduğunu söylemiştir.405

397 “Amerika ve Türkiye’de Manda Meselesi”, 9 Nisan 1920. 398 “Alman Şehirlerinin İşgali Devam Ediyor”, 9 Nisan 1920. 399 “Yunanistan’ın istediği tazminat”, 9 Nisan 1920. 400 “Vaziyet-i Siyasiye”, 9 Nisan 1920. 401 “Gazetelere beyanatta bulunmayacaklar”, 10 Nisan 1920. 402 “Meclis-i Ali’nin Bu Haftaki Mesaisi Bize Münhasır”, 10 Nisan 1920. 403 Nizam-ı âlemi sağlamak için var olan İslam halifesi padişahın yönetimi altında bulunan İslam topraklarında, bazıları kendi başlarına seçimler yaparak reisler seçmekte, Padişahın sadık tebasını hayalleri ile “iğfal” etmekte, halktan asker toplamakta, askeri teçhizat için gerekli olduğu bahanesiyle fakat aslında kendilerine mal mülk edinmek için bazı vergiler koymakta, halka işkence etmekte, malını mülkünü yağmalamakta, “devlet-i âlinin nizam ve intizamını” ve asayişi bozmaktadırlar. Fetvanın sonunda bunların “meşru ve farz” olup olmadığı sorulmaktadır. Verilen cevap, katillerinin vacip olduğu, bunlara karşı savaşanların da şehit ve gazi olacağı yolundadır“Fetava-i Şerife Suretidir”, 11 Nisan 1920.

404 “Hatt-ı Hümayun”, 11 Nisan 1920. 405 Millet bilmeyerek ve istemeyerek dehşetli bir savaşa sürüklenmiş, en büyük fedakârlıklara katlandığı halde mağlup olmaktan kurtulamamış ve ardından o zamanki hükümet tarafından imzalanan Mütareke ile galip devletlere “arz-ı teslimiyet edilmiş idi.” Bundan ders alınarak yola devam edilmeliyken, bazılarının “yalnız hırs ve menfaat sevkiyle teşkilat-ı milliye unvanı altında meydana çıkardıkları fitne ve fesat” hem siyasi durumu tehlikeli bir hale getirmiş, hem de savaş yıllarında gerçekleşen suiistimaller ve cinayetlere yenilerini eklemiştir. Böylece “Avrupa ve Amerika efkâr-ı umumiyesinde aleyhimize şiddetli bir fikir ve cereyan peyda olmuştur” ve bu şekilde barış şartları da ağırlaştırılmıştır. Yine Anadolu hareketi nedeniyle İtilaf devletleri “mütareke ahkâmını İstanbul’u işgal-i askeri altına almak suretiyle de tatbik ettiler.” Ardından İstanbul ve Anadolu arasındaki iletişimin kesilmesi de “en büyük bir hıyanet-i vataniyedir.” Teşkilat-ı milliye denilen hareket şimdi de “hem Anadolu’yu korkunç bir istilaya uğratmak hem de devletin başını gövdesinden ayırmak felaketini

132

Bir gün önce yayınlanan ve Teşkilat-ı Milliye’yi mahkûm eden fetva, hatt-ı hümayun ve

hükümet beyannamesine rağmen Yeni Gün 12 Nisan 1920’de “Millet Katilleri” başlıklı

imzasız yazıda bu açıklamaları değil, halkın ölümüne sebep olan hastalıkları konu

edinmiştir.406

O dönemde Behiç Bey’in çabalarıyla haftada iki üç kez yayınlanan Hâkimiyet-i Milliye’yi

çıkarma görevini üstlenen Nadi, bu işten tatmin olmaz. Daha önce Halide Edip ile

kararlaştırdıkları Anadolu Ajansı fikrini hep beraber katıldıkları bir yemeğin ardından

Mustafa Kemal’e açan Nadi, bu isteğin olumlu karşılanması üzerine bu görevi üstlenir.

Fakat M. Kemal’ in bir şartı vardır. İlk günlerde bu yazılar “gerek fikir gerek tahriri tarzı

itibariyle” kendisi tarafından görüldükten sonra yayınlanacaktır. Bu Mustafa Kemal’in

basına genel yaklaşımıdır (Böke 1994: 86; Adıvar ? : 119).

10 Nisan Fransızlar Urfa’ yı boşaltmış, ertesi gün ise Mebusan Meclisi dağıtılmıştır.

Zaten birçok mebus da İstanbul’dan kaçmıştır. 20 Nisan 1920’de mücadelenin sesinin

duyurulması için TBMM’nin açılmasından hemen önce Anadolu Ajansı’nı kuruldu. (Varlık,

1985: 1204)407

Mütareke yıllarında İstanbul basınında Milli Mücadele ye dair haberler, genellikle

takalarla, motorlu kayıklar ya da yük gemileriyle İnebolu ve İzmit’ten getirilen haber

bültenleriydi. Anadolu Ajansı’nın resmi tebliğ olarak yayınladığı bu bültenler Meclis

oturumlarının özetlerini ve cephelerdeki gelişmelere dair haberleri içerirdi. Bu bilgileri,

hazırlıyor. Bugün millet-i Osmaniye nin en büyük düşmanları yalancı milliyet davasıyla şahsi ihtiraslarına vatan ve milleti feda edenlerdir.” Teşkilat-ı Milliye çeşitli suiistimallere ve cinayetlere devam ederken, Hükümet “hayır ve salaha kan dökmeden” ulaşmayı, “devletin ve milletin hakikaten tehlike içinde bulunan hayatını ve selametini kurtarmayı” hedeflemektedir. “Hükümetin Beyannamesi”, 11 Nisan 1920.406 “Serlevhamızı görüp de siyasetten bahsedeceğimizi zannetmeyiniz” diye başlayan yazıda, “pek mühim siyasi mevzular olduğu” fakat artık kendilerinin yaptığı muhakemelerin kıymeti olmadığı belirtilir. Sıtma, verem, frengi gibi hastalıkların Anadolu’da büyük hasarlara yol açtığını ve durumun ciddiyetinin kavranması gerektiği belirtilmiştir. Bu yazı, özellikle tüm açıklamaların önemsenmediği göstermek için mi, artık resmen Teşkilat-ı Milliye’nin suçlu ilan edilmesi karşısında gazetenin gerçekten başka bir söz söylemeye gerek duymaması yüzünden mi yoksa sansürün her zamankinden daha çok ağırlaştırılmasından dolayı mı yayınlanmıştır?İmzasız Başyazı, “Millet katilleri”, 12 Nisan 1920.407 Nisanın 3’ünde Halide Edip Mustafa Kemal’le görüşmek üzere Ziraat Mektebi’ ne gider ve Nadi ile yolda konuştuğu ajans meselesini açar. “Ne harici dünya ne memleketin içi milli hareketin manasını anlamamışlardı. Çünkü bu hususta haber alamıyorlardı. Bunu Yunus Nadi Beyle Anadolu Ajansı olarak başlamayı konuştuğumuzu anlattım. Teklifimiz bu ajans haberlerini telgrafhanesi olan her yerlere göndermek ve olmayan yerlere de camilere ilan halinde yapıştırmaktı. Bundan başka da dünya efkarını anlamak için İngilizce ve Fransızca gazetelerin en mühimlerini zamanında getirmekti. Bu gazetelerin başında Manchester Guardian, Times, Lloyd George’ un fikrini yayınlayan Daily Chronicle vardı.” Adıvar, a.g.e., s. 123. 22 Mayıs 1920 İstanbul’ daki İngiliz Yüksek Komiseri Robeck raporunda şöyle diyordu: “Ankara Hükümeti bir de haber ajansı kurmuştur. Günlük bültenler yayınlayan bu ajans, müttefiklere ve özellikle İngiltere’ ye karşı propaganda yapmakta, Hindistan’ dan İrlanda’ ya kadar İngiltere’ nin karşılaştığı güçlükleri sömürmektedir.” Şimşir, a.g.e., s. 195.

133

bültenleri çeşitli yollarla elde eden kaptanlar, tayfalar, bülten avcılığı yapmaları için

gazetelerin özel olarak tuttuğu muhabirlere satarlardı. Bu haber avcıları sabah erken

saatlerde Kızkulesi açıklarında demirleyen veya Yemiş İskelesi’ ne yanaşan motorlara

yaklaşıp bu bültenleri almaya çalışırlardı. (Topuz 1996: 73)

Heyet-i Temsiliye’ nin Meclisin 23 Nisan’da toplanması kararı üzerine M. Kemal Paşa 21

Nisan’da yayınladığı ve Anadolu’nun dört bir yanına gönderdiği genelgede, Meclisin

milletvekillerinin Hacı Bayram Camii’nde kılacakları Cuma namazının ardından

açılacağını, namazdan sonra sancak açılıp, peygamberin kutsal sakalının camiden Meclis

binasına getirileceğini, Meclisin önünde kurban kesilip dua edildikten sonra Meclisin

açılacağını bildirdi. (Şimşir: 1988; 191)

Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan 1920 açıldı. M. Kemal Meclis Başkan seçildi. Milli

hükümetin kurulmasının ardından, İstanbul Hükümeti ve İtilaf Devletleri’nin

kışkırtmalarıyla çıkarılan ayaklanmalar, Anadolu’nun çeşitli yörelerinde etkin oldu. (Şimşir

1988: 178) Meclis yürütmenin yerine getirilmesinin güçlüğünü görerek, ilk toplantısından

iki gün sonra yürütme gücünün oluşturulmasını kararlaştırılmıştır. Bunu izleyen

düzenlemelere göre İcra Vekilleri Meclis’in kendi üyeleri arasından yine Meclis’in salt

çoğunluğu ile seçilecektir. İcra Vekilleri Heyeti arasında çıkacak uyuşmazlıkları da yine

Meclis giderecektir. Bu yöntem parlamenter sistemdeki Bakanlar Kurulu’nun ortaya

çıkışından farklıdır. Bakanlar birer birer Meclis tarafından seçilmektedir. Meclis Başkanı

aynı zamanda Bakanlar Kuruluna da başkanlık etmektedir. Böylece Türkiye’de ilk kez

Meclis Hükümeti sisteminin uygulanmasına gidilmiştir. İlk İcra Vekilleri Heyeti Meclis

tarafından 3 Mayıs 1920’de seçilmiştir. Meclis kuruluşundan dokuz ay sonra yazılı bir

anayasa yaparak yürürlüğe koymuştur. Anayasa yürürlüğe girene kadar yasama, yürütme

güçlerini kendi varlığında toplamış. (Gözübüyük 2002: 48; Çavdar 2003: 136)

Meclisin açılmasının sonrasında, düzenli ordu yorgun ve yenilginin getirdiği yılgınlık

içinde dağınık ve zayıftı. Gerilla harbi şeklinde sürdürülen savaşta, dağınık müfrezelerden

düzenli orduyu oluşturmak gerekiyordu. Bu da para gereksinimini arttırıyordu. Askere

alınanlar silahlarıyla beraber kaçabiliyorlardı. Meclis, ilk olarak ağırlığını bu yönde ortaya

koydu ve İstiklal Mahkemelerini408 kurdu. Bu şekilde Anadolu’da bir nevi olağanüstü hal

uygulanmaya başlanmıştı. (Çavdar 2003: 139) 24 Nisan 1920 Anadolu isyanlarla, bir iç

savaşla uğraşmaktayken İtilaf Devletleri’nin temsilcileri bir dizi toplantının ardından

408 İstiklal Mahkemeleri ile ilgili daha geniş bilgi için bknz.: Ergun Aybars, İstiklal Mahkemeleri (1920-1923)/(1923/1927), İzmir, Zeus Yayınları, 2006.

134

Osmanlı barış antlaşmasına İtalya’nın San Remo kentinde son biçimini verdiler. Daha

sonra Osmanlı hükümetinden Barış Konferansı’na temsilcilerini yollamasını istediler.

(Akarslan 1990: 76) M. Kemal, yeni Türkiye Devleti’ni Avrupa’ya bir yazıyla duyurdu. Bu

yazıda M. Kemal, Meclisin mütareke hükümlerine aykırı olan İstanbul işgaline karşı

vekillerin şiddetli protestosunu ilettiğini bildirmekteydi. Avrupa’nın gözü Türkiye’ye

çevrilmişti. (Şimşir 1988: 193)

5 Mayıs 1920’de Ankara Müftüsü Rıfat (Börekçi) Efendi’nin karşı fetvası çıktı. TBMM,

İstanbul hükümeti ve işgalcilerin baskısına karşı koyarak kendi gücünü göstermek için 6

Mayıs 1920’de yayınladığı kararnameyle İstanbul’la resmi haberleşmeyi yasaklamıştır.

Aynı kararla çeşitli yerlerde sansür heyetleri oluşturulacak ve basında uygulanan denetim

daha da arttırılacaktır. (Varlık 1985: 1204) Müttefikler 12 Şubat 1920’de Londra’da

başlayan görüşmeleri 11 Temmuz 1920’de Spa’da (Belçika) sona ermiş ve Sévres

hükümleri oluşturulmuştur. 10 Mayıs 1920’de Sévres’e davet etmişlerdir. Giden heyette

Ayan Meclisi Başkanı ve eski sadrazam Tevfik Paşa başkanlığında, Maarif Nazırı

Fahreddin Bey ve Nafıa Nazırı Cemil Paşa vardı. (Oran 2004: 119) Barış koşulları 11

Mayıs 1920’de heyete bildirildi. Tevfik Paşa bu ağır koşulları kabul edemeyeceklerini

bildirerek reddetti. Bunun üzerine Yunan kuvvetleri Balıkesir, Bursa ve Uşak’ı işgal

edecekti. Ardından sadrazamlığa Damat Ferit Paşa getirildi. (Oran 2004: 119) 25

Haziran’da Osmanlı yanıtını Barış Konferansı Başkanı ve Fransız Başbakanı Millerand’a

iletti.409 Spa Konferansından cevap ancak 16 Temmuz’da geldi. 22 Temmuz 1920’de

Padişah Mehmed Vahdettin Yıldız Sarayı’nda kendi başkanlığında bütün devlet ileri

gelenlerinden oluşan bir Şurayı Saltanat topladı. Bu kurul Müttefik koşullarının kabulüne

ve Anlaşma’nın imzalanmasına karar verdi. Arkasından Ayan Meclisi’nden Hadi Paşa’nın

başkanlığında yine Ayan’dan Rıza Tevfik Bey, Osmanlı’nın Bern Olağanüstü Temsilcisi

ve Tamyetkili Ortaelçisi Reşad Halis Bey’den oluşan Osmanlı Heyeti Sévres’e gönderildi

ve barış anlaşması 10 Ağustos 1920’de imzalandı. (Oran 2004: 119) 11 Mayıs 1920’de

Hariciye Vekili Bekir Sami Bey bir heyetle Moskova’ya hareket etti. (Akşin 2000: 98)

Mustafa Paşa Divan-ı Harbi Mustafa Kemal ve arkadaşlarını gıyaben yargılayarak

409 Osmanlı Hariciyesinin ve Hükümeti’nin Sévres’e verdiği 25 Haziran 1920 tarihli yanıt, ilk olarak Meral-Olcay tarafından Peyam-ı Sabah ve Vakit gazetelerinden çevrilerek Latin harfleriyle 1977’de ilk kez yayınlanmıştır. Baskın Oran bu yanıtın Türkiye Cumhuriyeti tarafından vatan haini olmakla suçlandığını fakat aslında „hiçbir eziklik, katlanış ve yakarış izi taşımadığını“ hatta „son derece başı dik, hatta yer yer dikbaşlı bir üslupla kaleme alındığını“ belirtmiştir. Daha ayrıntılı bilgi için bknz.: Baskın Oran, Mondros Bırakışması, s. 120 – 122. Türk Dış Politikası, c.1, İletişim, İstanbul, 2004. Baskın Oran, “Lozan’ın Öncülü Bir Onur Anıtı: Müttefiklerin Sevr Barış Antlaşması Tasarısına Osmanlı Hariciyesinin Yanıtı”, Çağdaş Türk Diplomasisi 200 Yıllıl Süreç, Ankara 15–17 Ekim 1997, Ankara, TTK, 1999, ss. 257–275.

135

birçoğunu idama mahkûm etti. Vahdettin’ in onayladığı tek idam cezası ise Mustafa

Kemal’inkiydi (Akşin 2000: 91) Tevfik Paşa başkanlığında bir heyet Paris’e giderek, İtilaf

Devletleri’nin hazırladığı barış antlaşması taslağını teslim aldı. Tevfik Paşa, taslağı

okuduktan sonra merkeze gönderdiği telde antlaşmanın değil bağımsızlık, devlet

kavramıyla dahi bağdaşmadığını bildirdi. “Vahdettin dâhil tüm ülke mateme boğuldu”

(Akşin 2000: 93). Bu antlaşmaya göre, Doğu Trakya Yunanistan’a veriliyor, Doğu

Anadolu’da sınırlarını ABD Başkanı Wilson’un saptayacağı bağımsız bir Ermenistan ve

ondan arta kalan yerlerde bir Kürdistan kuruluyordu. Boğazlar, merkezi İstanbul olan

bayrağı, polis kuvvetleri olan uluslararası bir örgütün yönetimine bırakılıyor, İtalya ve

Fransız mandası altındaki Suriye’ye bazı şehirler bırakılıyor, Osmanlı silahlı kuvvetlerinin

asker sayısı sınırlanıyor, kapitülasyonlar geri getiriliyor, Fransız, İngiliz ve İtalyan

temsilcilerinden Osmanlı Devleti’nin maliyesini denetleyecek bir Maliye Komisyonu

kuruluyor ve en önemlisi de Mütareke’nin 7. maddesi yürürlükte kalıyor yani İtilaf gerektiği

takdirde istediği yerleri işgal edebiliyordu (Akşin 2000: 93). Birkaç gün sonra Kuvayı

Milliye’ nin düzenli ordu içine alınmasına karar verildi.

24 Mayıs 1920’de TBMM, 16 Mart 1920’den itibaren İstanbul hükümetinin yaptığı karar ve

düzenlemeleri geçersiz saydı. Böylece TBMM’nin iç savaşın gereklerini yerine getirirken

Padişahı doğrudan karşısına almamayı ihtiyatın bir gereği görmüş oluyordu. Padişahın

İtilafın tutsağı olduğu ve meclisin halife padişahı kurtarma amacı güttüğünü belirtiyordu.

(Akşin 2000: 92)

Mustafa Kemal’in Lenin’e 26 Nisan 1920 günü bir mektup göndererek iki ülkeyi tehdit

eden emperyalizme karşı siyasal ve askeri dayanışma önerilerine ve beş milyon altın ve

askeri teçhizat yardımı talebine Dışişleri Komiseri Çiçerin’in 2 Haziran’da verdiği yanıt

nüanslı olmuş ve bu mektup iki devlet arasında diplomatik ilişkilerin başlangıcı sayılmıştır

(Akarslan 1990: 77; Alacakaptan 1999: 281; Tunçay 1978: 101). Çiçerin Misak-ı Milli de

belirtilen amaçlarına anlayış göstermekle birlikte ulusların geleceklerini saptaması

konusunda Bolşevik Rusya’nın değişik yaklaşımını dile getiriyordu. (Soysal 2000: 28)

Ertesi gün Sovyetler’le ilişkileri geliştirmek üzere Moskova’da bulunan Türk heyetinin

çabaları sonucunda Sovyet Rusya Misak-ı Milli’yi kabul etti (Akşin 2000: 98). Sovyet

Rusya Anadolu hareketinin Batılı ülkeler ile kendisi arasında bir tampon durum

oluşturduğunu düşünüyor, bu durumdan faydalanıyor ve Türkleri kendi birliğine katılmaya

çağırıyordu. (Tunaya 2003: 75)

136

7 Haziran 1920’de ise 7 sayılı kanunla Ankara’da Matbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i

Umumisi kurulmuştur. Başlangıçta İcra Heyet-i Resmiyesi’ne bağlı olarak kurulan

müdüriyet, aynı yılın sonunda çıkarılan bir başka kanunla Hariciye Vekâleti’ ne bağlandı.

İstanbul’da da bir Matbuat Müdüriyeti bulunuyordu. Anadolu Ajansı da Ankara’daki

Matbuat Müdüriyeti’ne bağlıydı. (Varlık 1985: 1205) Müdüriyet, askeri telsizlerle yabancı

ajanslar ve basından, İstanbul basınından ve çeşitli yerlerde azınlıkların çıkardığı süreli

yayınlardan bilgileri toplamış ve dağıtmıştır. Paris, Londra, Berlin, New York, İsviçre,

Viyana gibi yurtdışı ve yurtiçinde merkezler, temsilcilikler oluşturularak mücadelenin

propagandası yapılmıştır. Müdüriyet, Hâkimiyet-i Milliye’nin yayınlanmasında rol almış,

Anadolu’da Yeni Gün, Babalık, Sebilür Reşad ve Yeni Dünya gibi gazetelere para

yardımında bulunmuş, Claude Farrere gibi yazarlara çeşitli hediyeler verilmiştir. Amaç

dünya kamuoyunu etkilemektir. (Varlık 1985: 1206)

18 Haziran’da Fransızların Zonguldak’ı işgal etmesiyle silah bırakışması son buldu. Sevr

Anlaşması’na Osmanlı hükümetinin itirazları sadece, Maliye Komisyonu’na bir Osmanlı

temsilcinin üyeliğinin kabul edilmesi noktasında sonuç verdi. Onun da oy hakkı

bulunmuyordu. Padişah bile bu antlaşmayı imzalamakta isteksiz davranınca Müttefikler

Türkiye’ye barış koşullarını zorla kabul ettirmek üzere Yunanistan’a askeri harekât görevi

vermişti. Böylece Yunan ordusu Milne işgal çizgisini geçip Anadolu’da ilerledi. Yunan

taarruzunun başlaması üzerine ailesini yanına aldırmaya karar veren Nadi, onları

karşılamak ve Ankara’ ya getirmek üzere Bursa’ya gittiğinde orada tam bir bozgunla

karşılaştı. Balıkesir’in düşmesinden sonra bütün Kuvayı Milliye ileri gelenleri Bursa’ya

çekilmişlerdir. Saldırıları durdurmak için gereken insan gücü varken, yeteri kadar silah

yoktur. Moral bozukluğu içinde Ankara’ya dönen Nadi, Bursa’nın “Türklüğün ruhunu

temsil eden bu şehrin bu kadar kolay düşmesini” kabullenemedi. (Böke 1994: 92; Akşin

2000: 94)

25 Haziran 1920 ulusal hareketi boğmak üzere padişahın kurduğu resmi ordu olan

Süleyman Şefik Paşa komutasındaki Kuvayı İnzibatiye (Hilafet Ordusu), Ali Fuat Paşa

komutasındaki Kuvayı Milliye birlikleri tarafından Geyve’de bozguna uğratıldı (Akşin 2000:

92). Birkaç gün sonra Yunanlılar Balıkesir’e, sonra da Ermeni kuvvetleri Adana’ya girdi.

16 Temmuz 1920’da ulaşan Müttefiklerin yanıtına karşılık (Oran 2004: 123), Damat Ferit

Paşa hükümeti Sevr Antlaşması koşullarının olduğu gibi kabul edilmeyeceğini ve

bunlarda hafifletici değişiklikler yapılmasını öngören bir cevap layihasını barış

konferansına sunmuştur. Belçika’nın Spa kentinde 5 – 16 Temmuz 1920’de toplanan

137

konferansta bir araya gelen müttefik delegeleri bazı noktaları değiştirebileceklerini bildiren

bir cevabı Osmanlı delegasyonundan Dâhiliye Nazırı Ahmed Reşid Bey’e bir muhtırayla

sunmuşlardır. Bu ağır muhtıra aynı zamanda bir tehdidi de içeriyordu. 27 Temmuz 1920

gece yarısına kadar Sevr Antlaşması imzalanmazsa müttefik devletler gerekli gördükleri

tedbirleri alacaklardı. Osmanlı delegesi durumu telgraflarla İstanbul’a bildirdi. Vahdettin

de bu ağır tehdit ortamı içinde yeni bir Şurayı Saltanat toplanmasını emretti. Meclis-i

Mebusan’ın basılmasından 6 ay, Ankara’da TBMM toplanmasından üç ay sonra, 22

Temmuz’da toplanan İkinci Şurayı Saltanat ile Osmanlı İmparatorluğu’nun yazgısı artık

kesin olarak saptanacaktı. İkincisi, ilkinden oldukça farklıydı. Kabine üyeleri dışında

Osmanlı bürokrasisinin ilmiyeci, asker ve sivil 45 ünlü kişisinden oluşuyordu. Sadrazam

Damat Ferit toplantıyı açış söylevinde duruma bir “siyasi tarihçi açısından bakmıştır.”410

Yunanlılar’ ın Tekirdağ ve Edirne’yi işgal ettiği sıralarda, Damat Ferit beşinci ve son

kabinesini kurdu ve Anadolu isyancılarına karşı şiddetli bir cephe açtı. Bu tarihlerde

TBMM hükümetini kurmuş olan Müdafaa-i Hukukçular Şurayı Saltanatçıları vatan haini

ilan ettiler (Tunaya 2004: 18–21).

410 Konuşmasında “Bin yedi yüz sene mukaddem Roma İmparatorluğu’nun inhilalinden beri tarih ikinci bir vak’a-yı mühime karşısında bulunuyor. Şanı dünyayı kapsamış olan muazzam Osmanlı Devleti’nin on yıllık müthiş hatalar sonucu bugünkü düşkün duruma indirildiğini sözlerine eklemiş ve “Toplantıda bulunan sayın kişilerin karar sonucunu bildirmeleri yeter. Eğer yokluğu varlığa tercih edenler varsa söz aldıktan sonra mütaalasını sözlü ya da yazılı şekilde belirterek zaptı imza etmesini rica ederim. Söz istemeyen zevat devletin devamını ve yaşamını mahva ve yokluğa tercih edenlerden sayılacaktır.”

138

IV. BÖLÜM: ANADOLU’DA YENİ GÜN

III.1) ANKARA GÜNLERİ (10 AĞUSTOS 1920 – 19 AĞUSTOS 1921)

Yeni Gün, 12 Nisan 1920 tarihli son İstanbul sayısının ardından, “Anadolu’da Yeni Gün”

adıyla, 9 Ağustos 1920’de411 Ankara’da Karaoğlan Caddesi’nde, istasyon yanında,

hapishaneye bitişik üç katlı ahşap evde yayınlanmaya başlandı. Yeni Gün, şehrin ilk

günlük gazetesi olarak, Ankara’ da çıkmaya başladı. Ankara’da yayımlanan Anadolu’da

Yeni Gün ulusal kurtuluş hareketini bütün dünyaya yansıtan bir organ olmuştu. Yunus

Nadi Ankara’da aynı zamanda İzmir milletvekili olarak Meclis’e devam ediyordu. Bu

şehirde yazı kadrosuna Mahmut Esat Bozkurt ve Muhittin Birgen de katıldı (İnuğur 1978:

319, 320; Baykal 1990: 215; Kocabaşoğlu 1981: 181).

Yunus Nadi’nin oğlu Nadir Nadi anılarında bugünleri şöyle aktarır:

“Yeni Gün matbaası. Karaoğlan Meydanı’ ndan Hacı Bayram’a giderken ilk kavşak yerinde idi. İki katlı sıvaları yer yer dökülmüş, eski bir Ankara evi. Ev sokağa yanlamasına oturtulmuştu. Önünde bir avlu. Alt katta giriş kapısının solunda ahırdan bozma makine dairesi. Yukarıya çıkılırken merdivenlerin dönemeç yaptığı yarım katta üzerine kırmızı boya ile 100 numara yazılı bir tuvalet, onun karşısında daracık bir oda. Yukarıda da bir sofa ve sağlı sollu iki oda. Bütün matbaa işte bundan ibaretti. Kadro: Bir başyazar (aynı zamanda meclis ve hükümet muhabiri), bir yazı işleri müdürü (röportajcı ve istihbarat şefi), bir düzeltici (fıkra yazarı), idare müdürü (başbayii), dört dizici ve bir makinist (ve de hamal). Bu kadro çıkarırdı gazeteyi. BMM koridorlarından sonra en çok politika tartışmaları yapılan yer başyazarın odası idi. Duvarların dibinde üzeri Anadolu kilimleriyle kaplı çepeçevre sedirler vardı. Kalpaklı poturlu milletvekilleri, bakanlar yazarlar dolardı buraya öğleden sonraları. Yazı işleri müdürü Kemal Salih Sel sofada camlı bölme ile ayrılmış küçük bir odada çalışırdı. Sık sık bitişikteki mürettiphaneye geçer, sahifelerin tertibini orada tezgâh başında dizincilerle beraber yapardı. Yazı İşleri kadrosu kendisinden ibaret olduğu için haber almak ya da herhangi bir haberin doğruluğunu araştırmak gerektiği zaman manyetolu telefonu açarak doğruca ilgili bakanla görüşürdü. Bin beş yüzle iki bin arasında dolaşan gazete baskısının tamamlanması saatlerce sürerdi. Çavuş

411 Ömer Sami Coşar dâhil olmak üzere pek çok kaynakta Anadolu’ da Yeni Gün’ ün ilk sayısının tarihini 10 Ağustos olarak verir. Fakat Kocabaşoğlu Hakkı Tarık Us Kütüphanesi’nde 9 Ağustos 1920 tarihli sayıya ulaşabilmiştir. Ankara’daki iki koleksiyonda ise bulunabilinen en erken sayı 17 Ağustos 1920 sayısıdır.

139

dediğimiz hamal makinist epeyce yorulurdu bu yüzden. Çünkü beygir gücü ile değil düpedüz insan gücüyle işliyordu makine. İlkin kâğıt tabakalarının iki sahifeyi kaplayan bir tarafı basılır, sonra aynı kâğıtlar tersine çevrilerek öteki tarafın basımına geçilirdi. Sonra ortadan kesilen tabakalardan iki sahifelik (bir yapraklı) bir gazete çıkardı. Palabıyıklı yağız Çavuş, makine çarkının koluna asılarak, en azından üç bin kere döndürmek zorunda idi. Kurşun sahifeleri ve basılmış gazeteleri gerekli yerlere taşımak her iş bittikten sonra makineyi temizleyip yağlamak ta onun görevi idi. Düzeltici Yusuf Mazhar (Aren) gazetenin canlı kitaplığı idi.” 412

Zekeriya Sertel ise şunları söyler:

“O sırada Ankara’da iki gazete çıkıyordu. Biri Atatürk’ ün gazetesi Hâkimiyet-i Milliye ötekisi Yunus Nadi’nin yayınladığı Yeni Gün. Her ikisi de çok fakir, çok zavallı birer vilayet gazetesiydi. Derme çatma binalarda gelişigüzel basılıyorlardı. Fakat Kurtuluş Savaşı boyunca büyük hizmetleri olmuştu. Okuyucuyu çekecek nitelikten yoksundular. Onun için satışları az halk arasındaki etkileri sınırlıydı.”413

Enver Behnan Şapolyo İstanbul’da gizli bir surette çalışmaya başlamış olan M.M

grubundan mürettip istenildiğini fakat kimse Babıâli’yi bırakıp da Ankara’ya gelmediğini

anlatmaktadır. Yalnız mürettip Ahmet adında birisi gelmiştir. Bu mürettip muallim

yapılarak, yerli çocuklara mürettiplik öğretilmiş, işte bu mürettiplerden bir kısmı Hâkimiyet-

i Milliye gazetesine bir kısmı da Yeni Gün matbaasına verilmiştir. (Şapolyo Cumhuriyet

1924 – 1974 s.47)

Yeni Gün’ün ilk Ankara sayısının çıkmasının ertesinde, 10 Ağustos 1920’de Sevr

Antlaşması Osmanlı temsilcileri Rıza Tevfik, Reşat Halis ve Hadi Paşa tarafından Paris

Barış Konferansı’nda imzalandı. Zayıf tarafı iyice bağlamak isteyen bütün belgeler gibi

433 maddelik uzun bir antlaşma olan Sevr (Oran 2004: 125)414, Türkleri Anadolu’dan

kovma sürecini başlatmasıyla Türk toplumunda tam bir şok etkisi yarattı. Bu dönemde

dünya Avrupa emperyalizminin denetimine girmiş ve ulus-devletleşme süreci başlamıştı

(Oran 2004: 118). Zaten müttefikler de Sevr ile Türkleri emperyalizmden kurtardıkları

kanısındaydılar.415 (Tunaya 2004: 24)

412 Nadir NADİ, Perde Aralığından, Cumhuriyet Yayınları, İstanbul, 1965, 127, 128. 413M. Zekeriya SERTEL, Hatırladıklarım (1905 – 1950), Yaylacılık Matbaası, İstanbul, 1968. 414 Bu anlaşmanın incelenmesi için: Türk Dış Politikası, ss. 125 – 138. 415 Damat Ferit’in Sevr’de değişiklikler isteyen layihasına verdikleri cevapta şöyle diyorlardı: “Osmanlı Devleti’nin mali işleri için denetim kurulması kendisini vesayet altına koymak fikrinden doğmuş değildir. Bu

140

1920 yılının ikinci yarısı ile 1922 yılının ilk yarısı Anadolu’da sol akımlarda bir canlanma

ve artışın görüldüğü yıllardı. Tunçay’ın da belirttiği gibi bu canlılık Kurtuluş Savaşı’nın

yönetici kadrosuyla Rusya arasındaki ilişkilerin ışığında ele alınmalıdır. (Tunçay 1978: 95)

Meclisin açılışı sonrasında en çok sözü edilen ve açıkça propagandası yapılan görüş ile

Yeni Gün’ün, Ankara sayılarından itibaren sütunlarında en çok yer verdiği görüş aynıdır:

Bolşevizm ve Sovyet Rusya. (Güneş 1997: 130) Sovyet Rusya ile anlaşma girişimlerinde

bulunulduğu 1920 yazında Ankara’da komünizmin çok iyi karşılandığı bir hava esmiştir.

İtilaf Devletleri’nin Yunanistan’ın İzmir işgaline ve Ege’de yaptıklarına göz yumması,

Batı’nın yönelttiği sürekli tehdit, dünyadaki güç dengesinin bozulması, Anadolu’da

yürütülen savaş için yardım sağlayabilmek gibi etkenler iki ülke arasında bir yakınlaşma

yaratmıştır. (Mazıcı 1984: 84–90; Güneş 1997: 121) Tunçay’a göre sola doğru oluşan bu

yakınlık “bir çeşit umutsuzluktan” kaynaklanmaktadır. Bu, Bolşeviklere ne kadar yakın

durulursa o kadar yardım alınabileceğine dair bir umuttur. (Tunçay 1978: 105) Aynı

zamanda Nadi, Mayıs 1920’de, İstanbul’daki tutucu çevrelerin mücadeleyi kâfirlikle

suçladığı bir dönemde kurulan Yeşil Ordu’nun üyeleri arasındaydı. Kuruluş amacı “aynı

silahı kullanarak, Bolşevikliğin İslamlığın uygulanması olduğunu söyleyerek, Sovyetlerle

yapılması zorunlu olan işbirliğine elverişli bir ortam hazırlamaktı.” (Tunçay 1978: 133)

Ankara’da yayınlanmaya başlanan sayılardan ulaşabildiğimiz ilk sayı 17 Ağustos 1920

tarihli olanıdır. “Yeni Fikir” başlıklı başyazının mikrofilm nedeniyle okunamayacak kadar

bozuk olması nedeniyle burada bahsedilememektedir. İlk sayfada okunaklı olan tek haber

“Türkler ve Sovyetler” başlıklı haberdir. Buna göre, “Sovyet matbuatı Mustafa Kemal

Paşa’nın vücuda getirdiği milli hareketi ehemmiyetle takip etmektedir.” Sovyet Rusya

Türkiye ile güvene dayalı resmi ilişkiler kurmayı istemekte ve Türkiye’ye her konuda

yardım edeceği vaadinde bulunmaktadır. Bir diğer haber, “İzmir’de Yunan İdare-i

Mülkiyesi” başlığını taşır. İzmir’in mutlaka geri alınacağı fakat o zamana kadar buradaki

Türklerin Yunan zulmüne uğramasından korkulduğu belirtilmektedir. Gazetenin dördüncü

sayfasında “Yeni Gün’ün tefrikası: Rus Bolşevikliği” başlığı altında üçüncü bölümü

yayınlanan bir yazı dizisi göze çarpar. Gazete “Tarihçesi ve Teşkilatı” alt başlığı ile ve

yine okunaklı olmayan yazıda Bolşeviklik, “Don Mıntıkası Şurası İcra Komitesi erkânından

Bolşevik (Verebof)un” açıklamalarıyla anlatılmaktadır. İkinci sayfada ise Ankara’nın,

hükümlerin konması bu devleti daha önceden tahrip etmiş olan ahlaksızlıktan ve ihtikârdan kendisini korumak ve en nihayet emperyalist cereyanlardan kurtarılmış olan Türk milletinin mutlu ve iyi bir yönetim sahibi bir millet olmasını sağlamak gibi büsbütün başka bir amaca dayanmaktadır.” Tunaya, a.g.e, s. 24.

141

Yunan istilasına karşı Anadolu’dan her yaştaki erkeklerin oluşturduğu kafilelerle dolup

taştığı belirtilmektedir. Bir gün önce “iki alaylık süvari kuvvetinde bir gönüllü müfrezesi”

gelmiştir. “Efrad gayet muntazam giyinmiş teçhizatı gayet mükemmeldir. Müfreze ile

birlikte topçu ve mitralyöz kıtası da vardır. Gönüllüler istirahat etmek üzere kışlalarda

misafir edilmişlerdir.” 416

Nadi, iki ayrı Yunanistan olduğundan bahsetmektedir. Biri “hali ve haddini bilmek isteyen

asıl Yunanistan”dır. Nadi, bununla Yunanistan içinde var olan sağduyu sahibi ve Anadolu

topraklarında gözü olmayan Yunanlıları kastetmektedir. Diğeri ise “her vesileden istifade

ederek, büyüdükçe büyümek isteyen ve bunlardan dolayı hayallerinde zaman zaman

Amerikayı da Yunanlı gören Venizelosçuların” bulunduğu Yunanistan’dır.417

Anadolu Ajansı’ndan alınan bilgiye göre Bolşevikler merkezi Avrupa’ya doğru

ilerlemektedirler. Almanlar ve Macarlar önlem almışlar, tehlikeyi gören İngiliz ve

Fransızlar da endişeye düşmüşlerdir. Lloyd George’un Bolşevik ordusunun Varşova’ ya

girmemesi için çabalamaktadır418.

Nadi, “Türk varlığının yok edilmeye çalışıldığını” söyler. Şimdiye kadar Türkiye’de insanca

yaşayabilmiş olan Hıristiyanları Türk’ün başına efendi olarak çıkarmak ve hayvanat

âleminin herhangi bir üyesinin dahi tahammül edemeyeceği bir hayatın içine sokmak

istemektedirler. Üstelik düşmanlar “bunu kendi dilleriyle yirminci medeniyet asrı dedikleri

bir zamanda” yapmaktadırlar. İngilizler Mütareke maddelerini istedikleri gibi yorumlamış,

İstanbul’a yerleşmiş, sonra da yavaş yavaş bu işgali genişletmiştir. Ardından himayeleri

altında İzmir’e Yunanlıları çıkarmışlar ve “umumun hayreti içinde bunları muayyen

istikametlerde yürütmüşlerdir.” Artık vaziyet bütün çıplaklığıyla açığa vurmaktadır.

Düşman bu hareketi ile ülkenin en esaslı sahillerini ve hatlarını ele geçirmeye çalışacak

ve bütün vatan ve milletimizi işgal ve esareti altına almış olacaktır. Anadolu İngiltere için

tamamıyla yabancı bir sahadır, ayrıca Anadolu imkânları ölçüsünde az çok mukavemet

edecektir.419

Anadolu Ajansı’ndan alınan bilgiye göre, İstanbul hükümeti tarafından yapılan barış

gereği yürürlüğe girecek bir programa nazaran Darülfünun Edebiyat Fakültesiyle Fen

Fakülteleri’ nin lağv edilecek, yalnız Tıp ve Hukuk Fakültelerinin açık kalacaktır. Gazete,

bu planın bir parçası olarak Galatasaray Sultanisi’nden başka tüm sultanilerin

416 “Gönüllülerimiz”, 17 Ağustos 1920. 417 Yunus Nadi, “İki Yunanistan”, 18 Ağustos 1920. 418 “Merkezi Avrupa’ da – Bolşevik harekâtı nasıl ilerliyor?”, 18 Ağustos 1920. 419 Yunus Nadi, “Vatan Cephesi”, 19 Ağustos 1920.

142

kapatılacağını, onun da tüm tedrisat ve programının Fransa tarafından yapılacağını,

burada uygulanacak programın tüm iptidai mekteplerine sirayet edileceğini, iptidai

mekteplerin de Evkaf İdaresi’ne bağlanmak suretiyle tedrisatının eski mahalle mektepleri

seviyesine indirileceğini belirtmektedir. Bu programın Tıp Fakülteleri’ni ilgilendiren

kısmının açığa çıkarıldığını ve fakülte müderrisleri tarafından tepkiyle karşılandığı

bildirilmektedir. Yeni Gün, milletlerin milli ve medeni varlıkları olduğunu ve bu varlıkların

bilimsel temelinin “Darülfünun ve bilhassa Darülfünun’un Edebiyat ve Fen Fakülteleri”nde

atıldığını söyler. Fakat daha da önemlisi eski Maarif Nazırı Ali Kemal’in daha önce aynı

planı, tamamıyla değilse de kısmen uygulamış olmasıdır. Müderrislerin kimisi tutuklanmış,

kimisi de açığa alınmıştır. Edebiyat Fakültesi’nden ihtisas zümreleri kaldırılmıştır. Buna

dayanarak gazete, Ali Kemal ile İngilizler arasında “milleti maarifiyle mahvetmek” esasına

dayanan bir ittifak olduğu fikrinin oluşmasına neden olmuştur. “Acaba düşmanlar

Darülfünun’dan ne istiyorlar? İki fakültenin lağvındaki maksat nedir?” diye soran Yeni Gün

cevabı yine kendisi vermiştir: “Bu suretle düşmanlar hem milletin rehberi olacak

münevverleri yok etmek, hem de (…) milleti bugünün fikirlerinden bugünün zevklerinden

uzak tutarak onu (cahil) kılacak ezilir bir halde tutmak istiyorlar.” Çünkü Darülfünun “milli

varlığın ilk merkezi, ilk timsalidir. Hâkim milletler idaresinde yaşayan mahkûm milletler

kendilerini hissetmeye başlayınca ilk istedikleri şu Darülfünun olur. (…)Bir millet manen

Darülfünun ve bilhassa Darülfünun’ un Edebiyat ve Fen Fakülteleri demektir. Ve bunun

için İngilizler Edebiyat ve Fen Fakülteleri’ ni İstanbul’ da evvela işgal etmişler, sonra da

lağv ettirmişlerdir. Hâlbuki son zamanlarda Rumlar İstanbul’ da bir Darülfünun tesisine

karar vermişlerdir!” Damat Ferit Paşa, onu tutanlar, ona taraftar olanlar bir gün gelip

kendilerini müdafaa için ‘Ne yapalım sulhu imza ettik. Çünkü işgal altında idik’ diyebilirler.

Fakat Darülfünun, milli varlığı soldurmak mecburiyeti hakkında muahedede hiçbir madde

yoktu. İşte bunu kendi iradeleriyle isteye isteye ve biltabii İngilizlerden aldıkları emirler

üzerine yapmışlardır.420

İstanbul Hükümeti’nin imzaladığı sulh, Anadolu’da yeniden bir isyan havası estirmiş,

“Anadolu bu zalimlerin sulhunu kabul etmemeye karar vermiştir.” Beypazarı’ndan alınan

bir telgrafa göre İstanbul barışının imzalandığı haberi halk üzerinde infial yaratmış, 16

Ağustos’ta dükkânlar kapatılmış, on bin kişiden fazlası hükümet dairesinin önünde Sevr’i

protesto etmişlerdir.421

420 “Damat Ferit’ in Milleti Mahvetmek İstediğinin Bir Delili Daha, Edebiyat Fakülteleri’nin Lağvı Kararı”, 19 Ağustos 1920. 421 “Kahrolsun Sulh”, 19 Ağustos 1920.

143

Bu günlerde “Büyük Millet Meclisi’nde Şark İşleri” başlığı altında her gün cephelerden

gelen gayet ayrıntılı haberlere yer verilmiştir. 20 Ağustos 1920 tarihli sayıda aynı başlık

altında Bakü’de düzenlenecek Doğu Halkları Kongresi hakkında Mustafa Kemal Paşa’nın

açıklamalarına yer verilmiştir. Mustafa Kemal, resmi ve gayri resmi yollarla Türkiye’den

murahhaslar çağrıldığını, bu davetlerin doğrudan doğruya halka yapıldığını söyler. Onun

bu noktada vurguladığı, Kuvayı Milliye hareketinin Bolşevik bir karakterde olmadığıdır.

Mustafa Kemal, “biz memleket ve milletimizin mevcudiyetini ve istikbalini kurtarmak için

karar verdiğimiz zaman kendi nokta-i nazarlarımıza tâbi bulunuyorduk ve kendi

kuvvetimize istinad ediyorduk. Hiç kimseden bir ders almadık” demiştir. Bu kongreye

davetin Ankara Hükümeti’nin yanı sıra, doğrudan halka da yapılmasını yanlış bulmakta,

kongreyi de Doğu halklarına Bolşeviklik fikrini yaymak için düzenlenmiş bir kongre

olduğunu düşünmektedir. Oysa “Bizim nokta-i nazarlarımız, bizim prensiplerimiz, cümlece

malumdur ki Bolşevik prensipleri değildir.” 422

Bilecik’ten 10 Ağustos tarihiyle bildirilen habere göre, Yunanlılar “Balıkesir’de hükümet

idaresi ile yatılı okulların eşyasını ve eşraftan birçoklarının evlerini ve çiftliklerini yağma

etmişlerdir. Bilhassa köyde tavuklara varıncaya kadar ellerine geçirdikleri hayvanatı

Bandırma İzmir tarikiyle Yunanistan’a nakletmekte ve silah taharrisi bahanesiyle evlere

girerek kıymetli eşyayı aşırmaktadırlar.423

Tüm bu koşullara rağmen ya da belki bu koşullar nedeniyle ve bu koşullara paralel olarak

Ankara’da çeşitli eğlenceler düzenleniyordu. Yeni Gün “zabit namzetleri talimgâhı

menfaatine Ziraat Mektebi ile kışlalar arasında ve Çubuk dere kenarında ve bu dere

üzerindeki ahşap köprü kırında talimgâh efendileri tarafından idman müsabakaları” tertip

edileceğini bildiriyordu. “Muhtelif askeri oyunlar oynanacak, musiki icraa-ı ahenk

eyleyecek ve Bolşevik dansları yapılacaktır.” 424 Diğer yandan, gençler spora ve özellikle

de silah kullanımına merak sarmışlardır. Yeni Gün de inşaat halinde olan atış

poligonunun bir an önce bitirilmesi gerektiğini, gençliğin bu mekânı merakla beklediğini

söylüyordu.425

422 “Mustafa Kemal Paşa’ nın Meclis’ de Vaki Olan Mühim İzahatı, Şark İşleri ve Bizim Siyasetimiz”, 20 Ağustos 1920. 423 “Yunanlılar Soygunculukta Yarış Ediyorlar”, 20 Ağustos 1920. 424 “Ankara Kumandanlığından”, 20 Ağustos 1920. 425 “Şehir Hayatı, Ankara’da Poligon”, 20 Ağustos 1920. “Son zamanlarda Ankara’ da sporculuğa bir heves uyandı. Bu heves Ankara gençlerinden münevverlerinden hatta resmi dairelerden müzaheret gördü. Bir yandan gençler müsabakalar tertip eder, bir spor kulübü açarken, maarif vekâleti de biri tarafından Ankara gençleri nişan atmak, ata binmek, jimnastik yapmak usullerini öğretecek, gençleri çevikleştirecek bir poligon inşasına karar verdi. Bu spor işi için Konya’dan Burhan Elden namında mütehassıs bir muallim de celb edildi. İlk günlerde istasyon civarında poligon inşası için bir faaliyet görüldü. Bu üç dört gün devam etti. Şimdi her şey yine eski haline girdi. Meseleyi taktik ettik, öğrendik poligonun inşası için maarif vekâletinden vilayete

144

“Amele ve köylü cumhuriyeti” dünya savaşından “tamamen bozulmuş olarak çıkmış olan

Rus iktisadiyat ve harb mekanizmasını o kadar muvaffakiyetle tanzim ve kendi sınıflarının

amelini o kadar azim ile takdir eylemişlerdir ki” 3 sene devam eden Avrupa kapitalizminin,

sermayedarların saldırılarını “her tarafta muzafferiyetle redde muvaffak olmuşlardır.”

Fakat Bolşevikler yalnız kendilerini savunmakla kalmamışlar “belki bütün dünya sosyalist

inkılâbı meselesini kendisine program edinmiş ve Avrupa kapitalizmine hücuma

başlamıştır.” “Rus Bolşevik Komünist Fırkası’nın propagandaları sayesinde” bütün dünya

komünist fırkalarının bir araya toplandığı Üçüncü Enternasyonal meydana gelmiş ve her

tarafta işçilerin devrimci hareketleri görülmüştür. İşçi hareketlerinin başarı kazanmasının

bir sebebi de savaş sonrasında “gerek galip ve gerek mağlup milletler” toplumsal sınıflar

arasındaki uçurumların ne kadar büyük olduğunu görebilmiş, “her memlekette

kapitalistlerin uğruna efrad-ı milletin feda edilmiş olduğu o kadar iyi anlaşılmıştır ki

Bolşevik propagandası her tarafta süratle his ve telakki edilmiştir.” Macaristan, Almanya,

Bulgaristan gibi ülkelerde sosyalist hareket gelişmiştir. “Sosyalist inkılâbı bütün Avrupa’ yı

tehdit etmektedir. Rus cumhuriyetinin çekiç ve tırpan işaretli bayrakları ve kızıl ordunun

beş başlı kızıl yıldızları esir milletlere hürriyet ve istiklali götürüyor ve girdikleri yerlerde

kabul görüyor.” Yeni Gün tüm dünyadan örnekler vererek bu savını temellendirmeye

çalışmaktadır: “Bugün kendisini galip addeden memleketlerde harekât tamamıyla

başlamıştır. Hindistan ve Afganistan’da olaylar olmuş, İran’da karışıklıklar başlamış,

İngiltere’de Sin Fenler isyan etmiş ve İrlanda’daki itişaş daimi bir mahiyet arz etmektedir.

Fransa’da hükümet ve ameleler arasındaki mücadele henüz sonuçlanmamıştır. Sırbistan

ve Hırvatistan’da hükümetler şiddetli mukavemetler görmektedir. Hareket sokaklara

dökülmüş ve güçlükle bastırılabilmiştir. Hareket dünyanın her yerinde yayılmaktadır.

Rusya’ya müdahale etmek isteyen Japonya kendi ülkesindeki karışıklıklarla uğraşmak

zorunda kalmıştır. Amerika binlerce Bolşevik komünisti hudud haricine çıkarmakla meşgul

ise de Amerika milyarderlerinin Rus aristokratları gibi kendi başlarının çaresini aramaya

mecbur olacakları günlerin gelmesi de gayri mümkün değildir.”426

Nadi, Kızıl Ordu askerlerinin Odessa’da kendisine saldıran Yunan kuvvetlerinin mağlup

edip, ardından esir ettiklerini “şimendifer rayları üzerine sıralayarak üzerlerinden tren

geçirmek suretiyle” öldürmesini gayet doğal ve haklı karşılamaktadır. “Bu harekette az

çok vahşetten eser aramak abestir” der. “Bolşevikleri bu yolda harekete sevk eden sebep

yazılır, vilayet de poligon inşaatında çalıştırılmak üzere yirmi mevkufun inşaat müddetince poligon mahalline gönderilmesi için emir verir. Fakat dört beş gün bu suretle çalışılır, ondan sonra mevkuflar vilayetin emri hilafına olarak gönderilmediği için bil tabii inşaat da durur. Bakalım inşaata yeniden intizar daha ne kadar devam edecek?” 426 “Yeni Gün’ ün Tefrikası: 4, Rus Bolşevikliği, Tarihçesi ve Teşkilatı”, 20 Ağustos 1920.

145

(…) giriştikleri büyük inkılâptan dünyaya müessir bir ibret dersi vermek lüzum ve

mecburiyetidir.” Venizelos’un başında olduğu Yunanistan’ın İngiltere’ye alet olarak “kendi

boyuna bu sene bile bakmayarak Bolşeviklere karşı kuvvet göndermeye kalkışması

esasen kızılmayacak bir şey değildir.” “Dünyayı büyük bir inkılâp çemberinden geçirmek

azmiyle” kendi ülkelerinde düzenlemeler yapmakla meşgul olan Bolşevikler, “yapılacak

mukabelenin inkılâp hesabına herkesin nazar-ı dikkat ve ibretini celb edecek zor unutulur

bir ders şeklinde tecelli etmesi lüzumuna kani olmuştur.” Bolşevikler bu şekilde

amaçlarına ulaşmak için “küçük kavimleri kullanan İngiltere’nin yüzüne bir sille indirmiştir.”

Nadi’ye göre İngiltere’nin izlediği politika şudur: “Başka bir kavim üzerinde bir haksızlık

tatbik edebilmek için başka bir kavme hücum!” İngiltere, Bolşeviklere karşı olduğu gibi

Türklere karşı da, kendi hedeflerini gerçekleştirebilmek için Yunan kuvvetlerini

kullanmaktadırlar. Dolayısıyla İngilizlerin “memleketlerimize soktukları Yunan

kuvvetlerinin ele geçenleri dahi en feci ölümlerle” öldürülmeyi hak etmektedirler427.

Yeni Gün, bir Müslüman ülke olarak Türkiye’nin kurtuluşunun, Avrupa sömürgesi

halindeki pek çok İslam ülkesi için de kurtuluş demek olduğu fikrindedir ve bu fikrini her

vasıtayla vurgulamak, halka da kabul ettirmek amacındadır. Bu nedenle bu savaşta

Türkiye den yana olan İslam ülkeleri temsilcilerine sayfalarında sıkça yer vermektedir.

“Âlem-i İslam’ın hal ve istikbali ile de pek sıkı rabıtası olan müdafaa-i mevcudiyetimiz”

diye başlayan haber, Hindistan’ın bağımsızlığı taraftarı olan “Hintli bir dindaşın” Ankara’ya

gelmesi nedeniyle hazırlanmış ve gazete sütunlarına taşınmıştır. Bu Hintlinin bu şehirde

verdiği mesaj ise Trablusgarp ve Balkan Savaşları’ndan sonra Müslümanların yegâne

düşmanının İngiltere olduğudur428.

Bir başka makalesinde Nadi, Almanya örneği üzerinden Türkiye’ye bakmakta ve padişahı

eleştirmektedir. Eski bir imparatorluk olan Almanya’daki krallık ve dukalık şekillerindeki

yirmiden fazla hükümet teşkilatını birleştirmek Prens Bismarck’ın yegâne gayesi olmuştur.

Bu şekilde kurulan Alman birliğinin manevi birlik duygusunun geliştiğini ve son imparator

olan Kayser Wilhelm’e gösterdikleri “muhabbet ve hürmet”ten anlaşıldığını söylemektedir.

Wilhelm, “memleketinden çıkarak ecnebi bir toprağa sığınan ve milletini bırakıp kaçan bir

hükümdar mevkiine düşmemiştir.” Almanya’nın imparatorluktan cumhuriyete

dönüşümünün kendilerine “garip, inanılmayacak bir şey gibi” göründüğünü fakat bunun

bir “hakikat” olduğunu belirtir. Almanya’da imparatorluğun yıkılması “dünyada husule

gelen pek büyük inkılâbın pek canlı numunelerinden birini daha vermiş” olmasıdır. “Şimdi

427 Yunus Nadi, “Müesser Bir Ders”, 22 Ağustos 1920. 428 “Bir Hintli Dindaşımızın Samimi Hitabesi”, 22 Ağustos 1920.

146

Almanya ya hâkim olan yeni bir fikirdir ki hâkimiyetin tamamen millet elinde tutulacağını

esasen istinat etmektedir.” Uygulayışta çeşitli aşamalar gerekir ama esası birdir: “Millet

hâkimiyeti”. Wilhelm i yargılamak isteyen İngiltere ye fırsat vermeyen Alman toplumu

hâkimiyetini eline almıştır. İngiltere’nin “sıkı sıkı tutayım dediği iplerin hepsi birer birer

elinden kayıp kaçmaktadır.” 429

Anadolu Ajansı’nın bildirdiğine göre Antep etrafındaki Fransız hattı muhasarası 18

Ağustos’ta yok edilmiştir.430 Yunanlılar ve onlara yardım eden yerli Rumlar Bursa

civarındaki bahçelerde “iş ve güçleriyle meşgul 37 kişiyi şehid” etmişlerdir. Yerli Rumların

İslam köylerine tecavüzleri “alenen devam etmektedir.” 431

Meclis ve Sovyet Dışişleri Bakanları başkanlığındaki heyetler arasında yapılan ve 1920

yazı başlarında Moskova’ya ulaşmış olan Enver, Cemal ve Halil Paşaların da katkıda

bulundukları uzun müzakereler sonunda Türk-Rus dostluk anlaşması 24 Ağustos 1920’de

imzalandı. Moskova Antlaşması olarak bilinen bu anlaşma, bir maddesiyle Meclis

Hükümeti’ne 10 milyon altın ruble yardım yapılmasını öngörüyordu. (Alacakaptan 1999:

282)

İlk Rus Bolşevik sefaret heyetinin Ankara’ya gelmesi üzerine Lloyd George bir

açıklamasında, “Türkiye’yi parçalamak isteyen sulh ile onun neticesi olan harbi kendi

nokta-i nazarına göre” ifade etmiş ve “Bu bir İngiliz Türk meselesi değildir, belki bir İngiliz

Rus harbidir” demiştir. İngiltere’nin işine gelmeyen gerçek, savaş sonunda “başta Türkiye

olmak üzere İslam âleminin ve bütün Asya’nın İngiliz tahakkümünden kurtulmaya

azmetmiş olmasıdır.” Bu şekilde “kendisinin en büyük menba-ı servet ve vesile-i kudret ve

şevketi olan Asya imparatorluğunun elinden çıkacağını, hatta çıkmaya başladığını

hissetmiştir.” İşte İngiltere’nin Türkiye’ye husumetinin ilk gerekçesi budur. Çünkü Türkiye

İslam âleminin başı konumundadır. Asya ve İslam âlemi bu “halas ve hürriyet vadisinde”

bir kere yürümeye başladıktan sonra önüne geçmenin imkânı yoktur432.

İslam ülkelerinden Afganistan “İngiliz emperyalizmine karşı bütün şarkın ve bütün Asya

nın kısmen giriştiği ve kısmen de girişmek üzere bulunduğu cidal-i azimede” coğrafi

durumu ve halkının kararlılığı sayesinde “mühim roller oynamaya namzed bir İslam diyarı”

429 Yunus Nadi, “Tarihin Cilveleri”, 23 Ağustos 1920. 430 “Anadolu Ajansı tebliğ ediyor”, 23 Ağustos 1920. 431 “Bursa Bağlarında Yunanlılar”, 23 Ağustos 1920. 432 Yunus Nadi, “İngiliz – Rus Harbi”, 24 Ağustos 1920.

147

olarak tanıtılmıştır. Yeni Gün, bu kardeş ülkede olup bitenleri yakından izlediğini

belirtmiştir.433

Mütareke imzalanmasının üzerinden iki sene geçtiğini belirten Nadi “Hani Sulh?” diye

sormaktadır. “Bize kalırsa harbin pek de katiyetle tahmin olunamayan mesuliyeti (…) garb

devletlerinin ihtirasları ve bilhassa İngiliz emperyalizmine” aittir. “Bu garb devletleri

insaniyet ve milletlerin hürriyet saadetleri için” savaştıkları yalanını “bütün insaniyeti

aldatmak için söylemişlerdir.” Türkiye’nin başlattığı yeni savaşta yalnız olmadığını

söyleyen Nadi, zulme karşı işgal ve “bu davada insaniyetin pek azim kısmı ve işte başta

inkılâpçı Rusya olduğu halde bütün Asya bizimle beraberdir. Güya bütün insanlığın

hürriyet ve saadeti için harb edegelmiş olan garb devletleri şimdiye kadar hangi kimi

memnun eden hangi sulhu akdedebildiler? Akd edilen sulhlardan Almanya mı

memnundur, Avusturya mı, Macaristan mı Bulgaristan mı?” demektedir. İtilaf devletleri,

Türkiye için “tarihinin hiç kaydetmediği bir esaret dönemi” planlamaktadırlar. Fakat dünya

yeni bir devrimler sürecinin eşiğindedir ve dolayısıyla Türkiye emperyalizmle savaşında

yalnız değildir: “Bolşevik orduları bir taraftan İtilaf’ın şarka karşı bir istihkâm telakki ettiği

Lehistan’ı çiğnedi. Diğer taraftan Galiçya’dan Macaristan’a sarkmak üzeredir. Romanya

ise bu fikir ve fiil hareketinin güzergâhında bugün değilse yarın, yarın değilse öbür gün,

çiğnenmeye mahkûm bir vaziyette bulunuyor. Başta BMM ve Anadolu olarak şarkın bütün

kavim ve milletleri garb aleyhine ya ayakta ya da ayağa kalkmak üzere hazırlıktadır.

Demek ki hakiki hak hakiki hürriyet nam ve hesabına bir kitle halinde ayaklanmıştır.” Bu

dönemi “tarihin emsalsiz mücadelesi” olarak niteleyen Nadi, “Hareket ve hissiyatın

ittihadında bir inkılâp ulviyeti vardır” demektedir434.

Bolşevikler ve Almanlar arasında, “Versay Muahedesi’nin tebdili ve Rusya’yı alakadar

eden şark işlerinin yeniden tetkiki” gibi maddeler içeren bir anlaşma imzalanmak üzere

görüşmeler yapılmaktadır. Yeni Gün’e göre “imza muhakkaktır.” Haberde görsel öğe

olarak kullanılan Lenin’in klişesi altına “Cihan inkılâbının manivelasını elinde tutan Rus

İdare-i Cedidesi Reisi Lenin” yazılmıştır. Linkenehat’ın da klişesi basılmış ve altına şöyle

yazılmıştır: “Alman Spartaküstlerinden mesleği uğrunda maktulen vefat eden Linkenehat.” 435

433 “İslamın Yeni Bir Mücahid-i İstihlas ve İstiklali”, 24 Ağustos 1920.

434 Yunus Nadi, “Mesul Kim?”, 25 Ağustos 1920. 435 “Almanya’nın Bolşevik Hükümeti İle İttifakı!”, 25 Ağustos 1920.

148

Yeni Gün’deki imzasız başyazı, yönetimde halkın iradesinin etkin olması gereğinden

bahsediyordu.436 Yazıya göre “hâlâ devam eden hükümet şekli esasen hiçbir halkın

ruhuna tevafuk edemeyecek bir hükümet şeklidir.” Bu yönetim şeklinin halkın ihtiyaçları

dikkate alınmadığı için “halkımıza ve ruhumuza hemen hemen tamamıyla yabancı”

olduğu belirtilen yazıda, “dünya ise halkın ihtiyaç varidatına göre şekil bulan idarelere

doğru seyir ve inkişaf eylemektedir” denir. “Herkesin fikrinde ve zikrinde dolaştığı halde”

hâlâ hayata geçirilememiş bir ihtiyaç olan bu yenilik “dâhili idaremizde halkı kendi işiyle

alakadar edecek” bir yenilik olarak sunulmaktadır. Yazıda, böylesi bir yenilik gereğinden

bahsedebilmenin, toplumun bir gelişim evresini tamamladığı “kendi mukadderatını kendisi

idare edecek” kadar ilerlediği ve bir yeniliğe hazır olduğu anlamına gelmediği vurgulanır.

Fakat “İdarede terakkiyata göre safha aranmaktan ziyade kavaid-i esasiye ve sabite

aranır ki hemen her yerde her halkın kendi mukadderatı ile doğrudan doğruya kendisinin

meşgul olması işte bu kaidelerden biridir.” Bu yazıda öne sürülen bir başka sav da bu

yönetim şeklinin halka yabancı gelişinin tarihsel bir sebebinin olduğudur. Bu tarihsel

sebep “bizim idaremiz esasen halk idaresi iken” zamanla değişmesi ve halkın da

kendisine yabancı bu yönetime karşı giderek “lakaydlık” göstermesidir. Yine yazıya göre,

geçmişte uygulanan tımar ve zeamet sistemi de halkın ihtiyaçlarını tam olarak

karşılayamasa da en azından “mahalli” idi ve “halkın kendi kendilerini idaresi idi.” Buna

karşın “Düne kadar süregelmiş olan idare halk ve devleti ayrı ayrı telakki etmiştir.” Bir

köylünün zihninde hükümet kelimesi “korkunç, baş belası, adeta kâbus gibi bir şey,

kaçılmak lazım gelen ejderha kıyafetli bir hayvan gibi” bir şeyi çağrıştırır. Hâlbuki hükümet

halkın işlerini yürütecek bir mekanizmadır. Ayrıca yazıda halkın ihtiyacının meşruiyet

değil, “kendi idaresini doğrudan doğruya halkın kendi eline” alması olduğu belirtilir. Büyük

Millet Meclisi bununla meşgul olmak üzere daha çok mesai harcamalıdır.437

Yunanlıların Bursa’da uyguladığı baskı ve zulüm sürüp gitmekteyken438, Uşak işgal

edilmiştir.

436 “Cidal-i hayat içinde bir bayram daha”, 26 Ağustos 1920. Gazete bu haberle Ramazan(?) bayramını kutlamaktadır. Kutlamanın ilk cümlesi şudur: “Dört harb senesi içinde ümid ve ızdırap ile geçirdiğimiz bayramlara harbden pek farklı olmayan mütareke bayramlarını da ilave edip gitmekteyiz.” Hemen ardından da Türk milletinin azmi ve iradesiyle bu sancılı günlerden kesin olarak kurtulacağına dair inançtan bahsedilmektedir. 437 İmzasız Başyazı, “İdarede Halka Rücu İhtiyacı Karşısındayız”, 26 Ağustos 1920. 438 “Bursa’da Yunan Zulmü Devam Ediyor”, 26 Ağustos 1920. “Yunanlılar Bursa’yı işgal ettikten sonra Bursa civarındaki Yeniceler dâhilinde Yakup, Halil ve Ahmet namında üç biraderi sokak ortasında kurşuna dizmişlerdir. Bursa’daki bahçeliklerde şehid edilen Türklerin miktarı 125 i mütecavizdir. (Kırmasti) ve civarındaki köylerde ne kadar genç varsa hepsi yol inşasında istihdam edilmek üzere İzmir ve havalisine sevk edilmiştir. Yunanlılar silah tahliyesi bahanesiyle bastıkları evlerin kıymetdar eşyasını aşırmakla beraber her türlü şenaati irtikabdan geri durmuyorlar.”

149

“Yapacak işi kalmayan İstanbul, şuna buna saldırmaktadır”. Ferid Paşa’nın divan-ı

harbleri bazı Müslümanları takip ve tevkif etmektedir. Eski Harbiye Nazırı Şevket Turgut

Paşa, eski vali ve kumandanı Galip Paşa ve Yüzbaşı Hamdi Bey isminde bir zabit ile

(şehr-i emin-i sabık) Tevfik Bey’in muhakemelerine başlanılmış. “İstanbul canilerinin” bu

kişileri idama mahkûm etmeyi planladığı haberleri alıyoruz.439 “İngilizler’ e alet olmak için

Sadaret sandalyesine oturtulan Damat Ferit”, Saltanat Şurası’nın Sevr Barışı’nı imza

etmeye karar vermesinin ardından Cafer Tayyar Bey’e gönderdiği bir duyuruda Edirne’yi

savunmaktan vazgeçmesini, şehri teslim etmediği takdirde emre itaatsizlik ile suçlanıp,

askerlikten atılacağını bildirmişti.

“Hayatın ufak tefek fakat zaruri bin meşgalesi bizi gaflete sevk edememelidir” diye söze

başlayan Nadi, her tarafın düşmanla çevrili olduğunu asla unutmaması konusunda halkı

uyarmakta, “daima uyanık, daima vazifenin faaliyetleri içinde bulunmak” gerektiğini salık

vermektedir. “Başlarında İngilizler bulunan düşmanlarımız senelerden beri hakkımızda

tatbikini tasavvur ettikleri imha planını umumi harb sonunda kendi kendilerine

hazırladıkları bir sulh projesiyle” hayata geçirmek istemişlerdir. Ardından tüm işgal ve

paylaşım planlarını bir çırpıda saydıktan sonra Nadi adeta kelimeleriyle isyan eder: “Bu

kadar mı? Kendisine verilen en kati bir salahiyet ile Wilson eline kalemi alacak şark

vilayetlerimizin geri kalanları üzerinde nasıl isterse öyle bir Ermenistan teşkil edecek,

daha geriye toprak ve insan mı kalıyor? Onlar da yine İngiltere, Fransa ve İtalya

aralarında mıntıka-i nüfuz unvanıyla taksim edilecek, bütün bu hezeyanlardan sonra

Osmanlı milletine harbden evvel ve harbden ileri gelme hadsiz hesabsız borçlar

çıkarılarak, bunları nihayeti gelmeyecek senelerde ödeyip gitmekliğimiz için maliye

idaremiz elimizden alınacak, vergileri istedikleri gibi düşmanlarımız tarh ve (--) edecekler,

İstanbul da bütün memleketin işlerine bakmak üzere Babıâli’den yüz kere bin kere hatta

hiç kıyas kabul olmayacak veçhile yüksek bir idare-i ecnebiye tesis olunacak.”440

İstanbul özel sayısında bir yazısına yer verilen ve şairliği övülen Cenab Şahabettin’,

“herkesin gözünde bir sima-i hain olup çıkmış, hıyanetin hususi ve umumi bütün

safhalarında ahlaksızlığın en şeni numunelerini göstermiştir.” Memleketi “yeni bir varlığa

doğru sürüklenip götüren harekette büyük bir rol oynamış fakat bütün bu hareketler

esnasında tedrici bir sükût ile ahlakın en karanlık uçurumlarına doğru yuvarlanmaktan

kurtulamamıştır.” Siyasete katılma sebebi “para veya mevki dolandırıcılığı” olmuştur.

Şaire bu derece ciddi suçlamalar yöneltilmesinin sebebi, “İT mevki-i iktidarda olduğu

439 “Yeni Muhakemeler”, 30 Ağustos 1920. 440 Yunus Nadi, “Vaziyet ve Vazife”, 30 Ağustos 1920.

150

zaman” onun en büyük savunucularından biri olması, “Almanlarla müttefik olduğumuz

zamanlarda ise dünyanın en büyük milleti Almanlar, en namuslu ve faziletli insanları

Almanlar” olarak bahsetmesi fakat İngiliz işgalinin gerçekleşmesinin ardından

İttihatçılardan “dünyanın en sefil insanları” olarak bahsetmesi, Almanları da “dünyanın en

aşağı milleti” olarak tanımlamasıdır. Ve “dünyanın en iyi ve faziletli medenileri de

İngilizler” olmuşlardır. Şair öyle bir fikir değişimine uğramıştır ki teceddüdün, demokrasi

ve milliyetçiliğin en hararetli müdafilerinden biri iken, son günlerde İstanbul’da da sulh

meselesini müzakere için şurayı saltanat cemi mevzu bahis olununca, bu teşebbüsün

haddi zatında bir oyuncaktan başka bir şey olmamasına rağmen, Cenab Peyam-ı Sabah

ta neşr ettiği bir makale ile şiddetle aleyhinde bulunmuş ve ‘İstişarenin ne lüzumu var?’

diye her türlü istişareyi reddetmiştir.” Artık Yeni Gün’ün gözünde şair, “Yüzüklü

parmakları, pomatlı bıyıkları, beyazlaşan bir zülüf üstündeki çarpık fesiyle hakikaten bir

kahpedir”.441

“Boğazlıyan Kaymakamı olup tehcir mesailinden dolayı” idam edilen Kemal Bey’in

“cenaze merasiminde bulunmak” suçundan 30 kişinin yargılanmasına sebep olan 442,

barış anlaşması gereğince kesin olarak terk edilen yerlerdeki memurların maaşlarını

kesen İstanbul Hükümeti443, “vatan hainliklerine bir yenisini eklemiştir.” Ayvalık

kaymakamlığına bir Ermeni, Kırmasti kaymakamlığına da bir Rum tayin edilmiştir.

“İzmit’e mutasarrıf olarak gönderilen herifin İstanbul’dan aldığı itimad ile Yunan askerlerini

halka hilafetin nüfuzunu idareye memur-u muhterem misafirler olarak arz ve takdim

ettiğini görerek” sinirden bağırmamak elde değildir.444

“Erzurum’dan telgrafla istihsal edilen malumata göre” Sovyet Rusya, Bakü kongresi

münasebetiyle yayınladığı beyannamede “bilhassa İran, Ermenistan ve Türkiye ahalisine

hitap etmekte” ve halkları bu kongreye davet etmektedir. Beyannamede “İranlılara

memleketlerine müstevli İngiliz emperyalizminin tasallutu ve Ermenilere de kendilerinin

emperyalizm tarafından alet-i ittihaz edildiklerini ihtar ettikten sonra bu hale bir nihayet

vermek lazım geldiği” anlatılmaktadır. “Düşününüz ey Ermeniler ki emperyalistler sizleri

iğfal etmek için bol keseden Türkün topraklarını bile size peşkeş çekmişlerdi” denilen

beyannamenin, “Anadolu’ya hitabı bilhassa İstanbul hükümetine taarruzla temayüz

etmektedir.” Üçüncü Enternasyonal şu sözlerle Anadolu’ya seslenmekte ve milli hareketi

desteklediğini açıkça belirtmektedir: “Ey Anadolu köylüleri, sizin büyüklerinizin bir kısmı

441 “Cenab Şahabeddin”, 30 Ağustos 1920. 442 “İstanbul Divan-ı Harblerinde”, 30 Ağustos 1920. 443 “İstanbul Hükümeti Maaşları Kesiyor”, 30 Ağustos 1920444 “Bab-ı Ali mi Patrikhane mi?”, 30 Ağustos 1920.

151

ecnebi kapitalistlerine satılmışlardır. Onlar ecnebilerle memleketinizi ecnebi esareti

altında koyacak bir sulh akd edecekler ve sizin büyükleriniz de zaten mevcud olan

zincirleri artıracaklardır. Siz Mustafa Kemal Paşa nın bayrağı altına yazılmakla şunu isbat

etmiş oluyorsunuz ki satılmış olan devlet adamlarınız sulh akd etseler bile siz hürriyet-i

hakikiyenizi istihsal için mücahedede devam edeceğiniz şüphesizdir ki siz köylü fırkası

yapmak istiyorsunuz.”445

Muhittin Birgen446 başyazısında, okuyuculardan sürekli olarak adı geçen program için ne

önerildiği konusunda bilgi verilmesi istendiği yolunda tepkiler aldıklarını söyleyerek

yazısını kaleme alış amacını belirtmiştir. Birgen, dünyada büyük bir devrim hareketi

olduğu o günlerde Anadolu Türkiye’sinin iki büyük fikrin etki alanında bulunduğunu

vurgulamıştır: “Garbde bir emperyalist ve kapitalist âlemi, şarkta komünizmi kendisine

mahsus bir tarzda tatbik eden bir Rus Bolşevizm’i, nazariyattan tatbikata geçmiş ve hayli

yürümüş iki fikir var.” İlki “bizim kanımıza susamış düşmanımızındır. Yunan olduğu için,

İngiliz, Fransız olduğu için düşmanımız değil, emperyalizm ve kapitalizm olduğu için

düşmanımız. Yani bu fikir yaşamak gıdasını bizim naşımızdan almağa mecbur olduğu için

düşmanımız. Şu halde biz mücadeleye, var kuvvetimizle mücadeleye mecburuz” demiştir.

Birgen, “yeni fikir” olarak nitelediği sosyalizm karşısındaki tutumu da şöyle açıklar: “Cihan

siyasiyatı itibariyle bu fikir bizimdir, biz buna taraftarız, bununla beraber yürümeye

mecburuz, çünkü başka türlü yapmak çaresi yoktur. (…) elele vererek onunla beraber

yürümek lazım.” Birgen, burada biraz daha geniş bir açıklama yapma gereği hissederek,

“Yeni fikirle beraber yürümek bir ordu ile beraber harb etmek, yani askeri bir ittifak

yapmak değildir, pek zaruri olarak içtimai bir ittifak yapmak demektir” der. Bolşevizm’in

Doğu kaynaklı bir görüş olduğunu vurgulayarak bu hareketi yönetenlerin askerler değil,

âlimler, içtimaiyatçılar, iktisadiyatçılar, bir kelime ile müthiş fikirler ve müthiş azimlerle

inkılâpçılar olduğunu söyler. Bu sefer yapılması gereken şey Birgen’e göre “teceddüd

tarihimizde olduğu gibi dışardan gelen fikre uymak değil o inkılâbı bize uydurmak” yani bu

445 “Hususi istihbaratımız: Üçüncü Enternasyonelin Beyannamesi”, 30 Ağustos 1920. 446 II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinin önde gelen fikir adamlarından olan Muhittin Birgen, İttihat ve Terakki içinde sol kanadın temsilcilerindendir. İttihat ve Terakki’nin yarı resmi yayın organı Tanin’de başyazarlık yapmıştır. Çorum mebusu olarak Meclis’e girmiştir. Var gücüyle savunduğu Mesleki Temsil Programı’nın Meclis’te kabul edilmemesi üzerine Türkiye’den ayrılmış ve Kafkasya’ya gitmiştir. Birgen’le ilgili kapsamlı bilgi edinmek için Zeki Arıkan’ın Tarihimiz ve Cumhuriyet Muhittin Birgen (1885–1951) (İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1997) adlı kitabı çok değerlidir. Arıkan, bu çalışmayı Birgen’in Meslek’te çıkan Türk ulusçuluğunun tarihsel temellerini ve gelişimini inceleyen yazılarını “tozlu sayfalar arasından” kurtarmak amacıyla derlediğini belirtmiştir. Ayrıca, Arıkan’ın aktardığına göre Muhittin Birgen’in Mesleki Temsil Programı ile ilgili olarak Anadolu’da Yeni Gün’de çıkan yazıları özet olarak A. Cerrahoğlu (Kerim Sadi) tarafından Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı (İstanbul, 1994) adlı kitapta yayınlanmıştır. Zeki ARIKAN, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1997, 1.

152

fikirden hareketle Anadolu koşullarına uygun bir yönetim vücuda getirmektir. Birgen, bir

noktada sosyalim ile Anadolu’ya getirilmek istenen yeni yönetimin birleştiğini söyler. Bu

nokta “idarenin eski veya yeni tarihin veya mesleklerin her hangi bir sınıfına değil,

doğrudan doğruya halka verilmesidir.” “Memlekette bugün idare edilen koskoca bir kitle

ile idare eden bir memurin sınıfı vardır.” Halk, yöneticilerin “işleri idare ederken yalnızca

kendi sınıflarının çıkarlarını düşünmeleri” nedeniyle şikâyetçidir. Bir başka ortak nokta da

“Bolşeviklerin bütün harekât-ı siyasiye ve içtimaiyenin amillerini ve sebeplerini iktisadi

olarak kabul etmesi ve adalet-i içtimaiyeyi bu nokta-i nazardan hareket etmekte

aramalarıdır.” Ayrıca “İktisadi hadisatı gizli veya (kahir) bir kuvvet halinde idare eden

büyük ve başıboş sermaye makinesinin başıboş oyunlarına muhalifiz, misal bankacılık,

anonim şirketçilik gibi müstahsil ve müstehlikleri ezmekten ibaret bir ruh ile işleyen

sermaye makinelerinin şiddetle aleyhindeyiz.” Fakat bu mesele “pek nazik” olduğundan

“programın bu noktaya ait tatbikat esaslarını tayin ederken Bolşeviklerden kısmen

ayrılmak lüzumunun” hissedildiğini belirtir. “Bolşevikler bir cümlede hak tasarrufunu ilga

ediyorlar, biz ise bizim memlekette hak tasarrufu namında ciddi bir mesele tanımıyoruz.

Biz sermayeyi bir dereceye kadar tanıyoruz. Çünkü bizde Avrupa’daki tarzda sermayeler

yoktur.” Ayrıca Bolşevikler “parayı ilga ediyorlar” ve “ticareti kaldırıyorlar, biz ise parayı

kaldırmıyoruz.” Biz maliyenin kaideler altına alınmasına taraftarız. Bütün bu

sıraladıklarımız doğrultusunda bir program hazırlanırsa “sade memleketi bugünkü

badireden herc ve mercden kurtarmak değil, belki de istikbalde dünyanın en çabuk

kendisini toplamış ve yürümüş bir memleketi yapabiliriz.” Fakat ne yazık ki daha bir

programı bırakın buna ihtiyaç duyulduğu bile yoktur.447 Avrupa Bolşevikliğin ilerleyişi

karşısında endişelidir. “Çünkü şarkın garbden intikam alan bu hareketi çok cediddir.”

Türkiye nin iki farklı fikir arasında olduğu ve Bolşeviklerden yana olması gerektiği fikri

burada da tekrarlanmaktadır.448 Doğu ve Batı arasındaki “cidal her gün yeni bir azim ve

hareket göstermektedir.” Bakü’de toplanan Doğu halklarının temsilcileri, yeni kararlar

alacaklardır.449

Bu dönemde sıklıkla konu edinilecek olan ve “yeni idare” olarak adı geçen idarenin içeriği

hakkında bilgi veren Nadi, bu idarenin “bazı sınıfların değil hiçbir ferdi hariç kalmamak

üzere umum halkın rahat ve saadetini temin edecek bir müessese olacağını”

vurgulamıştır. Bu sistem başlıca iki esasa dayanacaktır: “Yeni bir intihab ve idare usulüyle

447 Muhittin Birgen, “Nasıl Program?”, 31 Ağustos 1920. 448 Yunus Nadi, “Cidalin İki Tarafı”, 1 Eylül 1920. 449 “Beynelmilel Bakü Kongresi Bugün İçtima Ediyor: Türk milletinden kongreye en samimi tebrikat”, 1 Eylül 1920.

153

hükümeti halkın kendi eline vererek halk ile hükümet arasında şimdiye kadar devam ede

gelmiş olan ikiliği ortadan kaldırmak, hükümeti halkın işlerine bakacak bir halk

müessesesi halkın kendi müessesesi haline getirmek, ikincisi say ve amelenin en sahih

sermaye bilmek suretiyle memlekette iktisadi bir ahengin ve (---) umumi bir refah ve

rahatın umumileşmesini sağlamaktır.”450

“Türkler! Siz isterseniz Yunanlıları bir kaşık suda boğabilirsiniz!...Zaman gelmiştir,

vazifenizi yapınız, davet ve teşvike hacet mi var?” Bu çağrı 3 Eylül 1920 tarihli Yeni Gün

nüshasında logonun hemen altında yer alan bir cümledir. Halka doğrudan mesaj vermek,

onu bir şeyler yapmaya çağırmak ve bunu daha etkili kılmak için, mesajlar, sloganlar, iyi

haberler bundan sonra sıklıkla bu şekilde konumlandırılacaktır.

Nadi, askeri durumun gittikçe kötüleştiğini bildirerek, “Eğer böyle gider ve düşman böyle

böyle adım adım ilerlemekte devam ederse günün birinde Yunanistan’ın Anadolu’ya karşı

galip ve muzaffer çıktığının gürültüsü bütün dünyayı tutacak tantanalarla ilan edildiğine”

tanık olunacağından endişe duymaktadır. Yunan ilerleyişinin sebebi Nadi’ye göre

Anadolu’nun Yunan kuvvetlerini önemsememesidir. Ama “cana kast eden düşmanın

küçük büyük kuvvetsiz güçlüsü” olmadığını Anadolu anlamalıdır artık. Meclisin genel

seferberlik ilan etmesi beklenmeden halkın harekete geçmesi gereklidir. Yunanlılar asla

kazanamayacak olsalar da politika riyakârdır. İngilizler “Anadolu’ya saldıkları Yunan

palikaryaları ile Türk milletini esaret altına almak istemektedirler. Şimdiden halife ve

hakanımız düşman elinde esirdir. (…) Düşünmeli ki Yunan tayyareleri İngilizler tarafından

tertib edilen İslam beyannameleri atıyorlar.”451

“İzmir havalisindeki Akhisar cephesinden kopup ilerleyen Yunan kuvvetleri bir taraftan

Balıkesir üzerinden Bursa’ya ilerleyerek bu tarihi payitahtımızı işgal edip geçmişler, diğer

taraftan da Alaşehir üzerinden yürüyerek nihayet Uşak’ı da işgal eylemişlerdir. Bu az buz

bir hadise değildir.” Peki, “Bütün dünyanın hayret etmekte olduğu ve daha da hayret edip

gideceği bu iş nasıl olabilmiştir?” Yunan başkomutanı Atina’da yayınlanan Patris

gazetesinde verdiği beyanda itiraf ediyor: “Ordumuz şimdiye kadar ciddi bir mukavemete

maruz kalmamıştır”. Nadi, sayıca daha az olan Türk ordusunun geri çekilmek zorunda

kaldığını ve Yunan kuvvetlerinin de bu şekilde ilerleyebildiğini söyler. Demek ki Türk

milleti şimdiye kadar milli ve vatani vazifesini layıkıyla ifa etmemiştir. “Harbi umumide en

büyük devletlere karşı koyarak Anadolu’nun bir karış toprağını bile çiğnetmemiş olan

acaba şimdi Yunan palikaryaları karşısında hakikaten mağlup ve perişan olup gidecek

450 Yunus Nadi, “Yeni İdare”, 2 Eylül 1920. 451 Yunus Nadi, “Vaziyet Ciddidir”, 3 Eylül 1920.

154

mi?” diye sorarak halkı harekete geçmeye çağırmaktadır. “Hâlâ duracak mıyız? Her

taraftan kutsi bir heyecan ile ayaklanarak bu palikarya güruhuna hadlerini bildiremeyecek

miyiz?”452

Yeni Gün çok yakında gerçekleşecek bir kabine buhranını daha haber vermektedir:

“Damat Ferit Paşa’nın istifa edeceği kuvvetle söylenmektedir. Sadaretin Tevfik Paşa’ya

teklif olunduğu ve kendisinin bu teklifi reddettiği de bu rivayet cümlesindendir. Şimdilik

muhakkak olan bir şey varsa o da İstanbul Hükümeti’nin yakında bir buhran karşısında

bulunacağıdır.”453

İstanbul Hükümeti bir barış anlaşması imzalamış olmasına rağmen “hâlâ bir sulh ve

sükûn” ortamı yaratamamıştır. İstanbul halkı kendi hükümeti “elinde ezilmektedir.” Halife

ve “saraylılar” ayrımı yapılmakta, saraylılar egemen bir sınıf olarak görülüp eleştirilmekte

fakat barış anlaşmasının halifeyi “sarayın duvarları arkasına hapsettiği” belirtilerek, halife

hakkında yine bir eleştiri getirilmemektedir. “Uzun asırlardan beri yalnız kendi gururunu

gören saraylar üstünde şimdi İngiliz havası dolaşmaktadır.” Babıâli’nin siyasi hakları İtilaf

Devletleri tarafından bölüşülmektedir. Şehirde yönetim tamamıyla İngilizlerin eline

geçmiştir. Divan-ı Harpler “memlekette istiklal taraftarı olanları birer birer lekeleyip

hareketsiz bir hale getirmektedir.” İstanbul’daki birçok memurlar da İttihatçı, milliyetçi diye

kapı dışarı atılmıştır. Hıristiyanlar her türlü hakka sahiptir, Türkler ise onların bir nevi

esirleri durumundadır. “İtilaf mümessillerinin verdiği bir emirde gece yarısından sonra

dükkân açmak isteyen Rum Ermeni ve Yahudilerin İtilaf mümessilliğine müracaat ettikten

evvel, patrikhaneler veya hahambaşılarından müsaade almaları zikredilmekteydi.”

İngilizler Hindistan’dakinden daha planlı çalışmaktadır. Bunun anlamı İngilizlerin Türkleri

“Şark hareketlerinin başındaki ülke” olarak görmesidir. Türk milletini ve devletini esaret

altına alınca Doğu’daki isyanların da son bulacağı ümidini taşımaktadır. Dünya meşruti

hareketleri bile “istibdat ve zulüm vasıtası” olarak görürken Türk milleti dünyanın gözü

önünde esarete sürüklenmektedir.454

İtalya’daki Yeni Gün muhabirinin Antalya’ya çektiği telgrafın Ankara’ya iletilmesi yoluyla

alınan ve gazetede yer verilen habere göre, Venizelos hasta yatağında verdiği bir

röportajda “Fransa’da hemen bütün matbuatın ve bir takım Fransız ricalinin ve

mebusların Türkleri müdafaa ettiklerini görerek hayret ediyorum. Hatta Türklerin ve

hilafetin merkezi olan İst da bile Türkler bizim her türlü emirlerimize itaat ediyorlar.

452 Yunus Nadi, “Türk Yunan Cidali”, 5 Eylül 1920 453 “Yeni Kabine Buhranı”, 5 Eylül 1920. 454 “İstanbul’da İngilizler Türkleri İmha Ediyor”, 5 Eylül 1920.

155

Anadolu’da ise Yunan ordusunun karşısında bir Türk milleti değil çürümüş insanlardan

mürekkeb bir takım kümeler bulunduğuna kaniiyiz” demiştir. Yeni Gün, Venizelos’un bu

sözlerinden en can alıcı kısmına logosunun altında yer vermiş, haberin alt başlığında da

şu cümleyi kullanmıştır: “Acaba Türkler bu adamın dilini boğazına ne zaman

tıkacaklar?”455

Yeşil Ordu’nun “tatil-i faaliyet” etmesinden bir süre sonra Meclis’te Halk Zümresi adıyla bir

grup oluşturulmuştur. Bu grubun üyeleri bir çeşit “doğu mefkûresine” inanmaktaydı. Buna

göre Batı uygarlığı çökecek ve Doğu’dan yepyeni bir toplum ve uygarlık doğacaktı. Bu

zümrenin görüşleri, aynı Yeşil Ordu gibi, İttihatçı Panislamizm’i ile toplumsal içerikli bir

ekonomi politikası tasarımının bileşimine dayanmaktaydı. Bu görüşler İttihat ve Terakki

eski İstanbul mebusu Kör Ali İhsan Bey’in savunduğu bir programdan esinlenmiştir. Kör

Ali İhsan’ın ifadesine göre de bu zümrenin programını Yunus Nadi yazmıştır. Hakkı Behiç

ve Muhittin Birgen gibi Yeni Gün yazarlarının da bu grubun fikirlerinin oluşmasında etkisi

olmuştur. (Tunçay 1978: 152–156; Güneş 1997: 153) Bu çevrede geliştirilen en önemli

düşüncelerden biri, Yeni Gün’ün sayfalarında sıkça yer alacak olan Mesleki Temsil

düşüncesidir. Bu düşünce istibdat, meşrutiyet ve komünizm gibi akımların engellenmesi

için tek yol olarak görülmüştür. Sovyet Devrimi örnek alınarak Anadolu’da bu düzene

özdeş bir düzenin kurulması amaçlanmıştır. (Tunçay 1978: 158)

Nadi, Halk Zümresi’ni “sarahaten halkçılığı istihdaf eden, (…) bir fırka değil belki Büyük

Millet Meclisi’nin mahiyet-i mevcudiyeti ile hatt-ı hareketini tayin etmesinden ibaret” olan

bir grup olarak tanımlayarak, kuruluşunu müjdelemiştir. Grup temsil ettiği “yeni fikirleri” bir

program halinde belirlemiştir. Nadi, bu grubun ülkenin içinde bulunduğu durumda ve

uluslar arası ilişkilerin aldığı şekle bağlı olarak varlığının amaçlarını sıralamaya girişir.

Buna göre, “Dünya bir inkılâp içindedir ve biz de o inkılâbın tam ortasında bulunuyoruz.”

“Cihan iki büyük ordugâha ayrılmıştır”, bir tarafta “açığa vurmuş bütün ihtirasları ile

(…)son günlerini yaşadığı görülen garp âlemi”, diğer tarafta “hürriyet ve istiklalini ve

insaniyetin İngiliz barbarlığı boyunduruğundan kurtulmasını talep eden ve bu ulvi

mefkûrenin aşk ve heyecanı ile ayaklanmış ve ayaklanmakta olan şark cihanı” vardır.

Yani emperyalistlere karşı duran yalnız Türk milleti değildir. “Başında Bolşevik Rusya

olmak üzere bütün şark garba karşı ya kıyam etmiş, ya kıyam etmek üzeredir.” Nadi,

emperyalizmin amacını tek bir cümlede özetleyiverir: “Avrupalılar sülükler gibi kanlarımızı

ve iliklerimizi emmekte devam etmek istiyorlar. Biz çalışacağız. Onlar yaşayacaklar.”

Buna karşın tüm milletleri kendilerini “esaret zincirleri altına alma politikası” uygulayan

455 “Girildi Palikarya Neler Söylüyor?”, 6 Eylül 1920.

156

emperyalizme karşı savaşmaya çağırır: “O halde!...Kahrolsun Avrupa’nın sermayesi ve

yerin dibine geçsin onların menfaatleri.” “Bugün Türkiye de dahi yeni, hür ve mesud bir

hayatın fecri hükmünde olan halk zümresini ruhumuzun bütün harareti ve samimiyeti ile

selamlar ve alkışlarız” diye bitirmektedir.456

Muhittin Birgen, esasen teori ve pratik arasında kurulması gereken bağlardan ve biri

olmadan diğerinin ne kadar eksik kalacağından bahsetmektedir. “Türk tarihinin bizden

son olarak beklediği” görevleri yerine getirirken bilimin gösterdiği yollardan yürümek

zorunluluğu vardır. Fırkalar “kombinezon” denilen bir tarzda –ki buna “telif-i mesalih” adını

verir- çalıştıklarını söyler. “Siyaset adamlarının işleri tedvir için kullandıkları usul hemen

hemen her vakit budur. (…) önlerine çıkan meseleleri rast gele birbirleriyle telif eder veya

telife çalışır. Fakat bunlar herhangi bir binanın planını çizip, onu en muvafık ve münasip

bir şekilde temelleriyle meydana çıkarmaya muktedir değildirler.” Çünkü güçleri yalnızca

“amelidir.” Birgen “usulden ilimden bahsedenler nazariyatçı olmakla itham ediliyorlar” diye

yakınmaktadır. “Hayatın hay ve huy mücadelesini unutarak bir köşeye çekilen ve bütün

(umurlarını) yalnız kitap sahifeleri arasına hapsedenlerin yaptığı nazariyatçılıktır.” İşlerin

ne tek başına “ameli usul” ile ne de “nazari usul” ile halledilmesi mümkün değildir. Ne

“müspet ilim usullerinin her hadiseyi aynı ölçü ve terazi ile ölçüp biçen kanunlarından”

vazgeçilebilir, ne de “ameli usulün” getirdiği pratiklikten.457

İstanbul’dan alınan bir haber Yeni Gün’ün şiddetli tepkisiyle karşılanmış ve gayet sert bir

dille yazılmış bir haber olarak ortaya çıkmıştır. Buna göre Damat Ferit hükümeti ile

İngiltere arasında “Rus Bolşeviklerine karşı İngiltere’yi müdafaa etmek üzere Anadolu

Türklerinden 250 bin kişilik bir ordu kurulması” konusunda bir anlaşma imzalanmıştır. Bu

anlaşma Yunan ordusunun Anadolu’da milli harekete karşı ilerlemesi sürecek; Damat

Ferit Hükümeti, Teali-i İslam, İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Hürriyet ve İtilaf teşkilatları

aracılığıyla propaganda yapacak ve ardından seferberlik ilan edilerek “Yunanlıların işgal

ettiği yerlerden 250 bin kişilik bir ordu” oluşturulacak ve tüm masrafları İngiltere

karşılayacaktır. Ordunun idaresi için gereken para ise İngiltere’den borç olarak

alınacaktır. Bu ordunun bir kısmı Damat Ferit’in emrine verilecek bir kısmı da “Rus

Bolşeviklerine karşı Batum veya Kırım’da General Vrankil ordusuyla birlikte istimal

olunacaktır.”458 Yeni Gün, bu haberin 20 Ağustos 1920 tarihli Tan gazetesinde de aynı

şekilde yer aldığını belirterek haberin doğruluğunun muhtemel olduğunu vurgular. Bu

456 Yunus Nadi, “Yeni Hayat”, 6 Eylül 1920. 457 Muhittin Birgen, “Nazariyatçılık, Ameliyatçılık”, 8 Eylül 1920. 458 “İngilizlerin Yeni Bir Dolaplarını Haber Alıyoruz”, 8 Eylül 1920.

157

haber de pek çokları gibi görsel olarak klişelerle ve altlarında yer alan kısa, öz ve

açıklayıcı mesajlarla desteklenmiştir.459

8 Eylül 1920 tarihli Yeni Gün’de yer alan bir başka önemli haber de Halk Zümresi

Programı’dır. “Maksad ve Meslek” başlığı altında Halk Zümresi’nin “Memlekette bilakayd

ve şart halkı hakim kılmak üzere” kurulduğu, “asrın icabına ve halkın ihtiyacatına göre”

yenilikler yapılacağı, halkın kendi kendini yönetmesi yolunda çalışacağı, Zümre’nin

nazarında “rençber, amele sanat erbabı, memur, hademe gibi” kişilerin “hakiki hadimler”

kabul edildiği ve toplumculuğu bireyciliğe üstün kılmanın “zümrenin en başlı

umdelerinden biri” olduğu belirtilmiştir.460

“Şark inkılabı hudutlarımıza kadra gelip çatmış ….düşman bütün kuvvetiyle üzerimize

yüklenmiş..bizi mahva çalışıyor…” diyen Birgen, bu durum karşısında gerçek bir direniş

olmadığından yakınarak “uyuyor muyuz” diye sormaktadır. “İngilizler Türkleri ve

Müslümanları birbirlerine kırdırmak planını melun bir ısrar ile mütemadiyen tatbik

ediyorlar.. İstanbul’da bir hükümet vardır ki haindir. Boğaziçi sahillerinin tantana ve

saltanatı, değil Anadolu’nun şu ismi bile hatıra gelmez Ahmed ve Mehmedini, hatta

namusunu, dinini dahi fedaya razı olmuştur.” Birgen, bu kadar insanın uyuması için

dünyanın afyonunun yetmeyeceğini söyleyerek “O halde nedir bu hal?” der. “Adana’dan

Maraş ve Antep’e kadar” uyumayan, savaşan ve direnen bir millet vardır. “Yunan

cephesinde pek az bir kuvvetle kendisine on defa faik bir düşmanı kaç defalar tarumar

etmiş insanlar” vardır. Fakat Anadolu’nun bir kısmı da gaflet içindedir.461

Avrupa’nın “baştanbaşa petrol meselesiyle meşgul olduğu” bir dönemdir. “Versay’da,

Londra’da kabineler müzakerelerinde meclis koridorlarında aynı sözler tekrar edilmekte,

İngiliz ve Fransız gazeteleri bağırmaktadır: Cihan petrolünü kontrol eden cihanı kontrol

edecek!” Yeni Gün petrolü “ekonomik bir silah” olarak değerlendirmiş, Avrupa

emperyalizminin petrol kuyularını “zayıf sahiplerinden” almak için “türlü gürültüler

kopardıklarını” belirtmiştir. İngiltere ve Fransa’nın savaş sırasında uğradıkları zararları

“telafi etmek ve iktisadi yorgunluktan kurtulmak için dünyanın gizli mıntıkalarından istifade

edecekleri” belirtilmiştir.462

459 Lloyd George’un fotoğrafı altında: “Türkiye’yi ve Türkler’ imha için Damat Ferit Hükümeti ile uyuşarak Yunan kuvvetini üzerimize sevk eden İngiliz Başvekili.” Damat Ferit: “Yunanlıların işgal ettiği yerlerden 250 bin kişilik bir ordu” çıkarmak için İngilizler’ le uyuşan…” Mileran: Bolşeviklere karşı Türklerden bir ordu teşkili aleyhinde bulunan Fransız Başvekili.”460 “Halk Zümresi, Siyasi Programı, Maksad ve Meslek”, 8 Eylül 1920.461 Muhittin Birgen, “Uyanınız! Uyandırınız!”, 9 Eylül 1920. 462 “İktisat Siyasetinde Bir Amil: Petrol, İngiltere ve Fransa dünya petrollerini paylaşmaya çalışıyorlar”, 10 Eylül 1920.

158

“Fikir inkılâbı Kafkas’dan inip Azerbaycan’ın eşiğinden adım attıktan sonra orada feyizli

akisler husule getirmeye başlamıştır. Öz Türk diyarı olan” Azerbaycan’da “Fıkra-i Gasbe

kızıl bayrağı omuzlamış” ve Azeriler “bir tekâmül inkılâbı husule getirmişler ve kendilerine

göre komünist olmuşlardır.” 463

13 Eylül 1920 tarihli sayıda logo altındaki slogan “Hava uyur düşman uyumaz, Yunanı

uyur zannetmeyin Yunan başı kaldırmazdan evvel biz uyanalım!” diyerek halk harekete

geçirilmeye çalışılmaktadır.

Nadi, Türkiye’nin de yaşadığı gelişmeler sonrasında yeni bir seçim sistemine ihtiyacı

olduğunu, bunun için tüm ülkelerin seçim kanunlarının incelenmesi gerektiğinden

bahsetmektedir. “Artık büyük bir ihtiyaç halinde beklenilen siyasi bir inkılâp mevzu bahs

olmakta bulunmasına rağmen” kurulacak yeni bir “siyaset makinesinin bütün

mekanizması demek olan intihab usulü meselesi bütün düşünceler arasında en çok ihmal

edilen bir şey olarak kalmaktadır.” Rusya’dan başka bütün ülkelerde görünüşte millet

iradesinin hâkim olduğunu fakat aslında hâkimiyetin “sınıf-ı müdire”nin elinde olduğun ileri

sürmektedir. Yeni seçim kanununun “evvela sınıf-ı müdüre tahakkümünü” kaldırmasını,

sonra da “milletin siyasi, içtimai ve iktisadi bünyesine göre mevcut olan bütün kuvvetleri

bir araya toplayarak bunlar arasında bir mücadele ve rekabet değil” bir birlik ruhu

oluşturmasını istemektedir.464

Yeni Gün Ahmed Rıza’nın bir mektubuna yer vermiştir. Onu “Avrupa’da dava-i milliyemizi

müdafaa ile meşgul olan” bir kişi olarak tanımlayan gazete, Mütarekenin imzalanmasının

ardından “İstanbul’da kalmakta vatan için bir faide belki de İstanbul’da imkân-ı ikamet

bulmayarak Avrupa’ya gittiğini” söylemektedir. Ahmed Rıza, Paris’ten gönderdiği

mektubunda Avrupa’daki siyasi ve toplumsal durum hakkında bilgi vermektedir. Ahmet

Rıza’ya göre “Türkiye meselesini büyük bir kin ve ihtiras ile karıştırmaya çalışan hemen

yegâne devlet emperyalist İngiltere’den ibarettir.” İtalya ve Fransa, barış anlaşmasının bir

an önce tadili konusunda İngiltere’ye baskı yapmaktadır. Anadolu direnişinden

vazgeçmediği sürece Avrupa kendisiyle anlaşmak zorunda kalacaktır. Düşmanlardan

gelecek tekliflerin gerçekten yerine getirileceğine kanaat getirilmeden bunlar

önemsenmemelidir. Düşmanın çevireceği entrikalara karşı hazırlıklı olmak konusunda da

halkı uyarmaktadır.465

463 “Azerbaycan’da Teşkilat”, 12 Eylül 1920. 464 Yunus Nadi, “İntihab Usulleri”, 13 Eylül 1920.465 “Ahmed Rıza Bey”, 13 Eylül 1920.

159

Eski hükümet şeklini değiştirmek konusu üzerinde tüm fikirlerin toplandığını söyleyen

Nadi, “Türkiye de dahi efkâr bir inkılâba hazırlanmıştır, onu istiyor ve bekliyor, denilebilir

ki memleket bu itibar ile baştanbaşa his ve ihtiyaç kesilmiştir. Şehirlinin istediği yeni bir

şey, kasabalının istediği yeni bir şey, köylünün derinden derine hasretini çektiği yeni bir

şey var” diyordu. Fakat bu yenilik isteğinin somutlaşması gereklidir. “İnkılâbın kendini

göstereceği ilk saha hükümet şeklidir. “Eski idare şekli kaldırılarak yerine yeni bir şekil”

getirilmelidir.466

Bir vekil arkadaşının Ankara civarındaki köylerde bir araştırma gezisi yaptığını ve

köylülerle yaptığı görüşmede “kooperatif” fikrini benimsediklerini ve bu sistemin

getirilmesini istediklerini söylemişlerdir.467 Bu vekil köylülerle sohbetinde, kooperatif

teşkilatından bahsetmiş, onları bilgilendirmiştir. Makalede köylünün bu yapılanmayı

benimsediği vurgulanmaktadır. Köylüler vekilin anlattığı tarzda bir yapılanmanın

kurulmasını pek mümkün görmemiş ve buna kimin ön ayak olacağını sormuştur. Vekil,

yönetimin değişeceğini ve “şimdiki gibi bir yanda halk bir yanda hükümet memurları

olarak memleketi ikiye bölen bir usul” olmayacağını söylemiştir. Vekil, Meclisin

toplanacağını, “en büyüğünden en küçüğüne bütün işleri göreceğini” ve “böyle olunca

halkın kendisinin idareyi eline almış olacağını” söylemiştir. “Bunu yapacak olursak artık

devlet sizler olacaksınız ağalar!” diye de eklemiştir. Makale, aynı anda bir vekilin halktan

kopuk “eski” yöneticilerin aksine halkın ve özellikle de köylünün sorunlarıyla bizzat

ilgilendiğini, bir kooperatif kurumuna ihtiyaç duyulduğunu ve köylünün de bunu

benimseyeceğini, halkın yararına olacak bu kurumun ancak halk iradesinin hakim

kılınmasıyla kurulabileceğini ve halk idaresinin niteliklerini anlatmaktadır. 468

Rusya’da Bolşevik Hükümeti, okuryazarlığı zorunlu hale getirmiştir.469 “Rusya’daki amele

ve köylüler hükümeti” halkın tamamının eğitim görebilmesi için ‘Tasfiye-i Cehalet Kanunu’

466 Yunus Nadi, “Halk Hükümeti”, 14 Eylül 1920. 467 Yunus Nadi, “Halkın İktisadiyatı”, 15 Eylül 1920. 468 Vekil anlattıklarına inanmayan köylüye verdiği cevapta kooperatif kurumunun yapısını şöyle tarif etmiştir: “Öyle değil ağa! Senin kooperatif dediğin teşkilat ve bunların dayandığı devlet bankası cümleten ve umumen halkın kendi malıdır. Kooperatifin köy idaresini kullanacak ve yürütecek olan sizlersiniz. Siz köyünüzde birer birer kimin ne halde olduğunu bilirsiniz. Parası olmayıp da ihtiyacı bulunanlara mahsulü çıktıktan sonra almak üzere pek ala mal verebilirsiniz. Ağalar size bir şey daha söyleyeyim mi, bu yeni idarede para pul çalışmaktan ibarettir. Çalışan adamın mahrum kalacağı hiçbir şey yoktur. (Çalışmayanı, çalışmak istemeyeni cemiyetimizden tard etmeye kadar ileri gidebiliriz.) Para öküz, saban, araba, dam için değil mi? Sizin bu yoldaki ihtiyaçlarının hemen kâffesi yine kendi teşkilatınız tarafından temin olunur. Yetmiyorsa o dediğim devlet bankasına (merbut) itibar kooperatifleri size para da verir. Bu yeni idarenin köylüye yapacağı en büyük iyiliklerin birincilerinden biri de işte o tüccar ve faizci dediğiniz belayı ortadan kaldırmak olacaktır.” Yunus Nadi, “Çalınan Öküzler”, 16 Eylül 1920.469 “Memleketin 8 ila 50 yaşında bulunan ve okuyup yazmak bilmeyen bütün ahalisi ister kendi anadillerinde ve isterlerse Rus lisanında okuyup yazmak öğrenmeğe mecburdurlar. Bu tahsil gerek mevcud mekatebde ve gerekse okumak yazmak bilmeyenlere mahsus olarak maarif-i milliye halk komiserliği tarafından tesis olunan mekatebde görülecektir.” “Rusya da Halk Hükümeti Ne Yapıyor?”, 15 Eylül 1920.

160

adıyla bir kanun çıkarmıştır. Yeni Gün bu yasayı aynen nakletmektedir. Bu tür haberler

iktidara ve halka mesajlarla doludur. İktidar, kendisinden beklenen yenilikler hakkında

bilgilendirilmekte, kimi zaman özellikle de Rusya ile kıyaslanarak belirtilmekte, bazen de

iktidarın yapmayı düşündüğü yeniliklerin hazırlayıcısı konumunda haberlere yer

verilmektedir.

Bursa’da Yeşil Cami’nin çinileri Atina’ya kaçırıldığı sıralarda470, sosyalizmin temelinde

ordu kurumuna karşı olmasına rağmen Bolşeviklerin neden Kızıl Ordu’yu kurduğunu

irdeleyen bir haber yorum471, Üçüncü Enternasyonal’in tavsiyeleri de bir liste halinde

yayınlanmıştır.472 Birkaç gün sonra da Enternasyonal marşının Türkçesi

yayınlanacaktır.473

“Hiçbir zaman memleket bugünkü kadar esaslı bir siyaset ihtiyacı karşısında bulunmadı.

Çünkü hiçbir zaman inkıraz tehlikesi bize bu kadar yakın olmuş değildi. Yine hiçbir zaman

memleket cihan inkılaplarına ait hareketlere bu kadar komşu olmamıştı.” Memleketi

“ancak esaslı bir siyasetin kurtarabileceğini” söyleyen Birgen, bunun “bütün esası

değiştirmek” anlamına gelmediğini, bilimsel temele yani “içtimaiyat ilminin kanunlarına”

dayanan bir yönetim kurmak gerektiğini söylemektedir. Ziya Gökalp’in bu bilime yaptığı

katkıları öven Birgen, ülkenin bu aydının fikirlerinden yeterince faydalanamadığından

yakınmaktadır.474

Hem ülke ekonomisi tarıma dayandığı ve hem de hayatının ıslah edilmesine en çok

köylünün ihtiyacı olduğu için “bizim husule getireceğimiz inkılâp” özellikle köylünün

yararına olacaktır. Köylünün ağzından sorunlarını anlatan Nadi, köylüyü hayatının bu en

470 “Yunanlılar Güzel Sanatlarımız da İmha Ediyorlar”, 17 Eylül 1920.471 Bu haber yorumda bir Bolşevik siyasetçinin ağzından açıklama şöyle yapılır: “Evet, Sosyalizm idaresinde ordu olmayacaktır. Bu hepimizin gayesidir. Fakat bizde henüz sosyalizm hakkıyla cari değil. Sosyalizm idaresi öyle bir şey ki onu öyle bir iki senede tamamen tatbike kuvvetimiz kabil değil. Tedrici gitmek lazım. Bir de henüz bir intikal devresindeyiz ki ona “emekçilerin diktatörleri” devresi deniyor. Sosyalist idaresi tamam budur diyebilmek için hiç olmazsa on sene çalışmaya mecburuz. Halbuki bugün her taraf bize düşman olan (..) bizim her şeyimizi (serkeş) edenlerle (mahdut) bu mücadele içinde ancak sosyalizmin ilk esaslarını koyabiliyoruz. Arkadaşlar bu noktayı hiçbir vakit unutmamalıyız! “Bolşevizm ve Kızıl Ordu”, 16 Eylül 1920. 472 “1 – Komünist fırkası işçi ve köylülerin kurtarılması için başlıca esaslı vasıtadır. Her memlekette badema yalnız komünist cereyanları ve (---) değil başlı başına komünist fırkası olmalıdır. 2 – Her memlekette yalnız bir komünist fırkası olmalıdır. 3 – Komünist fırkası şiddetli bir merkeziyet esasına göre teşkil olunmalı ve (garb?) dâhili halinde fırka azası meyanında askeri bir inzibat bulunmalıdır. 4 – Hatta on kişilik bir işçi gurubu olan yerlerde bile komünist fırkasının bir şubesi teşkil edilmelidir. 5 – Komünist fırkasının program ve inkılab usulüne sadık olarak komünist teşkilatı her tarafta işçi ve köylü teşkilatlarıyla sıkı münasebette bulunmalı ve sekterlikten içtinab ettiği kadar prensipsizlikten de kendini korumalıdır. “Üçüncü Enternasyonal Kongresinin Tavsiyeleri”, 16 Eylül 1920. 473 “Bütün zulüm ve haksızlık dünyasını biz temeline kadar yıkacağız ve sonra biz kendi ve yenidünyamızı kuracağız, şimdiye kadar hiçe sayılan artık her şey olacak, bu son ve kati harb olacak ve enternasyonal ile beşeriyet kurtulacak. Enternasyonal Marşının Tercümesi 19 Eylül 1920.474 Muhittin Birgen, “Esaslı Siyaset”, 17 Eylül 1920.

161

son ve en önemli savaşına katılması konusunda yüreklendirmeye çalışmaktadır.475 Nadi

eğer köylünün dertleri halledilir ve ihtiyaçları giderilirse “bir şey müdafaa ettiğini ve o şeyin

müdafaası lazım olduğunu anlayabilir” demektedir. “Köylülerimizin yarısı ortakçı veya

kiracı olarak iş görüyorlar… Üzerindeki emeklerinin yarısını da orada hiç çalışmayan

başkalarına veriyorlar” diyen Nadi, “bu haksızlığı tamir etmek için” köylülerin ekip biçtikleri

tarlaların kendilerine verilmesi gerektiğini söyler.

Edirne’deki Sultan Selim Camii Şerifinde “Türklüğün ve Müslümanlığın en ulvi düşmanı

olan Venizelos’un sıhhat ve selametine dua edilmiştir.” Bir “Hürriyet ve İtilaf kodamanı

olan Mustafa Sabri kendi adamı Hürriyet ve İtilaf erkânından Hilmi isminde hayâ ve

imandan mahrum bir melunu Edirne müfettişi yaptırmıştı.” Hilmi, müfettiş olduktan hemen

sonra burada “efkâr-ı İslamiyeyi uyutmak ve aldatmakla” görevli bir gazete çıkarmaya

başlamıştır. Bilgi de buradan alınmış. Bu işte İstanbul Hükümeti’nin parmağı olduğundan

emin bir dil kullanılmıştır.476 İstanbul’da çıkan Fransızca bir gazeteden alınan habere göre

“Sabık Ermenistan Başvekili (Hadiyan?) Paris’te” seyahatinin sebebinin, “Türkiye

Ermenistan’ını işgal etmek için gereken 20 milyon dolar” için borç bulmaktır. Hadiyan için

“dünkü Sarı Efendi” ifadesinin kullanıldığı haberde, “Bir taraftan Türkiye Ermenileri

Türkiye’den koparacakları parçaları Türk serveti, Türk parasıyla Ermenistan’ a ilhak

edebilmek için uğraşırlarken, diğer taraftan İstanbul’un şuursuz Ferid Hükümeti yaptığı

sulh muahedesi mucibince açıkta kalacak memurları tefrik etmek üzere Babıâli de teşkil

ettiği komisyona, …şimdiye kadar işleri hükümeti zayıflatmak olan iki Ermeniyi memur

ediyor” denmiştir.477

Barış konferansı “Türkiye’nin tefrik olunmak suretiyle teşkil edilecek bir Ermenistan’ın

hudutlarının çizilmesini cemahir-i müttefike-i Amerika reisi Wilson’a” havale etmiştir.

Ermeniler bu kadarına olmuş bitmiş nazarıyla bakarak” daha da fazla toprak taleplerinde

bulunmaktadırlar. 478

Tarihsel gelişim süreci içerisinde, hükümetçilik anlayışı değişmiştir. Tüm dünyada

hükümetler “günden güne kudret ve salahiyetini şahıslara devr etmektedir.” Nitekim

“medeni ve müterakki cemiyetlerde hükümetin salahiyeti hükümdarın nüfuzunu cemiyet

ve şahıslara intikal etmektedir. İlk devrelerde koyun ruhlu olan beşeriyet için hükümet

asasıyla güdülmek bir ihtiyaç idi, giderek mukadderatına hâkim olmak” için artan bir

475 Yunus Nadi, “Köylünün İhtiyacı”, 19 Eylül 1920.476 “Tarihi Bir Facia: Edirne’ de Venizelos’a Dua!”, 19 Eylül 1920.

477 Ermeni İstikrazı, 20 Eylül 1920.478 Ermeni İhtirası, Aç gözlünün dercesini bile geçiyor, 20 Eylül 1920.

162

ihtiyaç duymaktadır. Anadolu için en uygun hükümet şekli, ancak sosyo-ekonomik açıdan

arz ettiği durumla ilgilidir. Bozkurt’a göre “memleketimize, halkımızın ruh ve itikadına en

uygun düşen idare şekli” yönetim mekanizmasının “Merkezi hükümet ve mahalli hükümet”

olarak ikiye ayrılmasıyla mümkündür. Bu yenilik yabancı propagandalarını engellemek,

“halka merkezi unutturmamak, onu merkezle az çok münasebet üzere bulundurmak

memlekette birlik bağlarını muhafaza edebilmek için” gereklidir. Hükümet programı

hazırlanırken “Halkın olanı halka veriniz” prensibi izlenmelidir. Halkın henüz kendi kendini

idare edecek seviyede olmadığını söylemek, bir zamanlar halkı meşrutiyete layık

görmeyen eski zihniyetle aynıdır. Ayrıca Türk “iştirake meyil gösteren” bir millettir. Bu

darbı mesel de bunu güzel anlatır: “Biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar” cümlesini

örnek göstermiştir.479

Bolşevikler için Kafkas, Ermeni ve Gürcü devletlerinin “tehlikeli anasırlar” olduğu ve

Bolşeviklerin bu hudutlar üzerinde anlaşabilecekleri tek kavmin Türkler olduğu belirtilir.480

Ermeniler tarafından zukme uğrayan Müslümanların korunması için ileri harekâta başlaya

Türk kuvvetleri Sarıkamış’ı zapt etmiştir.481

28 Eylül 1920 tarihli Yeni Gün’de başyazı olması gereken yerde “İstanbul Mektubu” adlı

bir makale yer almaktadır. Mektup imzasızdır. Mektup, “Ankara’da Yeni Gün! Eğer bir

hafta sonra da bana muhabirlik emreden mektubunuzu almamış olsaydım, bu havadise

de inanmayacaktım” diye başlamıştır. Mektubu gönderen Nadi’nin muhabirlik teklif ettiği

kişi belli ki onun yakından tanıdığı biridir. Yeni Gün’ün Ankara’da çıkmaya başladığı

haberi İstanbul’da bazı çevrelerde önemli bir etki yaratmıştır. Mektup daha çok

İstanbul’un betimlemesidir.482

479 Mahmut Esat Bozkurt, “İdare Sanatı”, 21 Eylül 1920. 480 Şark Hudutlarımızda Sahte Komünistler 21 Eylül 1920.481 “Ermeniler tarafından zulüm ve imhaya maruz kalan zavallı Müslüman ahaliyi tahlis için ileri harekâta başlayan kahraman kıtaatımızın Sarıkamış’ı zapt ettikleri ve el yevm ilerilere doğru yürümekte oldukları şark ordusu kumandanlığından bildirilmiştir.” Kafkas’a Doğru 25 Eylül 1920.482 “İstanbul’da her şey var, dert, elem, keder, sefalet, açlık, hıyanet, cinayete her şey var. ..İstanbul’da herkesin yanı başında bir hafiye var. Kardeş kardeşten korkmaya, baba oğula emniyet etmemeye başlayalı çok oldu. …Yeni Gün’ün üç nüshasını okurken hizmetçiden anneme ve babama varıncaya kadar herkesten gizliyordum… Resmi ve gayri resmi hafiye teşkilatını İngilizler idare ediyorlar. Çünkü İtilaf zabıtası demek İngilizler demektir. Bununla beraber aynı zamanda Yunanlıların, Damad Ferid’in de ayrı ayrı teşkilatları vardır. İngiliz teşkilatı evvela İngiliz polisinin doğrudan doğruya İngiltere den getirdiği memurlar, sonra da İstanbul’ da tedarik ettiği Rum, Ermeni, Yahudi türlü türlü milletlere mensub casuslara ve nihayet İngiliz Muhibler Cemiyeti namı altındaki koskoca bir teşkilata istinad ediyor… Ahlaksızlık hayret veriyor. Mesela birisinden alacağınız var, bu adam İngiliz Muhipler Cemiyetine dahil bir hafiyedir. Eğer bunu bilmez de kendisinden alacağınızı isteyecek olursanız emin olabilirsiniz ki iki gün sonra bir İngiliz polisi gelip derhal ve bir daha avdet edip etmeyeceğiniz de meşkuktur. Bütün Rumlar da Yunanlıların hafiyeleridir….Bunların haricinde bütün İstanbul Türk kitlesi kalplerinde dualar ve ümitlerle Ankara ya (tevcih) etmiştir. Ankara ile beraber bütün Anadolu şimdi mahzun ve muzdarip İstanbul’un nemli gözyaşlarıyla uzaktan ümitlerle hayal ettiği bir iklim yok oldu. İst şimdi her şeyi sizden bekliyor…” İstanbul Mektubu 1 (imzasız), 28 Eylül 1920.

163

İngiltere’nin “başlıca gailelerini” sıralayan Nadi, İngiliz askerlerinin karşısında düzenli bir

ordusu olmamasına karşın, İrlanda’nın bütün gücüyle direnerek, Türkiye gibi ülkeler için

bir örnek oluşturduğunu söyler.483 İrlanda’daki gelişmelerle ilgili her detay ileriki günlerde

Yeni Gün’ün sayfalarında yerini alacaktır. İngiltere, “Asya imparatorluğunu şöyle böyle

kurtarabilmek hesabına Bolşevik Rusya ile anlaşabilmek zorundadır.” Ayrıca “Irak

baştanbaşa ateşler içindedir.”484

Halife Ordusu “para için dinini, Müslümanlığını, ayaklar altına alan münafıklardan”

kuruludur. “Şimdi düşün köylü kardeş, asi dedikleri Anadolu mu yoksa köylülerin üstün

gelmesini halifemizin esirlikte kalmasını isteyen münafıklar mı? Halifemiz elhamdülillah

İslam halifesidir. Her Cuma günü hutbelerde ve namaz sonlarında kendisine dua ettiğimiz

bir padişah hiç Anadolu ahalisini kendi milletini Yunan gibi köpeğe kırdırır mı?”485 diye

seslendiği köylüyü Anadolu hareketi lehine kazanmak asıl amaçtır.

İlk Bolşevik heyeti “milli Anadolu hükümetinin merkezi olan Ankara’mıza” gelmiştir.486

Halkın çoğunluğu tarafından “büyük bir alaka ve ehemmiyetle” karşılanmıştır. Bu geliş

hem Türk Rus ilişkileri açısından hem de dünya kamuoyunda uyandıracağı etkiler,

yankılar açısından önemlidir. … “..zahirde basit fakat hakikatte müşkül ve cihanşümul bir

mahiyeti haiz olan Rus-Türk fikir ve silah arkadaşlığının ilk resmi tezahürünü bir daha

selamlarız.” 487 İstiklal Mahkemeleri faaliyete geçmiş, Meclis azasından seçilenlerden üçer

kişilik gruplar oluşturulmuş ve bunlar çeşitli mıntıkalara bölüştürülmüş. Eskişehir, Konya,

Kastamonu ve Sivas gibi mıntıkaların azaları görev yerlerine doğru yola çıktılar. Ankara

grubu göreve başlamış. Bu azaları ziyaret etmişler. Ciddiyetle iş yapıyorlar. “Meclis

azaları nazarında vatanın selameti ve milletin hâlâsı hal-i hazırımız için bütün kanunların

ve bütün adaletlerin gayesidir. Bu gayeye menafi hareket etmek bu gayenin istilzam ettiği

vazifelerde ihmal göstermek cezaların en şeditlerine hak kazandıracak kâfi

sebeplerdir.”488 “İstanbul’da dört beş günden beri büyük bir faaliyet vardır.” İstanbul’da

Mart’tan beri dördüncü defa olmak üzere İngiliz zabıtası Türkler arasında silah

toplanmasına teşebbüs etti. On beş günden beri bütün İstanbul’da silah araması

483 İrlanda’da “her ev bir istihkâm her adam bir erdir. İngiliz neferi orada ayağının bastığı yerden emin değildir. Şimdi karşısında koyun sükûnu ile geçen adam veya kadın iki dakika sonra onun gırtlağına sarılacak bir aslan veya kaplan olabilir. İrlandalılar bize ve dünyaya yeni ve müthiş bir ihtilal numunesi verdiler. Bu tarz ihtilalde silaha sarılarak dağlara çıkmaya hacet yoktur. İnsan azim-i ihtilal ile (mücehhez) olduktan sonra olduğu yerden hiç kıpırdamaksızın İngiltere gibi dünyanın en büyük ve en kuvvetli devleti olmak davasında bulunan bir (--ti) aciz ve (---) bir vaziyete sevk edebilir.” 484 Yunus Nadi, “Dünya İhtilali”, 3 Ekim 1920. 485 Nasuhi Dede, “Yunan Kuvveti: Halife Ordusu”, 3 Ekim 1920. 486 “Rusya’da Çarlığın İstikatı Üzerine Yıkılan Bir Cihan ve Yükselen Bir Âlem”, 6 Ekim 1920.487 İmzasız haber-başyazı, “İlk Bolşevik Heyeti Ankara’da”, 6 Ekim 1920. 488 “İstiklal Mahkemeleri Faaliyette”, 8 Ekim 1920.

164

yapılmakta ve “hatta üzerinde büyükçe bir çakı taşıyanlar bile derhal yakalanmaktadırlar.”489

Birgen, şimdiye kadar ihmal edilmiş olan bir siyasetin, yani “dünya efkâr-ı umumiyesine

karşı hakiki vaziyetimizi anlatmak siyaseti”nin daha da önemli hale geldiğini söyler.

Amerika ve Avrupa’da işçi sınıfı ayaklanmış, “dünyanın en emperyalist amelesi olan

İngiliz amelesi dahi” işçi sınıfı hareketine katılmış, İtalya’da sosyalist hareket canlılık

kazanmış durumdadır. “Ne için? Çünkü sosyalist dünyası birleşmeye karar vermiştir.”

Türkiye’deki sermayedarlar kazandıklarını “kendi saraylarına, kendi memleketlerine

götürüyorlar”. Birgen, Türkiye sosyalistlerinin kendi içlerinde bir örgütlenme gerçekleştirip,

bir program yapamadıklarından ve kendilerini “harice anlatıp onların arasına

karışamamaktan” yakınmaktadır: “Kapitalistler, istilacılar, en hain düşmanlarımız… Fakat

ötekiler yani sosyalistler de henüz dostlarımız değil, hatta bizden haberleri bile yok! Fakat

harice karşı biz sosyalistiz demek kâfi değildir, onu fiilen isbat eden şeyler de beraber

bulunmak lazım gelir.” Birgen, Türkiye sosyalistlerinin Avrupalı yoldaşlarına ulaşarak

Türkiye’nin kurtuluşu için verilen mücadelenin haklılığını anlatması durumunda “dostu

bulunmayan zavallı Anadolu’yu müdafaa için bir anda milyonlarca ağız birden açılacak ve

haykıracaktır. Hatta o zaman şu karşımızda Venizelos’un ihtirasatı uğrunda kan döken

Yunan askerlerinin bile yarısı bizden olacak bize silah atmayacak, belki de Venizelos’un

zulmünden kurtulmak için silahını kaparak bizim tarafa geçecektir.” Birgen, yanlış

anlaşılmaktan endişe etmektedir: “Bu hararetli makale ile zannedilmesin ki gafil ve

bihaber, sırf tercümeden ibaret bir sosyalizm istiyoruz. Asla! (…) Memleketin ruhundan

doğan şerait-i içtimaiye ve iktisadiyesine tamamen uyan bir sosyalizmdir ki taraftarıyız.”490 Bunun yolu da Mesleki Temsil sistemidir. Mesleki temsil “çalışan halkı iş başına

geçirmek yahud işi ehline tevdi eylemek için kullanılan bir maniveladır.” Bazılarının

endişelerinin aksine bu sistem daha önce hiç denenmemiş bir sistem değildir. “Hâlbuki

mesleki temsil ne yepyeni ne de mevcudun haricinde bir şey” değil, “her tarafta mevcut

olan teşkilatın bize mahsus tecellisidir.” “Say” esasına dayanan sosyalizme ait bir

kurumdur. Her bir mesleğin kendine ait bir örgütü ve sendikaları vardır.491

Yeni Gün, Üçüncü Enternasyonal ve Cemiyet-i Akvam’ı iki farklı ve zıt kutup olduğunu

dile getirmiş ve farklarını şöyle ortaya koymuştur: “Üçüncü Enternasyonal mazlum

milletleri yeni hayat mücadelesine davet ediyor. Cemiyet-i Akvam denilen müessese ise

489 “Esaret Altındaki Payitahtımızda Bizans Sahneleri”, 8 Ekim 1920.

490 Muhittin Birgen, “Bir Siyaset”, 11 Ekim 1920. 491 Muhittin Birgen, “Mesleki Temsil”, 14 Ekim 1920.

165

galiba yeni bir ittifak-ı mukaddes hazırlıyor.” Cemiyet-i Akvam, Mütareke’nin imzalandığı

günlerde “yeni fikir” olan sosyalizm karşısında “eski dünyanın kurnazca bir çevirme

hareketi” olarak ortaya çıkmıştır. “Bu sermayeci dünyanın son bir tedbiri idi: Milletler

Cemiyeti!” Avrupa’nın bu “kurnazlığını” fark eden ise “kurnaz yahut pek deli bir adam

olan” Amerika Başkanı Wilson’du. Wilson prensipleri “o zaman ortaya atılmış bir

cankurtaran, kızıl hareketçilere mukabil onun ateşini dünyaya sardırmamak için vücuda

getirilmiş bir duvardır. (…) Fakat Avrupa’nın eski bezirgân ruhlu diplomatları bunu bile çok

gördüler.” Milletler Cemiyeti “Avrupa’da Sen Jermen, Versay, Sevr sulhlerini teyid için

kullanılacak bir vasıtadan ibaret kaldı (…) Şüphesiz buna yeni Mürteci İttihadlar Merkezi

demek daha doğrudur.” Yeni Gün’e göre, bu Cemiyet’in hareketleri, kararları,

müzakereleri “bunun 815’den sonraki mukaddes ittifaka benzediğini göstermektedir.”

Fakat Avrupa’nın bu çabası boşa çıkacaktır. “Mukaddes ittifak çok gürültülü bir hiç idi.

Pek az zamanda ses, kısıldı. Cenevre’nin ittifak-ı mukaddese benzeyen meclisi

Moskova’dan bütün dünyaya hitab eden Üçüncü Enternasyonal’in muzaffer ve galip

yürüyüşü önünde bir hiç olup kalacaktır.”492

Mahmud Esad, çıkarılmaya çalışılan bedel-i nakdi kanununa karşı çıkmakta, böyle bir

kanunun “halkçılığı kendisine sanat-ı ittihaz edinmiş olan bir meclisten çıkamayacağını,

hatta böyle bir meclise böyle bir kanun dahi teklif olunamayacağını” belirtmiştir. Çünkü

“Osmanlılar vatanı bir malikâne değildir… Bedel-i nakdi kanununun kabulü bu feci

manzaralarını küşad edecek ve bu fecaat cemiyetin vücudunda daha nice müthiş ahlaki

ve manevi içtimai ve ruhanilerin açılmasına meydan verecektir.” 493 Fakat “Husumetlikle

(odamızı) muhafazaya mecbur olarak hayat-ı umumiyeden ayrı yaşamak ızdırabında

kaldığımız dört beş gün zarfında bedel-i nakdi kanununun Büyük Millet Meclisi’nde büyük

tezahürlere” sebep olduğu haber alınmıştır. Nadi, kanunun Meclis’ten geçmesine engel

olmaya çalışan milletvekillerinin “kendi hayatımızın en yüksek icablarına en samimi azim

ve kararları ile tercüman” olduklarını ifade eder. Mahmud Esad Bey’in de bu yöndeki

çabalarını ve geçenlerde bu konuyla ilgili Yeni Gün’de yayınlanan makalesini övmektedir.

Mahmud Esad, “Osmanlı vatanı bir malikâne değildir” diyerek kanuna karşı çıkmıştır. Bu

kanunun “cephelerde karlar çamurlar içinde düşmanın kurşun gülle sağanaklarına

kanlarını akıtan” vatandaşların “beş on zenginin servet ve hayatını temin ile mükellef”

olması demek anlamına geldiğini belirtmiştir. Nadi de bedel-i nakdi kanununun geçmiş

devirlerde kalmış bir yöntem olduğunu ve “insana utanmak hisleri verdiğini” söylemiştir.

492 “Moskova’da Üçüncü Enternasyonal, Cenevre’de Cemiyet-i Akvam”, 11 Ekim 1920. 493 Mahmud Esad, “Büyük Millet Meclisi’nde Halkçılar”, 28 Ekim 1920.

166

“Neyin bedeli? Hangi vakit?” diye sorar.494 Bedel-i nakdinin “dava uğrundaki cihadı para

ile ölçmek isteyen bir düşüncenin” ürünü olduğu belirtilmiştir. “Askerliğe bedel olabilecek

hiçbir şey bulunamadığından maliyenin eğer varsa ihtiyacını tatmin edecek başka

çarelere başvurulmak lazımdır” denmektedir.495 Bedel-i nakdi kurtulmaya çalıştığımız eski

idarenin zihniyetini yansıtan bir şeydir. Türkiye de işçi ve ameleyi ezip yok eden büyük

yerli sermaye yoktur ya da azdır. Belli başlı sosyal sınıflar da yoktur. “Maliye vekiline

gelince o teklif ettiği bu kanun layihasıyla bu farkı zorla ihdas ediyor. Diyoruz ki parası

olan bedel verecek askere gitmeyecek parası olmayan cephelerde ömür geçirecektir. O

halde faraza bin parası olmayan millet ferdi, yine faraza paralı olan Ferid Bey den

soruyorum: Seni ocağında bucağında tutan o para sana nereden gelmiş? …Maliye

vekilinin böyle bir teklifini heyet-i vekilenn nasıl olup da kabul ve Meclis e sevk

eyleyebilmiş olduğunu bir türlü anlayamadık…” 496

Nadi, Türkiye’de Müslüman-Hıristiyan çatışmasının Avrupa eliyle yapay olarak yaratılmış

bir çatışma olduğunu, aslen bir din meselesi deği, emperyalist bir taktik olduğunu

belirtmiştir. Bir asırdır Türkiye bu emperyalist siyasetin tehdidi altındadır. Müslüman ve

Hıristiyanlar “ezeli ve ebedi düşman değillerdir.” Avrupa emperyalist ve kapitalist emelleri

için bu iki unsur arasına “nifak sokmuştur.” Nadi bu noktada çok çarpıcı bir soru

sormaktadır: “Acaba Büyük Britanya’nın yanı başında hak ve hürriyet istedikleri için

kanlara boğulan İrlandalılar Hıristiyan değiller midir?” Maraş’ta Antep’te Fransızlar

Ermenileri de iğfal etmemişler midir? Türkiye’deki Hıristiyanların himayesi meselesini ilk

ortaya atan Moskof Çarlığı’dır. Türkiye’yi dünya haritasından silmek amaçları için

Hıristiyanları “basamak olarak” kullanmışlardır. Rusya kendi ülkesinde Ermenilere serbest

nefes aldırmazken, Türkiye’deki Ermenilerin kanlı katliamlara girişmesi için onları

kışkırtmıştır. Türkiye’ de yaşayan Müslümanların da Hıristiyanların da birbirlerine düşman

olmak için bir sebepleri yoktur. Ortak düşmanımızın Avrupa emperyalizmi olduğu hiçbir

zaman unutulmamalıdır. Asıl mesele din meselesi değildir.497

İngiltere Doğu’da yükselen İngiliz aleyhtarlığından endişe duymakta ve bu cereyanın

önüne geçmeye çalışmaktadır. Fakat “İngiltere büyük bir kabusun, Bolşevik Rusya ile

şark İslam milletleri kabusunun tazyiki altındadır..” 498 Kafkasya’da kurulan Ermeni

hükümeti “Avrupa’nın Türkiye’ye karşı takip ettiği siyasete ve Türkiye’nin Avrupa

muvacehesindeki vaziyetine son ve açık bir misal teşkil ettiğini” söyler. Nadi, “bizle artık

494 Yunus Nadi, “Bedel Meselesi”, 31 Ekim 1920. 495 “Para ile adam!”, 1 Kasım 1920. 496 Yunus Nadi, “Fakirlik, Zenginlik”, 3 Kasım 1920. 497 Yunus Nadi, “Türkler ve Hıristiyanlar”, 10 Kasım 1920. 498 “Bakü Kongresinin İngiltere’ deki ---“, 11 Kasım 1920.

167

yalnızca İngiltere savaşmıyor” diyerek, savaşın emperyalist ve emperyalizme direnenler

cephelerinde cereyan ettiğini bir kez daha vurgulamıştır.499

Tevfik Paşa Hükümetinin yayınladığı beyanname-programı “İstanbul da bulunabilecek

güzide erkândan teşkil etmiş olan böyle bir kabine ile asla kabil-i telif bulamadık”

sözleriyle değerlendirilmiştir. Anadolu ile anlaşmaktan sadece bir iki kelime ile

bahsedildiği program için şöyle denmektedir: “..işte İstanbul’un ….bütün hüsnü niyetini

bir araya toplayarak çıkarabildiği son iyi hükümet ve işte onun programı…anladığımıza

göre bu hükümet her şeyden evvel bir İstanbul hükümetidir…Biz Anadolu’ da vatan ve

milletin istiklal ve ikbalini müdafaaya pek alışmış olduğumuz cihetle işgal altında bulunan

İstanbul’un bu kadar bayağı derekelerde sürünüp kalacağını adeta unutmuşuz.”500

Mart 1919’dan sonra bir yandan Rusya’nın Anadolu’da kendi yönetimi ve denetiminde

kurdurduğu komünist örgütlenmelerle mücadele edilmiş, diğer yandan da “milli vahdeti”

sağlamak için “Allah’ın inayetiyle” 18 Ekim 1920’de bir resmi Komünist Fırkası

kurulmuştur. (Armaoğlu 1995: 314, 315) Mahmut Esat Bozkurt ve Yunus Nadi de bu fırka

üyeleridir. (Tunçay 1978: 162) Hakkı Behiç, Türkiye Komünist Fırkası’nın kuruluşu

nedeniyle “fırkanın siyasi ve içtimai uhdeleri hakkında efkâr-ı umumiyeyi tenvir etmek”

amacıyla kaleme aldığı 4,5 sütunluk makalesinde komünizmi “siyasiyat ve içtimaiyatta

samimi ve müsavatperverane bir iştirak mesaiye müstenid hakiki bir içtimai hayat” olarak

tanımlar. Amacı, bireylerin maddi ve manevi her türlü ihtirasları ve bundan doğan

çatışmaları ortadan kaldırmak ve bu şekilde insanlığın ilerlemesini sağlamaktır. Tüm

milletlerin bağımsızlığını, toplumsal yapısında sınıf oluşumuna yol açacak kurumlar

olmaksızın kazanmasından yanadır. Behiç, “Komünizm muhakemesinin ihtiva ettiği

inkılâbı, mutlak ihtilal manasıyla anlayan zihniyetlere hitaben diyoruz ki inkılâp her şeyden

evvel tekâmül demektir. İhtilal tekâmüle sevk eden yolların en sonuncusu ve en

fevkaladesidir” diyerek kavram karışıklığına bir son vermeye çalışmıştır. “Komünizm her

şeyden evvel iktisadi bir usul-ü iştiraktir.” Bu özelliği de, milletin elinden malı mülkünün

gasp edileceği gibi, yanlış ve kötü niyetli yorumlamalara maruz kalmasının nedenidir.

Bunu böyle yorumlayanlar da “asırlardan beri beşeriyetin kanunları himayesinde

yaşayarak asıl ekseriyet halkı her gün bin desise ihtikar ile yağma eden kapitalizm ve

emperyalizm taraftarlarıdır.” Behiç TKF’nin öncelikle kapitalizmin suiistimallerine son

499 “Türkiye ve Avrupa”, 11 Kasım 1920. 500 “İstanbul Hükümeti ve İstanbul Efkar-ı Umumiyesi”, 14 Kasım 1920.

168

vereceğini ve ihracat-ithalat dengesini buna göre düzenleyeceğini vurgular. Fırkanın,

Bolşeviklerin doğrudan bir uzantısı olmadığının altını çizmek için de “Fırkamız evvela

kendi istiklalinin bütün komünist memleketler ve bilhassa Rus Sovyet Cumhuriyeti

tarafından en fazla bir hiss-i hürmetle telakki edilmesine itina ve intizar etmekte ve diğer

milletler hakkında Türkiye’nin dahi aynı samimi hiss-i hürmetle mütehassıs olmasını esas

olarak kabul eylemektedir” der. “Komünizm taklid ile intac edilip bir milletin başına

geçiriliverecek bir program değildir” diyerek sözlerini sürdürür. Komünist olmak için diğer

bir millete tabi olmak gerekmediğini, “bütün Müslüman âleminde en ziyade tazyikatı

hissettiren garb emperyalizmi olduğu için Müslüman memleketlerini komünizm tabii bir

tevhid-i mesaiye” olarak görüldüğünü, “Rusya’dan sonra onu suhuletle tatbik eden

memleketlerin hep İslam memleketleri” olduğunu ve komünizmin Anadolu’nun özgün

koşullarına göre kurulacağını vurgulamıştır.501 Mahmud Esad ise mesleki intihab

konusunu irdelediği makalesinde, bundan “Osmanlılar vatanının hakiki efendilerini iş

başına getirecek olan” bir sistem olarak bahsetmektedir. İki günden beri Meclis’te

görüşülmekte olan bu yöntem, pek çok milletvekili tarafından da desteklenmektedir.

“Osmanlılar vatanında yeni bir devir açacak olan bu kanun memleketimiz için büyük bir

hadise-i içtimaiye büyük bir inkılâptır. Tarihimizin dönüm günlerini yaşıyoruz. Şüphe yok

ki mevzu edindiğimiz bu kanunun en mühim noktası dördüncü maddesini teşkil eden

mesleksi intihab usulüdür. Ve yine denebilir ki kanununun hepsi budur. Bu madde

vatanımızın iktisadiyatını kavramış bir eldir. Mesleki temsili kabul etmekle BMM asırlardan

beri iş başından atılmış olan bir tabakaya hakkını verecek ve memleketi hakiki sahiplerine

teslim etmiş olacaktır.”502

Birgen, Rusya’da “milleti uyandırmak işinde mütehassıs adamlar yetiştiren” propaganda

eğitimi veren bir okul olduğundan, bu sayede Bolşeviklerin propagandadan pek büyük

faydalar sağladığından ve “şiddetle muhtaç olduğumuz halde” Türkiye’de bu işe gereği

kadar önem verilmediğinden bahsetmiştir.503 Ayrıca Amerika’da işçi hareketinin gittikçe

büyüdüğünü bildiren gazete, Washington’da ve New York’da emekçilerin grev ilan

ettiğini, sokaklarda Bolşevikler lehinde önemli gösteriler düzenlendiğini, işçilerin

hükümetten taleplerinin kabul edilmemesi karşısında direniş kararı aldığı haber

verilmiştir.504 Öte yandan “Moskova’da kök salan Petrograd’da kuruyan ve kızıl bir

kurşunla izini kaybeden Çarlık” şimdi “İstanbul’da yeniden filizlenmektedir.” İstanbul

501 Hakkı Behiç, “Beyanname”, 17 Kasım 1920. 502 Mahmut Esad, “Büyük Millet Meclisi’nde Mesleki İntihab”, 24 Kasım 1920. 503 Muhittin Birgen, “Propaganda Nasıl Yapılır?”, 6 Aralık 1920. 504 “Amerika’da Amele ve Hükümet”, 22 Kasım 1920.

169

sokaklarında “uzun kapumalı, çatal sakallı, sırmalı Çar zabitleri altın bastonlu, kürklü

dükler, düşesler, prensler, Rus kadınları dolaşmaktadır.”505

Meclis’in 3 Ocak 1921’de yapılan dış politika toplantısında yaptığı konuşmada Mustafa

Kemal, Ankara Hükümeti’nin Sovyet Rusya ile ilişkilerine yaklaşımını şu sözlerle

açıklıyordu: “Bizim Ruslarla münasebetlerimizde esas olarak kapitalizm aleyhine yani

komünizm esaslarına temas dahi edilmemiştir. Görüşebilmek için komünist olunuz

veyahut olmaya mecbursunuz diye kimse bir şey demediği gibi sizinle dost olmak için

komünist olmaya karar verdik dememişizdir. Böyle bir esas mevcut değildir. Yalnız

Bolşevik-Rus Hükümeti komünisttir ve asli gayesi budur. Bütün milletlere bu fikri, bu

sosyal kaideyi uygulamak ister. Şunu söylemek isterim ki biz buna mani olacağız yahut

yapamayacaksınız demek Rus-Bolşevik hükümetinin mevcudiyetini tanımamak ve onu

reddetmek demektir ki bunu da yapamayız. Yalnız memleketimize ve milletimize zarar

verebilecek tarza gelmesine karşı kesin tedbirler almak mecburiyetindeyiz ve aldığımızda

onlar elbette bize muhalif olamaz.” (Selek 2000: 455) Mustafa Kemal Paşa, Meclis’te

yaptığı bir diğer konuşmada Yunanistan’ın durumu kötüye gittikçe Avrupa’nın planlarının

suya düştüğünü, İngiltere’nin Türkiye’ye karşı izlediği dış politikanın yanlışlığını anlayarak

dönmeye çalıştığını ve Yunanlıların Çerkez Ethem’in kendilerine sığınmasından sonra

dört yönden yeniden saldırıya geçtiğini söylemiştir.506 Çerkez Ethem ve kardeşlerinin

“hıyanet-i vataniyeleri hakkında” Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis’te yaptığı açıklama 5

sütun üzerinden yayınlanmıştır.507

19 Kasım 1920’de Venizelos’un seçimleri kaybederek ülkeyi terk edişi, logonun altında

yer almıştır: “Yunan milleti garp emperyalistlerinin elinde alet olan Venizelos nihayet

kovdu! Serseri firar etti! Şark cephesinde Ermeniler teslimiyetten başka çare kalmadığını

anlayarak bütün şeraiti kabul ettiler harekât durmuştur.” 508 Haziran 1920’de Ermeni

kuvvetlerinin Doğu Anadolu’da Oltu’da Türklere geniş çapta bir saldırısı üzerine Meclis

karşı saldırıya geçerek sınırları koruma kararı almıştır. Doğu Cephesi Komutanı Kazım

Karabekir komutasında 28 Eylül’de başlatılan harekâtta birkaç gün içinde Sarıkamış

alınmış, bir ay sonra Kars kurtarılmış, 7 Kasım’da Gümrü’yü işgal etmiştir. Ermenilerin

505 “İstanbul’da Moskof Sağanağı”, 24 Kasım 1920. 506 “Mustafa Kemal Paşa’ nın Meclis’ deki Beyanatı”, 11 Ocak 1921. 507 “İhanet-i Malume Nasıl Tekvin ve İnkişaf Etmiştir?”, 16 Ocak 1921. 508 Antalya muhabir-i mahsusamızdan aldığımız telgrafnamedir: Şimdi Antalya telsiz telgraf istasyonunun radyosundan aldığı bir telsizde ahiren neticelenen Yunanistan intihabatı neticesinde Venizelos intihabatı kaybetmiş olduğu bildiriliyor. …derhal istifa etmiş ve yine derhal firar etmiştir. Yunanistan ahvali pek ziyade karışmıştır. Tafsilat yoktur. Venizelos İntihabatda Kaybederek Kaçtı!, 19 Kasım 1920.

170

isteği üzerine 2 Aralık 1920’de Gümrü (Alexandropol) Anlaşması509 imzalandı. Bu

Anlaşma ile Mondros’un belirlediği sınır ilk kez geçildiği gibi, 1920 Sevr Anlaşması’nın

geçersizliği de fiilen kanıtlanmıştır. (Soysal 2000: 17, 18)

Sevr Anlaşması’nın tadil edilmesinin gündemde olduğu bu sırada Birgen, “Sevr

muahedesi öyle bir eserdir ki hangi tarafından bakılsa, hangi parçası ile alınsa hangi

millete tatbik edilse onun öldürücü kuvvetinin tenakuz(?) etmeyeceği muhakkaktır”

diyerek, “tadil siyaseti” olarak adlandırılan bu siyasete karşı çıkmaktadır.510 Birgen, tadil

siyasetine büsbütün karşı çıkarken Nadi bu konuda biraz tereddütlüdür. Sevr

Anlaşması’nda tadil yapılsa bile “çok düşünmeye mecburuz” demektedir.511 İtilaf devletleri

Versay Antlaşması’nın Türkiye’ye ait kısımlarıyla ülkeyi “parça parça ederek milletimize

hiçbir imkân bırakmamış oldukları halde bunu da kâfi görmeyerek” İngiltere, Fransa ve

İtalya arasında imzalanan bir başka anlaşmayla “bütün mülk-ü Osmanî yi ikinci bir

taksime tabi tutmuşlar” ve ülkenin yok edilmesinden ibaret olan emperyalist İngiliz

hedeflerini ortaya koymuşlardır.512

Avrupa, Yunanlıların son zamanlarda aldıkları yenilgilerden dolayı şaşkındır. Londra’da

toplanan konferans, Sevr’in tadiline kesin olarak karar vermiştir. Fakat Nadi,

tereddütlüdür: “Nasıl tadil olacak Sevr? Fakat muhakkak olarak bildiğimiz bir nokta vardır

ki o da Avrupa’nın Türkiye hakkında düşündüklerini tatbike muktedir olamayacağını

nihayet kendisinin de anlamış olduğu ve bunu alenen söylemekte beis görmemekte

bulunduğudur.”513 Nadi, artık dünya üzerinde düşüncenin kaba kuvvete üstün sayıldığı

yeni bir devir başladığını, bu nedenle de bir “kapitalist tertibat” olan şark meselesin eski

mahiyetini kaybettiğini belirtmiştir.514 Dünya tarihinin bireyler ve sınıflar arasındaki

mücadelelerle şekillendiğini söyleyen Nadi’ye göre beşeriyet daha çocukluk çağındadır.

Ve aynı zamanda insanlık yepyeni bir devre girmenin eşiğindedir.515 Tavshned İngiliz

Parlamentosunda Anadolu ile anlaşmak gereğinden bahsetmeye başlamıştır. Yeni Gün,

Mütareke’nin imzasından beri İtilaf Devletleri’nin “birçok eller kesmeye, bilekleri

koparmaya, birçok başları satır altına koymaya teşebbüs ettiğini” fakat hiçbir girişiminin

Türklerin silahlarını bırakmasına sebep olamadığını söyler. “Hangi kudret bize

silahlarımızı sulh saraylarının eşiğine bıraktırarak bize onlardan merhamet istetti? Her

509 Gümrü (Alexandropol) Anlaşması’nın metni için bknz.: İsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları(1920 – 1945), c.1, Ankara, TTK, 2000, s. 19-23.510 Muhittin Birgen, “Tadil Bir Siyaset olabilir mi?”, 28 Kasım 1920.511 Yunus Nadi, “Sulhu tadilen kabul edebilir miyiz?”, 17 Aralık 1920.512 “Bitip tükenmez Bir Taksim İhtirası”, 3 Aralık 1920. 513 Yunus Nadi, “Anadolu’ nun Zaferi”, 19 Aralık 1920. 514 Yunus Nadi, “Şark Meselesi Ne Âlemde?”, 26 Aralık 1920. 515 Yunus Nadi, “Dünya Doğuruyor”, 28 Aralık 1920.

171

darbe bizde bir kudret, her hareket istiklal mücadelesinin kuvvetli bir amili oldu?” diye

sorar. Gazete bu gerçeği Avrupa’nın da gördüğünü ve artık Anadolu’nun “yüzüne

gülmekten başka çareleri kalmadığını” belirtmiştir.516 Yeni Gün, Fransız basının Sevr

Anlaşması’nın tadili konusundaki yayınlarını dikkatle takip etmekte ve bu konuyu birkaç

gün boyunca işlemiştir. Fransız basını Sevr Anlaşması’nın tadil edilmesi gerektiğinde

hemfikirdir. “Öteden beri bir Yunan gazetesi denilecek kadar Venizelos taraftarı olan

Jurnal de Deba” gazetesi, İzmir’den Yunan askerlerinin çıkarılarak, yerine Türk askerinin

değil, Avrupa devletlerinden toplanan askerlerin ikame edilmesi gerektiğini söylemektedir.

Türk meselesinin basite indirgenmesini eleştiren gazete, Mustafa Kemal’in “müttefiklerin

en iyi dostu olmak ve eski dostları olan Bolşeviklerle hemen kati alaka etmek için İzmir’in

Türklere terk edilmekte olduğuna dair bir işaret yapmanın kâfi geleceği” şeklinde bir

anlayış olduğunu ama aslında “Türk-Bolşevik dostluğunun Sevr muahedesinden çok

mukaddim olarak derin irtibat ve münasebetlere” dayanmakta olduğunu ifade etmiştir. 517

Nadi, Osmanlı-Türk devletinin kuruluşunda “hükümetçilik zihniyeti”nin hâkim olduğunu,

Osman Gazi’nin “kanunsuz vergi tarhını” uygun görmemesiyle ilgili bir menkıbe anlatarak

açıklar. Nadi, Doğu ve Batı devlet gelenekleri arasında önemli farklılıklar olduğunu, iki

uygarlığın da farklı tarihsel aşamalardan geçerek, farklı tarihsel sonuçlar elde ettiğini

vurgulamıştır. En önemli fark, Doğu’da derebeylik sisteminin ve buna bağlı olarak gelişen

bir aristokrat sınıfının, dolayısıyla ayrıcalıklara sahip bir sınıfın olmayışıdır. Avrupa’da

Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi yayınlanıncaya kadar “camia, devlet denilen müstakil

ve âli kuvvetin Türkçe tabiriyle (arpalığı) olmak üzere telakki edilmiştir.” Rousseau’nun

savunduğu “doğrudan doğruya hükümet” görüşüyle Montesque’nun eserinde bahsettiği

güçler ayrılığı ilkesi, “dâhiyane” görüşler olsa da “beklenilen neticeyi” verememişler,

“beşeriyet yine mazlum mevkiinde kalmıştır.” Nadi, bu ilkelerin insanlığı halkın egemenliği

düşüncesine götüren yolda birer mihenk taşı olduğunu söyler. Nadi, halk iradesi tabirinin

bazıları tarafından “cahillerin ülkeyi yönetmesi” olarak anlaşılmasının yanlışlığını vurgular.

Nadi “Her yerde olduğu gibi bizde de halk hükümeti kurulacaktır. Çünkü halkçılık Türkler

de bir ananedir” demektedir. On dokuzuncu yüzyıldan itibaren “halkçılığın babası ad

olunan Karl Marks” halk hükümetinin şeklini tarif etmemiştir. Halk devleti, her ülkede o

ülkenin koşullarına göre şekillenir.518

Yeni Gün İstanbul muhabirinin verdiği bilgiye göre, “İstanbul’da çocuk ruhlu bazıları,

siyasi oyuncaklar icat ederek, kendilerini avutmak istemektedirler.” Yeni Gün, “bazı

516 “Anadolu ile Anlaşma Meselesi Etrafında”, 5 Ocak 1921. 517 “Sevr Muahedesi ve Fransız Matbuatı (1)”, 5 Ocak 1921. 518 “Türkiye Halk Devleti, BMM’ye armağan”, 11 Ocak 1921.

172

zümrelerin siyasi harekete geçmesini” alaycı bir dille ele alarak, durumu şu şekilde

betimler: “Biliyoruz, İstanbul’da canları sıkılıyor. İstanbul’da eğlenmek bir az da

müşküldür. Onun için eskiler, yeniler, sakallılar, sakalsızlar, bonjorlular âleminde bir

fırkacılık sevgisi var. Herkes çalışıyor, herkes uğraşıyor, maziye ne ile bağlandıkları pek

de belli olmayan muhafazakârlar, çiftçiler meydana çıkıyor, mütarekeden sonra renksiz,

akıdesiz faaliyete giren sulh ve selamet yeniden faaliyete başlıyor.” Hoca Sabri

muhafazakâr, Yahya Sezai ve Abdülaziz Mecdi Efendiler çiftçi fırkası kurmaya

çalışmaktadırlar. Diğer yandan “Sulh ve Selametçi Ferid Paşa da fırkasının faaliyete

geçeceğini ve sulh meselesiyle alakadar olacağını söylemektedirler.” Gazete tüm bu

etkinliğin yararsız olduğu, “siyasi cereyanlar içinde kıymeti” olmadığı görüşündedir.

Çünkü hiçbirinin toplumsal bir tabanı yoktur ve hepsi de “taklitçilik” sonucu yapılan

girişimlerdir. Oysa “her şeyden evvel fırkaların içtimai cereyanlardan kuvvet alması icab

eder.” Ayrıca meşrutiyet de yürürlükte değildir. Fırkaların kuruluşu tamamlansa bile nasıl

faaliyet gösterecekleri belirsizdir.519

Nadi, köylünün devletin bütçesinin yarısından fazlasını köylünün karşılamasına rağmen,

devletin köylere karşı yerine getirdiği vazifesinin “kocaman bir hiçten ibaret” olduğunu

söyler. Eğitim ve asayişin sağlanması konusunda da zayıflık gösteren devlet, halkı

bilgilendirmek konusunda da eksiktir. “Dün ihraz edilen İnönü zaferi henüz köylünün

malumu değildir.” Nadi, gazetelerin çoğu köye ulaşmadığını, ulaşsa da okuryazar

sayısının azlığı nedeniyle ülkedeki gelişmelerden köylünün haberdar olamadığını

anlatmaktadır.520

“İngilizler İstanbul’da Türk ticarethanelerini imha için yeni bir usul tatbike başlamışlardır.”

Toptan satış yapan büyük ticarethanelere İngilizler tarafından mal verilmemekte küçük

dükkân sahipleri de her malın üzerine İngilizler tarafından belirlenen fiyat etiketleri

koymaya zorlanmaktadırlar. Bu etiketleri mallarının üzerine koymayan veya tayin edilen

fiyattan satış yapmayan tüccar ve esnaf elli liradan yüz elliye kadar ceza ödemektedir.

Bu nedenle birçok ticarethaneler kapanmıştır.521

“Büyük dostlarımızdan Klod Ferir” 1921 yılının Nobel ödülünün en çok hak eden olduğu

halde Piyer Lotti’ye değil Anadol Frans’a verilmesinin sebebinin, Lotti’nin Türk davasını

desteklenmesi olduğunu, Jurnal Dö Junev gazetesinde “bütün cihana karşı en baliğ

lisanıyla bir daha haykıran” bir makale yayınlamıştır. Bu makaleyi tercüme ederek aynen

519 “İstanbul’da Fırkalar, Fırkalar Çok Fakat Meşrutiyet Yok!”, 18 Ocak 1921.520 Yunus Nadi, “Hayal ve Hakikat”, 21 Ocak 1921. 521 “İstanbul’ da Ticareti Nasıl İmha Ediyorlar?”, 6 Ocak 1921.

173

yayınlayan Nadi, her iki yazar için duygularını şu sözlerle dile getirir: “Onların yerleri

lisanlarımız değil kalplerimizdedir.” 522

Nadi, politika ve siyaset kavramları arasındaki farkı “zemin ve zamana” göre

yorumlamaktadır. Politika, iç ve dış gelişmelere göre günlük olarak dahi değişebilir.

Siyaset ise “az çok uzun bir zaman devresi zarfında muayyen, evvelden takrir ve tesbit

olunmuş bir gayeye yürümekte tebdil-i kabul etmeyen bir tarz-ı hareket demektir.” Misak-

ı Milli sınırlarına ulaşmak için savaşmak bir siyasettir. “Yalnız siyasetin ana hattını çizmek

kafi değildir.” Üstelik Türkiye “şu an için sınırları kesin olarak belirlenmiş bir siyaset

izlemekten çok uzaktır.” Öyle bir siyaset belirlenmelidir ki “İngiltere yıkılmalı, Fransa

naçar kalmalı ve nihayet İtalya sesini çıkaramayacak bir hale gelmelidir.” 523

“Yunan ordusu ile ordumuz arasında İnönü meydan muharebesi devam ederken

İstanbul’da Hürriyet ve İtilaf Fırkası erkânı faaliyete gelerek Damad Ferid’in Malta

limanındaki yalısında birkaç defa içtima etmişler ve İngiliz âmâlına hadim bir kabine listesi

bile ihzar eylemişlerdi.” 524 Türk ordusunun “Yunan palikaryalarına karşı garb cephesinde

ihraz ettiği muzafferiyet Yunanistan ve Yunanlılar üzerinde pek müthiş tesirler

bırakmıştır.” Yunan basınının “daha doğrusu Yunan karargâh-ı umumiyesinin” sesi soluğu

kesilmişti. Hatta Yunanistan artık resmi tebliğ yayınlamaz olmuştur.525 Ocak 1921’deki

Birinci İnönü Muharebesi İngiltere ile ilişkilerde bir dönüm noktası olmuştur.Yunan

ordularını ilk kez durduran bu gelişme İngiltere’nin Yunanistan aracılığıyla izlediği

politikanın başarısızlığını ortaya çıkarmıştı. Bu sürecin sonunda Paris’te toplanan

müttefikler Londra’da TBMM temsilcilerinin de katılacağı bir toplantı düzenlenmesine

karar verdiler. Sevr’de bazı değişiklikler yapmak amacıyla düzenlenen ve Mustafa

Kemal’in de adının geçtiği davet İstanbul Hükümeti vasıtasıyla Ankara’ya ulaştırıldı.

Dolaylı teklifi Mustafa Kemal kabul etmedi. Sadrazam Tevfik Paşa M. Kemal’e gönderdiği

telgraflarla Ankara temsilcilerinin İstanbul heyeti altında yer alması gerektiğini savundu.

M. Kemal bunu da reddetti. Sonuçta Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey başkanlığında bir

heyet 1 Şubat 1921’de Antalya üzerinden Roma’ya hareket etti. (Uzgel, Kürkçüoğlu 2004:

144)

1921 Anayasası taslağı Mustafa Kemal’in yönlendirmesi ile Bakanlar Kurulunca

hazırlanmış ve BMM’nin özel bir encümeni tarafından incelenmiş ve Meclis’e

522 Yunus Nadi, “Cihan Edebiyat ve İrfaniyatında Türk Davası, Klod Ferır’ ın Şaheser-i Sanat Bir Müdafaası”, 20 Ocak 1921. 523 Yunus Nadi, “Politika Değil, Siyaset İstiyoruz”, 28 Ocak 1921. 524 “Yunan Taarruzu ve İtilafçılar”, 28 Ocak 1921.525 “Garb Cephesindeki Muzafferiyetimizin Tesirleri”, 28 Ocak 1921.

174

sunulmuştur. 21 Ocak 1921’de 85 sayılı Teşkilat-ı Esasiye Kanunu adını taşıyan ve 24

maddeden oluşan bu Anayasa ile ulus egemenliği ilksine dayanan yeni bir Türkiye Devleti

kurulmaktadır. (Gözübüyük 2002: 49)526 Mustafa Kemal Paşa’nın birkaç gün önce

yabancı basına telsiz telgraf yoluyla verdiği beyanat, Yeni Gün tarafından Türkiye’nin

geleceği açısından çok önemli olarak görülmektedir. Gazete, “Son asırlarda pek öksüz

kalan Türk tarihimizin iftihar edeceği büyük evlatlarından olan Anafartalar kahramanı”nı

açıklaması nedeniyle tebrik eder.” 1908’den beri “meşruti ve meşru kanunlarla

mukadderatını bilzat idareye azim etmiş olan millet” Sevr Anlaşması “namı verilen kanlı

bir faciaya karşı asri hukukun en meşru tanıdığı bir surette mukabele ederken”

İstanbul’da düşmanlara alet olanların “hala iş başında durmaları, tarihin asla

affetmeyeceği büyük ve siyah günahlarındandır.” Anadolu’da kurulan Meclis ve hükümeti,

Kanun-u Esasi gereğince “milletin hâkimiyeti esasına müstenittir.” Bu durumda

“İstanbul’da hangi hak ve salahiyetle ikinci bir hükümet teşkil edebileceğini” sormaktadır.

Mustafa Kemal, “Türkiye küme küme esirler yaşayan tacidarlar malikanesi değil, eli kılıçlı

ve sabanlı bir millet yahud eski hür bir ırkın mukaddesatını taşıyan Anadolu’dur. (…)

Bugün Anadolu’ da hakim olan ne Büyük Millet Meclisi’dir ne de hükümeti, Anadolu’da

her şeyin fevkinde her şeye hükmeden bir hukuk saltanatı yaşıyor” diyerek Anadolu’daki

durumu tarif etmiştir. İstanbul’u istedikleri gibi kullanan ve konu Türkiye olunca “hukuki

esaslarını ihmal eden” İngilizlerin, “Anadolu hükümetini zayıf düşürmek için son kozlarını

oynadıklarını” eklemiştir.527 Avrupa devletleri Ankara’yı Londra Konferansı’na katılmak

üzere davet edilmiştir.528 Yeni Gün, “bize bir politika değil, bir siyaset lazımdır” görüşünü

tekrar etmektedir. Bu tekrarın sebebinin ise “yapılmak istenilen şeyin düşünülmüş,

anlaşılmış ve inanılmış bir siyasetten ziyade günü hoşça geçirmeye matuf bir politikadan

ibaret olduğunu görmek” olarak açıklar. “Hadisatın tahakkümü altında kalmaktan

kurtulmak” için iki tür siyaset seçeneği vardır: “Biri Sevr Muahedesinin aşağı yukarı bir

pazarlıkla kabul etmek siyaseti, diğeri de bunu kabul etmeyerek dünyanın bugünkü

ahvalinden istifade suretiyle yeni bir Türkiye vücuda getirmeye çalışmak siyaseti.” Ayrıca

526 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun özellikleri: Anayasa güçler birliği ilkesini ve Meclis hükümeti sistemini benimsemiştir. Buna göre Türkiye Devleti Meclis tarafından yönetilir. Yasama ve yürütme güçleri Meclis’te toplanmıştır. Hükümet BMM Hükümeti adını alır. Doğrudan Meclis tarafından kendi üyeleri arasından seçilir. Ayrıca bir Hükümet Başkanı yoktur. Meclis Başkanı Bakanlar Kurulu’nun da doğal başkanıdır. Meclis parlamenter sistemde olduğu gibi çalışmalarına ara vermez. Sürekli tolantı halindedir. Anayasa egemenliğin ulusta olduğu, ulusun bu egemenliği TBMM eliyle kullanacağı ilkesini benimsemekle kalmamış, ayrıca illere, ilçelere ve bucaklara halk yönetimini getirme, halkın etkin biçimde yönetime katılmasını sağlama amacı da gütmüştür. Bu amaç bir özlem olmaktan öteye gidememiştir. Bu anayasa yargıdan söz etmemektedir. Saltanat ve hilafet sorununu bir çözüme ulaştırmamıştır. Anayasadan önce çıkarılan bir yasa ile Hilafet ve saltanatın kurtarılması Meclisin amaçlarından biri olarak gösterilmiş, diğer yandan da bu anayasa ile egemenliğin koşulsuz ve sınırsız olarak ulusta olduğu belirtilmiştir. Bu çelişki bilerek ve isteyerek yaratılmıştır. Gözübüyük, a.g.e, ss. 49, 50.527 Mahmud Esad, “Hukuk Saltanatı”, 1 Şubat 1921.528 “Londra’ ya BMM nden Bir Heyet-i Murahhasa Gidecektir”, 1 Şubat 1921.

175

Türkiye artık sağlam bir Doğu siyaseti belirlemek zorundadır. “Öyle bir siyaset ki ne

hülyalar ne safsatalar ne de cehalete istinad etsin.” Rusya ile ilişkiler de bu siyaset

içerisinde yerini almalıdır. Çünkü “Bolşevikliğin iyi tarafları olduğu gibi – fena demeyelim-

bizim işimize gelmeyen tarafları da vardır. Siyaset demek bunları ayırmak, hakikati

araştırmak, yapacağımızı bilmek ve bilhassa yapılmasını bilmek demektir.” 529

Son Paris Konferansı’nda Türkiye barışı konusunun yeniden görüşülmesine karar verilmiş

ve “Anadolu’da müteşekkil Büyük Millet Meclisi hükümetinin murahhasları da hazır

bulunmak şartıyla” 21 Şubat 1921’de Londra’da yeni bir konferans toplanacaktır. Meclis,

doğrudan kendisine gelen bu davete karşılık vereceğini bildirmiştir.530 Meclis’in seçtiği

murahhaslar heyeti, Londra Konferansı’na katılmak üzere, Ankara’dan hususi trenle

hareket etmişlerdir. Bu heyet üyeleri arasında Yeni Gün yazarlarından İzmir milletvekilleri

Yunus Nadi ve Mahmud Esad da vardır.531 8 Şubat 1921’de yazılan imzasız başyazıda,

Londra Konferansı’na katılacak Türk heyetinin çok zor ve önemli bir görevi yerine

getirecekleri belirtilmekte ve Sevr Anlaşması’nın tadilinin değil, tamamen ortadan

kaldırılmasının talep edilmesi gerektiğinin altı çizilmiştir.532 Fransız askerleri Kilikya’nın

bazı bölgelerinden yavaş yavaş çekilmeye başlamışlardır.533 Anadolu’da bir taraftan halk

dersleri bir taraftan maddi yardımlarla Darülfünun temellerini atmak için faaliyet

gösterilmektedir.534 Türk murahhaslarının Londra Konferansı’na katılmak üzere yola

çıkmalarının hemen ardından, İtilaf Devletleri’nin “tükürdüklerini yalamaya mecbur

kaldıkları”na dair yayın artmış ve “Anadolu’nun Avrupa emperyalistleri karşısında

muzafferiyeti” artık şüphesiz kabul edilmektedir. Bu aynı zamanda Sevr Anlaşması’nın

“hakiki babası olan İngilizler için şark akvamına karşı tarihinde ilk itiraf-ı mağlubiyet ilk

teslim-i aczi” demektir.535 Bu arada mali buhran sürüp gitmekte, Seyr-ü Sefain Dairesi

çare olarak vapurları satılığa çıkarmıştır. 536

Galatasaray Sultanisi’ne “Fransa’dan dört muallim ile iki muallime Tıp Fakültesi için de

dört müderris” tayin edilmesi, Yeni Gün tarafından “İstanbul’un işgalinden beri mektepleri

nüfuzları altına almak için” hiçbir fırsatı kaçırmayan İtilaf Devletleri’nin bu hedeflerine

529 İmzasız Başyazı, “Şark Siyaseti”, 6 Şubat 1921. 530 “BMM’nin Sulh Murahhasları”, 6 Şubat 1921. 531 Gazetede heyet üyelerinin isimleri şöyle sıralanmıştır: “Heyet Hariciye Vekili ve Tokat Mebusu Bekir Sami Bey riyasetinde, Aydın Mebusu Cami, İzmir Mebusu Yunus Nadi, Trabzon Mebusu Hüsrev, Adana Mebusu Zekai Beylerdir. İzmir Mebusu Mahmud Esad, Lazistan Mebusu Necati, Karesi M Vehbi, İzmit M Sarı Beyler ve sabık Saruhan Milletvekili Müfik, Hariciye Vekâleti Müsteşarı Münir ve Niyazi Beyler müşavir sıfatıyla refakat etmektedir.” “Murahhaslarımız Dün Gece Gitti”, 7 Şubat 1921. 532 İmzasız Başyazı, “Sevr i unutmalıyız”, 8 Şubat 1921.533 “Kilikya’nın Tahliyesi Etrafında”, 8 Şubat 1921.534 “Anadolu Darülfünunu İhtiyacı Şiddetle Hissediliyor”, 9 Şubat 1921. 535 İmzasız Başyazı, “Kuvvetimizi Tanıyalım”, 10 Şubat 1921. 536 “İstanbul’daki Buhran-ı Mali Hakkında Canlı Bir Vesika”, 10 Şubat 1921.

176

ulaşmaya başladıklarının göstergesi olarak yorumlanmıştır.537 Öte yandan İstanbul’da

Darülmuallimin de dâhil olmak üzere bazı okullar, mali buhran nedeniyle kapanmak

tehlikesiyle karşı karşıyadır. Buna karşılık her okulda öğretmenlere verilecek maaşların

“halktan teminine ve bu suretle mekteplerin kapanmamasına çalışmak üzere himaye-i

mekatib encümenleri” oluşturulmuş ve bunlar faaliyete başlamışlardır. 538

Türkiye’nin mücadeleye devam edebilecek kadar güçlü olduğuna dair yayın devam

etmektedir. Mücadelenin başladığı ilk dönemlerle gelinen nokta arasında olumlu yönde

pek çok gelişmenin yaşandığı, kazanımların elde edildiği ve Türkiye’nin konumunu

güçlendirdiği belirtilmektedir. “Mustafa Kemal’in isyanı başlatmak üzere Anadolu

sahillerine indiği zamanlarda Türkiye’nin Avrupa devletleri karşısında zorla sözünü

dinleten bir davacı olacağını kim hatırına getirirdi?” denilerek gelinen nokta işaret

edilmektedir.539 Yeni Gün, bir Berlin gazetesine dayanarak verdiği haberde, Eski Alman

Erkan-ı Harbiye Reisi Lodendorf’un Bolşevikliğin ve Bolşevik ordusunun yok edilebilmesi

için gerekli önlemlerin neler olduğuna dair kaleme aldığı muhtırayı eleştirmiş, bu girişimi

yararsız ve gereksiz bulduğunu belirtmiştir.540

Şubat 1921’ye gelindiğinde Rusya ile ilişkiler farklı bir yöne girmiştir. Yazıda her iki

ülkenin de bazı konularda hatalı davranarak ilişkileri zedelediği vurgulanmıştır. Buna göre

Rusya’nın hatası, Doğu halklarının ve komünizmin düşmanı olan İngiltere’ye karşı, diğer

Doğu ülkeleriyle ortak bir dış siyaset yürütmesi gerekirken, “meseleyi içtimai bir muadele

olarak halletmeye meyil” göstermesi ve bu şekilde meseleyi halledilemez bir noktaya

taşımış olmasıdır. “Rusya için milletlerin hakları hakiki hürriyetleri, iktisadi varlıkları ve

iktisadi ittihatları esasları üzerine müesses bir siyaset yapmak ve onların içtimai

tekâmüllerine tabii ve tedrici bir surette yardım etmekten başka bir şey yapmamak lazım

gelirken, Moskova hükümeti bu istikamete sarf edilmesi lazım gelen siyasi faaliyetini derin

bir inkılâpçılık cazibesi altında bir takım ecnebi faaliyetlerle karıştırmıştır.” “Sırf kuvvetli bir

şark siyaseti yapmak üzere” kendi davasını Rusya’nın emperyalizm karşıtı savaşıyla

birleştiren Türkiye’nin hatası ise, Rusya’daki haliyle komünizmin aslında kendisine hiç de

uygun olmamasına rağmen “memleket için aynen tatbik edilir bir şey olduğunu söylemek”

olmuştur. Rusya’ya karşı komünizmin taraftarı gibi hareket edilmiştir. “Diyorduk ki ona

karşı böyle söyler, böyle görünür, fakat biz yine lazım geldiği gibi hareket ederiz.

Memleket için lazım gelen şeylerden fazlasını yapmayız. Hâlbuki Rusya nın tatbik ettiği

537 “İstanbul’da Ecnebi Müderrisler”, 10 Şubat 1921. 538 “İstanbul’da Mekatib Encümenleri”, 10 Şubat 1921. 539 İmzasız Başyazı, “Meydandaki Eser”, 13 Şubat 1921. 540 “Lodendorf Ne Diyor?, Bolşeviklere Karşı Nasıl Hareket Etmeli İmiş!”, 13 Şubat 1921.

177

Spartaküstlerin takip etmek istediği tarzda bir komünizm bizim memleket için mevzu bahis

olamazdı. Çünkü biz henüz bir tekâmül geçirmiş değildik.” Fakat Yeni Gün, bu noktada

hükümet politikasıyla kendi çizgisi arasındaki farkı belirginleştirmek ister. Kendisi için

komünizmin birer uygulanmasının doğru olmadığının “çoktan beri malum” olduğunu

söyler. “Yeni Gün’ün sahifeleri için bu hakikat çoktan beri malumdur. Ankara’da ilk intişara

başladığı günden beri Yeni Gün de daima bununla meşgul olduk.” Öte yandan Nebizade

Hamdi, Türkiye’nin izlediği dış siyaseti “millet prensibini nazar-ı itibara almıyor, ihmal

ediyor ve tarihin en büyük hatasını işliyor” diyerek eleştirmektedir. Nebizade, bu noktada

İstanbul ve Ankara Hükümetleri arasında bir ayrım yaparak arada millet prensibine sahip

çıkmak açısından çok büyük farkla olduğunu söyler. Ankara “millet mukadderatını elinde

tutmaktadır” ve “harici siyasetin başında Muhtar Bey gibi mümtaz bir şahsiyet vardır.”

“Riyakar Wilson” milliyet prensibini adeta yalnızca “Türkler aleyhinde bir silah olarak

kullanılsın diye” ortaya atmış, sonra da sözünden dönmüştür. Nebizade bu prensibin

emperyalizm karşıtı savaşta önemli olduğunu vurgular ve Rusya’yı kastederek “Avrupalı

ve Amerikalı müdafilerinden tutunuz da bugün emperyalizm aleyhtarlığının âlemdarı

olarak geçinen milletlere kadar” hiç kimsenin bu ilkeyi yeniden dillendirmediğini söyler.

Fakat yine de bir şark siyaseti oluşturmak açısından Rusya ile müttefik olmanın gerekli

olduğunu söyler. 541 Bu günlerde “Anadolu’nun azim ve iradesini kırmak için düşmanlar

tarafından yapılan türlü türlü propagandalar” yalan haberler yapılarak basın yoluyla

yayılmaya çalışılmaktadır. Son haber, “Londra’da İngilizler’le ticari bir itilaf müzakere

eden Krasin’in Anadolu için çok (mezur?) bir itilaf müsvettesi ile Moskova ya döndüğü”

yolundadır. Buna göre “Rusya hükümeti Afganistan, İran ve Anadolu üzerinde her nevi

alakasını kat ederek meydanı İngiltere ye serbest bırakacak idi.” Yeni Gün bu yalan

haberin “Gürcistan’da son zamanlarda itilafın günden güne artan propaganda şebekesi

tarafından neşr edilerek pek az bir zaman zarfında Ankara’ya ulaştığını” söylemiştir.

Gazete haberi aldığı ilk anda inanmadığını ve Çiçerin’in de yayınladığı bir notayla

“Anadolu’nun istilacılara karşı muhafaza ettiği azimkârane vaziyeti tebrik ettiğini ve

Rusya’nın da şimdiye kadar garbe isyan yolunda bütün muvaffakiyetlerinin ancak bu azim

ve iradenin eseri olduğunu söylediğini” ve bu şekilde bu haberi yalanlamış olduğunu

belirtir. Türkiye ile ilişkilerinin bozulmasını istemeyen Rusya, Bolşevik sefiri Medivani’yi

Ankara’ya göndermiştir. Yeni Gün sefirin gelişini kutlamış ve “düşmanlar savaşarak elde

edemediklerini başka yollara başvurarak elde etmeye çalıştıkları” bir sırada “tam

zamanında geldiğini” belirtmiştir.542

541 Nebizade Ahmed Hamdi, “Harici Siyasetimizde Milliyet Prensibi”, 17 Şubat 1921.

542 İmzasız Başyazı, “Muhadenet Siyaseti”, 22 Şubat 1921.

178

Konferans 21 Şubat 1921’de Londra’da başladı. İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya ve

Yunanistan temsilcileri de katıldılar. Önceden anlaşan Ankara ve İstanbul Hükümetleri

beraber hareket edince onları birbirine karşı oynamayı planlayan Batılı devletler şaşırdı.

Sadrazam tevfik Paşa konuşma sırası kendine geldiğinde sözü Bekir Sami bey’e bıraktı.

Türk tarafı Batı Trakya’nın Türkiye’ye bırakılmasını ve İstanbul’daki yabancı kuvvetlerin

geri çekilmesini İzmir’in işgaline son verilmesini ve Boğazlarda Türk egemenliğinin

sağlanmasını istedi. Müttefiklerse bunun yerine Sevr’de çok küçük değişiklikler önerdi.

Misak-ı Milli yerine getirilmeyince Türk heyeti döndü, dönüş yolundayken Yunan ordusu

Anadolu’da yeni bir harekâta başladı. Burada Bekir Sami Bey, konferans dışında

İngiltere, Fransa ve İtalya ile anlaşmalar imzaladı. Tüm İngiliz esrilere karşı “Ermeni ve

İngiliz esirlere kötü muamele etmemiş olan” Malta’daki Türk esirlerin değişimini

öngörüyordu. Bekir Sami Bey’in yetkisinin dışına çıkarak imzaladığı bu anlaşmalar

Meclis’te büyük tepki ve eleştirilere yol açtı. Bunun üzerine 8 Mayıs 1924’de istifa etti.

Yerine Moskova’daki görüşmeleri yürütmüş ve anlaşmayı sağlamış olan Yusuf Kemal

Bey (Tengirşek) getirildi. (Uzgel, Kürkçüoğlu 2004: 144, 145) TBMM Hükümeti Yusuf

Kemal’i Şubat 1921’de anlaşma koşulları üzerinde yoklamalarda bulunmak üzere Londra

ve Paris’e gönderdi. Anadolu’da Yunanlılara karşı kapsamlı bir hareketa başlamadan

önce son bir çabayla diplomatik yollar denenmek istenmişti. Ama sonuç çıkmadı. Nisan

1921’de İkinci İnönü ve Eylül 1921’de Sakarya gibi Yunan ordularını durduran zaferler

kazanılması ve Mart 1921’de Sovyetlerle yapılan anlaşma, Ankara’nın ağırlığını arttırdı.

İngiltere zaten Nisan 1921’de Türk Yunan savaşı sırasında tarafsızlığını ilan etmişti. Bir

ay sonra da Fransa ve İtalya katıldı buna. Kazanılan her zafer sonrasında Batı’dan

aşama aşama uzlaşma önerileri geliyordu. Aynı zaman da Ankara da ılımlılaşıyordu.

Sakarya Muharebesi Batılı devletlerin Anadolu’daki milliyetçi uyanışı Yunanistan yoluyla

bastıramayacklarını anladılar. Ekonomik sıkıntılar ve kamuoyu baskıları nedeniyle İtilaf

yeni savaşlara girebilecek durumda değildi. Bu zafer Fransa’yla 20 Ekim 1921’de

imzalanan Ankara Anlaşması’nın da yolunu açmıştı. Avrupa’da özellikle de Almanya ile

ilişkilerinde İngiltere’den yeterince destek göremeyen Fransa Anadolu hareketinin de

güçlendiğini gördükçe kendi çözümünü yaratma sürecine girdi. Ankara’nın iki ülkeyi

birbirine karşı oynama siyaseti sonuç vermişti. (Uzgel, Kürkçüoğlu 2004: 145, 146)

11 Mart 1921’de Bekir Sami bey’in İngilizlerle yaptığı anlaşma esirlerin iadesi ile ilgiliydi.

12 Mart 1921’de yapılan anlaşma ise İtalya’nın İzmir ve Trakya’nın Türklere verilmesi için

çaba harcamayı kabul ediyordu fakat karşılığında Antalya, Burdur, Muğla, Isparta, Aydın,

Afyon, Kütahya ve Konya’da ekonomik imtiyazlar elde ediyordu. (Armaoğlu 1995: 318,

319) Ardahan ve Artvin’e Türk orduları girmiş, “Gürcistan hükümeti fiilen mukavemete

179

kıyam etmemiştir.” Gazete, “Anadolu Türkleri haklarının müdafaası için bu defa da silaha

müracaat etmeye ve kan dökmeye mecbur kalmamıştır” diyerek bu durumdan duyduğu

memnuniyeti dile getirmiştir.543

Londra Konferansı’ndan gelen ilk haberler Yeni Gün tarafından olumlu bulunmamıştır.

Avrupa diplomatları Türk ve Yunan murahhasları arasındaki ihtilafın halledilmesine

çalışacakları vaadinde bulunmuş, “lakin kendilerinden evvel umurda verilecek kararlara

itaat-i mutlak ile riayet için peşin bir taahhüt istemişlerdir.” Ayrıca Konferans,

“Anadolu’nun bir seneden beri idame ettiği mücadelenin, sırf bir Türk Yunan ihtilafı ve

mücadelesinden ibaret olduğu” yolundaki düşüncesini açıklamış ve bu düşünce de

gazetenin tepkisini çekmiştir.544 Trakya’da “eskiden beri var olan Yunan zulmü” son

günlerde artmış, bu zulüm Hariciye Vekâleti tarafından Londra daki heyete de

bildirilmiştir.545 Londra Konferansı’nda Yunan ve Türk murahhaslarının İzmir ve Trakya ile

ilgili sunduğu istatistikler birbirini tutmadığı için, bu yerlere araştırma komisyonları

gönderilmesine karar verildi.546

8 Mart 1921’den itibaren birkaç gün boyunca sürecek bir yazı dizisi başlamıştır.

İdeolojilerin belirgin bir şekil almaya başladıkları bir dönemde, toplumda siyasal bir bilinç

yaratma işlevi ve çabası da olan Yeni Gün, sağ ve sol kavramlarını açıklamak niyetiyle

yazılmış “M.V” imzalı bir makale yayınlamıştır. Makale, sağ ve sol görüşlerin neleri ifade

ettiğini, sol görüşün çerçevesinden açıklamaktadır. Buna göre toplum, sınıflara ayrılmıştır

ve her birinin çıkarları bir diğeriyle çakışır. Bu sınıfların hayat felsefeleri farklı olmakla

birlikte, birbirleriyle ortak çıkarları da yoktur. Sınıfsal çıkarların farklılığı, sınıflar arasındaki

çatışma ve mücadeleleri yaratır. Her sınıf, “bir heyet-i içtimaiyenin hayat şartlarını bütün

faaliyet sahalarında felan veya filan surette tanzim etmek iddiası” demek olan kendi

siyasetini uygulayarak toplum hayatında egemen olmak, toplumsal hayatı kendi görüş ve

çıkarları doğrultusunda “tanzim etmek” ister. İşte sağ ve sol görüşler de, bu “tarz-ı tanzim”

farklılıklarından doğar. “Sağ cereyanlar umumiyetle mazi devirlerinin hayat şartlarını,

hâkim içtimai cereyanlarını, hâkim haklarını müdafaa ederler. O devirlerin, daha taze ve

kuvvetli hayat şartları tatbik etmek isteyen cereyanlar da sol cereyanlardır.” Yani sağ

görüş muhafazakâr, sol görüş ise yenilikçi bir yapılanma olarak sunulmaktadır. Büyük ve

küçük burjuvazi ve “orta halliler” tanımlanmıştır. Türkiye’deki büyük burjuvazi “halka karşı

muhafaza-i hâkimiyet iddiasında olan memurin ve ayan-ı memleket, içtimai hayatta

543 “Şark Hudutlarımızda”, 24 Şubat 1921.544 İmzasız Başyazı, “Mesele Yokmuş”, 1 Mart 1921. 545 “Son Ümit Büyük Millet Meclisi’nde”, 1 Mart 1921. 546 “Rakamlar Birbirini Tutmuyor”, 3 Mart 1921.

180

nizam-ı diniyi tatbik-i muhafazada ısrar eden” din adamlarıdır. Küçük burjuvazi ise “az çok

toprağa, ahlaka sahip olan, halinden ve hayatından memnun bulunan ve içinde

bulunduğu hali muhafaza için müsbet ve menfi her türlü hareketlerin aleyhinde mevki

tutan” gruptur.547 Orta halliler ise “memlekette az çok toprağa ve emlaka ve gelire malik

olan küçük burjuvazi” olarak tanımlanmıştır. Bu sınıf “mazinin prensiplerinden

hoşnutsuzdurlar.” Fakat “yeni prensiplere malik değillerdir.” Ayrıca “hareketlerinde de

azimsizlik ve cesaretsizlik vardır.” Bu sınıfı temsil eden belirgin bir toplumsal sınıf yoktur.

“Her memlekette münevverler diye kendilerini diğer halk ve asil tabakalardan ayıran

zümre tarafından müdafaa edilirler. Hakikatte ise münevverler diye bir sınıf-ı iktisadi ve

içtimai yoktur ve olamaz.” Makale, bu münevverlere çok ciddi eleştiriler yöneltmektedir.

Öncelikle bugünkü asrın münevverleri misalki dünü sevmezler ve beğenmezler” çünkü

“ne asildirler, ne de kuvvetli burjuvadandırlar.” Ayrıca “dünün eski prensipleri yerine yeni

prensipler de koymamışlardır.” Ne istediklerini kendileri de bilmezler. “İşten ve faaliyetten

uzak durdukları zaman müşteki, hayalperverdirler ve çok yeni şeyler tasavvur ederler. İş

başına geçtikleri zaman çok defa ya oportünisttirler yani icab-ı maslahata ve icab-ı

zamana uyarlar.” “Garb nasyonalistleri”, “Terakkiperverler”, “Demokratlar”, “Radikaller-

Cezriler” gibi adlar alırlar. “Bu orta cereyanlara taraftar olarak müdafaa edenler

münevverler dediğimiz bu şuursuz sınıfa dâhil olan herkestir.”

Bu dönemde “sol” kelimesi Yeni Gün için “yeni” kelimesiyle özdeştir. Çağın gerektirdiği ve

halkın iradesinin ifade ettiği her türlü yenilik, ancak sol görüş tarafından gerçekleştirilebilir.

“Bütün sol cereyanlar mazinin ve halin sistemlerine karşı olan yeni davanın ifadeleridir.”

Sol, üretim ve servetin paylaşımı konularını iktisadi açıdan ele alır. Altyapının üstyapıyı

oluşturduğu savını savunur. Sol görüş açısından, “bütün milletleri asırlardan beri

muzdarip eden bütün içtimai felaketler bugünkü istihsal-i iktisadi sisteminden”

kaynaklanmaktadır. Solun en önemli görevi de “istihsal-i iktisadi sistemini değiştirmektir.

Bu sol cereyanın bir asra yakın bir zamandan beri aldığı umumi bir isim sosyalizmdir” ve

“sağ cereyanlarla şiddetle hal-i mücadelededir.” 548

Moskova’da Rus-Türk konferansı görüşmelere devam etmektedir. Birgen, Rusların ve

Türklerin Batı emperyalizmi karşısında aynı kaderi paylaştıklarını söyler. Ona göre,

Ruslarla birlik olmak, ne onların Bolşeviklikten vazgeçmesini ne de Türklerin Bolşevik

olmasını gerektirir.549 Türk ve Rus diplomatları arasındaki görüşmeler sona ermiş, 16

Mart’ta anlaşma imza edilmiştir. Buna göre anlaşmanın maddeleri “Türkiye

547 M. V., “Sol ve sağ nedir?”, 8 Mart 1921. 548 M.V., “Sağ ve Sol Nedir, 3 – Sol cereyanlar”, 10 Mart 1921.549 Muhittin Birgen, “Moskova Konferansı”, 13 Mart 1921.

181

parlamentosunun 1920’de kabul ettiği Misak-ı Milli ahitnamesi mucibince tayin edilmiş ve

Türkiye’nin şimali şarki hududu bu vechile mahdud olunmuştur.” Ruslarla anlaşmayı

imzalayan Moskova Sefir-i Kebiri Ali Fuad Paşa’dır.550 Aynı gün Bekir Sami Bey ile İngiliz

yetkilileri arasında Malta’daki Türk tutsaklarının geri verilmesi anlaşması yapılmıştı.

Mustafa Kemal Ekim 1920’de yakın arkadaşlarına bir Komünist Partisi kurdurdu. (Uzgel,

Kürkçüoğlu 2004: 142)

Bu sıralarda Mustafa Kemal Paşa ile Papa arasında telgraf yoluyla haberleşmeler

gerçekleşmektedir. Mustafa Kemal, ırk ve din ayrımı gözetilmeksizin Türkiye’de insanların

refah ve huzurunun sağlanmasına çalışıldığını, Hıristiyanların can ve mal güvenliği için

gerekli tedbirlerin alındığını belirtmiştir.551

Zonguldak’taki özel muhabirin bildirdiğine göre Padişah, Sevr Muahedesinin diğer

maddelerinin de kabul edilmesi için Tevfik Paşa’ya telgraf çekmiştir. Yeni Gün, bu haberin

“bir yıldır varlığı için dövüşen Anadolu halkını üzemeyeceğini” çünkü Anadolu’nun

padişahın akıl hocasının Damat Ferit olduğunu bildiğini söyler. Gazete bu telgrafın

sorumluluğunu padişaha değil, tamamıyla Damat Ferit’e yükler. Bu telgraf “Ferit ve

tayfasının son can çekişmelerinden başka bir şey değildir.” Şimdi “Londra Konferansı’nda

yalnız Ankara murahhaslarının sahib-i salahiyet olduğunu beyan eden” Tevfik Paşa’nın

bu telgraf karşısında yapacağı “en namuskarane vazife eski beyanını teyid etmektir.”

Padişah ise “memleketi satan adamların hala esiridir” ve hatası “onlar gibi sımsıkı

mevkiine yapışmış” olmasıdır. “Padişahın da bunların içinde bulunması Sevr Muahedesini

doğmadan öldürmüş olan Anadolu’yu bu azminden döndürmedi, döndüremeyecektir.”

Londra’dan gelen haberler olumlu değildir. “Avrupa bu Avrupa oldukça onun müessesat-ı

siyasiyesi bugünkü müessesat-ı siyasiye olarak kaldıkça, ondan hayır beklemek zehirden

şifa ummaktan başka bir şey değildir.” Türkün yapması gereken önce “Yunanlıları

Anadolu topraklarından atmak” ardından başka bir konferansın toplanmasını sağlamaktır. 552

“Amerika ajansı bir Ermeni’nin Berlin de bulunan Talat Paşaya suikast yaptığını ve Paşa

nın vefat ettiğini” bildirmektedir. Yeni Gün, “bu kara haber karşısında ilk duyduğumuz şey

bütün Türklerin duyacağı gibi inanmamak oldu” demektedir. “Türkiye tarihinin belki en

büyük sahifelerini yaşatmış olan Talat Paşa”yı böylesi bir sonun bekleyebileceği tahmin

550 “Sulh ve Muhadenet Ahidnamesi (Muvad-ı) Esasiyesi”, 23 Mart 1921.551 “Hıristiyanlar Sükûn-u Tam İçindedirler, Hazretleri ile Hazretleri Arasında Teati Edilen Telgrafnameler”, 13 Mart 1921. 552 Muhittin, “Londra Siyaseti”, 20 Mart 1921.

182

edilmiştir ama onun bütün enerjisini “Türkler ve Türkiye’nin kurtuluşu için sarf ettiği bir

zamanda” ölmesi ayrıca üzüntü sebebi olmuştur.553 Londra’daki Türk Murahhas

Heyeti’nin başkanı Bekir Sami Bey’in telgrafına göre görüşmelere kesin bir sonuca

varılmadan son verilmiştir.554 Yunan işgali altında bulunan Borlu, Türklerin eline

geçmiştir.555

Londra Konferansı’na katılan murahhasların özel girişimleri üzerine, Mütarekeden sonra

birinci Tevfik Paşa hükümeti sırasında tutuklanan “memleketin en muhterem ve en

yüksek şahsiyetlerinden” olan 64 Türk vatandaşının serbest bırakılması için Malta

Valiliği’ne emir verilmiştir.556 Birgen, Londra Konferansı’nı “yalancı ve riyakar” olarak

tanımlamıştır. İngiltere bir yandan “Türklerin haklarından Türkiye’nin istikbal ve

istiklalinden bahsederken”, diğer yandan Amiral Kar’ı Atina’ya Kral Konstantin ile

görüşmek üzere göndermiş, Yunan Baş Murahhası da Londra’ya varır varmaz Lloyd

George ile uzun bir görüşme yapmıştır.557

23 Mart’ta Yunanlılar batı cephesinde büyük bir taarruz için faaliyete girişmişler, buna

karşılık Türk kuvvetleri karşı taarruza geçmiştir. “İzmit ve Bursa mıntıkalarında düşman

geriye kovulmuş Uşak mıntıkasında tamamiyle tevkif edilmiştir.” 558 30 Mart 1921’e

gelindiğinde, üç günden beri “İnönü mevzii önünde cereyan eden ciddi muhaberatta”,

Türk kuvvetlerinin “kahramane mukavemet ve sebatı karşısında” düşman geri çekilmeye

mecbur bırakılmıştır. Bu güzel haber, gazetenin logosu altında büyük harflerle verilmiştir.

Yeni Gün batı cephesinden Ankara’ya gelen gazilerin gelişini haber vermektedir.

“Dükkânlar kapanmış, halk akın akın istasyona inmiş, gaziler alkışlar arasında

karşılanmış ve arabalarla hastanelere gönderilmiştir.” 559

Yeni Gün, kaynağını belirtmediği haberinde, Talat Paşa’nın ölmediğini, “Türkiye’nin büyük

ve fedakâr oğlu büyük vatanperverin Türkiye için mücadelesine devam ettiğini bildirmekle

iftihar ettiğini” bildirmektedir.560 Fakat daha sonra Talat Paşa’nın ölüm haberi doğrulanmış

ve 19 Mart’ta Berlin’de kendisi için büyük bir cenaze töreni düzenlenmiştir. Yeni Gün,

“Talat Paşa öldü fakat kalplerimizde yaşıyor ve ilelebet yaşayacaktır” demekte, “bu elim

haber dolayısıyla” ertesi günkü sayısının “merhumun namına fevkalade bir matem

553 “Kara Bir Haber”, 20 Mart 1921. 554 “Londra Konferansı nın Teklifatı Nelermiş?”, 21 Mart 1921. 555 “Borlu Nahiyemiz İstirdad Olundu”, 21 Mart 1921. 556 “Bir buçuk senedir Malta da İngiliz Esareti Altında İnleyen Kardeşlerimiz Geliyor”, 23 Mart 1921. 557 Muhittin Birgen, “En Büyük Hakikat”, 28 Mart 1921. 558 “Mukabil Taarruzumuz Başladı”, 28 Mart 1921.559 “Dün Binlerce Halkın Alkışları Arasında (Mecruh) Gazilerimiz Geldi”, 31 Mart 1921. 560 “Talat Paşa Yaşıyor”, 31 Mart 1921.

183

nüshası olarak” yayınlanacağını bildirmektedir.561 Diğer yandan Talat Paşa’nın ölümüyle

ilgili yorumlar da devam etmektedir. Kemal Salih, “büyük mücahidin Ermeni maskesi

altında hain bir İngiliz kurşununun kurbanı olduğunu” düşünmektedir. Talat Paşa’nın

ülkeden kaçmasına hiç değinilmeyen makalede, Mütareke sonrasında Avrupa’da tam

olarak ne yaptığının henüz tam olarak bilinmediği belirtilmektedir. Fakat “malum ve

muhakkak olan bir cihet varsa o da Avrupa’da lehimizde husule gelen ilk mühim cereyanı

Talat Paşa’nın tevellüt etmiş olmasıdır.” Mütarekeden sonra Paris’te toplanan

konferanslara katılan ve bir “Kürdistan meselesi ihdas etmek isteyen Şerif Paşa (…)

kendisine Kürt heyeti murahhassı reisi süsü vererek Kürdistan muhtariyeti meselesini

konferansta uzun uzadıya mevzu bahsetti, bu hususta muhtıralar verdi.” Bir süre sonra

istifasını sunmuş ve mesele de öylece kalmıştır. “İşte bu meseleyi ortadan kaldıran ve

memleketi pek mühim bir ayrılıktan kurtaran Talat Paşa’dır.” Talat Paşa İsviçre’de Şerif

Paşa’yı görmüş, ona uzun uzadıya izahat vermiştir.562

Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun ilk 3 maddesini başına koyduğu makalesinde, “İnsanlık

kendisini idrak ettikçe tabiî ki vasilerinin himayesinden istifa hâsıl eden reşitleri gibi

mukadderatına bil zat hâkim olmağa doğru gitmektedir”demiştir. Hukuk tarihine

bakıldığında toplumlara daima bir şahıs ya da bir sınıf tarafından hükmedildiğinin

görüleceğini söyleyen Esad, “camiayı terkip eden fertlerin müşterek menfaatlerinin

devletin hareket felsefesine” uygun olması gerektiğini belirtmiştir. Bunun sınırları her

ülkenin sosyo-ekonomik şartlarıyla çizilmelidir. Meclis’in kabul ettiği Teşkilat-ı Esasiye

Kanunu’nun ilk üç maddesi “Osmanlı Türk sultanlarının hukuk ve salahiyetinin şimdi

tamamen Türkiye devletinin temsil ettiği halka intikal ettiğini” göstermektedir. Esad,

Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında Osmanlı Beyleri ile halk arasında bir tür toplumsal

sözleşme var olduğunu ve Beylerin halktan güç aldığını söyler. Daha sonraları hilafetin

Osmanlı hanedanına geçmesiyle, “yalnız cismani kudreti haiz olan Türk hünkârları bütün

bir İslam dünyasından kuvvet almaya başlamışlardır.” Padişahlar, “dinin esasına muhalif

olmakla beraber ruhani bir kisveye de bürünmüşlerdi.” Esat, Fransız Osmanlı tarihçilerinin

bazı görüşlerine de dayanarak, başlarda “zekâ ve gücüyle korkutan saltanatın” sonraları

Bizans imparatorlarına özenerek farklı bir hükümranlık anlayışı geliştirdiklerini ve

“saltanatın iktisadi manasıyla sürü sürü esirlerin başı üstünde kurulmuş” bir kurum halini

aldığını belirtmiştir. “Hukuk-u esasiyedeki manasına göre sultanın bir lütfü” olan Tanzimat

Fermanı’ndan “sanki onlar için yapılmış gibi yalnız, Osmanlı namını taşıyan ve bu

devletin dâhili düşmanları olan gayrimüslim tebaa istifade etti.” “Türk’ün iktisadi vaziyeti

561 “Kara haber: Büyük Talat’ın Şehadeti Teyid Ediyor”, 4 Nisan 1921. 562 Kemal Salih, “Büyük Ölü”, 12 Nisan 1921.

184

evvelkine nispetle daha çok vahim bir hal aldı.” “Avrupa istilası” karşısında Osmanlı

ekonomisi iyice sarsılmış, “Türk halkı kendisini daha ezici bir idare önünde bulmuştur.”

Şimdiyse halk “ilga edilen Kanun-u Esasi’yi bu defa silah çekerek almış, padişahının

hukukunu kendi eliyle yazmış ve tadil etmiştir. Artık bu kanunu hukuk ilmi nazariyatınca

istediği gibi tadil edebilmek salahiyetine haizdir.” Türk halkının kaderi “şuursuz bir sınıf

veya şahıs tarafından idare edilmek değildir. Halkın mukadderatını oyuncak eden saray

devri geçmiştir.” Şimdi esas olan şey üretim yani “halkın yiyeceğidir.” Teşkilat-ı

Esasiye’nin ilk üç maddesi uygulanamazsa “halkın vaziyeti eski hamam eski tas, yani

daima sürünmek daima kanamaktır.” 563

Anadolu Ajansı’nın verdiği bilgiye göre, Türk kuvvetleri Kocaeli mıntıkasında taarruza

başlamış, Afyon Karahisar civarında savaşan ordu düşmanı geri çekilmeye mecbur

bırakmıştır.564 1 Nisan 1921’de Yeni Gün logo altından verdiği haberle, “Yunan

taarruzunun kati surette adem-i muvaffakiyetle neticelendiğini” bildirmektedir. 23 Mart’ta

başlayan Yunan taarruzu önceki gün “tamamıyla tevkif edilmiş, ordu tüm cephelerde

taarruza geçmiştir. Sağ ve sol cenahlarda durum Türk ordusu lehinedir.” 565 Diğer yandan

İngilizler hem tarafsız olduklarında ısrar etmekte, hem de Yunan harekâtını subayları

yoluyla idare etmektedirler.566 Batı cephesinde Kocaeli Sapanca civarında düşmana

baskın yapılmış, Yenişehir zapt edilmiş, “Pazarcık-İnegöl şosesi üzerinde Bursa ya doğru

gerileyen düşman arkasından İnegöl e girmiş, sokaklarda süren savaş sonucu düşman

buradan teçhizatını da geride bırakarak kaçmak zorunda bırakılmış”, Karahisar

istikametinde düşman geri çekilmiştir. Tüm bu mıntıkalarda geri dönmekte olan düşman

yerli halka yağma, ırza tecavüz yoluyla zarar vermektedir. Söğüt-Bilecik arasındaki

köylerin camileri tahrip edilmiş, Ertuğrul Gazi’ nin türbesi tahrip edilmiştir.567 Yeni Gün,

İkinci İnönü Zaferi ve onun yolunu açan diğer savaşlarda hayatlarını kaybederek şehit

olan askerler, “bu adsız kahramanların, bu meçhul yiğitlerin hatırasını canlandırmak,

kanlarını bu memleket ve bu millet için akıtan bu şehitler” anısına bir “meçhul kahraman

abidesi vücuda getirmek” gerektiği fikrini ortaya atmıştır. Yurtdışında bu tür abidelerin

dikilmesi ve törenle açılması gibi resmi etkinliklerin son derece şatafatlı bir şekilde

yapıldığını ve hem iç hem de dış kamuoyu açısından büyük önem taşıdığı belirtilmiş ve

aynı tarzda bir tören gerektiği belirtilmiştir. Bu abideyi “Ankara’ya şimdiye kadar

görülmemiş fevkalade merasimle getirmeli (…)Türk ordusu namına bir meçhul kahraman

563 İzmir Mebusu Mahmud Esad, “Sultanların Hukuku”, 3 Mart 1921. 564 “Son Malumat”, 1 Nisan 1921.565 “Kahraman Ordumuzun Büyük Muvaffakiyeti”, 1 Nisan 1921. 566 “İngilizler Hala Bitaraflıklarını İddia Ediyorlar”, 1 Nisan 1921.567 “Resmi Tebliğ”, 6 Nisan 1921

185

için yapılacak merasim-i mahsusaya BMM’ nin rüesa ve azası, Heyet-i Vekile, bütün ordu

kumandanları, bilumum sınıf-ı halk ordunun kıtaat-ı muhtelifesinden müfrezeler iştirak

etmelidir.” 568

Almanya’da komünistler “ihtilal çıkarmışlar”, Bremen’de Şuralar Cumhuriyeti ilan

etmişlerdir. Berlin de isyan günden güne büyümekte, ihtilal her tarafa yayılmakta ve ülke

içinde kanlı muharebeler yaşanmaktadır. Yeni Gün, komünizmin Almanya’daki bu

eylemlerini mümkün olduğunca ihtiyatlı bir dille haber vermeye gayret etmiştir. İhtilali

çıkaran komünistler olduğu için tamamıyla olumsuz bir dil kullanmamış fakat bu ihtilal

fazlasıyla kan dökülmesine yol açtığı ve şiddete dayanan bir yol izlediği için tam

anlamıyla destek de olmamıştır.569

Nisan 1921’e gelindiğinde Yeni Gün’ün padişah hakkındaki söylemini sertleştirdiği

gözlemlenmektedir. “İstanbul’da kâh Yıldız’da kâh Beşiktaş’ta oturan padişah”ın son

zamanlarda sağlığının bozulduğu ve “inleye inleye gebermeye mahkûm” bir hale geldiği

haber verilmekte, iki defa baygınlık geçiren padişah için “Acaba sonuncu mu?” diye

sorulmaktadır.570 İstanbul’dan alınan bilgiye göre Yunan taarruzu ertesinde Padişah,

İngiliz casusu Papaz Kro ile Selanikli Şeyh Ömer’i huzuruna kabul etmiş, İstanbul

kabinesinin değiştirilmesi için çalışmaya başlamışlardır. 28 Mart’ta görüşmelere çağrılmış

olan İzzet Paşa, huzurdan çıktıktan sonra istifasını sunmuştur. Diğer taraftan taarruzun

devam ettiği günlerde Hürriyet ve İtilaf üyelerinden bazıları, Tevfik Paşa kabinesinin

dağıtılarak yerine kendilerinin olduğu bir kabine kurulması için padişaha bir murahhas

göndermişler. “Padişah Anadolu’ da bozgunluk zuhur ettiği takdirde Damad Şerif Paşa ile

Cemil (Molla) ve Mustafa Sabri nin iştrakiyle bir kabine teşkil edeceğini bu murahhasa

ihsan etmiştir.” 571

İkinci İnönü Zaferi’nin yankıları sürmektedir. “İstanbul Hükümeti Anadolu’nun büyük

zaferini Avrupa’daki mümessillere tebliğ etmiş”, İstanbul halkı Anadolu’nun başarılarının

devamı için dualar etmiş, Hilal-i Ahmer’e yardımlarda artış olmuştur.572 Zaferin

duyulmasının ardından İstanbul sokakları artık Rumların taşkınlıklarına değil, “vatan

şarkıları söyleyerek Şehzadebaşı civarında gösteriler yapan Türkler”in sevincine sahne

568 “Milletimizin mukaddes borcu: Meçhul kahraman abidesi, BMM ve Heyet-i Vekile Aza-i Muhteremesinden Temennimiz”, 6 Nisan 1921. 569 “Almanya da Komünizm”, 5 Nisan 1921. 570 “Padişah İki Defa Baygınlık Geçirmiş”, 6 Nisan 1921. 571 “Padişah Hala Millet Aleyhinde”, 10 Nisan 1921. 572 “Büyük Zaferin İtilaf Mümessillerine Tebliği”, 10 Nisan 1921.“İstanbul’ da Server(?) ve Heyecan”, 10 Nisan 1921.

186

olmaktadır.573 Yunan ordusu başkumandanı Ceneral Papulos, Yunan kuvvetlerinin

mevzilerine çekildiğini itiraf etmiş, “Bu hareketten maksat Eskişehir’i almak ve Ankara’ya

gitmek değil, Türk istihkâmlarını tahrib etmek idi. Maksadımıza erdik, şimdi geri

çekiliyoruz” demiştir. İstanbul’da yayınlanan bir Rumca gazetede kazanılan zafer açıkça

yazılmıştır.574 İnegöl’de 3 Nisan’da esir edilen Yedinci Yunan fırkasına mensup bir asker

olan Tenodorpidis, “her Yunan fırkası erkân-ı harbiyesinde üç İngiliz irtibat zabiti

bulunmaktadır.” Bunlar savaş sırasında alaylara emir vermekte ve geri dönerken

yanlarına Yunan askerlerini de alarak Müslüman ölülerini yakmaktadırlar.575

Türkiye geleceği için hayati önem taşıyan kararlar almanın eşiğine gelmiştir. Nadi’ye göre

bunlar arasında en önemlisi, Türkiye’nin “istiklalinin temin ve takriri cidalinde” izleyeceği

siyasetin Doğu’ya mı Batı’ya mı dayanacağına karar verilmesidir. Nadi, Batı siyasetini

“istiklal cidalimizde bize şarktan meded olamaz, ne yapmak lazım gelirse yaparak ve

nihayet neye mal olursa olsun garb ile anlaşmaya ve uzlaşmaya meyil etmek ve iyi kötü

anlaşmak ve uzlaşmak siyaseti” olarak tanımlar. Bu da “garbin şu veya bu şekilde şu

veya bu derecede esareti altına geçmek demektir.” Nadi, Avrupa’yı temelleri sarsılan bir

binaya benzetmektedir. Londra Konferansı görüşmelerini kastederek “İşte bizzat gidip

gördük ve geldik” der, “Avrupa bugün her zamandan ziyade zayıf ve perişan olduğu ve

her gün fenadan betere gittiği halde” Türkiye’nin haklarını tanımaya yanaşmamaktadır.

“Fransa ile İtalya’nın bile bize gösterebildikleri dostluk memleketimizin sırtında kendi

hesaplarına bir nevi müstemleke hayatı hazırlamak hevesleri ile” doludur. Nadi’ye göre

Türkiye’nin davasının “ehemmiyet ve azametine göre garb ile yapılabilecek bir sulh

yoktur. (…)Türk’ün hukuk, hürriyet ve istiklalini tanımak istemeyen garbin her hak ve

hakikati idrak ve teslim edecek bir çıkmaza kadar götürülmesi lazımdır.” Doğu siyaseti ise

“Karahisar cephesinde üç günden beri şiddetle devam eden büyük meydan muharebesi

neticesinde düşman gayri muntazam ricata başlamıştır.” Mustafa Kemal Paşa Yunan

mezalimini şiddetle protesto etmiş, İstanbul’da Beyazıt Camii’nde Darülfünun öğrencileri

şehitleri için mevlit okutmuştur.576

573 Yunan taarruzu başladığı sırada “İstanbul’daki Yunan efrad ve zabitanı kırbaçlarla, yerli Rumlar bastonlarla Türklerin başlarındaki fesleri yere düşürecek kadar tahkirat ve tecavüzatda ileriye gitmişler ve Beyoğlu sokaklarında nümayişler tertip eylemişlerdi. (…) Bu taşkınlıklar ordumuzun muzafferiyetine dair haberlerin” İstanbul’da da duyulması üzerine sona erdi. “Zavallı İstanbullular, Yaşasın Anadolu”, 10 Nisan 1921.

574 “Nihayet Hezimetlerini Resmen İtiraf Ettiler”, 10 Nisan 1921. 575 “İngiliz Bitaraflığının İyi Bir Misali(?)”, 12 Nisan 1921. 576 “Yunan Cinayatı Hakkında Beyanname”, 13 Nisan 1921. “Şehidlerimize Mevlüd”, 13 Nisan 1921.

187

25 gazetenin muhabirliğini yapmakta olan ve Mütarekeden sonra İstanbul’a gelerek

Türkiye lehinde birçok haber yapmış olan Fransız gazeteci Madam Golis, “Anadolu’da

Yunanlılar tarafından ika edilen mezalim ve vahşeti yakından görmek üzere Antalya

tarikiyle” Ankara’ya gelmektedir.577

14 Nisan 1921’de Dumlupınar’da da bir zafer kazanılmış olduğu haber alınmıştır. 578 İkinci

İnönü Zaferi’nin ardından geri çekilen Yunan kuvvetlerinin yol açtığı felaketler, gündemi

işgal eden en önemli konu haline gelmiş ve uzun bir süre boyunca işlenmiştir. Birgen,

yanan köylerin, harabe haline gelen şehir ve kasabaların, yersiz yurtsuz kalan binlerce

insanın hesabını vermesi gereken asıl ülkenin Yunanistan değil, İngiltere olduğunu

düşünmektedir. İngiltere, Müttefikler Meclisi yoluyla ve kendi eliyle Yunanistan’ı

Anadolu’ya çıkarmış olmasaydı “Yunanistan ne kendi kendine çıkmayı ne düşünür ne de

çıkabilirdi.” Bu şekilde İngiltere Yunanistan’ı kullanarak Sevr’i zorla kabul ettirmiştir.579

Heyet-i Vekile Reisi ve Müdafaa-i Milliye Vekili Fevzi Paşa, savaşın henüz bitmediğini,

bundan sonra daha da azimle ilerleneceğini söylüyordu. Fevzi Paşa “İstanbul’da birkaç

namussuzun ve vatansızın sözüne uyarak, onlara istinat ederek vaziyet alan padişah

utansın!” demiştir.580 İnönü Zaferi Yunan kabinesini devirmiştir. Nebizade Hamdi,

Yunanlıların bir daha Anadolu’ya saldırmak üzere kendilerinde güç bulamayacaklarını

söylemiştir.581 Ali Kemal’in Peyam-ı Sabah’ta biri Yunan taarruzu sırasında diğeri Yunan

hezimetinden sonra yazılmış iki makalesi arasındaki fikir farklılıkları haber yapılmıştır. 24

Mart 1921 tarihli yazısında Yunanlıların Eskişehir’e ilerleyişinin “Türklük için bir musibet”

olmadığını ve “Yunanistan’a karşı olsun, harbe girişmek kadar gıyasetsizlik ve

siyasetsizlik tasavvur olunur mu?” demektedir. İşte bu parça Yeni Gün’e göre “hakiki Ali

Kemal e aittir.” 5 Nisan 1921 tarihli makalesinde ise zaferi övmekte “Yunanistan’ı bu

Anadolu toprağına böyle nahak yere sokmaktan büyük bir haksızlık sade haksızlık değil,

siyasetsizlik olmazdı” demiştir. 582 Yeni Gün, Yunan mezalimine dikkati çekmeye devam

etmektedir.583 Anadolu Rumlarının Türk Ortodoks Patrikhanesi kurulması hakkındaki

talebi Heyet-i Vekile tarafından dikkate alınmış ve Meclis’e arz edilmek üzere bir kanun

577 “Madam Golis (Bret George Golis)”, 13 Nisan 1921.578 Yeni Gün, bu zaferi de logosu altında yer verdiği bir cümle ile duyurmuştur: “Dumlupınar’da kahraman ordumuzun ihraz ettiği büyük ve parlak zafer, İnönü’de silahlarımızın kazandığı şerefli zaferi itmam etti.”579 Muhittin, “Yanlarına mı kalacak?”, 14 Nisan 1921. 580 “Heyet-i Vekile Reisi ve Müdafaa-i Milliye Vekili Fevzi Paşa Hazretlerinin Büyük Millet Meclisi’nde Dumlupınar Zaferi Hakkında Beyanatı”, 14 Nisan 1921. 581 Nebizade Hamdi, “Zaferden Sonra”, 17 Nisan 1921.582 “Utanmaz ve Yüzsüz: İki Ali Kemal, Biri hakiki – Diğeri Maskeli”583 “Müslümanlar Türkler okuyunuz: Yunan Mezalimi ve Şenayii”, 20 Nisan 1921. “Bilecik de 1800 hane ve 330 dükan, 18 han, 4 cami, 2 tekke, bir mescid ve 8 cami-i şerif 2 ipek fabrikası, 9 fırın 2 medrese tahrip edilmiş. 22 kişi şehit edilmiş, 52 fiil-i şeni olmuş. Pazarcık, İnegöl gibi yerlerdeki tahribattan da bahsediyor.”

188

hazırlıklarına başlanmıştır.584 Nadi, Anadolu Rumlarının “milli ve dini vaziyetlerinin”

ülkenin en önemli sorunlarından biri olarak görmektedir. “Malumdur ki içimizde yaşayan

ve İstanbul Ortodoks Kilisesi’ne mensup olan Hıristiyanlar’ a Rum adını vermek bizde

adettir.” Nadi’nin Anadolu Rumları olarak adlandırdığı, “hala Türkçe söyleyen Türkçe

ibadet eden Rumcayı bilmeyen anadilleri Türkçe olan” topluluk, “tarihi vesikalarla sabit

olduğuna göre Türk’türler.” Eski Bizans istilaları sırasından Hıristiyanlığı kabul etmişler,

asırlardan beri “kilise ve mektep” aracılığıyla “Rumlaştırılmaya” çalışılmaktadırlar.

Anadillerini ve dolayısıyla milli kimliklerini korumayı başarabilmişlerdir. Nadi, aksinin iddia

edildiğini fakat Osmanlı’nın bir Türkleştirme politikası olmadığını çeşitli örnekler vererek

açıklamaya çalışmaktadır. Nadi ayrıca ırki anlamda kimlere Türk denebileceğini şöyle tarif

eder: “Anadili Türkçe olan herkes Türk’tür.” 585 Mahmut Esat Bey, Yunan ırkından ve

anadilleri Rumca olan Hıristiyanların, yeni Türkiye’de hukuki açıdan nasıl bir konumda

olmaları gerektiği hakkındaki düşüncelerini açıklamıştır. Esat’ı böyle bir makale yazmaya

sevk eden Türkiye’nin kazandığı askeri başarılar sonrasında yeni bir ülke kurulacağına

olan kesin inançla beraber, savaş ve Mütareke dönemlerinde düşmanla işbirliği yapan

yerli Rumların toplumsal hayata yeniden nasıl katılacağı konusundaki zihin bulanıklığına

çözüm olabilecek düşünceler ortaya koymak çabası olmalıdır. Türkiye’deki yabancılara ve

Rum tebaaya karşı “asrın bütün medeni geçinen devletlerince kabul edilmiş hukuk-u

(düvel) ve hukuk-u amme esasatından başka” bir düzenleme yapılamayacağını

belirtmiştir. Ayrıca “anadili Rumca olan tebaa Rumlarla, Yunanlı Rumların memleketimizin

varlığını dinamitlemekten başka yurdumuzda bir mevcudiyet ifade edemedikleri

malumdur.” Osmanlı döneminde kendilerine bir hak olarak tanınmış olan “Rum

mekteplerinin manası Türk mevcudiyetini imha gayesidir.” “Hiçbir devlet hiçbir zamanda

tebaasına ayrıca milli bir maarif tanıyamaz. Bu dünyanın hiçbir yerinde mevcut değildir”

diyerek, Rumların devlet ilköğretimin ardından devlet okullarına devam etmesi gerektiğini

ifade etmiştir. Ayrıca “Türkler harp halindeyken”, Rumlar da yüksek vergiler vererek ülke

ekonomisini rahatlatmalıdır.586

Türk murahhasları Londra’dan dönmüşler, “İstanbul’da fevkalade merasim-i ihtiramkarane

yapılmış, her taraf bayraklarla donanmıştır, fevkalade tezahüratta bulunan Türk İstanbul

584 “Anadolu Rumlarının Talebi: Nazar-ı İtibara Alındı”, 20 Nisan 1921. Türk Ortodoksları Mustafa Kemal’e sürekli telgraf çekerek bu taleplerini sürdürmüşlerdir. “Isparta’dan gelen bir telgrafnamede Papazlarının bile aslen Türk olan yerli ahaliden yetiştirilmiş olduğunu, İstanbul’daki patrikhane ile hiçbir münasebet ve alakaları olmadığını ve olamayacağını zikrediyorlar.” Havza Piskoposu telgrafında “Bugün Anadolu’da asırlardan beri yaşayan Rumlar aslen Selçuklulardan olup Hıristiyanlığı kabul etmiş halis Türklerdir.” diyor. 585 Yunus Nadi, “Maarif Siyasetinde Anadolu Rumları”, 3 Mayıs 1921. 586 İzmir Mebusu Mahmud Esad, “Dâhili Siyasette Rum Meselesi”, 5 Mayıs 1921.

189

sevinç içinde kalmış, murahhaslarımız giderlerken ‘Yaşasın Kuva-i Milliye’ diye

bağrışılmıştır.” 587

Şark meselesi bugün kendini Türk-Yunan savaşı olarak göstermektedir ve bunun ardında

da “şarkta büyük ve kuvvetli bir Yunanistan icat ve ikame etmek isteyen” İngiltere vardır.

İngiltere’yi bu düşünceye sevk eden belli başlı sebepler vardır. Rusya, İngiltere için bir

tehdittir. İngiltere, “İslam âleminin başı olan Türkiye’yi ortadan kaldırmak” istemekte,

bunun için bir Ermenistan kurdurmaya çalışırken bir yandan da Yunanistan’ı Anadolu

içlerine sürmektedir. Doğu’daki varlığını kuracağı bu iki ülke ile sağlamlaştırıp Sevr’i zorla

dayatmak ardından da Doğu’nun diğer bölgelerinde sömürgeci faaliyetlerine hız

kazandırmak amacındadır. “İşte iflasa mahkûm olduğunu söylediğimiz İngiliz-Yunan

siyaseti budur ki onun pek çürük bir tahta olduğunu İngilizler de fark etmeye başlamış

gibidirler.” Çünkü Anadolu mukavemetini hesaba katamamışlardır.588

Mahmut Esat, kendi bakış açısından Türkiye’nin yönetim tarihini ele alarak, nasıl hatalar

yapıldığını ortaya koymaya çalışmakta ve bu hatalardan ders alınarak yeni bir Türkiye

kurulması gerektiği konusunda ısrar etmektedir. Esat, Osmanlı İmparatorluğu’nun beş

yüzyıldan fazla süren yönetimine “hâkim olan ruh ve zihniyetin nevi şahsına münhasır bir

çeşit demokrasi” olduğunu ve Türklerin diğer ülke halklarına göre “iktisadi devlet

kavrayışıyla derebeylik hayatı yaşayan yabancılardan” çok daha iyi bir durumda

olduklarını düşünmektedir. Fakat “zamanlar geçtikçe millete camiaya değil, yalnız bir

şahsa veya sınıfa istinad eden yalnız bir şahsın, bir sınıfın menfaatlerini temsil eden” bir

yönetim ortaya çıkmış ve “büyük imparatorluğumuzun geniş hudutları içinde her tarafı

yıkıp vuran mütegallibelerin, asi valilerin, elinde halkın oyuncak” olmuştur. Ardından gelen

ve “yabancıları ve harici memnun etmek maksadıyla yapılan Tanzimat, idare siyasetini

değiştirmekle beraber” da halkın yaralarını saramamıştır. Bu “kırtasi idare” “kanunu esasi

namına Türkiye’de yirminci asırda feodalite saltanatı süren bir kudretten başka bir şey

değildi.” “Mana ve ruhunu Tanzimat zihniyetinden alan 93 ve 324 kanun-u esasileri de bu

zihniyeti sökememiş, belki kuvvetlendirmişti.” “Şüphesiz çok vatanperver olan Türk

ihtilalcileri memleketin hasta olduğunu pekiyi takdir ediyorlar” fakat hastalığın ilacının

halkın iradesini hâkim kılmaktan geçtiğini bilmiyorlardı. Batı’da burjuva ihtilali olarak

adlandırılan türde bir ihtilal gerçekleştirdiler. Fakat bu ihtilal de sorunları çözemedi çünkü

“Osmanlı – Türk saltanatında muhalif içtimai saikler yoktu. (…) Biz bizde mevcut

olmayan bir sınıfın hukuku kime karşı himayeye çalışacaktır? Ve hangi sınıfı

587 “Hoş geldiniz: Murahhaslarımız Tezahürat Arasında İstanbul’dan Geçerek Samsun’ a geldiler”, 17 Nisan 1921. 588 Yunus Nadi, “İflasa Mahkûm Bir Siyaset”, 4 Mayıs 1921.

190

devirecektir?” Esat, “iktisadi sınıfları bir tarafa bırakmak suretiyle bizde saray ve halk

sınıfından başka içtimai bir sınıf yoktur” der. Şimdi Türk devleti “üçüncü defa olmak üzere

kurulmaktadır.” Geçmişin hatalarından ders alınmalıdır. Bu, kelimenin tam anlamıyla

“yirminci asırda yaşamak azminde bulunan bir Türkiye yaratmak davasıdır.” 589

“Hadisat Anadolu’da Türkiye’yi halk idaresine sevk eylemiştir. Bu bir nazariye değildir, bir

vakıadır. BMM Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile bu vakıaya makul ve (mütehakki) şekil ve

suretini vermekten ibaret bir vazife ifa eylemiştir.” Türkiye’nin “içine girmiş bulunduğu yeni

idaredeki tereddütlerin sebebi (…) yeni bir zihniyete atılmaya meydan vermek istemeyen

eski zihniyetin muhafazakâr tesirleridir. Yani kabahat halkın ve memleketin değildir, belki

halk ve memleket idaresinin başında bulunan bizlerindir.” Nadi, Meclis’in “hükümet-i

merkeziyesinin” yakasını henüz Babıâli kalıntılarından kurtaramadığını söyler. “Zaten

Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun ifade ettiği yeni halk idaresi muvacehesindeki tereddüt ve

hayretin belli başlı sebebi de budur.”590 Millet ne bir şahıs ne de bir sınıftır. Millet aynı dili

konuşan, aynı medeniyete aynı tarihe, aynı menfaatlere sahip bir camia demektir.591 Esat,

Osmanlı yönetim tarihinin “şeklen teşkilat yaparak” halkın ve devletin ileriye

götürülemeyeceğinin göstergesi olduğunu söyler. Aksine mali durum gittikçe

kötüleşmiştir. Çünkü hiçbir değişiklik halkın ihtiyaçları göz önünde bulundurularak

yapılmamış, ülkenin asıl sahibi olan ve onu “omuzlarında taşıyan Mehmetçik” her gün

biraz daha ezilmiştir. Esat’ın Mehmetçik tanımı, içerisinde bir sınıf ayrımını barındırır.

Mehmetçik kelimesi, ülkede köylü ve çiftçilikle geçinerek üretimi gerçekleştiren ve

Osmanlı toplumunu doyuran, hayatlarının neredeyse tümünü savaşlarda geçirerek ülke

savunmasına katılan, anadili Türkçe olan herkestir. Ve Esat’a göre “ortada bir hakikat

varsa o da Türk’ün daima ezilmiş olmasıdır.” İşte bu nedenle de Osmanlı

İmparatorluğu’nun özellikle de son 200 yılında halk sefalete sürüklenmiş ve nihayet

İmparatorluk yıkılmıştır. Bugün ise, yeni kurulacak olan devletin “hareket felsefesi,

mefkûresi Mehmetçiğin hakkının temin edilmesi olmak icab eder.” Çünkü “yarının Türk

birliğini ancak bu siyaset yaratacaktır.” 592

İngilizler Yunanlıların hezimeti üzerine sözde “katliam yapılmasına mani olmak ve

(muhtelif) mıntıkalarda bulunmak bahanesiyle” fakat aslında buraya “hafif ve ağır toplar

sevk edebilmek için” Mudanya’ya bir alay İngiliz askeri göndermişlerdir. “İngilizler

Mudanya’ya çıkınca bütün mühimmatı cephaneleri Yunanlılara teslim etmiş ve

589 İzmir Mebusu Mahmud Esad, “Türkiye devletinde idare siyaseti”, 12 Mayıs 1921. 590 Yunus Nadi, “Teşkilat-ı Esasiye’ ye Göre İdare”, 6 Mayıs 1921. 591 Mahmud Esad, “Mehmetçiğin Hakkı”, 8 Mayıs 1921. 592 Mahmud Esad, “Mehmetçiğin Hakkı”, 8 Mayıs 1921.

191

askerlerinin bir kısmını geri çekmemişlerdir.” 593 İngiltere’nin barış görüşmeleri sırasında

Yunanlılara daha fazla yardımda bulunmayacağına dair verdiği sözün güvenilir olmadığı

düşünülmektedir. Londra Konferansı’na katılanlardan biri olan Nadi, heyet “daha

Roma’da iken İngiltere’nin Mısır’daki malzeme-i harbiyesi fazlasını Yunanlılara verdiğinin

öğrenildiğini” ve bu durumun derhal protesto edildiğini söyler. “İngiltere, dünyanın gözüne

kül sürmek istemiş ve fakat işte siyasetinin foyası da iki günde meydana çıkmıştır.” Heyet

Türkiye’ye döndüğünde İkinci İnönü Zaferi’nin yalnızca Yunanlılara değil, İngilizlere karşı

da kazanıldığını öğrenmiştir. Bütün bunlar, Nadi’ye göre “yeni bir aldatma siyasetinin”

açılımlarıdır. Çünkü yardımların devam ettiğini “Fransız ve İtalyan gazetelerinin neşriyatı

da dünyaya bağırmaktadır.” “İngiltere şark siyasetinde hala Türkiye’yi ezebilmek

gayretinden feragat etmemiş ve arz ettiğimiz şekillerdeki yalan ve dolanları ile hala o

siyaseti yürütmeye çalışmakta bulunduğunu göstermiştir. Fakat şurası hakikattir ki

İngiltere bu yolda mağlubiyete mahkûmdur. (…) İngiliz siyasetinin bu defa saman altından

yürütmek istediği sular tamamen açığa vurmuş ve İngiltere ipliği bir daha pazara

çıkmıştır.” Ve İngiltere bu siyasetinden vazgeçmediği müddetçe Türkiye için Batı’da bir

barış anlaşması imzalayabilmek mümkün değildir.594

Halide Edip’in, Ankara’da kurduğu bir hayır kurumu ile “istiklal muhaberesinde şehid

düşen kahramanların yetim evlatlarına analık vazifesi görmek üzere” ülke kadınlarını

davet eden telgraflarını yayınlayan Yeni Gün, davetin gördüğü büyük ilgiden

memnuniyetini dile getirmektedir.595 Pierre Lotti de yabancı bir gazetede yayınladığı bir

makalesinde İngilizleri “küstahane surette riyakar ve yalancı” olarak nitelemekte, “Yunan

milletini sonuna kadar müdafaa ve himaye etmeden evvel düşünmeleri gerektiği”

konusunda uyarmakta ve bu sözleriyle Nadi’nin görüşlerini desteklemektedir.596

Mahmut Esat, bir yandan İslam felsefesinin devletin onu oluşturan halkın her türlü

ihtiyacını temin etmesi gerektiği yolundaki hükümlerine ve gerek de Hegel (devletin varlık

sebebi halkın iradesini hakim kılmaktır), Fichte(devletin hedefi öncelikle herkesin hakkına

düşen payı alması, mülkiyetini sağlaması sonra da onu korumasıdır), Lasal (devletin

görevi toplumu sınıfların esaretinden kurtarmaktır) gibi Batılı düşünürlerin devlet

felsefelerine dayanarak, Türkiye’nin “camiavi bir idareye muhtaç” olduğunu kanıtlamaya

çalışmaktadır. Meclis’in ve hükümetinin en önemli görevi “Türkiye’yi her hangi bir

593 “İngilizlerin Yeni Yardımları”, 9 Mayıs 1921. 594 Yunus Nadi, “İngiliz Siyaseti ve Biz”, 9 Mayıs 1921.595 “İstiklal şehidi evlatlar ve anaları”, 9 Mayıs 1921. 596 “Pierre Lotti’nin Ulvi Bir Hitabesi Daha”, 10 Mayıs 1921.

192

sistemin, idarenin esiri olmayan hür ve mesut Türkiye’yi yaratmaktır.”597 Esat, öteden beri

Osmanlı toplumunda “halk kendisini idare edemez, bir veliye muhtaçtır” anlayışının

“yerleşip kaldığından” yakınmaktadır. Fakat “bu tehlikeli nazariye bugün aynı manayı

ifade edemez.” Halk idaresi tabiri bazı çevrelerce yanlış ve kötü niyetli olarak

yorumlanmış ve devletin en başından beri ihmal ettiği tabakanın devletin başına

geçirilmesi ya da bir tür “yağmacılık” olarak tanımlanmıştır. Fakat aslında bu idare “biz de

Anadolu köylülerini, daima inleyen sürünen bu mazlum insan kitlesini mesut edecek olan

idare ve teşkilatı kurmak demektir. Onu düşünecek kimseleri onun mukadderatı idareye

salahiyet ve kudret sahibi kılmaktır.” 598

Zonguldak’tan 17 Mayıs tarihiyle bildirilen habere göre, Yeni Gün’ün yayınları sayesinde

“Türk ve Müslüman efkâr-ı umumiyesinde her gün biraz daha mahiyet ve hadiselerin

teşhir edildiğini gören Hürriyet ve İtilaf Fırkası ve yaranı İngilizlere ve saraya verdikleri bir

jurnal ile Yeni Gün’ün men-i ithalini rica etmişlerdir.” İstekleri yerine getirilmiş ve gazete

yasaklanmıştır. Gazete ise halkın ilerleyişine ve gerçeklerin ortaya çıkarılmasına hiçbir

kuvvetin engel olamayacağını belirtmiştir. 599

İcra Vekilleri Heyeti “durup dururken istifa etmiştir.” Buhranın asıl sebebi ise, halkçılık

zihniyetinin henüz zihinlerde yer edememiş olmasıdır. Fakat Türkiye “artık doğrudan

doğruya Türk milletinin hükümran olacağı yeni bir devre dâhil bulunmaktadır.” Ve artık her

şey “elinde saban tarlasında çalışan ve şu haliyle dahi dünya işlerinde harikalar yaratan

mütevazı ve kahraman Mehmetçik” içindir.600

Cemal Hüsnü, ülkenin ekonomisinin iyileşmesi için temel olarak köylünün zenginleşmesi

gerektiğini savunmaktadır. “Köylünün zenginleşmesi ve çoğalmasının yolu da, ürününü

asgari maliyetle üretip, azami fiyatla satabilmesindedir” Bugüne kadar uygulanan iktisadi

siyaset ise “mahsulât fiyatını düşürmek memur ücretlerini (tezyid) etmektir.” Hâlbuki

maaşın arttığı ölçüde fiyatlar da artarsa memur maaşlarına zam yapmanın anlamı yoktur.

Çözüm “say erbabına imtyazlar temin edilmesi, mahsul mesailerine fazla kıymetler

verilmesidir.” Bu şekilde köylünün elde edeceği fazla servetten bütün millet istifade eder.

İşçi ücretleri artar, köylünün hayat şartları iyileşir. Köylü “kendi mekteplerini kurar” ve

“Yavaş yavaş sanayi yüzünü gösterir. Milletimizin yüzde doksanı cismen, ahlaken, fikren

yükselir. Hepimiz kurtuluruz. Memurlar da istifade eder” demektedir.601

597 Mahmut Esat, “Yeni Camia İdaresi”, 15 Mayıs 1921. 598 İzmir Mebusu Mahmut Esat, Halk Saltanatı 21 Mayıs 1921. 599 “Yeni Gün Memnu”, 19 Mayıs 1921. 600 Yunus Nadi, “Buhranın sebebi”, 20 Mayıs 1921. 601 Cemal Hüsnü, “Köylü İktisadı ve Memurlar”, 6 Haziran 1921.

193

Mahmut Esat, yapılan tüm düzenlemelere rağmen halkın okumadığından, okuryazar

oranının düşük olduğundan şikâyet etmektedir. Oluşturulan eğitim programının, “umumi

milli servetimizin istihsalinde en mühim amil olan çocuğu sabahtan akşama kadar iktisadi

faaliyet sahnesinden çekmekte ve mektebin duvarları arasında kapamakta” olmasını

eleştirmektedir. “Çocuğun babasının ikinci bir uşak tutmaya hali vakti müsaid değildir ki

evladının sabahtan akşama kadar mektebde kalabilmesine muvaffakiyet edebilsin”

diyerek, programda değişiklik yapılmasını istemektedir. Ayrıca ordu da halkın eğitilmesi

konusunda varlık göstermelidir. Ordudaki okuryazar kişiler, her gün iki üç saatlerini

diğerlerini eğitmeye ayırırlarsa, üç sene süren ilk askerlik sonucunda asker evine köyüne

dönerken “bambaşka bir zihniyetle” dönecektir.602

Askeri zafer kazanılmıştır fakat asıl savaş şimdi başlamaktadır. Cephede zaferi kazanan

Türk askeri şimdi de tarla da iktisadi, mekteplerde içtimai bir muhabere açmaya

mecburdur. Türkiye’nin başarısı “içtimai ve iktisadi muharebede göstereceğimiz kabiliyet

ve muvaffakiyete bağlıdır.” Dünyanın “girdiği yeni hayat ve medeniyetin kat ettiği yarım

asırlık yol” içerisinde var olabilmek için, “kendimizi onlara uydurmaya mecburuz” der

Zekeriya Sertel. Yeni Gün’ün kendisini “harbten çıkan milletlerin kendilerini yeni hayata

uydurmak için ne gibi vesaite müracaat ettiğini ve bunların bizim için kabul-u istifade olan

safhalarını tetkik ve tesbite memur ettiğini” söyleyen Sertel, “yarının banilerine bir yeni

temel taşı hazırlayabilirsem bu benim için en büyük saadettir” diyerek çözüm önerilerini

sıralamıştır. Sertel’e göre öncelikle bir “istikbal komisyonu” kurulmalıdır. Bu komisyon,

otokrasi, teokrasi gibi yönetimlere son verilerek nasıl demokrasinin kurulabileceğini, yeni

nesillere demokratik bir terbiyenin nasıl verileceğini, halkın “şuursuzca bir dindarlıktan”

nasıl kurtulacağını araştırmalıdır. Üretimin nasıl arttırılıp, hangi yollarla sevk edilmesi

gerektiği, halıcılık, dokumacılık gibi faaliyetlerin ne şekilde ilerletilip, Avrupa’ya ve

Amerika’ya nasıl tanıtması gerektiği, vergilerin kimden ne oranda alınacağı, “hükümet

kasasından geçinmek için kendisinde hak gören muhacirin” durumunun ne olacağı

konuları da bu komisyonun karar vermesi gereken konulardır. Bu komisyonun yetkileri de

geniş olmalı, “askeri erkan-ı harb heyeti muharebede ne vazife görüyorsa, bu da içtimai

ve iktisadi sahada aynı rolü oynamalıdır.” Bu şekilde “bütün milleti aynı kumanda altında

hareket eden bir ordu şeklinde edecektir.” 603

602 Mahmut Esat, “Halk Saltanatı, Türk Muallimleri Kongresine”, 15 Haziran 1921603 Mehmet Zekeriya, “İçtimai ve İktisadi Seferberlik”, 26 Haziran 1921.

194

İzmit alınmış,604 İtalyan işgal kuvvetleri Antalya’yı tahliye etmiş,605 Bursa’daki Yunan işgali

bir yılını doldurmuş,606 Son Yunan taarruzu Bursa cephesinde başlamıştır.607 Savaş

muhabiri olarak cepheye gönderilen Kemal Salih, İsmet İnönü’nün karargâhına gitmiş ve

izlenimlerini aktarmıştır. Yeni Gün’ün Salih’i buraya göndermesi, haberin oluştuğu yerde

gözlemlenerek aktarılması anlamında gazetecilik yöntemi açısından önemlidir. Salih,

İsmet Paşa halka kendisini sevdirdiğini, halk desteğinin büyük olduğunu ifade

etmektedir.608 Son Yunan taarruzunun başlamasıyla gazetede fikir yazılarına ara verilmiş,

savaşa ve sonucuna, dış basının yorumlarına ve halkın inancını canlı tutmaya odaklanan

haberlerin sayısında artış olmuştur. Yeni Gün, savaş sırasında Türk kuvvetleri tarafından

esir alınan askerlerin onda sekizinin “şimdiye kadar Türk hâkimiyeti altında yaşayan” yerli

Rumlar olduğunu bildirmekte ve İstiklal Mahkemesi’nin bu Rumları idama mahkûm etmesi

gerektiğini ifade etmektedir.609 Yeni Gün, halkın gazilere karşı “boynunun borcunu

ödemesi” gerektiği yolunda bir haber yayınlamak ihtiyacı hissetmiştir.610

İtalya’da yayınlanan Corierra della Sera gazetesi, “Eğer Sevr geriye alınmaz, İzmir,

İstanbul sahib-i asıllarına verilmez ise vay dünyanın başına geleceklere!” demektedir.

Bolşeviklerle anlaşma imzalayarak daha da güçlenen “Yeni Türkiye” “ister istemez kainatı

baştan başa tutuşturacak yeni bir felaket-i cihanın amili olacaktır.” 611

Mustafa Kemal Paşa, Anadolu Rumeli Müdafaa-i Hukuk Heyet-i Merkeziyelerine çektiği

telgrafta, Türk ordusunun Yunanlılara 20 binden fazla zayiat verdirerek Eskişehir’deki

yeni mevziilere çekildiğini bildirmiş ve Türk milletinin “yekvücut” olması gerektiğini ifade

etmiştir.612 7–8 Ağustos 1921 Tekâlif-i Milliye emirleri olarak bilinen on emir

yayınlanmıştır. Kurulacak Tekâlif-i Milliye Komisyonları, belirtilen malları toplayarak

kendisine bildirilen cepheye gönderecekti. 613 Nadi, 7 Ağustos 1921’de Mustafa Kemal

imzasıyla yayınlanan beyannameye değinerek Nadi, zafere duyduğu kesin inanç ve

604 “Dün Kahraman Ordumuz İzmit’e Şanlı Sancağımızı Dikti”, 29 Haziran 1921605 “İtalyanlar Antalya’mızı tahliye ettiler”, 7 Temmuz 1921. 606 “Bugün Bir Sene Oluyor ki Güzel Bursamız Düşmanın Pay-ı (Telvisi) Altındadır”, 8 Temmuz 1921607 Son Yunan Taarruzu Başladı: İki buçuk aydan beri bilenen kılıçlarımız hamdolsun düşmana son kahır darbeyi indirmek fırsatını buldu, 11 Temmuz 1921. 608 Kemal Salih, “İsmet Paşa Karargâhında”, 19 Temmuz 1921609 “Hainler Asılmalıdır”, 30 Temmuz 1921. 610 “Evinizi yakmak, bütün mal ve mülkünüzü imha etmek, ailenizin kız kızan namusuna tecavüz etmek, çocuğunuzu süngülemek, kendinizi öldürmek isteyen bir düşmandan sizi kurtarana karşı şüphesiz ki hayatınızı borçlusunuz. Bu kahraman adama karşı hiçbir şey esirgeyemezsiniz. Onun en ufak bir arzusunu dahi tatmin eylemek sizin için en büyük saadet olur. Bunda herkes müttefiktir değil mi? Şüphesiz evet!..Yanı başınızda hastanelerde yatan…borcumuzu ödeyelim.” “Vazifemizi Unutmayalım”, 3 Ağustos 1921.611 “Corierra della Sera” nın Mühim Bir Makalesi, 29 Temmuz 1921.612 Mustafa Kemal, “Bütün Millet Yekvücut Olmalıdır”, 2 Ağustos 1921. 613 Bu emirler, şehirler, kasabalar ve köylerdeki her evden birer kat çamaşır, birer çift çorap ve birer çift çarık hazırlayarak komisyona teslim edecektir. Diğerleri için bknz.: Tevfik Çavdar, Türkiye Ekonomisinin Tarihi 1900-1960, Ankara, İmge Kitabevi, 2003, s.144 – 147.

195

bunun için halkın maddi ve manevi tüm gücünün seferber edilmesi gereğinden

bahsettiğine değiniyor.614 Tekâlif-i Milliye Komisyonu’nun kararı gereğince üç gün içinde

halk, “tüfekler, tabancalar ve bunlara mahsus cephaneler müstesna olmak üzere bütün

silah ve cephanelerini hükümete teberru edecektir.” Yeni Gün, bu kararı destekleyerek,

“Düşününüz ki bugün hükümete teslim edeceğiniz silahlar yarın düşmana kurşun atacak”

demektedir.615 Tam ortasında sayfanın uzunluğu ölçüsünde bir İsmet Paşa fotoğrafı

yayınlanmış olan makalesinde Yakup Kadri, İsmet Paşa ile yaptığı görüşmeyi uzun uzun

anlatmaktadır. Buna göre Paşa, İstanbul basınının Anadolu lehine yaptığı yayınlardan

memnuniyet duymakta ve “artık bundan sonra düşmanlarımız anlamalıdır ki İstanbul ile

Anadolu halkı arasında hiçbir ihtilaf yoktur. Biz kuvvetimizi bu manevi birlikten alıyoruz”

demektedir.616 Said Hikmet, bir yıl önce Hadi Paşa ile Rıza Tevfik’in imzaladıkları Sevr

Anlaşması’nı hatırlatmakta, 1 yılda siyasi, askeri ve toplumsal alanda önemli ilerlemeler

kaydedildiğini ve “Sevr’in parçalandığını düşmanlar dahil herkes kabul ettiğini”

söylemektedir.617 “Nihayet baş aşağı dönecek olan Konstantin” alt başlığı ile yayınlanan

ve Konstantin’in baş aşağı olarak fotoğrafı basıldığı haberde, “Umanite” gazetesinde

“Yunan milleti sulh istiyordu, Konstantin harb istedi” başlığı ve Demeter Burus imzasıyla

yayınlanan bir makalede, Yunan Kralı Kostantin’in, Venizelos’un siyasetini takip ederek,

“sulhu özleyen, komşularıyla ve bilhassa Türklerle iyi geçinmek isteyen Yunan milletini”

aldattığı yer almıştır. Fakat “ağır uykuya daldırılan Yunan milleti ağır ağır uyanmakta ve

Yunanistan’ın her ucunda isyanlar baş göstermektedir. Bu ufak kıvılcımlar birleşirse

felaketin ehemmiyeti ve azameti kendiliğinden görülecektir” denmektedir.618 “İstanbul’da

şimdiye kadar muhalefet namı altındaki maddi ve manevi bozgunluğu idare eden bu gibi

kimseler” bile son Yunan taarruzunun ardından “bütün Türkler ve Müslümanlar arasında

emel ve amelde birlikten bahsetmektedirler.”619 Batı kamuoyu “yola gelmeye başlamıştır.”

Bir Fransız gazetesi Fransızlar için en iyi müttefikin Türkler olduğunu yazarken,

İngiltere’de yayınlanan Times gazetesi de Sevr Anlaşması’nın tadil edilmesi gereği

üzerinde durmaktadır.

İmzalanan anlaşmayla yeni bir döneme giren Türk-Rus ilişkileri, Yunanistan’ı tedirgin

etmektedir. General Breslof’un Erzurum yoluyla Ankara ya hareket ettiği haberi “Atina’da

top gibi patlamıştır.” “Harbiye Komiseri Troçki” ise “ne olursa olsun Yunan kuvvetlerinin

614 Yunus Nadi, “Zafer İçin Her şey”, 9 Ağustos 1921. 615 “Duymadık Demeyiniz, Silah ve cephanelerimizi teberru ederek milli vazifemizi yapacağız”, 11 Ağustos 1921.616 Yakup Kadri, “İsmet Paşa”, 10 Ağustos 1921617 Said Hikmet, “Kara Gün, Umarsız Bir Muahedenin Yıldönümü Münasebetiyle ”, 11 Ağustos 1921 618 “Millet Sulh İsterken, Kral Harb İstedi”, 5 Ağustos 1921. 619 “Yola geliyorlar, Muhalifler bile artık Türkler ve Müslümanlar arasında – Emelde ve amelde birlikten bahse başladılar”, 5 Ağustos 1921.

196

Anadolu’dan kovulacağının şüphesiz olduğunu kati bir lisan ile beyan etmiştir.” “Ayrıca,

“Rusya Şuralar Cumhuru Moskova telsiz telgrafıyla Rusya’daki tüm askeri malzemelerin

Anadolu emrine amade olduğunu bir beyanname ile dünyaya ilan etmiştir.” 620

Son günlerde Adana’da faaliyete geçen Ermeni ve Asuri çeteleri Adana civarındaki

Akbeyli, Yalmanlı köylerini basarak ahaliyi soymuşlar ve birkaç kişiyi de katletmişlerdir.621

Son birkaç günden beri gelen resmi tebliğler batı cephesinde bir hareketlilik yaşandığını

ve bu hareketliliğin artacağını haber vermektedir.622

III.2) KAYSERİ GÜNLERİ (1 EYLÜL 1921 – 7 EKİM 1921)

Yunan ordusu tekrar taarruza geçiyordu. Afyon düşüyor, düşman birlikleri Haymana

Ovası’na sarkıyordu. Ankara da düşebilirdi. Bu ihtimal karşısında Ankara boşaltılmaya

başlandı. Meclisin çalışmalarına Kayseri’de devam edebilmesi için ilk hazırlıklar

yapılıyordu. Ankara’nın iki gazetesi görev bölüşümü yaptı. Hâkimiyet-i Milliye kalacak,

Yeni Gün Kayseri’ye gidecekti. 19 Mayıs 1921 akşamı “göçebe matbaa” tekrar yolculuk

hazırlıklarına başladı. (Coşar 1972: 185, 186; İnuğur, 1978: s. 320; Baykal, 1990: s. 215)

Coşar, matbaanın taşınmasını şu sözlerle tarif ediyordu:

“Makinist Halil, makineyi söküyor, sermürettip Kamil ile mürettip Mehmet Ali, Fehmi ve Hami harf kasalarını paketliyorlardı. Ankara’dan ayrılmayan Yunus Nadi, kendisine vedaya gelen yazı müdürü Kemal Salih’e kalınca bir zarf uzatmış, ‘Orada gazeteyi yalnız başına idare edeceksin. Karşılaşacağın müşküllerin devası bu zarf içindedir’ demişti. 22 yaşındaki gazeteci zarfı açtığında ilk sahifede şu başlığı görmüştü: ‘Kemal Salih Bey’e talimatnamedir’ . Nadi, çıkması muhtemel her müşkülü ortaya döküyor, bu hallerde ne şekilde hareket edileceğini etraflıca anlatıyordu. Diyordu ki: ‘Davayı millide umumun takip edeceği hattı hareket hakkında rehberlik yapılmakla birlikte halkın bu yoldaki faaliyetlerine aledderecat fazla kıymet verilmek ve mesela ahaliden biri bir şey yapmışsa (aferin filana) ve kazalardan biri bir şey göstermişse (gördünüz mü hamiyetli kazayı) gibi diğerlerine mucibi imtisal ve teşvik olacak yazılar yazılmak lazımdır. Bununla beraber eksik cihetlerin tenkidinde de tereddüde mahal görülmemelidir. Hususile icraat hükümete ait olunca onda bihakkın mütecellid davranılmak icab eder. Kayseri’ye uzanan yolda iki tahta araba ve 10 kağnıdan kurulu bir konvoy görülüyordu. Öküzler mecalsiz… Üç tonluk Augsburg’u elden

620 “Hususi İstihbaratımız: Anadolu Harbi ve Türk-Rus İttifakı”, 11 Ağustos 1921621 Adana Civarında Ermeni ve Asuri Çetelerinin Mezalimi, 14 Ağustos 1921622 “Büyük Muharebelerin Başlangıcındayız, Allah’ın İnayetiyle Zafer Bizimdir”, 19 Ağustos 1921

197

geldiği kadar küçük parçalara bölüp, harf kasalarıyla beraber kağnılara dağıtmışlardı. Hayvanların bu yüke dayanamayıp çatlamaları korkusu içinde mümkün olduğu kadar yavaş gidiyor, her subaşında mola veriyorlardı. İki tahta arabada da Yunus Nadi’nin eşi ile 4 çocuğu (Nadir, Doğan, Nilüfer, Leyla) ve Ankara’da kalan milletvekili İbrahim Süreyya (Yiğit)’in eşi vardı. Mola vere vere on günde Kayseri’yi bulabilmişler hemen mürettiphaneyi kurup Yeni Gün’ün ilk Kayseri nüshasını hazırlamışlardı. Parçası eksik olan baskı makinesini getirdikleri şekilde paketler içinde bırakıp sahifeleri vilayet matbaasına hamallarla taşıtmışlardı.” 623

Yunus Nadi, Kemal Salih’e bir talimatname vermiştir. Buna talimatnamede gazetenin

izleyeceği çizgi, “Misakı Mili hudut hukukunun behemehal istihsal edileceği hakkında çok

derin bir kanaat ve imana sahip olması ve o kanaat ve imanı bütün kuvveti ile tecelli

ettirmesidir.” Ayrıca Nadi, “Mustafa Kemal Paşa’nın başkumandanlığı vesaire gibi

hadisatı mühime içerilerde layıkıyla bilinmiyor. Binaenaleyh bunlar eski şeylerdir

denilmeyerek güya hiç bilinmeyen bir muhite hitap ediliyormuş gibi adeta yeniden ve

malum heyecanlarıyla mevzubahis edilmelidir” diyordu (Coşar 1972: 186). Kayseri

sayılarında, hem bu talimatname nedeniyle ve hem de kâğıt sıkıntısından dolayı sayfa

boyutlarının küçülmesinin de etkisiyle başyazıların yerini, cepheden haberleri, savaşa,

istiklal mahkemesi kararlarına dair haberler almıştır. Bu sırada gazete bir fikir gazetesi

olmaktan çok Anadolu ve İstanbul daki durumdan halkı haberdar etme amacına daha çok

yönelmiş gözüküyor. Kemal Salih’in muhtemelen çoğu zaman başyazı yazmaya zamanı

olmuyordu. Dış politika ve diğer devletlerarası ilişkilere dair haberler neredeyse hiç

yoktur. Dış basından sadece savaşı ilgilendiren gazete haberleri ve savaşa dair bazı

makaleler ile Türkiye ile ilgili çeşitli kararlar, görüşlere yer verilmiştir. Kemal Salih Sel,

Yeni Gün’ ün Yazı İşleri Müdürlüğünü yürütürken bir yandan da, mizah üstadı ve şair

Hüseyin Suat ile birlikte Ankara’da Kalem adlı bir mizah dergisi çıkarmıştı. Kalem,

Sakarya Savaşı sırasında Ankara boşaltılırken kapatılmıştı (Coşar 1972: 185).

1 Eylül 1921 Perşembe tarihli sayısında “Muhterem Karilerimize” başlıklı imzasız yazıyla

okuyucularına şöyle seslenmektedir:

“Yeni Gün bugünden itibaren Kayseri’de de intişara başlıyor. Ankara’daki Yeni Gün ile buradaki Yeni Gün aynı yolun yolcusu aynı gayenin hadimidirler. İkisi birbirinden ayrılmaz bir kelamdır. Maksadımız milletimizin heyecanla mütenasip olarak neşriyat sahamızı genişletmek, Anadolulu karilerimizi daha yakından daha çabuk daha kolay kendi mevcudiyetiyle alakadar etmektir. En başlı emelimiz

623 Ömer Sami Coşar, Milli Mücadele Basını, Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, Ankara, 1972, ss.186, 187.

198

mukaddes yurdumuzun düşman ayaklarından bir an evvel kurtulmasını temin için elimizden geldiği, gücümüzün yettiği kadar kalemimizle çalışmaktır. İnşallah Anadolu’nun kurtulması pek yakındır. İnşallah o yakın olan halas günlerinde de yine kalemimizle halkımızın yükselmesine çalışacağız. Allah bizimledir.”

K. A imzasıyla yayınlanan yazıda düşmanın küçümsenmemesi, halkın birlik içinde

bulunarak hem içte hem de dışta verdiği savaşın haklılığını kanıtlaması gerektiği

belirtilmiştir.624 Cepheden gelen haberlere göre sükûnet devam etmektedir. “Düşman son

derece bitap bir vaziyettedir.” Yunanlılar bir haftadır resmi tebliğ yayınlamamaktadırlar.

Yeni Gün bunu durumlarının kötüleşmesine ve savaşı kaybetmek üzere olmalarına

bağlamaktadır.625 Gazete, Gaziantep mebusu Kılıç Ali’nin içinde bulunduğu pek çok

mebustan oluşan İstiklal Mahkemesi’nin yakında Ankara’dan hareket edip, Kırşehir,

Çorum’dan sonra Kayseri’ye geleceğini bildirmektedir.626 Yunanlıların bir süredir resmi

tebliğ yayınlayamıyor olmasına atıf yaparcasına, resmi tebliğler, sayfa ortasında ve büyük

harflerle yazılmış başlıklarla verilmektedir.627 7 Eylül 1921’de Yeni Gün, Refet Paşa’nın

açıklamasına dayanarak savaşın ikinci safhasının başladığını bildirmekte ve yeni bir zafer

kazanılacağını müjdelemektedir.628 Ordunun takviye edilmesi için “297, 298, 299

tevellütlüler” silâhaltına davet edilmektedir.629 Savaş tüm hızıyla sürdüğü sıralarda Yeni

Gün’ün Kayseri sayılarının tümünde “Vaziyet-i Harbiye ve Harekât-ı Askeriye” başlığı

altında “Mütehassıs-ı Askeri” imzasıyla cepheden haberler verilmiştir.

Müdafaa-i Milliye Vekili Refet Paşa, cepheye yaptığı ziyaret sonrasında Meclis’te yaptığı

konuşmada, “Harbde silahlarımız muvaffak olmuştur, Düşmanın kuvva-i taarruziyesi

kırılmıştır, Harbin ilk mühim safhası lehimizde neticelenmiştir.” 630

6 Eylül tarihli resmi tebliğ Yeni Gün sayfalarında ancak 8 Eylül’de yayınlanabilmiştir. Buna

göre “düşman taarruzları tamamıyla kırılmıştır.” Düşman bir daha taarruz edemeyecek

hale getirilmiştir.631 Gece yarısından sonra savaş muhabirinden gelen telgraf da bunu

624 (K. A.), “Düşmanı Mühimsememezlik Etmemelidir”, 2 Eylül 1921.625 “Dün gece gelen yeni malumat: Cephedeki en son vaziyet”, 5 Eylül 1921.626 “İstiklal Mahkemesi Yakında Şehrimize Gelecek”, 5 Eylül 1921.627 “Resmi Tebliğ”, 6 Eylül 1921. 628 “Harbin İkinci Safhası Başladı, Bu Defada Düşmanı Mağlup Edeceğiz”, 7 Eylül 1921. 629 “Silah Başına”, 7 Eylül 1921. 630 “Refet Paşa hazretlerinin beyanatı: Düşmanın kuvva-i taarruziyesi kırılmıştır”, 6 Eylül 1921.631 “Düşmanın Tard Edildiği ve Geriye Doğru Hareketi Resmi Tebliğle de Teyid Etmektedir”, 8 Eylül 1921.

199

doğrulamaktadır. 632 Askeri durumun aleyhlerine gelişmesi üzerine “Yunan gazetelerinin

sesleri kısılmış gibidir.” Patris gazetesi harekât-ı harbiyenin plan mucibince cereyan

ettiğini söylüyor. “Filhakika Yunanlılar yüksekten atıp tutmak imkânı kalmadığı zaman

daima plandan bahsederler.” 633 “On beş günden beri devam eden düşman taarruzunun

kahramane suletlerle püskürtülmesi” ve düşmanın geri çekilmeye mecbur bırakılması

“İzmir ve havalisindeki Rumlarla Yunanlılar üzerinde pek fena tesirat ika eylemiştir.” Artık

İzmir ve civarında her gün yapılan gösterilerden eser kalmamış, palikaryaların başları

eğilmiştir. 634

9 Eylül’de zaferin adı konmuş ve haberi verilmiştir: “Sağ ve sol cenahta başlayan mukabil

taarruzlarımız üzerine düşman perişan bir surette kaçmaya başlamış, kahramanlarımız

mağlup düşmanın siperlerine girmiştir. Mukabil taarruzumuz devam etmektedir.”635 İki

gün sonra ilk sayfada logonun hemen altında büyük harflerle verilen bilgiye göre,

Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, “düşmanın kati mağlubiyeti kabul ettiğine

hükmetmiştir.” Kemal Salih, ordunun “Birinci ve ikinci İnönü muzafferiyetinden,

Dumlupınar’daki büyük galibiyetinden sonra şimdi de Sakarya zaferini kazandığını”

bildirmektedir. Salih, Mütareke dönemindeki durumu hatırlatarak “İki sene evvel

cenazemiz için kefen hazırlanmış, mezarımız kazılmıştı. Bugün o kefeni yırttık ve o

mezarı kapadık. İki sene evvel bizim ölüm kefenimizi hazırlayanlar iki sene sonra bugün

bize hayat elbiseleri dikmek için ellerini uzatıyorlar” demektedir.636 Bu sırada Türk

kuvvetlerinin taarruzu tüm şiddetiyle devam ederken, düşman geri çekilişini sürdürmekte

ve geçtiği köyleri yakmaktadır.637 13 Eylül 1921’e gelindiğinde Yeni Gün, ortasına

büyükçe bir Mustafa Kemal Paşa fotoğrafı yerleştirdiği haberiyle “21 günlük büyük

muharebenin” Türk ordusunun zaferiyle sonuçlandığını bildirmektedir: “Perişan bir surette

kaçan düşman ordusu kahramanlarımızın suleti karşısında binlerce maktul terk ederek

binlerce malzemesini bile bırakarak, yüzlerce esir vererek mekhur ve mağlup olmuştur.

Ordumuz inayet-i hakla daha büyük zaferlerin arifesindedir. Düşmanı pek yakında güzel

İzmir’imizden de atacağız.” 638 Ordu ilerleyişini sürdürmektedir. Sakarya Zaferi Ankara’da

büyük sevinç yaratmış, şehir bayraklarla donatılmış, Meclis önünde toplanan binlerce kişi

632 “Düşman Çekiliyor, Cephede Sükûnet Var”, 8 Eylül 1921. 633 “Artık Sesleri Kısıldı”, 8 Eylül 1921. 634 “Eskişehir’i tahliyeye mi hazırlanıyorlar?”, 8 Eylül 1921. 635 “Sakarya Zaferi”, 9 Eylül 1921.636 Kemal Salih, “Milletin Azmi”, 11 Eylül 1921. 637 “Taarruzlarımız Muvaffakiyetle Devam Ediyor, Dün Duatepe, Çekirdeksiz ve Üçpınar’ı işgal ettik”, 12 Eylül 1921. 638 “Büyük Sakarya Meydan Muharebesi Kahraman Ordumuzun Tam Bir Zaferiyle Nihayet Bulmuştur”, 13 Eylül 1921.

200

konuşmalar yapıp, dualar etmiştir.639 Sakarya’nın batısına geçen Türk ordusu Yunan

kuvvetlerini izlemeye devam etmektedir.640 Düşman çekildiği yerlerde maddi ve manevi

zararlara yol açmaya devam etmektedir.641 Bazı köylerde bir binaya doldurularak yakılmış

insan cesetlerine rastlanmaktadır. Resmi Tebliğ, Türk askerlerinin Sakarya’yı çeşitli

mahallerden yüzerek geçtiklerini bildirmektedir.

16 Eylül 1921 tarihli Yeni Gün’de Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’nın emirnamesi ile

seferberlik ilan edildiği bildirilmektedir. “Mağlup düşmanı Anadolu içerisinde en son

neferine kadar imha için ilan edilen bu seferberlikte” gerek duyuldukça, Müdafaa-İ Milliye

Vekâleti’nin belirlediği çeşitli sınıflar silâhaltına çağrılacaktır.642 Başkumandan Mustafa

Kemal Paşa, “cepheden avdetle Ankara’ya muvasalat buyurmuşlar, istasyonda bilumum

vekiller ve mebusan erkan ve rical-i askeriye ve mülkiye ve binlerce halk hazır bulunduğu

halde pek parlak bir surette istikbal edilmişlerdir.” 643

Associated Press muhabirinin İsmet Paşa ile Anadolu karargâh-ı umumiyesinde yaptığı

görüşme aktarılmıştır. İsmet Paşa, mütarekeden sonra tekrar savaşa girişmek

düşüncesinde olmadıklarını ve bu savaşın sorumlularının “beyaz yakalı diplomatlar”

olduğunu söylemiştir. Paşa, Anadolu topraklarına “kendisine öğretilen yegane şey, Kral

Konstantin için harb etmek” olan Yunan köylülerinin gönderildiğini ifade etmiştir.

Muhabirin Türk ordusunda Almanlar ya da Rusşarın olup olmadığı sorusuna ise “Tabii ki

yok, hem siz bunlardan bir nefer gördünüz mü? Onlara ihtiyacımız yok….Harb senelerce

devam edebilir biz buna hazırız” şeklinde cevap vermiştir.644 “Düşman taarruzu

kırılmadan evvel şark muhaberatı hakkında Fransız matbuatında yürütülen mütalaat ve

639 “Ankara’da Meclis-i Milli Önünde Tezahürat”, 14 Eylül 1921. 640 “Bütün Kuvvetlerimiz Her Noktadan Sakarya’nın Garbine Geçmişlerdir, Düşmanı Muzafferen Takip Ediyoruz”, 15 Eylül 1921.641 “Takip ve Tazyik Harekâtımız İnkişaf Etmektedir, Kahramanlarımız Sakarya’yı Yüzerek Geçmişlerdir”, 15 Eylül 1921. 642 “Başkumandanımız Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin Millete Beyannamesi”, 16 Eylül 1921. “Mukaddes topraklarımızı çiğneyerek Ankara’ya girmek ve istiklal-i memleketin fedakar muhafızı olan ordumuzu imha etmek isteyen Yunan ordusu yirmi bir gün devam eden pek kanlı muharebelerden sonra (avn-ı) hakla mağlup edilmiştir. Ordumuzun mukabil taarruza geçmesi üzerine (---) kahraman Türk askerinden kurtulmak isteyen düşman ordusuna aman verilmemiş ve mühim kuvvetleri Sakarya şarkında imha olunmuştur. Masum Türk milletinin hayat ve istiklaline canavarca tecavüz edenlere layık olan cezayı vermek için ordumuz sönmez bir azim ve celadetle vazifesini ifaya devam ediyor. İstanbul’da o zaman kendisine Türk Hükümeti namını veren ve fakat ecnebilere hoş görünmek gayretiyle Türk milletinin en mukaddes menafini ayaklar altına alan, vatan muhitinden mahrum bir takım ricalin caniyane (---nden) bilistifade İzmir’e çıkan düşman, bundan evvel dahi İnönü’nde ve Dumlupınar’da mükerreren Türk azim ve imanı karşısında mekhur ve mağlup edilmiştir. (…) Bizler esasen meşru olan davamızda inayet-i Allah’tan hiçbir zaman ümidimizi kesmedik Hiçbir kimsenin hakkına tecavüz etmek istemediğimiz gibi diğerleri tarafından da hak ve istiklalimize riayet olunmasından başka bir davamız yoktur. Hudud-u milliyemiz dâhilinde mücadele-i ecnebiyeden azade olarak her medeni millet gibi hür yaşamaktan başka bir gayesi olmayan Türk milletinin hakk-ı meşru-u nihayet alem-i insaniyet ve medeniyet tarafından teslim olunacaktır.” TBMM Reisi Başkumandan Mustafa Kemal.643 “Başkumandanımız Ankara’da”, 18 Eylül 1921.644 “İsmet Paşa Hazretlerinin Beyanatı”, 19 Eylül 1921.

201

tahminat” da Türkiye lehinedir artık. Times gazetesi ise bir Yunan erkân-ı harbinin

“Mustafa Kemal Paşa’nın her planı askerlik nokta-i nazarından bir şaheserdir” sözlerine

yer vermiştir.645 Türk ordusu Eskişehir’e iyice yaklaşmıştır ve “düşmana son darbeyi

indirmek” üzeredir.646 Avrupa’daki Yunan memurları barış girişimlerinde bulunmak üzere

“kapı kapı dolaşmaktadırlar.” 647 Eski Yunan Başvekili Venizelos, endişe içerisindedir.

Yabancı bir gazeteye yaptığı açıklamada önce ülkesinin ekonomisinin ne kadar kötü

olduğundan bahsetmiş ve ardından “harekât-ı askeriyenin bir an evvel nihayete

erdirilmesi” gerektiğini söylemiştir.648

Ankara’dan bildirilen habere göre, Malta’da İngiliz esareti altında bulunan on yedi Türk

Anadolu’ya iltihak eylemek üzere firar etmiştir. Firar edenler arasında Ali İhsan paşa, iaşe

nazırı-ı sabık Kemal Bey ve valiler bulunmaktadır.649 İstanbul basınında bazı yazarlar

“tekrar tazyikata başlamış” ve hükümetin kendilerinin aleyhinde “bazı tertibat-ı hafiye

keşfeylediğini” yazmışlardır. Bu yazarlar Yeni Gün’e göre Sakarya zaferinin İstanbul da

haber alınması üzerine, Tevfik Paşa hükümetinin basın özgürlüğünü engellemeye

çalıştığı zannını yaratarak, “hükümetin mevkiinin sarsılmasını temine çalışmaktadırlar.”650

Sivas Kongresi’ni de takip etmiş olan Amerikalı bir Associated Pres muhabiri, Meclis’te

Mustafa Kemal, Halide Edip ve Yusuf Kemal Bey tarafından kabul edilmiştir. Muhabir,

Türk kurtuluş savaşının “Amerika’nın istiklal harbine benzediğini” söylemiştir.

Gözlemlerine göre “Türkler Bolşeviklerden silah ve mühimmat yardımı almakta fakat

“ecnebi herhangi bir murakabe istememektedirler.”651 Meclis, Mustafa Kemal Paşa’ya

gazilik ve müşirlik unvanları verilmiştir.652 Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis’te yaptığı

konuşmada, geçen birkaç ayın değerlendirmesini yapmış ve bir an önce barışın

yapılmasının istendiğini açıklamıştır.653

645 “Büyük Zaferden Evvel Ecnebi Matbuatı”, 19 Eylül 1921. 646 “Eskişehir e Otuz Kilometre Kaldık”, 20 Eylül 1921. 647 “Yunanlılar Sulh İstemeye Başladılar”, 22 Eylül 1921. 648 “Venizelos ‘Aman harb bitsin’ Diyor”, 24 Eylül 1921.649 “Malta’daki Kardeşlerimizin Firarı”, 22 Eylül1921. 650 “Komedi Halini Alan Mahud Hadise”, 25 Eylül 1921. 651 “Milli Mücadelemiz ve Amerikalı bir muhabirin neşriyatı”, 26 Eylül 1921. 652 “Millet Meclisi, Büyük Reisimiz ve Başkumandanımıza Gazilik ve Müşirlik Tevciye Etti”, 27 Eylül 1921. 653 “Efendiler! Sulhen hukukumuzu temin etmek için her vasıtaya tevessül ettik. Bu hususta hiçbir kusur etmedik. Fakat bizim hüsn-ü niyetlerimizi, ciddiyetimizi âlem-i medeniyet nazarında gizlediler. Ve ancak akvam-ı ibtidaiyeye tatbik edilebilir muameleler ile ve çocukça bir takım manasız tehdidler ile bizi karşıladılar. Efendiler, bütün cihanın bilmesi lazımdır ki Türkiye halkı, TBMM ve onun hükümeti uşak muamelesine tahammül edemez. Her medeni millet ve hükümet gibi varlığının, hürriyet ve istiklalinin tanınması talebinde katiyen ısrarcıdır. Ve bütün davası da bundan ibarettir. Biz cenkçi değiliz, sulhperveriz ve bir an evvel sulhun tesisini görmek ve ona yardım etmek isteriz.” “Cenkçi Değiliz, Sulhperveriz, Büyük ve muhterem reisimizin milli meclisimizdeki beyanatlarından”, 28 Eylül 1921.

202

Yunanistan’da Gonaris kabinesi Londra’daki Yunan sefirine barış yapılması için

İngiltere’nin Cemiyet-i Akvam da girişimlerde bulunmasını sağlamasını emretmiştir.

Yunan sefiri bu emri yerine getirmiş fakat sonuç henüz belli olmamıştır.654 İngiliz ve

Fransız gazeteleri İzmir’in Türkiye’ye iade edilmesi gerektiğini belirten yayınlar yapmaya

başlamışlardır.655 “Rus hariciye komiseri Çiçerin yoldaş”, TBMM Hükümetine gönderdiği

bir telgrafla Sakarya Zaferi’ni tebrik etmiş ve “Türk milletinin emperyalizme karşı olan

mücadelesinde” onun yanında yer alacaklarını bildirmiştir.656 Doğu’daki “keşmekeşin

devamı bütün Avrupa’nın sulh ve sükûnetini ihlal edecek bir mahiyette” olduğundan ve

Türk ordusu birbiri ardına zaferler kazandığından, İngiliz Hükümeti, Sevr Anlaşması’nın

tadili meselesi üzerinde düşünmeye başlamıştır.657 Karmiras adlı Ermenice yayın yapan

bir gazete başmakalesinde “Bugün Anadolu da mağlup olan yalnız Yunan değildir, dünya

inkılabına mani olmak isteyen İngiltere de mağlup olmuştur” demektedir.658

Mustafa Kemal Batı, içindeki çatışmalardan sonuna kadar yararlandı. Batılı ülkeleri

birbirine karşı oynadı. Ankara’da Ekim 1921’de Franklin-Boillon’la yaptığı görüşmede

Fransa’ya ek mektupla 99 yıllığına krom, demir, gümüş imtiyazı önerdi. Bunun yanısıra

bir de ABD Şirketine ünlü Chester imtiyazı verildi. Bunlar kimileri tarafından savaşın

aslında anti-emperyalist olduğunu gösterse de aslında hepsi kâğıt üstünde kaldı. Bu

imtiyazların açık amacı Fransa ve İtalya’yı İngiltere’den, ABD’yi her üçünden ayırmak ve

böylece Batı kampını bölmekti. Nitekim İtalyanlar Antalya’yı Temmuz 1921’de Fransızlar

da Kilikya’yı 20 Ekim 1921’de İngiltere’yi Anadolu’da yalnız bırakma pahasına boşalttılar.

(Oran 2004: 108)

1921’den itibaren Türk İngiliz ilişkilerinde bir yumuşama ortamı oluşmaya başlamıştı.

Bunun ilk nedeni İngiliz Hükümetinin Türkiye politikasına yönelik olarak kendi içinden

gelen tepkilerdi. İkinci olarak Anadolu hareketi giderek güçlenmeye başlamıştı. Hatta

İzmit ve Gemlik civarında milliyetçilerin yer yer İngiliz üstünlüğüne meydan okuyabilecek

düzeye gelmiş olmaları İngilizleri endişelendirmişti. Doğu cephesinde kazanılan başarılar

sonucunda Aralık 1920’de Gümrü Antlaşması’nın imzalanması da Anadolu hareketinin

saygınlığını arttırmıştı. İngiltere ile ilişkilerde konumunu güçlendirmişti. Mustafa Kemal

Ekim 1920’de yakın arkadaşlarına bir Komünist Partisi kurdurdu. (Uzgel, Kürkçüoğlu

654 “Yelkenler Suya İndi, Yunanlılar Müdahale İçin Cemiyeti Akvam a Müracat Etmişler, Kral Atina’ya Dönüyor”, 1 Ekim 1921. 655 “Büyük Zaferimiz, Bütün Avrupa ve dünyaya yayıldı”, 1 Ekim 1921. 656 “Rusya’nın Zaferimizi Tebriki, Yoldaş Çiçerin in tebrik telgrafnamesi”, 2 Ekim 1921. 657 “Artık İngiltere Ciddi Surette Meşgul Olacak”, 6 Ekim 1921. 658 “Ermenice Bir Gazete Şayan-ı Dikkat Neşriyatta Bulunuyor”, 6 Ekim 1921.

203

2004: 141) Ekim 1921’de Fransa ile Ankara Antlaşması imzalandıktan sonra güney

bölgelerinden çekilen Fransızlar, ellerindeki silah ve cephanelerin bir bölümünü Türk

ordusuna bırakmıştır. (Çavdar 2003: 148)

III.3) YENİDEN ANKARA GÜNLERİ ( 22 KASIM 1921 – 30 EKİM 1923)

22 Kasım 1921’de Yeni Gün tekrar Ankara’dan okuyucularına sesleniyordu. Gazetenin bir

süre için Kayseri’de çıkmasını gerektiren ülke koşullarından bahsediliyor, Sakarya Zaferi

yeniden kutlanıyor ve milletin fedakârlıkları övülüyordu.659 Ayrıca Kayseri’den Ankara’ya

dünüşü sırasında yayınlanamadığı kısa sürede “memleketin güzide ve münevver bir

tabakasını teşkil eyleyen” Türk aydınlarının Malta’dan kurtuluşunu kutluyordu. 660

Sakarya Zaferi, Anadolu hareketinin ve TBMM Hükümeti’nin gücü anlaşılmıştır. Mustafa

Kemal’in önderliği de perçinlendi. Çünkü hareketin başında Enver Paşa’yı görmek isteyen

bazı TBMM üyeleri vardı. Hatta Ankara’nın Yunan eline düşmesi durumunda Sovyet

desteğiyle sağlanacak birtakım kuvvetlerle Enver’in Anadolu’ya girmeye hazırlandığı

konusunda bazı işaretler vardır. Artık Yunanlıları Anadolu ve Doğu Trakya’dan çıkarmak

ve Misak-ı Milli’ye göre bir barış yapmak gerekiyordu. Sakarya Zaferi’nden sonraki bir

yıllık süre içerisinde bu barış arayışları görülür. Bu sırada Türk Yunan cephesinde hemen

hiçbir hareket görülmüyordu. (Akşin 2000: 101) Yunus Nadi’nin ismi uzun bir aradan

sonra yeniden gazetede görünmektedir. Nadi, asıl meselenin savaşı kazanıp Yunanlıları

Anadolu’dan tamamen kovmak olduğunu, diğer meselelerin ancak bu şekilde Misak-ı Milli

dâhilinde çözülebileceğini ifade etmektedir.661

Meclis birkaç gün önceki celsesinde Nahiyeler Kanunu’nun 42. maddesi ile nahiye

şuraları seçimlerine katılma hakkı olan vatandaşlar için “mecburi rey usulünü” kabul

659 “Yeni Gün Karilerine”, 22 Kasım 1921.660 “Yeni Gün ün intişar etmediği günlerde Mütareke nin üçüncü sene-i devriyesi sıralarında Malta’da İngiliz boyunduruğu altında esir yaşayan” Türkler Milli Hükümet’in girişimleri sayesinde kurtulmuş, “memleketin güzide ve münevver bir tabakasını teşkil eyleyen Malta’nın mazlum sakinleri Anavatanlarına tekrar kavuşmuşlardır.” “İnebolu’da mübadele edilen ve bir kısım mühimi şehrimize muvaselet eylemiş bulunan zevat-ı muhtereme: (eski Harbiye Nazırı) Cemal, Cevad, Doktor Abdülselim, Süleyman (Fatik?), Esad(?) Süleyman (---), Beşinci Kafkas Fırka Kumandanı (Müressil), Refet, Yakup Şevki Paşalar ile Bahriye Nazır-ı sabık Rauf, Kara Vasıf, Miralay Ali Cenai, Ahmet Emin, Celal Nuri, Süleyman Nazif, Binbaşı Arif, Polis Müdüriyeti kısm-ı siyasi müdürü Muammer, Kaymakam Ali, Zülfü, Hüseyin Kadri, Ayandan Seyit, Kırk Kilise Mutasarrıfı Hilmi, sabık katib-i mesullerden Cemal Oğuz.” “Malta’dan Kurtulan Aziz Kardeşlerimiz”, 22 Kasım 1921.661 Yunus Nadi, “Meselelerin Meselesi”, 23 Kasım 1921.

204

etmiştir. Kanun’un görüşmelerine devam edildiği sıralarda Mahmut Esat, bu

düzenlemenin “siyasi ve hukuki kanaatine tamamen uyduğunu”, Belçika’da olduğu gibi

Türkiye’de de oy kullanmanın herkes için hukuken zorunlu olması gerektiğini, oy

kullanmanın bir hak olmakla beraber aynı zamanda bir görev de olduğunu belirtmiştir.662

Damat Ferit’in “zaman-ı sadaretinde” 12 Eylül 1919’da İngilizlerle yaptığı gizli bir anlaşma

açığa çıkmıştır. Buna göre Türkiye, İngiltere’nin mandası altında ve Boğazlar İngiliz

kontrolünde olacak, Padişah İngilizlerin Suriye ve Irak’ta yerleşmesine çalışacaktır. Aynı

zamanda Fransızlarla imzalanan Ankara Antlaşması da, İngiliz basını tarafından “İngiliz

menafine mugayir” bulunmuştur. Yeni Gün, “Hâlbuki neşr olunan metinde İngilizler

aleyhine bir madde bile yoktur” demektedir.663 İngiltere, Ankara Antlaşması’nın Fransa’yla

1915’te yaptıkları anlaşmaya aykırı olduğunu ve Fransa’nın Şark Meselesi’ndeki

yetkilerini kısıtladığı itirazlarında bulunmuştur.664 Bu sırada “Hırsızlar ocağı olan Yunan

idaresine iltica etmiş olan” ve Şark-ı Kerib Çerkezleri Müdafaa-i Milliye Cemiyeti adıyla

örgütlenmiş olan iki buçuk milyon Çerkes, yayınladıkları bir beyanname ile İzmir’de

Yunan idaresi istediklerini bildirmişlerdir.665 Buna karşılık birkaç gün sonra İstanbul’da

toplanan Çerkes ekâbiri, “İzmir’deki vatan hainlerinin taleplerini reddetmişlerdir.” 666

İzmir’deki Çerkezlerin Yunan idaresini savunan tavırlarına tepkiler devam etmektedir.

İstanbul’dan sonra bu defa da Sivas’taki Çerkezler Yeni Gün’e gönderdikleri bir telgrafla

hemşerilerini protesto ettiklerini bildirmişlerdir.667 Nadi, Adana’nın anavatana kavuştuğunu

müjdeliyordu.668 Mustafa Kemal Paşa’nın Adana’nın kurtuluşu nedeniyle yayınladığı

beyannamenin tam metnine gazetede yer verilmiştir.669 Fakat “Yunan kuvvetleri hala

şurada Eskişehir’de Afyon-İzmir hattının bir az cenubi kısmındadır.” Nadi, Gonaris’in daha

662 Mahmud Esad, “Şura İntihabları”, 24 Kasım 1921. 663 Ferit Paşa’nın kalem-i mahsus müdürü Reşad Nuri Bey tarafından hazırlanan Türkçe metin, şarkta Fransa nüfuzunun kırılmasına yönelik maddeler de içermektedir. Anlaşmanın maddeleri:“1- İngiltere Hükümeti kendi mandası altında Türkiye nin istiklal ve tamamiyetini taaahhüd eder. 2- İstanbul hilafet ve imparatorluğun merkezi kalacaktır. Boğazlar İngiliz kontrolüne tabikılınacaktır. 3- Buna mukabil Türkiye’de İngiltere’nin Irak ve Suriye’de yerleşmesi için muavenet-i maddiyesini vesair İslamlarla meskûn yerlerde muavenet ve nüfuz-u maneviyesini (---) etmeyi taahhüd eder. 4- Türkiye de tesis olunacak nim-i meşruti bir hükümete muhalefet gösterecek olan bütün milli kuvvetlerle mücadele etmek üzere İngiltere dâhili bir kuvvet teşkil edebilecektir. 5- Türkiye, Mısır ve Kıbrıs üzerindeki bütün hukukundan feragat edecektir. 6- Bu itilaf nim resmi ve mahrum olduğu için İngiltere hükümeti Türk murahhaslarının (baladaki) taleplerini konferans nezdinde müdafaa ederek bunları kabul ettirmeyi taahhüd eder. 7- Şerait-i sulhiyenin takririnden sonra zat-ı hazret padişahı üçüncü madde ahkâmına vüsat vermek için İngiltere ile bir muahede imzalamayacaktır. Bu muahede katiyen mahrum ve hususi bulunacaktır. İşbu muahede iki nüsha olarak İstanbul da tanzim edilmiş ve tarafınca kabul olunarak teati olunmuştur.” “Damad Ferid’in Türkiye Namına İngilizlerle Akd Ettiği Muahede”, 24 Kasım 1921. 664 “İngiltere nin İtirazları ne imiş?”, 27 Kasım 1921. 665 “İki Milyon Çerkez Namına Yunan’ı İsteyenler”, 27 Kasım 1921.666 “İstanbul da Çerkesler’in Mühim Bir İçtimaı”, 1 Aralık 1921.667 “Sivas’taki Çerkezler Mühim Bir İçtimaı”, 20 Aralık 1921.668 Yunus Nadi, “İhtilal ve İnkılap”, 2 Aralık 1921. 669 “Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin Adana ve Havalisi Halkına Beyannameleri”, 6 Aralık 1921.

205

önce aldıkları haberde olduğu gibi taleplerinden vazgeçmediğini tam aksine taleplerinin

Sevr Anlaşması’nın öngördüklerinden daha da fazla olduğunu belirtmektedir.670

Bir haftadan beri Meclis’te Heyet-i Vekile’nin görev ve yetkilerinin belirlenmesi için verilen

kanun teklifiyle ilgili görüşmeler yürütülmektedir. Nadi, bu teklifin “daha ziyade teşkilat-ı

esasiye kanununda tadilat yapmak isteyen bir belgeye benzediği” gerekçesiyle

eleştirmekte ve daha ciddi bir teklif sunulmasından yana tavır koymaktadır.671 Heyet-i

Vekile’nin görev ve sorumluluklarını belirleyen kanun layihası “bir az tamir görmek üzere

tekrar tersaneye götürülmüştür.” Milli Hükümetin kurulması ve Teşkilat-ı Esasiye

Kanunu’na eklenen bazı maddeler, yeni bir hükümet şeklini ortaya çıkarmıştır. Bu şekil,

Celal Nuri’ye göre o çağın o kadar ilerisinde olan bir şekildir ki, bazı “hukuk-u esasiye

allamesi bile biraz yadırgamaktadırlar.” Oysa “hakk-ı saltanatın bila kayd ve şart millete

aidiyeti ve milletin bu hakkını bilzat idare etmesi hukuk-u tabiye nokta-i nazarından

meşrutiyete nisbetle bir irtica değil bir tekâmül teşkil eder.”672

Diğer yandan resmi tebliğler, Batı cephesinin “şimdiye kadar harekât-ı harbiyeye o kadar

sahne olmamış olan havali-i cenubide nazar-ı dikkati celb edecek suret ve mahiyette bazı

faaliyetler” görüldüğünü bildirmektedir.673 Doğu’da barış ortamının sağlanması için

Paris’te Üçler Konferansı toplanacağını bildiren Yeni Gün, bu barışın konferanslar yoluyla

değil, “cephe boyundaki Mehmetçiklerin süngüleriyle” olacağının artık kesin olarak

anlaşıldığını söyler.674

Yeni Gün, “İstanbul’dan yeni gelen arkadaşlarla Ankara’da bulunanları bir çay sigarasının

etrafında toplamak” amacıyla bir çay daveti düzenlemiştir. Ahmet Emin, “uzun boylu

planlarla yapılan içtimalardan hiçbir netice çıkmadığını” fakat böylesi mütevazı davetlerin

son derece yararlı olduğunu belirtmiştir. Yeni Gün’ün çayı da böyle olmuştur. Davette

“milli birliği kuvvetlendirecek güzel sözler söylenmiş”, “Ankara merkez olmak üzere

matbuat kuvveti için yeni teşkilat yapılması hakkında” görüşler bildirilmiştir. “Matbuatın

müttehit bir surette çalışır bir kuvvet halini alması ve hükümet teşkilatı haricinde bir

meslek teşkilatı vücuda getirmek maksadıyla Ankara’da atılan bu adım, Milli Mücadele’nin

Ankara’dan idare edildiği bir sırada” çok önemli görülmüştür. Ahmet Emin, “Bu teşkilatın

670 Yunus Nadi, “Vaziyet ve Vazife”, 6 Aralık 1921671 Yunus Nadi, “Hâkimiyet Milletindir”, 1 Aralık 1921.672 Celal Nuri, “Kanun-u Esasi”, 7 Aralık 1921.673 Cephelerdeki faaliyetler münasebetiyle, Bir Kış Harbinin Mukaddematında mıyız?”, 7 Aralık 1921. 674 “Şark sulhunun tesisi için Paris’te akd olunacak üçler konferansı etrafında”, 9 Aralık 1921.

206

başlıca vazifesi de hükümeti harekete getirerek milli mücadele meselelerinde matbuat

makinesinden azami derecede istifade edilmesini temine çalışmak olmalıdır” demektedir.

“Bütün milli kuvvetlerin seferber haline konulması icab eden bir sırada matbuat

seferberliği hemen tamamıyla ihmal edilmiş” olduğundan yakınan Emin, “harb yalnız

cephe üzerinde ateşli silahlarla yapılmaz, gerek cephe üzerindeki ve gerek cephe

gerisindeki manevi kuvvetlerin milli gayeler dairesinde mütemadi bir surette sevk ve

idaresi, muvaffakiyetin en birinci amillerinden birini teşkil eder” diyerek, basının bu

mücadeledeki konumunu belirlemiştir. Emin, “Manevi mücadele silahlarından hiç

şüphesiz en büyüğü ve müessiri olan matbuatın” savaş zamanlarında zararının mümkün

olduğunca en aza indirgenmesi gereken bir kurum olarak görüldüğünü fakat değişen

siyasi durumla bu görüşün değiştiğini ifade eder. Fakat yine de basın gücünden gerektiği

şekilde ve yeterince faydalanılamamaktadır. “Gazeteler hiçbir taraftan sevk ve irşad

edilmeksizin münferid bir surette çalışmaktadırlar” diye eleştiride bulunan Emin, o

dönemde adeta bir silah olarak kullanılan propaganda faaliyetlerine de yeterince önem

verilmediğini, propaganda için yüz binlerce liralık bütçeler gerekmediğini belirtmektedir.

İstanbul gazetelerinin tamamı mücadele yanlısı bir tavır almamıştır hala. Buna rağmen bu

muhalif gazeteler “milli varlık ve istiklal mücadelesini idare eden makamlar tarafından

hiçbir defa tenvir sevk ve irşad edilmemiştir. Hâlbuki bunların ortaya koyduğu fikirler bunu

günü gününe karşı gazetelerine tercüme olunuyor, ecnebi muhabirleri sefaretleri

tarafından (---) tercüme ettiriyor. Böylece bir propaganda vasıtası olarak muhtelif

mecralardan harice icrai tesir etmek mümkün oluyor.” Yeni Matbuat ve İstihbarat Müdürü

Umumisi Ağaoğlu Ahmet Bey’in de katkısıyla basın seferberliğinin sağlanabileceğini umut

etmektedir.675

Yeni Gün, İngiltere’ye karşı verdiği bağımsızlık savaşı ve bu savaşın yöntemleri nedeniyle

İrlanda ile ilgili her türlü gelişmeye, adeta Anadolu halkına örnek gösterircesine, sıklıkla

yer vermiştir. İrlanda’nın bağımsızlığını kazanmasını da “İrlandalılar uzun senelerden

beri devam ettikleri mücadeleden sonra İngiliz boyunduruğundan kurtuldular ve müstakil

bir hükümet teşkil ettiler” sözleriyle müjdelemiştir.676

İstanbul’daki özel muhabirden alınan bilgiye göre, Yeni Gün İstanbul’da yasaklanmış

piyasada mevcut olan sayılar da Polis Müdürü tarafından toplatılmıştır. Buna sebep

olarak da “Artin Kemal” olarak adlandırılan Ali Kemal’in Peyma-ı Sabah’ta Yeni Gün

aleyhine yazdığı yazılar gösterilmiştir. Onun yazılarının hedef göstermesi sonucunda

675 Ahmet Emin Yalman, “Matbuat Seferberliği”, 11 Aralık 1921. 676 “Hür İrlanda Hükümeti Teşkil Etti”, 12 Aralık 1921.

207

Padişah bir irade-i seniyye ile gazeteyi yasaklamıştır. Bu yasaklama, kanaatimizce Yeni

Gün yayınının etkisi hakkında bir fikir verebilir. İstanbul’da Milli Mücadele yanlısı pek çok

gazete yayınını sürdürürken Yeni Gün’ün yasaklanması, yalnızca Ali Kemal ile

atışmalardan doğan kişisel bir soruna indirgenemez. Kaldı ki yasaklandığı dönemde

gazetede Ali Kemal ile ilgili herhangi bir habere de rastlanamamaktadır.677 “Yeni Gün’ün

bu yasaklama kararına resmi olarak gösterdiği tepki gecikmemiş ve Tevfik Paşa ve

Ahmet İzzet Paşa gönderilen bir telgraf yoluyla protesto edilmiştir. Yunus Nadi imzasıyla

hazırlanmış olan bu protestoya gazete sütunlarında da yer verilmiştir.678

Yeni Gün yazarları yeterince propaganda yapılmadığından yakınsalar da siyasi

gelişmeler ve düzgün işleyen bir diplomasi sonucunda yabancı kamuoyunun, milli

mücadele yanlısı yayınları hız kazanmıştır. “Bir müddet evvel Amerika matbuatında garib

ve inanılmayacak bir tebdile şahit olduk” der Yeni gün. “Bütün gazeteler Türk’ün davasını

müdafaa eden yazılar yazmışlar. Şimdiye kadar Türk lehinde bir söze bile sütunlarında

yer vermeyen, hatta en kaba hücumlara karşı gönderilen müdafaanameleri yırtıp sepete

atan gazeteler, ilk defa olmak üzere seneler süren bu kanlı mücadelede Türkün de

dinlenmeye layık bir hakkı olduğunu teslime mecbur olmuşlardır.” Öyle ki Ankara, 21

Aralık’ta Amerikalı ve “Türk muhibbi” bir gazeteciyi ağırlayacaktır. Sertel, Claire Price

isimli bu gazetecinin, Amerika basınının Türk davası lehine yayınlar yapmaya

başlamasını sağladığını belirtmektedir.679

Emin, “yaşamak için cihanın umumi muhitine ve zaman icabatına göre yükselmek”

gerektiğini vurgulamakta ve Türk kamuoyunun “mevcudiyet meselesi”nin toprak

bağımsızlığından ibaret olarak görmesini eleştirmektedir. Tam bağımsızlığın gerektirdiği

sosyal, ekonomik ve siyasi unsurların Misak-ı Milli’nin ikinci faslı olduğunu ve halkın

bunları da kavraması gerektiğini eklemiştir.680 Nadi, “Emperyalistlik âlemi Avrupa’nın

ahvalinin vaziyetinin düzelmekten çok uzak olduğunu” söylüyor ve bunun için yeni bir

zihniyetin gerekliliği üzerinde duruyordu. Bu altı çizilmiş sözcüklerle vurgulanmış olarak

yayınlanan “emperyalizmin yıkılması” ile mümkündür.681 Anadolu Matbuat Cemiyeti,

Fransız gazeteci Madam Golis ve Amerikalı gazeteci Price şerefine bir ziyafet vermiş,

ilişkileri yakınlaştırmaya çalışmıştır. Bu, bir süre önce Yeni Gün’ün çay daveti sırasında

677 Yunus Nadi, “Gazetemizin İthalini Nasıl Men Etmişler”, 16 Aralık 1921678 Yeni Gün ün İstanbul’u Protestosu, Yeni Gün hakkında reva görülen muameleden dolayı gazetemizce Tevfik ve Ahmet İzzet Paşalar protesto edilmişlerdir”, 18 Aralık 1921. 679 Mehmet Zekeriya Sertel, “Amerikalı Misafirimiz”, 19 Aralık 1921.680 Ahmet Emin, “Misak-ı Milli’ nin İkinci Faslı”, 22 Aralık 1921.681 Yunus Nadi, “Emperyalistliğin Müşkülatı”, 23 Aralık 1921.

208

alınan kararların uygulanmaya çalışıldığının da bir göstergesidir.682 Yeni Gün yayınladığı

bir özel habere göre, Yunan Hükümeti Ankara Hükümeti’ne, barış için ne gibi şartlar

istendiğini soran bir nota gönderecektir. Yeni Gün, bu şartların Misak-ı Milli ile belirlenmiş

olduğunu söyler.683 Ayrıca, bağımsızlık için verilen savaşlarda “dışardan göründüğü gibi

sadece Yunanlılarla değil tüm Avrupa ile” savaşılmaktadır.684 Rus Hariciye Komiseri

yoldaş Çiçerin bütün cihan hükümetlerine bir nota vererek Anadolu daki Yunan

mezalimini protesto etmiştir.685

“Ruhundaki sefaletin gittikçe daha iyi anlaşıldığı” Rıza Tevfik, Sevr Anlaşması’nı

imzaladığı kalemi, Rumeli Hisarındaki Robert Kolej Meltebi müzesine hediye etmiş,

bunun üzerine gazete kendisiyle ilgili uzun ve eleştirel bir haber yayınlamıştır.686

Darülfünun’da felsefe müderrisi olan Rıza Tevfik’in İsviçre’deki ahlak kongresine İstanbul

namına murahhas olarak katılacak olmasına gazete tepki göstermiş ve durumun ironik

olduğunu belirtmiştir.687

Amerikalı gazeteci Price, Türk Ortodokslarının lideri Papa Eftim Efendi ile yaptığı

görüşmede, bu cemaatle ilgili bilgi almış ve Papa Eftim kendisine Yunan Patrikhanesiyle

hiçbir alakaları olmadığını söylemiştir.688 Peyam-ı Sabah’ın önceki günkü sayısında

yayınladığı “Ekalliyetlerin Hukuku” başlıklı başmakalede Ali Kemal, Türkiye’deki

azınlıkların yıllardır zulüm gördüğünü, fakat asıl himaye edilmeye muhtaç olan azınlığın

başta Hürriyet ve İtilaf Fırkası olmak üzere, tüm muhalifler olduğunu söylemiş, Yeni Gün

de bu iddiaları cevaplandırmıştır.689

5 Ocak 1922 Tevfik Rüştü, Avrupa ve Rusya’nın birlikteliğini ateş ve suyun birlikteliğine

benzeterek “İkisi bir arada olmaz” demektedir. “Emperyalist saldırganlar karşısında

Ankara’dan Moskova’ya kadar tek bir cephe” olduğunu söyleyen Rüştü, sosyalistlerin

“enternasyonal prensipleri adına zorunlu oldukları görevleri” dünya işçilerine duyurması

gerektiğini belirtir. Yurtdışındaki sosyalist basının Anadolu’daki milli hareket adına olumlu

haberler yapmasını isteyen Rüştü, “Mazlumlar arasındaki dayanışma zalimlerin gözüne

batırılmalı, Türk’ün sesi emperyalistlerin kulağında çınlatılmalı” demektedir.

682 “Anadolu Matbuat Cemiyeti’nin Madam Golis ve Mister Prayz Şereflerine Ziyafeti: Misafirlerimizin Yusuf Kemal ve Nadi Beylerin Nutukları”, 25 Aralık 1921. 683 “Yeni Gün’ün Hususi ve Mühim İstihbaratı”, 25 Aralık 1921. 684 Yunus Nadi, Son Tecrübeler, 26 Aralık 1921.685 Rus Hükümetinin Yunan Mezalimini Protestosu, 23 Aralık 1921.686 Rıza Tevfik’in Meşum Hediyesi, 27 Aralık 1921.687 İstanbul’un Resmi Ahlakının Kara Mümessili”, 29 Aralık 1921.688 “Mister Prayz ile Papa Eftim Efendi’ nin Mülakatı”, 27 Aralık 1921. 689 “Yeni Bir Ekalliyet: Meğer Türkiye de Muhtac-ı Himaye Yeni Bir Ekalliyetler Meselesi Varmış Haberimiz Yokmuş”, 27 Aralık 1921.

209

Nadi ülkenin dört bir yanından gazeteye mektuplar ve telgraflar yağdığını ve tüm bunların

“Yunanistan yıkılmalıdır” diye haykırdığını ifade etmektedir.690 Anadolu Ajansı’nın verdiği

haberde, “Bir Japon vapuruyla Rusya’dan avdet ederken Yunanlılar tarafından tevkif ve

Cemiyet-i Akvam delaletiyle harbin hitamına kadar İtalya’nın ağır cezalı mahkûmlara

tahsis ettiği Azanyara Adası’nda ikamete memur edilmiş bir Türk zabitinin” ailesine

yazdığı mektup yayınlanmıştır.691

11 Ocak 1922 Yunus Nadi, “Türk’ün Çanakkale’ye dayanan süngüsünün” Çarlık

Rusya’sını yıktığını ve Rus devrimini mümkün kıldığını söyler. Bu makalede dikkati çeken

nokta, Nadi’nin Rus devrimi sonucu bir zihniyet değişikliğine uğranıldığını belirtmesidir.

Bu değişim, devrim sonrasında Azerbaycan’ ın bağımsızlığına sevinilmesidir. Çünkü bu

“ırkdaşlarımızın bağımsızlığıdır”.692 “Kucak kucağa yığdırılan sulh haberleri karşısında”

İstanbul muhabiri, Yunanlıların bir toplantı yaparak yeniden taarruza geçmenin planlarını

yaptıkları haberini vermiştir.693 Yeni Gün’ün Atina muhabiri Nafiz, “Yunanlılar sulh

dilenmekle beraber diğer taraftan da harbe hazırlanmaya başlamışlardır, bunun da

cevabını Türk milleti hazırlansın” demektedir.694 Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’nın

başkanlığında Fevzi Paşa, Kazım Paşa ve Hüseyin Bey’den oluşan “harb encümeni teşkil

edilmiştir.”695

Celal Nuri, tüm savaş koşullarına rağmen bazı vergilerin ağır olduğundan şikâyet

etmektedir. Öşür hakkında Meclis’e verilen son teklif ise “öldürücüdür.” Maliye Vekâleti,

vergiyle ilgili teklifleri “daha asri ve usuli bir hale” getirmelidir. Avrupa’da kabul edilen

yöntemler araştırılarak “memleketimizin seviyesi nokta-i nazarından biraz tadil ettikten

sonra” uygulanabilir. “Müessesat-ı maliyemiz sadece muamelat hesabına ve defter

tutmakla iktifa etmemelidir. Asıl mesele devletin usul-ü tekâlifinin teceddüdüdür.” Köylü

vergisini verirken mağdur olmamalı, üretim durmamalıdır.696

İngiltere, Fransa, İtalya Hükümetleri’nin Hariciye Nazırları 1 Şubat’ta Paris’te toplanmaya

ve “şark meselesini suret-i katiyede halletmeye” karar vermişlerdir. Yeni Gün bu haber

690 Yunus Nadi, “Yunanistan Yıkılmalıdır”, 5 Ocak 1922. 691 “Oturduğumuz ada gayri meskûndur. İki yüze kerib mahkum vardır. Adada su yoktur. Su Sardunya Adası’ndan vapurla getirilerek (--lere) dolduruluyor. Vapur sahile yanaştığında su hortumla alınırken deniz suyu karışıyor. Buraya harb-i umumi esnasında yetmiş bin Avusturyalı esir getirilmiş. İsradan kırk bini havanın ağırlığından telef olmuştur. Adanın birçok yerlerinde şu mealde Almanca levhalar okunmaktadır: ‘Buraya gelen on kişiden beşi sağ kalır.’ ‘Çift gelen tek gider, tek gelen ölür’. İaşemize gelince harb-i umumiden kalmış küflü makarna, akşam ve sabah et konservesidir. …” “İtalya’nın Azanyara Adası’ndaki İsramız”, 5 Ocak 1922. 692 Yunus Nadi,“Kırım’ın İstiklali”, 11 Ocak 1922.693 “Yunan Meclis-i Harbi Harb Hazırlıkları Yapıyor, Müteyakkız Bulunalım”, 11 Ocak 1922. 694 Atina Mektupları (Nafiz) 18 Ocak 1922.695 “Harb Encümen-i Fevkaladesi Teşkil Etti”, 18 Ocak 1922. 696 Muvazene-i Maliye (Celal Nuri) 15 Ocak 1922.

210

üzerine şark meselesini bu devletlerin değil, “Türk’ün silahının temin edeceğini”

tekrarlamaktadır.697

Nadi, Türkiye’nin üretim ve üretim yöntemleri sorununu sütununa taşımıştır. Ülkede

öteden beri iyi kötü ziraat yapıldığını fakat “asri manasıyla ziraatın pek çok noksanları

olduğunu” söyler. “Toprakları kazımak için makine, tohumu ekmek için makine, biçmek

için makine, nakletmek için makine, hatta un yapmak için makine!” gerekmektedir.698

“Rus sefiri yoldaş Aralof” Çankaya’da Mustafa Kemal Paşa’dan itimadnamesini almıştır.

Yeni Gün, Rusya’nın verdiği desteği övmekte, iki ülkenin kader birliği yaptığını

hatırlatmaktadır.699

İktisat Vekâleti’nin girişimleri sonucunda, Fiat ve Kurtson fabrikalarının sahipleri,

fabrikadaki bazı memurlar ve mühendisler Ankara’ya gelecektir.700

Ziya Gökalp’in makalesi yayınlanmış ve başlangıcına makaleyi ve yazarını tanıtır bir

bölüm eklenmiştir. Eski Türk inançlarından ve efsanelerinden bahsederek milli ruhu

canlandırmaya çalıştığı makalesinde Gökalp701, “milletlerin büyük felaketler yahut

tehlikeler esnasında yaşadıkları buhranlı devreyi” August Comte’un “yaratıcı devre”

olarak adlandırdığını, “istikbalin kâşifi ve mimarı olan büyük mefkûrelerin ancak böyle

müstesna hengâmelerde doğabileceğini” belirtmiştir. Türklerin “aşk çağı” olarak

adlandırdığı bu devrede, ortaya çıkmış olan “mefkûre içtimai vicdandan bir altın ışık

suretinde infilak eder ve en ziyade hassas olan güzide bir ruhta parlayarak onun

vasıtasıyla bütün millete yeni ruhu ateşler.” İşte bununla beraber “teşkilatçı devre” başlar.

“Mefkûreden doğan bu milli kıymet duygularının, milli fikirlerin ve müesseselerin mecmuu

milli harsı vücuda getirir.” Bu devrede millet bağımsızlığını kazanır. Bir millet “milli harsına

kıymet vermemeye başladığı andan itibaren dejenere olmaya mahkûm olur” diyen

Gökalp, sosyal bilimcilerin “yeni bir mefkûrenin doğmasının, ölmüş cemiyetleri bile

yeniden hayata getirebileceğini” belirlediğini bildirmekte ve Türk halkının durumuyla arada

benzerlik kurmaktadır. Mustafa Kemal Paşa’yı ima ederek “kalblerimiz Misak-ı Milli’ nin

697 “Nihayet Şubat ın Birinci Günü Katiyen Toplanmaya Karar Vermişler”, 27 Ocak 1922. 698 Yunus Nadi, “Makine Devri”, 1 Şubat 1922. 699 “Yoldaş Aralof Dün İtimadnamesini Reis Paşa Hazretlerine Takdim Etti”, 1 Şubat 1922.700 Ziraat Traktörlerinin Anadolu’da Tamimi”, 1 Şubat 1922. 701 “…Eski Türkler milletin teşkilini mucizevî bir surette izah ettikleri gibi, milletin esarete düşmesini de yine mucizelerle tefsir ediyorlardı. Bu milletin düştüğü felaketten kurtularak tekrar istiklaline nail olması için de yeniden bir mucizeye zuhur olması, altın ışıkla yeniden temas etmesi lazımdı. Uygur ananesine nazaran eskiden Türk cemiyeti hükümetsiz, töresiz, hakansız bir (---) kümesinden ibaretti. Bu aşiretler bir gece gökten bir nur satvetinin yer üzerine indiğini gördüler. Bu altın ışıktan bir çam ağacı gebe kalarak beş şehzade doğurdu. (…) Eski Türklerin bu şairane temsilleri bugünkü içtimaiyat ilminin keşiflerine tevafuk ediyor.”Ziya Gökalp, “Türk Mucizesi”, 3 Şubat 1922.

211

altın ışığıyla aydınlanmış olduğu halde yeni bir bozkurdun kutlu izini takip ederek

Ergenekon’dan istiklal, hürriyet ve müsavat-ı mağmuresine çıkıyoruz” demektedir.

“Amerika sermayedarları nakliyat şirketleri mümessili Mister Mac Dowel” görüşmelerde

bulunmak üzere Ankara’ya gelmiş, Yusuf Kemal Bey’in bir refakatçi heyet ile birlikte

Avrupa’ya “bir tetkik ve tenvir seyahati icra eylemesine” karar verilmiştir.702 “Yoldaş

Çiçerin” İngiltere hükümetine ve Almanya’ya gönderdiği notalarla, TBMM Hükümeti’nin de

Cenova’da toplanacak konferansa davet edilmesini istemiştir.703 “Bir taraftan sulh

propagandası yapan” Yunanlılar diğer taraftan iki sınıf askeri daha silâhaltına

çağırmışlardır.704

Bir asırdan fazla zamandır gerçekleşen yabancı müdahalelerini, “Türkiye’nin büyük

varlığına indirilmiş birer sille” olduğunu söyleyen Esat, “bütün bu müdahalelerin hakiki ve

fakat korkunç manasını Avrupa sermayesinin uzun ve istilacı emellerinde aramak

gerektiğini” ifade etmiştir. Bazı yabancı hukuk âlimlerinin “şu müdahale siyasetini

beynelmilel hukuk esasatıyla” açıklamaya çalışması, “milletleri değil ve fakat

sermayecileri temsil eden bugünkü ve dünkü devletlerin faaliyetiyle, günümüzün

emperyalistler hukuk devletini vücuda getirmektedir.” Türkiye’ye yönelik emperyalist

siyaseti hukuki açıdan ele alan Esat, bu siyaseti uygulayan Batı devletlerinin, son

zamanlarda müdahalelerini meşru göstermek ümidiyle ortaya birçok sebepler

koyduklarını ve bunlardan birinin de “Türkiye’yi kendisini ve idaresinde bulunan milletleri

idareden aciz, medeniyet kabul etmeyen bir camia olarak ilan edilmesi olduğunu” ifade

etmiştir.705

Türk Yunan cephesi uzun süredir sakinliğini koruyordu. Sakarya Zaferi’nden sonra

yapılmak istenen barış için atılan ilk adım Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey’in (Tengirşek)

Avrupa’ ya gönderilmesiydi. Fakat önce İstanbul Hükümeti’nin desteği de alınırsa, İtilaf’a

karşı daha güçlü olunabilirdi. Yusuf Kemal Bey bu amaçla 15 Şubat 1922’ de İstanbul’a

gitti. Tevfik Paşa ve Hariciye Nazırı İzzet Paşa öneriyi olumlu karşılasa da Vahdettin

sükûtla karşıladı. Roma’ ya giden Tevfik Paşa, burada İzzet Paşa’yla karşılaştı ve

şaşkınlık içinde kendisiyle aynı görüşmeleri yürüttüğünü gördü. Vahdettin’in Ankara’yla

beraber hareket etmeyeceği bir kere daha anlaşılmış oldu. İtilaf’ın 22 Mart ve 26 Mart’ ta

sunduğu Yunanlılar ve Türkler arasında olması tasarlanan barış planları kimi taraflarının

702 “Şehrimizde Bir Amerikalı”, 3 Şubat 1922. 703 “Rusya Cenova Konferansına Bizim Davetimizi İstiyor” 6 Şubat 1922.704 “Dikkat! Yunanlılar harbe hazırlanıyorlar”, 6 Şubat 1922. 705 Mahmud Esat, “Emperyalistler”, 13 Şubat 1922.

212

Misak-ı Milli’ye uymadığı gerekçesiyle reddedildi. TBMM’ nin istediği İzmit’ te toplanacak

bir konferans ve Misak-ı Milli’ ye uygun bir barış anlaşmasıydı. (Akşin 2000: 102)

Yeni Gün Bolşevik temsilcileri hakkında yaptığı olumlu yayınların yanı sıra, onlarla yakın

ilişkiler de kurmaya çalışıyordu. Önceki gün, “Kızıl Ordu’nun ve Rus emekçi halkının

muhterem mümessili, dost ve müttefik Rus milletinin yeni sefiri Aralof yoldaş

tercümanlarıyla birlikte” Yeni Gün matbaası ve idarehanesini ziyaret etmişlerdir.706

Cenab Şahabettin, “Yunan’dan ziyade düşman olan Peyam-ı Sabah adındaki iğrenç

paçavranın dünkü nüshasında Mustafa Kemal Paşa’ya hitaben bir makale neşretmiş” ve

“Ankara matbuatının aleyhindeki neşriyatını niçin serbest bırakmadığını” sormuştur. Yeni

Gün, basın özgürlüğüne hükümetin engel koymadığını belirterek Şahabettin’i son derece

sert bir dille eleştirmekte “kim bilir hangi sefil maksatla” bu soruyu sorduğunu

belirtiyordu.707

Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis’te yaptığı “tarihi konuşma”ya yer verilmiştir. Gazi,

“Türkiye’de herkesten daha çok refah ve saadet ve servete müstahak ve layık olan

köylülerdir” demekte, kapitülasyonların geçersizliğini hatırlatarak, hükümetin görevinin

ülkede “kanunu hâkim kılmak” olduğunu açıklamıştır.708

“Babıâli’nin Hariciye Nazırı İzzet Paşa evvelki gün trenle Yunan işgali altında bulunan

araziden geçmek suretiyle Avrupa’ya hareket etmektedir.” Yeni Gün bu seyahatin, Ankara

Hükümeti’nin Hariciye Vekili’nin Avrupa’da seyahatte olduğu bir zamana denk getirilmesi

nedeniyle kasıtlı olduğunu, “saray ile Babıâli’nin yine düşman maksatlarına hadim bir

hareket mertebesinden başka bir şey olmadığını” savunmuştur. “Evvela Bab-ı Ali takımı

amir ve hâkimleri olan ecnebilerin nüfuz ve tesirleri altında olarak Yusuf Kemal Bey’in

seyahatine karşı Avrupa’da meşum bir rol oynayabilmek hırs ve heveslerinde de

kendilerini alamayarak” kendilerinin de Londra’ya davet edildiği dedikodusunu

yaymışlardır. “Nitekim İzzet Paşa yola çıkmazdan bir iki gün evvel İstanbul matbuatına

verilen adeta nim resmi malumatta bu seyahatin Avrupa başvekillerine ve Hariciye

Nazırlarına ve rical-i siyasiyeye izahat itası için vaki olan talep ve ihsan üzerine icra

edilmekte olduğundan bahsedilmiş ve ettirilmiştir.” Babıâli tarafından “İstanbul

gazetelerine yazdırılan malumatta” İzzet Paşa’nın Trakya ve İzmir’in iadesini savunacağı

ve bu konuda Ankara Hükümeti ile aralarında bir fark bulunmadığı belirtilmektedir. Oysa

706 Aralof Yoldaş İdarehanemizde, 16 Şubat 1922. 707 “Cenab Şahabettin İsmindeki Sefil”, 17 Şubat 1922. 708 “Türkiye’ nin sahibi ve efendisi köylüdür”, 2 Mart 1922.

213

İzzet Paşa gazetecilerin sorduğu soruya cevaben: “Hayır, davet yoktur. Hatta talep ve

ihsandan dahi bahsedilemez. Ben Avrupa’nın şeraitini yakından anlamak için kendi

aramızda verilen karar üzerine bu seyahati ihtiyar etmiş bulunuyorum” demiştir. Böylece

Babıâli’nin açıklamasının yalan olduğu ve İzzet Paşa’nın davet üzerine değil, “ağyarın

emir ve iradesi altında ve sarayın tertibi ile” bu seyahate çıktığı anlaşılmıştır.709

Ülkenin yıllardır bir ekonomik krizin içerisinde bulunması ve paranın her geçen gün

değerini kaybetmesine rağmen, Soysallıoğlu’na göre iflas etmemesinin sebebi ülkenin

zenginliği ve Türk köylüsünün çalışkanlığıdır. Ülkenin sürüklendiği ekonomik bunalımın

sebepleri, Tanzimat’ta birlikte ülkeye giren yabancı mallar, kapitülasyonların “Avrupa

emtiasının hücumuna karşın himayeye mani olamaması”, “Avrupa’daki büyük sanayi ve

büyük sermayedarların küçük ve eski sanayii kolayca mahvetmesi”, “Süveyş Kanalı’nın

açılması sebebiyle Asya ve şark pazarlarının eski güzergâhının bizim memleketimizden

başka tarafa intikal etmesi”, sürekli siyasi karşıklıklar, Avrupa ilim ve fenninden geri

kalmışlık. Soysallıoğlu, çıkış noktasının, Mustafa Kemal’in de son nutkunda değindiği gibi,

ülke şartlarına göre hazırlanacak bir iktisadi plan olduğunu söyler. Soysallıoğlu,

Moskova’da Bolşevik yönetimini yerinde gözlemlemiştir. Bolşevizm’in “iyiliği kötülüğü bir

tarafa uyguladıkları iktisadi politikanın Türkiye’yi ilgilendirdiğini” belirtmiştir.710

Nizamettin imzasıyla yayınlanan başmakalede de, tüm çağdaş ülkelerin savaş sonrası

koşulları içinde ekonomi politikasını üretimin mümkün olduğunca arttırılması ve bunun

için gerekli hammaddeye ulaşılması üzerine inşa ettiğini, Türkiye’nin de benzer bir politika

oluşturması gerektiği ifade edilmiştir.711

Tevfik Paşa Vakit gazetesi muhabirine, “Gayemiz Anadolu ile birdir. Biz mevcudiyetimizin

ve istiklal hakkımızın tanınmasını istiyoruz. Avrupa Türkiye ye bütün milletler için kabul

edilen müsavat prensiplerini tatbik ederse sulhun temeli kurulmuş olur” demiştir. Ayrıca,

yurtdışındaki Müslümanların da aynı haklara sahip olması şartıyla, azınlıklar için gerekli

hukuksal düzenlemeleri yapmaya hazır olduklarını açıklamıştır.712

709 “İzzet Paşa’nın Fuzuli Seyahati”, 6 Mart 1922. 710 Soysallıoğlu, “İktisadi Plan, 8 Mart 1922. 711 Nizameddin, “Petrol Meselesi”, 14 Mart 1922. 712 Bab-ı Ali de Tevfik Paşa Demiş ki…, 15 Mart 1922.

214

Şark meselesinin Avrupa’nın gündemine tamamıyla oturduğu sırada713, 17 Mart 1922

sayısında Yeni Gün, Karl Marx’ın büyük bir resminin basıldığı haberiyle, “Paris

komününün fedakâr hatırasını hürmetle yâd etmektedir.” 714

Aynı günlerde “bütün Türk âleminde olduğu gibi Ankara’da da Ergenekon münasebetiyle”

kutlamalar yapılmıştır. Baharın gelişini ve Türklerin Ergenekon’dan çıkışını temsil eden ve

“Nevruz namıyla düne kadar yalnız İranlılara mahsus olduğu zan olunan” bu bayram,

Meclis önünde yapılan bir askeri geçit resmi ile kutlanmıştır.715 31 Mart 1922 sayısında,

İkinci İnönü Zaferi’nin birinci yıldönümü bir milli bayram havasında kutlanmaktadır.

Gazete, Batı’nın “riyakârlığına” karşı, Doğu’nun “dostluğundan” emin olunduğunu

belirtmiştir.

Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, “Aralof ve Abilof yoldaşlarla birlikte” Batı

cephesindeki orduları teftiş etmişlerdir.716 Mustafa Kemal Paşa “yoldaş Aralof’a

gönderdiği mektupta hukuk-u tabiyesini kurtarmak için harb eden Türk ordusunun Kızıl

Orduya selamını” iletmektedir.717

Son Paris Konferansı, biri mütareke diğeri barış şartları olmak üzere iki tarafa iki teklif

sunmuş ve Trakya’nın Yunanlılara terkini teklif etmiştir. TBMM ise, öncelikle “Türk-Yunan

cidalinin bertaraf edilmesi lüzumuna” değinmiş, Avrupa ile yeniden ilişkiler kurabilmek için

öncelikle bu savaşın bitmesi gerektiğine karar vererek, karşı bir teklifte bulunmuştur. Yeni

Gün, Avrupa’nın önerdiği barış şartlarını ve Meclis’in sunduğu karşı teklifi tüm gazeteyi

kaplayacak şekilde yayınlanmıştır.718 Trakya’yı Yunanlılara bırakma teklifi çok büyük

tepkilere neden olmuş, Trakya- Paşaeli Cemiyeti “düvel-i itilafiye komiserlerine tevdi ettiği

muhtırada” teklifi protesto etmiştir.719 Yeni Gün’de yayınlanan imzasız başyazıda,

Yunanistan’ın Anadolu’daki hezimetinin Lloyd George’un siyaseti için de başarısızlık

anlamına geldiği ve İngiltere’nin Paris Konferansı’nı düzenlemeye mecbur kaldığı

belirtilmektedir.720 Doğu’da barışın sağlanması ancak bağımsız bir Türkiye’nin varlığıyla

gerçekleşebilecektir.721 İtilaf Devletleri’nin Meclis’in teklifine verdikleri cevap Türkiye’deki

komiserlerine gelmiş, fakat henüz Meclis’e açıklama yapılmamıştır. Nadi, “Devletlerin

713 “Avrupa’da Şark Meselesi Günün Meselesi Oldu: Hariciye Heyetimiz Londra’dan Paris’e Geldi Konferans Dün Toplanacaktı”, 23 Mart 1922. 714 “Paris Komününün Elli İkinci Devr-i Seniyesi “,17 Mart 1922. 715 “Dün Ergenekon’u Tasid Ettik”, 23 Mart 1922.716 “Süngüler Düşman Kovulmadan Yerine Konmayacaktır”, 31 Mart 1922.717 “İnkılâpçı Türk Ordusundan Kızıl Orduya Selam”, 3 Nisan 1922. 718 “Devletlerin Mütareke Teklifini Takiben Her İki Tarafa Tebliğ Ettikleri Sulh Şeraiti”, 5 Nisan 1922. 719 Trakya- Paşaeli Cemiyeti Edirne’ nin Yunanlılara Terkini Protesto Etti, 6 Nisan 1922. 720 İmzasız başyazı, “Türkiye ve İtilaf Devletleri”, 10 Nisan 1922. 721 Müstakil Bir Türkiye Şark Sulhunun Temelidir, 10 Nisan 1922.

215

cevabi notamıza vermek üzere hazırladıkları cevap, bize gelişi Çarşamba’dan belli olan

Perşembe yi hatırlatıyor” demektedir. Nadi makalesini yine “Yunanistan yıkılmalıdır ve

elbette yıkılacaktır” diye bitiriyor.722

Ankara’nın Roma temsilcisi Celaleddin Arif Bey, davet olunmadığı halde Türkiye lehinde

gelişmeler sağlayabilmek için kendi imkânlarıyla Cenova’ya gitmiş ve burada yaptığı

açıklamada, “Türkiye’nin vaziyet-i coğrafya ve iktisadiye itibariyle bir Avrupa memleketi”

olduğunu ve Ankara Hükümeti’nin davet edilmesi gerektiğini söylemiştir.723

“Sultanlar istibdadına karşı ilk isyan ve ihtilal bayrağını kaldıranlar, ilk defa Türkiye’de milli

bir devletin mevcudiyetini müdafaa edenler harbin doğurduğu meşum bir kinden

kendilerini kurtaramamışlardır.” Bahaeddin Şakir ve Azmi Beyler de, Talat Paşa ve Sait

Halim gibi Berlin’de Ermeniler tarafından öldürülmüştür.724 “Berlin’de Ermeni

talebesinden, Berbin ve Omanof”un Bahaeddin Şakir suikasti münasebetiyle

tutuklanması” sayesinde Avrupa’da yaşayan “Türk milliyetçilerini imha komitesinin

Almanya’daki teşkilatı keşf edilmiş ve örgüt hakkında bilgi alınmıştır. Almanya’da

bulunmakta olan birçok Ermeniler sahte namlar ve sahte pasaportlarla faaliyetlerine

devam etmektedirler.” Örgütün merkezi olan ve “ikna komitesi” olarak adlandırılan grup

“Amerika’da bulunmakta olup, komitenin mesarifi de Amerika’dan temin edilmektedir.” Bu

örgütün üyesi olan Ermeniler, Amerika’dan Almanya’ya “Paris tarikiyle ve Fransız

pasaportuyla” girmektedirler.725

23 Nisan 1922 sayısında Yeni Gün, Meclis’in açılışının yıldönümü dolayısıyla kutlama

mesajları yayınlamış ve “23 Nisan, yeni Türkiye’nin mukaddes halkçı inkılâp bayramıdır,

Türk tarihinin bu son dönüm günü kanıyla tarihi yazan halka kutlularız” demiştir.

Ankara Hükümeti cevabi notasında “tahliye ve mütareke meselesinde nokta-i nazarımızı

müdafaa” etmiş, Anadolu’daki işgal felaketlerinin sona ermesi talep edilmiş,

“memleketimizde hür yaşamak istediğimiz tekrar beyan edilerek sulh için murahhasların

İzmit’e gönderilebileceği” belirtilmiştir.726 İtilaf Devletleri’nin 15 Nisan 1922 tarihli notasına

Ankara Hükümeti’nin verdiği cevabi notanın tam sureti TBMM Hariciye Vekili Yusuf Kemal

imzasıyla 24 Nisan 1922 sayısında yayınlanmıştır.

722 “Perşembenin Gelişi”, 16 Nisan 1922. 723 “Celaleddin Arif Bey’in Protestosu”, 19 Nisan 1922.724 “Bahaeddin Şakir Azmi Şehidler Arasında”, 21 Nisan 1922.725 “Avrupa’da Türk Milliyetçilerine Suikast”, 1 Mayıs 1922. 726 “Hizar Edilmekte Olan Cevabi Notamız Meclis de Kabul Olundu, Devletlere Tevdi Ediliyor”, 23 Nisan 1922.

216

“İnsaniyete yeni, taze ve feyyaz bir hayat-ı mesud vaad eden içtimai hareketler için aziz

bir timsal olan” İşçi Bayramı nedeniyle hazırlanmış ve Karl Marks resmiyle süslenmiş olan

haberde, bayramın tarihçesinden, işçi sınıfının verdiği mücadele sonucunda elde ettiği

kazanımlardan bahsedilmektedir.727

Yabancı bir gazetenin muhabirinin Lenin’le yaptığı röportaja çok geniş yer verilmiştir.728

Ayrıca bir Amerikalı bankerin önerileri de gazete sütunlarında yer bulmuştur.

“Amerika’nın en meşhur bankeri olan Nasyonel Siti Bank müdür-ü sabıkı Mister Frankilin

Vanderlib”, “Avrupalılar borçlarına mahsusen Türkiye’den alacakları olan parayı

Amerika’ya devretmeli, Amerika’da vaktiyle Çin’e olduğu gibi Türkiye’ye bu parayı

bağışlamalıdır” demiştir.729 Yeni Gün, Vanderlib’in bu teklifini heyecanla karşılamış ve

haberin devamında bu önerinin nasıl uygulanabileceği ve neden bu kadar önemli olduğu

konusunda düşüncelerini sunmuştur. “Şimdiye kadar Türkiye hakkında yazı yazan veya

söz söyleyen hiç kimse, Türkler lehinde vaki olan bu beyanatı kadar mühim beyanatta

bulunmamıştır” diyen Yeni Gün, Vanderlib’in bu çıkışını Avrupa ve Amerika zihniyeti

arasındaki farkla açıklamaya çalışmıştır. Bu açıklama Amerika’nın “istilacılığını”

neredeyse haklı çıkaran bir açıklamadır: “Amerika Wilson prensipleriyle de ilan ettiği

veçhile Avrupa’dan çok farklıdır. Avrupa körü körüne ve hodgamca istilacıdır. Amerika’nın

727 “1 Mayıs Bütün Sosyalist Cihanının Bayramı”, 1 Mayıs 1922. 1 Mayıs 1922 sayısında “1 Mayıs amele bayramı münasebetiyle gazetemiz yarın intişar etmeyecektir” yazısı en alt kısımdadır. 728 “Lenin yoldaş Cenova Konferansı hakkındaki fikir ve mütalaasını beyandan sonra yeni iktisad siyasetine geçerek diyor ki: ‘Yeni iktisadi siyaset köylü ve işçilerin menafini birleştirmeye hayli yardım etmiştir. Ve bu siyaset bizim sosyalist esaslarına ne suretle takrib edebileceğimizi kararlaştıracaktır. Biz şimdi köylüler karşısında onların menafini (mülkdar) ve kapitalistlerin taarruzundan kurtaracak müdafi vaziyetindeyiz. Köylüler bize inanıyor, bizimle gidiyor ve bizim onları düşman sınıfından müdafaa edeceğimizi biliyorlar. Köylüler bugün (ameli) olarak menfaatlerimize yardım etmemizi talep ediyorlar. Köylüler kendileri için fanteziden başka bir şey olmayan uzak projelerle tatmin edilemez, onlara şimdiden menfaatlerinin bizim menfaatlerimizle birleştiğini onların ağır şeraitinden kurtulmasına başkalarından ziyade bizim yardım edebileceğimizi ameli surette (itiyat) edecek işler yapılmalıdır. Devlet Kapitalizmi Emsali Tarihte Bulunmayan Bir Hükümet Sistemidir: Bu meseleden pek çok yoldaşlar eski kitaplara bakarak ürküyorlar. Hâlbuki o kitaplarda hiçbir şey yoktur. Hatta Karl Marks bile ‘komünizm devrinde devlet kapitalizmi’ için hazır bir formül düşünmemiştir. Kanun evvelde gösterilen nazariyat şimdiye kadar mevcut olan kapitalist devletlerine aittir. Bizim kanun-u esasimize gelince henüz tarihte emsali görülmemiş olduğundan ona ekseriye hazır ölçüler, formüller geçmez.” “Yeni iktisadi siyaset hakkında Lenin yoldaş diyor ki”, 10 Mayıs 1922.729 “Türkler medeniyet için çok faideli bir anasır olabilirler. Avrupalılar şimdiye kadar şarkta yeni ve yüksek bir medeniyet kurmak hususunda onlardan istifade edeceklerine Türkleri kendi servet ve refahlarını artırmak hususunda alet olarak kullanmış, ellerinden istiklallerini ve memleketlerini alarak üzerlerinde saltanat kurmak için hiçbir fırsat esirgememişlerdir. Şimdi şark-ı kerib ile alakamızı artırmakta olmaklığımız hasebiyle Avrupa’ nın bu eski (istimar) usulüne nihayet verilmelidir. Bunun için de Türkiye’ye refah ve huzur imkânı temin etmelidir. Bu da Amerikalılara tertib eden medeniyet borcudur.” Yeni Gün Vanderlib ile ilgili şu bilgileri sunmaktadır: “Yalnız Amerika da değil, Avrupa maliye aleminde de tanınmış meşhur bir bankacıdır. Bu adam bundan dört sene evvel bir kere, (müehhiren) de bir sene evvel dünyayı sarsan iktisadi buhranın sebeplerini mahallinde tedkik etmek üzere Avrupa’ya geçmiş ve (inkasıradan) itibaren bütün Avrupa memleketlerini birer birer dolaşarak vesaik toplamıştı. Bu meyanda İstanbul da kendi ve orada kaldığı bir iki ay zarfında mali vaziyeti ve istikbalin vaad ettiği ihtimalleri tedkik ederek birkaç ay evvel Amerika ya avdet etmişti. Avdetini müteakip iktisadi buhrana bir çare olmak üzere beynelmilel bir banka tesis fikrini ortaya attı ve fikrini müdafaa zımnında tedkikat ve müşahedatına müstenid bir de kitap neşretti.” “Amerika mektupları: Bir Amerikalı Banker Diyor ki: Maarife Tahsis Etmek Şartıyla Türkiye’ye Borçlarını Bağışlamalıdır”, 10 Mayıs 1922.

217

istila siyaseti insani ve mefkurevî yordamlarla örtülüdür. Amerika daima bir mefkûre

uğruna etrafa yayılmış müstemlekelerini mutlaka müstemleke ahalisine medeniyet

götürmek zihniyetiyle almıştır. Amerikalılar, samimi veya gayri samimi kendilerini

medeniyet ve Hıristiyanlık naşirleri adediyor ve bununla iftihar ediyorlar.”

Damad Ferid “mevki-i iktidarı her ne suretle olursa olsun elde etmek için” çalışmaktadır.

Hoca Sabri, Zeynelabidin, Vasfi Hoca, (Şiban) Ağa ile Balta Limanı’nda görüşmelerde

bulunmaktadır. Aynı zamanda bu grup bugünlerde saraya da sık sık girip çıkmakta, saray

Damat Ferit’i yeniden iktidara getirmek için “gizli gizli teşebbüsat icrasından geri

durmamaktadırlar.” 730

Mahmut Esat, çağdaş milletlerin “azami zenginliği ancak büyük sanayi ile elde ettiklerini”,

yalnız ticaret ve yalnız ziraatla ilerleyen bir milletin hiçbir zaman büyük sanayi

memleketlerinin “iktisadi cidaline karşı gelemeyeceğini” vurgulayarak, Türkiye’de

sanayinin gelişmesinin ulusal bağımsızlık açısından önemine değinmiştir.731

Türkiye’ye gelerek azınlıkların durumları hakkında araştırmalar yapan “Amerika Şark-ı

Kerib Muavenet Heyeti”nden Mister Yavel ve birkaç arkadaşı “Türk düşmanlığıyla iştihar

etmiş ve bir maksad-ı mahsus nifak ile Anadolu’da çalıştığı anlaşılmış olduğundan

hükümetçe Anadolu arazisini terk eylemesi kendisinden rica olunmuştu.” Ardından

ülkesine dönen Yavel, “Türk mezalimi masalları ile Avrupa matbuatını yine işgale

başlamış”, azınlıkların kötü durumda olduğuna dair yalan beyanlarda bulunmuş, İngiliz

basını da açıklamalarına ilgi göstermiştir.732

Bu sıralarda gündeme gelen Chester Projesi’ne Yeni Gün şiddetle karşı çıkmakta, “Şarki

Anadolu’nun bütün servet menbalarını Amerikalılara terk eden bu imtiyazın yeniden

canlandırıldığını” söylüyor ve projenin uygulanmasının Doğu vilayetlerinin Amerika’ya

satılması demek olduğunu belirtmiştir. Gazete, Meclis’in projeyi “için için tetkik edip ondan

sonra karar vermesi” gerektiğini de sözlerine eklemiştir.733

Gazetede projeyle ilgili verilen bilgi şudur: “İmtiyazın ihtiva ettiği şartlar Bağdat hattı

şartlarından çok daha ağırdır. Bu imtiyaz mucibince Amiral Çestır İskenderun Limanından

başlayarak Irak da Musul, Kerkük ve Süleymaniye’ye kadar mevcud bilcümle madenleri

730 Damad ve Kain Peder Elbirliğiyle Çalışıyorlar, 12 Mayıs 1922. 731 Mahmud Esad, “İktisadi Vechemizin Birinci Esası”, 19 Mayıs 1922.732“Anadolu’da Rumların ve Ermenilerin Haklarıyla Hürriyetlerine, Namuslarına Kimse Tecavüz Etmemiştir, Anadolu’daki Ekalliyetler ve Dâhiliye Vekâleti’nin İzahatı”, 23 Mayıs 1922. 733 Çestır Projesinin Tatbiki Şark Vilayetlerimizi Amerika’ya Satmak Demektir, 28 Mayıs 1922.

218

işletmek ve bu sahada bir de demir yolu inşa etmek hakkını haizdir. Aynı zamanda

muvaseletten başlayarak Fırat ve Dicleboyunca şimale doğru nehirlerin menbalrına kadar

tesadüf edilecek bilcümle madenler bu Amerikan kumpanyasına terk edilmiştir.”

1922 başlarında Ahmet Emin Yalman’ın yazarlığını yaptığı Vakit gazetesi “cephede kışı

geçiren askerin en büyük ihtiyaçlarından biri” diyerek okunmuş gazete ve dergilerin Garp

Cephesi Kumandanlığı’na gönderilmesini hedefleyen bir kampanya başlatmıştır.

6 Haziran 1922 Nadi, İngiltere nezdinde Lord Curzon’un dünyaya meseleyi barış yoluyla

çözmeyi Türkiye’nin kabul etmediğini ilan ederek bizi güç durumda bırakmaya çalıştığını

fakat mütareke ve tahliyenin bir arada olması gereğini ortaya koyan Türkiye’nin barış

şartlarını görüşmek için İzmit’i göstermesinin barış konusundaki içtenliğini ortaya

koyduğunu yazıyordu. Bu görüşmelere Mustafa Kemal’in de katılacağının duyurulmasıyla

kararlılık kesinleştiğinde Curzon bu defa “Amerikalı Türk düşmanı Yavel” in yalanlarına

dayanarak Türkiye’de azınlıkların “zulüm gördüğü yalanını” ileri sürmüştü. Türkiye’nin

kendi belirlediği barış şartlarında ısrarı ise Anadolu’nun boşaltılması fikrinin İtilaf

Devletleri tarafından da yavaş yavaş kabul edilmeye başlanmasını sağlamıştı.

“Muhalif unvanı altında toplanan hainler, İstanbul’da kendi aralarında çay ziyafeti

yaptıkları” sırada,734 “bitaraflığını ilan etmiş” İngiltere’nin Yunanlılara yardımları tüm

hızıyla sürüyordu.735 Meclis’teki tüm milletvekilleri, “namzet kanuna tevfikan intihab

edilmiş oldukları, yeni intihab kanununun ise bu şekle menafi bulunduğu” gerekçesiyle

istifalarını sunmuşlardır.736

Bu sırada Fethi Bey (Okyar) Avrupa’ya gönderilmiş fakat tek bir görüşme yapamadan geri

dönmüştü. Vahdettin ise İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold’la yaptığı görüşmede, TBMM

Hükümeti’nin Yunan işgali yüzünden ortaya çıktığını, Yunanlılar Anadolu’dan çekilirse bu

hükümetin de yok olacağını fakat Yunanlıların çekilirken boşalttıkları yerleri Ankara değil

İstanbul Hükümeti’ne bırakmaları gerektiğini söylemişti (Akşin 2000: 103).

734 Bu hainler Hürriyet ve İtilaf çevresinden Ali Kemal, Damat Ferit, Vasfi Hoca, Filozof Rıza Tevfik, Hoca Zeynelabidin, Gümülcineli İsmail, Rıza Paşa’dır. İstanbul’da Vatan Hainlerinin Bir Çay Ziyafeti, 9 Temmuz 1922.735 İngiliz bandıralı bir vapur 30 Haziran da İzmir rıhtımına yanaşmış ve pek çok malzeme taşınmıştır. İngiliz Yardımı Devam Ediyor, 9 Temmuz 1922. 736“Vekiller Çarşamba gün icra edilecek olan yeni intihabata kadar vekâleten memuriyetlerine devam edeceklerdir. ”Dün Bütün Vekiller Meclis’e İstifanamelerini Arz Etmişlerdir, 11 Temmuz 1922.

219

21 Temmuz 1922’de Meclis Başkumandanlık görevini süresiz olarak Mustafa Kemal’e

devretmiş,737 bundan bir hafta sonra Yunanistan, Türkleri kendi çıkarlarına göre bir

anlaşma yapmaya zorlayabilmek üzere İstanbul işgaline katılmak için İtilaf’a başvurmuş

fakat Fransa ve İtalya’nın muhalefetiyle karşılaşmıştı.738 30 Temmuz’da İzmir’deki Yunan

Yüksek Komiseri Sterghiades’in burada bir İyonya Devleti’ni ilan etmesi, yalnızca Ankara

ve İstanbul Hükümetleri tarafından değil, İtilaf Devletleri tarafından da protesto edildi.

(Akşin 2000: 103)

Bir Yunan müfrezesinin belirlenen sınırı geçmek istemesi ve Fransız kuvvetlerinin de

buna karşı koyması sonucu yaşanan ufak çaptaki arbede ile “Yunanlılar kendilerini galiba

yeni bir sergüzeşte daha atar gibi olmuşlar, fakat işin vehametinin derhal farkına vararak

vazgeçmişlerdi.”739 Öte yandan “Rusya İstanbul’un Türklüğünü en esaslı bir umde olarak

kabul etmiş” ve Çiçerin Cenova’da Loyd George’un Türkiye’nin paylaşımıyla ilgili bir

teklifini reddetmiştir. Yeni Gün, Rusya’nın Yunanistan’ı “şiddetli bir protesto edeceğini”

düşünmektedir. 740

Tevfik Rüştü, Wilson prensipleri ile Osmanlı’nın “pek acı aldatıldığını” itiraf etmekte,

Fransa’nın yıllar boyunca oluşturduğu yakın doğudaki konumunu, İngiltere’ye

bırakmaması gerektiğini söylemektedir. İtalya’nın ise, bağımsız bir Türkiye ile dost

olmanın kendisine kazandıracaklarının, İngiltere’nin “şunun bunun kesesinden bahş

edeceği hayali vaadlerden” daha önemli olduğunu anlamalıdır. Nitekim aynı gün İtalya’nın

Şark Meselesi’nde İngiltere’ye karşı Fransa ile birlikte hareket etmek kararı aldığı da

bildirilmektedir.741 Rüştü, Osmanlı’nın yıllardır samimi ilişkiler sürdürmüş olduğu “kadim

dost Fransa” ile eski düşmanı ve yeni dostu olan Rusya’nın, diplomatik bir ilişki kurmaya

çalıştığını ve bu noktada Türkiye’ye önemli görevler düştüğünü belirtir.742

Lloyd George, son konuşmasında “Türkiye’nin şarklı bir devlet olarak şartların kendi

lehine gelişmesinde inat eden, bunu inatla bekleyen bir siyaset izlediğini” ve bunun

Doğululara özgü bir “intizar siyaseti” olduğunu söylemiştir.743 Oysa bu, “İngilizlerin (veyt

en si (wait and see)= bekle ve gör) dedikleri siyasettir” ve “Türkler, İngilizleri

737 “BMM Başkumandanlık Vazife-i Filliyesini Bilamüddet Gazi Hazretlerine Tevciye Etmiştir”, 22 Temmuz 1922.738 Yunanistan, Paris’teki Yunan maslahatgüzarı aracılığıyla Fransa hükümetinden İstanbul’u işgal etmek için izin istemiş, Fransa ise bu isteği reddetmiştir. “Yunanistan Fransa’ya Müracaatla İstanbul’u İşgal İçin Müsaade İstemiş Fransa Reddetmiştir”, 1 Ağustos 1922739 “İstanbul’un Evvelki Gün Geçirdiği Heyecan”, 31 Temmuz 1922. Rusya bu durumu protesto ederken, İngiltere Yunanistan’ın bu hakka sahip olduğunu belirtmiştir. 740 “Loyd George İstanbul’u Yunanlılar’a işgal ettirebilecek mi?”, 10 Ağustos 1922. 741 “Şark Meselesinde İtalya ve Fransa Birleşecek”, 10 Ağustos 1922. 742 Tevfik Rüşdü, “Londra İçtimaı”, 10Ağustos 1922. 743 Kaya Bey, “Lloyd George’un Son Nutku”, 16 Ağustos 1922

220

muvaffakiyetten muvaffakiyete götüren bu siyaseti bugün, belki de ilk defa olarak

İngilizlere karşı tatbik etmek üzeredirler.” Lloyd George, “İstanbul’u Yunanlılara işgal

ettirerek Fransa ve İtalya’yı İstanbul’dan uzaklaştırmak ve Yunan eliyle İstanbul’a ve

hususiyle Boğazlara hâkim olmak” , “Türkler lehine dönmeye başlayan Türk Yunan

davasının müzakeresinden evvel Yunanlılar İstanbul’u alacaklar diye ortalığa bir velvele

vererek efkâr-ı umumiyeyi tedhiş etmek”, Alman tazminat meselesinden dolayı Batı’da

kendi işleriyle meşgul olması lazım gelen Fransa’yı Doğu’da gafil avlamak ve ikinci bir

Yunanistan yapmak istediği İtalya’yı da bazı vaatlerle kendine bağlamak amacındadır.

Belli ki Lloyd George, Avrupa’nın şövalyelik ruhlarına hitap ederek, sözde Yunan

kahramanlık ve fedakârlığının savunuculuğunu üstlenmekte ve “Bundan tam bir asır evvel

Yunan (fetreti) zamanında Lord Bayron”un oynadığa role özenmektedir. Oysa

“İngiltere’nin bugün Yunanistan davası için bol bol sözden başka sarf edecek ne tek bir

şilini ne de akıtabilecek tek bir damla kanı vardır.” Bu sıralarda, Sakarya Zaferi’nden

sonra Afyon-Eskişehir hattına çekilen Yunan ordusuna karşı, Türk orduları genel bir

taarruz hazırlığına girişmiştir. Mustafa Kemal, Haziran ortasında taarruz emirlerini vermiş

ve Türk ordusunun bir bölümü Afyon’un güneyine toplanmıştı. 17 Ağustos’ta Gazi gizlice

Ankara’dan ayrıldı ve (Akşin 2000: 105)

Paris Konferansı’ndan çıkan barış teklifi, Lloyd George’un meseleyi konferanstan

konferansa taşıyarak çözümsüzlüğe itmek, Türk davası ve Doğu Sorunu’nu “kördüğüm

haline getirmek” istemesi olarak yorumlanmış, Venedik Konferansı’nda “Türkiye’nin ileride

tabi olacağı idare şeklinin kararlaştırılacağının” belirtilmesi ise tepkiyle karşılanmıştır.

Yeni Gün, Türkiye’nin bağımsızlığını kabul etmeksizin bir barışın olamayacağını

tekrarlıyordu.

29 Ağustos 1922’de Yeni Gün, şiddetli muharebelerin dördüncü gününde bulunulduğunu

ve ordunun zafer arifesinde olduğunu bildiriyordu.744 Düşman kuvvetleri Uşak’tan

uzaklaştırılmıştır ve Afyon Karahisar’da büyük bir meydan muharebesinin gerçekleşmesi

beklenmektedir.745 Nadi, bu savaşın “hayat ve namus meselesi” olduğunu, “bütün bir

mazlumlar âleminin selametini de temin edeceği cihetle” insanlığın yarısının Türk

ordusunun kazanmasını arzu ettiğini söylüyordu.746 Cepheden gelen haberler, bu isteğin

gerçekleşeceği yolundaydı.747 Bir gün sonra Yeni Gün zaferi müjdeliyordu : “Ordumuz

Dumlupınar’ı istirdad eylemiş, düşman kuvvetlerini ikiye ayırmış ve ricate mecbur

744 Doktor Tevfik Rüştü, “İnkişaf”, 29 Ağustos 1922. 745 “Afyon Şimalinde Büyük Bir Meydan Muharebesine İntizar Olunmaktadır”, 29 Ağustos 1922. 746 Yunus Nadi, “Hayat ve Namus İçin”, 30 Ağustos 1922. 747 Altıntaş ve Dumlupınar’da gerçekleşen şiddetli muharebelerin ardından buralar alınmıştı. Altıntaş ve Dumlupınar Civarında Şiddetli Muharebeler Olmaktadır, 30 Ağustos 1922.

221

eylemiştir, kuvvetlerimiz düşmanı takip eylemektedir.”748 Nadi, elde edilecek büyük

başarıdan sonra barış sözleriyle Türkleri kandırmaya çalışacak entrikacılar karşısında

Misak-ı Milli ile yetinilmemesini öneriyordu.749 Nebizade Hamdi ise, Mehmetçiğin

siyasetin, “üç senedir elde edemediği neticeye varmak üzere” olduğuna işaret

etmektedir.750

Sevr Antlaşması’nın tamamen ortadan kalkması ve Paris görüşmelerinin

sonuçlanamaması nedeniyle yeni bir safha açılmıştır. Orduların kazandığı başarılar ve

halkın fedakârlıkları sonucunda Türkiye artık farklı bir konumdadır ve Misak-ı Milli’den

vazgeçilemez. Barış ise, Mustafa Kemal’in “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, İleri!”751

emrine uyarak Akdeniz’e doğru ilerlemekte olan Türk ordusunun ilkbaharda Batı Anadolu

sahillerinde “son sözünü söylemesiyle” olacaktır.752

Ordu İzmir’e doğru hızla ilerlediği ve İzmir’de İstiryadis’in artık şehrin güvenliğini

sağlayamayacağını konsoloslara bildirdiği sıralarda,753 Nebizade Hamdi makalesine

Anadolu Ajansı’nın tebliğ ettiği bir Londra telgrafından bahsederek başlar: “Masal

dinlemek ister misiniz? Anadolu Ajansı’nın dün tebliği ettiği bir Londra telgrafnamesini

okuyunuz, hatta beraber okuyalım.” Buna göre Lloyd George, İngiltere’nin Türkiye

siyasetinin Fransız nokta-i nazarına yaklaştığını fakat tek bir noktada ısrar edildiğini, o

noktanın da Anadolu’nun Yunan ordusu tarafından tahliyesinin, azınlıkların güvende

olduklarından emin olunduktan sonra gerçekleşmesi olduğunu belirtmiştir. Hamdi, zaten

İngiltere’nin Anadolu’daki ordusu yani Yunan ordusunun, Anadolu’yu artık Lloyd

George’un ne fikirde olduğunu sorup dinlemeye vakit bulamadan tahliye ettiğini, “denize

döküldüğünü” ve bu nedenle de “artık bir tahliye meselesi olmadığını” belirtiyordu.

İngiltere, 26 Mart’taki barış şartlarının reddedilmesinden beri uzlaşmacı davranmamış,

hatta bu şartların Ankara’ya bir ültimatom şeklinde dayatılmasını istemeye başlamıştır.

Üstelik İngiltere Fransa’nın teklifin Türklerin istekleriyle yeniden şekillendirilerek

görüşülebileceği düşüncesini de dikkate almamış, Lloyd George, son konuşmasında

Anadolu’daki Yunan askerinin sayıca arttırılması gereğinden bahsetmiştir. Hamdi, İngiliz

Başvekili’nin “üç beş gün evvel söylediklerini her zaman olduğu gibi unutacağını ve

siyasetine hemen yeni bir istikamet vermeye çalışacağını” öngörmüştür. Anadolu

Ajansı’nın verdiği bilgiye göre de “Yunanlılar da itilaf devletlerinin İzmir üzerinde kendisine

748 Yeni Gün, 1 Eylül 1922. (Logonun altında yer alan yazıdır.)749 Yunus Nadi, “Yunanistan Yıkılmalıdır”, 1 Eylül 1922. 750 Trabzon Mebusu Nebizade Hamdi, “Söz Mehmetçiktedir”, 3 Eylül 1922. 751 “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, İleri!”, 5 Eylül 1922. 752 Tevfik Rüştü, “Yeni Safha”, 5 Eylül 1922. 753 “İzmir Bir Mahşer Halini Aldı, Firarlar ve Hicret”, 6 Eylül 1922.

222

verdikleri mandadan vazgeçmiş ve bu feragatini Paris, Roma, Londra kabinelerine tebliğ

etmeye Londra sefirini memur eylemiştir.” Ve İngiltere için de artık ne tahliye, ne Anadolu

meselesi kalmıştır.”754 Bu yazıdan 3 gün sonra İzmir ve Bursa Yunan işgalinden

kurtarılmıştır. Gerçek bir barışın yapılması için ise, Mehmetçiğin ilerleyerek “İzmir’den

sonra İstanbul ve Trakya!”yı alması, Anadolu’nun tahliye edilmesi, Misak-ı Milli’nin de

kabul edilmesi gereklidir.755

24 Eylül’de Türk askeri, askersiz bölgeye çatışma amacıyla değil, barışçı bir şekilde girdi.

Buradaki İngiliz Generali aldığı komutun aksine ateş açmadı. Türk askeri harekâtını

sürdürerek Doğu Trakya’yı da Yunan işgalinden kurtarmak amacındaydı. Bu dönemde

Fransa barışçı bir rol oynadı. İstanbul’daki Fransız Yüksek Komiseri Pellé ve Franklin

Bouillon İzmir’ e gelip M. Kemal’ le görüştüler. Bu görüşmede Mudanya’da bir konferans

toplanması kararlaştırıldı. Sovyetler Birliği de 24 Eylül’de İtilaf’a verdiği bir notayla Türk

Yunan savaşına katılmaları halinde Avrupa’da yeni sarsıntılar olabileceği konusunda

uyardı. İtilaf Devletleri önce bir bırakışma sonra da bir barış konferansı önerdiler. Öte

yandan, bazı Çanakkale kasabalarında, İngilizler ve Yunanlıları tarafından çıkarılması

olasılığı yüksek yangınlar baş göstermiştir.756 Dahası, Çanakkale halkı İngilizler

tarafından tehcir edilmektedir.757 Anadolu’dan gönderilen mektuplarla telgrafları

sansürlemek üzere İstanbul postanesine “bir İngiliz sansür zabiti ikame edilmiş” ve bu

zabit bazı mektup ve telgrafları imha etmiştir.758

General Harrington, Mustafa Kemal’e gönderdiği nota ile Türk kuvvetlerinin “bitaraf

mıntıkaya” girmemeye dikkat etmeleri konusunda uyarıda bulunurken, Başkumandan

verdiği cevapta kısaca “Bitaraf mıntıka tanımıyoruz, düşmanı takip ediyoruz” demiş ve bu

cevabının tam metni Yeni Gün’de yayınlanmıştır.759 Trakya’daki mezalimi protesto etmek

için Hariciye Vekâleti Vekili Rıza Nur İstanbul’daki tüm yabancı ülke temsilcilerine telgraf

çekmiştir.760 Diğer taraftan İstanbul hükümeti “milli siyasete zarar irat edebilecek bir

mevkide bulunmamak için” hükümetin tüm azalarının istifaya hazır olduğunu Ankara

Hükümeti’ne bildirmiştir.761

754 Nebizade Hamdi, “Anadolu’ nun Tahliyesi”, 6 Eylül 1922.755 Doktor Tevfik Rüşdü, “İzmir’den Sonra”, 21 Eylül 1922.756 Nebizade Hamdi, “Facia Başladı”, 27 Eylül 1922. 757 Bu da İngiliz Vahşeti, (25 Eylül tarihli resmi tebliğ), 27 Eylül 1922. Resmi kaynaklara göre 27 Eylül 1922 itibariyle İstanbul’a 3 bin muhacir gelmiştir. İstanbul’daki İngiliz subaylarından ailelerini İngiltere’ye göndermeleri istenmiştir. 758 “Anadolu Mektuplarına Sansür Koydular”, 27 Eylül 1922.759 “Başkumandanımızla Ceneral Harrington Arasında Teati Edilen Notalar”, 28 Eylül 1922. 760 “Yunan Mezalimini Bir Kere Daha Protesto Ettik”, 28 Eylül 1922. 761 “Babıali’ nin Hükümet-i Milliyemize Müracaatı”, 28 Eylül 1922.

223

3 Ekim 1922 Mudanya Konferansı açıldı. Türkiye’nin amacı Doğu Trakya’yı ele geçirmek

ve barış konferansında burayı pazarlık dışında tutabilmekti. Fakat Lloyd George

görüşmelerin sonuçlanması için belli bir gün saat vererek, bu mühlet zarfında görüşmeler

sonuç vermediği takdirde Komutan General Harrington’un Türkiye’ye karşı savaş

başlatması emrini vermişti. Mühlet aşıldığı halde Harrington emre itaatsizlik ederek ateş

açmadı. “Yunanistan bu işte o derece kukla durumuna düşmüştü ki İsmet Paşa’nın Yunan

hükümeti imzalamazsa bırakışma yürürlüğe girmiş olacak mı” sorusuna Harrington olumlu

cevap verebiliyordu. (Akşin 2000: 108) 11 Ekim’de imzalanan Mudanya Mütarekesi’ne

göre 14/15 Ekim gecesi ateşkes başlayacak, Yunanlılar Doğu Trakya’yı boşaltmaya

başlayacaklar, fakat ayrılırken fenalıklar yapmamaları için boşalttıkları yerleri İtilaf’a

bırakacaklardı. İtilaf da devraldığı yerleri TBMM kuvvetlerine devredecekti (Oran 2004:

101).

19 Ekim 1922 Büyük sevinç gösterileri arasında Doğu Trakya’yı devralma işinde görevli

olan Refet Bey İstanbul’a geldi. 26 Ekim’de İsmet Paşa Lozan Konferansı öncesinde

Dışişleri Bakanı olarak atandı.

1 Kasım 1922’ye gelindiğinde Yeni Gün, “Büyük milletimiz bugün yeni ve muhteşem bir

devre giriyor” diyerek saltanatın kaldırılacağını ve “millet saltanatı, millet hâkimiyetinin

başlayacağını” müjdeliyordu. Meclis, “millet ve memleketi, yıllardan beri milletin boynuna

sarılmış ve onun kanını zehirlemeye çalışmış olan saray ve padişah unvanlı bir çıyandan

tahlis eyleyecektir.” Bu aslında üç seneden beri var olan fiili durumun “resmen teyit

edilmesidir.” 4 gün sonra Türk barış heyeti murahhasları Lozan’daki görüşmelere

katılmak üzere ülkeden ayrılmışlardır.762 Aynı gün, 4 Kasım gecesi “şark cephesi

yaverlerinin müsameresi esnasında” başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya,

Trakya’yı teslime memur Mirliva Refet Paşa’dan bir telgraf gelmiş ve Paşa’nın emriyle

“riyaset-i kalem-i mahsus müdürü Hayati Bey tarafından hazır bulunanların şedid ve

hararetli alkışları arasında sahnede” okunmuştur. Buna göre İstanbul Hükümeti istifa

etmiş, Refet Paşa da TBMM yönetiminin “icra-ı hükümete başlamış bulunduğunu

ceneraller içtimaında kendilerine resmen beyan eylemiştir.”763 Şehirde Ankara

Hükümeti’nin hâkimiyeti kurulmuştur764 ve “Refet Paşa TBMM Hükümeti’nin şehirdeki en

büyük memur ve mümessili sıfatıyla bütün idareye hâkim bulunmaktadır.” Hemen

762 “Murahhaslarımız ve Müşavirlerimiz Bugün Gidiyorlar” 5 Kasım 1922. 763 “Dünden İtibaren Güzel İstanbul’umuzda TBMM İdaresi Tesis Etti”, 5 Kasım 1922.764 “Şehirde mülki idarenin tam anlamıyla kurulamadığını gösteren olaylar da yaşanmıştır. İngiliz polisleri fener alayı düzenlemiş olan bir grubun Galata’ya geçişine izin vermemiş, grup tepki gösterince de ateş açmışlar ve ahaliden karşılık görmüşlerdir. Ciddi bir çatışma yaşanmış ve yaralılar olmuştur. “Bir İngiliz Rezaleti”, 7 Kasım 1922.

224

ardından hainlerin tutuklanmasına başlanmıştır.765 Bunlardan biri de, Hükümet’in

memurları tarafından tıraş olmakta iken tutuklanan “Peyam-ı Sabah muharriri Ali

Kemal’dir.” 6 Kasım sabahı bir motorla İzmit’e getirilmiş ve “yolda halkın galeyanını

mucib olan bu herif hücuma maruz kalarak paramparça edilmiştir.”766 Ertesi gün Yeni

Gün, Ali Kemal’in öldürülmesiyle ilgili yayın yapmama kararı almış olmasına rağmen,

okuyucularından gelen yoğun istek üzerine aldığı istihbaratın yalnızca bir kısmını

açıklama kararı aldığını belirtir.767. Önceki gün yayınlanan haberdeki tüm ayrıntıların

doğru olduğunu ve ek olarak da onu koruyan iki askerin yaralanmış olduğunu belirtmekle

yetinmiştir. Gazete, ölümüyle ilgili “Biz kırk katır veya kırk satırdan birini tercih etmesini

istiyorduk. İzmit teki vatandaşlarımız kırk sopayı tercih eylemişler ve kendini paramparça

etmişlerdir” demiştir.

İstanbul’daki İtilaf Komiserleri Hamdi Bey’i ziyaret ederek, “Lozan ile Ankara arasında

muhaberat teminine çalışılacağı, sulh konferansında bir Türk heyeti görmekten

müttefiklerin memnun olacağını” bildiren takrirlerini sunmuşlardır. Ayrıca İtilaf Generalleri

de Refet Paşa’ya gönderdikleri mektupla, “Hükümetin şeklini tayin etmek millete aittir.

TBMM’nin ittihaz eylediği karar karşısında bir diyeceğimiz yoktur. İstanbul idaresine

karışmayacağız” demiştiler. 768

Artık “İstanbul’daki menfur adam” olarak anılan Vahdettin, halife sıfatıyla İslam âlemine

yönelik bir beyanname hazırlığı içindedir. “İngiliz Cenerali Harrington ile mümessil-i siyasi

Romyold tarafından tanzim edildiği muhakkak” olan beyanname, padişahın “en son

765 “İstanbul’da Tevkifat”, 7 Kasım 1922. 766 Ali Kemal bir yerde tıraş olmakta iken tutuklanmış, bir ara memurların elinden kurtulup firar etmek istemişse de yakalanmıştır. Galata rıhtımından motora bindirilerek İzmit’e getirilmiştir. Ali Kemal burada kısa bir süre merkez kumandanlığında tutulmuş, bu sırada kendisine sorulan sorulara yanıt olarak “Sevr muahedesinin memleketin nefsine muvafık olmadığını kabiliyet-i tatbikiyesi bulunmadığını ve Fransa ve İtalya’nın da bazı maddelerini değiştirmeye uğraştığını” ve ayrıca Anadolu’nun o anki siyasi durumunun “ümit edilemeyecek bir şekilde olduğunu, bu zaferin Avrupa’ca da tahmin edilememiş olduğunu eğer siyasi bir hata yapılmazsa fevkalade bir şey olduğunu” söylemiştir. Ardından Nurettin Paşa’nın huzuruna götürülmüştür ve Paşa kendisine Artin Kemal adında birini tanıyıp tanımadığını sormuş ve hayır cevabını alınca onun hıyanetini yüzüne vurmuş kendisinin gıyaben idama mahkûm olduğunu bildirmiştir. “Süngülülerin muhafazası altında ordu kumandanlığı karargâhından divan-ı harbe sebk olunmak üzere çıkarılmış, fakat yolda galeyan eden halkın şiddetli bir hücumuna maruz kalmıştır. Halk süngülülerin ortasından Ali Kemal’i alarak tekme, yumruk, taş, sopa gibi vesait ile merkumu paramparça etmişlerdir. Ali Kemal tam saat alafranga ikide dar cehenneme gitmiştir. Muhafızlar bütün mesailerine rağmen merkumu halkın elinden kurtaramamışlardır. Ali Kemal’in bakiye kalan naaş-ı (--) köprü başında asılmıştır.” Ali Kemal Cezasını Buldu, İstanbul’da yakalanarak İzmit e getirilen (–) halkın hücumuna uğrayarak paramparça oldu, 7 Kasım 1922. 767 “Eğer bize karilerimiz müracaat etmemiş olsaydı, bugün gazetecilik aleminde bir hadise teşkil edecek olan şu satırlara hiç ihtiyaç görmemek ve bilhassa Ali Kemal gibi ciğeri iki para etmeyen bir adamın tevkifi, idamı üzerinde de bu kadar fazla tevkife uğraşmaya ihtiyaç hissetmeyecektik. Fakat dün karilerimizden kim ile görüştü isek, kime rast geldi isek bize şu sualleri sordular: Ali Kemal’in tevkifi, idamı meselesine dair neden bir satır yazı yazmadınız?” Ali Kemal Nasıl Parçalandı? 8 Kasım 1922. 768 “Müttefikler Nasıl Yola Gelmeye Başlıyorlar?”, 9 Kasım 1922.

225

hıyanetidir.”769 Fransa’da yayınlanan Eco de Paris gazetesinin verdiği bilgiye göre,

Vahdettin Sir Rumbold’dan gelip kendisini görmesini rica etmiştir. Büyük Britanya

fevkalade komiseri 16 Kasım’da saat iki buçukta saraya gelmiştir. O andan itibaren de

İngiliz askerleri “sarayın muhafazasına muavenet eylemektedirler.” 770 Birkaç gün sonra

Vahdettin, “İngiliz himayesine iltica” etmiştir. Vahdettin’in kaçışı, “İstanbul da umumi bir

hayret tevellüd etmiştir. Merkumun ihaneti herkesçe malum olmakla beraber İngiliz

himayesini resmen talep edecek kadar bayağılık göstereceğine pek az ihtimal verildiği”

bildirilmiştir.771 18 Kasım İstanbul’dan kaçan Vahdettin’in yerine Abdülmecit Efendi halife

olarak atanmıştır.772

Barış için daha fazla beklemeye tahammülü olmayan ve uluslararası alanda saygın bir

yer edinmek isteyen Türk tarafı adına İsmet Paşa, konferansın ertelenmesi halinde

sükûnetin tehlikeye düşeceğini bildirmiş ve konferansın olabildiğince yakın bir tarihe

alınmasını istemiştir.773 Aynı zamanda Yeni Gün muhabiri Şükrü Kaya’nın bildirdiğine

göre, Matin gazetesi muhabirinin İsmet Paşa ile trende yaptığı görüşmede Paşa, Anadolu

milliyetperverlerinin Fransız düşmanı olmadığını, Meclis’in Doğu’da Fransızlar için zarara

yol açacak hiçbir karar vermediğini, Fransa’nın Türk milliyetperverlerine güvenebileceğini

ve milliyetçilerin ilk isteğinin Fransa ile sıkı ilişkiler kurmak olduğunu söylemiştir.774

20 Kasım’da Lozan Barış Konferansı açılmıştır775 ve Nadi’ye göre Batılı devletler ve

özellikle de İngiltere artık savaşacak durumda olmadığından, Türk tarafının istekleri kabul

edilmek zorundadır.776

Nadi, Vahdettin’in kaçışıyla ilgili kaleme aldığı yazısında, “def olup giden adamın” halife

olmaktan önce “bir Türk hakan ve sultanı olduğunu bilemeyecek kadar cahil bir mahlûk”

olduğunu söylemiştir. Nadi, tüm İslam âleminin emperyalizmin pençesinden

kurtulmalarının istendiğini fakat bunun için önce “İslam’ın alemdarı olan” Türkiye’nin

kurtuluşunun gerektiğinin anlaşıldığını söylemektedir. “Halife unvanını taşıyan bir sefil”

769 “Menfur Herifin Hıyanetkarane Bir Ceraati”, 14 Kasım 1922.770 “Saray İngilizlerin Muhafazası Altında”, 17 Kasım 1922.771 “Melunun Firarına Dair Tafsilat, Firari Sarayın İşgali”, 19 Kasım 1922.772 Halife Abdülmecit Vahdettin’in firarı ile ilgili şunları söylemiştir: “Halife hazretleri Vahdettin den bahsederken demişlerdir ki: Babam amcası idi. Onu da hatırlamadı. Bundan bahsetmek ne acı! Vahdettin kendini yalnız makam-ı hilafetten değil, hanedan-ı Osmanî azalığından iskat eden bir ferddir. Bunu unutmayalım. İstikbale bakalım, cenab-ı hak bu istikbali milletimiz ve dinimiz için mesud – etsin.” Abdülmecid Hazretlerinin Hilafete İntihabları Etrafında: İstanbul’da Halife Hazretlerinin Beyanatı, 21 Kasım 1922.773 “İsmet Paşa Tarafından Müttefiklere Verilen Nota”, 16 Kasım 1922.774 “Baş Murahhasımız İsmet Paşa’nın Tan ve Matin Gazetelerine Beyanatı”, 17 Kasım 1922. 775 “Sulh Konferansı Bugün Lozan da Toplanacak”, 20 Kasım 1922.776 Yunus Nadi, “Lozan Konferansı”, 20 Kasım 1922.

226

olan padişahın, “bu unvanını da beraberinde götürmek iddiasıyla, maksadı İslam’ı

mahvetmekten başka bir şey olmayan İngilizlere iltica ettiğini” ifade etmektedir.777

Lozan görüşmeleri başlamış, İsmet Paşa’nın Fransızca olarak yaptığı konuşma778 ile

Türkiye’nin istiklal ve hürriyet istediğini ve bu uğurda mücadele etmekte olduğunu ilan

etmiş ve Yunanlıların ülkede yol açtığı tahribat ve cinayetlerden bahsetmiştir.779 Lord

Curzon’un başkanlığında yapılan ve Türkiye’nin Avrupa’daki sınırlarının belirlenmeye

çalışıldığı görüşmede, İsmet Paşa Türkiye için 1913 yılı sınırlarını talep etmiştir. 780 Aynı

gün gazete, Edirne’nin anavatana kavuştuğunu müjdelemektedir.781

Savaş ve işgal sırasında Osmanlı Devleti’nin düşmanlarıyla birlikte hareket eden Rumlar

ve Ermenilere yönelik öfke henüz dinmemiştir. İstanbul’dan son üç ayda “hıyanetlerinin

neticesi olmak üzere ekmeğini yedikleri vatandan firar eden” Rum ve Ermenilerin sayısı

160 bini bulmuştur.782

Lozan’da İsmet Paşa “Misak-ı Milli esasına tevfikan Musul vilayetiyle petrol mıntıkalarının

Türkiye ye terkini talep ederken”,783 Batı Trakya’da Yunan zulmüne karşı baş gösteren

isyan şiddetlenmiş, halk dağlara çıkmaya başlamıştır.784 “Müttefiklerin işgal masrafı diye

gülünç talepleri” İsmet Paşa tarafından reddedilmiştir. Paşa, Yunanlıların tahliye ettikleri

yerlerde yangın ve yağma yaptıklarını Venizelos’un itiraf etmesini sağlamış fakat

Venizelos bunları “tedabir-i askeriye olarak mazur göstermek istemiştir.”785

Nadi, “Fransa nasıl bilmez olur ki biz Musul u milli hudud haricinde bırakacak bir tesviye

tarzına yanaşamayız” derken,786 Fransa ile yapılan Ankara Antlaşması’nın “umumi sulh ile

tevsik edilebilmesi için” sınırlar konusundaki hassasiyet ve kararlılığın bu ülke tarafından

anlaşılacağının umulduğunu fakat eğer Fransa’nın dostluktan anladığı bu ise Türklerin

böylesi bir dostluk istemediğini belirtmiştir. Nadi, konunun nazikliğinin altını çizerek,

“Hulasası şudur ki bu türlü eşkâl ve şerait ile herhangi bir dostluğun hatta her hangi bir

777 Yunus Nadi, “Hükümet ve Hilafet”, 21 Kasım 1922. 778 Bu konuşmanın bir değerlendirmesi için bknz.: İsmet İnönü’nün Lozan Konferansı’ndaki açılış konuşmasının bir değerlendirmesi için bknz.: Robert Haab, Lozan Açılış Konuşması, Max Schweizer (Der.), Ankara ve Lozan Arasında, Ankara, Phoenix Yayınevi, 2005, 58-60. 779 Lozan’da İlk İçtima: Başmurahhasımız Hararetle Alkışlanmıştır, 22 Kasım 1922.780 Mesail-i araziye ve askeriye komisyonunda Avrupa daki hudutlarımız mevzu bahs olmuştur, 24 Kasım 1922.781 “Dün Sevgili Edirne’mize de Kavuştuk”, 24 Kasım 1922. 782 “İstanbul Temizleniyor, Üç ay zarfında 160 bin Rum ve Ermeni def olup gitmişlerdir”, 27 Kasım 1922.783 “Murahhaslarımız Musul’u Talep Ettiler”, 29 Kasım 1922. 784 “Garbi Trakya Kıyamı Büyüyor, Bütün ahali dağlara akıyor, her tarafta müsademeler oluyor”, 30 Kasım 1922. 785 “Arazi ve Maliye Komisyonlarında: Adalar ve kapitülasyonlar meselesi”, 1 Aralık 1922.786 Yunus Nadi, “Dostlarımız ve Düşmanlarımız”, 3 Aralık 1922.

227

sulh ve sükûn devresinin tesis edebileceğine kani değiliz. Böyle yarım yamalak dost

olmaktansa biz karşımızda açık düşman görmeyi tercih ederiz” demiştir. Görüldüğü gibi,

her durumda “kadim dost Fransa”yla ilişkilerin ilerletilmesinden yana olan Nadi, konu

Misak-ı Milli’ye geldiğinde, daha sert bir dil kullanmakta ve kararlı bir tavırla, ülkelerin

ancak çıkarları etrafında dost olabilecekleri gerçeğini hatırlamakta ve yorumlarını bu

düşünce üzerinde kurabilmektedir. Tam bağımsızlıkçı düşünce gazetede gittikçe daha da

belirgin hale gelmeye başlamıştır. Sonuçta, Yeni Gün özel muhabirinin de Lozan’dan

bildirdiği gibi, Müttefiklerin “meşru ve muhik mutalleb-i milliyemiz karşısındaki”

tutumlarından, “sulh ile aramızdaki mesafenin henüz hayli uzun olduğu”

anlaşılmaktadır.787 Musul ve kapitülasyonlar meselelerinde anlaşma sağlanamamasının

da tetiklemesiyle “İtilaf devletlerinin asıl saik-i hareketleri” açığa çıkmıştır. “Doğrudan

doğruya ticaret hırsıyla hareket eden bu devletler istiklal uğrunda fedakârlıkların en

büyüğünü yapmış olan Türkiye’ye karşı, o istiklali hiçe sayacak teklifler dermiyan

etmişlerdir.”788 “Sulh müzakereleri için gidilen Lozan’da yeni bir harb ve cidal ile”

karşılaşılmış ve Avrupa’nın, “milli hudutlar dâhilinde milli bir hukuka sahip ve malik olmak”

hakkını Türklere bir türlü vermek istemediği anlaşılmıştır.789

Vahdettin’in kaçışıyla ilgili ayrıntılar gazete sayfalarına yansımaya başlamıştır. Yeni

Gün’ün Roma muhabiri, Vahdettin’in kaçışıyla ilgili yaptığı araştırma sonucunda,

İngilizlerin sömürgelerinden adam toplayarak Vahdettin’in emrinde bir İslam ordusu

kurmak amacında olduklarını, Vahdettin’in bu ordunun kurulmasını Malta Adası’nda

beklediğini, fakat sömürgelerde yapılan türlü propagandalara ters teptiğini ve “evdeki

pazara rağmen çarşının kapalı olduğunu ve satın alınacak bir tek adam bulunamadığını”

aktarmıştır. Bu propagandalar özellikle Irak’ta kıyama yol açınca, İngilizler derhal

vaziyetlerini değiştirmişler ve “Vahdettin’i sade mülteci ve misafir telakki ettiklerini ilan ve

ifşaya mecbur kalmışlardır.” Fakat Avam Kamarasında buna karşı çıkanlar vardır.

Özellikle Amele Fırkası “merkuma İngiliz milletinin kesesinden misafir tahsisatı

verilemeyeceğini, olsa olsa işsiz amele tahsisatı meyanında yevmiye 15 şilin itası zaruri

olduğunu” açıklamıştır.790

Son birkaç yılda olup bitenler sonucunda toplum yapısı ve zihniyetiyle önemli bir değişime

uğramış, gerçekleri açıkça görebilmeye başlamıştır. Toplum “dünkü Osmanlı

İmparatorluğu’yla rabt edilmemelidir.” Ayrıca Nadi’ye göre “Avrupalılar hakikaten tuhaf

787 “Lozan Konferansı İşlerinin İç Yüzü”, 3 Aralık 1922. 788 “Konferans dağılacak gibi: Kapitülasyonlar meselesinde İhtilaf”, 4 Aralık 1922. 789 Yunus Nadi, “Türkiye ve Avrupa”, 5 Aralık 1922.790 “İngilizler Menfur Adamı Ne Maksatla Kaçırmışlardı?”, 6 Aralık 1922.

228

insanlardır.” Düne kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun varlığından rahatsız olmalarına

rağmen, bugün kendileriyle “tamamıyla müsavi hukuka malik yeni bir Türkiye yükseldiğini”

kabul edemeyip, “yine eski zamanların devamına arzukeş olduklarını göstermektedirler.”791

Mustafa Kemal Paşa, Ankara basınının temsilcilerine, barışın tam anlamıyla

sağlanmasının ardından “halkçılık esası üzerine müstenit ve Halk Fırkası namıyla siyasi

bir fırka teşkil etmek niyetinde olduğunu” açıklamıştır.792 İsmet Paşa Lozan’da

“kapitülasyonların her nam altında olursa olsun vücudu aleyhinde uzun bir reddiye

okumuştur.” Yeni Gün’ün Lozan muhabirliğini yapan Şükrü Kaya ise, Lord Curzon’un

İsmet Paşa’ya müracaat ederek iki ülke arasında “suret-i hususiyede anlaşmanın imkân

dâhilinde olduğunu”, “Trakya’da Karaağaç’ı ve şimendiferlerin tamamını, Musul ve

havalisinin hâkimiyetini Türkiye’ye” bırakmaya hazır olduğunu bildirmiştir.793 Diğer yandan

İngiltere, “petrol, Boğazlar ve kapitülasyon meselelerinde anlaşamadığımız takdirde

Lozan’ı terke karar vermiştir.” 794

Lozan görüşmeleri sürerken Yeni Gün’de Yunus Nadi tarafından yazılan başyazılar daha

bir önceki günün haberlerini yorumlayan ya da Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa

girişinden o güne kadarki süreci özetleyen nitelikte, mücadelenin haklılığını ortaya

koymaya çalışan, kısa yazılar olmuştur. Gazete sayfaları görüşmeleri izleyen Şükrü

Kaya’dan gelen telgraflara, dış basındaki haberlere ayrılmış durumdadır.

Lozan’da Musul meselesi ele alındığı sıralarda795 İsmet Paşa mukabil teklifi konferansa

sunmuştur.796 18 Aralık’a gelindiğinde, Müttefiklerin Musul hakkında Türk heyetine verdiği

791 Yunus Nadi, “Yeni Türkiye”, 7 Aralık 1922.792 Mustafa Kemal Paşa bu fırkayı neden kurmak istediğini şöyle açıklar: “…sulhun istikrarını müteakip halkçılık esası üzerine müstenid ve Halk Fırkası namıyla siyasi bir fırka teşkil etmek niyetindeyim. Başka memleketlerde müteşekkil bu gibi fırkaların programlarını gözden geçirmiş isem de bunları tamamıyla memleket ve milletimizi hakiki ihtiyaçlarını tatmine kafi bulmadım. Bu sebeple şimdiden böyle bir programın esaslarını tespit eylemek üzere bilcümle vatanperverin erbab-ı ilim ve fennin müzaheret ve müşareketine müracaatı vazife ad eyledim. Köylülerimizi ve halkımızı ezen ve fakir düşüren ve adaletsiz vergilerin ne suretle ıslahı lazım geleceğine ve ticaret ve ziraat sanayimizi inkişaf ettirecek maddi iktisadi tedabire ve orman ve maden gibi tabii servetlerimizde menafi-i umumiye namına daha kolaylıkla istifadeyi temin için ne gibi ıslahat-ı kanuniye yapılması lazım geleceğine arazi ve emlaka temellük hususunda herkes için daha emniyetbeheş tadilat-ı kanuniye yapılması lazım gelip gelmeyeceğine, ufak umuriyenin ne suretle şayan-ı ıslah bulunduğuna ve memlekette hangi nazardan ne gibi ameliyat ve inşaat-ı nafıa yapılabileceğine ve askerlik (---) tadiline velhasıl milletimizi elyevm hal tednide bırakan esbab ve avamlık suret-i (avalesine) mütealık erbab-ı ihtisasın gönderecekleri mütalaat kemal-i ehemmiyet ile nazar-ı itibare alınacaktır.” Büyük Reisimiz ve Muhterem Baş Kumandanımız Sulhden Sonra Ne Yapacak?, 7 Aralık 1922.793 “Curzon, İsmet Paşa’ya Müracaatla Bizimle Suret-i Hususiyede Anlaşmak İstediğini Karaağacı, Trakya Şimendiferlerini ve Musul Hakimiyetini Bize Terke Amade Olduğunu Bildiriyor”, 8 Aralık 1922. 794 “İngilizler Lozan’dan Gidiyorlar mı?”, 8 Aralık 1922.795 “Hissiyat-ı Umumiye Ne Merkezde?”, 10 Aralık 1922, “En Son Dakika: Musul Meselesi Müzakere Ediliyor”, 10 Aralık 1922.

229

nota üzerine “Lozan Konferansı en mühim ve en kati safhasına dâhil olmuştur.” En

önemli sorunlardan hiçbiri halledilemediği halde konferansın Noel Yortuları nedeniyle 15

gün kadar ertelenmesi ihtimali de, Türk heyetini olumsuz etkilemiş ve heyet, bu aradan

önce müttefiklerin görüşlerini öğrenmeye, Türk tarafının teklifi reddedilirse de Noel’den

önce Ankara’ya dönme kararı almıştır.797 Müttefikler yeni tekliflerini sunmuşlardır.798

Azınlıklar üzerinde kesin bir anlaşmaya varılamamış, Türkiye’nin yurtdışında yaşayan

Müslümanlar için de aynı hakların geçerli olması talebi “Panislamizm” olarak

değerlendirilmiştir. 799 Lord Curzon azınlıkların himayesi için istediği teminat yerine

getirilmediği takdirde konferansı terk edeceği tehdidinde bulunmuş, buna karşılık İsmet

Paşa “itidal ile cevap vererek”, “Bu tarzda Hıristiyanları himaye eski Rusya tarafından

himaye edilen Ermenilerin, Lloyd George tarafından himaye edilen Rumların başına gelen

felaketlerle anlaşıldığı veçhile onların mahvı ve harabesinden başka hiçbir şey temin

edemez” demiştir.800

Lozan görüşmeleri hala sonuçlanmamıştır.801 Lozan’ın yerini Paris almıştır. Paris’te

görüşülen mesele de “şark meselesinden başka bir şey değildir.” Lozan, Londra ve Paris

Konferanslarında “birinci rolü oynayan henüz İngiltere’dir. Fakat er ya da geç bu rol ve

bunun sahibi de yıkılacaktır.”802 Nebizade Hamdi ise İtilaf Devletleri’nin Türkiye’nin

haklarının tasdikine “yanaşır gibi olduğunu” ve en sonunda da “her dediğimizi kabul

edeceklerini” belirtir. Yakındoğu’nun ve özellikle “Türklerin çok kuvvetli vaziyetinin” bunu

gerektirdiğini düşünür. Türkiye’nin muazzam bir ordusu vardır. “Böyle büyük bir orduyu

mütemadiyen seferber halinde bulundurmanın bütçe itibariyle ne demek olduğunu herkes

bilir ve takdir eder.” Gerekirse milletin bunun üç beş katı bir orduyu da birkaç ay değil,

daha senelerce seve seve techiz eder. “Fakat Avrupalıların keyfi olsun diye böyle hadsiz

bir sabır ile bekleyip durmaya da katiyen ve pek haklı olarak rıza göstermez.”803 İsmail

796 “Mukabil tekliflerimizin Esasatı: 1- İstanbul’un himayesi için teminat; 2 – Karadeniz’ e geçecek kuva-i bahriyenin tahdidini, 3 – Sefain-i bahriyenin serbest-i mürurunu; 4 – İstanbul ve Boğazlar’da tersane inşası hakkımızın tasdikini istiyor; 5 – Gayri askeri mıntıka; 6 – Marmara için tedabir kabul etmiyoruz.” “Konferansın son iki celsesi”, 11 Aralık 1922.797 “Müttefikler İstiklalimize Mugayir Bir Talepte Bulundukları Takdirde…,” 18 Aralık 1922. 798 “1 – Serbesti-i seyahat; 2 – Serbesti-i lisan; 3 – Hizmet-i askeriyeden istisna; 4 – Dini müessesat için serbesti-i tedris ve talim; 5 – Cemiyet-i Akvam’ın iştirak mesaisi ile himaye. Boğazlar ve Ekalliyetler, Hakkında Müttefiklerin Yeni Teklifatı, 18 Aralık 1922.” 799 “Cemiyet-i Akvam’ın Murakebesini Kabul Etmiyoruz!, Esaslı ihtilaflar hangi noktalarda”, 26 Aralık 1922. Anadolu Ajansı’nın konuyla ilgili haberi şöyledir: “Türkiye’de sakin Hıristiyan ekalliyetlere verilecek teminatın Hıristiyan devletlerin tabiyetinde bulunan Müslümanlara da teşmilini talep etmek Panislamizm imiş, fakat bütün Hıristiyan devletlerin, Hıristiyan ekalliyetlerini himaye etmeleri ve hele Türkiye yi boğmak suretiyle Hıristiyan alemine yılbaşı hediyesi vermek arzusunda bulunan Lord Curzon’un teklifi Panhıristiyanizm değilmiş! İşte mantık buna derler.”800 “Curzon İsmet Paşa’yı Tehdid Etti, Paşa ona cevap verdi, biz niçin sustuk?”, 26 Aralık 1922. 801 “Lozan’da Muallakiyet Devam Ediyor”, 3 Ocak 1923. 802 Yunus Nadi, “Paris’te Ne Yapıyorlar?”, 3 Ocak 1923. 803 Nebizade Hamdi, “Sabrın Hududu”, 4 Ocak 1923.

230

Habip, İngiltere’nin durumunu, dünyayı kendisine dar gören padişahın haline

benzetmiştir. İngiltere, yayılmacılığıyla dünyayı insanlara dar etmiştir. İngiltere’yi, mağrur

duruşundan dolayı bir heykele benzeterek “o heykel bir sarsılsa herkes biliyor ki o heykel

hemen devrilecek” demiştir.804 6 Ocak 1923’te Paris Konferansı “birden bire” kesilmiştir.805

Celal Nuri, Meclis’in Cumartesi günkü celsesinin hâkimiyet-i milliyeye sahip çıkılması

açısından son derece önemli olduğunu söyler. Bu celsede, Karahisar mebusu Hoca

Şükrü Efendi, orada bulunmayan “refik-i kadim Yunus Nadi’ye ve Yeni Gün’e çatmış” ve

basını “rezillikle” suçlamıştır. Nuri, “o dakikada salonda yaşanan galeyanın ve kıyamın

büyük bir manası olduğunu” söylemiştir. “Yeni Gün, hâkimiyet-i meşru-u milliyemizin

istinatgahlarından olan bir gazetedir. Gazetemize tecavüz ve taarruz edilmekle yalnız

matbuat değil, onun hadim ve müdafii olan fikr-i meşru da taarruza uğradığı için” Meclis

üyeleri tepki göstermiş, Hoca Efendi protestolarla konuşturulmamıştır. Nuri Hoca’nın

ağzındaki baklanın “hâkimiyet-i milliye usulünün bir tarafa bırakılarak, tek bir ferde bu

hukuktan bir kısmının verilmesi” olduğunu ve bunu bilen “Meclis’in sol tarafının, patlak

vermek için ondan sudur edecek sözlere intizar ettiklerini” söylemiştir. Hoca’nın bu

isteğinin 1 Kasım 1922’de kabul edilen esasa aykırı olduğunu, Hoca ve destekçilerinin

mürteci olduklarını, “köhne usullere saplanıp kaldıklarını” söylemiştir.806

Bu arada Yeni Gün’de 7 Ocak 1923’de “Vehbi Bey’in Cuma Konferansı” başlıklı ve genel

olarak Avrupa’daki toplumsal sınıfları ve siyasi partileri ele alan bir yazı dizisi başlamıştır.

Yazı dizisinin iletmeye çalıştığı düşünce “içtimai sınıfların, fırkaların teşkillerinde en

mühim amil” olduğudur.

İsmet Paşa, barış görüşmelerinin kapitülasyonlar meselesi yüzünden değil, Musul

meselesi yüzünden kesintiye uğradığını açıklamıştır. Ankara, Musul’un “Irak’ta değil,

Anadolu’da kâin” olduğunu ve Mütareke’nin imzalanmasından sonra işgale uğradığını ve

bu nedenle de bu şehir üzerinde tasarruf hakkının kendisine ait olduğunu

savunmaktadır.807 Bu arada “Asurî Keldani kavminin Milli İcra Komitesi Reisi rolünü

oynayan Agapetrus” , Lozan’dan Paris’e gelerek “kavm-i mezkûrun istiklalini kati surette

ilan eden beyannameyi bizzat Poankara’ya vermiştir.”808

804 İsmail Habip, “Çürük Noktası”, 5 Ocak 1923. 805 Yeni Gün, 7 Ocak 1923. 806 Gelibolu Mebusu Celal Nuri, “Hürriyet ve Matbuat”, 8 Ocak 1923.807 “Musul hakkındaki Türk mutallebatı haklıdır”, 8 Ocak 1923. 808 “İki milyona baliğ olan Asuri Keldani kavminin harb esnasında müttefikler ile müşterek bulunduğunu, konferansın tehirat ve tadilatından bıktığı için Lozan’ı terk ettiğini söylemiş ve Lozan’da temsil ettiği hükümetin gönderdiğini söylediği mektubu okumuştur.” Bu mektupta Asuri Keldani milletinin 1 Ocak 1923’den itibaren, bir yönden “Ermenistan hududu ile Dicle ve Fırat nehirlerinin şimal-i şarkisindeki nokta-i (telamilerini), diğer

231

Celal Nuri, millet egemenliğinin İslamiyet’e uygun olduğunu, İslam hukukundan ve

Kuran’dan örnekler vererek açıklama gereği duymuştur. Meclis’in saltanatı kaldırarak

millet hâkimiyetini ilkesini tanımakla “esasat-ı şeriyeyi ilan ettiğini”, İslam peygamberinin

Müslümanları kuracakları hükümetin şekli konusunda özgür bıraktığını, Tanrı’nın

Kuran’da “Hükümetsiz İslam olmaz” dediğini ve bu hükümetin ancak ve ancak şura

esasına dayanması gerektiğini belirtmiştir.809

İsmet Paşa, Ankara Hükümeti’nin kapitülasyonlar ve azınlıklar meselelerini Misak-ı Milli

çerçevesinde değerlendirdiğini ve bağımsız diğer Avrupa devletleriyle bu konuda eşit

görülmeyi talep etmiştir.810 Aynı sıralarda İngilizler, İstanbul’dan Lenington vapuru ile

Dedeağaç’taki Yunanlılara, binlerce sandık dolusu cephane, bomba, mitralyöz, tayyare

göndermişlerdir.811

Türk diyarında bir devrim yaşanmış, zihniyet değişmiştir. Fakat “Avrupa inkılâbımızın

oldukça cahilidir.” İngiltere diplomatlarının Türkleri “sefil ve muğfil” zannettiklerinden ve

Türkiye’de gelişen durumdan tamamen habersiz olmalarından dolayı acınacak derecede

“cahil” olduklarından bahsetmektedir. Nuri, İngiltere’nin aksi halde “bizi kahkahalarla

güldürecek teklifler” sunamayacağını söylemiştir. Diplomasinin diplomatlar aracılığıyla

değil, zaferler kazanılarak işletilebileceği fikrini tekrarlamıştır.812

İngiltere Hükümeti’nden Çanakkale’de şehit edilen jandarma İnebolulu Hüseyin Efendi

için “tarziye ve on bin lira tazminat” talep edilmiş, bu isteğin reddedilmesi halinde

“geçenlerde hudutlarımız dâhiline sükût eden İngiliz tayyaresinin zabit ve neferinin iade

edilmeyeceğini” bildirmiştir.813

taraftan Dicle nehrinin mecra-i garbisi ile (armiye) kolu arasındaki havaliyi her türlü hakk-ı (kazadan), merakebeden ve nüfuzdan ari olarak kendi tabii ve milli arazisi olarak” kabul etmiş, “Lozan Konferansı tarafından ittihaz edilecek ve mezkur arazi üzerinde hak-ı istiklalini nazar-ı itibara almayacak olan herhangi bir kararın, millet-i mezkure tarafından redle ve silah kuvvetiyle muhalefet göreceğini” bildirmiştir. Agapetrus ayrıca bir açıklamasında: “Vatandaşlarım memleketlerini müdafaaya tamamen kadirdirler, Kürtler bize birkaç defa hücum etmişler ise de her defasında galip geldik, elimizdeki toplar, Türklerden aldığımız toplardır. Memleketimizin zorlanması muhtemel noktalarına mitralyöz yerleştirilmiştir. Bütün petrol kuyuları Asuri kıtaatının taht-ı muhafazasındadır. Beni en ziyade endişelendiren şey memleketimizin siyasi pazarlıklarda rehin veya taviz olarak istimalidir” demiştir. Lozan Müzakeratı Arasında: Bir Komedi, Asuri ve Keldani murahhası rolünü oynayan bir aktörün marifetleri, 8 Ocak 1923. 809 Celal Nuri, “Saltanat-ı Milliye”, 9 Ocak 1923.810 “Kapitülasyonlar Meselesi etrafında, Türkiye de Yaşayan Ecnebilerin İdaresi”, 10 Ocak 1923. 811 “İngilizlerin Yardımı, Yunan ordusuna malzeme gönderiyorlar”, 10 Ocak 1923. 812 Celal Nuri, “Türkiye ve Lozan Konferansı”, 5 Ocak 1923. 813 Yeni Gün, Hükümet’in bu girişimini desteklemiş ve yorumunu sunmuştur: “Hükümetimizin bu hadisede gösterdiği cidden --- hareketi kemali takdirle kayd ediyoruz. İngilizler Çanakkale ve İstanbul henüz milli idareye geçmemişken yapmadık şenaat ve rezalet bırakmıyorlardı. Eşkiyaca hareket eden İngiliz nefer ve zabitleri aynı harekete mili hükümetin idaresi tesis ettikten sonra da devam etmek istediler. ..Lazım gelen cevabı o zaman Refet Paşa verdi. Şimdi Çanakkale de yapmak istiyorlar. Geçenlerde bir yangın ika ettiler. Şimdi bir jandarmamızı şehid ettiler, işte mukabilimiz… İngilizler isterlerse bir daha tecrübe etsinler: O zaman

232

Celal Nuri, Osmanlı Devleti’nin “bir halk hükümeti, bir devlet-i milliye olmaması nedeniyle”

ekonomi ile ilgili konulara gereken özeni göstermediğini savunmuştur. İmparatorluk,

yalnızca yüksek bir tabakayı, yani “bir saray cumhurunu geçindirmek, zengin etmek,

şişirmek” amacında olduğunu belirtmiştir. “Bugün ise milyonlarca sultanımız yani

köylülerimiz vardır.” Fakat halkın verdiği vergilerin bir kısmının Çırağan Sarayı’nın

yapılması için imzalanan “şişkin istikrazların faizlerine” gittiğini ileri sürmektedir. “İktisat

Vekili Mahmud Esad Bey biraderimiz bütün memleketimiz köylülerinin, çiftçilerinin, erbab-

ı sanayinin, tüccar ve esnafının, fabrikatör ve amelelerinin ve şirketlerinin

murahhaslarından mürekkep, tahminen birkaç bin kişilik İzmir’de bir İktisat Kongresi davet

etmiştir” diyerek kongre haber verilmiştir. Muş gibi çok uzak şehirlerden bile gelecekler

vardır. Devrimlere zemin hazırlamak konusunda Erzurum ve Sivas Kongreleri ile eşdeğer

olacak ve köylü ve çiftçinin siyaset kabiliyetini arttıracaktır. Ayrıca bu kongrenin

belirleyeceği esaslar, “halk fırkasının programına temel olacaktır.”

Mustafa Kemal, cepheye ziyarete gitmeden önce Celal Nuri’nin sorularını yanıtlamış ve

“Ben öyle bir fırka teşkilini tasavvur ediyorum ki bu fırka milletin bütün (sınıfların) refah ve

saadetini temine matuf bir programa malik olsun, milletimizin şeraiti buna müsaiddir”

demiştir.814 Mustafa Kemal Paşa orduyu teftişe çıkararak kararlılık sergilemiş ve

Avrupa’nın zihniyet değiştirmesi gereği üzerinde durmuştur.815 Birkaç gün sonra Ankara,

İtilaf Devletleri’ne Yunan askerinin Meriç’in batısından çekilmesi için bir nota vermiştir.816

Yunanlılar Mudanya Mütarekesi’ne aykırı olarak Meriç koylarına askeri yığınak yapmış,

Musul meselesi Konferans’ta yeni bir buhran yaratmış817 ve görüşmelerin kesilmesi

yeniden gündeme gelmiştir.818 Fakat Fransız heyeti her şekilde barış yapmak için talimat

almıştır. Mustafa Kemal “Milli egemenlik sonsuza kadar sürecektir. Milli egemenlik

uğrunda canımı vermek benim için vicdan ve namus borcu olsun” diyerek Lozan’a mesaj

gönderirken 819, Yunus Nadi Batılı devletlerin bağımsız bir Türkiye’ye katlanamadıklarını

vurgulayarak şöyle demekteydi : “Bu devletler İngiltere’nin şahsında insanlığın baş belası

olan emperyalistliğin, Fransa’nın şahsında sermayedarların ve bankerlerin esiridirler. İtilaf

Devletleri’nin teklif ettiği barış kabul edilemez. Böyle bir barışı TBMM kabul etse görevini

yapmamış olur. Millet de bu şekildeki bir barışı iptal etmeye çalışır. Çünkü Türkiye,

alacakları son cevap iyi bilsinler pek ağır olacaktır.” “Şehid Edilen Jandarmamız İçin Tarziye ve On Bin Lira Tazminat İstedik” 15 Ocak 1923. 814 “Gazi Başkumandanımızın Beyanatları: Konferanstaki vaziyet, seyahattaki maksad ve halk fırkası”, 16 Ocak 1923. 815 Yeni Gün, 18 Ocak 1923. 816 “Meriç boyundaki Yunan tecavüzleri ve Trakya daki Yunan (tahşisatı) münasebetiyle”, 21 Ocak 1923.817 “Musul Meselesinden Dolayı Konferansta Vahim Bir Buhran”, 26 Ocak 1923.818 “İnkıta İhtimali Mevcuddur”, 26 Ocak 1923.819 YG, 29 Ocak 1923

233

Bulgaristan, Yunanistan sınırında askersiz bölge, Boğazlar’da Cemiyet-i Akvam’ın

egemen olması, Akdeniz adalarının Yunanlılar ile İtalyanlar’ a paylaştırılması tekliflerini

kabul edemez.” 820

Meclis, İkinci Reis Ali Fuad Paşa başkanlığında yaptığı görüşmede, İngilizlerin “ayağını

Musul’dan kesin olarak çekmesi gerektiği aksi halde yeniden savaşa girilebileceğini”

saptamıştır.821 Çıkan sonucu Yeni Gün şu sözlerle özetler: “Avrupa bizim hakkımızı

kabulde gecikirse, petrol kuyularının dibi onlara gayya olur!”

Bu dönemde Lozan Konferansı’ndan gelen her haber, Türk milletinin temsilcisi ve

sözcüsü olarak Mustafa Kemal’in açıklamalarının yer aldığı haber başlıklarıyla

cevaplandırılarak, Batı kamuoyuna kararlılık mesajları verilmeye çalışılmıştır.

Nihayet beklenen gerçekleşmiş ve 4 Şubat 1923’de Lozan görüşmeleri kesilmiştir. Son

celsede Müttefikler İsmet Paşa’ya projenin imzasını teklif etmişler, İsmet Paşa ise teklifi

reddederek Konferansı terk etmiş ve onun ardından da Lord Curzon ayrılmıştır. Paşa,

fikrinden döndürülmeye çalışıldıysa da başarılı olunamamıştır.822 Yeni Gün, “Söz

Mehmetçiğindir!” demektedir. İsmet Paşa ise “Türkiye’ye dönüşünün yeni bir savaş

demek olmadığını ve konferansın yeniden akdi tarihinin müttefiklere ait olduğunu”

söylemiştir.823 Lozan Konferansı’nın kesilmesinden Fransa’yı sorumlu tutan Yeni Gün, bu

ülkeyi kapitalizmin bayraktarı olmakla, Türk dostluğunu terk etmekle, Ankara

Antlaşması’nı ayaklar altına almakla, Türkiye’yi kuru gürültüye pabuç bırakacak

sanmakla, Türkiye’nin var olma şartlarını kabul etmemekle, Türk milletini esaret altında

yaşamaya zorlamakla suçlamıştır. 11 Şubat’ta murahhaslar da Lozan’dan ayrılmışlardır.

Nebizade Hamdi, Mudanya Mukavelenamesi ne göre hareket etmek ve Avrupa’nın

tanımak istemediği hakları silahla temin etmeye çalışmaktan yana görüş bildirmiştir.824

Birkaç gün sonra ise “İngiliz Hükümeti muahedeyi imzaya hazır olduğunu ve Türkler

tarafından teklif edilecek herhangi muvafık şartı nazar-ı teamüle alacağını bildirmiştir.”825

Amerika ise müttefikler ile Türkler arasında imzalanacak herhangi bir anlaşmayı

imzalamayacağını, böylesi bir anlaşmanın müttefiklere sağlayacağı çıkarlara Türklerle

820 Yunus Nadi, 31 Ocak 1923.821 “İngilizler ya Musul’dan Ayağını Çekecek, Yahud Ayağını Biz Kıracağız”, 26 Ocak 1923. 822 “İnkıta Nasıl Başladı, Nasıl Oldu?”, 6 Şubat 1923. 823 “En Son Vaziyet ve Türkiye, İsmet Paşa trende Daily Mail muhabirine beyanatında”, 11 Şubat 1923. 824 Nebizade Hamdi, “Harb Olursa?”, 11 Şubat 1923. 825 “Müttefikler Arasında Müzakerat”, 11 Şubat 1923.

234

ayrıca bir anlaşma yaparak dâhil olmak istediğini açıklamıştır. Çünkü Amerika kendi

tebaası için hiçbir imtiyaz istemeyecektir.826

15 Şubat’ta Yeni Gün, İktisat Kongresi’nin827 açılışını haber vermektedir. İktisat Vekili

Mahmud Esad Bey 828, “Bu kongreyi millet ve memleketimizin kabiliyet ve ihtiyacat-ı

iktisadiyesini el birliği ile tedkik ve tahakkuk ederek ona göre umumi bir say ve itla usulü

vazı ve tatbik eylemek ve aynı zamanda memleketimizin muhtelif ve şimdiye kadar

yekdiğerine yabancı kalmış iktisat amillerini birbirleriyle tanıştırmak için açıyoruz” demiştir. 829 İktisat Kongresi, Lozan’ın sekteye uğradığı zaman aralığında yapılmıştır. Konferansta

en çok ekonomik bağımsızlık üzerinde durulacaktır. Tüm dünyaya, özellikle de Lozan’daki

yabancı ülkelere, Türkiye’nin bu konudaki tutumu bilvesile anlatılmak istenmiştir (Çavdar

2003: 155). Kongreye katılacak delegelerin seçimi İktisat Vekâleti’nin yönergesi

doğrultusunda yapılmıştır. Her kazadan sekiz delege gönderilecek, üçü çiftçi temsilcisi,

diğer beşi de tüccar, zanaatkâr, amele, şirket, banka temsilcisi olacaktır. Bu seçimde

servete bakılmayacaktır (Çavdar 2003: 150). Kongre 17 Şubat 1923 cumartesi günü

açılmıştır.830 Mustafa Kemal açılış konuşmasını yapmış,831 ardından Mahmut Esat

konuşma yapmış. Kazım Karabekir Paşa’nın başkanlığa seçildiği Kongre’yi, Yeni Gün

adına Lütfi Arif izlemektedir. Bu önemli Kongre sürerken, Yeni Gün Batı kamuoyuna

mesajlarını geciktirmemiş Lozan’dan olumlu ya da olumsuz herhangi bir sonucun

826 “Amerika’nın Türkiye’ye Karşı Vaziyeti”, 15 Şubat 1923. 827 Gündüz Ökçün, Türkiye İktisat Kongresi 1923 İzmir, Haberler-Belgeler-Yorumlar, Ankara, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1981. (İktisat Kongresi’ne, ve onun amacını ve niteliğini belirten ilişkin haber, belge ve yorumların derlendiği bir kitap. Kongreyle ilgili vekillerin sorularına Mahmut Esat’ın verdiği yanıtları da içeriyor. Ahmet Emin Yalman, Şefik Hüsnü, Feridun Fikri, Tan gazetesi, Suphi Nuri İleri gibi gazetecilerin Kongre’ye dair haberleri de var. ) 828 Mahmut Esat Bey’in kongre hakkında Anadolu Ajansı’na verdiği demeç için bknz.: Gündüz ÖKÇÜN, (Haz.), Türkiye İktisat Kongresi 1923 İzmir, Haberler-Belgeler-Yorumlar, Ankara, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1981, s. 10-11. 829 Mahmut Esat şöyle devam eder: “Bu ilk içtima hükümetin delaletiyle oldu fakat bundan sonra her sene kongreyi alakadarlar kendi teşebbüsleriyle akd edecekler ve her kongrenin hitamında gelecek için nerede toplanılacağını kararlaştıracaklardır. Bazı ecnebi ve ezcümle Yunan gazete ve ajansları kongre aleyhine propaganda yapıyor ve bizim ecnebi sermayesine düşman olduğumuzu iddia ediyorlar. Bunlar (kelilen) (iracif) ve iftiradır. Chester Projesiyle memlekete 400 milyon liralık bir ecnebi sermayesi girecektir. Milletimizin hukukuna ve memleketimizin kavainine riayetkar herhangi bir ecnebi sermayesine kasten düşman olmadığımıza bundan daha kuvvetli bir (han) olabilir mi? Düşman menabından çıkan bu müfteriyatın dahil ve harice karşı suret-i katiyede tekzibini rica ederim.” Dâhili İşlerimiz: Türkiye iktisadiyatının inkişafında ilk mühim adım, Türkiye İktisat Kongresi Bugün İzmir’de Açılıyor! 15 Şubat 1923. Mahmut Esat, Trabzon Mebusu Ali Şükrü’nün sorusuna verdiği cevapta, Kongre’nin Heyet-i Temsiliye kararı ile değil, yalnızca Vekâlet’in girişimi ve teşvikiyle toplandığını söylemiştir. Kongrenin toplanış amacını da şöyle açıklar: “İktisat Kongresini toplamaktan maksat, efendiler, Türkiye’nin her tarafı bir olduğu halde mesafenin uzaklığından ve yolların fenalığından mateessüf İstanbul’daki tüccarlarımız Avrupa’nın uzak memleketindeki tüccarları tanıdıkları halde, İstanbul’daki çiftçilerimiz uzak memleketlerdeki çiftçileri tanıdıkları halde, Erzurum’u Diyarbekir’i, Bitlis’i tanıyamayacak kadar feci bir vaziyettedirler. İstedik ki aynı zamanda, büyük içtimada yekdiğerini tanımayan memleketin öz evlatları birbirlerini tanısınlar, memleketin iktisat ihtiyaçlarını bir kere daha düşünsünler, bir arada toplu olarak iktisat işlerini halletsinler. (…)”Gündüz ÖKÇÜN, (Haz.), Türkiye İktisat Kongresi 1923 İzmir, Haberler-Belgeler-Yorumlar, Ankara, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1981, s. 13. 830 “Kongrenin Küşad Merasimi ve İntihabat”, 19 Şubat 1923. 831 “İktisat Kongresi Gazi Paşa’nın Mühim Bir Nutkuyla Açıldı”, 19 Şubat 1923.

235

çıkmadığını, cümlelerin altını çizerek vurgulamıştır. Türkiye’nin hala savaş halinde olduğu

ve silâhaltında, haklarını almak için savaşmaya hazır durumda olan yüz binlerce askerin

beklediği belirtilmiştir.832

Nadi, Batı kamuoyuna yönelik bir dil kullandığı makalesinde, Lozan’dan kesin bir sonucun

çıkmamasını ve “iki kutup arasında” insani ilişkiler kurulamamasını, Avrupa ve Türkiye’nin

zihniyetleri arasındaki farkla açıklar. Buna göre Avrupa emperyalist ve kapitalist bir

zihniyete sahiptir ve boş hayaller peşinde koşarak, Türkiye’nin “en tabii ve en basit hayat

haklarını” çok görmektedir. Bu durumda “bundan sonra dahi kendi haklarımıza dair bir

şeyler istihsal edebileceksek bunların cümlesinin kılıcımızın hakkı olacağı bilmek lazım

gelmektedir.” Çünkü Avrupa “ancak Yunanistan tuzla buza döndükten sonradır ki naçar

sulha tevci edebilmiştir. Bize karşı mahiyeti bundan ibaret olan bir heyet ile mantık ve

adaletten bahsetmekten daha abes ne olabilir?”833 demiştir. Ankara, mukabil teklifini

hazırlamıştır ve bugün Meclis’e sunacaktır. Milletvekillerinin de Misak-ı Milli’nin

gerçekleşmesi konusunda ısrarcı oldukları yinelenmiştir.834 Meclis’te yaptığı konuşmada

Mustafa Kemal, “Misak-ı Milli yalnız istihsal anına kadar muhafaza-i kıymet edecek bir

düstur mevkiindedir. Onun neticesi olarak kazanılan istiklal ancak 1 Teşrin-i Sani 38

kararının temin-i bekasıyla nail-i ebediyet olabilir” diyerek, milli egemenliğe vurgu

yapmıştır.835

İzmir’de Müttefiklere ait savaş gemilerinin kumandanları, Ankara Hükümeti’nin İzmir

kumandanını ziyaret ederek, devletlerinin barış istediğini ve “Türkiye’ye karşı hüsn-ü niyet

ve samimiyetlerini isbat etmek üzere gemilerini çekmeye karar verdiklerini”

bildirmişlerdir.836 Nadi, Lozan’ı Babil Kulesi’ne benzetmekte ve işin silahlara kaldığını

tehditkâr bir dille tekrarlamaktadır.837 İzmir İktisat Kongresi son toplantısını yaparak

kapanmış ve “misak-ı iktisadi programı” belirlenmiştir.838 Bu sıralar özellikle dış

kamuoyuna mesajlar vermeye yönelik yayınlar yapılması nedeniyle makalelerin konuları

belirli sınırlar dahilindedir. Örneğin Yunan ordusunun savaşlar boyunca Anadolu’nun

çeşitli şehirlerindeki sivil halka yaptığı eziyetler üzerinde duruluyor ve bir daha

tekrarlanamaması için yaptıklarının ödetilmesi gerektiği ifade ediliyordu. Bu tür

832 “Mesele Meclis’te”, 27 Şubat 1923. 833 Yunus Nadi, “Zihniyet Meselesi”, 28 Şubat 1923. 834 “Büyük Millet Meclisi Ne Projeye ve Ne de Mukabil Projeye Taraftar Görünmemekte Fevkalade Bir Hassasiyet Arz Etmektedir”, 28 Şubat 1923. 835 “Dördüncü Milli Senemizin İlk Şerefli Günü: Gazi Reis ve Başkumandanımızın Dünkü Kıymettar Hitabeleri”, 2 Mart 1923. 836 “İzmir deki Müttefikin gemileri Limandan Tamamen Çekiliyorlar”, 28 Şubat 1923. 837 “Lozan Labirenti”, 1 Mart 1923.838 “Kongrenin Hitamı”, 4 Mart 1923.

236

yayınlarda olağan olduğu üzere Avrupa’ya birini Türkiye’nin belirlediği ve diğerinin

Batı’nın hedeflerini yansıtan iki aykırı seçenek sunulmaktadır. Yunanistan ya yaptıklarının

bedelini toprak ya da tazminat olarak ödeyecek ya da Türkler gerekli cezayı çekmelerini

sağlayacaktır. Ve “eğer medeni olmak iddiasında bulunan Avrupa bu çok mühim işi

nazar-ı itibara almazsa” Türkler kendi yöntemleriyle, yani geçerli tek dil olduğu anlaşılan

savaş diliyle bu sorunu çözeceklerdir.839

Kurye Hamid Bey’in Ankara’dan getirdiği nota ve mukabil proje, 9 Mart 1923’de saat

dörtte İngiliz Fransız ve İtalyan fevkalade komiserlerine ulaştırılmıştır.840 TBMM,

kendilerine ulaşana İtilaf Devletleri’nin barış projesini beğenmeyerek yeni bir teklif

sunmuştur. Buna göre Karaağaç Yunanistan’a bırakılmakta, Gelibolu’da İngilizlerin

mezarlık alanı teklifi kabul edilmekte, borçların hangi para ile ödeneceğinin Türkiye’ye

bırakılması istenmekte, Musul sorunu İngiltere ile Türkiye arasında bir sene içinde

çözümlenmesi için ertelenmesi teklif edilmekte, ekonomik alandaki konuların ayrıca

görüşülmesi istenmektedir. Yeni Gün, İtilaf Devletleri tarafından ılımlı bulunan projenin

hazırlanmasında TBMM’nin “aşırı bir fedakârlık” yaptığını ve bundan sonra asla

yapmaması gerektiğini düşünüyor ve bu projenin reddedilmesinin savaşı kabul etmek

anlamına geleceğini ilan ediyordu.841

Yeni Gün, toplumsal hafızayı canlı tutmak konusundaki işlevini de yerine getirmeye

çalışmakta ve 16 Mart tarihinin iki nedenle önemli olduğunu okuyucularına

hatırlatmaktadır: “Bugün biri meşum diğeri mesud iki günün yıldönümüdür: İstanbul’un

işgali ve Rusya ile dostluk muahedesinin imzalanması, 16 Mart 1923.” İstanbul’un

işgalinin yıldönümü ise ayrı bir başlık halinde ayrıca işlenmiştir.842 Haberde işgalden

kısaca bahsedildikten sonra İstanbul da Meclis idaresinin kurulmasına rağmen hala

işgalin tam olarak kalkmadığı belirtiliyor. “Türkiye tarihinin sahifeleri arasında medeni garb

milletlerinden en namlılarının bizde bıraktıkları hatıraların arasında bu acı hatırayı ne de

olsa asla unutamayacaktır. Kim ne derse desin bu böyledir.”

İki gün sonrası ise Çanakkale Zaferi’nin yıldönümü olarak kutlanmaktadır: “1331 senesi

Mart’ın 18. günü. İngiliz, Fransız filolarından mürekkeb bir donanma. Türk’ü can evinden

vurmak için Çanakkale Boğazı’na dehşetli bir hücumda bulunmuş, fakat Türk topları

karşısında mağlup olarak zayiat-ı azime ile harb meydanını terk etmişti.”843

839 Yunus Nadi, “Harbin Harabeleri”, 6 Mart 1923. 840 Mukabil Projemiz Perşembe Günü İstanbul’daki Mümessillere Tevdi Edildi, 11 Mart 1923. 841 Yunus Nadi, 16 Mart 1923.842 “İstanbul’u müttefiklerin işgal ettikleri meşum gün”, 16 Mart 336. 843 8 Sene Evvel Bugün Türk Dilaverleri İtilaf Donanmasını Mağlup Etmişlerdi, 18 Mart 1923.

237

Meclis’in mukabil projesinin “alamet-i zaaf telakki edildiğine dair” İstanbul basınında bazı

haberler yayınlanmıştır. Bu iddialar Avrupa gazeteleri tarafından ortaya atılmıştır.

“İstanbul’da çıkan ve senelerden beri memleketimiz aleyhinde propaganda aleti olan

Jurnal Doryan namındaki varakparanenin 36 pontluk harflerle ve 6 Mart tarihiyle”

yayınladığı telgrafta durum kasıtlı olarak “bütün bütün karışık ve mazlum” gösteriliyordu.

Burada çok önemli bir nokta vardır. Yabancı basın, Meclis’in Müttefiklerin barış teklifini

reddetmesini, Türkiye’nin savaş taraftarlığının bir göstergesi olarak sunmuş ve Avrupa

kamuoyunu Türkiye aleyhinde etkilemeye çalışmışlardır. Oysa bu teklif daha Lozan’da

İsmet Paşa tarafından reddedilmiştir, yani Meclis’in reddi sürpriz değildir.844

Bu sırada Avrupa ve Türkiye arasındaki sorun tahliye sorunudur. Türkiye, tahliyenin

ardından bir barış anlaşması imzalamak taraftarı iken, Avrupa tahliyeyi anlaşmadan

sonraya bırakmak istemektedir. İlk maddesi tahliye ile ilgili olan Meclis’in mukabil projesi

bugün Londra’da görüşülmektedir. Nadi, tahliye meselesi üzerinde ısrarla durmakta ve

talepleri gerçekleşmeden bir barışın gerçekleşemeyeceğinin altını çizmektedir.845

1 Nisan 1923 Lozan Antlaşması’na Türk halkından yeni itimat oyu almış olarak çıkmak

için meclis kendini fesh etmiştir. Feridun Fikri, Mustafa Kemal’in “teceddüdden maksad-ı

aslının ne olduğunu” ele aldığı makalesinde, “garb medeniyeti diye bildiğimiz bir takım

esasların” tamamen Batı medeniyetinin unsurları olmadığını, Anadolu medeniyetinin de

katkısıyla bugünkü halini almış olduğunu öne sürer. O halde Türkiye’nin Batı

medeniyetinin “tabi ve meşru” bir unsuru olarak yerini almasına tarihsel ya da kültürel bir

engel yoktur. “Japonyalılar gibi garb medeniyetinin bu hal-i kemali almasında zerre kadar

tesiri görülmemiş olanlar bile oradan zülal-i teceddüdü kana kana içerlerse bizim için

bunda tereddüd hataların hatası olmaz mı?” diye sorar. Fikri, ilerlemenin önce günlük

hayatın, sonra yerel yönetimlerin ve en son olarak da bütün kurumlarıyla beraber devletin

çağdaşlaşması anlamına geldiğini ifade eder.846

8 Nisan 1923 M. Kemal 9 maddelik bir bildiri yayınlayarak grubunu siyasi bir parti haline

getireceğini açıklamıştır. Bugün Yeni Gün’ün gündemi Chester Projesi’847dir. Başlangıcı

844 “İstanbul Mektubu (13 Mart 339), Muhabir-i mahsusamız yazıyor”, 18 Mart 1923.845 Yunus Nadi, “Tahliye Meselesi”, 25 Mart 1923.846 Feridun Fikri, “Teceddüd İhtiyacı”, 5 Nisan 1923.847 ABD’li emekli Amiral Chester, kendi şirketi için 1911’de Sivas-Van arasında Musul ve Kerkük’e yan hatlarla bağlanacak ve Yumurtalık limanı’na kadar uzanacak bir demiryolu imtiyazı isteği, Meclis-i Mebusan tarafından reddedildi. Oğlu ise, Ankara’ya aynı projeyle başvurdu ve sözleşme imzalandı. Projeye göre şirketin yapacağı demiryolunun her iki yakasında 20’şer kilometre içinde bulunan veya bulunacak tüm madenler imtiyaz sahiplerinin tekelinde olacaktı. Sözleşmeler 9 Nisan 1922’de TBMM’de onaylandıysa da şirketin asıl ilgisinin Musul ve Kerkük petrollerine yönelik bulunması ve Lausanne’da buraların Türkiye’den ayrılacağının belli olması nedeniyle uygulamaya konmadı. Türk Hükümeti 18 Aralık 1923’te sözleşmeyi

238

Osmanlı’nın son yıllarına kadar giden proje, yeni Türkiye’nin yabancı sermayeye

açılmasının ilk girişimidir. (Armaoğlu 1991: 29) 1923 yılının Nisan ayları, demiryollarının

ve maden kaynaklarının gündemde olduğu bir ay olmuştur. Demiryolları ve çevresindeki

maden kaynaklarının işletilmesinin ülkenin geleceği, ekonomisi ve bağımsızlığı için hayati

önem taşıdığı düşünülmektedir. “Cahil ve umumi bir edebiyat lisanıyla” Türkiye’nin ziraat

ülkesi olduğu ve “yeraltında altın defineleri hükmünde madenlere malik olduğu”

söylenegelmiştir. “Hâlbuki hakikat böyle değildir.” Türkiye maden kaynaklarına sahip

olmasına rağmen işlenemediği için gelir sağlayamamaktadır. Chester Projesi ile “Şarki

Anadolu demiryollarını isteyen şirketin belli başlı hedefi petrol madenleridir.” Emperyalizm

kendisine yeni sahalar aramaktadır fakat kendisine faaliyet sahası arayan her sermaye

mutlaka emperyalist olmak zorunda değildir. Yeni Gün, “Biz memleketimizde Amerika

sermayesinin yapacağı bu işlere bütün samimiyet ve ciddiyetimizle taraftarız. Olsa olsa

bu bahiste yalnız bir endişeye iştirak edebiliriz ki o da acaba Amerikan sermayesinin

Türkiye’de bu dört yüz milyon liralık işi yapmaya gelip gelmeyeceğinden ibarettir.

Temenni ederiz ki bu sermaye gelsin ve bu işi yapsın. İşte bizce düşünülecek yegâne

nokta budur” demektedir.848

Yeni Gün Halk Fırkası’nın açılışını müjdeliyor ve Fırka’nın barış anlaşması imzalanmadan

kurulacak olmasının çok iyi bir gelişme olduğunu belirtmektedir.849 Halk Fırkası’nın

seçimlere katılması için hazırlıklar başlamış, Mustafa Kemal Paşa, Fırka’nın programını

oluşturan umdeleri bir beyanname ile yayınlamıştır. Yeni Gün tam metnini yayınladığı bu

umdelerin “bütün milletin etrafında toplanacağından şüphe etmediğimiz mukaddes bir

sulh misakı” olduğunu söyler.850

“İstanbul’da dün öğleden sonra saat dörtte İngiltere, Fransa, İtalya hariciye nazırlarına

irsal edilmek üzere Adnan Bey tarafından fevkalade komiserlere tevdi edilen cevabi

notanın” tam metni verilmiştir.851 Yeni Gün, “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti memleketi

felaketten kurtaracak ve vatan evlatlarının mazide olduğu gibi siyasi ihtirasların neticesini

al kanlarıyla telakki etmelerine meydan vermeyecek yegâne kuvvettir. İntihabata o hâkim

feshetti. Çağrı Erhan, Türk-Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, Ankara, İmge, 2001, s. 377 – 383. Chester imtiyazı için 1900–1918 yılları arasında yapılan ilk girişimlerle ilgili ayrıntılı bilgi için bknz.: Bilmez Bülent CAN, Demiryolundan Petrole Chester Projesi 1908-1923, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2000, 93-177. Anlaşma metni için bknz.: Fahir Armaoğlu, Belgelerle Türk Amerikan Münasebetleri, Ankara, TTK, 1991, ss. 31-68. 848 Yunus Nadi, “Anadolu Demiryolları”, 8 Nisan 1923. 849 “Halk Fırkası Faaliyete Geçiyor!”, 8 Nisan 1923. 850 “Yeni İntihabatta: Umdelerimiz”, 9 Nisan 1923. 851 “İstanbul’da Dün Öğleden Sonra Saat Dörtte Müttefiklere Verilen Cevabi Nota Metni”, 9 Nisan 1923.

239

olmalıdır” der.852 Mustafa Kemal Paşa, İstanbullulara hitaben yayınladığı beyannamede,

“bütün vatan evladı hürriyet teneffüs ederken işgal altında kalan İstanbulluların”

kurtuluşun henüz tamamlanmadığının farkında olarak hareket etmeleri gerektiğini

söylemiştir.853 Bu arada Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda yapılan değişiklikle, saltanatın

kaldırılması ya da Meclis’in meşruiyeti aleyhinde “muhalefet veya fesadat veya neşriyatta

bulunanların ‘hain-i vatan’ addolunmasına” karar verilmiştir. 854 Mustafa Kemal, Halk

Fırkası’nın İttihatçı bir oluşum olmadığını fakat İttihat ve Terakki Fırkası üyelerinin

çoğunun Müdafaa-i Hukuk Grubu’na katıldığını belirtmiştir.855

Yeni Gün, okuyucularını “yeni Lozan konferansı müzakeratından günü gününe

malumatdar etmeye karar verdiğini” ve bu amaçla Lozan’a hareket eden heyete Kemal

Salih Bey’in de katıldığını “her gün mufassal telgraf ve mektuplar göndereceğini”

bildirmiştir.856

Harun Aliçe, Türkiye ve dönemin “en halkçı devleti” sayılan İsviçre arasındaki hukuksal ve

yönetsel fark ve benzerlikleri ele alan, bu iki ülkeyi bu açılardan kıyaslayan bir makale

kaleme almıştır. İsviçre’de seçme ve seçilme yaşının aynı olduğu ve 21 yaşındaki birinin

ruhban sınıfından olmamak şartıyla milletvekili olabileceği, Türkiye’nin de eğer ilerlemek

istiyorsa “18 yaşını ikmal edenlerin hatta intihaba malik olması gayet faideli bir tedbirdir”

denilmektedir.857

852 “Konferans ve İntihabat”, 12 Nisan 1923. 853 “Gazi Paşa Hazretlerinin Aziz İstanbullulara Beyannameleri”, 12 Nisan 1923. 854 “Hıyanet-i Vataniye Kanununda Tadilat”, 12 Nisan 1923.855 “Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleriyle Bir Mülakat”, 15 Nisan 1923.856 “Yeni Gün Lozan’da”, 15 Nisan 1923.857 “Bizde olduğu gibi orada da bizzat tarafından tayin ve intihab edilmiş bir kabine yoktur, umur-u icraiye ile mükellef ve yedi kişiden (oluşan) rical bilavasıta meclis tarafından münferiden tayin ve intihab olunur mühim umur-u icra heyetinin kararıyla hal edildiğine rağmen bunların her biri meclis karşısında kendi umurundan mesuldur ve aralarında tesanüd yoktur. Bununla beraber bu noktada teşkilat-ı esasiyemiz ile bazı farklar mevcuddur. Mesela İsviçre de iki meclis vardır. Meclisin iki olması İsviçre nin bir konfederasyon olmasından (neşet) ediyor. Birinci meclis doğrudan doğruya umum milleti ikinci mecliste İsviçre yi teşkil eyleyen kanunun hükümetlerini temsil eder. Yoksa İsviçre gibi en halkçı bir memlekette zadegân ve ayan gibi bir sınıf yoktur. İkinci meclis her hangi bir sınıfı temsil etmez. İkinci bir fark da umur-u icraiye ile mükellef zevatın meclis haricinde intihab olunabilmesidir. Mebus intihab olunmak hakkına malik olan herhangi bir vatandaş bu makamlara intihab edilebilirler ve bunların Meclis’ de reyleri yalnız istişaridir. Bu usul, umur-u icraiye ile mükellef olan ricalin milletin bilavasıta vekili olmamaları gibi mühim bir mahzuru (daidir.) Böyle bir makamı işgal edecek bir rical devletin milletin itimadına mazhar olması lazımdır. Hatta İngiltere de bir mebus nazır olduktan sonra daire-i intihabiyesine kendisini tekrar intihab ettirir. İsviçre’de bu gibi rical meclis tarafından tayin olunan memurlar ad olunmaktadır. Üçüncü mühim fark umur-u icraiye ile mükellef ricalin vazifelerinin muayyen bir zaman için olmasıdır. İntihabatın teceddüdünde bu heyet bir devre-i intihabiye olan üç sene için intihab olunur. Fevkalade bir sebep (ilcasıyla) istifaya mecbur olmayan her vekilin vazifesi üç sene devam eder. Bu heyetin doğrudan doğruya aralarında meclis tarafından (müttehib) bir reis ve bir de reis-i sanisi vardır ki reis İsviçre konfederasyonu reisi namını taşır ve memleketi temsil eyler.” Harun Aliçe, “Teşkilat-ı Esasiyemiz”, 22 Nisan 1923.

240

“İntihabat İşleri”, sürekli bir başlık olarak ilk sayfanın sol üst köşesine yerleştirilmiş ve

seçim süresince bu köşeden seçimlerle ilgili bilgiler verilmiştir halka. Yeni Gün, hangi

şehirden ne kadar milletvekili çıkacağına dair de bir araştırma yaptırmıştır.858

23 Nisan 1923 sayısında Yeni Gün bu sefer okuyucularına Meclis’in açılışının

yıldönümünü hatırlatmaktadır: “3 sene evvel bugün Türkiye hariç ve dâhildeki

düşmanlarına karşı yaptığı kıyam eseri olarak milli hâkimiyetini tesis etmişti.” Aynı gün

Türkiye’nin gelecekteki huzur ve mutluluğunun sağlanması ve yaptığı büyük devrimin

istikrarı için “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin milli ve kıymetli umdeleri etrafında” birleşmesi

gerektiği belirtilmektedir.859

Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ve onun içerdiği “vahdet-i kuva” yani güçler birliği esası, Türk

inkılâbının “en kıymetli esaslarından biridir.” “Türk deha ve zekâsı” bu esası uluslararası

hukuk tarihinin “yaprakları arasına kudretli eliyle nakşetmiştir.” Bu esasa çeşitli yerlerden

yöneltilen eleştirileri Dâhiliye Vekili Fethi Beyefendi cevaplamıştır. Fethi Bey, tefrik-i kuva,

parlamentarizm, vahdet-i kuva olmak üzere dünyada geçerli olan belli başlı üç sistem

olduğunu söyler. Üçüncüsü hukuk esaslarından en yüksek olanıdır ve Türkiye’de son üç

senedir başarıyla yürütülmektedir. Bu sistemi eleştirenler de daha iyisini

gösterememektedirler. Parlamentarizm sistemi, Türkiye tarihinde bir zümrenin

diktatörlüğüne sahne olmuş bir sistemdir. Tefrik-i kuva ise “ilmi değildir; millet hâkimiyeti

de tefrik-i kuva ile tehlikededir. İcrai kuvvet her vakit diktatörlüğe müncer olabilir misalleri

çoktur; hâkimiyet-i milliye esasına muhaliftir.” 860 Fethi Bey, bazılarının tefrik-i kuva ile

parlamentarizmi “fena halde karıştırdığını” söyler.861 Yeni Gün, genel seçimlere ve bu

seçimin ülkenin geleceği için ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmektedir. Halkın

seçime olan ilgisi ve katılımının arttırılmasına yönelik yayınlar yapıldığı görülmektedir.

Gazete, her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de zanaat erbabı ve memur sınıfının “milletin

münevver ve güzide aksamını” oluşturduğunu ve “gizli halk rehberleri” olan bu aydınların

seçime katılmasının, halkı katılıma teşvik edeceği belirtilmiştir. Hâkimiyet-i milliyeyi halkın

858 “Ne Kadar Mebus Çıkacak?”, 22 Nisan 1923. 859 “Şimdi İntihabat Var”, 23 Nisan 1923.860 “Vahdet-i kuva – Tefrik-i kuva Nazariyeleri, Dâhiliye Vekili Fethi Bey Efendi”, 23 Nisan 1923. 861 “Tefrik-i kuvada devletin (cismi, icrai), teşrii, adli olmak üzere üç kuvvetten teşekkül eder. Bundan yekdiğerinden tamamen ayrı, yekdiğerine karşı gayri mesul ve müstakildir. Kelimenin mutlak manasıyla birbirinden müstakildirler. Parlamentarizmde tefrik-i kuva değil, tedahül-ü kuva vardır. En doğrusu bu da bir nevi vahdet-i kuvadır. Tefrik-i kuva nazariyesinin esasını İngiltere hukuk tarihinin eski ve yıpranmış yaprakları arasında görüyoruz. Sonraları Montesquie ruh-ul kavanin de bunu tekmil ettirdi. Müdafaa ve Fransa’ya tavsiye etti. Fakat hiçbir gün ilmi bir çehreye bürünemedi. ..Filhakika devlette yalnız üç kuvvet esasını görmek şahsi bir tasavvur olmaktan ileri geçemezdi. Montesquie’dan ayrı olarak birçok müellif, kuva-i umumiye-i devleti beş – on beş arasında kabul etmişlerdir. (…) Tefrik-i kuva hukuk tarihinin hiçbir safhasında tam olarak uygulanamadı. Çünkü ilmi hakikatlere uymadı. (Doki)nin dediği gibi Hristiyanlığın teslisi gibi bir hayal, bir serabdır. Bu esasa en çok sadık kalan şimali ve cenubi Amerika hükümetleri bile onu sözde kabul etmişlerdir. Tatbikatta böyle değildir.”

241

elinden almak isteyenler karşısında ancak ülkenin en karanlık günlerinde milli mücadeleyi

yürüten Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin ülkeyi ileriye götürülebileceği

de vurgulanmıştır.862 İkinci Lozan Konferansı olarak adlandırılan süreç başlamıştır. Bu yıl

da İşçi Bayramı nedeniyle gazetenin 2 Mayıs 1923 tarihli sayısı yayınlanmamıştır. 3

Mayıs 1923 – 28 Mayıs 1923 arasındaki sayılara aranan koleksiyonlarda

rastlanamamıştır.863

Kemal Salih’in aktardığına göre, Yunanlılar Türk iddialarının haklılığına rağmen “mali

vaziyetlerinin kararsızlığı sebebiyle” tazminat veremeyeceklerini belirtmiş ve Karaağaç’ın

Türkiye’ye bırakılmasını kabul etmişlerdir. “İsmet Paşa hazretleri memleketin sulhperver

hissiyatına yeni bir misal olmak üzere tazminattan feragat ettiğini ve bu suretle yeni bir

fedakârlık yaptığı, mamafih mesail-i maliyenin halli esnasında Yunan tazminatından

vazgeçilmesi üzerine bir kat daha müşkülleşmiş olan Türkiye vaziyet-i maliyesinin

müttefiklerce nazar-ı itibara alınmasını temenni ettiğini söylemiştir.” Müttefikler bu

düşünceyi onaylamışlar ve “Türk talebini muhik bulduklarını beyan etmişlerdir.” 864

Ziya Gökalp, “Milli harsımızın şuurlu bir hale gelip yükselmesi için ne gibi teşkilatlara

muhtaçtır?” sorusuyla başladığı makalesinde, ulusal kültür değerlerinin korunması ve

geliştirilmesi konusunu ele almıştır. Öncelikle, milli harsı “saklanmış olduğu gizli

köşelerden münevverlerin nazarlarına arz edecek olan” müzeler, Milli Hazine-i Evrak, Milli

Tarih Kütüphanesi gibi araştırma kurumlarına ihtiyaç vardır. Gökalp, eski Türk evlerinden

çeşitli şekillerde çıkarılarak satılmak suretiyle yurtdışına çıkarılan maddi kültür öğelerinin

yurtiçinde tutulması ve müzelerde sergilenmesi gerektiğini söyler. Bir etnografya müzesi

kurulmasını ayrıca önemseyen Gökalp, “milletin hal-i hazırdaki hayatının müzesi” olacak

olan bu kurumun toplumsal yaşamın her alanından her türlü maddi kültür unsurunu

barındırması gereğine de değinmiştir. Milli Hazine-i Evrak, kimi yerlerde “bakkallara

satılarak sargı kâğıdı suretinde kullanılan kadim evrakın” saklanması görevini

üstlenecektir. Milli Tarih Kütüphanesi ise, “yalnızca milli harsa ait belge ve kitapları

içerecek” bir kurum olacaktır. Gökalp, mevcut kurumlar arasında “Türk harsına hadim

olan yalnızca Darülfünundur” der.865

I. Dünya Savaşı’nın yarattığı en önemli etkiler ulusal duyguların uyanışı, sınıf

çatışmalarının kuvvetlenmesi, “demokrasi fikirlerinin kuvvet bulması” olmuştur. Ürünlere

862 “Vatanın Münevverlerine ve Güzidelerine Hitab”, 24 Nisan 1923.863 “Yeni Gün’ün Lozan Mektupları” 8 Mayıs 1923.864 “Konferans Yunan Tamirat Meselesini Münakaşa Etmiş ve Atideki Esaslar Dâhilinde İtilaf Husule Gelmiştir”, 28 Mayıs 1923.865 Ziya Gökalp, “Hars Teşkilatı”, 30 Mayıs 1923.

242

duyulan ihtiyaç arttığından “köylü mevkiinin ve sınıfının önemi anlaşılmıştır.” Köylü

zenginleşmiş ve insanlık tarihinde görülmediği ölçüde siyasi hayata katılır olmuşlardır.

Türkiye’de de İzmir, Kilikya ve diğer cephelerde köylü “mahkûmiyetin ağırlığını ve

düşmanın suikastını” hissetmiş ve silahına sarılmıştır. Aydın sınıfla yan yana aynı safta

buluşmuş, iki sınıfı birbirilerini tanıma yolunda çok yol almış, karşılıklı vazifelerini ve

konumlarının önemini kavramışlardır. “Köylünün ve halkın refah ve terakkisi temin

edilmedikçe dünya milletleri arasında tarihin bize mukadder kıldığı yüksek ve şerefli

mevki işgal etmemizin imkânı yoktur.” 866

Şükrü Kaya, İsmet Paşa’nın Türkiye’de yerleşik yabancılar tutuklandıklarında yabancı

müşavirlerin durumdan haberdar edilmemeleri teklifinin kabul edildiğini bildirmektedir.867

Ayrıca “müttefikin murahhasları İstanbul’un tahliyesinin bizim nokta-i nazarımıza muvafık

surette kararlaştırıldığını temin etmişlerdir.” 868 Yeni Gün, “Türk dostu ve Ankara’nın fahri

hemşerisi Pierre Lotti”nin ölüm haberini büyük üzüntü duyduğunu belirterek vermiştir.869

“Sovyet Rusya Ankara mümessilliğine tayin edilen yoldaş Suriç” İstanbul’da özel bir

törenle karşılanmıştır.870 Lozan Konferansı günlerinde Türk Dışişleri Bakanlığı’nın

İstanbul’da bir bürosu açıldı. Hariciye Vekâleti Dersaadet Murahhaslığı adını taşıyan bu

büro, Dışişleri Bakanlığı ile İstanbul’daki yabancı temsilcilikler arasındaki ilişkileri

sağlıyordu. Yabancı temsilcilerin çoğunluğu İstanbul’ da Dışişleri Bakanlığı ise Ankara’

daydı. Bu büronun başındaki kişi ise Dr. Adnan Adıvar idi. (Şimşir 1988: 219)

Nadi, buradan göçen birisinden edindiği bilgiye göre Selanik’teki Türklerin durumlarının

“tüyler ürpertici” olduğunu ve Lozan’da “güya sulhun müzakeresi yapılırken” bu durumun

bir tezat oluşturduğunu belirtmiştir: “Venizelos olana oldu ve geçti diyerek Yunanistan ile

Türkiye arasında bundan sonra iyi münasebetler tesisine taraftar olduğunu ikide bir tekrar

etmekten hali değildir. Hâlbuki öte tarafta şu adalar denizinin öbür yakasında daha dün

bizim olan memleketlerde Türk ve Müslüman ahaliye yapılmadık zulüm ve hakaret

bırakılmamaktadır. Bu tezad nedir?871”

866 (başyazının başlığı okunmuyor), Harun Aliçe, 31 Mayıs 1923867 Yeni Gün telgrafın daha erken çekildiğini ama İstanbul dan gazeteye geç gönderildiğini bildiriyor: “Bu telgraf dün gece yarısı idarehanemize gelmiştir. Halbuki muhabirimiz telgrafnameyi öğleden sonra saat sekizde İstanbul telgrafhanesine teslim etmiş bu telgrafhanesi saat on buçukta almış, telgrafhaneden matbaamıza ancak on birden sonra vasıl olabilmiştir. O sırada gazetemiz makinede idi. Bu yüzden maelteessüf derc edilememiştir.” Motanya Formülünü Hukukumuza Halel Vermeyen Tadille Kabul Ettiler, 1 Haziran 1923.868 “İstanbul’un Tahliyesi”, 10 Haziran 1923.869 “Piyer Loti nin Mezarında Ankara Çelengi”, 14 Haziran 1923.870 “Yeni Rus Sefiri”, 14 Haziran 1923.871 Yunus Nadi, “Denizin Öte Yakasında”, 21 Haziran 1923.

243

Ankara halkı oy kullanmaya başlamıştır. Gazete seçimlerin özgür bir ortamda yapıldığını,

herkesin “kendi kendini idare hakkının verdiği nihayetsiz fecr ve gurur içinde sandığın

başında yalnız kendi vicdanı ile baş başa bulunduğunu” belirtmiştir.872

Bir Anadolu Ajansı muhabirinin devlet ricalinden ismi verilmeyen bir kişiyle yaptığı

görüşmede, “sulh şayialarının kâffesinin şirketler ve imtiyazlar meselelerinin etrafında

toplandığı” ifade edilmiştir. Bu kişiye göre “Müttefikler Samsun –Sivas şirketleriyle, Türkiş

petrol kumpanyasına ait meseleleri İstanbul’un tahliyesi gibi esaslı meseleler ile alakadar

etmek istemektedirler.” 873

17 Temmuz 1923’te diğer meselelerdeki ihtilafın devamına karşın Müttefikler, Türk

sularının tamamen tahliyesine karar vermiştir. Ancak Türk tarafı da Boğazlar

Mukavelesini İtilaf Devletleri parlamentoları onaylayıncaya kadar her millet adına bir

kruvazör bırakılmasına rıza göstermiştir.874

21 Temmuz’da ise “Hükümetin kemal-i ehemmiyetle nazar-ı dikkatine” alt başlığı ile ve

yalnızca “L” imzalı olarak yayınlanan makalede, üç gün sonra barış anlaşmasının imza

edileceğinin kesinleştiği haber verilmektedir. Fakat bu habere rağmen piyasada bir

düzelme olmamıştır. Çünkü İstanbul’un ekonomisi maalesef “tamamen Türk anasırının

ve Türkiye’nin refah ve istirahatına düşman anasırın elinde olması ve bizim de büyük bir

idraksizlikle bu mesaildeki cehlimizle lakayd kalışımız piyasada bunların istedikleri gibi

hareketine meydan vermektedir.” “Anasır-ı maluma inatlarına İngiliz parası almaya

koyulmuşlardır.” Aynı şekilde “istikraz –ı dâhili de İstanbul piyasasında anasır-ı maluma

elinde oyuncak şekline girmiştir.” 875

Lozan Antlaşması’nın imzalandığı 24 Temmuz 1923 ve bu haberin olası yayınlanma tarihi

olan 25 Temmuz 1923 tarihli Yeni Gün sayılarına koleksiyonlarda rastlanmamaktadır.

Lozan’da varılan kararlardan en önemlileri: Kapitülasyonlar kaldırılmıştır. Osmanlı borçları

kesin bir çözüme kavuşturulamamıştır. Yunanlılar yaptıkları tahribata karşılık sadece

Karaağaç istasyonunu vermiştir. Musul-Süleymaniye bölgesinin sınırlarının çözümü

İngiltere ile Türkiye’nin aralarındaki anlaşmaya bırakılmıştır (Çavdar 2003: 166)876

872 “Ankaralılar Dün Reylerini İstimale Başladılar”, 21 Haziran 1923. 873 “Bütün Sulh Haberleri İmtiyazlar Meselesinin Etrafında Toplanıyor”, 11 Temmuz 1923.874 “Mütehassısların Verdikleri Kararlar”, 17 Temmuz 1923. 875 L, “Sulh ve Piyasa”, 21 Temmuz 1923. 876 Lozan Konferansı’nın bir değerlendirmesi için bknz.: Selim Deringil, Köprü Olarak Lozan, Max Schweizer (Der.), Ankara ve Lozan Arasında, Ankara, Phoenix Yayınevi, 2005, 69-72.

244

Yeni Gün, Lozan Anlaşması’nın dış kamuoyunda ve özellikle de Doğu’da nasıl tepkiler

aldığına çok önem vermiştir. Hindistan’da yayınlanan bir makaleye göre, Türkiye’nin

zaferi aslında Doğu’nun zaferidir ve Doğu Türkiye’nin açtığı yolda ilerlemelidir.877

Bu arada Anadolu’daki Yunan esirlerini ziyaret ve teftiş etmekle görevli olarak buraya

gelen Mösyö Burnia ve doktor Şarl Yurhard, “teftişlerinden fevkalade iyi bir intiba ile avdet

ettiklerini, esirleri çok şayan-ı memnuniyet bir halde gördüklerini ve haklarında fevkalade

efsaneler uydurulduğunu, Kayseri’deki bir Yunan yüzbaşısının Türklere şükranlarını

sunduğuna şahit olduklarını söylemişlerdir.” Tam da bu haberin altına koyduğu,

Yunanlılar tarafından harabeye çevrilmiş bir köy fotoğrafıyla Yeni Gün, kıyaslama

yapılmasını istemektedir.878

Jurnal (de Jenev) gazetesi “Lozan Sulhu” başlıklı makalesinde, Müttefiklerin geçen sene

anlaşma sağlamak için öne sürdüğü taleplerin hepsinin ortadan kalktığını, “İngilizlerin

gayri memnun olduğunu, Türkiş Petrolyum hukukunu temin edemedikleri gibi ne Curzon

ve ne de Lloyd George’un yüksekten atmalarından eser kalmadığını” ve artık galipler

arasında yer alan Türkiye’nin diğer ülkelere örnek oluşturmasından korkulduğu

belirtmiştir.879 Bu sıralarda Türk ve Amerikan delegasyonları arasında Haziran 1923’te

başlayan görüşmeler, 6 Ağustos 1923’te imzalanan Dostluk ve Ticaret Antlaşması ile

sonuçlanmıştır (Armaoğlu 1991: 89).880

9 Ağustos’ta Halk Fırkası kurulmuş, 11 Ağustos’ta yeni Meclis toplanmış ve hilafet

taraftarı Rauf Bey yerine Fethi Okyar başvekilliğe getirilmiştir. Nadi, “Dün meclis azaları

verilen ve kabul edilen bir takrir üzerine milletin hâkimiyetini esastan asla ve kata

ayrılmayacaklarına dair yemin ettiler. Zaten son intihabın mesnedini sulh meselesiyle

beraber, hatta bilhassa bu milletin hâkimiyeti esası teşkil etmiştir.” 881

Lozan Antlaşması TBMM’de 14 muhalif oya karşılık 213 oy ile onaylandı. Yeni Gün bu

barıştan genel olarak memnundur. Fakat Şükrü Bey’in Meclis’te anlaşmayı eleştiren

konuşmasına da yorumsuz olarak yer vermiştir. 882 İsmet Paşa’nın dört saatlik

konuşmasının ardından Meclis, Lozan Barış Antlaşması’nı onaylamıştır.883 İngilizler,

877 “Asya’nın Her Evinde Alkışlanan Zafer”, 31 Temmuz 1923.878 “Yaptığımız Muameleyi Şayan-ı Hayret Buluyorlar”, 31 Temmuz 1923. 879 “Lozan da Kazandığımız Zafer Etrafında”, 2 Ağustos 1923. 880 Ermeni meselesini dikkate almadığı ve kapitülasyonları kaldırdığı için, sonrasında onaylanamamış olan bu antlaşmanın metni için bknz.: Fahir Armaoğlu, Belgelerle Türk Amerikan Münasebetleri, Ankara, TTK, 1991, ss. 90–104. 881 Yunus Nadi, “Yeni Meclis”, 12 Ağustos 1923. 882 Yeni Gün, 23 Ağustos 1923883 “BMM Dün 14 Rey Muhalife Karşı 213 Rey İle Sulh Muahedenamesini Tasdik Etti”, 24 Ağustos 1923.

245

Maltepe ve Bostancı’yı tahliyeye başlamışlardır. Hafta içinde İngilizler İstanbul’un

Anadolu yakasını tamamen tahliye edecekler, Fransızlar Hadımköy’deki Senegal alayını

geri çekeceklerdir. Fransızların Babıâli Caddesi’nde boşalttıkları daireye Matbuat

Cemiyeti yerleşmiştir. İşgal mıntıkalarında Müttefiklerin bayrakları indirilip Türk sancağı

çekilirken İtilaf Devletleri askerleri sancağı selamlayacaklardır.884 Nadi, İsmet Paşa’nın

Meclis’te yaptığı uzun konuşmayı övmekte, bu konuşmayla tüm dünyaya bağımsız

Türkiye’nin kuruluşunun ilan edildiğini belirtmektedir.885 Nihai zafer olarak Lozan’ın

imzalanmasını başlatan ve hızlandıran sürecin, bir yıl önce 26 Ağustos’ta başlayan Türk

taarruzu olduğu hatırlatılmaktadır.886 Savaş sonrasında açıkta kalan ihtiyat zabitleri,

haklarını korumak için bir cemiyet oluşturmuşlardır. Nadi, bu gençlere yeni iş imkânları

yaratılması gerektiği üzerinde durmaktadır.887

“Tahliye ameliyatına devam edilmektedir.”888 Ankara Hükümeti, Yunanistan’da

“mübadeleye tabi Müslümanlara yapılan mezalimi” protesto etmektedir.889

Mübadele meselesi birkaç günden beri Meclis’i, Hükümet’i ve Halk Fırkası’nın gündemini

işgal etmektedir. Gazi Mustafa Kemal Paşa rahatsızlığına rağmen Meclis’e gelerek

toplantıya başkanlık etmiştir. Hükümet “Yunanlılar ın tazyikatına nihayet vermek için” bazı

tedbirleri almayı kararlaştırmıştır.890

Avrupa’dan gelen bazı haberler son günlerde İngiltere ile Fransa ve İtalya arasında

Doğu’daki bazı mıntıkalara veya iktisadi sahalara dair yeniden bazı görüşmeler

yapılmaya başlandığını bildirmektedir. Nadi ise Lozan’ın imzalanmasından sonra bile bu

türlü görüşmelerin devam etmesini anlamsız ve boş görmekte ve sormaktadır “hala o

sevda mı?” 891

İtalyan donanması Korfu ve Sisam adalarını işgal etmiştir.892 Nadi, İtalya’nın işgal

gerekçelerini açıkladığı makalesinde, Yunan Hükümeti’nin Cemiyet-i Akvam’a başvurarak

884 “İstanbul ve Boğazlarda Tahliye Başladı, İngiliz Kuvvetleri Hafta İçinde Anadolu Cihetini Tamamen Tahliye Edeceklerdir!”, 24 Ağustos 1923. 885 Yunus Nadi, “Yeni Türkiye”, 26 Ağustos 1923. 886 “Bugünü doğuran geçen seneki gün: 26 Ağustos, Büyük Taarruzumuz Geçen Sene Bugün Başlamıştı!”, 26 Ağustos 1923. 887 Yunus Nadi, “İhtiyat Zabitleri”, 29 Ağustos 1923. 888 “Tahliye Ameliyatına Faaliyetle Devam Ediliyor”, 29 Ağustos 1923. 889 “Mübadele işleri etrafında dünkü haberler, Hariciye Vekâletimizin Mühim Bir Protesto Notası”, 30 Ağustos 1923. 890 Halk Fırkası’nın Dünkü İçtima-ı Mühimi, Mübadele meselesi etrafında mühim mukarrerat – Fırka nın Şeriye Vekâleti Namzedi: Mustafa Nuri Efendi - Fırka Nizamnamesinin umumi Esasatı etrafında, 31 Ağustos 1923. 891 Yunus Nadi, “Hala O Sevda mı?”, 2 Eylül 1923.892 “İtalya-Yunanistan Münasebatı Fevkalade Gerginleşmiştir!”, 2 Eylül 1923.

246

“feryat ve figan” ettiğini fakat henüz devletlerin hiçbir şey yapmadıklarını belirtmiştir.

Nadi, Yunanistan’ın “Türkiye aleyhine kurulan düzene” katılmak suretiyle son on senedir

yaptığı siyasi hataların bedelini ödediğini düşünmektedir: “Bu hadise ile Dün Türk’ün

sillesiyle tekerlenen Yunanistan, bugün İtalya’nın şamarıyla bir kat daha sersemleşiyorsa

bundan dolayı kimseye şikâyet edecek hal ve mevkide bulunmuyor. Yunanistan Türk’ün

sillesinden olduğu gibi İtalya’nın şamarında dahi hep ektiklerini biçiyor.”893

Nadi, savaş sonrasında ekonomik buhranla boğuşmakta olan Türkiye’nin, tek başına bir

mübadele aracı olmaktan başka bir anlam ifade etmeyen kağıt paraya değil, “say ve

gayrete” dayanarak sorunlarını çözebileceğini belirtmiştir. “Servet parada pulda değil, say

ve gayrettedir” diyen Nadi, halkı daha çok çalışmaya teşvik etmek istemektedir.894 Nadi,

bir gün önce Yeni Gün’de “Kara Gün Dostları” başlığı ile yayınlanan Sadri Edhem Bey’in

makalesinden bahsederek, gazilerin toplumda daha saygın bir yere sahip olması

gerektiğinden ve toplumun onlara olan borcunun farkında olarak ödemeye çalışması

gerektiğinden bahsetmektedir.895

Mustafa Kemal Paşa, Halk Fırkası Genel Başkanlığı’na seçilmiştir. Aynı gün, Halk Fırkası

Meclis Grubu’na ve Heyeti İdaresine seçilenlerden Necati Bey (İzmir), Zülfü Bey

(Diyarbakır) ve Samet Bey (Erzurum)’in fotoğrafları, herhangi bir haberden bağımsız

olarak tanıtım amacıyla basılmıştır.896

Ziraat Bankası, savaş yıllarında kaybedilen topraklardaki şubelerinin sermayelerinin de

kaybedilmesine ve bankanın devletten 10 milyon lira alacağı olmasına rağmen sahip

olduğu nizamname sayesinde varlığını sürdürebilmiş, tamamen milli bir kurumdur. Banka,

zor zamanlarında devlete verdiği borçla ve çiftçiye kredi sağlamasıyla itibarını daha da

arttırmıştır. Bankanın genel müdürü, “iktisadiyat tahsil etmiş ve garbin usullerini sağlam

surette elde etmiş bir genç” olan Cemal Hüsnü Bey’dir. Fakat işlerin adamakıllı yürümesi

için bu gencin, “bir Avrupalı mütehassıs ile beraber çalışarak tekâmül etmesi daha faideli

olacaktır.” Özellikle “acemisi olduğumuz bankacılık işlerinde” Batı’nın ulaştığı düzeye

ulaşmak zorundayız.897 2 Ekim 1923 Yabancı askerlerin son kalıntıları da Dolmabahçe

önünde Türk bayrağı ve askerini selamladıktan sonra ülkeden ayrılmıştır (Şimşir 1988:

234). Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na yapılacak eklemeler ile ilgili “bugün yarın fiil ve icra

sahasına intikal etmek üzere olan bazı tasvirler vardır.” Hakkı Tarık, Kanun’la ilgili

893 Yunus Nadi,”İtalya ve Yunanistan”, 3 Eylül 1923.894 Yunus Nadi, “Paralı Fakirler ve Parasız Zenginler”, 7 Eylül 1923.895 Yunus Nadi, “İnkılâbın Ruhu”, 12 Eylül 1923. 896 “Halk Fırkası’nda, İlk Heyet-i İdare”, 12 Eylül 1923. 897 Yunus Nadi, “Ziraat Bankası”, 1 Ekim 1923.

247

yapılacak değişiklikler, gelecekte “sabit esaslar halini alacak” olduklarından, ortaya

çıkaran sebeplerin önemi üzerinde durmaktadır. İstanbul gazetelerinin yazdığına göre

devletin alacağı yeni şekil cumhuriyet olacaktır. Fakat bu düzenleme Gazi Paşa’nın şahsi

konumunu güçlendirmek için yapılmayacaktır.898 Cemiyet-i Akvam’ın tayin ettiği üç

tarafsız üye Selanik’e varmıştır. Samsun’daki Rumlar buradaki Müslümanlarla mübadele

edilecektir.899

Nadi, Türkiye’de “ziraat ve ziraat-i sınai tatbikatı yapmak isteyen Macaristanlı bir tetkik ve

tespit heyetinin reisi” ile görüştüğünü ve bu kişinin “daha önce hiçbir ecnebinin pek

farkında olmadığı” bir noktaya dikkat ettiğini söyler. Heyetin reisi, küçük çapta bir ziraat işi

yapmanın “işlerine gelmeyeceğini”, ülkenin büyük toprakları ve işletilmeyen çiftliklerinde

çalışabilme olanaklarını görmek için geldiklerini, fakat “gayri safi hasılat üzerinden istifa

olunan yüzde on iki buçuk aşar vergisinin” kendilerine geri adım attırdığını belirtmiştir.

Nadi, bu verginin çok yüksek olduğunu ve “hükümet çiftçinin şeriki olsa” bu oranda bir hak

talep etmesinin imkânsız olduğunu belirtmiştir. Çünkü hükümet hiçbir emek sarf etmeden

ya da tahsis etmeden kazancın yarısına yakınını talep etmektedir. Böylesi yüksek bir

vergi ile ziraat yapmanın imkânı olmadığını belirten Nadi, Türkiye’de ziraatın geri

kalmışlığını da yüksek vergilere bağlamaktadır. 900

Halk Fırkası Heyet-i Umumiyesi Afyonkarahisar mebusu Ali Bey’in başkanlığında

gerçekleştirilen üç saatlik görüşmeden ve İsmet Paşa’nın askeri ve siyasi beyanatından

sonra, “ekseriyet-i azim ile” şu maddeyi kabul etmiştir: “Türkiye Devleti’ nin makarr-ı

idaresi Ankara’dır.”901 13 Ekim 1923 Ankara başkent oldu. Meclis, “Ankara’nın merkez-i

hükümet ittihazını ekseriyet-i azime ile kabul etmiştir.” 902

Mahmut Esat’tan sonra İktisat Vekâleti’ne getirilen Hasan Bey, Vekâlet’in her bir

şubesinin başına “Avrupalı mütehassıslar getirmek” düşüncesinde olduğunu açıklamıştır.

Nadi, Hükümet’in, “Avrupa ihtisasından istifade olunması esasını çoktan kabul ettiğini” ve

“mütehassıs getirmek ihtiyacımızı vaziyeti hakkıyla takdir eden her Türkün teslim ettiğini”

vurgulamıştır. Nadi, ordu hariç her kurumda “Avrupa ihtisasına ihtiyaç duyulduğu”

düşüncesindedir. Bu konuda İtalya ve Romanya’yı örnek gösterir. Bu iki ülke,

“kendilerinden daha müterakki” ülkeleri model alarak kalkınmış ve Avrupa’nın diğer

ülkeleriyle boy ölçüşecek duruma ulaşmışlardır. Türkiye de bir an önce Avrupa’yı hangi

898 Hakkı Tarık, “Hükümetimizin Şekli”, 4 Ekim 1923. 899 “Mübadele Komisyonu Bugün Toplanacak!”, 4 Ekim 1923.900 Yunus Nadi, “Aşar Manası”, 7 Ekim 1923.901 “Ankara, Türkiye Devleti’ nin Merkezi!”, 10 Ekim 1923.902 “Meclis Ankara yı Merkez-i Hükümet Olarak Kabul Etti”, 14 Ekim 1923.

248

alanlarda model alacağını belirlemeli ve bu alanların uzmanlarıyla çalışmaya

başlamalıdır.903 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda yapılacak değişiklikleri belirlemekle görevli

Encümen-i Mahsusa “istasyondaki binada Gazi Paşa hazır olduğu halde” görüşmelere

devam etmiştir. “Bu hususta kati bir ketumiyet muhafaza edilmektedir.” Yeni Gün yaptığı

araştırmaya göre, yeni kanununun genel esaslarda eskisine sadık kalacağını ve “devletin

şeklinin cumhuriyet olduğunu” belirleyen bir madde konulacağını öğrendiğini belirtir.904

“Hâkimiyet milletindir ve millet hâkimdir. Eviriniz, çeviriniz istediğiniz şekilde ifade ediniz,

işte düstur budur. Hakikat budur ve bunun haricinde her şey efsanedir.”905

Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda yapılacak değişiklikler hakkında görüşmeler devam

ederken, hiçbir açıklamada bulunulmadığı için İstanbul ve Anadolu basınında birtakım

rivayetlere yer verilmiştir. Anadolu Ajansı tüm bu haberlerin “teşrihattan ibaret olduğunu”

ve kesinleşmiş hiçbir karar olmadığını, görüşmelerin hala sürdüğünü ifade eden bir

açıklama yapma gereği duymuştur.906

Nadi, Türkiye’nin “bir asır evveline kadar bütün manasıyla iktisadi bir varlık” iken, savaşlar

sonrasında tarımsal üretiminde çok ciddi bir düşüş yaşadığını fakat “bilgisizlik ve himmet

noksanı” giderilebilirse, ülkenin ekonomik olarak yükselmemesi için hiçbir sebep

olmadığını söylemektedir.907

Yeni Gün, “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun tadili hakkındaki görüşmelerin cereyan eylediği

şu günlerde memleketin hayatı ve istikbali ile son derece alakadar bu mühim mesele

etrafında bütün mütehassısların belli başlı esasat etrafında nokta-i nazarlarını

sormuştur.”908 Yeni Gün’ün anketine katılan ilk milletvekili Zekai Bey (Aydın) olmuştur.

Görüşleri bir kutucuk içinde verilen milletvekili, “şekl-i hükümet cumhuriyet olmalı, fakat

Teşkilat-ı Esasiye Kanunu tamamen muhafaza edilmelidir” demiştir. Yeni Gün, Teşkilat-ı

Esasiye Kanunu’nda yapılacak değişikliğin hayati önemde olduğunun bilincindedir ve

kendisi için de yeni bir hayat tasarlamaktadır. Bu yeni hayatı bir makaleyle tasvir eder. 25

Ekim’de Yeni Gün, bir hafta sonrasından itibaren “hem mündericatına daha ziyade itimam

gösterileceğini hem de nüshasının Ankara’da ve her yerde yalnız 3 kuruşa satılacağını”

bildirmektedir. Gazete fazla tevazuya gerek görmeden “milli mücadelede safha safha çok

yüksek bir mevkiye sahip olduğunu” ve “yalnız vatanperver ve milliyetperest Türk

903 Yunus Nadi, “Mütehassıslar Meselesi”, 14 Ekim 1923.904 “Teşkilat-ı Esasiye Kanununda Tadilat”, 14 Ekim 1923. 905 Yunus Nadi, “Millet Hâkimdir”, 17 Ekim 1923. 906 “Teşkilat-ı Esasiye, Kanunu tadilatı etrafındaki neşriyat hasebiyle Anadolu Ajansı’nın Bir Tebliği”, 17 Ekim 1923.907 Yunus Nadi, “İktisadi Teşkilat”, 22 Ekim 1923. 908 “Yeni Gün Yeni ve Mühim Bir Anket Açtı!”, 23 Ekim 1923.

249

matbuatının misal ve timsali olmak” görevini yerine getirdiğine inandığını ve bununla

iftihar ettiğini açıklamıştır. Yeni Gün’ün sahibi Anadolu’ya geçtikten sonra gazete

İstanbul’da kalamamış, “kendisinin bütün ruhunu teşkil eden maneviyatı ile Anadolu’nun

dağlarını taşlarını aşmış ve milli mücadeleye bütün varlığıyla, bütün varlığını feda etmek

hesabına katılmıştır.” Aynı zamanda “kimsenin ümit etmediği zamanlarda” Yeni Gün

zafere olan inancını yitirmemiştir. Yeni Gün, Ankara’da çıkan diğer günlük gazete olan

Hâkimiyet-i Milliye ile beraber savaşın tüm zorluklarına göğüs gerdiklerini ve çektikleri

yanında “Ferhad ve Şirin hikâyesinin hakikaten bir efsane” olarak kaldığını ifade etmiştir.

Nihai zaferin kazanılmasından sonra artık yeni bir safhaya girilmiş olduğundan “daha iyi

gazeteler yapmak için daha fazla fedakârlıklar ihtiyar edileceği ve gazetenin fiyatını

Ankara ‘a ve her yerde beş kuruştan üç kuruşa tenzil eyleyeceğini” bildirmiştir.909

Nadi, bazı iç isyanların “mürtecilik” olduğunu ve bu isyanlar karşısında Ankara’nın,

özgürlükçülüğü nedeniyle soğukkanlılığını koruduğunu ifade etmektedir. “Aşk ve şevk ile

‘Yaşasın hürriyet!’ diye tekrar edebiliriz” diyen Nadi, ardından “Fakat yaşayacak olan

hangi hürriyettir?” diye sorar. Nitekim İstanbul’da “köhne Bizans’ın habis ruhu daima

yaşamakta”, gerici akımlar hala tehlike oluşturmaktadır. Nadi, “Evet bizce de hürriyet

mukaddesdir, fakat memleketin selameti daha mukaddes ve her halde en büyük

kanundur” diyerek konuyla ilgili görüşünü özetler. Yaşasın Hürriyet!” 910

Bu sıralarda gazetede her gün 3 milletvekilinin fotoğraf ve isimleri yayınlanmakta, bu

şekilde tanıtımları yapılmaktadır. Buna “Yeni Gün’ün mebuslar serisi” adı verilmiştir. 1923

yılı yaz ayları sonunda Yeni Anayasanın hazırlık çalışmalarının yapıldığı sırada İstanbul

gazeteleri Ankara’daki yönetime özellikle Cumhuriyetin ilanına karşı şiddetli bir tutum

içindeydi. 26 Ekim 1923’de Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile ilgili değişiklikler hakkındaki

ketumluğa son verilmiş ve Anadolu Ajansı konuyla ilgili bir açıklama yayınlamıştır. Bu

açıklama şöyledir:

“Bugünlerde efkâr-ı umumiyeyi matbuatı, muhafil-i resmiyeyi en çok işgal eden mevzu Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun tadili meselesidir.” Anadolu Ajansı, görüşmelerle ilgili daha açıklayıcı bilgi vermek gereği hissederek bir tebliğ yayınlamış ve olası değişiklikleri - kesinleşmiş hiçbir şey olmadığını tekrar tekrar belirterek- anlatmıştır. Tebliğde, “Asri ve milli esaslar üzerine yeni baştan kurulan devletin unvanını, tarz-ı idaresini tayin ve tespit edecek bu kanunun bazılarının zannettiği gibi yeniden tedvin olunmadığı”, var olan kanununun girilen barış döneminin doğurduğu yeni ihtiyaçlara göre değiştirildiği vurgulanmıştır. Bununla

909 “Yeni Gün ün Yeni Hayatı”, 25 Ekim 1923. 910 Yunus Nadi, 25 Ekim 1923.

250

beraber eski ve yeni şekli arasında esaslı farklar vardır. “Yeni Türkiye devletinin tarz-ı idaresi, esas itibariyle demokrasiye yani hâkimiyet-i ammeye müstenit ise de, esas teşkilatı dünyada mevcut ve muayyen devlet sistemlerinden hiç birine benzememektedir.” Büyük olasılıkla kabine usulü kabul edilecek ve devletin unvanı “Türkiye Halk Cumhuriyeti” olacaktır.” Fakat kabine usulüyle beraber parlamenter sistemin tüm unsurları benimsenmeyecektir.911

Dünyadaki hiçbir devlette var olmadığı ve tamamen Türk Devleti’ne özgü olduğu ısrarla

vurgulanan sistemin niteliği ve farkları Anadolu Ajansı’nın tebliğinde şöyle

açıklanmaktadır:

“Bununla beraber kabine usulü kabul edildiği halde parlamenter idarenin bütün eşkal ve teferruatı aynen kabul olunmayacaktır. Türkiye BMM teşrii ve icra-i kuvvetlerin yegane menbaıdır. Şu hale nazaran meclis her iki kuvveti kendinde cem ediyor. Yalnız BMM haiz olduğu icra selahiyetini temsil etmek hakkını arasından intihab ettiği zevata tefviz ediyor. Ve bu zatın unvanı da reis-i cumhur oluyor. Diğer cihetten parlamenter sistemin kabine usulü de tadilen kabul edilecektir. Malum olduğu vechile kabine usulünde hükümdar veya reis-i cumhur ile kabine reisi yekdiğerinden ayrıdır ve kabine reisi, Fransa da olduğu gibi nazırları meclis haricinden de intihab edebilir. Halbuki yeni teşkilat-ı esasiye kanununda reis-i cumhurun hem devlet reisi, hem de icra vekilleri heyetinin reis-i tabiisi sıfatıyla kabul edileceği anlaşılıyor. İcra Vekilleri reisi de refika-i mesaisini ancak meclis azası arasından intihab edilebilecektir. Binaenaleyh, görülüyor ki parlamenter sistem ile Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile kabul edilecek devlet sistemi arasında oldukça bariz farklar vardır.”

26 Ekim’de Fethi Okyar başvekillikten çekilmiş, 27 Ekim’de Ali Fethi Bey başkanlığındaki

İcra Vekilleri Heyeti erkânı istifalarını vermişlerdir. Kendisini zayıf hisseden bir hükümetin

istifası “hakikaten namuskârane bir harekettir” fakat ortada hükümetin zayıflığına dair

hiçbir işaret görülemediği için şaşırmamak elde değildir. Üstelik bu “sıralı sırasız

zamanlarda mesuliyet mevkiini terk edip kaçmak demektir.” “Bizim istediğimiz hükümet”

der Nadi, “bütün mesuliyeti idrak edecek ve cesareti ile kahır ve kader sükûta kadar

yüksek alın ile yürüyecektir.”912 Hükümet istifasında “belli başlı hiçbir sebebe istinat

etmemiş”, yalnızca “daha kuvvetli bir hükümet teşkiline imkân hazırlamak için” istifa

ettiğini açıklamıştır. Nadi, Halk Fırkası’nın gereği gibi işlemediği ve “intizamı bir türlü

911 “Kanunundaki tadilat münasebetiyle Anadolu Ajansı’nın Bir Tebliği”, 26 Ekim 1923. 912 Yunus Nadi, “Hükümetin İstifası”, 28 Ekim 1923.

251

iktisap edememiş olmasından dolayı meclisin de iyi çalışamadığı” konusunda Hâkimiyet-i

Milliye ile aynı fikirde olduğunu açıklar. Aslında “Halk Fırkasını teşkil eden mebuslar

umumiyeti itibariyle pekiyi zevattan mürekkebdir. (…) Fırkanın intizamsızlığı yalnız ve

yalnız idaresizlikten ibarettir.” Yapılması gereken, “idaresizlik yerine yalnız idare ikame ve

tesis olunmasından ibarettir.”913

Bu şekilde Cumhuriyet yeni bir anayasa yapılarak değil, İkinci Meclis’in 1921

Anayasası’nda yaptığı değişiklikle ilan edilmiştir.914 29 Ekim 1923’de çıkarılan 364 sayılı

yasa ile Anayasada yapılan değişiklikler şöyle sıralanabilir: Türkiye Devleti’nin hükümet

biçimi cumhuriyettir. Türkiye Cumhurbaşkanı Meclis tarafından kendi üyeleri arasından bir

seçim dönemi için seçilir. Cumhurbaşkanı Meclis üyeleri arasından başbakanı seçer.

Diğer bakanlar da Meclis üyeleri arasından başbakan tarafından seçildikten sonra

Bakanlar Kurulu Cumhurbaşkanı tarafından Meclisin oyuna sunulur. Cumhurbaşkanı

gerekli gördüğü hallerde Meclise ve Bakanlar Kuruluna başkanlık eder. (Gözübüyük

2002: 50–51) Yeni Gün Cumhuriyet’in ilanını “Bu müessese-i aliyeyi vücuda getiren Türk

milletinin son dört sene zarfında ihraz ettiği zafer bundan sonra da birkaç misli olmak

üzere tecelliyatını gösterecektir” sözleriyle kutlamıştır.915 Nadi, “Birinci Meclis’in kurduğu

devletin hükümeti şekli zaten adı söylenmemiş bir cumhuriyetten ibaretti. İkinci Meclis

vaziyeti tamamen ihata etmiş bir heyet salahiyeti ile söylenmeyen adı söylemiştir” diyerek

durumu ortaya koymuştur. Meclis, hükümet oluşturulmasında çağdaş bir ilkeyi kabul

etmiştir. Bu, reis-i cumhurun başvekili seçecek, başvekil arkadaşlarını seçecek ve

“bunların umumi heyeti meclisin tasvibi nazarına arz olunacak” olmasıdır. Meclis bu

şekilde “yalnız önüne çıkan bir hükümet buhranını değil, belki eğer eski nakıs şeklinde

bırakılsa idi mezmin bir yara gibi muhtelif şekil ve suretlerde ikide bir nüks edecek olan bir

memleket buhranını da halletmiştir.” Nadi yazısını “Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti” diyerek

bitirmiştir. Cumhuriyet’in ilanından yaklaşık 7 ay sonra Yunus Nadi, Yeni Gün’ün ismini

“Cumhuriyet” olarak değiştirmiş ve gazeteyi bu isimle 8 Mayıs 1924’den itibaren

yayınlamaya devam etmiştir.

913 Yunus Nadi, “Hakiki Sebep”, 29 Ekim 1923.914 “Madde 1- Hakimiyet bilakayd ve şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bilzat ve bilffil idare etmesi esasına müsteniddir. Türkiye devletinin şekl-i hükümeti cumhuriyettir. Madde 2 – Türkiye devletinin dini, din-i İslam’dır. Resmi lisanı Türkçedir. Madde 3- Türkiye devleti BMM tarafından idare olunur. Meclis hükümetin inkısam ettiği (---) idareyi, İcra Vekilleri vasıtasıyla idare eder. Madde 10: Türkiye Reisi Cumhuru TBMM Heyet-i Umumiyesi tarafından ve kendi azası meyanından bir intihab devresi için intihab olunur. Vazife-i riyaset yeni reis-i cumhurun intihabına kadar devam eder. Tekrar intihab olunmak caizdir. Madde 12: Başvekil reis-i cumhur tarafından ve meclis azası meyanından intihab olunur. Diğer vekiller baş vekil tarafından yine meclis azası arasından intihab olunduktan sonra heyet-i Umumiyesi reisi cumhur tarafından meclisin tasvibine arz olunur.” “Teşkilat-ı Esasiye Kanununda Kabul Edilen Tadilat”, 30 Ekim 1923. 915 “Büyük Millet Meclisi Şekl-i Hükümetimizi Tesbit Eden Teşkilat-ı Esasiye Tadilatını Kabul ve Türkiye Cumhuriyetini İlan Eylemiştir”, 30 Ekim 1923.

252

SONUÇ

Yeni Gün gazetesinin 1918 ve 1923 yılları arasında yayınlanmış olan sayılarının esas

alındığı ve gazetenin her bir dönemde nasıl bir çizgide ilerlediğinin, Mütareke’den

Cumhuriyet’e geçiş sürecinde yaşanan iç ve dış olayların gazete sayfalarına nasıl

yansıdığının anlaşılmaya çalışıldığı bu çalışma bize, Yeni Gün’ün, özellikle de Anadolu’ya

geçtikten sonraki sayılarının incelenmesinin Ankara Hükümeti ve Milli Mücadele’yi

yürüten kadro ile ilişkilerden bağımsız olarak kavranamayacağı düşüncesini

oluşturmuştur. Yeni Gün’ün İstanbul ve Ankara sayıları bazı açılardan önemli farklılıklar

göstermektedir. İttihatçılık ve İttihatçılar, padişah, hilafet ve din unsuru, azınlıklar, ülkede

olup bitenler karşısında halktan beklenen tavır, İtilaf Devletleri ve Amerika’ya yaklaşım ve

bu ülkelerden beklentiler, Bolşeviklik ve Sovyet Rusya, iç ve dış politikaların belirlenmesi

ana başlıkları altında sınıflandırılabilecek konular karşısında Yeni Gün, Anadolu

sayılarından itibaren -zaman zaman eleştirel bir tutum takınmakla beraber, düşünceler bu

merkezin çevresine fazlasıyla çıkmamış- Ankara Hükümeti’nin bu konulara yaklaşımına

paralel bir tutum belirlemiştir.

Birinci Dünya Savaşı’nın bitmeye yüz tuttuğu bir dönemde yayınlanmaya başlanan Yeni

Gün’ün genel karakterini belirleyen, sahibi ve baş yazarı Yunus Nadi ve onun Anadolu

hareketiyle ilişkileri olmuştur. Gazetenin ilk günlerinde Nadi, bir İttihatçı olarak savaşa

girmenin haklı gerekçelerini sıklıkla dile getirmiş, adeta İttihat ve Terakki Fırkası’nın

savunuculuğunu üstlenmiştir. Savaştan yenilgiyle çıkılmasının ardından imzalanan

Mütareke’nin ağır şartlarına rağmen Nadi, halkı sükûnete davet eden yazılarıyla dikkat

çekmektedir. Bu dönemde Bolşevikler karşısında gayet ihtiyatlı hatta mesafeli bir

yaklaşım söz konusudur. Almanya’nın Rusya ile yakınlaşma çabaları desteklenmez ve bu

tavrın sebebi de Bolşevik Hükümeti’ne duyulan güvensizlik olarak ifade edilir. Öte

yandan, Amerika’nın o dönemde temsil ettiği zihniyet ve Osmanlı İmparatorluğu’nu

parçalamak isteyen Avrupa karşısında ikinci bir kutup gibi yükselmesi nedeniyle, Wilson

Prensipleri Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer alan Nadi, Wilson ilkelerinin önderliğinde

dünyanın barış içinde bir yer olabileceğini düşünmektedir. Amerika konusundaki tutumu,

ancak Nisan 1920’de Wilson’un Trabzon’un Ermenistan’a, Doğu Trakya’nın Bulgaristan’a

253

verilmesi gerektiği yolundaki notası sonucunda değişime uğramıştır. İngiltere ve özellikle

de Fransa ile dostluk kurmanın gereğinden sıklıkla bahseden Nadi, devletler arasında

gerçek bir dostluk olamayacağının, her ülkenin kendi çıkarları bağlamında bir diğer

devleti dost ya da düşman olarak tanımladığının da farkındadır. Bu sözleri dış

kamuoyuna ve devletlere gönderilen mesajlar niteliğindedir. Anlaşılan o ki İtilaf ve

yabancı basın, Türk basınını ve özellikle de Ankara’da günlük ve düzenli olarak

yayınlanabilen yegâne gazete olan Yeni Gün’ü, Anadolu hareketinin sözcüsü olarak

görmekte ve takip etmektedir.

Osmanlıcı bir tavır sergileyerek, azınlıklar hakkında ayrımcı değil birleştirici bir çizgi

izleyen, bu yönde yayınlar yapan gazete, İzmir ve İstanbul işgallerinden sonra sevinç

gösterileri düzenleyen ve Yunanlıların Anadolu’da yol açtığı tahribata katkısı olan yerli

Rumlar hakkında eleştiride bulunmuş ve onları “hain” olarak tanımlayarak İstiklal

Mahkemeleri’nde yargılanmaları gerektiğini açıklamıştır. Gazetenin birlik ve beraberliğe

yaptığı vurgu da, azınlıkların isyanları sonrasında “Türk Birliği” formülünde ifadesini

bulmuştur.

Gazete, 6.5 aylık kapanış devresinin ardından 11 Ekim 1919’da yayınına yeniden

başladığında, çok açık bir şekilde Anadolu hareketini desteklemekte, ülkedeki zor

koşullara meydan okuyan bir tavır sergilemektedir. Bu tavır, bilinçli olarak oluşturulmuş bir

tavırdır. Yeni Gün’ün sansürlenen yazıların olduğu yerlere başka haberler ya da yazılar

yerleştirmek yerine, boş sütunlarla yayınlanmayı tercih etmiş olması da bu tavrın bir

göstergesidir. Yeni Gün, bir iletişim aracı olma işlevini elinden geldiğince yerine

getirmenin yanı sıra, halkın inancını canlı tutmayı, halka nihai zaferin kesin olarak

kazanılacağı yolunda umut aşılamayı, Anadolu hareketinin olduğu gibi tanıtılması ve

meşrulaştırılmasını kendine görev bilmiştir. Bu sonuç, pek çok kaynakta İstanbul

gazetelerinin 1922 yılının ortalarına kadar Milli Mücadele’yi açıkça destekleyici yayınların

yapılamadığı görüşünü ortadan kaldırmaktadır.

Milli Mücadele’yi yürüten kadro ile yakından temas kurduğu dönem öncesinde Yeni Gün,

sürekli olarak halkı herhangi bir taşkınlık ya da olan bitene bir tepki göstermemesi

yolunda uyarmaktayken, Anadolu’ya geçtikten sonra durum tam tersine dönmüş, halktan

daha çok hareketlilik beklenmiş, seçimlere ve savaşa katılması, tepkisini belli edecek

yapıların içinde bulunması salık verilmiştir. Yazar kadrosunun Ankara Hükümeti ile

kurduğu yakın ilişkiler doğrultusunda Yeni Gün, Bolşevik Rusya’ya gazete sütunlarında

her zamankinden fazla yer ayırmaya başlamıştır. Bolşevik ideolojiyi tanıtıcı yazı dizileri ve

254

haberlere geniş yer verilmiş, iki ülke arasındaki anti-emperyalist fikir ve eylem ortaklığı

olduğu yolunda bir düşünce uyandırılmaya çalışılmış, sosyalist terminolojinin kavram ve

kalıpları neredeyse bütün başyazılar ve haber-yorumlarda yer almıştır. Anadolu

hareketinin ise Bolşevik bir karakterde olmadığı, tüm bağın yalnızca bu kader ortaklığına

dayandığı da açıkça belirtilmiştir. Yazar kadrosunun siyasi kimliklerinde birtakım

farklılıklar varsa da, birleştikleri noktalar daha fazladır ve Milli Mücadele karşısında

tavırları aynıdır. Her biri, eğitimlerine uygun olarak alanlarıyla ilgili yazdıkları yazılarıyla,

Milli Mücadele’nin sürebilmesi için gerekli zihinsel ve fiziksel ortamı hazırlamaya

çalışmaktadır. Gazetede “propagandanın” eksikliğinden sıklıkla yakınılmış, bir müddet

sonra bu yakınmalar sona ermiş ve yazar kadrosunun makaleleri yoluyla işlemeye

çalıştığı düşünceler, mesajlar hâlinde halka iletilmeye çalışılmıştır.

Yeni Gün, resmi olarak kaldırılmasına kadar hilafet makamı aleyhinde bir yoruma yer

vermemiş, İslam unsurunun ülke halkı için önemi sıklıkla vurgulanmıştır. Hilafet, hala

Osmanlı’dadır ve Osmanlı hala İslam âleminin başıdır. Fakat Ankara sayılarından itibaren

bu vurgu azalmış ve İslam’ın emperyalizmin hedefi olan diğer Asya ülkeleriyle Türkiye

arasında kurulacak bir işbirliği ve yakın ilişkiler açısından belirleyici rolü üzerinde

durulmuştur.

Kayseri sayılarında, koşulların da zorlamasıyla, bir fikir gazetesi olmaktan çok, Anadolu

ve İstanbul’daki durumdan halkı haberdar etme amacına yönelik bir yayın çizgisi izleyen

gazete, Ankara’ya yeniden döndüğünde eski yayın politikasını sürdürmeye devam

etmiştir. Anadolu’daki mücadele en başından ve pek çok ayrıntısıyla tekrar tekrar

açıklanmakta, Milli Mücadele’yi yürüten kadronun savaşa devam edebilmesi için gerekli

zemin hazırlanmaya çalışılmaktadır. Bu bağlamda saray çevresiyle beraber padişah da

eleştiri oklarının hedefine oturmuştur. Mustafa Kemal’in bu mücadeledeki yeri, ordunun

kahramanlıkları, zaferleri ve yenilgileri, Türk köylüsü, çiftçisinin perişanlığı ve Türk

milletinin fedakârlıkları anlatılmaktadır. Ülkenin ekonomik ya da siyasal nüfuz

mıntıkalarına bölünmesi kesinlikle reddedilmiş ve Misak-ı Milli’den sapılmayacağı tekrar

tekrar vurgulanmıştır. Tam bağımsızlıkçı bir çizgi daima muhafaza edilmiştir. Aksi yönde

olabileceği düşünülen bazı ifadelere rastlansa da, ciddi tehdit ya da direniş durumlarında

gazetedeki başyazıların ve haberlerin dilinin önemli ölçüde serleştiği gözlemlenebilir.

Derhal silahtan ve yeni bir savaşa girişilmeye hazır olunduğundan bahsedilmektedir.

Millet hâkimiyeti fikri, yine Ankara Hükümeti’nin tutumu doğrultusunda yoğun olarak

işlenmiş, halkın zihnine yer etmesi sağlanmaya çalışılmıştır. Buna bağlı olarak işlenen bir

255

başka konu da “yeni idare” ya da “halk idaresi” şeklinde formüle edilen şeydir. Sürekli

olarak her makaleye ve habere konu olmakta ve içeriği, nasıl işleyeceği halka anlatılmaya

çalışılmaktadır. İslamiyet ve halk egemenliğinin birbirini dışlayan şeyler olmadığı,

bağdaştığı ve hatta İslam’ın adil bir düzen olması nedeniyle halk egemenliğini tavsiye

ettiğini savunmak da Yeni Gün yazarları ve muhabirleri tarafından sıklıkla tekrarlanmış ve

savunulmuştur. Ankara’nın Hükümeti ve halkıyla Misak-ı Milli’yi dışlayacak herhangi bir

teklifin kesinlikle kabul edilmeyeceğini haberler yoluyla iç ve dış kamuoyuna anlatmaya

çalışılmıştır. Milli Mücadele yanlısı bir gazete olarak Yeni Gün bu tavrını Anadolu’ya

geçtikten sonra daha açıkça ortaya koyabilmiş, başta Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa

olmak üzere, mücadelenin önderlerini halka tanıtmak, mücadelenin nasıl ve ne amaçla

başladığını ve sürdüğünü hemen her sayıda tekrarlamak yoluyla mücadeleyi, İngilizlerin

ve İstanbul Hükümeti’nin aksi yöndeki propagandası karşısında, halkın gözünde daha

meşru bir hale getirmeye çalışmıştır.

256

KAYNAKÇA

ADIVAR, Halide Edip, Türk’ün Ateşle İmtihanı, Çan Yayınları, İstanbul, 1962.

AHMAD, Faroz, İttihat ve Terakki (1908 – 1914), (Çev: Nuran Yavuz), İstanbul, Kaynak

Yayınları, 2004.

Ahmed Midhat Efendi Avrupa’da, (Çev. Ayşen Anadol), İstanbul, Tarih Vakfı Yurt

Yayınları, 1999.

AKDAĞ, Ömer, “İstiklal Savaşı’nın İlk Safhasında Mitingler”, Türkler Ansiklopedisi, c.15,

Kemal Çiçek (ed.) , Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s 745 – 756.

AKKOYUN, Turan, Türk İnkılâp Tarihi, Kocatepe Üniversitesi Yayınları, Afyon, 1997.

AKŞİN, Sina, “Siyasal Tarih (1908 – 1923)”, Türkiye Tarihi, Sina Akşin (ed.), c.4, İstanbul,

Cem Yayınları, 2000, s.45 – 78.

AKŞİN, Sina, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, Cem Yayınevi, İstanbul, 1976.

AKŞİN, Sina , “Osmanlıların Sonuncusu”, İstanbul (1914 – 1923), (ed.) Stefanos

Yerasimos, İletişim Yayınları, İstanbul, 1997, s.114 – 126.

257

AKŞİN, Sina, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, Ankara, İmge Yayınları, 1998.

AKŞİN, Sina, Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, Ankara, İmge, 1994.

AKARSLAN, Mediha, Milli Mücadele Devrinde Türk Dış Politikası, Bursa, Uludağ

Üniversitesi, 1990.

AKYÜZ, Yahya, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu, 1919 – 1922, Ankara, 1975.

Ankara 1922, İki Komintern Gözlemcisinin Kurtuluş Savaşı Değerlendirmeleri, Çeviren:

Gizem Gürtürk, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1985.

ARMAOĞLU, Fahir, 20.yüzyıl Siyasi Tarihi, İstanbul, Alkım Yayınları, 1995.

ARMAOĞLU, Fahir, Belgelerle Türk Amerikan Münasebetleri, Ankara, TTK, 1991.

ARIKAN, Zeki, Tarihimiz ve Cumhuriyet Muhittin Birgen (1885–1951), İstanbul, Tarih

Vakfı Yurt Yayınları, 1997.

AYBARS, Ergun, İstiklal Mahkemeleri (1920-1923)/(1923/1927),İzmir, Zeus Yayınları,

2006.

AVCIOĞLU, Doğan, Milli Mücadele Tarihi, c.1 Tekin Yayınları, İstanbul, 1995.

AYDIN Alacakaptan, “Türk – Sovyet İlişkileri (1921-1945)“, Çağdaş Türk Diplomasisi 200

Yıllık Süreç, Ankara 15-17 Ekim 1997, Ankara, TTK, 1999, ss. 281-293.

BAYKAL, Hülya, Türk Basın Tarihi ( 1831 – 1923 ), İstanbul, Marmara Üniversitesi

Yayınları, 1990.

258

BELEN, Fahri, Türk Kurtuluş Savaşı, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1973.

BERKES, Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul, YKY, 2002.

BORATAV, Korkut, Türkiye İktisat Tarihi 1908–2005, Ankara, İmge Kitabevi, 2006.

BÖKE, Pelin, Yeni Gün’den Cumhuriyet’e Yunus Nadi, Dokuz Eylül Üniversitesi, A.İ.İ.T.E,

Doktora tezi, 1994, 177 s.

CAN, Bilmez Bülent, Demiryolundan Petrole Chester Projesi 1908–1923, İstanbul, Tarih

Vakfı Yurt Yayınları, 2000.

COŞAR, Ömer Sami, Milli Mücadele Basını, Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, Ankara,

1972.

CRİSS, Bilge, İşgal Altında İstanbul ( 1918–1923), İstanbul, İletişim Yayınları, 1994.

Cumhuriyet Basını, Ankara Gazeteciler Cemiyeti, Ankara, 1998.

Cumhuriyet 1924 – 1974, İstanbul, 1974.

ÇAPANOĞLU, Münir Süleyman, Basın Tarihine Dair Bilgiler ve Hatıralar, Gazeteciler

Cemiyeti, İstanbul, 1962.

ÇAVDAR, Tevfik, Milli Mücadele Başlarken Sayılarla Vaziyet ve Manzara-i Umumiye,

Baha Matbaası, Milliyet Yayınları, 1971.

ÇAVDAR, Tevfik, Türkiye Ekonomisinin Tarihi 1900–1960, Ankara, İmge Kitabevi, 2003.

DARENDELİOĞLU, İlhan, Türkiye'de Komünist Hareketleri (1910–1973), 1973.

259

DAVİSON, Roderick, Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, c.1–2, İstanbul, Papirüs

Yayınları, 2005.

DEMİRBAŞ, Bülent, “Mondros Mütarekesi ve Sonrası”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e

Türkiye Ansiklopedisi, c.5, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s.1108 – 1119.

DERİNGİL, Selim, İktidarın Sembolleri ve İdeoloji, (Çev: Gül Çağalı Güven), İstanbul,

YKY, 2002.

DÖNMEZ, Cengiz, Milli Mücadeleye Karşı Bir Cemiyet: İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Ankara,

Atatürk Araştırma Merkezi, 1999.

ENGELHARDT, Tanzimat ve Türkiye, Çev: Ali Reşad, İstanbul, Kaknüs Yayınları, 1999.

ER, Alev, “Milli Mücadelede Siyasal Kuruluşlar”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye

Ansiklopedisi, c.5, İstanbul, İletişim Yayınları, 1985, s.1120 – 1134.

ERASLAN, Cezmi, “I.Dünya Savaşı ve Türkiye” , Türkler Ansiklopedisi, c.13, Kemal Çiçek

(ed.), Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s.339 – 361.

ERHAN, Çağrı Erhan, Türk-Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, Ankara, İmge, 2001,

s. 377 – 383.

ERTUĞ, Halit Refiğ, Basın ve Yayın Hareketleri Tarihi, c.1, İstanbul, Yenilik Basımevi,

1970.

GEORGEON, François, “Savaş Arifesinde Gezginler”, İstanbul (1914 – 1923), Stefanos

260

Yerasimos (ed.), İstanbul, İletişim Yayınları, 1997, s.25 – 39.

GÖKAY, Bülent, Emperyalizm ve Bolşevizm Arasında Türkiye 1918–1923, İstanbul, Tarih

Vakfı Yurt Yayınları, 1997, 21, 22.

GÖKBİLGİN, Tayyip, Milli Mücadele Başlarken, c.1, Ankara, TTK, 1992.

GÖKBİLGİN, Tayip, Milli Mücadele Başlarken, c. II, Ankara, Türkiye İş Bankası Yayınları,

1965.

GÖVSA, İbrahim Alaettin, Türk Meşhurları Ansiklopedisi, Yedigün Neşriyat, 1945.

GÖZÜBÜYÜK, Şeref, Türk Anayasaları, Anayasaların Yapılışları – Özellikleri, Ankara,

Turhan Kitabevi, 2002.

GÜNEŞ, İhsan, Birinci TBMM’nin Düşünce Yapısı (1920–1923), Türkiye İş Bankası Kültür

Yayınları, 1997.

ILGAR, İhsan, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, İstanbul, Kervan Yayınları, 1973.

İNUĞUR, M. Nuri, Türk Basın Tarihi, Gazeteciler Cemiyeti, İstanbul, 1992.

İNUĞUR, M. Nuri, Türk Basınında İz Bırakanlar, İstanbul, Der Yayınları, 1999.

İSKİT, Server, Türkiye’ de Matbuat İdareleri ve Politikaları, Ankara, Başvekâlet Basın

Yayın Umum Müdürlüğü, 1943.

LEWIS, Bernard. Modern Türkiye’nin Doğuşu, (çev. Metin Kıratlı), Ankara, TTK, 2000

JAESCHKE, Gothard, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, Çev.: Cemal Köprülü,

261

Ankara, TTK, 1991.

JELTYAKOV, Türkiye’nin Sosyo Politik ve Kültürel Hayatında Basın, İstanbul, Hürriyet

Ofset, 1979.

JEVAKOF, Aleksandr, “Çanakkale’nin İstanbul’dan Görünüşü”, İstanbul (1914 – 1923) ,

Stefanos Yerasimos (ed.), İstanbul, İletişim Yayınları, 1997, s.61 – 78.

KABACALI, Alpay Başlangıçtan Günümüze Türkiye’de Basın Sansürü, İstanbul,

Gazeteciler Cemiyeti, 1990.

KARPAT, Kemal, Türk Demokrasi Tarihi, Afa Yayınları, İstanbul, 1996.

KAYA, Şükrü, “Yunus Nadi”, Cumhuriyet 1924 – 1974, İstanbul, 1974.

KEMAL, Namık, “Türkçe Matbuat”, Osmanlı Modernleşmesinin Meseleleri, Bütün

Makaleleri I, Haz.: N. Aydoğdu-İ. Kara, İstanbul, 2005, ss. 395–399.

KIRLI, Cengiz, “Kahvehaneler ve Halifeler, 19. yüzyıl ortalarında Osmanlı’da Sosyal

Kontrol”, Toplum ve Bilim, 83 Kış, ss.58 – 79.

KOLOĞLU, Orhan, Aydınlarımızın Bunalım Yılı 1918, İstanbul, Boyut Kitapları, 2000.

KOCABAŞOĞLU, Uygur, “Milli Mücadele’ nin sözcülerinden Anadolu’ da Yeni Gün”, SBF

Dergisi Atatürk Özel Sayısı, Cilt XXXVI, No: 1–4’den ayrı bası, 1981.

KOLOĞLU, Orhan, Havas-Reuters’den Anadolu Ajansı’ na, ÇGD, Ankara, 1994.

262

KOLOĞLU, Orhan, “Osmanlı Basını”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi,

c.1, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, ss.68 – 93.

KOLOĞLU, Orhan, 1908 Basın Patlaması, İstanbul, BAS-HAŞ, 2005.

KURAN, Ahmet Bedevi, İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler, İstanbul, Kaynak Yayınları,

2000.

MARDİN, Şerif, Türk Modernleşmesi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002.

MARDİN, Şerif, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri, İstanbul, İletişim Yayınları, 2000.

MARTIN, B.G., Sömürgeciliğe Karşı Afrika’da Sufi Direniş , Çev: Fatih Tatlılıoğlu,

İstanbul, İnsan Yayınları, 1988.

“Matbuat”, İslam Ansiklopedisi, c. 7, Maarif Basımevi, 1957, ss. 362–402.

MAZICI, Nurşen, Atatürk Döneminde Muhalefet, İstanbul, Dilmen Yayınevi, 1984.

MERAY, Seha; OLCAY, Osman, Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküş Belgeleri, Ankara,

A.Ü.Yayınları, 1997.

NADİ, Nadir Perde Aralığından, İstanbul, Cumhuriyet Yayınları, 1965.

ORAL, Fuat Süreyya, Türk Basın Tarihi (1919 – 1965), Ankara, Doğuş Matbaası.

ORAN, Baskın, “Dönemin Bilânçosu”, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne

Olgular, Belgeler, Yorumlar, c. 1 (1919 – 1980), Editör: Baskın Oran, İstanbul,

İletişim Yayınevi, 2004, ss. 97 – 109.

263

ORAN Baskın, “Lozan’ın Öncülü Bir Onur Anıtı: Müttefiklerin Sevr Barış Antlaşması

Tasarısına Osmanlı Hariciyesinin Yanıtı”, Çağdaş Türk Diplomasisi 200 Yıllık

Süreç, Ankara 15–17 Ekim 1997, Ankara, TTK, 1999, ss. 257–275.

ORTAYLI, İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2002.

ÖKÇÜN, Gündüz, Türkiye İktisat Kongresi 1923 İzmir, Haberler-Belgeler-Yorumlar,

Ankara, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1981.

ÖZKAYA, Yücel, Milli Mücadele’ de Atatürk ve Basın (1919 – 1921), Ankara, Atatürk

Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, 1989.

ÖZTOPRAK, İzzet, “Türkiye’nin İşgali ve Milli Direniş Hareketleri” , Türkler Ansiklopedisi,

c.15, Kemal Çiçek (ed.) , Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s.583 – 606.

SANDER, Oral, Siyasi Tarih (1918 – 1994 ) , Ankara, İmge Yayınevi, 1996.

SARIHAN, Zeki, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, c.1, Ankara, TTK, 1992.

SELEK, Sabahattin, Anadolu İhtilali, c.1, İstanbul, Kastaş Yayınları, 1987.

SERTEL, M. Zekeriya, Hatırladıklarım (1905 – 1950), İstanbul, Yaylacılık Matbaası, 1968.

SEYİTDANLIOĞLU, Mehmet, Tanzimat Devrinde Meclis-i Vâlâ, Ankara, TTK, 1996.

SONYEL, Salahi, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Servisinin Türkiye’deki

Eylemleri, Ankara, TTK, 1995.

SOYSAL, İsmail, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları (1920 – 1945), c.1, Ankara, TTK, 2000.

264

ŞAPOLYO, Türk Gazetecilik Tarihi ve Her Yönüyle Basın, Ankara, Güven Matbaası,

1971.

ŞİMŞİR, Bilal, Ankara… Ankara Bir Başkentin Doğuşu, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1988.

TANÖR, Bülent, “Mondros Mütarekesi Döneminde Türklerin Kurduğu Geçici Hükümetler”,

A.Ü SBF Dergisi, cilt XLVI, No: 1–2 (Ocak – Haziran 1991), ss. 423–431.

TANÖR, Bülent, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri 1789–1980, İstanbul, Yapı Kredi

Yayınları, 2005.

TANSEL, Salahattin, Mondros’ tan Mudanya’ ya Kadar, MEB, İstanbul, 1991.

TEMEL, Mehmet , “Mütareke Dönemi İstanbul’unda Sosyal Yaşam ve Sorunlar”, Türkler

Ansiklopedisi, c.13, Kemal Çiçek (ed.) , Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002,

s.162

– 179.

TUNAYA, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasal Gelişmeler (1876 – 1938) Kanun-u Esasi ve

Meşrutiyet Dönemi, c. 1, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2003.

TUNAYA, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasal Gelişmeler (1876 – 1938) Mütareke,

Cumhuriyet ve Atatürk, c. 2, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2003.

TUNAYA, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasal Partiler, İstanbul, İletişim, 2003.

TUNÇAY, Mete, Türkiye’de Sol Akımlar (1908–1925), İstanbul, Bilgi Yayınevi, 1978.

265

TUNÇAY, Mete, “Sevres’e Karşı Anadolu’ nun Bir Yayını”, AÜSBF Dergisi, cilt 34, No: 1-

4, (Ocak – Aralık 1979), ss. 110 – 146.

TURAN, Mustafa, “İzmir’in Yunanlılar Tarafından İşgali”, Türkler Ansiklopedisi, c.15,

Kemal Çiçek (ed.) , Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s.756 – 765.

TURAN, Şerafettin, Türk Devrim Tarihi, c.1, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1991.

Türk İstiklal Harbi İkinci Cilt Batı Cephesi Birinci Kısım, Ankara, Genelkurmay Askeri Tarih

ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Genelkurmay Basımevi, 1999. (Yunanlıların

Batı Anadolu’da istila hareketine başlamaları İzmir’in işgali, Mustafa Kemal’in

Samsun’a çıkışı, milli mukavemetin kurulması) (15 Mayıs-4 Eylül 1919)

Türk İstiklal Harbi İkinci Cilt Batı Cephesi İkinci Kısım, Ankara, Genelkurmay Askeri Tarih

ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Genelkurmay Basımevi, 1999. Sivas

Kongresi ve Heyet-i Temsiliye devri, İstanbul’un işgali, TBMM Hükümeti’nin

kurulması, Batı Anadolu ve Trakya cephelerinde Yunan ileri harekâtı (4 Eylül 1919-

9 Kasım 1920)

Türk İstiklal Harbi İkinci Cilt Batı Cephesi Üçüncü Kısım, Ankara, Genelkurmay Askeri

Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Genelkurmay Basımevi, 1999. (Birinci,

İkinci İnönü, Aslıhanlar ve Dumlupınar muharebeleri) (9 Kasım 1920-15 Nisan

1921)

266

TÜRKMEN, Zekeriya, Mütareke Döneminde Ordunun Durumu ve Yeniden

Yapılandırılması (1918–1920), Ankara, TTK, 2001.

TÜTENGİL, C. Orhan, İngiltere’de Türk Gazeteciliği (1867–1967), İstanbul, 1969.

TOPUZ, Hıfzı, 100 Soruda Türk Basın Tarihi, İstanbul, Gerçek Yayınları, 1996.

TOPUZ, Hıfzı, Türk Basın Tarihi, İstanbul, Remzi Kitabevi, 2003.

ULAGAY, Osman, Amerikan basınında Türk Kurtuluş Savaşı, İstanbul, 1974.

ULUĞ, Naşit Hakkı, Emperyalizme Karşı Türkiye (1922–1924), 1971

VARLIK, Bülent, “Mütareke ve Milli Mücadele’de Basın”, Tanzimat’ tan Cumhuriyet’ e

Türkiye Ansiklopedisi, c.5, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s. 1200 – 1210.

YALMAN, Ahmet Emin, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, Cilt: I, II ve III Ahmet

Emin Yalman, 1970.

Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, Yay. Yön.: Ekrem Çakıroğlu, c. 2,

İstanbul, YKY Yayınları, 1999.

YAZICI, Nesimi, Takvim-i Vâkâyi: Belgeler, Ankara, Gazi Üniversitesi Yayınları, 1983.

YENİ GÜN (1918–1923).

YERASİMOS, Stefanos, “Kozmopolit Bir Yapıdan Milliyetçiliğe”, İstanbul (1914 – 1923),

Stefanos Yerasimos (ed.), İletişim Yayınları, İstanbul, 1997, s.11 – 25.

267

YILMAZ, Mustafa, Milli Mücadele’de Yeşil Ordu, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı

Yayınları, 1987.

YUST, K., Kemalist Anadolu Basını, Haz: Orhan Koloğlu, Ankara, ÇGD, 1995.

268

EKLER

269

EK 1: 6 Eylül 1918

270

EK 2: 27 Mart 1919

271

EK 3: 15 Mart 1920

272

EK 4: 22 Aralık 1921

273

EK 5: 30 Ekim 1923

274

ÖZGEÇMİŞ

Kişisel Bilgiler

Adı Soyadı : Ceren Çıkın

Doğum Yeri ve Tarihi : 15.08.1981

Eğitim Durumu

Lisans Öğrenimi : Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Öğrenimi : Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim

Dalı

Sertifika Programı: Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı

Araştırmacı Gazetecilik Programı Sertifikası (2005)

Bildiği Yabancı Diller : İngilizce, İspanyolca

İş Deneyimi

Stajlar : Milliyet Gazetesi Ankara Bürosu

İletişim

E-Posta Adresi : [email protected]

[email protected]

KAYNAKÇA

ADIVAR, Halide Edip, Türk’ün Ateşle İmtihanı, Çan Yayınları, İstanbul, 1962.

AHMAD, Faroz, İttihat ve Terakki (1908 – 1914), (Çev: Nuran Yavuz), İstanbul, Kaynak

Yayınları, 2004.

Ahmed Midhat Efendi Avrupa’da, (Çev. Ayşen Anadol), İstanbul, Tarih Vakfı Yurt

Yayınları, 1999.

AKDAĞ, Ömer, “İstiklal Savaşı’nın İlk Safhasında Mitingler”, Türkler Ansiklopedisi, c.15,

Kemal Çiçek (ed.) , Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s 745 – 756.

AKKOYUN, Turan, Türk İnkılâp Tarihi, Kocatepe Üniversitesi Yayınları, Afyon, 1997.

AKŞİN, Sina, “Siyasal Tarih (1908 – 1923)”, Türkiye Tarihi, Sina Akşin (ed.), c.4, İstanbul,

Cem Yayınları, 2000, s.45 – 78.

AKŞİN, Sina, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, Cem Yayınevi, İstanbul, 1976.

AKŞİN, Sina , “Osmanlıların Sonuncusu”, İstanbul (1914 – 1923), (ed.) Stefanos

Yerasimos, İletişim Yayınları, İstanbul, 1997, s.114 – 126.

AKŞİN, Sina, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, Ankara, İmge Yayınları, 1998.

AKŞİN, Sina, Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, Ankara, İmge, 1994.

AKARSLAN, Mediha, Milli Mücadele Devrinde Türk Dış Politikası, Bursa, Uludağ

Üniversitesi, 1990.

AKYÜZ, Yahya, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu, 1919 – 1922, Ankara, 1975.

Ankara 1922, İki Komintern Gözlemcisinin Kurtuluş Savaşı Değerlendirmeleri, Çeviren:

Gizem Gürtürk, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1985.

ARMAOĞLU, Fahir, 20.yüzyıl Siyasi Tarihi, İstanbul, Alkım Yayınları, 1995.

ARMAOĞLU, Fahir, Belgelerle Türk Amerikan Münasebetleri, Ankara, TTK, 1991.

ARIKAN, Zeki, Tarihimiz ve Cumhuriyet Muhittin Birgen (1885–1951), İstanbul, Tarih

Vakfı Yurt Yayınları, 1997.

AYBARS, Ergun, İstiklal Mahkemeleri (1920-1923)/(1923/1927),İzmir, Zeus Yayınları,

2006.

AVCIOĞLU, Doğan, Milli Mücadele Tarihi, c.1 Tekin Yayınları, İstanbul, 1995.

AYDIN Alacakaptan, “Türk – Sovyet İlişkileri (1921-1945)“, Çağdaş Türk Diplomasisi 200

Yıllık Süreç, Ankara 15-17 Ekim 1997, Ankara, TTK, 1999, ss. 281-293.

BAYKAL, Hülya, Türk Basın Tarihi ( 1831 – 1923 ), İstanbul, Marmara Üniversitesi

Yayınları, 1990.

BELEN, Fahri, Türk Kurtuluş Savaşı, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1973.

BERKES, Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul, YKY, 2002.

BORATAV, Korkut, Türkiye İktisat Tarihi 1908–2005, Ankara, İmge Kitabevi, 2006.

BÖKE, Pelin, Yeni Gün’den Cumhuriyet’e Yunus Nadi, Dokuz Eylül Üniversitesi, A.İ.İ.T.E,

Doktora tezi, 1994, 177 s.

CAN, Bilmez Bülent, Demiryolundan Petrole Chester Projesi 1908–1923, İstanbul, Tarih

Vakfı Yurt Yayınları, 2000.

COŞAR, Ömer Sami, Milli Mücadele Basını, Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, Ankara,

1972.

CRİSS, Bilge, İşgal Altında İstanbul ( 1918–1923), İstanbul, İletişim Yayınları, 1994.

Cumhuriyet Basını, Ankara Gazeteciler Cemiyeti, Ankara, 1998.

Cumhuriyet 1924 – 1974, İstanbul, 1974.

ÇAPANOĞLU, Münir Süleyman, Basın Tarihine Dair Bilgiler ve Hatıralar, Gazeteciler

Cemiyeti, İstanbul, 1962.

ÇAVDAR, Tevfik, Milli Mücadele Başlarken Sayılarla Vaziyet ve Manzara-i Umumiye,

Baha Matbaası, Milliyet Yayınları, 1971.

ÇAVDAR, Tevfik, Türkiye Ekonomisinin Tarihi 1900–1960, Ankara, İmge Kitabevi, 2003.

DARENDELİOĞLU, İlhan, Türkiye'de Komünist Hareketleri (1910–1973), 1973.

DAVİSON, Roderick, Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, c.1–2, İstanbul, Papirüs

Yayınları, 2005.

DEMİRBAŞ, Bülent, “Mondros Mütarekesi ve Sonrası”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e

Türkiye Ansiklopedisi, c.5, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s.1108 – 1119.

DERİNGİL, Selim, İktidarın Sembolleri ve İdeoloji, (Çev: Gül Çağalı Güven), İstanbul,

YKY, 2002.

DÖNMEZ, Cengiz, Milli Mücadeleye Karşı Bir Cemiyet: İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Ankara,

Atatürk Araştırma Merkezi, 1999.

ENGELHARDT, Tanzimat ve Türkiye, Çev: Ali Reşad, İstanbul, Kaknüs Yayınları, 1999.

ER, Alev, “Milli Mücadelede Siyasal Kuruluşlar”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye

Ansiklopedisi, c.5, İstanbul, İletişim Yayınları, 1985, s.1120 – 1134.

ERASLAN, Cezmi, “I.Dünya Savaşı ve Türkiye” , Türkler Ansiklopedisi, c.13, Kemal Çiçek

(ed.), Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s.339 – 361.

ERHAN, Çağrı Erhan, Türk-Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, Ankara, İmge, 2001,

s. 377 – 383.

ERTUĞ, Halit Refiğ, Basın ve Yayın Hareketleri Tarihi, c.1, İstanbul, Yenilik Basımevi,

1970.

GEORGEON, François, “Savaş Arifesinde Gezginler”, İstanbul (1914 – 1923), Stefanos

Yerasimos (ed.), İstanbul, İletişim Yayınları, 1997, s.25 – 39.

GÖKAY, Bülent, Emperyalizm ve Bolşevizm Arasında Türkiye 1918–1923, İstanbul, Tarih

Vakfı Yurt Yayınları, 1997, 21, 22.

GÖKBİLGİN, Tayyip, Milli Mücadele Başlarken, c.1, Ankara, TTK, 1992.

GÖKBİLGİN, Tayip, Milli Mücadele Başlarken, c. II, Ankara, Türkiye İş Bankası Yayınları,

1965.

GÖVSA, İbrahim Alaettin, Türk Meşhurları Ansiklopedisi, Yedigün Neşriyat, 1945.

GÖZÜBÜYÜK, Şeref, Türk Anayasaları, Anayasaların Yapılışları – Özellikleri, Ankara,

Turhan Kitabevi, 2002.

GÜNEŞ, İhsan, Birinci TBMM’nin Düşünce Yapısı (1920–1923), Türkiye İş Bankası Kültür

Yayınları, 1997.

ILGAR, İhsan, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, İstanbul, Kervan Yayınları, 1973.

İNUĞUR, M. Nuri, Türk Basın Tarihi, Gazeteciler Cemiyeti, İstanbul, 1992.

İNUĞUR, M. Nuri, Türk Basınında İz Bırakanlar, İstanbul, Der Yayınları, 1999.

İSKİT, Server, Türkiye’ de Matbuat İdareleri ve Politikaları, Ankara, Başvekâlet Basın

Yayın Umum Müdürlüğü, 1943.

LEWIS, Bernard. Modern Türkiye’nin Doğuşu, (çev. Metin Kıratlı), Ankara, TTK, 2000

JAESCHKE, Gothard, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, Çev.: Cemal Köprülü,

Ankara, TTK, 1991.

JELTYAKOV, Türkiye’nin Sosyo Politik ve Kültürel Hayatında Basın, İstanbul, Hürriyet

Ofset, 1979.

JEVAKOF, Aleksandr, “Çanakkale’nin İstanbul’dan Görünüşü”, İstanbul (1914 – 1923) ,

Stefanos Yerasimos (ed.), İstanbul, İletişim Yayınları, 1997, s.61 – 78.

KABACALI, Alpay Başlangıçtan Günümüze Türkiye’de Basın Sansürü, İstanbul,

Gazeteciler Cemiyeti, 1990.

KARPAT, Kemal, Türk Demokrasi Tarihi, Afa Yayınları, İstanbul, 1996.

KAYA, Şükrü, “Yunus Nadi”, Cumhuriyet 1924 – 1974, İstanbul, 1974.

KEMAL, Namık, “Türkçe Matbuat”, Osmanlı Modernleşmesinin Meseleleri, Bütün

Makaleleri I, Haz.: N. Aydoğdu-İ. Kara, İstanbul, 2005, ss. 395–399.

KIRLI, Cengiz, “Kahvehaneler ve Halifeler, 19. yüzyıl ortalarında Osmanlı’da Sosyal

Kontrol”, Toplum ve Bilim, 83 Kış, ss.58 – 79.

KOLOĞLU, Orhan, Aydınlarımızın Bunalım Yılı 1918, İstanbul, Boyut Kitapları, 2000.

KOCABAŞOĞLU, Uygur, “Milli Mücadele’ nin sözcülerinden Anadolu’ da Yeni Gün”, SBF

Dergisi Atatürk Özel Sayısı, Cilt XXXVI, No: 1–4’den ayrı bası, 1981.

KOLOĞLU, Orhan, Havas-Reuters’den Anadolu Ajansı’ na, ÇGD, Ankara, 1994.

KOLOĞLU, Orhan, “Osmanlı Basını”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi,

c.1, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, ss.68 – 93.

KOLOĞLU, Orhan, 1908 Basın Patlaması, İstanbul, BAS-HAŞ, 2005.

KURAN, Ahmet Bedevi, İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler, İstanbul, Kaynak Yayınları,

2000.

MARDİN, Şerif, Türk Modernleşmesi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002.

MARDİN, Şerif, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri, İstanbul, İletişim Yayınları, 2000.

MARTIN, B.G., Sömürgeciliğe Karşı Afrika’da Sufi Direniş , Çev: Fatih Tatlılıoğlu,

İstanbul, İnsan Yayınları, 1988.

“Matbuat”, İslam Ansiklopedisi, c. 7, Maarif Basımevi, 1957, ss. 362–402.

MAZICI, Nurşen, Atatürk Döneminde Muhalefet, İstanbul, Dilmen Yayınevi, 1984.

MERAY, Seha; OLCAY, Osman, Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküş Belgeleri, Ankara,

A.Ü.Yayınları, 1997.

NADİ, Nadir Perde Aralığından, İstanbul, Cumhuriyet Yayınları, 1965.

ORAL, Fuat Süreyya, Türk Basın Tarihi (1919 – 1965), Ankara, Doğuş Matbaası.

ORAN, Baskın, “Dönemin Bilânçosu”, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne

Olgular, Belgeler, Yorumlar, c. 1 (1919 – 1980), Editör: Baskın Oran, İstanbul,

İletişim Yayınevi, 2004, ss. 97 – 109.

ORAN Baskın, “Lozan’ın Öncülü Bir Onur Anıtı: Müttefiklerin Sevr Barış Antlaşması

Tasarısına Osmanlı Hariciyesinin Yanıtı”, Çağdaş Türk Diplomasisi 200 Yıllık

Süreç, Ankara 15–17 Ekim 1997, Ankara, TTK, 1999, ss. 257–275.

ORTAYLI, İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2002.

ÖKÇÜN, Gündüz, Türkiye İktisat Kongresi 1923 İzmir, Haberler-Belgeler-Yorumlar,

Ankara, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1981.

ÖZKAYA, Yücel, Milli Mücadele’ de Atatürk ve Basın (1919 – 1921), Ankara, Atatürk

Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, 1989.

ÖZTOPRAK, İzzet, “Türkiye’nin İşgali ve Milli Direniş Hareketleri” , Türkler Ansiklopedisi,

c.15, Kemal Çiçek (ed.) , Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s.583 – 606.

SANDER, Oral, Siyasi Tarih (1918 – 1994 ) , Ankara, İmge Yayınevi, 1996.

SARIHAN, Zeki, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, c.1, Ankara, TTK, 1992.

SELEK, Sabahattin, Anadolu İhtilali, c.1, İstanbul, Kastaş Yayınları, 1987.

SERTEL, M. Zekeriya, Hatırladıklarım (1905 – 1950), İstanbul, Yaylacılık Matbaası, 1968.

SEYİTDANLIOĞLU, Mehmet, Tanzimat Devrinde Meclis-i Vâlâ, Ankara, TTK, 1996.

SONYEL, Salahi, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Servisinin Türkiye’deki

Eylemleri, Ankara, TTK, 1995.

SOYSAL, İsmail, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları (1920 – 1945), c.1, Ankara, TTK, 2000.

ŞAPOLYO, Türk Gazetecilik Tarihi ve Her Yönüyle Basın, Ankara, Güven Matbaası,

1971.

ŞİMŞİR, Bilal, Ankara… Ankara Bir Başkentin Doğuşu, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1988.

TANÖR, Bülent, “Mondros Mütarekesi Döneminde Türklerin Kurduğu Geçici Hükümetler”,

A.Ü SBF Dergisi, cilt XLVI, No: 1–2 (Ocak – Haziran 1991), ss. 423–431.

TANÖR, Bülent, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri 1789–1980, İstanbul, Yapı Kredi

Yayınları, 2005.

TANSEL, Salahattin, Mondros’ tan Mudanya’ ya Kadar, MEB, İstanbul, 1991.

TEMEL, Mehmet , “Mütareke Dönemi İstanbul’unda Sosyal Yaşam ve Sorunlar”, Türkler

Ansiklopedisi, c.13, Kemal Çiçek (ed.) , Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s.162

– 179.

TUNAYA, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasal Gelişmeler (1876 – 1938) Kanun-u Esasi ve

Meşrutiyet Dönemi, c. 1, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2003.

TUNAYA, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasal Gelişmeler (1876 – 1938) Mütareke,

Cumhuriyet ve Atatürk, c. 2, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2003.

TUNAYA, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasal Partiler, İstanbul, İletişim, 2003.

TUNÇAY, Mete, Türkiye’de Sol Akımlar (1908–1925), İstanbul, Bilgi Yayınevi, 1978.

TUNÇAY, Mete, “Sevres’e Karşı Anadolu’ nun Bir Yayını”, AÜSBF Dergisi, cilt 34, No: 1-

4, (Ocak – Aralık 1979), ss. 110 – 146.

TURAN, Mustafa, “İzmir’in Yunanlılar Tarafından İşgali”, Türkler Ansiklopedisi, c.15,

Kemal Çiçek (ed.) , Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s.756 – 765.

TURAN, Şerafettin, Türk Devrim Tarihi, c.1, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1991.

Türk İstiklal Harbi İkinci Cilt Batı Cephesi Birinci Kısım, Ankara, Genelkurmay Askeri Tarih

ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Genelkurmay Basımevi, 1999. (Yunanlıların

Batı Anadolu’da istila hareketine başlamaları İzmir’in işgali, Mustafa Kemal’in

Samsun’a çıkışı, milli mukavemetin kurulması) (15 Mayıs-4 Eylül 1919)

Türk İstiklal Harbi İkinci Cilt Batı Cephesi İkinci Kısım, Ankara, Genelkurmay Askeri Tarih

ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Genelkurmay Basımevi, 1999. Sivas

Kongresi ve Heyet-i Temsiliye devri, İstanbul’un işgali, TBMM Hükümeti’nin

kurulması, Batı Anadolu ve Trakya cephelerinde Yunan ileri harekâtı (4 Eylül 1919-

9 Kasım 1920)

Türk İstiklal Harbi İkinci Cilt Batı Cephesi Üçüncü Kısım, Ankara, Genelkurmay Askeri

Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Genelkurmay Basımevi, 1999. (Birinci,

İkinci İnönü, Aslıhanlar ve Dumlupınar muharebeleri) (9 Kasım 1920-15 Nisan

1921)

TÜRKMEN, Zekeriya, Mütareke Döneminde Ordunun Durumu ve Yeniden

Yapılandırılması (1918–1920), Ankara, TTK, 2001.

TÜTENGİL, C. Orhan, İngiltere’de Türk Gazeteciliği (1867–1967), İstanbul, 1969.

TOPUZ, Hıfzı, 100 Soruda Türk Basın Tarihi, İstanbul, Gerçek Yayınları, 1996.

TOPUZ, Hıfzı, Türk Basın Tarihi, İstanbul, Remzi Kitabevi, 2003.

ULAGAY, Osman, Amerikan basınında Türk Kurtuluş Savaşı, İstanbul, 1974.

ULUĞ, Naşit Hakkı, Emperyalizme Karşı Türkiye (1922–1924), 1971

VARLIK, Bülent, “Mütareke ve Milli Mücadele’de Basın”, Tanzimat’ tan Cumhuriyet’ e

Türkiye Ansiklopedisi, c.5, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s. 1200 – 1210.

YALMAN, Ahmet Emin, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, Cilt: I, II ve III Ahmet

Emin Yalman, 1970.

Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, Yay. Yön.: Ekrem Çakıroğlu, c. 2,

İstanbul, YKY Yayınları, 1999.

YAZICI, Nesimi, Takvim-i Vâkâyi: Belgeler, Ankara, Gazi Üniversitesi Yayınları, 1983.

YENİ GÜN (1918–1923).

YERASİMOS, Stefanos, “Kozmopolit Bir Yapıdan Milliyetçiliğe”, İstanbul (1914 – 1923),

Stefanos Yerasimos (ed.), İletişim Yayınları, İstanbul, 1997, s.11 – 25.

YILMAZ, Mustafa, Milli Mücadele’de Yeşil Ordu, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı

Yayınları, 1987.

YUST, K., Kemalist Anadolu Basını, Haz: Orhan Koloğlu, Ankara, ÇGD, 1995.