6
vermeyen yapısı içinde, üretim yapılan araçlar, tüketim nes- nelerinin sayısı değişmez, giyilen giysiler, yenilen yemekler, destanlar, şarkılar, evler, şehirler, nesnelerin biçimleri, göre- nekler vb. hep aynı kalırdı. Modern toplum yapısı, gelenek- lerin belirleyiciliği aracılığıyla, "değişmez" kılınmış olan her şeyi "değişebilir" yapmış; ancak, her türlü çoğalmayı, görüntüyü, biçimi algılaması, tüketmesi, kullanması, seyret- mesi mümkün olan kendi üyesini, yani modern insanı bütün bunları "değiştirme" mekanizmalarının basit bir parçası, bir uzantısı, bir aracı durumuna getirmiştir. Nasıl ki iş sürecini, başka parça-işlerle ve sürecin bütünüyle ilintisini kuramadı- ğı, aynı parça-sürecin belirli aralıklarla tekrarından ibaret olan ve bu nedenle de herhangi bir deneyim ve beceri birik- tirimini gereksiz kılan, öncesi ve sonrası arasında bir konum- landırma yapmanın olanaksızlaştığı parça-işlerin tekdüzeli- ği içinde yaşıyorsa, tüketim sürecini de kendine hangi me- kanizmalar aracılığıyla iletildiğini, nedenini, nasılını, tarihi- ni kavrayamadığı, seçme yapacağı ölçütlerin denetiminin uzağında, sayısız nesne, görüntü, biçim, ilişki vb. içinde ya- şamaktadır. Bu süreçte de bir "biriktirme"den çok "yığıl- ma" söz konusu olduğundan, bilinç "bellek" edinememek- te, sayısız imajın dolaşımını birbirinden kopuk, ilişkilendi- remediği, bunlar karşısında kendi kimliğini tanımlayamadı- ğı bir parçalanmışlık içinde algılamaktadır. Bu algılama bi- çimi çağdaş mitolojileri yaratmakta; bir sinema yıldızının yüzü, bir otomobil markası, bir şarkıcının sesi, bir semt, bir tema, bir kişi, bir giysi vb. mistifiye edilerek toplumsallaş- maktadır. Bütün kitle iletişimi bu mistifikasyonu yeniden- üreten bir söylem aracılığıyla gerçekleşmektedir. Bu işleyi- şe mimarlık ürünlerinden, imajlarından, düşüncelerinden de örnekler verilebilir: Bazen teknoloji ve gelecek veya ütopya- lar, bazen geçmiş, gelenek, yöresellik; bazen bir isim ya da yapı gereci, üslup ya da öğenin dolaşımı öne çıkmakta; bir başka kesitte bunun yerlerini yenileri almakta; ama her durumda ürünlerin tüketicilerinden, tasarımları yapan mi- marlardan, hatta bütün avantajlı ve belirleyici konumlarına rağmen, moda yaratıcılarının kendilerinin bile denetimle- rinden bağımsız; topluca ürettikleri bu gerçekliği kendi yer- lerinden baktıklarında anlamlandıramadıkları bir biçimde gerçekleşmektedir. Bütün bu olup bitenlerin iletimi ve an- lamlandırılması, söz ettiği her şeyi mistifiye eden bir söy- lem aracılığıyla olmaktadır. Öyle ki, antik çağın klasik form- ları bir dönemde insanları sıraya sokmanın ve tekdüzeleştir- menin dolaysız araçları olarak sunulup neredeyse yasakla- nırken; bir başka dönem, kentlerin birbirine benzeyen gö- rüntülerini ve bunun insan bilincinde yaptığı tahribatı önle- yebilecek araçlar olarak ilan edilebilmektedir... Sözü edilen mistifikasyonu ters yüz etmenin araçların- dan biri de bu söylemle, bu imajlarla arasına mesafe koyan, onlara dışarıdan bakan, onları denetleyebildiği bir başka düzlemde yeniden kuran, dolayısıyla da mekanizmasını ve araçlarını deşifre eden yeni bir kurgu olabilir. Doğaldır ki genel iletişim sistemi içinde bu yeni kurgu biçiminin de mistifiye edilmeyeceğine ilişkin hiçbir garanti yoktur. Ör- neğin demistifiye etmenin önemli araçlarından biri olabile- cek bilimsel söylem, tüketimi sırasında "bilimcilik"e, hatta dolaylı olarak "teknisizm"e dönüşebilmektedir. Ancak bu tehlikeler bir yana bırakılırsa, Eco'nun eleştirisi, "sütun"u ve aktarılan yazı karşısında kendi konumunu bağımsız olarak tarif etmekle, onların imajlarını parçalayıp yeniden kurmak- la bu söylemin araçlarını deşifre etmekte, alışılagelen "ap- açık" ve "doğal" algılamaya karşı, ona daha soğukkanlı yak- laşmanın, alternatif bir okumanın araçlarını üretmektedir... sütun UMBERTO ECO Çeviren: İhsan BİLGİN MONUMENT FRANÇOIS OU NATIONAL Marslı bir canlıya, bir kapıyı inşa edebilmesi için hangi komutları vermeliyim? Bunun için ona bütün bir ev mi yap- tırmak gerekir; yoksa "kapı" veya "pencere" gibi bir nesneyi çıktı olarak üretebileceği girdiler verilebilir mi? Yürüttüğü- müz araştırmanın anketlerinde, bu gibi sorulara verilen en yaygın yanıt şu idi: "Bir sütunun (veya "kapının" -Ç.N.-) gösterilenin ne olduğunu yanıtlamak istemiyoruz; çünkü böylesine ortamından soyutlanmış bir sütun, hiçbir şey ifa- de etmez. Sütunların, ancak 'Parthenon' dediğimiz düzeni mimari bir gösterilene sahiptir. Tek bir sütun bir işlevi ilet- mez; biçimbilimsel bir silsileyi oluşturmaya yarayan nötr bir elemandır; bu biçimbilimsel silsile son kertede mimari bir gösterileni içerir." Bu tartışmalar sırasında tesadüfen Dora Isella Russel'ın bir gazetede yayınlanan makalesini gördük. Buraya aynen aktarıyoruz:

Umberto Eco - Sütun

Embed Size (px)

Citation preview

vermeyen yapısı içinde, üretim yapılan araçlar, tüketim nes-nelerinin sayısı değişmez, giyilen giysiler, yenilen yemekler, destanlar, şarkılar, evler, şehirler, nesnelerin biçimleri, göre-nekler vb. hep aynı kalırdı. Modern toplum yapısı, gelenek-lerin belirleyiciliği aracılığıyla, "değişmez" kılınmış olan her şeyi "değişebilir" yapmış; ancak, her türlü çoğalmayı, görüntüyü, biçimi algılaması, tüketmesi, kullanması, seyret-mesi mümkün olan kendi üyesini, yani modern insanı bütün bunları "değiştirme" mekanizmalarının basit bir parçası, bir uzantısı , bir aracı durumuna getirmiştir. Nasıl ki iş sürecini, başka parça-işlerle ve sürecin bütünüyle ilintisini kuramadı-ğı, aynı parça-sürecin belirli aralıklarla tekrarından ibaret olan ve bu nedenle de herhangi bir deneyim ve beceri birik-tirimini gereksiz kılan, öncesi ve sonrası arasında bir konum-landırma yapmanın olanaksızlaştığı parça-işlerin tekdüzeli-ği içinde yaşıyorsa, tüketim sürecini de kendine hangi me-kanizmalar aracılığıyla iletildiğini, nedenini, nasılını, tarihi-ni kavrayamadığı, seçme yapacağı ölçütlerin denetiminin uzağında, sayısız nesne, görüntü, biçim, ilişki vb. içinde ya-şamaktadır. Bu süreçte de bir "biriktirme"den çok "yığıl-ma" söz konusu olduğundan, bilinç "bellek" edinememek-te, sayısız imajın dolaşımını birbirinden kopuk, ilişkilendi-remediği, bunlar karşısında kendi kimliğini tanımlayamadı-ğı bir parçalanmışlık içinde algılamaktadır. Bu algılama bi-çimi çağdaş mitolojileri yaratmakta; bir sinema yıldızının yüzü, bir otomobil markası, bir şarkıcının sesi, bir semt, bir tema, bir kişi, bir giysi vb. mistifiye edilerek toplumsallaş-maktadır. Bütün kitle iletişimi bu mistifikasyonu yeniden-üreten bir söylem aracılığıyla gerçekleşmektedir. Bu işleyi-şe mimarlık ürünlerinden, imajlarından, düşüncelerinden de örnekler verilebilir: Bazen teknoloji ve gelecek veya ütopya-lar, bazen geçmiş, gelenek, yöresellik; bazen bir isim ya da yapı gereci, üslup ya da öğenin dolaşımı öne çıkmakta; bir başka kesitte bunun yerlerini yenileri almakta; ama her durumda ürünlerin tüketicilerinden, tasarımları yapan mi-marlardan, hatta bütün avantajlı ve belirleyici konumlarına rağmen, moda yaratıcılarının kendilerinin bile denetimle-rinden bağımsız; topluca ürettikleri bu gerçekliği kendi yer-lerinden baktıklarında anlamlandıramadıkları bir biçimde gerçekleşmektedir. Bütün bu olup bitenlerin iletimi ve an-lamlandırılması, söz ettiği her şeyi mistifiye eden bir söy-lem aracılığıyla olmaktadır. Öyle ki, antik çağın klasik form-ları bir dönemde insanları sıraya sokmanın ve tekdüzeleştir-menin dolaysız araçları olarak sunulup neredeyse yasakla-nırken; bir başka dönem, kentlerin birbirine benzeyen gö-rüntülerini ve bunun insan bilincinde yaptığı tahribatı önle-yebilecek araçlar olarak ilan edilebilmektedir...

Sözü edilen mistifikasyonu ters yüz etmenin araçların-dan biri de bu söylemle, bu imajlarla arasına mesafe koyan, onlara dışarıdan bakan, onları denetleyebildiği bir başka düzlemde yeniden kuran, dolayısıyla da mekanizmasını ve araçlarını deşifre eden yeni bir kurgu olabilir. Doğaldır ki genel iletişim sistemi içinde bu yeni kurgu biçiminin de mistifiye edilmeyeceğine ilişkin hiçbir garanti yoktur. Ör-neğin demistifiye etmenin önemli araçlarından biri olabile-cek bilimsel söylem, tüketimi sırasında "bilimcilik"e, hatta dolaylı olarak "teknisizm"e dönüşebilmektedir. Ancak bu tehlikeler bir yana bırakılırsa, Eco'nun eleştirisi, "sütun"u ve aktarılan yazı karşısında kendi konumunu bağımsız olarak tarif etmekle, onların imajlarını parçalayıp yeniden kurmak-la bu söylemin araçlarını deşifre etmekte, alışılagelen "ap-açık" ve "doğal" algılamaya karşı, ona daha soğukkanlı yak-laşmanın, alternatif bir okumanın araçlarını üretmektedir...

sütun UMBERTO ECO Çeviren: İhsan BİLGİN

M O N U M E N T F R A N Ç O I S OU N A T I O N A L

Marslı bir canlıya, bir kapıyı inşa edebilmesi için hangi komutları vermeliyim? Bunun için ona bütün bir ev mi yap-tırmak gerekir; yoksa "kapı" veya "pencere" gibi bir nesneyi çıktı olarak üretebileceği girdiler verilebilir mi? Yürüttüğü-müz araştırmanın anketlerinde, bu gibi sorulara verilen en yaygın yanıt şu idi: "Bir sütunun (veya "kapının" -Ç.N.-) gösterilenin ne olduğunu yanıtlamak istemiyoruz; çünkü böylesine ortamından soyutlanmış bir sütun, hiçbir şey ifa-de etmez. Sütunların, ancak 'Parthenon' dediğimiz düzeni mimari bir gösterilene sahiptir. Tek bir sütun bir işlevi ilet-mez; biçimbilimsel bir silsileyi oluşturmaya yarayan nötr bir elemandır; bu biçimbilimsel silsile son kertede mimari bir gösterileni içerir."

Bu tartışmalar sırasında tesadüfen Dora Isella Russel'ın bir gazetede yayınlanan makalesini gördük. Buraya aynen aktarıyoruz:

SÜTUNUN EBEDÎLİĞİ:

"Yüzyılların atmosferi tarafından kuşatılmıştır. Zamana mey-dan okuyan dik gövdesi bu havanın izlerini taşımaktadır. Yüzyıllar onun narin ve kalıntılar arasından yükselen gövdesine dokunmadan geçip gitmiş; sütun kendi ebedi kaderini çizmiştir. Geçmişe bir ba-kış bize, saygın kalıntılar aracılığıyla saptayabildiğimiz geniş sahne-nin arasından, geçmişin görkeminin ayakta kalan son tanıkları ola-rak yalnız sütunların yükseldiğini gösterecektir. Melankolinin gölgesi onların arasında dolaşır, insani bilincin uyanışını aydınlatan büyük uygarlık toz-toprak içine gömüldüler; diğer insanlar ve diğer ya-şam biçimleri bu yorgun kültürlere bakarak yeniden yaşama umu-dunu yeşerttiler. Hindistan'daki hayaller. Babil'deki gölgeler, yıldız lardan öğüt bekleyen Kaideli çobanlar, Haliopolis'teki rahiplerin gö-rünmeyen paradi, ilk yelkeni Mare Nostrum'da açan savruk Fenikeli-ler, kendini ölüme adayan muhteşem firavun, Pelepones'teki güneş batımında Helen'in görkemli anısı, sınırlarını genişleten Galli asker-ler... Bütün bunlar yeni çağların ezici atılganlığı karşısında, unutu-lanların törensel geçiti olmuştur. Ve bu sel aynı biçimde insanları ve

şeyleri de kendine ka tmak ta , isimleri silmekte, binaları gömmekte, mabetleri kendisiyle birlikte yıkmakta, statüleri bozmakta, bireyin yaptıklarında iz bırakmaktadır.

"Ancak yine de şurada veya burada, doğunun bir köşesinde, Avrupa'nın yollarında menhirleri,1 dolmenleri2 rekonstrüksiyona olanak tanıyan izler olarak ardında bırakmaktadır. Ayrıca Mısır'da, Yunanistan'da, Roma'da Palmira'da veya uzak bir okyanus adasında bu acımasız katliamdan bir tek şey kurtulabilmektedir: Kutsal bir kalıntı, yıpranmamış bir doküman, aristokratik bir yalınlık; yani sü-tun... İlk ağaç gövdesi, bu gezegenin sakinlerinden birinin mağarası-nın önüne çaktığı ilk kazık o n u n habercileridir. Ağaç sütunun öncü-südür. Hizmet etmediği halk olmadığına göre, insan fantazisi ile ko-lay ilişki kurduğu varsayılabilir. Taşınmaya gereksinim duymayan bir taşıyıcı ve mücevher olarak durmaktadır. Uzun yaşama mucizesi-nin allegorisi olması ve sadece toprakla bir temas noktası arayan söz-de zerafeti yadsıması ona, b i n yılların vaftis analığını vermektedir.

"Görkemli bir sütunlu geçi te sahip olmayan Mısır anıtı çok sey-rektir. Sütun başlığı genellikle bir demet palmiye, lotüs veya papirüs yaprağı tarafından kuşatı lmıştır . Buna karşı Hindistan'da yapraklar, çiçekler, allegoriler ve masal figürleri, sütunlar boyunca yükseltilmiş; böylece mitolojinin ruhsal coşkusu görkemli tapınakların çatısına erişmiştir. Yunan'ın parlak döneminin sanatçısı bütün yaprakları ke-siyor ve dorik sütunun yalın gövdesini kendi haline bırakıyor; daha sonra da iyonik düzenin zarif hclezonik kıvrımını ekliyordu. Sütuna, kendi gücünü vurgulayan ve yapıya ahenk veren yivler açılmıştır. Ko-rint sütunu zeytin veya akant yapraklarıyla donatıldığında, grifonlar, pegasuslar. sfenksler3 eklendiğinde, sütun başlığı karmaşık biçimle-rin çeşitliliğiyle donandığında son yaklaşmış olacaktır. Her şeye rağmen güzel olan bu barokluk, 'Yunan mucizesi'nin tamamlanması için güzel bir akşam kızıllığına gereksinim olduğunun habercisiydi.

"Küçükasya'da geleneksel sütunun yerine çoğunlukla fantastik hayvan vücutları geçmiştir. O İran'da diz çökmüş deve olabilmektey-ken; Hindistan'da, Ellora'nın kalın derili hayvanları görkemli tapına-ğın kaidesi olarak kullanılmakta; boğa güreşleri Susa sarayının sütun-larını taçlandırmaktadır. Yunanlılardan önce Mısırlılar'da, Karnak mabedinde olduğu gibi hipost i l4 vardı, İsis masklarındaki insan bi-çimlerini ve tasarımlarını Denderak'ın sütun başlığına taşıdılar.

"Sütunun işlevini insan vücuduna ilk kez yüklemeye cesaret edenler Perikles devrinde Yunanlılar oldu. Tapınaklarını hem erkek, hem de dişiliklerinden bir şey yitirmeksizin zahmetsizce binaları ta-şıdıkları hissini uyandıran kadın heykellerine taşıttılar. Karyatid'ler5

yumuşak hatları ve dalgalı elbiseleri ile yüzyıllardan beri sırtlarındaki ağır yüke göz kamaştırıcı b i r kolaylıkla direniyorlar. Yunan cenneti tarihinin kutsal harabelerini bu rahatlık aracılığıyla değerli kılıyor.

"Sütunlar, olanca yaygınlıklarıyla bütün devirlerde anıtları zen-ginleştirmiş, cephelere görkem ve güç katmış, iç mekânları büyüt-müşlerdir. Hedefleri yükseğe erişmek olan kuleler ve kubbeler, gotik sanatın düşey kişiliğinde d e olduğu gibi onun üzerinde yükselirler. Gotik sütunun modülü yoktur , kendini binadan ayırt etmemiştir; di-ğer sütunları kuşatır, onlarla birlikte başdöndürücü biçimde yükselen ve gökyüzünü ifade eden bir grup oluşturur. Sonunda sanatsal vitrin-lere dönüşen bu sütunları izlerken insan inancı, meleklere ve azizlere yakın söylensel (mitik) bölgeleri fethediyor gibidir. Ortaçağ katedra-linin sütunu, göğe doğru t ırmanan taşın arşitravlara,6 payanda-ke-merleri vb. olan düşkünlüğü arasında massedilmiştir. Ortaçağ, Avru-pa'da şehirlerini çan kulelerinin harikalarıyla donatırken, İslam sana-tı da Kudüs'te, Ömer Camiini, Kahire'de Amron ve Tulon Camileri-ni. ispanya'da ünlü Kordoba Camiini ve Zara şatosunu dörtbinüçyüz-den fazla kolonun üzerine inşa ediyordu.

"Arap halk şairleri sütun hakkında şarkılar bestelemişler, onu palmiye ile özdeşleştirmişlerdir: 'Çöl sütunu', 'sütun gibi zarif, göz-leri yıldızlar gibi'; sevgililerinin boynunu 'beyaz mermer sütun'a ben-zetiyorlar; kararında süslenmiş kolu, biçimli bacağı çağrıştırdığı öne sürülüyor. Bir kutsal ki tapta şunlar yazıyor: 'Bacakları, yani mermer sütunlar altın bir kaidenin üzerinde duruyor. '

"Yıkılması kolay olmadığından insanlar anılarını ona emanet etmek amacıyla sütunlar inşa etmektedirler. Bu geçmişi aşmış olan inatçı, zarif ve heybetli sütuna tarihi ve estetik bir misyon yüklüyor-lar; çünkü zaman, geçmişi arkasında bırakan bir gemidir. Yüzyıllara nüfuz eden sütun da bu büyük geminin ebedi direği olmalı..."

Yananlamlar Listesi

Mimari yananlamlar Tarihi yananlamlar Estetik yananlamlar

A - A g a ç g ö v d e s i 1 - Y ü z y ı l l a r ı n a t m o s f e r i t a r a f ı n d a n k u ş a t ı l m ı ş t ı r . 1- K e n d i e b e d i k a d e r i n i ç i z m i ş t i r . B - N a r i n g ö r ü n t ü 2 - S a y g ı u y a n d ı r ı r . I I - M e l a n k o l i n i n g ö l g e s i o n l a r ı n a r a s ı n d a

d o l a ş ı r C - T a ş ı n m a d a n t a ş ı n m a k 3 - K a y b o l a n g ö r k e m i n s o n t a n ı ğ ı I I 1 - A r i s t o k r a t ç a y ü k s e l i r . D - G ü ç l ü k 4 - A y a k t a k a l a n b e l g e I V - E v r e n s e l E - A n ı t l a r ı z e n g i n l e ş t i r i r 5 - K a h r a m a n l ı k , ş e r e f v e h a r e k e t i ç a ğ r ı ş t ı r ı r . V - Y a l ı n F - C e p h e y i k u v v e t l e n d i r i r . 6 - Z a m a n g e m i s i n i n d i r e ğ i V I - M a s a l s ı G - C e p h e y e i h t i ş a m v e r i r . 7 - Y ü z y ı l l a r ı n v a f t i z a n a l ı ğ ı V I I - F a n t a z i n i n c e s a r e t i H - i ç m e k a n a b ü y ü k l ü k k a z a n d ı r ı r . 8 - Ç o k y a ş a m a m u c i z e s i n i n a l l e g o r i s i V I I I - G ö ğ e y ü k s e l m e i s t e ğ i 1- T e k r a r l a n a n ç e ş i t l i l i ğ i n b i r i m i I X - L i r i k b i r c o ş k u n u n ü r ü n ü K - M o d ü l e r ç e ş i t l i l i ğ i n b i r i m i X - S e v g i l i n i n b o y n u L - Y e r i d e ğ i ş t i r i l e m e z X I - Y u m u ş a k g ö v d e M - G e m i d i r e ğ i X I I - K a r a r ı n d a s ü s l e n m i ş k o l N - A r i o s o ( a r y a t a r z ı n d a - Ç . N - ) X I I I - K u s u r s u z b a c a k O - Y a p ı l a r a a h e n k v e r i r . X I V - D a y a n ı k l ı

X V - H e y b e t l i X V I - Y a l n ı z

X V I I - K u t s a l s a r a y X V I I I - Y u n a n m u c i z e s i

X I X - H a r i k a

T a b l o 1 - Y a n a n l a m l a r L i s t e s i

Bu makale, sütunun retorik teması üzerine aşikar kabul-lerin mükemmel bir derlemesi, sözde şiirsel tarzın banallik-lerinin bir repertuarı olarak kabul edilebilir. Aydın bir mi-mar bu yazıyı, bir bayağı (kitsch) eleştiri örneği olarak yad-sımış olabilir. Ancak yeniden okunduğunda, bu "aşikar ka-bullerin" sütun üzerine yaygın olarak düşünülenlerin bir re-pertuarından oluştuğu görülecektir. Bu makale, ortalama kullanıcının "sütun"a ilişkin gösterilenlerini toplamak iste-yen algıya ilişkin bir araştırma için, ideal bir derleme duru-mundadır. Bunlar, toplum tarafından geçerli kılınmış ve kodlanmış düşüncelere ilişkin bir dizi saptamanın yapılması-na ve sütuna ilişkin bir yananlamlar repertuarı düzenlenme-sine olanak tanımaktadırlar. Makalenin yananlamsal içeriği-nin analizini yapmaya yarayacak biçimde 3 başlık saptadık. ( Ş e n ? 1- Yalıtılmış Sütunun Bileşen Analizi)

Bütün bu yananlamlar, daha ayrıntılı formüller haline getirilebilirdi; ancak şimdilik makalede bulundukları biçim-leriyle kalmaları daha yararlı.

Analiz şu aşamalardan geçirilmelidir:

1- Sütunun biçimbilimsel tanımı: Bu, kendisinden bir sütunun konstrüksiyonu istenen Marslıya (ya da robota) da verilebilecek türden biçimbilimsel özelliklerden ve kon-strüktif bildirimlerden oluşmalıdır. Bu konstrüksiyon ola-nağı, kendi göstereni ile donanmış olan yalıtılmış bir mima-ri nesnenin inşa edilebilmesi (ve dolayısıyla tanımlanması) olanağını da yaratacaktır.

2- Sütunun anlamsal tanımı: Farklı anlamsal özellikle-rin belirli biçimbilimsel özelliklere denk gelip gelmediği tartışılmalıdır; yani, belirli bir anlamsal belirtiyi saptayabil-mek için hangi biçimbilimsel belirtiler gereklidir.

3- Sütunun bağlamsal tanımı: Yalıtılmış bir sütun bir bağlam içine sokulduğunda yeni gösterilenlerle donanıp do-nanmadığı görülebilecektir. Bu işlem bir dizi tanımlama so-rununu gündeme getirecektir, çünkü bir mimari nesnenin içine sokulabileceği pekçok bağlam söz konusudur. Örne-ğin: (a) resim, yani binin cephesi olarak, (b) düşey kesit ola-rak, veya (c) binanın derinliğini tasarlamaya yardımcı ola-cak başka kesitler olarak, (d) plan olarak... Bu analizi (a) ile sınırlayacağız.

Aşağıdaki şemalarda şu noktalar göz önünde bulundu-rulmalıdır.

F r a n s ı z D ü z e n i ' n d e s ü t u n ö l ç ü l e r i , o p t i k b i l i m l e r e d a y a n m a k t a d ı r .

A- İlk şema yalıtılmış göstergenin, ikinci şema ise bir bağlam içindeki göstergenin tanımına ilişkindir.

B- Parantez içindeki terimler biçimbilimsel göstergele-ri, diğerleri ise anlamsal göstergeleri ifade etmektedir. Arap ve Roma rakamları ile harfler yukarıdaki yananlam listesine ilişkindir. Böylece belirli bir biçimbilimsel düğümle belirti-len birincil işlev, sadece bu belirli düğümde yananlamlanan ikincil işlevin gösterenidir.

C- ( ) ve ( r h ) işaretleri, bir düğüm noktasının kar-şıtlığı değil, biraradalığı göstermesi halinde kullanımıştır. (Sütunun gövdesi yükseklik, çap ve ağırlığa ilişkin özellikle-rinin tümünü aynı anda içerir, tıpkı bir sözlük birimin eril, tekil ve aktif gibi bir dizi biçimbilimsel vaya anlamsal gös-tergeye aynı anda sahip olması gibi.) Özelliklerin ikili bir karşıtlık içinde bulunmaları halinde ise (A) ve (<) işaretleri kullanılmıştır.

D- Şemalar aracılığıyla tanımlamanın analojik bir gö-rüntüsü vardır, şöyle ki: Elemanların yatay ve düşey diziliş-leri, onların (gerçek) dizilişlerinin düzenine de denk düş-mektedir. Yani, ilk şemadan gövdenin başlığın altında ve kaidenin üstünde bulunduğunun anlaşılması, aynı zamanda bu parçaları birleştirmesinde robota yardımcı olacak ko- ! mutların da verilmesi demektir . Robota böylesine komutl .-rın başka türlü de verilebileceği açıktır, buradaki tanımlama didaktik nedenlerle basitleştirilmiştir. •

Ş e m a 1 - Y a l ı t ı l m ı ş S ü t u n u n B i l e ş e n A n a l i z i

Bir anlamsal belirti, ancak ona bağlı gösterilen söz ko-nusu biçimbilimsel belirtinin varlığı dolayısıyla tanınıyorsa özel bir düğüm noktasında bulunabilir. Böylece sütunun "mesnet" anlamsal belirtisini yüklenebilmesi için, gövdenin başlığı taşıması gerekir. Başlıksız bir sütun bir şey taşıyor izlenimini uyandırmaz. Aynı şey gövde-kaide ilişkisinde, "bir şeyin üzerinde durmak" belirtisi için de geçerlidir. Bu tanımlama analojik öğelerle doludur. (Dorik) sütunun biçim-bilimsel göstergelerini saptamak, aslında bu sözlü kategori-nin yerine başka komutlar bulunması demektir. Bu komut-lar da muhtemelen analojik cinsten olacaktır (pantografla çoğaltılabilen ikonik tasarımlar); ancak yine de robotun standart bir dorik başlığı gerçekleştirebileceği ondalık bir kodlama sistemi kurulabilir. Aynı şey "pürüzsüz", "yivli", "figürlü" veya "karyati t" gibi biçimbilimsel komutlar için de geçerlidir. Son ikisi daha çok mimari kodların üzerine konmuş ikonik kodlardır.

Diğer yandan biçimbilimsel belirti tarafından tanımla-nan birçok anlamsal belirtinin mimarlıkta "işlev" olarak ad-landırılana ait olmadığı belirtilmelidir. "Bir şeyin üzerinde durmak" ve "mesnet" elbette işlevlerdir; ancak "düşeylik" ve "nüfuz edilmezlik" de aynı anlamda işlev midirler? Bu, mimarlık tarafından iletilen işlevlerin bio-psikolojik mi (bir şeyin üzerinde durmak, dışarı gitmek), yoksa aynı zamanda da konstrüktif mi (taşıma, düşey durma vb.) olduğunun

saptanmasına bağlıdır. İkinciler sentaktik, birinciler ise an-lamsal olarak adlandırılmıştır. Kısacası sütun, kültürel birim-lerin anlamsal iletişim o r t amı içinde de algılanır, yani sütun "düşeylik", "nüfuz edilmezlik" gibi anlamsal belirtileri de içerir. Böylece seçtiğimiz analiz yönteminin ileriki aşamala-rında bio-psikolojik ve konstrüktif işlev ayırımı konu dışı kabul edilmelidir.

Bayan Russel'ın makalesinde bulunan yananlamların çok azı yalıtılmış sütunla ilişkilendirilebilecek durumdadır. Göreceğimiz gibi, bu yananlamların çoğu zamansal ve me-kansal bir bağlam iç inde olan sütunu çağrıştırmaktadır. Ya-lıtılmış tek bir sütunun çağrıştırdığı yananlamlar ise şunlar: C ("taşınma gereksinimi duymaksızın taşır": gövde-kaide ilişkisini göz ardı edip, başlık-gövde ilişkisine değinen şiir-sel bayağılığın (kitsch) tipik yananlamı), D ("güçlük çekme-me") ve X ("sevgilinin boynu"). Gövde-kaide ilişkisi "ba-cak" (XIII) analojik yananlamını gündeme getiriyor. Bayan Russel'ın makalesinden de anlaşılacağı gibi, D ve O ("güçlük çekmeme" ve "yapılara ahenk verir"), (yiv) biçimbilimsel belirtisine atıfta bulunuyorlar .

Kendini sütunun bütünüyle özdeşleştiren Karyatit 'in varlığının XI'i ("yumuşak gövde") çağrıştırdığı açıktır. Yananlamların çağrışımı her zaman sağduyu temelinde olu-şur. R" alandaki ortalama psiko-semantik cevabı daha kesin olara* saptayabilmek için anketler yapılmalıdır.

( d i k e y b a ğ l a n t ı ) " d i k e y l i k " , V I I

( y a t a y b a ğ l a n t ı ) " y a t a y l ı k "

( y u k a r ı y ö n d e b a ğ l a n t ı ) " m e s n e t "

( a ş a ğ ı y ö n d e b a ğ l a n t ı ) " b i r ş e y i n ü z e r i n d e

d u r m a k "

( b a s i t ) ' a y n ı l ı k "

( y u k a r ı d o ğ r u y a y ı l m a )

" i ş l e v i y a y m a "

( s ı n ı r ç e k m e ) " i ş l e v i y e r i n e

g e t i r m e "

y ı k ı n t ı l a r a r a s ı n d a a n t i k

1 , 2 , 3 , 4 , 6 , 7 , 8 l l , l l l , X I V , X V ,

X V I , X V I I

( d ü ş e y ) ( 3 . b o y u t ) " k u v v e t l e r i n " k u v v e t l e r i n

t o p l a m ı " , V I I I m a n t ı k i ç a r p ı m ı "

( k a d e m e l e r ü z e r i n d e )

( c e p h e n i n üs t b ö l ü m ü n d e )

I V , X V I I I

e s k i , a r k e o l o j i k b a ğ l a m i ç i n d e

1 , 2

y e n i

( a r a m e k a n ) " g e ç i l e b i l i r "

( s ı n ı r l a n m ı ş m e k a n )

" ı ş ı ğ ı n s ı z m a s ı " V I I I . O . H .

( a r a m e k a n o l m a y a n )

" g e ç i l e m e z "

( d o l d u r m a ) " g ü ç l e n d i r m e "

E . F . M .

( s ı n ı r l a n m ı ş ( d o l d u r m a ) m e k a n ) " g ü ç l e n d i r m e "

" ı ş ı ğ ı n s ı z m a s ı " E . F . M . V I I I . O . H .

Ş e m a 2 : B a ğ l a m i ç i n d e k i S ü t u n u n B i l e ş e n A n a l i z i

Kuşkusuz daha karmaşık olan bu ikinci şema, tek tek biçimbilimsel düğüm noktalarını kullanarak vereceğimiz bazı açıklamaları gerekli kılmaktadır:

(Dikey bağlantı): Sütun aşağı ve yukarı doğru algı-lanmaktadır .

(Yatay bağlantı) : Sütun, mimari göstergeyi yana doğru bağlayacak biç imde algılanmaktadır.

(Yukarı doğru bağlantı): Sütun bir alına veya başka sütunlara destek olabilir. Bu durumda işlev yayılır; yani ta-şıma işlevi, kendileri de bir şeyler taşıyan diğer sütunlara aktarı lmıştır ; ancak işlev, süreci kilitleyen alında veya bir di-ğer mimari öğede kendine sınır çeker. İşlev, bir sütun diğer sütunlara destek oluyorsa dikey doğrultuda (birçok sütun sırasından oluşan cephede olduğu gibi); veya 3.boyutta ge-nişletilebilir. Son tanım (3. boyut ta -Ç.N.-) ile kastedilen, tıpkı gotik sütunun oval bir kemerin altında bulunuşu örne-ğinde olduğu gibi işlevin iletilmesidir. Böyle bir sütun kilit taşında diğer sütunlarla birleşmek için mekanın içine doğru kıvrılır; böylece kendi gerilimini diğerlerininkiyle birleştir-miş olur. Bunun için, biçimbilimsel unsurlar kesitte görüle-meyeceğinden plana at ı f ta bulunulmalıdır.

(Aşağı doğru bağlantı): Sütunu ya doğrudan zemin-le veya kaidenin öğeleri ile (basamaklar), ya da altlarında duran cephedeki diğer sütunlarla temasa geçirir.

(Yatay bağlantı) : Sütunun yatay bağlantısı sıfır ola-bilir (bu da yalnız olması demektir) veya (diğer) sütunlarla bağıntı içindedir . Birinci durumda eski çağlardan kalan (yı-kıntılar arasında) bir anıt olarak düşünülmüş yalnız başına

duran (yeni) bir sütun söz konusu olabilir. Düğüm noktaları-nın bu düzeyindeki biçimbilimsel belirtiler köşeli parante-ze alınmıştır. Gerçekte, aynı zamanda hem artzamanlı (dia-kronik ) hem de eşzamanlı (senkronik) olan biçimsilimsel-tarihsel (morphohistorisch) belirtiler söz konusudur . Bir sü-t u n u n eski gözükmesi ve yıkıntılar içinde bulunması kuşku-suz biçimbilimsel bir belirtidir; ancak bunları tanımlayabil-mek için zamana atıf yapılması gereklidir. Bu biçimbilim-sel-tarihsel belirtiler mimarlıkta olduğu gibi diğer görsel ile-tişim biçimleri için de t ipikt i r ; bunlarda gösteren sözel dil-de olduğu gibi yayıldığı anda çözülmez, zamana karşı daya-nıklıdır. Bu saptamalar [arkeolojik olarak tu tu lan bağlamda-ki eski] gibi belirtiler için de geçerlidir.

(Ara mekana sahip olan) ile, en azından bir ikinciye bağlanan, bir mekânı sınırlayan ve "geçiş" olanağı veren ve ileten "çok sayıda" sütun kastedilmektedir . (Ara mekânı ol-mamak) duvarın güçlendirme işlevinin sütün taraf ından yük-lenilmesidir. Bu durumda "geçilmezliği" iletir; buna rağmen "sınırlanmış bir mekânla" ilintili olabilir; yani "ışığı geçir-me"yi ileten bir pencereyi çerçeveliyor olabilir.

(Basit) ve (karmaşık) belirtileri birbirini aynen yinele-yen ile, AB -AB veya ABC-ABC gibi ri tmik olarak değişen modüllere göre konumlanan sütunları ayırdeder.

Bu şema bir gelenek taraf ından kodlanmış olan, olası bütün kullanım tarzlarını kapsar. Sütunun her yeni kullanı-mı s tandart tan uzaklaşma ve çok anlamlı bir bildirimin ya-yılması için mimarlığın şiirsel kullanımı olarak değerlendi-rilmelidir.

G e ç m i ş e b i r b a k ı ş b i z e , s a y g ı n k a l ı n t ı l a r a r a c ı l ı ğ ı y l a s a p t a y a b i l d i ğ i m i z g e n i ş s a h n e n i n a r a s ı n d a n , g e ç m i ş i n g ö r k e m i n i n a y a k t a k a l a n s o n t a n ı k l a r ı o l a r a k y a l n ı z s ü t u n l a r ı n y ü k s e l d i ğ i n i g ö s t e r e c e k t i r . " M e r m e r T o n o z , D e l p h i , M . ö . 3 9 0

Estetik yananlamların [yıkıntılar arasındaki antik] dü-ğüm noktasında yoğunlaştıklarını saptamak önemlidir: Bu-nun başka bir kanıtı da, mimarlığın veya genel olarak sana-tın estetik değerinin, (W. Benjamin'in "Aura" dediği) geç-mişe bağlı fetişist saygının prestijine, nesnenin şanlı geçmi-şine dayandırılmasıdır.

Son bir değinme: Biçimsilimsel belirtiler analizi ko-laylaştırmak için sözel terimlerle ifade edilmiştir; ikonik te-rimlerle veya herhangi bir farklı sembolik işaret sistemi için-de de tasarlanabilirlerdi. Anlamsal belirtiler sözel dilde ifade edilmişlerdir; ancak dile değin içeriklerle değil, dilsel gös-terenlerin farklı türlerine tercüme edilebilecek kültürel bi-rimleriyle ilintilidirler.

Bu anlamda mimarlıkta anlamsal analizin, yeni ve ge-rekli bir işlevi olabilir. Sözel dil düzleminde, hem gösterenin tanımı, hem de kültürel birim olarak gösterilen sözel dilin yardımıyla formüle edilmek zorunda kalındığı sürece, mi-marlıkta mimari gösterenler ve gösterilenler, mimari olma-yan başka sistemler aracılığıyla ifade edilirler. Böylece, ku-rulması çok karmaşık diyagramları gerektiren, ancak göste-ren ve gösterilenin farkını analiz etmeye izin veren bir ileti-şim sistemi ile karşı karşıya bulunuyoruz. Bu nedenle mi-marlığın göstergebilimi genel göstergebilim çalışmaları için de gerekli olacaktır.

"La Struttura Assente"de Peirce'ın "yorumlayan" kav-ramını, bir göstergenin bütün gramatik ve anlamsal belirtile-rinin aynı zamanda kendi bileşen analizini gerekli kılan ayrı göstergeler olduklarının altını çizmek için kullanmıştık. Mi-marlığın bileşen analizi, göstergenin bütün anlamsal belirti-

lerinin sözel (veya başka ) bir yorumlayan olduklarını ispat-lıyor; bu bize anlam analizinin hiçbir zaman bitmiş sayıla-mayacağını, araçların sürekli yeniden tanımlanması gerekti-ğini ve böylece sınırsız bir anlam dağarcığının (semiosis) gerçekleşmiş olacağını gösteriyor.

Ancak bu, sınırsız semiosis sürecinin sınanabilir belirli momentlerinin "laboratuvarda" izlenemeyeceği anlamına gelmez. Biz burada, belirli bir bağlamın içinde veya dışında, ama her zaman tek bir ob j e olarak mimari nesnelerin anlam iletebileceğini göstermek için bunu denedik ve bu nedenle bunlar, kültürün tanıdığı ve yapısal bir sisteme soktuğu gös-tergeler olarak, mimarlık göstergebiliminin uygun birimleri olabilirler. Ancak bu sistemin hangi tarzda yapılandığı hâ lâ açıklanmamış olarak kalmıştır .

NOTLAR

1- Menhir: Tarih öncesinde insanların çok iri ve uzun bir taşı dike-rek meydana getirdikleri megalit anıt.

2- Dolmen: 2 tanesi dikili, üçüncüsü de bunların üzerine yatırılmış, üç taştan meydana gelen taş çağı mezarı.

3- Grifon: Yarısı aslan, yarısı kuş olan anka kuşu. Pegasus: Yunan mitolojisinde kanatl ı at. Sfenks: Yunan mitolojisinde bilme-cesini çözemeyen herkesi öldüren canavar, Mısır'da insan başlı, insan gövdeli taştan heykel.

4- Hipostil: Yunan mimarisinde, tavanı herhangi bir tarzdaki sütun-larla taşınan sütun.

5- Karyatit: Kadın heykeli biçiminde sütun. 6- Arşitrav: Saçaklık bölümünü taşıyan ve sütun başlıkları üzerine

oturarak sütunları birbirine bağlayan taş bloklardan ibaret kısım.