Upload
bahcesehir
View
0
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
TÜRKİYE-IRAK SINIRINDA KAPILAR VE DUVARLAR:
SINIR YÖNETİMİNDE DEVLET VE YENİ İDARE BİÇİMLERİ1
Didem DANIŞ ve Damla B. AKSEL
GİRİŞ
Ulus-devletlerin şiddetin meşru kullanımı ve ulusal
sınırlar çerçevesinde tanımlanması yeni bir olgu değildir.
Ancak sınır yönetimi ve sınırlar arası hareketliliğin
kontrolünü devletlerin iktidar yapıları bağlamında inceleyen
çalışmalar yakın zamana kadar hem kuramsal hem de ampirik
bağlamda literatürde fazla yer bulmamıştır. Sınırların
devletler tarafından güvenlik politikalarıyla
ilişkilendirilmesi ve “sınır modernizasyonu” perspektifinin
yaygınlaşması ulus-devlet ve sınır ilişkisini daha da önemli
kılmış ve bu ilişkinin farklı boyutlarıyla ele alınmasını
gerektirmiştir.
Bu makalede son dönemde sınır yönetimine dair yaşanan
değişiklikler Türkiye-Irak sınırı üzerinden ele alınacaktır.
Makalenin amacı yönetimsellik (governmentality) ve yönetişim
(governance) kavramlarının katkısıyla Türkiye’nin en sıcak
sınırlarından biri olan Irak hattında devletin yeni yönetim
1 Bu makale, AB sınır ve göç politikalarının Türkiye-Irak sınırına yansımasını ele alan “Diverse Facets of Europeanization at the Iraqi-Turkish Border” başlıklı yazıdaki fikirlerin geliştirilmesi sonucu ortaya çıkmıştır (Aksel ve Danış, yayın aşamasında). Elinizdeki metin aynı sınır bölgesine başka sorularla yaklaşması açısından diğerinden farklı ama onu tamamlayıcı bir özelliktedir.
1
biçimlerini incelemektir. Söz konusu sınır bölgesinde devletin
denetimini arttırmaya yönelik aygıtların ve çeşitli “iktidar
teknolojileri”nin dökümünü yaptıktan sonra farklı aktörlerin
etkileşimlerini ve sınırın geçirgenliğini etkileyen öğeleri
tarihsel bir perspektifle değerlendirmeye çalışacağız. Bunu
yaparken, devleti yekpare ve mutlak uyumlu bir yapı olarak
almak yerine, kendi içinde farklılıklar gösteren ve çatışmalar
yaşayabilen bir kurumlar bütünü, yani belli bir heterojenliğe
sahip bir bünye olarak inceleyeceğiz.
Irak sınırında son dönemde gözlenen olgulardan başlıcası
ulus-devlet teritoryası fikrinin PKK sorunu ve AB’nin göç ve
sınır denetim politikalarına paralel olarak sınırın
güvenlikleştirilmesi şeklinde vücut bulması olmuştur. PKK
militanlarını engellemek amacıyla yapılan barajlar veya AB
destekli Entegre Sınır Yönetimi gibi Foucault’nun “iktidar
teknolojileri” diye tarif ettiği yöntemlerle sınıra bir tür
duvar inşa edilmektedir. Ancak Türk devletinin sınırdaki
faaliyetleri sadece geçişleri engellemeye yönelik daha yüksek
duvarlar örme politikası değildir. Sınır bir geçirmezlik
(impermeability) alanı olduğu kadar, Habur Gümrük Kapısı’nın
modernizasyonu, vize politikalarının esnekleştirilmesi gibi
uygulamalarla dolaşımın (özellikle mallar, fikirler vs) arttığı
bir bölge olmuştur.
Soğuk Savaş döneminde sınırları “uluslararası hayatın
sabit ve katı öğeleri” olarak algılayan yaklaşımın aksine bugün
sınırların “koşullu (contingent), delikli ve oynak” olduğu
genel kabul görüyor (Migdal, 2004: 3). Joel Migdal’a göre,
“sınırların statüsü yerinden oynamaz kaya gibi değil, değişen
2
tarihsel durumlara koşullu olarak” biçimlenmiştir: “Sınırlar
yer değiştirir; sızıntı yapar; ve farklı kişiler için değişik
anlamlar ifade ederler” (agm, 5). Aşağıda detaylı bir şekilde
ele alacağımız örnekler bize sınırları kapılar (geçirgenlik) ve
duvarlar (geçirmezlik) metaforuyla anlayabileceğimizi
göstermektedir2. Türkiye-Irak sınırı da, bir yandan ekonomik
sebeplerle geçişleri teşvik eden politikalar dolayısıyla “açık
kapı” olarak, diğer yandan iç güvenlik (PKK) ve uluslararası
kaygılar (AB’nin yasadışı göçle mücadele ve sınır politikaları)
nedeniyle “duvarlar” olarak tanımlanabilir. Biz de bu makalede,
sınırın bir kapı olarak açılma ve kapanma sarkacında farklı
devlet-içi ve dışı aktörlerin etkileşimi üzerinde duracağız.
KAVRAMSAL ARKAPLAN
Türkiye-Irak sınırında son dönemde ortaya çıkan yeni
iktidar düzeninin devletin ve toplumun farklı aktörleri ve
farklı uluslararası etkenler çerçevesinde nasıl gerçekleştiğini
ele alırken, yönetimsellik (governmentality) ve yönetişim
(governance) yazınlarından faydalanacağız. Yönetimsellik ve
yönetişim, Mark Bevir’a (2010; 2011) göre, benzerlikleri ve
birbirini tamamlayan farklılıklarıyla beraber ele alındığında
zengin bir analiz imkanı sunan araçlar olabilirler.3 İkisi de2 Ayşe Akalın (2012) da, kapı metaforunu (açık, döner, mühürlü kapılar şeklinde) son yüzyılda emek göçünün ve ilgili politikaların geçirdiği değişimi incelerken kullanmıştır. 3 2011 yılında Policy & Politics dergisinde Bevir ve diğerleri tarafından çıkarılan özel sayıda 1990’lardan itibaren ortaya çıkan ve 1980’lerdeki neoliberalizm teorilerinden farklılaşan yeni iktidar teknolojilerini belirtmek için yönetişim ve yönetimsellik kavramlarının kullanılabileceği gösterildi. Bu sayıda yer alan yazarlar özellikle özelleştirme, pazarlaştırma ve deregülasyon gibi neoliberal kavramların yanı sıra, varlık
3
“devlet kara kutusunu açma”, iktidar ilişki ve süreçlerinin
izini sürme çabasında benzeşmektedir. Yönetişim çalışmaları
neoliberal dönemde “piyasalar, yarı-piyasalar ve ağlar”ın
ortaya çıkışıyla devletin parçalanması üzerinde dururken
(Bevir, 2011: 457-458), yönetimsellik yazını, güç ilişkileriyle
beraber hâkim söylem, bilgi ve teknolojiler konusuna
odaklanmaktadır (agm, 460). Bevir, bu iki kavramın birbirini
tamamlayıcı olarak kullanılabileceğini söylüyor. İkisinin
buluşması, yönetişim yazınının kurumlar ve sosyal yapılar
üzerine odaklanan yaklaşımının ötesine geçmeyi ve yönetimsellik
çalışmalarında göz ardı edilen iktidarın işleyişi ve
uluslararası yönlerini ele almaya imkan tanıyan daha geniş bir
perspektif sunabilir. Bizim de amacımız yönetimsellik kavramını
kullanırken, yönetişim çalışmalarının getirdiği katkıları da
dikkate alarak, Irak sınırı örneğinde sınırın idaresi ve
iktidarın değişen doğası üzerine düşünmek.
Yönetimsellik ifadesi ilk kez Fransız yazar Michel
Foucault tarafından 1978 ve 1979’da Collège de France’da
verdiği derslerde dillendirildi. Fransızca “gouvernemental”
sıfatından türetilen terim, bireyleri ve grupları karmaşık
biçimlerde etkileyen ve biçimlendiren eylem biçimleri ve
uygulama alanları anlamında kullanılmaktaydı. Foucault’nun
geliştirdiği bu kavram özellikle Anglo-Sakson akademik dünyada
siyaset felsefesi, kamu yönetimi ve devlet araştırmaları
alanında etkili oldu (Burchell vd. 1991; Bröckling vd. 2011;
Jessop, 2011). Foucault’ya göre üç tip iktidar biçimindentemelli refah ve kamu sektör reformları gibi 1990’larda ortaya çıkan kavramlar üzerinde de durdu ve Foucault’nun yönetimsellik kavramı çerçevesinde yeni iktidar biçimlerini ortaya koydular (Bevir ve Gains, 2011).
4
bahsedilebilir. Geleneksel egemenlik modelinde, egemenin fiziki
sınırlarla doğrudan ilişkisi vardır ve bu ilişki sınırların
içinde yaşayan ve egemene boyun eğen halkın ve kaynakların
tanımlanması açısından gereklidir. Egemen, iktidar alanını
toplumsal alandan ayırırken bunu yasaklar, cezalar, kanunlar ve
yaptırımlar yoluyla sağlar, amaç egemenliğin icrasıdır
(Gambetti, 2009: 2). Ancak on altıncı yüzyılda ortaya çıkan ve
Foucault’nun yönetimsellik dediği yönetim biçimine göre
iktidarın tesisi, sadece sınırın bütünlüğünün sağlanması
üzerinden değil, bireylerin iktidarla, birbirleriyle ve diğer
şeylerle olan ilişkisinin takibi üzerinden gerçekleşir. Bu
takip disiplin mekanizmalarıyla, yani “gözetim, kontrol, ayrıştırma,
mekansal olarak düzenleme, hesaplama, sınıflandırma ve
akılcılaştırma” gibi Foucault’nun iktidar teknolojileri olarak
tanımladığı yöntemlerle sağlanır (Rabinow, 1984: 16; Gambetti,
2009: 2). Foucault 1978’de verdiği derslerinde modern devletin
oluşumu ve yönetim tekniklerini tanımlarken şöyle diyecektir:
“Yönetilen hiçbir zaman bir teritorya değildir, bir siyasi yapı
değildir. Yönetilen her haliyle insanlardır; adamlar, bireyler
veya topluluklardır” (Foucault, 2004).
İktidar teknolojileri, egemenin sürekliliğini sağlamak
için baskıcı bir sistem yaratmasının ötesine geçer, bütün
topluma nüfuz ederek bireylerin inançlarını, isteklerini, yaşam
biçimlerini ve faaliyetlerini düzenler. Burada önemli olan,
gözetim ve düzenlemenin sadece yasalar ve kurumlar yoluyla
değil, bireylerin kendileri, etrafındakiler ve sosyal kurumlar
tarafından sağlanmasıdır (Bevir, 2011: 461). İktidar artık
doğumdan ölüme, nüfus takibinden bakıma kadar insanın biyolojik
5
özelliklerini içeren her konuyla ilgilenmektedir. Bu kadar
fazla bilgiyi toplama ve değerlendirmenin yoluysa bilimsel
sınıflandırmalardan (türler, nüfus, doğurganlık gibi), standart
aksiyonlar ve standart insanları yaratacak zamansal ve mekansal
düzenlemelerden geçmektedir (Rabinow, 1984: 17).
Foucault’nun iktidar teknolojileri kavramını tartıştığı
eserleri arasında somut mekanizmaları en net ortaya koyduğu
örneklerden biri Disiplin ve Ceza isimli kitabında anlatılan
“Panopticon” modelidir4. Foucault’ya göre panopticon “gözetleme
ve izlemeyi, güvenlik ve bilgiyi, bireyselleştirme ve
toplamayı, tecridi ve şeffaflığı” bir arada sağlar, cezayı idam
veya şiddet gibi yöntemlerden daha insani bir biçime sokarken
bireyin tamamen gözetlenmesini mümkün kılar (Foucault, 1984).
Bir yandan da takibin ve bilgi edinmenin ekonomikleşmesini
sağlar. Aşağıda ele alacağımız Habur Sınır Kapısı’nın
modernizasyonu, denetimin ekonomik ve etkin kılınması açısından
benzer bir örnektir. Bu yeni iktidar ekonomisi Foucault’nun
çalışmalarında önemli bir yer teşkil eder. Zira teknolojiler,
iktidarın etkilerinin “bütün sosyal yapının genelinde sürekli,
kesintisiz, uyarlanmış ve ‘bireyselleştirilmiş’ olarak deveran
etmesini” sağlar (Foucault, 1984: 61).
Foucault eserlerinde modernizm ve liberalizm çağının
analizine odaklanmış olsa da, ürettiği kavramlar yönetim
yapısının karmaşık ve parçalı bir biçimde yeniden kurulduğu
4 Jeremy Bentham’ın geliştirdiği bu hapishane formunda, merkezi denetim binası giriş-çıkışların dışarıdan belli olmayacağı bir düzenekte merkezde bulunur, birbirinden ayrıştırılmış hücreler ise dairesel olarak merkezin etrafında yapılandırılmıştır. Bu sayede merkezdeki müdür veya baş muhafız, hareket etmeden ve görülmeden hem hücrelerin içindeki suçluları hem de hapishanedeki diğer muhafızları takip edebilecektir.
6
neoliberal çağda ses getirmiştir. 1980’lerden beri iktidar
pratiklerini kriminolojiden eğitime, örgütler sosyolojisinden
beden politikalarına kadar çeşitli alanlarda inceleyen diğer
araştırmacıların da katkısıyla ekonomi politik ve devlet
yönetimi alanları detaylı bir şekilde incelenir olmuştur
(Jessop, 2006: 40). İktidarı güvenlik, yönetimsellik ve
biyopolitika gibi kavramlar üzerinden bir sınırlandırmalar
ilişkisi bağlamında ele alan Foucault’nun çalışmaları ve
terminolojisi, sınır ve iktidar üzerine yapılan çalışmalara da
ilham kaynağı olmuştur. Ancak William Walters’ın da (2011: 156-
157) belirttiği gibi Foucault kendi çalışmalarında devletlerin
resmi/fiziki sınırlarından, yukarıda ele alınan rasyonalite
değişimi dışında oldukça az bahsetmektedir. Walters’a (2011:
157) göre Foucault “sınırlamanın mikrofiziğiyle” ilgilenmiş,
ancak sınırların yönetimselliğin taktikleri ve stratejileri
bağlamında edindiği rol üzerinde pek durmamıştır. Sınır ve
iktidar ilişkisinin Foucault’cu bir yaklaşımla
ilişkilendirilmesi, onun çalışmaları üzerinden yeni çalışma
alanları açan diğer araştırmacılar tarafından gerçekleşmiştir.
Bugün özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika’da yapılan güncel
göç ve sınır çalışmalarında Foucault’nun geliştirdiği
yönetimsellik kavramı sık sık kullanılmaktadır. Foucault’nun
iktidar teknolojileri nosyonuna dayandırılarak geliştirilen bu
alanda sınır bölgesindeki hareketleri denetlemeye dönük
politikaların detaylı bir dökümü yapılmakta, fiziksel
sınırların yeni teknolojilerle güçlendirilmesinden, biyometrik
pasaport, vize zorlukları gibi alternatif yöntemlere farklı
araçlar incelenmektedir. Fransız antropolog Didier Fassin
7
devletlerin sınırlarını denetleme ve etnikleştirilmiş sınırlar
inşa ederek yeni bir gözetim aygıtı geliştirdiğini
belirtmektedir. Ayrıca, yasadışı yabancıların kapatılması ve
sınır dışı edilmesinde benimsenen “istisna rejiminin” ulusal
teritorya tanımıyla beraber göçmenlerin hayatlarında dramatik
sonuçlar yaratığına işaret etmektedir (Fassin, 2011).
Sınırlar meselesini eleştirel ve Foucault’cu yaklaşımla
ele alanlar arasında son dönemde biyometrik sınırlar, gözetleme
sistemleri ve sınır geçişi programları gibi modernleştirme
süreçlerini yönetimsellik ve iktidar teknolojileri kavramları
üzerinden okuyan çalışmalar ön plana çıkar (Amoore, 2006;
Epstein, 2007, Bonditti, 2004; Salter, 2007). Bu çalışmalar
daha ziyade Amerika Birleşik Devletleri (Amoore, 2006; Purcell
ve Nevins, 2005; Sparke, 2006), Avrupa Birliği ve üye
devletleri (Bigo, 2006; Popescu, 2008; Darling, 2011; Walters,
2002), Kanada (Wiebe, 2006) ve Avustralya (Wilson, 2007) gibi
gelişmiş ve göç sistemlerinde merkezde yer alan ülkelerin çeper
ülkelerle olan sınırlarını ele alır. Didier Bigo’nun (1998;
2002; 2006) Foucault’dan ilham aldığı güvenlik teknolojileri ve
Bourdieu’den aldığı sosyo-kurumsal alanlar kavramlarını bir
araya getirdiği çalışmaları göçün ve insan hareketliliğinin
“güvenlikleştirilmesi” ve sınırların güvenlik paradigması
bağlamında yeniden tahayyül edilmesini anlatırken, eleştirel
sınır çalışmalarına da kavramsal çerçeve sağlamaktadır. Bu
bakış açısına göre, devletler biyometrik sınırı “taşınabilir
bir sınır” olarak görmekte, iç ve dış güvenlik meselelerini
“içimizdeki düşman” veya “içerideki yabancı” imgeleriyle bir
araya getirmektedir (Bigo, 2002; Amoore, 2006).
8
Tüm zenginliğine rağmen, sınır araştırmaları alanında
özellikle güvenlik ve denetim aygıtları üzerinden kurgulanan
yönetimsellik kavramı aşağıda detaylı bir şekilde ele
alacağımız Türkiye-Irak sınırında gözlemlediğimiz değişimi
açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Burada bir diğer önemli
kavram olan yönetişim meselesine değinmek gerekir. Yönetişim
kavramı genellikle küreselleşme süreçleri sonucunda zayıfladığı
iddia edilen devletin, diğer aktörlerle (STK’lar, uluslararası
örgütler, çok uluslu şirketler, vd.) kurduğu ilişkilerden
beslenen yeni yönetme biçimlerini tarif etmek için
kullanılmaktadır (Barrot, 2002). Ayşe Ceyhan (2006),
belirsizlik, muğlaklık ve kaygı üzerine kurulu neoliberal
modernlik çağında devlet ve devlet dışı aktörlerin dahil olduğu
geniş bir ağın gözetim teknolojileri alanında kurduğu
işbirliklerine dikkat çekiyor. Burada paradoksal olan,
özellikle 11 Eylül sonrası güçlenen “kale-devletler” inşasında
devletin tek aktör olmayıp özel şirketler, uluslararası
kuruluşlar, dernekler gibi devlet dışı aktörlerle beraber bu
güvenlik teknolojilerini üretiyor, kullanıyor ve
yaygınlaştırıyor olmasıdır. Ceyhan’ın bu katkısı, göç, güvenlik
ve yeni gözetim teknolojileri konularında gündemde olan
yönetişim uygulamalarını, sınır yönetiminde de dikkate almamız
gerektiğini göstermektedir.
İki kavram arasındaki aşikâr benzerliklere rağmen, ikisini
de merkezine alan çalışmalar sınır ve göç konularına
yaklaşımlarında ciddi şekilde ayrışmaktadır. Ulus-devlet
sınırlarının yönetişimi konulu çalışmalar özellikle sınırların
piyasalaşması, sınır yönetimi ve göç politikalarının
9
parçalanmasına odaklanmaktadır. Bu alandaki araştırmaların
önemli bir kısmı, iktidarın merkezi hükümetten farklı
bürokratik birimlere veya devletlerarası kurumlara devrolması
üzerinde durmaktadır. Bu çalışmalar arasında AB sınır kurumu
Frontex’i5 inceleyenler (Carrera, 2007; Neal, 2009; Pollak ve
Slominski, 2009), devlet dışı servis sağlayıcı kurumlar
(Guiradon, 2000; Dolhinow, 2005), yerel ve özel aktörler, yatay
ve dikey ağlar bulunur. Bir diğer araştırma hattı ulusal
sınırların ulusötesi yönetişimi olmuştur (Sassen, 2002; Lahav,
2004). Bu konuda AB gibi bölgesel yapılar üzerine yapılan
araştırmalar öncelikli yer tutar. AB üzerine yapılan çalışmalar
topluluk ölçeğinde benimsenen sınır politikaları ve bunların AB
sınırlarını aşan etkileri olmuştur. Bu anlamda Türkiye gibi
sınır ülkeleri yük paylaşımının bir parçası olarak gündeme
gelmişlerdir (Lavenex, 2008; Lavenex ve Schimmelfennig, 2009).
Türkiye-Irak sınırını incelerken, yönetimsellik kavramı
çerçevesinde gelişen güvenlikleştirme konulu çalışmalara,
sürecin piyasa ve diğer aktörler boyutlarını da vurgulayan
yönetişim kavramının zenginliğini ekleyerek, Türkiye gibi
sınırlarını “uyumlaştırma” ve “modernize” etmeye çalışan çeper
ülkelerdeki sınır yönetimlerinin işleyişini anlamak konusunda
daha anlamlı bir katkı sunabileceğimize inanıyoruz.
Yönetimsellik ve yönetişim kavramlarını bir arada kullanmaktaki
amacımız, devletin şeyleştirildiği teorileri reddederek,
devleti farklı aktörlerin yer aldığı karmaşık bir yönetim,
5 Açılımı, “Avrupa Birliği Üyesi Ülkelerin Dış Sınırlarında Operasyonel İşbirliğinin Eşgüdümünden Sorumlu Avrupa Kurumu” olan bu yapı 26 Ekim 2004’te Avrupa Konseyi kararıyla kurulmuştur.
10
rasyonellikler, işbirlikleri ve çatışmalar bütünü olarak
incelemek.
Bundan sonraki kısımda devlet-içi, devletler-arası,
bölgesel ve uluslararası etkileşimlerden fazlasıyla etkilenen
Türkiye-Irak sınırına odaklanarak, yekpare devlet imgesini
ortadan kaldıran devlet-içi karmaşıklıklar ve uluslararası
faktörleri ele alacağız.
GÜVENLİK KONUSU OLARAK SINIR
Türkiye’nin sınırlarının korunması meselesi, Avrupa
Birliği’ne uyum süreci çerçevesinde son yıllarda siyasi
gündemde yer almaktadır. Bu sınır politikasıyla Avrupa’nın
güneydoğu sınırları olarak da isimlendirilen Türkiye-AB
sınırının bir uzantısı olan, özellikle Irak gibi çok göç veren
Orta Doğu ülkeleriyle Türkiye arasındaki sınırların güvenliği
ve geçirmezliği hedeflenmektedir. Ancak sınırların
düzenlenmesine yönelik politika beklentileri ve süregelen sınır
yönetim mekanizmaları arasında ciddi farklılıklar
görülmektedir. Bu farklılıkları ortaya çıkaran başlıca neden,
Avrupa Birliği tarafından desteklenen politikaların açık bir
şekilde “dışarıdaki yabancıların” engellenmesi perspektifini
yansıtması; buna karşılık Türk Devleti’nin cumhuriyetin
kuruluşundan itibaren sınır ve sınır bölgesindeki Kürt halkına
dair siyasetinin “içerideki yabancılar” algısı üzerinden
şekillenmesidir. Türkiye-Irak sınırına dair geçmişten beri
yapılan uygulamalar sınırı bir çizgi olarak değil, bir bölge
olarak değerlendirmektedir. Bu bölgenin içerisindeki halkların
11
Foucault’cu tabirle gözetlenmesi ve “norm”laştırılması
hedeflenmiştir.
Göç olgusunun getirdiği sınır güvenliği anlayışı Türkiye-
Irak sınırı bağlamında özellikle 1980’lerden itibaren bölgede
şiddetlenen çatışmaların da etkisiyle önem kazanmıştır. Bununla
birlikte sınırın (ve sınır bölgesinin) fiziki ve sosyal olarak
tanımlanması meselesi Türk devleti için cumhuriyetin
kuruluşundan beri sorunlu bir alan olmuştur. Zira Türkiye-Irak
sınır bölgesi, Lozan Anlaşması (1923) ve Ankara Anlaşması
(1926) sonucu kati olarak çizilmişse de geçirgen yapısını
günümüze kadar korumuştur. Türkiye-Irak-Suriye-İran sınır
kasabalarıyla ilgili etnografik çalışmasında Neşe Özgen’in
(2004) de belirttiği gibi bu geçirgen yapı ve sınırı tanımlayan
üç bağımsız değişken (sınır, sınır bölgesi ve kapılar) sabit
değildir, dönemsel olarak değişmektedir. Kağıt üzerinde kesin
çizgilerle belirlenmiş olan sınır, güç dengeleri ve esas olarak
da Türk Silahlı Kuvvetleri-PKK mücadelesine göre biçimlenen
süreçler sonucunda sabit kalmamakta, ileri geri hareket
edebilmektedir:
“[…] sınırın üzerindeki köyler her zaman aynı kalamıyorduveya bir kapı zamanla gücünü yitiriyor ve bir başkakapıya, dolayısıyla da kasabaya hakimiyetkaptırabiliyordu. Bazı köyler bazı dönemlerde üstüngörünüyordu ve bu aşiretlerin de öne çıkmasıylasonuçlanıyordu veya tam tersi bir aşiret güçlendiği içinsınır köyü de güçlenmişti; ötesi bazen örneğin savaşöncesi veya iç veya dış gerginlik döneminde sınırçizgisinden neredeyse kırk kilometre içerisi bile, sınırıngerginliğini taşıyabiliyordu. Bazen Bölge'nin tümü içinveya köy boşaltmalar için 'sınır dışı olmak' deyimi
12
kullanılıyordu. Bazen sınırımız, bir kaç on kilometrediğer ülkenin içine taşabiliyordu. Kimi zaman da, birkapının modernleştirilmesi, güvenilir ölçüm araçlarınakavuşturulması veya denetimlerin sıklaşması da, o kapınınbir delik (holes) olma özelliğini yitirmesiyle ve eski güçdengelerinin bozularak, yeni güç çatışmalarının ortayaçıkmasıyla sonuçlanabiliyordu.” (Özgen, 2004: 62-63).
Türkiye-Irak sınırındaki geçirgen yapının başlıca nedeni,
merkezi devlet yapısına alternatif bir güç olma iddiasında
bulunan, dolayısıyla zaman zaman bir “tehdit unsuru” olarak
görülen ve üç ülkeye yayıldıkları için (Türkiye, Irak, Suriye)
sınır-aşırı bağları da güçlü olan6 geleneksel Kürt aile ve
aşiret yapılarının süregelmesidir. Ulus-devletin uluslararası
sınırları ve buna bağlı olarak rejimin tahakkümünü sağlayacağı
alanı resmi olarak belirlemiş olması, bu teritorya üzerinde
devletin siyasi ve kültürel otoritesinin sağlanması için
yeterli olmamış (Jongerden, 2007: 12), “yerel otorite ve
sadakat kaynakları” (Belge, 2011: 96) var olmaya devam
etmiştir. Özellikle kırsal alanda var olan feodal ve geleneksel
bağların ve pratiklerin yerine devlet kurumlarının, merkezi
yönetim mekanizmalarının ve hatta yeni toplumsal ilişki
6 Hakkari’de bir Kürt aşireti üzerinden yaptığı analizde Yalçın-Heckmann, bölgedeki aşiretlerin sınır aşırı tarihsel ilişkilerinden bahseder. Çalışmaya göre bölgede yaşayan Duskani aşiretlerinin biri Türkiye (Yüksekova’daki yukarı Duskani) diğeri Kuzey Irak’ta (Dohuk’taki aşağı Duskani) iki kol olarak yayılmaktadır. Ayrıca çeşitli politik ve kişisel nedenlerden dolayı bu topluluklar sınırlar arası geçişlere zaman içerisindedevam etmiştir. Örneğin 1930 yılında Türk devletine karşı Oramar (Dağlıca) aşireti tarafından gerçekleştirilen bir isyan sonrasında, isyana önder olanMefi kabilesinden hanelerin çoğu Irak’a kaçıp yerleşmiştir. İsyan sonrasında Türkiye’de nüfus kayıtları silinen bu ailelerden bazı kişilerin,ilerleyen yıllarda kan davası gibi çeşitli nedenlerden geri kaçtığı ve tekrar vatandaşlık edinemeyenlerin Hakkâri’de sığınmacı olarak yaşadığı anlatılır (Yalçın-Heckmann, 2000: 176-180).
13
biçimlerinin icrası cumhuriyetin kuruluşundan beri siyasi
elitlerin gündeminde yer almıştır7 (Jongerden, 2007: 12-13).
Türk devleti tarihsel olarak Kürt kimliğinin ve Kürtçe konuşan
toplulukların asimilasyonunu hedeflemiştir (Yeğen 2006).
Bölgedeki geçirgenliği kolaylaştıran bir diğer neden
olarak topografya öne çıkar. Irak sınırının bir bölümü akarsu
vadilerinden, geri kalan bölümü de sarp ve engebeli arazilerden
geçmektedir. Sınır üzerinde yasal geçişin yapıldığı tek kapı
olan Habur Sınır Kapısı, Şırnak’a bağlı Silopi’de bulunur.
Bölgeyi tanıyan halk Habur’a alternatif noktalardan sınır-aşırı
geçişler yapabilirken, arazinin engebeli olması dolayısıyla
devlet güçlerinin takibi zorlaşmaktadır. Topografyanın durumu
ve sınır aşırı ağların güçlü olması, ekonomik açıdan zayıf olan
bu bölgede kaçakçılık faaliyetlerinin günümüze kadar devam
etmesine yol açmıştır. Devletlerin kendi sınırlarını tek bir
milleti kapsayacak şekilde kurumsallaştırma çabaları önünde
engel teşkil eden ve yetkililer tarafından rejimin istikrarı
yönünde bir tehlike olarak kabul edilen bu sınır aşırı geçişler
(Belge, 2011: 101; Yeğen, 1999), devlet ve piyasa ilişkileri
bağlamında bir sonraki bölümde ele alınacaktır.
7 Toplumsal ilişkilerin düzenlenmesine yönelik bir politika da bölgede var olan göçebe ve yarı göçebe toplulukların yerleşik düzene geçmesinin teşvik edilmesidir. Zira merkezi iktidarın sınırları içerisindeki halkların yönetimini ve takibini sağlayabilmesi, ikamet bilgileri, nüfus sayımları veistatistiki bilgiler gibi, Scott’un (1998) deyimiyle kişileri “okunur” kılan araçlarla mümkün olmaktadır. Ancak günümüzde sayıları azalarak var olan göçebe halklar, belli rotaları olmasına rağmen, hem ülke içerisinde hem de sınırlar arasındaki alanın bir yandan “okunabilir” olmasını, bir yandan da sabitleşmesi ve standartlaşmasını zorlaştırmaktadır. Güneydoğu Anadolu’daki yaylacılık ve göçebelikle ilgili detaylı bilgi için Thevenin’in (2011) yakın zamanda yayınlanan etnografik çalışması incelenebilir.
14
1980’ler öncesinde Irak sınırı ve sınır bölgesine yönelik
politikalar, Irak’taki aşiretler ve etnik gruplar arasındaki
bazı çatışmalar sonucu Türkiye sınırında iltica başvurusu
yapan, az sayıdaki göçmenin idaresini bir kenara koyarsak,
nüfusun homojenleştirilmesi ve kaçakçılığın önlenmesi
meselelerine odaklanmaktaydı. Ancak PKK’nın ortaya çıkması ve
güçlenmesiyle sınır kontrolü “terörle mücadele” kapsamında ele
alınmaya başlandı. 1980’ler itibariyle sınır güvenliğinin
teknolojik araçlar ve askerle sağlanması ve sürekli olarak
takip edilmesi hedeflendi. Bu çalışmaların basındaki
yansımalarına, “bölücü gerillanın sızmasını engellemek için dev
projektörler”8 (1985), “termal kameralar ve elektrikli teller
içeren elektronik sınır duvarlarının” inşa edilmesi9 (1995),
sınır kapısındaki yolsuzluklara karşı bilgisayarlı sistem ile
koruma sağlanması10 ve sınıra “askerlerden bir duvar”
çekilmesi11 (1992) gibi haberler örnek gösterilebilir.
Teknoloji kullanımının başlıca amacı panopticonda olduğu
gibi sınır üzerinde her yerin gözetlenebilir olmasıdır.
Yukarıda bahsedilen nedenlerden dolayı (sınır-aşırı ağlar ve
topografya) yerele ve gündelik yaşam pratiklerine nüfuz
edebilen grupların takip edilmesi ise, daha küçük ölçekte
etkili olabilen farklı mekanizmalarla gerçekleştirilmeye
çalışılmıştır. 1990’lardan itibaren sınır karakolları, köy
koruculuğu sistemi, kara mayınlarının yerleştirilmesi ve 2008
yılından itibaren TOKİ tarafından yapılmakta olan yüksek
8 Milliyet, “Güney sınırlarımız ışıl ışıl…”, 16.08.1985.9 Milliyet, “Elektronik sınır duvarı”, 25.04.1995.10 Milliyet, “Dijital sınır kapısı”, 10.06.1998.11 Milliyet, “Kilometresi 1 milyara sınır güvenliği”, 25.04.1992.
15
güvenlikli kalekollar bu çerçevede sayılabilir. Bu
uygulamalarla sınırın ve sınır bölgesinin sadece fiziki olarak
değil, sosyal olarak da gözetlenmesi, düzenlenmesi ve
“okunabilir olması” (Belge, 2011) amaçlanmaktadır.
Doğanın değiştirilerek veya tahrip edilerek bölgedeki
düzenin sağlanmaya çalışılması özellikle 1990’lardan itibaren
devlet tarafından kullanılan bir başka yöntemdir (Warner, 2008;
van Etten vd. 2008; Jongerden, 2010). Bu yöntemin kullanıldığı
örneklerden biri, önceleri bölgedeki zengin su ve toprak
kaynaklarının kullanılmasını hedefleyen bir enerji ve sulama
projesi olarak ortaya çıkan, ancak daha sonra Kürt meselesinde
tartışmalı bir yer teşkil eden ve 1982 yılında uygulamaya
koyulan Güneydoğu Anadolu Projesi’dir (GAP). Devlet için GAP’ın
başlıca hedefi bölgedeki Kürtlerin kalkınması, modern ve
sulama-temelli tarım ile birlikte bölgede yeni bir yaşam biçimi
oluşturulması, “dağlı, aşiret merkezli Kürtlerin” “modern
Türklere” dönüştürülmesi ve böylece PKK’ya yönelik ilginin
azalmasını sağlamaktır (Jongerden, 2010). Ayrıca Warner’ın
(2011: 279) belirttiği gibi, GAP’ın ortaya çıkışı sırasında
sosyo-ekonomik, çevresel, katılımcı ve eğitsel tesislerin de
inşa edileceğine dair ifadeler, o dönemde yaygınlaşan “iyi
yönetişim” ve “sürdürülebilir kalkınma” gibi yeni küresel
normların yerele uygulanması açısından örnek teşkil etmiştir.
GAP’ta tutulan suların Türkiye sınırlarını aşarak Suriye,
Irak ve İran’a yayılması dolayısıyla, GAP’ın uluslararası
etkileri de görülmektedir (Warner, 2008; van Etten vd. 2008).
GAP tarafından tutulan Fırat ve Dicle suları 1970’lerden beri
Türkiye ve diğer ülkeler arasında belli dönemlerde
16
anlaşmazlıklara yol açarken, bozulan ilişkiler anlaşmalar
yoluyla düzenlenmeye çalışılmıştır. 1990’larda Türk
siyasetçiler komşu devletlere suların paylaşılması meselesinde
ön koşul olarak PKK’yla ortak mücadeleyi şart koşmuşlardır;
örneğin Cumhurbaşkanı Özal 1992’de, Irak ve Suriye’nin PKK’yla
mücadele konusunda işbirliği yapmaları durumunda su konusunda
herhangi bir zarara uğramayacağını açıklamıştır (Jongerden,
2010: 140). 2000’lerin başından beri nehirlerin kullanımına
dair ilişkiler teknik, sosyal işbirliği ve ekonomik kalkınma
yönünde gelişme gösterse de (Warner, 2008: 284), su sorunu bir
sınır-aşırı mesele olarak gündemde kalmaktadır.
Doğanın değiştirilerek bölgedeki otoritenin
güçlendirilmesi yönündeki bir başka güncel uygulama, 2009
yılından beri Hakkari ve Şırnak’ın sınır bölgelerinde inşa
edilmekte olan barajlardır. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
(DSİ) tarafından ihaleye çıkarılan 11 baraj projesi Şırnak’ta
yedi (Uludere’nin Hezil ve Ortasu çayları üzerinde Silopi,
Uludere, Ballı, Kavşaktepe, Musatepe, Çetintepe barajları) ve
Hakkari’de dört barajı (Güzeldere çayı üzerinde Çocuktepe,
Gölgeliyamaç; Yüksekova ilçeleri arasındaki Bembo çayı üzerinde
Beyyurdu ve Aslandağı barajları) kapsamaktadır. DSİ tarafından
elektrik üretimi ve sulama amaçlı olarak tanımlanan12 barajlar,
medyada “PKK’ya karşı sınırda engel”13 olarak yansımıştır. Kürt12 Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, http://www2.dsi.gov.tr/bolge/dsi17/hakkari.htm, 10 Temmuz 2013. 13 Bu konuda yayınlanan bazı haberler: Milliyet, “PKK terörüne karşı ’11 baraj’ formülü”, 17.07.2009, http://www.milliyet.com.tr/Siyaset/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetay&ArticleID=1116429&Date=11.07.2009&b=PKK%20terorune%20karsi%2011%20baraj%20formulu&KategoriID=4, Erişim tarihi 10 Temmuz 2013; Doğan Haber Ajansı, “PKK’ya karşı planlanan 11 barajdan 2’si tamamlandı”, 26.10.2011, http://www.dha.com.tr/pkkya-karsi-planlanan-11-barajdan-2si-
17
meselesi ve suyollarının yönetimi üzerine çalışan Joost
Jongerden (2010: 142) de barajların Irak sınırı boyunca inşa
edilmesi planlanan beş metrelik betonarme duvar yerine PKK
gerillalarının nüfuz etmesini engelleyecek bir “su duvarı”
oluşturmak amacıyla yapıldığını belirtmektedir (Jongerden,
2010).
Şırnak ve Hakkari’de inşa edilen barajlar, sınırın
korunması işini ülke sınırlarının içine doğru çekerken, sınır
ötesi operasyonlar ile sınır şeridi bir bakıma dışa doğru
genişletilmektedir. 1983 yılında Türkiye ve Irak arasında
imzalanan Sınır Güvenliği ve İşbirliği Anlaşması ve Birleşmiş
Milletler kararları gereği terör faaliyetlerine karşı sıcak
takip hakkı sebebiyle gerçekleştirilen, ancak kimi zaman bu hak
ihlal edildiği gerekçesiyle Irak hükümetinden eleştiri alan
operasyonlar, 1999 yılına kadar yoğun olarak devam etmiştir
(Keskin, 2008). Kara hava operasyonları dokuz yıllık bir aradan
sonra 2007 yılından itibaren tekrar başlamıştır. Amerikan
askeri takip programı Göçebe Gölge Operasyonu (Nomad Shadow
Operation) kapsamında Kasım 2011’den bu yana kameralı predatör
uçakların Irak sınırı boyunca gözetleme yaptığı
bilinmektedir14.
“Dışarıdaki yabancı” ve “içerideki yabancının” kesiştiği
noktalarda önceden görülmemiş, ancak daha sonra başka ülkelere
tamamlandi_226017.html, Erişim tarihi 10 Temmuz 2013; Sabah, “Sınırda PKK’ya barajla abluka”, 08.05.2011, .14 Hürriyet, “Göçebe Gölge sırları”, 22.07.2013, http://www.hurriyet.com.tr/planet/23781740.asp; Washinton Post, “U.S. military drone surveillance is expanding to hot spots beyond declared combat zones”, 20.07. 2013, http://articles.washingtonpost.com/2013-07-20/world/40695383_1_drone-bases-unarmed-drones-drone-attacks, Erişim tarihi 10 Temmuz 2013.
18
de örnek teşkil eden uygulamalar “icat edilmiştir”. Bunlardan
en önemlisi hiç şüphesiz 1991 Körfez Krizi sonrasında Irak’tan
sığınmacı olarak Türkiye’ye kaçan yarım milyon insanın geri
dönüşü için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’yle birlikte
geliştirilen güvenli bölgedir. Irak’tan gelen Kürtlerin, Türkiye
vatandaşı Kürtlere destek vermesi ve ülke içinde 1980’lerden
beri ivme kazanan Kürt sorununu güçlendirmesi endişesinin de
etkisiyle, göçün ilk haftalarından itibaren Cumhurbaşkanı
Turgut Özal tarafından Irak’ın kuzeyinde bir “tampon bölge”
inşa edilmesi önerilmiştir. İngiltere ve ABD tarafından
“güvenli bölge” (safe haven) ismiyle öne sürülen proje,
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden Nisan 1991’de onay
almasının ardından Irak’ta 36. paralelin kuzeyinde uygulamaya
konmuştur. Amaç, Irak’taki çatışmalardan kaçan kişiler için,
Irak sınırları içinde güvenli olarak yaşayabilecekleri bir
güvenlik koridorunun sağlanmasıdır (Danış, 2010).
Daha önce örneği görülmemiş bu uygulama, yani mültecilerin
zulüm korkusuyla kaçtıkları ülkenin içerisinde askeri müdahale
yoluyla güvenli bir alan yaratılması, insan hakları
örgütlerinin tüm eleştirilerine rağmen Soğuk Savaş sonrasında
artan mülteci gruplardan bunalan batılı ülkeler için ideal bir
yöntem olmuş ve mülteci yönetiminin bir parçası haline
gelmiştir. Irak’ta uygulanan bu yöntem daha sonra başka
ülkelere de örnek teşkil etmiş; eski Yugoslavya’da (1992),
Somali’de (1992), Ruanda’da (1994) ve Haiti’deki (1994) mülteci
krizleri sırasında da uygulanmıştır. Mülteci akınlarının
“azaltılması, düzenlenmesi ve sonunda geri çevrilmesi”
(Roberts, 1998: 391; Danış, 2010) amacı taşıyan bu yöntemler
19
sınırın ileri geri hareketi, merkezi devletin teritoryası
üzerindeki kontrolünün uluslararası güç ilişkilerine yansıması
açısından da okunabilir.
Burada altı çizilmesi gereken bir başka nokta da 1991
krizi ve Irak’ta yaşanan diğer siyasi krizlerden sonra
Türkiye’ye yönelen göç hareketlerinde görüldüğü gibi Irak’lı
göçmenlerin Türkiye’deki vatandaşlık ve “yabancılık” rejimi
bağlamında ayrışmasıdır. Zira Türkiye’de 1934 İskan Kanunu’yla
belirlenmiş ve 2006’daki yasa değişikliğinde de sürdürülen
düzenlemeye göre, sadece Türk kültüründen ve soyundan gelen
kişiler göçmen olarak kabul edilme veya vatandaşlığa hak
kazanma potansiyeli taşımaktadır. Ayrıca Türkiye’nin Cenevre
Sözleşmesi’ndeki coğrafi sınırlama maddesini kaldırmaması
dolayısıyla, Avrupa dışından gelen kişilerin mülteci statüsü
alması da mümkün değildir. Sonuç olarak Türk soylular dışında
Türkiye’ye uzun süreli olarak gelenleri iki alternatif süreç
beklemektedir: (a) Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek
Komiserliği’nden (BMMYK) sığınmacı statüsü alabilenler üçüncü
bir ülkeye yeniden yerleştirilene kadar geçici olarak ikamet
eder, (b) sığınmacı statüsü alamayan veya hiç başvurmayanlar
ülkede “yasadışı” konumda güvencesiz ve eğreti bir hayata
mecbur olurlar.
Göçmenler bağlamında ele alındığında kapıların açık veya
kapalı olması Türkiye’deki vatandaşlık ve üyelik
düzenlemelerinden uluslararası siyasete, geniş bir alanda
etkili olan faktörlere bağlıdır. Yukarıda bahsedildiği gibi
1991’deki Körfez Savaşı sonrasında sınıra akın eden göçmenler
daha çok iç güvenlik kaygılarıyla (Kirişci 1993) yönetildi ve
20
kısa sürede geri gönderildiler. Oysa 1992’den itibaren Irak’tan
gelmeye devam eden göçün yönetimi sınır dışında
gerçekleşmiştir. 2003 yılında Saddam Hüseyin hükümetinin
düşürülmesiyle ülkeye “demokrasi ve istikrar” geldiği
iddiasıyla, BMMYK aracılığıyla savaşın ilk yıllarında hiçbir
Iraklıya sığınmacı veya mülteci statüsü verilmemiştir. Bu
durumun yarattığı insani trajedi karşısında, BMMYK nihayet
2006’da bir rapor yayınlamış, Irak’ta güvenliğin ve istikrarın
sağlanamadığı ve Irak’ın kuzeyi dışındaki bölgelerden
başvuranların prima facie mülteci olarak doğrudan kabul edilmesi
gerektiği kararı çıkmıştır. Bu karar ertesinde Türkiye’deki
Iraklı resmi sığınmacı sayısında da ciddi bir artış yaşanmıştır
(Danış ve Bayraktar, 2010: 11-12).
Son dönemde sınır yönetiminin güçlendirilmesine dair
çalışmalar, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) aday olması
dolayısıyla yeni bir uluslararası boyut daha kazanmıştır. AB
24. Fasıl (Adalet, Özgürlük ve Güvenlik) kapsamında Türkiye’nin
sınır yönetimine dair çeşitli koşullar ortaya koyarken,
özellikle son yıllarda “entegre sınır yönetimi” meselesi
müzakerelerde önemli bir rol oynamıştır. Sınır yönetimi
bağlamında AB’nin öncelikli beklentileri, “tek bir otorite
altında toplanacak profesyonel ve sivil sınır muhafızlığı”
sisteminin gerçekleştirilmesi, bu bağlamda gerekli yasal,
idari, kurumsal, yapısal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi,
gerekli teçhizatın ve fiziki altyapının sağlanması ve
personelin eğitimi çerçevesinde şekillenmektedir (Kirişci,
2007; İçduygu, 2011). Ayrıca AB’ye uyum çerçevesinde 1990’larda
sınır bölgelerinde yapılan çalışmaların pek çoğunun ortadan
21
kaldırılması ve yerine yeni mekanizmaların getirilmesi ön plana
çıkmaktadır. Örneğin AB üye ülkelerinin 1997 yılında Ottawa
Konferansı’nda kabul ettiği sözleşme dolayısıyla, Türkiye’de
insan hakları açısından sorunlu bir mesele olan kara
mayınlarının temizlenmesi de ilerleme raporlarına yansıyan
maddeler arasındadır.
AB tarafından koşulluluk (contingency) çerçevesinde ele
alınan, “Entegre Sınır Yönetimi” açık bir şekilde yeni
yönetişim yöntem ve mekanizmalarının kullanıldığı bir iktidar
teknolojisine doğru dönüşümü işaret eder. Bu dönüşüm asker-
odaklı bir sınır kontrolü yerine sivil ve profesyonel bir sınır
muhafaza birliğinin kurulması; ordunun sınırdan çekilmesi, yeni
bir sınır yönetimi bürosunun kurulması, sınır polisi biriminin
inşası ve sınır polisi öğrencilerinin eğitimine kadar etraflı
bir programı kapsar. Ancak özellikle Irak ve İran sınırına dair
olan güvenlik kaygıları nedeniyle Türk devleti, sınırların
sivilleştirilmesi meselesinde çekimser davranmaktadır.
Özçürümez ve Şenses’in (2011: 243) de belirttiği gibi, AB’nin
beklentileri ve Türk devletinin çekimserliği arasındaki
çatışmanın temelinde Türkiye’deki iç politika endişeleri ve
öncelikleriyle AB’nin beklenti ve önceliklerinin uyuşmaması, bu
durumun devlet yapısındaki farklı aktörler (TSK, İçişleri
Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı gibi) arasındaki uyuşmazlığa
yansıması bulunur. Türk Devleti’nin politikaları geçmişten beri
öncelikli olarak “içerideki yabancılara” odaklanırken, AB
tarafından sadece “dışarıdaki yabancılar” perspektifini
yansıtan “kale Avrupa”yı güçlendirecek uygulamalar Türk devlet
sisteminde karşılık bulmamaktadır (B. Aksel ve Danış,
22
yayınlanacak). Halen gündemde olan kalekol projeleri ve sınır
boyunca inşa edilen barajlar örneklerinde de görüldüğü gibi
içerideki yabancılar yaklaşımı ve TSK’nın bu alandaki etkinliği
devam etmektedir.
DENETİMLİ GEÇİRGENLİK
Sınırla ilgili güncel tartışmalar daha çok sınır
kontrolleri ve sınırın geçirmezliği üzerinden ilerlese de,
sınırlar her zaman devlet kontrolünün mutlak olduğu bölgeler
olmamıştır. Andreas’ın da ifade ettiği gibi, “nadir istisnalar
dışında, sınırlar oldukça geçirgen yerler”dir (Andreas,
2000’den aktaran Kolay, 2012: 129). Bu geçirgenlik özellikle
Türkiye-Irak sınırı gibi topografik, etnik ve demografik açıdan
devlet denetiminin sınırlı olduğu/olabildiği yerlerde daha da
dikkat çekicidir. Dağlık bölgenin coğrafi yapısından dolayı
kontrolü zor olması, ulus-devlet sınırları çizilirken bazı Kürt
aşiretlerin sınırın iki yanına dağılması ve halen akrabalık
ilişkilerinin devam etmesi sınır aşan geçişleri kolaylaştıran
faktörler olmuştur. Son on yılda bu sınırdaki dolaşımın daha da
artmasında ise hem dış, hem de iç faktörler etkilidir: 2003
Amerikan işgali ve Saddam Hüseyin’in düşmesi, AKP hükümetinin
benimsediği “komşularla sıfır sorun politikası”, krize giren AB
ekonomisine bir alternatif olarak önem kazanan Ortadoğu ve
özellikle Irak pazarının gelişimi.
Sınır geçişleri arttıkça devletin önemsizleştiğini düşünmek
yanlış olur, aksine devletler sınır bölgelerinde iktidarlarını
yeniden tesis etmenin yollarını ararlar. Son on yılda Türkiye-
23
Irak sınırında devlet sınırdaki hareketleri kendi denetimi
altına alarak yeniden düzenlemeye çalışmaktadır. Bunun için
yukarıdaki bölümde bahsettiğimiz gibi yeni iktidar
teknolojileri ile bir yandan istenmeyen geçişleri, özellikle de
“içerideki yabancıların” denetimsiz sınır ötesi hareketlerini
kısıtlamaya, öte yandan da diğer geçişleri çeşitli yöntemlerle
kendi gözetimi altında yeniden düzenlemeye soyunmuştur. Bu bir
anlamda, kabaca “kontrol etmek, düzenlemek, şekillendirmek,
hükmetmek veya otorite uygulamak üzere geliştirilen strateji,
taktik, süreç, izlek veya program” olarak tanımlanan yönetişim
mantığının ete kemiğe bürünmüş halidir (Rose 1999, 15). Ancak
yönetişim teorisini bizim için daha ilginç kılan “yeni kamu
idaresi” anlayışıyla, devletin rolünün değiştiği ortamda özel
sektör ve sivil toplum gibi diğer aktörlerin sürece dahlinin
artışı olmuştur. Pek çok araştırmacı, yönetişimle beraber artık
"idare"nin tek başına yekpare bir aktör olarak devlet anlamına
gelmediği, ama çeşitli aktör ve kurumların karşılıklı
etkileşimi sonucu ortaya çıktığını ifade etmişlerdir (Ceyhan,
2006; Rose, 1999: 15-16).
Türkiye-Irak sınırında geçişleri resmi denetime tabii olan
ve olmayan geçişler olarak gruplandırabiliriz.15 Gayrı-resmi
geçişler dendiğinde, sadece bu sınıra has olmayan, sınır
ticareti olarak da ifade edilen kaçakçılık söz konusudur. Bu
ticareti mümkün kılan en önemli etken sınırın iki tarafında
yaşayan nüfusun akrabalık ve aşiret bağları sayesinde15 Bu makalede kara sınırını ele aldığımız için havayoluyla yapılan geçişlerkonumuz dışında kalmaktadır ama özellikle Irak ve Kuzey Kürdistan’ın Türkiye ile ekonomik ilişkileri açısından havaalanı çıkış ve girişleri de gittikçe artan bir ağırlığa sahiptir. Türk Hava Yolları, 1991’den beri kapalı olan Bağdat seferlerini 2008’de yeniden başlatmıştır. Ardından 2011’de sırasıyla Erbil, Basra, Necef ve Süleymaniye seferleri açılmıştır.
24
ilişkilerini sürdürmesi olmuştur (Yalçın-Heckmann, 2000).
Sanayisi olmayan, coğrafi yapıdan dolayı tarımı gelişemeyen bu
bölgedeki en önemli ekonomik faaliyet olan hayvancılığın da
devletin köy ve mezra boşaltmaları sonucunda bitmesiyle, sınır
boyunca yerleşmiş köyler için “kaçakçılık” tek gelir kapısı
olmuştur. Burada işleri dramatikleştiren sınır ticareti
bağlamında iki ülke arasında serbestçe dolaşan nüfusun,
devletin gözünde PKK destekçisi olarak görülmesidir. Bunun
trajik sonuçlarından biri 28 Aralık 2011’de Irak tarafından
kaçak yakıtla dönerken PKK’lı sanıldıkları için F-16 savaş
uçaklarıyla bombalanan Uludereli köylüler olmuştur. 34 kişinin
öldürüldüğü bu katliamla, 2013’te Lice’deki kalekol inşaatını
protesto eden köylülerin sert bir şekilde bastırılması ve
Başbakan’ın meseleyi “esrar, eroin, silah, insan kaçırmaya”16
dayandırarak bu ticareti kriminalize etme çabası devletin artık
denetimsiz geçişler konusunda hem uygulamada, hem de söylemde
çok daha sert bir tutum alacağının göstergesi olmuştur.
Devlet bir yandan kendi kontrolü dışında gelişen bu
ticareti engellemeye çalışırken, diğer yandan da resmi
geçişleri teşvik etmek ve daha etkin kılabilmek için Türkiye
Irak sınırındaki tek gümrük kapısı olan Habur’u17 geliştirmeye
çalışmaktadır. Sınır kapısının teknolojik araçlar kullanılarak
düzenlenmesi, hem kapıdan geçenlerin hem de burayı yönetenlerin16 “Kalekol inşaatına protesto”, Hürriyet, 29 Haziran 2013, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/23612920.asp, Erişim tarihi 10 Temmuz 2013; “Erdoğan: Lice esrardan”, Hürriyet, 3 Temmuz 2013, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/23640893.asp, Erişim tarihi 10 Temmuz 2013.17 Şırnak’a bağlı Silopi İlçesine 17 km. uzaklıkta yer alan ve Türkiye’nin Irak’a açılan tek noktası olan Habur Gümrük Kapısı, 1954 yılında Gümrük İdare Memurluğu olarak hizmete başlamış, 1981’de Habur Gümrükleri Başmüdürlüğü ve 2003’te de Habur Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğü olmuştur.
25
düzenlenmesini öngörür. Kötü yönetimi, hantallığı, verimsizliği
ve sürüp giden yolsuzluklarıyla nam salmış18 Habur’un
yenilenmesi için 2006 yılında devlet Yap-İşlet-Devret modeliyle
TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) görevlendirilmiştir.
Kapının, devletin yönlendirmesiyle, özel sektörün mesleki üst
kuruluşu olan TOBB tarafından modernize edilmesi, sınırlar gibi
ulus-devlet mantığının en güçlü olduğu bölgelerde bile
neoliberal dönemin yönetişim mantığına has kamu-özel
ortaklığının hayata geçirilmekte olduğunu göstermektedir.
Ayrıca bu yenilemeyle fiziki altyapıyı geliştirmek kadar, bir
tür “normlaştırma”, sınır kapısının belli kurallarla
yönetilmesi ve geçişlerin denetim altına alınması da
amaçlanmıştır19. 18 Habur sınır kapısındaki sorunlar 1970’li yıllardan beri zaman zamangündeme gelmiştir. 1978’te Habur’dan 8-9 saatte çıkılıyor olması, geçişyapan araç sayısı 1800’ü bulmasına rağmen kapıda görevli olarak sadece dörtgümrükçü bulunması eleştirilmişti. (“Habur sınır kapısından 8-9 saatteçıkılıyor”, Milliyet, 19 Mayıs 1978). 80’li yıllarda, Türkiye-Irak sınırkapısı güvenlik sebebiyle sık sık kapatılır olmuştu. 1986 tarihli birhaberde, Barzani’ye bağlı askerlerin geceleri Irak’a mal taşıyan tırlarasaldırması ve Irak devletinin sınır güvenliğini sağlayamaması yüzünden Türktırlarının sınırda bekletildiği dile getiriliyordu. (“TIR’lar terledi”,Milliyet, 17 Temmuz 1986). 2006’daki modernizasyon çalışmasına rağmen,Habur sınır kapısındaki muazzam kuyruklar, yetersiz ve beceriksiz sınıryönetimi konusunda eleştiriler devam etmektedir. (“Habur sınır kapısındaacayip acayip işler”, Hakan Albayrak, 24 Temmuz 2013,http://haber.stargazete.com/yazar/habur-sinir-kapisinda-acayip-acayip-seyler/yazi-775125, Erişim tarihi 10 Temmuz 2013.) Kapıda bekleme sorunu veçözüm için fiziki altyapıyı geliştirme çabası sürmektedir. (“Habur SınırKapısı'ndaki trafik tarih olacak”, Samanyolu, 5 Aralık 2012,http://www.samanyoluhaber.com/gundem/Habur-Sinir-Kapisindaki-trafik-tarih-olacak/897076/, Erişim tarihi 10 Temmuz 2013).19 Bu kapıda hizmet veren birimlerin sayıca çokluğu da uygulamada devletin parçalı ve çoklu yapısına işaret eder. Neşe Özgen 2004 tarihli raporunda insan, mal ve araç geçişlerini düzenleyen Habur Gümrük Kapısında 12 farklı kuruluşun yer aldığını belirtmiştir. “(B)u kuruluşlar, farklı bakanlıklara bağlı olarak: Mülki İdare Amirliği, Gümrükler ve Gümrük Muhafaza Başmüdürlüğü, Emniyet Amirliği, Saymanlık müdürlüğü, Tahaffuzhane ve Veteriner Hekimliği, Sağlık Denetleme Merkez Baştabipliği, Turizm Danışma Müdürlüğü, PTT Şube müdürlüğü, Ulaştırma Şube müdürlüğü, Tekel Vergisiz
26
Geçmişte daha çok aşiret ve akrabalık bağlarından beslenen
kaçakçılık üzerinden süren geçişler, bugün Habur sınır kapısı
ile hem iki komşu ülke, hem de uluslararası sermaye için önemli
bir geçiş koridoru olmuştur. Türkiye ile Irak arasındaki ticari
alışveriş dışında, 3. ülkelerden, özellikle de Avrupa’dan gelen
mallar da bu kapıdan geçerek Irak pazarına ulaşmaktadır. Son on
yılda Türkiye’nin Ortadoğu ve Afrika ile diplomatik ve ekonomik
anlamda yakınlaşması, bu ülkelerde yeni pazarların açılması,
sekteye uğrayan Avrupa’yla ilişkilere bir alternatif olarak
daha da önem kazanmıştır. Türkiye ve Irak sınırının “incelmesi”
ve denetimli geçirgenliğinin artmasında, AKP hükümetinin
benimsediği “komşularla iyi ilişkiler” politikasının da etkisi
olmuştur. Altunışık ve Martin’e (2011) göre hükümetin dış
politikasının belirleyenleri, bir yandan bölgedeki ilişkilerini
güçlendirmesi ve bölgesel liderliğe yönelik yeni hedeflerin
izlenmesi, bir yandan da Irak’taki bölgesel bütünlüğün
sağlanması gibi var olan politikaların korunması üzerinden
şekillenmektedir.
İki ülke arasındaki bu yakınlaşmanın yarattığı ekonomik
fırsatlar, İstanbul ve Ankaralı büyük sanayiciler dışında,
sınır bölgesinin hinterlandındaki Diyarbakır, Antep, Mardin
başta olmak üzere bölge ekonomisi için de yeni bir can damarı
olmuştur. Özellikle 2003 Amerikan işgali sonrası Irak’ın
yabancı yatırımcılara açılmasıyla, Irak Kürdistanı Türkiyeli
işadamları için önemli bir pazar ve yeni yatırımların
yapılacağı bir bölge haline gelmiştir. Ayşe Seda Yüksel’in
Satış Mağaza Amirliği, TASİŞ İşletme Müdürlüğü ve TURİNG ve Otomobil KurumuMüdürlüğü. Bütün bu kuruluşların koordinasyonundan, valiliğin görevlendirdiği mülki amir sorumludur.” (Özgen, 2004: 72)
27
araştırmasına göre, Diyarbakır’da üretilerek ihraç edilen
malların %56’sı Irak pazarına giderken, bazı bölge işadamları
da Irak Kürdistanı’nda inşaattan lokantacılığa kadar değişik
sektörlerde yatırım yapmışlardır (2008 DTSO raporundan aktaran
Yüksel, 2011: 448-449).
İki ülke arasındaki söz konusu yakınlaşma hem yasal giriş
çıkış sayılarında, hem de kamyon geçiş istatistiklerinde açıkça
gözlemlenmektedir. Aşağıdaki grafikte görüldüğü üzere,
Türkiye’ye giriş yapan Iraklılar için Şırnak’taki Habur Kapısı
2003’e kadar diğer giriş yerlerinden farklı değilken, son on
yılda bu kapıdan girişler ciddi oranda artmış ve 2012’de
yaklaşık 280 bin kişiye ulaşmıştır. Bu sayının önümüzdeki
yıllarda, karayoluyla girenlere de sağlanan yeni vize
kolaylığıyla daha da artacağı öngörülebilir. 2010 yılında
Dışişleri Bakanlığı Irak’tan hava yoluyla Türkiye’ye gelen Irak
vatandaşlarına geri dönüş bileti ve günlük 50 dolar para ibraz
etmeleri şartıyla, indikleri havalimanında 30 güne kadar ikamet
süreli tek giriş vizelerinin harçsız olarak verilmesine izin
vermişti20. Havayoluyla seyahat edenlere sağlanan bu kolaylığın
Haziran 2013’ten itibaren elektronik vize (e-vize)
uygulamasıyla karayoluyla gelenler için Habur Sınır Kapısı’nda
da geçerli olacağı duyuruldu.21 Hem kolaylaştırıcı bir20“Irak Vatandaşlarının vize müracaatları”, 17 Haziran 2010, http://www.tursab.org.tr/tr/tursabdan-haberler/irak-vatandaslarinin-vize-muracaatlari_1328.html, Erişim tarihi 10 Temmuz 2013. 21 Küçük ama önemli bir ayrıntı da, bu uygulamayla daha önce Habur Sınır Kapısı için aranan Schengen veya OECD ülkelerinin vize ya da ikamet izni şartı da aranmayacak olmasıdır. Uygulamaya göre, Irak pasaportuna sahip vatandaşlar, www.evisa.gov.tr adresine girerek kimlik/pasaport bilgilerini ve Türkiye’ye hangi tarihlerde seyahat edeceklerini sisteme kaydederek yaptıkları e-vize başvurularının çıktısıyla Türkiye’ye giriş yapabilecekler. 11 Haziran 2013, AA’dan aktaran
28
düzenleme hem de bir tür gözetim yöntemi olarak
değerlendirilebilecek bu yeni elektronik uygulama, Foucault’nun
bahsettiği iktidar teknolojilerinden biri olduğu kadar,
yönetişim yazınının bahsettiği neoliberal çağda ihtiyaç duyulan
etkinlik ve verimliliğin de bir örneğidir.
Grafik: Sınır kapılarına göre Türkiye’ye giriş yapan Iraklı kişiler
Kaynak: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerinden derleme
Habur sınır kapısı her şeyden önce mazot ticareti
demektir. Uzun yıllar Türkiye sınırlarında araştırma yapan Neşe
Özgen’in 2004 raporuna göre, Habur Kapısı, diğer kara sınır
kapıları arasında en yeni kapı olmasına rağmen, en çok gelir
getiren ve motorin ithalatına izin verilen ilk kapıdır (Özgen,
2004: 71). 2001 yılında Şırnak Valiliği tarafından yayınlanan
verilere göre Habur Kapısı'ndan ayda 75 bin ton, Iğdır
http://www.haberler.com/irak-vatandaslarina-vize-kolayligi-4719131-haberi/,Erişim tarihi 10 Temmuz 2013.
29
Kapısı'ndan da 15 bin ton motorin ithalatı yapılmaktaydı22
(aktaran Özgen, 2004: 70). Uzun bir süre, sınır ticareti
kapsamında komşu ülkeden getirilen motorinin Türkiye’nin diğer
illerine vergiden muaf olarak götürülmesi -halk arasındaki
ifadesiyle “mazot ticareti”- tarımı ve sanayisi gelişmemiş,
hayvancılığı bitmiş bu bölge için hayati önemde bir gelir
kaynağı olmuştur. Ayrıca Habur Sınır Kapısı doğrudan bir
yerleşim bölgesinde yer almadığı için, diğer sınır kapıları
gibi tek bir kasabaya değil de, çevresinde yer alan geniş bir
art alana ekonomik canlılık sağlamıştır. 2002’de 45.300 kayıtlı
araçla Şırnak, Siirt ve Mardin civarında yaşayan 200.000 aile
geçimini mazot ticaretinden sağlamaktaydı (Özgen, 2004: 80).
2001 yılında bölgeyi ziyaret eden bir gazeteci de, Şırnak
Valiliğine kayıtlı 48 bin kamyon olduğunu, 43 binin faal olarak
Irak’tan Türkiye’ye motorin ticareti yaptığını dile
getirmiştir. Sınır kapısındaki kötü işleyişten dolayı bu
kamyonlara 85 günde bir sıra gelmesine rağmen tek bir seferde
yaklaşık 500 dolar kazandıran bu faaliyet, işsizlik ve
yoksulluk içindeki bölge için vazgeçilemez bir geçim kaynağı
olmuştur23.
Türkiye-Irak sınırındaki akaryakıt ticareti devletin yerel
halkla kurduğu bir tür patronaj ilişkisi olarak da
değerlendirilebilinir. Örneğin 1996 yılında Habur kapısının
vergisiz mazot ticaretine açılması ve Şırnak iline kayıtlı22 İktisatçı Nurettin Öztürk sınır ticareti üzerine yazdığı makalede, bu konudaki kayıtların gerçekçi olmadığını, sağlıklı ve karşılaştırılabilir istatistikler tutulmadığını, dolayısıyla sınır ticaretiyle ilgili sayısal verilere şüpheyle yaklaşmak gerektiğini belirtmektedir (Öztürk, 2006: 122).23 Şelale Kadak “Habur'a gittik sıkıntıları gördük”, Sabah, 6.9.2001, http://arsiv.sabah.com.tr/2001/09/06/y56.html, Erişim tarihi 10 Temmuz 2013.
30
olanlara mazot taşıma hakkı verilmesi, “devletin gayri resmi
olarak sınır vatandaşlarına tanıdığı bir hak” olarak
görülmüştür (Özgen, 2004: 80). Ancak bu “hakkın” her zaman
eşitlikçi bir şekilde dağıtıldığı söylenemez. Büyük tonajlı
petrol taşımacılığına geçişle beraber, sermayesi yetersiz olan
küçük aktörler sürecin dışına itilirken, büyük taşımacılık
filosu kurma gücüne sahip bölgenin zenginleri ve aşiret
liderleri daha da güçlenmiştir.
“Büyük tonajlı petrol taşımacılığı ancak yöreninzenginlerine mahsus bir fırsattır. (…) örneğin Kızıltepe-Bismil-Cizre gibi ilçelerde büyük ve güçlü aşiretlerinöncelikle reislerine, sonra da tüm aşirete ait büyüktaşımacılık filoları vardır. (…) Yoksulların ancak eskimodel veya kamyonun üzerine bindirilmiş, banyoteknesinden, demirciye yaptırılmış büyük haznelere kadarbazı tankları taşıyarak mazot vb. getirme imkanıolmaktadır. Ancak belli model araçlarla taşımayapılabileceğine dair mevcut kanunlara rağmen, sınırkapısında yasal olmayan ama yönetmeliklerle düzenlenmişbiçimiyle bu eski ve donanımsız tankerlerin geçişine izinverilmekte, başka bir deyimle göz yumulmakta; ayrıca hertanker sahibine 400-500 litre kadar kendisine ait mazotgetirebileceği söylenmektedir. Bugünkü görünüm, şoförlerin100-200 lt. bidonları koltuk altlarına sıkıştırdığı; 2tona yakın 'kendine mazot' alabilmek için kaçak-görünmeyentankların yaptırıldığı; eski yeni kilometrelerce uzunluktabir sıradır. Zaman zaman rüşvet/ yalvarma/ kaçak geçirme/göz yumma vb. enformel geçişlerle, göz yumulan ve yasalolarak hesaplanandan fazlası mutlaka geçirilmeyeçalışılmaktadır.” (Özgen, 2004: 81)
Devletin mazot ticaretine göz yumması bölgedeki Kürt
nüfusun radikalleşme ihtimaline ve “dağa çıkma” tehdidine karşı
bölge halkını ekonomik açıdan kazanma yöntemi olarak da
görülebilir. Irak’a uygulanan uluslararası ambargo sınırdaki
31
ticarete ağır darbe vurduğu zaman, bölge esnafının isyanı ve
kapının bir an önce açılması talebine karşılık dönemin
başbakanı Tansu Çiller 1994’te motorin ticaretini tekrar
başlatmıştır. Kapı açılırken, amaçlanan hedefler arasında
bölgede artan yoksulluğa çare olmak kadar, kuşkusuz PKK
sempatizanlığının önüne geçme saiği de önemli bir yer
tutuyordu. Ancak 1990’lı yıllar, ordunun güvenlik çekincesi ve
özellikle Kürt devleti ihtimali korkusuyla kapının bir açılıp
bir kapandığı yıllar olmuştur. Sınır ticaretinde farklı
aktörlerin (kamyoncular, gümrük memurları, yerel eşraf ve
politikacılar) girift ilişkilerine rağmen, devlet oyun
kurucunun kendisi olduğunu bölgenin can damarı olan Habur
Kapısı’nda gümrük kurallarını sürekli değiştirerek göstermiştir
(Kolay, 2012). Bir anlamda, Türkiye Irak sınırında 90lar, yeni
çağın en etkili iktidar aracı olarak, belirsizlikle yönetme
taktiğinin deneme sahası olmuştur.
Sınıra dair politika değişikliklerinin ilgili tüm
aktörleri -sınırın karşı tarafı da dahil olmak üzere- muhakkak
etkileyeceğini unutmamak gerekir. Habur sınır kapısının
ürettiği ekonomik değer sadece “içerideki yabancıları” değil,
“dışarıdakileri” de etkilemekte, bazı kesimlerce dile
getirildiği üzere Türk devletinin sadece Türkiye’dekilere
değil, karşı taraftakilere de verdiği “sübvansiyon” olarak
görülmekteydi. Gerçekten de, Irak’a uygulanan ambargonun
“petrol karşılığı gıda” programıyla gevşetildiği dönemde, sınır
geçişlerinden toplanan vergi Irak Kürt Yönetimi için temel
gelir kaynağı olmuştur24. 24 “1998 yılında Habur Sınır Kapısı’ndaki (daha doğrusu Kuzey Irak Bölgesindeki adıyla İbrahim Halil Sınır Kapısı) transit geçişlerden alınan
32
Ambargonun gevşemesiyle tekrar canlanan vergisiz akaryakıt
ticaretinin yarattığı gelirin büyüklüğü Türk yöneticilerin de
iştahını kabartmıştı. 1997’de ayda 2,5 trilyon liranın girdiği
Habur Kapısı’nda, günde iki bin kamyon giriş çıkış yapıyor ve
aylık döviz girdisi on milyon dolara kadar çıkıyordu25. Böylece
TPIC (Turkish Petroleum International Company) kuruldu. TPAO’ya
(Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı) bağlı bir şirket olarak
kurulan TPIC, Irak’tan getirilen akaryakıtı düşük fiyattan
satın alıp daha yüksek fiyata TPAO’ya devretmekle
görevlendirildi. Sınırdaki geçişlerden kazanılan kârdan pay
almak üzere bulunan bu yöntem aynı zamanda kamyonlarla
getirilen mazotun sınır bölgesinde kurulan tesislerde “kontrol
altına alınmasını” ve “disipline edilmesini” sağlıyordu.
1997’de Habur’a 2 km uzaktaki Hac Konaklama Tesislerinde
kurulan merkez Eylül 1999’da faaliyete geçti26. Buna göre,
Kuzey Irak’tan dönen kamyoncular getirdikleri mazotu TPIC
tesislerinde önce test ettiriyor, sonra da buradaki depolara
boşaltıyorlardı. Ancak devletin yerele müdahale çabaları kârın
çok yüksek olduğu ve yerel halkın başka bir ekonomik
alternatifi olmadığı ortamda, kamyoncular tarafından tepkiyle
karşılandı. Devlet ve yerel girişimciler arasındaki ilişkiyi
daha da gergin kılan bir diğer nokta da akaryakıt depolarıyla
ilgili yolsuzluk iddiaları oldu27.
vergiler bölgesel hükümetin toplam gelirlerinin %84,88’ine denk geliyordu” (Khasro Pirbal’dan aktaran Kolay 2008, 78)25 “Habur’a ayda 2.5 trilyon giriyor”, 2 Ocak 1997, Milliyet.26 “TPIC Habur deposu açıldı” 16.9.1999, http://www.porttakal.com/ahaber-tpic-habur-deposu-acildi-171507.html, Erişim tarihi 10 Temmuz 2013. 27 Bunun örneklerinden biri 2001’de bir gazeteci tarafından dile getirilenHabur’da sınırı geçen motorinin TPIC depolarına gidene kadar fire vermesiolayıdır. Kamyoncular bu konuda “İngiltere’nin bir adasında kurulmuş” “bir
33
Türkiye Irak sınırının biçimlenmesinde sadece ulusal
politikalar değil, uluslararası müdahaleler de etkili olmuştur.
Bunun örneklerinden ikisi, 1991 Körfez Savaşından sonra, Saddam
Hüseyin rejimini zayıflatmak için uygulanan ve iki ülkeye
ekonomik açıdan ağır bir darbe indiren ambargo paketi ve daha
sonra bunu gevşetmek için 1996’da başlatılan “Petrol Karşılığı
Gıda” programıdır. Ulusal idarenin dışında alınan bir kararla
başlatılan ambargo, ekonomik açıdan hem sınır bölgesinde hem de
iki sınırdaş ülkede ciddi hasar yaratmıştır. SETA Vakfı’nın
hazırladığı Irak dosyasına göre, “ambargo nedeniyle 1991
sonrası süreçte Türkiye’nin toplam ekonomik zararının 30 ila 80
milyar dolar arasında olduğu” tahmin edilmektedir (Çetinsaya,
2006)28. Türkiye için yasal ticaretin yeniden canlanması önce
1996’da Petrol Karşılığı Gıda programıyla, sonra da 2003 işgali
sonrası Irak’taki liberalleşmeyle olmuştur. İki ülke arasındaki
ticaret akaryakıt taşıyanlara getirilen çeşitli kısıtlamalarla
Türk şirketi bile olmayan” TPIC’i şoförlerin üzerinden haksız kazanç eldeetmekle suçlamışlardı. Devlet temsilcileri ise, kamyon sahiplerinin uzunyıllar tankerlerinde getirdikleri mazotu serbestçe satabilirken, devletinbu kâra ortak olmak istemesine tepki gösterdiklerini dile getirdiler(Şelale Kadak “Habur'a gittik sıkıntıları gördük”, Sabah, 6.9.2001). TPICile ilgili bir diğer yolsuzluk örneği de, TPIC’in Tüpraş ve TPAO’ya sattığı84 bin ton ham petrolün kaybolması oldu. TBMM Akaryakıt KaçakçılığınıAraştırma Komisyonu raporuna göre, Mayıs 2003-Nisan 2005 arasında Irak’tanTürkiye'ye gönderilen 3.2 milyon ton petrole dair Habur’da hiçbir kayıtbulunamadı. TPIC bu kaybın, doğal fire, nakliye firmasınca yol açılanzayiatlar ve ölçüm farklarından kaynaklandığını iddia ettihttp://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=158027,http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=3830461, Erişim tarihi 10Temmuz 2013). Sonuçta bu yolsuzluğun ardında kimin olduğunu tespit etmek bumakalenin boyunu aşsa da, piyasa değeri çok yüksek bir malınvergilendirilmeden, kamyoncular veya devlet eliyle kontrolsüz bir şekildepiyasaya sürülmesi neoliberalizmin gri alanlarından biri olarakdeğerlendirilebilinir.28 SETA araştırma ekibi bu zararın başlıca nedenleri arasında petrol fiyatları, sınır ticareti, bölgesel ilişkiler ve terör maliyetlerini saymaktadır (Çetinsaya, 2006).
34
zayıflarken29, Türkiye ve Avrupa ülkelerinden Irak’a taşınan
mallarla tekrar canlandı.
2003’te Amerika’nın Irak’ı işgal etmesi ve Saddam Hüseyin
rejiminin düşmesinin önemli sonuçlarından biri, seyahat başta
olmak üzere çeşitli alanlarda yaşanan serbestleşme oldu. 1991-
2003 arası uygulanan ekonomik ambargoların sonucu olarak
uluslararası piyasalardan uzak kalan ve savaş yılları boyunca
sanayi üretim kapasitesi ciddi anlamda yok olmuş Irak, ihtiyaç
duyduğu malları sağlayabilmek için yabancı ülkelerle
alışverişini geliştirdi. Irak dış ticaretindeki bu
liberalleşmeden en çok kazanç sağlayanlarsa kuşkusuz Irak’ın
komşularıydı. EUROSTAT verilerine dayanılarak hazırlanan
istatistiklere göre, 2010 yılında Irak’a ihracat yapan en
önemli 10 ülke arasında Türkiye %22,9’luk payla birinci
sıradaydı30.
Irak'ta güvenlik ve istikrarın sağlanmasıyla ticaret
hacminin daha da gelişeceği ve bu sınırda tek kapının yetersiz
kalacağı öngörülerek, son yıllarda yeni sınır kapılarının
açılması gündeme geldi. Ancak on yıldır konuşulan Ovaköy başta
olmak üzere henüz hiçbir kapının hayata geçmemiş olması,29 11 Eylül 2001 saldırısından sonra Irak Hükümeti ülkenin kuzeyine mazotvermeyi durdurunca bölgedeki yaklaşık 50 bin kamyon atıl kaldı. Daha sonramazot ticareti tekrar başlasa da, depolarını büyüterek veya başka kaçakyollarla akaryakıt getirenlere yüksek cezalar verilmesinden dolayı buticaret durma noktasına geldi. Aksiyon, “Ölü kamyonların ülkesi”,6.01.2003, http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-11016-26-olu-kamyonlarin-ulkesi.html, Erişim tarihi 10 Temmuz 2013; Gündem Bugün,“Akaryakıt zammı komşulara yaradı”, 06.05.2012,http://gundem.bugun.com.tr/akaryakit-zammi-komsulara-yaradi-haberi/191675,Erişim tarihi 10 Temmuz 201330 DG Trade Statistics, “EU Bilateral trade and trade with the world” (EUROSTAT verilerine dayanılarak hazırlanan tablo) trade.ec.europa.eu/doclib/html/113405.htm (erişim 30 temmuz 2013)
35
devlet içindeki farklı kurumlar arasında her zaman uyum
olmadığının bir göstergesidir. Irak’a yönelik taşımaların
ciddi oranda artmasıyla araç trafiğinin yoğunlaşması ve tekrar
uzun kuyruklar oluşması31 karşısında Gümrük Bakanlığı yeni
kapılar açmak istemiş32, ancak bu proje TSK’nın güvenlik
uyarısıyla şimdilik ertelenmiştir. İleride yeni kapılar
konusunun nasıl gelişeceği ekonomi ve güvenlik sarkacındaki
sınır bölgesinin işleyişine dair ipuçları sunabilir.
31 Örneğin 2007 yılında Habur kapısında geçiş yapan araç sayısı 250 bini geçmişti http://www.iraq-turkey.com/gumrukkapilari.htm .32 Yıllık 12 milyar dolarlık ticaretin yapıldığı bu sınırda, Habur’un yetersiz kaldığını ifade eden Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, İçişleri Bakanlığının izniyle Ovaköy, Aktepe ve Uludere-Gülyazı’da yeni kapılar açmayı ve bunlar arasındaki alanda “serbest bölge” kurmayı planlıyor. Kapıların açılabilmesi için gündeme gelen en radikal öneri ise, Habur Çayı’nın yatağının değiştirilerek, Türkiye-Irak doğal sınırının yeniden çizilmesi. http://www.sabah.com.tr/Ekonomi/2012/06/18/irakla-serbest-bolge,Erişim tarihi 10 Temmuz 2013.
36
SONUÇ
Sınırlar sadece kağıt üzerinde farklı devletleri ayıran
fiziki ayraçlar değil aynı zamanda farklı sosyalliklerin
birleştirildiği veya ayrıştırıldığı mekanizmalardır. Joel
Migdal’a göre (2004: 6-7) sınırlar, basit ve fiziksel ayraçlar
olmanın ötesinde iki bilişsel özelliği barındırır: Denetim
noktaları ve zihinsel haritalar. Farklı aidiyetlere dair sosyal
gruplar, gerçek ve sanal denetim noktaları kullanarak
farklılıklarını pekiştirmeye çalışır: Gerçek denetim
noktalarında vize ve pasaport uygulamalarından ırksal
profilleme gibi ayrımcı uygulamalara varan çeşitli gözetleme ve
ayrıştırma teknikleri kullanılırken, sanal denetim noktaları,
giyimden konuşulan dile ve şiveye varan çeşitli pratikler
içerir. Zihinsel haritalar ise, kişilerin mekansal
düzenlemeleri, aile bağları gibi sahip oldukları sadakat
biçimleri, grupların yansıttığı hisleri ve tutkuları, dış
dünyayı nasıl tahayyül ve inşa ettiklerine dair fikirlerin
bütünüdür. Sınırlar, denetimin yanı sıra zihinsel haritalarda
da yer eder: İnşa edilir, değiştirilir veya sürdürülürler.
Tek bir ülkenin hudutları içerisinde sosyal gruplara bağlı
olarak farklı sınırlar mevcut olabilir. Devlet ise çeşitli
pratiklerle kendi imgesini iktidar olarak meşru kılmak ve
pekiştirmek amacındadır. Farklı sosyal gruplar tarafından
çizilmiş sınırlar kendi içerisinde ve devletin inşa ettiği
fiziksel ve sosyal sınırlarla sürekli bir çatışma ve müzakere
içerisindedir (Migdal, 2004: 4-12). Migdal bu bağlamda
kaçakçılık şebekelerinden bahseder: Bu şebekelerin gizli
şifreler, kod isimler, sinyaller, seyahat için belirlenmiş
37
yollar ve kuralları çiğneyenler için önceden belirlenmiş
yasaklar gibi çeşitli gözetleme ve denetim araçları vardır.
Kaçakçılık şebekelerinin yarattığı denetim noktaları ve
zihinsel haritalar, devletler tarafından yaratılan sınırlardan
çok farklıdır –bunlar devletin yarattıklarını etkisiz kılmayı
amaçlar. Kaçakçılık şebekesiyle beraber çalışan bir sınır
muhafızı örneğinde olduğu gibi pratikteki uygulamalar her zaman
resmi kurallara uyum sağlamayabilir, devlet imgesini
zayıflatmaya yol açabilir (Migdal, 2004: 20).
Türkiye-Irak sınırında tek yasal geçiş yolu olan Habur
kapısının, Gülcan Kolay’ın ifadesiyle farklı sosyal gruplar
için “birden fazla anlamı” vardır (Kolay, 2008: 80): Habur
öncelikle ticaret demektir, zira sınırın güneyinde alım gücü
hızla yükselen ama mal üretemeyen bir toplum bulunmaktadır.
Habur aynı zamanda sınırın iki yakasındakiler için akrabalık ve
etnik bağlardan beslenen ve ortak kimlik bağlarını besleyen bir
köprü durumundadır. Habur/Halil İbrahim, Irak Kürdistanı için
dışa açılan tek kara kapısı iken, Türk tarafında devlet
içindeki askeri ve milliyetçi güçler için “düşmana açılan kapı”
olarak görülmeye devam etmektedir. Bu çoklu anlamlar, Türkiye-
Irak sınırında çelişkili görülebilecek bir tablo ortaya
çıkmasına neden olmaktadır. Bugün bir yandan sınır ötesi
operasyon geleneği hafızalardaki yerini korurken, diğer yandan
yeni kapılar açılması, hatta sınır çizgisinin değiştirilmesi
dile getirilmektedir. Yukarıda anlatılan tüm noktalar bir arada
düşünüldüğünde, Türkiye-Irak sınırında askeri mantığın yerini
piyasa güçlerinin almakta olduğu söylenebilir. Ancak yukarıda
gördüğümüz gibi, ekonomik önceliklerin baskın çıkması sınır
38
bölgesindeki kapının tümüyle serbest bırakılmasından ziyade,
geçişlerin yeni iktidar mekanizmalarıyla yeniden düzenlendiği
bir yapıya işaret etmektedir.
Bu çalışmada somut bir sınır olan Türkiye-Irak sınırı
üzerinde durulurken, bu sınır bölgesine dair müzakere ve
çatışmaların devlet tarafından nasıl yönetildiği/yönetilmeye
çalışıldığı sorgulanmıştır. Yekpare devlet imgesini ortadan
kaldıran ve temelinde düzenlemek, hükmetmek ve otorite
uygulamak olan iki kavram, yönetimsellik ve yönetişim, bu
yazıda birbirini tamamlayıcı şekilde kullanılmıştır. Sınırdaki
geçişlerin denetim altına alınması meselesi, Türkiye-Irak
sınırındaki tek resmi kapı olan Habur’un modernizasyonu, yanı
sıra yeni kapıların açılması, kalekollar, barajlar ve diğer
denetim arttırıcı projelerle bir arada uygulanmaktadır. Konunun
sadece bir güvenlik meselesi olmadığı, sınırın ticari öneminin
de giderek arttığı bir dönemde, devlet sınırda askeri ve
güvenlik boyutun yanı sıra, büyüyen ekonomik değeri kayıt
altına almaya ve sınır ticaretinden kaynaklı bu zengin gelir
kapısını kendi kontrolüne altına almaya çalışmaktadır.
39
KAYNAKÇA Akalın, A. (2012) “Açık, Döner, Mühürlü Kapılar: Yirminci
Yüzyılda Batı/Doğu Ekseninde Emek Göçünün Seyri”, Küreselleşme Çağında Göç, (Der.) G. I. Öner ve A. Ş. Öner, İstanbul: İletişim, s. 89-107
Amoore, L. (2006) “Biometric borders: Governing mobilities in the war on terror”, Political Geography, 25(3): 336-351.
Aksel, D. ve Danış, D. (yayınlanacak) “Diverse Facets of Europeanization at the Iraqi-Turkish Border”, Beyond ‘Fortress Turkey’ Paradigm at the South Eastern Border of the EU (Eds.) N. Ö. Baklacıoğlu, Y. Özer, Edwin Mellen Press.
Barrot, L. (2002), “Gouvernance”, Cités, 9.Barry, A., Osborne, T., vd. (1996) Foucault and Political
Reason: Liberalism, Noo-liberalism, and Rationalities of Government, University of Chicago Press.
Belge, C. (2011) “State Building and the Limits of Legibility: Kinship Networks and Kurdish Resistance in Turkey”, International Journal of Middle Eastern Studies, 43: 95-114.
Bevir, M. (2010) “Rethinking governmentality: Towards genealogies of governance”, European Journal of Social Theory, 13(4): 423-441.
Bevir, M. (2011) “Governance and governmentality after neoliberalism”, Policy and Politics, 39(4): 457-471.
Bevir, M. ve Gains, F. (2011) “Ideas into policy: governance and governmentality”, Policy & Politics, 39(4): 451-456.
Bigo, D. (1998) “Frontiers and security in the European Union: The illusion of migration control”, Anderson, M. ve Bort, E.(der.) The frontiers of Europe, Continuum International Publishing: 148-164.
Bigo, D. (2002) “Security and immigration: toward a critique ofthe governmentality of unease”, Alternatives: Global, Local,Political, 27(1 suppl): 63-92.
Bigo, D. (2006) “Internal and external aspects of security”, European Security, 15(4): 385-404.
Bröckling, U., Krasmann, S., ve Lemke T. (2011) Governmentality: current issues and future challenges, Taylor and Francis.
40
Burchell, G., C. Gordon, C., vd. (1991) The Foucault effect: Studies in Governmentality, University of Chicago Press.
Carrera, S. (2007) The EU border management strategy: FRONTEX and the challenges of irregular immigration in the Canary Islands. CEPS Working Documents, (261).
Ceyhan, A. (2006) “Technologie et sécurité: une gouvernance libérale dans un contexte d’incertitudes”, Cultures & Conflits [Online], 64, Hiver 2006, erişim tarihi 22 Ağustos 2013: http://conflits.revues.org/2173.
Çetinsaya, G. (2006), SETA Irak Dosyası: Irak’ta Yeni Dönem, Ortadoğu ve Türkiye, SETA Vakfı Yayınları, Rapor No. ST1-406.
Danış D. ve Bayraktar, D. (2010) Irak’tan Irağa: 2003 sonası Irak’tan komşu ülkelere ve Türkiye’ye yönelik göçler, ORSAM araştırma raporu.
Danış, D. (2010) Migration de Transit et Réseaux Sociaux : Le Cas des Migrants Irakiens en Turquie, Editions Universitaires Européennes, Saarbrücken.
Darling, J. (2011) “Domopolitics, governmentality and the regulation of asylum accommodation”, Political Geography, 30(5): 263-271.
Dolhinow, R. (2005) “Caught in the middle: The state, NGOs, andthe limits to grassroots organizing along the US–Mexico border”, Antipode, 37(3): 558-580.
Epstein, C. (2007) “Guilty Bodies, Productive Bodies, Destructive Bodies: Crossing the Biometric Borders”, International Political Sociology, 1(2): 149-164.
Fassin, D. (2011) “Policing Borders, Producing Boundaries. The Governmentality of Immigration in Dark Times”, Annual Reviewof Anthropology, 40: 213–26.
Foucault M. (1984) “Truth and Power”, Rabinow, P. (Ed.) The Foucault Reader: An Introduction to Foucault’s Thought, withMajor New Unpublished Material, Penguin Books, London, 51-75.
Foucault M. (2004) Sécurité, territoire, population, Cours au Collège de France, 1977-1978, Paris, Gallimard/Seuil, 2004.
Gambetti, Z. (2011) İktidarın Dönüşen Çehresi: Neoliberalizm, Şiddet ve Kurumsal Siyasetin Tasfiyesi, İstanbul
41
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 40: 145-166.
Guiraudon, V. (2000) “European integration and migration policy: vertical policy-making as venue shopping”, Journal of Common Market Studies, 38(2): 251-271.
İçduygu, A. (2011) The Irregular Migration Corridor between theEU and Turkey: Is it Possible to Block it with a ReadmissionAgreement?, EU-US Immigration Systems; 2011/14, Robert Schuman Centre for Advanced Studies, San Domenico di Fiesole(FI): European University Institute,
Jessop, B. (2006) “From micro-powers to governmentality: Foucault's work on statehood, state formation, statecraft and state power”, Political Geography, 26(1): 34-40.
Jessop, B. (2011) “Constituting another Foucault effect: Foucault on states and statecraft”, Bröckling, U., Krasmann,S., ve Lemke T. (der.) Governmentality: current issues and future challenges, Taylor and Francis, 56-73.
Jongerden, J. (2007) The Settlement Issue in Turkey and the Kurds: An Analysis of Spatical Policies, Modernity and War, 102, Brill.
Jongerden, J. (2010) Dams and politics in Turkey: utilizing water, developing conflict, Middle East Policy, 17(1): 137-143.
Keskin, F. (2008) “Turkey’s Trans-Border Operations in NorthernIraq: Before and after the Invasion of Iraq”, Research Journal of International Studies, 8: 59-75.
Kirişci, K.(1993) "Provide Comfort and Turkey: Decision Making for Refugee Assistance" Low Intensity Conflict and Law Enforcement, V2(2): 227-253
Kirişci, K. (2007) Border management and EU-Turkish relations: convergence or deadlock, CARIM Research Reports (2007/03), RobertSchuman Centre for Advanced Studies, San Domenico di Fiesole(FI): European University Institute.
Kolay, G. (2008) “Habur: Sınır Kapısı. Sorun Kapısı”, Birikim, 228, Nisan 2008: 71-82.
Kolay, G. (2012) “An economy of survival and reinventing the way of life: The case of oil commerce in Southeast Turkey”
42
Subverting Borders. Doing Research on Smuggling and Small-Scale Trade VS Verlag für Sozialwissenschaften, 129-146;
Lahav, G. (2004) Immigration and politics in the new Europe: Reinventing borders. Cambridge University Press.
Lavenex, S. (2008) “A governance perspective on the European neighbourhood policy: integration beyond conditionality?” Journal of European Public Policy, 15(6): 938-955.
Lavenex, S., ve Schimmelfennig, F. (2009) “EU rules beyond EU borders: theorizing external governance in European politics”, Journal of European Public Policy, 16(6): 791-812.
Migdal, J. S. (2004) “Mental Maps and Virtual Checkpoints. Struggles to Construct and Maintain State and Social Boundaries” Migdal, J. S. (der.) Boundaries and belonging: States and Societies in the Struggle to Shape Identities andLocal practices, Cambridge University Press, New York, 3-23.
Neal, A. W. (2009) “Securitization and Risk at the EU Border: The Origins of FRONTEX”, Journal of Common Market Studies, 47(2): 333-356.
Özçürümez, S. ve Şenses, N. (2011) Europeanization and Turkey: studying irregular migration policy, Journal of Balkan and Near Eastern Studies, 13(2): 233-248.
Özgen, N. (2004) Sınır Kasabaları Sosyolojisi Projesi, Ankara, Tübitak.
Öztürk, N. (2006) “Türkiye’de sınır ticaretinin gelişimi, ekonomik etkileri, karşılaşılan sorunlar ve çözüm önerileri,ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 2(3): 107-127.
Pollak, J., ve Slominski, P. (2009) “Experimentalist but not accountable governance? The role of FRONTEX in managing the EU's external borders”, West European Politics, 32(5): 904-924.
Popescu, G. (2008) “The conflicting logics of cross-border reterritorialization: Geopolitics of Euroregions in Eastern Europe”, Political Geography, 27(4): 418-438.
Purcell, M. ve Nevins, J. (2005) “Pushing the boundary: state restructuring, state theory, and the case of US-Mexico border enforcement in the 1990s”, Political Geography, 24(2): 211-235.
43
Rabinow, P. (1984) “Introduction”, P. Rabinow (Ed.) The Foucault Reader: An Introduction to Foucault’s Thought, withMajor New Unpublished Material, Penguin Books, London, 3-29.
Roberts, A. (1998) "More Refugees, Less Asylum: A regime in transformation" Journal of Refugee Studies, V.11 (4): 375-395
Rose, N. (1999) Powers of Freedom: Reframing Political Thought,Cambridge, Cambridge University Press.
Sassen, S. (2002) “Governance Hotspots Challenges We Must Confront in the Post-september 11 World”, Theory, Culture & Society, 19(4): 233-244.
Scott, J. C. (1998) Seeing like a state: How certain schemes toimprove the human condition have failed, Yale University Press.
Sparke, M. B. (2006) “A neoliberal nexus: Economy, security andthe biopolitics of citizenship on the border”, Political Geography, 25(2): 151-180.
Thevenin, M. (2011) “Kurdish Transhumance: Pastoral practices in South-east Turkey”, Pastoralism: Research, Policy and Practice, 1:23.
van Etten, J., Jongerden, J., de Vos, H. J., Klaasse, A., ve van Hoeve, E. C. (2008) Environmental destruction as a counterinsurgency strategy in the Kurdistan region of Turkey. Geoforum, 39(5): 1786-1797.
Walters, W. (2002) “Mapping Schengenland: denaturalizing the border”, Environment and Planning D, 20(5): 561-580.
Walters, W. (2006) “Border/control”, European Journal of SocialTheory, 9(2): 187-203.
Walters, W. (2011) “Foucault and Frontiers: Notes on the Birth of the Humanitarian Border” in Bröckling, U., Krasmann, S. ve Lemke, T. (der.) Governmentality: Current Issues and Future Challenges , New York: Routledge, 138-164.
Warner, J. (2008) “Contested hydrohegemony: Hydraulic control and security in Turkey”, Water Alternatives, 1(2): 271-288.
Wiebe, S. (2009) “Producing bodies and borders: A review of immigrant medical examinations in Canada”, Surveillance & Society, 6(2): 128-141.
44
Wilson, D. (2007) “Australian biometrics and global surveillance”, International Criminal Justice Review, 17(3):207-219.
Yalçın-Heckmann, L. (2000) “Kürt aşiretleri, aşiret liderleri ve global süreçler: Hakkari’de Oramarî örneği”, Toplum ve Bilim, 84: 172-188.
Yeğen, M. (1999) The Kurdish question in Turkish state discourse. Journal of Contemporary History, 34(4): 555-568.
Yeğen, M. (2006) Müstakbel-Türk'ten Sözde-vatandaşa: Cumhuriyetve Kürtler, İletişim.
Yüksel, A. S. (2011) “Rescaled Localities and Redefined Class Relations: Neoliberal Experience in South-East Turkey”, Journal of Balkan and Near Eastern Studies, 13(4): 433-455.
45