45
TÜRKİYE-IRAK SINIRINDA KAPILAR VE DUVARLAR: SINIR YÖNETİMİNDE DEVLET VE YENİ İDARE BİÇİMLERİ 1 Didem DANIŞ ve Damla B. AKSEL GİRİŞ Ulus-devletlerin şiddetin meşru kullanımı ve ulusal sınırlar çerçevesinde tanımlanması yeni bir olgu değildir. Ancak sınır yönetimi ve sınırlar arası hareketliliğin kontrolünü devletlerin iktidar yapıları bağlamında inceleyen çalışmalar yakın zamana kadar hem kuramsal hem de ampirik bağlamda literatürde fazla yer bulmamıştır. Sınırların devletler tarafından güvenlik politikalarıyla ilişkilendirilmesi ve “sınır modernizasyonu” perspektifinin yaygınlaşması ulus-devlet ve sınır ilişkisini daha da önemli kılmış ve bu ilişkinin farklı boyutlarıyla ele alınmasını gerektirmiştir. Bu makalede son dönemde sınır yönetimine dair yaşanan değişiklikler Türkiye-Irak sınırı üzerinden ele alınacaktır. Makalenin amacı yönetimsellik (governmentality) ve yönetişim (governance) kavramlarının katkısıyla Türkiye’nin en sıcak sınırlarından biri olan Irak hattında devletin yeni yönetim 1 Bu makale, AB sınır ve göç politikalarının Türkiye-Irak sınırına yansımasını ele alan “Diverse Facets of Europeanization at the Iraqi- Turkish Border” başlıklı yazıdaki fikirlerin geliştirilmesi sonucu ortaya çıkmıştır (Aksel ve Danış, yayın aşamasında). Elinizdeki metin aynı sınır bölgesine başka sorularla yaklaşması açısından diğerinden farklı ama onu tamamlayıcı bir özelliktedir. 1

2014. Sınır Yönetiminde Devlet ve Yeni İdare Biçimleri: Türkiye-Irak Sınırı (co-authored with Didem Danis)

Embed Size (px)

Citation preview

TÜRKİYE-IRAK SINIRINDA KAPILAR VE DUVARLAR:

SINIR YÖNETİMİNDE DEVLET VE YENİ İDARE BİÇİMLERİ1

Didem DANIŞ ve Damla B. AKSEL

GİRİŞ

Ulus-devletlerin şiddetin meşru kullanımı ve ulusal

sınırlar çerçevesinde tanımlanması yeni bir olgu değildir.

Ancak sınır yönetimi ve sınırlar arası hareketliliğin

kontrolünü devletlerin iktidar yapıları bağlamında inceleyen

çalışmalar yakın zamana kadar hem kuramsal hem de ampirik

bağlamda literatürde fazla yer bulmamıştır. Sınırların

devletler tarafından güvenlik politikalarıyla

ilişkilendirilmesi ve “sınır modernizasyonu” perspektifinin

yaygınlaşması ulus-devlet ve sınır ilişkisini daha da önemli

kılmış ve bu ilişkinin farklı boyutlarıyla ele alınmasını

gerektirmiştir.

Bu makalede son dönemde sınır yönetimine dair yaşanan

değişiklikler Türkiye-Irak sınırı üzerinden ele alınacaktır.

Makalenin amacı yönetimsellik (governmentality) ve yönetişim

(governance) kavramlarının katkısıyla Türkiye’nin en sıcak

sınırlarından biri olan Irak hattında devletin yeni yönetim

1 Bu makale, AB sınır ve göç politikalarının Türkiye-Irak sınırına yansımasını ele alan “Diverse Facets of Europeanization at the Iraqi-Turkish Border” başlıklı yazıdaki fikirlerin geliştirilmesi sonucu ortaya çıkmıştır (Aksel ve Danış, yayın aşamasında). Elinizdeki metin aynı sınır bölgesine başka sorularla yaklaşması açısından diğerinden farklı ama onu tamamlayıcı bir özelliktedir.

1

biçimlerini incelemektir. Söz konusu sınır bölgesinde devletin

denetimini arttırmaya yönelik aygıtların ve çeşitli “iktidar

teknolojileri”nin dökümünü yaptıktan sonra farklı aktörlerin

etkileşimlerini ve sınırın geçirgenliğini etkileyen öğeleri

tarihsel bir perspektifle değerlendirmeye çalışacağız. Bunu

yaparken, devleti yekpare ve mutlak uyumlu bir yapı olarak

almak yerine, kendi içinde farklılıklar gösteren ve çatışmalar

yaşayabilen bir kurumlar bütünü, yani belli bir heterojenliğe

sahip bir bünye olarak inceleyeceğiz.

Irak sınırında son dönemde gözlenen olgulardan başlıcası

ulus-devlet teritoryası fikrinin PKK sorunu ve AB’nin göç ve

sınır denetim politikalarına paralel olarak sınırın

güvenlikleştirilmesi şeklinde vücut bulması olmuştur. PKK

militanlarını engellemek amacıyla yapılan barajlar veya AB

destekli Entegre Sınır Yönetimi gibi Foucault’nun “iktidar

teknolojileri” diye tarif ettiği yöntemlerle sınıra bir tür

duvar inşa edilmektedir. Ancak Türk devletinin sınırdaki

faaliyetleri sadece geçişleri engellemeye yönelik daha yüksek

duvarlar örme politikası değildir. Sınır bir geçirmezlik

(impermeability) alanı olduğu kadar, Habur Gümrük Kapısı’nın

modernizasyonu, vize politikalarının esnekleştirilmesi gibi

uygulamalarla dolaşımın (özellikle mallar, fikirler vs) arttığı

bir bölge olmuştur.

Soğuk Savaş döneminde sınırları “uluslararası hayatın

sabit ve katı öğeleri” olarak algılayan yaklaşımın aksine bugün

sınırların “koşullu (contingent), delikli ve oynak” olduğu

genel kabul görüyor (Migdal, 2004: 3). Joel Migdal’a göre,

“sınırların statüsü yerinden oynamaz kaya gibi değil, değişen

2

tarihsel durumlara koşullu olarak” biçimlenmiştir: “Sınırlar

yer değiştirir; sızıntı yapar; ve farklı kişiler için değişik

anlamlar ifade ederler” (agm, 5). Aşağıda detaylı bir şekilde

ele alacağımız örnekler bize sınırları kapılar (geçirgenlik) ve

duvarlar (geçirmezlik) metaforuyla anlayabileceğimizi

göstermektedir2. Türkiye-Irak sınırı da, bir yandan ekonomik

sebeplerle geçişleri teşvik eden politikalar dolayısıyla “açık

kapı” olarak, diğer yandan iç güvenlik (PKK) ve uluslararası

kaygılar (AB’nin yasadışı göçle mücadele ve sınır politikaları)

nedeniyle “duvarlar” olarak tanımlanabilir. Biz de bu makalede,

sınırın bir kapı olarak açılma ve kapanma sarkacında farklı

devlet-içi ve dışı aktörlerin etkileşimi üzerinde duracağız.

KAVRAMSAL ARKAPLAN

Türkiye-Irak sınırında son dönemde ortaya çıkan yeni

iktidar düzeninin devletin ve toplumun farklı aktörleri ve

farklı uluslararası etkenler çerçevesinde nasıl gerçekleştiğini

ele alırken, yönetimsellik (governmentality) ve yönetişim

(governance) yazınlarından faydalanacağız. Yönetimsellik ve

yönetişim, Mark Bevir’a (2010; 2011) göre, benzerlikleri ve

birbirini tamamlayan farklılıklarıyla beraber ele alındığında

zengin bir analiz imkanı sunan araçlar olabilirler.3 İkisi de2 Ayşe Akalın (2012) da, kapı metaforunu (açık, döner, mühürlü kapılar şeklinde) son yüzyılda emek göçünün ve ilgili politikaların geçirdiği değişimi incelerken kullanmıştır. 3 2011 yılında Policy & Politics dergisinde Bevir ve diğerleri tarafından çıkarılan özel sayıda 1990’lardan itibaren ortaya çıkan ve 1980’lerdeki neoliberalizm teorilerinden farklılaşan yeni iktidar teknolojilerini belirtmek için yönetişim ve yönetimsellik kavramlarının kullanılabileceği gösterildi. Bu sayıda yer alan yazarlar özellikle özelleştirme, pazarlaştırma ve deregülasyon gibi neoliberal kavramların yanı sıra, varlık

3

“devlet kara kutusunu açma”, iktidar ilişki ve süreçlerinin

izini sürme çabasında benzeşmektedir. Yönetişim çalışmaları

neoliberal dönemde “piyasalar, yarı-piyasalar ve ağlar”ın

ortaya çıkışıyla devletin parçalanması üzerinde dururken

(Bevir, 2011: 457-458), yönetimsellik yazını, güç ilişkileriyle

beraber hâkim söylem, bilgi ve teknolojiler konusuna

odaklanmaktadır (agm, 460). Bevir, bu iki kavramın birbirini

tamamlayıcı olarak kullanılabileceğini söylüyor. İkisinin

buluşması, yönetişim yazınının kurumlar ve sosyal yapılar

üzerine odaklanan yaklaşımının ötesine geçmeyi ve yönetimsellik

çalışmalarında göz ardı edilen iktidarın işleyişi ve

uluslararası yönlerini ele almaya imkan tanıyan daha geniş bir

perspektif sunabilir. Bizim de amacımız yönetimsellik kavramını

kullanırken, yönetişim çalışmalarının getirdiği katkıları da

dikkate alarak, Irak sınırı örneğinde sınırın idaresi ve

iktidarın değişen doğası üzerine düşünmek.

Yönetimsellik ifadesi ilk kez Fransız yazar Michel

Foucault tarafından 1978 ve 1979’da Collège de France’da

verdiği derslerde dillendirildi. Fransızca “gouvernemental”

sıfatından türetilen terim, bireyleri ve grupları karmaşık

biçimlerde etkileyen ve biçimlendiren eylem biçimleri ve

uygulama alanları anlamında kullanılmaktaydı. Foucault’nun

geliştirdiği bu kavram özellikle Anglo-Sakson akademik dünyada

siyaset felsefesi, kamu yönetimi ve devlet araştırmaları

alanında etkili oldu (Burchell vd. 1991; Bröckling vd. 2011;

Jessop, 2011). Foucault’ya göre üç tip iktidar biçimindentemelli refah ve kamu sektör reformları gibi 1990’larda ortaya çıkan kavramlar üzerinde de durdu ve Foucault’nun yönetimsellik kavramı çerçevesinde yeni iktidar biçimlerini ortaya koydular (Bevir ve Gains, 2011).

4

bahsedilebilir. Geleneksel egemenlik modelinde, egemenin fiziki

sınırlarla doğrudan ilişkisi vardır ve bu ilişki sınırların

içinde yaşayan ve egemene boyun eğen halkın ve kaynakların

tanımlanması açısından gereklidir. Egemen, iktidar alanını

toplumsal alandan ayırırken bunu yasaklar, cezalar, kanunlar ve

yaptırımlar yoluyla sağlar, amaç egemenliğin icrasıdır

(Gambetti, 2009: 2). Ancak on altıncı yüzyılda ortaya çıkan ve

Foucault’nun yönetimsellik dediği yönetim biçimine göre

iktidarın tesisi, sadece sınırın bütünlüğünün sağlanması

üzerinden değil, bireylerin iktidarla, birbirleriyle ve diğer

şeylerle olan ilişkisinin takibi üzerinden gerçekleşir. Bu

takip disiplin mekanizmalarıyla, yani “gözetim, kontrol, ayrıştırma,

mekansal olarak düzenleme, hesaplama, sınıflandırma ve

akılcılaştırma” gibi Foucault’nun iktidar teknolojileri olarak

tanımladığı yöntemlerle sağlanır (Rabinow, 1984: 16; Gambetti,

2009: 2). Foucault 1978’de verdiği derslerinde modern devletin

oluşumu ve yönetim tekniklerini tanımlarken şöyle diyecektir:

“Yönetilen hiçbir zaman bir teritorya değildir, bir siyasi yapı

değildir. Yönetilen her haliyle insanlardır; adamlar, bireyler

veya topluluklardır” (Foucault, 2004).

İktidar teknolojileri, egemenin sürekliliğini sağlamak

için baskıcı bir sistem yaratmasının ötesine geçer, bütün

topluma nüfuz ederek bireylerin inançlarını, isteklerini, yaşam

biçimlerini ve faaliyetlerini düzenler. Burada önemli olan,

gözetim ve düzenlemenin sadece yasalar ve kurumlar yoluyla

değil, bireylerin kendileri, etrafındakiler ve sosyal kurumlar

tarafından sağlanmasıdır (Bevir, 2011: 461). İktidar artık

doğumdan ölüme, nüfus takibinden bakıma kadar insanın biyolojik

5

özelliklerini içeren her konuyla ilgilenmektedir. Bu kadar

fazla bilgiyi toplama ve değerlendirmenin yoluysa bilimsel

sınıflandırmalardan (türler, nüfus, doğurganlık gibi), standart

aksiyonlar ve standart insanları yaratacak zamansal ve mekansal

düzenlemelerden geçmektedir (Rabinow, 1984: 17).

Foucault’nun iktidar teknolojileri kavramını tartıştığı

eserleri arasında somut mekanizmaları en net ortaya koyduğu

örneklerden biri Disiplin ve Ceza isimli kitabında anlatılan

“Panopticon” modelidir4. Foucault’ya göre panopticon “gözetleme

ve izlemeyi, güvenlik ve bilgiyi, bireyselleştirme ve

toplamayı, tecridi ve şeffaflığı” bir arada sağlar, cezayı idam

veya şiddet gibi yöntemlerden daha insani bir biçime sokarken

bireyin tamamen gözetlenmesini mümkün kılar (Foucault, 1984).

Bir yandan da takibin ve bilgi edinmenin ekonomikleşmesini

sağlar. Aşağıda ele alacağımız Habur Sınır Kapısı’nın

modernizasyonu, denetimin ekonomik ve etkin kılınması açısından

benzer bir örnektir. Bu yeni iktidar ekonomisi Foucault’nun

çalışmalarında önemli bir yer teşkil eder. Zira teknolojiler,

iktidarın etkilerinin “bütün sosyal yapının genelinde sürekli,

kesintisiz, uyarlanmış ve ‘bireyselleştirilmiş’ olarak deveran

etmesini” sağlar (Foucault, 1984: 61).

Foucault eserlerinde modernizm ve liberalizm çağının

analizine odaklanmış olsa da, ürettiği kavramlar yönetim

yapısının karmaşık ve parçalı bir biçimde yeniden kurulduğu

4 Jeremy Bentham’ın geliştirdiği bu hapishane formunda, merkezi denetim binası giriş-çıkışların dışarıdan belli olmayacağı bir düzenekte merkezde bulunur, birbirinden ayrıştırılmış hücreler ise dairesel olarak merkezin etrafında yapılandırılmıştır. Bu sayede merkezdeki müdür veya baş muhafız, hareket etmeden ve görülmeden hem hücrelerin içindeki suçluları hem de hapishanedeki diğer muhafızları takip edebilecektir.

6

neoliberal çağda ses getirmiştir. 1980’lerden beri iktidar

pratiklerini kriminolojiden eğitime, örgütler sosyolojisinden

beden politikalarına kadar çeşitli alanlarda inceleyen diğer

araştırmacıların da katkısıyla ekonomi politik ve devlet

yönetimi alanları detaylı bir şekilde incelenir olmuştur

(Jessop, 2006: 40). İktidarı güvenlik, yönetimsellik ve

biyopolitika gibi kavramlar üzerinden bir sınırlandırmalar

ilişkisi bağlamında ele alan Foucault’nun çalışmaları ve

terminolojisi, sınır ve iktidar üzerine yapılan çalışmalara da

ilham kaynağı olmuştur. Ancak William Walters’ın da (2011: 156-

157) belirttiği gibi Foucault kendi çalışmalarında devletlerin

resmi/fiziki sınırlarından, yukarıda ele alınan rasyonalite

değişimi dışında oldukça az bahsetmektedir. Walters’a (2011:

157) göre Foucault “sınırlamanın mikrofiziğiyle” ilgilenmiş,

ancak sınırların yönetimselliğin taktikleri ve stratejileri

bağlamında edindiği rol üzerinde pek durmamıştır. Sınır ve

iktidar ilişkisinin Foucault’cu bir yaklaşımla

ilişkilendirilmesi, onun çalışmaları üzerinden yeni çalışma

alanları açan diğer araştırmacılar tarafından gerçekleşmiştir.

Bugün özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika’da yapılan güncel

göç ve sınır çalışmalarında Foucault’nun geliştirdiği

yönetimsellik kavramı sık sık kullanılmaktadır. Foucault’nun

iktidar teknolojileri nosyonuna dayandırılarak geliştirilen bu

alanda sınır bölgesindeki hareketleri denetlemeye dönük

politikaların detaylı bir dökümü yapılmakta, fiziksel

sınırların yeni teknolojilerle güçlendirilmesinden, biyometrik

pasaport, vize zorlukları gibi alternatif yöntemlere farklı

araçlar incelenmektedir. Fransız antropolog Didier Fassin

7

devletlerin sınırlarını denetleme ve etnikleştirilmiş sınırlar

inşa ederek yeni bir gözetim aygıtı geliştirdiğini

belirtmektedir. Ayrıca, yasadışı yabancıların kapatılması ve

sınır dışı edilmesinde benimsenen “istisna rejiminin” ulusal

teritorya tanımıyla beraber göçmenlerin hayatlarında dramatik

sonuçlar yaratığına işaret etmektedir (Fassin, 2011).

Sınırlar meselesini eleştirel ve Foucault’cu yaklaşımla

ele alanlar arasında son dönemde biyometrik sınırlar, gözetleme

sistemleri ve sınır geçişi programları gibi modernleştirme

süreçlerini yönetimsellik ve iktidar teknolojileri kavramları

üzerinden okuyan çalışmalar ön plana çıkar (Amoore, 2006;

Epstein, 2007, Bonditti, 2004; Salter, 2007). Bu çalışmalar

daha ziyade Amerika Birleşik Devletleri (Amoore, 2006; Purcell

ve Nevins, 2005; Sparke, 2006), Avrupa Birliği ve üye

devletleri (Bigo, 2006; Popescu, 2008; Darling, 2011; Walters,

2002), Kanada (Wiebe, 2006) ve Avustralya (Wilson, 2007) gibi

gelişmiş ve göç sistemlerinde merkezde yer alan ülkelerin çeper

ülkelerle olan sınırlarını ele alır. Didier Bigo’nun (1998;

2002; 2006) Foucault’dan ilham aldığı güvenlik teknolojileri ve

Bourdieu’den aldığı sosyo-kurumsal alanlar kavramlarını bir

araya getirdiği çalışmaları göçün ve insan hareketliliğinin

“güvenlikleştirilmesi” ve sınırların güvenlik paradigması

bağlamında yeniden tahayyül edilmesini anlatırken, eleştirel

sınır çalışmalarına da kavramsal çerçeve sağlamaktadır. Bu

bakış açısına göre, devletler biyometrik sınırı “taşınabilir

bir sınır” olarak görmekte, iç ve dış güvenlik meselelerini

“içimizdeki düşman” veya “içerideki yabancı” imgeleriyle bir

araya getirmektedir (Bigo, 2002; Amoore, 2006).

8

Tüm zenginliğine rağmen, sınır araştırmaları alanında

özellikle güvenlik ve denetim aygıtları üzerinden kurgulanan

yönetimsellik kavramı aşağıda detaylı bir şekilde ele

alacağımız Türkiye-Irak sınırında gözlemlediğimiz değişimi

açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Burada bir diğer önemli

kavram olan yönetişim meselesine değinmek gerekir. Yönetişim

kavramı genellikle küreselleşme süreçleri sonucunda zayıfladığı

iddia edilen devletin, diğer aktörlerle (STK’lar, uluslararası

örgütler, çok uluslu şirketler, vd.) kurduğu ilişkilerden

beslenen yeni yönetme biçimlerini tarif etmek için

kullanılmaktadır (Barrot, 2002). Ayşe Ceyhan (2006),

belirsizlik, muğlaklık ve kaygı üzerine kurulu neoliberal

modernlik çağında devlet ve devlet dışı aktörlerin dahil olduğu

geniş bir ağın gözetim teknolojileri alanında kurduğu

işbirliklerine dikkat çekiyor. Burada paradoksal olan,

özellikle 11 Eylül sonrası güçlenen “kale-devletler” inşasında

devletin tek aktör olmayıp özel şirketler, uluslararası

kuruluşlar, dernekler gibi devlet dışı aktörlerle beraber bu

güvenlik teknolojilerini üretiyor, kullanıyor ve

yaygınlaştırıyor olmasıdır. Ceyhan’ın bu katkısı, göç, güvenlik

ve yeni gözetim teknolojileri konularında gündemde olan

yönetişim uygulamalarını, sınır yönetiminde de dikkate almamız

gerektiğini göstermektedir.

İki kavram arasındaki aşikâr benzerliklere rağmen, ikisini

de merkezine alan çalışmalar sınır ve göç konularına

yaklaşımlarında ciddi şekilde ayrışmaktadır. Ulus-devlet

sınırlarının yönetişimi konulu çalışmalar özellikle sınırların

piyasalaşması, sınır yönetimi ve göç politikalarının

9

parçalanmasına odaklanmaktadır. Bu alandaki araştırmaların

önemli bir kısmı, iktidarın merkezi hükümetten farklı

bürokratik birimlere veya devletlerarası kurumlara devrolması

üzerinde durmaktadır. Bu çalışmalar arasında AB sınır kurumu

Frontex’i5 inceleyenler (Carrera, 2007; Neal, 2009; Pollak ve

Slominski, 2009), devlet dışı servis sağlayıcı kurumlar

(Guiradon, 2000; Dolhinow, 2005), yerel ve özel aktörler, yatay

ve dikey ağlar bulunur. Bir diğer araştırma hattı ulusal

sınırların ulusötesi yönetişimi olmuştur (Sassen, 2002; Lahav,

2004). Bu konuda AB gibi bölgesel yapılar üzerine yapılan

araştırmalar öncelikli yer tutar. AB üzerine yapılan çalışmalar

topluluk ölçeğinde benimsenen sınır politikaları ve bunların AB

sınırlarını aşan etkileri olmuştur. Bu anlamda Türkiye gibi

sınır ülkeleri yük paylaşımının bir parçası olarak gündeme

gelmişlerdir (Lavenex, 2008; Lavenex ve Schimmelfennig, 2009).

Türkiye-Irak sınırını incelerken, yönetimsellik kavramı

çerçevesinde gelişen güvenlikleştirme konulu çalışmalara,

sürecin piyasa ve diğer aktörler boyutlarını da vurgulayan

yönetişim kavramının zenginliğini ekleyerek, Türkiye gibi

sınırlarını “uyumlaştırma” ve “modernize” etmeye çalışan çeper

ülkelerdeki sınır yönetimlerinin işleyişini anlamak konusunda

daha anlamlı bir katkı sunabileceğimize inanıyoruz.

Yönetimsellik ve yönetişim kavramlarını bir arada kullanmaktaki

amacımız, devletin şeyleştirildiği teorileri reddederek,

devleti farklı aktörlerin yer aldığı karmaşık bir yönetim,

5 Açılımı, “Avrupa Birliği Üyesi Ülkelerin Dış Sınırlarında Operasyonel İşbirliğinin Eşgüdümünden Sorumlu Avrupa Kurumu” olan bu yapı 26 Ekim 2004’te Avrupa Konseyi kararıyla kurulmuştur.

10

rasyonellikler, işbirlikleri ve çatışmalar bütünü olarak

incelemek.

Bundan sonraki kısımda devlet-içi, devletler-arası,

bölgesel ve uluslararası etkileşimlerden fazlasıyla etkilenen

Türkiye-Irak sınırına odaklanarak, yekpare devlet imgesini

ortadan kaldıran devlet-içi karmaşıklıklar ve uluslararası

faktörleri ele alacağız.

GÜVENLİK KONUSU OLARAK SINIR

Türkiye’nin sınırlarının korunması meselesi, Avrupa

Birliği’ne uyum süreci çerçevesinde son yıllarda siyasi

gündemde yer almaktadır. Bu sınır politikasıyla Avrupa’nın

güneydoğu sınırları olarak da isimlendirilen Türkiye-AB

sınırının bir uzantısı olan, özellikle Irak gibi çok göç veren

Orta Doğu ülkeleriyle Türkiye arasındaki sınırların güvenliği

ve geçirmezliği hedeflenmektedir. Ancak sınırların

düzenlenmesine yönelik politika beklentileri ve süregelen sınır

yönetim mekanizmaları arasında ciddi farklılıklar

görülmektedir. Bu farklılıkları ortaya çıkaran başlıca neden,

Avrupa Birliği tarafından desteklenen politikaların açık bir

şekilde “dışarıdaki yabancıların” engellenmesi perspektifini

yansıtması; buna karşılık Türk Devleti’nin cumhuriyetin

kuruluşundan itibaren sınır ve sınır bölgesindeki Kürt halkına

dair siyasetinin “içerideki yabancılar” algısı üzerinden

şekillenmesidir. Türkiye-Irak sınırına dair geçmişten beri

yapılan uygulamalar sınırı bir çizgi olarak değil, bir bölge

olarak değerlendirmektedir. Bu bölgenin içerisindeki halkların

11

Foucault’cu tabirle gözetlenmesi ve “norm”laştırılması

hedeflenmiştir.

Göç olgusunun getirdiği sınır güvenliği anlayışı Türkiye-

Irak sınırı bağlamında özellikle 1980’lerden itibaren bölgede

şiddetlenen çatışmaların da etkisiyle önem kazanmıştır. Bununla

birlikte sınırın (ve sınır bölgesinin) fiziki ve sosyal olarak

tanımlanması meselesi Türk devleti için cumhuriyetin

kuruluşundan beri sorunlu bir alan olmuştur. Zira Türkiye-Irak

sınır bölgesi, Lozan Anlaşması (1923) ve Ankara Anlaşması

(1926) sonucu kati olarak çizilmişse de geçirgen yapısını

günümüze kadar korumuştur. Türkiye-Irak-Suriye-İran sınır

kasabalarıyla ilgili etnografik çalışmasında Neşe Özgen’in

(2004) de belirttiği gibi bu geçirgen yapı ve sınırı tanımlayan

üç bağımsız değişken (sınır, sınır bölgesi ve kapılar) sabit

değildir, dönemsel olarak değişmektedir. Kağıt üzerinde kesin

çizgilerle belirlenmiş olan sınır, güç dengeleri ve esas olarak

da Türk Silahlı Kuvvetleri-PKK mücadelesine göre biçimlenen

süreçler sonucunda sabit kalmamakta, ileri geri hareket

edebilmektedir:

“[…] sınırın üzerindeki köyler her zaman aynı kalamıyorduveya bir kapı zamanla gücünü yitiriyor ve bir başkakapıya, dolayısıyla da kasabaya hakimiyetkaptırabiliyordu. Bazı köyler bazı dönemlerde üstüngörünüyordu ve bu aşiretlerin de öne çıkmasıylasonuçlanıyordu veya tam tersi bir aşiret güçlendiği içinsınır köyü de güçlenmişti; ötesi bazen örneğin savaşöncesi veya iç veya dış gerginlik döneminde sınırçizgisinden neredeyse kırk kilometre içerisi bile, sınırıngerginliğini taşıyabiliyordu. Bazen Bölge'nin tümü içinveya köy boşaltmalar için 'sınır dışı olmak' deyimi

12

kullanılıyordu. Bazen sınırımız, bir kaç on kilometrediğer ülkenin içine taşabiliyordu. Kimi zaman da, birkapının modernleştirilmesi, güvenilir ölçüm araçlarınakavuşturulması veya denetimlerin sıklaşması da, o kapınınbir delik (holes) olma özelliğini yitirmesiyle ve eski güçdengelerinin bozularak, yeni güç çatışmalarının ortayaçıkmasıyla sonuçlanabiliyordu.” (Özgen, 2004: 62-63).

Türkiye-Irak sınırındaki geçirgen yapının başlıca nedeni,

merkezi devlet yapısına alternatif bir güç olma iddiasında

bulunan, dolayısıyla zaman zaman bir “tehdit unsuru” olarak

görülen ve üç ülkeye yayıldıkları için (Türkiye, Irak, Suriye)

sınır-aşırı bağları da güçlü olan6 geleneksel Kürt aile ve

aşiret yapılarının süregelmesidir. Ulus-devletin uluslararası

sınırları ve buna bağlı olarak rejimin tahakkümünü sağlayacağı

alanı resmi olarak belirlemiş olması, bu teritorya üzerinde

devletin siyasi ve kültürel otoritesinin sağlanması için

yeterli olmamış (Jongerden, 2007: 12), “yerel otorite ve

sadakat kaynakları” (Belge, 2011: 96) var olmaya devam

etmiştir. Özellikle kırsal alanda var olan feodal ve geleneksel

bağların ve pratiklerin yerine devlet kurumlarının, merkezi

yönetim mekanizmalarının ve hatta yeni toplumsal ilişki

6 Hakkari’de bir Kürt aşireti üzerinden yaptığı analizde Yalçın-Heckmann, bölgedeki aşiretlerin sınır aşırı tarihsel ilişkilerinden bahseder. Çalışmaya göre bölgede yaşayan Duskani aşiretlerinin biri Türkiye (Yüksekova’daki yukarı Duskani) diğeri Kuzey Irak’ta (Dohuk’taki aşağı Duskani) iki kol olarak yayılmaktadır. Ayrıca çeşitli politik ve kişisel nedenlerden dolayı bu topluluklar sınırlar arası geçişlere zaman içerisindedevam etmiştir. Örneğin 1930 yılında Türk devletine karşı Oramar (Dağlıca) aşireti tarafından gerçekleştirilen bir isyan sonrasında, isyana önder olanMefi kabilesinden hanelerin çoğu Irak’a kaçıp yerleşmiştir. İsyan sonrasında Türkiye’de nüfus kayıtları silinen bu ailelerden bazı kişilerin,ilerleyen yıllarda kan davası gibi çeşitli nedenlerden geri kaçtığı ve tekrar vatandaşlık edinemeyenlerin Hakkâri’de sığınmacı olarak yaşadığı anlatılır (Yalçın-Heckmann, 2000: 176-180).

13

biçimlerinin icrası cumhuriyetin kuruluşundan beri siyasi

elitlerin gündeminde yer almıştır7 (Jongerden, 2007: 12-13).

Türk devleti tarihsel olarak Kürt kimliğinin ve Kürtçe konuşan

toplulukların asimilasyonunu hedeflemiştir (Yeğen 2006).

Bölgedeki geçirgenliği kolaylaştıran bir diğer neden

olarak topografya öne çıkar. Irak sınırının bir bölümü akarsu

vadilerinden, geri kalan bölümü de sarp ve engebeli arazilerden

geçmektedir. Sınır üzerinde yasal geçişin yapıldığı tek kapı

olan Habur Sınır Kapısı, Şırnak’a bağlı Silopi’de bulunur.

Bölgeyi tanıyan halk Habur’a alternatif noktalardan sınır-aşırı

geçişler yapabilirken, arazinin engebeli olması dolayısıyla

devlet güçlerinin takibi zorlaşmaktadır. Topografyanın durumu

ve sınır aşırı ağların güçlü olması, ekonomik açıdan zayıf olan

bu bölgede kaçakçılık faaliyetlerinin günümüze kadar devam

etmesine yol açmıştır. Devletlerin kendi sınırlarını tek bir

milleti kapsayacak şekilde kurumsallaştırma çabaları önünde

engel teşkil eden ve yetkililer tarafından rejimin istikrarı

yönünde bir tehlike olarak kabul edilen bu sınır aşırı geçişler

(Belge, 2011: 101; Yeğen, 1999), devlet ve piyasa ilişkileri

bağlamında bir sonraki bölümde ele alınacaktır.

7 Toplumsal ilişkilerin düzenlenmesine yönelik bir politika da bölgede var olan göçebe ve yarı göçebe toplulukların yerleşik düzene geçmesinin teşvik edilmesidir. Zira merkezi iktidarın sınırları içerisindeki halkların yönetimini ve takibini sağlayabilmesi, ikamet bilgileri, nüfus sayımları veistatistiki bilgiler gibi, Scott’un (1998) deyimiyle kişileri “okunur” kılan araçlarla mümkün olmaktadır. Ancak günümüzde sayıları azalarak var olan göçebe halklar, belli rotaları olmasına rağmen, hem ülke içerisinde hem de sınırlar arasındaki alanın bir yandan “okunabilir” olmasını, bir yandan da sabitleşmesi ve standartlaşmasını zorlaştırmaktadır. Güneydoğu Anadolu’daki yaylacılık ve göçebelikle ilgili detaylı bilgi için Thevenin’in (2011) yakın zamanda yayınlanan etnografik çalışması incelenebilir.

14

1980’ler öncesinde Irak sınırı ve sınır bölgesine yönelik

politikalar, Irak’taki aşiretler ve etnik gruplar arasındaki

bazı çatışmalar sonucu Türkiye sınırında iltica başvurusu

yapan, az sayıdaki göçmenin idaresini bir kenara koyarsak,

nüfusun homojenleştirilmesi ve kaçakçılığın önlenmesi

meselelerine odaklanmaktaydı. Ancak PKK’nın ortaya çıkması ve

güçlenmesiyle sınır kontrolü “terörle mücadele” kapsamında ele

alınmaya başlandı. 1980’ler itibariyle sınır güvenliğinin

teknolojik araçlar ve askerle sağlanması ve sürekli olarak

takip edilmesi hedeflendi. Bu çalışmaların basındaki

yansımalarına, “bölücü gerillanın sızmasını engellemek için dev

projektörler”8 (1985), “termal kameralar ve elektrikli teller

içeren elektronik sınır duvarlarının” inşa edilmesi9 (1995),

sınır kapısındaki yolsuzluklara karşı bilgisayarlı sistem ile

koruma sağlanması10 ve sınıra “askerlerden bir duvar”

çekilmesi11 (1992) gibi haberler örnek gösterilebilir.

Teknoloji kullanımının başlıca amacı panopticonda olduğu

gibi sınır üzerinde her yerin gözetlenebilir olmasıdır.

Yukarıda bahsedilen nedenlerden dolayı (sınır-aşırı ağlar ve

topografya) yerele ve gündelik yaşam pratiklerine nüfuz

edebilen grupların takip edilmesi ise, daha küçük ölçekte

etkili olabilen farklı mekanizmalarla gerçekleştirilmeye

çalışılmıştır. 1990’lardan itibaren sınır karakolları, köy

koruculuğu sistemi, kara mayınlarının yerleştirilmesi ve 2008

yılından itibaren TOKİ tarafından yapılmakta olan yüksek

8 Milliyet, “Güney sınırlarımız ışıl ışıl…”, 16.08.1985.9 Milliyet, “Elektronik sınır duvarı”, 25.04.1995.10 Milliyet, “Dijital sınır kapısı”, 10.06.1998.11 Milliyet, “Kilometresi 1 milyara sınır güvenliği”, 25.04.1992.

15

güvenlikli kalekollar bu çerçevede sayılabilir. Bu

uygulamalarla sınırın ve sınır bölgesinin sadece fiziki olarak

değil, sosyal olarak da gözetlenmesi, düzenlenmesi ve

“okunabilir olması” (Belge, 2011) amaçlanmaktadır.

Doğanın değiştirilerek veya tahrip edilerek bölgedeki

düzenin sağlanmaya çalışılması özellikle 1990’lardan itibaren

devlet tarafından kullanılan bir başka yöntemdir (Warner, 2008;

van Etten vd. 2008; Jongerden, 2010). Bu yöntemin kullanıldığı

örneklerden biri, önceleri bölgedeki zengin su ve toprak

kaynaklarının kullanılmasını hedefleyen bir enerji ve sulama

projesi olarak ortaya çıkan, ancak daha sonra Kürt meselesinde

tartışmalı bir yer teşkil eden ve 1982 yılında uygulamaya

koyulan Güneydoğu Anadolu Projesi’dir (GAP). Devlet için GAP’ın

başlıca hedefi bölgedeki Kürtlerin kalkınması, modern ve

sulama-temelli tarım ile birlikte bölgede yeni bir yaşam biçimi

oluşturulması, “dağlı, aşiret merkezli Kürtlerin” “modern

Türklere” dönüştürülmesi ve böylece PKK’ya yönelik ilginin

azalmasını sağlamaktır (Jongerden, 2010). Ayrıca Warner’ın

(2011: 279) belirttiği gibi, GAP’ın ortaya çıkışı sırasında

sosyo-ekonomik, çevresel, katılımcı ve eğitsel tesislerin de

inşa edileceğine dair ifadeler, o dönemde yaygınlaşan “iyi

yönetişim” ve “sürdürülebilir kalkınma” gibi yeni küresel

normların yerele uygulanması açısından örnek teşkil etmiştir.

GAP’ta tutulan suların Türkiye sınırlarını aşarak Suriye,

Irak ve İran’a yayılması dolayısıyla, GAP’ın uluslararası

etkileri de görülmektedir (Warner, 2008; van Etten vd. 2008).

GAP tarafından tutulan Fırat ve Dicle suları 1970’lerden beri

Türkiye ve diğer ülkeler arasında belli dönemlerde

16

anlaşmazlıklara yol açarken, bozulan ilişkiler anlaşmalar

yoluyla düzenlenmeye çalışılmıştır. 1990’larda Türk

siyasetçiler komşu devletlere suların paylaşılması meselesinde

ön koşul olarak PKK’yla ortak mücadeleyi şart koşmuşlardır;

örneğin Cumhurbaşkanı Özal 1992’de, Irak ve Suriye’nin PKK’yla

mücadele konusunda işbirliği yapmaları durumunda su konusunda

herhangi bir zarara uğramayacağını açıklamıştır (Jongerden,

2010: 140). 2000’lerin başından beri nehirlerin kullanımına

dair ilişkiler teknik, sosyal işbirliği ve ekonomik kalkınma

yönünde gelişme gösterse de (Warner, 2008: 284), su sorunu bir

sınır-aşırı mesele olarak gündemde kalmaktadır.

Doğanın değiştirilerek bölgedeki otoritenin

güçlendirilmesi yönündeki bir başka güncel uygulama, 2009

yılından beri Hakkari ve Şırnak’ın sınır bölgelerinde inşa

edilmekte olan barajlardır. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü

(DSİ) tarafından ihaleye çıkarılan 11 baraj projesi Şırnak’ta

yedi (Uludere’nin Hezil ve Ortasu çayları üzerinde Silopi,

Uludere, Ballı, Kavşaktepe, Musatepe, Çetintepe barajları) ve

Hakkari’de dört barajı (Güzeldere çayı üzerinde Çocuktepe,

Gölgeliyamaç; Yüksekova ilçeleri arasındaki Bembo çayı üzerinde

Beyyurdu ve Aslandağı barajları) kapsamaktadır. DSİ tarafından

elektrik üretimi ve sulama amaçlı olarak tanımlanan12 barajlar,

medyada “PKK’ya karşı sınırda engel”13 olarak yansımıştır. Kürt12 Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, http://www2.dsi.gov.tr/bolge/dsi17/hakkari.htm, 10 Temmuz 2013. 13 Bu konuda yayınlanan bazı haberler: Milliyet, “PKK terörüne karşı ’11 baraj’ formülü”, 17.07.2009, http://www.milliyet.com.tr/Siyaset/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetay&ArticleID=1116429&Date=11.07.2009&b=PKK%20terorune%20karsi%2011%20baraj%20formulu&KategoriID=4, Erişim tarihi 10 Temmuz 2013; Doğan Haber Ajansı, “PKK’ya karşı planlanan 11 barajdan 2’si tamamlandı”, 26.10.2011, http://www.dha.com.tr/pkkya-karsi-planlanan-11-barajdan-2si-

17

meselesi ve suyollarının yönetimi üzerine çalışan Joost

Jongerden (2010: 142) de barajların Irak sınırı boyunca inşa

edilmesi planlanan beş metrelik betonarme duvar yerine PKK

gerillalarının nüfuz etmesini engelleyecek bir “su duvarı”

oluşturmak amacıyla yapıldığını belirtmektedir (Jongerden,

2010).

Şırnak ve Hakkari’de inşa edilen barajlar, sınırın

korunması işini ülke sınırlarının içine doğru çekerken, sınır

ötesi operasyonlar ile sınır şeridi bir bakıma dışa doğru

genişletilmektedir. 1983 yılında Türkiye ve Irak arasında

imzalanan Sınır Güvenliği ve İşbirliği Anlaşması ve Birleşmiş

Milletler kararları gereği terör faaliyetlerine karşı sıcak

takip hakkı sebebiyle gerçekleştirilen, ancak kimi zaman bu hak

ihlal edildiği gerekçesiyle Irak hükümetinden eleştiri alan

operasyonlar, 1999 yılına kadar yoğun olarak devam etmiştir

(Keskin, 2008). Kara hava operasyonları dokuz yıllık bir aradan

sonra 2007 yılından itibaren tekrar başlamıştır. Amerikan

askeri takip programı Göçebe Gölge Operasyonu (Nomad Shadow

Operation) kapsamında Kasım 2011’den bu yana kameralı predatör

uçakların Irak sınırı boyunca gözetleme yaptığı

bilinmektedir14.

“Dışarıdaki yabancı” ve “içerideki yabancının” kesiştiği

noktalarda önceden görülmemiş, ancak daha sonra başka ülkelere

tamamlandi_226017.html, Erişim tarihi 10 Temmuz 2013; Sabah, “Sınırda PKK’ya barajla abluka”, 08.05.2011, .14 Hürriyet, “Göçebe Gölge sırları”, 22.07.2013, http://www.hurriyet.com.tr/planet/23781740.asp; Washinton Post, “U.S. military drone surveillance is expanding to hot spots beyond declared combat zones”, 20.07. 2013, http://articles.washingtonpost.com/2013-07-20/world/40695383_1_drone-bases-unarmed-drones-drone-attacks, Erişim tarihi 10 Temmuz 2013.

18

de örnek teşkil eden uygulamalar “icat edilmiştir”. Bunlardan

en önemlisi hiç şüphesiz 1991 Körfez Krizi sonrasında Irak’tan

sığınmacı olarak Türkiye’ye kaçan yarım milyon insanın geri

dönüşü için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’yle birlikte

geliştirilen güvenli bölgedir. Irak’tan gelen Kürtlerin, Türkiye

vatandaşı Kürtlere destek vermesi ve ülke içinde 1980’lerden

beri ivme kazanan Kürt sorununu güçlendirmesi endişesinin de

etkisiyle, göçün ilk haftalarından itibaren Cumhurbaşkanı

Turgut Özal tarafından Irak’ın kuzeyinde bir “tampon bölge”

inşa edilmesi önerilmiştir. İngiltere ve ABD tarafından

“güvenli bölge” (safe haven) ismiyle öne sürülen proje,

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden Nisan 1991’de onay

almasının ardından Irak’ta 36. paralelin kuzeyinde uygulamaya

konmuştur. Amaç, Irak’taki çatışmalardan kaçan kişiler için,

Irak sınırları içinde güvenli olarak yaşayabilecekleri bir

güvenlik koridorunun sağlanmasıdır (Danış, 2010).

Daha önce örneği görülmemiş bu uygulama, yani mültecilerin

zulüm korkusuyla kaçtıkları ülkenin içerisinde askeri müdahale

yoluyla güvenli bir alan yaratılması, insan hakları

örgütlerinin tüm eleştirilerine rağmen Soğuk Savaş sonrasında

artan mülteci gruplardan bunalan batılı ülkeler için ideal bir

yöntem olmuş ve mülteci yönetiminin bir parçası haline

gelmiştir. Irak’ta uygulanan bu yöntem daha sonra başka

ülkelere de örnek teşkil etmiş; eski Yugoslavya’da (1992),

Somali’de (1992), Ruanda’da (1994) ve Haiti’deki (1994) mülteci

krizleri sırasında da uygulanmıştır. Mülteci akınlarının

“azaltılması, düzenlenmesi ve sonunda geri çevrilmesi”

(Roberts, 1998: 391; Danış, 2010) amacı taşıyan bu yöntemler

19

sınırın ileri geri hareketi, merkezi devletin teritoryası

üzerindeki kontrolünün uluslararası güç ilişkilerine yansıması

açısından da okunabilir.

Burada altı çizilmesi gereken bir başka nokta da 1991

krizi ve Irak’ta yaşanan diğer siyasi krizlerden sonra

Türkiye’ye yönelen göç hareketlerinde görüldüğü gibi Irak’lı

göçmenlerin Türkiye’deki vatandaşlık ve “yabancılık” rejimi

bağlamında ayrışmasıdır. Zira Türkiye’de 1934 İskan Kanunu’yla

belirlenmiş ve 2006’daki yasa değişikliğinde de sürdürülen

düzenlemeye göre, sadece Türk kültüründen ve soyundan gelen

kişiler göçmen olarak kabul edilme veya vatandaşlığa hak

kazanma potansiyeli taşımaktadır. Ayrıca Türkiye’nin Cenevre

Sözleşmesi’ndeki coğrafi sınırlama maddesini kaldırmaması

dolayısıyla, Avrupa dışından gelen kişilerin mülteci statüsü

alması da mümkün değildir. Sonuç olarak Türk soylular dışında

Türkiye’ye uzun süreli olarak gelenleri iki alternatif süreç

beklemektedir: (a) Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek

Komiserliği’nden (BMMYK) sığınmacı statüsü alabilenler üçüncü

bir ülkeye yeniden yerleştirilene kadar geçici olarak ikamet

eder, (b) sığınmacı statüsü alamayan veya hiç başvurmayanlar

ülkede “yasadışı” konumda güvencesiz ve eğreti bir hayata

mecbur olurlar.

Göçmenler bağlamında ele alındığında kapıların açık veya

kapalı olması Türkiye’deki vatandaşlık ve üyelik

düzenlemelerinden uluslararası siyasete, geniş bir alanda

etkili olan faktörlere bağlıdır. Yukarıda bahsedildiği gibi

1991’deki Körfez Savaşı sonrasında sınıra akın eden göçmenler

daha çok iç güvenlik kaygılarıyla (Kirişci 1993) yönetildi ve

20

kısa sürede geri gönderildiler. Oysa 1992’den itibaren Irak’tan

gelmeye devam eden göçün yönetimi sınır dışında

gerçekleşmiştir. 2003 yılında Saddam Hüseyin hükümetinin

düşürülmesiyle ülkeye “demokrasi ve istikrar” geldiği

iddiasıyla, BMMYK aracılığıyla savaşın ilk yıllarında hiçbir

Iraklıya sığınmacı veya mülteci statüsü verilmemiştir. Bu

durumun yarattığı insani trajedi karşısında, BMMYK nihayet

2006’da bir rapor yayınlamış, Irak’ta güvenliğin ve istikrarın

sağlanamadığı ve Irak’ın kuzeyi dışındaki bölgelerden

başvuranların prima facie mülteci olarak doğrudan kabul edilmesi

gerektiği kararı çıkmıştır. Bu karar ertesinde Türkiye’deki

Iraklı resmi sığınmacı sayısında da ciddi bir artış yaşanmıştır

(Danış ve Bayraktar, 2010: 11-12).

Son dönemde sınır yönetiminin güçlendirilmesine dair

çalışmalar, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) aday olması

dolayısıyla yeni bir uluslararası boyut daha kazanmıştır. AB

24. Fasıl (Adalet, Özgürlük ve Güvenlik) kapsamında Türkiye’nin

sınır yönetimine dair çeşitli koşullar ortaya koyarken,

özellikle son yıllarda “entegre sınır yönetimi” meselesi

müzakerelerde önemli bir rol oynamıştır. Sınır yönetimi

bağlamında AB’nin öncelikli beklentileri, “tek bir otorite

altında toplanacak profesyonel ve sivil sınır muhafızlığı”

sisteminin gerçekleştirilmesi, bu bağlamda gerekli yasal,

idari, kurumsal, yapısal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi,

gerekli teçhizatın ve fiziki altyapının sağlanması ve

personelin eğitimi çerçevesinde şekillenmektedir (Kirişci,

2007; İçduygu, 2011). Ayrıca AB’ye uyum çerçevesinde 1990’larda

sınır bölgelerinde yapılan çalışmaların pek çoğunun ortadan

21

kaldırılması ve yerine yeni mekanizmaların getirilmesi ön plana

çıkmaktadır. Örneğin AB üye ülkelerinin 1997 yılında Ottawa

Konferansı’nda kabul ettiği sözleşme dolayısıyla, Türkiye’de

insan hakları açısından sorunlu bir mesele olan kara

mayınlarının temizlenmesi de ilerleme raporlarına yansıyan

maddeler arasındadır.

AB tarafından koşulluluk (contingency) çerçevesinde ele

alınan, “Entegre Sınır Yönetimi” açık bir şekilde yeni

yönetişim yöntem ve mekanizmalarının kullanıldığı bir iktidar

teknolojisine doğru dönüşümü işaret eder. Bu dönüşüm asker-

odaklı bir sınır kontrolü yerine sivil ve profesyonel bir sınır

muhafaza birliğinin kurulması; ordunun sınırdan çekilmesi, yeni

bir sınır yönetimi bürosunun kurulması, sınır polisi biriminin

inşası ve sınır polisi öğrencilerinin eğitimine kadar etraflı

bir programı kapsar. Ancak özellikle Irak ve İran sınırına dair

olan güvenlik kaygıları nedeniyle Türk devleti, sınırların

sivilleştirilmesi meselesinde çekimser davranmaktadır.

Özçürümez ve Şenses’in (2011: 243) de belirttiği gibi, AB’nin

beklentileri ve Türk devletinin çekimserliği arasındaki

çatışmanın temelinde Türkiye’deki iç politika endişeleri ve

öncelikleriyle AB’nin beklenti ve önceliklerinin uyuşmaması, bu

durumun devlet yapısındaki farklı aktörler (TSK, İçişleri

Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı gibi) arasındaki uyuşmazlığa

yansıması bulunur. Türk Devleti’nin politikaları geçmişten beri

öncelikli olarak “içerideki yabancılara” odaklanırken, AB

tarafından sadece “dışarıdaki yabancılar” perspektifini

yansıtan “kale Avrupa”yı güçlendirecek uygulamalar Türk devlet

sisteminde karşılık bulmamaktadır (B. Aksel ve Danış,

22

yayınlanacak). Halen gündemde olan kalekol projeleri ve sınır

boyunca inşa edilen barajlar örneklerinde de görüldüğü gibi

içerideki yabancılar yaklaşımı ve TSK’nın bu alandaki etkinliği

devam etmektedir.

DENETİMLİ GEÇİRGENLİK

Sınırla ilgili güncel tartışmalar daha çok sınır

kontrolleri ve sınırın geçirmezliği üzerinden ilerlese de,

sınırlar her zaman devlet kontrolünün mutlak olduğu bölgeler

olmamıştır. Andreas’ın da ifade ettiği gibi, “nadir istisnalar

dışında, sınırlar oldukça geçirgen yerler”dir (Andreas,

2000’den aktaran Kolay, 2012: 129). Bu geçirgenlik özellikle

Türkiye-Irak sınırı gibi topografik, etnik ve demografik açıdan

devlet denetiminin sınırlı olduğu/olabildiği yerlerde daha da

dikkat çekicidir. Dağlık bölgenin coğrafi yapısından dolayı

kontrolü zor olması, ulus-devlet sınırları çizilirken bazı Kürt

aşiretlerin sınırın iki yanına dağılması ve halen akrabalık

ilişkilerinin devam etmesi sınır aşan geçişleri kolaylaştıran

faktörler olmuştur. Son on yılda bu sınırdaki dolaşımın daha da

artmasında ise hem dış, hem de iç faktörler etkilidir: 2003

Amerikan işgali ve Saddam Hüseyin’in düşmesi, AKP hükümetinin

benimsediği “komşularla sıfır sorun politikası”, krize giren AB

ekonomisine bir alternatif olarak önem kazanan Ortadoğu ve

özellikle Irak pazarının gelişimi.

Sınır geçişleri arttıkça devletin önemsizleştiğini düşünmek

yanlış olur, aksine devletler sınır bölgelerinde iktidarlarını

yeniden tesis etmenin yollarını ararlar. Son on yılda Türkiye-

23

Irak sınırında devlet sınırdaki hareketleri kendi denetimi

altına alarak yeniden düzenlemeye çalışmaktadır. Bunun için

yukarıdaki bölümde bahsettiğimiz gibi yeni iktidar

teknolojileri ile bir yandan istenmeyen geçişleri, özellikle de

“içerideki yabancıların” denetimsiz sınır ötesi hareketlerini

kısıtlamaya, öte yandan da diğer geçişleri çeşitli yöntemlerle

kendi gözetimi altında yeniden düzenlemeye soyunmuştur. Bu bir

anlamda, kabaca “kontrol etmek, düzenlemek, şekillendirmek,

hükmetmek veya otorite uygulamak üzere geliştirilen strateji,

taktik, süreç, izlek veya program” olarak tanımlanan yönetişim

mantığının ete kemiğe bürünmüş halidir (Rose 1999, 15). Ancak

yönetişim teorisini bizim için daha ilginç kılan “yeni kamu

idaresi” anlayışıyla, devletin rolünün değiştiği ortamda özel

sektör ve sivil toplum gibi diğer aktörlerin sürece dahlinin

artışı olmuştur. Pek çok araştırmacı, yönetişimle beraber artık

"idare"nin tek başına yekpare bir aktör olarak devlet anlamına

gelmediği, ama çeşitli aktör ve kurumların karşılıklı

etkileşimi sonucu ortaya çıktığını ifade etmişlerdir (Ceyhan,

2006; Rose, 1999: 15-16).

Türkiye-Irak sınırında geçişleri resmi denetime tabii olan

ve olmayan geçişler olarak gruplandırabiliriz.15 Gayrı-resmi

geçişler dendiğinde, sadece bu sınıra has olmayan, sınır

ticareti olarak da ifade edilen kaçakçılık söz konusudur. Bu

ticareti mümkün kılan en önemli etken sınırın iki tarafında

yaşayan nüfusun akrabalık ve aşiret bağları sayesinde15 Bu makalede kara sınırını ele aldığımız için havayoluyla yapılan geçişlerkonumuz dışında kalmaktadır ama özellikle Irak ve Kuzey Kürdistan’ın Türkiye ile ekonomik ilişkileri açısından havaalanı çıkış ve girişleri de gittikçe artan bir ağırlığa sahiptir. Türk Hava Yolları, 1991’den beri kapalı olan Bağdat seferlerini 2008’de yeniden başlatmıştır. Ardından 2011’de sırasıyla Erbil, Basra, Necef ve Süleymaniye seferleri açılmıştır.

24

ilişkilerini sürdürmesi olmuştur (Yalçın-Heckmann, 2000).

Sanayisi olmayan, coğrafi yapıdan dolayı tarımı gelişemeyen bu

bölgedeki en önemli ekonomik faaliyet olan hayvancılığın da

devletin köy ve mezra boşaltmaları sonucunda bitmesiyle, sınır

boyunca yerleşmiş köyler için “kaçakçılık” tek gelir kapısı

olmuştur. Burada işleri dramatikleştiren sınır ticareti

bağlamında iki ülke arasında serbestçe dolaşan nüfusun,

devletin gözünde PKK destekçisi olarak görülmesidir. Bunun

trajik sonuçlarından biri 28 Aralık 2011’de Irak tarafından

kaçak yakıtla dönerken PKK’lı sanıldıkları için F-16 savaş

uçaklarıyla bombalanan Uludereli köylüler olmuştur. 34 kişinin

öldürüldüğü bu katliamla, 2013’te Lice’deki kalekol inşaatını

protesto eden köylülerin sert bir şekilde bastırılması ve

Başbakan’ın meseleyi “esrar, eroin, silah, insan kaçırmaya”16

dayandırarak bu ticareti kriminalize etme çabası devletin artık

denetimsiz geçişler konusunda hem uygulamada, hem de söylemde

çok daha sert bir tutum alacağının göstergesi olmuştur.

Devlet bir yandan kendi kontrolü dışında gelişen bu

ticareti engellemeye çalışırken, diğer yandan da resmi

geçişleri teşvik etmek ve daha etkin kılabilmek için Türkiye

Irak sınırındaki tek gümrük kapısı olan Habur’u17 geliştirmeye

çalışmaktadır. Sınır kapısının teknolojik araçlar kullanılarak

düzenlenmesi, hem kapıdan geçenlerin hem de burayı yönetenlerin16 “Kalekol inşaatına protesto”, Hürriyet, 29 Haziran 2013, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/23612920.asp, Erişim tarihi 10 Temmuz 2013; “Erdoğan: Lice esrardan”, Hürriyet, 3 Temmuz 2013, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/23640893.asp, Erişim tarihi 10 Temmuz 2013.17 Şırnak’a bağlı Silopi İlçesine 17 km. uzaklıkta yer alan ve Türkiye’nin Irak’a açılan tek noktası olan Habur Gümrük Kapısı, 1954 yılında Gümrük İdare Memurluğu olarak hizmete başlamış, 1981’de Habur Gümrükleri Başmüdürlüğü ve 2003’te de Habur Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğü olmuştur.

25

düzenlenmesini öngörür. Kötü yönetimi, hantallığı, verimsizliği

ve sürüp giden yolsuzluklarıyla nam salmış18 Habur’un

yenilenmesi için 2006 yılında devlet Yap-İşlet-Devret modeliyle

TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) görevlendirilmiştir.

Kapının, devletin yönlendirmesiyle, özel sektörün mesleki üst

kuruluşu olan TOBB tarafından modernize edilmesi, sınırlar gibi

ulus-devlet mantığının en güçlü olduğu bölgelerde bile

neoliberal dönemin yönetişim mantığına has kamu-özel

ortaklığının hayata geçirilmekte olduğunu göstermektedir.

Ayrıca bu yenilemeyle fiziki altyapıyı geliştirmek kadar, bir

tür “normlaştırma”, sınır kapısının belli kurallarla

yönetilmesi ve geçişlerin denetim altına alınması da

amaçlanmıştır19. 18 Habur sınır kapısındaki sorunlar 1970’li yıllardan beri zaman zamangündeme gelmiştir. 1978’te Habur’dan 8-9 saatte çıkılıyor olması, geçişyapan araç sayısı 1800’ü bulmasına rağmen kapıda görevli olarak sadece dörtgümrükçü bulunması eleştirilmişti. (“Habur sınır kapısından 8-9 saatteçıkılıyor”, Milliyet, 19 Mayıs 1978). 80’li yıllarda, Türkiye-Irak sınırkapısı güvenlik sebebiyle sık sık kapatılır olmuştu. 1986 tarihli birhaberde, Barzani’ye bağlı askerlerin geceleri Irak’a mal taşıyan tırlarasaldırması ve Irak devletinin sınır güvenliğini sağlayamaması yüzünden Türktırlarının sınırda bekletildiği dile getiriliyordu. (“TIR’lar terledi”,Milliyet, 17 Temmuz 1986). 2006’daki modernizasyon çalışmasına rağmen,Habur sınır kapısındaki muazzam kuyruklar, yetersiz ve beceriksiz sınıryönetimi konusunda eleştiriler devam etmektedir. (“Habur sınır kapısındaacayip acayip işler”, Hakan Albayrak, 24 Temmuz 2013,http://haber.stargazete.com/yazar/habur-sinir-kapisinda-acayip-acayip-seyler/yazi-775125, Erişim tarihi 10 Temmuz 2013.) Kapıda bekleme sorunu veçözüm için fiziki altyapıyı geliştirme çabası sürmektedir. (“Habur SınırKapısı'ndaki trafik tarih olacak”, Samanyolu, 5 Aralık 2012,http://www.samanyoluhaber.com/gundem/Habur-Sinir-Kapisindaki-trafik-tarih-olacak/897076/, Erişim tarihi 10 Temmuz 2013).19 Bu kapıda hizmet veren birimlerin sayıca çokluğu da uygulamada devletin parçalı ve çoklu yapısına işaret eder. Neşe Özgen 2004 tarihli raporunda insan, mal ve araç geçişlerini düzenleyen Habur Gümrük Kapısında 12 farklı kuruluşun yer aldığını belirtmiştir. “(B)u kuruluşlar, farklı bakanlıklara bağlı olarak: Mülki İdare Amirliği, Gümrükler ve Gümrük Muhafaza Başmüdürlüğü, Emniyet Amirliği, Saymanlık müdürlüğü, Tahaffuzhane ve Veteriner Hekimliği, Sağlık Denetleme Merkez Baştabipliği, Turizm Danışma Müdürlüğü, PTT Şube müdürlüğü, Ulaştırma Şube müdürlüğü, Tekel Vergisiz

26

Geçmişte daha çok aşiret ve akrabalık bağlarından beslenen

kaçakçılık üzerinden süren geçişler, bugün Habur sınır kapısı

ile hem iki komşu ülke, hem de uluslararası sermaye için önemli

bir geçiş koridoru olmuştur. Türkiye ile Irak arasındaki ticari

alışveriş dışında, 3. ülkelerden, özellikle de Avrupa’dan gelen

mallar da bu kapıdan geçerek Irak pazarına ulaşmaktadır. Son on

yılda Türkiye’nin Ortadoğu ve Afrika ile diplomatik ve ekonomik

anlamda yakınlaşması, bu ülkelerde yeni pazarların açılması,

sekteye uğrayan Avrupa’yla ilişkilere bir alternatif olarak

daha da önem kazanmıştır. Türkiye ve Irak sınırının “incelmesi”

ve denetimli geçirgenliğinin artmasında, AKP hükümetinin

benimsediği “komşularla iyi ilişkiler” politikasının da etkisi

olmuştur. Altunışık ve Martin’e (2011) göre hükümetin dış

politikasının belirleyenleri, bir yandan bölgedeki ilişkilerini

güçlendirmesi ve bölgesel liderliğe yönelik yeni hedeflerin

izlenmesi, bir yandan da Irak’taki bölgesel bütünlüğün

sağlanması gibi var olan politikaların korunması üzerinden

şekillenmektedir.

İki ülke arasındaki bu yakınlaşmanın yarattığı ekonomik

fırsatlar, İstanbul ve Ankaralı büyük sanayiciler dışında,

sınır bölgesinin hinterlandındaki Diyarbakır, Antep, Mardin

başta olmak üzere bölge ekonomisi için de yeni bir can damarı

olmuştur. Özellikle 2003 Amerikan işgali sonrası Irak’ın

yabancı yatırımcılara açılmasıyla, Irak Kürdistanı Türkiyeli

işadamları için önemli bir pazar ve yeni yatırımların

yapılacağı bir bölge haline gelmiştir. Ayşe Seda Yüksel’in

Satış Mağaza Amirliği, TASİŞ İşletme Müdürlüğü ve TURİNG ve Otomobil KurumuMüdürlüğü. Bütün bu kuruluşların koordinasyonundan, valiliğin görevlendirdiği mülki amir sorumludur.” (Özgen, 2004: 72)

27

araştırmasına göre, Diyarbakır’da üretilerek ihraç edilen

malların %56’sı Irak pazarına giderken, bazı bölge işadamları

da Irak Kürdistanı’nda inşaattan lokantacılığa kadar değişik

sektörlerde yatırım yapmışlardır (2008 DTSO raporundan aktaran

Yüksel, 2011: 448-449).

İki ülke arasındaki söz konusu yakınlaşma hem yasal giriş

çıkış sayılarında, hem de kamyon geçiş istatistiklerinde açıkça

gözlemlenmektedir. Aşağıdaki grafikte görüldüğü üzere,

Türkiye’ye giriş yapan Iraklılar için Şırnak’taki Habur Kapısı

2003’e kadar diğer giriş yerlerinden farklı değilken, son on

yılda bu kapıdan girişler ciddi oranda artmış ve 2012’de

yaklaşık 280 bin kişiye ulaşmıştır. Bu sayının önümüzdeki

yıllarda, karayoluyla girenlere de sağlanan yeni vize

kolaylığıyla daha da artacağı öngörülebilir. 2010 yılında

Dışişleri Bakanlığı Irak’tan hava yoluyla Türkiye’ye gelen Irak

vatandaşlarına geri dönüş bileti ve günlük 50 dolar para ibraz

etmeleri şartıyla, indikleri havalimanında 30 güne kadar ikamet

süreli tek giriş vizelerinin harçsız olarak verilmesine izin

vermişti20. Havayoluyla seyahat edenlere sağlanan bu kolaylığın

Haziran 2013’ten itibaren elektronik vize (e-vize)

uygulamasıyla karayoluyla gelenler için Habur Sınır Kapısı’nda

da geçerli olacağı duyuruldu.21 Hem kolaylaştırıcı bir20“Irak Vatandaşlarının vize müracaatları”, 17 Haziran 2010, http://www.tursab.org.tr/tr/tursabdan-haberler/irak-vatandaslarinin-vize-muracaatlari_1328.html, Erişim tarihi 10 Temmuz 2013. 21 Küçük ama önemli bir ayrıntı da, bu uygulamayla daha önce Habur Sınır Kapısı için aranan Schengen veya OECD ülkelerinin vize ya da ikamet izni şartı da aranmayacak olmasıdır. Uygulamaya göre, Irak pasaportuna sahip vatandaşlar, www.evisa.gov.tr adresine girerek kimlik/pasaport bilgilerini ve Türkiye’ye hangi tarihlerde seyahat edeceklerini sisteme kaydederek yaptıkları e-vize başvurularının çıktısıyla Türkiye’ye giriş yapabilecekler. 11 Haziran 2013, AA’dan aktaran

28

düzenleme hem de bir tür gözetim yöntemi olarak

değerlendirilebilecek bu yeni elektronik uygulama, Foucault’nun

bahsettiği iktidar teknolojilerinden biri olduğu kadar,

yönetişim yazınının bahsettiği neoliberal çağda ihtiyaç duyulan

etkinlik ve verimliliğin de bir örneğidir.

Grafik: Sınır kapılarına göre Türkiye’ye giriş yapan Iraklı kişiler

Kaynak: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerinden derleme

Habur sınır kapısı her şeyden önce mazot ticareti

demektir. Uzun yıllar Türkiye sınırlarında araştırma yapan Neşe

Özgen’in 2004 raporuna göre, Habur Kapısı, diğer kara sınır

kapıları arasında en yeni kapı olmasına rağmen, en çok gelir

getiren ve motorin ithalatına izin verilen ilk kapıdır (Özgen,

2004: 71). 2001 yılında Şırnak Valiliği tarafından yayınlanan

verilere göre Habur Kapısı'ndan ayda 75 bin ton, Iğdır

http://www.haberler.com/irak-vatandaslarina-vize-kolayligi-4719131-haberi/,Erişim tarihi 10 Temmuz 2013.

29

Kapısı'ndan da 15 bin ton motorin ithalatı yapılmaktaydı22

(aktaran Özgen, 2004: 70). Uzun bir süre, sınır ticareti

kapsamında komşu ülkeden getirilen motorinin Türkiye’nin diğer

illerine vergiden muaf olarak götürülmesi -halk arasındaki

ifadesiyle “mazot ticareti”- tarımı ve sanayisi gelişmemiş,

hayvancılığı bitmiş bu bölge için hayati önemde bir gelir

kaynağı olmuştur. Ayrıca Habur Sınır Kapısı doğrudan bir

yerleşim bölgesinde yer almadığı için, diğer sınır kapıları

gibi tek bir kasabaya değil de, çevresinde yer alan geniş bir

art alana ekonomik canlılık sağlamıştır. 2002’de 45.300 kayıtlı

araçla Şırnak, Siirt ve Mardin civarında yaşayan 200.000 aile

geçimini mazot ticaretinden sağlamaktaydı (Özgen, 2004: 80).

2001 yılında bölgeyi ziyaret eden bir gazeteci de, Şırnak

Valiliğine kayıtlı 48 bin kamyon olduğunu, 43 binin faal olarak

Irak’tan Türkiye’ye motorin ticareti yaptığını dile

getirmiştir. Sınır kapısındaki kötü işleyişten dolayı bu

kamyonlara 85 günde bir sıra gelmesine rağmen tek bir seferde

yaklaşık 500 dolar kazandıran bu faaliyet, işsizlik ve

yoksulluk içindeki bölge için vazgeçilemez bir geçim kaynağı

olmuştur23.

Türkiye-Irak sınırındaki akaryakıt ticareti devletin yerel

halkla kurduğu bir tür patronaj ilişkisi olarak da

değerlendirilebilinir. Örneğin 1996 yılında Habur kapısının

vergisiz mazot ticaretine açılması ve Şırnak iline kayıtlı22 İktisatçı Nurettin Öztürk sınır ticareti üzerine yazdığı makalede, bu konudaki kayıtların gerçekçi olmadığını, sağlıklı ve karşılaştırılabilir istatistikler tutulmadığını, dolayısıyla sınır ticaretiyle ilgili sayısal verilere şüpheyle yaklaşmak gerektiğini belirtmektedir (Öztürk, 2006: 122).23 Şelale Kadak “Habur'a gittik sıkıntıları gördük”, Sabah, 6.9.2001, http://arsiv.sabah.com.tr/2001/09/06/y56.html, Erişim tarihi 10 Temmuz 2013.

30

olanlara mazot taşıma hakkı verilmesi, “devletin gayri resmi

olarak sınır vatandaşlarına tanıdığı bir hak” olarak

görülmüştür (Özgen, 2004: 80). Ancak bu “hakkın” her zaman

eşitlikçi bir şekilde dağıtıldığı söylenemez. Büyük tonajlı

petrol taşımacılığına geçişle beraber, sermayesi yetersiz olan

küçük aktörler sürecin dışına itilirken, büyük taşımacılık

filosu kurma gücüne sahip bölgenin zenginleri ve aşiret

liderleri daha da güçlenmiştir.

“Büyük tonajlı petrol taşımacılığı ancak yöreninzenginlerine mahsus bir fırsattır. (…) örneğin Kızıltepe-Bismil-Cizre gibi ilçelerde büyük ve güçlü aşiretlerinöncelikle reislerine, sonra da tüm aşirete ait büyüktaşımacılık filoları vardır. (…) Yoksulların ancak eskimodel veya kamyonun üzerine bindirilmiş, banyoteknesinden, demirciye yaptırılmış büyük haznelere kadarbazı tankları taşıyarak mazot vb. getirme imkanıolmaktadır. Ancak belli model araçlarla taşımayapılabileceğine dair mevcut kanunlara rağmen, sınırkapısında yasal olmayan ama yönetmeliklerle düzenlenmişbiçimiyle bu eski ve donanımsız tankerlerin geçişine izinverilmekte, başka bir deyimle göz yumulmakta; ayrıca hertanker sahibine 400-500 litre kadar kendisine ait mazotgetirebileceği söylenmektedir. Bugünkü görünüm, şoförlerin100-200 lt. bidonları koltuk altlarına sıkıştırdığı; 2tona yakın 'kendine mazot' alabilmek için kaçak-görünmeyentankların yaptırıldığı; eski yeni kilometrelerce uzunluktabir sıradır. Zaman zaman rüşvet/ yalvarma/ kaçak geçirme/göz yumma vb. enformel geçişlerle, göz yumulan ve yasalolarak hesaplanandan fazlası mutlaka geçirilmeyeçalışılmaktadır.” (Özgen, 2004: 81)

Devletin mazot ticaretine göz yumması bölgedeki Kürt

nüfusun radikalleşme ihtimaline ve “dağa çıkma” tehdidine karşı

bölge halkını ekonomik açıdan kazanma yöntemi olarak da

görülebilir. Irak’a uygulanan uluslararası ambargo sınırdaki

31

ticarete ağır darbe vurduğu zaman, bölge esnafının isyanı ve

kapının bir an önce açılması talebine karşılık dönemin

başbakanı Tansu Çiller 1994’te motorin ticaretini tekrar

başlatmıştır. Kapı açılırken, amaçlanan hedefler arasında

bölgede artan yoksulluğa çare olmak kadar, kuşkusuz PKK

sempatizanlığının önüne geçme saiği de önemli bir yer

tutuyordu. Ancak 1990’lı yıllar, ordunun güvenlik çekincesi ve

özellikle Kürt devleti ihtimali korkusuyla kapının bir açılıp

bir kapandığı yıllar olmuştur. Sınır ticaretinde farklı

aktörlerin (kamyoncular, gümrük memurları, yerel eşraf ve

politikacılar) girift ilişkilerine rağmen, devlet oyun

kurucunun kendisi olduğunu bölgenin can damarı olan Habur

Kapısı’nda gümrük kurallarını sürekli değiştirerek göstermiştir

(Kolay, 2012). Bir anlamda, Türkiye Irak sınırında 90lar, yeni

çağın en etkili iktidar aracı olarak, belirsizlikle yönetme

taktiğinin deneme sahası olmuştur.

Sınıra dair politika değişikliklerinin ilgili tüm

aktörleri -sınırın karşı tarafı da dahil olmak üzere- muhakkak

etkileyeceğini unutmamak gerekir. Habur sınır kapısının

ürettiği ekonomik değer sadece “içerideki yabancıları” değil,

“dışarıdakileri” de etkilemekte, bazı kesimlerce dile

getirildiği üzere Türk devletinin sadece Türkiye’dekilere

değil, karşı taraftakilere de verdiği “sübvansiyon” olarak

görülmekteydi. Gerçekten de, Irak’a uygulanan ambargonun

“petrol karşılığı gıda” programıyla gevşetildiği dönemde, sınır

geçişlerinden toplanan vergi Irak Kürt Yönetimi için temel

gelir kaynağı olmuştur24. 24 “1998 yılında Habur Sınır Kapısı’ndaki (daha doğrusu Kuzey Irak Bölgesindeki adıyla İbrahim Halil Sınır Kapısı) transit geçişlerden alınan

32

Ambargonun gevşemesiyle tekrar canlanan vergisiz akaryakıt

ticaretinin yarattığı gelirin büyüklüğü Türk yöneticilerin de

iştahını kabartmıştı. 1997’de ayda 2,5 trilyon liranın girdiği

Habur Kapısı’nda, günde iki bin kamyon giriş çıkış yapıyor ve

aylık döviz girdisi on milyon dolara kadar çıkıyordu25. Böylece

TPIC (Turkish Petroleum International Company) kuruldu. TPAO’ya

(Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı) bağlı bir şirket olarak

kurulan TPIC, Irak’tan getirilen akaryakıtı düşük fiyattan

satın alıp daha yüksek fiyata TPAO’ya devretmekle

görevlendirildi. Sınırdaki geçişlerden kazanılan kârdan pay

almak üzere bulunan bu yöntem aynı zamanda kamyonlarla

getirilen mazotun sınır bölgesinde kurulan tesislerde “kontrol

altına alınmasını” ve “disipline edilmesini” sağlıyordu.

1997’de Habur’a 2 km uzaktaki Hac Konaklama Tesislerinde

kurulan merkez Eylül 1999’da faaliyete geçti26. Buna göre,

Kuzey Irak’tan dönen kamyoncular getirdikleri mazotu TPIC

tesislerinde önce test ettiriyor, sonra da buradaki depolara

boşaltıyorlardı. Ancak devletin yerele müdahale çabaları kârın

çok yüksek olduğu ve yerel halkın başka bir ekonomik

alternatifi olmadığı ortamda, kamyoncular tarafından tepkiyle

karşılandı. Devlet ve yerel girişimciler arasındaki ilişkiyi

daha da gergin kılan bir diğer nokta da akaryakıt depolarıyla

ilgili yolsuzluk iddiaları oldu27.

vergiler bölgesel hükümetin toplam gelirlerinin %84,88’ine denk geliyordu” (Khasro Pirbal’dan aktaran Kolay 2008, 78)25 “Habur’a ayda 2.5 trilyon giriyor”, 2 Ocak 1997, Milliyet.26 “TPIC Habur deposu açıldı” 16.9.1999, http://www.porttakal.com/ahaber-tpic-habur-deposu-acildi-171507.html, Erişim tarihi 10 Temmuz 2013. 27 Bunun örneklerinden biri 2001’de bir gazeteci tarafından dile getirilenHabur’da sınırı geçen motorinin TPIC depolarına gidene kadar fire vermesiolayıdır. Kamyoncular bu konuda “İngiltere’nin bir adasında kurulmuş” “bir

33

Türkiye Irak sınırının biçimlenmesinde sadece ulusal

politikalar değil, uluslararası müdahaleler de etkili olmuştur.

Bunun örneklerinden ikisi, 1991 Körfez Savaşından sonra, Saddam

Hüseyin rejimini zayıflatmak için uygulanan ve iki ülkeye

ekonomik açıdan ağır bir darbe indiren ambargo paketi ve daha

sonra bunu gevşetmek için 1996’da başlatılan “Petrol Karşılığı

Gıda” programıdır. Ulusal idarenin dışında alınan bir kararla

başlatılan ambargo, ekonomik açıdan hem sınır bölgesinde hem de

iki sınırdaş ülkede ciddi hasar yaratmıştır. SETA Vakfı’nın

hazırladığı Irak dosyasına göre, “ambargo nedeniyle 1991

sonrası süreçte Türkiye’nin toplam ekonomik zararının 30 ila 80

milyar dolar arasında olduğu” tahmin edilmektedir (Çetinsaya,

2006)28. Türkiye için yasal ticaretin yeniden canlanması önce

1996’da Petrol Karşılığı Gıda programıyla, sonra da 2003 işgali

sonrası Irak’taki liberalleşmeyle olmuştur. İki ülke arasındaki

ticaret akaryakıt taşıyanlara getirilen çeşitli kısıtlamalarla

Türk şirketi bile olmayan” TPIC’i şoförlerin üzerinden haksız kazanç eldeetmekle suçlamışlardı. Devlet temsilcileri ise, kamyon sahiplerinin uzunyıllar tankerlerinde getirdikleri mazotu serbestçe satabilirken, devletinbu kâra ortak olmak istemesine tepki gösterdiklerini dile getirdiler(Şelale Kadak “Habur'a gittik sıkıntıları gördük”, Sabah, 6.9.2001). TPICile ilgili bir diğer yolsuzluk örneği de, TPIC’in Tüpraş ve TPAO’ya sattığı84 bin ton ham petrolün kaybolması oldu. TBMM Akaryakıt KaçakçılığınıAraştırma Komisyonu raporuna göre, Mayıs 2003-Nisan 2005 arasında Irak’tanTürkiye'ye gönderilen 3.2 milyon ton petrole dair Habur’da hiçbir kayıtbulunamadı. TPIC bu kaybın, doğal fire, nakliye firmasınca yol açılanzayiatlar ve ölçüm farklarından kaynaklandığını iddia ettihttp://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=158027,http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=3830461, Erişim tarihi 10Temmuz 2013). Sonuçta bu yolsuzluğun ardında kimin olduğunu tespit etmek bumakalenin boyunu aşsa da, piyasa değeri çok yüksek bir malınvergilendirilmeden, kamyoncular veya devlet eliyle kontrolsüz bir şekildepiyasaya sürülmesi neoliberalizmin gri alanlarından biri olarakdeğerlendirilebilinir.28 SETA araştırma ekibi bu zararın başlıca nedenleri arasında petrol fiyatları, sınır ticareti, bölgesel ilişkiler ve terör maliyetlerini saymaktadır (Çetinsaya, 2006).

34

zayıflarken29, Türkiye ve Avrupa ülkelerinden Irak’a taşınan

mallarla tekrar canlandı.

2003’te Amerika’nın Irak’ı işgal etmesi ve Saddam Hüseyin

rejiminin düşmesinin önemli sonuçlarından biri, seyahat başta

olmak üzere çeşitli alanlarda yaşanan serbestleşme oldu. 1991-

2003 arası uygulanan ekonomik ambargoların sonucu olarak

uluslararası piyasalardan uzak kalan ve savaş yılları boyunca

sanayi üretim kapasitesi ciddi anlamda yok olmuş Irak, ihtiyaç

duyduğu malları sağlayabilmek için yabancı ülkelerle

alışverişini geliştirdi. Irak dış ticaretindeki bu

liberalleşmeden en çok kazanç sağlayanlarsa kuşkusuz Irak’ın

komşularıydı. EUROSTAT verilerine dayanılarak hazırlanan

istatistiklere göre, 2010 yılında Irak’a ihracat yapan en

önemli 10 ülke arasında Türkiye %22,9’luk payla birinci

sıradaydı30.

Irak'ta güvenlik ve istikrarın sağlanmasıyla ticaret

hacminin daha da gelişeceği ve bu sınırda tek kapının yetersiz

kalacağı öngörülerek, son yıllarda yeni sınır kapılarının

açılması gündeme geldi. Ancak on yıldır konuşulan Ovaköy başta

olmak üzere henüz hiçbir kapının hayata geçmemiş olması,29 11 Eylül 2001 saldırısından sonra Irak Hükümeti ülkenin kuzeyine mazotvermeyi durdurunca bölgedeki yaklaşık 50 bin kamyon atıl kaldı. Daha sonramazot ticareti tekrar başlasa da, depolarını büyüterek veya başka kaçakyollarla akaryakıt getirenlere yüksek cezalar verilmesinden dolayı buticaret durma noktasına geldi. Aksiyon, “Ölü kamyonların ülkesi”,6.01.2003, http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-11016-26-olu-kamyonlarin-ulkesi.html, Erişim tarihi 10 Temmuz 2013; Gündem Bugün,“Akaryakıt zammı komşulara yaradı”, 06.05.2012,http://gundem.bugun.com.tr/akaryakit-zammi-komsulara-yaradi-haberi/191675,Erişim tarihi 10 Temmuz 201330 DG Trade Statistics, “EU Bilateral trade and trade with the world” (EUROSTAT verilerine dayanılarak hazırlanan tablo) trade.ec.europa.eu/doclib/html/113405.htm (erişim 30 temmuz 2013)

35

devlet içindeki farklı kurumlar arasında her zaman uyum

olmadığının bir göstergesidir. Irak’a yönelik taşımaların

ciddi oranda artmasıyla araç trafiğinin yoğunlaşması ve tekrar

uzun kuyruklar oluşması31 karşısında Gümrük Bakanlığı yeni

kapılar açmak istemiş32, ancak bu proje TSK’nın güvenlik

uyarısıyla şimdilik ertelenmiştir. İleride yeni kapılar

konusunun nasıl gelişeceği ekonomi ve güvenlik sarkacındaki

sınır bölgesinin işleyişine dair ipuçları sunabilir.

31 Örneğin 2007 yılında Habur kapısında geçiş yapan araç sayısı 250 bini geçmişti http://www.iraq-turkey.com/gumrukkapilari.htm .32 Yıllık 12 milyar dolarlık ticaretin yapıldığı bu sınırda, Habur’un yetersiz kaldığını ifade eden Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, İçişleri Bakanlığının izniyle Ovaköy, Aktepe ve Uludere-Gülyazı’da yeni kapılar açmayı ve bunlar arasındaki alanda “serbest bölge” kurmayı planlıyor. Kapıların açılabilmesi için gündeme gelen en radikal öneri ise, Habur Çayı’nın yatağının değiştirilerek, Türkiye-Irak doğal sınırının yeniden çizilmesi. http://www.sabah.com.tr/Ekonomi/2012/06/18/irakla-serbest-bolge,Erişim tarihi 10 Temmuz 2013.

36

SONUÇ

Sınırlar sadece kağıt üzerinde farklı devletleri ayıran

fiziki ayraçlar değil aynı zamanda farklı sosyalliklerin

birleştirildiği veya ayrıştırıldığı mekanizmalardır. Joel

Migdal’a göre (2004: 6-7) sınırlar, basit ve fiziksel ayraçlar

olmanın ötesinde iki bilişsel özelliği barındırır: Denetim

noktaları ve zihinsel haritalar. Farklı aidiyetlere dair sosyal

gruplar, gerçek ve sanal denetim noktaları kullanarak

farklılıklarını pekiştirmeye çalışır: Gerçek denetim

noktalarında vize ve pasaport uygulamalarından ırksal

profilleme gibi ayrımcı uygulamalara varan çeşitli gözetleme ve

ayrıştırma teknikleri kullanılırken, sanal denetim noktaları,

giyimden konuşulan dile ve şiveye varan çeşitli pratikler

içerir. Zihinsel haritalar ise, kişilerin mekansal

düzenlemeleri, aile bağları gibi sahip oldukları sadakat

biçimleri, grupların yansıttığı hisleri ve tutkuları, dış

dünyayı nasıl tahayyül ve inşa ettiklerine dair fikirlerin

bütünüdür. Sınırlar, denetimin yanı sıra zihinsel haritalarda

da yer eder: İnşa edilir, değiştirilir veya sürdürülürler.

Tek bir ülkenin hudutları içerisinde sosyal gruplara bağlı

olarak farklı sınırlar mevcut olabilir. Devlet ise çeşitli

pratiklerle kendi imgesini iktidar olarak meşru kılmak ve

pekiştirmek amacındadır. Farklı sosyal gruplar tarafından

çizilmiş sınırlar kendi içerisinde ve devletin inşa ettiği

fiziksel ve sosyal sınırlarla sürekli bir çatışma ve müzakere

içerisindedir (Migdal, 2004: 4-12). Migdal bu bağlamda

kaçakçılık şebekelerinden bahseder: Bu şebekelerin gizli

şifreler, kod isimler, sinyaller, seyahat için belirlenmiş

37

yollar ve kuralları çiğneyenler için önceden belirlenmiş

yasaklar gibi çeşitli gözetleme ve denetim araçları vardır.

Kaçakçılık şebekelerinin yarattığı denetim noktaları ve

zihinsel haritalar, devletler tarafından yaratılan sınırlardan

çok farklıdır –bunlar devletin yarattıklarını etkisiz kılmayı

amaçlar. Kaçakçılık şebekesiyle beraber çalışan bir sınır

muhafızı örneğinde olduğu gibi pratikteki uygulamalar her zaman

resmi kurallara uyum sağlamayabilir, devlet imgesini

zayıflatmaya yol açabilir (Migdal, 2004: 20).

Türkiye-Irak sınırında tek yasal geçiş yolu olan Habur

kapısının, Gülcan Kolay’ın ifadesiyle farklı sosyal gruplar

için “birden fazla anlamı” vardır (Kolay, 2008: 80): Habur

öncelikle ticaret demektir, zira sınırın güneyinde alım gücü

hızla yükselen ama mal üretemeyen bir toplum bulunmaktadır.

Habur aynı zamanda sınırın iki yakasındakiler için akrabalık ve

etnik bağlardan beslenen ve ortak kimlik bağlarını besleyen bir

köprü durumundadır. Habur/Halil İbrahim, Irak Kürdistanı için

dışa açılan tek kara kapısı iken, Türk tarafında devlet

içindeki askeri ve milliyetçi güçler için “düşmana açılan kapı”

olarak görülmeye devam etmektedir. Bu çoklu anlamlar, Türkiye-

Irak sınırında çelişkili görülebilecek bir tablo ortaya

çıkmasına neden olmaktadır. Bugün bir yandan sınır ötesi

operasyon geleneği hafızalardaki yerini korurken, diğer yandan

yeni kapılar açılması, hatta sınır çizgisinin değiştirilmesi

dile getirilmektedir. Yukarıda anlatılan tüm noktalar bir arada

düşünüldüğünde, Türkiye-Irak sınırında askeri mantığın yerini

piyasa güçlerinin almakta olduğu söylenebilir. Ancak yukarıda

gördüğümüz gibi, ekonomik önceliklerin baskın çıkması sınır

38

bölgesindeki kapının tümüyle serbest bırakılmasından ziyade,

geçişlerin yeni iktidar mekanizmalarıyla yeniden düzenlendiği

bir yapıya işaret etmektedir.

Bu çalışmada somut bir sınır olan Türkiye-Irak sınırı

üzerinde durulurken, bu sınır bölgesine dair müzakere ve

çatışmaların devlet tarafından nasıl yönetildiği/yönetilmeye

çalışıldığı sorgulanmıştır. Yekpare devlet imgesini ortadan

kaldıran ve temelinde düzenlemek, hükmetmek ve otorite

uygulamak olan iki kavram, yönetimsellik ve yönetişim, bu

yazıda birbirini tamamlayıcı şekilde kullanılmıştır. Sınırdaki

geçişlerin denetim altına alınması meselesi, Türkiye-Irak

sınırındaki tek resmi kapı olan Habur’un modernizasyonu, yanı

sıra yeni kapıların açılması, kalekollar, barajlar ve diğer

denetim arttırıcı projelerle bir arada uygulanmaktadır. Konunun

sadece bir güvenlik meselesi olmadığı, sınırın ticari öneminin

de giderek arttığı bir dönemde, devlet sınırda askeri ve

güvenlik boyutun yanı sıra, büyüyen ekonomik değeri kayıt

altına almaya ve sınır ticaretinden kaynaklı bu zengin gelir

kapısını kendi kontrolüne altına almaya çalışmaktadır.

39

KAYNAKÇA Akalın, A. (2012) “Açık, Döner, Mühürlü Kapılar: Yirminci

Yüzyılda Batı/Doğu Ekseninde Emek Göçünün Seyri”, Küreselleşme Çağında Göç, (Der.) G. I. Öner ve  A. Ş. Öner, İstanbul: İletişim, s. 89-107

Amoore, L. (2006) “Biometric borders: Governing mobilities in the war on terror”, Political Geography, 25(3): 336-351.

Aksel, D. ve Danış, D. (yayınlanacak) “Diverse Facets of Europeanization at the Iraqi-Turkish Border”, Beyond ‘Fortress Turkey’ Paradigm at the South Eastern Border of the EU (Eds.) N. Ö. Baklacıoğlu, Y. Özer, Edwin Mellen Press.

Barrot, L. (2002), “Gouvernance”, Cités, 9.Barry, A., Osborne, T., vd. (1996) Foucault and Political

Reason: Liberalism, Noo-liberalism, and Rationalities of Government, University of Chicago Press.

Belge, C. (2011) “State Building and the Limits of Legibility: Kinship Networks and Kurdish Resistance in Turkey”, International Journal of Middle Eastern Studies, 43: 95-114.

Bevir, M. (2010) “Rethinking governmentality: Towards genealogies of governance”, European Journal of Social Theory, 13(4): 423-441.

Bevir, M. (2011) “Governance and governmentality after neoliberalism”, Policy and Politics, 39(4): 457-471.

Bevir, M. ve Gains, F. (2011) “Ideas into policy: governance and governmentality”, Policy & Politics, 39(4): 451-456.

Bigo, D. (1998) “Frontiers and security in the European Union: The illusion of migration control”, Anderson, M. ve Bort, E.(der.) The frontiers of Europe, Continuum International Publishing: 148-164.

Bigo, D. (2002) “Security and immigration: toward a critique ofthe governmentality of unease”, Alternatives: Global, Local,Political, 27(1 suppl): 63-92.

Bigo, D. (2006) “Internal and external aspects of security”, European Security, 15(4): 385-404.

Bröckling, U., Krasmann, S., ve Lemke T. (2011) Governmentality: current issues and future challenges, Taylor and Francis.

40

Burchell, G., C. Gordon, C., vd. (1991) The Foucault effect: Studies in Governmentality, University of Chicago Press.

Carrera, S. (2007) The EU border management strategy: FRONTEX and the challenges of irregular immigration in the Canary Islands. CEPS Working Documents, (261).

Ceyhan, A. (2006) “Technologie et sécurité: une gouvernance libérale dans un contexte d’incertitudes”, Cultures & Conflits [Online], 64, Hiver 2006, erişim tarihi 22 Ağustos 2013: http://conflits.revues.org/2173.

Çetinsaya, G. (2006), SETA Irak Dosyası: Irak’ta Yeni Dönem, Ortadoğu ve Türkiye, SETA Vakfı Yayınları, Rapor No. ST1-406.

Danış D. ve Bayraktar, D. (2010) Irak’tan Irağa: 2003 sonası Irak’tan komşu ülkelere ve Türkiye’ye yönelik göçler, ORSAM araştırma raporu.

Danış, D. (2010) Migration de Transit et Réseaux Sociaux : Le Cas des Migrants Irakiens en Turquie, Editions Universitaires Européennes, Saarbrücken.

Darling, J. (2011) “Domopolitics, governmentality and the regulation of asylum accommodation”, Political Geography, 30(5): 263-271.

Dolhinow, R. (2005) “Caught in the middle: The state, NGOs, andthe limits to grassroots organizing along the US–Mexico border”, Antipode, 37(3): 558-580.

Epstein, C. (2007) “Guilty Bodies, Productive Bodies, Destructive Bodies: Crossing the Biometric Borders”, International Political Sociology, 1(2): 149-164.

Fassin, D. (2011) “Policing Borders, Producing Boundaries. The Governmentality of Immigration in Dark Times”, Annual Reviewof Anthropology, 40: 213–26.

Foucault M. (1984) “Truth and Power”, Rabinow, P. (Ed.) The Foucault Reader: An Introduction to Foucault’s Thought, withMajor New Unpublished Material, Penguin Books, London, 51-75.

Foucault M. (2004) Sécurité, territoire, population, Cours au Collège de France, 1977-1978, Paris, Gallimard/Seuil, 2004.

Gambetti, Z. (2011) İktidarın Dönüşen Çehresi: Neoliberalizm, Şiddet ve Kurumsal Siyasetin Tasfiyesi, İstanbul

41

Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 40: 145-166.

Guiraudon, V. (2000) “European integration and migration policy: vertical policy-making as venue shopping”, Journal of Common Market Studies, 38(2): 251-271.

İçduygu, A. (2011) The Irregular Migration Corridor between theEU and Turkey: Is it Possible to Block it with a ReadmissionAgreement?, EU-US Immigration Systems; 2011/14, Robert Schuman Centre for Advanced Studies, San Domenico di Fiesole(FI): European University Institute,

Jessop, B. (2006) “From micro-powers to governmentality: Foucault's work on statehood, state formation, statecraft and state power”, Political Geography, 26(1): 34-40.

Jessop, B. (2011) “Constituting another Foucault effect: Foucault on states and statecraft”, Bröckling, U., Krasmann,S., ve Lemke T. (der.) Governmentality: current issues and future challenges, Taylor and Francis, 56-73.

Jongerden, J. (2007) The Settlement Issue in Turkey and the Kurds: An Analysis of Spatical Policies, Modernity and War, 102, Brill.

Jongerden, J. (2010) Dams and politics in Turkey: utilizing water, developing conflict, Middle East Policy, 17(1): 137-143.

Keskin, F. (2008) “Turkey’s Trans-Border Operations in NorthernIraq: Before and after the Invasion of Iraq”, Research Journal of International Studies, 8: 59-75.

Kirişci, K.(1993) "Provide Comfort and Turkey: Decision Making for Refugee Assistance" Low Intensity Conflict and Law Enforcement, V2(2): 227-253

Kirişci, K. (2007) Border management and EU-Turkish relations: convergence or deadlock, CARIM Research Reports (2007/03), RobertSchuman Centre for Advanced Studies, San Domenico di Fiesole(FI): European University Institute.

Kolay, G. (2008) “Habur: Sınır Kapısı. Sorun Kapısı”, Birikim, 228, Nisan 2008: 71-82.

Kolay, G. (2012) “An economy of survival and reinventing the way of life: The case of oil commerce in Southeast Turkey”

42

Subverting Borders. Doing Research on Smuggling and Small-Scale Trade VS Verlag für Sozialwissenschaften, 129-146;

Lahav, G. (2004) Immigration and politics in the new Europe: Reinventing borders. Cambridge University Press.

Lavenex, S. (2008) “A governance perspective on the European neighbourhood policy: integration beyond conditionality?” Journal of European Public Policy, 15(6): 938-955.

Lavenex, S., ve Schimmelfennig, F. (2009) “EU rules beyond EU borders: theorizing external governance in European politics”, Journal of European Public Policy, 16(6): 791-812.

Migdal, J. S. (2004) “Mental Maps and Virtual Checkpoints. Struggles to Construct and Maintain State and Social Boundaries” Migdal, J. S. (der.) Boundaries and belonging: States and Societies in the Struggle to Shape Identities andLocal practices, Cambridge University Press, New York, 3-23.

Neal, A. W. (2009) “Securitization and Risk at the EU Border: The Origins of FRONTEX”, Journal of Common Market Studies, 47(2): 333-356.

Özçürümez, S. ve Şenses, N. (2011) Europeanization and Turkey: studying irregular migration policy, Journal of Balkan and Near Eastern Studies, 13(2): 233-248.

Özgen, N. (2004) Sınır Kasabaları Sosyolojisi Projesi, Ankara, Tübitak.

Öztürk, N. (2006) “Türkiye’de sınır ticaretinin gelişimi, ekonomik etkileri, karşılaşılan sorunlar ve çözüm önerileri,ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 2(3): 107-127.

Pollak, J., ve Slominski, P. (2009) “Experimentalist but not accountable governance? The role of FRONTEX in managing the EU's external borders”, West European Politics, 32(5): 904-924.

Popescu, G. (2008) “The conflicting logics of cross-border reterritorialization: Geopolitics of Euroregions in Eastern Europe”, Political Geography, 27(4): 418-438.

Purcell, M. ve Nevins, J. (2005) “Pushing the boundary: state restructuring, state theory, and the case of US-Mexico border enforcement in the 1990s”, Political Geography, 24(2): 211-235.

43

Rabinow, P. (1984) “Introduction”, P. Rabinow (Ed.) The Foucault Reader: An Introduction to Foucault’s Thought, withMajor New Unpublished Material, Penguin Books, London, 3-29.

Roberts, A. (1998) "More Refugees, Less Asylum: A regime in transformation" Journal of Refugee Studies, V.11 (4): 375-395

Rose, N. (1999) Powers of Freedom: Reframing Political Thought,Cambridge, Cambridge University Press.

Sassen, S. (2002) “Governance Hotspots Challenges We Must Confront in the Post-september 11 World”, Theory, Culture & Society, 19(4): 233-244.

Scott, J. C. (1998) Seeing like a state: How certain schemes toimprove the human condition have failed, Yale University Press.

Sparke, M. B. (2006) “A neoliberal nexus: Economy, security andthe biopolitics of citizenship on the border”, Political Geography, 25(2): 151-180.

Thevenin, M. (2011) “Kurdish Transhumance: Pastoral practices in South-east Turkey”, Pastoralism: Research, Policy and Practice, 1:23.

van Etten, J., Jongerden, J., de Vos, H. J., Klaasse, A., ve van Hoeve, E. C. (2008) Environmental destruction as a counterinsurgency strategy in the Kurdistan region of Turkey. Geoforum, 39(5): 1786-1797.

Walters, W. (2002) “Mapping Schengenland: denaturalizing the border”, Environment and Planning D, 20(5): 561-580.

Walters, W. (2006) “Border/control”, European Journal of SocialTheory, 9(2): 187-203.

Walters, W. (2011) “Foucault and Frontiers: Notes on the Birth of the Humanitarian Border” in Bröckling, U., Krasmann, S. ve Lemke, T. (der.) Governmentality: Current Issues and Future Challenges , New York: Routledge, 138-164.

Warner, J. (2008) “Contested hydrohegemony: Hydraulic control and security in Turkey”, Water Alternatives, 1(2): 271-288.

Wiebe, S. (2009) “Producing bodies and borders: A review of immigrant medical examinations in Canada”, Surveillance & Society, 6(2): 128-141.

44

Wilson, D. (2007) “Australian biometrics and global surveillance”, International Criminal Justice Review, 17(3):207-219.

Yalçın-Heckmann, L. (2000) “Kürt aşiretleri, aşiret liderleri ve global süreçler: Hakkari’de Oramarî örneği”, Toplum ve Bilim, 84: 172-188.

Yeğen, M. (1999) The Kurdish question in Turkish state discourse. Journal of Contemporary History, 34(4): 555-568.

Yeğen, M. (2006) Müstakbel-Türk'ten Sözde-vatandaşa: Cumhuriyetve Kürtler, İletişim.

Yüksel, A. S. (2011) “Rescaled Localities and Redefined Class Relations: Neoliberal Experience in South-East Turkey”, Journal of Balkan and Near Eastern Studies, 13(4): 433-455.

45