View
207
Download
59
Category
Preview:
Citation preview
T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ
TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ TÜRK SANATI ANABİLİM DALI
HAT VE HATTÂTÂN'DA OSMANLI HATTATLARI
Yüksek Lisans Tezi
Süleyman KINLI
İstanbul, 2007
T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ
TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ TÜRK SANATI ANABİLİM DALI
HAT VE HATTÂTÂN'DA OSMANLI HATTATLARI
Yüksek Lisans Tezi
Süleyman KINLI
Tez Danışmanı: Dr. Uğur DERMAN
İstanbul, 2007
I
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER..................................................................................................I
ÖZET ...............................................................................................................III
ABSTRACT .................................................................................................... IV
KISALTMALAR ............................................................................................VI
1. GİRİŞ ........................................................................................................... 1
1.1. Hat San'atı Nedir? ................................................................................. 1
1.2. Hat Sanatının Tarihî Gelişimi ............................................................. 15
1.3. Hattatlık............................................................................................... 40
1.4. Kaynak ve Araştırmalar ...................................................................... 47
2. HAT VE HATTÂTÂN .............................................................................. 54
2.1. Mirzâ Habib Efendi............................................................................. 54
2.1.1. Hayatı....................................................................................... 54
2.1.2. Eserleri ..................................................................................... 54
2.1.3. Hat ve Hattâtân Hakkında........................................................ 55
3. OSMANLI HATTATLARI ..................................................................... 60
3.1. Esâtîz-İ Seb'a-i Rûm (Anadolu'nun Yedi Üstâdı) ............................... 60
3.2. Meşâhir-i Sülüs Ve Nesih-Nüvîsân-I Memâlik-İ Osmâniyye
(Osmanlı Devleti'nin Meşhur Sülüs ve Nesih Yazan Hattatları) ........ 66
3.3. Binikiyüzüçden Sonra Gelen Meşhur Sülüs ve Nesh-Nüvîsân
(Binikiyüzüçten Sonra Gelen Meşhur Osmanlı Sülüs ve
Nesih Hattatları) ................................................................................ 120
3.4. Müteahhirîn Hattâtândan Târih-i Vefatları Ma'lum Olmayanlar
(Sonra Gelen Hattatlardan Vefat tarihleri Belli Olmayanlar) ........... 131
3.4.1. El-Hâletü Hâzihî Ber-Hayat Olan Hattâtân
(Şimdi-Hâlâ-Hayatta Olan Hattatlar)..................................... 132
II
3.5. Ta'lik-Nüvîsân-I Memâlik-İ Osmâniyye (Osmanlı Devleti'nin
Ta'lîk Yazıcıları) ............................................................................... 134
3.6. Binikiyüzüçten Sonra Memâlik-i Osmâniyye'de Gelen Hattâtân
(Binikiyüzüçten Sonra Gelen Osmanlı Ta'lik Hattatları).................. 143
3.7. Çep ve Dîvânî –Nüvîsân-ı Memâlik-i Osmâniyye............................ 145
4. DEĞERLENDİRME VE SONUÇ .......................................................... 147
KAYNAKÇA................................................................................................. 153
ÖZGEÇMİŞ .................................................................................................. 157
III
ÖZET
Araştırmamızda; Mirzâ Habib Efendi'nin kaleme aldığı, hattat biyografileri
alanında ilk matbû eser unvanlı, "Hat ve Hattâtân" isimli kitaptan Osmanlı hattatlarını
ele alıp incelemeye çalıştık.
Araştırmamız, dört ana kısımdan oluşmaktadır. Bunlar: "Giriş, Hat ve Hattâtân,
Osmanlı Hattatları, Değerlendirme ve Sonuç" bölümleridir.
Giriş bölümü ise; "Hat San'atı Nedir?, Hat San'atının Tarihi Gelişimi, Hattatlık,
Kaynak ve Araştırmalar" adlı alt bölümlerden meydana gelmektedir.
"Hat San'atı Nedir?" alt bölümünde ilk önce bu sanatın maddî-manevî genel bir
tarifini yaptık. Daha sonra hat sanatının yazı çeşitlerinden bahsettik. Ayrıca hüsn-i
hattın kullanılma sahalarını –kimi zaman örnekler vererek- izah ettik.
"Hat Sanatının Tarihî Gelişimi"'nde ise; İslâm yazısının kaynağı olan "Nabat"
yazısından başlayarak, onun tarihî süreç içerisinde geçirdiği gelişmesini, ayrıntıları ile
anlattık. Hat sanatının mektep sahibi büyük üstâdlarını da, yetiştirdikleri meşhur
talebeleri ve verdikleri gözde örnekleriyle beraber tanıttık.
"Hattatlık" alt bölümünde; "hattat"ı ilk kullanılan isimleriyle birlikte tarif ettik.
Ayrıca hat sanatını icrâ eden sanatkârların yetişme şartlarını ve bir hattatın sahip olması
gereken özelliklerini de belirttik.
"Kaynak ve Araştırmalar" alt bölümündeyse; hat sanatı ve hattat biyografileri
sahasında bugüne değin yapılmış çalışmaları ana bilgiler çerçevesinde sıraladık.
İkinci ana bölüm olan "Hat ve Hattâtan" da; kitabın müellifi Mirzâ Habib
Efendi'yi, hayatı ve eserleri ile birlikte anlatarak; "Hat ve Hattâtân" hakkında genel bir
bilgi verdik.
Araştırmamızın önemli ve büyük yekûnunu tutan "Osmanlı Hattatları" ana
bölümünü, yedi alt kısma ayırdık. Adı geçen hattatların biyografilerini Arap
harflerinden Lâtin harflerine aktararak okumaya çalıştık.
"Değerlendirme ve Sonuç" bölümünde ise; eser hakkında
değerlendirmelerimizi yapıp, bir sonuca vardık.
IV
ABSTRACT
In our research we tried to examine the Ottoman Calligraphers by searching
Mirzâ Habib Efendi's book called "Calligraphy and calligraphers".
Our research consists of for main parts: "Introduction", "Calligraphy and
Calligraphers", "Otoman Calligraphers" and "Evaluation and Conclusion".
In the "Introduction" part we will discuss; "What is calligraphic art?",
"Historical improvement of calligraphy", "Calligraphers", "Source and researches".
In "What is calligraphic art?" section, first we gave a moraland materialistic
general description of calligraphy. Then we mentioned about the various kinds of
calligraphic art. In addition we explained the fields of calligraphy usage and gave some
samples.
In the "Historical improvement of calligraphy" section; beginning with "Nabat"
writing, which is the source of Islamic writing, we mentioned the impprovement stages
of calligraphy in that historical period, in detail. And we also introduced the well-known
masters of calligraphic art, who have their own schools and the calligraphers which
were educated by them, and we gave their favorite samples.
In the "Calligraphers" part, we described "challigrapher" with it's first used
names. Further we mentioned the training conditions for a calligrapher and the
specialities they need to possess.
In the "Source and researches" section, we listed the general studies done about
calligraphic art and biographies about calligraphers up to present day.
In "Calligraphy and Calligraphers", the second main point of our thesis, we
described the life and studies of Mirza Habib Efendi, author of the book "Calligraphy an
calligraphers". In addition we gave a general information about calligraphic art and
calligraphers.
V
Central to our thesis is the section on "Ottoman calligraphers", which consists
of seven sections, we have attempted to transliterate the mentioned calligraphers
biographies from the Arabic script into the Latin script.
In the "Evaluation and Conclusion" part, we tried to evaluate the object of our
thesis and came to a conclusion.
VI
KISALTMALAR
Ank. : Ankara
DİA : Diyanet İslâm Ansiklopedisi
DİB : Diyanet İşleri Başkanlığı
G.S.A. : Güzel Sanatlar Akademisi
hzl. : Hazırlayan
IRCICA : İslâm Tarih San'at ve Kültür Araştırma Merkezi
İKMHS : İslâm Kültür Mirasında Hat San'atı
İSMEK : İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Meslek Eğitimi Kursları
İst. : İstanbul
Neş. : Neşriyâtı
nşr. hzl. : Neşre hazırlayan
s. : sayfa
S. : Sayı
TDV : Türkiye Diyanet Vakfı
T.S.M.K. : Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi
TTK : Türk Tarih Kurumu
TÜRDAV : Türkiye Kalkınma ve Dayanışma Vakfı
Yay. : Yayınları
yay. hzl. : Yayına hazırlayan
YKY : Yapı Kredi Yayınları
1
1. GİRİŞ
1.1. Hat San'atı Nedir?
Hat kelimesi sözlüklerde " çizgi, ince ve doğru yol" gibi anlamlara gelir. Bir
sanat terimi olarak ise; "Arap yazısını estetik ölçülere bağlı kalıp güzel bir şekilde
yazma sanatı (hüsnü'l-hat, hüsn-i hat)" anlamında kullanılmıştır.1 Kaynaklarda ise
"cismanî aletlerle meydana getirilen ruhanî bir hendese" olarak tarif edilmiştir.
Arap olmayan kavimlerin İslâmiyet'i kabulüyle birlikte Arap yazısı zamanla "
İslâm hattı" adını almıştır. İslâm dinini kabul eden hemen hemen bütün kavimlerin dinî
bir gayret ve vecdle benimsediği Arap yazısı, hicretten birkaç asır sonra İslâm
ümmetinin ortak değeri haline gelmiş, aslı ve başlangıcı için doğru olan "Arap hattı"
sözü zamanla "İslâm hattı" vasfını kazanmıştır. Arap yazı sisteminde harflerin çoğu
kelimenin başına, ortasına ve sonuna gelişine göre şekil değişikliğine uğrar. Ayrıca
harflerin birbiriyle birleştiklerinde kazandıkları görünüş zenginliği, aynı kelime veya
cümlenin çeşitli kompozisyonlarla yazabilme imkânı mevcuddur. Bu husus Arap
harfleri aracılığı ile İslâm yazısına bir üstünlük sağlamıştır. Dolayısıyla sanatta aranılan
sonsuzluk ve yenilik kapısını hep açık kalmıştır.2
Hiç şüphe yok ki; İslâmiyet'in doğuşuyla birlikte yazının güzelleşmesi de
hızlanmıştır. Çünkü: "İslâmiyet, hattı ve kitâbeti zarûrî kılan, kullanma alanlarını
arttıran ve genişleten âmilleri de beraberinde getirmiştir. İslâmiyet ile yazı, yepyeni bir
döneme girmiştir. İslâm'ın tesis ettiği ve bütün maddî, manevî cepheleriyle yeni içtimâî
nizâmın en ehemmiyetli tesbit, tescil, telkin ve neşir vasıtası olarak işlenmiş ve
geliştirilmiş ve hicreti tâkip eden yarım asır içerisinde, daha önce geçen üç asırlık
hayatındakinden büyük bir tekâmüle mahzar olmuştur."3 Bedir Savaşı'nda esir edilen ve
okuma-yazma bilen müşriklerin, Ensar'ın çocuklarından onar kişiye okuma-yazma
öğretmelerinin, esirlikten kurtuluşları için fidye sayılması gibi uygulamalar İslâm
Peygamberi Hz. Muhammed tarafından hayata geçirilmiştir.
1 DERMAN Uğur, "Hat", DİA, c.16, İst.TDV, 1997, s.427 2 DERMAN Uğur, "Hat", DİA, c.16, s.427 3 ÇETİN Nihad M., İslâm Kültür Mirasında Hat San'atı, Derman Uğur (hzl.) İst. IRCICA, 1992, s.15
2
İslâm yazılarının güzelliği maddî ve manevî uyumun bir sonucudur."Yazıda
maddî ahenk; tenâsüp (uyum) ve terkip ile de ifade edilir. Tenâsüp, kalem kalınlığına
göre harf bünyelerinin en ve boyları ile incelik ve kalınlıkları arasındaki uygunluktur.
Bu ölçü yazıda kullanılan kalemin kalınlığı ile yani nokta ile tayin edilir. Meselâ
elifbânın birinci harfi olan elif ta'likte üç, nesihte dört, sülüste altı noktadır. Harflerin
diğer harflerle olan nisbeti, aralıkları, çekilişleri, bitişmelerindeki eğrilerin incelik ve
kalınlıklarındaki uyum, kelimelerin satır nizamındaki duruşları, oturuşları, satıra olan
meyilleri, cereyanı, dik hatlardaki ritim ve sayfaların düzeni, kâğıdın rengi ve
mürekkebin tonu gibi hususlar yazının maddî ahengini ve güzelliğini meydana getirir.
Celî yazılarda tenâsüple beraber terkip ve istif de aranan önemli sanat
unsurudur. İstif ekseriya aşağıdan yukarıya doğru yahut bir satır halinde geometrik ve
serbest bir satıhta harflerin ve kelimelerin göze hoş gelecek şekilde kompoze
edilmesidir. Terkip ise; harf ve kelimelerin rastgele bir araya getirilmesi, üst üste
konması değil, hattatın estetik kaidelere uyarak kalemini ustalıkla yürütmesidir."4
Yazıya sanat vasfını, kamış kalemiyle hattat kazandırır. "Kalemin tutuluşu,
döndürülüşü, buna bağlı olarak hattın tam kalem ağzıyla veya daha ince; yani dikine
tutulup kâğıda yaslanışı, kalem ağzının kâğıda kısmen intibakı, ortaya çıkan harf veya
harf guruplarının mükemmeliyetini temin eder. Her yazı çeşidi için uygun olan ve
asırlar öncesinden tesbit edilmiş olan kalem ağzı genişlikleri (meselâ nesih 1 mm., sülüs
ve ta'lik 2-2,5 mm.) vardır. Bundan daha da küçüldüğünde yazı; "ince, hafî, hurde" gibi
isimlerle anılır. Büyüdüğünde ise o yazı artık "celî" olmuştur."5
Yazıya güzellik kazandıran İslâm tefekkürü ve hayat anlayışıdır. "Yazının
insan için önem ve zaruretine, kutsiyetine işaret eden pek çok ayet ve hadis vardır.
Allah'ın insanlığa ilk hitabı "oku" ve "yaz" emridir."Rabb'inin adıyla oku! O insanı bir
kan pıhtısından yarattı. O keremine nihayet olmayan Rabb'inin adıyla oku ki O, kalemle
yazmayı, bu vasıta ile insana bilmediğini öğretti.(Okumamaktan sakın! Muhakkak ki
ilme ihtiyaç hissetmeyen insan azar" (Alak 96/1-6). "…Hiçbir kâtip Allah'ın kendisine
öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın, yazsın"(Bakara 2/282).Yine, "Hokka ile kaleme
ve ehl-i kalemin satıra dizdikleri ve dizecekleri hakkı için yâ Muhammed" (Kalem 68/1) 4 SERİN Muhittin, "Ahenk", DİA, c.1,İst.TDV, 1989, s.521-522 5 DERMAN Uğur, DİA, c.16, s.432
3
âyeti ile de yazının önem ve faziletine işaret edilmiştir. Bize kadar ulaşan ve yazı
yazmaya teşvik eden hadîslerde de "İlmi yazıyla bağlayınız" (Aclûnî, Keşfü'l-
hafâ,1,130;2,136), "Hikmet müslümanın kaybolmuş malıdır; nerede bulursa alır"
(Aclûnî, a.g.e.,1,435), "İlmi Çin'de de olsa arayınız. Çünkü ilim kadın erkek herkese
farzdır." (Aclûnî, a.g.e.,1,54), "Çocuğun annesi ve babası üzerinde üç hakkı
vardır.Güzel yazmayı, yüzme ve ok atmayı öğretmek ve ona helâl rızık yedirmektir"
(Münavî, Feyzü'l-kadir,3,393) buyurularak, bilginin unutulmaması, kaybolmaması için
yazıyla bağlanması gerektiği, güzel yazı öğrenmenin gerekliliği, bunun insanın akıl ve
his dünyasını zenginleştirerek mutluluk vereceği ifade edilmiştir."6 Kur'ân'ı Allah'ın
sözüne yakışır bir güzellikte yazma heyecanı, gayret ve titizliği, yazının sanat yazısı
seviyesine yükselmesine sebep olmuştur. Kur'ân'ın mânâsı ve lafzı gibi, yazısı da kutsî
bir karaktere sahiptir. Bu husus İslâm yazılarının en önemli özelliklerinden biridir.
Müslüman sanatkârlarda bu anlayışla, bir ibadet coşkusu ve neşvesi içinde, aynı
zamanda bir disiplin dairesinde Kur'an nüshalarını yazarak çoğaltmışlar, ilâhî mesajın
gönüllere sanat yoluyla iletilmesine vasıta olmuşlardır. Müslüman hassastır. Nezih
ruhludur. Hep güzeli arayan ve onu temaşa edebilen bir gönle sahiptir. İşte İslâmiyet
"Allah güzeldir, güzelliği sever" (Müslim, "İman",147) düsturu ile, müslümanların
arınmış bir ruh güzelliğine içinde olmalarını, iç temizliğinin de hayatın bütün
safhalarına yansımasını ve yayılmasını ister.7
Hz.Ali ise, hat sanatını şöyle tarif etmiştir: "Yazının sırrı üstadın öğretişinde,
kıvamı çok yazmakla, devamı ise İslâm dini üzere olmakladır". (İslâmiyet'in sürekli
yaşanmasında.)
Yine yazının fazileti hakkında Hazreti Ali: "Çocuklarınıza yazı öğretin. Çünkü
yazı pek mühim olduğu gibi insana sürûr veren şeylerin en büyüklerindendir." demiştir.8
Hat sanatındaki güzellik sadece şeklî değildir. Onun asıl zerâfet ve güzelliğini
İslâm'ın manevî boyutu tâyin eder. "Hat, yüzyıllarca mimârîden yazma eserlere kadar
Türk- İslam medeniyetinde çok geniş bir kullanım alanına yayılarak gelişse de, onun
temelinde dâima dinî bir vecd ve heyecan vardır. Kalemle meydana getirilen ölçü ve
6 SERİN Muhittin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, İst. Kubbealtı Neş., 2003, s.18-19 7 SERİN Muhittin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, s.18 8 NEFESZÂDE İbrahim, Gülzârı Savab, Kilisli Muallim Rifat (hzl.), İst.G.S.A., 1938, s.10
4
orantı, çizgilerin mûsikîsi, harflerin uzunluklarıyla enleri ve incelikleriyle kalınlıkları
arasındaki farklar, istif ve terkip, yazının bütünlüğündeki her türlü işâret ve tezyînat
hüsn-i hatta şeklî güzellik verirler. Fakat onun esas amacı "okunabilir olması"dır.
Böylece hat sanatını diğer sanat dallarından ayıran en önemli özellik, şekil-mânâ
arasındaki uyumluluktur. Bir başka deyişle, hat sanatı hem seyredilebilir hem de
okunabilirdir. Hat sanatı, yalnızca çizgiler arasındaki uyumdan oluşmayıp, aynı
zamanda mânâ ile de bütünleşmektedir. Bir caminin mihrâbına celî sülüsle Âyete'l-
kürsî'nin yazılması, merkezî kubbesine Allah'ın birliğini ve kudretini ihtivâ eden İhlâs
sûresinin nakşedilmesi, bir medresenin kapısı üzerine ilmî ve âlimi öven âyet ve
hadîslerin hakkedilmesi, bir mezar taşı üzerine dünyadaki her şeyin fânî olup Allah'ın
bâkî olduğunu vurgulayan cümlelerin yazılması gibi daha bir çok özellik, şekil-mekân-
anlam ilişkisinin birer sonucudur.
İslâmî tevhid anlayışına uygun olarak hattın soyut bir sanat olması, onun
sadece resim sanatı olduğu yanılgısına düşürmemelidir. Çünkü ilâhî, dinî ve tasavvufî
bir geleneği olan, mânâ ve ruh yönü ağır basan ve böyle bir sanatı uygulayan hattat, bu
dünyanın ya da eşyanın ötesinde var olan anlamı arayan kişidir. Dolayısıyla hat sanatı
ile resim, îfâ ettiği fonksiyon ve gaye bakımından birbirinden ayrılmaktadır. Hat
sanatının Türk-İslâm medeniyetinde oynadığı rol, resmin Batı medeniyetinde oynadığı
rolden çok daha farklıdır."9
Batılılar ise hüsn-i hatt ile soyut sanat ve/veya soyut resim arasında bağlar
kurmaya çalışmışlardır. Meşhur Batılı sanatkâr Picasso'nun şu sözü ne kadar
mânidardır: "Batı'nın yüzyıllar boyu üzerinde durup, peşinden koştuğu soyut ifadeyi,
hattatlar asırlar önce bularak, çağın üstüne çıkmış ve en güzel örneklerini vermişler".
Şevket Rado'da hat sanatımızı bir resim sanatı olarak ifadelendirir: "Hat sanatı,
hiç şüphe yok, yazı temeli üzerine kurulmuş bir resim sanatıdır. Batıda klâsik resim
nasıl Hıristiyanlığın etkisi altında gelişmiş, sanatkâr figüratif resim anlayışı içinde
Hz.İsa'nın, Hz.Meryem'in, Havarilerinin resimlerini yapmaya koyulmuşlarsa, hat
sanatıda Müslümanlık sonrasında gerçekleşmiştir. İnsanlara doğru yolu gösteren
Kur'ân'dan aldıkları şevkle Allah Kelâmı'na, ona inananları hayran bırakacak bir 9 TÜFEKÇİOĞLU Abdülhamit, "Osmanlı Dömeninde Hat Sanatı", Osmanlı, c.11, Ank. Yeni Türkiye
Yay., 1999, s.50
5
güzellik vermek isteğinin heyecanı ile coşan İslâm sanatkârları, -Müslümanlığın
putperestliğe dönülür endişesiyle iyi karşılamadığı figüratif resme itibar etmeden-
bugün örneklerini bol bol gördüğümüz soyut (mücerret) resimde olduğu gibi, hislere
dayalı bir güzellik anlayışı içinde, türlü artistik nitelikleri olan yazı çeşitlerini işleyerek
dört başı mamur bir sanatın doğmasına önayak olmuşlardır. Hat o kadar resimdir ki, bir
resimde var olan güzelliklerin benzerleri soyut görünüşler içinde onda da vardır. Bir
kompozisyonda harflerin kendi başlarına ve beraber olarak konuşundaki incelikler,
düzenlemelerin zarifliği, süslerin boşluklarda tuttukları yerler metin bir zevkin
mahsulüdür. Bunlar bazen son derece sâde, bazen de Ayasofya'daki levhalarda
görüldüğü gibi azametli olur."10
Şinasi Acar da Rado ile aynı kanâattedir: " İslâmiyet'te yazı, yalnız düşünceyi
anlatmaya yarayan bir araç olmakla kalmamış, vakar, azâmet, incelik, sadelik gibi
insânî duyguları ifade ve tasvir eden, harflerin geometrik ve mantıkî düzeni içinde çoğu
kez hayatî bir ahenk ve canlı bir güzellik taşıyan, bir tür resim görevi üstlenmiştir.
Soyut bir resimdir."11
" Kalem Güzeli" adlı hat sanatına ait eserin sahibi Mahmud Bedreddin Yazır
bir Batılının hat sanatına duyduğu hoş bir hatırasını bize şöyle nakleder: " Birinci Cihan
Harbi'nde askerlik münâsebetiyle tanıştığım Macaristanlı ressam ve subay bir arkadaşım
vardı, ara sıra İstanbul câmilerini, müze ve kütübhânelerini birlikte gezer, her çeşid
san'at eserlerini ziyâret ve tedkîk ederdik. Bir gün, Sultan Ahmed Câmiî'ndeki Melek
Paşazâde Ali Haydar Bey merhûmun ta'lîk celisi " el-Kâsibu habîbullah" levhası önünde
bulunuyorduk. Arkadaşım ona baktı da, sonra bana dönerek:
--- Dostum! Bu sizin yazılarda bir hâl var. Çok dikkat ediyorum, ilk bakışta
sâde bir renk, geometrik bir sessizlik, baktıkça harekete geliyor, canlanıyor,
cilveleniyor. Önce bir tatlı bakış, arkasından yavaş yavaş içe süzülen canlı bir akış,
sessiz bir armoni içinde rûhu oynatan metafizik bir mûsiki var. Lâkin ondaki âhengi
kulaklar duymuyor, içler dinliyor, dinledikçe bir başka âleme yükseliyor. Bakarken ne
oluyor anlamıyorum, içimi içine çeken büyüleyici bir çehre, bir güzellik denizi, sevimli
titreşimlerle gönlümü ferahlatan bir hava, derken bir melek sesi ve nefesi kadar gizli ve 10 RADO Şevket, Türk Hattatları, İst. Tifdruk Mat., 1984, s.7,10 11 ACAR Şinasi, Türk Hat Sanatı, İst. Antik A.Ş. Yay.,1999, s.51
6
ılık bir okşayış ve sarılış içinde kalıyorum; o, ben; ben o oluyoruz gibi bir şey oluyor,
sizde de böyle şeyler olur mu? demişti."12
Hat sanatını anlatırken, İslâm yazı sanatının çeşitlerinden bahsetmek gerekir.
Bunları yazıların tarih sahnesine çıkışlarına göre; kûfî, aklâm-ı sitte (sülüs, nesih,
muhakkak, reyhânî, tevkî', rıkā'), siyâkat, ta'lîk, dîvânî-celî dîvânî ve rıkۥa olarak
sıralayabiliriz.
İlk İslâm yazısı kûfîdir. Sade, tezyinî ve satrançlı kûfî olarak üçe ayrılır.
Türkler bu yazıya fazla rağbet göstermemişlerdir. Bursa'da 1419'da inşa edilen Yeşil
Câmi'nin kapısındaki kûfîler ile Fatih Câmiî'nin avlu penceresinde kûfîler, tezyinî
kûfîye örnektirler. Bu yazı Rumeli Beylerbeyi Çoban Mustafa Paşa'nın 1523/24'te
Gebze'de yaptırdığı kendi adıyla anılan camiden sonra uzun bir süre kullanılmamıştır.
19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında tekrar canlanır gibi olan kûfî yazının, o dönem
en güzel örneklerine; 1883/84'te İstanbul Kızıltoprak'ta yaptırılan Zühdü Paşa Câmiî ile
İkinci Abdülhamid'in 1886'da inşâ ettirdiği Yıldız Câmiî'nde karşılaşırız. Yıldız
Câmiî'nin kûfî kuşak yazısını tanınmış gazetecilerimizden Mehmed Tevfik Ebüzziya
(ö.1923) yazmıştır.13
Aklâm-sitte, birbirine bağlı ikili guruplar halinde incelenebilir.Bunlar sülüs-
nesih, muhakkak-reyhânî, tevkî'-rıkā'dır. Aklâm- sitte bir hat ıstılahı olarak altı çeşit
yazı demektir. "Bu üç gurubun birincileri (sülüs, muhakkak, tevkî')'nin ağzı daha geniş
kalemle (2 mm. civarında) yazılmalarına karşılık, ikincileri (nesih, reyhânî, rıkā') 1 mm.
civarında ağız genişliği olan kalemlerle yazılır. Nesih hattının çok ince yazılan şekline
de gubârî hattı denilir."14
Aklâm-ı sitte'nin sanat icrâ etmeye en elverişlisi, sözlük anlamı üçte bir olan ve
bazı rivayetlere göre "ümmü'l-hat" yani " yazıların anası" kabul edilen sülüs'tür.
Çünkü:"Harflerindeki yuvarlak ve gergin karakter, ona hattattın elinde en fazla şekil
zenginliğine girebilmek ve yeni istiflere açık olmak imkânını vermiştir. Bu hâl, hele
âbidelerde yer alan ve uzaktan okunabilmesi için ağzı çok geniş kalemle yazılan (veya 12 YAZIR Mahmud Bedreddin, Kalem Güzeli, Derman Uğur (nşr. hzl.), Ank. DİB Yay.,1972, c.1, s.69;
BERK Süleyman, Hat San'atı, İst. İsmek Yay., 2006, s.4 13 ALPARSLAN Ali, Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, İst. YKY,2004, s.20 14 DERMAN Uğur, "Türk Hat Sanatı", Başlangıcından Bugüne Türk Sanatı, İst. T.İş Bankası Yay.,
1993, s.381
7
satranç usûlüyle büyütülen) celî sülüs hattında daha belirgin ve gözalıcıdır. Sülüs veya
celî sülüsün, kelime veya harf gurupları birbirinden koparılmadan yazılan şekline
müselsel, aynı iki ibârenin karşılıklı yazılarak ortada kesişen şekline de müsennâ adı
verilir."15
Nesih hattı; ince kalemle yazılır ve dâima satır düzenine uygundur. Dolayısıyla
uzun metinler, genellikle Kur'ân-ı Kerîm'ler onunla yazılmış, eski matbaacılığımızın
harfleri de nesihle hazırlanmıştır. Birbirinin kardeşi sayılan muhakkak ve reyhânî de
düz harf unsurları hâkimdir ve satır nizâmına uygundur. 16. asra kadar büyük boy
Mushaflarda muhakkak, küçük boy mushaflarda ise reyhânî hattı kullanılmıştır. Tevkî'
ve rıkā' kardeşlerde Osmanlı'nın ilk dönemlerinde genellikle resmi yazışmalarda
kullanılmıştır.16
Aklâm-ı sitte'nin, Osmanlı devrinde Şeyh Hamdullah itibâren geçirdiği
durumunu, kısaca şu şekilde özetliyebiliriz:"Yâkūt yolu ile gelen altı cins yazıdan sülüs
ve nesih, Türk zevkine çok uygun geldiği için süratle yayılmış; eski devirlerden farklı
olarak, Kur'an-ı Kerîm'lerin yazılmasında sâdece nesih hattı kullanılmaya başlanmıştır.
Buna mukabil, muhakkak ve reyhânî'nin yuvarlak harflerinin azlığı ve geniş oluşu
yüzünden benimsenmediğini, yavaş yavaş unutulduğunu, ancak elin melekesini
arttırmak için, eski hat üstâdlarına taklîden yazılan murakkā' ( yazı albümü) larda
görüldüğünü söyleyebiliriz. Bir istisnâ olarak, muhakkak hattı ile Besmele yazılması
âdeti zamanımıza kadar devâm edegelmiştir. Altı yazının diğer ikisinden biri olan rıkā',
daha câzip bir üslûba bürünerek "hatt-ı icâze" adıyla, bilhassa hattat icâzetnâmelerinde
şöhret tutmuş, tevkî' ise zamanla unutulmuştur."17
Siyâkat; sanat yazısı olmaktan ziyâde, mâliye, tapu ve evkâfa ait kayıt ve
vesikalarda kullanılan bir yazı çeşididir. Kaynağı kûfî'ye dayanmaktadır. Bu yazının
kendine has bir tarzda yazılması, onun gizliliği için bir gereklilikti.18
Ta'lîk hattının doğuşu ise şu şekilde olmuştur: "Ta'lîk, tevkī' hattının 14. asırda
İran'da kazandığı değişiklikle ortaya çıkmış ve daha çok resmî yazışmalarda
15 DERMAN Uğur, Başlangıcından Bugüne Türk Sanatı, s.381 16 DERMAN Uğur, Başlangıcından Bugüne Türk Sanatı, s.382 17 DERMAN Uğur, Başlangıcından Bugüne Türk Sanatı, s.383-384 18 ALPARSLAN Ali, Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, s.22
8
kullanılmıştır. Sonradan bu yazıya benzemeyen ve onun hükmünü ortadan kaldırdığı
için " nesh-i ta'lîk" diye adlandırılan, bir görüşe göre de ta'lîke nesih karakteri
kazandırıldığı cihetle " nesh-ta'lîk" denilen bir yazı türü ortaya çıkmıştır ki, buna da
daha kolay söylenişle "nesta'lîk" denilmiştir. Onbeşinci asrın ikinci yarısında İstanbul'a
ta'lîk adıyla gelen nesta'lîkin asıl ta'lîk ile bir ilgisi yoktur. Haşmetli sülüsün yanında
ince, kavisli, narin yapısı ve harekesiz yazılışıyla hoş ve şiir gibi bir görünüşe sahip olan
bu Osmanlı ta'lîk hattının "hurde" (küçük) veya "hafî" (ince) denilen şekli edebî
eserlerde ve divanlarda kullanılmış, fetvahânenin de resmî yazısı olmuştur. Celî şekliyle
de celî sülüsten sonra Osmanlı âbidelerinde en ziyâde celî ta'lîk görülür. Ağzı 2 mm.
kadar kalemi olan tabii boydaki ta'lîkle daha çok kıtalar yazılmıştır."19
Dîvan-ı Hümâyun'daki resmî yazışmalarda kullanılan Dîvânî-Celî Dîvânî;
"İran'da resmî yazışmalarda kullanılan kadîm ta'lîk hattının, Akkoyunlular vasıtasıyla
15. yüzyılda Osmanlılar'a geçmesiyle ortaya çıkmış ve kısa zamanda büyük bir şekil
değişikliği geçirmiştir. Bu sebeple de "dîvânî" adını almıştır. Harekesiz yazılan
dîvânînin 16. asırda İstanbul'da doğan harekeli, süslü ve haşmetli şekline "celî dîvânî"
ismi verilmiş, bu da devletin üst seviyedeki yazışmalarında kullanılmıştır. Yazılması ve
okunması maharet isteyen, aralarına harf ve kelime eklenmesi kolay olmayan dîvânî ve
celî dîvânînin resmî yazışmalara tahsisiyle devlete ait konuların herkesçe öğrenilmesi ve
yazıların tahrifi de önlenmiştir. Bu iki yazının bir başka özelliği de satır sonlarının
yukarıya doğru yükselmesidir."20
Rik'a' Osmanlı Türk hattatlarının buluşudur. Süratli ve kolay yazma
ihtiyacından doğmuştur. Dîvânî yazısının sadeleştirilmesi ve basitleştirilmesi ile elde
edilen rik'a'nın iki çeşidi vardır: Mümtaz Efendi'nin (ö. 1872) öncüsü olduğu " Bâbıâli
rik'ası" ve Mehmed İzzet Efedi'nin (ö. 1903) geliştirdiği "İzzet Efendi rik'sı". İzzet
Efendi rik'ası daha sonra Arap ülkelerine celî şekliyle intikâl etmiştir.
Celî, gubârî, hurde gibi hat terimleri bir yazı çeşidi değil; bir cins yazının
karakteridir. Ayrıca kimi hattatlar tarafından nadir de olsa "resim-yazı"denilen, çiçek,
hayvan, insan ve eşya biçiminde yapılan çeşitli kompozisyonların da bir sanat değeri
yoktur. 19 DERMAN Uğur, DİA, c.16, s.430 20 DERMAN Uğur, DİA, c.16, s.430
9
Hat sanatında celî sülüs ve celî ta'lîk önemli bir yer tutar. Özellikle sülüs
celîsinin yazımı diğer yazı türlerine oldukça zordur. Bu yüzden olsa gerek celî yazılar
tekâmülünü diğer yazılara göre daha geç gerçekleştirmiştir.
Ali Alparslan celî yazı hakkında genel olarak şu bilgileri verir:"Celî
kelimesinin sözlük manâsı "âşikâr, meydana çıkmış" demektir. Hattatlıkta ise az çok
değişik özel bir anlamı olup her cins yazının, öğrenilmesi sırasında kullanılan ve
kalemin tabii boydaki genişliğini aşan, daha geniş ağızlı bir kalemle yazılan hattın iri
şekline denir.
Osmanlılarda celî sülüse genellikle celî adı verilir. Bu yüzden "celî" veya "celî
yazı" denince celî sülüs kastedildiği anlaşılır ve akla diğer yazıların celîleri (celî ta'lîk
hariç) gelmez.
Sülüs ile celî sülüsün harfleri arasında biçim ve şekil bakımından yani anatomi
bakımından hiçbir ayrılık yoktur. Esas fark, harf bünyelerinin teşekküllerinde yani
istiftedir. Sülüsün genellikle satır hâlinde, daha doğrusu harf ve kelimelerin birbirini
tâkib edecek şekilde yazılmalarına karşılık celî sülüste kompozisyon (istif) zarûreti
vardır. İstifte kısaca harf ve kelimelerin bir kâide dâhilinde üst üste yerleştirilmesi
demektir. Bunda, kelimelerin okunma sırasına riâyet şarttır. Bu yüzden ekseriyâ
kelimelerin ve harflerin yazılışında ve tertibinde aşağıdan yukarıya doğru bir sıra tâkib
edilir." 21
Muhittin Serin, celî yazının hazırlanışı ve yazılışı için sarfedilen büyük
emekleri şöyle anlatır: "Celî yazı bünyesinin iriliği, harflerin incelik ve kalınlıkları, harf
aralıkları konulacak veya yazılacak yerinin yüksekliğine, gözden uzaklığına ve mekânın
ölçüsüne göre değişir. Cami kubbe yazıları, lafzatullah ve ism-i nebî, çehâr-ı yâr-ı güzîn
isimleri, büyük kıtada âyet ve hadîsler, kitâbeler bu hususlar düşünelerek evvelâ yazı
kalıpları hazırlanır. Hattatlar kalıp yazıları dayanıklı beyaz kâğıtlar üzerine sulu siyah
mürekkeple veya siyah renkli kâğıtlara zırnık mürekkebiyle yazarlar ve tashih ederler.
Ekseriyâ sanatkârın zırnık mürekkebiyle siyah zemin üzerine büyük bir gayret ve
emekle hazırladığı kalıplar, usûlüne uygun iğnelenip silkilerek arzu edilen zemine
yazılır veya mermere hakkedilir. Elle yazılamayacak kadar iri olan yazılar, önce küçük 21 ALPARSLAN Ali, Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, s.105-106
10
ebâdda yazılarak, satranç usûlüne göre istenildiği kadar büyütülür. Bu şekilde Kazasker
Mustafa İzzet Efendi tarafından hazırlanmış Ayasofya Camiî çehâr-ı yâr levhaları 35
cm. kalınlığında en büyük yazılardır.
Celî yazıların tashihi yapıldıktan sonra, kalıp olarak kullanılabilmesi için
iğneleme işlemi yapılır. Kalıp olarak hazırlanan yazı, altına aynı ebâdda birkaç kâğıtla
beraber ıhlamur ağacından yapılmış bir tahta üzerine tesbit edilir. Sonra boncuk iğnesi
ile harf ve işaretlerin iç ve dış kenarından veya tam üzerinden dik olarak sıkça iğnelenir.
Üstteki yazılı kâğıda üst kalıp, iğnelenen diğer kâğıtlara da alt kalıp adı verilir. Alt
kalıplarından biri, yazı yazılacak zemin üzerine konulur; kömür tozu sürülmüş çuha,
iğne delikleri üzerinde gezdirilir. Böylece yazı, siyah noktalar halinde yazılacak zemine
tesbit edilir. Buna "yazı silkelemek" tâbir olunur. Eğer yazı siyah, ördek başı yeşili,
lâcivert, fes rengi zemin üzerine zerendûd (sürme altın) olarak yazılacaksa, kömür tozu
yerine tebeşir kullanılır. Daha sonra harfler ve şekiller asıl kalıbın yazıldığı kalemle
doğrudan doğruya yazılır veya tarama ucu ile düzgün bir şekilde hatlar tahrirlendikten
sonra içi altın mürekkeple doldurulur. Kuruduktan sonra da zer-mühre ile mat olarak
mührelenir. Müzehhibler tarafından hazırlanan bu zerendûd levhaların zemini suda
erimeyen siyah, lâcivert gibi boyaların jelatinle belirli bir kıvamda karıştırılarak
mukavva üzerine sürülmesiyle hazırlanır."22
Fâtih Sultan Mehmed devrinin iki büyük hattatı Yahya Sûfî ve oğlu Ali
Sûfî'nin, İstanbul Fatih Camiî, Topkapı Sarayı Bâb-ı Hümâyun ve Amasya Sultan
Bâyezid Camiî kitâbelerindeki celî sülüs yazıları, hat sanatının Osmanlı dönemindeki
ilk ciddi ve göz alıcı örnekleri olarak bilinir.
Hat sanatının birçok kullanılma sahası mevcuttur. Hüsn-i hattın en güzel
örneklerini; kitaplarda, kıt'alarda, levhalarda, câmi yazılarında, kitâbelerde görürüz.
Şimdi bunları sırasıyla inceleyelim:
Kitaplar; "Hat sanatının bu kadar çok itibar bulmasının asıl sebebi ve kaynağı
Kur'ân-ı Kerîm'dir. Kur'ân önceleri parşömen, daha sonraları da kâğıt üstüne muhtelif
hatlarla yazılmıştır. En güzel numûneleri dünyanın çeşitli müze, kütüphane ve
koleksiyonlarında bulunmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm ve cüzleri, en'am-ı şerîfler, evrâd-ı 22 SERİN Muhittin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, s.79
11
şerifler, delâilü'l-hayrâtlar, hat sanatının kitap şeklinde rastlanılan dinî nitelik ve
içerikteki örneklerindendir. Yine hadîs mecmualarının da hüsn-i hatla yazılmış seçkin
örnekleri vardır. Şeyh Hamdullah 47, Hâfız Osman 25, Kazasker Mustafa İzzet 11
mushaf ( Kur'ân ) yazmıştır. Edebî eserler arasında yer alan divanlar ve şiir mecmuaları,
dinî olmayan yazma kitapların en geniş kesimini oluşturur. Kur'ân'lar genellikle nesih
hattı ile yazılmıştır. Şairlerin dîvanları da ta'lîk hattının ince şekliyle yazılmıştır."23
Kıt'alar; "Orta boyda bir kitap ebâdında kâğıtlar üzerine yazılan yazılardır.
Kıt'a tek yazı çeşidi ( meselâ nesih) ile olduğu gibi, ikili (sülüs-nesih, muhakkak-
reyhânî, tev'kî-rıkā') ve hatta üçlü (sülüs-nesih-muhakkak ) yazı çeşidi ile de yazılabilir.
Türklerde en gözde olan sülüs-nesih kıt'alardır. Ayrıca ta'lîk hattı ile de, dört satırlık düz
veya mâil kıt'alar da çokça yazılmıştır. Meşk olarak talebeye verilen yazılar ile
hattatların ellerinin durmaması için yazdıkları ve içinde güzeli arama temrini yaptıkları
karalamalar da hep kıt'a eb'âdında olmuştur. Kıt'aların, husûsi bir tarzda mukavvaya
yapıştırılıp çevrelerinin tezhip veya ebrû ile bezenmesinden sonra, klâsik tarzda
cildlenmesiyle hazırlanan yazı albümlerine murakkā' denir."24
Levhalar; "Daha büyük boyutlu yazılar için kullanılır. Âyet, hadîs, hikmetli bir
söz, şiir v.b.g. ibâreler, usta hattatlara yazdırıldıktan sonra, etrafı tezhîb ettirilir veya
ebrû kâğıdı ile süslenir. Genellikle celî sülüs veya celî ta'lîk ile yazıldığı için uzaktan
bile okunabilen yazı levhaları, çerçevelenip duvara asılır. Bundan umulan gaye, bir
sanat havası içinde ahlâkı arıtıp güzelleştirmektir. Çünkü yazdırılan bir âyet, bir hadîs,
bir kelâm-ı kibarda veya bir beyitte, insanı güzel ahlâklı olmaya teşvik eden bir mesaj
mutlaka bulunur".25
İlk örnekleri Hâfız Osman tarafından tertip edilen, Hazreti Peygamber'in dış
görünüşünü ve ahlâkî özelliklerini anlatan "hilyeler" levhalar arasında önemli ve husûsî
bir yere sahiptir.
"Hilye-i Saâdet", "Hilye-i Nebevî" de denen hilye levhalarında genellikle Hz.
Ali'nin rivayeti metin olarak kullanılmıştır. Hilye-i Şerif levhalarında başlıca şu kısımlar
bulunur: 23 DERMAN Uğur, DİA, c.16, s.434 24 DERMAN Uğur, Başlangıcından Bugüne Türk Sanatı, s.389 25 DERMAN Uğur, Başlangıcından Bugüne Türk Sanatı, s.389
12
1. Baş Makam; Buraya genellikle besmele yahut eûzü besmele yazılır.
2.Göbek; Hilye metninin büyük bir kısmı buraya yerleştirilir. Dairevî, oval, dörtgen
şeklinde düzenlenmiştir.3. Hilâl; Hz. Peygamber bu âlemi nuruyla aydınlattığı için
güneş ve aya benzetildiğinden; hilyenin göbek kısmında güneş, bunu çepeçevre saran
bölümde ise hilâl şekli oluşturulmuştur. Hilyelerde en zengin kısım, göbek bölümüyle
hilâlin etrafında kalan genellikle kare şekline tamamlanmış sahadır. 4. 5. 6. 7. Hulefâ-yi
Râşidîn İsimleri; Göbeğin köşelerinde bulunan yuvarlak veya beyzî dört makama
sırasıyla Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali'nin isimleri yazılır. İlk dört
halifeye ilâveten; daha dünyada iken cennetle müjdelenen on sahâbenin (aşere-i
mübeşşere) isimlerinin yazıldığı hilyelerde mevcuttur. 8. Âyet; Bu kısma
Hz.Muhammed ile ilgili bir âyet yazılır. En çok görüleni:" Biz seni âlemlere ancak
rahmet olarak gönderdik "(Enbiya Sûresi/107.âyet) meâlinde olanıdır. 9.Etek; Hilye
metninin devamı ve duanın yer aldığı kısımdır. 10. 11. Koltuk; Tezyin edilmiş
motiflerin bulunduğu, etek kısmının iki yanında kalan boşluklardır.26
Hâfız Osman, Yesârî Mehmed Es'ad, Yesârîzâde Kazasker Mustafa İzzet
Efendi hilye yazan hattatlarımız arasında en çok bilinenlerdir.
Hilye-i Şerîfe formları temel olarak iki grupta toplanabilir. Bunlar "Göbek
Formuna Göre Hilyeler" ve "Serbest Formlu Hilyeler" dir. Göbek formuna göre olan
hilyelerde" Göbeği Daire Formunda Olan Hilyeler", " Göbeği Oval (Beyzî) Formda
Olan Hilyeler", " Göbeği Köşegen Formlu Hilyeler" şeklinde üçe ayrılır.27
Câmi yazıları; câmiler, açık celî yazılarla süslenmiştir. Daha çok âyet, hadîs
gibi Arapça metinler yazılmıştır. Genellikle celî sülüs ve celî ta'lîk tercih edilir. Câmi
duvarını veya kubbe kasnağını çepeçevre saran kuşak yazıları, kubbeyi ve yarım
kubbeleri doldurup süsleyen kubbe yazıları hep celî sülüsle yazılmıştır. İstanbul
Nusretiye Câmiî'nde Mustafa Râkım'ın, Ankara Maltepe Câmiî'nde Halim Özyazıcı'nın
celî sülüs kuşakları bu türün en güzel örneklerindendir.28
Kuşak yazıları; "Nakkaşlar tarafından koyu renkli zemine varak altın
yapıştırma yoluyla nakşedildiği gibi, mermere oyularak da yazılır. Böylelikle zamanla 26 DERMAN Uğur, "Hilye", DİA, c.18, İst.TDV, 1998, s.47 27 TAŞKALE Faruk, GÜNDÜZ Hüseyin, Hilye-i Şerife, İst. Antik A.Ş. Yay.,2006, s.61-67 28 DERMAN Uğur, Başlangıcından Bugüne Türk Sanatı, s.392
13
dökülüp bozulması da önlenmiş olur. İstenirse, kabartma yazılar varak altınla, indirilmiş
zemin de koyu renkle kaplanarak pek câzip bir görüntü elde edilmiş olur. 17. yüzyıla
kadar, çini üzerine yapılan yazılar daha revaçta idi. Kubbe ve pencere üstü yazılarının
hazırlanmasında da boya veya varak altın kullanılır. Câmilere asılan ism-i celâl, ism-i
nebî, çehâr-ı yâr ve Haseneyn levhaları da celî sülüsle ve ekseriyâ koyu renkli muşamba
yahut madenî levha üzerine yapıştırma altınla hazırlanır, bazen de çiniye de nakşedilir.
"Câmi takımı" adıyla da bilinen câmi yazılarının belki de en gelişmiş örneği, Edirnekapı
Mihrimah Câmiî'ne Sâmi Efendi tarafından yazılmış olanıdır."29
Kitâbeler ise; Câmi, tekke, mektep, medrese, han, çeşme, hamam, sebil,
kütüphane gibi herhangi bir âbidenin genellikle dış, kimi zaman da iç cephesinde yer
alan veya nişan taşı, mezar taşı gibi bir dikilitaş üzerindeki yazılardır. Genellikle
mermere kabartma şeklinde oyularak yazılır. Celî sülüs ve bilhassa Türkçe kitâbeler için
harekesiz olması dolayısı ile celî ta'lîk en çok kullanılan yazı şekilleridir. İstanbul'un en
muhteşem eski kitâbesi, Fâtih Sultan Mehmed devri hattatlarından Ali b. Yahyâ es-
Sûfî'nin Bâb-ı Hümâyun'a yazdığı üst tarafı müsennâ olarak tanzim edilmiş celî sülüs
yazısıdır. Celî sülüste Mustafa Râkım'dan, celî ta'lîkte de Yesâri Es'ad Efendi'den beri
celî yazıların en güzel örneklerine İstanbul'da çokca rastlanır. Bilhassa Yesârizâde
Mustafa İzzet Efendi celî ta'lîkte çok güzel eserler bırakmıştır. Sâmi Efendi'nin de; son
yıllarda restore edilen Bahçekapı'daki Yeni Câmi sebiline yazdığı celî sülüs kitâbe,
kendisinden sonra gelen hattatlara bu hususta rehber olmuştur.30
Resmî yazılarda kullanılan, hat sanatında husûsî bir yeri olan tuğralardan da
bahsetmek gerekir. Tuğranın aslı eski Türkçe'de "tuğrag(ğ) dır. Tuğra çekene hat
ıstılahında "tuğrakeş" denir. Tuğra, Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları, Anadolu
Beylikleri, Memûklular ve Osmanlılar'da kullanılmıştır.31
Tuğra; berat, ferman gibi saray yazılarında, antlaşmalarda ve paralarda tahttaki
padişahı ve dolayısıyla devleti temsil eden bir simgedir. Tuğra; sere (kürsü), beyze, tuğ
ve zülfe, kol(hançer) kısımlarından meydana gelir.
29 DERMAN Uğur, DİA, c.16, s.435 30 DERMAN Uğur, DİA, c.16, s.435-436 31 BERK Süleyman, Hat San'atı, s.80
14
Osmanlı Devleti'nde kullanılan ilk tuğra, Orhan Gazi'ye aittir." Orhan Gazi'nin
elde mevcut olan tuğralarından ilki m. 1324 tarihli, diğeri ise m. 1348 tarihlidir. Her iki
tuğranın ibâresi de "Orhan b. Osman" şeklindedir. Milâdî 1324 tarihli tuğrada üç "nun"
harfi sola keşideli bir biçimde içi içe yerleştirilmiş, dik harflerden de üç adet tuğ elde
edilmiştir. Milâdî 1348 tarihli tuğrada üse üç "nun" harfi soldan sağa doğru yukarıda
birleşmiş, dik harflerden elde edilen tuğralara zülfe takılmıştır."32
Tuğra, önceleri basit ve sâde bir şekilde iken, ünlü hattattımız Mustafa Râkım
ile bir inkılâp yaşamış; onun sayesinde donuk ve sarkık bir halden kurtulup canlılık ve
letâfet kazanmıştır.
Mustafa Râkım'ın tuğrada yaptığı yenilikleri şöyle sıralayabiliriz:"1. Hat
değişikliği: Tuğra'nın harfleri, celî dîvânî ve sülüs karışımı üslûplaştırılmış bir tarzdır.
Râkım, tuğranın harflerini ıslah ederek, onlara kalem hakkını vermiştir. Râkım'ın
h.1230'dan sonraki tuğralarında harfler dolgun bir hâl almıştır. 2. İstif değişikliği:
Tuğra'nın özellikle sere kısmında, padişahın ve baba ismi ile "el-muzaffer"
kelimelerinin yerleştirilmesi önem arz eder. Râkım'dan evvel, sere'nin sol yarısı,
önceleri "şâh" kelimesinin çift "he" si, sonraları da şekli doldurucu işaretlerle dilimli bir
şekilde istif edilmesi, nâhoş bir görüntü meydana getirmiştir. Ayrıca kürsünün
görüntüsü alttan iki yana sarkmış durumdadır. Râkım, istifi yeniden tertip ettikten
başka, kürsünün alttan iki yana sarkık görüntüsünü de ortadan kaldırmıştır. Üçüncü
Murad tuğrasında üstü daralarak üçgen bir hal alan sere kısmı, Râkım'la, Dördüncü
Mustafa tuğrasından îtibâren yuvarlak bir hal almaya başlamıştır. 3. Şekil değişikliği:
Râkım, tuğranın aksamındaki orantı bozukluklarını gidererek, tuğraya estetik görünüm
kazandırmıştır. Beyzelerin sol tarafını yukarı kaldırarak germiş, sere'yi toparlamış, tuğ
ve zülfeleri genel görünüm ile uyumlu hâle getirmiştir. Daha önceleri dik olan tuğraları
birer nokta sola yatırmış, zülfeleri de daha aşağıya sarkıtmıştır. Ayrıca ilk defa Sultan
İkinci Mahmud tuğrasının sağ tarafına "adlî" mahlasını koyarak tuğranın şeklini
tamamlamıştır."33
Râkım'ın, celî sülüs ve tuğrada yaptığı yenilikten sonra, peşinden gelenler onun
yolundan yürümüşler, bu yolu benimsemeyenler ise silinip gitmişlerdir. Sanat vâdisinde 32 BERK Süleyman, Hat San'atı, s.80 33 BERK Süleyman, Hat San'atı, s.82-83
15
Râkım'ın mütemmimi olarak kabul edilen hattat Sâmi Efendi, padişah tuğralarını
estetiğinin zirvesine ulaştırmıştır.34 Son dönemin en meşhur tuğrakeşi ise Tuğrakeş
İsmail Hakkı Altunbezer'dir.
Yazı sanatımızda devamlı bir süzülme, arınma, üslûplaşma ve mektepleşme
hareketi vardır. Bu üslûplaşma ve mektepleşme, yazının esâsı bozulmadan yapılmıştır.
Mimarî, musikî, resim ve tezyinî sanatlarımızın, Batı tesiriyle soysuzlaşmalarına
mukābil, hat sanatında bir gerileme olmayışının üç sebebi vardır: 1. Bünyesine tesir
edebilecek, benzeri bir sanatın Avrupa'da bulunmayışı. 2. Üslûp sâhibi hattatlar elinde
usta-çırak esâsına göre sağlam kaidelerle nesilden nesile intikali. 3. Zamanla, kendi
bünyesi içinde yenilenme kābiliyetine sâhip oluşu.35
Günümüzde hat sanatı gerek yukarıda zikredilen tarzda, yani usta-çırak ilişkisi
içerisinde, gerekse kamu ve özel müesseselerin açtığı kurslar vasıtasıyla gelişimini
sürdürmektedir.
1.2. Hat Sanatının Tarihî Gelişimi
İslâm yazısının kaynağı olan Arap yazısı (Arap harfleri), aslen Fenike yazısına
bağlanan bitişik Nabat yazısının bir devamıdır. Bununla birlikte çeşitli kaynaklarda
farklı rivayetler de vardır. Bunları merhum Nihad M. Çetin kısaca şu şekilde tasnif
etmiştir: 1. Yazının kaynağı ilâhîdir. Bu rivayete göre; bütün yazıların ilk mucidi Hz.
Adem'dir. 2. Arap yazısı, "Cenûbî (güney) Arap yazısı" ve "Himyerî" diye de anılan bir
yazıdan türemiştir. 3. Arap yazısı Nabat yazısının bir devamıdır.36
Ali Alparslan Arap yazısının meşeî hakkında şu bilgileri vermektedir: "Arap
kaynaklarının, yazının menşei hakkında genel mânâda verdikleri bilgilerin yarı yarıya
doğruluğu bir yana, esas îtibâriyle 19. asrın ikinci yarısından îtibâren yapılan
34 DERMAN Uğur, "Padişah Tuğralarındaki Şekil İnkılâbına Dair Bilinmeyen Bazı Gerçekler", 8. Türk
Tarih Kongresi, Kongreye Sunulan Bildiriler, Ank. TTK, 1983, c.3, s.1615-1617; BERK Süleyman, Hat San'atı, s.84
35 DERMAN Uğur, Başlangıcından Bugüne Türk Sanatı, s.387 36 ÇETİN Nihad M., İKMHS, s.14-15
16
araştırmaların, kazıların ve bulunan malzemelerin bolluğu neticesinde elde edilen son
verilere göre, Arap yazısının menşei Arâmî asıllı Nabatî yazısına dayanmaktadır."37
Nabatî yazısından Arap yazısına geçişi, milâdî 4. ve 5. asırda olmuş, yazının
Hicaz bölgesine geçişi ise, Havran, Petra ve el-Ulâ üzerinden gerçekleşmiştir."38
Hakîkatte İslâm yazısının sanat hüviyeti kazanması İslâmiyet'in zuhûru ile
gerçekleşmiştir. Çünkü en son semavî din olan İslâmiyet, Müslümanları Hz. Peygamber
vasıtasıyla okuyup yazmayı, ilim öğrenmeyi ve ilmi yazıyla tespit etmeyi, teşvik etmiş
ve emir buyurmuştur. Dolayısıyla İslâmiyet ile Arap yazısı yepyeni bir ilerleme
safhasına girmiştir.
İslâm'ın kutsal kitabı Kur'ân-ı Kerîm'in, okuyup yazmaya verdiği büyük önemi
Ali Alparslan şöyle anlatır: "Allah'ın insanlığa ilk hitâbı "oku" emridir. Bunun gibi yazı
vasıtası olan kalem de okumak gibi üstün görülmüş ve medhedilmiştir. Hakîkaten de
Allah'ın birliği inancını yayacak olan en kuvvetli vasıtalardan biri kalemdir. Kur'ân'da
Kalem sûresinin birinci âyetinde: "Nun ve'l-kalemi ve ma yesturûn" yani "Hokka ile
kalemi, kalemle yazdıklarını şahit tutarım ki" ifadesiyle hokka ve kalemin önemi
belirtiliyor. Müfessirler Nun'u hokka olarak tefsir etmişlerdir. Hokkadan maksat da
içindeki mürekkeptir. Kalemle mürekkep dünyada ilmin yayılmasını temsil etmektedir.
Alâk sûresi ile Kalem sûresinin ehemmiyeti, müslümanların, vahyin yazılmasında ve
Kur'an'ın yazı yoluyla tespit ve yayılmasında gösterdikleri gayretleriyle daha iyi
anlaşılır. Şüphesiz bir müslüman Allah'ın ve Hz. Peygamber'in sözlerini güzel bir yazı
ile yazmak ister. Bir müslüman sanatkârın yazıya bu gözle bakması kadar tabiî bir şey
olamaz. Nitekim Müslüman sanatkârların, İslâm hattında gerçekleştirdikleri ilerleme ve
gelişmeleri, meydana getirdikleri yazı çeşitlerini ve bıraktıkları sayısız eserleri tetkik
edecek olursak; zikredilen sûrelerin yazının gelişmesinde oynadığı rolü daha iyi
anlarız."39 Ayrıca belirtmekte fayda vardır ki; hattatlar en güzel eserlerini mushaf
(Kur'ân) yazarak vermişlerdir.
Hz. Peygamber'in, Medine'ye hicret ettikten sonra yaptığı ilk iş, mescidin
sofasını müslümanların okuma, yazma ve Kur'ân öğrenmesine açmak olmuştur. Yazının 37 ALPARSLAN Ali, "İslâm Yazı Sanatı", Büyük İslam Tarihi, c.14, İst.Çağ Yay.,1989, s.444 38 BERK Süleyman, Hat San'atı, s.12 39 ALPARSLAN Ali, Büyük İslam Tarihi, c.14, s.447-449
17
öğretilmesi maksadıyle Abdullah b. Sa'id b. el-Âs ve Ubâde b. es-Sâmit gibi kimselere
emir vermiştir.40
Hz. Muhammed bütün işlerin güzel yapılmasını emretmiştir. Yazının güzel
yazılması konusunda da kâtibi Hz. Muaviye'ye, "Mürekkebi ıslah et, kalemi yont, bâyı
uzat, sîni fark ettir, mîmi köreltme, Allah kelimesini güzel yaz, er-Rahmânı uzat, er-
Rahîmi güzel yaz" şeklinde tavsiyelerde bulunduğu meşhur rivâyetlerdendir.41
Hicretten sonra Medine şehri, İslâmî devrede hattın ilk gelişme merkezi
olmuştur. Kırktan fazla sahâbî, başta vahyin yazılmasında olmak üzere Hz.Peygamber'e
kâtiplik etmiştir. Bunlardan bazıları ahidnâmeler, hükümdarlara gönderilecek mektuplar
vb. gibi belli mevzu ve alanlarda görev almışlardır. Hatta aralarında Fars, Rum, Kıbt ve
Habeş dillerini bilen ve bu dillerle yazılmış vesikaları Hz. Muhammed'e tercüme
edenler - Zeyd b. Sâbit gibi- vardı. Sahâbe içerisinde ayrıca İbrânî ve Süryânî dil ve
yazılarına vâkıf olanların bulunduğu da muhakkaktır.42
Muhittin Serin, Hz. Muhammed'in kâtiplerini zikrederken şu bilgileri de verir:
"Hicretten sonra Medine'de Hz. Muhammed'e ilk yazı yazan kişi Übey b. Kā'b idi. Hz.
Peygamber'in mektuplarını yazardı. Aynı zamanda o, yazılarının sonuna "ketebe
falân…" ibâresini ilk yazan kişidir. Zeyd b. Sâbit ile Übey b. Kā'b Hz. Peygamber'in
huzurunda vahyi yazıya geçirirlerdi. Abdullah b. Erkam ez-Zührî de Hz. Peygamber'in
mektuplarını yazardı. Ali b. Ebû Tâlib ise Hz. Peygamber'in akidlerini yazardı. Harf,
kelime ve cümlelerin tertip ve terkibinde hüner gösterdiği, aralık ve birleşmelerinde
kaideler vâzettiği rivayet edilen Hz. Ali, hattatlar silsilesinin başlangıcı ve mânevî
rehberi kabul edilir.
Hz. Muhammed devrinde yazıya vasıta olan kâğıt henüz yoktu. Hicret öncesi
müslümanlar kendi imkânlarına göre; yazı için terbiye edilmiş safran ve gül suyu ile
boyanmış, inceltilmiş deri (parşömen, rak), tahtadan yapılmış tabletler, develerin kürek
kemikleri, hurma ağacı yapraklarının orta damarı üzerine yazıyorlar veya yufka, beyaz
taş, kırık seramik kap parçaları üzerine hakkediyorlardı. Hz. Peygamber ekseriyâ
Kur'ân'ın; mektup ve önemli yazışmaların, uzun süre dayanması sebebiyle parşömen 40 ALPARSLAN Ali, Büyük İslam Tarihi, c.14, s.449 41 SERİN Muhittin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar,s.42; (Kādî İyâz, eş-Şifâ, 1, 506) 42 ÇETİN Nihad M., "Arap (Yazı)", DİA, c.3, İst.TDV, 1991, S.278
18
üzerine yazılmasını isterdi. Bu durum Hârûnürreşîd zamanında kâğıt i'mâlinin
yaygınlaşmasına kadar devam etmiş, halifenin emriyle yazı malzemesi olarak kâğıt
kullanılmaya başlanmıştır. Kur'ân'ı Kerîm'de yazı malzemesi olarak "levh"(el-Bürûc
85/22), "rak" (et-Tûr 52/1-3), "kırtas" (el-En'âm 6/7), "sahîfe" (Tâhâ 20/133; Abese
80/13) zikredilmektedir."43
Kurân-ı Kerîm, Hz. Peygamber zamanında çeşitli malzemeler üzerine yazılmış
ve ezberlenmiş bulunuyordu. Hz. Ebû Bekir'in halifeliği esnasında tek bir cilt hâlinde
bir araya getirildi. Bu arada İslâmiyet günden güne yayılıyor ve Arabistan sınırları
dışına taşıyordu. Ashâb-ı Kiram'dan Abdullah b. Mes'ûd Kûfe'de, Ebû Mûsâ el-Eş'arî
Basra'da, Übey b. Kā'b Şam'da Kur'ân kıraatini halka öğretiyorlardı.
Dört Halife döneminde yazının önemi, gerek günlük hayatta, gerekse idarî ve
dinî işlerde oldukça artmıştı. Artık Hz. Ömer'in zamanında ilk mektepler açılmış ve ilk
öğretmenler tayin edilmiş bulunuyordu.
İslâm fetihlerinde Kur'ân-ı Kerîm'i hıfzetmiş olanların birçoğunun şehid
olması, muhtelif yerlerde bazı kıraat (okuma) ihtilâflarının görülmesine yol açtı. Bunun
üzerine Hz. Osman, Zeyd b. Sâbit'in yazdığı ve Hafsa bint Ömer'in elinde bulunan
"suhuf"tan "mushaf" halinde bir nüsha istinsah ettirdi. Daha sonra mushaflardan birini
yanına alıkoyarak, diğerlerini Kûfe'ye, Basra'ya, Şam'a ve bazı rivayetlere göre ayrıca
Mekke'ye, Yemen'e ve Bahreyn'e birer rehber kāri (Kur'ân'ı tecvidle okuyan) ile birlikte
gönderdi. Bu nüshalar parşömen üzerine tek renk (siyah) mürekkeple yazılmıştı; nokta
ve harekeleri yoktu; üzerlerinde tezyinî unsur bulunmuyordu; sûre adlarını, sûreleri,
âyetleri, cüzleri vb. ayıran işaretler taşımıyordu. Böylece İslâmî devirde kitap hâline
getirilen ilk metin Kur'ân-ı Kerîm oldu. Bu tedvîn hareketinin gayesi Kur'ân-ı Kerîm'in
bozulmadan tesbiti, muhafazası ve yayılması idi.44
İslâm'dan önce "cezm" ve "meşk" diye isimlendirilen Kuzey Arap yazısı,
Enbârî, Hîrî devrelerinden sonra, İslâm'ın doğuşunda önce "Mekkî", hicretten sonra ise
"Medenî" adını almıştır. Araştırmacılar "Mekkî" ve "Medenî" adlı yazıların birbirinden
pek farkı olmadığını belirtmektedirler.
43 SERİN Muhittin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, s.43 44 ÇETİN Nihad M., DİA, c.3, s.278
19
İslâm'ın ilk yıllarından îtibâren Arap yazısının, şekil bakımından aynı yazının,
iki farklı tarzı ortaya çıkmıştır. Sert köşeli ve geometrik tarz; kitâbelerde, önemli
vesikalarda ve bilhassa Kur'ân yazımında kullanılmıştır. Sür'atli yazılabilen, yumuşak
ve kavisli tarz ise; önceleri genellikle devletin günlük işlerde kullanılmış, daha sonra
zamanla sanat vasfı kazanmıştır.
Köşeli ve geometrik tarz, "Kûfe'deki gelişme devresinden sonra "kûfî" diye
anılmış, çeşitli üslûplarıyla 11. yüzyıla kadar, bilhassa Mushaflarda kullanılmıştır. Daha
sonra başlık yazısı olarak kitaplarda, kitâbe yazısı olarak mimarî eserlerde, muhtelif
eşya üzerinde tezyin unsuru olarak dar bir sahaya çekilmiştir. İkinci tarz olan, yani
kavisli hatların hâkim olduğu neshîden zamanla ayrı üslûplar doğmuştur."45
Uğur Derman yazının Emevîler dönemindeki gelişimini şöyle anlatır: "Şam'da
gelişimi ve yazılması hızlanan yuvarlak karakterli meşk tarzından, m. 8.asırda, ağızları
belirli genişlikte kalemler tesbit edilmiş ve zamanla bu kalemlere bağlı olarak yeni hat
çeşitleri doğmuştur. Bunlar içerisinde büyük boy yazılara mahsus olan "celîl" ve resmî
devlet yazılarında kullanılan standart büyük boy olan "tomar(tûmar)" ilk bilinenleridir.
Tomar kaleminin üçte ikisi "sülüseyn" ve üçte biri "sülüs" ismiyle ve ayrı iki kalem
cinsi, dolayısıyla yazı cinsi olarak geliştirildi. Ayrıca (sonradan hepsi terk edilmiş olan)
yeni hat nevîleri de (riyasî, kalemü'n-nısf, hafîfü'n-nısf…) bulundu. Yeni yazı
cinslerinin bazıları, nisbet ifâde eden isimlerinden de anlaşılacağı gibi, tomar hattı esas
alınarak onun muayyen nisbette (yarım, üçte bir, üçte iki) küçültülmüş kalemiyle
yazılıyor, bu küçülmede yazılar yeni özellikler kazanıyordu."46
Muhittin Serin, Emevîler zamanında (661/750) yaşanan iktisâdî ve medenî
ilerlemenin, ilim ve sanat hayatına da etki ettiğini söyler: "Bu devirde, Kur'ân ve kitap
istinsah, telif ve tercüme faaliyetleri de hızla arttmıştır. Hüsn-i hatla Mushaf yazan
kâtipler çoğalmış, saraylarda halifeler adına kâtipler çalıştırılmıştır. Emevî sarayında
ücretle çalışan ve Mushaf yazan Mâlik b. Dînâr da adı geçen önemli hattatlardan biridir.
Fakat Emevîler devrinde yetişen ilk büyük yazı ıslahatçısı Kutbe el-Muharrir'dir.
45 ÇETİN Nihad M., DİA, c.3, s.280 46 DERMAN Uğur, "Osmanlı Türklerinde Hat Sanatı", Osmanlı, c.11, Ank. Yeni Türkiye Yay.,1999,
s.18-19
20
Başlangıçta Mushaf hattında nokta ve seslendirme işaretleri yoktu. Bu sistem
Hz. Muhammed'den işitilen kıraatlerin okunmasına müsait olmakla beraber, bilhassa
Arap olmayan milletler, harekesiz ve noktasız yazının okunmasında güçlük çekiyor,
hataya düşüyorlardı. Kur'ân'ın okunuşundaki bu güçlüğü gidermek, metinde her türlü
bozulmayı önlemek için harflerin kimliğini farklılaştıran nokta ve kısa sesleri gösteren
işaretlerin konma ihtiyacı ortaya çıktı. Bu konuda Abdülmelik b. Mervân'ın emriyle ilk
ciddi çalışmayı yapan Ebü'l-Esved ed-Düelî'dir. Halife Mervân'ın döneminde vali
Haccac'ın emriyle Nasr b. Âsım el-Leysî veya Yahyâ b. Ya'mur tarafından, harflerini
kimliğini belirleyen noktalar konuldu. Böylece yazı sisteminde önemli bir adım daha
atıldı. Yazı sisteminde en önemli ıslahatı yaparak bugünkü harekeleme(seslendirme)
usûlünü ortaya koyan Halîl b. Ahmed'dir. Bu usûlde, fetha, harfin üstüne, kesre, harfin
altına konulan yatay çizgi; zamme ise, harfin üstüne konulan küçük bir vav, tenvin ise
kendi cinsinden bir ilâve ile yazılmıştır. Zamanla seslendirme işaret ve noktaların
kaçınılmazlığı İslâm âlimleri tarafından da kabul edildi. Bu hususta Nevevî, "Mushafın
noktalanması ve harekelenmesi yanlış okumanın önüne geçtiği için beğendiğim iyi bir
iştir." diyor. Çünkü Kur'ân yazısının güzelleştirilerek açık okunur hâle gelmesi hareke,
nokta, şedde, med, cezm ve durak gibi işaretlerinin konulması yanlış okuma ve
bozulmayı önlemiştir. Artık Müslümanların Kur'ân'ı eski hat ve imlâsıyla okumaları ve
yazmaları mümkün değildir. Hat ve imlâ değişmiş, ama hiçbir zaman Kur'ân'ın metni
değişmemiş, hâfızalardan silinmemiştir."47
Abbâsîler devrinde de (750/1258) ilim ve sanat faaliyetleri gelişimini büyük
merkezlerde ve bilhassa Bağdad'da sürdürmüştür. Bu husus "kitap merakını ve bunları
çoğaltan "verrâk"ları artırmıştır. İşte bunların kitap istinsâhında kulandıkları yazıya
"verrâkî, muhakkak, neshî veya ırâkî" denilmiştir. Sekizinci asrın sonlarından îtibâren
hat sanatkârlarının güzeli arama gayreti neticesinde, ölçülü olarak şekillenen yazılar
"aslî ve mevzûn" hat ismiyle anılmaya başlandı. Bu yazıları ileriye götüren hattatlardan
en önemlisi, İbn Mukle (ö. 940) dir. İbn-i Mukle hattın nizam ve âhengini kaidelere
bağladı ve bu yazılara "nisbetli yazı" mânâsına "mensûb" hattı denildi."48 Ayrıca "İbn-i
Mukle, kûfî'nin etkisinden kurtulup aklâm-sitte'ye dönmeye başlayan yazıya, yeni bir
şekil verdi. Yazıyı düzene koyarken nokta, elif ve daireyi ölçü olarak aldı. Noktayı
47 SERİN Muhittin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, s.50-54 48 DERMAN Uğur, Osmanlı, c.11, s.19
21
harflerin boyu, elifi dik harflerin boyu, daireyi ise çanak şeklindeki harflerin genişliği
için ölçü olarak koydu. Böylece aklâm-sitte'yi ölçü içerisine alıp düzene soktu."49
Milâdî 886'da Bağdad'da hattat bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Ebû
Ali Muhammed b. Ali el-Hüseyin b. Mukle el-Bağdâdî, aynı zamanda Abbâsî
vezirlerindendir. Hat sanatında "İbn Mukle" lakabıyla meşhur olmuştur. Edebî, dinî ve
aklî ilimlerde iyi bir tahsil ve terbiye gördüğü anlaşılan İbn Mukle, bilhassa büyük
şöhret kazandığı hat sanatını üstad Ahvel'den öğrenmiş ve hayatını hattatlıkla
kazanmıştır.50
Hüsn-i hattın Abbâsîler devrindeki gelişimini Uğur Derman şöyle izah eder:
"Kûfî hattı, özellikle mushaf ( Kur'ân) yazımındaki üstünlüğünü sürdürmektedir.
Yayıldıkları yerlere göre farklılıklar gösteren kûfî hattı, Kuzey Afrika ülkelerinde daha
yuvarlaklaşarak özellikle Endülüs ve Mağrib'de "Mağribî" adıyla önemini korumuş,
İran'da ve doğusunda ise "Meşrık kûfîsi" adını ve karakterini alarak "aklâm-ı site"nin
yayılışına kadar kullanılmaya devam etmiştir. Daha çok âbidelerde görülen iri "kûfî"
hattı da, bazı bezeme unsurlarıyla birlikte, tezyînî bir mâhiyet kazanmıştır. "Mensûb"
hattının, "verrâkî"denilen ve umûmiyetle kitap istinsâhına mahsus olup bu sebeple
"neshi" de denilen şeklinden, 11. asrın başlarında "muhakkak, reyhânî, nesih" hatları
doğmuştur. Bu devrin parlak ismi olan İbnü'l-Bevvâb (ö.1022), İbn Mukle yolunu
değiştirmiş ve bu üslûb 13. asrın ortalarına kadar devam etmiştir."51 İbnü'l-Bevvâb,
uzun yıllar İbn Mukle'nin yazılarını tetkik etmiş ve onun yazılarını geliştirip
güzelleştirmiştir." Milâdî onuncu yüzyılın ikinci yarısında doğduğu tahmin edilen Ali b.
Hilâl (İbnü'l-Bevvâb) hayatının büyük bir kısmını Bağdad'da geçirdi. Babası
Büveyhîler'in Bağdad'daki hâkimiyeti sırasında saray kapıcısı olduğundan İbnü'l-
Bevvâb ve İbnü's-Sitrî künyeleriyle anılmıştır. Devrinin âlim ve sanatkârlarından
istifâde ederek kendini yetiştirdi. Sanatkâr bir kişiliğe sahip olan İbnü'l-Bevvâb,
hattatlıkatan önce ressamlık, nakkaşlık, cildcilik ve müzehhiblik, Bağdad'da Mansûr
Camiî'nde de bir müddet vâizlik yaparak geçimini sağladı. Fakat asıl şöhretini hat sanatı
sahasında kazanmıştır. Milâdî 1022'de vefat etti. Cenazesi Bâbü'l-harb Kabristanı'nda
meşhur âlim ve mezheb imamı Ahmed b. Hanbel'in türbesi yanına defnedilmiştir. İslâm
49 BERK Süleyman, Hat San'atı, s.14-15 50 SERİN Muhittin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar,s.56 51 DERMAN Uğur, DİA, c.16, s.428; Osmanlı, c.11, s.19
22
hat sanatında yaptığı yeniliklerle en büyük üstadlardan biri olmaya hak kazanmış olan
İbnü'l-Bevvâb'ın altmış dört Mushaf yazdığı bilinmektedir."52
Gelişme ve güzelleşme yolunda ilerleyen hüsn-i hat son Abbasî halifesi el-
Musta'sım'ın Türk asıllı saray hattatı Yâkūt-ı Musta'sımî'nin eliyle yeni bir merhale
kazanmıştır. İbnü'l-Bevvâb'tan iki asır sonra gelen Yâkūt-ı Musta'sımî (ö. 1298) aklâm-ı
sitte adı verilen ve sülüs,nesih,muhakkak,reyhânî,tevkî' ve rıkā''dan oluşan altı çeşit
yazıya en güzel şeklini vermiştir. Onun hat sanatına kazandırdığı en büyük buluşu; o
güne değin düz kesilen kamış kalemin ağzını eğri kesmesi olmuştur. Yaptığı bu yenilik
yazıya ayrı bir güzellik kazandırmıştır. Kendisi kıbletü'l-küttâb (yazıların öncüsü)
unvanıyla şöhret bulmuştur.
Âlim ve kâmil bir zât olan Yâkūt'u büyük velilerden Abdülkādir-i Geylânî çok
hürmet ve iltifat etmiştir. Abdülkādir-i Geylânî Yâkūt için:"Onun elinde Allah Teâlâ'nın
sırlarından bir sır vardır" demiştir. Bağdad'da m. 1298 senesinde vefat eden Yâkūt,
çeşitli İslâm ülkelerinden pek çok talebe yetiştirmiştir. Aklâm-sittenin her birini
öğrettiği altı talebesi kendisiyle beraber "esâtîze-i seb'a" (yedi üstad) diye anılmıştır.
Bunlardan her biri bir kalemde mütehassıs olmakla beraber diğer hatları da
yazmışlardır.Yâkūt üslûbunu İslâm ülkelerinde yayan bu üstadların isimleri eserlerde
farklı yazılmıştır. Genellikle şu isimlerden bahsedilir: Ergun b. Abdullah Kâmil, Şeyh
Ahmed b. Sühreverdî, Mübârekşah Süyûfî, Mübârekşah b. Kutub, Abdullah b. Mahmud
Sayrâfî, Nasrullah et-Tabîb. Yâkūt hattıyla günümüze ulaşan eserlerin çoğu Kur'ân-ı
Kerîm'dir. İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul Türk-İslâm Eserleri Müzesi,
İstanbul Üniversitesi Kütüphânesi, Konya Mevlânâ Müzesi ve Kahire Dârü'l-kütübi'l-
Mısriyye'de bulunmaktadır.53
Güzel yazıda Yâkūt'un üslûbu, yetiştirdiği talebeleri vasıtasıyla tüm İslâm
âlemine yayılmıştır. Yâkūt'un vefatından sonra Bağdad İslâm dünyasının ilim ve sanat
merkezi olma vasfını yavaş yavaş kaybetmiş, yerini Kahire'ye bırakmıştır. İlk önce
Tolunoğulları, sonra sırasıyla Fâtımîler, Eyyûbîler ve Memlükler zamanında Kahire
artık Müslüman coğrafyasının ilim ve sanat merkezi olmuştur. Bu arada Orta Asya ve
52 SERİN Muhittin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, s.57-58 53 NEFESZÂDE İbrahim, Gülzârı Savab, Kilisli Muallim Rifat (hzl.), s.42; SERİN Muhittin, Hat
Sanatı ve Meşhur Hattatlar, s.63
23
İran havzasında; Gazneliler, Selçuklular, İlhanlılar, Celâyirliler ve Timurlular
döneminde yazı güzelleşmesini ve gelişmesini artırarak sürdürmüştür. Özellikle Orta-
Asya Türk-İslâm coğrafyası'nın kültür-sanat merkezlerinden biri olan Herat'ta, hattat
vezir Baysungur'un (ö. 1453) himâyesinde sanatkârlar, tezhib, minyatür, cild ve hat
sanatlarının terakkîsinde büyük emek sarfetmişlerdir.
İslâm hat sanatına yön veren ve bu sanatın asırlardan beri lideri olan "Osmanlı
hat sanatı"nı tanıtmadan önce; onun tekâmül devresini, ilk çağlardan itibâren incelemek
yerinde olacaktır.
Türk milleti daha ilk çağlardan beri yaşadığı coğrafyalardan çeşitli
medeniyetlerin unsurlarını, kendilerinin oluşturdukları medeniyetlere ilâve ederek hep
daha güzele doğru bir gelişme göstermiştir.
Göktürk kitâbeleri, bu hususta Türk Medeniyeti'nin ilk nûmûnesidir. Kitâbeler:
"Orta Asya'da gelişmiş bir medeniyetin mahsulüdür. Bu kitâbeler, Türkler'de yazı sanat
ve kültürünün ne derece gelişmiş olduğunu gösteren belgelerdir. Göktürk hakanları ev
yapan ve süsleyen (bark itgüci), yazı yazan (bediz taş itgüci) sanatkârları korumuş,
onlara önemli mevkiler vermişlerdir. Göktürkler'de kullanılan bu yazının, mîlattan
önceki Orta Asya Türk kavimleri arasında da kullanılmış olduğu tahmin
edilmektedir."54
Yine Uygurlar'ın Türk medeniyetine mîmari, şiir, mûsiki, çini, dokuma, kâğıt
i'mâli, ebru vb. sanatlarda büyük katkıları olmuştur. Özellikle sanat alanındaki yetenek
ve tecrübelerini, İslâm yazılarının gelişmesinde kullanmışlardır.
Türkler'in İslâm'ı kabulünden sonra, Türk sanatları bir ivme kazanmış, yepyeni
bir senteze kavuşmuştur. İlk Müslüman Türk devletlerinden Karahanlılar ve
Gazneliler'den itibâren yazı gelişmişimini sürdürmüştür.
Sanatkârları koruyup kollayan ve himâye eden Türk devlet geleneği ve sosyal
hizmet anlayışına göre; "Selçuklular zamanında ilim, sanat ve tarikat mensupları
devletin himâyesine alınmıştır. Medrese, imâret, han, dârüşşifâ ve zâviye gibi kültür
müesseselerine vakıflar bağlanmış, hizmetlilere maaş tahsis edilmiştir. Her türlü sanat 54 SERİN Muhittin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, s.85
24
ve ilim adamlarının Selçuklu saraylarında resmî mevkii vardı. Sultanların çevresini, ona
insaf ve adaleti öğütleyen, yol gösteren, tecrübeli saray mürebbî ve hocaları, akıllı
vezirleri, şairler ve sanatkârlar meydana getirirdi. Sultanın sohbet meclislerinde ilim,
lisan ve yazı sanatlarında temâyüz etmiş, âlim, fâzıl ve üstad kimseler bulunurdu.
Mîmar, nakkaş ve oymacılar da devletin destek ve himâyesinde idi."55
Muhittin Serin: " Selçuklu ve Anadolu Beylikleri devrinde inşa edilen camiler,
medreseler, köprüler, kümbetler, şifâhâneler, kervansaraylar; tarihî tecrübenin, Türk
sanatında ideal hacim, büyüklük, vahdet, nisbet ve üslûba ulaşmak için yaptığı estetik
denemelerdir. Aynı zamanda müstakbel büyük Osmanlı devlet ve medeniyetine
hazırlanan Türk ilim ve irfan hayatının, zevkinin, terbiyesinin, Selçuklu tezgâhında son
işlenişidir. Selçuklu ince taş oymacılığı, rengârenk sırlı tuğlaların akıllara durgunluk
veren hendesî hesaplarla teşkil ettiği motifleri, âbidevî celî kûfî yazıları, celî sülüsleri,
kâşânî çinileri, Selçuklu sanat heyecanının madde plânında akisleri"olduğunu belirtir.
Anadolu Selçuklular'ı dönemindeki yazının gelişimini Süleyman Berk şöyle
anlatır: "Mimarî eserlerde kûfî, muhakkak ve celî sülüs yazı kullanılmıştır. Bu dönem
eserlerinden yazılarıyla dikkat çeken Divriği Ulu Camiî portalinde, zemini süslü, celî
sülüs kullanılmıştır. Burada dik harfler oldukça uzun ve küttür. Milâdî 1253 yılında
Birinci Alâeddîn Keykûbad'ın kızı Hond Hatun tarafından yaptırılan Erzurum Çifte
Minareli Medresesi yazıları da celî sülüs ile olup zemininde kıvrak dallı motifler
bulunmaktadır. Yazılar o dönemin özelliğini yansıtmaktadır. Yazılarda Osmanlı
döneminde göreceğimiz estetik, kalem hareketlerinin hakkı ve özellikleri, istifte
harflerin birbirini kucaklaması gibi güzellikleri görmemiz mümkün değildir. Bu
dönemde yazılan kufî yazılar celî sülüse göre daha başarılı sayılabilir. Kûfî yazının
mimarî eserlerde kullanımı Anadolu Selçukluları'na kadar devam etmiş, Osmanlı'da
Fâtih devrine kadar da zaman zaman süs unsuru olarak kullanılmış, Fâtih devrinden
sonra kûfî yazı bu alanda yerini tamamen celî sülüse terk etmiştir."56
Hüsn-i hat Sultan Fâtih'in İstanbul'u fethine kadar Yâkūt mektebinin etkisi
altındadır. İstanbul'un fethinden önce yazı, Edirne ve bilhassa Amasya'da gelişmiştir.
Daha sonra detaylı bir şekilde zikredeceğimiz, kendi adı ile anılan mektebin sâhibi Şeyh 55 SERİN Muhittin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, s.85-86 56 BERK Süleyman, Hat San'atı, s.17-18
25
Hamdullah'ta Amasya yetişmiş, Fâtih, İkinci Bâyezid, Yavuz Sultan Selim ve kısmen de
olsa Kânûnî dönemlerini görmüş ünlü bir hattatımızdır. Şeyh Hamdullah getirdiği
yenilikler ile yazıya yeni bir hamle kazandırmıştır.
Hüsn-i hattın gelişim süreci Şeyh Hamdullah'a kadar, Yâkūt-ı Mutsa'sımî
mektebinin yolunda etmiştir. Bununla beraber Şeyh Hamdullah'tan önce yetişen Türk
hattatlarının, bir Türk üslûbuna yönelik özgün gayret ve denemeleri de vardır. Osmanlı
Devleti'nin kuruluş devresinde; sülüs ve celî sülüs te ilk değişiklik işaretleri padişah
Birinci Murad (sl.1362-1389) zamanında başlar. Bu dönem, onbeşinci asrın sonunda
Şeyh Hamdullah ile kurulma yoluna girecek ve güzelleşecek olan Türk yazısının bir
hazırlık devresidir. Mîlâdî 1388'de yapılan İznik'teki Nilüfer Hatun İmâreti kitâbesi
bunun en güzel örneğidir.57
Osmanlı hat sanatında üslûb arayışları İstanbul'un fethiyle birlikte Fâtih Sultan
Mehmed devrinde başlamıştır. İyi bir ilim tahsili gören ve sanat terbiyesi alan Fâtih
Sultan Mehmed, fetihten hemen sonra hayır sahiplerinden ve devlet ricâlinden şehrin
imârını üstlenmelerini istedi. Bu gaye ile Fâtih Sultan Mehmed İstanbul'u dünya
medeniyetinin bir merkezi hâline getirmek istiyordu. Kısa zamanda vakıflar kuruldu ve
bir imâr seferberliği başlatıldı. Böylece İstanbul Türk-İslâm medeniyetinin en canlı
nümûnesi oldu.
Din ve mezhep ayrımı yapmadan, hakiki ilim adamlarını, sanatkârları, şair ve
edebiyatçıları himâye eden Fâtih, kendi kütüphânesi için yabancı dillerden tercümeler
yaptırmış; ilim ve sanatta Osmanlı rönesansını başlatmıştır. Onun zamanında mimârîde,
mûsikide, şiir ve edebiyatta, hat ve tezhipte tekâmüle doğru ilk önemli adımlar
atılmıştır. Saray-ı Cedîd (Topkapı Sarayı) nakışhânesinin Fâtih tarafından kurulduğu,
başına da Baba Nakkaş'ın getirildiği, kendi kütüphânesi için; hattatlara kitap istinsah
ettirdiği bilinmektedir.58
Osmanlı döneminde yazıda görülen ilk ciddi gelişme, Edirne'li hattat Yahyâ
Sûfî ve oğlu Ali Sûfî ile başlamıştır. Yahya Sûfî'nin, Fatih Câmiî'nin avlu pencerelerinin
iç ve dış kısmında bulunan yazıları incelendiğinde, harflerde henüz istenen olgunluğa
57 ALPARSLAN Ali, Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, s.27 58 SERİN Muhittin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, s.87-88
26
erişilemediği görülür. Dik harfler, özellikle Fâtih Camiî avlu pencereleri iç taraftaki
yazılarda uzunca ve hâlâ küt bir haldedir.
Ali Sûfî'nin, Topkapı Sarayı Bâb-ı Hümâyun üzerinde müsennâ celî sülüs hatla
yazdığı kitâbe, Mustafa Râkım'a kadar celî sülüsün en güzel ve câzip örneği olarak
kabûl edilir.59
Aklâm-ı sitte dışında gelişen ta'lîk hattı Fâtih Sultan Mehmed zamanında
İstanbul'da yayılmaya başlamıştır. Osmanlı Devleti'nde dîvandan çıkan kararların
yazıldığı dîvânî yazı da Fâtih Sultan Mehmed döneminde tekâmül etmeye başlamıştır.
Bu konuda Gelibolulu Mustafa Âlî "Menâkıb-ı Hünerverân adlı eserinde şunları
kaydeder: "Anadolu'da dîvânî hattatları Acem dîvânî üslûbunu değiştirmişler, bu yazıyı
okunması ve yazılması kolay bir hâle getirmişlerdir. Bu üstadların en meşhurları Kâtib
Tâceddîn, Tâcî Beyzâde ve Matrakçı Nasuh'tur". Osmanlı devletlerinin resmî ve malî
kayıtlarında, 1875 tarihine kadar kullanılan siyâkat yazısı, Fâtih Sultan Mehmed
zamanında yeni bir tarza sahip olmuştur.
Aklâm-ı sitte ve celî sülüste ise Edirneli Yahyâ Sûfî ve oğlu Ali Sûfî,
Abdurrahmân-ı Sâyiğ, aklâm-ı sitte'de Rûm'un yedi üstâdı kabul edilen Şeyh
Hamdullah'ın dayısı Celâleddîn, oğulları Cemal ve Muhyiddîn Amâsî, Abdullah Amâsî,
Şeyh Hamdullah, oğlu Mustafa Dede, Esedullah-ı Kirmânî'nin öğrencisi Ahmed
Karahisârî, Bursalı Şerbetçizâde İbrâhim Efendi, Osmanlı hat mektebinin teşekkülünde
büyük hizmetler vermiş üstadlardır.60
Şeyh Hamdullah (1433?/1520) ile hüsn-i hatta yeni bir çığır açılmıştır. Onunla
İslâm yazısı tedrîcen güzelleşecek bir merhaleye girmiştir. O zamana kadar tüm İslâm
âleminde ve Anadolu'da Yâkūt üslûbu sürüp giderken, Şeyh Hamdullah, Sultan İkinci
Bayezid'in teşvik ve tavsiyesi ile Yâkūt'un eserlerini incelemiş ve tetkik etmiştir.
Yâkūt'un en güzel harflerini almış ve bunlara kendi sanat zevkini de ilâve ederek "Şeyh
Mektebi" dediğimiz yeni bir üslûbun kurucusu olmuştur. O aynı zamanda Osmanlı Hat
Mektebi'nin pîridir.
59 BERK Süleyman, Hat San'atı, s.19 60 SERİN Muhittin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, s.88-89
27
Şeyh Hamdullah, Anadolu'ya hicret ederek Amasya şehrine yerleşen Buhara
Türklerinden Şeyh Mustafa Efendi'nin oğludur. Amasya'da doğmuştur.
Şeyh Hamdullah genç yaşında, devrinin klâsik ilimlerini tahsil etmiş ve bu
arada güzel yazı yazmaya da merak salmıştır. Dönemin tanınmış hattatı Hayreddîn-i
Mar'aşî'den (ö. 1471) ilk derslerini aldı. Daha sonra bu sanatkârın hocası olan Abdullah-
ı Sayrafî (ö.1341) ile onun da hocası olan Yâkūt-ı Musta'sımî'nin (ö. 1298) yazılarını
yani hat örneklerini toplayıp onlara bakarak meşk etmek suretiyle hat sanatında
ilerlemeye başladı.
Şeyh Hamdullah'ın Amasya'da başlayıp İstanbul'da nihayete eren yazı hayatını
kısaca şu şekilde özetleyebiliriz: "Şeyh, henüz Amasya'da iken orada valilik vazifesinde
bulunan Şehzâde İkinci Bayezid'in dikkatini çekmiş ve istikbâlin padişahı, ondan güzel
yazı yazmasını öğrenmeye başlamıştır. Bu hoca-talebe münasebeti, Hamdullah'ın
hayatında yeni bir devrenin açılmasına sebep olmuştur. Şehzâde, günden güne yazıda
terakkî eden genç hattattan yazı öğrenip icâzetnâme almıştır. Babası Fâtih'in 1481'de
ölümü üzerine tahta geçmek için Amasya'dan ayrılırken hocasını da İstanbul'a davet
etmiştir.
İstanbul'a gelen Şeyh'e Sultan Bayezid, sarayda husûsî bir yer ayırarak alâka ve
sevgisini göstermekten geri kalmadı. Artık hattat burada hat öğretmenliğine tâyin
edilmişti. Böylece hattatın sanat hayatının ikinci ve en önemli safhası başlamış oldu.
Yazı yazarken İkinci Bayezid çoğu zaman onun divitini elinde tutmak, arkasını
yastıklarla beslemek tevazuunu ve dolayısıyla hürmetini göstermiştir. Hemen her
sanatkârda olduğu gibi, Şeyh'in saraydaki mevkii bazı kimseler, bilhassa âlimler
tarafından kıskanılmış hattâ baş köşeye oturtulması itirazlara sebep olmuştu. Bir gün
âlimlerle Şeyh, padişahın meclisine dâvet olunmuşlardı. Padişah, baş köşeyi Şeyh'e
verince âlimler bundan alındılar. Durumu sezen sultan, onun yazdığı bir Kur'ân'ı getirip
orada hazır bulunanlara gösterdi. Herkes yazısını beğenince padişah, "Eski
hükümdarlardan hiç kimse böyle bir hattata mâlik olmamıştır" diyerek âlimlerin orada
mevcut kitaplarını üst üste koyduktan sonra "Kur'ân'ı bu kitapların üstüne mi, yoksa
altına mı koyalım?" diye sorunca onların, Kur'ân'ın en üste konması lâzım geldiğini
söylemesi üzerine lâtife yollu "Kur'an'ı içimizde bu kadar güzel yazan bir kişi yoktur.
Böyle bir kimseyi sizden aşağı bir yere nasıl oturtabilirim" dedi.
28
Önceleri, babası Şeyh Mustafa Efendi'nin Sühreverdiyye tarîkatı şeyhlerinden
olması dolayısıyla bu yola bağlanan, daha sonra Nakşibendiyye tarîkatına giren Şeyh
Hamdullah'ın tasavvufa meyli fazla idi; ayrıca iyi bir yüzücü ve okçu idi. Yazı ve sporla
meşgul olmadığı zamanlarda Alemdağı'nda, Sarıgazi ve Akbaba köyünde inzivaya
çekilir, kendini ibadete verirdi. Rahat bir hayat süren sanatkâr Harem-i Hümâyûn'da
tahsis edilen meşk odasında yazıyla uğraşır, sık sık padişahla görüşürdü. Geçim durumu
iyi idi. Yukarıda adı geçen üç köy kendisine tımar olarak verilmişti. Hattatın ayrıca
günde otuz akçe geliri vardı ki; Yavuz Sultan Selim devrinde Ahmed Karahisârî ve
diğer hattatların gelirleri ancak onbeş, onaltı akçe idi.
1520 senesinde vefat ettiği bildirilen Şeyh Hamdullah'ın cenâze namazını,
devrin Şeyhülislâmı Zenbilli Ali Efendi Ayasofya Camiî'nde kıldırmıştır. Şeyh
Hamdullah Üsküdar Karacaahmed Mezarlığı'nda "Şeyh Sofası" denilen yere
defnedilmiştir. Çok alçakgönüllü olduğu için mezar taşına adının yazılmasını
istememiştir. Ünlü hattat Hâfız Osman, hiç olmazsa ruhuna Fâtiha okunabilmesi için,
mezar taşına adını yazmak istemiş, fakat Şeyh'in vasiyetini hatırlayarak bu teşebbüsten
vazgeçmiştir. Rivayete göre Şahin Ağa (ö. 1701-2) adındaki bir hattat cesaret göstererek
mezar taşını adını yazmışsa da aradan bir hafta geçmeden ölmüştür. Sonradan
hattatların bazısı onun yanına gömülmeyi bir şeref saymışlardır."61
Şeyh Hamdullah Osmanlı-Türk hattatlarının pîri sayıldığı gibi; diğer İslâm
ülkelerinde yetişen hattatların da üstâdı sayılır. Açtığı çığır ile aklâm-ı sitteye bir letâfet
ve dinamizm kazandırmıştır.
Sultan İkinci Bayezid'in Şeyh Hamdullah'a: "Yâkūt el-Musta'sımi'nin itina edip
yazdıklarını görmemişsiniz" diyerek hazineden yedi adet Yâkūt yazısı çıkarıp Şeyh'e
verdiğini; "Bu tarzdan gayri bir vâdi ihtirâ olunsaydı iyi olurdu" diye tavsiyede
bulunmasından sonra ise; Şeyh Hamdullah'ın kendi üslûbunu ortaya koyduğu bilinir.62
61 ALPARSLAN Ali, Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, s.34-37 62 SERİN Muhittin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, s.96
29
Şeyh Hamdullah, "Yâkūt-ı Musta'sımî mektebinin yazı kaidelerini ve estetik
anlayışını ortadan kaldırarak yazıya yeni matematik ve geometrik ölçüler getirmiş ve
onun yazısındaki sertliği tatlı bir görünüşe döndürmüştür."63
Süleyman Berk Şeyh Hamdullah'ın yazıya getirdiği yenilikleri şu şekilde
özetler: "Aklâm-ı sitte, Şeyh Hamdullah ile olgunluk kazanmış, koltuklu kıt'a yazımı da
Şeyh Hamdullah ile başlamıştır. Şeyh Hamdullah nesih yazıda, Yâkūt'taki durgunluk ve
donukluğu kaldırarak, canlılık ve kıvraklılık getirmiştir. Harflerin yapısına büyük
değişiklik getirmiş, harflerin sıraya oturuşu düzelmiştir. Hareke ve harfler birbirleri ile
uyumlu hâle gelmişlerdir. Yazı bütünüyle uyumlu bir hüviyet kazanmıştır." 64 Fakat
aynı başarı celî yazılarda gösterilememiştir.
Şeyh Hamdullah döneminde aklâm-ı sitte'den, sülüs ve nesih Türk zevkine çok
uygun gelmiş ve hızla yayılmıştır. Özellikle Kur'ân-ı Kerîm'ler nesih ile yazılmıştır. Bu
devirde muhakkak ve reyhânînin yuvarlak harflerinin azlığı ve geniş oluşu sebebiyle,
zamanla unutulduğu, ancak elin melekesini artırmak için eski hat üstâdlarını takliden
yazılan murakka'larda rastlandığı görülmektedir. Bir istisna olarak muhakkak hattı ile
besmele yazılması geleneği zamanımıza kadar devam edegeldiğini, rıkā'nın daha cazip
bir üslûba bürünerek "hatt-ı icâze" adıyla bilhassa hattat imzalarında ve
icâzetnâmelerinde yer aldığını, tevkî'nin ise pek ender kullanıldığını daha önce
zikretmiştik. Şeyh Hamdullah'tan sonra yetişenler onun gibi yazma gayretiyle hareket
ettiklerinden hattatların başarısı "Şeyh gibi yazdı", veya "Şeyh-i sâni" sözleriyle anılır
olmuş, bu durum 150 yılı aşkın bir süre devam etmiştir.65
Şeyh'in ilk eserleri, İkinci Bayezid'in Amasya'da vali olduğu dönemde, Fâtih
Sultan Mehmed için istinsah ettiği iki adet tıp kitabıdır. Şeyh 47 Kur'ân, yüzlerce
En'am, Evrâd, Ezkâr ve cüz yazmıştır. Bununla birlikte birçok kıt'a, murakkaa' ve
meşkleri vardır. Eserlerin çoğu müze ve kütüphânelerde bulunmaktadır.
Şeyh'in İstanbul Bayezid Câmiî ve Firuzağa Câmiî kitâbeleri, onun celî
yazılarının en önemlileridir.
63 ALPARSLAN Ali, Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, s.39 64 BERK Süleyman, Hat San'atı, s.22 65 DERMAN Uğur, DİA, c.16, s.429
30
Şeyh'in birçok öğrencisi olmuştur. En tanınanlarından bazıları ise şunlardır:
Mustafa Dede, Şükrullah Halife, Ali b. Mustafa, Behram b. Abdullah, Ebu'l-Fazl
Mehmed Çelebi, Hayreddîn Halil, Mustafa b. Nasuh.
Şeyh Hamdullah'ın takipçileri; "Çağdaşı olan Ahmed-i Karahisârî (ö.1556) ve
kurduğu mektebe bağlı olanlar müstesnâ, 16. asır ile 18. asır sonlarına kadar yetişen
hattatlardır. Yani onun mektebinin tesiri Hâfız Osman (ö.1698) adlı ikinci büyük
sanatkârın devrine kadar devam etmiştir. Fakat, yaklaşık iki asrlık zaman zarfında
yetişen bu hattatlar, "Şeyh Hamdullah Mektebi" nin takipçisi sayılırsa da bunların hepsi
yazıda tamamen onun kudretinde değildir. Zira hattatlıkta tam mânâsıyla mektep
kurucusunun yolunda olmak ve tıpkı onun gibi yazmak esastır. Taklit, hattatlıkta bir
kusur değil, bir üstünlüktür. Zira böyle olmazsa yani esas büyük ustanın yaptığının aynı
yapılmazsa ona ulaşılmış olmaz."66 Dolayısıyla onun en önemli takipçilerinden
bazılarını şöyle sıralayabiliriz: Ali Alâeddîn Çelebi, Derviş Mehmed b. Mustafa Dede,
Pîr Mehmed b. Şükrullah, Abdullah Kırımî, Hasan Üsküdarî, Halid Erzurumî, Seyyid
İsmail Nefeszâde, Suyolcuzâde Mustafa Eyyubî, Ağakapılı İsmail, Şekerzâde Seyyid
Mehmed.
Kanûnî döneminin ünlü hattatı Ahmed Karahisârî (1470 ? / 1556) ise; Yâkūt
tavrını yeniden canlandırmıştır. Fakat etkisi ancak bir nesil devam edebilmiş ve yazı
sanatında, günümüze kadar sürecek olan Şeyh üslûbu hâkim mevkiini korumuştur.
Karahisârî; Afyonkarahisarlı olmakla beraber doğum tarihi kesin belli değildir.
Yâkūt mektebine bağlı Esedullah-ı Kirmânî'nin talebesidir. Şeyh Hamdullah'ın yazı
talebesi İshak Cemaleddîn-i Halvetî'ye intisap ederek tasavvuf yoluna girmiştir. Kendisi
Arapça ve Farsça'ya vâkıf, üç dille şiir söyleyebilecek kadar bilgili ve irfan sahibi bir
hattattır. Milâdî 1556 senesinde doksan yaşlarında vefat etmiş ve Sütlüce'de İshak
Cemaleddîn-i Halvetî'nin yanına gömülmüştür.
Ahmed Karahisârî mektebinin özelliklerini Ali Alparslan şöyle dile getirir:
"Karahisârî, Esedullah-ı Kirmânî'nin tesirinde kalarak Yâkūt-ı Musta'sımî'nin üslûbunu
benimsemiş ve Osmanlı ülkesinde onun sanatının temsilcisi olmuştur. O, Yâkūt'un
yazıda nisbeten sağlamaya muvaffak olduğu istikrarı yani anatomik güzelliği ve 66 ALPARSLAN Ali, Osmanlı Hat Sanatı Tarihi,s.43-44
31
dinamizmi daha ileri götürerek onu aşmıştır. Başka bir deyişle Yâkūt'un sıradan bir
takipçisi olmamış ve bu üstünlüğü sayesinde yeni bir üslûp geliştirmiştir. Bu üslûba
"Karahisârî Mektebi" denir. Aklâm-ı sitte'de Yâkūt-ı Musta'sımî mektebini, İstanbul'da
yeniden, fakat ondan kat kat güzel bir noktaya ulaştırarak yaşatan ve onu lâyıkıyla
temsil eden bir sanatkârdır. Sülüs yazılarında ciddi ve azâmetli; muhakkak yazılarında
da âbidevî bir duruş ve görünüş sezilir. Hatta sülüs ve celî yazıda istif ve tertip
bakımından Şeyh Hamdullah'dan ileridedir."67 Kendisine "Yâkūt-makam (Yâkūt
makamlı, Yâkūt gibi derecesi üstün olan)", "şemsü'l-hat ( güzel yazının güneşi)" gibi
sıfatlar verilmiş ve Anadolu'nun yedi büyük üstâdı arasında "Yakūt-ı Rûm" diye
anılmıştır.
Ahmed Karahisârî, aklâm-ı sittede birçok mushaf, en'am, dua mecmuası vb.
eser yazarak hüsn-i hatta büyük hizmet etmiştir. Çeşitli eserleri arasında en önemlisi,
Kânûnî için yazdığı ve hâlen Topkapı Sarayı Müzesi'nde bulunan ve yakın zamanda
Kültür Bakanlığı tarafından tıpkı basımı gerçekleştirilen büyük boy Kur'ân-ı Kerîm'dir.
Karahisârî'nin meşhur öğrencileri şunlardır: Ferhat Paşa, evlatlığı Hasan
Çelebi, Derviş Mehmed, Demircikulu Yusuf.
On yedinci yüzyılın ortalarında Hâfız Osman(1642/1698) ile hat sanatında yeni
bir dönem başlamıştır. Hâfız Osman önceleri Şeyh vadisinde yazarken; daha sonra
Şeyh'in üslûbunu estetik elemeye tâbi tutmuş ve bundan kendi tarzını, üslûbunu ortaya
koymuştur.
Hattat Hâfız Osman Efendi, m. 1642 yılında İstanbul Haseki'de dünyaya
gelmiştir. Babası, Haseki Sultan Camiî müezzini Ali Efendi'dir. Küçük yaşta Kur'ân-ı
Kerîm'i ezberlediği için kendisine "hâfız" lakabı verilmiştir. Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa
himâyesinde öğrenim görmüş ve bu esnada yazıya ilgi duymuştur. Yazıyı sırasıyla,
Şeyh vadisinde yazan 1. Derviş Ali, Suyolcuzâde Mustafa Eyyubî ve Nefeszâde İsmail
Efendi'den meşk etmiştir.68
Hâfız Osman'ı Ali Alparslan'ın sözleriyle anlatmaya devam edelim:" Son
derece mütevazı bir kişiliğe sahipti. Büyük bir şöhrete ulaşmasına rağmen kat'iyen 67 ALPARSLAN Ali, Osmanlı Hat Sanatı Tarihi,s.56 68 BERK Süleyman, Hat San'atı, s.25-26
32
gurura kapılmadı. Ayrıca tasavvufa meyli dolayısıyla Kocamustafa Paşa şeyhi Seyyid
Alâeddîn Efendi'ye intisap ederek Sünbülîye tarîkatına girdi. Pazar günleri fakir
talebelerine, çarşamba günleri de zengin talebelerine ders verirdi. Hâfız Osman,
hayatının son yıllarında felç geçirdiyse de hekimlerin bakımı sayesinde hastalığı
geçince tekrar yazı yazmaya başladı ve ölüm tarihi olan m. 1698 yılına kadar eser
vermeye devam etti. 3 Aralık 1689 çarşamba günü vefatında Kocamustafa Paşa'da
mensup olduğu Sünbül Efendi Tekkesi haziresine gömüldü. Kabri Şeyh Hamdullah'ınki
gibi hattatların ziyaretgâhı hâline gelmiştir."69
Hâfız Osman, aklâm-ı sittede "şeyh-i sâni" yani "ikinci şeyh" diye şöhret
kazanmış, bu yolda yaklaşık m. 1678 yılından sonra Şeyh Hamdullah yazılarından
beğendiği harfleri seçerek, harfleri küçültmüş, kelime ve harf aralıklarında, harflerin
artistik duruş ve bünyelerinde daha güzel bir nisbet sağlamış, böylece kendine has bir
üslûp ortaya koymuştur. Açtığı çığır, yazıda yaptığı yenilikler devrinin bütün
hattatlarını etkilediği gibi asırlarca da İslâm dünyasında hâkim ve ideal olarak tesirini
sürdürmüştür.
Aklâm-ı sitte'de birçok eser bırakan Hâfız Osman; "Özellikle sülüs ve nesih
yazılarında sayısız murakkā', levhalar, en'am, delâilü'l-hayrât ve yirmi beş mushaf
yazmıştır. Bu mushaflardan m. 1686 yılında yazdığı Kur'ân-ı Kerîm, İkinci
Abdülhamid'in mâbeyincilerinden Osman Bey tarafından, Mehmed Emin nezâretinde,
padişahın emriyle muayyen miktarı devlet ricâline hediye edilmek üzere büyük bir itina
ile âharlı kâğıda Matbaa-i Âmîre'de basılmıştır. Okunuşundaki rahatlık ve kolaylık
sebebiyle İslâm dünyasında Hâfız Osman'ın Mushafları yayılmış ve rağbet görmüştür.
Bugün bilinen şekliyle sülüs, nesih hilye-i şerîfi ilk defa düzene koyan Hâfız
Osman'dır."70
Hâfız Osman'ın yetiştirdiği birçok talebe arasında en meşhurları; Yedikuleli
Seyyid Abdullah Efendi, İkinci Derviş Ali, Hasan Üsküdârî ve padişah Üçüncü
Ahmed'dir.
69 ALPARSLAN Ali, Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, s.65 70 SERİN Muhittin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar,s.127
33
Ordu ili Ünye kazasında doğan ve doğum tarihi belli olmayan İsmail Zühdî,
kardeşi Mustafa Râkım ile birlikte Hâfız Osman üslûbuna yeni bir yön vermiştir. İsmail
Zühdî genç yaşta babası tarafından İstanbul'a getirilmiş ve ilim tahsil etmiştir. Ayrıca
Ahmed Hıfzı Efendi'den sülüs ve nesih yazılarında meşk etmiş; icâzetini Mehmed Emin
adlı bir hattattan almıştır. Mahlası "Zühdî"dir. Kendisinden önce yaşamış, aynı adı
taşıyan İsmail Zühdî'den ayırmak için; "İkinci İsmail Zühdî" diye de bilinir.
Vefatına kadar Enderûn-ı Hümâyûn'da yazı hocalığı yapmıştır. M. 1806'da
vefat eden İsmail Zühdî, Edirnekapı kabristanına defnedilmiştir. Kabir kitâbesini
nazmedip yazan kardeşi ve aynı zamanda talebesi olan büyük hattatlarımızdan Mustafa
Râkım'dır.
Sülüs ve nesih yazılarında Hâfız Osman yolunu en güzel şekilde geliştiren
İsmail Zühdî, hat sanatı tarihinde, özellikle sülüs ve nesih yazıda, Şeyh Hamdullah ve
Hâfız Osman'dan sonra bir atılım gerçekleştirmiştir. Kendinden evvel yaşamış bu iki
hattattın eserleri üzerinde uzun süre çalışıp tetkiklerde bulunduktan sonra, beğendiği
harf ve kelimeleri seçerek, kendi mektebini ortaya çıkarmıştır.71
En önemli talebesi kardeşi büyük hat üstâdı Mustafa Râkım'dır. Kırk mushaf,
birçok hilye-i şerif, murakka', kıt'a ve levha yazan İsmail Zühdî'nin; Eyüp
Defterdar'daki Şah Sultan Türbesi'ndeki yazıları, onun en önemli eserlerindendir.
Abisi İsmail Zühdî gibi Ordu-Ünye'de m. 1758 senesinde doğan Mustafa
Râkım hat sanatımızın dâhilerindendir. Özellikle celî sülüs ve tuğrada çığır açmış bir
hattatımızdır. Uğur Derman'ın deyimiyle celî sülüsü ve tuğrayı "Râkım öncesi-Râkım
sonrası" şeklinde tasnif etmek yerinde bir tâbirdir.
Râkım ilk yazı tahsilini ağabeyi İsmail Zühdî'den görerek, sülüs ve nesih
yazıda on iki yaşında icâzet almıştır. Ayrıca Üçüncü Derviş Ali'den de hat sanatını
öğrenmiş ve "Râkım" mahlasını alarak mezun olmuştur. Padişah Üçüncü Selim'in
resmini çok güzel yapmasından sonra, kendisine müderrislik pâyesi verilmiştir. Daha
sonra sikke-i hümâyûn ressamlığına ve tuğrakeşliğe tayin edilmiş ve m. 1823 yılında
71 BERK Süleyman, Hat San'atı, s.32
34
Anadolu Kazaskerliğine getirilmiştir. Mustafa Râkım 25 mart 1826 senesinde vefat
etmiş ve Karagümrük'te, eşi Emine Hanım tarafından yaptırılan türbeye defnedilmiştir.
Ali b. Yahya es-Sûfî ile büyük bir gelişme gösteren celî sülüs, Mustafa
Râkım'a kadar durgun bir safhaya girmiştir. "Mustafa Râkım, Hâfız Osman'ın sülüs
yazılarını inceleyerek elde ettiği harflerin gövde ve duruş güzelliklerini celîye tatbik
etmiş, celî yazılarda gerçekleştirilmesi zor bir inkılâbı başarmıştır. Sâmi Efendi'nin,
"Eğer Mustafa Râkım'ın celîlerini küçültürsek, Hâfız Osman'ın sülüslerini elde ederiz"
dediği rivayet edilir. Harf ve kelimelerin kazandığı güzel nisbetle beraber, ressamlığının
da tesiri ile Mustafa Râkım istif ve terkiplerde de birlik ve en güzel âhenge ulaşmıştır." 72 Râkım, Türk celî sülüsünü keşmekeşlikten arındırmış, celî sülüste istif güzelliğini
temin etmiştir. Osmanlı tuğrasını hantal ve sarkık bir durumdan kurtarıp canlılık
kazandırmıştır.73
Fatih'teki İkinci Mahmud'un annesi için yaptırılan Nakşidil Sultan Türbesi
yazıları, Tophâne Nusretiye Câmiî celî sülüs yazıları, Edirnekapı Kabristan'ındaki
ağabeyi İsmail Zühdî'nin sülüs ve ta'lîk mezartaşı kitâbeleri, eserleri arasında en
mühimleridir.
Sultan İkinci Mahmud, Mehmed Hâşim Efendi, Küçük Râkım, öğrencileri
arasında en önemlileridir. Râkım'dan sonra gelen celî üstâdı, ünlü hattat Sâmi Efendi de
(ö. 1912) İsmail Zühdî'nin sülüs harflerini celîye tatbik ederek Râkım yoluna yeni bir
şive kazandırmıştır. Onun çağdaşı olan veya ondan yetişen Çarşambalı Hacı Ârif Bey,
Abdülfettah Efendi, Mehmed Nazif Bey, Ömer Vasfi ve kardeşi Mehmed Emin Yazıcı,
İsmail Hakkı Altunbezer, Macid Ayral, Mustafa Halim Özyazıcı ve Hamid Aytaç gibi
üstâdlar celîde hep bu üslûba sadık kalmaya çalışmışlardır.74
Mahmud Celâleddin Efendi, Râkım ile aynı devirde yaşamış mektep sahibi
önemli bir hattatımızdır. Mahmud Celâleddîn Efendi'nin de doğum tarihi kesin belli
değildir ve aslen Dağıstanlı olup, babası Şeyh Mehmed Efendi ile İstanbul'a gelmiştir.
Mahmud Celâleddîn Efendi; inatçı, baş eğmez bir kimse olduğundan hiçbir hattat 72 SERİN Muhittin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, s.156 73 ALPARSLAN Ali, Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, s.118-119 74 DERMAN Uğur, DİA, c.16, s.430
35
kendisine yazı dersi vermek istememiş, dolayısıyla hüsn-i hattı, kendi kendine, Hâfız
Osman'ın ve diğer hat üstâdlarının yazılarından faydalanarak öğrenmiştir.
Mahmud Celâleddin Efendi; "Sülüs ve nesih yazıda kendine has güzel bir tavra
sahip olmuş ve çok kudretli eserler ortaya koymuştur. Celî sülüs'te ise aynı başarıyı
gösterememiştir; celî sülüs harfleri donuk ve küt kalmıştır. Celî'nin istifinde de harfler
birbirinden bağımsız gibi kalmış, hareke ve tezyinat işaretlerini başarılı bir şekilde
dağıtamamıştır."75 Bu yüzden celî yazıda çağdaşı Râkım karşısında tutanamamıştır.
Mahmud Celâleddîn Efendi, mushaf, dua mecmuaları, kıt'a, levha vb. eserler
vermiştir. Eyüp Mihrişah Sultan türbesindeki yazıları, en meşhur örneklerinden biridir.
Eşi Esma İbret Hanım, Mehmed Tâhir Efendi bilinen talebelerindendir. M. 1829
senesinde vefat etmiş ve Eyüp Nişancı Şeyh Murad Dergâhı'na defnedilmiştir.
Milâdî 1801 yılında doğan, aynı zamanda iyi bir bestekâr olan Kazasker
Mustafa İzzet Efendi, erken yaşlarda Çömez Mustafa Vâsıf'tan aklâm-ı sitte, meşhur
ta'lîk üstâdı Yesârizâde Mustafa İzzet Efendi'den ta'lîk yazıyı meşketmiştir. Yazıda
Hâfız Osman-Mahmud Celâleddîn- Râkım karışımı bir üslûba sahiptir. Bunun sebebi;
talebesi Sultan Abdülmecid'in kendisinden Celâleddîn üslûbunda yazı yazmasını
istemesidir. Şöyle ki; önceleri Hâfız Osman ve Râkım yolunu takip ederken, talebesi
Sultan Abdülmecid'in isteği veya emrine uyarak Mahmud Celâleddîn üslûbuna dönmüş,
Abdülmecid'in vefatından sonra tekrar Râkım yoluna rücû etmeye çalışmış, fakat tam
mânâsıyla bunu başaramamıştır. Dolayısıyla; yazılarında bu karışık üslûp hep var
olagelmiştir.
Kazasker'in nesih yazılarında, Hezarfen Necmeddîn Okyay'ın ifadesiyle:
"Kelebek uçuşlarının tatlı ve yumuşak bir görünüşü vardır. Harfler ve kelimeler âdetâ
uçar vaziyettedir. Gerçi ayrı bir yol gibi görünürlerse de şâhânedirler"76
Mustafa İzzet Efendi'nin on bir Kur'ân-ı Kerîm, iki yüzden fazla hilye-i saâdet,
on beş kadar delâilü'l-hayrât, otuzdan fazla en'âm, sayısız murakkā' ve kıt'a, Bursa Ulu
Camiî'ndeki iki büyük levha, Hırka-i Şerîf Camiî yazıları, Bâbıâli Nallı Mescid
kitâbeleri başlıca eserlerindendir. En önemli eseri belki de, Ayasofya Camiî'nin 7,5 m. 75 BERK Süleyman, Hat San'atı, s.41 76 ALPARSLAN Ali, Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, s.81
36
çapında büyük, dâirevî, celî sülüs çehâr-ı yâr levhalarıdır. Ayrıca harf inkılâbından önce
matbaalarda kullanılan hurûfat Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nindir.77
Milâdi 15 Kasım 1876'da vefat eden ve Tophâne Kadirîhâne hazîresine
defnedilen Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin en meşhur talebeleri; Mehmed Şevket
Vahdetî, Mehmed Şefik Bey, Abdullah Zühdü Efendi, Muhsinzâde Abdullah Bey'dir.
Yazdıkları Kur'ân-ı Kerîm'lerle hat sanatında zirveye ulaşan Kayışzâde Burdurlu Hâfız
Osman ve Hasan Rızâ efendiler de onun en önemli öğrencileri arasındadır.
Sülüs ve nesih yazıları, 19. asırda hattat Mehmed Şevki Efendi zirveye
çıkarmıştır. O, bu iki yazıyı güzelliğin en son safhasına getirmiştir.
Şevki Efendi m. 1829 senesinde Kastamonu'nun Seydiler Köyü'nde doğmuştur
ve küçük yaşlarda İstanbul'a gelmiştir. Yazıyı kendisiyle husûsî olarak ilgilenen, dayısı
Mehmed Hulûsi Efendi'den meşk etmiştir ve ondan on iki yaşında icâzet almıştır. Şevki
Efendi, Hâfız Osman ve Râkım'dan istifâde ederek sülüs ve nesih yazıda kendi
mektebini kurmuştur.
Râkım'ın celî sülüsteki özellik ve güzellikleri aynen sülüs yazısına aktaran
Şevki Efendi'nin yazıları, kıvrak ve metindir. Harflerin satıra dizilişleri mükemmeldir.
Bu haliyle, harflerde akıcılık hemen göze çarpar. Aynı şekilde nesih yazıda, harflerin
satıra dizilişi ve oturuşu, Şevki Efendi'nin yazıdaki önemli mahâretlerindendir.78
Uğur Derman, Şevki Efendi hakkında özetle şunları söyler: "O, son derece
îtinâlı ve tekellüflü (özenli), fakat pürüzsüz ve şîveli yazılarıyla tanınan bir
hattatımızdır. Bu sebeple, yakın arkadaşı Sâmi Efendi, "Şevki'nin elinden, istese de,
fenâ harf çıkmazdı" sözüyle bir gerçeği ifâde etmiştir. Halûk ve afif bir zât olan Şevki
Efendi'nin, geçimini resmî vazîfesinden aldığı maaşla temin ettiği; eserlerine tâlip
olanların-kendisi bir talepte bulunmadan-verdikleri parayı da doğum yeri olan
Kastamonu'daki muhtaçları aylığa bağlayarak harcadığı, vefatından sonra ortaya çıkan
masraf defterinden anlaşılmıştır." 79 7 Mayıs 1887'de vefat eden Şevki Efendi,
77 SERİN Muhittin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, s.167-168 78 BERK Süleyman, Hat San'atı, s.45 79 DERMAN Uğur, İKMHS, s.214
37
Merkezefendi Kabristanı'nda dayısı ve hocası Mehmed Hulûsi Efendi'nin yanına
defnedilmiştir.
Mehmed Şevki Efendi'nin mushaf, delâilü'l-hayrât, hilye, levha, kıt'a ve
murakkā' alanlarında birçok eser vermiştir. Eserleri arasında Topkapı Sarayı Müzesi'nde
bulunan sülüs-nesih hilyesi, en önemlilerindendir.
Filibeli Bakkal Ârif Efendi, Fehmi Efendi, Pazarcıklı Mehmed Hulûsi Efendi
en meşhur talebelerindendir. Ârif Efendi'nin talebesi Şeyh Azîz er-Rifâî, Mısır'da ve
İslâm âleminde Şevki Efendi yolunun tanınmasına vesile olmuştur.
Aklâm-ı sitte hâricinde Osmanlı Türkler'i tarafından sevilen bir diğer önemli
yazı cinsi de ta'lîk'tır. Harekesiz oluşu ve sâde görünüşü ile Türkçe'ye de uygun olan
ta'lîk hattı, Osmanlı hattatları tarafından hep revaçta olmuştur.
Ta'lîk hattı; İran'da büyük hattat Mîr İmâdü'l-Hasenî üslûbu, Osmanlı ülkesine,
talebesi Buhara Türkler'inden olan Derviş Abdi ile tarafından getirilmiştir. Derviş
Abdi'den sonra gelen Durmuşzâde Ahmed, Dedezâde Seyyid Mehmed, Kâtibzâde
Mehmed Refî, Şeyhülislâm Veliyüddîn Efendi ve meşhur çağdaşları İmâd-ı Rûm yani
Anadolu'nun İmâd'ı olarak tanınır ve bilinir.
İstanbullu olan Yesârî Mehmed Es'ad Efendi (ö. 1798) İmâd üslûbunun
Osmanlı ülkesindeki tâkipçilerinden Dedezâde Seyyid Mehmed Efendi'den icâzet
almıştır. Doğuştan sağ tarafı felçli olduğundan sol eliyle yazdığı için, kendisine "Yesârî
(solak) lakabı verilmiştir.
İlk yazılarını İmâd tarzında yazan Yesârî, daha sonra İmâd'ın yazılarını estetik
bir elemeye tâbi tutmuş ve "Türk Ta'lîk Mektebi"nin öncüsü olmuştur. Hat sanatına
kıt'a, levha, hilye ve kitâbe tarzında hizmet vermiştir. En meşhur öğrencileri başta oğlu
Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi olmak üzere; Mehmed Emin Bey, Arapzâde Mehmed
Sadullah Efendi'dir.
38
İbnülemin Mahmud Kemâl "Son Hattatlar" kitabında; evinin, ders verdiği
günlerde, mürekkepçilerin, kâğıtçıların, kalem ve kalemtraşçıların satış yaptıkları bir
mesken olduğundan bahseder.80
19 Aralık 1798 tarihinde vefat eden Yesârî Efendi, Fâtih Gelenbevî'de bir
kabristana defnedilmiştir. Fâtih yangınından sonra yol îmar faaliyetleri esnasında kabri
yolun altında kalmış, mezar kitâbeleri oğlunun kabir taşıyla beraber Fâtih Camiî
hazîresine nakledilmiştir.81
Yesârî'nin evlâdı olan Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi İstanbul doğumludur.
Ta'lîk hattında icâzetnâmeyi babasından aldı. Devlet hizmetlerinde önemli mevkilere
getirilen Yesârîzâde; 1839'da Anadolu, 1842'de Rumeli Kazaskeri oldu.
Yesârîzâde, yazı hayatının ilk döneminde babası gibi yazmış, onun vefatından
sonra kendi yazı karakterini oluşturmaya başlamıştır. Babasının yazılarındaki eksik
kısımları tamamlamış, onun güzel harflerini seçmiş ve "Türk Ta'lîk Mektebi"nin
kurucusu olmuştur. Onunla Osmanlı ülkesinde ta'lîk hattı, millî bir karakter kazanmıştır.
Ayrıca Mustafa Râkım'ın sülüs celîsi'nde yaptığı yenilikleri, Yesârîzâde celî ta'lîk'te
yapmıştır.
Birçok hattat gibi kıt'a, levha, hilye, kitâbe vb. gibi dallarda hüsn-i hatta hizmet
eden Yesârîzâde çok yazı yazmıştır. Sultan İkinci Mahmud (sl. 1808/1839) devri tarihî
binalarının üstündeki kitâbelerin çoğu onun tarafından yazılmıştır. Terekesinden 65.000
parça yazı çıkan hattatın İstanbul'un her semtinde eserlerine rastlamak mümkündür.
100'den fazla kitâbesi vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: Nusretiye Câmiî ile sebili,
İkinci Mahmud Türbesi, Bâb-ı Âlî, Alay Köşkü, Bayezid Kulesi.82
23 Haziran 1849'da vefat eden ve Fâtih'te babasının yanına gömülen
Yesârîzâde'nin en meşhur talebeleri, Kıbrısîzâde İsmail Hakkı Efendi, Ali Haydar Bey,
Kazasker Mustafa İzzet Efendi ve Abdülfettah Efendi'dir.
80 İNAL İ.Mahmud Kemâl, Son Hattatlar, İst.Maarif Basımevi, 1955, s.536 81 İNAL İ.Mahmud Kemâl, s.535; SERİN Muhittin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, s.295 82 ALPARSLAN Ali, Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, s.174
39
20. yüzyılın büyük hattatlarının birçoğunun hocası olan Sâmi Efendi, 13 Mart
1838'de İstanbul'da doğdu. Çeşitli yazılarda asrının en büyük üstâdı olan Sâmi Efendi,
sülüs ve nesih yazıyı Boşnak Osman Efendi'den, sülüs celî'sini Recâi Efendi'den, ta'lîk'ı
önce Kıbrısîzâde İsmail Hakkı, daha sonra Ali Haydar Bey'den, dîvânî'yi Nâsih
Efendi'den, rik'a'yı Mümtaz Efendi'den meşketmiştir.
Yazılarının tashihinde çok titiz davrandığı, bir yazı üzerinde bir ressam gibi
uzun seneler çalıştığı, "Celî yazmadıkça hattın esrarına vâkıf olunmaz" dediği
nakledilir. Celî sülüs'te Mustafa Râkım'ın, celî ta'lîk'te Yesârîzâde'nin tavrını geliştirerek
güzelleştirdiği ve bütün hattatlara rehber olduğu kaynaklarda belirtilir. Osmanlı Türk
zevkine uygun sülüs, ta'lîk ve celîleri tarihî seyri içinde tekâmülünü Sâmi Efendi ile
tamamlamış, 19. asırda altın çağını idrak etmiştir.83
Öğrencilerinden Necmeddîn Okyay'a göre o gerek celî sülüs'ün, gerek ta'lîk ve
celî ta'lîk'ın heykelini dikmiştir. Yesârîzâde ve Sâmi Efendi ta'lîk hattının zirve iki
ismidir. Yirminci yüzyıldaki ta'lîk hattatlarının hepsi Sâmi efendi'den ya şahsen veya
yazılarından istifâde ederek yetişmişlerdir. O da İkinci Mahmud tarafından yapılan
Beylerbeyi Sarayı için Yesârîzâde'nin yazdığı kitâbesinden çok istifâde etmiştir. Sâmi
Efendi'nin yazıları arasında en mühimleri, İstanbul Altunîzâde, Cihangir ve
Erenköyü'nde Zihni Paşa ile Gâlib Paşa câmilerindedir.84 Sâmi Efendi, 2 Temmuz
1912'de vefât etmiş ve Fâtih Câmiî hazîresine gömülmüştür.
Yetiştirdiği talebeler arasında en tanınan isimler şunlardır: Nazif Bey, Ömer
Vasfî Efendi, Şeyh Azîz er-Rifâî, Hulûsî Efendi, Hezarfen Necmeddîn Okyay, Tuğrakeş
İsmâil Hakkı Altunbezer, Hacı Kâmil Akdik, Hâfız Kemâl Batanay. Bu hattatlar hat
sanatının kaybolmaya yüz tuttuğu zamanlarda, büyük emekler sarfederek hat sanatını
yaşatmışlar; Mustafa Halim Özyazıcı, Hâmid Aytaç, Mustafa Bekir Pekten, Hâfız
Mahmud Öncü, Emin Barın, Ali Alparslan ve Uğur Derman gibi son dönemin önemli
hattatlarını ve hat sevdalılarını yetiştirmişler veya yazıları ile yetişmelerine vesîle
olmuşlardır. Bugün hat sanatı Hasan Çelebi, Hüseyin Kutlu, Turan Sevgili, Ali Toy,
Talip Mert, Davut Bektaş, Osman ve Mehmed Özçay kardeşler gibi hattatların ve
onların yetiştirdiği talebelerin vasıtasıyla mevcûdiyetini ve gelişimini sürdürmektedir. 83 SERİN Muhittin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, s.187-188 84 ALPARSLAN Ali, Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, s.179
40
Aklâm-ı sitte, bilhassa sülüs ve nesih yazıları Osmanlı hattatları elinde 15.
yüzyıldan itibaren beş asır süren bir süzülüp, arınma ve üslûblaşma hareketine girmiş,
19. asırda altın çağını idrak etmiştir. Mısır, Suriye ve Irak gibi ülkelerde de Osmanlı hat
üslûbu benimsenmiş; kudretli ve mâhir hattatlar yetişmiş, vücûda getirdikleri eserlerle
İslâm kültürünü zenginleştirmişlerdir.
1.3. Hattatlık
İslâm sanatlarının en güzel ve en önemli şubesi hep "hat sanatı" olmuştur. Bu
sanatı icrâ eden sanatkârlar da, tarih boyunca, bu en güzel şubenin îtibarlı şahısları
olagelmişlerdir. Bu îtibarı elde etmek içinde hat sanatkârı, ömrü boyunca belirli bir
disiplin içerisinde ve sabır ile çalışmıştır. İşte hüsn-i hat sanatında; bir hat üstâdının
rahle-i tedrisinde belli kaideler etrafında eğitim almış, yazılarına imza atma yetkisine
kavuşmuş, talebe yetiştiren sanatkâra "hattat" denir.
Hattat kelimesinin ilk defa hangi tarihte kullanıldığı hususunda kesin bir bilgi
yoktur. Mahmud Bedreddin Yazır kaynak göstermeksizin güzel yazmayı meslek
edinenlere eskiden "kettâb" denildiğini, hattat tabirinin Yakūt el-Musta'sımî'den itibaren
başladığını söyler (Kalem Güzeli,1,26). Nihad Çetin ise kelimenin muhtemelen m. 12.
yüzyılda kullanılmaya başlandığını, önceleri "okuma yazma öğreten" anlamında
kullanılan hattatın zaman içinde "hüsn-i hattı icrâ eden sanatkâr" mânâsını kazandığı
görüşündedir (İslâm Kültür Mirasında Hat Sanatı, s.29).
İslâm hattını yazanlara verilen en eski isim "kâtip"tir. Hz.Peygamber devrinde
ve O'nun tarafından dinî, siyasî, idarî, askerî ihtiyaçlara bağlı olarak vahiy kâtipliği, sır
kâtipliği, mektup ve iktâ kâtipliği, ahidnâme ve sulh kâtipliği adlı görevler ihdas
edilmişti. Bu dönemde sanat endişesi gözetmeden günlük yazışmaları yazan kişilere
verilen bu unvanın daha sonra hat sanatını icra edenler için de kullanıldığı; Emevîler ve
Abbâsîler'de de görüldüğü bilinmektedir.85
Kâtip kelimesi Osmanlılarda da kullanılmıştır. Bir misal vermek gerekirse;
Şeyh Hamdullah bazı eserlerine "Sultan'ın Kâtibi" mânâsında "Kâtibü's-sultânî"
85 DERMAN Uğur, "Hattat", DİA, c.16, İst.TDV,1997, s.493
41
şeklinde imza koymuştur. Suyolcuzâde Mehmed Necib Efendi'nin "Devhatü'l-Küttâb"
isimli eseri de; Osmanlı ülkesinde hattat yerine kâtip kelimesinin kullanıldığının bir
başka önemli örneğidir.
Hattı sanat gayesi ile meslek edinenlere verilen ilk unvan "muharrir"dir. Bu
unvanı ilk kullanan kişi "Kutbe el-Muharrir" (ö.m.771)'dir. Milâdî 8. yüzyılda, bilinen
ilk müntesibi Mâlik b. Dînâr (ö.m.748) olan, "verrâk" adıyla anılan bir meslek zümresi
ortaya çıkmıştır. Verrâkların asıl işi, o sıralarda şekillenmesini henüz tamamlamaya
çalışan kıraat ve imlâ kaidelerine uygun, hatasız okunabilen mushafları, daha sonraları
ise çeşitli konularda telif edilmiş eserleri ücreti karşılığında istinsah etmekti. M. 12.
yüzyıldan îtibâren kâtip, muharrir, verrâk gibi kelimelerinin yerine artık "hattat"
kelimesi kullanılmaya başlanmıştır. İran sahasında ise "hoşnüvis (güzel yazan)"kelimesi
benimsenmiştir.86
Hat sanatının eğitim ve öğretiminin, yüzyıllara dayalı bir usta-çırak ilişkisinde
ve mektep sahipleri eliyle yapıldığını ve öylece gelişimini devam ettirdiğini daha önce
kaydetmiştik. Bununla birlikte Mahmud Celâleddîn Efendi gibi, hiçbir hocadan düzenli
ders almadan, daha önceki hat üstâdlarının yazılarını tetkik ederek, kendini yetiştiren
büyük sanatkârlarımız da vardır.
Osmanlılarda güzel yazı talimine ilk olarak sıbyan mekteplerinde başlanırdı.
Bu mekteplerde rık'a ile birlikte, sülüs ve nesih yazı da gösterilerek çocuğun yeteneği
yoklanırdı. Fakat bu mekteplerde esas gaye hattat yetiştirmek değil; eli, güzel yazıya
alıştırmak idi.
Hüsn-i hat hocalarını üç grupta toplamak mümkündür: 1. Meşk hocası; sadece
yazı öğretenler bu gruba girer. Resmî veya vakıf mekteblerinde belirli bir ücret karşılığı
vazifelerini icrâ ederler. 2. Eser veren hattatlar; Matbaanın olmadığı devirlerde, matbaa
gibi çalışarak eser yazan veya kitap istinsah eden hattatlardır. 3. Hem talebe yetiştiren,
hem de eser veren hattatlar; Hat sanatı tarihimizin üstâdları hep bu gruptandır. Resmî
bir kurumda veya vakıf hizmetlerinde belirli bir ücret karşılığı vazifelerini ifâ ve icrâ
ettikleri gibi, evlerinde de talebe yetiştirirlerdi. Ayrıca hat sanatımızın en önemli
eserleri, hep onların vasıtasıyla verilmiştir. 86 DERMAN Uğur, "Hattat", DİA, c.16,s.493
42
Mektep sahibi tanınmış hat üstâdlarının çalıştıkları müesseseleri Uğur Derman
şöyle anlatır: "Enderûn-ı Hümâyûn, Dîvân-ı Hümâyûn, Galata Sarayı, Muzıka-i
Hümâyûn gibi resmî veya medrese, mektep gibi vakfedilmiş bir öğretim kurumunda hat
eğitim ve öğretimi yaptıkları gibi, evlerinde de haftanın bir veya iki gününde yazı
meşkeder, bunun karşılığında hiçbir maddî çıkar beklemez, hatta hediye bile kabul
etmezlerdi. Sanatın zekâtı kabul edilerek yüzyıllardır yürütülen bu gelenek son
zamanlara kadar korunabilmiştir. Ancak bir mektepte hat öğretenlere günlük veya aylık
bir ücret ödenirdi. Meselâ Şeyh Hamdullah'ın 30, Ahmed Karahisârî'nin 15-16 akçe
yevmiye aldıkları kaynaklarda bildirilmektedir. Aynı şekilde bazı külliyelerde
"meşkhâne" yahut "yazı odası" olarak anılan ve hat meşkine tahsis edilmiş bulunan
hücreye haftanın muayyen gün veya günleri gelen hat üstâdlarına da vakfiye gereği bir
ücret tahsis edilmiştir. Misâl olarak Nuruosmaniye Medresesi'ndeki yazı odasında
Abdullah Zühdü ve daha sonra Filibeli Hacı Ârif efendilerin, Çarşıkapı'daki 1957'de
yıktırılmış olan Kemankeş Mustafa Paşa Medresesi'nde Sâmi Efendi'nin yıllarca hat
muallimliğini sürdürdükleri ve birçok hattat yetiştirdikleri zikredilebilir."87 Daha sonra
hattat yetiştirme vazifesini 1915 senesinde açılan "Medresetü'l-hattâtîn" ifâ etmiştir. Bu
müessese birkaç defa kapatılmış ve en son "Türk Tezyînî Sanatlar Mektebi" adı altında
"Güzel Sanatlar Akademisine" bağlanmıştır.
Hüsn-i hat talimi için talebeye verilen ve hoca tarafından yazılan örnek satıra
"meşk", yazı öğrenmeye "meşk almak", yazı öğretmeye "meşk etmek" veya "meşk
vermek" adı verilir.
Hat eğitim ve öğretiminde asırlardan beri takip edilen yöntem şöyledir: "Hat
öğrenmek isteyen bir talebe, öğreneceği yazı çeşidine göre eliften yâ harfine kadar teker
teker harflerin, hendesesi, oranları ve şekilleri öğretildikten sonra bâ ile elif, bâ ile bâ,
bâ ile cim… cim ile yâ, böylece şekil bakımından birbirine benzeyen harflerden birer
örnek yazmak suretiyle bitişen harflerin teker teker diğer harflerle bitişme şekil ve
oranları gösterilir. Yazı öğreniminde bu safhaya "müfredat meşki" denir.
Yalnız sülüs ve nesih yazıya "Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bi'l-
hayr ( Ya Rabbi! Kolay eyle, güç eyleme, hayırla tamamına erdir.) duasıyla başlanır.
87 DERMAN Uğur, "Hattat", DİA, c.16,s.494
43
Henüz harf bünyelerini meşketmemiş bir öğrencinin satır nizamında bir cümle yazması
çok güçtür. Böylece daha ilk derste talebenin, yeteneği, sabrı, hevesi denenmiş, birçok
defa yazdığı halde hocasının istediği seviyeyi elde edemeyen talebeler kendiliğinden
elenmiş olur.
Hoca yazı örneğini talebenin önündeyazar ve satır altına çalışma mânâsına
gelen "sa'y" işaretini kor. Talebe bir hafta sonraki derse kadar hoca meşkini taklide
çalışır, alıştırmalar yapar ve hocaya götürmek üzere bir meşk hazırlar. Hoca, talebenin
yazısında gördüğü kusurlu, beğenmediği harfleri, talebe meşkinin altına harf
nisbetlerini, kaidelerini, kalemin akışını tarif ederek yazar. Buna "harf çıkartmak" veya
"çıkartma" denir. Harf şekillerini daha iyi açıklamak için kâse, tekne, küp, göz, baş,
ağız, zülfe gibi misâller verilir. Bu teşbihler talebenin şekilleri zihnine daha çabuk
almasına ve taklid etmesine yardımcı olur. Talebe hocanın bu tashihlerini dikkate alarak
aynı meşki tekrar çalışır ve ertesi derse getirir. Eğer hoca harflerde bir bozukluk görürse
tekrar meşk altına çıkartma yapar. Hoca talebenin meşkinde beğendiği satırın altını ve
üstünü kalemiyle çizer. Buna "kaftan giydirme" denir. Yahut kendi yazısının altına
koyduğu sa'y işaretini talebe yazısının altına atarak, "Aferin, benim kadar yazmışsın"
anlamında takdirlerini belirtir. Hocanın bu hareketi talebeye şevk, gayret ve güven verir.
Harfler ve iki harfin birbirine bitişmiş şekilleri meşkedildikten sonra hoca, sülüs ve
nesih'te "Temmeti'l-hurûf bi-avnillahi meliki'r-raûf" (Allah'ın yardımıyla harfler
tamamlandı) ibâresi, ta'lik'te "Çün halâsı zî-müfredat âmed / vakt-i meşk-i mürekkebât
âmed" (Müfredattan kurtulunca mürekkebât meşkinin vakti geldi) beytini ilk
mürekkebat meşki olarak yazar. Mürekkebat meşki, yazı öğreniminde feyizli ve zevkli
olduğu kadar da en güç olan safhadır. Çünkü her harf ve kelimenin cümle içinde ve satır
nizamında aldığı ayrı bir şekil, satıra mahsus bir bünyesi vardır. Talebe yazı
kompozisyon kurallarını ve tertibini bu safhada yapacağı çalışmalarla öğrenir.
Mürekkebat meşkinde ekseriyâ sülüs-nesih'te "Kasîdetü'l-bürde, Elif Kasidesi,
Kasîdetü'l-bür'e", ta'lik'te Molla Câmî'nin "Besmele Kasidesi" veya Hâkānî Mehmed
Bey'in "Hilye-i Hâkānî"'sinden seçme beyitler yazılır."88
88 SERİN Muhittin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, s.352-353
44
Çalışmalarına düzenli bir şekilde devam eden ve başarılı olan bir talebe üç
veya dört yılda müfredat ve mürekkebat meşklerini bitirerek icâzet almaya hak kazanır.
Ayrıca iyi bir hattat olmanın bazı şartları vardır. Bunları şu şekilde
sıralayabiliriz: 1. İstîdâd ve Kâbiliyet Sahibi Olmak. 2. Meşk ve Tâlim Görmek. 3.
Harîs olmak; yani güzel yazı yazmak için çok istekli olmak. 4. Doğru Anlayışlı Olmak;
zekâya, hâfızaya, dikkate, mantığa ve tekrarlarındaki isâbet derecesini ayırmak için
muktedir olmak. 5. Kibirsiz ve Azimli Olmak; sanatta muvaffakiyetin şartı olan hırs ve
azmi lâyıkıyle devam ettirebilmek için, kibiri kırmak gerekir. Kibir, nefsi gurura,
aldanmaya sevk eder, hata ve doğruluğunu araştırmaya engel olur. Bu ise, doğru
anlayışın kaybolması demektir. Bu kaybolunca da, meydan kibre kalır. Şöhret kazanmış
büyük hattatların çoğu, kendileri yalnız mütevâzî, vakarlı, edebli olmakla ve daima
hayır istemekle iktifa etmezler. Talebelerine de, azimli olmalarını, kibirden
uzaklaşmalarını sağlayacak misâller vermekten geri kalmazlar. Çünkü kâmil bir üstâd
nazarında sanat; bir edeb, ahlâk ve zarâfet mektebi ve kitabıdır. 6. İyi ve Bol Malzeme
Kullanmak; "Alet işler, el öğünür" darb-ı meseli bu sanat için de doğrudur. Yazıda
kullanılması zarûrî olan kalem, kâğıd ve mürekkeb gibi malzemenin iyisini kullanmakla
kötüsünün kullanmanın aynı neticeyi vermeyeceği şüphesizdir. 7. Çok Yazmak; Bu
sayede, meleke artar, anlayış kuvvetlenir, yazı metânet kazanır. 8. Çok Yazı Mütâlea
Etmek.89
Yazılarına imza atma yetkisini almaya "icâzet almak", bu husustaki yazılı
vesikaya "icâzetnâme" denir. Yazıların altına imza konurken "ketebehû" (bunu yazdı)
kullanıldığı için icâzetin bir adı da "ketebe kıtası"dır.
Hüsn-i hatta "icâzet alma" gelenek ve merâsimi şu şekildedir: "Talebe icâzet
almak için hocası tarafından seçilen eski üstâdlardan birinin "yazısına taklid ederek"
yazar. Taklid edilecek bu yazı genellikle kıt'a adı verilen şekilde olur. Takliden yazılıp
da hoca tarafından beğenilen bu kıt'anın altına, sülüs-nesih icâzetnâmelerinde, sonradan
icâzetlerde kullanılması âdet olduğu için "hatt-ı icâze" adını alan rikā' hattı ile, ta'lik
icâzetnâmelerde ise hurde ta'lik ile bir izinnâme yazılır. Bu ibârenin genellikle
Arapça'dır. Nadir de olsa Türkçe yazılanları da vardır.
89 YAZIR Mahmud Bedreddin, Kalem Güzeli, Derman Uğur (nşr.hzl.), Ank. DİB Yay., 1981, s.122-128
45
İzin cümlesinin, bazı farklılık ve ilâvelerle hemen her zaman kullanılan esası
şöyle tercüme edilebilir: "Bu lâtif kıt'ayı yazana (talebenin adı), yazılarının altına
ketebesini koyması için icâzet verdim. Allah ömrünü ve mârifetini çoğaltsın. Ben onun
muallimiyim (hocanın adı), tarih".
Hattat unvanını almaya hak kazanan talebe için bir "icâzet cemiyeti" tertip
edilir, hattatların bir kısmı hâfızlığa da çalıştığı için zaman uygunsa bu merâsim hıfz
cemiyeti ile birleştirilirdi. Ekseriyâ bir camide yapılan bu merâsimde yeni hattatın
tezhiblenmiş yazısı asıl hocanın yanı sıra diğer hat üstâdlarından oluşan ve orada hazır
bulunan bir "hat jürisi"ne arzedilir, bu hattatlardan birkaçı, kendilerine ayrılan yere bu
icâzeti tasdik ve yeni meslektaşlarını tebrik ettiklerini yine Arapça olarak yazarlar. Buna
"icâzet tasdiki" denir. İcâzetnâmede hoca kendisini çok defa "ene muallimuhû" (ben
onun muallimi) diye belirterek jürideki diğer hattatlardan ayırt edilmesini sağlardı.
İcâzet alan şahsa, önceden kararlaştırılan bir mahlasın merâsim sırasında verilmesi ve
bunun da izin cümlesinde yer alması usuldendi. İsmâil Zühdî, Mustafa Râkım, Mustafa
İzzet, İsmâil Hakkı, Mehmed Hulûsi gibi meşhur hattatların ikinci isimleri kendileri için
uygun görülen mahlaslardır. Osmanlı kaynaklarına göre ilk defa Zeynüddîn
Abdurrahman İbnü's-Sâiğ (ö.m. 1442) tarafından konulan bu icâzetnâme geleneği
asırlarca titizlikle korunmuştur."90
Hattat imzaları ekseriyâ "ketebe" kelimesiyle başlar. Bununla birlikte "ketebe"
kelimesinin yerine bazen yazının mahiyetine göre "nemekahû, harrerehû, rakamehû,
sevvedehû, meşşekahû" kelimeleri de kullanılmıştır. Hattat imzalarına bu kelimelerden
sonra tevazua delâlet eden "el-fakīr, el-müznib, el-hakir" gibi kelimeler, hattatın ismi ve
bir dua cümlesini ihtiva eden bir cümle ilâve edilir.91 Bazen hattatlar sadece imza
atmışlardır. Yazılar genellikle kendi hat türünden bir hat ile imzalanır. Celî sülüs ve
tuğralar ise, büyük hat dâhimiz Mustafa Râkım tarafından icâd edilen, sülüs ve tevkī'
karışımı üslûplaştırılmış bir imza ile imzalanır.
Her hattat meslek hayatı boyunca hocasını takip eder. Ancak hat sanatında
kabiliyet ve yeteneği üstün olanlar yeni bir üslûbun sahibi olurlar. Aklâm-ı sitte'deki
üslûb mektebleri şunlardır: "Yâkūt el-Musta'sımî Mektebi (13.yy), Şeyh Mektebi (15- 90 DERMAN Uğur, "Hattat", DİA, c.16,s.496-497 91 SERİN Muhittin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, s.354
46
16. yy), Ahmed Karahisârî Mektebi (16. yy), Hâfız Osman Mektebi (17.yy), İsmâil
Zühdî Mektebi (18. yy), Mustafa Râkım Mektebi, Mahmud Celâleddîn Mektebi,
Kazasker Mustafa İzzet Mektebi, Mehmed Şevki Mektebi (19. yy). Bu üstâdların
yetiştirdiği emsalsiz hattatlarla her mektep ayrıca çeşitli şubelere ayrılmıştır. Meselâ
Kazasker Mustafa İzzet Efendi Mektebi'nin Mehmed Şefik Bey, Muhsinzâde Abdullah
Hamdi Bey, Hasan Rızâ Efendi gibi şubeleri vardır. Mehmed Şevki Efendi ve Kazasker
Mustafa İzzet Efendi mektepleri zamanımızda da sürdürülmektedir. Celî sülüs'te ise
Mustafa Râkım Mektebi Sâmi Efendi ile en ileri seviyeye ulaşmıştır.
Yesârî Mehmed Esad Mektebi ile Türk ta'lik'i doğmuş, oğlu Yesârîzâde
Mustafa İzzet Efendi Mektebi ile gelişmiş, Sâmi Efendi ile zirveye çıkmıştır.
Hattatların sanat hayatları dokuz devreye ayrılır. Bunlar; "evâil (başlangıç),
evâsıt (orta), evâhir (son). Ayrıca her bir devre kendi arasında üçe ayrılır. Böylece bir
hattatın sanat hayatı dokuz devreye ayrılmış olur.
Hattatlar arasında kıdemi ve dirayeti ile ön sırayı alana "reîsü'l-hattâtîn" unvanı
verilir. Bu unvan sadece Muhsinzâde Abdullah Bey ile Hacı Kâmil Akdik'e verilmiştir.
Bu unvanın 500 kuruşluk tahsisâtı olduğu da bilinmektedir. Yaşayan hattatların en
yaşlısına bir saygı nişânesi olarak verilen "şeyhü'l-hattâtîn" unvanının ise resmî bir
tarafı yoktur.
Hattatlar bazı eserlerini tevazu ile imza koymamışlardır. Bu eserlerin
üslûblarına ve şivelerine bakarak hattatını tanımak büyük bir hünerdir. Hat uzmanlarının
kime ait olduğunu tasdik ettikleri eserler de imzalılar kadar makbul tutulur. Bu konunun
en muteber isimleri olarak sahaf Bartınlı Rıdvan Efendi, Çarşambalı Hacı Ârif Bey,
Hezarfen Necmeddîn Okyay ve Macid Ayral ilk akla gelenlerdir.92
Ayrıca yazı sanatında, hattatın şahsiyeti de önemlidir. Sanatkârın iç dünyası
yazıya akseder: "Üslûbu beyan aynıyla insandır." Yani hattatın ruh hâli; ıstırapları,
buhranları, hüzünleri ve sevinçleri, aynı zamanda kemâlâtı yazıda görülür. Aynı
zamanda yazıdaki sevimlilik, yumuşaklık veya sertlik, rahatlık veya sıkışıklık,
keskinlik, nizam, temizlik, titizlik, azamet ve vakar gibi insanda hayranlık uyandıran
92 DERMAN Uğur, "Hattat", DİA, c.16,s.497-498
47
değerler sanatkârın kendisidir. Sanatkârın ruh hâline göre yazı, estetik bir kıymete hak
kazanır. Hattat ruhî bir olgunluğa erişemeyince, sanatında da istenilen seviyeye
yükselemez.93
Hattatlar tarih boyunca hânedanların, hükümdarların ve devlet büyüklerinin
himâyesini almışlar ve onlardan destek görmüşlerdir. Böyle olduğu içindir ki; hat sanatı
hep en güzele ulaşma hedefi ile gelişimini ve ilerlemesini sürdürmüştür. Bu konuda
Şeyh Hamdullah'a Sultan İkinci Bayezid'in destek ve himâyesi meşhurdur. Hatta Sultan
İkinci Mustafa gibi hocası Hâfız Osman'ın yazı hokkasını tutacak kadar hürmet ve itibar
gösterenleri tarih kaydetmektedir.
1.4. Kaynak ve Araştırmalar
İslâm'ın doğuşundan 20. asra kadar tekâmülünü sürdüren, asliyetini ve
olağanüstü güzelliğini kendini yenileyerek muhafaza eden hat sanatı; maalesef
nazariyâtı hususunda pek fakir kalmıştır. Bu durum 20. yüzyılda kırılmaya başlanmış ve
özellikle son çeyrek asırda başta Uğur Derman, Ali Alparslan, Muhittin Serin olmak
üzere hat uzmanları vasıtasıyla ilerleme kaydetmiştir.
Hat sanatı tarihi ve hattatlara aid biyografilerin bir kısmı risâle ve kitapçık
şeklinde, bir kısmı da müstakil ve muhatâlı birer kaynak hâlindedir. Bu eserlerin
bazılarının dili Arapça ve Farsça'dır ve bir kısmı Türkçe'ye te'lîf edilmiştir.
Osmanlı hat sanatı tarihinde en eski te'lîf olduğu zannedilen eser; Ahmed
Fevrî'nin (ö. m. 1570) "Hat Risâlesi" dir. Osmanlı dönemine aid, hat sanatı ile ilgili
yazılan ve İstanbul Kütüphânelerinde mevcut olan bazı eserler şunlardır:
1. Hat Risâlesi; İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Muallim
Cevdet K., 450. Hattat Abdullah Kırımî'nin (ö. m. 1590) talebesi Taczâde Mehmed
Efendi (ö. m. 1588) tarafından Farsça asıllı bir hat risâlesinden tercüme edilip buna
ilâvelerde bulunulmuştur.
93 SERİN Muhittin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, s.28
48
2. Hüsn-i Hatta Dâir Risâle; Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphânesi-Emanet
Hazînesi, 1719/1. Eğrikapılı Râsim Efendi (ö. m. 1756) ile ilgili bir risâledir (10 varak).
3. İlm-i Hat Risâlesi; Arkeoloji Müzesi Kütüphânesi, 472. Yâkūtü'l-
Musta'sımî'ye izâfe edilen Türkçe'ye çevrilmiş bir risâle olup istinsâh tarihi yoktur (38
varak).
4. Mir'ât-i Hattâtîn; Bayezid Devlet Kütüphânesi, 10338. Eğinli Süleyman
Efendi (ö. m. 1924) tarafından, Hat ve Hattâtân'a zeyl (ilâve, ek) mâhiyetinde
hazırlanmış Türkçe bir kitaptır. İ. Mahmud Kemâl İnal'ın "Son Hattatlar" kitabının
mehazlarından biridir. Bu eserde, bir kısmı sadece isimleriyle anılan ve hâl
tercümelerinde fazla tafsîlata girişilmeyen 850 hattat tanıtılmaktadır. Bu eser hakkında
Mehmed Memiş (Marmara Üniversitesi/İstanbul, 1993) tarafından yüksek lisans tezi
hazırlanmıştır.
5. Mîzan-ı Hat; Süleymaniye Kütüphânesi-Âşir Efendi. 9-11. Bâlî Fîruz
Efendi'nin(ö. m. 1576'dan sonra) bu manzum eseri Fîruznâme adıyla bilinir (27 varak).
Bu nüsha Eski Zühdî lakabıyla tanınan İsmâil Zühdî (ö. m. 1731) eliyle m. 1726'da
istinsâh edilmiştir.
6. Riyâz-ı Belde-i Edirne; Bayezid Umumî Kütüphânesi, 10392, 2, 342-409.
Ahmed Bâdi Efendi'nin (1839-1910) te'lîfi olan büyük emek mahsûlü bu eserin "Hat ve
Hattatlar" faslında –geçmiş asırlar için Tuhfe-i Hattâtîn'den faydanılmakla beraber-
husûsiyle 19. yüzyıl Edirne hattatlarına dâir mühim bilgiler bulunmaktadır.
7. Rûhu't-ta'lik, T.S.M.K.-Hazîne, 2325. Müellifi olan Mektubî İbrahim Edham
Efendi tarafından m. 1799'da yazılmış nüsha (16 varak). Âlet ve malzemeden sonra
ta'lik hattını tatbikî olarak târif etmektedir. Bu eser üzerine Aynur Erbaş (Dokuz Eylül
Üniversitesi/İzmir, 1995) yüksek lisans tezi hazırlanmıştır.94
Hüsn-i hat ve hattatlarla ilgili başlıca eserlerimiz ise; Menâkıb-ı Hünerverân,
Gülzâr-ı Savâb, Devhatü'l-Küttâb, Tuhfe-i Hattâtîn, Hat ve Hattâtân ile İbnülemin
Mahmud Kemâl İnal'ın Son Hattatlar isimli kitaplardır.
94 DERMAN Uğur, "Osmanlı Çağında Hat Sanatı ve Hattatlara Dair Yapılan Araştırmalar", 13. Türk
Tarih Kongresi (4-8 Ekim 1999, Ank.): Kongreye Sunulan Bildiriler, c.3, Ank. TTK, 2002, S.42-44
49
Menâkıb-ı Hünerverân; "Bugünkü Türkçe ile mânâsı "Hüner Sahiplerinin
Menkıbeleri" demek olan bu eser, Osmanlı münevverlerinden Gelibolulu Mustafa Âli
Efendi (m.1541/1600) tarafından yazılan, Osmanlı devrine aid ilk te'lîftir.
M. 1586 yılında Hazîne Defterdarı olarak kısa bir müddet bulunduğu
Bağdad'da, Iraklı hattatlardan Kutbeddin Muhammed Yezdî ile tanışınca, kendisine
hattatlar hakkında bir eser yazmasını telkîn etmiş; Yezdî de Bağdad ve havâlisinde
şöhret sâhibi olanlardan 50'si için bir risâle kaleme almıştır. Bu eserden edindiği
bilgileri, ayrıca Yezdî'den dinlediklerini kısa bir müddet sonra İstanbul'a döndüğünde,
hattat Abdullah Kırımî'nin Osmanlı meslektaşları hakkında anlattıklarıyla genişletmiş,
sâir ilâvelerle Menâkıb-ı Hünerverân'ı m. 1587'de tamamlamıştır.
Osmanlı hat ve hattatları konusundaki ilk yerli eser olan Menâkıb-ı
Hünerverân, ayrıca çeşitli kitap sanatkârlarını da kısaca tanıtmasından dolayı; her
zaman müracaat edilecek bir kaynaktır." 95 Eser, Dr. Müjgân Cunbur tarafından 1982
yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları arasında, günümüz Türkçe'sine
aktarılmaya çalışılarak neşredilmiştir.
Gülzâr-ı Savâb; "Doğruluk Bahçesi" yahut kaynaklarda bazen Gülzâr-ı Sevâb
(İlâhi Mükâfat Bahçesi) adıyla da anılan kitabın müellifi Nefeszâde Seyyid İbrahim
Efendi, hat sanatının yanı sıra, şiir ve inşâ ile de meşgul olmuş bir şahsiyettir. Hat
sanatını, Şükrullah Halîfe'nin (ö. m. 1543'ten sonra) talebesi olan babası Nefeszâde
Mustafa Efendi'den öğrenmeye başlamış, daha sonra aklâm-ı sitte'yi Demircikulu Yusuf
Efendi'den (m. 1514/1611) tamamlamıştır. Hayatı hakkında fazla bir bilgi yoktur. M.
1650 yılında vefat ettmiştir. Kabrinin yeri de bilinmemektedir. "Şeyh Hamdullah tavrı"
nın unutulmaz isimlerinden Nefeszâde Seyyid İsmâil Efendi de (ö. m. 1679) bu ailenin
akrabasındandır.
Gülzâr-ı Savâb Güzel Sanatlar Akademisi tarafından 1938 yılında Kilisli
merhum Rifat Bilge (1873/1953) eliyle T.S.M.K.-Emanet Hazînesi, 1232/2 de kayıldı
yazma nüsha esas alınıp tertip ve tahsis olunup, yeni harflere aktarılmıştır. Kilisli Rifat
Bilge, çeşitli Arapça temel kaynaklardan istifade ederek ve diğer nüshalarla
karşılaştırarak Gülzâr-ı Savâb'ı neşre hazırlamıştır. Eserin ikinci bölümü, neşrinden 95 DERMAN Uğur, Kongreye Sunulan Bildiriler, s.53-56
50
önce Reisü'l-hattâtîn Kâmil Akdik (1861-1941), Tuğrakeş İsmâil Hakkı Altunbezer
(1873-1946) ve Hezârfen Necmeddin Okyay (1883-1976) gibi Akademi'nin Türk
Tezyînî Sanatlar Şûbesi üstâdlarına okutularak muhtemel hataların veya belirsizliklerin
önlenilmesine çalışılmıştır."96
Devhatü'l-Küttâb; "Hat sanatı ve hattatlar bakımından 17. asrın ilk mühim eseri
olan ve "Hattatlar Ulu Ağacı" mânâsına gelen Devhatü'l-Küttâb, Suyolcuzâde Mehmed
Necib Efendi tarafından m. 1737 de te'lîf edilmiş yahut te'lîfi bitirilmiştir. Eser, 1942
senesinde Güzel Sanatlar Akademisi neşriyatının onaltıncı sırasında ve 160 sayfa
hâlinde İstanbul'da neşredilmiştir. Gülzâr-ı Savâb gibi, bu önemli eser de Kilisli
Muallim Rifat Bilge'nin tertip ve tashîhi sayesinde yayımlanmıştır.
Kitabın müellifi Suyolcuzâde Mehmed Necib Efendi (ö. m. 1758), hat sanatıyla
fiilen uğraşmasının dışında, 17. yüzyılın büyük isimlerinden Suyolcuzâde Mustafa
Eyyûbî'nin (m. 1619-1686) torunu, hattat Ömer Efendi'nin (m.1625-1686) de oğludur.
İstanbul'da dünyaya gelen müelliflin doğum tarihi belli değildir ve 80 yıl kadar yaşadığı
tahmin edilmektedir. Ağakapılı İsmâil Efendi'den (m. ö. 1706) icâzet almış, sonra da
Kurşuncuzâde Ahmed (m. ö. 1708) ve Yedikuleli Seyyid Abdullah(m. 1670-1731)
efendilerden de çok istifade etmiştir.
Suyolcuzâde, Gülzâr-ı Savâb'da kayıtlı olan eski hattatları nakletmekle beraber,
asıl mühim hizmetini, ondan sonraki 90 yılda yetişen Osmanlı hattatlarını (imkânları
dahilinde) ayrıntılı bir biçimde eserinde tanıtmıştır. Hakikatte bu eser, gerçek mânâsıyla
Osmanlılarda te'lîf edilen ilk müstakil hattatlar tezkiresidir. Bunu Tuhfe-i Hattâtîn tâkib
eder. Kilisli Rifat Bey aslî metni hiç vermeden "muhtevânın bugünkü Türkçe'yle nasıl
ifâde olunabileceğini" göz önünde tutmuş, şatafatlı cümlelerden ayıklanmış şekliyle
yeniden kaleme almıştır."97
Tuhfe-i Hattâtîn; "Osmanlı dönemi hüsn-i hat ve hattat biyografilerinin en
kapsamlısıdır. Müellifi Müstakîmzâde Süleyman Sadeddin Efendi (m. 1719-1788)'dir.
Mayıs-Haziran 1719'da Fâtih'te doğan, Kâtip Çelebi'den(m. 1609-1657) sonra
Osmanlı'da yetişen mütebahhir (ilmi deniz gibi olan, allâme) âlim tipinin 96 DERMAN Uğur, Kongreye Sunulan Bildiriler, s.71-72 97 DERMAN Uğur, Kongreye Sunulan Bildiriler, s.75-77
51
unutulmayacak bir örneği olan Müstakîmzâde, "tedris" yoluna yönelmiş bir ailenin
mensûbu olarak çocukluğundan beri bu havanın içinde bulunduğundan, kendisi de o
yolda yetişmek arzûsunu duymuştur. Hayatına dâir Tuhfe-i Hattâtîn'deki satırlarda
anlattığı vechile (s. 216-217) önce babası Mehmed Efendi'den, sonra da orada ismi
sayılan hocalardan ilmî tahsilini tamamlamış ve sülüs-nesih yazılarını Eğrikapılı Râsim
Efendi'den, ta'lik hattını da Fındıkzâde İbrahim (ö.m. 1752), Kâtibzâde Mehmed Refî'
(ö. m. 1768) ve Dedezâde Mehmed (ö. m. 1759) efendilerden meşketmiştir. Kendi
beyânına göre, geçimini yazma kitap istinsâhıyla sağladığından, ancak "okunabilir yazı
yazmaya imkân nisbetinde" öğrenebilmiştir; zamanımıza kalmış bir hüsn-i hat örneği
yoktur.
"Hattatların Armağanı" anlamına gelen Tuhfe'nin birinci kısmı, topluca sülüs,
nesih, muhakkak, reyhânî, tevkî', rıkā' yazılarının tamamı yahut bir kısmıyla ve bu
yazıların celî denilen iri şekliyle, ayrıca kûfî ve benzeri kadîm yazılarla meşgul olan
1697 hattatın hayatını ve eserlerini imkân nisbetinde tanıtmaktadır. Müellifin bahsi
geldikçe "Tuhfe-i Kübra" ismiyle andığı bu bölümdeki maddeler hurûf-ı hecâ tertîbi
üzere sıralanmakta olup, haklarında fazla mâlûmât toplanabilmiş kimselere daha geniş
yer verilmiştir. İkinci kısım, Osmanlılarda ta'lik, İran'da nesta'lik olarak adlandırılan
hattı yazan 1372 hattata mahsustur. Bu sebeple müellif eserinin bu bölümünü "Tuhfe-i
Sugrā" ismiyle zikretmektedir. Mustakîmzâde eserini lûgatli, seci'li, kimi zamanda da
sâde veya nükteli bir üslupla, mahalline uygun Türkçe, Arapça, Farsça şiir gibi güzel
sözlerin eşliğinde kaleme almıştır."98
Harf inkılâbının kabulünden sonra, eski harflerle basılan en son eser Tuhfe-i
Hattâtîn olmuştur. İstanbul Devlet Matbaası'nda 1928 yılında basılan bu eseri İbnülemin
Mahmud Kemâl İnal neşretmiştir.
Tezimizin ana kaynağını teşkil eden "Hat ve Hattâtân (Hatt u Hattâtân)" İranlı
Habîb Efendi Efendi tarafından h. 1305 m. 1888 senesinde İstanbul'da neşredilmiştir.
Hat ve Hattâtân, hat sanatı tarihi ve hattat biyografileri alanında ilk matbû kitaptır. Eser
hakkında daha sonra detaylı bir inceleme yapacağımız için, şimdilik bu kadarı ile iktifâ
ediyoruz.
98 DERMAN Uğur, Kongreye Sunulan Bildiriler, s.57-59
52
Son Hattatlar; hattat terceme-i halleri alanında Cumhuriyet devrinde İbnülemin
Mahmud Kemâl İnal tarafından yazılmış, içinde ayrıca hat ve hattat resimleri bulunan
kapsamlı bir eserdir. 1955'de Maârif Vekâleti kararı ile İstanbul'da Maârif Basımevi'nde
neşredilmiştir.
Kültür ve sanat tarihimizin yüzakı İ.Mahmud Kemâl Bey (d.1870); "Babası
Mühürdar Mehmed Emin Paşa'nın Mercan'daki konağında husûsi tahsil görerek
yetişmiş, gençliğinden îtibâren kalem erbabı arasına girmiştir. Osmanlı ve Cumhuriyet
devrinde önemli devlet hizmetlerinde bulunmuştur. Bilinen en önemli vazifesi belki de,
Türk-İslâm Eserleri Müzesi Müdürlüğü'dür (1927-1935). Mahmud Kemâl Bey, bir
kısmı basılmadan kalmış olan eserlerini, hat koleksiyonunu, kütüphânesini ve kıymetli
bazı eşyasını 1953 yılında İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphânesi'ne bağışlamıştır.
25 Mayıs 1957'de vefat eden İbnülemin, Merkezefendi'deki aile mezarlığına
defnolunmuştur.
Tamamı 839 sayfa tutan "Son Hattatlar"'ın mukaddimesinde hat sanatına dâir
genel bilgiler verilmekte ve bunun sonunda, daha önceden hat ve hattatlara dâir mevcud
olan basılmış veya basılmamış eserler zikredilmektedir. Alfabe sırasıyla sülüs-nesih-celî
hattatları bölümü 206 şahsı tanıtarak sona ermektedir. Son Hattatların ta'lîk bölümü 56
hattatı içermektedir. Mahmud Kemâl Bey son devirde rık'ası düzgün olanları da "Rık'a
Hattatları" bölümünde ele almıştır. Eserin 769. sayfadan sonrası müellif tarafından zeyl
(ilâve, ek) şeklinde eklenmiştir. İlk bölümlerde yazılması unutulan hattatlar, yine alfabe
sırasıyla önce sülüs, nesih, celî, sonra da ta'lîk ile uğraşanlar olmak üzere ele
alınmışlardır.
Mahmud Kemâl Bey, Türkçe'yi tasarrufu îtibâriyle gelenekten kopmayan,
klâsik tezkire yazarları gibi nesrini Türkçe, Arapça ve Farsça mısra yahut beyitlerle ve
hattâ, şahsına münhasır "yakası açılmadık" nükte ve hâtıralarla süsleyerek yazan,
"lisanın sadeleştirilmesi" fikrine sıcak bakmayan bir zâttır. Hâl böyle olunca, metinde
geçen birçok Arapça ve Fârsça tamlamanın dizilmesinde gerekli harf ayırımlarına
uyulmaması, yeni nesillerin yazılanları anlamasını zorlamaktadır.
İbnülemin Mahmud Kemâl Bey'in şahıslar hakkındaki değerlendirmelerinde,
bazen hissî davranmıştır. Sanatta ehliyetli olmayanlara daha müsâmahakâr davranması,
53
onun zaafıdır diyebiliriz. Fakat meşhur bir sanatkârdan bahsederken, onu sıradan
cümlelerle geçiştirdiği de olmuştur. Meselâ sanatı da ahlâkı kadar yüce olan, ta'lîk hattı
denince ilk hatırlanacak birkaç isimden biri sayılan Mehmed Hulûsi Yazgan (1869-
1940), buna en güzel bir örnektir.99
İbnülemin, bu büyük eserini (diğer önemli eserleri gibi) araştırmacıların
istifâdesine sunmakla çok önemli bir vazifeyi ifâ etmiştir.
Hat sanatı ve hattatlar alanındaki çalışmalar, 60'lı yılardan îtibâren, başta Dr.
Uğur Derman olmak üzere, bu işe gönül veren araştırmacılar ve uzmanlar vasıtasıyla
artarak devam etmiştir ve etmektedir.
Son döneminin en önemli eserleri; Mahmud Bedreddin Yazır'ın yazdığı, Uğur
Derman'ın neşre hazırladığı "Kalem Güzeli", IRCICA'nın yayınladığı, Nihad M. Çetin
ve Uğur Derman'ın yazdığı "İslâm Kültür Mirâsında Hat San'atı", Ali Alparslan'ın
"Osmanlı Hat Sanatı Tarihi", Muhittin Serin'in "Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar" isimli
kitapları bu konuda çalışma yapan araştırmacıların başucu kaynaklarıdır. Ayrıca yeni
nesilden Süleyman Berk, Abdülhamid Tüfekçioğlu gibi araştırmacılar bu sahada
hizmetlerini sürdürmektedir. Hat sanatı ve hattatlar üzerine yapılan tüm çalışmalar
merhum Ali Haydar Bayat tarafından "Hüsn-i Hat" Bibliyografyası" adı altında
toplanmış ve araştırmacıların istifâdesine sunulmuştur.
99 DERMAN Uğur, Kongreye Sunulan Bildiriler, s.78-84
54
2. HAT VE HATTÂTÂN
2.1. Mirzâ Habib Efendi
2.1.1. Hayatı
Mirza Habib Efendi, aslen İran asıllı bir edebiyatçıdır. M. 1835 senesinde
İsfahan yakınlarında bir köyde doğmuştur. İlk eğitimini İsfahan'da aldıktan sonra,
öğrenimini Tahran ve Bağdad'da sürdürmüştür. Sipehsâlâr Mehmed Han'a yazdığı siyasî
bir hicviye sebebiyle tâkibâta uğrayınca İstanbul'a gelmiş ve 1867'de Osmanlı uyruğuna
geçmiştir.
Âlî Paşa ile tanıştıktan bir süre sonra Ahmed Vefik Paşa'nın yardımıyla
Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi Farsça ve Arapça hocalığına tayin edilmiştir. Ayrıca
Dârüşşafaka'da da ders vermiştir. Bilhassa Farsça'ya olan vukufiyeti ile tanınmıştır.
Yirmi beş yıl Osmanlı Devleti'nin çeşitli kadrolarında değişik görevlerde bulunmuştur.
Habib Efendi, ayrıca bir süre Maarif Nezâreti Encümen-i Teftîş ve Muâyene âzalığı da
yapmıştır. 1 Mayıs 1894'te Bursa'da vefat eden Habib Efendi, Pınarbaşı Mezarlığı'na
defnedilmiştir.
Arapça ve Fransızca da bilen Habib Efendi'ye, Fransa hükümeti tarafından
akademi nişanı, Paris Asya Cemiyeti âzalığı ve fahrî muhabirliği unvanı verilmiştir.100
2.1.2. Eserleri
Habib Efendi'nin en mühim eseri Türkçe olarak yazdığı "Hat ve Hattâtân"'dır
(İstanbul h. 1305). Eser İranlı ve Türk hattatlarının biyografileriyle hat sanatına dair
çeşitli bilgi ve metinlerden meydana gelmiştir. Haklarında bilgi verdiği kişilere dair
Arapça, Farsça ve Türkçe beyit ve şiirlerle zenginleştirilen bu eserin bir özelliği de
İbnü'l-Bevvâb'ın hatla ilgili Arapça "el-Kasîdetü'r-râ'iyye"'sinin metni ile Türkçe şerhini
(s. 45-47), Muhammed b. Hasan es-Sincârî'nin "Bid'atü'l-Mücevvid" adlı 135 beyitlik
Arapça manzum risâlesini (s. 278-285) ihtivâ etmesidir. Eserin son kısmında bazı
meşhur müzehhib ve mücellidler hakkında da bilgi verilmiştir. 100 ALPARSLAN Ali, "Habib Efendi", DİA, c.14, İst.TDV, 1996, s.370
55
Habib Efendi'nin ders kitabı özelliğindeki Farsça eserleri şunlardır: "Düstûr-ı
Sühan (İstanbul h. 1289), Düstûrçe (İstanbul h. 1293), Müntehabât-ı 'Ubeyd-i Zâkānî
(İstanbul h. 1303), Berg-i Sebz (İstanbul h. 1304, 1312), Debistân-ı Fârisî (İstanbul h.
1308), Rehnümâ-yı Fârisî (İstanbul h. 1309), Hulâsa-i Rehnümâ-yı Fârisî (İstanbul h.
1309), Müntehabât-ı Gülistân (İstanbul h. 1309), Rehber-i Fârisî (İstanbul h. 1310).
Habib Efendi Moliere'in Le Misanthrope adlı piyesini Merdüm-güriz (İstanbul
h. 1286), James Morier'in Aventures d'Hajji Baba d'Ispahan adlı romanını Hâcî Bâbâ-i
İsfahânî (Kalküta m. 1905), Rifâa et-Tahtâvî'nin G. Depping'den çevirdiği Kalâ'idü'l-
mefâhir fî garîbi 'avâ'idi'l-evâ'il ve'l-evâhir adlı eserini Garâ'ib-i 'Avâ'id-i Milel (İstanbul
h. 1303) adıyla Farsça'ya tercüme etmiş, Ebû İshak Hallâc Şîrâzî'nin Dîvân-ı Et'ime
(İstanbul h. 1302) ve Nizâmeddin Mahmud Kārî'nin Dîvân-ı Elbisesi'sini de (İstanbul h.
1303) yayımlamıştır. Ayrıca manzum Fârisî "Mevlidi Nebevî" ve altmış beyitten ibâret
"Tarih-i Âli Osman" isimli eserleri de kaleme almıştır.101 Görüldüğü gibi Mirzâ Habib
Efendi en verimli zamanlarını Osmanlı ülkesinde geçirmiştir. Eserlerin birçoğunu
Osmanlı tabiiyetinde ve İstanbul'da vermiştir.
2.1.3. Hat ve Hattâtân Hakkında
Habib Efendi'nin en önemli eserlerinden birinin, Türkçe olarak kaleme aldığı
"Hat ve Hattâtân" olduğunu zikretmiştik. Hat sanatı ve hattat biyografileri alanında daha
önce Türkçe yazılmış önemli yazma eserlerimiz (Menâkıb-ı Hünerverân, Gülzâr-ı
Savâb, Tuhfe-i Hattâtîn gibi) bulunmakla birlikte; bu konuda ilk matbu eser Habib
Efendi'nin Hat ve Hattâtân'ı olmuştur.
Kitabın dış kapağında yer alan bilgilere göre; Hat ve Hattâtân İstanbul'da
Ebuzzıyâ Matbaası'nda 1305/1888 yılında bastırılmıştır. Eser 285 sahifedir.
Eserin başında fihrist bulunmaktadır. Müellif kitabın mukaddime bölümünde;
bu eseri bastırmayı çok istediği halde ancak Sultan İkinci Abdülhamid devrinde bunun
101 ALPARSLAN Ali, DİA, c.14, s.370-371; İNAL İ.Mahmud Kemâl, Son Asır Türk Şairleri, İst. Milli
Eğitim Basımevi, 1969, c.3, s.474
56
gerçekleşebildiğini ifade etmektedir. Dolayısıyla, o devrin de geleneklerine uyularak
Sultan İkinci Abdülhamid Han'a övgü içeren söz ve beyt yazılmıştır.
Eserin konusu ana hatlarıyla; hattın ortaya çıkışı, kaynağı, çeşitleri, zamanla
ortaya çıkan değişim ve gelişimi, meşhur hattatların hayat ve eserleri ile hat sanatıyla
ilgili olan tasvir (minyatür), tezhib ve cild erbâbının terceme-i halleridir.
Habib Efendi İranlı hattatları tanıtırken; daha önce risâle ve tezkirelerden,
kendi çalışmalarından istifâde ettiğini söylemektedir. Osmanlı hattatları anlatırken;
Müstakîmzâde'nin Tuhfe-i Hattâtîn adlı eserinden ve dolayısıyla Tuhfe'nin kapsadığı
Gülzâr-ı Savâb, Menâkıb-ı Hünerverân'dan kaynak olarak faydalandığını ifade
etmektedir.
Tuhfe'nin 1202/1788 yılına kadar eriştirdiği hattatlar tarihini, eserin
neşredildiği vakte denk getiren Habib Efendi, yine Müstakîmzâde'nin "Silsiletü'l-
Hattâtîn" adındaki risâlesinde anılan 90 civarında meşhur hattatın isimlerinin, eserlerini
görmüş olduğu 100'den fazla diğer hattat isimlerinden ayırt edilebilmesi için ayrı bir
rakam silsilesiyle gösterildiğini belirtiyor. Böylece 1203/1789'dan sonra yetişen
hattatların hayatı, imkânlar dahilinde araştırılıp onların mezar taşlarından edinilen
bilgilerle tamamlanmıştır.102
Eser başlıca iki kısımdan meydana gelmektedir. İranlı hattatlar bölümünde
özellikle nesta'lîk (ta'lîk) yazanlar, Osmanlı hattatları bölümünde ise; daha ziyâde sülüs
ve nesih yazanlar hakkında geniş bilgi verilmiştir. Osmanlı hattatları bölümüne İbnü'l-
Bevvâb'ın "Kaside-i Râiyye"si, kitabın sonuna Sincârî'nin "Bidāa'tü'l-Mücevvid isimli
risâlesi, İranlı hattatlar bölümüne Sultan Ali Meşhedî'nin "Manzûme-i Fârisî" si
faydanılsın diye aynen naklolunmuştur. Memleketleri zikrolunmayan Osmanlı hattatları
"şehrî" ( İstanbul-sur içi) olarak belirtilmiştir.
Kitabın mukaddimesinden sonra gelen dîbâce bölümünden başlayarak; eserin
kapsadığı konu başlıklarını şöyle sıralayabiliriz:
1. Der-beyân-ı Keyfiyet-i İhdâs-ı Hat (Hattın Ortaya Çıkış Keyfiyeti Hakkında;
s.7-12) 102 DERMAN Uğur, Kongreye Sunulan Bildiriler, s.46
57
2. Hatt-ı Arabî'ye Dâir Mukaddime-i İbn Haldûn'dan Müstahrecdir (İbn
Haldûn'un Mukaddime Adlı Eserinden Arap hattı ile ilgili çıkarılanlardır; s.12-16)
3.Tahkîk-ı Beliğ ( s.16-17)
4. Hat Üzerine Görülen Bazı Diğer Fıkarât (Hatla İlgili Bazı Fikirler; s.18-19)
5. Aklâm-ı Mütenevvia ve Hutût-ı Mevzûne-i Asliye (Çeşitli Yazılar ve
Yazının Aslî Ölçüleri; s.19-22)
6. Alâmât-ı Müteferrika (Çeşitli Alâmetler; s.23)
7. Usûl-i Hat Üzerine Bir İki Harfin Tarifi (s.23-24)
8. Zikr-i İ'câm u İ'râb (s.24-25)
9. İstitrâd (s.25-27)
10. Şecere-i Ser-âmed-i Hattâtâni Meşhûr Alî Tarîkı'l-İcmâl (Kısa yoldan
Meşhur Hattatların Önde Gelenlerin Şeceresi; s.28)
11. Hulâsâ-i Risâle-i Silsiletü'l-Hattâtîn (s.29-34)
12. Hatt-ı Kûfî (s.35-36)
13. Kudemâ-yı Hattâtân ( Kadîm-Öncü- Hattatlar; s.37-38)
14. Nâkıl-i Hakîkî (s.38-44) Bu bölümde İbn Mukle ve takipçilerinden 9 hattat
tanıtılmaktadır.
15. İbn Bevvâb (s.44)
16. Kaside-i Râiyye-i İbn Bevvâb Ma'-şerh (s.45-47) Açıklamasıyla beraber
İbn Bevvâb'ın Kaside-i Râiyye'si.
17. İbn Bevvâb'dan Sonra Gelen 10 Hattat (s.48-50)
18. Yâkūtü'l-Musta'sımî (s.51-53)
58
19. Şakirdân-ı Yâkūt ( Yâkūt'un talebeleri; s.54-57).
20. İran'ın Meşhûr Sülüs ve Nesih-nüvîsân-ı ( İran'ın Meşhur Sülüs ve Nesih
Yazan Hattatları; s.58-78)
21. Esâtîd-i Seb'a-i Rûm (Anadolu'nun Yedi Üstâdı; s.79-86)
22. Silsile-i Kıbletü'l-Küttâb Şeyh Hamdullah ( Hattatların Pîri Şeyh
Hamdullah'ın yolunu takip edenler; s.87)
23. Meşâhîri Sülüs ve Nesih-nüvîsân-ı Memâlik-i Osmaniye ( Osmanlı
Ülkesi'nin Meşhur Sülüs ve Nesih Yazan Hattatları; s.87-161)
24. Binikiyüzüçten Sonra Gelen Meşhûr Sülüs ve Nesih-nüvîsân (
Binikiyüzüçten Sonra Gelen Meşhur Osmanlı Sülüs ve Nesih Yazan Hattatları; s. 162-
178)
25. Müteahhrîn-i Hattâtândan Târih-i Vefatları Ma'lûm Olmayanlar ( Sonra
Gelen Hattatlardan Vefat Tarihleri Belli Olmayanlar; s. 179-181)
a. El- Hâlet-i Hezihi Berhayât Olan Hattâtân ( Hâlâ Hayatta Olan Hattatlar.)
26. Ta'lîk veya Nesta'lîk-nüvîsân-ı İran ( İran'ın Nesta'lîk Yazan Hattatları; s.
182-234)
27. Ta'lîk-nüvîsân-ı Memâlik-i Osmâniyye ( Osmanlı Devleti'nin Ta'lîk Yazan
Hattatları; s.235-247 )
28. Binüçyüzikiden Sonra Memâlik-i Osmâniyye'de Gelen Hattâtân ( "Bu
bahiste tertip hatası olarak 1203 yerine 1302 tarihi verilmekle, bir karışıklığa sebep
olunmuştur. Oysa bu bölümde Tuhfe'den sonra Hatt u Hattâtân'ın yazılışına kadar geçen
devrede yetişen 17 Osmanlı ta'lîk hattatı tanıtılmaktadır." Tezimde, doğrusu olan
Binikiyüzüçten Sonra Gelen Osmanlı Ta'lîk Hattatı; şeklinde aldım.( s. 248-250)
29. Ta'lîk ve Dîvânî ve Çep-nüvîsân-ı İran ( s. 251-255)
59
30. Çep ve Dîvânî-nüvîsân-ı Memâlik-i Osmâniyye ( Osmanlı Devleti'nin
Dîvânî Yazan Hattatları; s.256-258)
31. Teclîd ve Tezhîb, Mücellidân-ı İran, Tarrâhân-ı İran ( s.258- 261)
32. Kātı'ân-ı İran (s. 261)
33. Musavvirân ü Nakkāşân-ı İran (s. 262-264)
34. Müzehhibân-ı İran (s. 264-265)
36. Nakkāşân ü Musavvirân ü Müzehhibân ü Tarrâhân-ı Memâlik-i Osmâniye
(s. 266-268)
37. El-Yevm Berhayât Olan Müzehhib ve Mücellid Esnafından Tahkîk Olunan
Müteahhirîn-i Esâtîd ( s.268-272)
38. Memâlik-i Osmâniyye'de Yalnız Mücellidlik ile Şöhret-şiâr Olanlar ( s.
272-273)
39. El-Yevm Berhayât Olan Mücellid ve Müzehhibler ( s. 273-274)
40. Ba'de't-tab' Hattâtân-ı İran Üzerine Dest-res Olduğumuz Bazı Ittılaât (
s.274-275)
41. Üstâdân-ı Sitte Şeceresinde Olmayanlar ( s. 275-277)
42. Hezihi Bidâa'tü'l-Mücevvid Fi İlm-i Hat ve Usûle liş-Şeyhülislâm
Muhammed b. Hasan Es-Sincârî Rahmetullah ( s. 278-285) 103
Hat ve Hattâtân, hattat biyografileri alanında ilk matbû eser olmasının yanında;
dilindeki Türkçe ifâde zafiyeti, içerdiği bazı yanlış bilgiler ve bâriz hatalar ile zaman
zaman –İran lehine- kavmiyetçilik yapması gibi kusurları da bünyesinde
barındırmaktadır.
103 DERMAN Uğur, Kongreye Sunulan Bildiriler, s.47-52
60
3. OSMANLI HATTATLARI
3.1. Esâtîz-İ Seb'a-i Rûm (Anadolu'nun Yedi Üstâdı)
1- Şeyh Hamdullah İbn-i Şeyh Mustafa Buhârî
2- Mustafa Dede Veled-i Şeyh Hamdullah
3- Üstad Abdullah Amâsî
4- Muhyiddin İbn-i Celâl Amâsî
5- Mevlânâ Cemâl Birader-i Celâl Amâsî
6- Mevlânâ Ahmed Karahisârî
7- İbrahim Brusevî (Bursevî) Şerbetci-Zâde
Şeyh Hamdullah İbn-i Mustafa 36: Kıbletü'l-küttâb lakabıyla mülakkabdır.
Kendüsi Amâsî ve pederi Buhârî'dir. Hayreddin Maraşî'den temeşşuku esnâsında âsâr-ı
eslâfdan kendüye göre zihninde bir vâdi irtisâm etmiş ise de kuvveden fi'le getürmek
mümkün olamaz idi..
Sultan Bayezid Hân-ı Velî Amâsiyye'de mîr-i mîrân iken kendülerinden
te'allüm idüb eyyâm-ı saltanatlarında İstanbul'a teşriflerini niyâz-mend ve Saray-ı
Hümâyûn'a nakliyle sohbetlerinden behre-mend oldu ve Okmeydanı Zâviyesi'nde anı
şeyh nasb buyurdı.
Sultan Selim-i Evvel cülûsunda şiddet-i cezebâtdan kendüsüne vesvese ârız
olmağla Alemdağı civârında ihtifâ idüb cülûs-ı Süleymanhânî'de yine İstanbul'a
gelmekle muhterem tutuldı ve 926'da vefât eyledi.
Şeyh-i merhum, kemankeşî ve şinâverîde fevka'l-gâye meşhur olub
Üsküdar'dan denize girüb bağdaş kurduğı hâlde yüzerek Topkapu Sarayı'na gelür ve
pâdişâha ta'lîm-i hat eyler imiş.
Âsârından 47 aded kebîr ve sağîr Mushaf ve bir Meşârık ve bin adede bâliğ
Sûre-i En'âm ve Kehf-i Şerîf ve Sûre-i Nebe' Cüz'ü ile nice tomar ve kıta'ât ve
murakka'ât mevcuddur.
61
Sultan Bayezid Câmii'nin mihrâbı üzerinde ve kubbesinde ve Edirnekapusu'nda
olan târihler ve yine Edirnekapusu'ndaki Kelime-i Tevhîd anın eseridir. Ve Atmeydanı
başında Hazînedar Firuz Ağa Câmii'nin târihi ve Davutpaşa Câmii târihi dahi bunun
yâdigârıdır. Ve Ayasofya Kitabhânesi'nde "901" târihli Mushafı mevkufdur. Ve Mustafa
Çelebi'nin tarîk-ı meşâyihde olan silsilenâmesi bunun hattıyla daha duruyor ki beyne's-
sutûr nesh-i hafî ile ehâdîs-i şerîfe mektûbdur.
Mervîdir ki; pâdişah bir gün Yâkūt-ı Müsta'sımî'nin kuvve-i râsihasından söz
açmış iken Şeyh murâkabeye kalkışdı. Pâdişah gûyâ siz Yâkūt'un i'tinâ ile yazdığı
yazıları görmemişsiniz deyu Hazîne-i Hassa'dan yedi parça Yâkūt'un siyah
meşklerinden çıkarub Şeyh'e virdi ve eğer bir kimse bu tarzı daha eyü bir üslûba
dökerse elbette daha hoş-âyende olur didi.
Şeyh ol kıta'âtı alub birçok riyâzat ve meşakkatden sonra Yâkūt'un şîvesine
öyle bir revnak u fer virdi ki her gören âferin okudı.
Yine hikâyet olunur ki; ulemâ ve fudalâ Sultan Bayezid'in Şeyh'e ol kadar
hürmetini kıskandıklarını pâdişah sezince hepsini bir meclise davet eyleyüb
te'liflerinden birçok getürerek bir bir üzerine dizdi ve Şeyh hattıyla bir Kelâm-ı Kadîm
anlara gösterdikden sonra ol kitabların altına koymak istedi. Huzzâr bu hususdan tehâşî
ve mümâna'ata kalkışub Kelâmullâh'ı bu kitabların altına koymuş [koymak] ana
hürmetsizlikdir didiler. Pâdişah; "Pek eyü, bu sûretde bu Kur'ân'ı yazanı dahi sizden
aşağı oturtmak buna hürmetsizlikdir" buyurdılar. Huzzâr bu hüsn-i tedbîre tahsin-hân
olub kıskanclık beliyyesinden vazgeçdiler.
Rivâyet olunur ki, vazîfesinden mâ'adâ Sigetvar nevâhîsinde iki köy timar
olarak kâğıtlarını mühreleyenlere i'tâ olunmuş idi. Mükerrer, pâdişah anın devâtını eli
ile tutub o kitâbet ider ve kendü eliyle arkasının müttekâsı düzledir idi. Zeâmet ve timar
ve çûb-i bahâ her gün otuz akçe ile muvazzaf imiş. Halbuki Sultan Selim Gâzi ahdinde
gerek Karahisârî ve gerek diğerleri her gün on beş-on altı akçeden ziyâde ile muvazzaf
olmamışlardır. Bi'l-cümle memâlik-i Rûm'da ana olunan i'tibâr hiçbir hattata
olunmamışdır. Ve anın şöhret ve terakkîsi dahi i'tibâr ve ihtirâm-ı pâdişâhîden ilerü
gelmişdir.
62
Şeyh-i merhum ekseriyâ ketebesinde bu ibâreyi yazar idi: "İnsıf hakka'l-insâf
venzur keyfe ketebe ve lime ketebe ve bime ketebe kâtibü's-sultânibn-i's-sultân Bâyezid
Hân bi irti'âşi yedihî ma'a işti'âli ra'sihî fî evâni şeybihî ve hüve ibnü bid'in ve semânîne
min umrihî." Gâhî dahi "Ketebehû Hamdullâhü'l-mübtelâ bi envâ'i'l-belâ'" ve gâhî
"Ketebehû Hamdullah kalîlü'l-cirmi ve kesîru'l-cürmi" yazar idi.
Mustafa Dede İbn-i Şeyh Hamdullah 27: Pederinden mücâz ise de zaman-ı
hayâtında kemâl-i dekāyik-i hatdan istifâdesi müyesser olmadığından Abdullah
Amâsî'den telemmüz eyledi. Aklâm'ın aksâmında derece-i hüsne vâsıl ve diyâr-ı Mısr'a
râhil oldu. Orada Nefes-zâde vesâyire tafsîli üzre pederi âsârından istikmâle çalışub
ba'de'l-hacc Üsküdar'da iskân ile ta'lîm-i talebeye meşgul iken civârîsinden birisi
kullandığı ma'cunu ziyâdece virmekle şerbet-i vefât nûş eyledi. Eğer ziyâde yaşayaydı
metânet-i hatda pederinden daha ilerü geçeceği muhakkak idi. Vefâtı kırk yaşında iken
946'dadır.
Merhûm-ı müşârun-ileyhin hattı bir mertebededir ki bir satırı değil, belki bir
harfi bile taklid olunamayub lisân-ı hâlle "Fenzur ve eb'adenâ ile'l-âsâr" söyler.
Süleymaniyye Câmii'nde bir mushafı vardır. Çoklar[ı] taklide kalkışdılar ve bin
dürlü tedbirler eylediler amma muvaffak olamadılar.
Beyit
Belî tasvir idersin hatt u hâl-i dilberi amma Füsûn ü fitneye geldikde ey behzad neylersin.
Rubâî
Ger ser ü çü kadd-i tust ü reftâreş gû Der gonca çü la'l-i tust güftâreş gû
Gîr basar-ı zülf-i tû mâned sünbül Dilhâ-yı perîşân giriftâreş gû.
Üstâd Abdullah Amâsî 28: Cemâl ve Celâl'in dayılarıdır. Üstâdında ihtilâf
olunmuşdur. Müşârun ileyh kalemini cezm-i kat iderek kendüye mahsus bir şîve ihtirâ'
eyleyüb seksende vefât itdi. Mesâhif ve âsâr-ı sahâyif tenmîkına muvaffak bir hattat
olduğu muhakkaktır.
63
Muhyiddin İbn-i Celâl Amâsî 29: Mehmed Cemâleddin'in kardaşı olub Şeyh
Hamdullah bunların amme-zâdesidir. Âlî Efendi Menâkıb-ı Hünerverân'da ana "köse"
lakabı virüb hakkında dahi söylemişdir.
Kıt'a
Celâl oğlu ki hattât-ı cihândır. Nazîri gelmemiş nesh-i celîde.
Ana hatmoldu bu nesh-i celî bil, Nitekim kûfî hatmoldu Alî'de.
Eğerçi cedd ü cehd itmiş velîkin, Sunulmuşdur ana Kālû belî'de.
Muhyiddîn'e "polad-dest" dimişlerdir. Gerek bu ve gerek karındaşı sekiz yüz
seksende eyü hitâbetler itmişlerdir. Ve kimse anları taklid idemediğinden şîve ve
tarîkaları metruk kalmışdır. Birçok mesâhif ve kütüb yâdigâr bırakmışlar ve her birisi
yüz sene yaşamışdır. Vefâtı 983'dedir.
Bir gün Sultan Selim Şeyh Hamdullâh'ı huzûra getürüb hatt-ı metîn ve sâf ile
bir Mushaf-ı Şerîf yazmasını emr eyledikde Şeyh "Ben pîr-i fânî olmuşum fakat Celâl
Efendi polad-dest bir üstaddır. Amasya'dan anı getürmelidir." deyu özrile hayır
duâlarını aldı. Pâdişah Celâl'i getürdüb Mushaf-ı Şerîf'i yazdırdıkdan sonra bin flori
nakid ihsan ve bir flori dahi müverrak olarak vazîfe in'âm buyurdılar. Amma Celâl ol
müverrak floriyi kabul itmeyüb "Bu abd-i vazîfe içün diyârımı terk idemem." deyu
günde bir floriyi red idüb yine Amâsiyye'ye gitdi ve orada vefât eyledi.
İshak Cemâleddin 30: "Karamânî ve Cemâl Halîfe" lakabı ile mülakkab ve
Karahisârî'nin mürşidi ve Kıbletü'l-küttâb'ın mücâzı olduğu meşhurdur. Câmi sâhibi
Sultan Mehmed bunların eser-i kalemi olarak bir "Kâfiye" istiktâb ve mukâbelesinde
emvâl-i kesîre bahş eyledikde âzim-i hacc olub avdetde İstanbul'a gelmiş ve hatt u
kitâbetden tevbe idüb Pîrî Paşa Karamânî'nin ana bina eylediği hankāhda (hanikāh,
hangâh) münzevî iken 933'de vefât eylemişdir.
Sebeb-i tevbesi oldur ki Ergun Kâmil hattıyla bir Mushaf, sahibinden
alub üstâdı olan Muslihiddin Kastalân Kadısı'na getürerek irâe eyledikde hediyyesi olan
altı bin akçeyi istiksâr ile Mushaf'ı redd iddi. Ol esnâda Karaman'dan bir nice merkeb
getürilüb birini def'aten on bin akçeye aldığını gördiği gibi bu hâlden kendüsüne nefret-i
tâm gelerek aşk-ı hat derûnundan selb olmağla tevbe eyledi.
64
Beyit
Sühan-i zi-nâme vü defter-i diger nehâhem goft
Ki rûy-ı hâme-i siyeh bâd hânümân-ı sühan.
Cemâl, nesih ve nezâket-i kalemde kardaşından daha ilerü ise de Celâl'in şeş
kalemde mahâret-i külliyyesi olub aslâ kendü ihtirâ' eylediği vâdîden çıkmamışdır.
Belki Yâkût-ı Musta'sımî hutûtundan istihrac itdiği vâdîde kalmışdır.
Amâsiyye'de Bayezid Hân'ın binâ eylediği câmi'-i şerîfin künküresinde Feth-i
Şerîf'i hatt-ı müsennâ ile yazub müsennâda olan mahâretin ızhâr eylemişdir. Acîb ve
garîb bir yazıdır. Câmi'-i mezkûrun târîhi Şeyh Hamdullah zamânında hatt-ı müsennâ
ile yazılmış ve hatt-ı müsennâ ile yazı yazdırılmak andan gayri vâki olmamışdır.
Mevlânâ Ahmed Karahisârî: "Şemseddin" lakabıyla mülakkab idi. Evvelâ
Yahyâ Sûfî'den tahsil ve ba'dehû Esedullah Kirmânî'den dekâyık-ı hattı tekmil idüb
"müsennâ" tâbir olunan hatt-ı celîde kemâli sâir âsârından daha ziyâde ve sülüs-i
Karahisârî nevâdirden sayıldığı beyândan âzâdedir.
Süleymâniyye Câmi'-i Şerîfi'nin yalnız tâk-ı kebîrini ve Piyâle Paşa Câmi''inde
mestûr "Selâmün aleyküm tıbtüm" âyet-i kerîmesi ve Mîmar Sinan-ı merhûmun sebîli
ve merkadi târihlerini ve Sütlice'de Câferâbad Tekyesi pîşgâhında kendi medfeninde
seng-i nişân hattının rakam-ı hindîsinden mâ'adâsını yâdigâr bırakmışdır. Amma
Süleymâniyye'nin sâyir hutûtı kölesi Hasan Çelebi'nindir. Hülâsa merhum Karahisârî'yi
kendü bende-i direm-i harîdesi Hasan Çelebi'den mâadâ kimse taklid idememişdir. Ve
şeş kalemde kendüsüne "Yâkût-ı Rûm" dinilmişdir.
Sultan Bayezid Hazretleri'ne bir nîmten (mintan) diküb derziler (terziler) her ne
kadar dikkat itmişler derzini bulamamışlardır deyu rivâyet olunur.
Molla Şems Pîr-i Karahisârî, gâyet nâzik-i beden ve latîf-i ten ve hoş-kisvet idi.
Bir beyaz nîmteni yedi sene giyüb sonra birisine ihsan buyurmuş de(n)mişdir. Vefâtı
963'dedir. Besmele-i menkûlü's-sûreti gelecek sahîfededir.
65
Mısrâ
Yazının Karahisârî'dir ağardan yüzini.
Bunun hakkında söylemişlerdir. Bugünlerde bir kıt'a gâyet kebir En'âm-ı Şerîf'i
bir terekede zuhur idüb Ayasofya Kitabhânesi kütübünden olduğundan yine mahalline
iade olunmak üzre cânib-i Nezâret-i Evkāf'dan zabt olundı. Muharrer evrak ressam-ı
bendeleri ile üstâd-ı tâbi'ân Ebuzzıyâ Tevfîk Bey ile meşhur Abdullah Efendi
birâderlerin fotoğrafhânesinde sûreti aldırılmışdır. Mükemmelen tab' olunmasına Allah
Teâlâ muvaffak eyleye. Hakîkâten mezkûr En'âm-ı Şerîf şâyân-ı ziyâret-i nevâdirdendir.
İbrahim Brusevî 32: Şerbetci-zâde dimekle meşhurdur. Ali Yetim nâm hattat
ol diyarda mukim iken andan mücâz oldı. Hem-asrı Karahisârî ile nice zaman bi'l-
mükâtebe mu'âraza ve mücâvebe itmişler iken İstanbul'da mülâkatları tarafeynden
muhabbete bâ'is oldığı meşhurdur. Vefâtı 932'dedir. Bu beyti Karahisârî'ye yazmışdır.
Beyit
Kâmilî bâyed ki deryâ bed usûl-i hatt-ı nîk Verne her nâkıs nedâned şîve-i Yâkût çîst.
Karahisârî anın cevâbında bu kıt'ayı tahrir eylemişdir.
Kıt'a
Dîde-i insâf çü bînâ buved Der-i şümurd ger çi ki mînâ buved
Çeşm-i hünerver bûd ez ayb-ı pâk Bî hüner er ayb-ı nebîned çi bâk
Estere her çend dem-i tîz yâft Mû sitered mû netevâned şikâft.
Bu beyitleri Karahisârî'nin bir "besmelesi" hakkında söylemişdir.
Beyit
Gâmet-i in besmele der bâğ-ı hat Serv şod ve tohm nümûd ez nükat
Asker-i mansûr şod in harfhâ Her elfeş yek ilm-i müntehâ.
İşte "besmele" zikreylediğimiz En'âm-ı Şerîf'in arkasında mektûb bu besmele-i
menkûlü's-sûret olmalıdır.
66
Sülüs ve Nesih-Nüvîsân-ı Memâlik-i Osmâniyye
Silsile-İ Kıbletü'l-Küttâb Şeyh Hamdullah
"Tilke Aşaratün Kâmileh"
Şeyh Hamdullah ve Şükrullah dâmâd-ı güzîn Sâlisî oğlu Mehmed Üsküdarî'dir Hasan
Erzurûmî Hâlid oldu hâmisi ehl-i hattın Sâdisi Derviş Ali, sâbi' Suyolcu pâk-i fen
Hâfız Osman semân işrâb eder hem rütbesin Seyyid Abdullah imâm-ı zümre-i hatt-ı hasen
Hoca Râsim zü'l-cenâhayn idi kim, ceffe'l-kalem Şeş kalemde vâhid-i ke'l-elif idi kâmil-i beden
Böyledir bu silsile kim on aded tekmîl ider
Cümlenin şâd ide ervâhın Hudâ-yı Zü'l-menn
Hattâtân-ı sülüs ve nesh-i memâlik-i Osmâniyye'nin her birisi bu on neferden
birisine bizzat ya bi'l-vâsıta mensub olmalıdır. Mahalli tasrih olunmayanlar
İstanbulludurlar.
3.2. Meşâhir-i Sülüs Ve Nesih-Nüvîsân-I Memâlik-İ Osmâniyye
(Osmanlı Devleti'nin Meşhur Sülüs ve Nesih Yazan Hattatları)
Mîr İbrahim İbn-i Ahmed Paşa: Hüsn-i hatt-ı şeyhânede tefevvuk ve hurde-i
ta'likde ta'alluk eylemişdir. Kadıköylü Mehmed Efendi'den dört sene kadar temeşşuk
idüb 1170'de icâzet-i vaz'-ı ketebe almışdır.
Mısrâ
Yezîdüke hattuhû husnen izâ mâ zidtehû nazaran.
Derviş Ali Âgâh, Kevkeb-i zerrîn-i kalem, Estereci-zâde, Nefes-zâde gibi
üstadlardan aşağı kalmaz idi. Hüsn-i tab'larına bu gazelleri burhân-ı müsellemdir.
Gazel
Nakş idersen ebruvân-ı yârı resm-i yâya çek. Başka tarh etmek dilersen bak hilâl-i aya çek.
Tûtiyâdır dikkat-ı im'ân-ı hüsn ü ânına Hâk-pây-ı kuhl-i yârı dîde-i bînâya çek
Hayli dem çekdin çevirdin gerçi kim ol serkeşi İtme beyhûde keşâ-keş gayri istiğnâya çek
Çek, çekilmezse eğer âğuş-ı vasla ol perî Şîşe-bâzî eyleyüb sâkî heman sahbâya çek
67
Berg ü bâr lutfunu görsün dil-üftâdegân Ey nihâl-i nâz-perver dem-i kerem kıl sâye çek
Dâd-ı Hakkla gösterir yüz şâhid matlab yine Sübha-i a'mâli zâhid sen kuru gavgâya çek
Kâkülünden ol mehin düşdükce tel çek ey gönül Çünki kârın meşk ü anberdir seng-i sermâye çek
Nâşid erbâb-ı maârifden olub tanzîr-i cû.
Böyle bir tarh-nevâ sermâye-i imlâya çek.
Müşârunileyh şeş kalemde üstad ve 1200'de daha hayatda idi.
Derviş İbrahim İbn-i Ramazan 53: Pederinden me'zûn olub
Mevlevîhâne'de Yenikapı dâhilinde Yaylak Câmii'nde imam idi. Mesâhif ve sahâyif-i
bî-şumâr-ı yâdigâr bir akmeşdir. Vefâtı bin yüz otuz birdedir. Bâb-ı mezbûrun hâricinde
pederiyle bir kabirde medfûn olub seng-i mezarında târîh-i manzûmu dahi vardır. Bu
cihetden pederinin mezarı nâ-ma'lûm kalmışdır.
Şeyh İbrahim Dede İbn-i Ali 95: Evâil-i hâlinde Ressam Ömer Efendi'den
yazub ba'dehû imâm-ı câmi-i Mîrâhur şîvesine meyl ile ba'de'l-izn kesb-i mahâret ve
bezm-i te'âlîm talebesinde i'ânet idenlerdendir. Bilhâssa celî müsennâda akrânına fâik
olmuş ve üstâdının seng-i mezarını yazmışdır. Vefâtı bin yüz yetmiş altıda ve medfeni
Merkez Efendi civârındadır.
Seyyid İbrahim Nefes-Zâde: Hüsn-i hat risâlelerinden " Gülzâr-ı Savâb" nâm
kitab anlardan yâdigâr ve ol eser şehâdetiyle sâhib-i şiir ve inşâ oldukları be-dîdârdır.
Evvela pederinden ba'dehû Demir[ci]kulu Yusuf Efendi'den te'allüm le mücâz olmuşdur.
Vefâtı 1060'dadır.
İbrahim İbn-i Mustafa: Brusa'da Kürd-zâde unvânı ile mezkûr ve Hâfız
Osman'dan mücâzdır. Celî ve hafîde yed-i tûlâ sâhibi olub Sultân Orhan Câmii'nin
hatîbi ve Câmi-i Kebîr'in imamı idi. Vefâtı 1146'da ve medfeni Deveciler
Mezaristanı'nda Şeyh Mahmud dâiresindedir.
Mîr İbrahim Hanîf 96: Sülüs ve neshi evvelâ İsmâil-zâde Abdi Efendi'den
ba'dehû Câbî-zâde Abdi Ağa'dan ve sonra Râsim Efendi'den ve hatt-ı ta'liki Kâtip-
zâde'den te'allüm eylemişdir. Tuğra ve siyâkat vesâyir aklâmda dahi üstaddır. Şiir ve
inşâ vesâyir risâleleri olub bilhâssa Şifâ-yı Şerîf-i Kadı Iyaz'ı şerh eylemişdir. Vefâtı
68
1189'dadır. Tedris ve teftîş-i hadîka ve Haremeyn'de birçok hizmeti, Galata ve Brusa'da
kadılığı vardır.
İbrahim Şem'î İbn-İ Ahmed: Hoca Râsim ve Suyolcu-zâde'den mücâzdır.
Dârü'd-darb-ı Sultânî himetinde(hizmetinde) olub dîvânî ve siyâkat aklâmında dahi
üstad idi. Vefâtı 1106'dadır.
İbrahim Müzehhib: Brusalıdır. Hüsn-i hat ve tezhibi Tuzpazarı imamı
Mustafa Efendi'den te'allüm itmişdir. Vefâtı 1160'dadır.
İbrahim Tâhir İbn-i Mustafa 100: Mehmed Râsim Efendi'den te'allüm le
henüz yirmi beş yaşında iken me'zûn olub üstâdının âhir-i ömründe ta'lîm-i talebeye
i'ânete ve bu hidmetde Hıfzı Efendi ile refâkate me'mûr idi. Buhârî ve Şifâ-yı Şerîf ve
Tefsîr-i Beyzâvî ve Tibyân gibi nüsah-ı cesîme yetmiş kadar yazdı. Kemankeşî ve
tüfeng-endâzîde dahî kuvvet-dest ile kemâle vâsıl olmuş idi. 1166'da vefât itdi.
İbrahim Vâsık: Üstâdı Muhammed Râsim'in birâder-i kihteridir. Emir Efendi
merhumdan tahsil ve birâderinden mezâyâ-yı hattı tekmil eyledi. Bisyâr-nüvîs, hoş-
vâdi, hurde-i ta'likde mâhir ve elsine-i selâsede güftâra kādir idi. Kırk sene kadar
kitâbetde tedârik itdiği para ile hacca gidüb avletinde Antakya'da vefât itdi. Târih-i
vefâtı 1168'dedir.
Seyyid İbrahim: Amasyalı ve Târih-i Temîmî'ye göre Horasânî'dir. Hüsn-i
hattı Şeyh Hamdullah ile müştereken te'allüm ve tahsil idüb mâlik oldığı kütübü
ekseriyâ kendi kedd-i yemîni ile yazmışdır. Sultan Korkud muallimi ve nice medresede
hâce-i hat idi. Amasya Fetvâsı'ndan sonra yevmiyye yüz akçe maaş ile tekâ'üd oldı.
Âhir-i ömründe kör olub sonra bir gözü açıldı. Vefâtı 935'dedir.
İbrahim Nâmık 94: Zaman-ı sabâvetinde kibâr-ı küttâbdan birinin muntazam
silk-i yemîni olub anın teşvîkiyle Hüseyin Hablî ta'lîminden behre-yâb ve ba'dehû
İmâm-ı Câmi-i Mîrâhur Emir Efendi'den mücâz olmuşdır. Bilhâssa kalem-i celî ve
müsennâda kemâle irişmişdir. Vefâtı 1189'dadır.
İbrahim: Karîne-i hâle göre Hâlid-i Erzurûmî'den tekmîl-i te'allüm idüb
selîkası, celî-müsennâ cânibine mâildir. İstanbul'da Vâlide Câmi-i Cedîdi'nin celîleri
69
resmile me'mûr oldukda bi'l-iktizâ İznik'e varub kâşîleri hutûtunı tersim ve bi'l-cümle
câmi-i mezbûrun ebvâb vesâire resmini tekmil eyledi. Lâkin dil-hâhî üzre sa'yi meşkûr
olmadığı meşhurdur.
Ayasofya Câmi-i Şerîfi'nde âvîze olan Çâr-yâr-ı Güzîn levha-i sittelerini güzîde
ve metîn yazmışdır. Sultan Bayezid Câmii'nin bünn-i minâre-i yemîninde vâki seng-i
nişân ciridin târihi ve Hasköy'de Mehmed Hân-ı Râbi' Çeşmesi'nin ve Kasımpaşa'da
Emin Efendi Cisri'nin târihleri dahi bunun eseri hâmesidir. Vefâtı 1189'da ve medfeni
Şehzâdeli İbrahim Ağa yanındadır.
İbrahim Dâimî: Şarkîdir. Şekerci-zâde'den mücâz idi. Galatasarayı hidmet-i
kitâbetinden Saray-ı Cedîd'de ta'lîm-i hidmetine nakil olunub bin yüz on yedide vefât
eyledi ve üstâdı yanında defin olundu.
Ayasofya Kitabhânesi pîş-gâhında tilâvet içün Maktül Beşir Ağa'nın
vakfeylediği eczâ-yı Kur'âniyye bunun hattıdır.
İbrahim: Anadolu'dan gelüb Seng Ahmed Efendi'den divânî ve gayrîde
telemmüz eyledi. Tursî mahlasıyla müzeyyef gazelleri mahâfil-i ricâlde şöhret-yâb olub
Şehid Ali Paşa işitdikde cem' u dîvân olunmasına fermân eyledi. Divân-ı mezbûrun bu
gazeli bu mahalle münasib olmağla ihtiyar kılındı.
Gazel
Dükkânda satardım kuru yârâna mürekkeb Dirhemciği bir paraya amma ne mürekkeb
Cüz'îce mürekkeb yalamış dirler efendi Ağzında bulaşmışlara her yana mürekkeb
Hiç yazı nedir bilmeyene al dinülür mi Lâzım olur elbet yine yazana mürekkeb
Kâr isteyen alurdı sepetli şişeleri Mekteb dolaşur satmağa sıbyâna mürekkeb
Hep kara kuru düş gibi bilmem bana Tursî
Döküldi bulaşdı hele hem-yâna mürekkeb.
Vefâtı 1140'dadır.
70
İbrahim: İstanbul'da bazı kibârın zîver-dest-i temellükü olub hüsn-i hattı Hâfız
Osman'dan temeşşuk ile hattın sâhib-i kemâli olmuşdur. Rıdvan-zâde Sarayı kurbunda
Karakethüdâ Bey Mektebi'nde hâce-i sıbyan ve ilâ âhiri'l-ömr kâtib ve muallim-i Kur'ân
idi. Âsâr-ı kesîresi vardır. Târih-i vefâtı 1143'dedir. Kasımpaşa'da Bedreddin ittisâlinde
medfundur.
Ahmed Tıflî: Sülüs ve neshi Hasan Üsküdârî'den ve ta'lîki bi'n-nefs Derviş
Abdi'den yazub rütbe-i kemâle irişdi ve ma'ârif-i cüz'iyye ve külliyyede beyne'l-akrân
müşârun bi'l-benân oldı. Kuvve-i nutk-ı şâirî ile Şahnâme-hân ve nedîm-i bezm-i Sultân
Murad Hân olub nice letâifi dahi zîver-i sahâyif-i rûz-gârdır. Acemâne müselsel hurde-i
ta'lîka dahi mâlik olmağla sultân-ı müşârun ileyhe ve dahi nice kibâra mecmû'a-i latîfe
ve nesh-i nazîfe tertib ve tenmîkına muvaffak olmuşdır. 1171'de vefât eyledi.
Silivrikapusu hâricinde medfundur.
Ahmed Paşa: İbn-i Câfer Antâlî'dir. Sülüs ve neshi Emir Efendi'den ve hattı
ta'lîkı Fındık-zâde'den görüb her kalemde ve bilhâssa hatt-ı dîvânîde güzîde bir vezir ve
pesendîde bir debîr-i hoş tahrîr idi.
Zamân-ı devlet-i Mahmudhânî'de İstanbul kāimmakāmı ve tevki'î rütbeleriyle
sadr-ı sudûr olmuş idi. Sadâretden infisâliyle Bağdat'dan Mısır'a gidüb yine Haleb'de
vefât eyledi. Târih-i vefâtı 1161'dedir.
Ahmed İbn-i Abdurrahman: Solak-zâde şöhretiyle medfun idi. Sülüs ve
neshi Hoca-zâde Seyyid Ahmed'den telemmüz eyledi. Rütbe-i i'câzı kesret-i kitâbetle
ihrâz eylemişdir. Müte'addid İbn-i Abbas Tefsiri ve bir çok Beyzâvî ve anın havâşîsinde
Şeyh-zâde ve çok Tefsir-i Kebîr-i İmâm-ı Fahr-i Râzî vesâyir kütüb-i cesîme yazmışdır.
Ahmed Bin Hasan: Sultan Ahmed-i Sâlis'e Kâtibü's-Sır olub Saray-ı
Hümâyûn'da sülüs ve neshi ve fenn-i tezhîbi Kâtib-i Saray-ı Sultânî Hezârfen
Brusevî'den te'allüm ile mücâz oldı. Vâlidesini üstâdına tezvic eylemiş idi. Mushaf-ı
Şerîf kitâbetiyle meşgul olub kendi eliyle müzehheb ve mühezzeb ve ma'mûl
müte'addid Mesâhif-i Şerîfe Medîne-i Münevvere'ye irsâl eylemişdir. 1174'de vefât
eyledi.
71
Kendilerinden mesmû'dur ki hüsn-i hat erbâbı olan kimesne kitâbetde
ma'lûmâtının ancak nısfını icrâ idebilür. Li-hâzâ ziyâret-i âsârda sâhibinin kemâli
muzâ'af-ı mülâhaza olmalıdır dimişdir.
Ahmed İbn-i Abdullah 98: Mestci-zâde dimekle ma'rufdur. Hoca Râsim'den
telemmüz idüb nice zaman i'ânet-i ta'lîmleriyle ser-firâz oldukdan sonra
Galatasarayı'nda muallim-i gılman ve ba'dehû Hüseyin Hablî mahlûlünden Saray-ı
Cedîd-i Hümâyûn'a nakle kâmrân oldı. 1174'de vefât itdi. Manmud Paşa-yı Velî Türbesi
hâricinde Tophâheli Mehmed Emin Efendi kabri yanında medfundur.
Enderûn-ı Hümâyûn'da muallim-i ders olanlara kânûn-ı kadîm ikişer yüz guruş
haftân-ı bahâ virildikde muallim-i hat olanlara dahi haftân-ı bahâ olmak üzre bir mikdar
atıyye ile ikram olunmağa sebeb-i müstakil bu olmuşdır. Hüsn-i hulk ve tabîat-ı
şi'iriyyeye dahi mâlik idi.
Sultan Ahmed Hân-ı Sâlis: Nice üstâd-ı kirâm ez-cümle Hâfız Osman'dan
temeşşuk idüb ta'lim görmeye tenezzül itmişdir. Ve Emir Efendi ve Hoca Râsim gibi
nice ehl-i kemâl ü fazla eyledikleri ifzâl ve in'âm-ı meşhûd-ı hâs ve avamdır. Hattâ bir
gün bir meclis-i âlî akid buyurub üstâdân-ı zamânı dâvet ve iltifat ve kendü hüsn-i
hatları ile bir murakka' ol meclise irsâl ve temâşâsına emir buyurdı. Ol meclisde Emir
Efendi ve Râsim Efendi ve Sâhib-i Devha Suyolcu-zâde ve Sultân Mehmed Câmii
İmamı Süleyman Efendi ve Brusalı Mehmed Efendi ve Şekerci-zâde Seyyid Mehmed
Efendi ve Câbî-zâde Abdi Ağa ve Vefâî Abdi Ağa mevcud bulunub mûmâileyh Râsim
Efendi ve Kâzım Efendi ve Necib Efendi murakka'-ı hümâyûn'a sitâyiş-nâmeler didiler.
Ve Seyyid Vehbî ve Nedim târih söylediler. O tarihlerden ikisinin burada tahrîri lâzım
geldi.
Seyyid Vehbî'nin Murakka'-ı Sultânî'ye Söylediği Tarih
Mekârim-pîşe Sultan Ahmed sâhib-i ma'ârif kim Mukārindir ana tevfîk te'yîd-i Hudâ her gâh
Virilmiş zâtına kişver-küşâlıkla hünerverlik Ezelde her kemâle mazhar itmiş Hazret-i Allâh
Hünerde fenn-i hatda kimse tanzîr idemez el-'ân Sarîh pâkinin Hakk edâsın idemez efvâh
Kemâl-i ızhâr idüb bir nev' murakka' eyledi tanzîr Küşâd itdi fünûn-ı resm-i hat içre nice şeh-râh
Elifler serv-i kadd-i mahbûba benzer, "sad"ı ayn-ı hûr Safâ bulsa aceb midir temâşâ eyleyen her gâh
72
Sezâdır tâc-ı dildâra urulsa böyle bir târih
Dilârâ bir murakka' yazdı Sultan Ahmed-i Cem-câh.
1136
Nedîm-İ Şâir'in Murakka'-ı Sultânî'ye Söylediği Târih
Şehin-şâhâ sana bir kabiliyet itdi ihsân-ı Hakk Dilersen var o satırlarla tarh-ı müdde'â eyle
Bu isti'dâd zâtı kim senin vardır nihâdında O kuvvet-i İskenderî ol elifden ibtidâ eyle
Utarid laf ururmuş hüsn-i hatdan âsumân üzre Kalem al deste anın nây-ı gülgün-i bî-nevâ eyle
İdüb azm-i sefer geldi murakka seyrine şimdi Didi çarh ana kim var nûr-ı çeşmin rûşenâ eyle
O vâlâ satırlar kim ser-kalemden eyledin tahrîr Sezâdır her birin âvîze-i tâk-ı semâ eyle
Eğer Şehzâde Sungur sağ olsa idi ana dirdim Bunı seyr eyle de var hâmeni işkeste-pâ eyle
Cihânın şâhısın, hattın da hatlar pâdişâhıdır İdüb arz-ı hüner dâim cihânı pür sadâ eyle
Eğer bir harfine taklîde kādir var ise gelsün Gürûh-ı ehl-i hatta cümle hünkârım salâ eyle
Bu mısrâda Nedîmâ bende ki, hâtif didi târih
Bu nâzik hatt-ı Sultan Ahmed'e bak da duâ eyle.
1136'dır.
Kitâbet eylediği Mesâhif-i Şerîfe'den birini ikrâmen Kocamustafa Hankāhı
şeyhine hediye ve bir Mushaf-ı Şerîf dahi Hâfız Paşa Câmii İmamı Veliyyüddin
Efendi'ye bahş ve atıyye idüb câmi-i mezbûrda dolab-ı kütübe vaz' olunmuşdur.
Hatt-ı hümâyûnları ile iki Mushaf Ravza-i Mutahhara'ya irsâl eyleyüb ekser
cevâmi'-i selâtînde mahalle münasib birer satır celî tenmîk ve Kâtibü's-sır
Tozkondurmaz terbiye ve tezhibiyle âvîze-ta'lîk olunmuşdur. Ez-cümle Ayasofya'da
"Ra'sü'l-hikmeti mehâfetullâh", Üsküdar'da vâlideleri Gülnûş Râbia Sultan Câmii'nde
"El-cennetü tahte agdâmi'l-ümmehât", bâb-ı hümâyûn pîş-gâhında ve Üsküdar
İskelesi'ndeki çeşmelerin tarihlerini yazmışlardır. Hatt-ı ta'lîkde dahi Şeyhülislâm
Veliyyüddin Efendi'den bir mikdar te'allüm ile derece-i kemâle irişmişlerdir. Ve Necib
mahlasıyla Eş'âr ve Tevârih gibi âsârı dahi vardır.
Ahmed İbn-i Pîr Muhammed İbn-i Şükrullah 41: Şeyh Hamdullah'ın hafîd-
zâdesi ve vâlidleri gibi Şükür Halîfe-zâde künyesiyle mükennâdırlar. Hüsn-i hattı
pederinden te'allüm idüb me'zûn oldu. Ceddi Şükrullah suyunda yazdığı Mesâhif-i
73
Şerîfe'den birin Suyolcu-zâde Necib Efendi, Devhası'nda vasf eylemişdir. 989'da vefât
eyledi.
Derviş Ahmed Bin Muhammed 61: Üstâd ve ercümendî Muhammed
Belgradî'den Enderun-ı Hümâyun'da iken sâhib-i icâzet ve sülüs ve nesihde sâhib-i
mahâret olub Nasuh Paşa-zâde Mîr Ömer ve Anber Mustafa Ağa ile dahi müzâkere-i
dekâyık-ı hattıyye eylemiş ve müteaddid Mesâhif-i Şerîfe yazmışdır. Hekim Paşa-zâde
Alipaşa Câmi-i Şerîfi'nde bir cesîm kıt'a Mushaf-ı Şerîf'i ve teşvîk-i hüsn-i hatta dâir
"Arâisü'l-hatt" nâmında bir risâle-i münîfi vardır. Saray-ı Cedîd'de mu'allim-i meşk olub
1027'de vefât eyledi. Dikilitaş yanında Alipaşa Câmii Mezaristanı'nda medfundur.
Seyyid Ahmed Bin Seyyid Mehmed: Uşşak'da Hoca-zâde deyu şöhret-dâde
idi. Emir Efendi merhumdan hüsn-i hat sülüs ve neshi tedârik edib mücâz olmuşdur.
Seyyid Hasanpaşa Medresesi tahtında vâkî celîlerin fakat çeşme tâkını şerîkleri Mimar
Şeyhi Seyyid İsmail Efendi yazıb mâ'adâsı bunlarındır. 1143'de vefât itmişdir.
Ahmed Münir Bahâeddin: Koyun Halîfesi ve Çörekci-zâde deyu ma'rûfdur.
Mestci-zâde'den temeşşuk ile Hoca Râsim'den me'zundur. Eş'âr ve mûsikî vesâyir
fünûnda erbâb olub bu beyt ana mensubdur.
Beyit
İtse aceb mi âşıkına bî-hisâb nâz
Ol şâh-ı hüsne itmedir intisâb nâz.
Vefâtı 1183'dedir.
Ahmed Ârifî Paşa: Diyâr-ı Şark'dan bedîd ve aklâm-ı sitte-i meşhûrede ferîd
ilmü inşâ ve şiirde debîr bir veziri bî-nazîr idi. Vefâtı 1145'dedir.
Kadı Ahmed: Mevlevî Derviş Ali'den mücâzdır. Yirmi aded mikdârı Mushaf-ı
Şerîf ve bir Buhârî ve mesâbih ve meşârik ve kalem-i rikâ' ile bir diğer Mişkât-ı
Mesâbih ve Cifr-i Câmi' vesâyir nüsah-ı cesîme çok yazmışdır. Evâhir-i ömründe
müşâhede-i menâmiyyede "Delâilü'l-hayrât" kitâbetine me'mûr olmuşdur ve bakıyye-i
ömrünü ana sarf eylemişdir. Vefâtı 1141'dedir.
74
Ahmed Hıfzı 99: Cezîre-i Mora'dandır. Hasırcılar İmamı'ndan te'allüm idüb
Hoca Râsim'den me'zûndur. Üstâdına taklidde takarrub-ı tâmları var idi. Râsim'in
irtihâline karîb ta'lîm-i talebede i'ânetleri şerefine dahi mazhar olmuşdur. Vefâtı bin yüz
seksen bir'de ve üstâdı yanında medfundur.
Ahmed: Hâce-i İshak, Menteşe yâhud Güzelhisarî olub diyâr-ı Acem'de
seyahat ve tahsil-i ma'rifetle evâil hâlinde Acem Ahmed Efendi denildi. Sülüs ve neshi
Nefes-zâde İsmail Efendi'diden temeşşuk ve bilhâssa ta'lîk ve tevki' ve siyâkat gibi
aklâmın cümlesinde tefevvuk idüb bu takrible Köprülü-zâde Fâzıl Ahmed Paşa
dâiresine intisab ve meşhur İshak Efendi anı hoca ittihâz eylemekle İshak Hocası
lakabıyla kâm-yâb olmuşdur. Âsârı çok ve başlıcası Mukaddemetü'l-edeb tercemesi
Aksa'l-ereb'dir. 1120'de vefât eyledi. Brusa'da Sâr-bân Şeyh Mehmed Makberesi'nde
sâhib-i târih Çelebî-zâde Aziz Efendi yanında medfundur.
Ahmed Feridun: Sülüs ve nesih ve dîvânî ve rikā' ve siyâkat vesâyir aklâmı
Koca Nişancı Celâl-zâde Mustafa Efendi'den te'allüm etmiş ve iki kerre nişancı
olmuşdur. Sultan Murad Hân-ı Sâlis'in cülûsuna Şemşîr-i İslâm Târihi bunundur. Ebû
Eyyûb-i Ensârî Câmi-i Şerîfi verâsında türbe-i mahsûsu olub türbesi ittisâlinde vâki
mezaristan kapusu hâricinde celî hatla "Âmentü billâhi ve melâiketihî ve kütübihî ve
rusülihî ve'l-yevmi'l-âhiri" ve dâhilinde bir beyt-i Fârisî hatt-ı ta'lîkle ikisi dahi Hasan
Üsküdârî'nindir. Vefâtı 990'dadır. Bâkî ahvâli Zeyl-i Atâî'ye havâle olunur.
Ahmed Kurşuncu-Zâde: Eyyûbî'dir. Suyolcu-zâde'nin şâkirdi ve me'zûnudur.
Eyyub Câmi-i Şerîfi'nde cânib-i mihrabda rahle-i zîb-i tekrîm olan kebîr kıt'a ve üçer
satır sülüs ve mâ'adâ nesihle imlâ olunmuş Mushaf-ı Şerîf'in nısf mikdârı üstâdının ve
bakıyye, üstâdının fevti sebebiyle bunundur. Mezanne-i kirâmdan olub esnâ-yı rihletde
bazı garâibi Devha-i Necîbâ'da imlâ olunmuşdur. Vefâtı 1120'dedir.
Ahmed Muharrem 54: Hâfız Ahmed demekle zebânzeddir. Hâfız Halil
Efendi'den telemmüz idüb hutût gûnâ-gûn husûsen kalem-i nesihde Muharrem Hattat
deyu benâm oldu. Hıfz-ı Kelâm-ı Kadîm'i tahsil ve ismini tebdil idüb Hâfız Ahmed
oldu. Mesâhif-i adîde yazub bin yüz otuz beş'de vefât eylemişdir. Kasımpaşa'da Seyyid
Osman Efendi Hankāhı mukâbilinde vâki çemenlikde medfundur.
75
Ahmed: Seng lakabıyla meşhur idi. Her kalemde kemâli müsellem olub
bilhâssa hatt-ı dîvânîde ve hurde-şikest vesâyir me'ârifde ve şiir ve inşâda bâlâ-pervâz
idi. Bin yüz otuz beş'de vefât eyledi.
Seyyid İsmail: Seyyid Abdullah'dan te'allümle mücâz olmuşdur. Ördekkasab
Câmii atebe-i ulyâsında bir besmele ve Sadrıâzam Seyyid Hasanpaşa Mektebi'ne
muallim-i meşk olması sebebiyle mekteb-i mezbûrun ittisâlindeki çeşmenin bâlâsında
vâki hat ve Kapudan İbrahimpaşa Câmii Mezaristanı'nda pencereler bâlâsında olan celî
hatlar bunundur. Bin yüz doksan üç'de vefât eylemişdir. Mevlevîhânebeyi Kapusu
dâhilinde Mimar Acem nâm zâtın zâviyesinde medfundur.
İsmail Bin Ahmed: Pederi Yesârî Efendi'dir. Sülüs ve neshi Haffaf-zâde
Hüseyin Efendi'den temeşşuk ile bin yüz otuz dokuzda icâzet almışdır. İşbu kıt'a anın
şânında söylenmişdir.
Kıt'a
Cenâb-ı Şeyhi gördüm düşde, nakl itdim safâlandım Yesârî-zâde'ye lütfunu fenn-i hatda Bârî'nin
Kemâl-i hoş-hattân dehri bir bir itdim istifsâr Yemin itdi ki şimdi misli yok İbn-i Yesârî'nin.
Hac iderken Cebel-i Tûr'da vefât etmişdir.
İsmail Zühdî 75: Haffaf iken Seyyid Abdullah'dan te'allüm ve Suyolcu-zâde
ve Hoca Râsim ve Derviş Ali'den dahi telemmüz idüb meleke-i taklidi bir mertebeye
irişdi ki eğer mu'ammer olsa "Âyetün min âyâtillâh" olurdu. Bin yüz kırk dört'de
İstanbul kapularının berisinde bu târih-i tâmir anın hattıdır.
Beyit
Asr-ı Sultan Ahmed ve'l-ecnâb Husn-ı İstanbul'u âbâd eyledi.
Üsküdar'da menâzil-i mesâkin kurbunda medfundur. Seng-i mezarını, halîfesi Kâtib-zâde yazmışdır.
Çelebi-zâde'nin Zühdî Efendi rıhletine söylediği târih şâyân-ı tahrîrdir.
Târih-i Rihlet-i Zühdî Efendi
Dirîğâ fenn-i hattın şeyhi Zühdî gitdi dünyâdan Ki anın şîvesine olmamışdır bir kişi vâsıl
Muhakkak sülüs ve neshin bâm çerha eyledi ta'lîk Eğer resm-i hurûf oldıysa ol çerhden nâzil
76
Düşüb kürsiyy-i sıhhatden nizâm-ı satr-ı âzâsı Anın ıslâh-ı harf illeti çün oldı çok müşkil
Siyeh câme giyüb hâme devât oldı dühn-i beste Perîşân oldı evrâkı budur efkâr-ı ehl-i dil
Nehâfetle olub mânende-i nâl-i kalem-i cismi Miyân-ı hâb-nâgân-ı kubûra olıcak vâsıl.
Bu târihi Utarid yazdı tâ ki safha-i çerha
Ola Hattat İsmail Zühdî'ye cinân menzil.
Vefâtı 1144'dedir.
İsmail İbn-i Ali: Ağakapusu muallimi olmağla Ağakapulu deyu benâm ve
Derviş Ali'den icâzetle bekâm oldu. Sinni seksene vâsıl oldukda za'f-ı pîri destine ra'şe-
endâz olub Ebu'l-feth Sultan Mehmed Hân Câmii civârında Müfti Seyyid Feyzullah
Efendi'nin medrese ve kitabhâne târihleri, pîrâne-ser bunların âsârı ve Hâfız Osman
seng-i mezarı hattı dahi bunların yâdigârıdır ki sekiz sene mürûrunda kendileri dahi
âzim-i dâr-ı bekâ oldukda isimlerini tebdil ile kendüsünün mezarına dahi resm olundu.
Meşhurdur ki hattat-ı merkûm Hüseyinpaşa Dâru'l-hadîsi'nin taşra kapusu
tarîhini tastîre me'mûr ve İsm-i Celâl'i dahi yazmış iken Şâhin Mehmed Ağa nâm gelüb
târihi yazmağa biz me'mûruz deyu bunları bozub dağıtdı. Amma endek zamanda Şâhin,
ecel pençesiyle pâre pâre oldu. Bin yüz on sekiz'de vefât itdi. Tersâne-i Âmire arkasında
Darıderesi denilen mezaristanda medfundur.
Mîr İsmail Bin Ali: İbrahim Han-zâde şöhretiyle meşhurdur. Sâhib-i terceme,
esâtize-i kirâmdan Hoca Râsim Efendi ile mülâkāt ve sülüs ve nesihde tahsil-i kemâlât
edib Kâtib-zâde'den dahi nesta'like heves ve endek zamanda dest-res olmağla mîrâna
hüsn-i hatla bu şiirin mâ sadakı vâki olmuşdur.
Beyit
Yâ bedru temme nûruhû bâhirun Menzilühû fi'l-kalbi ve't-tarafi
Sudğake harfe'n-nûni fî meşkihî Men ya'büdü'llâhe alâ harfin.
Bâhir mahlasıyla bazı âsâr-ı bâhireleri vardır. Bin yüz altmış dörtde vefât
etmişdir. Ebû Eyyûb-i Ensârî civârında ecdâdı türbesinde medfundur.
Seyyid İsmail Şeref İbn-i Seyyid Ali: Ruscuklu olub Emir ve Rasim
Efendi'den sülüs ve neshi temeşşuk ve dîvânî ve celîye ta'aşşuk edib ednâ sa'yile anlarda
77
dahi müşârun bi'l-benân oldu. Elhak, hattı güzîde ve vâdîsi pesendîde ve nâdîde idi. Bin
yüz altmış dokuz'da vefât eyledi.
İsmail İbn-i İbrahim: Bosnavî'dir. Enderûn-ı Hümâyûn'da Ressam Ömer
Efendi'den mücâz olmuşdur. Bâbussaâde ağaları ve muhâsebesi hizmetiyle çerağ
olduğundan ketebesinde "İsmail Muhâsib" yazardı. Sultan Ahmed Hân-ı Sâlis emriyle
bir Mushaf-ı Şerîf yazıb mevrid-i inâyet olmuşdur. Kıta'ât ve murakka'âtı çokdur. Vefâtı
1161'dedir.
İsmail Bin Yûsuf: Anadolu Hisarı kurbunda Kanlıcaklı nâm sâhilde sâkin idi.
Birader-i mihteri Mustafa Hattat ile Tokâdî İmam Mehmed Efendi'den mücâzdırlar.
Ta'likde dahi kemâli var idi. Sarıyar(Sarıyer)'da vâki çeşme tarihi bunun yazısıdır.
Mehmed Hân-ı Râbi' eyyâmında rihlet eyledi ve karye-i mezbûre mezaristanında defn
olundu.
İsmail İbn-i Himmet: Trabzonî'dir. İbtidâ Emir Efendi'den sülüs ve neshi
temeşşuk etdi ise de li-'ılletin anı terk ve Zühdi İsmail Ağa'dan tahsil-i hatla me'zun
olduğu meclise Emir Efendi'yi dahi davet edib Emir Efendi anı gördükde "Bu tâlib
hurûf ve terâkibi bi'l-cümle benden görüb beş-altı sene buna tâlim etmişim, henüz terk
edeli iki ay olmadı" deyu hâzırîne nakil eyledikde vâkı'â böyle olduğu meydana çıkar.
Ehl-i meclis özr-i hâhâne Emir Efendi'ye iltimas eylemeleri üzerine Emir Efendi "Eğer
sılasına âid ve anda iskânı muâhid olur ise afvederim" buyurdu. Vâkı'â bunun üzerine
merkûm beldesine râhî ve orada ömrü mütenâhî oldu. Bin yüz yetmiş üç senesinde vefât
eyledi.
Seyyid İsmail 63: Seyyid İbrahim Nefes-zâde akrabasından ve Hâlid-i
Erzurumî şâkirdânındandır. Vâdî-i şeyhânede yegâne ve Hâfız-ı Osman Efendi'ye
ba'de'l-izn üstâd-ı sânî olub tavr-ı Şeyh'e takarrubu bunlardan ahz eylemişdir. Azm-ı
şikemi olmaya idi âsârı Şeyh Hamdullah'ın âsârından temyîz olunamazdı. Bin doksan'da
vefât eylemişdir.
İlyas İbn-i İbrahim: Sînâbî'dir. Hüsn-i hatt-ı sülüs ve nesih ve hâssa-i hüsn-i
hat ile ta'lîk-i kitâbetde sür'at-i kalemi olub bir günde bir nüsha Kudûrî kitâbet eylediği
Târîh-i Temîmî'de mazbutdur. Sultâniyye-i Brusa müderrisi iken vefât eylemişdir.
78
Nazm
Kalem bî-menn-i yemînet çi germ rû morğîst Ki hat berûm bord dembedem zi-hindubâr
Ber-âyed ez zulümât-ı devât her sâ'at Çonânçi mîreved âb-ı hayâteş ez minkār
Fudalâ-yı ümmetden ve sulahâ-yı milletden olub Fıkh-ı Ekber'i şerh ve
Sâdeddin Taftazânî'nin Makāsıdı'nı ve Seyyid Şerif Şerh-i Şemsiyyesi'ni dahi tahşiye
edib anı bir gecede tesvid eylediği Şekāyik'de mezkûrdur. Sekiz yüz elli beş'de vefât
eyledi. Karagümrüğü kurbunda Kâsımağa Mescidi'nin imamı ve Hasodaçarşısı
Camii'nin hatîbi idi.
Emrullah İbn-i Muhammed: Abdullah Kırımî'den tahsil-i dekāik tekmîl-i
hakāik eylemişdir. Mesâhif kitâbetiyle meşgul iken "Etâ emrullâhi festa'cilûh" emri
gelib "Ve kâne emrullâhi gaderan magdûrâ" târihi hudûdunda vefât eyledi.
Sultan Bayezid-i Velî: Amasya'da mir-livâ bulunduğu hâlde Mevlâna
Hamdullah'dan te'allüm ile üstâdı vâdîsine takarrub etmişdir. Selâtîn-i Âl-i Osman'da
bunlardan mâ'adâ hacc-ı şerîfi asâleten edâ eden yokdur. "Adlî" mahlasıyla eş'ârı vardır.
Bu şiir anlarındır.
Beyit
Ey süvâr-ı esb-i nâz olan rikâb-ı câna bas Hüsn meydânı senindir ayağın merdâne bas.
Bu beyit-i Fârisî dahi anlarındır ki Hasan Çelebi altı aded nazîre dahi yazar.
Beyit
Her dûd ki peydâ şeved ez sîne-i çâkem Ebri şeved ve girye koned ber ser-i hâkem.
BEHRAM: Âzâd-kerde-i Davud Paşa olmağla Gulâm-ı Davud Paşa deyu
ketebe eder idi. Kıbletü'l-küttâb me'zûnlarından ve Dergâh-ı Âlî kâtiblerindendir. 693'de
itmâm eylediği Mushaf, Süleymaniye Câmii'nde mevkufdur. Davud Paşa'nın câmii
şerîfi tarihi kapusu üzerine Şeyh merhumun tahririne bu sebeb olmuşdur.
Taceddin: Buhârî'dir. Sultan Selim-i Evvel asrında İstanbul'a gelüb Bevvâbâne
ve Yâkûtâne hatta mâlik ve bilhâssa dîvânînin sebeb-i iştihârıdır.
79
Cafer Bin Tacbey-Zâde: Amâsî'dir. Şeyh Hamdullah'dan te'allüm edib tevkî'î-
i Dîvân-ı Âlişân olmuşdur. Karındaşı Sa'di Efendi ile beraber eş'ar-ı vakitleri şuarâyı
idiler. Heves-nâme Manzûmesi meşhurdur. Şuarâdan biri bir kasîdede anları vasf edib
bu kaç beyit ol kasîdedendir.
Nazım
Virüb kemâl-i şeref şîve-i Hudâ dâra Utarid-i felek-cûd Tâcbey-zâde
Leâli-i hatt-ı Yâkût kıymetîsi anın Ne deyme kânda bulundu ne deyme deryâda
Odur o Sayrafî cevher-i hizâne-i hat Odur o zer-ger-i kâmil bu fenn-i zîbâde
Sevâd-ı Rûm'a iki Tâc-zâde virdi şeref Birisi hüsn-i hat ve biri şi'r ü inşâda
Eğerçi bûde değil hâli ol fazîletden Garaz ikisini temyizdir bu esnâda
Disem evvelâ ana nola küttâb-ı seb'adan efzûn Adedde heft berâber olur mu heftâde
Sezâdır ol kâvile tuğra-nüvîs-i sultânî Çü yok anın gibi kânun-şinâs dünyada
Elinde hâmesi ney-şekker-i fazîletdir
Şeker-fişânlık ider dehre mısr-ı ma'nâda.
Birâderi Sâdi dahi şi'r ü inşâ ve fazl ü imlâda birâderine sânî olabilirdi. Lâkin
şöhreti fazla olub birâderinden iki sene sonra vefât eylemişdir. Sa'di, mezbûr Seyyid
Şerif'in Şerh-i Miftâhı'na ve Sadr'ın Şerh-i Vikāyesi'nden Bâbü'ş-şehîde dek hâşiye
yazıb Nesefiyye'yi nazm eylemişdir.
Hülâsâ bir madde zımnında sâhib-i terceme Cafer Bey, tu'me-i şemşîr-i kahr-ı
kahramânî olub bilâ gusül defn olundu. Târih-i şehâdeti 920'dir. İki birâder Sultan Selim
Camii kurbunda Nişancı Mescidi pîş-gâhında medfundurlar ki oraya Eskinişancı denir.
Beyit
Biz şehîd-i râh-ı aşk oldukda râh-ı yârda Yumadın defn eyleyin, tenden gubârı gitmesün.
Hâmid Ensercî: Râsim Efendi'nin iyi şâkirdânındandır. Vefâtı 1101'dedir. Bu
gazel ana mensubdur.
Gazel
Hatt-ı şeb-gûnu gelürse rahne-i dildârın Sünbülün seyr ideriz bu sene biz gülzârın
80
Doğrusı ey dil-i şeydâ eğer incinsene dahî Çekemem çile-i hicrin o perî-i ruhsârın
Likneti olsa da hânde civanın ne güzel Çi çi bülbül olur nağmeleri tekrârın
Çünki dil-şîfte-i hüsnîsin ol mehrûyun Hâmidâ olsa perîşân ne aceb güftârın.
Hüsâmeddîn-i Zerrîn-i Kalem 35: Şükür Halîfe-zâde'den yazıb ekseriyâ
kelimât-ı Murtazaviyye ve murakka'ât ve kıta'ât kitâbetine râgıb ve kendi vedâyisinde
yegâne olub neshi sülüse gâlib idi. Vefâtı elf-i kâmil sularında olmalıdır.
Hasan İbn-i Ahmed 39: Çerkes ve Ahmed Karahisârî'nin bende-i derm-i
harîdesi ve ba'de'l-'itk veled-i mânevîsidir. Süleymaniye Câmii'nin Harem Kapusu
yesârında ruhâm üzre Hasan bin Karahisârî deyu ketebelerini vaz' eylediği esnâda üstâdı
henüz hayatda idi.
El-kıssa, Câmi-i Süleymâniyye'nin bir kavilde yalnız mihrab âyet-i kerîmesi ve
bir rivâyetde yalnız kubbesi tâkında olan hatt-ı müsennâ üstâdının ve bâkîsi anındır.
Bazılar zu'munda dahi Karahisârî merhum hayatda iken şâkirdine câmi-i şerîfin
hutût-ı resmi emr olunduğuna infi'âl ve tekeddür edib mezbûr Hasan dahi câmi-i
mezbûrun bi'l-cümle celîlerini itmâm edib tabhâne derûnunda "Ve yut'ımûne't-ta'âme"
âyet-i kerîmesi kaldıkda kemâl-i siklet hizmetinden çeşm-i remet-nâk olub bi'z-zarûre ol
âyeti hocası tekmil eylemişdir. Vâkı'â cümleden ziyâde ol kitâbede icra-yı mahâret
ziyâdedir. El-'uhdetü ale'r-râvî.
Edirne'de Sultan Selîm-i Halîm'in binâ-kerdesi olan câmi-i şerîfin dahi bi'l-
cümle hutûtu merkûm Hasan Çelebi'nindir. Bir iki sene ba'de'l-elf vefât eyledi. Üstâdı
yanında medfundur.
Mevlâna Hasan Üsküdârî 42: Şeyh Hamdullah caddesinden ser-i mû inhirâf
etmeyib üçüncü derecede hoş- nüvîsândandır. Üsküdar'da Eski Vâlide Câmii'nin celîleri
anındır. 1023'de vefât eyledi. Karacaahmed mukābilinde vâki seddin köşesinde
medfundur. Târih-i seng-i mezarındaki üç beyit Brusalı Hâşimî merhumun olub
şâkirdânından Hâlid Efendi yazmış.
Seyyid Hasan Hâşimî 57: Halebî bir çelebi olub İstanbul'da üstâd-ı zaman
Ramazan Efendi'den hüsn-i hatt-ı sülüs ve neshi ber kemâl-i icâzet-yâb oldu.
81
Beyit
Mûcib-i san'at tashîf değil zâtında Çelebi meşreb olur ekser ebnâ-yı Haleb.
El-hâsıl hattat, âlim ve fâzıl-ı müsellem idi. Nice Mesâhif-i Şerîfe kitâbetine
muvaffak olmuşdur. 1098'de vefât etdi. Şahsultan Tekyesi mukābilinde Miftâhî-zâde
kurbunda medfundur. Mahdumları Seyyid Abdullah ve hafîdleri Seyyid Abdülhalim
dahi mezkûrdur.
Hasan Bin Abdüssamed: Samsunî'dir. Pederi diyâr-ı Acem'den gelmişdir.
Sülüs ve neshi Ali bin Yahyâ'dan yazdı ve İstanbul kadısı oldu. Sultan Mehmed Han anı
üstad ittihâz eyledikde bir Sıhah-ı Cevher'i pâdişâha yazdı ki mânendi görülmemişdir.
Mukaddemât-ı Erba'-ı Tecrîd'e hâşiyesi ve Seyyid Şerîf'in Muhtasar-ı Hâşiyesi'ne
ta'lîkātı vardır. 891'de vefât edib Ebû Eyyûb-ı Ensârî civârında medfundur.
Hüseyin Bin Ahmed: Edirne'de Haffaf-zâde demekle ma'rûfdur. Hemşehrisi
Çelebi İmam Hacı Mustafa Hâfız'dan sülüs ve neshi te'allüm ve istikmal-i dekāyik ve
mûsikî vesâyir ma'ârif eyledi. 1154'de vefât etdi. Yirmi üç Mushaf-ı Şerîf ve sad aded
Delâil ve otuz kadar En'âm ve iki hizb-i a'zam ve kıta'ât ve murakka'ât kitâbetine
muvaffak olmuşdur.
Hüseyin Hablî 74: İpci ve Anadolu'da Akçakavak'dandır. Ketebe Hüseyin el-
Hablî deyu hutûtunu rakam eder ve elsine-i nâsda ipci deyu meşhurdur. Derviş Ali'den
mücâz olub üstâdına dâmad ve kâtib-i saray-ı sultânî ve Ayasofya Mektebi'nde
muallim-i hat olub müte'addid mushaflar yazmışdır. 1152'de vefât eyledi. Üsküdar'da
üstadları Derviş Ali Efendi ve şerikleri Zühdi İsmail Ağa kabri yanında medfundur.
Hüseyin Şah: Lakabı Hüsameddin'dir. Şeyh Hamdullah'ın e'azz-i
şâkirdânından olub Mustafa Dede merhum ile ma'an perveriş-yâfte olmuşdur. Elf-i
kâmile karib muammer imiş.
Bu dahi şeş kalemde bî-nazîr olub sâde nesih yazmada Şeyh-i merhum ile
kendisi beynini teşhîs ve temyizde nice kişi yanılmışdır. Bazıları demişlerdir ki Şeyh-i
merhum anın hattına kendi ketebesin koyub istihsan etmişdir. Bazıları dahi derler ki
Hüsameddin birkaç kıt'a yazıb Şeyh-ı merhûmu tağlit için pîş tahtası altına koydukda
82
Şeyh bilâ-teemmül anlara kendi ketebesini vaz' ve sonra vâkıf oldukda Hüsameddin'e
tevbîh etmişdir.
Hüseyin Can: Brusalı ve Nefes-zâde İsmail Efendi'den mücâzdır. Elvân-ı
kağıda gûnâ-gûn mürekkeble kitâbete nâil olub üç hokkalı bir devât etrafında kendü
güftârından olan bu ebyât mersûm idi.
Beyit
Üç hokka devâtda ne var dirse o şâhım Hûn-ı ciğerim, dûd-ı dilim, baht-ı siyâhım.
Bu kıt'a dahi o mânâdadır.
Üç hokka devâtında didi yâr ne vardır Didim ana ey Hüsrev ü Şîrîn-i şeker-leb
Zülf-i siyehin la'l-i lebin çeşm-i kebûdun Evsâfını tahrîr içün üç dürlü mürekkeb.
1107'de vefât etmişdir.
Hamza Vâsıf: Vânî'dir. Hatt-ı divanîde Hamza Sahib-kıran ve Hamza-i div-
dest denir idi.
Hamza Bin Mustafa Dede: Hüsn-i hatt-ı şeyhâneyi mevrûs-ı pederâne
olmağla pederinden telemmüz ve birâderi Pîr Mehmed'in rütbe-i kemâline garîb
yazmışdır. Bunun dahi birâderi gibi Süleymaniye Câmii'nde bir Mushaf-ı Şerîf'i
mevkûfdur. Birâderinden sonra rihlet ve peder-i dâiresinde defîn-i türbet oldu.
Halime Bint-i Muhammed Sâdık: 1167'de kable'l-büluğ Seyyid Mehmed
Hilmi'den icâzet-yâb olmuşdur. Bir kıt'ası iznine üstad-ı kâmil Hoca Râsim'in tertib
buyurduğu icâzet-i belîğâne şâyân-ı istinsah olmağla bu mahalde îrad olundu.
Nemmegat nahletün ve atıyyetün min kerîmin mübînin ve saddegat bi-kelimâti
Rabbihâ ve kânet mine'l-gânitîne zehrâü zemânühâ ve humeyrâü evânühâ zâtesnetey
aşrate senetin tilke'l-kıt'atü'l-melîhatü semmiyyetü's-Sa'diyyetü a'nî Halîmete ibneti men
enbetehullâhü nebâten hasenen fetegabbelehâ Rabbühâ ve zeyyenehû bihâ sirran ve
alenen. Felâ ğarra veli'n-nisveti'l-lâtî gata'ne aglâmehünne ve ketebne ve li'n-nisâi
nasîbün mimmektesebne. Ğattâhe's-settâru bi-celâbîbi'l-gânitâti'l-'âbidâti's-sâbihâti fe-
ütliyet bi'l-'aşiyyi ve'l-ibkâri fi'l-kitâbi'l-ekremi iz yülgûne aglâmehüm eyyühüm yekfülü
Meryeme.
83
Garrarahû ve harrarahü'l-'abdü'l-esemi kâtibü's-sarâyi'l-hâssati Mehmed Râsim
ufiye'l-afüvvü anhü bi-habîbihî Ebi'l-Kâsımi fi's-seneti't-tâsi'ati ve's-sittîne ba'de'l-mieti
ve'l-elfi min hicreti men aleyhi ve alâ âlihi's-salavâtü ve's-selâmü elfen ba'de elfin.
Hâlid Erzurumî 43: Hasan Çelebi'den ba'de'l-izn Derviş Ali merhum gibi âlî -
ka'b-ı üstâda üstad olmuşdur. Aklâm gûnâgûnda âsârı nümûdârdır. 1040 târihinde dâr-ı
hulûda âzim olmuşdur.
Halil Bin Mehmed 97: Reis-i müneccimîn ve Hoca Râsim'den me'zun idi.
Vefâtı 1159'dadır.
Hâfız Halil 53: Halebî'dir. İstanbul'a gelib hemşehrisi Seyyid Hasan Hâşimî
vâsıtasıyla Ramazan Efendi'den hüsn-i hatt-ı sülüs ve nesihde temeşşuk edib me'zûn
olmuşdur. Sülüsden ziyâde neshe rağbet ve riâyet edib ahyânen kavse-i decâce ile
kitâbet eylediği meşhur ise de Sâhib-i Devha inkar eder.
Suyolcu-zâde Mustafa Efendi dahi eski ve kötekli üstadlardan olmağla Hâfız
Ali ziyâretine vardıkda te'dîb-i çöb buyurduğu derece-i darbdadır. Târih-i vefâtı
1119'dadır. Kasımpaşa'da Kulaksız denilen mahalde vâki câmi mukābilinde medfundur.
Hayreddin Maraşî 33: Ma'rûfdur. Şeyh Hamdullah evâil-i hallerinde bundan
ve bu dahi Sayrafî'den yazmışdır. Vefâtı 876'dadır.
Receb 38: Mevlidi Kal'a-i Revan'dadır. Elli yaşından sonra sülüs ve neshi Şeyh
Hamdullah Efendi'den tahsil ve Galatasarayı'na muallim olmuşdur. Galatasarayı'na
gidib gelirken esnâ-yı tarîkde nadc-ı tam peydâ etsin deyu ufak ufak mürekkeb
kumkumalarını sâkına bağlayıb yürür idi. Galîz-ı peyker, mühîb-i heykel bir meşşâ'-i
kadem ve meşşâk-ı kalem idi. 958'de vefât etdi.
Ramazan Efendi 51: Hüsn-i hatt-ı sülüs ve neshi Abdullah bin Cezzar'dan
temeşşuk edib resîde-i icâzet oldukda bi'l-külliyye nesih tarafına meyelan ve kitâbet-i
Kur'ân-ı Azîmü'ş-şân'a sarf-ı evân eyledi. Yevmiyye-i mu'ayyeneleri tamam olmadıkca
züvvârdan dahi gelen hâricde tevkif olunur idi. Kibâr-ı ricâl-i ziyâretlerin teberrük-i fâl
eylemekle ekseriya saâdethâneleri âyende ve revendeye muhitt-i ricâl olur idi. Bu
84
vechile dört yüz aded Mushaf-ı Şerîf kitâbeti meşhurdur. 1091'de vefât eyledi. Yılan
Câmii imamı idi. Mevlevihâne Yenikapusu hâricinde tarf-ı yesârda medfundur.
Sultan Süleyman Han: Sânî. Sülüs ve neshi Tokâdî Ahmed Efendi'den yazıb
letâfet-i hatlarına söz yokdur.
Mîr Süleyman Arif: Külliyyât ve cüziyyât-ı şiir ve inşâ ve fenn-i tecsîm ve
tezhibde dekāyıka vâsıl ve sülüs ve nesih ve ta'lîk vesâyir aklâmda kâmil-i ber-vücud
idi. Hilye-i Hâkāni'ye nazîresi ve Regâibiyyesi ve müretteb dîvânı vardır. 1183'de vefât
etdi.
Bu beyit anın bir gazelinin makta'ıdır.
Beyit
Ârif pür-yûşan ma'ânî benimledir Mûrane mülk-i nazma Süleyman değilmiyem
Süleyman Izzî: Hoca Rasim'den mücâz ve şi'r ü inşâda mümtâzdır. Bu gazel
anındır.
Merd olan kâmil-i vücûda hoş hünerdir hüsn-i hat
Ma'rifet zîbâdır amma zîb ü ferdir hüsn-i hat
Nicenin âsâr-ı mevzûunda yok hergiz sebât
Dehr-i fânîde aceb bâkî eserdir hüsn-i hat
Zevk-yâb olmak mukarrer dest-res olsa kişi
Şâha-i gülün safâda bir semeredir hüsn-i hat
Dilgüşâ-yı nazara-i dîdârına tâlib hezâr
Kıt'a-i bağ-ı cinânda verd-i terdir hüsn-i hat
Böyle müstesnâ gazel yazılmaz illâ Izziyâ
Her kimin indinde gâyet mu'teberdir hüsn-i hat
Hâcegân-ı divanî tarîkına sülûk edib silahdar kâtibi ve teşrîfâtî dahi oldu.
Vefâtı 1166'dadır.
85
SÜLEYMAN NAHÎFÎ: Sülüs ve nesihte Hâfız Osman merhumdan icâzet-yâb
ve kalem-i ta'lîkde kâm-yâb idi.
Beyit
Nahîfî bir zamân-ı mısr u safâhân idi meşhûdun Diyâr-ı Beç'de bilmem şimdi gurbetle nedir hâlin
Meâli üzerine diyâr-ı İran ve cânib-i Engürüs'e sefîrân ile me'mûriyet ve bu
tarîkla seyr ü seyâhat edib terceme-i Mesnevî-i Şerif manzûmen ve Risâle-i Hazariyye
vesâir âsârı ve dîvân-ı eş'ârı vardır. Sinni doksanı mütecâviz iken 1151'de vefât eyledi.
Süleyman Müstakım-Zâde: İşbu risâlede hattâtîn-i Osmaniyye'nin büyük
me'hazi olan Tuhfetü'l-hattâtîn nâm kitab ile Silsiletü'l-hattâtîn nâm risâlenin
müellifidir. Mûmâileyh esâtîz-i müte'addideden ulûm-ı müte'addide ta'lîm ve tahsil edib
fâik-i akrân ve vahîd-i zamân olduğu gibi cins-i hatta gelince sülüs ve neshi Hoca
Rasim üstaddan ve ta'lîki Efendi-zâde Kâtib-zâde ve Dede-zâde Seyyid Mehmed'den
temeşşuk edib münselek-i silk-i hattâtîn olmuşdur.
Tuhfe-i Hattâtîn, Silsile-i Hattâtîn, Terceme-i Mektûbât-ı Hâcegân,
Mecelletü'n-nisâb, Devha-i Meşâyıh-i İslâm, Şerh-i Kasîde-i Mudariyye, Şerh-i Vird-i
Seyyid Yahya, Terceme-i Lügat-ı Kânûnü'l-edeb, Şerh-i Dîvân-ı Hızır ve Murtazâ ve
bunlar emsâli kırkdan ziyâde âsâr-ı yâdigâr bırakmışdır. Târih-i vefâtı 1203, Zeyrek'de
Devirhan Mahallesi'nde şeyhi olan Tokâdî Emin Efendi'nin ayağı ucunda medfundur.
Süleyman Râci İbn-İ Yusuf: Hoca Rasim'in birâder-i mihteri ve hem-meşki
olub hoş-âyende hatla nice Mesâhif-i Şerîfe yazmışdır. Latîfe-gû, handerû, derviş-i
nihâd, pâk-i'tikâd ve şâir-i mazmun-şinâs idi. 1168'de vefât etdi. Kırımî Çeşme-sârı
mukābilinde pederi makberesinde medfundur.
Süleyman 56: Damad-zâde demekle ma'rufdur. Sultan Mehmed Han
Câmii'nde imam idi. Tozkoparan-zâde Hâfız Mehmed Efendi'den mücâz ve hüsn-i hatla
birçok Mesâhif kitâbetinde mümtâz olmuşdur. Târih-i vefâtı 1156'dır. Mu'ammerînden
olub Edirnekapusu hâricinde medfundur.
Süleyman Âhenîn-i Kalem: Anadolu'dandır. Suyolcu-zâde dâiresinde kesb-i
kemâl-i hüsn-i hat edib sülüs ve nesihde sâhib-i icâzetdir. Kalem-i hadîd ile hüsn-i
86
tenmîkda ferîd ve bî-nazîr ve âsâr-ı kalemiyyesi kesîrdir. Taklidi mümteni' bir kâtib-i
polad-dest idi. Vefâtı 1132'dedir.
Seyyid Şeref: Ruscuklu olub envâ'-ı hutûtu Emir Efendi ile Hoca Rasim'den
ta'lim edib mücâzdır. Hatt-ı divanî ile celîyi gâyet nefis yazmışdır. Vefâtı 1189'dadır.
Seyfullah Feyzî: Sülüs ve neshi ibtidâ Karakız'dan ve sonra Hâfız Osman'dan
te'allümle keskin bir hattat ve hadîka-i hâssada muallim-i talebe-i meşk ve müderris
iken 1148'de vefât etdi.
Şükrullah Halîfe 40: Amasî ve Şeyh Hamdullah'ın dâmâdıdır. Dâimâ
hizmetinde bulunur hattâ vakt-i iktizâda ta'âm bile pişirir imiş. Şükrullah Halîfe
mukaddemâ şeyh-i merhûmun çobanı ve hizmetkârı olub hizmetinden hoşnud olması
cihetinden ana ta'lîm-i hat edib bir üstâd-ı kâmil ve ilmi ile âmil kimesne andan zuhûr
eyledi. Vâkı'â hutût-ı şeyhânede muallim ve kuvvet-dest-i melekede müsellem olub
Mesâhif-i Şerîfe vesâir âsârı bî-şumârdır. 950'de vefât eyledi. Üstâdı dâiresinde
medfundur.
Abdulbâki İbn-i Ahmed: Hüsn-i hatt-ı sülüs ve neshi Hoca Rasim Efendi'den
iktibas edib izn-i vaz'-ı lafz-ı ketebe ile âlî mertebe olmuşdur. Sülehâ-yı ümmetden bir
şâir-i sühanverdir. İcâzetine bazılar bu târihi söylemişler.
Sad bârekallah oldı müyesser Zeynü'l-me'ârif bir hayır meslek
Kim zât-ı Abdülbâkî Efendi Evsâfı olmaz gencîde-i sakk
Şeyh-i zemâne Rasim Efendi Her meşki ta'lim itdi yegâ-yek
Elif'i müşâbih bir serv-i kadde Sâyir hurûfu uşşâkı bî-şek
Terkibi câmi' ba'zı hurûfu Kürsiyy-i şeyhe benzerse gerçek
Meydân-ı satra cezmi hedefdir Şın oldı kavsi her meddi nâ-vek
Tavr-ı tarîka tâ'sı mutâbık Şeyhâne hâ'sı ayniyle aynek
Nûn'u devât-ı sîmîn-i üstad Mikrâz lâ'sı inkâra gezlik
Her nokta-i hâl nev-hatta benzer Sâde güzeldir oldukda münfek
Pes hatt-ı ömrü bulsun terakkî Kılsun mübârek bârî tebârek
Kendi duâsı iznine târih
87
Hakk-ı hüsn-i hattım ide mübârek (1158)
Seyyid Abdulhalim Hasib 90: Emir Efendi-zâde [deyu] ma'rufdur. Şeş
kalemde bi'l-istihkāk pederlerinden mücâz ve her şeyde ma'lûmât ve ma'rifet-i kâmile
ile mümtâz idi. 1169'da vefât eyledi. Ebû Eyyûb-i Ensârî civârında âbâ ve ecdâdı
kurbunda medfundur.
Hoca Abdurrahman Gubârî: Gubârî-i hüsn-i hatta nâil olmağla bu lafzı
ihtiyar kılmışdır. Sülüs ve neshi Mustafa Dede'den te'allüm edib hüsn-i tab'ı dahi var
imiş. Bu kıt'a anındır.
Ey Gubârî bu cihan içre benim Kimse eş'ârıma toz kondıramaz
Meğer ol kâtib-i müsta'cel kim Hatt u şi'rim kuruyunca duramaz
974'de vefât eyledi. Âsâr-ı hattıyyesi çokdur.
Şeyh Abdurrahman İbn-i Abdullah: Tarîkatcı-zâde. Hoca Rasim şâkirdi ve
resm-i şeyhânede mücâzıdır. Mesâhif-i adîde ve delâil-i güzîde ve Mişkât ve Tefsir-i
ibn-i Abbas emsâli kütüb-i pesendîde yazıb celîlü'l-mikdâr bir hattat idi. 1178'de vefât
etdi.
Abdurrahman Hâtemî İbn-i Ali Müeyyed: Ebû İshak Kazrunî neslinden
olub Amasî'dir. Sultan Bayezid'in livâ-yı mezbûrda hükûmeti eyyâmında Şeyh
Hamdullah ile sultan-ı müşârunileyhin nedîm-i bezm-i safâları iken şeyh-i merhumdan
te'allüm eylemişidi. Temîmî dahi hüsn-i hattını târihinde senâ eder. Bazı ehl-i fesâdın
gamzıyla sâhib-i tercemenin katline emr-i pâdişâhî vârid olduğun Bayezid Han anı
Haleb'e kaçırdı. Merhum libas dervişi ile yedi sene seyahat edib Şîraz'da Celâl-i
Devvânî'den cemî-i ulûma icâzet almışdır. Cülûs-ı Bâyezîdî'de İstanbul'a avdet
terakkıyât-ı azîmeye nâil olmuşdur. Yedi bin cild kitâba mâlik ve elsine-i selâsede
nazma kâdir ve bazı nevâdir resâil te'lifleri vardır. 932'de Mekke-i Mükerreme'de vefât
eyledi.
Abdurrahman Müzehhib: Kastamonî'dir. Tezhibde ve enva' cildi tertibde
Bosnavî Hasan'ın şâkirdi Salih Çelebi'yi görmüş ve Haydarpaşalı İbrahim çelebi gibi
88
şâkird yetişdirmişdir. Hüsn-i hatt-ı sülüs ve neshi dahi Suyolcu-zâdeden damîme-i
kemâl edib 1098'de vefât eylemişdir.
Abdurrahman: Çibinci-zâde deyu meşhurdur. Hüsn-i hatt-ı sülüs ve neshi
Ramazan Efendi'den te'allüm edib mücâz olmuşdur. Gubârîn-i hatta mâil yüz aded
mushaf-ı kâmil yazmışdır. Ekser âsârının tezhibi Müzehhib Sarahî Mustafa şâkirdi
Beyâzî Mustafa'nın oğlu ve şâkirdi olan Baruthaneli Abdullah nâm üstadındır.
Mevlidhân-ı sultan ve mûsikîdân ve Hâfız Osman'ın evâhir-i ömründe kat'-ı kalemiyle
sâhib-i şöhret ü şân idi. Vefatı 1137'dedir. Alipaşa Câmii Büyük kapusunın karşısındaki
köşede Üveys Dede Türbesi içinde medfundur.
Abdurrahman Rahmi: Kubûrî-zâde-i ma'rûfun birâder-i gühteridir. Vâdî-i
sülüs ve neshi Kevkeb Hâfız Mehmed Efendi'den görüb nice devâvîn imlâ eylemişdir.
Rûznâmçe-i evvel hulefâsından iken Hevâî nâmına tertib eylediği tezyifâtdan tövbekâr
ve rû-berâh-ı hac olub avdetinde Mısır'da kâfile-i âhirete hem-râh olmuşdur. 1137'de
vefât eyledi.
Seyyid Abdülkâdir Zarif: Pederi Üçanbarlı Reisülküttab idi. Ve bu lakab
azm-i şikeminden neş'et eylemiş idi. Hüsn-i hatt-ı sülüs ve neshi Üstâd İmâm-ı Câmi-i
Mîrahur Seyyid Abdullah Efendi'den telemmüz edib mücâz oldu. İsti'dâd-ı ezelî ile hatt-
ı ta'lîkin hurdesine dahi suret verdi. Âsâr-ı hattıyyesi bî nihâye ve vefâtı 1118'dedir.
Abdülkerim Halîfe: Hafîd-i Şeyh olan Derviş Muhammed ibn-i Mustafa'nın
hem-asrı ve şerîki ve Şeyh Hamdullah'ın mukallid-i kâmilidir.
Abdullah Rodosî-Zâde: Ma'rufdur. Sülüs ve neshi Hâfız Osman'dan te'allüm
ile ta'lîkde dahi Üstad ve Nergisî-zâde merhûmun aynı idi. Hâfız Ahmed ile ber-bâz-ı
güştleri olagelmiş hâlâtdandır ki bir Mushaf-ı Şerîf yazdırıb kendi ketebesini vaz'
eylemişdir. Vefâtı 1116'dadır.
Seyyid Abdullah Bin Seyyid Hasan Hâşimî 47: Yedikuleli Emir Efendi.
Hâfız Osman me'zûnlarındandır. Aklâm-ı sittede tahsîl-i kemâl edib kitâbeti rütbe-i
i'câza erişdirmişdir. Yirmi dört Mushaf yazıb ikisi Sultan Ahmed Han-ı Sâlis emriyle
imiş. Osman-zâde Tâib Efendi'nin Meşârik Tercemesi'ni dahi tenbih-i pâdişâhî ile yazıb
hezâr En'âm ve evrâd ve kıta'ât ve murakka'ât ve Hilye-i Şerîf yâdigâr bırakmışdır.
89
1101'de bir Ferâiz-i Seyyidî dahi yazmışdır. Nûr-ı Osmânî'de mevkûf murakka'ları
ma'rufdur. Safvet-i mürekkebleri huzûr-ı Sultan Ahmed Hânî'de yâd olunub mâmûldür
ihtimâliyle taraf-ı pâdişâhîden bir teberdâr gelüb ale'l-gaflet hokkanızı almağa
me'mûrum deyu hatmederek huzûr-ı Hümâyûn'a götürmüş. Ba'dehû hokka ağzı altın
olarak akmişe vesâyir hedâyâ ile yine irsâl buyurulmuşdur. Mesâhif-i Şerîfeleri'ni tezhib
edenlerden biri Ruganî Üsküdârî Hilmi Çelebi şâkirdi Hac Yusuf Mısrî'dir ki saz
yazmak vâdisinde Şahkulu-i vakitdir. Biri dahi Hezarfen Brusevî'dir. Biri dahi Hasan
Çelebi şâkirdi Süleyman Çelebi ve biri dahi Haydarpaşalı İbrahim Çelebi'dir.
Hülâsâ merhum kesret-i kitâbetiyle müktedâ-yı sufûf-ı hoş-nüvîsân ve sür'at-i
kalemiyle hâce-i tâlimhâne-i hüsn-i âdâb ve irfan olmuş. Halîm ve vakûr ve amâme-i
sebz ile nûrun alâ nûr bir vücûd-ı ma'mûr idi.
Beyit
Kāni' meşûyed ez hatt-ı üstâd behânden Hüsni ki nihân der hatt-ı ânest bedâyend
1144'de vâlideyni civârında medfun oldu.
Şeyh Abdullah 89: Himmet-zâde. Meşâhirden ve Hâfız Osman'dan me'zun
olub pederi ma'ârif-i ricâl-i Bayrâmiyye'den Şeyh Himmet'dir.
Beyit
Fasl-ı şitâda böyle hevâ Hakk atâsıdır Kırtâs-ı meşki destine al yaz, hevâsıdır.
Vefkınce leyl ü nehâr himmet-i verziş ve kûşiş ile âlî mertebe olmuşdur.
1122'de Üsküdar'da pederi yanında medfun oldu.
Abdullah Feyzi: İbn-i Tursun. Sülüs ve nesh ve rik'a emsâlini Demircikulu
Yusuf Efendi'den temeşşuk eylemesi şöyle dursun ta'lîk ve celîleri dahi üstâdâne olduğu
muhakkakdır. 1019'da vefât etdi. Türkî Arûzî ve Merfû'ât'a dek Molla Câmi Hâşiyesi ve
Türkî Mu'cizât Risâlesi ve Kalemiyye nâm bir makâlesi vardır. İstanbul'da Şeyh Âbid
Çelebi Mescidi Mezaristanı'nda medfundur.
Abdullah Kırımî 36: Sultan Süleyman Hân eyyâmında zuhur edib Mustafa
Dede'den mücâz olmuşdur. Bir vâkı'ası vak'a-i intikāline delâlet etdikde hâric-i sûr-ı
İstanbul'da Câmi-i Emir Buhârî civârında ve Ebû Eyyub reh-güzârında ihzâr-ı mezar ve
90
ser-levha-i sengine "Gad tavâmîri'l-a'mâli ve neseha esâtîri'l-âmâl-i bi'l-âcâlî."
fıkralarını nakş ve nâmlarını resm ve imlâ ve iki dokuz adedi tasvir edib bir hane rakamı
açık bırakdı ve birini dahi şâkirdlerimizin birisi yazsın deyu keşf-i hâl buyurdu. Vâkı'â
elf-i kâmilden bir sene mukaddem âzim-i dâr-ı bekā olduğundan dokuzların adedi üç
oldu.
Abdullah Bin Cezzar: Yâni Kassab-zâde. Tahsil-i hüsn-i hatt-ı sülüs ve nesh
için Hâfız Mehmed İmam'a iktidâ ve her şîve-i kalemde anların eserine iktifâ
eylemişdir.
Nazım
Ennâsü fî ğafletin ammâ yürâdü bihim Keennehüm ğanemün fî dâri Cezzârin
mefhûmu üzre vakt-i şeyhûhate varmazdan rıhlet eyledi. Karamustafa Paşa Vakfı'nın
eczâ-yı mevkûfesi bunun hattıdır. Ramazan Efendi gibi üstâda üstad olmuşdur.
Abdullah Vâsıf: İbn-i Muhammed Muhteşem. Aksâm-ı aklâmı pederinden
tahsil ve tekmil ile erbâb-ı kalemin mümtâz ve ser-efrâzı idi. Bu beyit anındır:
Beyit
Yâr çâh-ı zekanım ayn-ı vefâdır dir ise Ana ey âşık-ı şûrîde inanma çenedir.
Vefâtı 1130'dadır.
Abdullah Câbî-Zâde 81: Abdi Ağa nâmı ile şöhret-nümâ ve Suyolcu-zâde
şâkirdânındandır. Üstâd-ı kadîm bir pîr-i vâcibü't-ta'zîm olub kesret-i âsâr ile kâm-yâb
ve ehl-i keyfin nazîflerinden hafif-i lihye ve latîf-i hilye bir zât-ı müstetâb idi. 1149'da
vefât eyledi.
Seyyid Abdullah Şerif: Şerif demekle ma'rûf ve hüsn-i hatt ve kitâbetle
mevsuf idi. Şükrullah Halîfe'den temeşşuk edib icâzetiyle âlî mertebe olmuşdur. Elf-i
kâmil târihinden mukaddem mevcud olan ricâldendir.
Abdullah Vefâî: Kevkeb Muhammed Efendi'den te'allümle hüsn-i hatt-ı sülüs
ve nesihte miyâne-i hoş-nüvîsânda şöhret bulub Saray-ı Âmire kitâbetiyle bekâm
olmuşidi. Huzur-ı Hümâyûn'da resm-i sikkeye cesâret ve hutût-ı İslâmiyye'ye adem-i
91
rağbet ve ayağı ve sol eliyle meşk-ı hatta mübâderet ve hurûfun ibtidâ ve intihâsına nev-
zuhur zülfeler ve hilâf-ı âdâb girdâra mübâşeret edib mevrid-i şemâtet olmağın ve
nazar-ı isâbet etmeğin henüz çille-i ömrü hatm olunmamış iken mahrûse-i Brusa'ya
azîmet ve oradan dâr-ı Âhire'e rıhlet eyledi.
Âsâr-ı kaleminden Ebû Eyyûb-ı Ensârî'de Yazılı Medrese'de ketebesiyle dıvar-ı
dershâneye bir harf-i vav resm edib Edirne'de Eski Câmi'de dahi bir vav ile bir İsm-i
Celâl yazmışdır. Sâyir tefâsıl ahvâli Devha-i Necibâ'da mezkûrdur. 1141'de vefât
etmişdir.
Derviş Abdullah: Kâtibü's-sır Ağakapulu İsmail Efendi'den mücâzdır. Ser-
kitâbetden tarîk-ı hâcegâna geçib şıkk-ı sâlis defterdarı iken 1172'de vefât eyledi.
Osman Bin Ali: Hâfız Osman deyu ma'ruf ve vaktinde esrar-ı hattıyye-i
şeyhâne kendilerine inhisar ile mevsufdur. Pederi Haseki Câmii'nin müezzini olub
kendisi Köprülü-zâde Mustafa Paşa dâiresinde neş'e-yâb ve ol hanedânda ma'ârif-i
külliye ve cüziyeye intisab etmekle hüsn-i hatt-ı sülüs ve neshi ibtidâ Derviş Ali
merhumdan temeşşuka şüru' etmiş ise de anların vakt-i pîrîleri olduğundan kendi
rızâlarıyla Suyolcu-zâde'den te'allüm ve on sekiz yaşında iken izn-i şerifleriyle me'zun
oldukdansonra dekāyik-i şîve-i şeyhâneyi Nefes-zâde Seyyid İsmail'den te'allüme
mübâşeret ve tekrar elif-ba meşkinden ibtidâ ile hüsn-i hatt-ı şeyhâneye suret verdi.
Hüsn-i hatda şîve-i şeyhâne eslâf ve ahlâfı miyânında kendisine münhasır idi.
Hattâ Ağakapulu İsmail Efendi gibi üstad dahi merhûmun kemâline i'tiraf ile insaf edib
"hüsn-i hattı biz bildik Osman Efendimiz yazdı" demişdir. Ve rıhletinde Osman
Efendi'nin hattıyla nice kıt'aları İsmail Efendi pîş tahtasında zuhûr eylemişdir.
1106'da Sultan Mustafa Hân-ı Sânî'ye muallim-i hat olub huzûr-ı Hümâyûn'da
ihrâmı vaz'ıyla meşke ibtidar ederlerdi. Sultan-ı müşârunileyh herne resm üzre kitâbet
murâd ederse evvelâ Osman Efendi'ye bir resmini çıkardıb ba'dehû kendisi yazardı. Bu
ikbâl-i bî-misâl ile yine derviş-meşreb idi. Hattâ birgün talebelerinden biri vakt-i
ta'limden sonra esnâ-yı râhda rast gelib sebeb-i tahallüfü suâl olundukda bir özr-i şer'î
sebebiyle ta'limden mahrûmiyetini beyân eyledikde dâbbesinden nüzûl ve hemen şâh-
râhda ku'ûd edib hattını ta'lim eylediği mervîdir.
92
Aklâm-ı sittede şeyh-i müeyyed dest-i Yezdânî olub kendi silsilelerinden
olmayan ehl-i hat dahi kendi vâdilerin terk ve anın vâdisin ihtiyar eylediler. Amma bazı
zevât dahi anın tarîkini beğenmeyerek tavrına teveccühünden âr ve basit "kâf"ları uzun
ve ufkî giden "mim"leri kısa yazıb çengeli bitişik "ra"ları bozmuşdur deyu ta'n ve
taarruza ictisar eylemişlerdir.
Hülâsa Hâfız Osman yekşembeler fukarâya ve çehârşembe ağniyâya tâlim eder
idi. Kırk seneden sonra kesret-i kitâbet ve adem-i râhat sebebiyle dâü'l-enbiyâ denilen
felc illetine mübtelâ oldu ise de yine tedbîr-i tabîbân ile sıhhati rû-nümâ olub hüsn-i
hatlarına noksan- târî olmadı. Ol müddetde kat'-ı kalem-ı kasîr âdet olduğundan kat'-ı
kalem hizmetini Çibinci-zâde Abdurrahman der-uhde eylemişdi. Bu hâl üzre üç sene
mürûrunda da'vet-i irci'îye icâbet ve defîn-i türbet-i kurbet kılındı. Seng-i mezarına ism-
i sâmîsini İsmail Efendi yazmışdır. Târih-i vefâtı 1110'dadır. Kocamustafapaşa Hankāhı
Mezaristanı'nda medfundur. Merhum-ı müşârunileyh yirmi beş aded Mushaf yazıb
hatlarıyla bir Mushaf ve murakka'-ı hurûf Ayasofya'da ve bi'l-cümle sürh nokta ile
muallim bir hurufâtı Nûr-ı Osmânî Kütübhânesi'nde merkufdur.
Ekser âsârının tezhibi birâder-zâdesi Mehmed Çelebi Sirkeci nâm üstâdın
şâkirdi ve Büyük Karamandalı Ahdeb Hasan Çelebi nâm üstâdın eserleridir ki Molla
Gürânîli Beyâzî Mustafa'nın şâkirdidir.
Birçok vakitden beri diyâr-ı Rûm'da herbir şîveyi terk edib anın silsilesinden
olmayan ehl-i hat dahi merhûmun reftârına taklid-i Osman bin Abdülbâkî
etmekdedirler.
Osman İbn-i Abdülbâki: Suyolcu-zâde'den me'zundur. Üç yüze karib Mushaf
yazmışdır.
İzzet Ali Paşa: Câbî-zâde Abdi Ağa'dan me'zundur. Sülüs ve neshi tekmil edib
rikā' ve şikest-i ta'lîkde ve ale'l-husus dîvânîde eser-i kalemi düstûru'l-amel-i hattâtândır.
Vefâtı 1147'dedir.
Seyyid Ali İbn-i Ebî Bekr: Pederi nakîbü'l-eşrâf baş çavuşu olmağla Çavuş-
zâde deyu meşhurdur. Hüsn-i hattı Derviş Ali'den ahz edib gerek kitâbet ve gerek salâh-
93
ı hâl sâhibi bir vücûd-ı şerîf idi. Taklidde rütbe-i kemâle resîde olanlardandır.
Edirnekapusu hâricinde 1140'da Emir Buhârî Tekyesi civârında medfun oldu.
Kitâbetde kudretleri noksan bulub yaşları ilerlemiş olduğundan mâlik olduğu
tuhaf ve nevâdiri Kapdanıderyâ Kaymak Mustafa Paşa'ya ihdâ ederek mukābelesinde
eşyâ-yı kesîre i'tâ olunub anınla ilâ âhiri'l-ömr evkāt-güzâr olmuşdur.
Seyyid Ali İbn-i Salih: Hâfız İmam ve Hüseyin Hablî'den mücâz ve vücûh-ı
Kur'âniyye ile mühaşşî nice Mushaf-ı Şerîf kitâbeti ile ser-firâzdır. Medfeni Galata'da
Mevlevîhâne kurbunda Dörtyolağzı ta'bir olunan mahalde Asmalımescid hizâsında
Cizmeci Çeşmesi kurbunda olub 1171 târih-i vefâtıdır.
Ali İbn-i Mehmed 79: Pederi ketenciler kethüdâsı olduğundan Ketânî-zâde
denilmişdir. Evvelâ İpci Hüseyin Efendi'den sülüs ve neshi meşk edib ba'dehû Mustafa
Dede merhum vâdisi meşrebine muvâfık ve selîkasına mutâbık geldiğinden anın taklidi
sevdâsına düşüb de o vâdîde mükemmel olmuşdur.Deyr-i-nüvîs olduğundan 4-5 Kur'ân
ve 30-40 kadar En'âm vesâyirde[n] ziyâde yazmamışdır.
Tuğrakeş ve kemankeş ve mûsikîdân, esîr-i yârân, hem-dem-i ihvân, mübtelâ-
yı keyf-i dühân ve me'lûf erbâb-ı irfân bir cân idi. 1192'de vefât etdi.
Ali Bin Abdullah: İstanbul'da dûdmân-ı berş-kânın reisi Rahikî Yusuf
merhûmun neslinden birisinin âzad-gerdesi olub pehlivan-ı kemankeş iken hüsn-i hatta
husûsen celî kalemine sa'y edib Ağakapulu İsmail Efendi' den tahsil ve ba'de vefâtihî
Tokadî Derviş Ahmed'den tekmîl eylemiştir.1120'de yazdığı Mushaf görülmüştür.
Ali Bin Murad: Brusevîdir. Hüsn-i hattı evvelâ Kürt-zade Mustafa Efendi'den
ba'dehû Sırkâtibi Ahmed Efendi'den, mezâyâ-yı hat ve tezhibi dahi görüb Hezarfen
Brusevî'ye dahi hizmeti vardır. Hattâ Enderûn-ı Hümayûn'dan anın himmeti ile çerâğ
olmuşdur. Hatt-ı ta'lîkde dahi Kâtib-zade'den nice dekāyik ahzedib Tuzbazarı İmamı
Mustafa Efendi'den dahi hakāyık-ı tezhibi müzâkere eylemişdir. Ressam-ı Sikke
Mehmed Efendi mahlûlünden hizmet-i resm-i vazîfe-i mersûmesiyle bunlara tevcih
olunmuşdur. 1190'da vefat eyledi.
94
Aliyy-i Kārî: Herevîdir. Hanefî mezheb , Nakşîbendî meşreb , sâhib-i tasnîfât
ve âlim-i vücûh-ı kırâetdir. Mişkât ve Şemâil ve Şifâ vesair kütübü şârih olub hüsn-i
hat'da evâil-i muallimi Şeyh Hamdullah zannolunur. Her sene bir Mushaf yazıb
hediyesini kût-i senevî ederdi. Sadr Şehid Ali Paşa Kitabhânesi'nde evâhir-i ömründe
yazdığı Tabakāt-ı Hanîfe vesair te'lîfâtı mevcuddur. Emînüddin Muhibbî Hulâsatü'l-
eser'inde tasrih eylediği üzre eimme-i kudemâya itiraz ve ebeveyn-i Nebevî hakkında
zebân-draz olmuş ise de cevab-ı bâ savâb ile İmâm-ı hümâm Abdülkâdir Taberî
dehânını kapamıştır. 1014'de Şeyh Yekdest suffesinde tarîkadde şeyhi olan Abdullah
Seddî cenbinde ecel pençesiyle nühüfte-i zîr-i hâk olmuşdur.
Ali İbn-i Yahya Es-Sûfî 24: Ebu'l-feth Sultan Mehmed Hân asrını kendine
hasr eden üstadlardandır. Pederinden tahsil-i hat etmekle zamanında kendilere bi'l-
cümle kalem-i müsellem olub lâkin sülüs-i müsennâda kemâline Bâb-ı Hümâyûn'un
atabe-i ulyâsında resmeylediği "Halledallâhü azze sâhibehû" târihi güvâhdır. Elhak
cümle ehl-i hattın dest-i keşîde-i sitâyiş-i teslim oldukları eser-i muteberdir. Ebu'l-feth
Câmi-i Şerîfi'nin evâsıtında târihi ve tarafeyn kitâbeleri dahi bunun hattı olub sol
kitâbede Ali bin Yahya Es-sûfî deyu kendi ismini tasrih eylemişdir. Şeyh Hamdullah
kabr-i şerîfi dâiresinde medfun olduğu muhtemeldir.
Ali Yetim: Aydın'dandır. Bir senede cümle akrabâsı fevt olmağla Yetim
denildi. Tire'de hüsn-i hatta sa'y edib İstanbul'da Yahya Es-sûfî ve Ali ibn-i Yahya'dan
dekāyik-i hattı gördü. Brusa'ya hicret ve orada 930 [da] rıhlet eyledi.
Ali Brusevî: Fenn-i tezhîbi tahsil gibi hüsn-i hattı dahi Seyyid Abdullah
Efendi'den tekmil eyledi. Ayasofya'da Musallâkapusu mukābilinde bir dükkanda
hattatlık ve müzehhiblik ile geçinir idi. 1137.
Derviş Ali 44: Sülüs ve neshi Hâlid Erzurumî'den yazıb me'zun olmuşdur.
Hezâr şâkird dâmen-i istifâdelerine teşebbüs edib hattâ Köprülü-zâde Ahmed Paşa
kendisinden istimlâ etmişdir. Kırkı mütecâviz Mushaf ve nice En'âm ve evrâd ve kıta'ât
ve murakka'ât tenmîkına muvaffak olmuşdur. Âsârının amel-i tezhîbi Sarâhî Mustafa
nâm müzehhibin eseridir ki Yenibahçeli Kara Mahmud'un şâkirdi ve âzâde-gerdesi
Abdullah nâm üstâddan görmüşdür. Topkapu hâricinde medfundur. Sâl-i vefâtı
1084'dür. Mu'ammerînden olub bazı medîhalarında demişlerdir.
95
Beyit
Harfine bir kimse nokta koyamaz Fazl ü dânişle olursa bu Ali
Bir eser kıldı ki sönmez Haşre dek Fenn-i hat içre zıyâ-yı meş'ali.
İmam-ı Derviş Ali 73: Pederi anbarcı olmağla Anbârî-zâde denilmişdir.
Alacamescid demekle benâm Çelebioğlu Mescidi'nde imam olub hüsn-i hatt-ı sülüs ve
neshi Ağakapulu İsmail Efendi'den temeşşuk eylemişdir. Târih-i vefâtı 1128'dir.
Üsküdar'da Miskinler civârında medfundur.
Ömer Bin Muhammed: Eyyûbî'dir. İbtidâ Receb Halîfe'den ba'dehû Suyolcu-
zâde'den mücâzdır. 472 Mushaf yazmışdır. Üsküdar'da Vâlide Sultan Câmi-i Cedîdi'nde
pîrâye-i rahle olan Mushaflar bunun eseridir. 1150'de Sırt Tekye etrâfında medfun oldu.
Ömer Bin İsmail: Kastamonî'dir. Suyolcu-zâde Mustafa Efendi'nin damâdı ve
mücâzıdır. İstanbul'da Vâlide Câmii Mektebi'nde muallim idi. On aded Mushaf-ı Şerîf
ve diğer âsâr-ı münîfi vardır. 1095'de bir Mushaf yazıb ol câmiye vakfeylemişdir.
1097'de Okmeydanı kurbunda defnolundu.
Ömer Bin Dilâver 91: Sülüs ve neshi Emir Efendi'den te'allüm edib hurde-
şikest-i ta'lîkde dahi yegâne-i zaman idi. Hidemât-ı devletiyede istihdam ve riyâset-i
kitâbet ile bekâm olmuşdur. Târih-i vefâtı 1115'dedir. Tâib Efendi Hadîkası'nı zeyl
etmişdir.
Mîr Ömer İbn-İ Nasuh Paşa 59: Sülüs ve nesihte Mahmud Tophânevî
şâkirdânından ve üstâdına mûcib-i mübâhât olanlardandır. Ashâb-ı mûsikîden olub
Ömrî mahlasıyla şiirleri dahi vardır. 1068'de vefât etdi. Anın âsârındandır:
Beyit
Ey felek hân-ı mezelletde kitâbet ehlin Zîr-i pâ itmede maksud fuâdın ne ola
Hükmüne karşu koyub kimse kalem katmadı pes Bu tecâhülde teğâfülde murâdın ne ola
1064'de avârız-ı Şam'ın emvâli için me'mur oldukda kitâbetine ibtidâ eylediği
En'âm-ı Şerîfi Defterdar-zâde Mehmed Paşa-yı Emîrü'l-hâc'a irâe ve anın için mahsus
96
yazacağını ifade eyleyib bir samur kürk hediye ve 500 esedî atıyye aldı. Lâkin
itmâmında tekâsül eylediğinden ne olduğu zâhir olub Paşa anı dâvet ve bir hücre ta'yini
için tenbih ve mahbûsen En'âm'ı itmâm etdirdiği Hülâsa nâm târihde mezkûrdur.
Ömer Ressam 66: Sülüs ve neshi Kâtu Mehmed Efendi'den telemmüz edib
ba'de'l-izn resm-i sikke-i hümâyûn hizmetiyle müstahdem Saray-ı Hümâyûn'da ta'lim-i
hatt-ı gılmân-ı Enderûn ile muhterem oldu. Yazdığı bir Mushaf-ı Şerîf'i Sultan Ahmed
Hân-ı Sânî'ye hediye kılıb bin altın atıyye ile Mushaf kendisine teslim ve Ravza-i
Şerîfe'de nihâde-i rahle-i ta'zîm üzre tekrim olundu. Bu vecih üzre edâ-yı hizmet-i farîza
dahi eyledi. On altı Mushaf tenmîkıyla müşerrefdir. 1130'da vefât eyledi. Üsküdar
Mezaristanı verâsında medfun olub seng-i mezarı olmadığından mahalli ma'lum
değildir.
Ferhad Paşa İbn-i Mustafa: Ebu'l-feth Sultan Mehmed'e dâmad olmağın
Saray-ı Atîk mukābilinde kendisine bir saray bina olunub anda sâkin idi. Peçevî vesâyir
târihler tasrîhi üzre Karahisârî'den hatt-ı sülüs ve neshi temeşşuk ve kudret-i Ferhâdâne
ile metîn ve Şîrîn Mesâhif kitâbet eyledi. Sultan Selim ve Selim Hân eyyâmında
vüzerâdan idi. 982'de Eyyub'da medfun oldu. Câmi kurbunda Pertev Paşa Türbesi
ittisâlinde kendi mezaristanında medfundur.
Fazlullah İbn-i Sefer: Belgrâdî'dir. Hüsn-i hatt-ı sülüs ve neshi şeyhâneyi
Şükrullah Halîfe'den temeşşuk ile icâzet-yâb olmuşdur. Lâkin hazret-i şeyhin hutût-ı
hasenesine bir mertebe taklide kûşiş eylemişdir ki kemâl-i takarrub ile aynı zannolunur.
970'de yazdığı bir Hüsrev ve Şirin görülmüşdür ki sânîsi bulunmaz.
Fazlullah Hâfız 62: Tokâdî ve Derviş Ahmed Tokâdî'nin birâderidir. Saray-ı
Hümâyûn'da Mehmed Belgrâdî'den me'zûn olub birâderi Ahmed Tokâdî'den sonra vefât
eyledi. Vâlide Sultan Câmii'nin ibtidâ-yı binasında imâmeti ve Sultan Ahmed Câmii'nin
hitâbeti bâ hatt-ı hümâyûn buna verilib Devlet-i Aliyye ile Beç Seferi'ne dahi refâkat
eylemişdir. Âlim ve fâzıl ve kâmil idi. Bu beyit anın olduğu mervîdir.
97
Beyit
Emîn meco ve mego bâ kesî ki hest emîn Derîn zemâne meger Cebraîl-i emîn bâşed
Seyyid Feyzullah Sermed: Şekerci-zâde'nin mahdumu ve pederi
şâkirdânındandır. Amma pederi füceten rıhlet eylediğinden Hoca Râsim'den me'zundur.
Bostâniyân Ocağı'nda pederi yerine muallim-i meşk-i bağbân-ı hadîka oldu. Ve 1202'de
rıhlet etdi. Tab'-ı garrâsı var idi. Üsküdar'da pederi cenbinde medfundur.
Feyzullah Bin Sun'ullah: Çibinci-zâde'den mücâz ve 195 Mushaf kitâbetiyle
ser-efrâzdır. 1181'de Silivrikapusu hâricinde medfun oldu.
Şeyhülislâm Seyyid Feyzullah: Silsile-i nesebleri Şemseddin Tebrizî'ye
müntehîdir. Erzinetü'rûmdan İstanbul'a vüsûl ve hemşehrilik sebebiyle Şeyh Mehmed
Vânî konağına dühûl edib dâmadları Suyolcu-zade'den te'allüm-i hat ile mücâz oldu.
Sultan Mehmed Hân-ı Râbi''in şahzadegân-ı civan-bahtlarına muallim ve riyâset-i ulemâ
ve nikābet-i şürefâ ile benâm ve ferve-i beyzâ-yı fetvâ ve örf-i huzarâ-yı ulemâ ile
bekâm olub sekiz buçuk sene müddetden sonra Edirne'de şehid oldu.
Âsâr-ı hayrından Erzurum'da medrese ve dârû'l-hurrâ ve câmi ve Şam'da dârû'l-
hadis ve Mekke'de Mescid-i Cin'ni tamir etmiş ve Medine-i Münevvere'de medrese ve
İstanbul'da medrese ve kitabhane ve mekteb vesâyir hayrâtı vardır. Âsâr-ı kalemlerinden
Hâşiye-i Beyzâvî ve Nasâyihu'l-mülûk Risâlesi ve Ravza-i Hatib Kasım Tercemesi
vesâyir âsârı vardır.
Fâtıma Ânî: Beyne'n-nisvân Hâce-i Zenân deyu şöhret ü şân bulmuşdu.
Mezbûre Âl-i Hasan Can'dan olub hattı gâyetle zîbâ ve tab'-ı müstakîmi dahi
olduğundan eş'ârı gâyetle ra'nâ idi. Nesc-i zenâne yerine nesh-i merdâne yazar ve gazel-
i avzına gazel-i dilistân söylerdi.
Beyit
Velev kâne'n-nisâü kemen zekernâ Lefuddıleti'n-nisâü ale'r-ricâli.
Bu güftâr-ı âb-dâr ol bânu-yı şeker-i güftârındır.
98
Beyit
Hayâl-i ârızınla dîde sahn-ı gülistânımdır Açılmış şerhalar sînemde nahl-i erguvânımdır
Ümîd-i vuslatın ey kaşları yâ sîneden çıkmaz Hayâl-i tîr-i gamzen Âniyâ hâtır-ı nişânımdır
Seyyid Kasım Gubârî: Emed'den gelib Şerif Abdullah'dan hüsn-i hatt-ı sülüs
ve neshi temeşşuk ve tekmil ve hevâ-yı dest-i meleke tahsil edib hurde-nüvîs ve bir
pirinc dânesinde gubârin hatla İhlâs-ı Şerîf tasvîr eylediği cihetden mahlas-ı mezbûr ile
şehîr oldu. Sultan Ahmed Câmii Şerîfi'nin bi'l-cümle celî hatları bunun olduğu tasrîh-
kerde-i tâlibidir.
Sultan Korkut: Sekiz birâderin ikincisidir. Pederi sâyesinde Amasya'da Şeyh
Hamdullah'dan temeşşuk edib Karamânî Târihi kavlince pederleri hacc-ı şerîfden avdet
edinceye dek taht-ı saltanatda vekâlet etmişdir. Gâyet müste'id ve kābil bir şahzâde-i
kâmil idi. Tab'-ı şi'rîsini Hasan Çelebi bu beyitle işâret eder.
Beyit
Tûtiyâ-yı hâk-pâyından iden kat'-ı ümîd İki gözümse gerekmez çıksun ey nûr-ı basar
918'de âzim-i dâr-ı bekā olmuşdur.
Kâtibî: Brusa'dan olub sülüs ve neshi vesâyir aklâmı hoş yazardı. Vakt-i
Sultan Bâyezid'de fevtini Hınâvî yâd ve bu beyt-i meşhûr anın olduğunu i'râd eder.
Beyit
Seni ey câm-ı musaffâ yine gördük silme Meclisin revnakısın dünyede art, eksilme
Muhammed İbn-i Ebî Bekr
Pederi Kastamonî Ebû Bekir'den tahsil-i kemâl-i hüsn-i hat eylemişdir. Otuz
aded kâğıda gencîde olmak üzre müte'addid Mesâhif tahrîren eylemişdir. Vefâtı
1138'dedir.
Sultan Muhammed Bin Ahmed Hân: İlim ve kemâl ve tehzîb-i ahlâk ile bî-
misâl-i hüsn-i hatta kûşiş ve isti'dâd-ı Hudâ-dâd ile endek müddetde nice Mushaf-ı Şerîf
kitâbetine müşerref olmuşdur. Birâder-i mihteri Sultan Süleyman ile ikisi henüz efendi
99
iken rıhletleri sebebiyle ser-i sandukalarına destâr-ı sûfiyâne vaz' olunmuşdur. Kendi
hüsn-i hatlarıyla bir Mushaf-ı Şerîf ve bir Hilye-i Şerîf medfenleri olan Vâlide Sultan
Türbesi'ne Sultan Mustafa Hân-ı Sâlis vaz' eylemişdir.
Muhammed Saîd İbn-i Ahmed: Topkapulu. Şeş kalemde Hoca Râsim'den
me'zûn ve ulûm-ı Fârisiyye ta'lîmiyle ma'ârif-nümûn olub hüsn-i kitâbeti üstâdından
temyiz olunamazdı. Ulûm-ı Arabiyye'yi dahi Es'ad Hoca Efendi'den tahsil eylemiş ve
yegâne-i devrân olmuş idi.
Diyâr-ı Îran'dan tebrik-i sûr-ı hümâyûn için gelen Muhlisî nâm sefîr-i pezîrü'l-
gınne Es'ad Hoca me'mur olmağla esnâ-yı muhâverede şâkirdânından bazılarının dahi
bezmlerine dühûlünü iltimas eyledikde sâhib-i tercemeyi fenn-i hikmetde yazdığı bir
risâlesi ile meclis-i muhâdeseye getirib hadâset-i sinnini ve risâlesini sefir görür görmez
hayret-zede olub her fende umman-ı bî-girân olduğunu itiraf ve iz'ân eylemiş ve sitâyiş-
günân risâlesine ve hüsn-i hattıyla bazı âsârını ve hattâ tasvîrini diyâr-ı Îran'a
getirmişdir. Henüz sinleri akd-i ışrîne vâsıl değil iken enva'-ı hüner-vücudlarında hâsıl
idi. 1134'de vefât eyledi. Ahmedpaşa Câmii Mezaristanı'nda hammam mukābilinde
vâki' pencere derûnunda seng-i mezârına terkîb-i edîbâne ile evsâf-ı şâyestesini Es'ad
Hoca inşâ edib Râsim Efendi yazmışdır.
"Hâzâ meşhedü'ş-şâbü'ş-şehîd ellezî ittehazel ilmü meşraben ve'l-amelü zâden
a'nî bihî Mehmed Seyyidü'ş-şehîr bi-Ahmed Efendi-zâde. Kâne embelü'n-nübehâ ve
embehü'n-nübelâ ve efdalü'l-ezkiyâ ve ezke'l-fudalâ . Teferrade bicemî'i'l-fedâili fedâhâ
bikemâlihi intehâe'el-kemâli ve sannefe esnâfe'r-resâili febâhâ biifdâlihi's-seyyidi ve'l-
celâli ma'a mebtekerahû mine'l-medâmîni'l-ğarâibi'l-lâtî teattara biurfihâ urfiyyin ve
sâibin ve kıdemâtin şehîden hakemiyyen bedee batnehû velem yetecâvez tis'a aşera
senetin fî senetin. Felâ zâle rahmete'r-Rahîmi aleyhi tenhemera fî mag'âdi sıdgın 'inde
melîkin mugtedirin."
Mehmed İbn-i Ahmed: Zühdi İsmail Ağa'dan tahsil ve tekmil-i hat eyledi.
Ayasofya civârında mektebdâr olub ebrî tabir olunan münakkaş ve musanna' kağıt
bunun icâdıdır. Hânesinden 1187'de ateş zuhûr edib ma'an muhterik olmağla âzim-i
daru's-selâm oldu.
100
Seyyid Muhammed Bin Ahmed: Kayseriyeli ve Yedikuleli şâkirdânındandır.
Âyet ber-kenâr her ayda otuz cüz'-i Mushaf'ı yevmiye birer cüz ya ziyâde yazmak
kendüye vazîfe edinmiş ve beş yüze karîb Kelâm-ı Kadîm yazmışdır. Mesâhifi'nin
târihini ve adedini îrâd eylemek âdeti idi. Arasıra İstanbul'a gelib kağıt ve eczâ olarak
sâyir malzeme-i hattı tedârik ile diyârına avdet ederdi. Ve bitirdiği Mesâhifi doğru
sahaflara gönderirdi.
Muhammed İbn-i Ahmed: Pederi hadîka-i Has Ocağı'nda mumcu tabir
olunan kapuçukadarı olub bu lakab oradan buna kalmışdır. Hüsn-i hatda Hasan Hablî
şâkirdlerindendir. Câmi-i Nûr-ı Osmânî'nin nutâk-ı tâkında pîçâ-pîç dâiren mâ-dâr Sûre-
i Fetih satırını bu zât resmetmiş ve Râgıb Paşa Kitabhânesi üzerindeki "Fî hâ kütübün
gayyimeh" kerîmesini bu yazmışdır.
Muhammed Çelebi İmam 84: Ve İmam-ı Sancakdar deyu bir hattât-ı âlem-gîr
ve kudemâ-yı şâkirdân-ı Hâfız Osman'dandır. Bir madde üzerine feleğe düşnâm edib
vâdî-i hatdan i'râz eyledi. Ve 1106'da vefât etdi.
Muhammed Şehrî Bin İsmail: Estereci-zâde demekle şehîrdir. Sülüs ve neshi
Giridî Mehmed Efendi'den yazıb me'zûn olmuşdur. Sikal-i sem'a mübtelâ olduğundan
kimseye kulak asmayıb gece-gündüz Osman Efendi'yi taklidde ömrünü sarf etdi. Ve
eğer mu'ammer olsa muvaffak olabilirdi. Üç Mushaf ve bazı En'âm ve Delâil ve kıta'ât
ve murakka'ât tastîr eylediği muhakkakdır. 1153'de vefât etdi. Tophâne verâsında
Taksim-i Cedîd Mezaristanı'nda medfundur.
Muhammed Bin Tâceddin: Tacbeg-zâde demekle meşhurdur. Kendisi hüsn-i
hattı sülüsen ve neshan terceme eylediği hat risâlesinde tasrih eylediği gibi sülüs ve
neshi Abdullah Kırımî'den vesâyir aklâmı pederinden ahzetmiş ve elhak celî ve divanîde
vaz'-ı sânî olmuşdur. Târih-i vefâtı 996'dadır. Mahmud Paşa Medresesi ittisâlinde
medfundur.
Şeyhülislam Muhammed Sadeddin: İbn-i Hasancan Hoca Sadeddin demekle
meşhurdur. Pederi Isfahan'dan olub Sultan Selim-i Evvel'e nedîm bulunmağla
beynlerinde cârî olan birçok şeyleri kendi târihinde nakleder. Târih-i mezkûr Tâcü't-
terâcim demekle meşhurdur. Şeyhülislâm Ebu's-suûd Efendi'den tahsil-i ulûm edib
101
elsine-i selâsede nazım ve nesirde kādir ve hatt-ı sülüs ve nesih ve ta'lîkde dahi kâmil ve
mâhir idi. Hattâ Âlî Efendi Menâkıb-ı Hünerverân'ı evvelinde senâkârıdır. Ahvâl-i
sâiresi Târih-i Temîmî ve Zeyl-i Atâî'de mezkûrdur. Vefâtı 1008'dedir.
Ebû Eyyûb-ı Ensârî civârında bir dâru'l-kurrâ binâ edib anın dâiresinde
defnolundu. Ol dâru'l-kurrâyı oğlu Müfti Es'ad Efendi hankāh eyledi ki hâlâ Yahyâ-zâde
Tekyesi denir.
Hâce Mehmed Emin: Tokâdî'dir. Yedikuleli'den temeşşuk edib
Beyit
Ne İbn-i Mukle ne Yâkûtne Imâd nûşt Çonân nüvişte-i zîbâ çonân hatt-ı mensûb
Me'âlince hutût-ı mütenevvi'ada behredâr olmuşdur. 1158'de vefât edib Mezarı
Pîrî Paşa Câmii pîş-gâhında ve seng-i mezarı Kâtib-zâde hattıdır.
Mehmed Bin Hasan: Arnavut-zâde demekle ma'rûfdur. Sülüs ve neshi Mimar
Acem Tekyesi Şeyhi Seyyid İsmail'den ve ta'lîki Siyâhî Ahmed Efendi'den icâzet almış
ve yüz yetmişden mütecâviz Mushaf-ı Şerîf yazmışdır. Vefâtı 1169'dadır.
Muhammed Selim Bin Hüseyin: Brusa kurbunda Gülbazarı nâm karyelidir.
Kemâl-i fazl ve ma'rifeti ile beraber sülüs ve neshi Nefes-zâde Seyyid İbrahim'den ve
ta'lîki Siyâhî Ahmed Efendi'den te'allüm edib 1138'de vefât etmişdir. Her fende âsârı ve
münşe'âtı ve elsine-i selâsede eş'ârı vardır. Bu beyitler anındır.
Beyit
Lezzetinden iki yarıldı zebânı kalemin Sıfat-ı hatt-ı lebin tâ ki getürdüm kaleme
Ve lehû eyzan
Ne hoş düşdi hatt-ı ter levha-i ruhsârına yârin Felek mecmû'a-i hüsne güzel Şîraz'da idermiş
Eyzan
Ruhsat virirse germi lâlî gönül anı Kıt kıt tebessüm nemekini halâl ider
Bu gazel-i bî-bedel dahi anın olub Selim Giray'a nisbet eyledikleri tatara dâir
kelimât ile sudûrundan nâşîdir, yoksa vâki değildir.
102
Gazel
Seyl sirişke virdim akın kûy-ı dilbere Dil virdim anda bir gözi hun-rîz kâfire
Uşşâka kipriği ile bir kasdı var gibi Bir yire geldi kaşları itdi müşâvere
Dil kaldı pür-çemende ararken konak yeri Âhir düşürdi kendüyi bîr-i bî-emân yere
Can alması süzülmesi şehbâz çeşminin Kâfidir urmasun elini tîğ ü hançere
Demdâr-ı ceyş-i Hüsnî yazıldı gelüb hattı Serdâr-ı kâkül olsa revâdır bu leşkere
Sâkî ayağ ayağ yürüt imdâdına meyi
Gam hayli demdir etdi Selîm'i muhâsara
Mehmed Emin Bin Halil: Hüsn-i hatt-ı sülüs ve neshi temeşşuk edib Haffâf-
zâde Hüseyin Efendi merhumdan on üç yaşında iken vaz'-ı lafz-ı ketebe için ahz-ı icâzet
eyledi. Celî hat resmine heveskâr olub Beykoz Çeşmesi ve Hünkâr İskelesi ve Kireç
Burnu nâm mahallerde olan celîler evâil-i vaktinin eseri olub Arab Câmii'nin mahkeme
tarafında "Selâmün aleyküm bimâ sabertüm" kerîmesi ve Edirne'de vâki Saray-ı
Hümâyûn'daki bi'l-cümle celîler bunun eseridir. 1198'de Edirnekapusu'nda medfun
oldu.
Mehmed Bin Hüseyin Ebu'l-Berekât 78: Çörekci-zâde demekle ma'rufdur.
Sülüs ve neshi Hüseyin Hablî'den me'zûndur. 1173'de vefât eylemişdir. Otakcılar Câmii
pîş-gâhında Tokmaktepe nâm mahalde medfundur.
Mehmed Hıfzı Bin Süleyman: Galatasarayı'nda tahsil-i hıfz-ı Kur'ân-ı Kerîm
edib üstadı bulunan Hoca Rasim'den sülüs ve neshi meşk ile icâzet-yâb-ı ketebe bir
En'âm-ı Şerîf kitâbet ve teberrüken besmelesini üstadından istiktâb ile Sultan Ahmed
Hân-ı Sâlis'e ref' eyledikde kabul olunub Saray-ı Cedîd'e dühûl eyledi. Anda dahi Emir
Efendi merhumdan tekrar teberrüken te'allüm edib bâ emr-i hümâyûn-ı akd-i meclis-i
icâzet-nümûn olmuşdur. Refte refte Sultan Mahmud Han'ın evâil-i saltanatında kâtibü's-
sır ve gümrük başkâtibi olmuşdur. 1173'de vefat eylemişdir. Ebû Eyyûb-i Ensârî
dâiresinde validesi civarında medfundur.
Emir Buhârî Hankāhı'nda mevkuf eczâ-yı Kur'âniyyesi vardır ve Sultan
Mahmud'un Ebû Eyyûb-i Ensârî Türbesi hâricinde berây-ı ta'mîm-i ziyâret vaz' ettirdiği
103
resm-i kadem-i Nebiyy-i Muhterem'in sâl-i vaz'-ı târihi senginin bâlâsında bunun zâde-i
tab'ıdır. Mısrâ'-ı tarih budur.
Mısrâ
Makāmı buldu resm-i pây-ı Sultân-ı Rusül hakkâ.
Muhammed Bin Şahin: Enderûn-ı Hümâyûn'da Kâtu Mehmed Efendi'den
sülüs ve nesihde derece-i hasene vâsıl olub lâkin üstadının şeyhûhati sebebiyle izinleri
müyesser olmayub şerikleri Ressam Ömer Efendi'den vaz'-ı ketebeye me'zûn Saray-ı
Hümâyûn meşk hocalığı ile çerağ oldu. Lakabı te'siriyle cesur olub bir gün Şeyh
Hamdullah'ın seng-i mezarına ism-i sâmîlerini resm ve hak sevdasına düşdü. İhvân-ı
hayır-hâh'ın nush ve pendlerini dinlemediğinden ve hâlâ mevcud olan hattı yazdığından
yırtıcı kuşun ömrü az olur misli müfâdınca az vakit içinde murğ-ı rûhu pervâz ederek
1113'de vefat eyledi.
Pîr Muhammed Bin Şükrullah 41: Şeyh-i merhumun hafîdidir. Hüsn-i hatt-ı
şeyhâneyi pederinden temeşşuk edib mücâz olmuşdur. Şeyh-zâde Mustafa Dede'nin hâli
olmağla andan dahi telemmüz eylemişdir. 988'de terk-i hayat eyledi.
Süleymâniye Câmi-i Şerîfi'nde anın hattıyla bir Mushaf-ı kebîri vardır.
Edirnekapusu hâricinde Emir Buhârî civarında bulunan Bostan Mustafa Efendi'nin kabri
tarihi bunun eseridir.
Şeyh Muhammed 83: Berber-zâde. Hâfız Osman telâmizesindendir. Lâkin
cibilliyetinde olan taassub ile tasallub edib muvaffakiyetinin hayrını görmemişdir.
Muhammed Nâdirî İbn-i Abdülganî: Meşâhir-i fudalâdandır. Cümle-i fünûn
ve sülüs ve nesh ve rikā' ve celî ve ta'lîk vesâir aklâmda Ahî-zâde Abdulhalim
Efendi'den benâm-ı bî-hisâb küttâb kitâbetiyle ser-efrâz olmuşdur. Âsâr-ı fazlından bir
nâ-tamam Hâşiye-i Beyzâvî, ve bir mu'teber Kalemiyye'si ve Dîvan-ı Eş'ârı ve
2.000 beyit bir Şahnâme-i Manzûmu vardır. 1036'da Nakşibendiye'den
Mevlânâ-zâde Hâce Âbid Çelebi Mescidi'nde medfundur.
Seyyid Muhammed Bin Abdurrahman 92: Mağnisa'dandır. Pederi kand-
fürûş olduğundan kendisi Şekerci-zâde deyu mülakkab olmuşdur. Ekseriyâ ketebesinde
104
edat-ı nisbeti hazf ile Şeker-zâde yazar idi. İstanbul'a gelib sülüs ve neshi İbrahim
Kırımî'den telemmüz ve Emir Efendi icâzetinden berhurdâr olmuşdur. Mesâhib-i
şehriyârî Çavuş Efendi sevki ve Sultan Ahmed-i Sâlis emri ile me'mur olub Medîne-i
Münevvere'de vâki Şeyh Hamdullah hattıyla mushafı bi't-taklid bir Mushaf ile bir
Delâil-i Şerîf kitâbet ve avdetde Sultan Mahmud Hân'a tezhib ve i'tâ eyledi.
İşbu Mushaf zaman-ı saltanat-ı Abdülaziz Hânî'de Nezâret-i Ma'ârif tarafından
tab' olundu. Fi'l-vâki beyne'l-akran mânendi-i nâ-yâb olduğu nümâyândır. 1166'da vefât
etdi. Şeyh Hamdullah merkad-i münevverleri civârında medfundur. Mahdumları
Feyzullah Sermed dahi sâhib-i kemâl ve ma'rifet olub zümre-i hoş-nüvîsândandır.
Muhammed Bin Abdullah: Buna Cerrah-zâde derlerdi. Şükür Halîfe
şâkirdânından olub Sinan Paşa hayrâtının vakfiyeleri bunun hattıdır. 1025'de vefât
etmişdir.
Muhammed Necib İbn-i Ömer 73: Suyolcu-zâde Mustafa Efendi'nin dâmad-
zâdesi olduğundan bu şöhretden vâyedâr oldu. İbtidâ Ağakapulu İsmail Efendi'den sülüs
ve nesihde mücâz olub sonra nüket ve mezâyâ-yı aklâmı Emir Efendi'den tahsil eyledi.
Hurde-i ta'lîke dahi hüsn ü bahâ verenlerdendir. Güzîde nesihle Mesâhif-i Şerîfe
yazmışdır. Devhatü'l-küttâb nâmında bir tezkire-i ehl-i hat cem' eylemişdir. Salim
Efendi Tezkiresi'nde hallerini tafsıl eder. Müdevven dîvânı var ve bu beyit yâdigâr-ı
tab'larıdır.
Beyit
Aceb mi şârih-i dîbâce-i visâl olsak Kitab-ı vasf-ı hatt-ı yârı mû-be-mû gördük
Sultan Ahmed Hân-ı Sâlis murakka'-ına yazdığı târihin dahi burada tahrîri
münâsibdir.
Târih-i Murakka'-ı Sultan Ahmed Hânî
Şehinşâh-ı maârif- pîşe Sultan Ahmed-i Sâlis Zamân-ı devr-i adlinde gamı nesh eyledi Mevlâ
Hüdâ ser-levha-i dîvân-ı irfân eylemiş zâtın Sezâ zerrîn-i kalemle şemse olsa medhini imlâ
Müşâhid-i rûh-ı pâk-i şeyhde suret-i Teâlallah Cemâl-i şâhid-i âsâr şâh-ı âleme gûyâ
Mürekkeb resm-i "cim"i zülf-i anber sây-ı hûr-eden O fâhir noktalar hâl-i ruh-ı mahbubdan zîbâ
105
Bihakkın Levh-i mahfuz ve kalem-dest-i Utarid kim Beyâz-ı subhu kâğıd-ı tob mührü mühre eyler tâ
Necîbâ bendeside yazdı bir târih-i müstesnâ
Güzîn-i hatt-ı hümâyûn kilk-i Sultan Ahmed-i dânâ
Târih-i vefâtı 1172'dir.
Muhammed İbn-i Ömer: Ketebesinde Arab-zâde yazar. Karakız-zâde'den
mücâz ba'dehû Tophâne'de sâkin olub Hâfız Halil ile kavâid-i hattı müzâkere eylediler.
Hezâr Mesâhif kitâbetine muvaffak olub 1127'de Ebû Eyyûb civârında mücâvir-i hâk
oldu.
Muhammed Ressam İbn-i Ömer: Dârü'd-darb-ı Hümâyûn'da pederlerinden
sonra ressam-ı sikke olmuşdur. Hüsn-i hattı pederlerinden temeşşuk ve kelime ketebe
baz'ında emsâl ve akrânına tefevvuk etmişdir. Nuh-zâde Ali Paşa Câmii'nde âyet-i
mihrab ve esâmi-i çâr-yâr bunların kalemi yâdigârıdır. Amma sâir hutût-ı celîleri
Cihangirî Mustafa Çelebi nâm şahsındır. Vefâtı 1157'dedir.
Muhammed İbn-i Muhammed Hamdi: Akşemseddin hafîdi Zeynî demekle
şöhret-güzîn ve Şeyh Hamdullah şâkirdlerindendir. Pederi Hamdi yedi birâderden biri
ve Yûsuf ü Züleyhâ nâzımıdır. Sâhib-i terceme evâil-i hâlinde indiği ve evâhirde Şeyh
Hamdullah'dah sülüs ve neshi hadd-i kemâle erişmişdir. Âsâr-ı kalemiyyesinden celî
hatla Ayasofya Câmi-i Şerîfi'nin kubbesinde olan âyet ve iki tarafında olan kubbe-i
tâklarda zeyil âyet-i mezbûr ve Tersâne-i Âmire verâsında şeh-râhda meşhur ziyâret-gâh
olan makâm-ı râhatü'l-ervâhda bir seng-i mermerde üç beyt-i Türkî bunun eser-i
kalemidir. 889'da vefât etmişdir.
Muhammed Emin Âtıf: Hoca Mehmed Rasim anlara dâmad olmak
münâsebetiyle sülüs ve neshi andan tahsil ve tekmil edib bi'l-istihkāk ve tîre-i
şeyhânede vaz'-ı ketebeye me'zûn olmuşdu. Otuz yaşını henüz tekmil etmemiş iken
1156'da mat'ûnen rıhlet eyledi. Edirnekapusu hâricinde 1156'da medfundur. Müdevven
dîvânı vardır. Âsârından mahalle münasib bir mürekkebci dükkânına inşâd eylediği
târih budur ki herbir mısrâını bir hattata yazdırıb mısra'-ı târihini üstadları yazmışdı.
106
Târîh
Hûşâ cây-ı münevver matlâ'-ı nur-ı şibh-i mânend Denilse renk vü şîve bunda sâbit Hakk bu ensebdir
Ne çâh-ı devâta hâmeveş hibr-i mücellâsı Fütâde ideyazdı silk-i küttâbı ne ağrebdir
Şafaktır ser- hurû-yı haclet-i la'lîsi hem-vâr Zekâyine olan sevdâ-keşîde-zulmet-i şebdir
Bûd-ı semme Âtıfâ kilk-i Utarid yazdı tarihin
Bûd-kân-ı midâdı zîb ü zînetden mürekkebdir.
Muhammed Bin Mahmud: Gülhâfız demekle ma'rûfdur. Eğerçi Şükür
Halîfe'den me'zun olmuşdur. Lâkin sonra şeyhâne-i edâ ve Dede-i merhum gibi reftâr-ı
peydâ edib tarz-ı cemîl üzre hattât-ı celîl olmuşdur. Ayasofya Câmii mihrâb bâlâsında
kâşî üzerine bir Âyete'l-kürsî resmetmiş ve 1010 târihiyle ketebe yazmışdır. 1009'da
nâzır-ı Bâbüssaâde Gazanfer Aga'ya bir Mushaf-ı Şerîf yazmış, üstadlığı andan
mâlumdur.
Derviş Muhammed Bin Mustafa Dede 34: Şehlâ ve hafîd-i Şeyh
Hamdullah'dır. Vâdi-i mevrûs-ı şeyhâneyi vâlidlerinden tahsil ve tekmil eylemişdir.
Şeyh Dede-i Sâlise sülüs ve nesihde vâris olmuş idi. Ced ü pederi yanında 1001'de
medfun dlub bu târihten iki sene mukaddem eser-i kalemleri olan bir Mushaf
Süleymâniye Câmii mihrâbında pîrâye-i rahle-i vakıfdır.
Mübârek gözleri bir mikdar şehlâ olmağla gâyet yakından kitâbet eder imiş. Ol
sebebden babası ve ceddi mertebelerine vusûlü müyesser olmayıb kendi vâdisinde
kalmışdır.
Muhammed Refî': Kâtib-zâde. Hatt-ı sülüs ve neshi Kevkeb Hâfız Efendi'den
istikmâl ve izn-i ketebeyi Hoca Rasim'den zamîme-i kemâl eylemişdir. Rasim dahi hatt-
ı ta'lîkde bunun dâmen-i üstâdîsine ta'alluk ile iki üstad bir meclisde birbirinden icâzet
almışlardır. Bâkî ahvâli ta'lîkıyânda mezkûrdur. Koğacıderesi kurbunda Şeyhulislâm
Ankaravî Mehmed Emin yanında medfundur.
Muhammed Bin Mustafa: Brusevî. Envâ'-ı aklâm ve fünûn-ı tezhîbde vesâir
rütbe-i i'câzda sayılan leke-şûluk ve her ne nev'den olursa olsun bir zarfın rahnesin
i'dâm etmek ve envâ'-ı nukûş ve kat' u vusûl ve bunlar gibi havârık-ı umûrda yed-i tûlâsı
olduğundan kendisine Hezarfen denilir idi.
107
Hüsn-i hatt-ı sülüs ve neshi Kürd-zâde İbrahim Efendi'den tahsil ve İstanbul'da
Hâfız Osman'dan tekmîl eylemişdir ve Saray-ı Hümâyûn'da muallim-i hat olmuşdur.
Âsârından Üsküdar'da Vâlidesultan Câmii celîleri ve ittisâlinde üstü açık
türbenin derûn-ı der ve tâkına mahallinde yek-kalem tenmîk eylediği sülüs-i celî
âyetelkürsî ketebesi ve Damad İbrahim Paşa Dârulhadîsi'nin celî ve ta'lîkine hatları ve
sebile muttasıl olan çeşkenin derûn-ı tâkında olan ta'lîk hat bunundur. Bâlâ-yı tâkda ve
sebile müte'allik olan ta'lik hatlar Veliyyüddin Efendi'nindir. Bâb-ı Hümâyûn'da çâr
ender çâr sebil ve çeşme tarihlerinin ta'likleri ve Has-ahur kapusu tarihi vesâir âsâr-ı
kalemîsine nihâyet yokdur. Esîr-i sohbet-i yârân ve ser-çeşme-i irfân bir zat idi. 1153'de
vefat etti. Âhir ömründe beli bükülüb şuuruna azıcık halel-târî olmuşidi.
Muhammed Kâzım Bin Mustafa: Çorlulu-zâde ve Kâzım Eyyûbî dahi denir.
Sülüs ve neshi Kurşuncu-zâde Ahmed Efendi'den yazıb ba'dehû Hoca Rasim'den
temeşşukla icâzet-yâb olmuşdur. Sinni hudûd-ı erba'îne varmadan 1139'da vedâ'-ı âlem-
i fânî eylemişdir. Sultan Ahmed Hân-ı Sâlis hattıyla ziyâret eylediği murakkaa tarihi
budur.
Çorlulu-Zâde Kâzım'ın Sultan Ahmed Han Murakkaına Tarihi
Cenâb-ı sâhib-i seyf ü kalem Sultan Ahmed Hân Zamân-ı devletinde oldu erbâb-ı hüner hoş-hâl
Kadir-dân-ı pâdişah-ı ma'delet-küster şeh-i Cem-fer Odur zînet-i fezâ-yı safha-i mecmûa-i ikbâl
Husûsan hoş musanna' bir murakka' yazdı kim şimdi Temâşâsına kıldı şeyh u şâbî şevkle meyyâl
O şâhın oldu elhak reşha-i kilk-i hümâyûnu Letâfetle zarâfetle ruh-ı irfâna müşkin-i hâl
Cihânı böyle bir hemtâ bir eserle eyledi hayran. Ki âsâr-ı selefde gördü vardır nice kîl ü kāl
Benâm Ahmed-i mürsel muammer ola devletle Gele tâ kim lisana harf-i elif ve hâ ve mîm ve dal
Nola Kâzım çıkarsa safha-i mühr üzre târihin
Cihan-ârâ murakka' yazdı Sultan Ahmed âlü'l-'âl.
Muhammed Emin İbn-i Veliyyüddin: Üsküdârî'dir. Lâkin sâhilhânesine
nisbet Tophâneli denmişdir. Zühdi Ağa'dan mücâzdır. Darussaâde ağaları kâtibi
olmuşdur ki Yazıcı Efendi ta'biriyle üç kollu gümüş devât alâmetlerindendir. Hacı Beşir
Ağa'nın Paşakapusu civarında olan hayrât-ı hasânından Zâviyekapusu'nda vâki tarih
108
bunların ketebeli eserindendir. Mahmud Paşa-yı Velî Türbesi hâricinde Mestci-zâde
Ahmed Efendi yanında medfundur.
Muhammed Salih Şem'î: Tophâne'de vâki dühn-i mütaaddid ile masnû' top-ı
düşmen-i küb cedlerinin ihtirâ'âtındandır. Sülüs ve neshe kûşiş edib Hoca Rasim'den
temeşşuk ile çeb ve dîvânî ve rikā' ve reyhanî envâ'ında dahi şem'-ı cem'-ı akrân idi. Bu
beyit anındır.
Beyit
Dûr iden fânûs-ı âğûşumdan ol Şem'î bu şeb Rûzigâr eksiklidir rûzigâr eksikliğidir.
Semere-i tahsilden mütelezziz olmadan ve sinîn-i sinni erba'îne varmadan
1171'de vefat eyledi. Eğrikapu hâricinde Kırımî Efendi Çeşme-sârı mukābilinde
medfundur. Anın hattıyla bu iki beyit görünmüşdür.
Beyit
Meşk ide-yazdı harf be-harf eyleyüb vukûf
Bak o müzellifin hattına temmeti'l-hurûf.
Eyzan
Meğer kilk-i kader ol tıfl-ı ebced-hânın ey servet
Celî hattıyla yazmış safha-i ruhsârına temmet.
Hoca Muhammed Rasim 48: İbn-i Yusuf Eğrikapulu Çelebi deyu ma'rûf ve
Rasim Efendi demekle zebân-zed ve Tezkire-i Sâlimâ'da dahi mevsufdur. Evâil-i
ömürlerinde tahsil-i ulûm-ı nâfiaya verziş ve pederinden ta'lîm-i hatta kûşiş edib
ba'dehû Yedikuleli Emir Efendi'den şeş kalemde 18 yaşında iken ketebe vaz'ına me'zûn
ve herbir kalemin ta'lim-i müstakillesini yegân yegân meşkedib yegânelikde rû-nümûn
olmuşdur. Sultan Ahmed Han tarafından nev-be-nev gûnâ-gûn ihsan ve inâyete mazhar
olmuşdur ki nakli vâsıta-i ıtnâbdır."Utlubü'l-ilme yevmü'l isneyn feinnehû müyesserun
li't-tâlibîn " hadisine imtisâlen düşembeler hizmet-i ta'lim-i talebede der-kâr idi.
60 adet Mushaf-ı Şerîf, hezâr En'âm, Hilye, Delâil, Muvakkafiye şeş kalemde
murakka'ât, kıtaât, sahâyif, Meşârik, Mesâbih yazmıştır. Âsâr-ı hattiyesini tezhib eden
üstadlardan Haydarpaşalı İbrahim Çelebi'dir ki Süleymaniyeli Hattat Abdurrahman
109
Efendi şâkirdidir ve Dırağmanî Süleyman Çelebi'dir ki Hâfız Osman Efendi
tercemesinda zikrolunan Ahdeb Hasan şâkirdidir. Ve Brusalı Abdurrahman Çelebi'dir ki
Tuzpazarı İmamı Brusalı Hattat Mustafa Efendi şâkirdidir, Mücellidbaşı Solak
Süleyman nâm müzehhibin şâkirdi olan Mücellidbaşı Kara Mehmed nâm üstaddan ve
Hattat Brusalı Hezarfen'den dahi fenn-i tezhibi ahz ve Üsküdarî Ruganî Çelebi
Efendi'den dahi te'allüm eylemişdir.
Hatt-ı ta'likde dahi Kâtib-zâde Mehmed Refî Efendi'den me'zûn olub hurde-i
ta'likleri ve hoş-vâdi nesh-i ta'likle kitâbetleri dahi vardır ki hergün üstad bu hatt-ı dil-
cû sübha-i lü'lü'dür derdi. Hatt-ı ta'lîkle nice mecmua ve resâil husûsan İmam-ı
Süyûtî'nin Enmûzecü'l-lebîb nâm eserini teberrüken yazmışdır.
Müsennâ hatla nice hayrât ü müberrâtın tarihlerini dahi resmedib bilhâssa
Galata'da Azabkapusu dâhilinde Fâtih Sultan binâ-kerdesi olan sebil ve çeşmeler ve
fevkindeki mekteb tarihleri bunlarındır ki elifleri zülfesizdir.
Mısrâ
Lev raâhü sâhibü an sun'âti'l-kitâbi tâbün.
Beşiktaş Sarayı kapusu mukābilinde olan çeşmelerin ve Ebû Eyyûb Türbesi
civarında Hayatî-zâde Reisü'l-etıbbâ Mustafa Efendi'nin seng-i mezarı tarihleri dahi
bunların hattıdır. Nûriyye nâm câmi-i cedîdin dahi hayru'l-ebvâbına hatt-ı müsennâ ile "
İnne's-salâte" âyet-i kerîmesi tastîriyle hüdâvendigâr-ı sâbık Sultan Mahmud Han
zamanında me'mûr olub pîrâna tenmîk buyurdu. Lâkin amelenin adem-i ihtimamlarıyla
tavrından ihrac ve letâfeti iz'âc olunmuşdur. Zira asl-ı kâğıd sûzen-zede amel-tetrîz ile
ahzolunmuş bir resm-i mevcuddur. İm'ân olunsa kâtib-i diğerin resmi zan olunur.
Hulâsa bunun gibi sâhib-i âsâr ve Devlet-i Osmâniyye'de mevrid-i iştihâr ve i'tibar olan
hattat azdır. Merhûm ve mersûm Eğrikapu mukābilinde medfun ve seng-i mezarı
hulefâsının akdemi Mestci-zâde Ahmed Efendi yazısıdır. İntikāli 1169'dadır.
Sultan Ahmed Hân-ı Sâlis Murakkaına Yazdığı Tarihidir
Cenâb-ı Sultan Ahmed Han dânâ kim Dekāyık-i fehim her fenn ü hüner-ver kâmil ve âkil
Şeh-i zînet-fezâ-yı taht-gâh-ı milket-i irfân Ki zâtıdır şecâat-i ma'rifet envâ'ına şâmil
110
İrişmez sâha-i âsâr irfânına nuzzâra Bulunmaz bahr-i zihâr midâd-ı fazlına sâhil
.Sarir-i nây-ı kilk-i pâkinin te'sîri itmekde Her âsârını ayrı cild çerh-ı heftime dâhil
Tevârih-i âşinâyân söylesün şâhân-ı İslâmı Bu rütbe dâniş ü ilm ü kemâle var mıdır vâsıl
Maârifden ki hüsn-i hat ne rütbe emr-i müşkildir Ki tahsil itdi bî tâlîm gayr-ı ol şâh-ı deryâ-dil
Değil bî-şübhe mukadderdir beşer illâ kerâmetdir Ki feyz -i Hakk'a elhak oldı mazhar ol şeh-i âdil
Dahi bin ma'rifet-i vâridât-ı Zîşânında kim eyler Maârif tâlibi ömründe ancak birini hâsıl
Bu resme resm ider târihini Râsim duâ-gûî
Münakkah bir murakka' yazdı Sultan Ahmed-i kâil
Vâsık Muhammed Emin: Hüsn-i hatt-ı sülüs ve neshi Ağakapulu İsmail
Efendi'den ve ta'liki Kadıasker Âdil Efendi'den mücâzdır. 1165'de vefât etdi.
Muhammed Sâhib-i Rakam: Nalbant-zâde denir idi. Hüsn-i hatt-ı sülüs ve
neshi hânedân-ı Şeyh-i İbnü'ş-şeyh'den tahsil edib sâhib-i meleke-i külliye oldu. Hatta
rakam-ı meşhûr mütedâvil fi'l-asl Süryânî'ye karîb bir perîşân-ı hey'ât üzre iken tehzîb
ve bu hasen sûretle tertib eyledi. Ve gûyâ mûcidi sayıldı. 1033'de vefat eyledi.
Muhammed İmam 49: Tokâdî'dir. Hasan Üsküdârî'den tahsil-i hüsn-i hat edib
muktedâ-yı hoş-nüvîsân olmuşdur. Sultan Murad Han teshîri Bağdad'ı murad eyledikde
bazı sülehâyı tatyîb kasdında bunu dahi davet ve bir Mushaf-ı Şerîf kitâbetiyle emr
buyurub o dahi "Kulsuz bazara girmem, bahâsını tayin buyurun ki teşrîfinize dek hem
duâ ve hem şevk ile resîde-i intihâ olsun İnşâallâhü Teâlâ" dedikde sultan ta'accüb edib
"Matlûbun ne mikdârdır?" deyu suâl eyledikde "Bin guruşdan aşağı yazamam" deyu
cevab verir. Pâdişah dahi bin altun ale'l-hisâb ikram ve imamı şâd-kâm eder.
İki sene mürûrunda avdet-i hümâyûn vâki olur. Eczâ-yı Mushaf'ı huzur-ı
hümâyûn'a iletdikde sultan-ı zîşân dikkat edib bir suâl hatıra geliyor. "İmam Efendi, bu
Mushaf'ın hattı evvelinden âhiri daha hoş olmuş. Niçin mutâbık olmamış?" dedikde
imam-ı zarîf cevabda "Evâili Feth-i Bağdad helecânıyla ve evâhiri sürûr-ı feth ve
meserret hayâliyle yazıldı." deyüb bin altun dahi bahşâyiş-i sultânîye nâil olmuşdur.
1052'de vefât eyledi.
Derviş Muhammed: Tophânelidir. Karahisârî'den tahsîl-i hüsn-i hatt-ı sülüs
ve nesh etmekle Karahisârî Dervişi ve Derviş Çelebi ve Mütevellî-zâde demekle
111
ma'rûfdur. Üstâdı vâdisinde âsâr-ı bisyârı vardır. Elf-i kâmil târihinden mukaddem azm-
i hankāh-ı bekā eyledi. Kabri üstâdı yanındadır. Demircikulu Yusuf Efendi bundan
me'zûndur.
Muhammed Paşa Belgradî 60: İmam Hâfız Mehmed Efendi'den
mücâzdır.1080'de vefat eylemiştir.
Muhammed Kâtu 64: Bosnavî olub Kâtu, lisanlarınca kâtib demektir. Saray
Bosna Saray-ı Hümâyun'una nakledib sülüs ve neshi Derviş Ali'den temeşşukla Saray-ı
Cedîde meşk hocası olmuşdur. 1087'de vefat eyledi.
Muhammed Enverî 80: Hoca-zâde şöhretiyle meşhur ve sülüs ve nesihte
Suyolcu-zâde'den icâzetle Atmeydanı kurbunda Firuzağa Mektebi'nde makam-ı Şeyh
Hamdullah'da muallim-i hat olmuşdur. Kırk adet Mushaf-ı Şerîf ve nice En'âm ve Delâil
yâdigâr bırakmış Devha-i Necîbâ kavlince Mustafa Han-ı Sânî bunun hattından hoşlanır
imiş.Hatta bir Mushaf istiktâb ve bin kuruş ile kâm-yâb eylemiştir.Vefatı 1106'dadır.
Tatar Han Sultan Selim Giray Sultan iltimâsıyla yazdığı Mushaf hediyesiyle
hacca varıb avdetde Medine-i Münevvere'den iki konak uzakda medfun oldu.
Muhammed Bin Ömer: Pederi Halebî olmağla Arab-zâde deyu ketebe ederdi.
Karakız şöhret Hoca-zâde Mehmed Efendi'den mücâz olub Hâfız Halil Efendi'yle
kavâid-i kitâbeti müzâkere eylemiş ve 1000 Mushaf-ı Cemîl kitâbetine muvaffak
olmuştur. Vefâtı 1137'dedir.
Muhammed Bahri Paşa: Derviş Ali şâkirdânındandır. Hüsn-i kitâbetde her
bir satırda vâki her bir noktası ruhsâre-i behrâm-ı ikbâle bir hâl-i letâfet-i dâll idi. Sultan
Mustafa Han-ı Sânî'nin nâm-ı nâmîlerinden "tâ"dan-ı imtiyaz için "sad"a ibtidâ hilâf-âde
bir dendân vaz' ve kitâbet eden Tuğrakeş Sâlimâ kavlince budur. Vefatı1112'dedir.
Muhammed Sancakdar 84: Hayreddin Camiin'in İmamı olduğundan Çelebi
İmam deyu Sancakdar-ı hattat-ı âlemgîr ve Hâfız Osman kudemâ-yı şâkirdanından idi.
Bir maddede feleğe düşnâm edib terk-i âlem-i hat ve hattâtî eylemişdir.1106'da
Silivrikapusun'da medfun oldu.
112
Derviş Muhammed 85: Kevkeb lakabının tafsili Tuhfetü'l-hattâtîn-i
Müstakim-zâde'de mezkûrdur. Vücûhât-ı seb'a-i Kur'âniyye'yi bi-kemâlihâ görüb hüsn-i
hatt-ı şeş kalemde şöhret-fezâ ve Hâfız Osman Efendi'ye şâkird-i rûşenâ
olmuşdur.Lâkin üstâdına riâyet, hukuk-ı üstadı avzına ızhâr-ı ukûk eyledi. Ve ben
üstadımdan eyi yazarım deyu üstâdı başlamış bir Mushaf'ı elinden alıb hîn-i kitâbetde
kalemtıraş ile iki parmağını birden kat' etmiş ve bir sene dahi iltiyâm-ı pezîr
olmadığından başka itmâma muvaffak olmamıştır. Vefatı 1149'dadır.
Muhammed: Şâmî olub pederi mevâlîden olmağla Molla-zâde denmiş
Muhammed Ömerî ve Seyyid Abdullah'dan mücâzdır. Üç adet Beyzâvî Tefsir'i ve 400
kadar Delâil-i Şerîf yazmışdır.Hakim-zâde Alipaşa Câmii'nde medfundur.
Muhammed 55: Tozkoparan-zâde demekle ma'rufdur. Kemankeşlik ile ma'rûf
ceddinin seng-i nişanında olan beyt-i ma'rûf budur.
Beyit
Sâhibu'l-menzil fî'l-meydân Ellezî ismuhû Tozkoparan .
Hüsn-i hattı Ramazan Efendi'den tahsil edib dâmâdı olmuşdur. Vefâtı
1106'dadır. Silivrikapusu'nda vâki İbrahim Paşa Camii'nin kâtibi olmağla destâr-ı kafesi
ol eyyâmda küttâb-ı evkāfın mu'tadları olub bunların dahi devam üzre iltizamları vardı.
Bâb-ı mezbûr hâricinde medfundur.
Muhammed Giridî 86: Hâfız Osman'dan mücâz olub 1065'de vefat eylemiştir.
Seng-i mezarı İbrahim Nâmık Efendi yazısıdır. Edirnekapusu ile Topkapı miyânında
şeh-râha müşerref mahalde medfundur.
Seyyid Muhammed: Mestci-zâde Karamanî olub hüsn-i hattı Alacamescid
İmamı Derviş Ali'nin envâ'-ı gûnâ-gûn talimatından tahsil eylemişdir. Hekimpaşa-zâde
Alipaşa Camii'nin ibtidâ-yı binasında bir Mushaf başlayıb binâ-yı mescidin nihâyetinde
bitirib ol camiye vaz' eylemişdir.
Mahmud Bin Ahmed: Şeyh Hamdullah şakirdidir. Şehid Alipaşa
Kitabhanesi'nde mevkuf 937 senesinde yazılmış Kütüb-i Sitte-i Hadis'den bir Müslim
nüshası vardır ki tezhib ve teclidi vâcibü'z-ziyâredir.
113
Mahmud 58: Tophâneli demekde ma'rûfdur. Sahib-i nâm Mehmed İmam'dan
sülüs ve nesih ve Derviş Abdi'den ta'liki tahsil eylemiş, Enderûn-ı Hümâyûn'a dâhil
olmuştur. Şeyh-i merhûmun hattıyla Hazine-i Humâyûn'da mahfuz bir Mushaf-ı
Şerîf'den bâ-taklid bir Mushaf kitâbet edip hediye-i Padişâhî eyledikde Kâtibu's-serr-i
Sultânî lakabıyla mülakkab olmuşdur. Anın için gâhî Kâtibu's-serr-i Sultânî ve gâhî
Mehmed Mahmud yazar. Vefatı 1080'dedir. Ol Mushaf imdi Ayasofya
Kitabhânesi'ndedir.
Terk Mahmud: Terk-i diyâr eylediğine peşimân ve Kıbletü'l-Küttâb'ın öte
yakadan olmasına iftihâr-ı bî-pâyân edenlerdendir. Böyle iken yine felekden şikâyet
eyler ve tâli'inden ağlardı.
Beyit
Kâtibî der-miyâne-i ümmî Hemçû Mushaf behâne-i zimmî
Addedib kendüyi Yâkût-ı zaman ve İbn-i Hilâl-i âsumân-ı hoş-nüvisân sayardı.
İlm-i remel ve kehânet ve nücûm emsâlinde kendisini Mahmud Küşâcem bilib tarik-i
kazâda Şerihkadı ve Dırağman kurbunda yevm-i âsâ harabe-zâra razı olmuş idi. Hem-
civarları şehadeti üzre her kâr-ı müzevverin müzevviri , her fî'l-i nâ-mahmûdun
müdebbiri ve mazharı, santraçda li-celâl-i zaman ve ser-tavîle-i tavlada erdeşir-i bâ-
bekân
Beyit
Nerd ü şatrancda nazîrim yok Zâr u mat olduğu velîkin çok.
Meâli hasbihâli bir nâ-tıraş-ı kalender-i derbeder-i dil-hırâş idi güyâ.
Beyit
Üstâd-ı bî-telâmize dânâ-yı bî-hüner Nüssâh-ı bî-kitâbet ve hattat-ı bî eser.
Bunun hakkında söylenmişdir. 1177'de vefat eyledi. Bunlar ile berâber
Mehmed Nuri gibi bir şâkird ile müftahir olmuşdur.
Sultan Murad-ı Sâlis: Sülüs ve nesh ve ta'lîkde hattı kâmil olub Âlî Efendi
Menâkıb-ı Hünerverân'ı bunun nâmıyla müveşşah eylemişdir. Nümûne-i maârifleri
114
olmak üzre Ayasofya Câmii mihrabının tâk-ı âlîsinde iki tarafa âvihte eyledikleri
levhalar üzre tastîr buyurdukları kelimeteyn-i şehâdateyn-i âyetün min âyâtillâhi ve
alâmeti ümmet tarihi dahi mezbûr levhalarda mersumdur ve cami-i mezbûrun talimhane
kapusunda ve mukābilinde iki cesîm minare ve Maramara'dan gelmiş iki küp ve dört
mahfil sengin bunların eser-i hayrıdır. Divanı dahi Hekim Alipaşa Kitabhânesi'nde
mevkufdur.
Sultan Murad-ı Sânî: Ceddi Yıldırım Han ve pederi Çelebi Sultan Mehmed
Han ve ferzendî Ebu'l-feth Mehmed Han olmak ulüvv-i şânına delil-i kâfi ve burhân-ı
vâfîdir remh-i hattıyesine hüsn-i hattı zamanında olan sahib-i seyf ve kalem-i sultan-ı
zîşandır. İki def'a saltanata erişib Brusa'da Muradiye tesmiyesine sebeb oldukları
mahalde medfundur. Ve orada medfun selâtîn-i sittenin âhiri ve sanduka-i sengin ile
mümtazları olub bu beyt-i güzîn anların eser-i tab'-ı metînidir.
Beyit
Sâkî getür getür yine dünki şarabımı Söylet getir biri yine yine çeng ü rübâbımı.
Mustafa Âlî İbn-i Ahmed: Gelibolu'dandır. Sülüs ve neshi Şükrullah-zâde Pir
Mehmed Dede'den yazmışdır. Menâkıb-ı Hünerverân, Tuhfetü'l-uşşâk, Enîsü'l-kulûb,
Sad Kıssa ve Hisse, Ravzatü'l-letâif, Heft Meclis, Mühr ü vefâ, Kimyâ-yı Saâdet
Tercemesi, Zübdetü't-tevârîh, Münşeât, Divân-ı Eş'âr vesâir âsârı vardır. 1800'de vefat
etmişdir. Menâkıb-ı Hünerverân'ı işbu risâlenin me'hazlerinden birisidir.
Mustafa Feyzi: Kaf-zâde. Sülüs ve nesih ve rik'a ve talikde ve her fende
müsellem idi. Târih-i vefâtı 1020 ve medfeni Eyübdedir.
Mustafa Râkım 93: Taşmektebli. Sülüs ve neshi Yedikuleli'den temeşşuk ile
izn-i vaz'-ı ketebe almış ve maiyyet-i üstadda hizmet-i talimle ser-efrâz olmuş sâir
âsârından mâ-adâ yüz aded mikdarı Masâhif-i Şerîf yâdigâr bırakmışdır. Târih-i vefâtı
1181'dir. Merkez Efendi Kabristanı'nda pederi yanında medfundur.
Mustafa İbn-i Yusuf 71: Kanlıcalı. Birâderi İsmail Efendi ile Hâfız İmam-ı
merhumdan mücâzdır. Mesâhif-i kesîre ve âsâr-ı vefîre tastîrine muvaffak olmuş. Şeyh
115
Hamdullah âsârına taklid edib lâkin kendi isimlerini vaz' ederdi. 1085'de vefât edib
Anadolu Hisarı Mezaristanı'nda birâderi civârında medfundur.
Seyyid Mustafa İbn-i Ebî Bekr: Hoca-zâde Seyyid Ahmed'den me'zun ve
mâliye kalemi hulefâsından idi. Kırkdan ziyâde Mushaf ve ol mikdara karîb Delâil ve
müteaddid Şifâ ve İbn-i Abbas Tefsiri yazmışdır. 1200'de henüz ber-hayat idi.
Mustafa İbn-i Süleyman: Tozkondurmaz lakabıyla şöhret-yâfte idi. Hüsn-i
hattı Hoca-zâde Mehmed Efendi'den görmüşdür. Âsârından Tobhâne'de vâki Sultan
Mahmud'un âsâr-ı hayrından olan çeşme-i kebîrde Nahîfî merhumun târihini bu
yazmışdır. Vefâtı 1157'dedir.
Mustafa Bin Abdürrahim 76: Aksarayî Kâtib-zâde denilirdi. Sülüs ve neshi
Zühdi İsmail Ağa merhumdan tekmil ve tahsil-i icâzet eyleyenlerin evvelidir. İbrahim
Hanif'den mecâlis-i müteaddidde tûra dahi ta'lim eylemişdi. Aksaray kurbunda
hanesinde ta'lim-i talebe hizmetine ikdam ile hezarân şâkird sâye-i himmetlerinde
benâm olmuşdur. Vefâtı 1173'dedir. Kayalar Mezaristanı'nda pederi civârında
medfundur. Seng-i mezarını şâkirdlerinden Mehmed Keresteci-zâde yazmışdır.
Mustafa Sâmi: Arpaemini-zâde demekle marufdur. Sülüs ve neshi Karakız
Hoca Mehmed Efendi'den ba'de'l-izn tahsil-i ta'like çalışıb şikest ta'likleri vâdî-i
ihtira'ları hâme-i acemâne ile kalem-i rikā'dan mürekkeb gayet lâtifdi. Müretteb dîvânı
vardır. Hususan Rûhî'ye Nazîre-i Terkib-i bendi nazîre kabul etmez. Sâl-i vefâtı
1146'dır.
Mustafa İbn-i Ömer Eyyûbî 45: Suyolcu-zâde Sâhib-i Devha Mehmed
Necîbâ'nın ceddidir. Derviş Ali merhumdan izn-i ketebe almış ve yüz aded mikdarı
En'âm vesâir âsâr-ı bî-şumâr bırakmışdır. Sâl-i vefâtı 1097'dir. Yetmiş yaşında iken
civâr-ı Ebî Eyyûb'da Kadıasker Arif Efendi Medresesi mukābilinde vâki sikke nâfizenin
bâlâ-yı mezarında defnolundu ve hafîdleri dahi civârındadır. Kendisinin mezarı târihi
anın eseridir.
Mîr Mustafa Bin Ferhad: Hüsn-i hatda müsellem Mîr Ahmed nâm ile beraber
pederlerinden yazmışlardır. Ebû Eyyûb-i Ensârî ve Sultan Selim-i kadîm türbelerinde
mevcud olan Mushaf-ı Şerîflerinin âhirinde kendi ahvâlini tafsil üzre yazmışdır. Pederi
116
dahi mezkûrdur. Cedd-i mâderîsi olan Sultan Mehmed Câmi-i Şerîfi hareminde dîde
dûz-ı safâ oldu. Sâl-i vefâtı 1027'dedir.
Mustafa Anber 65: Saray-ı Hümâyûn'da perveriş bulmağla sülüs ve neshi
Mehmed Efendi Belgradî'den verziş edib orada meşk hocalığı ile ser-efrâz oldu. Fenn-i
mûsıkîde dahi mâhir ve hünerver idi.
Menkûldür ki bir izin meclisinde ser-bezm bulunub izn-i kıt'aları ber-mu'tad
hâcegâna pîş-i nihâd oldukda istihsân ve sitâyiş-firâvân eylemişler. Lâkin merhum
reddedib bu hatların i'râbı mahallinde olmayıb hüsnü henüz tam değildir. Mahalline
i'râbın vaz'-ı dahi talim olunsun. Bu ziyâfetden beş ay sonra dahi vaz'-ı i'râb ta'lim
olundu. Sâl-i vefâtı 1095'dedir.
Mustafa Tab'-i: Sülüs ve neshi Rasim Efendi'den yazıb me'zûn oldu.
Mûsikîde kâmil ve şi'r ü inşâya dahi mâildir. Tarh eylediği kasâyidden birinin ebiyyât-ı
fahriyesi mahalle münasib görülmekle îrad olundu.
Ebiyyât-ı Fahriyye
Devletimde hatt-ı pâke dahi me'zûnuz biz Ketebe almamızı rüşvet ile eyle zan
İtmedim hatt-ı hasende ........... taksîr Onıcak meşk-ı kemâkân ile fersûde beden
Huşt-i kilkim gibi ser-tîz bulunmaz arasın Güzelliğim gibi kezâlik saff-ı hussâd-şiken
Yan çizerse nola perkâr gibi yanımdan Düşmene çifte devâtım iki top-ı hâven
Yetişür "râ"larımın tîğı ana ben umarım Eğer alur ise derbend-i kemâli rehzen
Elde oldukca asâ şeş kalem inşâallah İtmezem havf eger olsa yedi başlı ojen(ejder)
Didi bir gün bana Eğrikapulu üstâdım Doğrusu budur eğer sa'y-i belîğ itsen sen
Hâfız Osman kadar belki bulurdun şöhret Olmasan âh eger mâil-i ruhsâr ü zekan
Açdı baht-ı şerîf ol gül-i gülzâr-ı hüner İhtirâ'-ı nev' ile tekye-i şeyhe rû-zen
Kıldı meydan-ı kitâbetde hezârın mağlub Nîze-i bârkeş-i hâme-i hattât-ı fiken
Feyz-ı kısmetden alub ben dahi hattı sülüsün
Selefi nesh idüb itdim nice nev tarh-ı hasen
Mustafa: Edirneli ve Darb-zâde demekle meşhur ve bizzat Hâfız Osman'dan
me'zûndur. Hâfız Osman Edirne'de oldukca ucâletü'l-vakt iktizâ eden celîlerden bazıları
117
bunlara tahmil ve kendisi tashih eylediği ma'rûfdur. Kutubtaşı ve noktataşı ta'bir olunan
murabba'u'ş-şekl ve çâr etrâfı müsâvî resm üzre olan nev'dan bir taş seng-i mezarı olub
ismi anda mestûrdur. Vefâtı 1146'dadır.
Sultan Mustafa Hân-ı Sânî: Hüsn-i hattı Hoca-zâde Mehmed Efendi'den
tahsil ve Hâfız Osman'dan tekmil eylemişdir. Cevâmi-i Selâtîn'in herbirinde olan
âvizeleri hünerlerine şahitdir. Hatta Ayasofya-i Kebîr'de olan levhanın biri tevkî'-i
besmele olub yek-kalem yazıldığı levhanın üzerinde ta'lîk olunan kalemden malum idi.
Veled-i emcedi Mahmud Han Câmi-i Şerîfi tâmir ederken ol kalem zâyi olmuşdur.
Hâfız Osman Efendi'ye nice kere huzûrunda ihram-ı vaz' edib hokkalarını ahz ve
tahrirlerini ziyaret buyurmuşdur.
Mustafa Bin Muhammed: Orman-zâde Sâhib-i Devha Mehmed Necîbâ'dan
me'zûndur. On varakda bir Mushaf-ı Şerîf tertîb eylemişdir. Sâl-i vefâtı 1160'dır.
Mustafa Paşa Bin Muhammed Paşa: Enderûn-ı Hümâyûn'da Ressam Ömer
Efendi'den mücâz olub silahdar iken Ayasofî'nin tâmir-i küllîsinde Pîrî-zâde Müfti
Sâhib Efendi'nin iktibas eylediği âyet-i kerîmeyi bunlar yazıb bâb-ı kebîr dâhiline âvihte
olmuşdur. Şadırvanın hutûtu ve Türbe-i Ebî Eyyub'da âvihte levha-i Âyetelkürsî'de olan
Hilye-i Şerîf vesâir âsârı vardır. Sâl-i vefâtı 1176'dadır.
Mustafa Şehdî: Antâkî ve Hoca-zâde Mehmed Enverî'den mücâz ve sülüs ve
nesh ve ta'lîk her üçünde mümtazdır. Elsine-i selâsede güftâra kâdir ve bu iki beyit
tab'ına şâhid-i hâzırdır.
Gazel
Mehveşim dîvançe-i hüsnünde matla' gösterir Ebrû anın şakk-ı mâh-ı âsâdır mısra' gösterir
Vechi vardır kıt'a-i mîr olsa yahut imâd Hüsn-i hat ile uçar ebrû murakka' gösterir
Mustafa Âtıf: Sülüs ve neshi Ağakapulu İsmail Efendi'den ve sonra oğlu
Mustafa Efendi'den yazmışdır. Defterdar Kalemi küttâbından olmağla dîvânî ve rikā' ve
siyâkatde dahi kemâli var ve husûsan keskin dîvânî hatları düstûru'l-ameldir. Âsâr-ı
hayriyyesinden Şeyh Vefâ dâiresi ittisâlinde bir kitabhânesi vardır. Vehbî ana güzel şâir
deyu lakab vermişdir. Müretteb dîvançesi vardır. Cizye emrinde sâl-i kameriyye ve
118
şemsiyenin birbirnden tefâvüd ve tedâhül eylemesi bâbında cemeylediği risâle mâmûl-i
ehl-i hesabdır.
Memi Dîvâne: Eğerçi hattını tehzib kaydında değildir. Lâkin şeş kalemde
müsellem-i asr olduğu Menâkıb-ı Hünerverân'da mestur ve Memi Mehmed'in
mürahhamıdır.
Mustafa Hâfız: Edirne'de Noktacı-zâde Mahallesi'nin imamı olub Çelebi
İmam dahi denir idi. Hatda Yusuf Rûmî'den mücâz idi. Elliye karîb Mushaf-ı Şerîf ve
birçok diğer eser-i latîf bırakmışdır. Hâfız-ı Kur'ân ve hâdim-i ihvân mahbûb-ı kulûb bir
vücûd-ı meslûbü'l-uyûb idi. Sâl-i vefâtı 1131'dir.
Nasuh: Çeb yani dîvânî yazanların eyyâm-ı Süleyman Hânî'de ser-defter ve
mel'abe-i matrâkın mûcid-i ekberi idi.
Yahya Bin Osman 77: Tophânelidir. Ketebesinde Fahreddin dahi yazardı.
Demircikulu Yusuf Efendi'nin kabrini tathîr ederken toprak arasında bir kalem bulub
tefe'ül ile derhal Anbârî-zâde Ali Efendi'den meşke âğâz ve icâzesi kuvve-i karîbeye
gelmiş iken üstâdı rıhlet eylediğinden Hüseyin Hablî'den icâzetle mümtaz olmuşdur.
Meclis-i izinde Yedikuleli ve Rasim Efendi ve Hoca Galata Mehmed Efendi ve
Suyolcu-zâde ve Zühdi İsmail Ağa ve Vefâî Mustafa orada mevcud imişler. Yahyâ-yı
mezbûr 15 Kelâm-ı Kadîm yazıb Nûr-ı Osmânî Câmii'nin yan kapıları dâhilinde atebe-i
ulyâsında olan âyetler bunların me'mûren yazdıklarıdır ki harf harf ve kelime kelime
yazıb ba'dehû sûzen-zede edib kömürtozuyla silkmiş sonra tashih eylemişdir. Sâl-i
vefâtı 1169'dur. Kabri Murad Efendi Tekyesi mukābilindeki mezaristandadır.
Yahya Sûfî 23: Yahya Rûmî dahi denir. Edirne'dendir. Abdullah Sayrafî'den
meşk edib İstanbul'da Mehmed Hân-ı Fâtih Câmii'nin şadırvan hâricinde pencereler
üzre olan Sûre-i Fâtiha bunun hattı ve dâhilinde bâb-ı câmiin hâricinde Akdeniz
tarafında ibtidâ pencere üzerine ketebesini yazmışdır. Sâl-i vefâtı 882'dir.
Ya'kub Hindî: Bu lakab ana hey'âtı sebebiyle Sultan Ahmed-i Sâlis tarafından
verilmişdir. Hâfız Osman me'zûnlarındandır. Hat-şinâsân Ya'kub Efendi ehl-i hattın
sâhib-i zuhûrudur demişlerdir. Sâir maârifde dahi eli vardır. Edirne'de vâki kaleyi cirid
ile aşırıb pesendîde-i pehlivânân olmuşdur. Taklid-i âsâr ve eslâfda mahz-ı isti'dâd
119
idüğü muhakkakdır. Ebû Eyyûb-i Ensârî'de yazılı medrese kapusu dâhilinde bir "Hû"
resmeylemişdir ki Vefâî'nin "vav"ına râcih olduğu hurdebînân hatta ayandır. Sâl-i vefâtı
1196'dadır. Üsküdar'da Harmanlık'da medfundur.
Seyyid Yusuf Bin Seyyid Tâcü'l-Ârifîn: Pîr Mehmed bin Şükrullah
Halîfe'den yazıb bir hattat-ı bî-misl olmuşdur. 1005'de yazdığı Mushaf-ı Kebîr Hazret-i
Hâlid Türbesi'nde medfundur.
Yûsuf: Demircikulu. Seng-i mezarında "Min telâmîz-i Derviş Mehmed min
telâmîz-i Ahmed Karahisârî" deyu tasrih eylemekle Karahisârî Dervişi'nin
şâkirdânından olduğu müte'ayyindir. Ebu'l-feth Sultan Mehmed Hân Câmii Şerîfi
duvarında vâki Fetih hadîsi ve Tophâne'de Kılıç Ali Paşa Câmii'nin bi'l-cümle celî
hatları ve Kasımpaşa'da Küçük Piyâle Câmii mukābilinde tekye mezarı penceresi
bâlâsında celî hatla mersûm satr-ı şehâdeteyn bunun yazısı olub sâir âsârı dahi vardır.
Sâl-i vefâtı 1007'dir. Tophâne'de Karabaş Tekyesi'nde medfundur.
Yûsuf Sîmîn-i Kalem: Demircikulu şâkirdidir. Kendisi şöhret ve âsâr-ı nedret
üzeredir. 1050'de vefât eylemişdir.
Yûsuf İmam 83: Mollaaşkî Mahallesi'nin imamı kanaatkâr ve rast-kerdâr olub
sülüs ve neshi ibtidâ Suyolcu-zâde Eyyûbî Mustafa Efendi'den ve ba'de vefâtihî
Karakız'dan te'allüm edib mücâz olmuşdur. Evlâd-ı sitte ile şeş ciheti mâmûr sâhib-i
fazl-ı bî-kusûr idi. Ez-cümle mahdumları İbrahim Vâsık ve Süleyman Râci ve Hoca
Râsim hazretleridir. Eğrikapu hâricinde Küçük Tokmaktepe nâm mahalde
Kırımîçeşmesi'ne karîb medfundur. 1143'de vefât eylemişdir.
Hâfız Yûsuf: Îrâniyyü'l-asıl olub İstanbul'da Hasırcılar İmamı'ndan Kelâm-ı
Kadîm hıfzını tedârik ile hüsn-i hat hâdimi oldu. Âkıbet İbrahim Rodosî'den icâzet aldı.
Nûr-ı Osmânî'de zîb-i rahle olan musanne'u'l-hat Mushaf-ı Şerîf'i tahrîr esnâsında Hoca
Rasim'den dahi hüsn-i hattı ahz ile nihâyet Galatasarayı'na muallim-i hat tayin olundu.
Sâl-i vefâtı 1201'dir.
Yûsuf-ı Mecdî 87: Sülüs ve neshi Hâfız Osman Efendi'den temeşşuk edib
me'zûn olmuşdur. Sâhib-i meleke-i hattat-ı muhakkık olduğu muhakkakdır. Rikā' ve
120
ta'lîkde dahi mâhir idi. Sâl-i vefâtı 1133'dür. Topkapu hâricinde Takyeci Câmii
mukābilinde medfundur.
Yûsuf-ı Rûmî 88: Ahmed Efendi'nin âzad-kerdesidir. Sülüs ve neshi Hâfız
Osman'dan me'zûndur. Edirne üstadlarının bir silsilesi bunlardan teşa'ub eylemişdir.
Sâl-i vefâtı 1121'dir.
3.3. Binikiyüzüçden Sonra Gelen Meşhur Sülüs ve Nesh-Nüvîsân
(Binikiyüzüçten Sonra Gelen Meşhur Osmanlı Sülüs ve
Nesih Hattatları)
Salih Efendi: Hüseyin Hablî çirâğıdır. Kesret-i kitâbet ve tertîb-i murakka'ât
ve kıta'ât ile ma'rûf tiz-meşreb ve zaifü'l-endâm bir hattat olub evvelâ İstanbul'da
Cerrahpaşa Câmii karşısında sâkin ve ba'dehû Medîne-i Münevvere'de mücâvir
olmuşdur. 1210'da daha hayatda imiş.
Abdülkâdir: Çok âsârı görülmüş Eğrikapılı şâkirdânındandır. Târih-i vefâtı
1210'da ve Şeyh Hamdullâh-ı merhumun başı ucunda medfundur.
Osman: Dâmad Afif demekle arîfdir. Dîvân-ı Hümâyun hulefâsından Hoca-
zâde Mustafa Efendi'den temeşşuk ve te'allümle tarz-ı şeyhâneye mârif bir hattat olmuş.
Sultan Selim Han emriyle Sancak-ı Şerîf için bir Mushaf-ı Şerîf yazıb mükâfat olarak
bir kıt'a çelenge nâil olmuşdur. Vefâtı 1210'da Üsküdar'da Şeyh Hamdullah-ı merhum
civârında medfundur. Kayınpederi Afif ise Hüseyin Hablî çerâlarından olub 1116'da
vefat etmişdir. Ve anın kabri dahi Şeyh Hamdullah civârındadır.
Abdurrahman: Hoca Rasim Efendi şâkirdi olub kesret-i kitâbet ve metânet-i
hat sıfatıyla mevsûf ve mahâmid-i ahlâk ile ma'rûf olub ekser evkātını tâlim-i tullâb ile
geçirmişdir. 1220'de vefât edib Üsküdar'da Şeyh Hamdullah-ı merhum civârında
medfundur.
İsmail Zühdi: Mustafa Râkım'ın birâderi olub hatt-ı celîyi gayet metîn ve
üstâdına yazar idi. Kırk kadar Mushafı görülmüşdür. Murakka'ât ve kıta'ât vesâir âsârı
121
çokdur. Eyub'da Defterdâr'da Şah Sultan Türbesi'nin yazıları anındır. Ve mezbûr türbe
kapusu üstündeki yazı Yesârî-zâde Mustafa İzzet'indir. Medfeni Edirnekapusu hâricinde
Emir Buhârî hazretleri civârındadır. Sâl-i vefâtı 1221'de ve seng-i nişanı birâderi
yazısıdır.
Hâfız Muhammed: Tosyavî Deli Osman çirâğıdır. Kitâbetle evkat-güzâr imiş.
Vefâtı 1222'dedir. Şeyh-i merhum civârında medfundur.
Mevlânâ Ahmed: Ahmed Galatavî'dir. Bazan Galatavî ve bazan Eyyûbî
ketebe eder. Ve Kasımpaşalı ketebe eylediği âsârı dahi müşahede olunmuşdur. Pederi
İbrahim Zarîfî gemici olub Nâilî ile beraber Mustafa Kütâhiyeli'den meşk ederek hoş-
nüvîs olmuşlardır. Fakat kendi yazısı ile pederi yazısı beyninde beyne's-serâ ve's-
süreyyâ fark vardır. Nâilî merhum Galata'da Taşmekteb'de hoca olub kitâbet-i Mushaf
ve Şifâ-ı Şerîf ile evkat-güzâr imiş. 101. rakam ile murakkam Mushaf-ı Şerîf
mevcuddur. Vefâtı 1229'da, medfeni Küçük Eyyûb Defterdârı'nda Yâvedûd
civârındadır.
Muhammed Reşid: Hoca Rasim merhumun ferzend-i dilbendîdir. Kelâm-ı
Kadîm ve murakka'ât ve kıta'âtı çokdur. Vefâtı 1227'de, pederi yanında medfundur.
Muhammed Salih: Akmolla Ömer şâkirdi olub Erenköyü'nde ve
Atmeydanı'nda Hasan Baba Türbesi civârında ve Üsküdâr'da ve Salacak taraflarında
sâkin olmuşdur. Evâil-i hâlinde lâubâlî meşreb ve rind-atvâr ve mübtelâ-yı hamr u
humâr olarak evkat geçirmiş ise de biraz zamandan sonra tövbekâr ve salâh-ı şiâr olub
gereği gibi telâfî-i mâ fât eylemişdir. Hattâ birgün Hâfız Efendi vaktiyle irtikâb
eylediğin a'mâl ile kıyâmet günü ne yapacaksın ve huzur-ı Bârî'de ne cevab vereceksin
deyu sual eylediklerine cevâben
Beyit
Çâr-çîz âverdeem yâ Rab ki der genc-i tû nîst Nîstî ve hâcet ve özr ü günâh âverdeem
Diyerek ve âsârımı bir torbaya koyub omuzlayarak dîvân-ı hesâba çıkarım
demişdir. Mevsuk rivâyete nazaran 1236'da hîn-i kitâbet-i Kelâmullah'da vefat
eylemişdir. Merhumun evâilde yazdığı Eczâ-yı Şerîfe-i Kur'âniyye nice binleri geçmek
122
ile bir kavle göre 366 Kur'ân yazmış olduğu meşhur ise de asrımızda reis-i hattâtân olan
Abdullah Efendi hazretlerinin 454 rakam ile yazdığı Kelâm-ı Kadîm'i görmüş olduğu
kendilerinden mesmû'-ı âcizânemdir. Hattı ise kimsenin hattına nisbet kabul etmeyib
gâyet pişkin ve üstâdâne ve hoş-şîve olduğuna tamam hattatlar mu'terifdirler. Yenibahçe
tarafında bir çeşme üzerinde gayet celî ve güzel yazılmış bir târihi temâşâ-gâh-ı hâs ve
âmdır. Atmeydanı'nda bir çeşme üzerinde güzel bir yazısı vardır.
Muhammed Emin: Dîvân-ı Hümâyûn hâcegânından olub bazısı Ebû Bekir
Râşid-i Konevî'den yazmış demişler ise de sikāt-ı ruvâtdan mesmu' olduğu üzre işbu
merhum ve Hâfız Cemşir ve Hâfız Süleyman her üçü Akmolla Ömer şâkirdidir.
Cerrahpaşa Câmii'nde müezzin mahfili üzerinde 1236'da yazdığı târih gayet nefis
yazılmışdır. Hamidiye Türbesi'ndeki yazılar hakîkaten şâyân-ı ziyâretdir. Târih-i vefâtı
1240'dadır.
Halil Vehbi: İsmail Zühdi şâkirdidir. Vefâtı 1240'dadır.
Ömer Vasfi: Trabzonî'dir. Evvelâ Hâfız Yûsuf ba'dehû Yamak-zâde Salih
Efendi'den temeşşuk ile derece-i ulyâ-yı hatta ba'de'l-vusûl Enderûn-ı Hümâyûn
hâcegânı silkine menselek olmuş ve birçok nâm-dâr ve meşhur şâtirdler yetişdirmişdir.
Müteahhirîn beyninde andan ziyâde sâhib-i şâkird ve hünerinde anın kadar muktedir
yok idi. Vefâtı 1240'da ve Üsküdar'da Karacaahmed'de medfundur. Seng-i nişanı a'zam-
ı şâkirdânından Mustafa Hilmi Hakkâk-zâde yazısıdır. Cezâirli Hasan Paşa emriyle
yazdığı Mushaf-ı Şerîf bî-nazîr, hâlâ Mısır Kâhire Hazînesi'nde bulunduğu mervîdir.
Kasımpaşa'da Hasan Paşa Kışlası derûnundaki câmiin yazıları ile kışla kapılarında ve o
civârda Hasan Paşa Çeşmesi'nin ve Anadolu Feneri'nde Sultan Mahmud binâ-kerdesi
olan çeşmenin hutûtu ol merhumundur.
Mustafa Râkım Efendi: Anadolu Kadıaskeri kendi vaktinde aksâm-ı sıfât-ı
hamîde ve hasâil-i memdûhada ve ilm-i fazlda temeyyüz ve teferrüd edenlerdir.
Kadıaskerlerin kavuk giydikleri 1240'da anda bitmişdir. Ve andan sonra hiçbir
kadıasker kavuk giymemişdir. Şimdi mahrûk Cihangir Câmii'nin yazıları ile Tophâne'de
Nusretiye Câmii yazıları anındır. Ammâ câmi-i mezkûrun ta'likleri Yesârî İzzet
Efendi'nindir. Vefâtı 1241'de olub Fatih'de Zincirlikuyu'da medfundur. Medfeninin
yazıları kendisinin ve kapıları yazısı Hâşim Efendi'nindir.
123
Ali Mısrî: Deli Osman çirağı olub ulemâ ve fudalâ takımından imiş. Zühd ü
vera'-ı müsellem perhizkâr ve müstakim atvâr ve ahâdîs ve kütüb-i dîniyyede sâhib-i
âsâr olub 1243'de dünyâ-yı fânîyi vedâ ile Çırçır'da medfun olmuşdur.
Mahmud Celâleddin: Veled-i Mehmed Dağıstânî'dir. Çengelköyü'nde İstavris
denilen mahalde sâkin idi. Bir rivâyete göre merhum Akmolla Ömer Efendi tilmîzi ve
diğer rivâyete göre Rasim Efendi şâkirdlerinden Abdullatif Efendi'den temeşşuk
etmişdir. Ve bazılar kavlince ashâb-ı dâiyeden ve kibr ü azamet-fürûş olduğundan ve
kimseye ser-furû etmediğinden Yamak-zâde Salih'e gidib meşk etmiş ise de Yamak-
zâde ne olduğunu bilmekle meşk vermemişdir. Ba'dehû Ebû Bekir Râşid'e mürâcaatla
Ebu Bekir dahi iyi yazmak ancak çok yazmağa mütevaggıfdır deyu özr-âver olmağla
Celâleddin bunlara inâden kendi başına olkadar sa'y ü ced ü cehd etmişdir ki hüsn-i
hatda bunların hepsini geçmişdir. Hattı târif ve tavsıfden müstağnîdir. Bu sûretde
kimsenin hakiki şâkirdi sayılmaz. Vefâtı 1245'dedir. Şeyh Murad Dergâhı'nda
medfundur. Eyub'da Mihrişah Sultan Selim'in vâlidesi türbesinin yazıları anın ve
mezkûr türbenin pencerelerindeki ta'likler Yesârî merhumundur.
Celâleddin merhumun zevcesi Esma İbret dahi hoş-nüvîsândan olub şevheri
yanında medfundur.
Hâfız İbrahim: Şevki lakabıyla mulakkab Sultanmehmed'de
Otlukcuyokuşu'nda sâkin idi. Merkûm zümre-i şuarâ ve üdebâdan olub meclisi mahfil-i
rindân ve bezm-i hoş-gûyân idi. Târih-i vefâtı belli değil ise de 1245'de yazdığı eseri
görülmüşdür. Hüsn-i hattına söz yokdur.
Muhammed Vasfi: Sultan Mahmud-ı Sânî vaktinde ser-halka-i hoş-nüvîsân
idi. Sultan-ı müşârunileyhin hizmet-i hatlarında evvelâ o ve ba'dehû Râkım Efendi
bulunmuşdur. 1248'de vefât edib Üsküdar'da Karacaahmed civârında medfundur.
Kabrinin taşını Hacı Tâhir Efendi yazmışdır.
Abdülkadir: Şükrî. Güya Kütâhiyeli mahlası ile mütehallıs olub Mustafa
Efendi şâkirdidir. Kendi aleminde şâirlik ve sühan-serâlık iddiâsında bulunurdu.
Kengıri'de vefat eylemiş 1250'de yazdığı eseri görülmüşdür.
124
Hâfız Muhammed Şakir: Baltacı Hâfız deyu meşhur idi. Laz Ömer
şâkirdânından katûr ve kaviyy-i heykel bir zât idi. 1250 târihinde Hicaz'da vefât eyledi.
Mustafa Brusevî: Bilecikli deyu şöhret-şiâr idi. Ayasofya civârında Beşir Ağa
Medresesi'nde sâkin olub şimdi hayatda bulunan Hacı Fettah Rasim'in üstâdıdır. Vefâtı
1253 sularındadır. Üsküdar'da Şeyh-i merhum civârındadır.
Muhammed Sadık: Laz Ömer şâkirdidir. Vefâtı tahmînen 1252'de olub
Merkez Efendi civârında medfundur.
Ali Vasfî: Laz Ömer'den yazıb kitâbetde bî-nazîr imiş. Âsârından murakka'ât
ve mukatta'ât çok görülmüş. Ekser evkātı talîm-i tullâbla geçmişdir. Enderûn-ı
Hümâyûn hâcegânından iken 1252'de vefat etmişdir. Bu merhûmun boynunun eğri
olduğuna seng-i nişân-ı kabri delildir.
İbrahim Sükûtî: Esma Sultan Sarayı'nın bekcisi idi. Hattatlık vâdisine sülûk
ile nâm-dâr ve sâhib-i iştihâr oldu. Gayet müsin ve sâl-hurde iken 1253'de vefât edib
Edirnekapusu hâricinde medfundur.
Mehmed Haşim: Sikke-zen başı olub Mustafa Râkım'ın birâderi ve Râkım
Türbesi yanında medfundur. Sâl-i vefâtı 1299'dadır. Sultan Mahmud'un türbesi yazıları
tamâmen bunundur.
Yûsuf Yesârî: Kabataşlı olub Hâfız Cemşir çirağıdır. 1262'de vefât edib
Maçka'da Şeyh Mezarlığı'nda medfundur. İşbu merhumun talebesi çok olub ez-cümle
Hattat Mehmed Efendi'dir ki 1297 sularında vefat eylemişdir.
Hacı Tâhir: Mahmud Celâleddin tilmîzi ve Sultan Abdülmecid'e hizmet-i
ta'limi vardır. Sâl-i vefâtı 1262'de olub Eyub'da Kırknerduban'da (Kırkmerdiven)
medfundur.
Üsküdar'da Harem İskelesi'nde Defterdâr Câmii yazıları ve Evkâf Câmii târihi
ile Galata'da Kapuiçi Câmii hutûtu ol merhûmun âsârıdır.
125
Seyyid Muhammed Hulûsî: Laz Ömer Efendi şâkirdidir. Tophâne'de Firuzağa
Câmii kayyımı olub ekser evkātını ta'lim-i talebe ile geçirmişdir. 1264'de hacc-ı şerîfden
avdet etmiş iken Mısır'da vefât eyledi.
Emin Efendi: Hakkâk-zâde'den sonra Nûr-ı Osmânî Câmii'nin meşk hocası ve
ta'lim-i tullâb ile meşgul olub kıta'ât ve murakka'ât-ı nefîse sâhibidir. Vefâtı 1267'dedir.
Mustafa Hilmî: Hakkâk-zâde lakâbıyla mülakkab. Laz Ömer şâkirdânından
olub merhum müşârunileyh 1235 târihinde Sultanmehmed'de Vâlide Mektebi'nin,
ba'dehû Çenberlitaş'daki Vâlide Sultan Mektebi'nin muallim-i sânîsi olub Sultan
Mahmud Hân Hazretleri'nin manzûr-ı nazar-ı iltifâtı olmağın üç kıt'a Mushaf-ı Şerîf bâ
emr-i âlî yazdıkdan mâadâ iki yüz kadar Kur'ân-ı Azîmü'ş-şân yâdigâr bırakmışdır.
Resm-i Osmânî üzre bir kıt'a Kelâm-ı Kadîmleri Sultan Mahmud Türbesi'nde
mevcuddur. Sâl-i vefâtı 1268'de olub Taksim Caddesi'nde Beyoğlu Mezaristanı'nda
medfundur.
Ali Ulvî: Arnavudlu. Çenberlitaş'da Sultan Mecid Vâlide Sultan Mektebi'nin
yazı hocasıdır. Ta'lik dahi yazar idi. Ta'lik hattıyla murakka'âtı ve kıta'âtı çok
görülmüşdür. 1270'de vefât edib Üsküdar'da medfundur.
Hasan Râşid: Karahisârî Mahmud Celâleddin çirağı ve Hacı Tâhir'den
mücâzdır. 1272'de vefât edib Üsküdar'da İnâdiyye civârında medfundur. Âsâr-ı kitâbeti
bî-şümârdır.
Hâfız Muhammed Rüşdî: Abdurrahman Hilmî şâkirdidir. Tophâne'de
Tomtom Câmi-i Şerîfi'nin imamı ve Hâcegân-ı Enderûn-ı Hümâyûn'dan olub âlim ve
fâzıl bir zât idi. Sâl-i vefâtı 1273 ve medfeni Beyoğlu Mezaristanı'ndadır.
Hâfız Yahya Vehbî: Laz Ömer şâkirdi olub vefâtı 1274'de ve medfeni
Eğrikapı ittisâlindedir. Büyük kıt'ada Kelâm-ı Kadîmleri çokdur. Kasîrü'l-kāme latîf bir
zât idi.
Muhammed Vasfî: Muhammed Rüşdî telâmizesinden olub Beşiktaş'da Paşa
Mahallesi'nde Kapuağası Mektebi hocası idi. Vefâtı 1276'da olub 40 kadar Kelâm-ı
Kadîm ve dört aded Ferruh Efendi Tefsiri yazısıyla görülmüşdür.
126
Mustafa Vâsıf: Kebeci-zâde şâkirdi iken merhum anı Çömez lakâbıyla
mülakkab etmişdir. Ba'dehû Laz Ömer'den dahi telemmüzü vardır. Kastamonu
dâhilinde Aksu karyesinde Kadıoğlu demekle ma'rûf idi. İstanbul'a gelib yâverî-i bahtla
hüner ve ma'rifet ve hat sâhibi oldu. Hamidiyye Vakfı'nın kāimmakāmı ve türbesinin
baş türbedârı iken 1279'da vefât edib Eyub'da Bostan İskelesi kurbunda medfundur.
Medfeni olan Bostan İskelesi hâricinde musluklar arkasında Mukāta'a Nâzırı Hasan
Bey'in ve Hamidiyye Türbesi Mezarlığı'nda Silahşör İbrahim İbiş Ağa'nın seng-i
nişanları bunun hattıdır. Merhum Çömez sapan atma hünerinde dahi gayet üstâd idi. En
yüksek minârenin başından sapan taşını kuvvet-i bazu ile geçirir idi. Beşûş ve kaviyy-i
heykel amma mütenâsibü'l-vücûd idi.
Aşcı Mustafa: İstinyeli idi. Ketebe ve dua cemiyetlerinde tabh-ı ta'âm etmeye
mâil olub vaktinin her bir cemiyetinde bulunur idi. Kendü rivâyetine göre dört defa
esâtizden icâzet almışdır. Hayrât ve müberrâtdan hoşlandığından ekseriyâ Eczâ-yı
Kur'âniyye yazub fukarâ etfâline hediyye eder idi. Vefâtı 1280 sularındadır.
Mustafa Şâkir: Laz Ömer Efendi'den 1221'de me'zûn olub Sultan Mahmud
türbedarlarından olduğundan henüz izinnâmesi türbe-i mezbûrede âvîzândır. Mesâhif
vesâir âsârı çokdur. Ez-cümle türbe-i mezbûrede iki cüz'ü bir cildde olarak Eczâ-yı
Kur'âniyye'si vardır. Vefâtı 1284'dedir.
Muhammed Hulûsî: Mahmud Râcî çirağıdır. Dârü'l-maârif'de yazı hocası ve
Râgıb Paşa Kütübhânesi'nde hâfız-ı kütüb idi. Ahlâk-ı hasene ve evsâf-ı hamîde sâhibi
bir daha anın gibisi gelmemişdir. Lütf-ı muhâvere ve hüsn-i mükâlemesi meşhur ve
ma'rûf ve fazl ü kemâlle mevsûm ve mevsûf idi. Vefâtı 1288'de medfeni Edirnekapusu
hâricinde Çelebi merhum kurbunda medfundur.
Ömer Necati: Tokâdî olub evvelâ Zileli Kâmil Efendi'den ve ba'dehû Sultan
Mahmud-ı Sânî Hazretleri'nin hâcegân-ı meşkinden Şükri Efendi Yeniçeri Vak'ası'nda
oraya iclâ olunmuş iken andan temeşşuk ile bizzat ulemâ ve fudalâ kısmından olması
cihetiyle Ali Aşkar Paşa Sivas Vâlisi kendisine bir müderrishâne binâ edib orada hem
tedrîs-i ulûm ü fünûn ve hem ta'lim-i hat ile meşgul idi. Altmış kadar Kelâm-ı Kadîm ve
birçok En'âm ve Delâil ve murakka'ât ve kıta'ât dahi yâdigâr bırakmışdır.
127
O safahâtın hattâtları ekseriyâ andan tahsîl-i hat etmişlerdir. Yetmiş yaşında
iken 1288'de vefât edib Tokat'da medfundur.
Muhammed Şevket: Vahdetî. 1249 senesi Zilhiccesi'nde İstanbul'da tevellüd
eylemişdir. Pederi Tekfurdağı Mutasarrıflığı'nda vefât eden hâcegândan Nuri Efendi
olub sâhib-i matbaa Mîr Ebuzziyâ'nın birâder-i radâ'îsi ve hala-zâdesidir.
İbtidâlarında Eyyûbî Râşid Efendi merhumdan temeşşuk eylediği hâlde
muahharan Mustafa İzzet Efendi merhuma intisab eylemişdir. Hutût-ı İslâmiyye'nin 18
nev'inde her birinin yegâne üstadı addolunacak derecelerde sahib-i rusûh idi.
Ondört yaşında iken Mühimme, ba'dehû Dîvân-ı Hümâyûn kalemlerine çerağ
buyurulmuş ve menşur-nüvisliği kendisine inhisar eylemiş idi. Şevket Paşa merhumun
ki ecille-i hattâtân-ı asırdan idi. Vezâret-i menşûrunu o vakte kadar yazılan menşûların
hiçbirine mümâsil addolunmayacak bir tarz-ı bühterînde ve her satrını bir başka renk
altınla yazması celî dîvânîdeki iktidâr ve infirâdını gösterdiğinden merhum-ı
müşârunileyh bir elinde menşûr ve diğer elinde Vahdetî-i merhum olduğu hâlde sadr-ı
vakit olan Reşid Paşa'nın huzuruna girerek eserle müessiri birlikde takdim ve hakkında
iltifât-ı müşevvikānesini ricâ eylemişdi. Ehliyet-perverlikde asrının ferîdi olan sadr-ı
müşârunileyh kendisini Teşrifât-ı Dîvân-ı Hümâyûn Nişan Kalemi'ne me'mûr eylediği
gibi o vakte göre havârikden addolunacak sûretde rütbe-i sâniye ile taltif eylemişdir.
Celîde Râkım tavrını iltizam ve istif denilen insicam-ı hûtûtda infirâd
eylemişdir. Bâ-husus hatt-ı Reyhânî'yi bir tarz-ı nevîne tahvil ile gayet latif sûretde
yazardı.
Ekser cevâmi-i şerîfede celî hat ile elvah-ı müzehhebesi vardır. Nûr-ı Osmânî
ile Bâbıâli hazîresindeki Naalli (Nallı) Mescid'de "Bilal-i Habeşî" levhaları ve Ayasofya
Câmi-i Şerîf'inde saatlerin üzerindeki "Accilû bi's-salâti gable'l-fevt ve accilû bi't-
tevbeti gablel mevt" kelimât-ı şerîfelerini 1272 senesinde tahrîr ve ta'lîk eylemişdir. Bu
iki levha o târihde veliahd bulunan Sultan Abdülaziz Hân-ı merhumun manzûr-ı
hümâyûnları oldukda hattatını taltîfen bir top fermâyiş şal ile bir sakoluk çuka ve yüz
aded yüzlük kāime ihsan buyurmuşlardır.
128
Sultan-ı müşârunileyhin nâm-ı me'âlî ittisamlarını hâvî olan tuğra-yı garrâyı
Vahdetî-i merhum tanzim ve takdim eyledikde ba'demâ tuğraların o resme tevfîkan
keşîdesine irâde-i seniyyeleri şeref-sânih olmuş ve ressamı beş yüz lira atıyye-i
seniyyeleriyle taltif buyurulmuşdur.
Vahdetî-i merhum sanâyi'-i nefîsenin ekserisinde sâhib-i yed-i tûlâ idi. Ez-
cümle sultan-ı müşârunileyh hazretleri cânibinden kerdisine gönderilen gayet büyük bir
zemerred (zümrüd) üzerine etrafına "El-müstenid bitevfîkāti'r-rabbâniyye, Abdülaziz
Hân-ı mâlikü'd-devleti'l-osmâniyye" ibâresini hilal resminde ve orta yerine de tûra-yı
hümâyunu nakş ü hak eylemişdir ki İstanbul'da o mühr-i hümâyûna gelince kadar
zümrüd üzerine hak görülmemişdir.
İki defa Londra ve Paris'e azîmetle posta yollarını el-yevm mütedâvil olan
banka kāimelerine ve tedâvülden kaldırılan eshâm-ı umûmiyyeyi nakş ü hak ve
tab'larına nezâret eylemişdir. Bu eserler içinde bilhassa banknotlar dikkate şâyandır. Her
eline geçen muâyene edebileceği üzre kâimenin bâlâsında ve iki tarafındaki Fransızca
rakamların altında hurdebîn ile okunabilecek sûretde yirmi defa "Beş aded Mecidiye
yüzlük altını" ibâresi ve yine kāimenin sağ cihetinde beyziyyü'ş-şekl dîvânî celîsiyle iki
defa muharrer olan "Beş aded Mecidiyye yüzlük altını" ibâresi yine o şekilde olarak mâî
zemin ile yirmi defa tekerrür eylemişdir ki bugün o kadar dakik bir yazı değil, en
celîsini yazacak bir hattâtımız yokdur.
Bâ-husus "şifre" nâmı verdiğimiz hatdaki mahâreti ve tersîminde iltizam
eylediği san'at kendisiyle beraber gitmişdir denilebilir.
Paris'de bulunduğu sırada müteveffâ III. Napolyon'a "Lui Napolyon" ve
İmparatorise "Ojeni" isimlerinde şifre hat ile kol düğmeleri yaparak takdim etmiş ve
müşârunileyhimâ tarafından mazhar-ı tahsin ve iltifat olmuşdur.
Kānun denilen sazda dahi muallimi olan Kānûnî Ömer'i fersah fersah geri
bırakmışdır.
Hattat-ı mûmâileyh 1288 senesinde 39 yaşında olduğu hâlde istiskā
marazından vefât ederek zevcesinin ceddi olan Eyub'da kâin Ebussuûd Mezarlığı'na
defnedilmişdir.
129
Atûfetlü Kemal Beyefendi'nin mûmâileyhin seng-i mezarına hakkolunmak üzre
tarz-ı nevînde tertib eylediği ketebedir:
"Bu zâviye-i Vahdetî inzivâhane-i sükûn eden Mehmed Şevket Vahdetî ki
şirâze-bend-i silsile-i Şeyh İmâdî idi. Hutût-ı İslâmiyye'de asrının şeyh ve imâdı idi.
1249 sene-i hicriyesinde tâlimhâne-i hayâta vürûd eyledi. 1288 senesinde itmâm-ı
felâketnâme-i vücûd eyledi.
Müddet-i encâma irince gerek nev-civân ol gerek pîr-i zebûn
Bismillâhirrahmânirrahîm
İzâcâe ecelühüm lâ yeste'hırûne sâ'aten velâ yestagdimûn"
Kadıasker Mustafa İzzet: Sultan Mahmud Hân-ı Sânî ahdinde Silahdar-ı
Şehriyârî Ali Paşa Türbesi'yle te'allüm-i ulûm ve hutût ve mûsikî ile Enderûn-ı
Hümâyûn'a çerağ oldu. Sülüs ve nesihde Mustafa Vâsıf ve ta'likde Yesârî-zâde İzzet
Efendi'den me'zûndur. Âsâr-ı kalemiyyelerinden on bir kıt'a Mushaf-ı Şerîf, on kadar
Delâil-i Hayrât, iki yüz kadar Hilye-i Şerîf, otuzdan ziyâde En'âm ve kasâyid ve hurûfât
ile çend kıt'a murakka' ve Ayasofya Câmii'ndeki çehâr-yâr-ı güzîn esâmîsi ve
kubbesinde "Nûr" âyet-i kerîmesi ve Atik Alipaşa nâm mahalde vâki Hırka-i Saâdet
Câmi-i Şerîf'i ve havlusu kapıları hutûtuyla Kasımpaşa'da çehâr-yâr-ı güzîn esâmisi ile
kubbesinde olan "Nûr" âyet-i kerîmesi ve Beşiktaş semtindeki Yahyâ Efendi Câmii
kubbesinde kezâlik "Nûr" âyet-i kerîmesi ve Mısır'da Mehmed Ali Paşa Türbesi'nde
"Sûre-i Dehr" ile ta'lik târih ve Brusa Câmi-i Kebîri'nde iki aded levha ile İstanbul'da
Seraskerkapusu derûnundaki hatt-ı ta'lik ile bâb-ı mezkûrun târihi ve bu misillü nice
âsâr-ı latîfeleri vardır. Hülâsâ hüsn-i hatt-ı sülüsde şeyh-i sânî ve ta'likde İmâd-ı Îrânî
idi. Vefâtı 1289'dadır. Bu beyit dahi eş'ârından yâdigâr olarak sebt olundu.
"Çeşm-i ibretle nigâh it zâhidâ eşyâya sen
Ma'nâ-i sun'-ı İlâhîde ne sen varsın ne ben"
Nâilî Arnavud: Arnavudlu Ali Efendi şâkirdidir. Otuz kadar Mushaf-ı Kebîr'i
görülmüşdür. 1290'da Mısır'da vefât etdi. Manastırlı oluşu Arnavud şöhretine bâ'is
olmuş ve hattatlıkdan ziyâde şiirle iştihâr eylemişdir.
130
Recâî Muhammed Şâkir: Hüner-ver ve sühan-küster hâfız-ı Kur'ân ve sâhib-i
fazl ü irfân ser-halife-i erbâb-ı iz'ân idi. Şimdi Meclis-i Şûrâ-yı Devlet âzâsından Edib
Ekrem Bey'in veled-i muhteremleridir. Merhum-ı müşârunileyh min haysi'r-rütbe
dâmad-ı pâdişâhî Halil Rifat Paşa'nın dîvan kâtibi maiyetinden başlayıb bi't-tedrîc rütbe-
i hâcegânı ihrâz-birle Âmedî Odası'nda, vak'a-nüvislikde iki defa Takvimhâne-i Âmire
Nezâreti'nde, Meclis-i Maârif, Meclis-i Ahkâm âzâlığında bulundukdan sonra 1280'de
li-ecli'l-istirâha Bosna ve İşkodra kapıkethüdâsı tayin olundu. Kitâbet ve kırâet ile
uğraşarak ve sinîn-i ömrü yatmiş üçe vararak 1291'de azm-i âlem-i bâkî eyledi. Ebî
Eyyûb-i Ensârî Türbesi civârında İmâret'in karşısındaki hatîrede medfundur.
Âsâr-ı meşhûresinden gayet küçük bir kıt'a ve hacimde gubârîn hatla üç ay
zarfında yazıb bâlâda muharrer paşa-yı merhuma takdim eylediği Kur'ân bî-misl ve
mânenddir ki o sebeble kendisi mazhar-ı in'âm ve ihsan-ferâvân ve eserleri dillerde
destan olmuşdur.
Raşid Efendi: Ali Vasfî şâkirdidir. Sultan Mahmud Vâlidesi Mektebi'nin meşk
hocalığı Hakkâk-zâde'den ana geçmişdir. Vefâtı 1292'dedir.
Muhammed Raşid: Eyub türbedârıdır. 37 Mushaf ile iki Buhârî, beş Şifâ-yı
Şerîf ve birçok Delâil yâdigâr bırakmışdır. Bir Kelâm-ı Kadîm'i Sultan Mahmud
Türbesi'nde zîb-i rahle-i vakıfdır. Az hattat vaktinde anın kadar tilmiz yetiştirmişdir.
Vefâtı 1292'dedir.
Yusuf Efendi: Mazlumpaşa imamı, Kadıasker Mustafa İzzet Efendi şâkirdi
olub 1292'de vefât etmişdir.
Abdullah Zühdi: Temim-i Dârî silsilesinden olub ibtidâ Hâfız Râşid Eyub
türbedârından ba'dehû Kadıasker Mustafa Efendi'den telemmüz ile me'zûn olmuşdur.
Nûr-ı Osmânî Câmii'nin meşk hocası oldu. Merhumun istif ve intizam-ı hatda nazîri
gelmemişdir. Medine-i Münevvere'deki hutûtu vâcibü'z-ziyâredir.
Beytullâhi'l-harâmın câmesi yazısı anındır. Bir daha yazılamaz. Ve Mısır'daki
eserleri bir daha vücûda gelmez. Vefâtı Mısır'da 1293'dedir.
131
Muhammed Salih: Kayyum-zâde. Zeyrek Câmii kayyumunun mahdumu idi.
1293'de vefât edib Edirnekapusu'nda Mustafa Paşa Tekyesi ittisâlinde defnolundu. Yüz
kadar Mushaf-ı Şerîf'i görülmüş ve ekserîsi câmi Mushafıdır.
Şefik Bey: Evvelâ Ali Vasfi ba'dehû sıhriyetle mensubu olan Kadıasker
Mustafa İzzet Efendi'den me'zûndur. Muzıka-i Hümâyûn'da hoca iken 1293'de vefat
eyledi. Sultan Selim Câmii'nin yazıları ve Kudüs-i Şerîf ba'de't-tâmir kuşağındaki Sûre-i
Feth ile sütunlardaki Esmâ-i Hüsnâ ve Brusa'da Ulu Câmi'in yazıları tamam anın
yazısıdır. Bâb-ı Seraskerî'de celî sülüs hatları dahi anındır.
Muhammed Şevki: Hasakilidir. Dâisi (dayısı) olan Mehmed Hulûsi şâkirdidir.
Ba'dehû ana dâmad olmuş. Nesihde üstâd-ı kâmil olub Bâb-ı Seraskerî'de kâtib ve
menşe-i küttâbda hüsn-i hat muallimi idi. 1304'de vefât eyledi.
Muhsin Bey: Çömez-zâde Vâsıf Efendi mahdumu olub hüsn-i hatda mahâreti
müsellem olduğundan Abdullah Zühdi refâkatiyle Medîne-i Münevvere yazılarını tertib
ve tanzime namzed oldu. Ba'dehû Gümrük Nezâreti'nde me'mûr olub öte-beriye çok
müsâferetden sonra Cidde'den mürâcaatında 1304'de vefât edib esnâ-yı râhda medfun
olmuşdur. Merhum Abdülaziz Han'ın sanduka-i mezarı câmesi anın yazısıdır.
Alâeddin: Çerkesiyyü'l-asl. Şefik Bey tilmîzi ve Musika-i Hümâyun'da esbab
emîni idi. Sağkolağası rütbesini hâiz iken 1305'de vefât eyledi. Beşiktaş'da Sinan Paşa
Câmii'nde pencereler üzerindeki Esmâ-i Hüsnâ anın yazısıdır.
3.4. Müteahhirîn Hattâtândan Târih-i Vefatları Ma'lum Olmayanlar
(Sonra Gelen Hattatlardan Vefat tarihleri Belli Olmayanlar)
Ahmed Râkım: Küçük Râkım deyu meşhurdur. Hâşim Efendi'nin
şâkirdânından olub girift yazıları gayet iyi yazar ve ekseriyâ Dâru't-tıbâ'alarda izhâr-ı
hüner ederdi. Güya 1282 ya 1283'de vefat eylemişdir.
Mehmed Efendi: Baltacılıkdan mahreçdir. Altmış kadar Mushaf-ı Şerîf'i
görülmüşdür. Murakka'ât ve kıta'âtı çokdur.
132
Muhammed Vefâhisârî: Asrında hattat-ı pîş-i kadem ve hoş-nüvîs-i âhenî-i
kalem idi. Hisar'da Muhyiddin Fenârî Câmii havlusunda medfun imiş.
Mehmed Efendi: Deli Osman çirağı olub hala Evkaf Hazînesi'nde mihrab
içindeki musanneu'l-hat esmâ-ı Çâr-yâr-ı Güzîn ile Beşiktaş Muvakkithânesi'nde
"İnne's-salâte" âyet-i kerîmesi anın yazısıdır.
Halil Şükri: Süleyman Efendi Brusevî şâkirdânından olub 1260'da basılan
Delâil-i Şerîf anın yazısıdır. Kırım Muhârebe-i Kebîresi'nden sonra vefat eyledi.
Süleymaniye'de açılan İrfâniye Mektebi'nde hat hocası idi.
Mehmed Emin: Münşeât-ı Osmâniyyesi ve ta'birât-ı Türkiye ile hutût-ı
pesendîdesi gayet memduh ve bî-nazîr ve dîvânî-nüvislikde ve menâşir-i sultâniyye
yazmada şehîr idi. Zahâmet-i cisminden dolayı Üçanbarlı denilmişdi.
Hoca Nâsıh: Bâbıâli'de Dîvan Kalemi hulefâsından idi. Reşid Paşa Türbesi'nin
bâlâsındaki yazılar anındır. Gayet müsin olub bir rivâyete göre 130 sene yaşamışdır.
3.4.1. El-Hâletü Hâzihî Ber-Hayat Olan Hattâtân (Şimdi-Hâlâ-Hayatta
Olan Hattatlar)
Abdülfettah Efendi: Sikke-zen başı ki âsârı şarkan ve garben tedâvüldedir.
Sami Efendi: Dîvan Kalemi nişan-ı mümeyyizidir. Hutût-ı mütenevviası girân
tâ girân âfâka münteşir ve kendisi sümüvvü rütbet ile müştehirdir.
Abdullah Efendi: Muhsin-zâde Reisü'l-hattâtîn ki Kuruçeşme'de "Aynen fîhâ
tüsemmâ selsebîlâ" mazharı olan âmme-i anberîn şemâmelerinden enhâr-ı cennât-ı Adn
cârî ve revân ve eşheb-hâmeleri meydan-ı rakam ve ta'limde pû-yân ve dâimü'l-
cevelândır. Telemmüzleri Kadıasker merhum Mustafa İzzet Efendi'dendir.
Hacı Yahyâ: Bâb-ı askerî mümeyyizânından olub sülüs ve nesihde gayet
mâhirdir.
Hacı Arif Bey: Çarşambavî. Mâliye Mektûbî hulefâsındandır.
133
Hacı Hasan Rıza Efendi: Muzıka-i Hümâyûn İmamı merhum Şefik Bey
şâkirdidir.
Mehmed İlmi Efendi; Şehremâneti ketebesindendir.
Mehmed Hilmi Efendi: Bâb-ı Fetvâ müstahdemînindendir.
Ali Râsim Efendi: Enderûn-ı Hümâyûn'da ve Dâru'l-muallimât'da muallim
olub hatt-ı celîde dahi mahirdir. Pederi Pervizağalı Mehmed Rüşdi Efendi'den
me'zûndur.
Mahmud Celâleddin: Çukurcumalı Pervizağa Câmii Kayyımı Hâfız Efendi
şâkirdidir. 25 kadar Kelâm-ı Kadîm ve birçok celî elvâh ve ketîbeler tahrîrinden sonra
bîçârenin illet-i felc ile bir tarafı bî-his olduğundan el-yevm neşr-i âsârdan âtıl
kalmışdır.
Hacı Tahsin Efendi: Çukurcuma sâkinlerinden Dârüşşafaka Mektebi'nde,
Mekteb-i Sanâyi'de, Emirgân Mektebi'nde muallim-i meşk, selim ve halim bir zât-ı
kâmilü's-sıfâtdır.
Hâfız Osman: Enverî lakabıyla mülakkab, Tokâdî'dir. Muhsin-zâde Abdullah
Efendi şâkirdânından olub el-ân Şehzâdegân-ı civan-bahta ta'lim-i hatla meşguldür.
Arif Efendi: Filibevî olub el-yevm matbû ve zînet-bahş-ı herhâne ve kâşâne
olan Hilye-i Şerîf-i matbu' anın eseridir.
Mustafa Efendi: Pervizağa sâkinlerinden ve merhum Hakkâk-zâde
şâkirdlerinden olub libas-ı âmmede ve itfaiye gürûhundan bulunmağla beraber âsâr-ı
hâssası yani kesret-i kitâbet-i Mushafı meydandadır.
Nuri Efendi: Raşid Efendi-i Eyyûbî çirağı olub dertmend, derviş-i sıfat ve
müstemend, meczub-ı haslet, târik-i dünyâ vemâ fîhâ Bâyezid Meydanı hucurâtı kûşe
nüşînânındır.
134
3.5. Ta'lik-Nüvîsân-I Memâlik-İ Osmâniyye (Osmanlı Devleti'nin Ta'lîk
Yazıcıları)
Burada ta'lik dediğimiz İstanbul ıstılahınca olub yohsa murad heman nes-ta'lik
hattıdır. İşte bu hatda şöhretleri nümâyân olanların terceme-i halleri.
İbrahim: Abdülbâki Efendi'den mücazdır. Üsküdar'da Vâlide Sultan Câmii
atabe-i ulyâsında olan târihi ve İslâmbol'da âsârı ve nüsah-ı muharrere-i kesîresi vardır.
(89) sâl-i vefâtı 1165'dir. Medfeni Nuri Dede Câmii etrafındadır.
İbrahim: Kâtib-zâde'den mücazdır. Şiir ve inşâ ve resâil-i giran-bahâ ve
husûsan Şifâ-yı Şerîf'e münşiyâne bir şerhi vardır. Sâl-i vefâtı 1189, medfeni Şeyh
Vahyî kabri mukābilinde Dâye Hatun Türbesi'ndedir.
İbrahim Fâik: Hoca Rasim'in birâderânındandır. Hurde ta'liki İsâ-zâde
Abdullah Efendi'den temeşşuk edib âsâr-ı kesîre kitâbet etmişlerdendir. Sâl-i vefâtı
1168'dir. Medfeni Antakya kurbundadır.
Şeyh İbrahim: Derviş Abdi'den yazıb şikesti ta'likde emsâli nâ-yâbdır. On
sekiz aded Mesnevi birçok resâil ve mecmualar yazmışdır. Bu kıt'ası mahalle münasib
îrâd olundu.
Ey kitâbet-i zahmetden bî-haber nâkıs-ı hıred Bilmiş ol mahz-ı meşaggatdir kalemle hüsn-i hat
Sehvile gafletle esnâ-yı kitâbetde eger Sâkıt olsa bazı elfâz ve hurûf ile nükat
Cüruf atub kondurma nokta kâtibe yanlış deyu Belki makbûlü değildir ehl-i tab'ın bu nemat
Yanlış oldur kim kusur fehmile kâtib yaza Acz-i istihracdan her lafız terkibi galat
Kim dimiş zîrâ kitâbet ehlinin mâhirleri Nokta ve harfin sukûtuyla küttâb olmaz sakat
İbrahim Dede: Seyyid Mehmed fendi'den me'zûndur. 1197'de mat'ûnen vefat
eylemişdir. Âsâr-ı manzûmesinden Hilye-i Çâr-yâr-ı Güzîn ve Hall-i Tahkikāt ve
Melhame ve müretteb dîvânı vardır.
Ahmed Bin Hasan: Hüsn-i hatt-ı ta'liki bizzat Derviş Abdi'den yazmışdır.
Metânet-i kitâbet-i hurdede adîli yok. 1098'de vefât edib Üsküdar'da Divitci-zâde
Zâviyesi ittisâlinde medfundur. Haleb'de 19 ay müddetde müfti-i belde Kevâkibî-zâde
135
ile altı fenden bâhis nazmen ve nesren bir kitab cem' edib ismini Sevânihü'l-ulûm
demişdir ve Fıkh-ı Ekber Şerhi ve İşârâtü'l-ulûm ve Fıkh-ı Ebsat ve Küttâbü'l-âlem ve
Küttâbü'l-vasıyye vesâir âsârı vardır.
Ahmed Paşa İbn-i Ca'fer: Fındıkzâde şâkirdidir. Her kalemde bilhassa
dîvânîde güzîde idi. 1161 târih-i vefâtıdır (92).
Ahmed Siyâhî İbn-i Salih: Zamanının mîr-i İmâdı ve evânının şâir-i üstâdıdır.
Akrab-ı akrabasından Tophaneli Mahmud Efendi nâm üstâda mukārin idi. Sâl-i vefâtı
1099'dur. Kılıç Ali Paşa ile Trabzon'a giderken füceten vefat eyledi.
Ahmed Bin Durmuş: Sipâhî Ahmed'den temeşşuk edib Rodosî-zâde ve
Kadıasker Ârif Efendi ve Kırımî Câmii İmamı Ahmed Eferdi gibi üstâdân-ı ta'lik ile
müzâkere-i hattıyesi vardır. Sâl-i vefâtı 1129'dur. Medfeni Topkapı'dadır.
İsmail İbn-i Osman: Hatt-ı ta'likde üstâd-ı asrı Veliyyüddin Efendi ve Fındık-
zâde'den dekāyik-i hurde ve celî hutût-ı mütenevviayı te'allüm edib mücâz
olanlardandır. Sâl-i vefâtı 1161'dir. Ebû Bekir Paşa Mektebi Mezaristanı'nda
medfundur. Târih-i mekteb bunun hattıdır.
Şeyhülislâm İsmail Âsım: İbn-i Mehmed Küçükçelebi-zâde vak'a-nüvîs-i
Devlet-i Aliyye olmuşdur. Şikest-i ta'likde Kadıasker Ârif Efendi'den temeşşuk ile bir
vâdi-i has peydâ eylemişdir ki tarifi mümkün değildir. Sâl-i vefâtı 1173'dür. Üstâdı
medresesi pîş-gâhında medfundur.
Mîr İsmail Bin Ali: İbrahim Han-zâde. Zikri geçmişdir. (101) Hüsn-i hatt-ı
ta'likde Kâtib-zâde'den mücazdır. Dede-zâde Seyyid Mehmed Efendi gibi mücâzı
vardır. 1170 târih-i vefâtıdır.
Derviş Hüsameddin: Bosnavî'dir. Kāniî nâm üstâd-ı âtiyü'z-zikrin
telmizesinden olub ba'de'l-izn Dimeşk-ı Şâm'a hicret ve anda dahi taklid-i hutût-ı eslâf
ile Hüsam-ı Dimeşkî denmeğe lâyık olmuşdur. Elf-i kâmil ricâlindendir.
Hasan İbn-i Muhammed: Yenişehr-i Fener'den ve hüsn-i hatt-ı ta'likde
kemâli ale't-tahkik sabit olanlardandır. 1020'de yazdığı Tezkire-i Hasan Çelebi
görülmüşdür.
136
Mîr Hüseyin Şâkir: Durmuş-zâde Efendi'den hüsn-i hatt- ta'liki tahkik ve bir
Mushaf-ı nâdîde tenmik edib mukābelesinde dâhil-i sahn-ı tedris kılınmışdır. Ve
çârdünke-i kalemle Sürnâme-i Vehbî tahririne dahi me'mûr olmuşdur. Haleb'de vefât
etdi. (1057)
Sultan Süleyman-ı Muhıbbî
Yazmağa merdümün çeşmini eylerdi midâd Eser-i mu'teber hattını görse idi İmâd
Evvelin nakş ü nigâr-ı kalem-i ta'liki Âhirin resm-i pesendîde-i kilk-i Behzad
Hüsn-i hatt-ı ta'likde üstad olduğu gibi Muhıbbî mahlasıyla Fârisî ve Türkî
dîvan-ı eş'ârı dahi mevcuddur.
Süleyman Tophâneli: Mahmud Efendi'den tahsile verziş ile hatt-ı ta'likin
gözünü açmışdır. Sâl-i vefâtı 1107'dir.
Sun'ullah Amâsî: Hüsn-i hatt-ı ta'liki Derviş Abdi'den temeşşuk edib âsâr-ı
hattiyesi bisyâr-ı bir şeyh-ı celîlü'l-mikdardır.
Abdülbâki Ârif: İmâd-ı hıtta-i hatdır. Hüsn-i hatt-ı ta'liki Mehmed Tebrizî'den
temeşşuk ile müşârun bi'l-benân hâme-i zenân-ı cihân olmuşdu. Hüsn-i hatla nice
mukatta'ât ve murakka'ât ve kütüb-i nefîse tahrir eylemiş ve resâil-i kesîre te'lif
buyurmuş elsine-i selâsede müdevven dîvânı vardır. Ebû Eyyûb-ı Ensârî Türbesi
ittisâlinde medfundur. Bu beytü'l-kasîde zâde-i tab'-ı meâlî-i neb'ıdır.
Mehâbetle mukābil olduğunda saff-ı a'dâya
Hudûmun gûş edince karşu çıkar düşmenin canı 1135
Seyyid Abdülbâki: Hüsn-i hatt-ı ta'liki Ârif Efendi'den yazıb kemâle vardı.
Kütüb-i kesîre kitâbetine muvaffak olub külliyât ve cüziyâtda fâzıl idüğü muhakkak idi.
Vefâtı 1159. Sergüzeşt nâm mecmuaları vardır. Nevâdirü'l-usûl'ü ihtisar eylemişdir
kabrinin penceresi üzerindeki celî hatla yazılmış târih, vefâtı târihi olmayıb İstanbul'dan
nakilleri içindir. Eyub'da Ribat-ı Kalenderân ittisâlinde medfundur.
Seyyid Abdullah: Yedikuleli Emir Efendi. Zikri geçmişdir. (118)
137
Abdullah İbn-i İbrahim: Edirne'den olub Rodosî-zâde demekle ma'rûfdur.
Ta'likde Yek-çeşm Süleyman Efendi şâkirdânından ve fi'l-hakîka hoş-nüvîsândandır.
Sülüs ve neshi dahi HâfızOsman Edirne'de bulunduğu eyyâmda tahsil edib bu sebebden
âsâr-ı kesîre-i şeyhiyyeye mâlik idi. Hâfız Efendi'ye bir Mushaf yazdırıb kendi
ketebelerini vaz' eylemişlerdi. Lâkin ikrâmında kusur ve bahâda beyne'l-esâtize meşhur
oldu. Vefâtı 1116'dır. Emir Buhârî kurbunda medfundur.
Seyyid Abdullah: Buhârî ve Derviş Abdi-i Mevlevî demekle ma'rûfdur. İmad
Hasenî'den tahsil edib İstanbul'a gelmiş ve Beykoz Zâviyesi'nde bir hücrede sâkin
olmuşdur. Nes-ta'lik-i hakîkîyi İstanbul'a o getirmişdir. Avdetde yine arzu-yı mülâkat-ı
üstad ile azm-i Isfahan edib bir vakitde vâsıl oldur ki İmad azm-i irem-i zâtü'l-İmâd
eylemiş bin hasret ile hânesin bulub huvîşânına ahvâlinden sual eylediğinde mecmu'-ı
hutût-ı hasene ve eşyası taraf-ı şâhîden müsâdere olundu. Lâkin sana ber-zîr-i meşk-i
vasiyet eylemişdir deyu teslim eylediler. Teberruken hıfz niyetiyle alıb dikkat eyledikde
fart-ı gılzat-ı mnüşâhede eder ve söküb içinde on aded kıt'a ta'biye olunmuş görür. Bu
kerâmeti müşahede eylemek ile giryân-ı azm-i diyâr eyler.
Sâhib-i terceme zâviye-i mezbûrede muhtefî iken Sadrıâzam Tabanıyassı
Mehmed Paşa tenbihiyle bir Şehnâme yazıb hatt-ı bahâ ve ikram vesâir masraf ve kâğıd
ve tezhib ve tehzib on sekiz kese akçeye bâliğ olduğu defter olundukda bin altın hediye-
i hitâmiyye verilib kendi de hacc-ı şerîf ve Medîne-i Münevvere'de mücâveret arzusu
olmağla yevmiye Mısır malından kırk para atıyye-i pâdişâhî ve vardığı bilâdda ikram
olunmak üzre evâmir-i aliyye ve mekâtîb irsâliyle verilib ilâ âhiri'l-ömr hem-civâr-ı
Seyyid-i Enbiyâ olmuşdur. Bu tefâsıl-i mezbûr Şehnâme'nin zahrına kaydolunub hâlâ
Enderûn-ı Hümâyûn dolablarından birinde mevcuddur. Sâl-i vefâtı 1057'dir.
Ali Rûmî: Abdülbâki Ârif Efendi'nin kölesi olub Sultan Ahmed Hân-ı Sâlis
huzûr-ı hümâyunlarına bir-iki kıt'ası arz olundukda iştirâ ve âzad edib Enderûn-ı
Hümâyûn'da güğümbaşı olduğu gibi yevmiye seksen akçe meşk hocalığı hizmeti ile
çerağ oldu. Âsâr-ı hayriyeye muvaffak olmuşdur. Vefâtı 1136'dır.
Ali Mîslî: Serî-i kalem bir hoş-nüvîs-i nefis idi. Üstâdı Durmuş-zâde'den ta'liki
tahsilde ma'rûf ve kesret-i kitâbetle mevsuf olmuşdur.
138
Ömer Bin Hüsni: Hüsn-i hatt-ı ta'liki Dede-zâde Mehmed Efendi'den ta'lim ve
mücaz olanların altıncısıdır. Fezâyil-i enîsî bir vücûd-ı nefîsdir.
Ömer Aynî Bin Halil: Yenişehr-i Fener'dendir. Hatt-ı ta'liki Dede-zâde Seyyid
Mehmed Efendi'den mücaz olanların yedincisidir. Sâir maârifle dahi beyne'l-akran
müteferrid olmuşdur.
Fetvâ Emîni Muhammed Selim Efendi: Mezkûrdur. (135)
Muhammed Nergisî İbn-i Ahmed: Bosna'dan gelib Kaf-zâde Feyzullah
Efendi dâiresine intisab ile Nergisî-zâde Nergisî şöhretiyle kâm-yâb ve ulûm-ı
külliyyede ehl-i tahkik ve sülüs ve nesh ve ta'lik vesâir hutûtda sâhib-i tetkik olmuşdur.
Hususan hurde-şikestede misl-i sâir olmuşdu. Seyyid Hüseyin Vehbî anlar hakkında
söylemişdir.
Beyit
Devât-ı çeşm-i şûhî kilk-i müjgânın idüb der-kâr
İdüb ifşâ-yı râz itmekde ayn-ı Nergisî-zâde
Âsâr-ı kaleminden Dîvân-ı Eş'âr'ı ve Hamse'si vardır. Sürat-i kalemi olub
mâşiyen bir Avâmil tahrîrine Sultan Bayezid Câmii'nden ibtidâr ve Sultan Mehmed
Câmii'ne geldikde intihâya erişdirmişdir. Kırk günde bir Beyzâvî Tefsiri yazdığı
meşhurdur. Ayasofya Kitabhânesi'nde mevkûf bir Vikāye-i Fıkh'ı vardır ki rıhletinden
26 yıl evvel yazmışdır. Rıhleti 1044'dedir. Eyub'da Şekerpâre Türbesi kurbunda
medfundur.
Muhammed Salih İbn-i İshak: Pederi Karabağî İshak meşâhirdendir. Hafîdi
Ali Mislî dahi hoş-nüvîsdir. Hüsn-i hatt-ı ta'liki temeşşukda bezl-i mechûd edib üstadı
Tophâneli Mahmud Efendi'den Siyâhî Ahmed Efendi ile ma'an mücâz olmuşdur.
Ta'likde bir vâdi-i nev-zuhûru vardır ki kābil-i taklid değildir. Vefâtı 1084'dedir. Kaf-
zâde Feyzi Efendi dâiresinde medfundur.
Şeyh Mehmed Bin Salih: Kâtib-i Gelibolî'den ve sâhib-i Muhammediyye,
Yazıcı-zâde demekle marufdur. Sâhib-i âsâr ve vâsıl-ı genc-i esrârdır. Kitâb-ı
Muhammediyyesi'ni kendi te'lîfi olan Mağaribü'z-zamân nüshasından terceme ve
139
manzum eylemişdir. 9119 beyitdir. Mezheb-i Vücûdiyye'yi red için Sûre-i Fâtiha'yı
tafsir buyurmuşdur. Füsûs'a dahi şerh-i icmâlîsi vardır. Bir acîb hüsn-i hatt-ı ta'lik ile
bizzat kendi yed-i müeyyedleriyle yazdıkları nüsha İstanbul'da muhterik olan bir
menzilde kalıb ba'de'l-intıfâ kitab-ı mezbûr zuhûr edib etrafında beyaz olan mahalleri
sûzân olub fakat hatt-ı latîfleri olan mahalle ateş sirâyet eylememişdi. Rıhletleri İstanbul
Fethi'nden iki sene mukaddem vâki olmuşdur.
Seyyid Muhammed Mecid: Ahras idi. Hüsn-i hatt-ı ta'like heveskâr ve
Durmuş-zâde'den icâzeti bedîdârdır. Selâtîn-i Osmâniyye'nin nazar-kerdeleri olub Molla
Dilsiz demekle mülakkab idi. Ebu'l-feth Sultan Mehmed Hân ve Mesihpaşa Câmilerinde
birer "Hasbiyallâh" levhası âvîze olunmuşdur. El-hak celî ta'like ol mertebe hüsn
verilmek hârik-i âde olduğu erbâb-ı im'âna muhakkakdır. 1181'de Vâdi-i Hâmuşan'da
menzil eyledi. Edirnekapusu hâricinde La'lî Çeşmesi mukābilinde pederi ve birâderi
yanında medfundur. Nefes-zâdegândan Hâzim ve Saîd ve Sadık Kâtib-zâde[gibi]
şâkirdânı dahi vardır.
Seyyid Muhammed Sadreddin: Hatt-ı ta'likde Siyâhî Ahmed Efendi'den
mücazdır. Vefâtı 1146'dadır. Elsine-i selâsede güftâra kādir ve edebiyatda karîni
nâdirdir. Bu gazel-i nev-zemîn anındır.
Dil-i zahm-ı âşinâyı dilber-i gaddara gösterdim O mecrûh-sitîz mihneti hünkâra gösterdim
Kemerveş-i bend edib bâzû-yı aşkı mûmyânıyla Mûrâdım üzre devri çerh-ı nâ-hemvâre gösterdim
Döküb hûnâb-ı eşki sîne pür-dâğ-ı sûzâna Çırâğân içre gûyâ âteşin fevvâre gösterdim
Niyâm-ı sîneden uryan edib âh gül ü sûzî Rakîb-i bedni-hâda hışımla gaddâra gösterdim
Yine bir nev-zemîn-i tâze gazel nazmeyleyüb Seyyid Nazîre-cûy olub kâmî sihr-i âsâra gösterdim
Şeyhülislâm Muhammed Esad: Hüsn-i hatt-ı ta'likde Kâtib-zâde Mehmed
Refî Efendi'den icâzetleri muhakkak ve
Fî hattıhî min külli kalbin şehve-i Hattâ keenne midâdehü'l-ehvâi
vasfıyla mevsufdur. Vefâtı 1192'dedir.
Seyyid Muhammed Saîd: Hoca-zâde demekle ma'rûfdur. Hüsn-i hatt-ı ta'liki
Şeyhülislam Veliyyüddin Efendi'den tahsil ve ba'dehû Kâtib-zâde'den tekmil eylemişdir
140
Reisü'l-kurrâ ve'l-muhaddisîn Yûsuf Efendi-zâde Şeyh Abdullah Efendi'nin Topkapı'da
vâki seng-i mezarı anın eser-i kalemidir.
Muhammed Es'ad Yesârî: Yektâ bir hoş-nüvîs-i bî-hemtâdır. Şıkk-ı eymeni
illet mâder-zâd ile muattal olmağla dest- çeb ile hüsn-i hatt-ı ta'like çalışıb kâbiliyyet-i
asliyyeleri zuhûr etmekle Dede-zâde Seyyid Mehmed Efendi'den me'zûn-ı bi'l-ketebe
olanların üçüncüsüdür. Sultan Osman-ı Sâlis'in huzûruna dâhil ve emr-i hümâyun ile
ku'ûd ve çend satır tahrîriyle mazhar-ı sitâyiş olub kırk guruş atıyye-i hümâyûna nâil
olan bî-bahtlardandır. Sultan Mustafa Hân-ı Sâlis anı Saray-ı Hümâyûn'a tayin
eylemişdir. Ebû Eyyûb-i Ensârî atebesinin ketebesi ve Ayasofya'da "Hasbiyallâhu
vahdeh" levhası ki ibret-i li'n-nâzırîndir [ki] anın yazısıdır.
Muhammed Refî': Hatt-ı ta'likde mîr-i devran ve İmâd-ı zaman olub Arif
Efendi-i Kadıasker'den nice zaman telemmüz ve Durmuş-zâde'den dekāyik-i hattı
istikmâl eylemişdir. Bî-şumâr kıta'ât ve murakka'âtdan mâadâ Hüseyinpaşa Dâru'l-
hadîsi kapusunda Şeyhülislam Seyyid Mustafa Efendi'nin çeşmesi târihi ve Şeyhülislam
Mehmed Efendi'nin medrese, şadırcvan ve mekteb târihleri ve Nûr-ı Osmânî Câmii
Şerîfi'nin medrese târihi bunun olub sâir âsâr-ı mu'tebereleri dahi vardır.
Beyit
Yazmağa eyler idi merdümün çeşmi midâd Eser-i mu'teber kilkini görse idi İmâd
Târih-i vefâtı 1183'dedir. Koğacıdede Türbesi pîş-gâhında medfundur.
Seyyid Muhammed Said: Seyyid Feyzullah Efendi'nin dâmâdı Seyyid
Mehmed Dede'nin kerîme-zâdesi olmağla Dede-zâde demekle meşhurdur. Hüsn-i hatt-ı
ta'liki Kâtib-zâde Mehmed Refî Efendi me'zûnlarından Kürd İsmail Efendi'den
telemmüz edib müşârun bi'l-benân-ı kalem-zenân oldu. Elsine-i selâseye zât-ı ârif ve
birçok çerâğa mâlik idi. Vefâtı 1173'dedir. Emir Buhârî Zâviyesi mukābilinde
medfundur.
Mehmed Râsim: Şerh-i hâli geçdi. (145)
Mehmed Bahri Paşa: Zikrolunmuşdur. (149)
141
Mehmed Ahlâkî: Ahlâk-ı Alâî nâm kitabı ta'lik hüsn-i hattıyla kırk kere tahrîr
eylediğinden bu lakab ile şöhret buldu. Hâlid Efendi'den sülüs ve nesihde, ta'likde [ise]
diğer üstaddan me'zûndur. 1020 târih-i vefâtıdır.
Mehmed Çavuş: Gerek Arif Efendi ve gerek Durmuş-zâde terbiyeleriyle
hüsn-i hatta suret verib gayet mertebe-i meleke-i külliyyeye dest-res olmuş idi. Hatta
sevâbık-ı ezmânda Devlet-i İran şâhânından tebrik-i sür-i hitân için gönderilen bir sefir
marifetli bir zât olub hatt-ı ta'likde dahi Dâmad İbrahim Paşa huzûrunda dâ'iye etdikde
keyfe me't-tefak Mehmed Ağa dahi Arz Odası'nda bulunmuş idi. Derhal bilâ istîzân ileri
gelib ve ayak üzerinde bir kalem ile bir kağıda bir kıt'a yazıb dâmen-i bûs-ı sadrâzamı
zeylinde huzûrîlerine arzetdi. Nazîri muhâldir deyu cânib-i sefirden vesâir huzzârdan
mevrid-i âferin oldu. Vefâtı 1135'dedir.
Mehmed Eflâtun: Hatt-ı ta'lîki Kadıasker Ârif Efendi'den tahsil edib Raşid
Efendi'ye çend müddet ser-levha-i huddâm idi. Hatta sefâretinde dahi Acem'e
maiyyetiyle gitti. Avdetinde tarîk-i tabâbete sülûk ve Tıb Medresesi'nde bir hücrede
inziva edib kitâbetle evkat-güzâr oldu. Dâru'lkütüb-i Osmâniyye'de hattıyla bir Külliyât-
ı Sâib mevcûd ve şâyân-ı ziyâretdir. Vefatı 1168'dedir.
Mahmud Tophanevî: Evâil-i hâlinde bir leyle-i Kadir'de bazı âsâr-ı âfâkiye
şühûduyla Şeyh merhum gibi sülüs ve nesh ve İmâdâne ta'liki tahsile niyâz-mend oldu.
Hâfız Mehmed İmam'dan temeşşuk sülüs ve nesh ve Derviş Abdi'den tekmil-i ta'lik ile
ikisinde dahi mücâz olmuşdur. Ba'dehû Enderûn-ı Hümâyûn'a çerağ olub el-ân
Ayasofya Kitabhânesi'nde mevkuf bâ-hatt-ı Şeyh Hamdullah Mushaf[ı] ol eyyâmda
henüz Hâzîne-i Hümâyûn'da olmağla ana taklîden bir Mushaf-ı Şerîf kitâbet ve itmâm
ve arz-ı huzûr-ı hümâyûn eyledikde haysiyeti ayan olub kâtibü's-ser-i sultânî hizmetinde
istihdâm olunduğu sebebden ketebesine böyle yazardı. Bazan Semiyyi Mehmed
Mahmud Kâtibü's-sırr-ı Sultânî deyu yazmışdır. Ahibbâsından biri "Sultânım, sizin için
hüsn-i hattı yapar derler" dedikde " Bozar demesinler de yapar derlerse zarar yok"
demişdir. 1008'de azm-i dâr-ı bekā eylemişdir. Sülüsde mezkûrdur.
Sultan Murad-ı Râbi': Fatih-i Bağdad. Fenn-i hatda yegâne-i zaman hatta
Nefes-zâde Seyyid İbrahim Efendi fenn-i hatda olan Gülzâr-ı Savâb nâm eserlerini
bunların ezmâyiş-i kalemleri vesilesiyle cem' edib nâm-ı nâmîleriyle dîbâce eylemişdir.
142
Nef'î vesâir şuarâ senâ-kârî olub Nergisî-zâde'nin anın medhiyesinde bu iki beyti ile
iktifâ kılındı.
Cenâb-ı Hazret-i Sultan Murad-ı A'zam kim Bu gûne gelmedi herkiz anın gibi hünkâr
Hüner-ver-i ulemâ-i perver-i sühan perdâz Delîr ü şâir ü hattât u nâzım-ı eşâr
Mustafa Sâmi: Arpaemîni demekle ma'rûf ve mezkûrdur. (155)
Mustafa Tayyibî İbn-i Sun'ullah: Hüsn-i hatt-ı ta'liki Şeyhülislam
Veliyyüddin Efendi'den yazmışdır. 25 kadar Şifâ-yı Şerif ve müteaddid Beyzâvî Tefsiri
ve Meşârik vesâir âsâr-ı kebîre kitâbetine muvaffak olmuşdur. Târih-i vefâtı 1179'dadır.
Mustafa Ârif: Kâtib-zâde'den telemmüz ile hoş-nüvîs-i nefîs olmuşdur. Nûr-ı
Osmânî Câmii tâkında üç aded levha-i kübrâsı âvihtedir. Hatt-ı ta'lîk ile tuğra
resmeylemek ibtidâ bunun eser-i kalemidir. Vefâtı 1185'dedir.
Mustafa Nur: Sahaf olub Kadıasker Ârif Efendi'den me'zûndur. Enderûn-ı
Hümâyûn sülüs ve nesih hocası fevtinde Emir Efendi muallim-i gılman iken ana kimi
refik edib adîl-i add edelim bu cihet bir ta'lik hocasına tercih edilsin deyu Kadıasker
Ârif Efendi'den istifsâr ve anın sevkiyle bu muallim-i hat tayin olunmuşdur. Bunun
mahlûlü Hoca Rasim Efendi'ye ihsan olundu. Vefâtı 1150'dedir.
Mustafa Cevdet: Hatt-ı ta'lîke ta'alluk edib Dede-zâde Seyyid Mehmed
Efendi'den tahsil-i behçet ve tekmil-i cevdet eylemişdir. Üstâzının me'zûn-ı râbi'idir.
Hüsn-i hatdan mâadâ kemankeş ve tüfenk endâzı vesâir maârifde dahi akrânının ser-
firâzı idi. 1301'de vefat eyledi. Pederi yanında medfundur.
Şeyhülislam Veliyyüddin: Durmuş-zâde Efendi'den tahsil ve hüsn-i hatt-ı
ta'liki tekmil eylemişdir.
Bilhassa kalem-i celî yani kamış kaleminde yegâne-i zamân idi. Edirne Câmii
mukābilinde Damad İbrahim Paşa'nın yapdığı çeşmelerin târihini ve Nuh Efendi-zâde
Ali Paşa'nın Câmi-i Cedîdi ittisâlindeki sebil ve çeşmesinde ve câmi havlusunun iki
bâbında vâki târihleri vesâir âsârı vardır. 1180'de vefat eyledi. Sultan Bayezid
Câmii'nde bir kütübhâne ve Silivrikapusu hâricinde bir mesîre ve çeşme ve Mustafa
143
Paşa Hankāhı'nda mahfel-i kebîr vesâir âsârı dahi mevcuddur. Şeyh Murad-ı Nakşîbendî
Hankāhı'nda i'dâd eylediği mahalde medfundur.
Yahya İbn-i Zekeriyya Bin Bayram: Şeyhülislam ibn-i şeyhülislam'dır.
Hüsn-i hattı pederinden görmüşdür. Seyyid Sabri anın hattı hakkında söylemişdir.
Beyit
Kalemtıraş-ı Celâlî cebîn-i dehşete çîn Tırâşe-i kalemi çeşm-i lafza müjgândır
Beyit
Çînî devâtı şîşe-i kand nebât-ı hasen Çûb-ı nebât ol kalemi vâsıtî tebâr
54 yaşında 1053[de] pederi cenbinde medfun oldu. Muhsin-i Kayserî'nin Ferâiz
Manzûmesi'ne şerhi ve Kasîde-i Bürde'ye tahmis ve müretteb dîvânı ve fetâvâsı ve âsâr-
ı hayriyyesinden medresesi vardır. Sultan Selim kurbunda medrese pîş-gâhında
medfundur.
Yûsuf Mecdî: Mezkûrdur. (161)
3.6. Binikiyüzüçten Sonra Memâlik-i Osmâniyye'de Gelen Hattâtân
(Binikiyüzüçten Sonra Gelen Osmanlı Ta'lik Hattatları)
Şeyhülislam Zeynel Abidin: Hoş-tab' ve zarîf ve nükte-senc ve latîf bir fâzıl-ı
kâmil idi. Vefâtı 1240'dadır.
Osman Efendi: Anadolu kazâsındandır. Envâ'-ı hutûtda bâ-husus ta'likde
gayet çâyekdest ve hoş-nüvîs imiş. Rumelihisarı Mezaristanı'nda medfundur. Vefâtı
1250'dedir.
Muhammed Es'ad: Yesârî-i meşhûrun şâkirdidir. Üsküdar'da Câmi-i
Selimiyye hutûtu anındır. Vefâtı 1251'dedir.
Şeyh Abdullah: Aslı Buhâra'dan ve Tarîk-ı Nakşibendî meşâyihindendir.
1257'de vefat etmişdir. Tophâne Câmii'nde yazısı mevcuddur.
144
Tayyib Efendi: Beylerbeyi Câmii'nin imamı. Sâhib-i eş'âr vesâir-i âsâr olub
bazı cevâmia târihleri vardır. Vefâtı 1260'dadır.
Yesârî-Zâde Mustafa İzzet: Kendi pederinin şâkirdidir. 1260'da vefat
etmişdir.
Ali Haydar Bey: Ahlâk-ı hamîde ile muttasıf ve âsâr-ı kesîre ile meşgul idi.
Sinni yetmiş raddelerinde iken 1287'de vefat eylemişdir.
Şeyhülislam Ömer: Hüsameddin lakabı ile mülakkab. 1214'de tevellüd ve
1288'de vefat eylemişdir. Târih meraklılarındandır.
Kadri Efendi: Üsküdar'da Atik Valide Medresesi'nde ta'lim-i telâmize ile
meşgul ve altmış yaşında iken 1290 raddelerinde vefat eyledi.
Said Efendi: Kadıasker ve sudûrdan. Çarşambalı-zâde deyu meşhur idi.
Yesârî-zâde şâkirdi olub vefâtı ta'biri "Çarşambalı-zâde Çarşamba Bazarı'nda Çarşamba
günü vefat eylemişdir" deyu darb-ı mesel olmuşdur. Târih-i vefâtı 1293'dedir.
Vahîdüddin Efendi: Şeyhülislam Ömer Hüsameddin karındaşı olub velâdeti
1217'de ve vefâtı 1293'dedir.
İsmail Hakkı: Yesârî-zâde şâkirdi ve Sâmî Bey'in hocasıdır. Saray-ı
Hümâyûn'a mahsus olmak üzere üstâd-ı sâat-i sâzân Leziz Efendi'nin cîveli yürür saat-i
bî-nazîri üzerine yazılan beyit bunun eser-i hâme ve zâde-i tab'ıdır.
Beyit
Bu nûzîsinde sâat kim hemîşe rakka cünbândır Lisân-ı hâlle Abdülaziz Hân'a duâ-hândır.
Vefâtı 1295'dedir.
Atâ Bey: Sâhib-i cerbeze ve idrâk ve ashâb-ı zevk-ı selîmdendir. Rumeli
Kadıaskeri olub tıb ve nebâtât üzerine dahi bir eseri vardır. Vefâtı 1296'dadır.
145
Zeki Dede: Aslı Brusalı ve Üsküdar Mevlevihânesi'nin şeyhidir. Çok nesh-i
nefîse yazmışdır. Kâmil Paşa'nın kitabhâne-dârı ve fetvâhânede meşk hocası idi.
Kendüye göre mahsus bir vâdi sâhibidir. 1297'de vefât eyledi.
Bunlardan mâadâ târih-i vefâtları tahkik olunamamış Dede-zâde Nakibbaşı-
zâde, Karacaahmed'de medfun Kadıasker Cemâl Efendi, Bâhir Efendi dahi vardır.
Ve el-ân ber-hayat olan hattâtân içinde iyi yazan iki hattatın terceme-i hâli dahi
hernekadar mevkiinde değil ise de artırıldı.
Zâhide Hanım: Sadr-ı merhum Âlî Paşa'nın kerîme-i muhteremeleri olub
hutût-ı mütenevvi'ayı iyi yazdıkları gibi ta'likde dahi merhum Mustafa İzzet Efendi'den
me'zûndurlar. Mesâcid ve tekâyâ ve hankāhlarda bazı elvâh ve âsârı rû-nümâ ve
kendileri iffet ve istikāmetle rûşenâdırlar.
Hâfız Hasan Tahsin Bin Osman: Ta'liki Sâmi Efendi'den yazmış, sülüs ve
nesh-i celîyi dahi Reisü'l-hattâtîn Muhsin-zâde Abdullah Bey'den me'zûn olmuş ve
ulûm-ı Arabiyye'den dahi mücâz olduğu gibi Dâru'l-muallimîn'den mahrec ve el-ân
Kitabhâne-i Umûmî-i Osmânî hâfız-ı kütüb-i sânîsi bulunmuşdur.
3.7. Çep ve Dîvânî –Nüvîsân-ı Memâlik-i Osmâniyye
Anlardan Meşâhiri
• İbrahim Hanîf * 89
• İbrahim Şem'î * 89
• Şehlâ Ahmed Paşa * 92
• Ahmed Arif * 92
• Ahmed Arifî Paşa * 97
• Ahmed İshak Hocası * 97
• Ahmed Seng * 99
• Ahmed Tıflî * 92
• Ahmed Feridun * 98
146
• Ahmed Çelebi Selisî * (Menâkıb-ı Hüner-verân)
• İsmail Şeref Ruscuklu * 134
• Kâtib-zâde * 134
• Aksarâyî Kâtib Çelebi-zâde * 155
• Emir Efendi-zâde * 115
• Oğlan Memi Çelebi * (Menâkıb-ı Hünerverân) 158
• Tâc ve Tacbey-zâdegân Cafer Bey İsmail Bey Mehmed Çelebi * 104 ve 134
• Çavuş-zâde Mehmed Salih Şem'î * 144
• Hüssam-ı Rûmî * Sultan Mehmed Evkāfı'nın kâtibi ve dîvânînin mûcididir.
• Hâlid-i Erzurûmî * 110
• Hoca Rasim * 145
• Şehdî * 158
• Saf Çelebi Musallî * 272
• Arif (112) ve Âtıf Defterî * 158
• Abdurrahman Cibinci-zâde * (Gubârî dahi yazmışdır.) 117
• İzzet Ali Paşa * 173
• Abdurrahman Gubârî * 116
• Küçük Nasuh Matrakcı * 159
• Sünbül Memi Çelebi * 158
• Hüdhüd Ali Çelebi * (Menâkıb-ı Hünerverân)
• Hezarfen Brusevî * 143
• Yesârî-zâde İsmail * 99
• Yusuf Bâlî * Kilidü'l-bahr-i Hisar'da bulunur idi.
Bunlardan hepsinin zikri geçdiğinden yalnız bâ-rakam işâre[t] olunmuşdur.
147
4. DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Osmanlı döneminde hat sanatı alanında, daha önce yazma eser olarak
neşredilen birçok risâle ve kitap tarzında eser bulunmakla birlikte; bu sahada matbaada
basılan ilk eser Habib Efendi'nin "Hat ve Hattâtân" adlı kitabıdır. Bu yönüyle Hat ve
Hattâtân hat sanatı tarihinde önemli bir yere sahiptir. Bununla birlikte eser; gerek
Türkçe ifade zaâfiyeti ve kimi zaman Farsça terkiblerle oluşturduğu ağdalı dilinin
yanında, hattatlar hakkında verdiği şüpheli, müphem ve yanlış bilgiler yüzünden
tartışmalı bir eser olmaktan öteye gidememiştir. Ayrıca yazarın İran asıllı olması;
hattatlar hakkında bilgi verirken zaman zaman Fars milliyetçiliği yapmasına yol
açmıştır. Dolayısıyla Habib Efendi'nin doğruları tahrif etmesi de bilinen bir husustur.
Şimdi bunları sırasıyla inceleyelim:
Yazarın Türk diline tam anlamıyla vâkıf olamamasının yanında, o dönemin
yazı dili gereğince kullandığı Türkçe bazen anlaşılmazdır. Bir nümûne olarak Ahmed
Tıflî'den söz ederken; "Sülüs ve neshi Hasan Üsküdârî'den ve ta'lîki bi'n-nefs Derviş
Abdi'den yazub rütbe-i kemâle irişdi ve ma'ârif-i cüz'iyye ve külliyede beyne'l-akrân
müşârun bi'l-benân oldı. Kuvve-i nutk-ı şâirî ile Şahnâme-han ve Nedîm-i bezm-i Sultân
Murad Hân olup niçe latâifi dahi zîver-i sahâyif-i rûzigârdır.Acemâne müselsel hurde-i
ta'lîka dahi mâlik olmağla sultân-ı müşârun ileyhe ve dahi niçe kibâra mecmû'a-i latîfe
ve nesh-i nazîfe tertib ve tenmîkına muvaffak olmuşdır. Bin yüz yetmiş bir'de vefât
eyledi. Silivrikapusı hâricinde medfundur." ifadesiyle anlaşılması zor bir Türkçe
kullanmıştır ( s.92).
Hattatlar hakkında verdiği şüpheli bilgileri, İbnülemin'in "Son Hattatlar" isimli
kitabından istifâde ederek devam edelim. İbnülemin'in belirttiği şüpheli bilgiler
şunlardır:
• Abdülkadir Şükrî, güya Kütahyalı mahlâsı ile mütehallıs olub Mustafa
Efendi (?) şakirdidir.
• Mustafa Hilmi Efendi'nin "iki yüz kadar Kur'an" yazdığı bilgisi şüpheli ve
hatta mübalağalıdır.
148
• Küçük Râkım diye meşhur olan hattatın "Ahmed Râkım Efendi" mi olduğu
yoksa başka bir Râkım mı olduğu belli değildir.
• Habib Efendi'nin "Vefat Tarihi Belli Olmayanlar" başlığı altında adını
zikrettiği Halil Şükri Efendi'nin, yine Kırım Savaşı'ndan sonra vefat
ettiğini söylemesi, onun çelişkili verdiği bilgiler cümlesindendir.
• Çömez Mustafa Vâsıf Efendi'nin sapan atmada da hüner sahibi olduğunu
Habib Efendi kaydediyor. "Sapan atma" hünerinin gerçek anlamında mı
kullanıldığı yoksa başka bir bilgiye senet mi olduğu anlaşılamamıştır.104
Habib Efendi'nin hattatlar hakkında bilgi verirken içine düştüğü bâriz hatalara
birkaç misâl vermek gerekirse:
• Şeyh Hamdullah'a "tımar" olarak, Üsküdar civarında Sarıgazi'de ve
Alemdağı'nda iki ve ayrıca mührezenlerine Akbaba köyü verilmiştir.
Habib Efendi ise eserinde: "Rivâyet olunur ki, vazifesinden mâ'adâ
Sigetvar nevahîsinde iki köy timar olarak kâğıtlarını mühreleyenlere i'tâ
olunmuş idi." der. Tabii ki araştırmadan yanlış bilgi vermiştir.(Hat ve
Hattâtân,s. 80-81)
• Hat sanatımızda her ikisi de mektep sahibi olan Şeyh Hamdullah ve
Ahmed Karahisârî, aynı zamanda iyi birer terzidirler. Sultan Bayezid'e
dikişleri belli olmayacak şekilde mintan diken Karahisârî değil, Şeyh
Hamdullah'tır. Çünkü Sultan Bayezid'in saltanat yıllarında Karahisârî
henüz İstanbul'a gelmiş bulunmaktadır ve sanat hayatına yeni başlamıştır.
Yani Sultan Bayezid'e elbise dikecek kadar yakınlık kurması zaman
açısından düşünülemez.(Hat ve Hattâtân,s.85)
• Derviş İbrahim İbn-i Ramazan tanıtılırken: "Pederinden me'zun olub
Mevlevîhâne'de Yenikapı dâhilinde Yılan Câmii'nde imam idi."
denilmektedir (Hat ve Hattâtân,s. 88). Câminin doğru adı "Yaylak Câmii"
olacaktır. Habib Efendi aynı hataya Ramazan Efendi (Üstâd Ramazan)'yi
104 İNAL İ.Mahmud Kemâl, Son Hattatlar, s.29-31,213,286,413,443-444
149
anlatırken de düşmüştür (s. 111). Şahıs ve yer isimlerini güvenilir
kaynaklardan ve özellikle "Tuhfe"'den doğrulatmak yerinde olacaktır.
• Habib Efendi, Tuhfe-i Hattâtîn'den istifâde ettiği bilgilerle Sultan
Bâyezîd'in, Osmanoğullları içerisinde bizzat hacca giden tek şahıs
olduğunu yazar. Lâkin hakîkâtte Osmanlı padişahlarının hiçbiri –malûm
sebeplerden- asâleten hacca gitmemiştir (Hat ve Hattâtân,s.103-104).
• Mektep sahibi hattatlarımızdan Hâfız Osman'ın sağlığı, ömrünün son
demlerinde bozulmuştu. Bu dönemde kendisine kalemlerini kesen hattat,
Çinicizâde Abdurrahman Efendi'dir. Habib Efendi eserinde "Çinicizâde"yi
devamlı "Çibincizâde" veya "Cibincizâde" şeklinde zikreder.(ör.s.117)
• Yedikuleli Emir Efendi'nin Mushaflarını tezhib edenlerden biri Hac Yusuf
Mısrî'dir. Mısrî'nin hocası, Ruganî Üsküdârî Hilmi Çelebi değil; Ruganî
Üsküdârî Ali Çelebi olacaktır.(s.118)
• Ahmed Karahisârî'nin talebesi, vezir Ferhad Paşa, Fatih Sultan Mehmed'e
değil; Kanûnî'nin oğlu Şehzâde Mehmed'e damad olmuştur. Kanûnî Sultan
Süleyman ile İkinci Selim'in saltanat yıllarında vezirlik yapmıştır.(s. 129)
• Kâtibzâde Mehmed Refî', Fatih-Çarşamba'da "Kovacı Dede Türbesi"
hazîresinde Şeyhulislâm Ankaravî Mehmed Efendi'nin yanına
defnedilmiştir. Habib Efendi "Kovacı Dede Türbesi" adını "Koğacıderesi"
şeklinde verir.(s. 143)
İbnülemin ile devam edelim:
• Seyyid Mehmed Hulûsî Efendi'nin vefat tarihi h. 1288 değil, h. 1291'dir.
Defnedildiği yer de Edirnekapı dışında Çelebi merhumun yakınında değil,
Merkezefendi Kabristanı'dır.
• İbrahim Sükûtî'nin vefatı h. 1253 yerine h. 1250 olmalıdır.
• Bekir Nasıh Efendi, m. 1885 yılında yetmiş beş yaşında vefat etmesine
rağmen; Habib Efendi "130" sene yaşadığını söylemektedir.
150
• Hocapaşalı hattat İbrahim Afif Efendi'nin damadı olan Osman Efendi'nin
ölüm tarihi h. 1210 olarak verilmiştir. Doğrusu h. 1220'dir.
• Halil Vehbi Efendi, h. 1240'da vefat etmemiştir. Çünkü Topkapı Sarayı
Müzesi'nde h. 1242 senesinde yazdığı mushaf mevcuddur.105
Habib Efendi, ilimde esas olması gereken tarafsızlık ilkesini, hep mensubu
olduğu Acem milleti adına çiğnemiştir. Hatta bunu Tuhfe'den aldığı bilgilerde dahi
yapar. Misâl olarak; "Müstakîmzâde Osmanlı sülüs-nesih hattatı Hâfız Yusuf'un şark
tarafından İstanbul'a geldiğini ülke belirtmeden yazar (Tuhfe s. 596-597). Habib Efendi
ise bu beyânı –doğu sadece İran'dan ibaretmiş gibi- eserine "İranî" nisbetiyle geçirmekte
bir sakınca görmez (s. 78) ve Hâfız Yusuf'u İranlı hattatlar içinde sayar. Buna mukābil
"Rûmiyyü'l-asl" (Anadolu asıllı) olarak tanıttığı Hacı Maksud Türk isimli hattatı da
İranlı hattatlar zümresinden değerlendirir (s. 77)."106
Habib Efendi tarafından ilk defa tanıtılan ve hat sanatımızın büyük üstâdları
sayılan hattatlarımız hakkında çok az bilgi verilmiştir. Meselâ Yesârîzâde Mustafa
İzzet: "Kendi pederinin şâkirdidir. 1260'da vefat etmiştir."şeklinde sıradan iki cümle ile
tanıtılmıştır(s. 248). Buna mukābil onlardan daha az önemli olan hattatlarımızın bazıları
tafsilâtlı anlatılmıştır. Bu durum Habib Efendi'nin garibliklerinden olsa gerektir.
Ayrıca basımdan kaynaklandığını düşündüğümüz ve bilgi karışıklığına da
sebep olan yazım hatalarından bahsetmek yerinde olacaktır:
• "Gülzâr-ı Savâb" müellifi Seyyid İbrahim Nefeszâde anlatılrken; hattı
önce babasından, sonra meşhur hattat Demircikulu Yusuf Efendi'den
öğrendiği belirtilir. Fakat "Demircikulu", zannımızca baskı hatası olarak
"Demirkulu" şeklinde yazılmıştır ki; bu hâl meselâ Tursunzâde Abdullah
Feyzî isimli hattat hakkında bilgi verilirken; "Sülüs, nesih ve rıkā' hattını
Demircikulu Yusuf Efendi'den meşk eylemiştir" denilerek, sanki bir
düzeltme yoluna gidilmiştir. (Hat ve Hattâtân,s.88-89,119)
105 İNAL İ.Mahmud Kemâl, Son Hattatlar, s. 134,143,229,246,451 106 DERMAN M.Uğur, Kongreye Sunulan Bildiriler, s. 52
151
• İzâfet hemzeleri çoğu yerde kullanılmamıştır. Bazen de hiç gerekmediği
durumlarda izâfet hemzesi konulmuştur.
• Basımda, harflerin noktalarındaki fazlalık ve noksanlık sıklıkla
görülmektedir. Bu hâl metinleri anlamamızı zorlaştırmıştır. Bir misâl
vermek icâb ederse; sayfa 124'te Seyyid Ali İbn-i Bekr tanıtılırken, "Pederi
takîbü'l-eşraf…." şeklinde devam eden cümlenin doğrusu; "Pederi
nakîbü'l-eşraf baş çavuşu olmağla Çavuşzâde deyû meşhurdur." olacaktır.
Biz mânâca doğrusunu okuduk.
Zaman zaman yan yana gelen harf ve kelimeler yer değiştirmektedir (Meselâ
söylenmiş yerine söynelmiş yazılmış). Yine bir örnek olması açısından sayfa 171 ve
172'de tanıtılan Ömer Necâtî, "…… Ali Aşkar Paşa Sivas Valisi kendisine bir
müderrishâne binâ edüb orada tedrîs-i ulûm ve fünûn ve hem ta'lîm-i hat ile meşgul idi."
cümlesi "Sivas Valisi Ali Aşkar Paşa….." şeklinde olmalıydı.
Kitapta açılan parantezlerin, tire ve tırnak işaretlerinin kapanmadığı da
görülmektedir. "Sin" harfinin dişleri kimi zaman fazla yazılmış, bu durum da metni
okuyup anlamada bizi yavaşlatmıştır.
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi Kütüphanesi'nden istifade
ettiğimiz nüshanın dış kapağında basım tarihi h. 1306 yazarken iç kapağında h. 1305
tarihi bulunmakta ve birinci tab' yazmaktadır. Bu durumun sebebi de anlaşılamamıştır.
Cümle düşüklüklerinin sebeb olduğu anlam bozukluklarına basit bir misâl
verirsek; sayfa 138 ve 139'da hakkında bilgi verilen Muhammed Nâdirî İbn-i
Abdülganî,"1306'da Nakşibendiyye'den Mevlânâzâde Hoca Âbid Çelebi Mescidi'nde
medfundur." cümlesi "1306'da vefat edip Nakşibendiyye'den Mevlânâzâde Hoca Âbid
Çelebi Mescidi'nde medfundur" olmalıdır.
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi Kütüphanesi'nden
faydalandığımız nüshanın dış kapağında basım tarihi h. 1306 yazarken iç kapağında h.
1305 tarihi bulunmakta ve birinci tab' yazmaktadır. Bu durumun sebebi de
anlaşılamamıştır.
152
Bütün bu olumsuzluklara rağmen; böyle bir eseri, hem de matbû olarak
umûmun istifâdesine sunduğu için, Habib Efendi teşekkürü hak etmektedir. Fakat
muhtevâsındaki menfîlikler ve ciddi bilgi yanlışlıkları sebebiyle kitap, tek başına
güvenilir bir kaynak değildir. Eser, hat sanatı tarihi ve hattat biyografileri sahasında,
"Tuhfe" gibi diğer temel te'lif kaynaklar ile birlikte okunursa faydalı olabilecektir.
Ayrıca son dönem hat sanatı tarihinin kıymetli araştırmacılarının-Uğur Derman, Ali
Alparslan, Muhittin Serin gibi- özgün çalışmaları bu yönde yol gösterici olacaktır.
153
KAYNAKÇA
ACAR Şinasi; Türk Hat Sanatı, Antik A.Ş. Kültür Yayınları, İst. 1999
ACAR Şinasi; "Hat Sanatı ve Hattatlık", Antik-Dekor Dergisi, S. 36, İst.
1996, s.50-54
ÂLİ Gelibolulu Mustafa; Menâkıb-ı Hünerverân ( Hattatların ve Kitap
Sanatçılarının Destanları, hzl. Müjgân Cunbur ), Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Ank. 1982
ALPARSLAN Ali; Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, 2. Baskı, Yapı Kredi
Yayınları, İst. 2004
ALPARSLAN Ali; "Habib Efendi", TDV İslâm Ansiklopedisi, c.14,TDV
Yayınları, İst. 1995, s. 370-371
ALPARSLAN Ali (Mustafa Kutlu ile birlikte); "Hat, Hatt", Türk Dili ve
Edebiyatı Ansiklopedisi, c. 14, Dergâh Yayınları, İst. 1981, s. 142-
151
ALPARSLAN Ali; "Hattat", Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, c. 2, Yem
Yayınları, İst. 1997, s. 769
ALPARSLAN Ali; "İslâm Yazı Sanatı", Doğuştan Günümüze Büyük İslâm
Tarihi, c. 14, Çağ Yayınları, İst. 1989, s. 441-552
ALPARSLAN Ali; "Osmanlılarda Hat Sanatının Gelişmesi ve Bunun
Nedenleri", Osmanlı, c. 11, Yeni Türkiye Yayınları, Ank. 1999, s.
35-42
AYVERDİ Ekrem Hakkı; Fatih Devri Hattatları ve Hat Sanatı, İstanbul
Fethi Derneği Neşriyatı, İst. 1953
BAYAT Ali Haydar; Hüsn-i Hat Bibliyografyası, 2. Baskı, IRCICA, İst. 2002
BERK Süleyman; Hat San'atı, İSMEK Yayınları, İst. 2006
154
ÇETİN Nihad M.; İslâm Kültür Mirasında Hat Sanatı (hzl. M.Uğur
Derman), IRCICA, İst. 1992
ÇETİN Nihad M.; "Aklâm-ı Sitte", TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 2, TDV
Yayınları, İst. 1990, s. 276-280
ÇETİN Nihad M.; "Arap (Yazı)", TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 3, TDV
Yayınları, İst. 1991, s. 276-282
DERMAN M.Uğur; İslâm Kültür Mirasında Hat Sanatı (2.,3. ve 4. Kısım),
IRCICA, İst. 1992
DERMAN M.Uğur; Türk Hat Sanatının Şaheserleri, Kültür Bakanlığı
Yayınları, Ank. 1982
DERMAN M.Uğur; "Hat, Hattat", Türk Ansiklopedisi, c. 19, Milli Eğitim
Basımevi, Ank. 1971, s. 49-61
DERMAN M.Uğur; "Hat", TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 16, TDV Yayınları,
İst. 1997, s. 427-437
DERMAN M.Uğur; "Hattat", TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 16, TDV
Yayınları, İst. 1997, s. 493-499
DERMAN M.Uğur; "Hilye", TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 18, TDV
Yayınları, İst. 1998, s. 47-51
DERMAN M.Uğur; "Osmanlı Türklerinde Hat Sanatı", Osmanlı, c. 11,
Yeni Türkiye Yayınları, Ank. 1999, s. 17-25
DERMAN M.Uğur; "Osmanlı Çağında Hat Sanatı ve Hattatlara Dair
Yapılan Araştırmalar", 13. Türk Tarih Kongresi, Ank. 4-8 Ekim
1999, Kongreye Sunulan Bildiriler, c. 3, TTK Yayınları, Ank.
2002, s. 41-85
DERMAN M.Uğur; "Padişah Tuğralarındaki Şekil İnkılâbına Dair
Bilinmeyen Bazı Gerçekler", 8. Türk Tarih Kongresi, Ank. 11-15
155
Ekim 1976, Kongreye Sunulan Bildiriler, c. 3, TTK Yayınları,
Ank. 1983, s. 1613-1618
DERMAN M.Uğur; "Türk Hat Sanatı", Başlangıcından Bugüne Türk
Sanatı, T.İş Bankası Kültür Yayınları, Ank. 1993, s. 373-396
DEVELLİOĞLU Ferit (yay.hzl.Aydın Sami Güneyçal); Osmanlıca-Türkçe
Ansiklopedik Lûgat, 23. Baskı, Aydın Kitabevi, Ank. 2006
DOĞAN Ahmet; Osmanlıca-Türkçe Sözlük, 3. Baskı, Akçağ Yay., Ank. 2005
İNAL İ.Mahmud Kemâl; Son Hattatlar, Maarif Basımevi, İst. 1955
İNAL İ.Mahmud Kemâl; "Habib Efendi", Son Asır Türk Şairleri, Milli
Eğitim Basımevi, İst. 1969
MELEK Celâl; Şeyh Hamdullah, Kenan Matbaası, İst. 1948
NEFESZÂDE İbrahim (hzl.Kilisli Muallim Rifat); Gülzâr-ı Savab, G.S.A.
Neşriyatı, İst. 1938
ÖZÖN Mustafa Nihat; Osmanlıca-Türkçe Sözlük, 6. Basım, İnkılâp ve Aka
Kitabevleri, İst. 1979
RADO Şevket; Türk Hattatları, Tifdruk Matbaacılık, İst. 1984
SERİN Muhittin; Hat San'atımız, Kubbealtı Neşriyatı, İst. 1982
SERİN Muhittin; Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, 2. Baskı, Kubbealtı
Neşriyatı, İst. 2003
SERİN Muhittin; "Ahenk (Hat)", TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 1, TDV
Yayınları, İst. 1989, s. 521,525
SUBAŞI Hüsrev; Yazıya Giriş, Dersaadet Yayınevi, İst. 1987
ŞEMSEDDİN Sami; Kâmûs-ı Türkî, Çağrı Yay., İst. 2006
156
TAŞKALE Faruk ve Hüseyin GÜNDÜZ; Hilye-i Şerife, Antik A.Ş. Kültür
Yayınları, İst. 2006
TÜFEKÇİOĞLU Abdülhamit; "Osmanlı Döneminde Hat Sanatı", Osmanlı,
c. 11, Yeni Türkiye Yayınları, Ank. 1999, s. 43-51
ÜLKER Muammer; Başlangıcından Günümüze Türk Hat Sanatı, T.İş
Bankası Kültür Yayınları, İst. 1987
YAZIR Mahmud Bedreddin; Medeniyet Âleminde Yazı ve İslâm
Medeniyetinde Kalem Güzeli (neş.hzl.Uğur Derman), 1. ve 2.
Baskı, DİB Yayınları, Ank. 1972 ve 1981
YEĞİN Abdullah, Abdulkadir BADILLI, Hekimoğlu İSMAİL, İlham ÇALIM;
Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lûgat, TÜRDAV
Yayınları, İst. 1993
157
ÖZGEÇMİŞ
4 Mayıs 1971 yılında Denizli’de doğdum. İlk, orta ve lise tahsilimi Denizli’nin
Tavas ilçesinde tamamladım.
1990 yılında, Karadeniz Teknik Üniversitesi Giresun Eğitim Fakültesi Sınıf
Öğretmenliği Bölümü’nde başladığım yüksek öğrenimimi 1995’te bitirdim.
1 Eylül 1995 senesinde Kahramanmaraş ilinde başladığım öğretmenlik
vazifemi hâlen Eyübsultan Tantâvî İlköğretim Okulu’nda müdür yardımcısı olarak
sürdürmekteyim.
Recommended