View
239
Download
0
Category
Preview:
Citation preview
8/3/2019 Ahmet Bozkurt, Şiir Tutulması, Karayazı, 2008, sayı 2
http://slidepdf.com/reader/full/ahmet-bozkurt-siir-tutulmasi-karayazi-2008-sayi-2 1/3
haziran 2 temmuz
b ş i i r t u t u lm a s ıu
s
a
•• • •ş ı ı r ı n s o n u : s o n ş a ı r
y
t ü r k r o m a n ı n d a d ö n e m l e r
( t e r s i n e o k u m a la r )a
m a n if e s t o la r ş i i r im i z e n e y a p t ı ?
t ü r k ş i i r i n d e m o d e r n le ş m es e n d r o m l a r ı
mehmet müm taz tuz cualtay öktemosman erkan
ersun çıplakhakan arslanbenzercuma duymaz
ha yri ye ünalcelal gür
ömer aksaybülent keçeli
ahmet bozkurt
ÖNYAZI
İkibin yılı şiir için gerçekten bir dönüm noktası oldumu? Aradan geçen sekiz buçuk yıl içerisindeki tümyönelişler, arayışlar, İkinci Yeni'den, 80 şiirinden ve 90'lardabaşlayan açılımlardan farklı, müstakil bir yenilik ortayakoyabildi mi? Artık yaşları otuzun üzerine çıkan iki binliyılların genç şairleri İkinci Yeni'yi iyi kavramamn ötesindekendi algılarını temel alan ve bir dönüşüm modelioluşturabilecek örnekler verdiler mi? 80'ler ve 90'lardanberi yazan Seyhan Erözçelik, Ahmet Güntan, Necmi Zeka,Lale Müldür, Tarık Günersel, İzzet Yasar, Enis Akın, Birhan
Keskin, Osman Konuk gibi yeniliği elden bırakmayanşairlerin gölgelerinin düşmediği alanlar keşfedilebildi mi?Öte yandan Hilmi Yavuz ve İsmet Özel ile yola çıkangençler kendi diz(e)lerine güvenecek kudrete ulaştılar mı?Tüm bu soruların cevabını net olarak bilmiyoruz. Belki debilmek için bir buçuk yıl daha beklememiz gerekecek.
Ama bir dönüm noktasından ve günümüz şiirindenbahsedilecekse öncelikle bu soruları yanıtlamakla işebaşlanmalı. Bildiğimiz şu ki; şairler, özellikle genç kuşak,internetin imkanlarından çok iyi yararlanıyor. Matbudergilerin temelolma vasfının devam etmesine karşın, şiiradına asıl fırtınalar internet guruplarındaki sanal denizlerdekopuyor. Baş döndürücü bir durum ... Herkes herkeslekonuşuyor; herkes herkese sataşıyor; herkes her şeydenhaberdar. Çalınan mailler, açık unutulan pencereler,yanlışlıkla gruba geçilen özel iletiler... Ancak bütün bunlar
olup biterken şiirin bu hıza alıştığını ya da bu trafiğin şiiri
firesiz taşıdığını söylemek çok zor. Kanaatimiz odur ki sözkonusu dönüşüm, iletişim olanaklarının baş döndürücü
hızına alışarak kendi algısına dönebilen, şiiri, bilmek vebilinmek kaygısı dışında değerlendirerek iki binli yıllarınverilerini doğru kavrayabilen genç şairler eliyle gerçekle-şecektir. İletişim ağı ve ilişkiler yumağından şiir festivalleriçıkar; boy boy yıllıklar çıkar; gazete eklerinde çalakalemkitap tanıtımları çıkar; dergilerde bold yazılan yığınla isimçıkar ... Ama şiir, ilişkilerini metinler temelinde ve edebibağlamda kuran; şairliği değil şiiri önemseyen; deneyinve yeniliğin kendi hünerini ortaya koyabilmek olduğunun
farkına varan güçlü bireylerden çıkar.
8/3/2019 Ahmet Bozkurt, Şiir Tutulması, Karayazı, 2008, sayı 2
http://slidepdf.com/reader/full/ahmet-bozkurt-siir-tutulmasi-karayazi-2008-sayi-2 2/3
karayazı
şiir tutulması
Ahmet Bozkurt
iŞiiri, yazını salt yaşamsalolana indirgemek ne kadar anzalı
bir dururnsa aynı şekilde yazınsal alana mündemiç tüm biçimleri
de salt tekniğe indirgemek aynı arızalı durumun bir uzantısı olsa
gerektir. Şiir, yazın durdurulamayacak, verili bir dünyaya sahip
olmayan ve hiçbir zaman sınır konulamayacak bir edirndir. Onu
sadecebiçime ya da yoğunluklu olarak teknik bir sonına indirgemek
şüphesiz yazınsal alanın muhtevasından bihaber olmak demektir.
Aslında şiiri sadece teknik olarak görmenin altında yatan temel
unsurlardanbiri de yazınsal alanın o sonsuz coğrafyasından duyulan
ürkeklikten kaynaklanmaktadır. Şiir hem dile getirdikleriyle hem
de dile geldiği uzamın niceliksel ölçüsü bağlamında hep bir poiesis,
yapma edimi içerisinde varolur. Şiirin dile getirdiği sözce'nin
şiirsel bir yönseme içerisinde alımlanması, bizatihi dile geldiğiyazınsal uzamın biricik gerçeklik olarak formüle edilip, sözün
önemsenmediği bir şiirsel biçem de düşünülemez. Çünkü şiirin
varageldiği biçemsel tüm özellikleri özgülleştiren ve yaşatan temel
öncüllerden biri de o yaşam alanıdır. Şiirin yaşam alanı kendinden
menkul bir dünyada varolmaz. Şiirin yaşamsallığını oluşturan şey,
anlamı ve sözce'yi arama çabasındaki bu simbiotik güçten
kaynaklanır.
Şüphesiz başlı başına şiirin bir dil ve biçim olduğunu
görmezden gelerek, tamamen belli bir dünya görüşünün sığ
göstergeler dünyasında evrilen şiirler yazıldığı gibi; yalnızca bir
biçem sorunuymuş gibi yaşanılan dünyayla hiçbir bağı olmayan
şiirler de yazılmıştır. Sorun aslında bu iki yönelişin kaynaklandığı
arızaların bir türlü üzerine gidilememiş olmasında yatmaktadır.
II"Bireysel arayışları ve beslenmeleri bir yana bırakarak"
şiir yazan ve kendilerine de güya bir geçmiş ve kök-dayanak
yaratan bir şiir arayış-sızlığ-ının olduğu acı bir gerçek. İşin tuhafi
-elbette istisnalar vardır- genç kuşak da dahil şiir üzerine konuşan
ve yazan herkeste ciddi bir donanım eksikliğinin göze çarpıyor
olmasıdır. Bu söylediğim şeyelbette sadece şiir için geçerli değil:
aynı durum sanatın, yazının tüm alanları için geçerli. Bu ülkede
halen edebiyat ve sanat yeni bir bilinç ve yaşam alanı sunmaktanuzak, gündelik pop bilgi nümayişinin ayyuka çıktığı bir sıradanlık
ve hamaset içerisinde yürümektedir. Her şeyin dibe vurduğu,
neredeyse sıradan olanın yüceleştirildiği yalnızca 'bize özgü' tuhaf
bir yazınsal ve siyasal-toplumsal iklime sahibiz. Toplumsal
gerçekliğimize nüfuz eden ve bizleri hiç de şaşırtmayacak bir
şekildetüm toplumkatlanna yayılan bir dekadans'ınmeşrulaştınldığı
ve bizatihi sözde eli kalem tutan sanat ve yazın erbabı tarafından
inşa edildiği bir coğrafyaya mukim bir şekilde yaşıyoruz. Güya
bilgi ve sanat üretenAkademya'sından tutun da edebiyat kanon'una
ve kendinden menkul underground edebiyatçılarına kadar bu
sıradanlık ve dibe vurmuşluk her geçen gün daha da şizoid bir hal
almakta. Nihayetinde bu topraklarda, yazık ki, felsefeyi felsefeye,sosyolojiyi sosyolojiye, edebiyatı edebiyata, tiyatroyu tiyatroya
vb. hasreden, birbirinden bağımsızmış gibi gören nev-i şahsına
münhasır bir entelijansiya var. Elbette konumuz şiir ve şairler
olunca işin rengi daha da değişiyor. Divan edebiyatını gericilik;
Halk edebiyatını romantik bir özcülük-devrimcilik; Nazım'ı
ulaşılamayan bir şiir ilahı; Orhan Veli'yi acemi şair; İkinci Yeni'yi
gerçeküstücü; Batı edebiyatını ise neredeyse bilmemişliğin bir
kurbanı olarak tümden yok sayan bakar-kör bir şiir dünyamız var.Kendisini boya fabrikasında zanneden bazı amele zihniyetler ise
ne idüğü belirsiz bir organik-sentetik şiir ayrıştırmasını ya da ne
felsefenin ne de şiirin sınırlarını ve yapısını anlamadan tamamen
spekülatif verilerden hareketle traji-komik bir felsefi şiir poetikasını
önemli ve büyük bir buluşmuş gibi önümüze sermeye pek hevesliler.
Gençlerde durum daha da vahim: Onlar için (istisnaları her zaman
için parantez içine aldığımı eklemeliyim) şiir şu an bir yeraltı
edebiyatıymış, bir Bukovski serencamıymış gibi görülüyor. Sözde
anarşizm tafralan da cabası. Güya cinsel tercihlerin şiirde kendisini
dillendirerek şiirin ve tüm yaratma edimlerinin önüne ve ötesine
geçmesi de yine aynı pragmatizm adına yapılan bir çirkeflik.
Bugün İkinci Yeni adına konuşup onu kutsayan ya da yeren ya da
1980 kuşağı şiirini anladığını ve benimsediğini söyleyen insanların
da bu bağlamda ciddi bir şiir ve bilgi yoksuniuğu içerisinde
olduklannı düşünüyorum. Gerisi lafü güzaf. ..
Aslında İkinci Yeni de dahil bugüne kadar gelen süreçte
Türk şiirinin poetik serüvenini ve yapısal inşasını tamamladığını
düşünmek, bunu bu şekilde hatalarıyla sevaplarıyla kabullenmek,
hoş görmek, bilinci ve şiirsel dilbilgimizi akamete uğratan bir
anlayıştır. Modem Türk şiiri, doğduğu ilk andan itibaren beslendiği
ve ıska geçtiği kaynaklar düşünüldüğünde hep epistemik bir kesinti
içerisinde varolmuştur. Sadece belli şiir kalıplarını ya da belli
poetik yönsemeleri benimseyerek şiir oluşturulamaz. Modem şiire,büyük şiire giden yol bu değildir. Batı yazını hiçbir zaman kendisini
vareden yapısal süreçlerden ve bilişsel katmanlardan, toplumsal
ve siyasal algılardan azade bir poetika devşirmedi. Şiire ve şiirsel
olana bu açıdan bakıldığında ne İkinci Yeni ne de başka bir dönem
şiiri gerçek anlamda bizi büyük şiire, büyük şiirin poetikasına
ulaştıran bir eşikte duramadılar. Fakat şu da bir gerçek: Bugün
bile şiirimizde hala İkinci Yeni ve 80 kuşağı poetikası başat bir
roloynuyor. Artık kuşak ve dönem ayrımlarının da bu anlamda
gereksiz olduğunu düşünüyorum. Zaten bugün Türk şiirinin bir
kuşak oluşturmaya da mecali yoktur. Bugün ve yarın Türk şiirini
ancak bireysel çabalar bir yere götürecektir.
IIIDeneysel ve somut şiir atılımları, her yenilik gibi bizim
yazınımızda yine metinsel düzlemde değil de daha çok şairini ya
da yazarını görünür kılma, onu işaret etme ve ilk yapan olma
amacını taşıdığı için aslında pek de masum girişimler olarak
görülmemeli. Elbette bu alanda oldukça başanlı ürünler verildi.
Fakat son zamanlarda bu "deneyim" kendinden menkul marazi bir
mecraya kaymış gibi görünüyor. Şüphesiz bu şairlerimiz aslında
en büyük avant-garde şairimiz olan Nazım da dahil pek çok
şairimizin ortaya koyduğu birikimlerden habersiz bir şekilde
böylesi deneysel çalışmalara soyunmaktadırlar. Bir metni sadecealt alta dizerek ya da ona geometrik bir tasarım vererek kaligrafik
olanı yakalamaya çalışayım derken deneysel şiirin temel özünün
on dört~'----------------------------------------
8/3/2019 Ahmet Bozkurt, Şiir Tutulması, Karayazı, 2008, sayı 2
http://slidepdf.com/reader/full/ahmet-bozkurt-siir-tutulmasi-karayazi-2008-sayi-2 3/3
karayazı
ıska geçilmesi bu çalışmalardaki en temel hata. Sanırım bu
şairlerimizin yazma ediminin 'geçişsiz bir eylem' (ecrire est un
verbe intransitit) olduğunu göz ardı etmeden sözün giderek
ideogram'laştığı, zamarı-mekan algısının iç içe geçtiği bir uzamda
biraz daha Apollinaire, Demuth, Kandinski, Ashbery, Pollock,
Rothko, Cezanne, Valery, Mallerme, Perec, Ponge, Phillips'e sil
baştan yeniden, bir göz atmaları gerekecektir.
LV
İspanyol şair Silesius söylemişti: "La rosa sin porque florece
porque florece" (Gülün nedeni yoktur; gül çiçek açtığı için çiçek
açar). Güzellik ve estetik yaratım yazınsal alanın en temel
vazgeçilmezidir. Fakat güzelliğe kurallarla varılmadığı da bir
gerçek. İnsani gerçekliğe ilişkin tüm algılanabilir ve görülebilir
formların dil içerisinde duyumsandığını ve vazgeçilerneyecek bir
dil içerisinde dile geldiğini hiçbir zaman unutmamak gerekiyor.
Bu anlamda şairin güzel olanı yakalamaya çalışırken çıktığı her
serüvende insana ve gerçekliğe ait tüm önceliklerin aynı zamanda
yaşadığımız hayata mukim bir hakikat bilgisi olduğunu da hiçbirzaman akıldan çıkarmaması gerekir. Zira şair, aynı zamanda, hiçbir
aidiyet duygusuna sahip olmayan bir sürgündür. Tüm biçimlere
ve sınırlara karşı o hep bir ara yerde, bir eşikte durur. Dolayısıyla
dili de, yaşamı da, ürettiklerinin birer toplamı olan tüm yazınsal
yaratıları da, en nihayetinde hep sürgünsoylu bir uzamda varolur.
Şiir, gerçeklik, birey, toplum birlikteliği üzerine söylenecek şey
belki de Derrida'nın bir sözünü tersine çevirmekten ibaret olacaktır:
"La poesia est la disruption de la preserıce" (Şiir mevcudiyetin
kesintiye uğramasıdır). İzzet Yasar'ın bir şiiri ise buna fazlasıyla
yanıt veriyor: "ah sahne mantığım ... sarıl ıp soruluyorsuni bak,
perdene gözler iniyorl işte bu suretle yaralarından sızıyorsun".
V
Önce bir tespit: İslami duyarlılıkların ve İslam
kozmolojisinin bilinç akışlarının ve sanat algısının vahiy, felsefe,
akıl denkleminde dile getirildiği İslami bir şiir olabilir fakat ne
İslamcı şiir ne de İslamcı şair kategorisi, kendi bağlarnı içerisinde·
dahi, bir mevcudiyete sahip olamaz. İslamcılık modern bir
ideolojidir,modem zihniyet dünyasının türettiği tüm diğer ideolojiler
gibi hep yukarıdan aşağıya bir değişimi öngören ikame bir anlayışa
sahiptir. Keza bugün adına İslamcı şiir denilen olgu, bilinci,
moderrıitenin formel tüm çarpıklıklarıyla kirlenmiş marazi ve
hayata geç kalmış bir şiirdir. İslamcı şiir ve İslamcı şair kategorisi,bir kere her şeyden önce, şiiri yedeğine alarak ilerleyen, şiiri
araçsallaştıran pragmatist siyaset diline içkin bir zihniyet dünyasına
sahiptir. Oysa şiirin dünyası hiçbir ideolojik kalıp içerisinde
biçimlenmez; ideolojiler ve dünya görüşleri şairin yaşam alanını
belirler ve dünyaya bakışını, şiire bakışını ancak poetika bağlamında
özgül bir çevrene dayandırabilir. İdeolojiler bu anlamda hiçbir
zaman şiirin dilini kendi dillerine bağımlı kılmamalıdır. Ancak
şiirin dünyasım zenginleştirdiği ve var kılabildiği oranda ideolojiler
şiirin hizmetinde olabilirler. Bu bile aslında pek mazur görülecek
bir durum olmasa gerek. Bu durum çok ince ve tehlikeli bir sınır
çizgisini gerekli kılar. Zira bu dengenin makul bir şekilde
yürütüldüğü şiirsel yapıya rastlamak çok nadir bir durumdur. Oyüzden tüm diğer ideolojik yapılanmalar gibi İslamcı şiir kategorisi
de bizleri oldukça spekülatif ve kırılgan bir alana havale eder.
İslamcı şair tanımlaması bile başlı başına yanlış bir tanımlamadır
ve bizleri onun karşısında yer alan pek çok yeni ve gereksiz şiir
ve şair sımflandırmalanmn i sımrlandırmalannın içerisineçekecektir.Şiirin tek ve evrensel bir dili vardır, bunu unutmamak gerekiyor.
Diğer taraftan bugün İslamcı şair olarak nitelendirilen insanların
ne kadarı acaba İslamiyet'in öngördüğü dil ve duyu Ş içerisinden
hareket etmektedir? Yıllar önce İsmet Özel "Sünni şair olur mu?"
diye sormuştu ve eklemişti: "şairlere yön veren, onları harekete
sevkeden ortodoks ilkedir." Aslında hiç de yanlış düşünmüyor
Özel: şair bu topraklarda algılandığı şekliyle her türlü i 'tizal
hareketine karşıdır; o hep müesses nizamın kurucusu, koruyucusu
ve bekçisidir; o her zaman ulul-emr'e itaat eder, zalime
başkaldıramaz çünkü o kelimenin en arı anlamında Sünni şairdir.
Sormak gerekiyor: bugün hangi İslamcı şairde İslamiyet'in bir
"din" olarak sesini duyabiliyoruz; bir din diyorum çünkü bugün
İslamcı şiir adına duyduğumuz tek şey bir kimlik etrafında kendi
yaşam alanını garanti altına almaya çalışan pragmatist bir dil
siyasetinden başka bir şey değiL. Duyabildiğimiz tek şeyerkekegemen Türk ve Sünni şiirin, modernitenin zihniyet dünyasıyla
kafası karışmış, tarihe ve akla hep geç kalan bütünlükten yoksun
eskil sesi oluyor. Bunun neresinde İslamiyet var. "İslamiyet öldü,
irtica bir nostaljiden ibaret."
VI
Adorno "Ausschwitz'ten sonra şiir yazmak barbarlıktır"
diyordu. İki dünya savaşı arasında gittikçe çözülen ve çöken bir
dünya, şüphesiz yine Adorno'nun öngördüğü gibi, bir açık hava
hapishanesine dönüştükçe her şey bir o kadar bir ve aynı olmuştur.
Böyle bir ortamda da zaten neyin neye bağımlı olduğunu bilmenin
pek de önemi yoktur. Adorrıo'nun yaşadığı ruh iklimi ideolojilerintükendiği bir dünyaya aitti ve dünya da artık hep kendi nesnesi
tarafından sürüklenen bir gerçeklikten başka bir şey değildi. Üstelik
bu durum, tam da Adorno'nun söylediği anlamda, Ausschwitz'ten
sonra şiir yazmama durumunun neden imkansız hale geldiğine
ilişkin bilgiyi de anlamsız hale getiren bir aura'ya sahiptir. Şüphesiz
her daim umut etmek güzel şeydir. Fakat hiçbir şekilde Paul
Valery'nin açık sözlü öngörüsünü de unutmamak kaydıyla: "umut
varlığın kendi tininin kesin öngörülerine karşı kuşkulanmasından
başka bir şey değildir. Varlığın başına gelebilecek her türlü kötü
sonucun kendi tininin bir yanlışı olduğu akla gelir".
Poetik bir olanak olarak Marxist bakış açısının denendiği
ve farklı kanallardan aktığı bir şiir elbette bugünün dünyasında ve
yaşadığımız an'ın zamansal çevrimine yönelik karşı duruşun bir
cephesi olması bağlamında, bizi hamasetten ve günübirlik olandan
kurtarabildiği müddetçe, anlamlı bir girişimdir. Fakat bu girişim
de yine şiir ve ideoloji bağlamında ıska geçilmemesi gereken pek
çok noktayı paranteze aldığı müddetçe bir anlama kavuşacaktır.
O yüzden yıllar önce Cemal Süreya'nın "Yıkıcıdır şiir,
Gayrirneşrüdur. Temizleyicidir. Sürekli bir ihtilaldir" deyip
sözlerine başladığı noktadan şiiri alıp yine onun umut ettiği yere
doğru yani "şiirsel gerilimin dairesi yeniden kurulacaktır" dediği
andan itibaren devralmak.gerekiyor bu mirası.
Recommended