12
Dünya D ünya Yaflanacak Yaflanacak D Ü N Y A Y I i ˙ S T i ˙ Y O R U Z , K I R I N T I D E g ˘ i ˙ L . 1 EKI ˙ M 2003 Ba¤bozumu: Avrupa’n›n çeflitli ülkelerinden gelen, farkl› mesleklerden, de¤iflik yafl gruplar›ndan elli kifliyle gerçeklefltirildi. Onlar› tek bir amaç ve ideal bir araya getirdi... (Yaz›s› alt›nc› sayfada) Almanya Başbakan Schrö- der, “Agenda 2010” ekonomik saldırı programın, “Barış ve Değişim için Cesaret” sloganyla 14 Mart’ta basına açıkladı. Sağc Helmut Kohl’ün bile cesaret edemediği saldırı paketi sol maskeli SPD-Yeşiller ko- alisyonunun “uyumlu” çalış- masıyla geçti. Böylesine kap- samlı bir ekonomik saldırı pa- ketini geçirmek için neden bek- lendi? Saldırı paketinin kapsamına baktığımızda, sosyal haklarımı- zı bir silindir gibi ezip geçme özelliğine sahip olduğunu görü- rüz. Uygun bir zaman kollandğı açıktı. Adı sosyal demokrat fa- kat özde burjuvazinin çıkarları- nı temsil eden SPD ile “toplum- sal sorunlara duyarlı”, “insan hakları savunucusu”, çevreci Yeşiller koalisyonunun işbaşın- da olduğu zaman en uygunuy- du. Paket, bu iki parti döne- minde yaşama geçirilirse, emekçi kitleler için de inandr- c olacaktı. Bu nedenle ekono- mik-siyasi saldırı paketinin adı, “Barış ve Değişim için Cesaret” kondu. Egemen burjuvazinin azami kar-azami egemenlik hırsının faturası daima ezilenlere çıkarı- lır. Örneğin, Türkiye’de burju- vazi, 24 Ocak Kararları adı al- tındaki ekonomik saldırı prog- ramnı kitle mücadelesinin yüksek olduğu 1980 öncesinde değil, ancak 12 Eylül faşist as- keri darbesiyle uygulayabilmiş- ti. Neyin “Barş ve Değişim için Cesaret”imiş birlikte irdeleye- lim. “Agenda 2010” programı- nın 2010 yılına kadar harfiyen uygulanması hedefleniyor. Sal- dırı paketinden çok çarpıcı olan birkaç madde: - Hastalık parası (Kranken- geld) kaldırılacak. - Hastalandığımızda tedavi için gerekli ilaç parasnn yüzde 15-20’sini kendimiz ödemek zorunda kalacağız. - 1 Ocak 2004’te yasalaşacak olan tasarıya göre artık doktora gitmek 10 Euro’luk vizite ücre- tiyle mümkün olacak. Bu ücret hastalığın ciddiyeti ve aciliyetine göre artabilecek. - Özellikle küçük işletmeler- de işten atmalar kolaylaşacak. - 2004’ten itibaren işsizlik yardımı sosyal yardıma dönüşe- cek. Şimdiye kadar 32 ay verilen işsizlik parası, 55 yaşından kü- çük olanlarda 12 aya; 55 yaşın üstünde olanlarda ise 18 aya dü- şürülecek. Süre bitiminde yar- dım kesilecek. - Kadınlara, gençlere, göç- menlere danışmanlık hizmetle- ri kaldırılacak. - Emeklilik yaşı kademeli ola- rak yükseltiliyor. Şu an 62 olan sınır, kademeli olarak 64 ve 67 olarak artırılacak. Program, sosyal haklarımızın çoğunluğunu tırpanlayan bir içeriğe sahip. Bu yanıyla “Agenda 2010 Programı beni il- gilendirmiyor” yanılgısına ve rahatlığına kapılarak sessiz kal- mak bizi tükenişe götürür. Euro’ya geçişle yaşam stan- dartlarımız açısından zaten yüzde 40 yoksullaştırıldık. “Ba- rış ve Değişim için Cesaret” slo- ganıyla da, uzlaşmaz sınıf düş- manlarımızla barış içinde yaşa- mamız ve sefalete itilen yaşamı- mız için cesaretli olmamız iste- niyor. Üstelik de bunu “deği- şim” olarak yutturmaya çalışı- yorlar. Haklarımızın vahşice budan- masına karşı sessiz kalma- malyz; ama bunun yolu Bav- yera eyalet seçimlerinde ezici bir zafer kazanan Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU) gibi partilerden çözüm beklentisine girip onlara oy vermek değildir. Yenilginin nedenini Schrö- der, “... neden belli: zor bir re- form döneminin tam ortasında- yız. İnsanlar değişimden korku- yor” diye açıklıyor. SPD’nin büyük oranda oy kaybederek hezimete uğramasında kuşku- suz Ajanda 2010 programına karşı tepkinin payı var. Ama bi- zim yönelimimiz kötünün iyisi- ni aramak olmamal. Seçim ye- nilgisiyle çılgına dönen Schrö- der ise, “Reformlara devam edeceğiz” diye meydan okuyor. Buna karşı çıkacağımızı an- latmanın en etkili yolu, sesimi- zi yükseltmek, gücümüzü so- kaklarda, alanlarda, hayatın her alanında somut olarak göster- mektir. “Agenda 2010” Programına karşı 1 Kasım’da Berlin’de ya- pılacak miting bizi bekliyor... Dolar Karfl›l›¤› Asker Kan› Her şeyi satyorlar! “Özelleştirme” ad altnda halktan kesilen vergilerle kurulan KİT’leri yağmaladlar önce... Onbinlerce işçi işsiz kaldı; üç otuz paraya satılan fabrika ve işletmelerin çoğu ya kapandı ya da ‘arsa’ olarak kul- lanıldı. Sonra sağlıktan eğitime kadar her şeyi paralı ha- le getirdiler. Açgözlü büyük tekellerin “daha fazla kâr, azami kâr” hırslarını doyurmaya bu da yetmedi. Bu kez hazine arazilerini satışa çıkardılar. Ardından doğa ve ta- rih değerlerinin yattığı SİT alanları… nehirler… göller… ormanlar derken, şimdi sıra asker kanı satmaya geldi. Türkiye Irak’a asker gönderiyor! Bir hafta öncesine kadar Meclis’in kararı belli değildi. AKP Hükümeti, her zamanki ikiyüzlülüğü ile, “Daha kesin bir karar verme- dik, araştırıyoruz, değerlendiriyoruz” havalarındayd. Oysa hem hükümet hem de TÜSİAD ve MGK, bu kara- rı çoktan vermişlerdi. ABD ile aylardır Irak’ın hangi böl- gelerine kaç asker gönderileceğinin ayrıntılı planlarını ve karşılığında alacakları paranın pazarlığını yaptlar. Ama kamuoyunun tepkisinden korktular; bu aşağılık tutumu halka nasıl benimsetebileceklerini planladlar. Mart tezkeresi öncesi sokaklardan yedikleri tokadın acı- sını unutamadılar çünkü. Nihayet 7 Ekim’de, gizli otu- İsviçre, kapitalist dünyanın “demokrasi ve özgürlük” vitrini- dir. Geri kalmış ülkelerdeki sğnmac adaylarının hayalle- rini süsleyen ülkedir de aynı zamanda. İltica mahkemeleri- nin ilk sorularından biri olan “Neden İsviçre’yi tercih etti- niz?” sorusuna, “demokrasi ve insan haklarına saygılı bir ülke olduğu için” klasik yanıtı verilir. Bu sğnmacnn yaranma psi- kolojisinden de kaynaklanan genel bir inançtr. Bir süre önce İsviçre basınına yansıyan bir haber “demokrasi- nin vitrini buysa…” dedirtecek cinstendi. İltica başvuru mer- kezlerinden biri olan Kreuzlin- gen’deki kamp yetkilileri, “te- mizliğe dikkat etmeyen, yatağını toplamayan, agresif davranan- lara” yemek vermeme cezası uygulamaya başladı. Yemeksiz ceza 10 gün süreyle uygulanı- yor. Örnek “demokrasi” ülke- sinde cezalar bununla da sınırlı değil; Bundan daha aşırı, in- sanlık onurunu ayaklar altına alan cezalar uygulanyor. İnsanlarn cam bir kafes içeri- sinde saatlarce, hatta günlerce tutulduğu “Teşhir” cezası bun- lardan biri. Binanın giriş katında 30 met- rekare büyüklüğünde bir cam kafes yaptırılmış ve yoldan gelip geçenlerin göreceği biçimde di- zayn edilmiş. Yatağını toplama- yan ve temizlik kurallarına dik- kat etmeyenler burada saatler, hatta günlerce oturtularak teş- hir ediliyor. Bu olay basına yansıyınca, Federal Sığınmacılar Dairesi (BFF) sözcüsü Brigitte Hauser, uygulamayı savunarak, “insan- lıkdışı” şeklindeki değerlendir- melerin abartılı olduğunu söy- lüyor. Hauser’e göre, “Sığınmacılar camekanlı yerin bitişiğindeki ko- ridora çıkıp sigara içebiliyor ve telefon açabiliyorlar.” Eh yani, sigara içmeyi yasaklayıp, tuva- lete de çıkarmasaydınız! Aslın- da bu uygulamanın iki temel nedeni var; bununla hem yeni gelen sğnmacnn kişiliğinin yok edilmesi, hem de toplumun gözünde her türlü olumsuzluk nedeni, kriminal suçlu olarak gösterilmesi amaçlanıyor. Bu sığınmacının teşhiri de- ğil, İsviçre devletinin kendini teşhiridir. Yaz›s› dördüncü sayfada Cam kafeste özgürlük(!) Ford’da iflçi k›y›m› Agenda 2010: Daha fazla sefalet Amerikan Otomobil Tekelle- rinden Ford, Avrupa’daki fabri- kalarndan da işçi çkarma ha- zrlğ içinde. Belçika’nn Genk kentindeki fabrikadan 3 bin, Almanya’nn Köln kentindeki fabrikadan ise bin 700 çalşann bu yl sonuna kadar işlerine son verileceği açkland. Dünya genelinde 350 bin işçi çalştran Ford gibi tekellerin, “tasarruf” deyince ilk akllar- na gelen işçi çkarmak. İşçi temsilciliği başkan Dieter Hin- kelman’n dediği gibi, “Ford şirketi, şampiyonlar ligi için 70 milyon Euro harcayacağna iş- çilerin durumlarn iyileştirme- li”. Ford, Almanya’daki fabrika- da işçilerin öfkesini yumuşat- mak için öncelikle 55 yaş sn- rn geçenleri emekli etmeyi planlyor. Özellikle Almanya’da sosyal haklarn budanmas, işsizlik parasnn azaltlmas ile birle- şen işsizlik emekçilerin duru- munu daha da zorlaştracak. Köln İş Dairesi Müdürü Peter Welters, “Ford fabrikas Köln’de bin 700 işçinin işine son vermesi halinde kent ekonomisi sarslr. Ford’a yedek parça üre- ten yan sanayi de işçi çkarmak zorunda kalacak” uyarsnda bulundu. Bu uyarlar snf ken- di gücünü kullanarak yapma- ynca hiçbir etkisi olmayacak- tr. Süreyya’n›n ö¤rettikleri (Sayfa 11’de) Yata¤ını toplamadı diye yemek vermediler! Y a a n a c a k Dünya (Devam› ‹kinci Sayfada) Bütün dünyada 350 bin iflçi çal›flt›ran Ford, Avrupa’da 4700 iflçinin ifline son verecek. Bir süre önce ‹sviçre basınına yansıyan bir haber “demokrasinin vitrini buysa…” dedirtecek türdendi. Ekonomik sald›r› paketi “Agenda 2010”, SPD-Yefliller koalisyonunun “uyumlu” çal›flmas›yla meclisten geçti! İsviçre’nin Tages-Anzeiger gazetesinden alnmştr. Ekonomik Durgunluk Vuruyor! AYLIK GAZETE 2 EURO

Yasanacak Dunya

  • Upload
    su-yun

  • View
    268

  • Download
    6

Embed Size (px)

DESCRIPTION

1 ekim 2003

Citation preview

Page 1: Yasanacak Dunya

DünyaDünyaYaflanacakYaflanacak

DÜN

YA

YI

iSTiYORUZ,

KIR

INTIDEgiL.

1EKIM 2003

Ba¤bozumu: Avrupa’n›n çeflitli ülkelerinden gelen,farkl› mesleklerden, de¤iflik yafl gruplar›ndan ellikifliyle gerçeklefltirildi. Onlar› tek bir amaç ve ideal biraraya getirdi... (Yaz›s› alt›nc› sayfada)

Almanya Başbakan� Schrö-der, “Agenda 2010” ekonomiksaldırı programın�, “Barış veDeğişim için Cesaret”slogan�yla 14 Mart’ta basınaaçıkladı.

Sağc� Helmut Kohl’ün bilecesaret edemediği saldırı paketisol maskeli SPD-Yeşiller ko-alisyonunun “uyumlu” çalış-masıyla geçti. Böylesine kap-samlı bir ekonomik saldırı pa-ketini geçirmek için neden bek-lendi?

Saldırı paketinin kapsamınabaktığımızda, sosyal haklarımı-zı bir silindir gibi ezip geçmeözelliğine sahip olduğunu görü-

rüz. Uygun bir zaman kolland�ğı

açıktı. Adı sosyal demokrat fa-kat özde burjuvazinin çıkarları-nı temsil eden SPD ile “toplum-sal sorunlara duyarlı”, “insanhakları savunucusu”, çevreciYeşiller koalisyonunun işbaşın-da olduğu zaman en uygunuy-du. Paket, bu iki parti döne-minde yaşama geçirilirse,emekçi kitleler için de inand�r�-c� olacaktı. Bu nedenle ekono-mik-siyasi saldırı paketinin adı,“Barış ve Değişim için Cesaret”kondu.

Egemen burjuvazinin azamikar-azami egemenlik hırsının

faturası daima ezilenlere çıkarı-lır. Örneğin, Türkiye’de burju-vazi, 24 Ocak Kararları adı al-tındaki ekonomik saldırı prog-ram�nı kitle mücadelesininyüksek olduğu 1980 öncesindedeğil, ancak 12 Eylül faşist as-keri darbesiyle uygulayabilmiş-ti.

Neyin “Bar�ş ve Değişim içinCesaret”imiş birlikte irdeleye-lim. “Agenda 2010” programı-nın 2010 yılına kadar harfiyenuygulanması hedefleniyor. Sal-dırı paketinden çok çarpıcıolan birkaç madde:

- Hastalık parası (Kranken-geld) kaldırılacak.

- Hastalandığımızda tedaviiçin gerekli ilaç paras�n�n yüzde15-20’sini kendimiz ödemekzorunda kalacağız.

- 1 Ocak 2004’te yasalaşacakolan tasarıya göre artık doktoragitmek 10 Euro’luk vizite ücre-tiyle mümkün olacak. Bu ücrethastalığın ciddiyeti ve aciliyetinegöre artabilecek.

- Özellikle küçük işletmeler-de işten atmalar kolaylaşacak.

- 2004’ten itibaren işsizlikyardımı sosyal yardıma dönüşe-cek. Şimdiye kadar 32 ay verilenişsizlik parası, 55 yaşından kü-çük olanlarda 12 aya; 55 yaşınüstünde olanlarda ise 18 aya dü-şürülecek. Süre bitiminde yar-dım kesilecek.

- Kadınlara, gençlere, göç-menlere danışmanlık hizmetle-ri kaldırılacak.

- Emeklilik yaşı kademeli ola-rak yükseltiliyor. Şu an 62 olansınır, kademeli olarak 64 ve 67olarak artırılacak.

Program, sosyal haklarımızınçoğunluğunu tırpanlayan biriçeriğe sahip. Bu yanıyla“Agenda 2010 Programı beni il-gilendirmiyor” yanılgısına verahatlığına kapılarak sessiz kal-mak bizi tükenişe götürür.

Euro’ya geçişle yaşam stan-dartlarımız açısından zatenyüzde 40 yoksullaştırıldık. “Ba-rış ve Değişim için Cesaret” slo-

ganıyla da, uzlaşmaz sınıf düş-manlarımızla barış içinde yaşa-mamız ve sefalete itilen yaşamı-mız için cesaretli olmamız iste-niyor. Üstelik de bunu “deği-şim” olarak yutturmaya çalışı-yorlar.

Haklarımızın vahşice budan-masına karşı sessiz kalma-mal�y�z; ama bunun yolu Bav-yera eyalet seçimlerinde ezicibir zafer kazanan HıristiyanSosyal Birlik Partisi (CSU) gibipartilerden çözüm beklentisinegirip onlara oy vermek değildir.

Yenilginin nedenini Schrö-der, “... neden belli: zor bir re-form döneminin tam ortasında-yız. İnsanlar değişimden korku-yor” diye açıklıyor. SPD’ninbüyük oranda oy kaybederekhezimete uğramasında kuşku-suz Ajanda 2010 programınakarşı tepkinin payı var. Ama bi-zim yönelimimiz kötünün iyisi-ni aramak olmamal�. Seçim ye-nilgisiyle çılgına dönen Schrö-der ise, “Reformlara devamedeceğiz” diye meydan okuyor.

Buna karşı çıkacağımızı an-latmanın en etkili yolu, sesimi-zi yükseltmek, gücümüzü so-kaklarda, alanlarda, hayatın heralanında somut olarak göster-mektir.

“Agenda 2010” Programınakarşı 1 Kasım’da Berlin’de ya-pılacak miting bizi bekliyor...

Dolar Karfl›l›¤›Asker Kan›

Her şeyi sat�yorlar! “Özelleştirme” ad� alt�nda halktankesilen vergilerle kurulan KİT’leri yağmalad�lar önce...Onbinlerce işçi işsiz kaldı; üç otuz paraya satılan fabrikave işletmelerin çoğu ya kapandı ya da ‘arsa’ olarak kul-lanıldı. Sonra sağlıktan eğitime kadar her şeyi paralı ha-le getirdiler. Açgözlü büyük tekellerin “daha fazla kâr,azami kâr” hırslarını doyurmaya bu da yetmedi. Bu kezhazine arazilerini satışa çıkardılar. Ardından doğa ve ta-rih değerlerinin yattığı SİT alanları… nehirler… göller…ormanlar derken, şimdi sıra asker kanı satmaya geldi.

Türkiye Irak’a asker gönderiyor! Bir hafta öncesinekadar Meclis’in kararı belli değildi. AKP Hükümeti, herzamanki ikiyüzlülüğü ile, “Daha kesin bir karar verme-dik, araştırıyoruz, değerlendiriyoruz” havalarındayd�.Oysa hem hükümet hem de TÜSİAD ve MGK, bu kara-rı çoktan vermişlerdi. ABD ile aylardır Irak’ın hangi böl-gelerine kaç asker gönderileceğinin ayrıntılı planlarınıve karşılığında alacakları paranın pazarlığını yapt�lar.

Ama kamuoyunun tepkisinden korktular; bu aşağılıktutumu halka nasıl benimsetebileceklerini planlad�lar.Mart tezkeresi öncesi sokaklardan yedikleri tokadın acı-sını unutamadılar çünkü. Nihayet 7 Ekim’de, gizli otu-

İsviçre, kapitalist dünyanın“demokrasi ve özgürlük” vitrini-dir. Geri kalmış ülkelerdekis�ğ�nmac� adaylarının hayalle-rini süsleyen ülkedir de aynızamanda. İltica mahkemeleri-nin ilk sorularından biri olan“Neden İsviçre’yi tercih etti-niz?” sorusuna, “demokrasi veinsan haklarına saygılı bir ülkeolduğu için” klasik yanıtı verilir.Bu s�ğ�nmac�n�n yaranma psi-kolojisinden de kaynaklanangenel bir inançt�r.

Bir süre önce İsviçre basınınayansıyan bir haber “demokrasi-nin vitrini buysa…” dedirtecekcinstendi. İltica başvuru mer-kezlerinden biri olan Kreuzlin-gen’deki kamp yetkilileri, “te-mizliğe dikkat etmeyen, yatağınıtoplamayan, agresif davranan-lara” yemek vermeme cezasıuygulamaya başladı. Yemeksizceza 10 gün süreyle uygulanı-yor. Örnek “demokrasi” ülke-sinde cezalar bununla da sınırlıdeğil; Bundan daha aşırı, in-

sanlık onurunu ayaklar altınaalan cezalar uygulan�yor.İnsanlar�n cam bir kafes içeri-sinde saatlarce, hatta günlercetutulduğu “Teşhir” cezası bun-lardan biri.

Binanın giriş katında 30 met-rekare büyüklüğünde bir camkafes yaptırılmış ve yoldan gelipgeçenlerin göreceği biçimde di-zayn edilmiş. Yatağını toplama-yan ve temizlik kurallarına dik-kat etmeyenler burada saatler,hatta günlerce oturtularak teş-hir ediliyor.

Bu olay basına yansıyınca,Federal Sığınmacılar Dairesi(BFF) sözcüsü Brigitte Hauser,uygulamayı savunarak, “insan-lıkdışı” şeklindeki değerlendir-melerin abartılı olduğunu söy-lüyor.

Hauser’e göre, “Sığınmacılarcamekanlı yerin bitişiğindeki ko-ridora çıkıp sigara içebiliyor vetelefon açabiliyorlar.” Eh yani,sigara içmeyi yasaklayıp, tuva-lete de çıkarmasaydınız! Aslın-

da bu uygulamanın iki temelnedeni var; bununla hem yenigelen s�ğ�nmac�n�n kişiliğininyok edilmesi, hem de toplumungözünde her türlü olumsuzluknedeni, kriminal suçlu olarakgösterilmesi amaçlanıyor.

Bu sığınmacının teşhiri de-ğil, İsviçre devletinin kendiniteşhiridir.

Yaz›s› dördüncü sayfada

Cam kafesteözgürlük(!)

Ford’da iflçik›y›m›

Agenda 2010: Daha fazla sefalet

Amerikan Otomobil Tekelle-rinden Ford, Avrupa’daki fabri-kalar�ndan da işçi ç�karma ha-z�rl�ğ� içinde. Belçika’n�n Genkkentindeki fabrikadan 3 bin,Almanya’n�n Köln kentindekifabrikadan ise bin 700 çal�şan�nbu y�l sonuna kadar işlerine sonverileceği aç�kland�.

Dünya genelinde 350 bin işçiçal�şt�ran Ford gibi tekellerin,“tasarruf” deyince ilk ak�llar�-na gelen işçi ç�karmak. İşçitemsilciliği başkan� Dieter Hin-kelman’�n dediği gibi, “Fordşirketi, şampiyonlar ligi için 70milyon Euro harcayacağ�na iş-çilerin durumlar�n� iyileştirme-li”.

Ford, Almanya’daki fabrika-

da işçilerin öfkesini yumuşat-mak için öncelikle 55 yaş s�n�-r�n� geçenleri emekli etmeyiplanl�yor.

Özellikle Almanya’da sosyalhaklar�n budanmas�, işsizlikparas�n�n azalt�lmas� ile birle-şen işsizlik emekçilerin duru-munu daha da zorlaşt�racak.Köln İş Dairesi Müdürü PeterWelters, “Ford fabrikas�Köln’de bin 700 işçinin işine sonvermesi halinde kent ekonomisisars�l�r. Ford’a yedek parça üre-ten yan sanayi de işçi ç�karmakzorunda kalacak” uyar�s�ndabulundu. Bu uyar�lar� s�n�f ken-di gücünü kullanarak yapma-y�nca hiçbir etkisi olmayacak-t�r.

��Süreyya’n›n

ö¤rettikleri

(Sayfa 11’de)

� Yata¤ınıtoplamadı diyeyemekvermediler!

�Yafl

anacak

Dünya

(Devam› ‹kinci Sayfada)

� Bütün dünyada 350 bin iflçi çal›flt›ran Ford,Avrupa’da 4700 iflçinin ifline son verecek.

� Bir süre önce ‹sviçre basınına yansıyan bir haber“demokrasinin vitrini buysa…” dedirtecek türdendi.

� Ekonomik sald›r› paketi “Agenda 2010”, SPD-Yefliller koalisyonunun “uyumlu” çal›flmas›yla meclisten geçti!

İsviçre’nin Tages-Anzeiger gazetesinden al�nm�şt�r.

Ekonomik Durgunluk Vuruyor!AYLIK GAZETE 2 EURO

YasancakDünya_1 05.05.2005 13:11 Uhr Seite 1

Page 2: Yasanacak Dunya

Bir restorandan içeri giriyorve siparişinizi veriyorsunuz. İs-tediğiniz yemek geldikten ve sizonu afiyetle yedikten sonra üc-retini ödüyor ve günlük yaşa-m�n ak�ş�na b�rakt�ğ�n�z yerdendevam ediyorsunuz. Peki, hepsitopu topu yar�m saatinizi alan okesitin arka plan�n�, mutfak bo-yutunu hiç düşündünüz mü? Oyediğimiz yemekler, hangi aşa-madan geçerek, ne gibi emeküretkenliğinin sonucu önümü-ze geliyor?

Şüphesiz yap�lan her işinkendine göre zorluklar� var. K�-ş�n kar-k�yamette inşaatta terdökmek, bir büroda saatlercebilgisayar�n baş�nda oturmak,konfeksiyonda saatlerce çal�ş-mak, fabrikada band�n baş�nda

ömür törpülemek veya bir bü-ronun kirini-pas�n� temizle-mek... vb. Say�lan bütün bu iş-lerin ortak noktas� ise al�n teri-mizi dökerek, emek gücümüzüsatarak, hayat�m�z� kazanmayaçal�şt�ğ�m�z gerçekliği.

Ancak bütün bu işlerin içeri-sinde, çal�şma koşullar�n�nağ�rl�ğ� ve çal�şma süresininuzunluğu ile restoran işçileri di-ğerlerinden bir ad�m daha geri-de. Bizim yemek yemek içinyar�m saatimizi geçirdiğimizmekanda, bir restoran işçisi gü-nünün tam yar�s�n� geçiriyor.

Bir restoran işçisinin çal�şmasüresi, ortaçağ� aratmayacaktürden: günde tam 12 saat. Busüre boyunca neredeyse hiçoturmadan çal�şmak zorunda-

s�n�z. Buna bir de hizmet sektö-ründe çal�şman�n getirdiğimüşteriye sürekli güler yüz gös-terme, her istenilenin hemenyap�lmas� vb. gibi insan� s�k�şt�-ran zorunluluklar� da eklerseniztam bir cendere içinde çal�şmakzorunda kal�nd�ğ�n� anlars�n�z.

Bazen çok s�k�şt�ğ�n�z bir an-da, müşteri verdiği siparişi önü-ne koyduğunuzda fikrini değiş-tirir ve başka bir sipariş verir. Sizo anda yemeği pek tabii müşte-rinin kafas�na boca etmek ister-siniz ama yapamazs�n�z.

Asl�na bak�l�rsa restoran işçi-liğinin tek geliştirici yan�n�n dabu olduğunu söylersek, san�r�zkonuyu fazla abartmam�ş olu-ruz. Sab�r... Restoran işçiliğiinsan�n sinirlerini gerçekten çe-lik gibi yapar. Dükkana girip birdöner al�rken sanki restoran�alacakm�ş gibi kas�lan müşteri-nin karş�s�nda en fazla yapaca-ğ�n�z, 32’sini olmasa bile enaz�ndan dişlerinizin 16’s�n�gösterip, yedi ceddine rahmetokumakla s�n�rl� kalmak zo-rundad�r.

Restoran işçiliğinde hemenher gün ayn� işi yapmak zorun-das�n�zd�r. Bu da insan�n düşün-sel, duygusal ve zihinsel gelişi-mini k�s�tlar.

Yap�lacak işler her gün kendirutininde sürüp gider. Ustaysa-n�z, döneri takar, etleri açars�-n�z; ç�raksan�z, yerleri siler sü-pürür, bulaş�klar� y�kars�n�z;garsonsan�z, siparişleri al�r, ser-vis yapars�n�z. Bunlar�n hari-cinde sizi geliştiren, ufkunuzuaçan, araşt�rmac� yönünüzüsivrilten hiçbir faaliyette bulu-namazs�n�z. Tek düze insanolur ç�kars�n�z.

Restoran işçileri her türlüsosyal hak ve güvenceden yoksunçal�ş�rlar.

Bu sektörde genelde kaçak iş-çi çal�şt�r�l�r. Kaçak çal�şan işçi-

ler de zaten neredeyse kar�ntokluğuna çal�şt�klar� için, si-gorta, emeklilik vb. gibi sosyalhaklar� pek aramazlar. Gerçikaçak olmasan�z da durum pekdeğişmez. Resmi kay�tl� olarakçal�şsan�z bile bu sefer ücretinizen düşük limit olan asgari üc-retten gösterilir ve böyleceemekliliğinizin üzerine koca birçizik çekilir.

Yasal çal�şma süresi kamuda37.5, özel sektörde 40 saat iken,restoran işçisi “yasal” olarakhaftada 72 saat çal�ş�r.

Restoran ortam�n�n insan öm-rünü, ortalama 10 y�l azaltt�ğ�kan�tlanm�ş bir olgudur.

Restoran sektöründe çal�şanbinlerce işçi, sendikal haklar-dan yoksun ve örgütsüz durum-dad�r.

Restoran işçileri, resmi ve di-ni bayramlarda da çal�ş�rlar. Birtek Pazar günleri çal�şmazlar.Baz� restoranlar bulunduklar�semtin halk pazar� Pazar günü-ne denk geliyorsa Pazar günleride aç�kt�r. Çal�ş�lan o gün yeri-ne hafta içi bir gün kapan�rlar.

Bir çok restoran işçisinin y�l-l�k izni on gün veya iki hafta iles�n�rl�d�r. Bu emek yoğun vey�prat�c� çal�şmadan dolay� darestoran işçisinin sosyal hayat�olmaz. Arkadaşl�klar�, doğalçevresi, yaşam alan� ya yoktur,ya da çok k�s�tl�d�r. Sinemaya-tiyatroya gidemez, bir arkadaş

grubuyla buluşamaz, sosyal ha-yat� paylaşamaz. Niye mi?Çünkü bir tek Pazar günü vard�rve iş haricindeki koca hayat�n�bir Pazar gününe s�ğd�rmak zo-rundad�r. O gün de bir hafta bo-yunca posas� ç�km�ş vücudunubir dahaki zorlu haftaya haz�r-lamak için dinlendirmek zo-rundad�r.

Gerçekleştirdiği en büyük in-sani paylaş�m ise, hat�r gönülilişkisine gitmek zorunda kald�-ğ� düğünlerdir.

Gündelik yaşam� ikiye bölün-müştür. 12 saat çal�şma, 12 saatdinlenme. Restoran işçisininkendisine ay�racak zaman� yok-tur. B�rak�n kendisine zamanay�rmay�, çocuğuna, eşine bilezaman ay�ramaz. Güneş doğ-madan restorana giren ve güneşbatt�ktan sonra evine dönen iş-çi çoğu zaman ailesini göremezbile. Bir çok restoran işçisi, Oevden ç�karken ve eve dönünceuyuduğu için çocuğunu sadecePazar günleri görür.

Bu durumda çal�şan restoranişçilerinin say�s� ne kadard�rdersiniz? Paris ve çevresinde üçbin restoran olduğu biliniyor.

Bir restoranda 4 işçinin çal�ş-t�ğ� düşünüldüğünde, bu sektör-de ortalama 12 bin işçinin istih-dam edildiği ortaya ç�kar.

12 bin insan ve bir günes�ğd�r�lan yaşamlar...

Restoran iflçili¤i:

Bir güne s›¤d›r›lan yaflam

‘Yaşanacak Dünya’ aylık bir gazete olacak... Avrupa’da ya-şayan Türkiyeli göçmenlerin siyasal, sosyal, kültürel sorun veihtiyaçlarına yanıt olmayı amaçlıyor...

Avrupa’daki Türkiyeli göçmenlere yönelik bugüne dek bir-çok yayın çıktı. Bunların birçoğu kaybolup gitti, bazıları iseyayınını hâlâ sürdürüyor.

Peki Yaşanacak Dünya’nın bunlardan bir farkı olacak mı?Evet! Yaşanacak Dünya, Avrupa’da bugüne kadar ve halen ya-yınlanmakta olan gazete ve dergilerden ‘farklı’ olmayı amaç-lıyor. Yaşanacak Dünya en başta, hedef kitlesini oluşturan Av-rupa’daki Türkiyeli işçi ve emekçilerin nabzını tutmak veyans�tmak amacında. Onun için bu kitlenin ekonomik, sos-yal, kültürel ihtiyaç ve beklentilerine yanıt olmaya öncelik veağırlık verecek.

İnsanlarımız Avrupa’da korkunç bir ‘sosyal yalnızlık’ ve ‘ya-bancılaşma’ içinde... Hemen hepimiz kendimizi sınırları çokdar ve küçük dünyaların içine hapsetmişiz. Avrupa’nın göbe-ğinde adeta ‘F tiplerinde’ yaşıyoruz! Paylaşımı, yardımlaşma-yı, dayanışmayı, birbirimizle omuz omuza verip elbirliğiyle birşeyler üretmeyi... büyük ölçüde ‘unutmuşuz’. Belki hepimizbundan şikayetçiyiz, bize ‘insan’ olduğumuzu hissettirecek iş-ler yapmayı, ilişkiler kurmayı istiyor ve özlüyoruz. YaşanacakDünya işte öncelikle bu tutukluğu kırmaya, bu arayışlara biryanıt oluşturup önayak olmaya çalışacak...

Yaşanacak Dünya’nın da bir dünya görüşü ve siyasal duruşuvar elbette. İnsanlığın özgürleşeceği emekten yana, eşitlik vekardeşlik dünyasının gerçekleşmesini hedefliyoruz! Yayın çiz-gimiz de bu dünya görüşü ve ideal doğrultusunda olacak. An-cak ‘siyasi tutum’ adına, sürekli belirli kalıpları tekrarlayıp du-ran kaba slogancı tutumlardan da kendimizi özellikle uzaktutmaya çalışacağız.

Yaşanacak Dünya’nın, elimize aldığımızda sanki ‘başkadünyalarda’ yaşıyormuşuz duygusunu uyandırmayan, sizlerleiç içe, kendinizi bulduğunuz bir gazete olmasını istiyor ve he-defliyoruz. Bu hedefe ancak sizlerin aktif katkılarıyla, emek-lerimizi ortaya koyup birlikte üretebildiğimiz taktirde ulaşabi-leceğimizin de bilincindeyiz.

Gelin, Yaşanacak Dünya’yı birlikte kuralım!..

EskidenKarasevda olunurdu o zamanlarEskiden maniler dizilirdiTanr›y› kutsard›kBizden olmayan› ya yakar, ya dilini kopar›r, ya da gavureylerdik.Evvel zamanda ermifllik vard›Büyükler büyük, a¤açlar yaflken e¤ilirdiManas›z olmazd› hiçbir fleyEskiden al›nteriyle ifl, alt›nlarla bafll›k paras› vard›Gelin ats›z, dilan soytar›s›z olmazd›Koç olurdu erkek torunlarDilekler adan›rd› ziyaretteKoçu olmayan adamdan say›lmazd›Ölümüz olunca k›rk gün yas tutard›kGökyüzünü kad›nlar›m›z›n a¤›tlar› süslerdiO zamanlar namusa el uzat›l›nca düello edilirdiSöz dinlemeyen sürgün, kurnaz olan muhtar olurduHer fley kolayd›. Böyle bir fley yoktuSofraya önce erkekler, sonra gizli reislerimiz otururduO zamanlar adalet vard›, herkes etti¤ini bulurduBafllang›çta köyden köye yaya giderdikDengbejler yön verirdi eskidenKara k›fla, yaza, günefle inat ederdikYolumuzda ölürdük de.Ne yapaca¤›m›z› bilirdik o zamanlarLeylekler getirmifl biziAnam›z›n helal sütünü emerkenÇatlayan toprakta çelik çomak ö¤rendikZaman›nda düflmana kankusar, cana can olurduk.Masal kahramanl›¤›na bahse giriflilirdiGül dikensiz olmazd› hiçDe¤iflikti o zamanlarHepimiz bir, birimiz hepimiz olurdukEskiden davar›n kurdu, yo¤urdun kayma¤› vard›Her fley farkl›yd›. Hiç böyle bir fley yoktu eskiden...

Aynur GÖK...dilan: halaydengbej: türkü söyleyen veya masal anlatan halk ozan›

“Göçmen daima bir yere aitolmayı özler.” Yaşamlarını do-ğup büyüdükleri yerlerde sür-dürebilen insanlar da böyledir;sosyal bir ihtiyaç olan aidiyetduygusu bunu gerektirir çünkü.

Yaşamını sürdürdüğü yerdebunu bir biçimde yakalar kişi.Fakat arada önemlice bir farkvardır. “Göçmen” bunu ölesi-ye, baştan aşağı yabancılık kes-tiği bir ortamda ister. Çitlerinolduğu bir dünyada ise, helekafada da çitler varsa bu hiç ko-lay değildir.

İnsanlar konuşmak ister; senkonuşmak, derdini anlatmak,karşındakini anlamak istersin;dil bilmiyorsundur. Tarihsel vesosyal dokunun çizgileri belir-gindir. Kültür ve alışkanlıklarfarklı farklıdır. Yabancılık birkama gibi girmiştir insanlararasına. Umutsuz ve çaresizhissedersin kendini çoğu za-man.

Başka bir açıdan bakılacakolursa, göçmen olmak aynı za-manda bir “şans”tır. Kendinidışında hissettiğin bir toplumabaşka bir gözle bakabilmektir.Hem eleştirel, hem yapıcı ola-bilmenin dinamiklerini barın-dırabilir bu “nesnel” bakış.Müzik gibi, sanat gibi, insanibir ortak dilin yakalanabilmesi-nin de zemini olabilir. Boğuştu-ğumuz sorunlar, sıkıntılar,dertler de ortaktır çünkü. Açlık

da, yoksulluk da, yerinden yur-dundan koparılmışlık da or-tak... Mutlu gibi görünen derinmutsuzluğumuzu da özenlesaklarız birbirimizden; yıkıcıumutsuzluğumuz da evrensel-dir. Kelimelere ihtiyaç duyma-yan ortak yoksunluklarımızıgözlerimiz bile anlatır birbiri-ne. Fakat kelimeler, acısınıçektiğimiz yabancıl�ğı katlanılırve aşılır kılar.

“Göçmen olmak” sonuç ola-rak biçimdir, görüntüdür. Ya-şamda bir kesittir olsa olsa. Bu-gün işte zorunluluktan burada-sınızdır. Önemli olan kafaca veruhça hep göçmen olarak kal-mamakta. Özde “insan” olabil-mekte. Yerliye de, göçmene deönce bu gözle bakabilmekte.Bu şansı yakalayanlar olarakbunu iyi kullanabilmekte. Bizitepki ve önyargılarımızdanarındıracak farklı bir bakışınkoşullarını yaratabilmekte.

“Göçmen daima bir yere aitolmayı özler.” Belki bugün sos-yal konumumuz nedeniyle biz“göçmen”izdir. Aslında bir bi-çimde herkes biraz göçmendir.Bedenimizin nerede bulundu-ğundan bağımsız olarak, aklı-mızın ve bilincimizin neredeolduğunda saklı bütün yanıt.İster burada isterse bir başkayerde olalım, özlediğimiz yer,özlediğimiz dünya neresi?

“Yaflanacak Dünya”neden ç›k›yor?

Editörden Özledi¤imizyer neresi?“Göçmen daima bir yereait olmayı özler.”

rumda ald�klar� bir kararla tezkereyi Meclis’ten apartopar geçirdiler.

Türkiye’nin Irak’ta ne işi var? “Türkiye’nin ulusal çı-karları... Ortadoğu’nun demokratikleşmesine katkı...Irak halkına insani yardım” palavralarını, ilkokul çocuk-larına bile yutturamazlar. Amerikan askerlerine kalkanolması için, emperyalist işgalin tetikçiliğini yapması içinisteniyor Türk askeri.

ABD Irak’ta hiç ummadığı bir belaya çattı. ÇürümüşSaddam diktatörlüğünü yıktığı kadar kolay sürdüremi-yor Irak’taki emperyalist işgalini. Irak halkının direnişikarşısında her gün en az 3-5 askeri telef oluyor. Tuzuku-ru Amerikan kamuoyu bile Bush yönetimini sıkıştırma-ya başladı : «Evlatlarımızı artık geri getirin!». Amerikanyönetimi, bu yüzden fedai arayışına çıkmış durumda.Nerede emperyalizme uşaklıkta sınır tanımayan, aynızamanda ekonomisi iflas etmiş, 3-5 dolar için “anasınıbile satmaya hazır” çürümüş rejimler varsa, onların ka-pısını çalıyor. Bunlardan biri de Türkiye.

“Türkiye’nin bağımsız bir ülke olduğu ve kendi ulusalçıkarları doğrultusunda onurlu bir dış politika izlediği”masalları anlatılıp durulur yıllardır bizlere. Hangi ba-ğımsızlık? Hangi onur? ABD’si, AB’si, IMF’si, DünyaBankası... herbiri takmış bir taraf�ndan boyunduruğu,istedikleri zaman istedikleri yöne güdüyorlar. Sırf şuIrak işgalinin başından beri yaşananlar ve yapılan pazar-lıklar dahi, satın alınmaya dünden hazır nasıl bir uşaklıkiçinde olunduğunu bütün iğrençliğiyle gösteriyor. Tekel-ci basın, zaten tahmin edilen bazı gerçekleri şimdi şim-di ayrıntılarıyla yazıyor. Irak’a emperyalist saldırı önce-si Türkiye topraklarını istediği gibi kullanabilme karşılı-ğı ABD yönetimi 15-20 milyar dolar arası bir fiyat öne-riyor. Türk burjuvazisi ve Genelkurmay, “ABD bu hare-katı yapabilmek için nasılsa bize muhtaç” hesabıyla fiya-tı artırma pazarlığını uzatınca, “O zaman sırf üs ve li-manları kullanabilmek için 5 milyar dolar veririz” diyor-lar. Emperyalist işgal karşıtı eylemlerin baskısıyla bu yolda kapanınca, ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, “İn-cirlik üssünü kullanma karşılığı 1 milyar dolar veririz vebu son fiyat” diye kestirip atıyor. Türkiye’nin en büyükkanemicilerinden Sabancı’nın, “Büyük fırsatı o zamankaçırdık, bari bu seferkini kaçırmayalım” diye hayıflan-dığı onursuz pazarlık bu işte.

Şimdiki fiyat, “10 bin asker karşılığı 8,5 milyar dolar”!Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün şu sözü her şeyiaçıkça anlatmıyor mu: “Irak’a asker gönderme milli pi-yango gibi. Almazsan asla çıkmaz!” ABD’nin AnkaraBüyükelçisi Eric Edelman da aynı pervasızlıkla açık ko-nuşuyor: “Irak’ta birlikte hareket edelim. Çünkü sizinekonominizin buna ihtiyacı var”. Hatırlar mısınız, dün-yanın en büyük asalaklarından spekülatör George So-ros, geçen yıllarda, hem de Türkiye’de katıldığı bir top-lantıda aynı şeyi söylemişti: “Türkiye, ihracatımı artıra-cağım diye boşuna uğraşıp durmasın. Türkiye’nin enönemli ihraç ürünü askeri gücüdür”.

Tekellerin azami kâr hırsı, azami kan demektir! AKPhükümeti, MGK ve TÜSİAD şimdi asker kanı satıyor!..

Yaflanacak Dünya (Bafltaraf› Birinci Sayfada)

DünyaDünyaYaflanacakYaflanacak

AYLIK GAZETE

Der Verein interkulturelle Wissenaustausch (Inter-Wissene.V.) derne¤inin deste¤i ile ç›kmaktad›r.

Gazete adresi: Schleirmacherstr. 43 · 51063 KölnTelefon: +49-(0)221-29 77 791Telefaks: +49-(0)221-29 77 795e-Mail: [email protected]

“Biz hepimiz tekkanatl› melekleriz,

ancak birlikteuçabiliriz...”

“Tafl› delen suyungücü de¤il,damlalar›n

süreklili¤idir....”

DünyaDünyaYaflanacakYaflanacak

2 T O P L U M

� Restoran iflçisinin günü ikiye bölünmüfltür: 12 saat çal›flma, 12 saat dinlenme... Onun bir tek pazar günlerivard›r. Tüm yaflam›n›, duygular›n›, sevgilerini, öfkelerini, insani ihtiyaçlar›n› bu tek güne s›¤d›rmak zorundad›r...

YasancakDünya_1 05.05.2005 13:11 Uhr Seite 2

Page 3: Yasanacak Dunya

Ben Serpil ESENLER,Volksbank Ludwigsburg Şube-sinde memur olarak çalışıyo-rum.

Dev tekeller tarihlerinin enbüyük kârlarını bu dönemde ya-pıyorlar. Örneğin, Mercedes enbüyük kârını bu yıl yaptı vb... İş-te bu dev tekellerin kârlarına hiçdokunulmadan, devletin bütçe-sinde oluşan açıklar işçi veemekçilerin üzerinden kapatıl-maya çalışılıyor. Sizce bu saldı-rıları geriye nasıl püskürtebili-riz?

S. Esenler: Şu an işçi veemekçilerin örgütsüz oluşlarıbu sistemin yöneticilerinin enbüyük kozu. Bu saldırılarınpüskürtülebilmesi için de yürü-yüşler, mitingler, grevler vs. ya-pılmalı. Bunun yanı sıra da pa-nel ve seminerler aracılığı ile deinsanlar aydınlatılmalı. Düşün-senize, hem maaşımdan sağlıksigortas� için para kesilecek,yetmiyormuş gibi bir de dokto-ra gittiğim zaman para verece-ğim. O zaman sağl�k sigortası-nın bir anlamı olmuyor benimiçin.

Ajanda 2010 paketi hakkındaçevrenizdeki insanlarla konuşu-yor musunuz? İnsanların tepki-leri nasıl, bize aktarabilir misi-niz?

S. Esenler: Tepkiler oldukça

yoğun. Aile dostlarım ve görüş-tüğüm bir çok insan, özelemeklilik sigortası yaptırıyorlar.Çünkü emekli olduklarında ya-şamlarını finanse edememek-ten korkuyorlar. Gelecek kor-kusu yaşıyorlar.

Yeni çıkan yasalar ve Euro’yageçişin sizin işyerinize yansımasınasıl oldu?

S. Esenler: Yatırımlar azaldıbir kere. Kredi alımında da bü-yük düşüşler yaşanıyor. Bunuher an yaşamımızın her alanın-da hissetmemiz mümkün. Alımgücümüz oldukça düştü, biranda resmen ceplerimizi bo-şalttılar.

İşyerinizde sendikal bir çalış-ma var mı? Hangi sendikayabağlısınız?

S. Esenler: Ver-Di diye birsendikaya bağlıyız. Ben deüyeyim, ama biz sadece sendi-kaya para ödüyoruz. Sendikala-rın bizim yararımıza hiçbir ça-lışmaları yok. İşverenlerle bir-

likte hareket ediyor. Son çıkan yasalarla ilgili sen-

dikaların panel, seminer gibiherhangi bir çalışmaları var mı?

S. Esenler: Hayır yok. Çalı-şanlar şu an var olan sendikala-rın hiçbirine güvenmiyorlar.

Gazetemiz hakkında düşünceve beklentileriniz nedir?

S. Esenler: Aktüel bilgilerinyer almasını, buna ağırlıklı ola-rak yer verilmesini isterim.Geçmişi çok tartışmak yerine,geleceğe yönelik alternatiflergösteren bir gazete olmalı. Ge-lecekte yapabileceklerimizi,gündemimizi oluşturmalı.

Geçmişi değiştiremeyiz amageleceği değiştirme şansına sa-hibiz. Tabii geçmişteki hataları-mızdan da ders çıkarmak koşu-luyla.

Söylemek istediklerim bu ka-dar. Bana bu fırsatı verdiğiniz vebenim de düşüncelerime gerek-sinim duyduğunuz için teşek-kür ederim. Çalışmalarınızdabaşarılar.

GBI Yap� Endüstrisi İşçileriSendikas�’ndan tekstil iş kolun-da sorumlu sekreter, MehmetAkyol ile konuştuk.

Sendikadaki göreviniz nedir?Mehmet Akyol: 20 y�ldan beri

sendikac�l�k yap�yorum. GBI(Yap� ve endüstri işçileri) sendi-kas�nda tekstil iş kolundan so-rumlu sekreter olarak çal�ş�yo-rum. Ayn� zamanda sendikan�ngöçmen komisyonunda aktifolarak görev yapmaktay�m.

GBI’nin üye say�s� ne kadar?MA: Şu an 95 bin üyesi bu-

lunmaktad�r. Bunlar�n büyükbir bölümü inşaat işkolunda ça-l�ş�yor. Sendika üyelerinin üçteikisi göçmen işçilerden oluşu-yor.

İşkolunuzdaki durum ne?MA: Sektörde Türkiye ve

K.Kürdistan’l� olarak 40 binçal�şan var. Bunlar�n sadece bin600’ü GBI sendikas�na üyedir.Diğer sendikalarla birlikte 5 binüyesi vard�r. Üye say�s� çok dü-şüktür.

Bunun nedeni ne sizce?MA: Türkiyeli göçmenler

politik olarak etkin olmalar�narağmen sendikalar� “sar� sendi-ka” olarak görüyorlar. Bu yüz-den üye olmama eğilimi var.Bunun d�ş�nda kalanlar da sen-dikalara güvensizlik duyduklar�için üye olmak istemiyorlar.

Bunlar düşünce olarak hakl�olabilirler ama işçi s�n�f� müca-delesinde mevzi olmak istenili-yorsa bu sendikalarda örgütlen-meyle sağlan�r.

Sendikaya üye olmaman�nbir başka nedeni ise sendikahakk�nda yeterince bilgi sahibiolmamak.

Pek çok arkadaş soruyor: İs-viçre’de sendika var m�? Grevoluyor mu? İsviçre’de pek çoksendika var. Sendikalara üyeolanlar�n say�s� 700 binden da-ha fazlad�r. Elbette İsviçre’dede grevler oluyor. En son 4 Ka-s�m 2002 tarihinde inşaat işçi-lerinin yapt�ğ� genel grev oldu.Bu greve 20 bin inşaat işçisi ka-t�ld�. Bu grevin sonunda inşaatişkolunda altm�ş yaş�nda emek-li olma hakk� kazan�ld�.

Peki sendikalar aras�nda da-yan�şma nas�ld�?

MA : İsviçre’de sendikalararas� dayan�şma pek yayg�n de-ğildir. Bunun nedeni s�n�f mü-cadelesi düzeyinin düşük olma-s�d�r. Ama bu grevde diğer sen-dikalar�n küçük de olsa desteğioldu.

İsviçre’de grev ve lokavt yasa-ğ� var m�?

MA: İsviçre’de grev ve lokavtyasas� yoktur. Ama İsviçre Ana-yasas� grev hakk�n� temel hak-lardan biri olarak kabul eder.İsviçre’de diğer ülkelerdeki ka-dar grev oluyor. Bu doğrudur.Ama buradaki s�n�f mücadele-sine denk gelen grevler oluyor.

Bu toplu iş sözleşmelerinde birsonuç alabiliyor musunuz?

MA: Bilindiği gibi çeşitli iş-kollar�nda sözleşmeler yap�l-maktad�r. Örneğin biraz öncesöz ettiğim inşaat dal�nda erkenemeklilik talepleri vard�. Erken

emeklilik talebi genel grev so-nucunda elde edildi. Ama ge-çen y�l metal işkolunda haftal�kçal�şma saatlerinin düşürülmesitalebiyle yap�lan grev başar�s�z-l�kla sonuçland�. Başar�, her işkolunda verilecek mücadeleyebağl� bir olayd�r.

Küreselleşmeye karş� sendika-n�z�n yaklaş�m� nas�ld�r?

MA: Sendikalar küreselleş-meye karş� şüphe ile bakt�lar.Son dönemlerde sendikal hare-ket küreselleşme karş�s�ndaolumlu örnekler ortaya koydu.Özellikle ilerici sendikalar an-tiglobal harekette aktif olarakyer almaya başlad�lar. Örneğin,GBI sendikas� Dünya SosyalForumu’na bir delegasyonla ka-t�ld�.

Bu delegasyonun içeriğindenbahseder misiniz?

MA: Genel olarak üçüncüdünya ülkelerinde çal�şan işçi-lerin sendikal örgütlenmedekihaklar� dile getirildi.

Size göre GBI sendikas� ilericibir sendika m�d�r?

MA : Sosyal bar�ş anlaşmas�-n� kabul eden veya etmek zo-runda kalan bir sendika ne ka-dar ilerici olabilirse GBI sendi-kas� da o kadar ilericidir. Yinede İsviçre’deki en ilerici sendi-ka olduğunu söyleyebiliriz.

Diğer sendikalar�n küreselleş-me karş�t� eylemlere yaklaş�mla-r� nas�l?

MA: İlerici sendikalar küre-selleşme karş�t� eylemlerde ge-nellikle yer al�yorlar. En son

Evian’da yap�lan G-8 zirvesinekarş� protesto eylemlerine des-tek verdiler. Örgütlenme içeri-sinde de yer ald�lar.

GBI sendikas�, bu Ev�an eyle-minde tren kald�racağ�n� bildir-mişti. Fakat son anda iptal ettiğisöylediği söyleniyor. Buna ne di-yorsunuz?

MA : GBI sendikas� üyeleri-ne kat�lma çağ�r�s� yapt�. Yolücretleri sendika taraf�ndankarş�land�. Tren tutma ve iptaletme diye bir kararlar� yoktu.

Kapitalizm, üretimi yenidenörgütlüyor. Sendikalar bunu na-s�l değerlendiriyorlar?

MA: Bununla ilgili herhaldebir kitap yaz�l�r. Ama k�saca şu-nu söylemek gerekiyor. Sendi-kalar kapitalist üretim organi-zasyonundaki değişimlerin çokgeç fark�na var�yor. Bu nedenlekarş� strateji geliştirmekte epeyzorluk çekiyorlar. Zaten sendi-kal krizin nedenlerini buradaaramak gerekiyor diye düşünü-yorum.

Sizce işçi s�n�f�n�n nas�l bir ro-ta izlemesi gerekiyor; şu anki ko-numu ile burjuvazinin sald�r�la-r�na göğüs gerebilir mi?

MA: Burjuvazinin sald�r�s�çok çeşitli alanlara yay�l�yor. Busald�r�lara bu alanlarda da ce-vap vermek gerekiyor. Mücade-leyi belli alanlarla s�n�rlamakyanl�ş olur.

Burada sorun işçi s�n�f�n�npolitik önderlikten yoksun olu-şudur. Bu önderlik boşluğun-dan kaynakl� sendikal hareketde zay�f ve etkisiz kal�yor.

Sendikalar alternatifstratejiler önermeli

Ford iflçileriyle röportaj:

“K›y›m›n nedeni, afl›r› kâr h›rs›”“2010 Sald›r› Paketi”ne çal›flanlar ne dedi?

“Geçmifli de¤ifltiremeyizama gelecek bizimolmal›!”

Fransa’da emeklilik yaş�n�nyükseltilmesine yönelik tasar�-lar, 25 May�s 2003’te yürürlüğegirecekti. Geliştirilen yayg�ngrev, direniş ve işgallerle Raffa-rin hükümetine geri ad�m att�-r�ld�.

Ayn� yasalar 1993-97 y�llar�aras�nda da Juppè hükümeti ta-raf�ndan da geçirilmeye çal�ş�l-m�ş, kitlesel grev ve sokak gös-terileriyle geri püskürtülmüştü.

Juppè kendini sol arenadaifade ederken, Raffarin sağc�olarak varl�k gösteriyor.

Bu da gösteriyor ki, işçi s�n�f�ve emekçilerin tarihsel kaza-n�mlar�n� ortadan kald�rma gi-rişimi, bir hükümet anlay�ş�n-dan çok devlet ve sistem politi-

kas�d�r.Avrupa ülkelerinin tümünde

ortalama emeklilik yaş� 64 iken,Fransa’da emeklilik yaş� 57.5.Yeni sald�r�larla bu 65’e ç�kar�l-maya çal�ş�l�yor.

Yine Fransa’da şu an kamuçal�şanlar� için haftada 37.5,özel sektör için 40 saat olan ça-l�şma süresi art�r�lmak isteni-

yor. May�s ay� içerisindeki gö-rüşmelerde, önce sendikalar�nek olarak gündeme getirdiği 14madde kabul edilirken, dahasonra Çal�şma Bakan� Fillion,senato konseyine verdiği rapor-da, hükümetin uygulamalardataviz vermesinin mümkün ol-mad�ğ�n�, aksi takdirde sosyalsistemin çökeceğini ifade edi-yordu.

Bu sald�r�lar kapsam�nda,May�s-Haziran aylar�nda yo-ğunluk kazanan eylem ve grev-ler, devletin oyalama manevra-lar�yla gerilemişti. Ekim ay�n�nikinci haftas�ndan itibaren gö-rüşmeler yeniden başlayacak.Fransa’da grev ve direnişlertekrar gündemde.

Fransa’da SosyalHak Gasplar›naKarfl› Grev

“Ben 56 yaş�nda Güney Kore-li bir çiftçiyim. Çiftçilerin sendi-kal örgütlenme yoluyla sorunla-r�m�z� çözmesi için umutla çaba-lad�m. Lakin başka pek çok çift-çi önderi gibi başar�s�zl�ğa uğra-d�m.

Uruguay toplant�s� kararlar�kesinleşince, biz Koreli çiftçilerkaderimizin art�k ellerimizde ol-mad�ğ�n� idrak ettik. Bu dalga-n�n ard�ndaki nedeni ve gerçekgücü bulmaya çal�şt�m. Ve bura-da, Dünya Ticaret Örgütü’nün

kap�s�n�n önünde sonuca ulaş-t�m...”

Yer: Meksika, Cancun. Tarih: 10 Eylül 2003.Dünya Ticaret Örgütü top-

lant�s� s�ras�nda Koreli çiftçiLee Kyung-Hae, “DTÖ çiftçile-ri öldürüyor” deyip elindeki b�-çağ� kalbine saplad� ve dünya-n�n gözü önünde öldü.

56 yaş�nda ve üç k�z çocuğubabas� olan Lee Kyung-Haesömürüye karş� öfkesini bu şe-kilde dile getirdi.

Y�ğ�nsal karş� duruşlar ve ey-lemler geliştiremediğimiz süre-ce bu ve benzeri fotoğraflarladaha çok karş�laşacağ�z.

“DTÖ, çiftçileriöldürüyor”

E M E K D Ü N Y A S I DünyaDünyaYaflanacakYaflanacak3

Şu an baz� Avrupa ülkelerindeve ABD’de Ford Otomotiv tekeliişçi ç�kar�yor. Bunu neye bağl�-yorsunuz?

Ford işçisi: ABD ve Avru-pa’da 10 bin civar�nda işçi ç�-kart�lacak. Bunun nedenleriniişçi temsilcileriyle konuşaam�-yoruz. ABD’deki yönetim kar-lar�n� koruyabilmek için, oto-mobil fiyat�n� düşürme onuniçin de malzemenin kalitesinidüşürme stratejisi izliyor. Buyüzden bütün fabrikalar�na “iş-çi say�s�n� azalt�n” direktifiniveriyor. Köln’de bin 700 işçiat�lacak.

Fabrikadaki çal�şma koşulla-r�ndan biraz bahseder misiniz?

Ford işçisi: Ford’da yoğun birart� değer sömürüsü var. Vardi-yalar halinde çal�ş�l�yor. Maki-nalarda ileri teknoloji kullan�l�-yor. Baş�n� işten kald�ram�yor-sun. Bölüm şefinin gelip siziuyarmas�na gerek yok. İşçileröyle bir al�şt�r�lm�ş ki, yavaş ça-l�şt�ğ�n�zda o uyar�yor. Ford’daen son FK bölümünde kaporta,punto ve kaynak işlerini ropot-lar yap�yor. Eskiden bu bölümişçi kaynard�. Şimdi sadece tek-nik bir ar�za olduğunda işçi gi-dip müdahale ediyor.

Gündemde Ford’da işçi k�y�m�var. İşçilerin buna tepkisi ne?

Ford İşçisi: Şuan kimse tamolarak birşey bilmiyor. Öğren-meye çal�ş�yorlar. Yönetimin neteklif edeceği henüz bilinmiyor.Fakat Türk işçiler, daha şimdi-den ç�kar�l�rken alacaklar� pa-ran�n miktar�na bak�yorlar. An-lay�ş olarak, “Emeğimin karş�-l�ğ�n� verirlerse ç�kar�m” diyor-lar. Örneğin otuz y�ll�k Ford iş-çisi Türkler var. Çal�şma koşul-lar�n�n ağ�r olmas�ndan kay-nakl� olarak yorulmuş. 70-80bin euro öderlerse bunu “kele-

pir para” olarak görüyorlar.Türk işçileri az çok birikim deyapt�klar� için, verecekleri paraonlar� çekiyor. Ama Alman iş-çilerin birikimi yok ekonomikolarak. “Neden böyle işçileriç�kar�yorlar” diye sorguluyor-lar. Ancak bu insani temelde birsorgulama. Politik bilinç yok.Yaşl� Türk işçiler, işçi ç�karmakonusunu tart�şm�yorlar bile.

Neden? Ford işçisi: Çünkü onlar y�l-

lard�r çal�şm�şlar bu fabrikada,ama ne o kendini Ford’un birparças� olarak görmüş, ne deFord Türk işçisine o gözle bak-m�ş.Ford’un karar mekanizma-lar�nda onlar “d�ş kap�n�n d�şmandal�” hissini uyand�rm�şlar.

İşçiler ç�kar�lacak. Birşeyleryapmak konusunda ortak bir gö-rüş oluşturulamaz m�?

Ford İşçisi: Birşeyler yapmakonusunda bir duyarl�l�k, ortakbir bilinç, irade yok! İşçi temsil-cileriğle oturup konuşacağ�z,işin özünü anlamak istiyoruz.Buradan ç�kan sonuca görefarkl� tart�şmalar gündemimizegelecek.

Sendikan�n tutumu ne? Ford işçisi: Asl�nda sendika

bunu (işçi k�y�m�n�) aylar önce-sinden biliyrdu. “Kriz var, krizvar” diyorlard�. Belçika’da uya-r� grevi yap�ld�. Orada çal�şan-lar�n üçte birinin ç�kar�lmas�gündemde. Belçika’daki fabri-kay� kademeli olarak toptan ka-patmay� düşünüyorlar. Alman-ya’da işçi say�s�n� azalt�yorlar.Almanya’da işçiler işvereninteklifinin cazipliğine (!) bak�-yorlar. Kötü olan, ne sendika,ne de işçiler bir tav�r alma eğili-mi içinde. Doğrudan Ford’laişçiler karş� karş�ya halbuki.

İşverenin teklifi ne?Ford işçisi: Teklif netleşme-

diği için rakamlar da resmi de-ğil. Bu yüzden kay�ts�z durulu-yor. Ford işçilerinin Alman-ya’da özel bir yeri var. 1974’tenbu yana Almanya’da ki Ford iş-çileri grev yapmam�ş. Şimdidenet değil ama ç�kar�l�rken parateklifi yapmalar�; önce yaşl�olanlar�, emekliliği yaklaşanlar�ç�karmalar� işçilerde de bir ka-y�ts�zl�k yarat�yor. Bir de ç�kar�-lacak say� bin 700 olunca, kafa-lar�nda küçültüyorlar sald�r�y�.

Sizce işçi ç�karmalar�n alt�ndayatan as�l neden nedir?

Ford işçisi: Dev tekeller re-kabet içindeler. İşçi ç�karmala-r�n�n tek nedeni, fazla kazanç

sağlamakt�r. Üç işçinin işini birişçi yapmak zorunda kal�yor. ikiişçinin paras� da borsaya yat�r�-l�yor. Ford NASA’yla sadeceotomotiv deyil yani. Bu aradaüretimlerini gelişmekte olan ül-kelere kayd�r�yorlar. Portekiz,İspanya, Türkiye, Polonya gibi.Çünkü buralar, ucuz emek cen-neti olarak görülüyor. Sendikaise, bu azg�n sömürü politikas�-n�, “Otomobil başka ülkelerdeüretildiği için kalite düşüyor, ozaman talepte azal�yor. YaniAlman üretmediği için kalitedüşüyor. O zaman da fabrikakrize giriyor.” şeklinde milliyet-çi bir yaklaş�mla değerlendiri-yor bu sald�r�y�. Böyle düşünenbir sendika tabii direnişi de dü-şünmez.

� Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) toplant›s› önünde b›ça¤› kalbinesaplayan Güney Koreli çiftçi Lee Kyung-Hae böyle hayk›r›yordu...

� Sendikalar üretim organizasyonundaki de¤iflimlerin çok geç fark›na var›yor. Bu nedenlekarfl› strateji gelifltirmede de çok yetersiz kal›yorlar. Ama as›l sorun politik önderlikbofllu¤unda...

YasancakDünya_1 05.05.2005 13:11 Uhr Seite 3

Page 4: Yasanacak Dunya

Avrupa’n›n ‘hasta adam›’: Almanya

• Avrupa Birliği ekonomisi, bölgenin ikidevi İtalya ve Almanya nedeniyle sıkıntılıgünler geçiriyor. Yılın ilk çeyreğinde yüzde0.1 küçülen Almanya, Nisan-Haziran döne-mini de eksi 0.2 büyümeyle kapatınca reses-yona girdi.

• Leipzig Üniversite’sinin yaptığı bir araş-tırmaya göre, gelecek beklentileri açısındangençlerin ezici bir çoğunluğu büyük birumutsuzluk içinde.

• Kapitalizm koşullarında yaşamın çekil-mez hale geldiğini düşünen gençler, bu duru-mun geçici olduğuna da inanmıyorlar. Eziciçoğunluğunun temennisi ise bu sistemin orta-dan kalkmas� yönünde. Devlet yetkilileri,"Sosyalizm düşüncesi kafalardan silinemiyor,bunları nasıl entegre edeceğiz" diye kara karadüşünüyorlar

Avrupa’nın hasta adam’ı olarak nitelendiri-len Almanya’nın sıkıntılı günler geçirmesi,Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. ÇünküAlmanya Türkiye’nin ihracat yaptığı ülkeleriçinde ilk sırada yer alıyor.

Almanya’da 4 milyon 352 bin işsiz bulunu-yor. Ülkede ihracat azalırken, ithalatta belir-gin bir yükseliş görülüyor. Dış ticaret açığıMayıs’ta 10.4 milyar Euro’ya çıktı.

Almanya’nın durgunluğa girmesi AlmanHükümeti’nin yeni sömürü ve soygun karar-lar� almasına neden oldu.

Yine aynı reçete:Kısıtlamalar geldi

Ekonomi uzmanlarına göre, kötü ekono-mik gelişme bütçede yüzde 3,1’lik bir açık ya-ratırken, 2003 yılında öngörülen tasarruf ön-lemleri sayesinde bu açık ancak yüzde 2,3’ler-de kalacak.

Almanya’da tasarruf hedeflerine varılmasıiçin, devlet ve eyaletler arasındaki ilişkilerinyeniden gözden geçirilmesi ve devlet kasasın-dan eyalet kasalarına 20 milyar Euro’dan da-ha az girmesi gerektiği belirtiliyor.

Ekonomistler, Federal hükümete AvrupaGüvenlik ve Gelişme Sözleşmesi’ne bağlı kal-masını öğütlerlerken, ekonomik gelişmedekidurgunluk ve Almanya’nın bütçe açıklarınıgeçen yılların enkazlarına bağladılar.

Doktorlar›n protestosu

Sigorta doktorları, daha önce yüksek sesleeleştirdikleri hükümetin sağlık reformu pake-tini şimdi büyük gazetelere verdikleri ilanlar-

la protesto ediyorlar. Hükümet hazırladığıpaketle kronik hastaların bakımında ve buhastalara verilecek sağlık hizmetleri konusun-da tasarrufa gidileceğini belirtmişti. SigortaDoktorları Birliği tarafından yapılan açıkla-mada, “İnsan ve insan sağlığı bu programlarlaikinci plana atılarak sağlık hizmetlerinin kali-tesi düşürülüyor” denildi.

Sigorta Doktorları Birliği’nin kampanyas�,“Daha Ucuz Sağlık Hizmeti” slogan� altın-da yürütülüyor.

Bakanlar Kurulu ayrıca yerel yö-netimler üzerindeki mali baskı-ları hafifletmek için, kurum-lar vergisi kapsamının ge-nişletilmesini de onayla-dı.

Doktor, avukat gi-bi serbest mesleksahipleri ve işyerisahipleri, Ku-rumlar Vergi-si’ne tabi tutu-lacaklar. Kendikonutlarını in-şa edenleres ü b va n s i yo nkaldırılırken,toplu taşımaaraçlarındakivergi indirimleride sınırlandırıla-cak. Böylece ortasınıflar daha fazlavergilendiri lerekyerel yönetimlerinbütçesine kaynak ak-tarılacak.

Uluslararası Para FonuBaşkanı Horst Köhler, IMFicra Heyeti’nin gayrıresmi top-lantısının ardından yapt�ğ� yazılıaçıklamada, dünya ekonomisinin bek-lenenden daha fazla durgunlaşacağını be-lirtti. Köhler, “Dünya ekonomisindeki bu za-yıflığın geçici olduğunu düşündüğünü” ekle-meyi de ihmal etmedi.

Ekonomik durgunluk gençleri vurdu

Almanya’da gençler ekonomik durgunluknedeniyle meslek eğitim yeri bulmakta zorla-nıyorlar. Yarınlarımız olarak gördüğümüzgençlerin meslek eğitimi yapma koşulları hergeçen gün azalıyor.

Ekonomideki durgunluğu gerekçe gösterenişverenler, mesleki eğitim alanları kurmaya

dönük desteklerini çekiyorlar. Bu durumdandolayı gençlerin büyük bir çoğunluğu ya eği-timlerini yarıda kesmek zorunda kalıyor ya damesleki eğitim yeri bulamıyorlar. Hükümetingençlere meslek eğitim yeri bulunacağı yö-nündeki vaatleri ise bir türlü yerine getirilmi-yor.

Meslek e¤itimi sunan iflyerleri azalıyor

Federal Meslek Eğitim Enstitüsü (BIBB) veçalışma daireleri tarafından verilen rakamlaragöre, ekonomide yaşanan durgunluğun fatu-rası, işveren tarafından öncelikli olarak mes-lek eğitimi yapan gençlere kesildi. 2002 Ara-lık ayı sonu itibariyle açık durumda 8 bin 900meslek eğitim yeri olduğu halde, meslek eği-timi yapmak isteyen 29 bin 500 öğrenci her-

hangi bir yere yerleştirilemedi. Buna karşılık,bir yıl önce meslek eğitim yeri arayanların sa-yısı 26 bin 200 olarak tespit edilmişti.

Alman Sendikalar Birliği (DGB) Başkanı,hükümetin bu konudaki vaatlerini yerine ge-tirmediğini söyleyerek işverenden meslek yerigarantisi talep ediyor.

Kapitalizme karflı hoflnutsuzluk artıyor

Kapitalizm koşullarında yaşamınçekilmez hale geldiğini düşünen

gençler, bu durumun geçici ol-duğuna da inanmıyorlar.

Ezici çoğunluğunun te-mennisi ise bu sistemin

ortadan kalkmas� yö-nünde. Devlet yetki-

lileri, “Sosyalizmdüşüncesi kafalar-dan silinemiyor,bunları nasıl en-tegre edeceğiz”diye kara karadüşünüyorlar.

Leipzig Üni-ve r s i t e s i ’ninyapt�ğ� bua r a ş t ı r m a l a r1990 yılında ikiA l m a n ya ’ n ı n

birleşmesindensonra, Doğu Al-

manya’daki genç-lerin Batı Almanya

ile birleşme sürecineve geleceğe yönelik

beklentilerini belirlemeaçısından daha farklı bir

önem kazanmıştı.Toplumun bütün katmanla-

rından gençlerin görüşlerini yan-sıtmak üzere yapılan araştırmanın

dikkat çeken bir özelliği ise, araştırma içinseçilen adayların 1987 yılında bu yana aynıinsanlardan oluşmaları. 1987 yılında 14 ya-ş�nda olan toplam 420 gencin her yıl görüşle-ri alınmakta. 1990 yılında daha iyimser olangençlerin çoğunluğu bugün büyük bir umut-suzluk içinde. Gençlerden hiçbiri, "İnsanlararasındaki ilişkiler geçmişe göre bugün dahaiyidir" görüşünü savunmuyor.

"Sosyalizm silinemiyor"

Yüzde 91 gibi ezici bir çoğunluk, Doğu Al-manya’da sosyal güvenliğin çok daha iyi ol-

duğunu düşünüyor. Gençler arasında kapita-lizm karşıtı görüşler hızla yaygınlaşıyor.

Her yıl yapılan araştırmanın sürekli kötüsinyaller verdiğini bildiren Prof. Förster,gençler arasındaki kapitalizm karşıtı görüşle-rin giderek yaygınlaştığını ve sosyalizm fikriy-le bütünleşmenin dikkat çektiğini ortaya ko-yarken, "Sosyalist görüşler son 10 yıl içindegençlerin kafalarından silinemedi" diyor. "BatıAlmanya toplumu bu gençleri entegre edemedi"şeklindeki yakınmasını da sürdürüyor.

Sosyalist ideallerin gerçekleşip gerçekleş-meyeceği konusunda gençlerin çok küçük birbölümü bugünkü sistemin “kalıcılaşmasındanyana” olduklarını; ezici çoğunluk ise sistemin“ebediyen kalmaması gerektiği”ni belirttiler.

Kapitalizmin ölümcül hastalı¤ı fazla üretim,yetersiz tüketim

15 Avrupa ülkesinden 23 hükümet dışı or-ganizasyonun oluşturduğu “Avrupa YoksullukNeti” Berlin’de bir toplant� düzenledi. 130delegenin katıldığı toplantıda ana hedef, Av-rupa İnsan Hakları Beyannamesi’nin iyileşti-rilmesi, temel talep ise “herkese iş, konut veyeterli gelir” idi. Avrupa’da 62 milyon kişininyoksulluk sınırında yaşadığın�n, bunun genelnüfusun yüzde 18’ini oluşturduğunun bir kezdaha vurgulandığı konferans açılış konuşma-sında, AB içinde yoksulluğun korkunç boyut-larda artacağını söylemek için falcı olmayagerek olmadığı belirtildi.

Tüketimdeki azalma nedeniyle fiyatlarındüşürülmesi her ne kadar ilk bakışta tüketici-ler için olumlu bir gelişme olarak görülse de,firmaların birçoğu yatırımlarını kısmak ve ça-lışanlarını azaltmak yolunu seçmiştir. Sonuç-ta işssizlik artmış, reel ücretler ise azalmıştır.Bu da nihai olarak bireylerin gelirlerini dü-şürmüştür. Böylece düşük gelirli kitlelerin tü-ketimi daha da azalmış, durgunluk derinleş-miş, işsizlik daha da artmıştır.

İnsanlık sanayide ulaşılan üretme kapasite-si kadar tüketmediğinde, birikme, fazlalık or-taya çıkar. Satışlar azalınca da kâr oranlarıdüşüyor ve kârın oluşum sürecinde gecikme-ler yaşanıyor. Bu durgunluk demektir ve kâroranlarında azalmaya yol açar.

Kapitalizmde üretim kâr amaçlı yapıldığın-dan, bir yanda fazla diye satılmayan mallar,diğer yanda parası olmadığı için bu mallarıalamayan yoksullar görülür.

Kâr için değil, toplumsal ihtiyaçlar içinüretim, insanlık için üretim, ancak üretimüzerindeki özel mülkiyetin kaldırılmasıylamümkündür.

Ekonomik Durgunluk Vuruyor!

Johannesburg Zirvesi, sürdü-rülebilir kalkınma ile serbest pi-yasa arasındaki ilişkinin tartışıl-masını hızlandırdı. Dünya SuForumu, krizi, suyu özelleştire-rek çözmeyi öneriyor. Bu isetam anlamıyla ateşe benzindökmeye benziyor.

Dünyadaki canlıların kimyasısuya dayanıyor, insan vücudu-nun yüzde doksan� sudan olu-şuyor. İnsan belli bir süre içindegerektiği kadar su alamazsa ön-ce aklını kaçırmaya, halisünas-yonlar görmeye başlıyor. Kısabir süre sonra da ölümler...

Su besin maddelerinin üretil-mesi, sanayinin çalışabilmesi,salgın hastalıkların önününal�nmas� için de yaşamsal biröneme sahip. İnsan yaşamı açı-sından suyun en temel özgür-lüklerden bile önce geldiği söy-lenebilir.

Bireysel özgürlükler temelinsan haklarının parçası oldu-ğuna göre, temiz içme suyunasahip olmanın da insan hakları-nın parçası sayılması gerekmezmi?

Burjuvazi için ise su ve herşeypara demektir. Yıllar önce su-yun da para ile satılacağını söy-leseler gülüp geçerdik. Ama bu-gün insanlık için en temel so-runlardan birisidir. Atmosfe-rdeki kirlenmenin h�z�n� ve ça-p�n� düşünecek olursak, bir süresonra burjuvazinin temiz havaistasyonları kurarak havay� dasatt�ğ�na tan�k olacağ�z. Aynenarabaların benzin aldığı gibi,insanlar da oksijen tankların�n

önünde kuyruğa girerek bir kaçlitre hava satın almak zorundakalacaklar. Belki çok komik ge-liyordur, eğer insanlığın bu du-yarsızlığı devam ederse bu gibidurumlarla karşılaşmamızmümkündür.

Bilimsel araştırma kurulları-nın verilerine göre dünya sukaynakları yüzde 58 azaldı.Dünya Gelişme Raporu’na görebugün küresel taze su kaynakla-rının yalnızca yüzde biri içme

suyu olarak kullanılabilecekdurumda.

Bu verilere göre 450 milyoninsan ciddi su sıkıntısı çekiyor.Gelişmekte olan ülkelerdekiölümlerin yüzde 80’i suyla ilin-tili hastalıklardan kaynaklanı-yor. Toplam kullanılabilir suyunyüzde 8’ini hane halkı, yüzde23’ünü sanayi ve enerji, yüzde69’unu tarım sektörü kullanı-yor. Eğer bu ihtiyaç nüfus artı-şına paralel devam ederse 2025

yılında dünya nüfusunun yüzde48’i su sıkıntısıyla karşı karşıyaolacak.

Su krizi derinleştikçe, tümdünyada suyun metalaştırılmasıiçin kıyasıya rekabet sürüyor.Suyun özelleştirilmesi, ilerikiyıllarda da petrol savaşlarınınyerini su savaşların�n almas� ka-ç�n�lmaz.

Ulusal ve uluslararası tekellerbugün GAP Projesi çerçevesin-de Ortadoğu politikalarını şim-diden su üzerine şekillendirme-ye yöneliyorlar. Ortadoğu’daFırat ve Dicle üzerinde çevril-meye çalışılan entrika ve dolap-lar, su kavgalarına dönüşüyor.20. yüzyılda petrol dünya içinne ifade ediyorsa, 21. yüzyıldasu aynı anlam ve önemi ifadeedecek.

Emperyalist tekeller, içeceği-mizden, yiyeceğimize kadarhayatımızın her alanını dene-tim altına almak için uzun sü-reli planlarını devreye sokuyor-lar. Bu gelişmeye karşı çocukla-rımıza yaşanacak bir dünya bı-rakmak istiyorsak, burjuvazininplanlarına karşı duyarlı bir du-ruşu dünya ölçeğinde sergile-memiz gerekiyor.

Çünkü yaşamımızın her hüc-resi saldırı altındadır. Ülkemiz-deki su tekelleri suyun 1 litresi-ni neredeyse 1 litre petrole eşitfiyata satmaktadır. Eğer bugün-den önlemler alınmazsa ilerideişçi ve emekçilerin nelerle kar-şılacaklarının verilerini de su-nuyor. O halde yaşanacak birdünya için el ele verelim.

Su damlas›nda savafl

Bu y�l Avrupa, son yıllarınen sıcak yazın� yaşad�. Tem-muz sonu ile Ağustos başındainsanlar adeta kavruldu. Sı-caklığın kimi yerlerde gölgede40 dereceyi aştığı günlerde,kimi Avrupa ülkeleri tarihinsıcaklık rekorlarını kırdı. İtal-ya’da sıcaklardan 4 bin insa-nın yaşamını yitirdiği söyleni-yor.

Fakat sıcaklığın en fazlahissedildiği ve en fazla ölü-mün yaşandığı Avrupa ülkesiFransa oldu. Sıcaklığın 45 de-receye ulaştığı günlerde kitle-sel ölümler yaşandı. Sıcaklı-ğın faturası neredeyse bir sa-vaş bilançosu kadar ağırd�.Fransa bir anda koca bir mor-ga döndü.

Kayıpların yüzde 80’ni,kalp, solunum yetmezliği veyabeyin kanaması gibi nedenler-den ölen yaşlı ve emekli in-sanlardı. Bunlar�n yüzde64’ünü de kadınlar ve kimse-sizler oluşturuyor.

“Avrupa’da en iyi sağlık hiz-meti verdiğini” iddia edenFransa, sıcaklarla birlikte tambir hezimet yaşadı.

Carrefour, Inter-Marchevb. büyük alışveriş merkezleri-nin soğuk hava depoları boşal-tılarak devasa morglar halinedönüştürüldü. Bunlar da yet-meyince bazı bölgelerde çadır

hava depoları, seyyar morglaroluşturuldu.

Fransa’nın en büyük soğukhava deposu olan Rungis’ebinlerce ceset taşındı. Yaşlıinsanların çoğu evlerindekendileriyle başbaşa yaşadık-ları için ölümlerinden günler-ce kimsenin haberi bile olma-dı.

Cesetlere ancak evlerdekokmaya başladıktan sonraulaşılabildi.

Hükümetin Yalan Salvosu

Sıcak havanın gelmekte ol-duğunu bildiği halde hiçbirönlem ve tedbir almayarak,kitlesel ölümlere davetiye çı-karan Fransa Sağlık Bakanlığıve meteoroloji yetkilileri yalanüzerine kurulu politikalar ge-liştirdiler.

Sağlık Bakanlığı ölü sayısınıolduğundan az göstermeyeçalışırken, meteoroloji sıcak-lık derecesini gerçek rakamla-rıyla açıklamad�. “Panik ya-şanmasının önüne geçmek”adına 45 derece olan hava sı-caklığı, günlerce 39 dereceolarak açıklandı. Sağlık Ba-kanlığı, önceleri ölü sayını “2-3 bin” olarak açıklarken, ka-muoyunda bu inand�r�c� bu-lunmad�. Kimi kaynaklar, ölüsayısının 13.500’e ulaştığını,

kimileri 15.000’i aştığını be-lirtiyorlardı. Ölü sayısının18.000’lere dayandığını açık-layanlar bile vardı. 1-15 Ağus-tos tarihleri arasında yapılandevlet açıklamalarını inandı-rıcı bulmayan sağlık çalışan-ları, Mezarlıklar Müdürlüğüve cenaze işleri kurumu çalı-şanları, Sağlık Bakanlığı’nıköşeye sıkıştıran, kamuoyunubilgilendiren açıklamalar yap-tılar. Sağlık Bakanlığı ise ka-muoyunun baskısı sonucu ay-lar sonra “gerçek” rakamıaçıklamak zorunda kaldı.

Kamuoyundan saklanmayaçalışılan diğer bir gerçek iseölümlerin en çok yaşandığıParis, Lyon, Dijon ve Lemanskentlerinde kurulan prefabrikmorglarda üst üste yığılan ce-setlerdi. Başbakan ve SağlıkBakanı’nın yüzündeki bu karamaskeyi de Mezarlıklar Mü-dürlüğü yırttı; Vitry, Vigneuxve Esson banliyölerinde oluş-turulan seyyar morglardakiüstüste yığılan cesetlerin fo-toğrafları basına yansıyıncatoplumda şok etkisi yarattı.

Fransa’da bir hafta içindeyaşanan insanlık dramı, kapi-talist sistemin insan yaşamınavermiş olduğu değerin yansı-ması olarak, insanlığın bilin-cindeki derin izlerini hep ko-ruyacak.

Süpermarketlerinbuzlukları morgadönüfltürüldü

� Su yaflam demek...Dünyada bugün 450 milyon insan ciddi su s›k›nt›s› çekiyor...Su krizi derinlefltikçe, petrol savafllar›n›n yerini su savafllar›n›n almas› kaç›n›lmaz...

DünyaDünyaYaflanacakYaflanacak

4 G Ü N D E M

YasancakDünya_1 05.05.2005 13:11 Uhr Seite 4

Page 5: Yasanacak Dunya

İngiltere’ye göçün başladığıyıl 1989. On binlerce insanın,yurdunu terk ederek umutlar-la geldiği ülke. Oturum yok,çalışma izni yok, dil yok, evyok... yok da yok! Yıllar geç-tikçe durum değişti; zaten de-ğişmek zorundaydı.

Sene 2003. Gazetelere ba-kıyorum, çete kavgası… mafyahesaplaşması,… “Dükkan ba-san polisler uyuşturucu bul-du”… kadın ticareti…yerdenmantar biter gibi açılan bar-lar... gazetelerin yarısını kap-layan barlardan eğlence fotoğ-rafları! Sauna ve masaj servisi(genelevlerin buradaki adı“sauna” ya da “masaj servi-si”dir) reklamları, çıplak ka-dınlar…

Türk mafyalarımız, sauna-larımız, barlarımız, kahveleri-miz (hemen her köyün kahve-si bulunur buralarda) çeteleri-miz... Türk usulü eğlenceleri-miz var, var yani...

Art›k British olduk!!!

Ehh artık British de olduk!!!Gerçi dil yok ama ziyanı dayok... Berbere mi gideceksi-niz, onlarca Türkiye’li ber-ber-kuaför var. Bakkal derse-niz kıyamet kadar, her adımbaş� var, manav-kasap... var

da var.Ailece eğlenmek mi istiyor-

sunuz? Yüzde yüz Türk usulübarlar var. Avukata işiniz midüştü; hiç sorun değil, onlarcaTürkiyeli avukattan birini se-çip gidebilirsiniz. “Yahu bizimmahalle doktoru hâlâ Türkçeöğrenmemiş, olacak iş mi?”“Güzellik salonumuza da ka-vuştuk çok şükür bir de estetikameliyatlarında indirim yapsa-lar da Türkiye’ye gitmek zo-runda kalmasak...”

“Bas bas paralar› Ley-la’ya...”

Her hafta sonu, yeterli ol-

mazsa hafta arasına alınandüşünlerimiz...

Bu konuyu biraz açmak ge-rek; çünkü ben en çok düşün-leri seviyorum. Kameraları-mız dahi hangi güzeli çekece-ğini şaşırır. Sonra, “Bas basparaları Leyla’ya” parçası eş-liğinde hem Leyla’nın önemi-ne değinilir hem de paralardöktürülür...

Dü¤ünler de olmasa...

Hollywood yıldızlarını çat-latacak kıyafetler, makyajlar,sergilenen vücutlar… Kısmetnerede açılır? Tabii ki düğün-lerde... Burası Londra, çeşmebaşında buluşmak köyde kal-dı; aslında burada çeşme deyok. Düğünlerde buluşulur,pardon buna şimdi barları daeklemek gerekir.

Eczanemiz bile var çok şü-kür!!! Bu “saygıdeğer” kuru-mumuzu anmadan geçmekolmaz zaten. Her derde devaolmuş(!), birçok ata sözüneesin vermişlerdir. Atasözü de-dik de, “Kelin melhemi olsabaşına sürerdi” deyimi geldibirden akl�m�za. Evet, kelliğinde melhemi bulundu, duyuru-lur!.. Han�mlar�m�za zayıflatı-cı haplar da yine buradan su-nulur...

Mobilyacımız, restoranları-mız her şeyimiz var artık. Varda var; bolluk içindeyiz bu-günlere de şükür!!!

Lüküs hayat, lüküs hayatAl raporu, yan gel yat...

Çok şükür, Türkiye’li psiko-loglarımız, psikiyatristlerimizde var. Rapor alıp sene bo-yunca bastonla yürüyenlerinTürkiye’de yatları villalarıvar... Ehh adamcağız o kadaremek vermiş, dil dökmüş ra-por almış, kıskanma ne olur,rol yap senin de olur!!!

Ad› üstünde: “Ah›r Bar”

Bara girersiniz camsız, ha-vasız kümes gibi bir yerdir.Bunlardan biri boşu boşunaadını “Ahır Bar” koymamış-tır. Gayet güzel bir isim seç-miş sayın hemşerimiz!!! Kü-mes ve ahırlarda havalandır-ma sistemi yoktu bizim köy-lerde; Londra’daki barlardada yok tabii ki… Sağlam adamburadan hasta çıkar!

Londra’nın “sanatçısı” pekboldur, her türden “sanatçı”bulunur. Sesi iyi ya da kötühiç fark etmez. Eline mikro-fonu aldı mı bir daha bırak-maz böyleleri. Yaln�z ömürbillah müzik dinlemeye tövbeettirirler adamı...

“Uyuflturucular›m›z ta-zedir!!!”

Gazetede şöyle bir ilan:“Taze, paketi yeni açılmışyüzde yüz kaliteli her türdenuyuşturucu bulunur!.. Lütfenciddi olanlar arasın!..” Müra-caat için telefon numarası yada market adresi göremezsi-niz, fakat bilirsiniz. Evet bu-radaki her dükkan sahibinindemeyelim de, birçoğununikinci mesleği uyuşturucu ti-caretidir. Hatta marketten la-hana alıp içinde toz bulursa-nız, “Lahana sarması için ba-haratı da koymuşlar” diye se-vinmeyin, muhtemelen buuyuşturucudur. Hiç şaşırma-yın, bunlar yaşandı.

“fiimdi hangi markamoda kardefl?...”

“Her başarılı erkeğin ardın-da mutlaka bir kadın vardır”sözünün hakkını veren ha-nımlarımızın işi ayrıca zor; evişi, çocuk bakımının yanı sırabir alışveriş çılgınlığı hepsinisarmış durumda... Alışverişderken öyle sıradan alışverişdeğil bu, bebek arabasını ka-pan soluğu Woodgreen’de(alışveriş merkezi) alıyor. Dilyok ama ziyanı da yok, çünküpara tüm kapıları açar!.. Hemzaten İngiliz dükkan sahiple-rinin bazıları Türkçe öğren-miştir, bilmeyenler ise çözü-mü Türkiye’li bir tezgahtaredinmekte bulmuştur. Şimdimoda, bebeğini ve çocuğunuGap ya Next’ten giydirmekletakip edilir. “Vay be kadınabak, boğazından kesip çocuğu-na bu markalardan giydiriyor

ya helal olsun” dedirtebiliyormusunuz? Çok şükür; bu gün-lere de çok şükür!!!

“‹flinize gelirse...” di-yorlar

“Sevgili İngiliz adayı vatan-daşlarım, en kısa zamanda İn-gilizce kursuna başlamanızıöneririm.” Irkç� İçişleri Baka-n� D. Blunkett, vatandaşlığageçmek isteyenlere dil öğren-me zorunluluğunu yasaya ge-çirmeyi başardı. 2004 yılınınOcak ayından sonra başvuruyapanların bülbül gibi olmasada İngilizce’yi bilmeleri gere-kecek. Bizden söylemesi...

“Sanki her şey yanımdan akıpgeçiyor. Tutamıyorum. Bazendeğiyorum, dokunuyorum. Ka-yıp gidiyor...”

Bu sözleri belki kelimesi keli-mesine duymamışsınızdır; fa-kat benzer yakınmalardan ha-berdarsınızdır. Şöyle bir durupdüşününce, zaman zamanbenzer duyguları kendinizin deyaşadığını farkedersiniz. Kocabir dünya, alelacele bir yaşamyanımızdan geçip gider de, eli-mizden “hiçbir şey” yapmakgelmez. Ya da “her şeye alışmışgörünen” insanların, en sıradanbir olaya bile tepki vermesiyleşaşkınlığa düşeriz. Öyle bir ka-yıtsızlık ve karamsarlık haliyaygındır ki, bu öfkenin nasılolup da bentlerini aştığını birtürlü anlayamayız.

Her şeyi asıl olarak kendimutluluğumuz ya da mutsuzlu-ğumuzla değerlendirmeye alış-

tırılmışızdır. Bizi yalnızlaştıranbiraz da budur. Bir araya geliphatırı sayılır bir güç olmamız-dan korkulduğu için bilinci-mizde yaratılan boğucu ve kö-reltici bir çemberdir bu.

Her türlü araçla “bireyselliği-miz” ön plana çıkarılır; bunun-la da kalınmaz altı kalın kalınçizilir, her şeyden önemli ola-nın bu olduğu vurgulanır. Türk-çede bu durumu tanımlayan birsürü özdeyişe rastlanabilir:“Gemisini kurtaran kaptan”dır,“Her koyun kendi bacağındanasılır”...

Tek tek hareket etmemiz iste-nir ve bu sürekli olarak kışkırtı-lır. Kapılarımızı çekip kapatın-ca kendi kendimize kalacağı-mız işlenir: Kimse bize yardımedemez, kimse derdimizi pay-laşıp çözüm öneremez! Kimsebizim için, kimse birbiri içinkendini ortaya koymaz!..

Bu politika işe de yarar. Doğ-ruyu bulmak değil, onu yaşam-da uygulamak, herkesle paylaş-mak ve bu kahredici yalnızlığı-mızı kırıp bizim gibi yaşayan,bizim gibi düşünen kardeşleri-mizle ortaklaşmak için kullana-bilmektir esas olan.

Bütün bir dünya bizim dışı-mızda akıp gidiyorsa, biz ger-çekte o dünyada yaşamıyoruzdemektir. Egemenlerin karart-tığı günümüzü ve geleceğimizibiz belirlemiyoruz demektir. Buiradeyi göstermememiz için bi-lincimize ve ruhumuza ördük-leri tecrit duvarları iş görüyordemektir. Derin bir umutsuzlukiçine sürüklenen milyonlarcainsan, ‘hayat’ın dışında demek-tir. Dünyayı yerinden oynatmagücüne sahip damarların herbi-ri kesik demektir.

Umutsuzluktan beteri de var:Umutsuzluğa alışılması. Kanık-

sanması!.. Bunun dışında birşeylerin olacağının hayal bileedilememesi. Ruhu da yavaşyavaş öldüren, insana derin birhiçlik duygusu yaşatan işte bu-dur. Onun için şaşırırız her şeyealışmış görünen insanların, on-ca baskı, aşağılama ve hiçe say-maya karşı çıkmayıp, “incir çe-kirdeğini doldurmaz” dediğimizolaylar karşısında patlaması-na...

Onların iç seslerini duymu-yoruzdur çünkü; umutsuzluğuyaşadıklarını ama umutsuzluğaalışmadıklarını farketmiyoruz-dur. Kayıtsızlık ve karamsarlıkgörünümünün altında nasıl biröfke nehrinin aktığını, kesikdamarların nasıl birbirine baş-landığını görmüyoruzdur.

Gelin bir çay demleyelim;konuşacak, yapacak ne çok şe-yimiz var...

«Ekmek parası» derdine yıllarönce düştük yollara... Memle-kette iş yoktu, toprak yoktu,dolayısıyla aş yoktu... «Avrupa»ise işçi arıyordu...

Hayallerimiz vard›

«Yaban eller»di buralar bizimiçin. Dili farklıydı, dini farklıy-dı, kültürleri, adetleri, alışkan-

lıkarı farklıydı... Çoook sıkıntı-lar çektik bu yüzden.... Şimdi-lerde çoğunu gülerek anlatıyo-ruz belki birbirimize veya biz-den sonra gelenlere ama, o yıl-larda yaşadıklarımız hâlâ incebir sızı yaratır yüreklerimizde...

Başlarda hemen hepimizinhayali ortaktı: «Dişimizi sıkıpbiraz para biriktirdikten sonramemlekete geri dönmek...» Ki-mimiz bir dükkan açıp sanatı-mızı sürdürmeyi düşlüyorduk,kimimiz biraz toprak alıponunla uğraşacaktık, kimimi-zin hayali ise ele güne muhtaçolmadan rahat bir «emeklilikhayatı» sürmekti... Uzun lafınkısası, “eşşek gibi çal�şt�ğ�m�z”yılların acısını çıkararak ömrü-müzün son demlerini doğupbüyüdüğümüz topraklarda ge-

çirecektik.

E¤ri oturup do¤ru konuflal›m

Yıllar yılları kovaladı, geldikbugünlere... Şimdi eğri oturupdoğru konuşalım: “Memleketegeri dönmeyi” eskisi kadar dü-şünmüyoruz artık! Çoğumuzundili yine söylüyor bunu belki

ama, içten içe kendimiz de bili-yoruz ki, biz artık buralıyız!...Önceleri bir araba, giderek ev,dükkan atölye veya başka biryatırım derken iyi kötü bir dü-zen kurmuşuz kendimize...Alışmışız buraların havasına,siyasal ve sosyal haklarına...Hele çocuklar, bizlerden fazla‘buralı’ olmuş haldeler... Çoğuzaten buralarda doğup büyüme.Kimi okumuş kimi meslekyapmış... Arkadaşları, çevrelerihep burada. Birçoğu artık tatil-lerde bile Türkiye’ye gitmeyi is-temiyor, sevmiyorlar...

Hem buralarday›z, ama bural›da olam›yoruz

Fakat asıl sorunumuz şu: Ar-tık hem ‘buralardayız’ ama bir

türlü ‘buralı’ da olamıyoruz.Hala bir ‘köksüzlük’ duygusu,‘bir yerlere ait olamama’ psiko-lojisi yaşamayı sürdürüyoruz.Kendimizi kendi küçük dünya-larımıza hapsetmişiz. Bizler deAvrupa’da F Tiplerindeyiz!...

Çoğumuz yıllardır kaldığı ül-kenin dilini dahi öğrenme zah-metine girmemiş, Resmi bir işi-miz olduğunda bize ‘tercüma-

lık’ yapacaka eş-dost, arkadaşarıyoruz. İçinde yaşadığımıztoplumla bağlarımız çok zayıf.Ne onlar bizi anlıyor, ne biz on-ları. İçlerindeki ırkçı faşist ke-simlerin ‘yabancı düşmanı’ sal-dırıları da cabası. Hükümetle-rin ve çoğu partinin yaklaşımla-rının da onlardan bir farkı yok.

Kabahat hepbaflkalar›nda m›?

Fakat kabahati hep ‘dışımız-da’ ve ‘onlarda’ arayarak kendi-mizi de kandırmayalım. Bizimhiç mi kusurumuz ve yanlışımızyok? Ayrıca bizler de bizden‘farklı’ olan herkesi küçümsü-yor, hatta ‘düşman’ gibi görmü-yor muyuz? Bize küçümseyerekbakan Avrupalılar gibi bizler de

siyahlara, Kuzey Afrikalılara,Araplara, Romanlara, Hintlile-re... küçümseyerek bakmıyormuyuz?

İçinde yaşadığımız toplumla-ra ‘yabancılaşmışız’; buralarageliş nedenleri gibi gördüklerimuameleler de bizlerden farklıolmayan başka uluslardan göç-menlere ‘yabancılaşmışız’... Sa-dece bu kadar da değil! Kendi-mizle, ailemizle, yakınlarımız-la, eşimiz, dostumuz, hemşeri-lerimizle ilişkilerimiz sanki çokmu sıcak ve içten? Bunlarda dabir kopukluk ve ‘yabancılık’ ya-şamıyor muyuz?

Bu neden böyle? Açık ve dü-rüst olalım: Her şeye ‘çıkar’odağından bakıyoruz. Küçükhesaplar ve menfaatlerin peşin-den koşuyoruz. Kârı, çıkarı, pa-rayı her şeyden önemli gören ka-pitalist sistemin insanı çürütençarklarına bir biçimde biz dekendimizi kaptırmış gidiyoruz.Avrupalı’nın iş ahlakı, çalışmadisiplini, bilgiye önem verenyöntemli düşünme ve pilanlıhareket etme alışkanlığı vb.özelliklerinden öğrenmek yeri-ne, bireyci ve çıkarcı en kötüyön ve özelliklerini biz de birbiçimde benimsemişiz. So-nuç?...

Sonuçlar ortada. Uzağa git-meye gerek yok! Herkes kendiiç dünyasına, insani özellikleribakımından nereden nereyegeldiğine, çocuklarıyla, eşiyle,dostuyla, yakınlarıyla ilişkileri-ne şöyle durup bir baksın; neyianlatmaya çal�şt�ğ�m�z� anlaya-caktır.

Mutlu muyuz?..

Buralara geldiğimiz yıllaraoranla belki biraz para sahibiolduk, belki biraz daha iyi ko-şullarda yaşıyoruz, evimiz, ara-bamız, işimiz, tatil yapma im-kanımız vb. vb. olabilir. Amamutlu muyuz? Kendimizle barı-şık mıyız? Huzurlu muyuz?

Eğer bunları kaybettiğmizidüşünüyor ve yeniden bulmayıistiyorsak, o zaman dostluğu,arkadaşlığı, paylaşımı, yardım-laşmayı yeniden hatırlayarak vecanlandırarak işe başlamalıyız!Bize bu zeminleri sunan ilişki-lere ve örgütlenmelere olan il-gisizlik ve yabanc�laşmam�z� kı-rarak ilk adımları atmalıyız!

Davet bizden, gerisi size kal-mış!...

Yaban eller !..

Umutsuzlu¤a Al›flmak� Umutsuzluktan da beteri var: Umutsuzlu¤a al›flmak!.. Ne kadar ço¤uz halbuki; hepimizin

birbirimize ne kadar ihtiyac› var?.. Ahh, bu gerçe¤i bir görebilsek... Birbirimizlebuluflman›n ad›mlar›n› bir atabilsek...

‹ N S A N DünyaDünyaYaflanacakYaflanacak5

Çok fiükür!!!� “Ekmek paras› derdine düfltük yollara...” Hepimizin hayalleri vard›... “Bir gün memlekete

geri dönecektik”... Y›llar y›llar› kovalad›... Geldik bugüne... Geri dönmeyi eskisi kadaristiyor muyuz art›k?.. Mutlu muyuz?..

YasancakDünya_1 05.05.2005 13:11 Uhr Seite 5

Page 6: Yasanacak Dunya

Bir Emek Seferberli¤i:

Ba¤bozumuEylül ay›nda Fransa’da 50 kadar devrimci bir hafta süreyle ba¤bozumu iflinde

çal›flt›lar. Emek seferberli¤ini, Türkiye’deki mücadeleye katk› veÖlüm Orucu gazilerinin bak›m› için düzenlemifllerdi.

Bu anlaml› çal›flman›n deneyimlerini yaz›l› hale getirip bize de ilettiler.Seçmekte zorland›¤›m›z bu mektuplardan kimi bölümleri yay›nl›yoruz.

Ara bafll›klar taraf›m›zdan konulmufltur.

Bugüne kadar s�n�f mücadele-leri tarihinde işçi s�n�f�n�n yarat-t�ğ� k�z�l değerleri kitaplardanokuduk. Öykündük onlara...Bedeller ödedik bu düşlerin ger-çekleşmesi için... Ve bugün, bi-reycileşmenin, bencilleşmeninç�ğ�r�ndan ç�kt�ğ�, insana dairkolektif değerlerin hiç edildiğibir dünyada kolektif emek üret-kenliğinin güzel örneklerindenbirisini yaratt�k. “K�z�l Bağbo-zumu” oldu bu güzelliğin ad�.

Avrupa’n�n çeşitli ülkelerin-den gelen elli kişilik yoldaş top-luluğuyla gerçekleştirdik bu de-neyimi. 13 yaş�ndan 50 yaş�nakadar bir kuşak harman�n�oluşturuyordu bu topluluk.Dilini bilmediğimiz ama “Göz-lerinizdeki gülümsemeden anla-ş�l�yor s�cakl�ğ�n�z” diyen bir İs-panyol arkadaş�m�z da vard�aram�zda. Dilimiz farkl�yd�belki, fakat ayn� yürek s�cakl�ğ�-n� taş�yorduk Teresa yoldaşla.Teresa’y�, sanki İspanya İç Sa-vaş�’na kat�lan Uluslararas� Tu-gaylar’�n mirasç�s� gibi alg�la-d�k. Biz “Non Passaran!” de-dikçe, O, sağ yumruğunu coş-kuyla kald�r�yordu.

6 ay önce feci bir kazada ağ�ryaralanan bir yoldaş, çal�şmayasağ�na rağmen, üstün bir ça-l�şma performans� gösterdi.“Partim bana gözlerimi ve ben-liğimi verdi. Partime çok teşek-kür etmek istiyorum” sözleri içi-mizi titretti.

Salk›m› kesmeye uzananel titriyor, anl›yoruz üflü-dü¤ümüzü

*Daha başlad�ğ�m�z gün sağa-nak yağmur yağm�ş, �slanm�şt�ktepeden t�rnağa. Korunmak ad�-na yağmurluk yapm�şt�k çöp po-şetlerinden. Üzüm salk�m�n� da-l�ndan kesmeye uzanan el titri-yor; anl�yorduk üşüdüğümüzü.

Ayakta yürüyemeyecek kadarbel ağr�s�, çal�şamayacak kadarhastal�ğ� olan arkadaşlar�m�zvard� aram�zda. Büyük bir özve-riyle çal�şt� herkes. En küçük birs�zlanma yoktu dilimizde. Marş-lar, türküler söylüyorduk; yar�-ş�yorduk birbirimizle. S�ras�n�tamamlay�p ç�kan, hiçbir üşen-me göstermeden yard�m�na ko-şuyordu geride kalanlar�n. Ya-r�şmalardaki tatl� ‘rekabet’, biriç dayan�şmay� getiriyordu be-raberinde.

Çal�ş�rken, yemek yerken, si-gara içerken kendini değil önce-likle yoldaşlar�n� düşünen biranlay�ş. Bu hareket seyrimiz şa-ş�rtm�şt� bağ sahiplerini: ‘Birbi-rini gözeten, kavga etmeyen birekiple ilk defa karş�laş�yorum’diyordu. Kendi bireyci ç�karlar�değil ortak değerler için birara-ya gelinebileceğini, birbirininüzerine basarak değil yard�mla-şarak çal�ş�labileceğini ak�llar�alm�yordu.

Yap�lan iş zor ve zahmetliydigerçekten. Bağ aras�nda yokuşyukar� sürekli çömelerek çal�ş�-yorduk. Kimi zaman yaklaş�k 1saat sürekli üzüm keserek ancakç�kabiliyorduk yukar�ya. ‘Nor-mal koşullarda bu işte çal�ş-mam’ diyenler vard�. Sosyalizmmücadelesinin beslenip gelişti-rilmesi için çal�şt�ğ�m�z� bilmek,zorluklarla başetme gücü veri-yordu. (...)”

Düfl gezintileri

“.. Elbette metalar dünyas�içerisinden, onun al�şkanl�kla-r�ndan ç�k�p gelmiştik herbiri-miz. Ar�nmam�z gereken birçokal�şkanl�ğ� beraberimizde getir-miştik bu çal�şma ortam�na. Sis-tem içerisinde edindiğimiz kimiözelliklerimizle çat�şmak duru-munda kal�yorduk. Baz�lar�m�zhareket seyriyle öncü bir tutum

izlerken, kimilerimiz de al�şkan-l�klar�yla çat�şmakta zorland�.Ama ç�kars�z kurulan ilişkilerin,ç�kars�z yap�lan işlerin doyum-suzluğunu yaşad�k. Kendimizi,çal�şma arkadaşlar�m�z�, iş üre-timini yönetmeyi öğrendik. Kimizay�fl�klar�m�z, geriliklerimizaç�ğa ç�kt� ama başard�k. İşçi s�-n�f�n�n iktidar olduğu yeni birtoplumsal sistemin embriyonuy-du yaşad�ğ�m�z deneyim.

Emek yoğun, yorucu bir çal�ş-ma olan üzüm kesmenin, sosya-lizm koşullar�nda nas�l hafifleti-leceğine dair projeler geliştirdik.Bağ aralar�nda çal�şanlar�nüzerine oturarak çal�şabilecek-leri motorlu taş�t tasar�mlar� or-taya ç�kard�k. Günümüzün geli-şim düzeyi ve teknik birikimiyleyap�labilecekler üzerine düş ge-zintilerine ç�kt�k.”

Neden ‘k›z›l’ ba¤bozumudendi¤ini anlad›m!..

“Sabah 04:30’da ayaktay�m.Yar�m saat sonra da yoldaşlar�uyand�rd�m. Kahvalt� hemenyap�lacakt�. Herkese bir makasverildi ve nas�l çal�ş�lmas� ge-rektiği anlat�ld�.

İlk bir saat içinde kimsedenses ç�km�yor. Biraz sonra bir ar-kadaş sessizliği bozuyor; ‘Nere-desiniz, ben üçüncüye başl�yo-

rum’. Ard�ndan ortal�ğ� sohbet-ler, birbirine laf atmalar kapl�-yor. Ama herkes çal�ş�yor; saat11:00 gibi homurtular başl�yor;‘Kahvalt� ne zaman, çay yokmu, kahve yok mu? Yoksa grevegideceğiz...’ Hava çok ağ�r, kap-kara; işte yağmur da yağ�yor.Önce hafiften at�şt�r�yordu, ar-d�ndan sağanak... Çöp torbalar�üstten ve kollar�n geçeceği bi-çimde yanlardan kesilerek yağ-murdan korunmaya çal�ş�yoruz.

Taşeron, ‘Ara vermeyelim’ di-

yor; 350 kasa toplamam�z laz�m.Üşüyen, titreyen yoldaşlar var.Her taraf�m�z çamur içinde, bu-na rağmen etrafta moral boza-cak bir s�zlanma yok. ‘Yenidenbağlara!’. Bu arada birkaç ki-şiyle birlikte benim de parmağ�mmakasla kesiliyor. Parmak ya-ralanmalar�n�n ard�ndan şuespri patlat�l�yor: ‘Buna nedenk�z�l bağbozumu dendiği şimdianlaş�ld�. Durmadan kan�m�zak�yor...”

Bir Coflku Seli

“Her akşam iş bittiğinde geli-şen etkinlikler, gün içindeki yor-gunluklar�m�z�, yaralanmalar�-m�z� al�p götürüyordu. Hep bir-likte yemek haz�rlaman�n ve ku-rulan sofrada birlikte yemeninmutluluğunu yaş�yorduk. Soh-betler, değerlendirmeler kolektifpaylaş�m�n aç�ğa ç�kard�ğ� so-nuçlar� güçlendiriyordu. Herkeskendi bilincinin yön verdiği duy-gularla konuşuyordu. Doğall�-ğ�nda söylenen şark�lar, türkü-ler, şiirler, davul-zurnayla çeki-len halaylar, birlikte oynananoyunlar coşku kabarmas�n� sağ-l�yor, insani ilişkiler ve paylaş�-m� doruğa ç�kar�yordu. Yorucuçal�şman�n ard�ndan bu enerjiyiaç�ğa ç�karan şeyi hepimiz bili-yoruz: Belli ideallere kilitlenmiş

bir gücün önünde hiçbir şey du-ramaz.”

Ya¤mur...

“İlk günümüz yağmurla başl�-yor, haz�rl�ks�z yakalan�yoruz.İliklerimize kadar �sland�k. Birsüre yağmurun alt�nda çal�şma-ya devam ediyoruz. Kimse ha-linden memnun görünmüyor.Zaten ilk gün kahvalt�s�z gittik,bunun üzerine öğle yemeği desaat 14:00’te gelince m�r�ldan-

malar başlad�. Ben, oldum olas� yağmuru,

daha doğrusu, yağmurda �slan-may� sevmemişimdir. Hani baz�-lar� romantizm ad�na özellikle�slanmak ister ya, benim de on-lar� anlamak için birkaç dene-mem oldu, bedelini yatağa mah-kumiyetle ödeyince kendi kendi-me ‘romantizm senin neyine’ de-yip, o gün bu gündür yağmur ya-ğ�nca �slanmamak için elimdengeleni yapar�m.”

Birinciyiz!

“...Yağmur alt�ndaki çal�şmakoşullar�nda Sovyet romanla-r�ndaki kolhozlar� yaş�yormuşgibi hissettim kendimi. Sosyalistüretim tarz�. Kendine çal�ş�yor-sun, parti için çal�ş�yorsun. Tümbu zorluklar içinde çal�ş�p s�z-lanmaman�n nedeni de, hedeflive bilinçle çal�ş�yor olmak. İşgerçekten zordu, buradan dü-şündüğümde de yine kendimiokuduğum romanlar�n kahra-manlar�yla k�yaslad�m ‘Bizimyaşad�ğ�m�z da zorluk mu?’ de-yip şevkle sar�l�yorsun işe.”

Herkesin beli ağr�yor. İlk gü-nün acemiliği kalmay�p herkesbirbirine biraz daha �s�n�nca at-mosfer daha bir güzelleşiyor,canlan�yor. Alt� kişilik bir yoldaşgrubu h�zl� çal�ş�p bizi solluyor-lar. İlkin ne olduğunu anlama-d�m. Bunlar yukarda yanyanadizilip bağ�r�yorlar: ‘Neredesi-niz?’ Bu ikinci defa tekrarlan�n-ca anlad�m ki devrimci rekabetbaşlam�ş. H�zlar�na öğlene ka-dar yetişemedik... Ama öğledensonra ekip oluşturduğumuz birarkadaşla işe öyle bir koyuldukki... Bu kez biz bağ�rd�k: ‘Birin-ciyiz!’”

Biz de kendi roman›m›z›yaz›yoruz

“Başka bölgeden gelen bir ar-kadaşla hem çal�ş�yor hem debirbirimizi tan�mak için sohbetediyoruz; romanlardan bahsedi-yoruz. Tütün, Alyoşa’n�n Bay�r�,derken biz de kendi roman�m�z�yaz�yoruz. Bu defa roman�nkahramanlar� tan�d�k; bizleriz...

Çal�şma içinde akl�ma çokçagelen bir soru ise şuydu: ‘Haydibiz buraya 1 hafta 10 gün içingeldik; gideceğiz. Peki ya tümyaşam� boyunca bu koşullaramahkum edilenler...’

Almanya’da aile birleflimi yoluyla“oturum hakk›”

Almanya’ya aile birleflimi amac›yla Avrupa Birli¤i ülkelerid›fl›ndan gelen efllerin oturum haklar›, ilk aflamada Yabanc›-lar Yasas›’n›n 17. maddesinin gereklerine göre düzenlenir.Bu maddeye göre oturum müsaadesi, anayasal hakka daya-nan aile birli¤inin Almanya’da gerçekleflmesi ve korunmas›amac›yla verilir.

Bu oturum izni, di¤er eflin oturum izni ve aile yaflam›n›nsürdürülüyor olmas›na ba¤l›d›r. Dolay›s›yla Yabanc›lar Yasa-s›’n›n 19. maddesinde öngörülen en az iki y›l birlikte yaflamasüresi doldurulmadan aile birli¤inin sona ermesi halinde,oturum hakk› da kaybedilir.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta, aile yaflam›n›n so-na ermesinin resmen boflanmay› gerektirmemesidir. Yani,boflanma davas› açmadan ve boflanmadan önce de, aileyaflam› e¤er pratikte fiilen ortadan kalkm›fl ise, bu oturumhakk›n›n kayb›na da yol açar. Yaln›z geçici ayr›l›klar, örne¤inmeslek, ö¤renim veya cezaevinde tutukluluk gibi durumlar-da bu ayr›l›k evlilik yaflam›n›n bitmesi anlam›na gelmiyor vebu tür ayr›l›klar oturum hakk›n› engellemiyor.

Yabanc›lar Yasas›’n›n 19. maddesine göre, efllerin birbirle-rinden ba¤›ms›z oturum elde edebilmeleri için en az iki y›l ev-li kalmalar› gerekiyor. Buna ra¤men iki y›ll›k sürenin doldu-rulmamas› halinde, ayn› maddede öngörülen baz› istisnaidurumlarda oturum izni uzat›labiliyor.

1- Di¤er eflin Almanya’daki birliktelik süreci içinde vefat et-mesi halinde,

2- A¤›r flartlar›n (besonderer Härtefall) olmas› ve Alman-ya’da kalmas› halinde bu a¤›r flartlar›n önlenebilmesi duru-munda.

Dikkate al›nan a¤›r flartlar (besonderer Härtefall) ise özel-likle flunlar: Evlilik yaflam›n›n bitmesi sonucu ülkesine geridönme mecburiyetinde olan›n korunmay› gerektiren yüksekmenfaatlerin zedelenmesi tehlikesi varsa veya yüksek menfa-atlerinin zedelenmesi dolay›s›yla aile yaflam›n›n sürdürülmesionun için kabul edilemez bir durum oluflturuyorsa.

Dikkate al›nan baz› a¤›r flartlar örne¤i ise flunlard›r: K›rsalbölgeden gelen bir Türk bayan›n evlili¤inin bitmesi nedeniy-le ülkesine döndü¤ünde büyük (gravierend) toplumsal d›flla-malarla karfl›laflma riski; ailesi veya di¤er akrabalar›n›n takibi-ne u¤rama tehlikesi; eflin kendi ülkesinde büyümemesi ne-deniyle ülkesine adapte olamama veya toplumsal hayata en-tegre olamama olas›l›¤›n›n güçlü olmas›; e¤er efl hamileyseülkesine döndü¤ünde zorunlu kürtaj tehlikesi ile karfl› karfl›yaolmas›.

Bir di¤er a¤›r neden ise, buradaki aile yaflam› sürecinde di-¤er efl tarafandan fliddet veya psikolojik bask› uygulamas›namaruz kalmas›.

Ayn› zamanda ailede yaflayan çocu¤un zarara u¤ramas›(Beeinträchtigung des Kindeswohles) a¤›r flartlar durumu(besonderer Härtefall) say›l›r.

Dikkate al›nmayan nedenler ise; ülkesinde karfl›laflaca¤›genel sorunlar, örne¤in ekonomik ve politik sorunlard›r. Budurumlarda oturum izni ilk aflamada bir y›ll›¤›na verilir ve da-ha sonra süresiz oturum izninin flartlar› yerine getirilinceyekadar uzat›labilir.

Di¤er bir oturum izni ise; EWG (Europäische Wirtschaftsu-nion) ve Almanya ile Türkiye aras›nda yap›lan (Assozialisi-erungsabkommen) uyum sözleflmesinin 6. maddesinin gere-klerinin yerine getirilmesi halinde al›nabilir.

Bu madde, esas›nda çal›flma izni içermesine ra¤men otu-rum hakk›n› da düzenliyor. Gerekçeler ise en az bir y›l yasalve kesintisiz olarak ayn› iflyerinde çal›flm›fl olmakt›r. Fakat üçy›l içerisinde iflyeri de¤ifltirilmemesi gerekiyor.

Üç y›l doldurulduktan sonra ayn› meslek alan›nda kalmakflart›yla iflyerini de¤ifltirme hakk› do¤uyor. Kifli istedi¤i ifl ala-n›na girme hakk›n› ancak dört ifl y›l›n› doldurduktan sonra el-de ediyor. Befl ifl y›l›n›n dolmas›yla da, Yabanc›lar Yasas›’n›n24. maddesine göre süresiz oturum hakk›n› alabiliyor. Bu ça-l›flma süreçleri içerisinde hastal›ktan veya kiflinin elindeolmayan bir nedenle (unverschuldete Arbeitslosigkeit) çal›fl-maya ara vermeler (Fehlzeiten) d›fl›ndaki gerekçeler dikka-te al›nm›yor.

Devletler aras› uyum sözleflmesinin 6. maddesinden do¤anoturum izninden, sadece Almanya’da de¤il, EWG’ye ba¤l›ülkelerde yaflanan Türkler de yararlanabilirler.

• Hukuki sorunlar›n› Av. Ersin ESEN’e dan›flmak isteyenokurlar›m›z, sorunlar›n› gazetemiz arac›l›¤›yla iletebilirler.

Av. Ersin Esen

Hukuk

DünyaDünyaYaflanacakYaflanacak

6 S A ⁄ L I K - H U K U K

Unutkanl�k bir hastal�k m�d�r?Kimimiz bir telefonu, kimi-

miz randevusunu, kimisi oku-duklar�n�, kimimiz de eşyalar�n�koyduğu yeri unutur. Peki bunormal mi yoksa hastal�k dere-cesine varan önemli bir sorunmu?

“Günlük yaşant�y�, kişininperformans�n�, sosyal uyumubozmad�kça unutkanl�k hastal�kolarak kabul edilmez. Ancak ak-si bir durum, sorunun başlad�ğ�-n� gösterir ve tedavi gerektirir”diyor Prof. Dr. Tarhan.

Unutkanl�klar�n nedeninistrese bağlayan Prof. Dr. Tar-han, şu bilgiyi veriyor: “Streshormonlar�na bağl� olarak be-

yinde bilgi ak�ş� zay�fl�yor. Anla-ma, kavrama, karar verme, planyapma, strateji üretmeyle ilgilihücrelerin faaliyeti bozuluyor.Kişi yeni bilgileri ak�lda tutmak-ta güçlük çekiyor. 1 - 2 dakikadaöğreneceği şeyi 3 - 4 dakikadaöğrenmeye başl�yor. Eski bildik-lerini zor hat�rl�yor. Zihinsel ya-vaşlama oluşuyor.”

Unutkanl�k ve Stres ilişkisi:Stres, insanl�ğ�n tarihinden bu-güne bireyin zaman zamankendini içinde bulduğu bir du-rumdur. Stresle unutkanl�k ara-s�nda yak�n bir ilişki var. Stres,zihinsel olarak dikkati toplaya-mama, unutkanl�k, uzun dö-nemde uyku bozukluklar�, ob-sessif (tak�nt�l�) düşünceler

oluşturabilir. Fizyolojik, zihin-sel ve duygusal etkilerin sonun-da bireyde üretkenliğin azalma-s�, yaşamdan keyif alamama,çevreden uzaklaşma, geriye çe-kilme, boşluk ve anlams�zl�kduygular� oluşabilir.

Bireysel bütünlüğü bozanzorlayan stresin nedenleri, çev-resel nedenler, sosyal stres yara-tan nedenler ve ruhsal stres ve-riciler olarak değerlendirilebilir.

Stres, çevre koşullar�, sosyalyaşam, iş dünyas� ve aile yaşam�gibi bireye d�şardan gelen tetik-leyicilerle başlayabildiği gibi;her bireyin kendi dünyas�ndakiduygular, duygulan�mlar, dür-tüler, çat�şmalar nedeniyle deoluşabilir.

Stresle yaşayabilme, üstesin-

den gelme ya da stresle geçine-bilme, bireyin kişilik donan�m�ve bu donan�mlar�n� kullanabil-me yetisi ile ilişkilidir.

Bireyin yeni yaşam koşullar�-na uyum sağlayabilmesi, yenilikve değişimi kabullenebilmesi,kendini geliştirip zenginleştir-mesi ve esneklik kazanmas�stresle başa ç�kmada önemli et-kenlerdir. Düşmanl�k duygula-r�, yarg�lama, yineleyen bir bi-çimde kendini suçlama, aş�r�duyarl�l�k gösterme, duygular�nçözülerek ayak bağ� olmas�, aş�-r� mant�k kullanmak, olaylar� yaçok iyi ya da çok kötü olarak ikiuçta değerlendirmek, çocuksudavran�şlar, insanlarla iletişimkuramamak ya da çekingen ki-şilik özellikleri, pasif tutumlar

stresle başa ç�kmada zorlay�c�ve başar�s�z kal�nmas�na nedenolan unsurlard�r.

Unutkanl›k ve Stres...Temel bir gün okuldaöğretmenine:“Öğretmenum, benpir dakuka önce yap-tiğumu şimdu unu-tayrum”. Öğretmen:“Nedenhat�rlamaya gayret et-miyorsun?” “Neyu hocam?!!!”

Sa¤l

›k

YasancakDünya_1 05.05.2005 13:11 Uhr Seite 6

Page 7: Yasanacak Dunya

Kad�nlar bekleşiyor bu akşam maden ocağ�n�n baş�nda,dehşetten kalpleri ha durdu ha duracak,kirli gökyüzünde hortlaklar gibi bakan çarklaradikmişlerasl�nda esir hayat� yaşananölü sessizliğindeki çarklara,kaderin sessiz çarklar�na.

F�rt�nadan kaç�p s�ğ�nm�ş koyunlar gibi toplanm�şlarküme kümedururlar k�m�ldamadan,dururlar sessiz soluksuz.Ayaklar alt�ndaki kuyularda az önce,kayal�klar aras�ndaki kömür damarlar�ndayanan ve parlayan gaz birdenbireölüm saçt� dört bir yana.

Gece, kapkara gece soğuk,yağmur yağ�yor sis içinde.Atk�lar�, üstleri başlar� s�r�ls�klamçukur s�ska yanaklar� mosmorkad�nlar bekleşiyor.Bir mucize kurtar�r onlar� kurtarsa kurtarsa,böyle geldiydi kad�nlara haber.Ama kad�nlar dönmeyecekler yuvalar�nakad�nlar ocaklar�n�n baş�na dönmeyecekler.Bekleyecekler şafak sökene dek,başlay�ncaya dek dönmeye çarklar yeniden,getirilinceye dek sedyeler içinde burayasevdikleri, bağland�klar� erkekleri,güçlü, yumuşak, güzel erkekleriburaya getirilinceye dek bekleyecekler.

Saatinden tan�yacaklar kimini,kimini bir düğmeden,kimini bir sezgiyle sadece.Ve üç gün sonra bütün bu ölülerhep birlikte gömülecekler büyük bir çukura.Sevgilerini ve üzüntülerini gönderecek kral hazretleri.O milletvekili de orada olacak,hani şu bilinen kişi,son grevde, madencilerin karş�s�na asker ç�karal�m, diyengörünecek çok kederliymiş gibi,parlak kara şapkas� �ş�ldayacak baş�nda,gidecek cenazenin arkas�ndan ağ�r ağ�rş�k iskarpinli ayaklar�.

Ocağ�n sahibi de orada olacak,o herif ki, belki yüz keredemişti, anam avrad�m olsunmadencilere at eti yedirmezsem.Papaz efendi de orada olacak.çocuklar�n nafakas�yla fare besleyen papaz efendi,dua edecek ağlamakl� ağlamakl�,yüreklerini parça parça edecek sevdiklerini yitirenlerin,basa basa sözcüklerin üzerinepalavralar s�kacak papaz efendi.Say�p dökecek tehlikelerini maden ocağ�n�n,ve madencilerin değerini say�p dökecek ve yiğitliğini.Ve bütün gazeteciler,zehirlemek için kamuyu,

mürekkep harcam�şlard� hani, denizler dolusu,“endüstrinin y�k�c�lar�na” veryans�n etmişlerdi hani,kimbilir şimdi ne ac�kl� öyküler döktürecekler.Ve halk üzülecek:“Ne ac�!” diyecek, “Ne ac�!”.Unutulacak ama her şey, haftas�na varmadanve milletvekilive maden ocağ� sahibi,ve papaz efendive gazetelerve beyni y�kanm�ş kamu,devam edecekler zehirlerini, kinlerini depo etmeye,gelecek ilk büyük maden grevinde boşaltmak için.

Bu akşam kad�nlar maden ocağ�n�n baş�ndabekleşedursuntanr� bile görmüyor, tanr� bile,ikiyüzlülüğünü ve utanc�n� bu oyunun.

Joe CORRI

Ad�m Selma. 1956’da Mori-tanya’da doğdum. Annem vebabam köleydi; onlar�n anne vebabas� da ayn� ailenin kölesiydi.Yürüyecek yaşa gelir gelmezher gün gece gündüz demedençal�şmaya zorland�m. Hasta bi-le olsak çal�şmak zorundayd�k.

Daha çocukken, ailenin re-isinin ilk kar�s� ile onbeş çocu-ğunun bak�m�n� üstlenmeyebaşlad�m. Daha sonralar� ken-di çocuklar�mdan biri yaralansaya da tehlikede olsa bile, çocu-ğuma yard�mc� olamazd�m.Çünkü önce kad�n efendiminçocuklar�yla ilgilenmek zorun-dayd�m.

Sopayla ya da meşin kemerleikide bir dayak yiyordum. Birgün annemi döverlerken daya-namad�m. Onlar� durdurmayaçal�şt�m. Efendi baba bana çokk�zd�. Ellerimi bağlay�p benik�zg�n ütüyle dağlad� ve yüzü-me vurdu. Yüzüğü yüzümükesti ve bir yara izi b�rakt�.

Okula gitmeme ya da Ku-r’an’dan birkaç ayet ve dua d�-ş�nda herhangi bir şey öğren-meme asla izin verilmiyordu.Ama ben şansl�yd�m, çünküefendinin en büyük oğlu köy-den uzakta bir okula gitmişti vebabas�ndan farkl� düşünüyordu.Bana gizlice Frans�zca konuş-may� ve biraz okuyup yazmay�öğretti. Galiba herkes bana te-cavüz ettiğini düşünüyordu,ama o bana ders veriyordu.

Diğer köleler özgürlüktenkorkuyordu. Nereye gidecekle-rini, ne yapacaklar�n� bileme-mekten korkuyorlard�. Amaben her zaman özgürlüğümekavuşmak zorunda olduğumainand�m ve san�r�m bu inanç,

kaçmama yard�mc� oldu.Aşağ� yukar� on y�l önce kaç-

may� denedim. Senegal’e nekadar yak�n olduğumuzu bil-mediğimden iki gün boyuncayanl�ş yöne doğru yürüdüm.Beni bulup gönderdiler ve ce-zaland�r�ld�m. El ve ayak bilek-lerimi bağlad�lar, sonra da beniçiftlik evinin avlusunun orta-s�ndaki bir hurma ağac�na bağ-lay�p bir hafta orada b�rakt�lar.Efendi baba bileklerimi usturaile kestiğinden çok kan kaybet-tim. Yara izleri hâlâ kollar�mdaduruyor.

Sonunda pazarda karş�laşt�-ğ�m bir adam, bana Senegal’in�rmağ�n hemen karş�s�nda ol-duğunu söyledi. Yeniden dene-meye karar verdim. Irmağa ka-dar koştum; orada bir adam kü-çük bir ahşap tekneyle beni Se-negal’e götürmeyi kabul etti.Orada Moritanyal� eski bir kö-lenin idare ettiği güvenli bir s�-ğ�nağa ulaşmay� başard�m.

Senegal’de birkaç y�l kal�pboğaz tokluğuna ev işi yapt�m.Ama kendimi hiç güvende his-setmiyordum. Hep efendiminbirilerine para verip izimi bul-mas�ndan ve beni eve geri gö-türtmesinden korkuyordum.

ABD’ye gelince saç örerekgeçindim. Yapt�ğ�m iş için ilkkez para ald�ğ�mda ağlad�m.Hayat�mda kimseye yapt�ğ� işekarş�l�k para ödendiğini görme-miştim. Bu, beklenmedik birşeydi.

Bana en zor gelen şeylerdenbiri çocuklar�m� geride b�rak-makt�; ama önce kaçmam ge-rektiğini biliyordum. Buradageçirdiğim üç y�l boyunca ço-cuklar�m� özgürlüklerine ka-

vuşturmak için çal�şt�m. Bu-lunmalar� için insanlara paraödeyip onlar� Senegal’e getirt-tim ve şimdi çocuklar�m�n okulmasraflar�n� karş�l�yorum.

Her sabah erkenden kalk�pbir telefon kart� al�yor ve onlar-la konuşuyorum. Çocuklar�mMoritanya’ya dönmektense so-kaklarda sersefil ölmeyi tercihettiklerini söylüyorlar. En bü-yük k�z�m şu anda benimleABD’ de. Öbür çouklar�ma ka-vuşmay� da çok istiyorum. Mo-ritanya’da kendi çocuklar�mlailgili konularda kararlar almahakk�m olmam�şt� hiç. Buradaher şey çok farkl�.

Moritanya’da devlet kurum-lar�na başvurmaya cesaret ede-mezdim, beni dinlemezlerdi.Yasalar�n ne dediğinin hiç öne-mi yok, çünkü yasalar uygulan-m�yor. Belki orada köleliğin ol-mad�ğ� yaz�l�d�r, ama bu doğrudeğil. Moritanya devlet başka-n�n�n önünde bile Moritan-ya’da kölelik olduğunu yükseksesle söyleyebilirim, çünkü ar-t�k ben de onun kadar özgü-rüm.

ABD’ye ilk geldiğimde, gerigönderilmekten korkuyordum.Ama daha sonra avukat�mla,bana yard�m eden bir doktorla,“Free the Slaves” (KölelereÖzgürlük) örgütünden KevinBales’le ve İşkence Mağdurla-r�na Yönelik Bellevue Progra-m�’yla tan�şt�m. İltica duruş-mas�ndaki yarg�ç dürüsttü, işinigereğince yapt�. Önce kan�t is-tedi, ama sonra anlatt�klar�m�dikkatle dinledi ve art�k hayat�-m� ABD’de sürdürüyorum.

National Geography,Eylül 2003

Köle OlarakDo¤dum

Kad�nlar bekleşiyor bu akşam

Merhaba,Yaşantımdaki yeni ama ge-

cikmiş bir yeniliği sizlerle pay-laşmak istedim. Oniki yıldırFransa’da yaşıyorum. Hemenhemen hepimizin buralarda ya-şadığı tüm zorluklarla az ya daçok ben de boğuşuyorum. Bun-lardan ‘dil sorunu’na değinme-den edemeyeceğim...

Geçenlerde gecikmiş olanFransızca kursunu yapmaya ka-rar verdim. ‘Tarzanca’ Fransız-camla zorlanarak da olsa birokula kayıt yaptırdım. Kursunilk günüydü. İlkokul çocuklarıgibi heyecanlı, bir o kadar dakorku içindeydim: Acaba başa-rabilecek miyim?

Sınıfımda yirmibeş öğrencivar. Sri Lanka’dan, Afrika’nındeğişik ülkelerinden, Ceza-yir’den, Tunus’tan, Mısır’dan,Uzak Doğu ülkelerinden ve Yu-goslavya’dan öğrenciler... İlkgün zoraki bir ‘merhaba’danbaşka bir şey yoktu. Öğledensonra tanışmalar başladı. İlksoru genellikle “Nerelisin?”oluyordu.

Çok soğuk duran bir öğrenci

dikkatimi çekmişti. Ona, “Ne-relisin?” diye sordum. Ani birrefleksle, “Sen de mi Araplarısevmiyorsun?” şeklinde kızgın-lıkla yanıtladı. Şaşkınlığım geç-tikten sonra onu anlamaya ça-lıştım. “Ben sadece insan olma-yanları sevmiyorum” dedim.Yumuşamıştı, “Aslında hepimizburada yabancıyız ve yabancıbir ülkede yaşıyoruz. Neden ırk-çıyız, anlamıyorum” diye ko-nuşmasını sürdürdü. İkinci günher yanından tedirginlik ve hoş-nutsuzluk fışkıran o kadın git-miş, yerine adeta yeni birisi gel-mişti. Önyargılarımızı kırabil-menin küçük bir adımını at-mıştık; gerisi mutlaka gelecek-ti...

Artık yirmibeş kişi birlikteçalışıyor, anlayan anlamayanaöğretiyor, silgisini, kalemini be-raber kullanıyor. Paylaşımınmilliyeti ve belirli bir zamanıolmaz. İnsan olan herkesle, herzaman, her yerde, her fırsattapaylaşılacak bir şeyler mutlakavardır ve bulunur.

Oniki yıldır burada olduğumhalde neden Fransızca öğren-

mediğimi sordular. Haklılar,yerinde bir soru. Çünkü onlarüç ay ya da en fazla üç yıldır bu-radalar ve benim konumumda-lar. Bu soru karşısında hemüzüldüm, hem sorguladım ken-dimi.

Maalesef bizler hep işin kola-yına kaçarız. Doktorda ya dabelediyede bir randevumuz ol-duğunda hep dil bilen birilerinigötürürüz. Hep kendimizi kan-dırırız. ‘Çalışma ve yaşam ko-şullarının olanaksızlığı’ der yap-mamız gereken işleri hep erte-leriz. Lütfen arkadaşlar, benimgibi gecikmeyin! Şartlarınızızorlayın; kimse bize zaman veolanak bahşetmez, onu yarata-cak olan sadece biziz.

Akşamları ödevlerimi yap-mak için küçük kızımla birliktemasaya oturuyorum. Zorlanı-yorum, ama mutluyum. Yenibaşladığım kurs, oniki yıllıktembelliğimi söküp attı. 55 ya-şındaki insanla aynı masayıpaylaşıyorum. Nasıl utanmam;aramızda çok büyük bir farkvar. O üç aydır burada; ben vebenim gibiler ise yıllardır...

Gecikmifl bir “yenilik”

“Mutlu de¤ilim; mutlu de¤iliz...”Seher han�m kaç çocuğunuz

var?Seher: Bir tane, 16 yaş�nda.

Peki, onunla iletişim kurabili-yor musunuz?

Seher: İletişimi ben şöyle al-g�l�yorum; ayn� duygu ve dü-şüncelerde ortakl�k. Bunu pekbaşarabildiğim söylenemez.Ayn� şeylerden hoşlanm�yoruz.O televizyonda genelde maga-zin ağ�rl�kl� programlardanzevk al�r; bense haber ağ�rl�kl�programlardan zevk al�r�m. Birara televizyonda yay�nlanan BigBrother’s onun yaşam kaynağ�halini ald� (giyim, konuşma bi-çimi, oturma ve davran�ş bi-çimleri).

Çocuğunuzla eğitimiyle yete-rince ilgilenebiliyor musunuz?

Seher: İçinde yaşad�ğ�m�zsistemin bize dayatm�ş olduğuekonomik koşullardan dolay�büyük bir zaman�m�z� onlarlageçiremiyoruz. Buran�n yaşamakoşullar�n�n d�ş�na ç�kma im-kan�m�z olmad�ğ�ndan anaoku-lundan meslek hayat�na, med-yas�ndan tutun ilişkilerine ka-dar onlar�n eğitimiyle belirleni-yor. Burada da eğitimimizdeyetersizlik hakim.

Okullar çocuklar�m�za bir ge-lecek kurmak için cevap olabili-yor mu sizce?

Seher: Şu anda topluma vekendisine cevap olmada çocu-ğum zorlan�yor. Bende de şukan� oluştu: Çocuklar�m�z, ge-

leceğe uzanan bir köprü olarakdeğil de varolan düzene dahaiyi boyun eğen, sorgulama ru-hundan kopar�lm�ş, toplumsalolgulardan uzaklaşt�r�lm�ş in-sanlar olarak şekillendiriliyor.Okullar� da çocuklar�n geleceğiiçin değil de kendi geleceklerinisürdürebilmek için, içi boşalt�l-m�ş canl� robotlar yaratmakiçin oluşturulan kurumlar ola-rak görüyorum.

Varolan düzen dediniz; kendi-lerine gelecek haz�rlayanlardanbahsettiniz. Neyi kastediyorsu-nuz?

Seher: Tabii ki şu anda ege-men olan kapitalist sistemdenbahsediyorum. Kendi ç�karlar�için insanlar�n emeğini sömü-ren, bütün güzellikleri kendi ta-raf�nda estiren, bizlerin yete-neklerini kendi emellerindekullanan vampirlerden bahse-diyorum. Fabrikatörler, Saban-c�, Koç…

Peki Seher Han�m, çocuğunuziçin devletin finanse ettiği mes-leklerden yararlanabiliyor mu-sunuz?

Seher: İnan�r m�s�n�z art�kbeni her şey karamsarl�ğa vesorgulamaya doğru götürdü…Bak�n, size baş�mdan geçen birşeyi anlatmak istiyorum: Çocu-ğumla birlikte Arbeitsamt’a (İş-çi Bulma Kurumu) meslek yar-d�m� almak için başvurduk veterminle oraya gittik. İstediğimeslekleri sayd� çocuğum, kar-ş�dan: “Bunlar sana bir gelecek

sağlamaz; yine işsiz kal�rs�n” ce-vab�n� ald�. Biz yine �srarla omesleği tercih ettiğimizi söyle-dik ve ikinci bir yan�t olarak“Büyük işverenler bu mesleklerifinanse etmemizi istemiyor” de-diler. Bu, beni orada bir şokauğratt�. Kendimiz için değil,onlar için yaşad�ğ�m�z� bir kezdaha anlad�m.

Teknolojik gelişmenin (bilgi-sayar) ev hayat�na girmesi, ço-cuğunuzun dünyaya bak�ş�n� na-s�l etkiledi?

Seher: Dünyaya bak�ş� bir ya-na ailesine, ailesini b�rak�nkendi yaşam�na karş� hiçlik ol-gusu geliştirdi. Daha çok biziyabanc�laşt�rd� birbirimize. Bü-tün zaman� onunla geçiyor;chatleşmeler, oyunlar, hattabilgisayar yüzünden bir y�ğ�nSatanist çocuklar…

Avrupa’daki yaşam�n çocuk-lar�n�z� nas�l etkilediğini düşü-nüyorsunuz? Kültür farkl�l�kla-r�n� nas�l gidermeye çal�ş�yorsu-nuz?

Seher: Çocuğum burada doğ-duğu için kendi çevresinde çokfazla kültür çat�şmas� yaşad�ğ�n�sanm�yorum. Fakat kendi top-lumumuzda bocalamalar yaşa-d�ğ�n� gözlemleyebiliyorum.Nas�l gidermeye çal�şt�ğ�ma ge-lince, en çok zorland�ğ�m nok-talardan biri bu. Hakim olandüzenden bana pek gidermeşans� kalm�yor. Tabii olmaz diyebir şey söylenemez. Etkili ola-bildiğim oranda sosyal aktivite-

ler içerisine sokmaya çal�ş�yo-rum; tiyatro, folklor, saz…

Şu anda içinde yaşad�ğ�n�zdüzenden hoşnut olmad�ğ�n�zanlaş�l�yor...

Seher: Koca bir EVET’le sizeyan�t verebilirim. İnsani duygu-lar� öldürüp yaln�zlaşt�ran, kar-ş�l�ks�z bir fedakarl�kla yetiştir-diğimiz çocuklar�m�z� düşünmeözürlü yapan, sevgi ve sayg�s�z-l�ğ�n tohumlar�n� atan, boşgöz-lerle bakan insan y�ğ�nlar� oluş-turan, kendi bitmez tükenmezbilmeyen isteklerine ulaşmakiçin senin benim insanca yaşa-mas�na f�rsat vermeyen bu dü-zenden hoşnut olmad�ğ�m� iç-tenlikle söyleyebilirim. Mutludeğilim. Mutlu değiliz, mutludeğil tüm ezilen insanlar.

Son olarak eklemek istediğinizbir şey var m� Seher Han�m?

Seher: Buradan bütün anne-lere sesleniyorum: Bir düşü-nün, mutlu muyuz?

Biz anneler, çocuklar�m�zagelecek haz�rlama kayg�s�ylaboğuşurken, çocuklar�m�z es-rar, eroin, alkol ve sigara kul-lanmaya başl�yor. Doğum kont-rol haplar�n� kullanma yaş� 11’einerken, onlar da kendi yaşam-lar�nda boğuşuyorlar. Yine uza-ğ�z…

K�sacas�, içi boşalt�lan veboşlukta sallanan bir gelecek-sizlik var. Seyirci kalmadan hepbirlikte çocuklar�m�za güzel veyar�nlar vaat eden bir yaşamadoğru yürüyelim.

K A D I N DünyaDünyaYaflanacakYaflanacak7

� ‹nsan olan herkesle, her zaman, her yerde, her fırsattapaylaflılacak bir fleyler mutlaka vardır ve bulunur.

� Çocu¤umla istedi¤im iletiflimi kurabildi¤im söylenemez...

YasancakDünya_1 05.05.2005 13:11 Uhr Seite 7

Page 8: Yasanacak Dunya

Fas’dan, Honduras’dan, Pakistan’dan geliyor-lar. Isam Bachiri, Lenny Martinez ve Wagas Qad-ri, Kopenhag’dan çok kültürlü müzik esintileriy-le dünya gençliğini coşturuyorlar. Varoş sokakla-r�nda birlikte futbol oynayarak başlayan arkadaş-l�klar�, birlikte müzik yapma hayalleriyle besle-nerek büyüdü. Günün birinde ABD’den gelenhiphop rüzgar� onlar�n da yüreklerini yalad�.Radyolarda çalan şark�lar� üç genç dikkatlicekaydediyor ve taklide çal�ş�yorlard�. Öyle özve-riyle çal�şt�lar ki, art�k kendi şark�lar�n� yaparoldular.

Ortaya güzel bir tarz ç�kt�, Latin ezgileriyle or-yantal, Hindistan halk müziği ile Arap popu ko-yun koyuna girip kaynaşm�şt�. Bu çal�şmalarlahiphop da yeni bir perspektif kazanm�şt�. Onlar�önce Fransa’daki Cezayirliler benimsediler.

Sonra Almanya listelerinde bir numara oldularve giderek dünya gençliği Aicha (Ayşe) ile coş-maya başlad�. Outlandish’in ilk şark�s� Pacific toPacific, Uluslararas� Af Örgütü taraf�ndan dadesteklendi.

Outlandish’in müziği,klip çekimlerinde por-nografi, ağ�r tak�lar, limuzin görüntüleriyle geç-miyor. Zenginler alemine aitmiş gibi görüntülerveren, ticari bir dünyan�n metas� olma sevdas�üstüne kurulmam�ş klipleriyle Outlandish insan-c�l s�z�lar�n müzisyeni. Kapitalizmin aş�nd�rd�ğ�kimliklerimizi sorgulat�yor. Nerede olduğumu-zu, gözümüzü nereye çevirmemiz gerektiğiniyüksek bir müzik coşkusuyla veriyor. Aicha, s�ra-dan insan�n günlük yaşam� içindeki s�k�nt�lar�n�evrensel bir dille anlat�r. Ve biz bu evrenin birparças� olduğumuz duygusunu tadar�z.

New York’un varoşlarındandünya metropollerine sıçrayanHiphop, metropol gençliğininöfkeli ruhu.

Hiphop, bir müzik tarzı ola-rak kategorize ediliyorsa da birkültürdür. Metropol gençliğikültürüdür. Bu kültürün temelunsurları; rap, break dans vegraffitidir.

New York’un varoşlarındayaşayan Jamaikalılar, sözlü atış-ma, karşısındakini sözle mat et-me tarzındaki müziklerini(Rap), oyun eşliğinde (Breakdans) söylüyorlardı. Aynı za-manda bu kalabalık ailelerdegiysiler bir iki numara bol alını-yor, daha uzun süre giyiliyordu.Aynı dönemde hem varoşlarda-ki gençlerin oluşturduğu grup-lar ve çeteler graffiti yapıyor;özellikle postacılar, dolaştıklarısemtlerin duvarlarına imza tar-zında işaretler bırakıyorlardı.Sokaklardaki bol tişörtlü, ayak-kabı bağcıkları gevşetilmişgençlerin sayısı her geçen günartıyor, duvarlarda ilginç de-senlerde graffitiler görülüyor verap müzik bir küfürlü atışma ol-maktan çıkıp hayattan mem-nun olmayanların öfkeli konuş-masına dönüşüyordu.

1970 sonlarında, Hiphop’unbabası diye bilinen Jamaika do-ğumlu Kool Herc the Universal,Zulu Nation ve Afrika Bamba-ataa grupları artık dünya çapın-da tanınmışlardı. Graffiti iseduvarları, tren ve otobüslerisüsleyen bir sokak sanatı ol-muştu.

1980’li yıllarda rap ve hiphopiyice özdeşleşti ve rap meydanokumaya başladı; bunu sistemesözlü taarruz olarak yorumla-yanlar dahi oldu. Hiphopun ye-

ni yetmeleri, nereden baksan16-20 yaşlarındaki gençlerdi veçoğu banliyö çocuğu idi. Dilegetirdiklerinde, sıkıştırıldıklarılanet dünyayla çelişkileriniokumak mümkündü. Alt geçit-lerde, metrolarda dansedenle-re; trenlere, otobüslere graffitiyapanlara yasaklar geliyor vehatta altgeçitlerde break dansyapan gençler tutuklanıyordu.Almanya’da tren ve otobüsleregraffiti yasağı getirildi ve yasa-nın kaldırılması için yumuşakbir rica metni açık mektup ola-rak yayınlandı.

Türkiye’de ise hiphop, büyükkentlerde oldukça hızlı yayılanbir kültürdür. Antalya gibi kent-lerde hiphop festivalleri düzen-leniyor. Birçok kentte hiphopkültür merkezleri açılıyor.

Buralarda dayanışma, payla-şım gibi değerlerin yaşanacağıve bunun da müzikle ifade edi-leceği iddia ediliyor. Cartellgrubunu saymazsak hiphopTürkiye’de tam bir muhalif çı-kış yaptı. Cartell çocukluğunuAlmanya’da geçirmiş gençlerin

kurduğu milliyetçi bir gruptu veTürk hiphopunu olumsuz etki-ledi. Ardından Kara Öfke, Mi-litanz, Ceza, Barikat gibi hip-hopun ilerici bir kültür olduğu-nu iddia eden gruplar çıktı. Ba-rikat, yalnızca metropollerdedeğil, Anadolu kentlerinde dekonserler verdi. Ney, zurna gibiAnadolu çalgılarını da kullana-rak kendilerini Anadolu hipho-pu olarak tanımladılar. Basındaşalvarlı hiphopçular olarak ta-nıtılan grup, bu tarzıyla Afrika-lı siyahların yaşadığı Amerikanvaroşlarına gönderme yapıyor-du. Bursa Uludağ Üniversite-si’nde öğrenci olan Barikat gru-bu üyesi Murat Pakten kendinişöyle tanıtıyor. “Erzincan do-ğumluyum, 8 yaşına kadar Er-zincan’da büyüdüm. Çobanlıkbile yaptım. İlkokulu 1 MayısMahallesi’nde bitirdim. Babamserbest meslek sahibiydi. Pazar-cılıktan su satmaya, ayakkabıboyacılığına kadar birçok işteçalıştım. Liseyi de üniversiteyi deçal�şarak bitirdim.”

Murat Pakten, Jöntürklerin

ilerici yönlerinden esinlenerekde kod adını Jöntürk koyduğu-nu belirtiyor ve “sistemin yarat-tığı engellerin önümüzde barikatoluşturduğu düşüncesiyle grubunadını Barikat koyduk” diyor.

Hiphop Türkiye’de sol tara-fından horlanan bir müzik tü-rüdür; emperyalizmin müziğiolarak görülür. Halk arasındaise hiphop “serserilik” olarakadlandırılır. Murat Pakten,“Bir gençlik çığlığı Hiphop” adlıkitabında hiphopçuları da eleş-tiriyor ve “Bizim hiphopçularınşarkı sözlerine bakarsan dünya-yı kurtaracaklar ama günlük ya-şamda bir şey yok" diyor. Busözler kendi başına bir değer ta-şıyor aslında. Hatta müziği bar-lardan çıkarma yanıyla daönemli. Savaş karşıtı platform-larda yer almalarıyla da genişkesimlerle buluşma, paylaşmafırsatı yakaladılar.

Kenar mahalle gençliği ken-dini anlatmada entelektüel te-rimleri daha az kullanıyor. An-latımı, öfke içerikli ve küfürlüdolays�z sözlerden oluşabiliyor.Hiphop, konservatuarlarda öğ-retilen bir müzik değildir. Tamtersine sokaktan doğmuştur veilkin sokaklarda, duvarlardakendini göstermiş bir tarzdır.

Günümüzde hiphop, büyükmedya tekellerinin pazarladığıbir meta haline geldi. Underg-round/yeraltı kültürü olmaktançok bir popüler kültür oldu. Budurum hiphopu iddiasızlaştırdımı? Bu bir çelişki elbette. Hemprotest bir underground kültürolma iddisında olacaksınız,hem de büyük emperyalist te-kellerin pazarladığı bir metaolarak müzik üreteceksiniz.

Bu “yaman” çelişkinin çözü-mü üzerine hepimiz düşüne-lim!...

‹nsanc›l s›z›lar›n müzisyeni:

“Outlandish” Hiphop dedikleri…

Metropol gençli¤ininöfkeli ruhu

Her müzik grubunun bir hi-kayesi vard�r. Bahsedeceğimizmüzisyen kardeşlerin ilginçöyküsü, Brezilya Yağmur Or-manlar�’n�n kuzey doğusundabaşlar.

63 y�l önce 30 çocuklu Ta-bajaras kabile reisinin iki oğluormanda gezinirken yerde be-yaz adamdan kalma bir gitarbulurlar. Bunun bir silah ol-mad�ğ� anlaş�ld�ktan sonra, kiTabajara Kabilesi beyazadamdan kalma birçok silahbulurdu ormanda, Rataliciove Antenor Lima gitarla oyna-maya başlarlar. Ç�kard�ğ� sesehayran kal�rlar. Kendi kendi-lerine gitar çalmas�n� öğrenir-ler, yerel türkülerini okurlarmüzik eşliğinde.

1936 y�l�nda gitar konusun-da ilerleme sağlar kardeşler,bat� müziğinden bihaberdir-ler. Ayn� y�l ailelerinin 16 üye-siyle birlikte Rio De Jane-iro’ya 3 bin mil yürüyerek ula-ş�rlar. Burada iş bulmuşlard�r.İki kardeş bu sayede yerel ku-lüplerde müzik yapabilecektir.

Kulland�klar� teknik kötü fa-kat etkileyicidir; seyirciler sa-dece gülmek ve eğlenmek içindinlerler kardeşleri. Bununüzerine kendilerini ciddi birbiçimde eğitmeye karar verir-ler. Bu süreç 7 y�lda tamam-land�ğ�nda art�k gitarda usta-laşm�şlard�r.

Meksika’ya gittiklerindemüzik konusunda teorik ders-lere başlarlar. İki kardeş birsüre ayr�l�rlar ve çal�şmalar�n�bağ�ms�z olarak sürdürürler.Büyük olan Natalicio melodiüzerinde yoğunlaş�rken, An-tenor ise ağabeyine eşlik eder.Natalicio piyano, keman veorkestra dahil olmak üzere ya-z�lm�ş klasik çal�şmalar�n çe-virisini yapar; böylelikle ken-dilerine has özel bir teknik ya-rat�rlar.

İki kardeş 1949 y�l�nda tek-rar biraraya gelirler ve bir y�lsonra Şili turnesine ç�karlar.Uluslararas� başar�lar�n� iseAvrupa turnesiyle pekiştirirler.Turneye başlad�klar� ilk ülkeİspanya’da dinleyicileri alk�ş-larla karş�lar onlar�, Portekiz,İtalya, İsviçre ve Yunanis-tan’da konserler verirler. Bre-zilya’ya döndüklerinde iseanadillerini unuttuklar�n� far-kederler; fakat bu arada bir-çok Avrupa dilini -çok iyi de-recede- ve Portekizceyi öğ-renmişlerdir.

1950 y�l�nda Amerika’yagittiklerinde dinleyici bul-makta zorlan�rlar. Üç seneboyunca TV’de değişik showprogramlar�na ç�karak birprodüktörün dikkatini çek-meyi başar�rlar. İlk albümleriolan “Sweet and Savage”dayeralan “Maria Elena” parça-s�yla ünlerini beş y�l sonra zir-veye taş�rlar.

Kardeşler bu arada Brezil-

ya’ya dönmüş, çiftçiliğe baş-lam�şlard�r; aileyle birlikte ol-mak düşüncesi ağ�r basm�şt�r.Anlaşt�klar� RCA plak şirketi,kardeşlerin izini bulmak içinçal�şmalara başlar ve onlar�Rio’da bir köyde bulur, fakatkardeşler müziği b�rakm�şt�r.

Görüşmeler üzerine NewYork’ta ikinci albüm haz�rl�ğ�-na başlar ve yedi y�l içindedokuz albüm yaparlar. 1963y�l�nda ise ikinci Avrupa tur-nesine ç�karlar. 1966 y�l�ndaeserlerine klasik müziktençizgiler ekleyerek Latin Ame-rika folk müziğinde özgünlükyakalarlar. Japonya ve GüneyAfrika’da konserler verirler.Art�k uluslararas� üne kavuş-muşlard�r.

Onlar� en güzel, 1970 y�l�n-da Ohio Konseri sonras� ba-s�nda ç�kan şu yaz� anlat�r:

“Yetenekli gitarist kardeşle-rin çal�şmas� ancak bir keli-meyle aç�klanabilinir: Deha”.

Brezilya’n�n ormanlar�ndatesadüfen bulunan bir gitarlagelen alçakgönüllü çal�şma,onlara uluslararas� ün sağla-m�şt�r.

Okumayı öğrendiğim gün hâ-lâ belleğimde canlıd�r. Çokmutlu olmuştum. Dokuz yaş�-ma girdiğim gün ald�ğ�m hedi-yelerden birisi de kitaptı. O ak-şam hemen okumaya bağlamış-tım. O kitabı çok sevdim. Banaalınan ilk kitap olmasının etkisivardır. Ayrıca kapak resmi vehikayesi çok güzeldi; kiraz ağa-cıyla küçük bir kızın hikayesiy-di anlatılan. Kendimi o küçükkızın yerine koymuş hayalleredalmıştım. Dedemle birlikteektiğimiz kavak ağacı gelmiştiaklıma. Kiraz ağacım yoktuama ektiğim bir kavak ağacıvardı.

Derslerimde tembellik etti-ğimden bir ara annem tarafın-dan yasaklandı okumam. Epeykabarık olan yasaklar listemeşimdi bir de kitaplar eklenmişti.Herşeyin çaresi vardır diyerekbanyoda ve akşam yatarken giz-li gizli okumaya başladım.Ömer Seyfettin’in “Kaşağı” ad-

lı kitabını iki gözüm iki çeşmeokumuş ve yazara epey kızmış-tım; ne hakkı vardı biz çocukla-rı ağlatmaya? Gülten Dayıoğ-lu’nun kitapları da tat verme-yince kesmiştim. Uzun yıllarsonra Samet Behrengi’yi bul-dum.

“Küçük Kara Balık” kitabınıokumuş ve hayran kalmıştım.Yazarın en çok sevdiğim yanı,kitaplarında hem büyüklerehem çocuklara yazıyor olması.Çocukluğumun en büyük boş-luğunu gördüm bu kitabı okur-ken; çocukken okuyabilseydim,çocuk dünyamı ne kadar zen-ginleştirirdi...

Samet Behrengi, çağdaşİran-Azerbaycan Edebiyatı’nıngenç temsilcilerindendir. 1934yılında Tebriz’de doğdu. Ço-cukluğu yoksulluk içinde geçtive zor koşullarda öğretmenokulunu bitirdi. Köy öğretmen-liği yaptı. Mesleği gereği birçokinsanla tanıştı. Azerbaycan kır-

sal kesiminde zengin Azerifolklorik örneklerle tanıştı.Yazdığı “Küçük Kara Balık”adlı masalıyla İtalya’da BulumiAltın Ödülü’nü kazandı. Bu ki-tabın dışında dokuz kitap dahayazdı. Görüşleri nedeniyle,İran’daki Şah yönetimiyle tersdüştü. Cesedi Aras Nehri’ndebulunduğunda henüz 29 yaşın-daydı ve yıl 1968’di.

Bir gün kitapçıya uğrayıpSamed Behrengi’nin tüm seri-sinin siparişini verdim. NedirBehrengi’nin kitaplarını böylegüzel kılan? Öncelikle yazarinandığı yaşam felsefesine uy-gun hareket ederek diyalektikyöntemi kullanır ve masallarınıyazar. Çocuk dünyasına, onunsorularına mantıklı cevaplar ge-tirir, yalan-dolan yoktur, çocu-ğun anlayacağı dilden anlatırdünyayı. Ve bu yöntemle çocukdünyasını geliştirir, zenginleşti-rir, eğitir. Doğru yöntemle dü-şünmeyi ve olaylara açıklık ka-

zandırmayı öğretir çocuklara.Haklıyı ve haksızı öğretir ve sa-dece öğretmekle kalmaz ne ya-pılması gerektiğini de verir. Sa-dece çocuklara yazmaz, onunkitabını okuyan yetişkinlere debirçok şey anlatır. Çocuk eğiti-mi nedir diye soranları yanıtlarBehrengi. O’nun, “Bir ŞeftaliBin Şeftali” kitabının sonuçbölümüyle sonlandırmak isti-yorum:

“...İşte o günden bu güne, bil-mem kaç yıl geçti aradan? Mey-ve vermiyorum artık. Bahçıvanbir tek şeftali bile koparamadıdalımdan. Bir tek şeftali bile ta-damayacak... Ona boyun eğme-yeceğim. İster korkutsun beni,isterse yalvarsın... Boyun eğmi-yorum işte!..”

Bu güzel insanın, SametBehrengi’nin anısına; çocukla-rımıza, yeğenlerimize, kuzen-lerimize, kardeşlerimize ve to-runlarımıza O’nun bir kitabınıhediye edelim.

Los‹ndiosTaba-jara

Çocuklar›n dünyas› veSamed Behrengi

DünyaDünyaYaflanacakYaflanacak

8 G E N Ç L ‹ K

YasancakDünya_1 05.05.2005 13:11 Uhr Seite 8

Page 9: Yasanacak Dunya

“Damlada Okyanus” adl� di-renme kitab�n� okurken sürekli“Damla=Su, Okyanus=Bü-yüklük” düşlerini kuruyordum.Acaba bir damla su gerçektennedir? Düşümüzdeki büyüklükkadar enerji ortam� yaratabilirmi?

Evet sevgili Ahmet su nedir?Her suyu içebilir misin? He-men bilgiç parmaklar�n� kald�-r�p H2O diye bağ�rmaya çal�şa-caks�n, Acele etme lütfen birazsab�rl� ol!

Tan�d�ğ�m�z su, yak�ndan(daha doğrusu, iyice yaklaş Ah-metciğim korkma!) bak�ncafarkl� olabiliyor. Suyun ağ�r� bi-raz tehlikeli; ağ�r bir hidrojentürü olan döteryum içeren busu, hidrojen bombalar�nda yada 100 milyon derecenin atom-lar� birleştirmek bol, ucuz ve te-miz enerji elde etmeye yönelikfüzyon deneylerinde kullan�l�-yor.

Peki ağ�r suyun varl�ğ�n� ka-bul ettik de; suyun hafifi olurmu? Galiba evet!.. Üstelik, sony�llarda yap�lan baz� deneyler,günümüzde pek moda olanlight türlerin yaln�zca suya öz-gün olmad�ğ�n�, pekçok mole-külde de görüldüğünü ortayakoyuyor

Asl�nda sert karakterli Ah-met’imizin içtiği suya dikkatetmesine gerek yok. Hafif su,içilebilecek bir şey değil. Zatenbizim Ahmet ve arkadaşlar� bu-nu ay�rt edemez. Nedeni, buhafif türü yaln�zca su molekül-leriyle çarp�şan nötron ve elekt-ronlar�n fark edebilmeleri, o daher çarp�şmada söz konusu de-ğil. Yaln�zca süresi atto saniye(saniyenin katrilyonda birinden

daha k�sa) olan çarp�şmalardasözkonusu. Deneylerde suylabirkaç attosaniye süreyle çarp�-şan nötron ve elektronlar, şöylebir su görüyorlar H1,5O.

Araşt�rmac�lara göre bu“atto-saniye penceresi” bir zamanlarçok k�sa sürdüğü için yakalana-mayan dramatik Kuantum et-kilerin gözlenebilmesini sağla-yacak. Ancak, bu yeni gerçek,klasik ders kitaplar�nda su veöteki s�radan moleküller hak-k�nda yer alan bilgilerin tümüy-le değiştirilmesini de gerektire-bilir.

1995 y�l�nda nötron bombar-d�man�yla çeşitli elementlerdenfoton at�lmas� (spallation) de-neylerinin yürütüldüğü ISISlaboratuvar�nda bir Alman-İn-giliz araşt�rma ekibi “Epiter-mal3” nötronlar diye adland�r�-lan ve enerjileri birkaç yüzelektron volta kadar olan nöt-ronlar�, su molekülleri içerenbir hedefe çarpt�rm�şlar. Saç�-lan nötronlar�n say�s�n� ve ener-ji kay�plar�n� inceleyen araşt�r-mac�lar, nötronlar�n beklenen-den yüzde 25 oran�nda daha azsay�da protonla çarp�şt�klar� so-nucuna varm�şlar.

Bu durum, hidrojendeki pro-tonlar�n bazen nötron probla-r�na (hedefe çarparak çarp�şmaürünlerinin incelenmesini sağ-

layan parçac�k; sonda) “görün-mez” olmalar� anlam�na geli-yor. Bu olguya femtosaniye (sa-niyenin katrilyonda biri) sürendolan�kl�k olgusunun neden ol-duğu yönünde. Bu, kuantumduruma sokulan parçac�k çift-lerinden birine yap�lan bir mü-dahale, isterse evrenin ötekiucunda bulunsun öteki eşi de“an�nda” etkiliyor.

Araşt�rmac�lar, deney s�ras�n-da birbirine komşu atomlardakiprotonlar�n (ve olas�l�kla çevre-lerinde dolanan elektronlar�n)saç�lma deneyinin sonuçlar�n�değiştirecek bir biçimde dola-n�k hale geldiklerini düşünü-yorlar.

Su gibi özel, su gibi güzel, sugibi yararl�, su gibi gerekli ve sugibi bitmez tükenmez olduğu-nu, su gibi sakin olunabileceğigibi su gibi k�yametler kopar�c�olacaks�n. Suyla ilgili tercih,senin geleceğe uzanan ellerindehep senin olacak...

T�pk� su moleküllerinin de-neylerde oluşturduğu muhte-şem sonuçlar gibi.

Su, insan yaşam�nda diren-menin, varolman�n ve hayat�nkendisi olduğunun bir kan�t�d�r.

Sevgili Ahmet, şimdi su oldu-ğunu düşün ve kendi kendine,yaşanacak dünyaya merhabade!

Dünyan�n en büyük pazararaşt�rmas� şirketlerinden Mill-ward Brown taraf�ndan ABD,Brezilya, Almanya, Hindistan,Çin ve Japonya’da, 1920 kentliçocukla yüzyüze görüşülerekyap�lan BRANDchild araşt�r-mas� 9-14 yaşlar�nda olan yeninesil tüketici portresinin, zay�fhayal gücüne sahip, daha azyarat�c� ve güvensiz olduğunuortaya koydu.

Güvensiz ve bunal›ml›yeni nesil

Araşt�rmaya göre bu kuşağ�n’’şimdi ve burada’’ tatmin edil-mek istemeleri, onlara iç dün-

yalar�n� keşfetmek için zamanb�rakm�yor. Yeni nesil ayn� za-manda güvensiz ve bunal�mda.

Artan boşanma oranlar�, ci-nayetler ve savaş ç�ğl�klar� buruh halini besliyor.

Bu bağlamda araşt�rmadakorku, global çocuklar�n birin-cil güdülerinden biri olarak or-taya ç�k�yor.

“Chat”ci çocuklar

Günümüzde çocuklar birbir-leriyle parklarda oynay�p soh-bet etmek yerine “chat”leşme-yi tercih ediyor. Doğal bir iliş-ki yerine sanal ilişki kurmakdaha kolay geliyor.

Araşt�rmaya göre, çocuklar�nyaklaş�k yüzde 10’unun kendi-lerine ait web siteleri var veyüzde 45.7’si interneti düzenliolarak kullan�yor. Düzenli ola-rak internet kullanma oran�ABD’de yüzde 72.8’i buluyor.

Marka lobicileri

Çocuklar, kendisi için mar-kalar� sat�n almakla kalmay�p,ayn� zamanda anne-babalar�nadiğer markalar için lobi yap�-yorlar. Ailelerinin görüşlerinedeğil, reklamlara güveniyorlar.

Bugünün çocuklar�, geçmişkuşaklardaki yaş�tlar�ndan da-ha h�zl� büyüyorlar ve daha faz-

la geliri kontrol ediyorlar. Ço-cuklar�n düne göre aile geliri-nin daha fazlas�n� kontrol et-mesi, pazarlama şirketlerinintaze beyinleri bombard�manatutmas�na neden oluyor.

1.9 trilyon dolarl›k pazar

Çocuklar sadece ABD’dey�lda 150 milyar dolar� doğru-dan harc�yorlar. Ayr�ca evlerin-deki al�şverişlerin 150 milyardolar�n� doğrudan etkiliyorlar.

Küresel olarak çocuklar, di-rekt ya da etkileyici anlamday�lda 1.9 trilyon dolar gibi çokyüksek bir miktar�n harcanma-s�n� gerçekleştiriyorlar.

Ellerinde mouse iledoganlar

BRANDchild araşt�rmas�n�kitapta toplayan pazarlama gu-rusu Martin Lindstrom, “Inte-raktif ve talepkâr olan bu ço-cuklar, ellerinde bir mouse iledoğuyorlar ve dünyaya odalar�-n�n pencerelerinden değil, bilgi-sayarlar�n�n mönitörlerindenbak�yorlar” görüşüne yer verdi.

Sanal dünya sadece büyükle-ri değil geleceğimiz, umudu-muz olan çocuklar�m�z�n dün-yas�na da vargücüyle giriyor.

İçine kapan�k, güvensiz,paylaş�ms�z bir kuşak yetişiyor.

Çocuklar dünyaya monitörlerinden bak›yorlar

Ahmet’in ‹çemedi¤iSu

DÜNYA 100 K‹fi‹L‹K B‹RKÖY OLSAYDI...

Zekam›z› ölçelim(?!)

K Ü L T Ü R - B ‹ L ‹ M DünyaDünyaYaflanacakYaflanacak9

IQ’nun sözlük anlam� “zekaniteliği”dir. Fakat günlük ya-şamda akla hemen bir “ZekaÖlçüm Yöntemi”ni getirir. Ziraokullarda ve iş yerlerinde buamaçla kullan�l�r.

“IQ Testi”nde asl�nda kişininzekas� değil, dikkati ve soyutla-ma yeteneği ölçülmeye çal�ş�l�r.Bu tür testlerde sorulan sorular,ağ�rl�kl� olarak figürlerle say�lar,say�lar ile say�lar, orant�lar v.b.aras�ndaki ilişkilerin bulunmas�üzerine kuruludur.

“IQ Testleri”nin bir zeka öl-çüm yöntemi olarak kullan�m�tart�şmal�d�r. Son y�llarda geli-şen bir diğer görüşe göre ise,“Duygusal Zeka” (EQ), IQ’dandaha önemli ve insanlar�n dav-ran�şlar� üzerinde daha belirle-yicidir.

Okuyucular�m�z�n bu eleştirive tart�şmalar� da dikkate alarakdaha çok keyif almalar� ve“kendilerini s�namalar�” için üçküçük sorumuz var...

Sorular�n yan�tlar�n� geleceksay�m�zda bulacaks�n�z...

2. Soru işaretinin yerinehangi ş�ktaki şekil gelme-lidir?

?

Bugünkü dünyay� 100 kişilikbir köy kadar küçültebilseydik,bu köy şöyle olacakt�;

57 Asyal�, 21 Avrupal�,14 Amerikal� (Kuzey, Orta,

Güney) 8 Afrikal�...

‚‚‚Bunlar�n 52’si kad�n, 48’i

erkek olacakt�...

‚‚‚30 beyaz, 70 beyaz olmayan,

‚‚‚30 Hristiyan,70 Hristiyan olmayan,

‚‚‚89 Heteroseksüel,11 Homoseksüel,

‚‚‚6 kişi bütün servetin %59’na

sahip olacakt�,bunlar�n hepsi ABD kökenli

olacakt�...

‚‚‚80 kişi kötü evlerde yaşaya-

cakt�,

‚‚‚70 kişi okuma-yazma bilme-

yecekti...

‚‚‚1’i ölmek üzere,1’i de doğmak üzere olacak-

t�...

‚‚‚1 kişi bilgisayar sahibi,

‚‚‚1 kişi de (evet, sadece 1 kişi)

üniversite mezunu olacakt�...

‚‚‚Şimdi bunlar� gözönünde

bulundural�m:

‚‚‚Eğer bu sabah hastal�kl� de-

ğil de sağl�kl� uyanm�ş iseniz, 1 hafta sonras�n� göremeye-

cek olan 1 milyon insandandaha şansl�s�n�z;

‚‚‚Bir savaş tehlikesi ile, işken-

ce görme ihtimali ile,Aç kalma korkusu ile karş�

karş�ya değilseniz,500 milyon insandan daha

iyisiniz...

‚‚‚Tutuklanmaktan, işkence

görmekten, yahut öldürül-mekten korkmadan ibadetha-neyegidebiliyorsan�z 3 milyarinsandan daha şansl�s�n�z...

‚‚‚Buzdolab�n�zda yiyeceğiniz,

üzerinizde elbiseniz ve baş�n�-z� sokup uyuyabileceğiniz bireviniz varsa,

Dünya’daki insanlar�n %75’inden daha zenginsiniz...

‚‚‚Bankada ve cüzdan�n�zda

para varsa, dünyan�n en imti-yazl� %8’i aras�ndas�n�z...

‚‚‚

Dünya bu haliyle yaşanacakyer mi sizce?..

1. Yanda görülen şekil 180˚döndürüldüğündeaşağ�dakilerden hangisioluşur?

3. Soru işaretinin yerine aşağ�dakisay�lardan hangisi gelmelidir?

A) 3 B) 6 C) 7 D) 8 E) 10

+2

1

2

0

3

1

2

= 24

+ = 11

+ = 14

+ = ?

2

H2 O2

H2 + O2 ➔ 2H2O

YasancakDünya_1 05.05.2005 13:11 Uhr Seite 9

Page 10: Yasanacak Dunya

Tanımakta fazla zorlanma-yacaksınız: İtalya’n�n başbaka-n� Silvio Berlusconi ve dava ar-kadaşları...

Kökleri Mussolini, Frankove Türkeş’e kadar dayanmak-ta... Büyük sermaye sahibi,İtalya’nın önde gelen patron-larından... ‘90’lı yılların orta-larında büyük grevlerde yenikdüşüp bir dönem iktidardançekilmek zorunda kalmıştı.

Sermayenin işçi sınıfına karşısaldırılarının arttığı her dö-nemde ortaya çıkartılıverir.Aynı faşist MHP örgütlenme-sinde olduğu gibi. Bakışları,mimikleri, işaretleriyle ne çokbenzemekte yerli faşistlerimi-ze. Başka yorum yapmakta si-zin hakkınız olsun. Sadecedikkatli bakmak yeterli olsagerek.

Yap›flmayan pul

"Başkan Bush buyurmuş:- Üzerinde resmim olan pul

bastırdım, başkanlığın bütünmektuplarında bu pullar kul-lanılacak.

Bir süre sonra görülmüş ki,pullar zarfa bir türlü yapışmı-yor. Başkan Bush küplere bin-miş ve yetkiliyi çağırıp sormuş:

- Üstünde resmim olan pul-lar yapışmıyormuş, arkalarınazamk sürmediniz mi?

- Sürdük efendim, demişyetkili ve eklemiş; .

- Yapışmamasının nedeni,

herkesin pulun ön yüzüne tü-kürmesi”.

“Aptal” Bush

Beş yolcusuyla seyahat edenuçak düşmek üzere, ancak 4paraşüt var. Birinci yolcu;.

- ‘Ben Shaquille O’Neill,NBA’in en kıymetli oyuncu-suyum. Bana bir şey olursa LALakers zor duruma düşer, be-nim yaşamam lazım’ der ve bi-rinci paraşütü al�p atlar.

İkinci yolcu:- ‘Ben Hillary Clinton, NY

senatörü ve belki de gelecekte

Amerika’n�n ilk kadın Başkanadayıyım, benim de yaşamamlazım’ der ve ikinci paraşütüalıp atlar.

Üçüncü yolcu:- ‘Ben George W. Bush.

Amerika Başkanı’yım. Dünyaüzerinde politik sorumlulukla-rım, bombalayacağım yerlervar daha. Amerika tarihiningelmiş geçmiş en zeki başkanı-nın ölmesine izin veremezsi-niz’ der ve al�p atlar.

Dördüncü yolcu Papa, sonyolcu olan 10 yaşındaki çocu-ğun gözlerinin içine bakıp:

- ‘Evlat ben yaşlı bir ada-mım, yaşayacağımı yaşadım,bu son paraşütü alıp atlamaksenin hakkındır’ deyince, ço-cuk Papa’ya bakıp:

- ‘Gerek yok amca, geriye 2paraşüt kaldı, şu Amerika’nınen zeki başkanı benim okulçantamı alıp atladı.’

Bush’un okul ziyareti

George Bush bir ilkokuluziyaret eder, çocuklara:

- Sorusu olan var mı? der.

Küçük Bob söz alır:- Benim üç sorum olacak:

1-Seçimlerde daha az oy al-manıza rağmen nasıl oldu daBaşkan oldunuz? 2-Hiroşi-ma’ya atılan atom bombasısizce dünyanın en büyük teröreylemi değil midir? 3-Hiçbirneden yokken neden Irak’asaldırmak istiyorsunuz?

Aniden zil çalar ve çocuklarteneffüse çıkarlar.

Çocuklar geri döndüğündebu sefer sözü küçük Tom alır:

- Benim beş sorum olacak:

1-Seçimlerde daha az oy al-manıza rağmen nasıl oldu daBaşkan oldunuz? 2-Hiroşi-ma’ya atılan atom bombasısizce dünyanın en büyük teröreylemi değil midir? 3- Hiçbirneden yokken neden Irak’asaldırmak istiyorsunuz? 4-Bugün neden zil 30 dakika er-ken çaldı? 5- Bob nerede?.’

“Beyinsiz Bush” f›kras›

Uluslararas� bir kongrede üçdoktor aralar�nda konuşmak-tad�rlar.

İngiliz doktor:- Tıp bilimi bizde öyle iler-

ledi ki, biz bir adamın beyninialırız ve başkasına koyarız,onu altı haftada iş arayacakhale getiririz.

Alman doktor hemen at�l�r:- Bu hiç bir şey değil. Biz

bir adamın beynini çıkarırız vebaşkasına koyarız, onu dörthaftada savaşa hazır hale geti-ririz.

Amerikalı doktor, diğerleri-ne küçümseyerek bakar ve:

- Beyler siz çok geridesiniz!Biz Teksas’tan bir beyinsizi al-dık ve Beyaz Saray’a koyduk.Şimdi ülkenin yarısı iş arıyor,yarısı da savaşa hazırlanıyor.

Capetown, Güney Afri-ka, 11 fiubat 1990

Nelson Mande-la, Apartheid reji-minin 28 yıl sürenzindan zorbalığıertesinde serbestbırakılıyor. Onunserbest bırakıldığı-nı gösteren ve bü-

tün dünyada canlı yayınlananresimler, gözlerini güneşten ko-rumaya çalışan bir adamı göste-riyor.

Mandela zindan hayatınınyarısından fazlasını, Ümit Bur-nu’nun hesapsız akıntılarınınortasında rüzgarlı bir kaya par-çası olan Robben Island’da ge-çirdi. Kapstadt’a yedi millik birmesafede bulunan ada, 1959’-dan bu yana “beyaz olmayanadamlar” için yüksek güvenliklitecrit hapishanesi olarak kulla-nılıyordu. Mandela ile birlikteWalter Sisulu, Ahmed Kathradave bugünkü Güney Afrika Dev-let Başkanı Thabo M’beki’ninbabası olan Goven M’beki de buadada tutsak tutulmuştu. Man-dela daha sonra “Robben Islandbizim bundan böyle hiçbir za-man ideallerimiz uğruna savaş-maya cesaret edemeyecek sakat-lar haline getirilmemizin aracıy-dı” diyecekti.

1964 yılında Mandela ve zin-dan arkadaşları tecrit blokların-dan çıkarılıp, birbirlerine zin-cirlenerek adanın orta yerinde-ki bir taş ocağına götürüldüler.Taş kırıp, kireç çıkarmaya zor-landılar. Adanın sokakları ki-

reçle beyazlanıyordu. Gününsonunda siyah adamlar da bu-landıkları kireç tozuyla beyaz-lamışlardı. Çalışmaları sırasın-da kireç taşı güneş ışığını güçlübir şekilde yansıtarak tutsakla-rın gözlerini kamaştırıyordu.Gözlerini koruyabilmek ama-cıyla defalarca güneş gözlüğütalep ettiler. Bu talepler hepreddedildi.

Mandela’yı serbest bırakıldığıgünde ağlarken gösteren tek birfotoğraf bile yoktur. Kireç taşı-nın gözleri kamaştıran ışık yan-sıtmasının onun ağlama yete-neğini yok ettiği anlatılmakta-dır.

Pennsylvania, ABD,15 Nisan 2001

Haberlere göre dünya çapın-da en büyük tarihi fotoğraf ko-leksiyonlarından biri yakında,bütün zamanlar için kullanıl-mayan bir kireç ocağına gömü-lecek. Pennsylvania’nın batısın-da sapa bir yerde bulunan ocak‘50’li yıllarda bir korugan hali-ne getirilmişti ve bugün de“Iron Mountain National Un-derground Storage” adıyla bi-linmektedir.

Takriben 17 milyon fotoğrafasahip olan Bethmann ve UnitedPress Enternasyonal arşivi 1995yılında Microsoft’un sahibi BillGates tarafından satın alındı.Gates’in Corbis isimli özel şir-keti şimdi de New York’ta bu-lunan resimleri kireç ocağınataşıyacak ve onları 65 metre de-rinde bulunan az nemli ve kli-matize edilmiş bir depoya gö-mecek.

Bu taşımanın, resimleri kon-serve etmenin yanında onlaraulaşılmasını da imkansız kıla-cağından yola çıkılıyor. Gatesresimlerin dijitalize edilmişkopyalarını satmayı planlıyor.Son altı yıl içinde taranmış vedijitalize edilmiş resimlerin sa-yısı 225 bin. Bu, arşivin ancakyüzde 2’si civarında bir rakam.Bu tempoyla gidildiğinde tümarşivin dijitalize edilmesi için453 yıl gerekecektir.

Arşivde, Wright Kardeşler’ibir uçuş s�ras�nda gösteren,Kennedy’nin oğlunu babasınıntabutu önünde selam dururkegösteren, Vietnam Savaşı’ndanönemli anları belgeleyen veNelson Mandela’yı hapiste gös-teren resimler de var.

Gates iki foto acentasının da-ha sahibidir ve dünya çapındabirçok sanat müzesindeki eser-lerin dijitalize reprodüksiyonhakkını da satın almış durum-dadır. O şu anda 65 milyon res-min gösterme ya da gömmehakkına sahiptir.

Bu örnekten de görüldüğü gi-bi burjuvazinin, herhangi birürün veya sanat eserini, yeni

keşfedilmiş bir tekniği, hattainsanın yaşamını etkileyen birilacı vs. topluma sunmasınıntek nedeni kâr getirip getirme-mesidir. Eğer kârlarına kâr katı-yorsa binbir çeşit pazarlamayöntemini kullanarak piyasala-ra sürer. Eğer kâr getirmiyorsatoplumdan gizleyebilmek içinyerin 65 metre derinliğine gö-mer ya da çelik kasalarına kilit-ler.

Kabil, Afganistan,7 Ekim 2001

Kabil’e karanlık çöktüğündeABD Hava Kuvvetleri Afganis-tan’ı vuran ilk saldırıları başlat-tı. Saldırıya katılıp Kabil’ebomba yağdıran uçaklar içinde12 bin metre yükseklikte uçanB54’ler de vardı. Ayrıca 50Cruise füzesi de Kabil’i vurdu.Başkan Bush saldırıyı, “sivilhalk içinde kayıpları önlemekamac�yla özenle seçilmiş hedef-leri vuran bir saldırı” olarak ad-landırdı.

Hava saldırısından kısa süreönce ABD Savunma Bakanlığı,Afganistan’ı ve komşu ülkeleri-ni gösteren bütün uydu resim-lerinin kullanım hakkını satınaldı.

Bu anlaşma, askeri operasyo-nun etkin bir biçimde aklanma-sını da sağlamış oldu. Pentagonoperasyon bölgesinin uzaydançekilmiş tüm fotoğraflarının sa-hipliğini elde ederek, kendi ver-diği bilgilerin bağımsız bir kay-nak tarafından sorgulanmasıimkanını engellemiş oluyordu.Batı medyasının bombardıma-nının uzaydan görünen sonuç-larını hükümet dışı bir kaynak-tan edinmesi imkansız kılın-mıştı. ABD’de ve Avrupa’dahaber ajansları bu yüzden ha-berlerini ancak arşiv resimleriy-le desteklemek durumunda kal-mışlardı.

Space Imaging Inc.’ın Şefi;“Varolan bütün resimleri satınalıyorlar” diyordu. “Görecek birşey kalmamıştı.”

(Kaynak: Güney Dergisi)

“Yüzüne tükürülen” Bush

Kim bu adamlar?

Dünya’da neler oluyor?

Burjuvazinin pineklediği, yozilişkilerinin ve soytar�l�klar�n�nşaha kalkt�ğ�, işçi aşklar�n�n veeylemlerinin yaşand�ğ� şehirParis.

Ne kadar süslenirse süslen-sin, içindeki yoksul k�z� sakla-yamayan kent. Öyle bir şehir ki,iyiyi-kötüyü, güzeli-çirkini,doğruyu-yanl�ş� yani bütün iki-lemleri içinde taş�r. Bir tarafta,moda ve eğlence merkeziChamps-Elysèes, diğer taraftaemekçilerin yaşam alan� St.Denis semti. Bir tarafta baş�n�bütün ihtişam�yla göğe dikmişEifel kulesi, diğer tarafta ç�rp�-nan Sentier mahallesi. Bir ta-rafta kad�n teninin pazarland�ğ�Pigalle, diğer tarafta sevecenarka mahalleler. Ve işte bu şeh-rin en yüksek tepesinde bir yap�

yükselir; Sacre-Couer (BeyazKilise).

Aşağ�dan yukar�ya bakt�ğ�-n�zda, heybetli bir görüntüsüolan bu devasa yap�ya isterse-niz, yüksek merdivenlerden so-luk soluğa yürüyerek, istersenizbilet al�p teleferiğe binerek ç�-kabilirsiniz. Nihayet girişe gelipbaş�n�z� kald�rd�ğ�n�zda, kap�-n�n kenarlar�nda iki sütununüzerinde, Paris emekçilerinekan kusturmuş ordular� temsi-len dikilmiş atl� asker heykelle-rini görürsünüz. Bu bina mo-dern mimari ile yap�lm�ş en bü-yük kilise özelliğini taş�r. Bronzkap�lara “son yemek” gibi İn-cil’den çeşitli figürlerin işlendi-ği yap�n�n, d�şar�da bulunanoval kubbesi Paris’in en yüksekikinci noktas�d�r. Bu ve benzeri

özellikleriyle bilinen beyaz kili-se Frans�z turizminin Eyfel ku-lesinden sonraki en büyük gelirkaynağ�d�r.

Beyaza boyanm�ş dev bir kili-se, “buran�n hakimi benim” di-yen bir görüntüyle ç�kar karş�-n�za. Esas�nda bir çoğumuzungördüğü veya görmek istediğibu yap�n�n pek de fazla bilin-meyen bir yan� daha var. Şimdiisterseniz cilalanm�ş bu görün-tünün ard�nda yatan gerçeklerebirlikte bir yolculuğa ç�kal�m.

Y�l 1871; “Halk iktidara gel-diğinde Paris ilkbahar� da karş�-lam�şt�. Her taraf yemyeşildi.Doğa yeniden doğuşun zaferiniinsanlarla birlikte kutluyorduadeta. Fakat hiçbir zaman in-sanlardaki mutluluk Paris’teMart ay�n�n ikinci yar�s�ndakibu günler kadar coşkulu, gemvurulamaz ve mutluluk verici ol-mam�şt�. Her tarafta kendisinigösteren tehdit, sonunda tam birözgürlük elde eden halk�n azmi-ni k�rmam�ş, tam tersine güçlen-dirmişti. Halk�n bast�r�lm�ş gücükendisini göstermiş ve büyük in-san kitlesinin elleri ve beynihummal� bir şekilde işlemeyebaşlam�şt�”. (Ateşi Çalmak adl�romandan. IV. Cilt. Sf. 260)

Bu cümlelerle anlat�lan, tari-hin gördüğü ilk işçi ve emekçiiktidar� olan Paris Komünü’dür.İnsana dair güzelliklerin yaşan-d�ğ� Paris Komünü, 72 günlükiktidar deneyiminden sonra

Prusya (Almanya) ordusunu daarkas�na alan, Frans�z monarşi-sinin kanl� katliam�yla yenilgiyeuğrad�. Paris Komünü’nün he-men öncesinde Prusya’ya savaşilan etmiş olan Frans�z monar-şisi, işçi iktidar�n� y�kmak içinPrusya ile bar�ş ilan etti. Bununyan� s�ra sanayi ve stratejik aç�-dan Avrupa’n�n önemli mer-kezlerinden biri olan Alsace(Strasbourg ve çevresi) bölgesiile birlikte 5 milyar Frang� daaskeri yard�m karş�l�ğ�nda Prus-ya’ya hibe etti.

İki ordunun birleşmesiylebirlikte ortaya ç�kan devasa as-keri güç halk� tam bir k�r�mdangeçirdi.

Komün’ün yenilgiye uğrama-s�ndan sonra ise tam bir insanav� başlat�ld�. Binlerce insankurşuna dizildi. On binlerce in-san giyotin tezgahlar�ndan ge-çirildi. Bugünün moda ve parababalar�n�n al�şveriş merkezidurumunda olan Champs-Ely-sèes girişinde bulunan Concor-de meydan�nda giyotinlerde onbinlerce insan�n kafas� kesildi.

Peki bütün bu anlat�lanlar�nBeyaz Kilise ile ne alakas� var?Beyaz Kilise’nin tarihi esas�nda17. yüzy�la dayan�yor. Ama Ko-mün’ün yenilgiye uğrat�lmas�n-dan sonra kilise, Frans�z burju-vazisi taraf�ndan y�k�l�p yenideninşa edilmiş. Şehrin her taraf�n-dan görülebilen, Paris’in enyüksek tepesine kondurulmuş

Beyaz Kilise, bu katliam� ya-panlar�n zafer an�t� olarak dikil-miş. Bu yap�yla Frans�z burju-vazisi sözde ihtişam�n� ve bü-yüklüğünü sergilemekte ve in-sanl�ğa, “benim iktidar�ma gözdikerseniz yapmayacağ�m katli-am yoktur” dercesine kinini vekorkusunu kusmakta.

Ancak bu kafatasç�lar�n unut-tuğu küçük bir ayr�nt� var; o da“korkunun ecele faydas� olmad�-ğ�” gerçeğidir.

Sustular dürüstler, yiğitçedüşenler Mutsuz halk ad�na isyanedenler, Sustu onlar�n yaln�z sesleri. Ama kudurdu ac�mas�ztutkular. Bir kötülük ve ç�lg�nl�kkas�rgas� Esip duruyor tepende, ey dilsizülke. Canl� olan, iyi olan her şeyeziliyor. Beslediğin karanl�ğ�n ortas�nda. Şafağa durmayan gecedirduyulan ancak, Nas�lda zafer ç�ğl�klar� at�yordüşmanlar, Öldürülen bir devin leşineüşüşenKana susam�ş akbabalar gibi, K�vr�l�p giden zehirlisürüngenler gibi!

Nekrasov’un komüncülereadanm�ş dizelerinden.

Barbarl›¤a adanm›fl bir yap›: Beyaz Kilise

DünyaDünyaYaflanacakYaflanacak

10 H A B E R - Y O R U M

Spécialités turques

DÖNER GRILLADES

190. Avenue d’ArgenteuilTel.: 01 47 33 09 01

YasancakDünya_1 05.05.2005 13:11 Uhr Seite 10

Page 11: Yasanacak Dunya

Y�l 1973. Bir ayakkab�y� dahitaksitle almaya başlad�ğ�m�zgünler gelip çatm�şt�. Kendisiy-le bar�ş�k zor gün insan�yd�m.Lise öğrenimini de, PTT’deyorucu mesai sonras� akşamlar�tamamlam�şt�m. Onurumla ya-şayabilmek, annem, iki karde-şim ve kendim için de gurbetkap�lar�na s�ğ�nmay� tercih et-miştim.

10 Şubat 1973. Bir haftal�khengame sonucu, İstanbul ha-vaalan�na al�nd�ğ�m�zda, iradeküpü olan ben, tuzla buz olu-vermiştim. “Yirmibeşinci Sa-at” filmindeki bir sahneyi hat�r-lad�m. Almanlar�n, bir Macaraskerini teslim al�şlar� akl�mageldi.

Kader arkadaşl�ğ�m�z�n fide-leri o an kök sal�vermişti. Kaderyolculuğunda insanlar�n birbir-lerine ihtiyaçlar� vard�. Sar�l-mal�yd�lar yitmemek için. Sa-r�ld�lar da göz yaşlar�yla.

Ayşe, Hacce, Fadime, Temelailelerinin mücahidiydiler. Ay-şe’nin kardeşi evlenmeliydi.Baba yaşl� ve yoksuldu. Biricikoğlunun murad�n� görmeliydi.Ayşe erkek gibiydi de... Keşkeannesi erkek çocuğu olarak do-ğursayd�. Babas� hep öyle der-miş. On saatlik fabrika, iki saat-lik temizlik işinde çal�şarakkardeşini ve babas�n� murad�naerdirmişti. Sağl�ğ� söz konusudeğildi.

Hacce’nin kay�nbiraderininevliliği içinde iyi bir sermayeyeihtiyaç vard�. Hacce mant�kl�kad�nd�. Kocas�n� karş�s�naal�p, “Sen kömür ocağ�nda günehasret kalarak, ben de kenef te-mizleyerek kazand�ğ�m�z üç beşmark� da onlara kapt�ramam.Eğer sen gönderirsen zehir z�k-k�m olur” der. Olan olur. Onahayat� zehir ederler.

Fadime’nin de annesi ameli-yat olacakt�r. Gerçek ihtiyac�nüç kat� kadar olan bir meblağistenmektedir. Duygu sömürü-süyle doldurulmuş bir mektupgelir memleketten. Fadi-mem’de ana sevgisi, gurbetsanc�lar�, bir de ikinci s�n�f in-san ezikliği vard�r. İş bulamamaşanss�zl�ğ� da yoktur. Kimsenintenezzül etmediği işler onunk�smetidir. Ameliyat�n gerçekgiderlerini öğrenir. Yufka yü-reklim, ihtiyaçlar� vard�r diyesineye çeker.

Temel uyan�kt�r. Otuzundabir gençtir. Yetmişlik bir nineyeaş�k oluvermiştir. Ninenin tekarzusu Temel’in yan�nda olma-s�d�r. Alt� çocuk, bir de han�m,üç bin kilometre uzakl�ğ�n neönemi var ki, diye düşünür. Te-mel çocuklar�n�n maddi sorun-lar�n� çözdüğünden, mükem-mel bir babad�r. Kas�lmas� gere-kir.

Abdo da memleketinde özgürdeğilmiş, zavall� çok masum-

muş. Alman hükümetine, Tür-kiye’de sokağa ç�kmaya korktu-ğunu ispatlayarak, Alman kim-liğini alm�ş. İstersen ilerde poli-tikaya da at�labilirsin demişler.Çal�şmadan bütün ihtiyaçlar�n�karş�l�yorlarm�ş. Mercedes tah-sis edivermişler.

Hep zor gün insan� ben, yük-sek öğrenimi de başarm�şt�m.Annemi rüyamda öpüyorum.Korkulu bir duygu ile kardeşimiar�yorum. Sağl�k haberini veri-yor. “Abla, fotoğraf�n� avucununiçinde s�karak ruhunu teslim et-ti” diyemiyor. Gerçeği söyleye-mezdi de. Çünkü gidemezdim.Alt� y�ll�k eşim o sabah uzaklar-da omurilik kanseri teşhisi ileameliyata giriyordu. Onun dabenden başka kimsesi yoktu bu-ralarda. Sab�rl�, cefakâr anamarahmetler diliyorum.

Alman kimliğimle ilgili bel-geyi teslim ettiklerinde, yirmi-yedi y�l sonra, ortal�ğ� y�karca-s�na ikinci kez ağlad�m. Yineneler yitirmiştim acaba?

Medyadan, “bedenimizin bu-rada, ruhumuzun orada olduğuo yer”in durumunu öğreniyo-ruz. Buruk buruk, naçar. Onlarbizi sevmiyor ki!.. Hep bizimsevmemizi istiyorlar. Ne yapa-l�m gurbet vatandaş� da olduk.

Utanmamal�y�z da, utanma-l�lar diyebiliyoruz.

Süreyya Ayhan’ı artık herhaldehepimiz tanıyoruz. Çankırı’nınyoksul bir köyünden çıkmış bir ye-tenek. Kendisi gibi “gariban” ant-rönüyle birlikte yıllarca yalnız baş-larına uğraşıp didinmişler. Onungibi nice yeteneğin keşfedilemedenkaybolup gittiği Anadolu’nun boz-kırlarından dünya çapında bir atletçıkmış ortaya.

Bunu başarırken sadece imkan-sızlıklar ve ilgisizlikle boğuşmamış-lar. Birbirlerini sevdikleri için onla-rı ‘linç etmeye’ kalkışan namusbekçisi pozlarındaki namussuzlaralayının saldırılarını da göğüsle-mek zorunda kalmışlar.

Atletizme hiç ilgi duymayanları-mız dahi Süreyya’yı tanıdıkça ya-rışlarını kaçırmıyor, hepimiz onakarşı gün geçtikçe büyüyen birsempati duyuyoruz. Süreyya’da“farklı” bir şeyler var çünkü.

Yaptığı işi iyi yapıyor en başta;şimdiden dünyanın en iyi 1500metre koşucuları arasına girdiğihalde, kendini sürekli daha da ge-liştirmeye çalışmaktan geri durmu-yor. Her yarışta biraz daha iyi dere-celer yapıyor.

Sahip oldukları ve yaptıklarıylayetinmemesinin diğer bir gösterge-si, önüne hep yeni hedefler koy-

ması. Önce “Avrupa şampiyonlu-ğu” dedi, başardı. Elde ettiği dere-celerin ‘geçici’ ve ‘tesadüf’ olma-dığını göstermek için sonra “istik-rar” dedi. Dünya atletizm otorite-leri tarafından bile dünyanın sayılı1500 metrecilerinden biri olarakkabul ediliyor bugün. Ardından çı-tayı biraz daha yükseltip “dünyaşampiyonluğu”nu hedefledi. Hersporcunun başına gelebilecek birtalihsizlik sonucu ulaşamadı buhedefine; yarışın son 50 metresin-de ikinciliğe düştü. Hiçbir emekle-ri ve katkıların�n olmadığı “hazırbir başarı”ya konmaya hazırlananleş kargaları hemen seslerini yük-selttiler. Ne “korkaklığı” kaldı Sü-reyya’nın, ne “şımarıklığı”, ne“beceriksizliği”...

O’nun güzel bir özelliğini dahakeşfettik bu yaygaralar sırasında.Önüne koyduğu hedefe ulaşama-masının nedenlerini bahaneler icatetmeye kalkmadan, hiçbir kaça-mağa başvurmadan çıktı dobradobra koydu. Bu dürüst ve açıksöz-lü tutumundan dolayı biraz dahafazla sevdik Süreyya’yı. ZatenO’nun ‘tribünlere oynamadığını’,“Başkaları ne der” korkusuyla ha-rekete etmediğini, kısacası rol yap-madığın� daha önce uğradığı saldı-

rılar sırasında mertçe duruşundanda biliyorduk. Süreyya bu kişiliklitutumunu, girdiği yarışlar s�rasındada gösteriyor. Rakiplerinin ne yap-tığına bakarak değil, kendisine na-sıl bir taktik belirlemişse ona görekoşuyor.

Süreyya’nın sevdiğimiz özellik-lerinden biri de, sadeliği ve alçakgönüllülüğü olsa gerek. Sanki bir‘su damlas�’ gibi, içi dışı bir. Ne ka-zandığ� başarılardan dolayı “alçakdağları ben yarattım” havalarına gi-riyor, ne de başardıklarını küçüm-semeye yeltenenlere pabuç bırakı-yor. “Niye dünya şampiyonu olama-dın?” diyenlere, Türkiye’nin atle-tizm tarihinde dünya ikinciliği gibibir başarının daha önce yanına bileyaklaşılamad�ğını hatırlatmaktançekinmiyor.

Hedeflerine ulaşamayınca he-men moral bozukluğuna sürükle-nip, yelkenleri suya indirmediğinide biliyoruz. Kaçırd�ğı dünya şam-piyonluğunun arkasından katıldığıyarışlarda peşpeşe elde ettiği başa-rılarla da bunu kanıtladı.

Süreyya Ayhan bir atlet. Süreyyasadece koşmuyor, başarıları ve ha-yat karşısındaki duruşuyla bizlereçok şey anlatıyor.

Süreyya’yı izliyor musunuz?

GurbettekiYak›nlar›m›z

‹sviçre Ulusal Meclis aday› SEYD‹ AKS‹N:

“S›¤›nt› psikolojisini k›rmak zorunday›z”

19 Ekim’deİsviçre’de Ulu-sal Meclis seçimleri yap�lacak.Seydi Aksin meclis aday�.

Neden aday olma gereği duy-dunuz?

Seydi Aksin: Bunun için bi-raz gerilere gitmek istiyorum.Bizi buraya iten sebepleri an-latmam gerekecek.

Bölgemize yerleşim daha çok80’li y�llara dayan�r. Politik yada ekonomik nedenlerle gelenhemen herkes geri dönme

umudunu içlerinde taş�yor. Buiçimizde taş�d�ğ�m�z umut; fa-kat gerçeklik daha farkl�. Bura-da kal�c�laş�yoruz. Fark�ndadeğiliz ya da kabullenmek iste-miyoruz. Belki bir gün dönebi-liriz fakat gidene kadar da bu-rada yapmam�z gerekenleriyapmal�y�z. Buradaki sorunlarakay�ts�z kalmak, kendimizi sü-rekli misafir gibi görmek uyumsağlamam�z� zorlaşt�r�yor.Kendimizi s�ğ�nt� gibi görüyo-ruz; bu da yaşamda aktif rol al-

ma yerine edilgenliğe yol aç�-yor. Dili öğrenmiyoruz, “çünkügeri döneceğiz” diyoruz. Gericiyasalar ç�k�yor, “yerlilerin soru-nu” deyip geçiyoruz. Yaşad�ğ�-m�z şehri tan�m�yoruz, “nas�lolsa benim memleketim değil”diyoruz. Hücre tipi yaşam�kendi ellerimizle örüyoruz.

Uyumla neyi kastediyorsu-nuz?

Seydi Aksin: Uyumdan kas-t�m asimile olmak yani dayat�-lan herşeyi kabullenmek değil.Kendi kimliğimizi yads�madanyaşad�ğ�m�z toplumun ileriyanlar�n� görmek, geri yanla-r�yla da mücadele etmek. Bi-zim savunduğumuz sosyalistkültürü buralara taş�mak. Mil-liyete göre değil s�n�fa göre ko-numlanmak.

İsviçre Ulusal Konseyi’ne se-çilerek sorunlar�n çözülebilece-ğini mi söylüyorsunuz?

Seydi Aksin: Sorunlar�m�z�nçözümünün ulusal konseye se-çilerek olacağ�n� savunmuyo-rum ama bu kürsüyü de kullan-mam�z gerekir diye düşünüyo-rum. Daha geniş bir kitleye ses-lenme olanağ�n var. Bas�n aç�k-lamas� yapt�k, radyo ve televiz-yonlarla röportajlar yapt�k, bu-ralarda düşüncelerimizi söyle-dik. Neuchatel kantonunda ye-ni kurulan sağc� UDC partininyabanc�lara ve ilticac�lara yö-nelik gerici politikalar�n� teşhirettik. Ordusuz bir İsviçre’yi sa-vunurken, emperyalist savaş�teşhir ettik. “Başka bir dünyamümkün” slogan�n� savunur-ken de kapitalizmi teşhir ettik.

Hangi partiden adays�n�z?Seydi Aksin: Parti değil, SO-

LIDARITES ad�nda bir grup.Neuchatel, Lausanne, Cenev-re’de örgütlü ama İsviçre düze-yinde de diğer gruplarla birlikolarak gerici politikalara karş�birlikte hareket eden bir grup.

Solidarités’nin ya da sizin ka-zanma olas�l�ğ�n�z hakk�nda ne-ler söyleyebilirsiniz?

Seydi Aksin: Kazanmay� sa-dece seçilmede görmüyorum.Şimdiden birçok kazanc�m�zoldu. Düşüncelerimizi söylü-yoruz, benim bu konuda tecrü-belerim art�yor. Mesela, Türki-yelilerle ilişkilerimde motorgücü oluşturuyorum ama yerli-lerle ilişkide sessiz bir kat�l�mc�gibiydim; şimdi bunu k�r�yo-rum, buralardaki çal�şmalardakendime olan güvenim art�yor.

Kazan�m olay�n� soyut ele al-mamak laz�m. Bir işi çok yönlüdeğerlendirme yap�s�na sahip-sen, o zaman bu işten maksi-mum yaralanabilirsin. Aksitakdirde seçimi kazansan bilebu kazanç göreli bir kazançolur.

Ulusal olmasa da ileride gru-bumuzun (Umudun Iş�ğ�) bele-diye seçimlerine temsilci gön-dereceğine eminim; bu bizimiçin bir başlang�ç. Grubumu-zun (Umudun Iş�ğ�) etkisi art�-yor. Solidarités’nin kantonaldüzeyde konsey üyesi var amaulusal düzeyde yok.

İş yapt�kça, güç oldukça cid-diye al�nd�ğ�n�z� m� söylüyor-sun?

Seydi Aksin: Evet, küçüm-senmeyecek yol katettik. Yerli

kuruluşlarla ilişkimiz şimdilikçok mükemmel olmasa bile iyi.PINATA (Gençlerin sokaktakizamanlar�n� olumlu yönde de-ğerlendirmelerine yard�mc�olan bir kurum) içine girerekbirlikte faaliyet yürütüyoruz vebu kurumu bölge evine çevirt-tik, kapanmayla yüz yüzeykencanland�rd�k, şimdi orada dilkursu, Cuma akşamlar� gençle-re yönelik eğlence programlar�Perşembe öğlen yemek akşam�dan�şmanl�k saati oluştu. Sal�öğleden sonra anneler dönü-şümlü olarak kreş açt�lar. RE-CIF’le (Yabanc� Kad�nlar� En-tegrasyon Kurumu) ilişki kur-duk. Faaliyetlerini takip ediyo-ruz. ADC (İşsizlerin Hakk�n�Savunma Derneği) akşamlar�ve hafta sonu lokalini bize veri-yor. ABC’de (Demokratlar�nelinde olan sinema-tiyatro) si-nema günleri düzenleyebiliyo-ruz. Daha s�ralayacağ�m ilişki-ler var ama san�r�m çok uzunolur. İşin içine girdikçe kap�la-r�n aç�ld�ğ�n�, olanaklar�n artt�-ğ�n� görüyorsun.

Çok mükemmel değil dediniz,daha iyi mi olmal�d�r demek is-tiyorsunuz?

Seydi Aksin: Bu ilişkiler çokbüyük bir çaban�n ürünü değil,biz sadece baş�m�z� kald�rarakbu ilişkileri yakalad�k. Bu iliş-kileri kurmakla yükümlü birkomitemiz olsa çok daha iyişeyler ç�kacağ�na inan�yorumve bu komiteyi kurma çal�şma-lar�n� başlatacağ�z.

Sendikalarla yeterli ilişkimizyok, diğer göçmen dernekle-riyle ilişkimiz yok, yani henüzbu işin baş�nday�z gibime geli-yor. Sadece ilk ad�m at�ld� ama

as�l sorun bu kurumlarla ilişkikurmak değil bir güç olarak bu-ralar� dönüştürebilmek. Bunubaşar�rsak etkin bir ilişkidensöz edebiliriz. Savaş karş�t�platfomda da bulunduk, bura-larda büyük önderlik boşluğu-nu gördük.

Neuchatel Ulusal Meclis’e 5kişi gönderecek, 55 aday var.Kazand�ğ�n� varsayal�m, hedef-lerin nelerdir?

Seydi Aksin: Seçimler burju-

vaziyle işçi s�n�f�n�n birbiriniyoklad�ğ� anlard�r. Yasalar�n�daha da pervas�zlaşt�rma ya dayumuşatmak için nab�z yokla-ma dönemleridir diye düşünü-yorum ve bizim bu zemini çokiyi kullanmam�z gerekir. Elbet-teki sorunlar�n köklü çözümüsosyalizmle olacak, ama bizbunun ön haz�rl�ğ�n� yapmal�-y�z.

Bizim düşüncelerimizle çe-lişmediği sürece hiçbir arac�reddetme lüksümüz olamaz.

Sür

eyya

’nın

ö¤r

etti

kler

i

“Alman kimli¤imle ilgili belgeyi teslim ettiklerinde,yirmiyedi y›l sonra, ortal›¤› y›karcas›na ikinci kez

a¤lad›m. Yine neler yitirmifltim acaba?”

H A B E R - R Ö P O R T A J DünyaDünyaYaflanacakYaflanacak11

Günay Kahveci/ Ludwigsburg

YasancakDünya_1 05.05.2005 13:11 Uhr Seite 11

Page 12: Yasanacak Dunya

Biz, Avrupa’daki Türk göç-menler, senelik tatilimizi genel-de ülkemizde geçirmeyi yeğle-riz.

Tatil öncesinde başlar bizimstres. Önce alışveriş, daha sonratatilde giyeceğimiz kıyafetler...Ve sanki “yoklar ülkesine” gidi-yormuşuz gibi valizlerimizi tı-kabasa doldururuz; ard�ndanbirkaç kez açıp “eksikler varmı” diye kontrol üzerine kont-rol ederiz. Sahil malzemeleri-miz... çocukların malzemele-ri... yolda yiyeceklerimiz...

Bu yoğun telaş ve keşmekeştatil dönüşüne kadar devameder.

Kimimiz uçaklarla, kimimizarabalarla ver elini yollar...

Kimimiz yollarda soyuluruz.Sırbistan, Hırvatistan, Bulga-ristan derken bir “oh!” çekeriz.“Vatan göründü... vatan görün-dü...” çığlıklarıyla nihayetmemlekete varırız.

“Alamanc›lar” de¤il,“Eurocular” olduk art›k...

“Alamancılar” değil, “Euro-cular geldi” olduk artık. Ortal�kEurocularla dolu... Avrupa’dayaşayanlar�n memleketlerindeisimleri yok, lakaplar� vard�r:Eurocular... Frankçılar... Do-larcılar... Pointciler... Onlar sa-dece bir yabancı para birimiolarak görülür.

Memlekete var�ş�n ilk günükonu komşu, dost, tanıdık ak-rabalar ziyarete gelirler. Ver ha-laya elli Euro... ver komşuya birgömlek... çocuğa bir saat... iç-kiyle arası iyi olan yeğene kali-teli viski... Karton karton siga-ralar doldurulan valizler boşal-

maktad�r artık. Kimisi daha fazlasını bekler,

bu yüzden kırgın ayrılır. Anne-baba desen ayrı bir dert. Hanımbir taraftan kaş-göz eder. Fırçayemek de var işin ucunda, birazda kendi ailesine kalsın...

Bu keşmekeş, bu onu-bunumemmun etme hali tatil bo-yunca sürer. “Ne gerek var bun-

lara, vermek zoruda mıyız?” de-nebilir. Ama ülkedekiler bir kezalıştırılmış bu geleneğe.

Gidenler de, yurtdışında ezil-mişliğin, horlanmışlığın, üçün-cü sınıf vatandaş muamelesigörmenin ezikliği içinde, “çokvarlıklı olunduğu” yolunda bolbol sıkılan palavralar eşliğindebuna çanak tutarlar. Ama içle-

rinden de veryansın ederler. Ve dönüş hikayeleri konuşu-

lur s�la günlerinde... Aslında nebirbirlerine yaklaşım, ne de biruzlaşma vardır aralarında. Birdönem birlikte yaşadığı insan-larla diyalog kurabilme yoktur.

Bu bir yere kadar anlaşılabiliraslında; yaşan�lan ülkedeki so-runlardan uzaklaşma bir hiçleş-

meyi de beraberinde getirir.Ama hiçbir göçmen kendi ülke-sindeki sorunlardan uzak dayaşayamaz. Çünkü eşi-dostu,tanıdıkları orada yaşamaktadır.Ölülerini bile memlekete götü-rüp gömmektedir.

Tabii ki buradaki sorunlar te-mel alınmalıdır. Çünkü biz bu-rada yaşıyoruz; buradaki sorun-

larla biz yüz yüzeyiz. İşyerinde,okulda, sokakta... Yabancılarayönelik yasa ve uygulamalar hergün daha da ağ�rlaşt�r�l�yor. So-kaklarda, alışverişte ırkçı faşistsaldırılarla karşılaşıyoruz. Busorunlara karş� sendikalarda,derneklerde, okul aile birlikle-rinde... birleşmek gerek.

Bizler birey olarak davran-

d�kça, sorunlarımızı, s�k�şm�şl�-ğ�m�z� çözmek için cebelleşir-ken çıkmazlara daha fazla sap-landığımızın farkına bile var-mayız. Garip bir yalnızlaşma,çaresiz bir ruh halidir yaşadığı-mız. Oysaki yüzümüzü çevre-mize döndüğümüzde, çok dahafarkl� bir yaşam�n olduğunu gö-receğiz!..

Bir Uzanlar furyasıdır gidiyor.Doğan Holding’le kapışmaları,gazete sütunlarını da kaplıyor,birbirlerine demediklerini bı-rakmıyorlar.

Kim bu Uzanlar? Neden budenli gündemimizdeler?

Son yirmi y�lda öne ç�kan“köşe dönücü” ailelerden biriolduklar� için gündemimizde-ler. Hayas�z bir sömürü, talanve vurgun sonucu büyüttükleriservetlerinin bilinen k�sm�ndaşunlar var: Birçoğu mültitrilyondeğerinde 50’ye yakın sanayi,ticaret, finans ve medya şirke-ti... Özelleştirme yağmasındanyararlanarak el koydukları10’dan fazla KİT... Yurtdışındaen az yarım milyar dolar, yurti-çinde ise bunun birkaç mislinakit para... Yüz milyonlarcadolarlık kredi bağlantıları…Yatlar�n�n, katlar�n�n, çiftlik, evve arsalar�n�n ise haddi hesab�yok... Uçaklar, helikopterler...

Karanl›k geçmifl...

Uzanlar’ın bugünü gibi geç-mişleri de büyük ölçüde karan-lıktır. Hiçbir şirketinin bilan-çoları açıklanmaz. Haklarındaaraştırma-inceleme yapmak is-teyen gazeteciler, ekonomistlerya satın alınarak susturulur yada tehditlerle etkisiz hale getiri-

lirler.Yugoslav göçmeni olan baba

Kemal Uzan, eski bir nazi işbir-likçisidir. Nereden bulduklar�hâlâ bilinmeyen ilk sermayele-rinin kaynağ� da muhtemelenbu karanl�k geçmişin karanl�kiilişkilerinde sakl�d�r.

Uzanlar’�n piyasada boy gös-termeleri, ‘60’lı yıllarda Yeniİstanbul gazetesini kurarak baş-lar. Bu, Babıali’deki ilk gazetecisatın alma operasyonudur aynızamanda. Dönemin birçok ün-lü gazetecisini büyük paralarkarş�l�ğ� transfer etmişlerdir.Yine Türkiye gazetecilik tarihi-nin ilk promosyon (siz dolandı-rıcılık diye anlay�n) kampanya-sının başlatıcısı, “kuponla evvereceğiz” diye binlerce insanıdolandıran yine bunlardır.

Gelene a¤am, gidene pa-flam

24 Ocak Kararları ve faşist 12Eylül darbesi, ardından Özalneo-liberalizmi, emperyalizmbağlantılı karapara çetelerininsaldırganlığına uygun bir zeminsundu. Uzanlar, ilk özel tele-vizyon olan Star’ı kurdular.Uydu üzerinden yapılan bu ya-yın yasalara aykırı olmasınarağmen, bu engeli aşmak içinTurgut Özal’ın oğlu AhmetÖzal’ı ortak etme cinliğini gös-terdiler. Bu sayede bürokrasi-

deki engelleri aşmaları da ko-laylaşt�. Özal imparatorluğu za-yıf düşünce, ilk işleri AhmetÖzal’ı şutlamak oldu.

Uzanlar ‘80’li yıllarda devçaplı kredi batakçılığıyla servet-lerine servet kattılar. EmlakBankası ve Vakıflar Bankası’n�sat�n alarak Özal dönemindeyıldızı parlamış diğer asalakla-rı faka bast�rd�lar. Öyle ki, nere-de zarara düşen ya da satılığaçıkarılan şirket varsa, Uzanlartepesine çörekleniyordu.

İmar Bankası’nın kirli işleri1987’de ayyuka çıkınca Hazinedenetimine alındı. Uzanlar he-

men Ahmet Özal ile yeni birortaklık kurarak bu sorunu ber-taraf ettiler.

“Gelen ağam giden paşam”misali, ANAP hükümetten dü-şünce bu kez DYP ile flört et-meye başladılar. Daha önceki-nin tersine, bu kez ANAP’a sal-dırarak DYP şakşakçılığı aldıyürüdü.

Bu dönem aynı zamandaözelleştirme saldırısının en yo-ğunlaşt�ğ� kesittir. Uzanlar önceçimento sektörünün yağmas�nagiriştiler; ard�ndan elektrik üre-timi yapan ÇEAŞ ve dağıtımşirketlerini ele geçirdiler. Sonratelekomünikasyon alanına elattılar.

Bu süreç aynı zamandaUzanlar açısından “sonun baş-langıcı” oldu. Sabancı ve KoçHolding başta olmak üzere di-ğer akbabalarla kapışmalarınıntohumlar� bu dönemde yeşerdi.

Tencere dibin kara...

Bugün Aydın Doğan’a bağlıyazılı ve görsel medya Uzan-lar’a karşı saldırıya geçmiş du-rumda. Üstelik bunu, “halkınparasının hortumlanmasına en-gel olmak” gibi bir maskeylegizlemeye çalışıyorlar. En yü-zeysel bir bakış bile bunun, “tü-yü bitmemiş yetim hakkı”nınsavunulmasıyla bir alakasınınolmadığ�nı görür. Uzanlar’ın if-las ettirilmesiyle medya paza-rındaki payın büyük bir bölü-münü Aydın Doğan’ın kapaca-ğı açıktır. Kaldı ki bu, sadecebir medya pazarı da değil;elektrikten çimentoya, banka-lardan finans kurumlarına dekuzanıyor bu pay kapma savaşı.

Bugün iki sermaye gruplaş-mas�n�n birbirini safdışı etmemücadelesinden söz edebiliriz.Bir yanda Koç, Sabancı, ve te-tikçileri Ayd�n Doğan grubu.Diğer yanda Kara Mehmet’ler,Toprak, Dinç Bilgin, Uzanlar…Birinciler ikincileri safdışı etmeçabasındalar; ikinciler, banka-larına, enerji şirketlerine, med-ya tekellerine el konulmasınakarşı ölümüne direniyorlar.

Bu asalaklar, bugüne kadarhalka karşı kullandıkları şantaj,tehdit, demagoji silahlarınışimdi birbirlerine karşı da kul-lan�yorlar. Hiçbirinin eli ve si-cili diğerinden daha temiz de-ğil!

Uzanlar›n ipi neden çekildi?

Türkiye hep en geride...

DünyaDünyaYaflanacakYaflanacak

€urocular!..

Ankara Ticaret Odası, Türki-ye’nin “rakamlarla portresini”çıkardı.

ATO’nun çalışmasına göre:

Kişi başına düşen 108 dolar-lık sağlık harcamasıyla Türkiye,Benin ve Burkina Faso’nun bilegerisinde bulunuyor.

Verilere göre ABD’de 3 bin708, Almanya’da 2 bin 848,Avusturya’da bin 873, Arnavut-luk’ta 670, Benin’de 370, Ma-caristan’da 306, Bunkina Fasoda 230 dolar düzeyinde bulu-nan kişi başına sağlık harcama-sı Türkiye’de 108 dolarla sınırlı.

Her bin kişiye 1.2 doktor dü-şüyor. Bu oran Almanya’da3.3, Yunanistan’da 2.1, Avus-turya’da ise 2.2 düzeyinde.

Türkiye’de, ders başına öğ-retmenlere verilen ücret 1 do-larla sınırlı kalırken OECD ül-kelerinde bu rakamın ortala-

ması 42 dolar düzeyinde bulu-nuyor. Türkiye’de bir öğretmeny�lda 4 bin dolar kazan�rken,Fransa’da bir öğretmen bununon kat�n� al�yor.

Türkiye’de her 4 kadındanbiri okuma yazma bilmiyor.Okuma yazma bilmeyen 7,5milyon kişinin 6 milyonunu ka-d�nlar oluşturuyor.

Eğitimli gençler aras�ndakiişsizlik, Türkiye genelinde yüz-de 31.1’e kadar yükselirken,kentlerde bu oran yüzde 33 s�-n�r�na dayand�.

Ekonomideki kamu pay� aç�-s�ndan, Türkiye OECD ülkele-rinin gerisinde bulunuyor.

İsveç’te yüzde 58, Almanyave Fransa’da yüzde 53, Belçi-ka’da yüzde 49, ABD’de yüzde32, İrlanda’da yüzde 31 olanekonomideki kamu pay�, Tür-kiye’de yüzde 24 düzeyinde.

Sanayi sektöründe fiyatlarıntarım sektöründe olduğundandaha hızlı artması sonucunda,tarımdan sürekli kaynak trans-fer ediliyor. 1998 yılında 1 litremazot için 2 kilo buğday gere-kirken 2002 yılına gelindiğinde1 litre mazotun karşılığını 6.5kilo buğday oluşturuyor.

Tarıma yönelik sabit sermayeyatırımları da sürekli azalıyor.1980 yılında milli gelirin yüzde7.6’sı oranında tarımsal yatırımyapılırken, bu oran 2002 yılındayüzde 4,3’e geriledi.

Kay�t d�ş� ekonomi Türkiye’deyüzde 40 düzeyinde. Bu oranABD’de yüzde 9, İngiltere’deyüzde 11, Hollanda’da yüzde12, Almanya’da yüzde 14,Fransa’da yüzde 15, İtalya’dayüzde 26, Malezya’da ise yüzde39.

Türkiye’deki vergi kaçakçılığıoranları da giderek artıyor. Ma-

liye Bakanlığı verilerine göre,1996 yılında incelenen matrah-larda tespit edilen vergi kaçak-çılığı oranı yüzde 26.6.

2001 yılında bildirilen matrahtutarı 7.3 katrilyon lira olurkenbildirimden saklanan matrahtutarı 13,4 katrilyon lira.

Türkiye, Avrupa genelinde“en pahalı benzin” kullanan ül-ke niteliğinde. Yunanistan’da58, İrlanda’da 74, Portekiz’de80, Almanya’da 81, İtalya’da88, İngiltere’de 101 sent olanbenzin Türkiye’de 110 senttensatılıyor.

Türkiye’de asgari ücretle mil-letvekili maaş� aras�nda 25 katfark bulunuyor. Bu gelir fark�Almanya’da 6, Danimarka’da5, İtalya’da ise 4 kat.

Artan iç ve dış borçlar sonu-cu 2002 yılında bütçenin yüzde58’i faiz ödemelerine ayrıldı.

BU ÖFKE S‹Z‹ BEKL‹YOR!

Irak’a asker gönderenler...

� Eskiden “Alamanc›” idi ad›m›z, flimdilerde “Eurocular” olduk...Memlekete tatile mi gidiyoruz, yük mü tafl›yoruz belli de¤il...

YasancakDünya_1 05.05.2005 13:11 Uhr Seite 12