187
TARİH ENSTİTÜSÜ DERGİSİ XVI

Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

T A R İ H E N S T İ T Ü S Ü D E R G İ S İ

XVI

Page 2: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

mt ft-

Page 3: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

Sayı: 16 Sene: 1998

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ

TARİH ENSTİTÜSÜ DERGİSİ

İSTANBUL 1998

Page 4: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

Tarih Araştırma Merkezi Müdürü V. Prof. Dr. İlhan Şahin

Yaym Kurulu:

Prof. Dr. Abdülkadir Donuk - Prof. Dr. Erdoğan Merçil Prof. Dr. Kemal Beydilli - Prof. Dr. Feridun Emecen

Adres :İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırma Merkezi - İSTANBUL

ÇANTAY KİTABEVİ Büyük Reşitpaşa Cad. No. 44/C

34490 Laleli/İSTANBÛL Tel: (0212) 513 79 68 -.526 90 45

Page 5: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

Nuray Yıldız

Ali Ahmetbeyoğlu

Tuncer Baykara

Zeynep Tarım Ertuğ

Mübahat S. Kütükoğlu

Cristoph K. Neumann

Hans Georg Majer

Arzu T. Terzi

Sabahattin Özel

Ali Arslan

İ Ç İ N D E K İ L E R

Eskiçağ Kültür Tarihinde Kâtip 1

Türkler ve Roma Tarihçisi Ammianus Marcellinus........................................ 21

Xin-XIV. Yüzyıllarda Batı Türklü­ğünde Şehirleşme Eğilimleri Yeni - Şehir’le r ............................................. 29

Osmanlı Devlet Teşrifâtmda Hırka-iŞerif Ziyareti................................... 37

Minyatürlerde Divân-ı Hümâyûn veArz Odası............................................... Al

Selanik’te Onsekizinci Yüzyıhn So­nunda Masarif-i Vilâyet Defterleri:Merkezî Hükümet, Taşra İdaresi ve Şehir Yönetimi Üçgeninde Mâlî İş­lemler ........... 69

Osmanlı Ulemasının Ekonomik Duru­mu ...................................................... 99

XIX. Yüzyıl Sonlarında Ebniye-i Se-niyye İdaresi (Görevleri ve Teşkilâtı) 109

Milli Mücadele’de İzmit Mutasarrıfla­rının Faaliyetleri........................................ 121

İngiliz S. C. Wyatt’m Türkiye Mâlî Damşmanhğı’na Tayin Teşebbüsü ve İngilizlerin Bu Konudaki Çabalan 159

Page 6: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

K İ T A B İ Y A T

Ebru Altaiı Prof. Dr. Işm Demirkent, Haçlı Sefer­leri, Dünya Yayıncılık - İstanbul 1997,306 sayfa + 36 adet harita, resim, min­yatür, gravür....................................... 177

Birsel Küçüksipahioğlu Ahmet Ağırakça, Salâhaddin Eyyûbive Kudüs’ün Yeniden Fethi, Beyan Yayınlan, İstanbul 1997, 221Sahife,Bibliyografya, Dizin............... 180

Page 7: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

ESKİÇAĞ KÜLTÜR TARİHİNDE KÂTİP

Nuray Yıldız*

Kâtiplik mesleği, bilim ve kültür hayatının ürünlerini bize taşıyan ve toplumlarm gelişmesini sağlayan önemli bir kurumdur. Bu meslek, insanoğlunun herhangi bir yazı taşıyıcısı üzerine, çeşitli araç ve gereçler kullanarak, yazmağa başlaması ile ortaya çıkmıştır. Bu durumda kâtiplik mesleği, yazının tarihi ile paralellik gösterir. Paleolitik devirden itibaren mağra duvarlarına çizilen, niteliği tartışmalı petroglifler; sihirbazlar, büyücüler, din adamları ve ilk ressamlar diyebileceğimiz ilk kâtipler tarafından yapılmışlardır. Ancak onun bir meslek haline gelişi, yazının bulunması ve kısmen yaygınlaşması, bunu öğrenenlerin de toplumda saygınlık kazanması ile olmuştur. M.O. m . bin yılının sonundan itibaren gördüğümüz bu meslek adamları, toplumda iş bölümünün gelişmesi ve meslek dallarında uzmanlaşmağa gidilmesi sonucunda, değişik adlar ile ortaya çıkmışlardır. M.Ö. II. bin yılında ise daha belirgin bir kimlik kazanmışlardır

Günümüzde karşılaştığımız kâtip, zabıt kâtibi, sekreter, noter, arşivci, kütüphaneci ve çeşitli hesaplan tutan muhasebeci ve benzeri mesleklerin başlangıçta birbirinden ayrılmadığı söylenebilir. Bu dönemlerde, özellikle Önasya ülkelerinde, yönetici konumundaki sekreterler ile yazı yazan alt gruptaki kâtipler aynı kişiler olmuşlardır. Okuma-yazma ayrıcalığına sahip bu ilk kâtiplerin, yazılı kültür hayatını başlatanlar olduklan söylenebilir.

Konumuz olan eski Yunan ve Roma döneminde gördüğümüz, görevleri farklılaşmış, ayn meslek dallarım içeren katibe geçmeden önce, Önasya ülkelerinde rastladığımız bazı kâtiplik görevlerinden örnekler verelim.

Eski Mısır'da yazıyı icat ettiğine inanılan tanrı Thot'un, aynı zamandan kâtiplerin atası ve koruyucusu olduğuna inanılır. Kutsal bir meslek olan kâtiplik, aym zamanda yüksek düzeyde bir devlet memurluğu statüsüne sahip bir meslektir. Bunun da ötesinde Eski Krallık (M.Ö. 2780-2280) döneminde

*Prof. Dr., Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi.

Page 8: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

2 NURAY YILDIZ

en yüksek eğitime sahip olan kâtipler, Orta Krallık (M.Ö. 2130-1600) döneminde okulların açılması ile öğretmenlik görevini de üslenmişlerdir, ilkin evlerde başlayan bu eğitim, zamanla dinin koruması altında, tapmaklara bağb okullara geçince, din adamı-kâtipler eğitici görevi üstlenmişler ve ayrıca kendi meslektaşlarını da yetiştirmeğe başlamışlardır. Artık Yeni Krallık (M.Ö. 1580-1110) zamanında, onların, edebiyat, coğrafya, aritmatik, geometri, beden eğitimi gibi dersler ile yetiştirilerek, metinleri elle yazar veya kopye ederken hata yapmamaları için genel kültür edinmeleri sağlanmıştır1.

Eski Mısır'da erken tarihlerden itibaren ülkenin yönetimi için köklü bir bürokrasiye gerek duyulduğu düşünülecek olursa, kâtiplik görevinin buradaki önemi kolayca anlaşılabilir. Bu bürokrasi için kanun uygulamaları, gerekli evrakın toplanması ve bunların arşivlenmesi önem taşıyordu. Günlük hayatta ise malların değiş-tokuşuna dayanan değişim ekonomisi, tarım alanlarının ölçülüp kaydedilmesi gibi kadastro işlemleri, tahıl ve hayvanların ölçülüp, sayılıp kaydedilmesi gibi ticaret ile ilgili alanlar kâtipleri gerekli kılmıştı. Ayrıca devlet yönetimini yürüten bürolarda kâtiplerce sürdürülen yazışma ve bunların arşivlenmesini zorunlu kılmıştı. "Tahıl Ölçme Evi", "Sığır Sayma Evi" gibi devlet ekonomisini ayakta tutan bürolar, kâtipsiz varlığını koruyamazdı. Kralların yönetimindeki kâtipler ise her çeşit yazışmaları yürütüyor ve alt gruplara ayrılıyorlardı. Orduda ise kâtip, gene en yüksek görevli olarak yazılan yazıyor ve koruyordu. Eski Mısır'daki toplumda kanuna uygun yaşamanın önemine bağlı olarak, çeşitli şikâyetler, satm almalar, kira ve ödünç verme işlemleri, evlilikler yasalara uymalı ve kayda geçirilmeliydi2. Bunun yanında eski Mısır'da gelişen matematik, yapı sanatı, astronomi ve tıp3 ile edebiyat, özellikle papyruslar üzerine yazılan ölü metinleri aym şekilde kâtiplerin rolüne işaret eder.

Eski Mısır'da bulunan arkeolojik tasvirler de kâtibin önemini vurgulamaktadır. Örneğin Louvre'de bulunan bunlardan birinde, Amon evinin kâtibi Nebmerutef, tanrı Thol'un yönetiminde görevini yapmaktadır. Thol bir babun olarak tasvir edilmiş, kâtip ise ellerinde papyrus rulosu, kulağında kalemi (fırçası) ve ağaçtan yazı levhası ile gösterilmiştir. Yüksek düzeyde memurlardan Meket-Re'nin önünde duran dört kâtip ise, efendisinin sığırlarım

M.A.Hussein, Origins o f the Book, Egypt's Contribution to the Development o f the Book from Papyrus to Codex, New York 1972, s. 13-4.H. Kees, Ägypten, Kulturgeschichte des alten Orients, München 1933, III, 1, 222; E. Posener, Archives in the Ancient World, Cambridge 1972, s. 74, 76-7.A. Sayılı, M ısırlılarda ve M ezopotamyalılarda Matematik, Astronomi ve Tıp, Ankara1991., s. 33-115.

Page 9: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

ESKİÇAĞ KÜLTÜR TARİHİNDE KÂTİP 3

saymaktadır. îki sığırtmaç ve vergi topladığı sanılan üç kişi ise parmaklan ile hesap yapmaktadır4.

Diğer bir arkeolojik belgeye bakılırsa, ölüm sırasmda dahi kâtibin önemli bir rol oynadığı anlaşılmaktadır. Bunlardan birinde çakal kafalı tanrı Anubis, ölmüş insanların kalbini tartarak adaleti sağlarken, tanrıların kâtibi Thot ise bu adaletin sonucunu yazı tahtasına yazmaktadır5.

Böylece eski Mısır'da günlük hayatm her alanında, edebi ve kültürel, bilimsel çalışmalarda, değişik, ancak birbirine yakın meslekleri temsilen, bazen kutsal, bazen de bürokraside yüksek bir düzeyde kâtip ile karşılaşıyoruz. Öyle ki bu güvenilen kişi, arşivcilerin kâtibi Mai, III. Ramses'in (M.Ö. 1198-1167) zamanında diğer görevli Peremhab ile krallıkta gözü olan bir harem kadının çıkarttığı bir entrika için, hakem dahi tayin edilmişlerdi6.

Mezopotamya’da M.Ö. III. bin yılda çivi yazısının bulunuşu ve yayılması, ayrıca bölgede çok kullanılan kil tablet üzerine yazılmağa başlaması ile, kâtiplik mesleği de önem kazanmıştır. Bir yandan Mezopotamya'da yaşayan milletlerin kültür hayatmı yazıya geçirerek ileriki kuşaklara taşıyan kâtip, diğer taraftan da Mısn'da olduğu gibi, sekreterlik, kopistlik, muhasiplik, arşivcilik gibi çeşitli bürokratik görevleri üslenerek, yüksek bir devlet memuru olmuştur. Yazının yaygınlaşmadığı bir dönemde, devlet emrinde bulunmaları dışmda özel iş adamları da bu sekreter ve kâtipleri kiralamışlardır. N. Kramer, kâtiplerin, Mezopotamya toplumunun üst düzeyindeki ailelerden geldiğini şöyle anlatn: "Nikolaus Schneider, o zamana kadar yayınlanmış bin kadar ekonomik belge içinde beş yüz kadar yazıcının ismini çıkardı. Daha soma, onlardan çoğunun baba ismini ve mesleğini tesbit etti. Schneider'in topladığı bu bilgilere göre, yazıcıların babalan okulu bitirmiş vali "şehir babası", elçi, mabet idarecisi, askeri memur, kaptan, yüksek vergi memuru, çeşitli rahipler, müfettiş, işçi başı, yönetici, kâtip, arşivci, muhasebeci gibi meslek sahibi idiler7". Ekonomik yönden güçlü ailelerin çocuklan olan ve şehirli insanlar olan kâtipler, yüksek zekâlı ve saygm kişiler olarak görülmüşlerdir. Çünkü kentlerde yaşayan ve ekonomik düzeyi yüksek olan aileler, çocuklarım saygm bir meslek olarak kabul edilen kâtiplik alanında eğitmişlerdir. Kâtip adaylan "tablet evi" adı verilen okula giderek, usta-çırak

H.E. Winlock, M odels o f Daily Life in Ancient Egypt from the Tomb o f Meket-Rec at Thebes, Cambridge 1955, s. 20-1.E.A.W. Budge, O siris and the Egyptian Resurrection, London 1911, II, (İkinci cilt frontispisi); H. Kees, Totenglauben und Jenseitsvorstellungen der altern Agypten, Berlin 1956, 2. Aufl. Çeşitli tasvirler için bkz. J.B. Pritchard, The Ancient Near East in Phictures Relating to the Old Testament, Princeton 1954, s. 275, no. 230, s. 276, no. 233.J. Breasted, Ancient Records, I, 208-221 ; krş. Posener, aynı eser, s. 89.S.N. Kramer, Tarih Sümer'de Başlar, çev. M.İ. Çığ, Ankara 1990, s. 3.

Page 10: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

4 NURAY YILDIZ

ilişkisi içersinde yetişiyorlardı. Bu eğitim sonunda, saray ve tapmaklarda kâtiplik görevi yapıyorlardı. Yönetimle ilgili çalışmalar dışında, kralın mektuplarını cevaplandırıyorlar8, devlete ilişkin sözleşmeler, ticari akitler, hukuki yazışmalar görevleri arasında bulunuyordu.

Kâtipler zamanla tapmak kâtipler, ordu kâtipleri, tıp dalında çalışan kâtipler olarak ayrılmışlardır9. E. Chiera'ya göre, toplumun günlük hayatında büyük rol oynayan kâtipler, şehir kapısında bekleyen, yeri belli olan kişilerdi. Halkın ihtiyacı olan çeşitli belgeleri yazan kâtip, onu mühürler ve zarfa koyardı10.

Kâtiplerin Mezopotomya'da saygm bir meslek-olduğunu ve M.Ö. EL bin yıldan itibaren bölgede yaşayan Sümerler, Assurlular, Selevkoslar ve eski îranlılar zamanında kültür alanında önemli" hizmetlerde bulunduklarını biüyoruz. Mezopotamya kaynakları onlardan sözederken değişik isimler verir11. Filolojik belgeler dışmda, arkeolojik kalıntılar da bu yörede kâtibin varbğım ortaya koymaktadır. Örneğin Bağdat'da bulunan ve Lagas'dan gelme siyah volkanik taş kabartma üzerinde, Erken Sülaleler döneminde, Ur Nanse zamanında (M.Ö. XX. yüzyıl) tarihlenen bir kâtip tasviri görülmektedir. Yüzü traş edilmiş, giyimli, oturan bu kâtip Dudu adım taşımaktadır12.

Assur alçak kabartmalarında da savaşta yağmalanan malların, kâtipler tarafından kaydedildiği görülmektedir. Bunlardan birinde iki kâtip tasvir edilmiş olup, birisi kil tablet üzerine yazmakta, diğeri ise sağ elinde bir kalem ve sol elinde de esnek bir yazı malzemesi tutmaktadır. Bu nesne, kısmen sarılmış bir rulodur. Özellikle M.Ö. VHI. yüzyıla tarihlenen IH. Tiglatpleser dönemi (M.Ö. 668-627) duvar resimleri ile III. Adadnirari (M.Ö. 810-783) devri kabartmalarında, sol elinde bir tablet, diğer elinde Stylus tutan sakalh kâtip tasvirleri görülür13.

Görüldüğü gibi, M.Ö. I. bin yıl boyunca Assur, Yeni Babil, Pers, Arami ve diğer Önasya ülkelerinde kâtipler, kil tablet yanında pergament ve papyrus üzerine edebi, dini, ekonomik, hukuki ve diğer konulardaki metinleri yazdılar.

A.L. Oppenheim, "A Note on the Scribes in Mesopotamia", Studies in Honor o f Benno Landsberger, Chigaco 1965, s. 253-6

G. Contenau, La Vie quotidienne a-Babylone et en Assyrie, Paris 1950, s. 182-3.E. Chiera, Kilden Kitaplar, çev. A. Dinçol, İstanbul 1964, s.42-3.amnel Kus-Sar (deri üzerine yazan kâtip), amel Dup-Sar (kil tablet üzerine yazan kâtip), kussarru, amel dupsarru, amelsi-pir ve amel si-pi-ri gibi. Bkz. R.P. Bougherty. '"Writing upon Parchment and Papyrus among the Babylonians and the Assyrians", JAOS, 48 (1928), s. 109-135.Pritchard, aynı eser, s. 275, no. 229.

Layard, Monuments o f Nineveh, 1, 58; P. Thureau-Dangin and M. Dumand, Til-Barsip, Paris 1938, pi. 50, s. 54-6; Pritchard, aynı eser, s. 276, no. 235.

Page 11: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

ESKİÇAĞ KÜLTÜR TARİHİNDE KÂTİP 5

M.Ö.'Vm.-VI. yüzyıllar arasında Arami kâtipler, Babil ve Assur'a giderek, onların kültürleri üzerinde etkili olarak görevlerini burada sürdürdüler14. Mezopotamya'nın kültür hayatmda büyük rol oynayan kâtipler bu yörenin kültür birikimini bize aktaran kişiler oldular.

Anadolu'da kâtipler, M.Ö. III. bin yılından itibaren kullanılan yerli hiyeroglif ve sonra Assur kolonistleri tarafından M.Ö. II. bin yılın başında getirilen çivi yazısı ve M.Ö. I. bin yılında ise Geç Hititler ile Anadolu'daki diğer Urartu, Lydia, Fryg ve diğer toplulukların hiyeroglif, çivi ve çeşitli harf yazılarım kullandılar. Bu kâtipler, Mısır ve Mezopotamya'da olduğu gibi, gerek kültürel hayatin devamlılığını sağlamak için düşünce ve kültür ürünlerini yazıya geçirirken, gerekse devlet bürokrasisinde sekreter olarak devletin önemli memurları arasında yer aldılar. Kâtipler, kil tablet, ağaç levha, papyrus ve pergament gibi çeşitli yazı taşıyıcıları üzerine yazdılar. Anadolu'da özellikle Hitit metinleri üzerinde çalışan bilim adamı Th. Bossert'e göre, Hitit metinlerinde tahta tabletler üzerine yazan kâtipler de vardı ve bunlar, kil üzerine yazan kâtiplerden ayırdedilmişlerdir15. Hititler'e ilişkin çivi yazılı belgelerin çokluğu nedeniyle özellikle kâtiplerin durumu, onlardan öğrenilmektedir. Kâtip, Hititler'de yüksek sosyal düzeyde bir görev olarak kabul edilmiş ve İmparatorluk döneminde kil tablet kâtibi, sarayın yüksek rütbeli kişilerine dahil olmuştur. İmparatorun vekili olarak, günlük duaları yaptırma yetkisine sahib olmuştur. Ancak yukarıda belirtilen ağaç levha kâtipleri ise, nalbant ve diğer aşağı kademedeki personel arasmda sayılmıştır16.

Hitit yazdı belgeleri dışmda arkeolojik belgeler de Anadolu'da kâtiplerin varlığını ortaya koymaktadır. Çeşitli dönemlere ilişkin kabartmalarda onlara rastlıyoruz. Ancak özellikle Geç Hitit dönemine tarihlenen Zincirli kabartmasında, kral Barrakab'ın önünde duran kâtip, kolunun altında bir tahta diptychon taşımaktadır. Burada M.Ö.VIÎI. yüzyılın ikinci yarışma tarihlenen tahta tablet kâtibi gösterilmiştir. Hitit hiyeroglif ve Arami yazdannın bu ağaç tabletlere yazıldığı anlaşılmaktadır17. Maraş'da da iki Geç Hitit kabartması üzerinde tablet kâtipleri tasvir edilmiştir18. Sam'al (Zincirli) ortostatmda bir

14 - The Cambridge Ancient History, III, 1-126; Dougherty, aynı eser, s. 135.^ H. Th. Bossert, "Hititlerde Yazı Malzemesi ve Yazı Aleüeri", çev. U.B. Alkım, Belleten,

61 (1952), s. 1. Aynca bkz. E. Laroche, "La Bibliotheque de Hattusa", Archiv Orientalni, Yİ (1949), s. 7-23; H.G. Güterbock, Das Siegeln bei den Hethitern, Symbolae ad jura orientis antiqui partinentes Paulo Koschaker dedictae, 1939, s. 26-36.

^ A. Pohl, "Bibliotheken und Archive im altan Orient", Orientalia, 25 (1956), s. 108 ve A.Goetze, "Kleinasien" in Kulturgeschicte der alten Orients, München 1957, III, 1., 2. Aufl, s. 172.

17 Bossert, aynı eser, s. 4, res. 3.18 Bossert, aynı eser, s. 5, res. 5 ve 6; E. Akurgal, Spaethethitische Bildkunts. 1949, Lev.

XLH, res. a,b.

Page 12: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

6 NURAY YILDIZ

saray kâtibi tasvir edilmiş olup, Berlin'deki Staatliche Museen'de bulunmaktadır. Bu da hiyeroglif ve Arami yazılarım yazdığı sanılan bir kâtip id i19. Maraş'da bulunan bir kabartmada ise prens Tarhu(n)pia olarak nitelenen kişi, sağ elinde bir yazı aleti tutar. Bir ucu genişletilmiş stylusa benzeyen bir kalem ile, tahta tablet üzerine yazan bir kişinin tasviri vardır. Onun; tam olarak kâtip olduğu söylenemez. Ayrıca Louvre'da da defter ve hokka tutan figür tasvirlerinin yer aldığı kabartmalar bulunmaktadır20.

Eski Yunan ve Roma Dönemi

Eski Yunan ve Roma devrini kapsayan Antik çağda kâtiplerin kültür hayatındaki rolü, daha çok fikir ürünlerini kaleme almaları ve ayrıca onları kopye ederek çoğaltmaları ile olmuştur. Bu çoğaltma sonunda ise, zamanla kitapçı ve basımcılara dönüşmeğe başlamışlardır. Bu sayede, henüz matbaanın bulunmadığı bir dönemde kitaplar elle çoğaltılarak, Antik çağın değerli edebiyat, tiyatro felsefe ve bilimsel eserleri bize kadar ulaşmıştır. Ayrıca bu değerli fikir ürünlerini içine alan kütüphanelerin kitap sayılarının arttırılması da onların sayesinde olmuştur. Kâtiplerin çalışmaları sonucunda, kütüphaneler gelişmiş ve halkın okuma alışkanlığı yaygınlaşmıştır. Bunun yanında kitap ticaretinde gelişmeler olmuştur. Antik çağda scriba adı ile tanıdığımız, her çeşit görevi üstlenen genel kâtip kavramı içerisinde, özellikle kopist anlamı ile bilinen kişilere bibliographos, librarius gibi adlar verilirken; kitapçı bu, işi yaygın bir ticaret amacı ile yapmamış iseler de, zamanla bu durum değişmiştir.

Eski Yunanlılar'm M.Ö. IX. yüzyılda harf yazışım almalarından önce Girit ve Mikenai'da kil tabletler üzerine yazılmış piktografik bir yazının kullanıldığı bilinmekte ve yüksek düzeyde bir meslek olarak resimlen yapan ve yazılan yazan kâtiplerden sözedilmektedir21. Ancak onlar Fenikeliler'den bu harf yazısmı aldıktan sonra, onu, kendi bünyelerine uyarlayarak, çeşitli metinler yazmağa başlamışlar ve M.Ö. VI. yüzyıldan itibaren ciddi eserleri kaleme alarak, yüzyılın sonunda tiran kütüphaneleri dahi kurmuşlardır. Kitap sayısmm artması, kâtiplerin çalışmalarının yoğunluğunu göstermektedir. Tarihçi, filozof ve şairlerin daha çok özel okuma ve dinleme yoluyla tanındıklarını söyliyebiliriz. Maddi durumu iyi olan entellektüel çevreler, eğitimli kölelere bunları kopye ettirerek dost çevrelerine dağıtmışlardır.

A.M. Darga, Hitii Sanatı, İstanbul 1994, s. 278; E. Akurgal, M. Hirmer, Die Kunst der Hethiter, München 1961, s. 101, flg. 131.Darga, aynı eser, s. 316, res. 303.E. Vermeule, Greece in the Bronze Age, London 1972, s. 178.

Page 13: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

M.Ö. V. yüzyıl sonunda, Pers savaşlarından galip çıkan Atina'da, Perikles'in sağladığı refah sonucu, kitap birikimi olmuş, kültür ve bilime meraklı kişiler evlerinde özel kütüphaneler kurmuşlardır. Komedi yazarlarının belirttiğine göre, M.Ö. 430 yılında, Atina'da kitapçı dükkânları vardı. Atina'da Peleponhnesos savaş sırasında, agorada, özel kitap satışı yapılan bir pazar (la biblia) bulunuyordu. Meraklı kişiler sabahları kitapçı dükkanlarında toplanarak, buradaki kitaplar konusunda tartışıyorlardı22. Bu entellektüel merkezlerde kitaplar henüz yayınlanmadan meraklılara tanıtılmış ve onların fikirleri alınmıştır. Bu ilginin sonucunda kitapların sayıları artmış ve muhtemelen ucuzlamışlardır23. Atina dışındaki kolonilere dahi ulaşan kitaplar, buralarda satılıyordu. Atina'nın bu şekilde önemli bir kitap yaym ve ticaret merkezi olmasında, meslekleri kitap kopye etmek olan kâtiplerin (bibliographos) rolü inkâr edilemez. Bu kopye eden kâtipler dışmda, yukarıda belirtildiği gibi, zamanla, metinlerin bazı yerlerini renkli harfler kullanarak boyayan kâtipler (kalligraphos) de ortaya çıkmıştır. Böylece kitaba duyulan ilginin artması sonunda , kitapçıdan (bibliopola) ücret alan ve orada müşteriler için kitapları çoğaltan kâtipler bir meslek olarak daha da belirginleşmişlerdir. Ancak elle çoğaltma söz konusu olduğu için, metinler de, kâtiplerin bilgi ve dikkatine bağlı olârak az veya çok hatalı ve pahalı olarak çıkabiliyordu. Bu hatalı ve pahalı metinlerden şikâyet edildiği bilinir24.

Aynı yüzyılda yaşayan dramatistlerin eserleri kopye edilerek, hem sahnede koro ve diyalogları sürdüren sanatçılar ve hem de tiyatroya gelen binlerce seyirci için ucuz nüshalar halinde çoğaltılmışlardır25. Bu kopyaların pahalıya malolmaları nedeniyle, Jchoregus, kâtiplerin ücretlerini ödüyordu. Tiyatroda her seyircinin elinde bir metin olduğu düşünülürse Aristophanes'in de belirttiği gibi, kâtiplere çok iş düşüyordu.

M.Ö. IV. yüzyılda, özellikle Platon ve Aristoleles'in kurduğu felsefe okullarında yer alan kütüphanesinin içerdiği kitap sayısında artış görülmektedir. Platon'un öğrencilerinden Hermodorus'un, Yunanistan dışındaki uzak yerlere, hocasma ait çoğalttırdığı kitapları yolladığı ve bundan kâr sağladığı bilinmektedir. M.Ö. 300 tarihlerinde, Atina'da kitapçı dükkânları dışmda kitap panayırları devam etmektedir. Ksenophon, Anabasis adlı e s er pide Karadeniz'e gelen kitap ticaretinin yayıldığını, Salmydessus'da karaya oturan gemilerin yükleri arasında kitap bulunduğunu kanıtlar anlatmıştır26. Bütün bunlar, okuma alışkanlığının yayıldığını, kitapların alıcı bulduğunu kanıtlar. Artık mesleği kâtip olan profesyonel bu kişiler, bunları

ESKİÇAĞ KÜLTÜR TARİHİNDE KÂTİP 7

Bkz. Aristophanes, Ranae, 114.Bkz. Pollux, Onomast, VII, 211; IX, 47; Athenaios, Deipnasophist, III, 126 E.Bkz. Diogenes Laertius. Vit, Phil., Ill, 39, Plato.Aritstophanes, Ranae, 114.Bkz. Ksenophon, Anab., VII, 5, 14.

Page 14: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

8 NURAY YILDIZ

kopye etmiş olmalıdırlar. Varlıklı aydınların evlerinde eğitimli kölelere kitap çoğalttırılırken, kitapçılar için de kâtiplerin kopye etmeğe devam ettikleri açıktır. Ksenophon evinde, Homeros metinlerini bu şekiİde özel kâtiplerine çoğalttırıyordu27. Ksenophon'un Scilla'da belli sayıda kölesi vardı ve onlara sınırlı ölçüde kopye ettirerek, dostlarına gönderiyordu. Antigonos Gonatas da kendi özel köleleri olan kâtiplerini Stoacı Zeno'ya göndererek, onun eserlerini kopye ettirmek istedi28.

Bazı durumlarda kitap yakın bir dosta ödünç verilir ve bu kişi, ki tabii, kendi kâtibine kopye ettirerek geri gönderirdi.

İskender'in dünya imparatorluğu kurmak amacıyla Doğuya yaptığı sefer ve sonra imparatorluğun generalleri arasında paylaşılarak, küçük krallıkların kurulduğu Hellenistik devirde (M.Ö. 330-30) Eski Yunan ve Makedonya kültürlerinin, Doğu kültürleri ile kaynaştırılması için İskenderiye kütüphanesi kurulmuştu. Bu kütüphane ile ona bağlı olan bilim akademisi Musaion'da yapılan bilimsel çalışmalar ile, bilimlerinde araştırma yapılırken, edebi metinler üzerinde filolojik çalışmalar ve metin eleştirileri de gerçekleştirilmişti. Ayırca încil'in İbraniceden Grekçeye çevirisi dahil, pek çok din kitabı ve kanunun da çevirileri yapıldı. Ptolemaios H Philadelphos (M.Ö. 308-246) zamanında çevrilen Yahudi kanunları buna örnek verilebilir29. Mısır'daki Ptolemaios krallığının korunmasında kitap üretimi artıyor, büyük bir yazma topluluğu birikiyordu. Helenistik devirdeki bu bilimsel ve enteUektüel aşamada kâtipler önemli bir rol oynadılar. Hellenistik kentlerin, önemli kültür merkezlerinin kitap talebini Atina karşılıyordu. Buradan ödünç alman kitaplar, Mousaion'da kopye ediliyor ve bazen de gerçek nüshalar yerine, ceza karşılığı, sahteleri geri gönderiliyordu30.

Hellenistik devirde Bergama, Atiokheia, Herakleia Pontica, Pella, Delphi, Atina, Rhodos, Teos gibi .yerlerde krallık, gymnasion, yüksek okul, özel ve değişik türde kütüphanelerin kurulmuş olduğunu bildiğimize göre, kitap sayısının artmış olduğunu ve bunların yazılmasında ve kopye edilmesinde kâtiplere çok iş düştüğü söylenebilir. Özellikle 500.000 kadar kitap sayısı ile İskenderiye kütüphanesi, kâtiplerin‘kültür hayatındaki rolünü iyi bir biçimde ortaya koyar. Bu kütüphane için tüm Akdeniz çevresinde kitap aranarak, değerli ‘yazmalar satın veya müsadere ettirilerek, kâtiplere çoğalttınlmıştır. Bunun içn Yunanistan, K. Asya ve Akdeniz kıyısına yayılmış kitapçılardan yararlanılmıştır. M.Ö. İH. yüzyıla tarihlenen Oxyrrhynchus ve

ksenophon, Memorablia, IV, 2, 10 Diogenes Lasertius, Viit. Phil., VII, 36.Bkz. Josephus, AntJud., XII, 5-6,11,13,15.Bkz. Ksenophon, Anab., VII, 15, 12; Cicero, Ad. Attic., XIII, 21, 4; Diogenes Laertius,Vit. Phil., VH, 31; Dionys, Helicar., De lsocr., 18.

27282930

Page 15: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

diğer Mısır kentlerindeki papyrus buluntuları, kitap ticaretinin ne kadar yaygın olduğunu ortaya koymaktadır31. Ptolemaios II Philadelphos da Theophrastos'un öğrencisi ve mirasçısı Neleus'dan, ünlü Aristoteles'in kütüphanesini ve Theophrastos'un kişisel koleksiyonunu satın alarak32 yazmaları kopist-kâtiplere çoğalttırılmıştır. Plotemaios III Euergetes zamanında ise Aiskhylos, Sophokles ve Euripides gibi üç büyük dramatistin eserleri, 15 talentlik rehin karşılığında alınarak, kâtiplere kopye ettirilmiş ve kitaplar çoğalttırıldıktan sonra, orjinali yerine kopyeleri verilmişti. İskenderiye limanına gelen gemilerdeki kitaplar da müsadere edilerek, İskenderiye kütüphanesindeki kâtiplere kopye ettirilerek çoğaltılmıştı. Aynı şekilde onların da orjinalleri kütüphanelerde alıkonarak cezası ile birlikte, sahteleri verilmişti33. Kâtiplerin kopyeleri sayesinde İskenderiye kütüphanesine binlerce kitap yığılmıştı ve bunların arasında birden çok nüsha vardı. Bunların içersinde kütüphane için en uygun olanlarının seçilmesinde, en güvenilir kâtibin kopye ettiği eserlerin ve bilgili kişilerin hazırladığı eleştirilmiş nüshaların ön planda tutulduğu anlaşılmaktadır. Yazmaları yazan ve kopye eden kâtibin veya kitabın yazıldığı tarihin belli olmadığı durumlarda, bunların en iyilerini seçmek için uzmanlar çaba gösteriyorlardı. Bu sonuca göre kopye yapan kâtibin, bilgili ve imlâ kurallarını bilen bir kişi olması gerektiği anlaşılmaktadır. Ayrıca edebî eserler üzerinde yapılan çalışmalar ile, onların gramer, imlâ kuralları yönünden kusursuz ve hatasız olmaları sağlanıyordu. Gerek bilimsel ve gerekse edebi eserler üzerinde bu yoğun çalışmalar ve mevcut nüshaların, kâtiplerin kopye etmeleri ile çoğaltılması, kuşkusuz yazı atelyelerinin (scriptorium ) gelişmesini de hızlandırdı. İskenderiye metinlerine, uzun süre standart metinler olarak bakıldığına göre; _ bunların, bu istinsah atelyelerinde, belli kurallara bağlı kalarak, standart ve düzgün örnek nüshalar olarak kopye edildikleri söylenebilir. Bu da bize buradaki kâtiplerin iyi yetiştirildiklerini göstermektedir34.

İskenderiye kütüphanesi ve Musaion'da yapılan çalışmalar arasında Aristarkhos'un, kâtiplerin, kopye yaptıkları zaman hata yapmalarım önlemek hem kâtiplere ve hem de okuyculara kolaylık sağlamak amacıyla, noktalama işaretlerini (semeia, notae) geliştirdiğini belirtmek gerekir. Metinlerin yazılması sırasında bunlar dikkate almıyordu. Suetonius, bu işaretlerin, yirmi bir kadar olduğunu belirtmiştir35.

ESKİÇAĞ KÜLTÜR TARİHİNDE KÂTİP 9

C.Wendel, Handbuch der Bibliothekswissenschaft I: Buch und Schritft, s. 856.Bkz. Athenaues, Deipnosophist, 1, 3a.Bkz. Galenos, Comment, in Hippocr., III, II, 2; N. Yıldız, Eskiçağ Kütüphaneleri, Istanbul 1985, s. 95-6.N.YıIdız, aynı eser, s. 102-9.Bkz. Suetonius, Gram. Lat., VII. 533.

Page 16: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

10 NURAY YILDIZ'

Roma döneminde, diğer kurumlarda olduğu gibi, kâtiplik de daha iyi örgütlenmeğe başlanmıştır. Roma'da Cumhuriyet döneminin sonralarında bazı iç karışıklıklar olması yanında, kültürel hayatta olumlu gelişmeler de olmuştu. Özellikle güney İtalya'daki eski Yunan kolonileri aracılığı ile ve ayrıca Roma'h generallerin tüm Akdeniz çevresinde kurduğu yeni eyaletler ve alman Hellenistik merkezlerden ele geçirilen eski Yunanlılar'a ait kitapların Roma'ya getirilmesi ile, aydınların kitaba ilgisi artmış ve evlerinde özel kütüphaneler kurulmuştur. Kitaba duyulan ilgi ve onun yaygınlaşması, bir ölçüde kitap çoğaltma işleminde kâtiplerin büyük ölçüde yer alması ile gerçekleşmiştir.

Kâtip adı altında yer alan kopistlere libraius deniliyordu. Onlar, kitapları kopye etme dışmda, aynı zamanda onları yapıştıran, ciltleyen, süsleyen kişilerdir. Bu kitapları satan kişiler ise, başlangıçta kâtip ile aym şahıslardı, ancak ona, "kitapçı" anlamında bibliopola deniliyordu.

Kâtiplerin kitabı kopye etmesi için, yazar tarafından öncelikle kitabın yazılması gerekiyordu. Yazarın kitabmı çoğaltma isteği üzerine kâtip harekete geçiyordu. Bu çoğaltma işlemi, devrin anlayışına, teşvikine, yöneticilerden gelen istek üzerine, toplumun kültür düzeyine ve meraklı kişilerin güdümüne bağh olarak gerçekleşiyordu.

Bu durumda, kâtibin kopye etmesi sonucunda ortaya çıkan bir nüsha, elden ele dolaşıyorsa, yayınlanmış demekti. Gerek özel istekle kopye edilerek çoğaltma ve gerekse kütüphanelerdeki kitap sayısını arttırma için yazılan kopyalarda, kâtibin hatasız örnek bir nüsha bularak, buna göre çoğaltması gerekiyordu. Zamanla bu durum kütüphanelerde yazı atelyeleri ve kopye etme işinde kullanılan standart ölçüyü getirmiştir36. Bu durumda Roma Cumhuriyet dönemi başlangıcında, kitaplar kişisel girişimler ilp librarius denilen kâtip tarafından, özellikle özel kullanım amacıyla çoğaltılıyordu ve bu kişi, çok zaman bir köle idi. Aşağıda örnekleri verileceği gibi, bunların bazdan çok kültürlü idi. Daha kitabın yayınlanması bitmese de; birkaç dostun, onu kâtiplere kopye ettirmesi, yan yanya yayınlanması demekti37.

Yazar, kitabı editöre verdiği zaman, kâtibin hatasız bir kopye yapmasını garanti edemiyordu; dikkatsiz kâtipler, kötü kopyeler çıkartabiliyordu38. Özellikle satış amaçlı kopye edilenlerin, meslekte deneyimli kâtiplere kopye ettirilmiş olmaları gerekiyordu. Ancak henüz o dönemde telif hakkı bulunmadığı düşülürse, kâtiplerin istediği kadar kopye yapıp, nüshalan çoğalttıkları söylenebilir.

36 Wendel, aym eser, s. 140.37 Cicero, Epist. ad Attic., III, 12, 1-2; 13, 21, 4; 15, 3. Aynca bkz. Galenos., XIX, s. 10;

Hieran, Ep. 4; Sulpicius Severus, Dia/., 1 ,23.4.38 Galenos, II, 216; XIX, 9; Diodoros, 1, 5 ,2 .

Page 17: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

ESKİÇAĞ KÜLTÜR TARİHİNDE KÂTİP 11

Cumhuriyet döneminde kâtiplerin önemini Cicero'nun yaymcı dostu Atticus'a yazdığı mektuplardan öğreniyoruz. Bu- mektuplara göre, kitap yazılıp bitince, okunarak düzeltilir, kopye edecek kâtipler tarafından metin gözden geçirilir, hatalar düzeltilir, marja eklemeler yapılabilirdi. Eksikler var ise kâtipler tarafından düzeltilir ve aksanlamalar, noktalama işaretleri, harfler, kelimeler, metin dışındaki kenar notunda gösterilebilirdi. Birkaç kişilik musahhihler grubu, yazılan metni, esas metin ile karşılaştırıyorlar, düzeltilenler daha da değer kazanıyordu. Buna rağmen Cicero, Latin yazmalarındaki hatalardan söz etmiş ve bunların nasıl düzeltilmesi gerektiğini bilmediğinden şikayet etmiştir. Cicero'nun M.Ö. 54 yılının Ekim aymda Tusculum'dan, kardeşi Quintus'a yazmış olduğu mektupta, bunu dile getirdiğini biliyoruz39. Bu mektupta özellikle Tyrannio'nun tembelliğinden şikayet eder ve hataların nedeni olarak onu gösterir. Cicero, aynı şekilde M.Ö. 45 yılının 10 Temmuz tarihli ve Atticus'a yazdığı mektuplardan birinde, müstensihlerin yani kâtiplerin hatalı kopyesinden şikayet etmiştir40. Cicero'nun yazlık kır evinde (villasında) kitaplarını düzenleyen köleleri vardı41. Ancak bu düzenlemeler dışmda kâtiplik görevini yapıp yapmadıklarım bilmiyoruz.

Başlangıçta özel girişimler ve henüz yaygınlaşmadan yapılan çoğaltmalara Varro (M.Ö. 116-27) ve Cicero (M.Ö. 106-43)'nun dostu Atticus'un bir yaymevi sahibi olmasını örnek olarak gösterebiliriz. Atticus, dostlara ait kitaplar dışında, beğenilen kitapları da kölelerine kopye ettiriyordu. Bu köleler dışmda hür kişiler de görev yapıyordu. Hiçbir siyasi bağımlılığı olmayan Atticus, Cicero'ya edebi danışmanlık yapmış olabilir. Mektuplarda sık sık hatalardan söz edilmesi, Atticus'un bu yazıları düzelttiğini ve Cicero'ya zaman zaman fikir vermiş olabileceğini gösterir. Atticus'un yanında çalışan ve bu işleri sürdüren yardımcıları, kâtipleri, bilgili ve kaligrafisi düzgün kişilerdi. Bu kişiler, köleler, daha çocukluklarından itibaren kaligrafi yönünden eğitiliyorlardı. Atticus'un scriptorium'undan çıkan kopyeler oldukça hatasızdı. Belirtildiği gibi, libraii çok yetenekli ve bilgili kişiler olup yazma işlemi dışında, yapıştırma, ciltleme gibi işler ile de uğraşıyorlardı. Bu yetenekli köleler arasında, Cicero'nun azatlı kölesi Tiro tarafından kısaltmalar (notae) hazırlanmış ve bu sayede düzgün nüshalar yazılabilmiştir. M.Ö. 56 Nisan-Mayıs tarihli mektupta, gramerci Tyrannio'nun bu işi yaptığı ve iki yardımcısı bulunduğu anlaşılmaktadır42. Bu yardımcılar ise Dionysos ve Mnephilos adlı köleler idi43. Cicero, Atticus'un bu kölelerini,

Bkz. Cicero, Epist, ad Quint, frat., HI, VI, 6.Cicero, Epist. ad Attic., XIII, XXII; 2.Bkz. Cicero, Epist. ad Attic., IV, 4 a.Bkz. CicevorEpist. ad Attic., IV, 4 a.Bkz. Cicero, Epist. ad Attic., VI. 8 a.

Page 18: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

12 NURAY YILDIZ

kütüphanesini düzenlemek için almıştır. Bunlar çeşitli işlere bakıyorlardı, ancak asıl kâtip Tyrannio idi. Bu daha az önemli işleri yapan iki kişiden Dionysos kaçmış, Cicero'nun kitaplarından bazılarını da yanma almıştır ve bu nedenle cezalandırılmıştır44. Köle ve azatlı köleler, kitap onarımlan ve düzenlemeleri de yapan kâtipler miydi? Bu librarii denilen köleler. Cicero'ya kitapları konusunda yardım etmiş olsalar da esasen kâtiplik görevini sürdürmüş olmalıdırlar45. Atticus çok istenilen kitapları, işte bu kölelere veya kâtiplere kopye ettirerek satıyordu. Atticus'un kâtiplere çoğalttırdığı kitapları sattığı, Atina'da açmış olduğu bir kitap deposundan da anlaşılmaktadır. Bu depoya Roma'lı turistler ve kendi dostlan gelerek, eski Yunan yazmalarım buradan satın alıyorlardı46. Roma'h yazarlar böylece kolaylıkla eski Yunanca eserleri bulabiliyorlardı.

Atticus'un söz konusu kâtip ve yardımcıları genelde eski Yunan adlan taşımaktadır. Dionysius, Menophilus, Antaeus ve Phamaces'in adları bunu göstermektedir. Cicero'nun yardımcısı Khrysippus da diğer bir örnektir47. Cicero'nun mektuplarından bu kâtiplerin adlarını öğreniyoruz. Bu adlar arasında bazı değişik görevler de belirtilmiştir. Servile, Phamaces, Antaeiıs ve Salvio adh kişiler ömek verilebilir. Pharmace, tabellarius4 ve Salvius ise anagnostes (okuyucu)49 olarak gösterilmişlerdir. Yukarda belirtildiği gibi, Mnephilos ve Diodorus da bu arada adları geçen kişilerdir. Cicero'nun mektuplarının bize gösterdiği gibi, Atticus, eski Yunanca ve Latince yazmalan, eğitim görmüş bu köle-kâtiplere yazdınyor ve onlan kopye yolu ile çoğalttınyordu. Cornelius Nepos da, Atticus'un hayalından sözederken, gerek kopya yapan ve gerekse okuma işini sürdüren bu eğitimli köle kâtiplere değinmiştir50. Atticus'un scriptorium’nndaki bu faaliyeti geniş boyutlu olmalıdır. Çünkü yukarıda belirtilen Atina'daki kitap satışı dışmda, diğer pekçok ülkeden kitap satın alınarak toplanıyor ve bunlar, kâtiplere kopye ettirilerek çoğaltılıyordu51. Bu ticaret eyaletlere kadar yayıldığına göre52, Kâtiplerin sayısı ve faaliyetlerinin çokluğu görülebilir. Öyle ki Roma dışından gelen kitaplar, yazı atelyesinde sıralarım bekliyorlardı. Bundan başka Cicero,

44454647

4849505152

Bkz. Cicero, Epist. ad Attic., XHI, LXXVII, 3.N. Y \da ,aym eser, s. 180-6.Bkz. Cicero, Epist. ad Quint., D/I.

Cicero, Epist. ad Attic., IV, 8, a 2; V, 2, 8; 5, 3; XI, 2 ;3; XIII, 44, 3; 30, 2; Cicero Epist. ad Quint, frat., Ill, 4, 5; 56.Cicero, Epist. ad Attic., XVI, 2, 6.Cicero, Epist. ad Attic., XIII, 29,3.Cornelius Nepos, Attic., XIII, 3.Cicero, Epist. ad Attic., XIII, 8.Bkz. Cicero, Epist. ad Attic., m , 4,6.

Page 19: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

ESKİÇAĞ KÜLTÜR TARİHİNDE KÂTİP 13

kitaplarının Atina ve diğer eski Yunan kentlerine yayılması için onları, Atticus'a emanet etmişti53.

Atticus ünlü olduğu için onu tanıyoruz. Onun dışmda da kâtipleri kullanan scripîorium sahipleri bulunmuş olmalıdır. Sayıları çok olan librarii, kâtipler, değişik yerlerde ve kişilerin kendi evlerinde çalışmış olmalıdırlar54. Ancak Cicero zamanında rastladığımız, zengin kişilerin kendi evlerinde, kitaplarını, bu kâtiplere kopye ettirmeleri her zaman iyi sonuç vermeyebiliyordu. Aynı şekilde Cicero'nun Atticus'a yazdığı mektuplardan, bu kâtip hatalarından söz edilmektedir55. "İlgimi çeken kitaplar satılık değil ve akıllı bir kâtip bulunmaz ise çoğaltılamıyorlar. Pekçoğu da hatalı kopye edilmiş ve dürüstçe satılmıyor".

Bazı zenginlerin kendi kâtipleri tarafından, evlerinde yapılan kopyeleri ve Atticus gibi, yayınevi sahibi diyebileceğimiz kişilerin yazı atelyelerindeki kopye ve yazma faaliyetlerini gördükten sonra bu kâtip-kopistlerin, yavaş yavaş nasıl kitapçıya dönüştüklerinden sözedelim. İlkin bazı librarii yani kâtipler, kitapçı dükkanları açarak, kopye ettikleri kitapları satmağa başladılar. Atticus'un iyi örgütlenmiş, dikkatli ve yetenekli kâtipler seçebilmiş olması, bu kâtiplerin kitap sayısının artması, sonuçta kitap satışının düzenlenmesini gerekli kılmıştır.

Cumhuriyet devri başlarında bu kitapçıların sayısı azdı. Onlar, kendi kitaplarını, kâtiplere kopye ettirerek, aralarında değiş-tokuş yapıyor ve satıyorlardı56. Kitap ticareti gelişmeden önce libraius, sadece istek olursa kopya yapıyordu. Birden çok kopya yaparak, bunları satmak .için depolamak gibi bir fikri yoktu. Bu kitapçılar yaygınlaşmadan önce, kişilerin ve daha geniş anlamda halkın, belgeleri çoğaltmak için, Forum yakınında dükkanları bulunan ve kendi başlarında çalışan kâtipler, halkın günlük metinlerini kopye ediyorlardı. Daha çok popüler okul metinleri ve edebi günlükler satıyorlardı. Öğrenci, gerek duyduğu zaman, bunları alarak çoğalttırıyordu. Livius Andronicus'un eserlerinin satışı bu şekilde başlamıştı. İşte öğrencilerin ve diğer kişilerin isteklerinin karşılanması için, kâtipler, librarii, kitapçı durumuna geçmek zorunda kaldılar. Onlar sürekli kopya yaparken, aym zamanda kitapçı rolünü de birlikte üslenmiş oluyorlardı. Diğer bir deyişle, librarius'dan yani kâtipten kitapçıya, bibliopola'ya yavaş yavaş geçilmiş oluyordu. İlk zamanlar kitapları sınırlı olarak çoğaltırken, tam anlamı ile kitapçı dükkânı haline dönüşünce, değerli ve müşteriyi memnun edecek hatasız yazmalar elde

Bkz. Cicero, Pro Sull., 42; Cicero, Epist. ad Attic,, II, 1,2; Cattullus, 95, 5.Cicero, Epist ad Attic., XIII, 21,4; Cicero, Epist ad Fam., XVI, 21,8; Cicero, Pro Sull., 43 Cicero, Leg, III, 46.Cicero, Epist. ad Attic., Ill, 4, 6; Cicero, Epist. ad Quint., 3,4,5 ve 3,5,6.Cicero, Epist., ad Attic., Ill, 4; Cicero, Epist. ad Quint., Ill, 4,5.

Page 20: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

14 NURAY YILDIZ

etmek için artık kitapçı dükkânlarında dikkatli ve bilgili kâtiplerin çalıştırılmış olmaları gerekir. Azatlı ve kölelerden oluşan bu librarius, sadece kâtip rolünü mü üsleniyordu? Yazmaları süsleyen, yapıştıran, ciltleyen yardımcı elemanlar ile aym kişiler mi idi? Her ne olursa olsun, burada, kâtip büyük bir rol oynamış olmalıdır.

Cicero zamanında az olan bu kitapçıların57 Catullus'un da tanıklığı ile58, bulunduğunu biliyoruz. Bu durumda kitapçı ve kopistlerin fonksiyonları birleşmiş oluyordu. Gene de I. yüzyılda bir yandan kitapçı dükkânları gelişirken, diğer taraftan yan kitapçı, yarı yazı atelyesi durumundaki, içinde kâtiplerin çalıştığı yerler artmış olmalıdır. Ancak imparatorluk döneminden önce, bunların sayılarının az olduğu bilinmektedir59. Bu dönemde kişiler de özel olarak, kendi aralarında değiş-tokuş yolu ile kâtiplerin çoğalttıkları kitapların dolanımım sağladıkları ve ticaretini yaptıkları anlaşılmaktadır60.

Bu yazı atelyelerindeki ve onu takiben kitapçı dükkânlarındaki kâtiplerin kopye işlemleri, Cumhuriyet döneminin kütüphaneleri için de hizmet veriyordu. Bu kütüphanelere yeni kitaplar satın alınırken, eski kitapların ise kâtiplere çoğalttırılarak sağlandıkları düşünülebilir.

Roma'da İmparatorluk dönemine geçildiğinde, ilk imparator Augustus'un (M.Ö. 27-M.S. 14), Romalılık bilincini güçlendirmek ve eski Yunan kültürünün egemenliğinden kurtarmak amacıyla milli şair ve yazarları koruması sonucu özellikle Latinlere ilişkin her çeşit yayın çoğaldı. Bu dönemde Varro ve Asinius Pollio'nun girişimleri ile halk kütüphanelerinin Roma'da kurulması da yayma duyulan ihtiyacı arttırmış olmalıdır. M.S. II. yüzyılda Roma İmparatorluğu zamanında her alanda görülen gelişme sonucu, gene çeşitli türden kütüphaneler kurulmuş ve kitapçı dükkânları çoğalmıştır. Bu durum, M.S. III. yüzyıl sonlarına doğru, çeşitli nedenlerle, Roma'nm güçten düşmesine kadar sürmüş, ancak zayıflamanın kültür hay atma etkileri de artmıştır.

Roma İmparatorluk döneminde de gene eğitilmiş köle ve azatlılar, kâtip olarak özel evlerde, yazı atelyelerinde kitapçılarda ve kütüphanelerin yazı odalarında çalışmağa devam ettiler. Aym şekilde papyrus, pergament veya balmumu levhalar üzerine yazmayı sürdürdüler. Bu kâtipler, librarii, içerisinde, balmumu levha üzerine yazanlara scribae cerarii adı veriliyordu. Ancak genel scriptor başlığı altında belirlenen bu kâtiplerden kitapları kopye

Bkz. Cicero, Phil., n , 9,21; Cicero, Epist. ad Quint., HI, 4,5.Bkz. Catullus, XIV, 17, 20.Bkz Cicero, Epist. ad Attic., III, 4; Cicero, Epist. ad Quint., III, 4,5.Bkz. Cicero, Epist. ad Quint., İÜ, 4.

Page 21: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

ESKİÇAĞ KÜLTÜR TARİHİNDE KÂTİP 15

edenler61 ile kitapçılık görevini üslenenlerin62 hepsine de librarius denilebilir. Kütüphanelerde kâtiplik yapan kişiler yanında, bazen diğer görevleri yapanlar da bu ad ile belirlenmişlerdir63.

Bu dönemde bazı görevlerin kurallara bağlandığı görülmektedir. Özellikle kopist veya müstensih diyebileceğimiz bu kâtiplerin, yazma koşulları zaman zaman belirlenmişti. Saatte ortalama 15-16 satır kadar kopye yapabiliyorlardı. Roma'da uygulanan bu kural dışmda, kitapçı dükkânlarında çalışan kâtipler ise günde on saat çalışıyordu. Her eser aym sayıda kopya edilmez, bazılarının çok sayıda kopyası yapılırdı. Örneğin Tacitus, devlet kütüphanelerine konulmak üzere, 275 yılında, on kez yazılmıştır64. Kitapçılarda ortalama yüz kadar köle çalıştırılıyordu. Bunların kopye ettiği eski Yunan ve Latin yazmaları için belirli bir ölçü bulunuyordu. Kopya yapan kâtipler için 35 satır, 16 hece, 50-100 kadar sütun gibi ölçüler (stichometri) konularak, çalışmalar buna göre düzenleniyordu. Seneca zamanında bilgili bir kölenin, 100 sestertius aldığı belirtilmiştir. Verilen ücret, kopistler (librarii) ve uzmanlar (amanunsis) için ayrı ayrı idi65. Kâtiplere verilen ücretler, kitabın maloluş fiatını artırıyordu. Eski Yunanca bilen köleler, ortalama 8000 sestertius kadar ücret alıyorlardı; yüksek eğitimli olanlar için bu ücret artabilirdi66. Ancak M.S. 301 yılında, imparator Diocletianus tarafından çıkartılan bir buyrultuya göre67 100 satır yazma karşılığında 20-25 denarius verilmesi öngörülmüştü68.

Kâtipler kopya yaparken, biri okuyor ve birkaç kopist-kâtip metni yazıyordu. Özellikle kapsamlı eserler için 10'dan çok Kâtipden yararlanılıyordu. Onlar, ancak doğru olarak duyarsa, hatasız olarak yazabiliyordu. Yazarken dikkat edilmesine rağmen, hatalı metinler de çıkabiliyordu. Latince zamanm konuşulan dili olduğu halde, Latince metinlerde hata daha çok, Grekçe metinlerde ise daha azdı. Bunun nedeni, kopya yapan kâtiplerin Grekçe yazmaları daha kolayca istinsah edebilen eski Yunanlı Kâtipler olmasıdır. Bu azatlı kâtipler, yazdığı Grekçe yazmalar, Latince olanlardan daha değerli idi. Latince metinleri yabancı dil gibi yazıyorlardı. Ancak Sosius kardeşler (Sosii), Secundus, Atrechus,

Cicero, Epist. ad Attic., 12,40,1; Titius Livius, 38,55,8.Seneca, Benef, 7,6,1; Aulus Gellius, Noct. Attic., 5,4,1.N. Yıldız, aym eser, s. 349.Wendel, aym eser, s. 140.H. Leclercq, "Livre", D'aremb.-S'aglio, süt. 1770.Phillips, The Publication o f Books at Rome in Classical Period, 1981, s. 233.

Bkz. Edict. Diocl., 7, 39-40.R. Duncan Jones, The Economy o f the Roman Empire, Cambridge 1974, s. 54.

Page 22: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

Valerianus gibi Roma'lı olanları da vardı69. Buna karşılık Tryphon70 ve Dorus eski Yunan'lı71 idiler. Grammaticus'un elinden çıkan tashihli metinler hatasız oluyordu ve bu kitaplar daha pahalıya satılıyordu72. Aulus Gellius, O. Octavius Lampadio'nun bilgili bir kişi olarak Ennius'un metinlerini hatasız yayınladığını belirtmiştir73. Bazen de bilgisiz okuyucular, kafalarına göre kitaplardaki kelimelerin hatalı olduklarını düşünerek, bunları değiştiriyorlar ve kâtiplerin üzerine atıyorlardı74.

"Bilgisiz okuyucular, eski kitaplar ile karşılaştıklarında, bazı şekilleri değiştirmeğe ve bunu, aynı hatadan dolayı bizzat suçlanmış kâtiplerin cahilliğine yükleme eğilimindedirler".

Kâtipler, yasaklanmış bir yazarın eserini kopya ettikleri için cezalandırılıyorlardı. Örneğin imparator Domitianus, Tarsus'lu Hermogenes'in eserlerini yasaklamış ve onu kopye eden kâtibi de çarmıha gerdirmişti75. Yazarın izni olmaksızın da kâtip kopya yapabiliyordu. Quintilianus'un konuşmaları bu şekilde yazıldı76.

Kâtibin, kitap kopya etme koşullarından söz ettikten sonra, onun bu çalışmasının sonucu olarak kitabm yaygınlaşmasına değinelim. Bu nedenle de onun kitapçı dükkânlarında önemli görevler aldığını vurgulayalım.

İmparator Augustus'un zamanında, İskenderiye'den sonra Roma kenti de başlıca kitap pazarı olmuştur77. Belirtildiği gibi, Cumhuriyet döneminde sadece dostlar için yapılan kopyalar, kitaba duyulan ilginin sonunda artarak, açılan kitapçı dükkânlarında satılmağa başlanmıştır. Ancak bu kitapçıların ilk sahipleri kâtipler olmalıdır. Özellikle satış için yapılan kopyalar, bilgili, dikkatli, deneyimli kâtipler tarafından yazılıyordu. Nitelikli kitapçılar, ticarî amaçla, iyi satış yapabilmek için bu bilgili kâtiplerden başka, dükkânlarında dikkatli okuyucular (anagnostai, anagnostae) ve musahhihler (âiortatai) bulunuyorlardı. Böylece satılacak kitaplardaki kâtip hataları, bu dükkânlarda tashih edildikten sonra alıcı buluyordu78. Martialis, kitaplardaki hatalarını,

16 NURAY YILDIZ

69707172737475767778

Marlialis, Epigr., 1 ,2; 1,113; 1, 117.Martialis, Epigr., 4, 72; Quintilianus, inst. Orat., praef. 1.Seneca, Benef., 7,6,1.Bkz. Martialis, Epigr., VII, 12, 5,8.Bkz. Aulus Gellius, Noct, Attic., XVIII, V, II.Quintilianus, Inst. Orat., IX; IV, 39.Suetonius, Dom., 10.Quintilianus, Inst. Orat., VII, II, 24.Bkz. Strabon, Georg., XIII, 609.Aulus Gellius, Noct, Attic., V, IV, 1.

Page 23: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

ESKİÇAĞ KÜLTÜR TARİHİNDE KÂTİP 17

yazar tarafından değil, onu kopya eden kâtip tarafından yapıldığını iddia ederek, bu görüşü doğrulamıştır79.

"Okuyucu, eğer bu sayfadaki şiirler size ya müphem veya dili (Latincesi) bozuk geliyorsa, bu benim hatam değildir. Müstensih, sizin için metni acele ile kopya ederken, onları bozmuştur".

Martialis kendisi de bu durumla karşı karşıya idi. Onun Ksenia adlı eseri kâtip hataları ile dolu olarak, Tryphon dahil, çeşitli kitapçı dükkânlarında satılıyordu. Ancak kopya yapma işlemi tekrarlandığı zaman hatalar da düzeltilmiş oluyordu80.

Kâtiplerin bu çalışmaları Roma'daki iç piyasayı doyuruyordu, ancak M.Ö. I. yüzyılın son çeyreğinde kitap sayısı artınca, Roma dışmda da kitap pazarları oluştu. Africa'daki Utica ve İspanya'daki ilerde gibi yerlerde dahi Roma'dan gönderilen kitapların satıldığı pazarlar vardı. Bu kitap ticaretinin yaygınlaşmasında kâtibin rolü büyük olmuş ve kitabın kalitesi artmıştır. Augustus zamanında, içlerinde kâtiplerin çalıştığı kitapçılardan pekçoğu bilinmektedir. Bunlardan Horatius'un eserlerini satan Sosii81; Quintilianus'un yayıncısı olan Tryphon82; Argiletum.'da zarif kitapların satıcısı Atrectus83; Barış Tapmağı ile Minevra Tapmağı arasındaki, Martialis.'in yayıncısı Secundus84; Cicero ve Titus Livius'un eserlerini satan Dorüs85 ve ayrıca Martiails'in gençlik eserlerinin yaymcısı olduğu gibi, Q. Yalerianus'un yaymcısı Pollius86 sayılabilir. Bunlar merkezi yerlerde, halkın ve özellikle entellektüellerin gitme alışkanlığı olan yerlerde idiler. B öylece gerek Roma'da ve gerekse dış ülkelerde, eyaletlerde Augustus devrinin ünlü ve verimli şair ve yazarları kâtiplerin sayesinde dağılıyor, geniş kitlelerce okunmağa başlıyordu. Doğal olarak, daha sonraki dönemlerde de bu durum devam etti. Örneğin İmparator Traianus zamanmda Plinius'un kitapları Lyones'da satılıyordu87.

Bu genişleyen kitap ticaretinde önemli bir yer tutan kitapçıların bazıları, hem kitapları çoğaltan yayıncı ve hem de kitap satıcısı idiler. Örneğin, Martialis ve Quintilianus'un yayıncısı Tryphon bu iki görevi de

Martialis, Epigr., II, VIII.Phillips, ayrı eser, s. 13.Bkz. Horatius; Epist., 1 .20,1; Horatius, Ars Poet., 345.Bkz. Quintilianus, Irıst. Orat., Ep. ad. Tryph., 3; Martialis, Epigr., IV. 72, 2; XIII, 3, 43.Bkz. Martialis, Epigr., 1 ,117, 8-11.Bkz. Martialis, Epigr., I, 2; I, 113.Bkz. Seneca, De Benef, VB, 6,1.Bkz. Martialis, Epigr., 1 ,113.Bkz, Plinius, Epist., IX, 11; 2; Aulus Gellius, Noct, Attic., IX, 4,1.

Page 24: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

sürdürüyordu88. Bu dükkânlarda hem kopya yapan müstensih-kâtipler çalışıyor, ayrıca cilt, yapıştırma v.s. gibi işleri sürdüren kişiler de bulunuyordu. Dükkânlarda yaklaşık yüz kadar köle çalışıyor ve popüler kitaplar daha çok kopya ediliyordu89.

M.S. IV. yüzyılda, Roma dünyasında hristiyanlığın yerleşmesi sonucunda din kurumlan artmış, bunları besleyen yaym hayatı gelişmiş ve din konulu kitaplan içeren kütüphaneler kurulmuştur. Buna bağlı olarak kâtiplerin çalışmaları da değişik bir yöne girmiştir. Onların hizmet verdiği scriptoriumlaıda, Hristiyanlıkla beraber sözlükler, litürjik eserler, Kilise Babalarının eserleri kopye edilmişlerdir. Bu manastır yazı atelyelerinde daha önceki dönemlerin klasik eserleri de eğitim amacıyla çoğaltılmışlardır. Bunlar arasında İstanbul'daki • (Constontinopolis) kâ tip lerin , an tiquarii, kütüphanelerdeki kitaplan kopya ederek çoğalttıklan bilinmektedir. İmparator Theodosius'un kodeksinde bu müstensih ve kopistlere, diğer bir deyişle kâtiplere ayncalık verildiği belirtilmiştir90.

"Kâtip, müstensih ve korisüllüğe ilişkin liktorlann decuries'inin düzeni, (imparatora) yakarışlarla takdim edildi... onlara imtiyazlar verildi".

İstanbul'daki kütüphanenin kitaplarının kopya edilmesi konusunda ise şöyle deniyor91:

"Yazı konusunda yetenekli dört Yunanlı ve üç Latin müstensih 0antiquarii), yaşlarından dolayı (Constantinus) kütüphanesine seçilmiş olmasını emrettik. Onlara, halkın Coduces erzağmdan çıkartılmış olan uygun nafaka tahsis edilecektir, müstensihler için bizzat halktan alınmış görünüyor".

Böylece Hristiyanlık dönemindeki Lyons, Kartaca, Aleksandria, İstanbul ve diğer kentler kitap ticaretini sürdürürken, bu konuda kâtiplere de çok iş düşüyordu.

Böylece yukarda görüldüğü gibi, kültür ve bilim tarihi açısından, kitapların çoğaltılması ile, kâtibin (kopist olarak) önemli bir rol oynadığı, kültür ve bilim yaygınlaştırılması için hizmet verdiği anlaşılmaktadır. Aynı amaçla kütüphanelerdeki kitapların da çoğaltılmasında görev alan kâtip, zamanla kitapçı, kitap satan kişi olarak, bu işlevi sürdürmüştür. Ancak bilindiği gibi, her yazı yazan kişi kâtip değildir. Örneğin kitabın yazarından (scriptor) ve öğrencilerini eğiten, onlara yazdıran öğretmenden (litterator) farklı bir kişidir. Ancak eskiçağın kuramlarında, "dikte ettirilen kişi" anlamına gelen sekreterin, kâtip olarak da ele almdığmı görüyoruz. Değişik adlar ile

18 NURAY YILDIZ

Bkz. Martialis, Epigr., IV, LXXü; XII, 2.N. Yıldız, aynı eser, s. 318.Cod. Theod., 8, 9, 1.Cod. Theod., 14, 9, 2.

a

Page 25: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

kâtip ve sekreterlik görevleri ile karşılaştığınız Antikçağda; bu görevlerin bazen günümüzde olduğu gibi, sekreterlik adı ile, bir çeşit yönetici fonksiyonlarına sahip olduğunu görüyoruz.

Başlangıçtan itibaren her kurumun bir sekreteri veya kâtibi bulunduğu ve bunun, özellikle eski Roma'nın gelişmiş teşkilât tarihinde oynadığı rol düşünülecek olursa, kültür ve bilim alanından farklı bir nitelik taşıyan bu kâtiplik ve sekreterlik kurumunu ayrı bir araştırmada ele almak gerekmektedir. Gerek özel ve gerekse resmi görevlerde bulunan bu kişiler, değişik kurumlar içersinde ve değişik adlar ile ortaya çıkmaktadırlar. Ancak bu görevleri yapan kişiler, bazen değişik işlere de baktıkları için karmaşık bir konumda bulundukları söylenebilir.

ESKİÇAĞ KÜLTÜR TARİHİNDE KÂTİP 19

Page 26: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16
Page 27: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

TÜRKLER VEROMA TARİHÇİSİ AMMİANUS MARCELLİNUS

Ali Ahmetbeyoğlu

IV. Asırda, 332-400 yılları arasında yaşamış olan Ammianus Marcellinus, Grek Antiocheia bölgesinden Orontes'li Roma tarihçisidir. Döneminin bir çok savaşlarında yüksek rütbeli subay olarak bulunmuş ve müşahadelerini kaleme almıştır. Özellikle İmparator Julianos (361-363) yaşlanıp sefere çıkamaz olunca, onun arzusuyla devrin tarihi olaylarını yazmıştır1. Res Gestae adlı 31 kitaptan oluşan, Latince olarak kaleme aldığı tarihi eseri mevcuttur. Eserde 96-378 yılları arasındaki hadiseler anlatılmaktadır. Fakat yazdıklarının, çoğu günümüze intikal etmemiştir. Yalnız 353 yılından sonraki tarihin kayıtlı olduğu 18 kitap bulunmaktadır. Marcellinus, Roma'da tarih çalışmalarım ders olarak da anlatmıştır. Eserinin telifini 392-393 yıllarında tamamlamıştır2. Tarihinde; Tacitus, Herodot, Strabon, Xenophan, Josephus gibi antik çağ müelliflerinin oldukça tesirinde kalmıştır. Daha sonraları Cassiodoros, Gladius Cladianus, Jerome, Symmachus, Sozomenus,. Zosimos, Eunapios gibi tarihçiler Marcellinus'u kaynak olarak kullanmışlardır3. Marcellianus'un ölümünden soma Anonymus Valesii, kaldığı yerden tarihi hadiseleri yazmaya devam etmiştir4. C. U. Clark, Berlin'de 1910 yılında Marcellinus'un eserinin tenkitli neşrini yapmıştır5.

Ammianus Marcellinus'un tarihi eserinin Türk tarihi bakımından ehemmiyeti; Hunlarm Avrupa önlerinde görüldükleri ilk devirlerine dair

Dr.', İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü.Gy. Nemeth, Attila es Hunjai, Budapest 1940, s. 291; W. Buchwald-A. Hohlweg-O. Prinz, Tusculum Lexikon, Münih 1982, s. 46.O.J. Maenchen-Helfen, The Date of Ammianus Marcellinus Last Books, American Journal of Philology, 76, 1955, s. 385, 399 ; Tusculum Lexikon, s. 46; G. Ostrogorsky (Türk. terc. F. Işıltan), Bizans Devleti Tarihi, Ankara 1986, s. 22O J. Maenchen-Helfen, The Date o f Ammianus Marcellinus Last Books, s. 390 vd.Tusculum Lexikon, s. 46.Gy. Nemeth, Attila ve Hunlan, Ankara 1982, s. 247; B.İplikçioğlu, Eskihalı Tarihi, 1, Ankara 1997,s.392-393.

Page 28: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

22 ALİ AHMETBEYOĞLU

malumat veren ilk Latin ve Bizans kaynağı olmasındandır. Ayrıca Hunların Alanları hakimiyet altına alarak Don Nehri üzerinden Avrupa içlerine ilerlemeleri ve Gotlan mağlup etmeleri hakkında verdiği bilgiler bakımından da oldukça mühimdir. Bunların yanında Hunların kültürleri, adetleri ile sosyal hayatlarına dair yazdıkları da enteresandır6.

Marcellinus'un Hunların hayat tarzları hakkında anlattıkları şöyledir: "Tüm harabiyetin ve çeşitli felaketlerin ki, bunları Mars'ın gazabı ortaya çıkarmıştır, orjin ve tohumları her yerde adet dışı ateşlerle gözükmektedir. Hun insanları, az bilinen tarihi kayıtlarda buzla çevrili okyanusun yanında, Maeotis denizine doğru oturmaktadır. Vahşilik seviyelerinin tümünü aşmışlardır. Çocukların yüzlerinde, ilk doğdukları günlerde saçların büyümesi için çelikle açılmış derin izler vardır. Bu izler daha sonra buruşuk yara halini alır. Sakalsız, güzellikten yoksundurlar ve harem ağası (hadım) gibi büyürler. Sıkı, güçlü kol ve bacakları, kaim boyuna sahiptirler. Canavarvari çirkin ve şekilsizdirler. Ama, çirkin bir şekle sahip olmalarına rağmen, kendi hayat tarzlarında o kadar dayanıklıdırlar ki, ne ateşe ne de lezzetli yiyeceklere ihtiyaç duyarlar. Ancak her ne olursa olsun her çeşit hayvanın yarı pişmiş etlerini, bacakları ile atm sırtı araşma koyup, etlerin bir parça ısınmasını sağlayarak yerlerdi.

Herhangi bir barınma yerleri yoktu. Ama bunlardan hergün kullanılan mezarlar gibi kaçmnlardı. Bunlar arasında saz ve samanla örtülü kulübeler bulunabilir. Ama geniş dağlık ve ormanlık alanların ortasmda amansız şartlara alışmak için soğuğa, açlığa ve susuzluğa dayanmayı beşikten itibaren öğrenirler. Evlerinden uzakta olduklarında, aşırı bir zorunluluk olmadıkça asla bir eve girmezler, çünki bir çatı altmda kaldıkça güvenlikte olmadıklarım düşünürler.

Onlar, keten bezinden veya birçok tarla faresi derisinin birlikte dikilmesinden oluşan giysiler giyerler ve ev içinde-dışmda aynı giysiyi giyerler. Ancak bir kez solmuş giysiyi üstlerine giydiklerinde, o elbiseyi üzerlerinden parça parça yırtılana kadar çıkarmazlar ve değiştirmezler. Kafalarım yuvarlak keplerle örterler. Kıllı bacaklarım keçi derileri ile korurlar. Ayakkabıları serbest adımlara imkân vermemektedir. Bu nedenle ayakları üzerinde hayvanlara uyum sağlayamazlar. Ama atlarına hemen yapışırlar. Bu atlar çok zorlu olsalar bile. Atlarında gündüz ve gece boyunca alışveriş yapan, yiyen, içen ve dar boyunlarına boyunduruk vurulan atlar serbest bırakılınca uyurken gördükleri rüyalara ortak olan tek milletdir.

Ağırlıklı konular hakkında özen gösterildiğinde, bu konuda at sırtında istişare ederler. Oıılar, hükümdardan kaynaklanan hiçbir kısıtlamaya maruz

H.N. Orkun, Türk Tarihinin Bizans Kaynakları, Ankara 1938, s. 7; Gy. Nemeth, Attila es Hunjai, s. 291-292.

Page 29: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

TÜRKLER VE ROMA TARİHÇİSİ AMMİANUS MARCELLİNUS 23

değildirler. Önemli adamların düzensiz hükümetinden memnundurlar. Bu adamlar, insanları yolları üzerinde her engele zorluyorlar. Kışkırtıldık!arında hemen hemen her zamanda savaşırlar ve muharebelerin içine girerek, kama şekilli cisimleri kullanırlar. Bir yandan da vahşi çığlık atarlar. Hızlı ve ani hareketler için teçhiz edildiklerinden, ânîden maksada uygun olarak çizgi halinde dizilirler ve saldırırlar. O kadar hızlıdırlar ki, düşman kamplarını yağma etmek içzin siperlere saldırırlarken asla görünmezler.

Bu açıklamadan onları çok korkunç savaşçılar olarak isimlendirmekte tereddüt edebiliriz. Çünki onlar, belli bir mesafeden keskin, sivri uçlu bronz veya demir mızraklarla savaşırlar. Bunları hedefe doğru fırlatmakta müthiş hünerlidirler. Mızrakları attıktan sonra dörtnala giderler ve hayatlarım hiçe sayarak kılıçlarla göğüs göğüse savaşırlar. Düşmanlar süvari kılıcı ile yaralanmaktan korunurlarken, hasımlarının üzerine kıvrılmış ipler atarlar ve onları dolayıp düşmanı yakalar, el ve ayaklarına zincir vururlar.

Onların ülkesinde hiç kimse topraklarım sapanla sürmez. Hiç birinin belli bir evi, aile ocağı, oturmuş bir hayat stili yoktur. Bir yerden diğerine firariler gibi gezerler. Dört tekerlekli yük arabalarında hayatlarını devam ettirirler. Bu arabalarda karıları çirkin elbiselerini dokurlar. Çocuklarıyla ergenlik çağma gelinceye kadar birlikte yaşarlar.

Onların evlâtlarından hiç biri sorulduğunda nereden geldiklerini size anlatamaz. Çünki o, bir yerde doğmuş olduğunu ve çok daha farklı bir yerde yetiştiğini izah eder.

Barış anlaşmasında güvenilir ve sadık değildirler. Kuvvetli olarak kendilerine sunulan yeni ümitlerin esintisinin yönüne eğilmeye meyillidirler ve ortadaki çılgın bir harekete her duyguyu kurban ederler. Mantıksız vahşi insanlar gibi, doğruyla yanlış arasındaki farkı ayırdedemeyecek kadar cahildirler. Konuşmalarında hilekâr ve belirsizdirler. Asla dini veya batıl bağlılıkları yoktur. Sonsuz altın susuzluğu içerisindedirler. Oldukça dönek ve kızmaya eğilimlidirler. Bir provokasyon yok iken sık sık dostlarıyla da kavga ederler. Bazen bunu aynı günde birden fazla yaparlar ve bir aracı olmadan tekrar arkadaşlık kurarlar"7

Hunlann kültürleri hakkında bu bilgileri veren Ammianus Marcellinus, Hunlann Avrupa'da göründükleri zaman hayatta olmasına rağmen onları hiç görmemiş ve tanımamıştır. Zaten Hunlann geldikleri yerler, hayatları, dış görünüşleri ve yaptıkları ile alakalı haberleri verenler, genel olarak Hunlar karşısında mağlub olmuş, hakimiyet altına alınmış, hakir görülmüş kavimlerin tarihçileridir. Bu sebeble, onlar h akkında hakiki ve objektif düşünceler beklemek imkânsızdır. Halbuki Hunlann menşei hakkında antik ve eskiçağ

Bk.Ammianus M arcellinus, III, Books, XXVII-XXXI, Excerpta Valescona, J.C.Rolfe, Londra 1939, s. 381-387.

Page 30: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

24 ALİ AHMETBEYOĞLU

tarihçileri fazla birşey bilmemekteydiler. Nitekim mükemmel yetişmiş, yüksek rütbeli bir subay olan Ammianus Marcellinus, Roma İmparatorluğu’nun komşularını ve düşmanlarını bizzat tanımış olmasma rağmen, Hunlan hiç görmemiştir. Onlar hakkında verdiği bilgilerin kaynağım duyduğu rivayetler ile.Strabon'dan Herodot'a kadar antikçağ yazarlarının masalımsı, dehşet verici, asırlarca öncesine dayanan anlattıkları oluşturmuştur. Ayrıca Amazonlar, insan eti yiyen ve 1000 yıl önce kökleri kurumuş Agathyrsler, Massagetler, Gelonlar ve Neurlarla Hunların etnografîk tasvirleri arasında paralellik kurmuştur8.

Bu sebeple Marcellinus'u temel olarak kabul eden bazı tarihçiler ;Hunları devamlı yer değiştiren, hayvan yetiştiren, otlak tutan, zaman zaman da avlanan insanlar olarak görmüşlerdir. Bunlar, Hunların sadece yağmaya dayalı bir hayat sürdükleri, köklerinden gelen bu ekonomik temelin onları fetihler yapabilecek duruma yükselttiğini, fakat devamlı zaferler kazanmada ve imparatorluk seviyesinde teşkilâtlanmada kabiliyetsiz olduklarını da düşünmüşlerdir9. Oysa Türk bozkır kültürünün özellikleri, Hunların Avrupa'daki siyasi faaliyetleri ve teşkilatlanmalarına bakıldığı zaman bunların mesnetsiz iddialar olduğu anlaşılacaktır10. Heredot'un asırlar öncesinde çeşitli kavimler ile Marcellinus'un Hunlara dair verdikleri bilgiler arasında paralellik kurulursa, anlatılanların ne derece hakikatleri ortaya koyacağı daha iyi gözler önüne serilecektir.

Herodot'un İskitler, Agathyrsler, Massagetler, Neuriler, Androphaglar ve Amazonların kültürleri hakında anlattıkları şunlardır: " Skythia'da odun pek bulunmaz, onun için Skyth'ler eti şöyle pişirirler: kurbanları yüzdükden sonra, kemikleri örten bütün etleri ayırırlar, sonra kendi ülkelerine özgü bir tencere vardır. Ellerinin altında böyle bir tencere bulunuyorsa eti ona koyarlar. Bu tencereler tıpkı lesbos krateroslarma benzerler, yalnız onlardan çok daha büyük olurlar; etler bunun içerisine konur, tencere, hayvan kemikleri üzerine konur ve kemiklere ateş verilir. Eger tencere yoksa etler hayvanın iskeleti üzerine bırakılır, su da katılır, alttan kemiklerle beraber ateşlenir kemikler pek güzel yanarlar ve iskelet kemikten ayrılmış eti kolaylıkla tartar..."11.

"Neurilerin görenekleri Skythlerinki gibidir. Dareios istilasından bir nesil önce ülkelerini yılanlar kaplamış, burası daha önce de zaten yılan doluymuş, yurtlarım bırakıp çıkmak zorunda kalmışlar. Kuzeyden küçük bir

O. Maenchen-Helfen, The Legend o f the Origin o f the Huns, Byzantion, XVII, 945, s. 244 v d .; B Istvan, Das Hunnenreich, Stuttgart 1991, s. 25 vd.

9B. Istvan, aynı eser, s. 36 vd.

İ. Kafesoğlu, Türk M illî Kültürü, İstanbul 1984, s.201 vd. ; A. Ahmetbeyoğlu, Avrupa Hun İmparatorluğu, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 1997, s. 140-167.

11 Herodotos, Herodot Tarihi, (Türk. tere. M. Ökmen- A. Erhat), İstanbul 1973, s. 247.

Page 31: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

ordu gibi yenileri inmiş, ülke artık yılanlarla dolmuş, sonunda gidip Budinlerin yanma sığınmışlar. Bana öyle geliyor ki, bunların tümü de göz boyayıcıydı. SkytMere ve Skythia'da yerleşmiş Yunanlılara bakarsanız her Neuri yılda bir kez ve bir kaç gün için kurt biçimine girer sonra eski haline dönermiş. Aslında bu laflan şüpheyle karşılarım ama ısırmazlarmış, bunu söyler, yemin bile ederler"12.

"Agathyrsler pek fazla kadınlaşmış adamlardır. Parlak süslere bayılırlar; kadın herkesindir. Böylece herkes birbirleriyle kardeş olur ve bu genel akrabalık karşılıklı kıskançlık ve kin duygularım kandırır"13.

"Massagetlerin giyinişleri ve yaşamalan Skythlerinki gibidir; atlı ya da yaya savaşırlar (çünki her iki şekilde de savaşabilirler). Atlar ve kargıyla savaşırlar ve daha çok sageris dedikleri baltayı kullanırlar. Silahlarım yalnız bakır ve altınla yaparlar; kargı ve mızrak uçlan, baltalar hep bakırla yapılır, savaş başlığı, kılıç kayışı, koltuk altlarını koruyan parçalar altın süslerle bezenmiştir. Atlan da öyledir. Göğüs cebeleri bakırdandır; gem, kantarma, şakakları koruyan plaklar altın yıldızlıdır. Demir, gümüş kullanmazlar. Bunun . nedeni Skythlerde olduğu gibi, bunlarda da madenlerin bulunmayışıdır. Buna karşılık altın ve bakır çok boldur.

... Birisi iyice ihtiyarladı mı, yakınlan bir araya gelir, sürülerindeki başka bir takım hayvanlarla onu da kurban ederler. Sonra bu etleri pişirir ve afiyetle yerler. Bunu en mutlu akibet sayarlar.

...Toprağı ekip biçmeyi bilmezler; sürü hayvanlanyla ve Arax ırmağının bol balıklarıyla geçinirler..."14.

" Androphaglar inasanlann en yabanlandırlar. Ne adet bilirler ne yasa; göçerdirler, Skythler gibi giyinirler, ama dilleri ayrıdn ve bütün bu halkların içinde tek insan yiyen bunlardn"15.

"...Budinler göçerdirler ve bütün uluslar içerisinde bit yiyenler bir tek bunlardn; Gelonlar ise toprağı ekerler, buğday yerler, bahçe yetiştirirler, ne görünüşleri ne de renkleri Budinlere benzer. Bununla beraber Yunanlılar, Budinlere de Gelonos adını verirler ama yanlıştır. Ülkeleri vadilerden ve ormanlardan oluşur. Çeşitli bitkilerle kaplıdır; bitkilerin en bol olduğu vadide çok büyük ve derin bir göl bulunur. Bataklık kıyılarında saz yetişir. Burada su samuru, kunduz' ve dörtgen burunlu başka hayvanlar tutulur, bunların

TÜRKLER VE ROMA TARİHÇİSİ AMMİANUS MARCELLÎNUS 25

Herodot Tarihi, s. 261.13 Herodot Tarihi, s. 261.^ Herodot Tarihi, s. 100-101. ^ Herodot Tarihi, s. 261.

Page 32: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

kürklerini öbür adi kürklerin içine dikerler ve hayalarını döl yatağı hastalıklarına karşı ilaç olarak kullanırlar"16

" ...Amazonlar (hepsi kadmdı) at ve silahtan başka şeyleri yoktu, av ve yağma ile yaşıyorlardı. Öğle vakti olunca Amazonlar şöyle yapmayı adet edinmişlerdi.Birer ikişer dağılıyorlar ve tabiî ihtiyaçlarını gidermek için birbirlerinden ayrılıyorlardı. Bunu gören Skythler de öyle yapmaya başladılar. Ve içlerinden birisi bu tek başma kalmış kızlardan birisini yere yatırmak istedi. Amazon olmaz demedi ve delikanlının kendi gövdesine yaptıklarına karşı öfkelenmedi. Ona bir şey söyleyemezdi -çünkü ikisi de birbirinin dilinden anlamıyordu-, ama işaretlerle ona anlattı ki, yarın gene gelsin, bir arkadaşım da getirsin, kendisi de bir başka kız daha getirecekti. Delikanlı döndü, olanı biteni öbürlerine anlattı. Ertesi gün yanma bir arkadaşım alıp gitti; Amazon, yanında bir başka Amazonla beraber bekliyordu. Durumu gören öbür oğlanlar da, geri kalan Amazonları insanlaştırmaya koyuldular.

Ondan sonra kamplarım birleştirip beraber yaşadılar. Herkesin karısı, ilk olarak buluşmuş olduğu kızdı. Erkekler, kadınların dilini sökememişler, ama kadınlar erkeklerin sözlerini anlamayı başarmışlardı. Birbirleriyle anlaşabildikleri zaman delikanlılar, Amazonlara şöyle dediler: "Bizim ana babalarımız, malımız mülkümüz var. Artık böyle yaşamayı bırakalım. Bizimkilerle birleşelim, onlar gibi yaşayalım. Bizim kanlarımız olacaksınız, üstünüze başka kadınlar getirmeyeceğiz". Cevap verdiler: "Biz sizin evlerinizdeki kadınlarla bir arada oturamayız, törelerimiz birbirine benzemez. Biz ok atar, mızrak fırlatır, ata bineriz; ama kadm işleri bilmeyiz. Sizin kadınlarınız dediklerimizin hiç birisini yapmazlar, kadm işleri yaparlar, arabalarının içine kapanıp otururlar, ne ava giderler ne de başka bir yere. Onun için biz onlarla anlaşamayız. Ama siz eğer bizleri kan olarak almak ve bize iyi davranmak istiyorsanız, gidip babalarınızı bulunuz, payınıza düşenleri alıp geliniz, burada kendi yasalarımıza göre yaşayalım"17.

Ammianus Marcellinus'un Hunlar hakkında anlattıklarına, antik çağda yaşamış olan kavimlere dair yazılanlar, hiç tanımadığı, bilmediği bir kültür tarafından mağlub edilmenin acısı, bunun yanında halk arasında yayılan olağanüstü tasvirler ilham kaynağı olmuştur. Bunların ışığında Ammianus Marcellinus'a göre Hunlar, her türlü güzellikten yoksun, evlerde oturmayan, hatta damının başlarma çökeceği endişesiyle hiçbir kapalı alana adım atmayan; erkekleri attan, kadınları ise arabadan inmediğinden ve eğri büğrü bacaklara sahip olduklarından yürümeyi beceremeyen; teşkilâttan, intizamdan, dini duygudan ve fare derilerinden yaptıkları giysileri giyecek

26 ALİ AHMETBEYOĞLU

Herodot Tarihi, s. 262.7 Herodot Tarihi, s. 263.

Page 33: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

kadar medeniyetten mahrum; buna karşı silâh kullanmada, harp etmede ve ata binmede mahir ebedî yurtsuzlardır18.

Halbuki Marcellinus'un anlattıklarım, başka kaynaklardaki bilgilerle mukayese ettiğimizde hakikati ifade etmediği görülecektir. Çünki;cesaretleri, fiziksel özellikleri şiirlere konu olan Hunlar ,savaş zamanlarında diğer devletler ordunun beslenme işi için arkalarından sürüler sevkederken, pratik olarak yanlarında taşıdıkları kuru etle karınlarını doyurmuşlardır. Yazlık ve kışlık olarak kullandıkları ayrı ayrı evleri olduğu gibi, sefere çıkarken arabalar üzerine kurulu olan çadırlarım da beraberinde taşımışlardır. Avda vurdukları, yetiştirdikleri koyun, kuzu, tilki, sığır, keçi gibi hayvanların deri ile yünlerinin yanında, ipek ve işlemeli kumaşlardan yapılan giysiler giymişler, bunları çeşitli ziynet eşyaları ile de süslemişlerdir ki, Romalılar iç çamaşırı, gömlek ve çeşitli takılan onlar üzerinde tanıyarak kullanmaya başlamışlardır. Ayrıca Hun Devleti, gerek İdarî, gerekse askerî sahada en küçük birimden, en yüksek makama kadar Asya Hunlarından beri bilinen 10'lu sisteme göre teşkilatlanmış, en ücra köşeye kadar intizam ve disiplini hakim kılmıştır. Bunların yanında sözüne güvenilen ve sulh zamanında kendisinden emin olunan Hunlar, münasebette bulunduğu kavimlerle yapılan bütün antlaşmalara sadık kalmış ve gereksiz yere akdi bozan taraf olmamışlardır19.

Netice olarak Ammianus Marcellinus'un Hunlar hakkında verdiği bilgiler, onların sosyal hayat ve kültürlerini yansıtmadığı gibi, sonradan gelen müelliflere de tesir ederek hilâf-ı hakikat tasvirlerin ortaya çıkmasına sebep teşkil etmiştir. Bu yüzden modem devir tarihçilerinin bu anlatılanları, fazla itibar göstermeden, zaten az sayıda olan sair kaynaklardaki kayıtlar ve arkeolojik buluntularla mukayese etmesi icab etmektedir.

TÜRKLER VE ROMA TARİHÇİSİ AMMİANUS MARCELLİNUS 27

1R B. Istvân, Das Hunnenreich, s. 26-35.

A. Ahmetbeyoğlu, Avrupa Hun imparatorluğu, s. 140 vd.19

Page 34: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16
Page 35: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

XIII-XIV. YÜZYILLARDA BATI TÜRKLÜĞÜNDE ŞEHİRLEŞME EĞİLİMLERİ

YENİ - ŞEHİR'ler

Tunç er Baykara*

Türk tarihinin sosyal boyutlarının söz konusu edilmemesi, maalesef •yaygın bir gerçek olduğundan, kaynaklarda açıkça belirtilen pekçok husus, şimdiye kadar incelenmeden kalmıştır. Mesela XIV. yüzyılda Osman Gazi'nin Kuzey Batı Anadolu'daki Yeni-şehir'i tesis etmesi, hem OsmanlIlardaki yerleşik hayatı belirlemesi hem de şehirleşme açısından çok büyük önemi hâiz olmasına rağmen layıkiyle değerlendirilmemiştir. Bunda tarihçilerin Osmanlılan ve Türkleri genellikle göçer, göçebe (aslında ise göçer-evlü, bk. Hadidî) kabul etmeleri sebebiyle, bunun gibi gerçekler adeta .görmezlikten gelinmiştir. Oysa araştırıcıların kaynaklardaki böylesine kayıtlara büyük önem verip bunlan değerlendirmeleri ve tarih içindeki yerlerine oturtmaları gerekmektedir. Bu konuda ilerde çok daha ayrıntılı araştırmalar yapılmasına bir başlangıç olması açısından, burada bazı gerçekleri belirtmek istiyoruz.

Osman Gazi'nin Yeni-şehir'i inşa ettirmesi, acaba bir istisna, aykırı bir örnek midir? XTV. yüzyılın ilk yansındaki bu açık gerçeği, sadece bu yüzyılın değil, hatta önceki ve sonraki yüzyılın benzer olayları ile birlikte tahlil edebiliriz. Ancak bundan sonra, yani biraz değerlendirme yapıldıktan sonra, istisna olup olmadığı söz konusu edilebilir. Biz, Osman Gazi'nin Yeni-şehir'i yapmasının geçici veya istisnai (aykırı) bir eğilim olup olmadığını kısaca araştırmak istiyoruz.

Şehir, iskânın son halkasıdır; gelişmenin ve sosyal canlılığın da adeta en son merhalesi kabul edilebilir. Farsça bir kelime olan Şehir'in türkçesi Balık1 ise de, müslümanlığm kabulünden sonra bu kelime kullanılmaz olmuştur. Şehir ise, XTV ve XV. yüzyıllarda, kısalarak Şar şeklini almıştır1. Ş a r şeklinde günümüze kadar gelen birçok yerleşme (Şar-köy gibi) olmakla birlikte, § a r şekli kimi zaman sadece tarihte, bizim bazen ulaşamadığımız yörelerin insanının zihninde ve dilinde kalmıştır. Ş a r, Yunus Emre’nin

*Prof. Dr., Ege Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi.

Bk T. Baykara, Anadolu'nun Selçuklular Devrindeki Sosyal ve iktisadi Tarihi Üzerinde Araştırmalar, İzmir 1990, s. 33-36, 48-50.

Page 36: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

30 TUNCER BAYKARA

türkçesinde de yaygın olarak kullanıldığından, buna dayanarak ş a r 'ın daha eski olduğunu da belirleyebiliriz. Herhalde bazı hususlarda daha geç devir kâtip veya müstensihlerinin gayretleri ile şa r la r ş eh i r olmuşa benzemektedir.

Burada sözünü edeceğimiz hususlar için iki önemli kaynağımız vardır: Tarihi kaynakların kendisi yanında, bir de toponimik kayıtlar, yani yer adlan. Hemen belirtelim ki, toponomik kaynaklara, yani yer adlarına dayalı olarak söylediklerimiz, mahalli ağızın veya bunu kaydeden kişinin imkan verdiğince doğru tesbit edilmiş imlâsıdır.

Y eni - ile başlayan yer veya iskân-yeri adları, daha X. yüzyıl sonlarından itibaren Türk aleminde görülmekte idi. Aral Denizi doğusunda, Sır Derya deltasındaki Oğuz Yabgularınm kışlık pay tahtı Yengi-kend biçiminde bilinmekte idi2. Buradaki "kend"i günümüzdeki gibi şehir olarak değil, belki bir köy (arapçası karye, farsçası dih) olarak algılamak gerekir. Sonraki yüzyıllarda burası gelişmiş olmalı ki, XIII. yüzyıl başlarında buraya Şehr=Şar(?) - kend de denilmeye başlanmış idi3. Yeni-kend, Yeni-şehir, Yeni-köy ve benzerlerine, sonraki yüzyıllarda da tesadüf edebiliyoruz.

Şimdi, Yeni- ile başlayan örneklerimizi sıra ile görelim:1. Yeni-şar: Muhtemelen Selçuklu çağma âit bir ad olmakta birlikte,

isim olarak kayıtlarım geç devirlerden biliyoruz. Burası doğrudan iskân yeri olmamakla birlikte, şehir olma şartlarım taşıdığından, şehir itibar edilen bir yerdir. Yeni-şar, Beyşehir gölünün batısmda, Kubad-abad da denilen, Alaeddin Keykubad'm yazlık saray mm bulunduğu yerdir. Sonraki Selçuklu sultanları da burada kaldıklarından, saray ve yöresi kesinlikle bir Şehir itibar edilmiş, adı da Yeni-şar olarak bilinmiştir. Yapılması XHI. yüzyılın ikinci çeyreği ortalarına, 1230-35 yıllarında gerçekleşen bu yazlık saray, Alaeddin Keykubad devrinin büyük imâr, hareketi, yani şehirleşmesinin bir olağan örneği gibi kabul edilebilir. \

Halk arasında burası kesinlikle Yeni-şar olarak, XX. yüzyıla kadar kullanılmış olmakla birlikte4, daha XVI. yüzyıldaki resmî adı Yeni-şehir olmuş idi5.

Barthold, Turkestan, London 1968, s. 178- Barthold, Aynı eser, s. 415, 416.

Böcüzade Süleyman Sami, İsparta Tarihi(yay. S. Seren), İstanbul 1983, s. 58; XIX. yüzyıl resmi kayıtlarında Yenişehir'dir (T. Baykara, Anadolu'nun Tarihi Coğrafyasına Giriş I. Türk Devri İdari Taksimatı, Ankara 1988, s. 238). Burası günümüzde Yeni Şarbademli şeklini almıştır. Köylerimiz, Ankara 1968, s. 565.

Baykara, Tarihi Coğrafya,,s. 187; A. Rifat, Lugat-ı Tarihiye ve Coğrafiye, V, İstanbul 1300, s. 227:"nam-ı diğer Kaşaklı".

Page 37: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

BATI TÜRKLÜĞÜNDE ŞEHİRLEŞME EĞİLİMLERİ 31

2. Yeni-şar: Eskişehir yöresinde bir yer, köy adıdır. Çifteler Köy Enstitüsü Müdürü M. Rauf İnan, 1940'iı yılların başlarında, arkeolog Remzi Oğuz Arık ile birlikte, buraya giderek camiye çıkmışlardır. Çünkü buradaki cami, rivayete göre, Osman Gazi'nin istiklali sırasındaki ilk hutbesini okuttuğu yerdir6. Burası hakkında daha dikkatli araştırmalar yapılmasını dihyoruz.

3. Yeni-şehir: Kurulduğu XTV. yüzyılın ilk yarısında, muhtemelen Yeni-şar diye anılmakla birlikte, XV. yüzyıl sonlarına âit Osmanlı tarihlerinde, böyle geçmektedir. O zamanın kültürlü insanlarının, kelimeyi halk ağzı ile değil, doğru lugatıyla yazmaya ihtimam gösterdikleri anlaşılıyor.

Başhca kaynakların burası hakkmdaki kesin bilgisini verelim:* Mehmed Neşri:

"Kendü Yeni-şehir'e varup tahtgâh edindi. Yanında olan gazilere evler yapdurdu (metinde buyurdu). Ma'mur etti. Andan ötürü ana Yeni-şehir dinildi7".

'* Âşık-paşazâde:

"Kendü Yeni-şehir'e vardı. Yanmdağı gazilere evler yapıverdi. Anda durakladı. Anun adım Yeni-şehir kodılar8".

* îbn-i Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman, 1. Defter:"Kendüye makam olmağa Bursa ile İznik arasında bir şehir bünyad etdi.

İçinde gaziler turmağıçun evler yaptırdı. Verüb ol diyarı âbâd etdi. Mezkûr diyâr-ı makam-ı ma'muru Dar'ül-mülk-ı tahtgah idinüp Yeni şehir deyü ad urdı. Bilecik'de olurdu, hadem ve haşemiyle göçdü vardı anda turdu9".

* Anonim Osmanlı Tarihleri de, benzer ifadelerle burasının kuruluşunu anlatmaktadır.

"Kendüsü Yenişehir'de karar etdi. Gazilere evler yaptırdı. Anda tur aklandı. Adım Yenişehir kodı10".

M.Rauf İnan, Bir Ömrün Öyküsü: 2, Köy Enstitüleri ve Sonrası, Ankara 1988, s. 121 "(R.O. Arık ile birlikte) Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi'nin kendi adına ilk hutbeyi okuttuğu Yenişar’a gittik... Yenişar ve camii yüksek bir tepede idi".

I, M.Neşri, Kitab-ı Cihannüma, Neşri Tarihi, (Neşr F.R.Unat-M-A. Köymen), I, İstanbul 1949, TTK, 112-113.

Aşık-paşa oğlu, TevSSih-i Âl-i Osman, neşr. N. Atsız, İstanbul 1949, s. 105.

İbn Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman. 1. Defter, Yay. Ş. Turan, Ankara 1983, s. 140.

Anonim Tevârih-i Âl-i Osman (F Giese neşri), Hz. N. Azamat, İstanbul 1992, s. 10.

Page 38: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

32 TUNCER BAYKARA

* Hadidi'nin Tevârih-i Âl-i Osman'ında da11 benzer ifadeler vardır.

Yini ev eylediler anda bünyadPes ol şehre Yeni-şehr urdılar ad.Bütün bu kayıtlarda dikkati çeken, Osman Gazi'nin gaziler için

yaptırdığı "ev"lerin varlığı olup asıl bunların özellikleri üzerinde durulması gerekirdi.

Netice olarak kesinlikle diyebiliriz ki, Osman Gazi, XIV. yüzyılın ilk çeyreği içinde, yöredeki Bursa ve İznik gibi eski şehirlerin yanında, bir "Yeni" şehir yaptırmıştır. Buraya, yörede eskidenberi var olan şehirlere nisbetle, yeni yapıldığından Türk ad verme geleneğine ve gerçeklerine uygun bir şekilde Yeni-şehir denmiştir.

Bu şehirin kurulduğu yıllardaki adını (şar veya şehir) bilemesek de,XV. yüzyıldan itibaren kaynaklarda hep Yeni-şehir olarak geçmektedir12. Sonraki devirlerde ülkedeki öteki Yenişehir'lerden (Yenişehir-i Aydın, Yenişehir-i Fener) ayırmak için Yenişehir-i Bursa diye anılacaktır13.

4. Yeni Şehir: Aydm Sancağında XV. yüzyıldan itibaren haberdar olduğumuz bir iskân yeridir14. Şimdiki Nazilli'nin güney-doğusunda, eski Dandalos nehri havzasının kuzey ucunda, Menderes nehrinin güneyinde bulunuyordu. Muhtemelen XIV. yüzyıl başlarında Aydm Beğ'in kurduğu ve bir süre için oturduğu bir yer olmalıdır. Yenişehir-i Aydm, Beylikler ve Osmanh devrinin kazalarından birisidir.

5. Yeni-şehir: Boğdan'da, şimdiki Moldavia'mn orta kesiminde (Orhei kazasında) son zamanlarda kazılan bir şehir harabesi olup, çıkan kitabeler, XTV. yüzyılın sonlarına âit bu şehirden kesinlikle söz etmektedir. En has göçebe kabul edilen Kırımlılara veya Altmordu Hanlarına âit olabileceği kesin olan bu şehir, Karadeniz'in kuzey-batısı hakkmdaki düşüncelerin biraz daha değişmesini gerektirmektedir. Daha önceleri bir kısım Türklerin söz ettikleri gibi, V-VI. yüzyıllardan beri bu yörelerde kalmış olan Hun ve Türk kalıntılarının desteğinde, müslüman Türklerin de yaşadıkları açıkça görülmektedir.

Hadidi, Tevarih-i Âl-i Osman, yay N. Öztürk, İstanbul 1991, s.44, b. 61612

O.Turan, İstanbul'un Fethinden önce yazılmış Tarihi Takvimler, Ankara 1954, s. 17, 31, 41,53.

13A. Rıfat, Lugat-ı Tarihiye ve Coğrafîye, VII, 227; Şemseddin Sami, Kam us'ül-alâm , İstanbul 1316, VI, s. 4805; Ali Cevad, Memalik-i Osmaniyenin Tarih ve Coğrafya Lügati, İstanbul 1314, s. 849; Baykara, Tarihi Coğrafya, s. 225, 232.-

14H. Akın, Aydınoğulları Tarihi Hakkında bir Araştırma, Ankara 1968, bk. indeks; Baykara,

Tarihi Coğrafya, s. 180 (XVI. yüzyılda), XIX. yüzyılda "Yenişehir-i Aydm mea Karacasu".

Page 39: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

BATI TÜRKLÜĞÜNDE ŞEHİRLEŞME EĞİLİMLERİ 33

Araştırıcılar şimdiki Trebujeni köyü yakınlarında bir cami, iki türbe, bir kervansaray ve üç hamam harabesi meydana çıkarmışlardır. Sikke buluntuları 1363-69 araşma âit olup, ilk senedekiler Yangi-şehr, sonrakiler ise Şehr el- cedid'den söz etmektedirler. Buradaki Yengi-şehir XIV. yüzyıldaki şehirleşme hareketinin kesin bir örneğidir15.

'6. Yeni-şehir: Şimdiki Yunanistan sahasındaki şehir olup, öteki Yenişehirlerden yanındaki Fener kasabasının da adıyla, Fener Yenişehiri (Yenişehir-i Fener) adıyla ayrılıyordu. Burası XIV. yy. sonlarında kurulmuş olması gereken bir şehirdir16. Buradaki yeni yerleşim, ötekiler gibi aym zihniyeti yansıtmaktadır.

7. Yeni-şehir adına, sonraki yüzyıllarda da rastlanmaktadır. Günümüzde "köy" sayılan bir Yeni-şehir, XIX. yüzyılda, Denizli Livasma; günümüzde ise Uşak Vilâyetinin Eşme kazasma bağlı bulunmaktadır17. İçinden Îzmir-Ankara karayolu da geçmektedir. Burasından XIX. yüzyıl ortalarında geçen V.Van Lennep de bazı özelliklerine dikkat etmiş idi18.

8. Yeni-şehir: Çanakkale'de, eski Troya harabelerine uzak olmayan bir iskân yeri; muhtemelen XVIII. yüzyılda ortaya çıkmıştır19.

9. Yeni-şehir sadece bağımsız iskân yerlerinin değil, şehir iskân yerlerindeki yeni mahallenin de adıdır20. Şehirlerdeki ada, hem eski (Elmalı, XVI. yüzyıl) hem de yeni (Ankara, XX. yüzyıl) olarak tesadüf,ediyoruz.

12 th Syposium o f the Comité International d'Etudes Pre-Ottomanes et Ottomanes.Prague, 9-13 Septembre 1996. Summaries of Contributions. Prague 1996, s. 47: E. Nicolas, " Quelques Consideration sur les monnaies tatares de "La Ville Neuve" (yangi-sehr 'Sehr al-cedid'), Altmordu sahasındaki sikke kesim yerleri arasında bu türden isimlere tesadüfedilir.

Yenişehir-i Fener için bk. M-N. Bouillet, Dictionnaire..., s. 1002: "Ienicheher", Larissemaddesinde; A. Rıfat, Lugat-ı Tarihiye ve Coğrafiye.., VE, s. 227; Ş. Sami, Kamus'ül- âlam, VI, 4805-06.

17Baykara, Tarihi Coğrafya; Köylerimiz (içişleri Bakanlığı), 1968, b. 565; A.Rıfat, Lugat-i...., s.227: "Denizli'de bir kasaba".

18H J. Van-Lennep, Travels in Little-known Parts o f Asia Minor, London 1870, H, 263-264: "üç minaresi, vaktiyle Uşak kadar olmasa da yine de önemli bir merkez olduğuna işaret ediyor".

19M-N. Bouillet, Dictionnaire Universel d'Histoire et de Géographie, Paris 1847, ss. 869.

20 •Elmalı'da, XVI. yüzyılda bir mahalle ismi ("Teke-eli", M); XX. yüzyılın ikinci çeyreğinde

oluşan Ankara'nın Yenişehir'i ise cümlenin malûmudur.

Page 40: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

34 TUNCER BAYKARA

* Aynı esaslı isim, "Yeni", "nev" şeklinde farsçalaştırılarak Anadolu'nun ortasında, XVIII. yüzyıl başlarında N ev-şehir olarak da karşımıza çıkıyor21.

10. Şehir-Şar köklü bazı isimleri de bu aradfi sayabiliriz. Mesela Şar- Şehir köy: OsmanlIların yeni geldikleri Avrupa içlerindeki yerleşmelerin adıdır. Belli ki bir yeni eğilimi işaret etmektedir22. Şar-dağı, Rumeli'nde, kenarında pek çok şehrin kurulduğu bir büyük ve uzun dağ silsilesinin adıdır23; anlaşılıyor ki şehir hayatının tercihi ve şehirleşme sebebiyle, XTV. yüzyıl sonlarında bu türden isimler bir hayli etkili olmuştur.

Bu isimler, bize açıkça gösteriyor ki, Batı Türklüğünde XIII ve XTV. yüzyıllarda şehirleşme ve şehir kavramı üzerinde ciddi olarak durulması gereken bir olaydır. Aslmda, OsmanlIların veya Türklerin göçebe olmadıkları bilinmekle birlikte, bu yaygın kanaatin hemen değişmesi beklenemez. Bununla birlikte, Türk hayatmm mevsime bağlı olduğu açıkça anlaşılınca, kaynaklardaki böylesine kesin ve açık bilgilerin lâyık olduğu şekilde değerlendirileceğine şüphe yoktur.

Türkiye Selçuklularında canlı bir şehir hayatmm varlığı kesinlikle söz konusu olmakla birlikte, XIII. yüzyıl sonlarında, özellikle ülkenin orta kesimlerinde şehirlerin gerilediği, halkın kale veya köylere çekildiği ayrı bir gerçektir. Bununla birlikte bu senelerde Anadolu sahasının doğu ve içbatı kesimlerinde şehirlerin büyüdüğü veya yeni şehirlerin ortaya çıktığı (Bey­şehir, Seydi-şehir gibi) kesin bir gerçektir24. Tarihî coğrafyanın kuralı olarak, coğrafyanın imkan verdiği sahalardaki şehirleşmeler, sadece bazı yörelerde artar veya geriler. Bu açıdan, insanlığın bir ihtiyacı olan şehir, Osmanlılar için de tercih edilen bir iskân ve yaşama şekli olmuştur.

Burada hemen belirtelim ki, buradaki şehir= şar'lar, geç devirlerdeki anlamı ile, öyle pek çok kalabalık iskân yerleri' değildir. Şehir, günümüzdeki anlamı ile de görülebileceği üzere, sakinlerinin büyük ölçüde tüketici oldukları bir iskân yeri olduğundan, nüfus fazla önemli değildir. Böylece nüfusu az da olsa, büyük sayıda tüketici insanı barındıran, yani devlet görevlilerinin bulunduğu yerler, şehir itibar edilmiş olabilir. Herhalde köy, çarşısı, pazarı ve

"Nevşehir", I.A.

Şehir-köy, Bulgaristan'da; Şar-köy, Tekirdağ güney-batısmda, deniz kenarında.

Şar-dağı, Rumelinin ortasında bir dağ silsilesi Bk. Ali Cevad, Lugat-ı..., s. 476; Şarkışla da Sivas vilayetine bağlı bir kaza merkezidir. Yahya Kemal Beyatlı, Memleketi Üsküp'den söz ederken bir şiirinde "Şardağı'nda devamıydı Bursa'nın” der.

Bak. T. Baykara, Anadoluııun Selçuklular ve Beylikler devrindeki sosyal ve iktisadi tarihi üzerinde araştırmalar, İzmir 1991. Seydişehir'in kuruluşu, Menakib-ı Seyid Harun (Yay.C.Kumaz, Ankara 1992) 'da ayrıntılı olarak anlatılmıştır

Page 41: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

camii olmayan bir iskân yeridir. Oysa şehirlerde hem cami, hem de çarşı ve pazar bulunmakta olup, alış-veriş imkanı bir o kadar da canlıdır.

Yukarıda Türk hayatının daha çok mevsime dayalı olduğunu belirtmiş idim. Özellikle iki mevsimde farklı yerlerde oturulması sebebiyle, ş a r itibar edilen yerin, daha çok kışın kalman yer olduğu açıktır. Çünkü kışın oturulan yerde, caminin sağlam ve üzerinin yağmur ve kar geçirmeyecek şekilde yapılması gerekmektedir. Böylesine sağlam yapılan camiler, kış mevsiminde kalınması yanında, iskânın daha sağlam temellenmesi açısından da bir çekirdek oluşturuyor idi. Bu sebeple, bilinen dönemlerdeki şehirlerin de hemen hepsinin ayrıca birer yaylağı olmuştur.

Burada yeniden belirtelim ki, Türk'ün şehri, şar'ı, yaz kış oturulan bir iskân yeri demek değildir. Bunun özellikle böyle bilinmesi gerekmektedir. Şehir, hemen bütün kuramlarıyla yaz mevsiminde, ayrı yaylağında olduğundan, şehri temsil eden kuramlarda herhangi bir kesilme hiçbir şekilde söz konusu olmuyordu.

XIV. yüzyılın şehirlerinin özelliklerini, sonraki Osmanlı devrinde (özellikle XVI-XVm. yüzyıllar) çok iyi bildiğimiz şehir hayatının Selçuklu ye önceki devirlerinin şehir hayatıyla ilişkisini tesbit etmek açısından çok önemli sayıyoruz. Zaten M. Bouillet de bu türden "Ieni-cheher"lerin, Antiokhia gibi eski şehirlerin üzerine bina edildiklerini söylüyordu. Onun belirttiği Yerıişehirler, bizim yukarıda 4 ve 8 numarada sözünü ettiklerimizdir. Eski şehirlerin kenarlarına eklenen yeni mahallelere de Yeni-şehir adı verildiği, Ankara örneğinde herkesçe görülmektedir.

BATI TÜRKLÜĞÜNDE ŞEHİRLEŞME EĞİLİMLERİ 35

Page 42: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16
Page 43: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

OSMANLI DEVLET TEŞRİFÂTINDAHIRKA-İ ŞERÎF ZİYARETİ

Zeynep Tarım Ertuğ*

Hırka-i Şerif, Hz. Muhammed'in çeşitli vesilelerle meşhur Arap şairi Kaab ibn-i Züheyr'e, Veysel Karanî'ye ve Eyle şehri halkına hediye ettiği hırkaları için kullanılan bir tabirdir. Kaab'a verilene "Şâmî", Veysel Karanî'ye verilene "Yemanî" adı verilmiştir. Eyle şehrine hediye edilen hırka ise Abbasi halifelerinin eline geçmişse de Moğol istilâsı esnasmda imha edilmiştir. Mevcut iki hırkayı biribirinden ayırd etmek için "Şâmî" olana Hırka-i saâdet, "Yemanî" olana da Hırka-i şerife denilmiştir1. Topkapı Sarayında bulunan hırkanın İbn Züheyr'e hediye edilen hırka olduğu düşünüldüğünden Hırka-i saâdet adı verilmektedir2. Bilinen diğer hırka ise 1027 tarihinde İstanbul'a Şükrullah Efendi tarafından getirilmiş olup, kendisinden sonra çocuklarına intikal etmiştir. Uzun süre kendilerine "hırka-i şerif şeyhleri" adı verilen bu âilenin elinde muhafaza edilmiştir3. Söz konusu olan Hırka-i şerif bugün Fatih'de aym isimli semtde Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılan Hırkaişerif Camiinde muhafaza edilmektedir.

Bugün Topkapı Sarayında bulunan hırka üzerinde ilk incelemeyi yapan ve kumaşlar üzerinde kıymetli çalışmaları ile tanınan Tahsin Öz, Hırka-i saâdetin 124 cm boyunda geniş kollu olup, siyah yünlü kumaşdan yapıldığım, içinin krem renkli yünlü kumaşla kaph olduğunu söyledikten sonra hırkanın,

* Dr.,'İ. Ü. Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü.Hz. Peygamber, Kaab ibn Züheyr tarafından kendisine takdim edilen Kaside-i Banet’den çok memnun kalarak hırkasını şaire hediye etmiştir. Hırka, şairin ölümünden sonra Muaviye tarafından varislerinden satm alınmıştır. Kaab ibn Züheyr’in adı Zübeyr olarak da kaydedilmiştir. İsmail H. Baykal, Enderun M ekteblTarihi, İstanbul 1953, s. 118, 119 ; René Basset, "Bürde", M , II, (1986), 837, 838; Kasım Kuffalı, "Hırka-i Şerif', M , V /l, (1986), 450- 452.Topkapı Sarayında bulunan hırkadan ve ziyaretten bahseden birçok arşiv vesikası ve teşrifat defteri "hırka-i şerif' tabirini kullanmışlardır. Diğer hırkadan da aym şekilde bahsedilmesi bu ayrıntının fazla göz önüne alınmadığım gösteriyor.Kasım Kufrah, a. g. m, s. 451.

2

Page 44: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

38 ZEYNEP TARIM ERTUĞ

kumaşından Hz. Peygamber devrine âit olduğunu tahmin ettiğini belirtmektedir4.

^Sultan I. Selim, Mısır'ın fethinden sonra Haremeyn emîri tarafından kendisine takdim edilen kutsal emânetleri önce haremde muhafaza etmiş, daha sonra "arz odası" yakınına yaptırdığı daireye nakletmiş olup5, gelen emanetler içerisinde en fazla dikkat çekenin hırka olmasından dolayı buraya da Hırka-i saâdet dairesi adı verilmiştir. Fatih zamanında ihdas edilen hasodanm mensuplan ise bu dairenin hizmetine verilmiştir. XVIII. yüzyıldan itibaren Osmanlı devlet teşrifatı içinde önemli bir yeri olan ziyaretler muntazam olarak ramazan aymm onbeşinci günü öğle namazından sonra gerçekleştirilmiştir.

Hırka-i saâdet, Osmanlı sarayına intikal ettikten sonra padişahlar tarafından sık sık çeşitli vesilelerle ziyaret edilirdi. Bilhassa cuma günleri ve mübarek gecelerde bu ziyaret ihmal edilmezdi. Seferlerde ve fevkalâde günlerde hükümdar önce Hırka-i saâdet dairesine gider, burada kıldığı namazdan sonra dua ederdi. Cülûslarda ise tahta çıkacak olan padişah önce buraya girer iki rekât namaz kılıp, dua eder ve hasodahlarm biatlerini kabul etdikden sonra cülûs töreni için dışarı çıkardı. Ramazan ayı içinde ise uygun görülen muhtelif günlerde zaman zaman devlet erkânı ve meşâyih de davet edilerek resmî ziyaretler yapılırdı. Fakat XVIII. yüzyıla kadar muayyen bir vakitte resmî bir tören yapılmadığı anlaşılmaktadır. Geç devir kaynaklan bunun eski bir âdet olduğunu belirtiyor olsalar da XVI. ve XVII. yüzyılda yazılan eserlerde ayın onbeşinde yapılan mutad bir törenden söz edilmemektedir. 1080 yılında yazılan Tevkiî Abdurrahman Paşa Kanunnâmesinde çeşitli merasimler kaydedilirken ramazanın onbeşinde yapılan Hırka-i saâdet ziyaretinden bahsedilmemektedir. XVII. yüzyılın sonunda Sultan II. Mustafa zamanında ise Hırka-i saâdet ziyaretlerinin yukarıda belirtildiği şekilde muhtelif zamanlarda yapıldığı tesbit edilmektedir. Meselâ resmî törenin 1106 yılında ramazanın 21'inde; 1107 yılında ise ramazanın 4'ünde yapıldığı görülmektedir6. Sultan 13. Mustafa zamanına âit bilinen teşrifat defterinde ise mutad merasimler arasmda Hırka-i şerîf

4Tahsin Öz, Hırka-i Saadet Dairesi ve Emarıat-ı Mukaddese, İstanbul 1953, s. 23.

Tahsin Öz, Sultan I. Selim tarafından yaptırıldığı rivayet edilen bu dairenin bilhassa kapılarının süslemesinden ve bunların arasmda yer alan "Es-sultan Mehmed bin Murad" yazısından hareketle Fatih dönemine ait olabileceğini söylemektedir, a. g. e., s. 5. Herhalde daha önce yaptırılmış olan daire Sultan Selini zamanında mukaddes emanetlere tahsis edilmiş olmalıdır.

Silâhdar Fındıklık Mehmed Ağa, Nusretnâme, I, yay. İsmet Parmaksızoğlu, İstanbul 1962, s. 29,143.

Page 45: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

OSMANLI DEVLET TEŞRİFÂTINDA HIRKA-İ ŞERÎF ZİYARETİ 39

ziyaretleri ile ilgili bilgi yoktur7. XVII. yüzyılın sonuna kadar bu şekilde devam ettiği açıkça anlaşılmaktadır. Ziyaretlerin bir devlet töreni niteliğinde ve muntazam olarak ramazanın onbeşinde yapılması muhtemelen XVIII. yüzyılın ilk yansından itibarendir. Nitekim XVIII. ve XIX. yüzyıla âit teşrifat defterleri ve arşiv vesikaları konuya bu şekilde yer verirler. Şimdilik bunların içinde tesbit edilen en erken tarihli kaynak Nâili Abdullah Paşa'nın Defter-i Teşrifatı'dır.

Sultan I. Seüm zamanında bugünkü Hırka-i saadet dairesindeki odada gümüş şebeke içine yerleştirilip muhafaza edilen Hırka-i saâdet, seferde ve göçde sancak-ı şerifle birlikte padişahın yanında her gidilen yere birlikte götürülmüştür. Osmanlı padişahları gerek seferde gerekse göçde İstanbul dışma çıktıklan zaman devlet teşkilâtını ilgilendiren kayıtları ve hâzineyi yanlarında götürürlerdi. Böylece devlet işlerinin aksamasma meydan verilmez, gidilen yerde dîvan kurulur, memleket ile ilgili meseleler görüşülür tayin ve tevcihler yapılırdı. Topkapı Sarayında, teşrifatta ve günlük hayatta çeşitli fonksiyonlara sahip olan mimarî birimler gerek Edirne Sarayında gerekse otağ-ı hümâyûnda aynı şekilde mevcuttur. Nitekim hem Edime Sarayında8 hem otağ-ı hümâyûnda birer Hırka-i saâdet dairesinin mevcudiyeti bilinmektedir. Buna göre Hırka-i saâdet saray dışma çıkıldığı zaman özel olarak tahsis edilen ve koçi arabası da denilen hırka-i şerif arabasına yüklenir ve bu hizmetle görevli hasodalılar nezaretinde götürülürdü. Sefer için veya şehir dışma çıkmak için tertib edilen alaylarda padişahın biraz arkasında iki tarafında hasodalı ağalar, yanında ve önünde solaklar ve peykler yürürlerdi. Alaya katılan şehzade var ise hükümdarın önünde solakların arasında yer alır, bunların hemen önünde de Hırka-i saâdet arabası giderdi9. Sultan IH. Mehmed'in Eğri seferi sırasında yanma Hırka-i saâdet'ı aldığı bilinmektedir. Yine Sultan II. Mustafa'nın Nemçe seferine giderken ve Edirne'de olduğu sırada ortaya çıkan I. Edime vakası sırasında İstanbul'dan gelen kuvvetlere karşı ordunun başma geçtiği zaman Hırka-i saâdet'ı yanma aldığı görülmektedir10.

Hırka-i saâdet saray dışına çıkarıldığı zaman üstü kubbeli, kenarlarından tutup taşımaya elverişli kulpları olan sandıklara konulurdu.

8910

Mehmed bin Ahmed, Defter-i Teşrifat, Üniv Ktb. TY. nr. 9810 (Eser İÜ Edb. Fak. Tarih Bölümünde mezuniyet tezi olarak hazırlanmıştır. Burhan Aydemir 1974; Arif Başgül 1975; Mustafa Batan 1976 )Rifat Osman, Edirne Sarayı, yay. Süheyl Ünver, Ankara 1989, s. 53, 72.Mehmed Bin Ahmed, a. g. e., s. 24b (Burhan Aydemir, Mezuniyet tezi, İst 1974, s. 25)Hafsa civarında artık ümidini kaybettiği sırada öncelikle hasodalılarla birlikte hırkayı ve kutsal emânetleri arbaya yüklerlerken hırka-yı şerifi kasdederek "Emâneti bir an önce sahibine teslim eylese idik" diyerek hükümdarlığının sonunun geldiğini ima etmiştir., Nusretnâme, II / 1, 183, 184

Page 46: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

40 ZEYNEP TARIM ERTUĞ

Yerinde muhafaza edildiği zaman yine bu şekilde özel hazırlanmış çok kıymetli sandıklara konulurdu. Bunlardan sarayda serzergerân Mehmed Ağa tarafından ince bir işçilikle hazırlanan sandık en güzel örneklerden birisidir11.

Hırka-i saâdet dairesinin korunması, bakımı, temizliği ve her türlü hizmetinden hasodalılar sorumlu olup, bunlara Hırka-i saâdet hademeleri de denilirdi. Dülbend ağası Hırka-i saâdet hademelerinin yaptıkları hizmete nezaret ederek gerekli malzemeyi temin ederdi12. Bu dairenin hemen altında bulunan daire hasoda mensuplarına ayrılmıştı, boylece çok yaknunda olmakla kolayca hizmet edip hiçbir şeyi gözden kaçırmazlardı. Hasodalılann muayyen aralıklarla yaptıkları temizliğe "pars" adı verilirdi. Her hafta yapılan temizlik esnasında odanın zemini ve etrafı hafifçe silinip tozu alınır, yirmi iki günde bir ise daha ayrıntılı bir temizlik yapılırdı13. Bu temizlik esnasmda gülsuyu, buhur suyu, misk ve anberle birlikte yeni süngerler kullanılırdı. Bunlar yere serilen iki meşin örtü üzerine konularak işe başlanılırdı. Kullanılan temizlik malzemesi de özel olarak hazırlanır ve buradaki dolaplarda muhafaza edilirdi14. Temizlik sonrasında tozlar dışarı çıkarılmaz bu daire önünde bulunan kuyuya atılır, süngerler ise saray içindeki görevlilere ikram olarak dağıtılırdı. Bu muayyen temizliklerin dışmda ayrıca senede bir kere merasimden bir gün önce veya gecesi aşağıda bahs edilecek olan bir temizlik daha yapılırdı. Hırka-i saâdet dairesinde kullanılan mumlar saray mutfağındaki helvahânede hazırlanır ve mumların temiz bir şekilde kullanılması ise kilâr-ı hassaya bağlı mum şakirdi tarafından yapılırdı16

XVH3. yüzyılda merasimden bir gün önce ramazan ayırım ondördüncü günü padişah yanında hasodah ağalar olduğu halde Hırka-i saâdet dairesine gider, burada kılman sabah namazından sonra temizlik yapılır ve padişah bu hizmete bizzat katılırdı. Hırka, gümüş şebeke içinden çıkarılır başka bir tarafa konulurdu. Gülsuyu dolu kâseler, yeni süngerler getirilip yere serilen iki müzeyyen meşin’ örtü üzerine yerleştirilirdi-. Hasodalılar gülsuyuna batırılmış süngerlerle duvarları, kapı ve pencereleri silerken silâhdar ağa gülsuyuna batırdığı süngeri hünkâra verir o dâ şebekeleri silerek bu işleme iştirak ederdi16. Özel hizmetinde birçok insan olan padişah, ibadet addettiği

* Filiz Çağman, "Serzergerân Mehmet Usta ve Eserleri", Kemal Çığ'a Armağan, İstanbul 1984, s. 58- 60.

12 •İ. Hakkı Uzunçarşılı, dülbend ağasının asıl işinin bu olmadığını sonraki asırlarda ilâveten bu görevin de uhdesine verildiğini kaydetmektedir. Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, İstanbul 1984, s. 454.

^ Tahsin Öz, a.g.e., s. 24, not 12; İ. Hakkı Baykal, a.g.e., s. 125.^ Süngerlerin etrafı kırmızı çuha kaplı olup, kullamîân faraş gümüş idi. Öz, a.g.e., s. 24, not

12.^ İsmail H. Baykal, a.g.e., s. 118.16 Tayyarzâde Ahmed Ata, Tarih-i Ata, I, 215.

Page 47: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

OSMANLI DEVLET TEŞRÎFÂTINDA HIRKA-t ŞERÎF ZİYARETİ 41

bu işe çok önem verirdi. Osmanlı devletinin yıkılmak üzere olduğu günlerde bile halkın padişaha olan bağlılığı belki de bunun gibi göz ardı edilen bazı ayrıntılarda gizlidir.

Aym gün onbeşinde yapılması âdet olan ziyaret için önce sadrazam ve şeyhülislâm taraflarından tertib edilen defterler gelir, davetiyeler bu defterlere göre hazırlanırdı. Mektubî kaleminden yazılan dâvet tezkireleri çavuşbaşı ve kapıcılar kethüdasının nezaretinde çavuşlar eliyle gönderilirdi. Başta sadrazam, vüzerâ, şeyhülislâm olmak üzere İstanbul kadısına kadar bütün ulemâ ve selâtin camileri şeyhleri, sadereyn efendiler, sadereyn mâzulleri ve payelileri, yeniçeri ağası ve defterdar efendi, sipah ve silâhdar ağaları, cebeci, topçu, arabacıbaşı ağalar, şehremini davet edilirlerdi17. Haremeyn müfettişi ve muhâsebecisi efendiler,, haremeyn mütevellileri, kâtibleri, halife ve kesedarları ise darüssaâde ağası tarafından davet edilirlerdi18.

Ramazanın onbeşinci günü öğleden önce vezirler, kazaskerler, nakibüleşraf, emekli kazaskerler, İstanbul kadısı, İstanbul mâzulleri ve pâyelileri, Mekke ve Medine mâzulleri efendiler, Ayasofya, Sultanahmed, Süleymaniye, Sultan Bayezıd, Sultan Mehmed, Sultan Selim, Eyüp, Üsküdar Valide Sultan, Yenicami, Şehzâde Camii, Koca Mustafap’aşa Tekkesi şeyhleri Ayasofya Camiinde toplanıp öğle namazını kıldıktan sonra19 saraya girip babüsaâde önünde kubbealtı tarafında, sağ tarafta vüzerâ ve ulemâ, sol tarafda yeniçeri ağası ve ocak ağalan ile diğer davetliler beklerlerdi20. Fakat, zaman zaman davetlilerin Ayasofya Camiine gitmeyip, sadrazam sarayında toplanarak oradan doğrudan Topkapı Sarayına geldikleri de görülmüştür21. Reisülküttab önceden şeyhülislâmın evine giderek Ayasofya Camiine ve saraya gelirken kendisine refakat ederdi. Herkes toplandıktan sonra gelen sadrazam ve şeyhülislâm ortakapı dışmda rikâb-ı hümâyun ağalan tarafından karşılanırdı. Burada atından inen sadrazamm sağma bostancıbaşı, soluna birinci mirâhur; şeyhülislâmın sağma kapıcılar kethüdası soluna ikinci mirâhur geçerek alay meydanına girerlerdi. Babüssaâdeye yaklaştıkları sırada babüssaâde ağaları tarafından karşılanıp sadrazamm sağma babüssaâde ağası, soluna hazinedarbaşı; şeyhülislâmın sağma kilercibaşı, soluna saray-ı âmire ağası girer; bu şekilde babüssaâde önüne geldikleri vakit silâhdar ağa tarafından karşılanarak üçüncü kez refakatçi değiştirirlerdi. Sadrazamm

BOA, K K nr. 676 mük., s. 8 ; BOA, BEO Sadaret Defterleri nr. 359 s. 2; Es‘ad Efendi, Teşrifât-ı Kadîme, İstanbul 1979, s.14, 15.; 1167 senesinde davet olunanlar için bkz. BOA,D.TŞF dosya nr. 3/72

^ BOA , BEO Sadaret Defterleri nr. 349-, s. 1519 BOA, D.TŞF dosya nr. 16/50.20

Ata, 1 ,215.BEO Sadaret Defterleri, nr. 359, s. 3

21

Page 48: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

42 ZEYNEP TARIM ERTUĞ

sağına silâhdar ağa, soluna hasodabaşı veya çukadar; şeyhülislâmın her iki tarafına rikâbdar ve dülbend ağası veya iki hasodalı ağa girerek sadrazam önde-olmak üzere yerlere serilen kırmızı çuha üzerinden geçerek içeriye girerlerdi. Daha sonra vezirlik rütbesi varsa kaptan paşa ve diğer vezirler, ulemâ, müderris efendiler, selâtin camiler şeyhleri ve önceden gelip babüssaâde önünde bekleyen davetliler mertebelerine göre sırayla içeri girerlerdi22.

Merasim esnasmda babüssaâde ağası ve hazinedar başı üstlerine serasere ile dikilmiş dört yenli samur kürkler, başlarına selimi; saray ağası ve kilercibaşı başlarına mücevveze, üstlerine ferace; silâhdar ve diğer hasodalı ağalar başlarına sırma takye ve zülüfler, üstlerine kaftanlar giyinip, bellerine ağır işlemeü kuşaklar sarınıp mücevherli hançerler kuşanırlardı23.

Hırka-i saadet dairesindeki tören padişahın nezdinde yapılırdı. Öğle namazından iki saat kadar evvel hasodalılar tarafından Hırka-i saâdetin gümüş sandığı çıkarılıp yastıklar üzerine yerleştirilmiş olurdu24. Sandığın üç anahtarı olup birisi padişahta durur ve bu ziyaretler esnasmda Hırka-i saâdet mutlaka hükümdar tarafından açılırdı. Sandık açılmadan birinci ve ikinci imamlar karşısına geçip oturur ve aşir okumağa başlarlardı. Açılan sandık içindeki yeşil ipek kadife örtüler teker teker açılıp üzerindeki inci işlemeli enli şeritler yine padişah tarafından çözülürdü. Ortaya çıkan üstten iki yana doğru açılan İkinci çekmece25 yine padişahda bulunan altın anahtar ile açılıp, hırka çıkarılır ve padişahın izniyle ziyaret başlardı. Bu arada padişah ayakta ve hırka-i saâdetin başında beklerdi.

'Ziyaret esnasmda devlet protokulunda olduğu gibi takib edilen sıra Sultan I. Mahmud zamanında şu şekilde tesbit edilmiştir. Önce sadrazam sonra şeyhülislâm, vezirler, ulemâ, yeniçeri ağası, defterdar, .reisülküttab, çavuşbaşı, tezkireci, mektubî efendi, ser gulam, son olarak teşrifatî efendi Hırka-i şerife, yüz sürüp öptükten sonra geri çekilerek yerlerinde dururlardı26. Bu arada sadrazam ve silâhdar ağa yüz sürülen kısmı önceden hazırlanan destimâl ile silerek davetlinin kendisine verirdi. Fakat XIX. yüzyılda bu âdet biraz değişerek hırkanın belki de yıpranmaması için başka bir şekil almıştır.

BOA, KK 676; Ata, I, 21723 Ata, I, 21724 "Hasodalılar hırka-i saâdetin simden mamul yaldızlı, büyük sandukasını gümüş se-pa

üzerinden alarak şatrançvari biribiri üzerine mevzu1 som sırmalı vesadeler (şilte) üzerine vaz' ile padişahdaki altın anahdar ile açarlardı". Ata, I, 215

23 Tahsin Öz, çekmeceyi incelemiş olup, 0,57 x 0,45x 0,21 ebadındaki çekmecenin Sultan Abdülaziz zamanında yaptırılmış olduğunu, daha önce kullanılan ve Sultan III. Murad tarafından yaptırılan mahfazanın ise daha müzeyyen ojup, zümrütlerle bezenmiş olduğunu belirtir, a.g.e., s. 23, not 10.

26 BEO Sadaret Defterleri, nr. 359.

Page 49: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

OSMANLI DEVLET TEŞRİFÂTINDA HIRKA-İ ŞERÎF ZİYARETİ 43

Buna göre hazırlanan üzeri yazılı destimâller padişahın önünde durur o da ziyaret sırası gelene bu destimâlleri hırkaya sürer’ek verirdi27.Yukarıda da bahsi geçtiği gibi zamanla âdet biraz daha değişmiş olup, Sultan Reşad döneminde destimâller hırkaya değil de bohçaya sürülerek takdim edilir olmuştur28. Meşâyih en sona kalır her birisi sandığın karşısına geçtikçe önce dua eder sonra gerekli saygıyı gösterirdi. Sonra rikâb-ı hümâyun ağaları, diğer arz ağaları, enderun-ı hümâyûn ağaları da aynı şekilde saygı gösterirlerdi. Enderunlulann ziyareti bitince hırkanın yüz sürülen kısmı altın bir maşraba içinde yıkanırdı. Bu şekilde sona eren merasimden sonra davetlilere gitmeleri için izin verilirdi. Mevki olarak küçükten başlayarak dışarı çıkılırdı. Daireyi en son kaymakam paşa, şeyhülislâm ve sadrazam terkederlerdi.

Sadrazam ve şeyhülislâm çıkarken girdikleri şekilde merasimle ve aym kişiler tarafından kollarına girilerek ortakapıya kadar teşyi edilirlerdi.

Ziyaret esnasmda hırkanın yüz sürülen kısmı yukarıda da belirtildiği gibi altın bir kap içersinde hemen yıkanıp öd ve anber yakılarak kurutulduktan sonra kabın içindeki su, destilerle getirilen iyi su ile çoğaltılırdı. Hırka-i şerîf suyu denilen bu su, şişelere konularak bir çeşit ikram olarak saraylılara ve saray dışındaki ekâbire dağıtılırdı29. Sultan I. Mahmud zamanına âit olan teşrifat defteri Hırka-i şerîf suyunun bu şekilde elde edildiğini ifade etmektedir. Daha sonra yapıldığı anlaşılan başka bir usûl ise hırkanın üzerinde bulunan düğmenin su dolu bir kaba konulup biraz ıslatıldıktan sonra hemen çıkarılıp ateşdâna tutularak kurutulmaya başlanmasıdır30. Düğmenin ıslatıldığı su aym şekilde çoğaltılarak dağıtılırdı. Bu âdet Sultan II. Mahmud tarafından kaldırılmıştır. Başbakanlık Osmanlt Arşivinde Teşrifat dosyaları içinde bu şekilde gönderilen Hırka-i şerîf şişelerine âit pekçok kayıt vardır. Meselâ 1196/1782 tarihinde Esma Sultan'a, Şah Sultan'a, Hibetullah Sultan'a, Zahide Hanım Sultan'a, Fatma Hanım Sultan'a, sadrazama, şeyhülislâma, nakibüleşrafa, Rumeli kazaskerine, Anadolu kazaskerine, Istaabul kadısı efendiye, yeniçeri ağasına, sadrazam kethüdasına,

27 Bu destimâllerin dört kenanna kalıpla siyah yazılı olarak baskı yapılırdı. Destimâllerde kıillanılan bu kalıplar bugün Topkapı Sarayında mevcuttur. Üzerindeki dörtlük şöyledir;

Hırka-i Hazret-i Fahr-i Resûle,Atlas çarh olamaz pâyında Yüz sürüp zeyline takbil ederek Kıl şefi-i ümmeti arz-ı niyaz

Safiye Ünüvar, Saray Hatıralarım, İstanbul 1964, s. 74, 75; Destimâllerle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Feza Çakmut, "Topkapı Sarayı Müzesi'nde Bulunan Destimâl Kalıplan", Reyhan Kaya,Türk Yazmacılık Sanatı İstanbul 1988, s. 100

28 Safiye Ünüvar, a.g.e., s. 74.29

BEO Sadaret Defteri, nr. 359 , s. 330

Nurhan Atasoy, "Khırka-i Sherif", Encyclopaedia o f İslam, V, Leiden 1979, s .18, 19.

Page 50: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

44 ZEYNEP TARIM ERTUĞ

hekimbaşıya, cerrahbaşıya, meşâyihe, defterdara, tevkiîye, reisülküttaba, çavuşbaşı ağaya v.s gönderilen şişeler kaydedilerek bir defter tanzim edilmiştir31.

Gönderilen Hırka-i şerîf şişeleri dışmda bu merasimle bağlantılı olarak ikram edilen buhur suyu ise seferli koğuşu tarafından hazırlattırdı. Seferli başkullukçusu tarafından sadrazam sarayına da götürülen32 buhur suyu aym zamanda hırka-i saâdet dairesinin temizliğinde kullanılırdı. Fakat ikram edilen buhur suyu temizlikte kullanılan su mudur yoksa ziyaret esnasmda veya ziyaretle bağlantılı olarak hazırlanan bir madde midir tesbit edilememiştir.

Bütün merasimlerde olduğu gibi Hırka-i şerîf ziyaretlerinde zamanla âdetler değişmiştir. Önceleri Hırka-i şerîf öpülüp yüz sürülürken daha sonra hırka- çıkarılmış ancak dokunulmayıp destimâller sürülerek davetlilere verilmiş daha sonra ise çekmecenin içinde olduğu bohçalardan sonuncusu dahi açılmayıp ziyaretler böyle yapılmıştır. Hırka-i şerîf sulan için de aym şeylerin söz konusu olduğu görülmektedir.

Osmanlı padişahı Topkapı Sarayında yaşarken mutad resmî ziyaretler saray içinde bu şekilde yapılırdı. Daha sonra Dolmabahçe ve Yıldız Saraylarında ikamet edildiği dönemlerde de Hırka-i saâdet ziyaretleri devam etmiştir. Padişah ramazanın onbeşinde Topkapı Sarayına gelir, hatta iftar için de burada kalırdı. Seferde, göçde birlikte taşman, hatta Edime Sarayında ayn bir oda yaptırılan Hırka-i saâdet, Dolmabahçe ve Yıldız saraylarına nakledilmemiştir. Sultan Selim tarafından ihdas edilen dairenin tertibinin hiç bir şekilde bozulmamasma itina gösterilmiştir. Aslında Topkapı Sarayı her zaman asıl devlet merkezi olarak kabul edilmiş şehzadelerden birisine taht sırası geldiğinde de Dolmabahçe'den veya Yıldız'dan buraya gelinerek babüssaâde önünde merasim yapılmıştır.

XVIII. yüzyıl kayıtlarında haremle ilgili olarak vâlide. sultanın kethüdasmm törene iştirak ettiği yazılmışsa da harem halkının ziyaretine ilişkin bir açıklık mevcut değildir. Fakat XIX. yüzyılın ikinci yansında padişahla birlikte harem halkının yani padişahın eşleri, kızlan ve diğer âile mensuplarının katıldığı bilinmektedir. Bu durumda devlet erkânı, ulemâ ve diğer davetlilerden sonra baş musâhip ağa tarafından ziyaretin hareme açıldığı haber verilirdi. Başta vâlide sultan, sultanlar, kadmefendiler olmak üzere harem mensuplan içeri girerler, tahtın önünde ayakta duran padişah, darüssaâde ağası tarafından kendisine verilen destimâlleri teker teker hırkaya sürerek sırası gelene verirdi. Harem halkı bu gün için resmî günlerde olduğu gibi uzun etekli elbiseler giyerek uçlarım yere bırakır ve başlarına

Ayrıntılı bilgi için bkz. D.TŞF dosya nr. 16/14; 16/ 38; 16/ 52.^ BOA, BEO Sadaret Defterleri, nr. 357, s. 129

Page 51: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

beyaz örtüler alırlardı. Hatıratında bu merasimden bahseden Sultan II. Abdülhamid'in kızı Ayşe Sultan bunu her zamanki âdetlerden birisi olarak zikretmektedir33.

XVIII. ve XIX. yüzyıllarda muntazam olarak ramazanın onbeşinde gerçekleştirilen Hırka-i saâdet ziyaretleri, padişah ve ulemânın dışında devlet erkânının da iştirak etmesinden dolayı resmî devlet merasimlerinden birisi olma özelliğini kazanmıştır. Osmanlı devletinin son yıllarına kadar, hatta Sultan Vahdeddin dönemindeki iç ve dış karışıklıklara rağmen ihmal edilmemiştir. Fakat son yıllarda padişahın Topkapı Sarayına gidilerek icra edilen merasimi daha kısa tuttuğu gözlenmektedir. Törenler nitelik ve biçimleri ile devletin genel yapışma işaret ettikleri gibi, toplum kültürel dokusunu ortaya koyan temâyülleri aksettirmesi bakımından da önemlidirler. Osmanlı devletinin kültür tarihi çerçevesinde ayrıntıları tesbit edilebilen her merasimin devletin hiyerarşik ve sosyal yapışırımın aydınlanmasında katkısı olacağı ümid edilmektedir.

OSMANLI DEVLET TEŞRİFÂTINDA HIRKA-İ ŞERÎF ZİYARETİ 45

t iAyşe Osmanoğlu, Babam Sultan Abdülhamid, 1986 İstanbul, s. 95-97.

Page 52: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16
Page 53: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MİNYATÜRLERDE DİYÂN-I HÜMÂYÛN VE ARZ ODASI*

Mübahat S. Kiitükoğlu**

Osmanlı devlet yönetiminde Dîvân-ı Hümâyûn ve arz müesseselerinin önemi malûmdur. Bunlarla ilgili olarak kanunnâme ve teşrifat mecmualarında hayli geniş bilgi bulunmakla beraber olayların cereyan ettikleri mekânlar içinde şahısların pozisyonları bu ‘ tariflerle her zaman yerli yerine oturtulamamaktadır. İşte burada minyatürler tarihçiye büyük yardımcı olmaktadır.

Dîvân-ı Hümâyûn

Minyatürlerde, idâri ve kazaî en yüksek organ olan Dîvân-ı Hümâyûn toplantı halinde iken resm edilmiştir. Kubbealtının giriş kapısının karşısında Kasr-ı adi veya Adâlet Kulesi denilen mahal görülmektedir. Kanûnnâme-i Al-i Osman'da "cenâb-ı şerifim pes-i perdede oturup"1 denilirken padişahın, Kasr-ı Adl'den dîvân toplantılarım takib edeceği kasd edilmiştir. Nitekim Hünernâme ve Şahnâme-i Selim Han'daki minyatürlerde, padişahın, arkasında iki hasodalı bulunduğu halde, kafes arkasından dîvân toplantılarını takib edişi tasvir olunmuştur. Hatta Şahnâme-i Selim Han'da. Sultan II. Selim'in kafes arkasından Kubbealtı'ndaki askıya ok atışı temsil edilmiştir.

Dîvân-ı Hümâyûn toplantılarında Kasr-ı Adl'in hemen altında sadrazam, sağ tarafında vezirler yer almaktaydılar. Müverrih Âlî, Kubbealtı vezirlerinin

*Bu yazı, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırma Merkezi'nce düzenlenen "Tarihî Kaynak Olarak Türk Minyatürleri Semineri"ne sunulan bildirinin gözden geçirilmiş şeklidir.**Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü emekli öğretim üyesi.

Abdülkadir Özcan, "Fâtih'in Teşkilât Kanunnâmesi ve Nizam-ı Alem İçin Kardeş Katli Meselesi", Tarih Dergisi, sayı XXXIII (1982), s. 42.

Page 54: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

48 M.S. KÜTÜKOĞLU

sayısının iki ile yedi arasında değiştiğini yazar2. Minyatürlerde ise sadrazamın sağında oturan dîvân üyeleri üç ilâ beş kişi olarak resm edilmiştir. Hünernâme'de, Kanûnî Süleyman'ın adâleti ile ilgili bahislerdeki iki minyatürde üç vezir görülmektedir3. Kubbealtını tasvir eden diğer minyatürlerde ise sayı üç4, dört5 veya beştir6. Ancak, İstanbul'da oldukları zamanlarda beğlerbeğilerin de dîvâna katıldıkları ve vezirlerin alt tarafında oturdukları keyfiyetini de hatırdan çıkarmamak lâzımdır7.

Sadrazamın solunda ve aym hizada, fakat biraz aralıklı olmak üzere iki kazasker otururlar. Bu sedire dik olan sağdakinde nişancı, soldakinde ise, sedirin kapı tarafına yakın olmak üzere üç defterdar görülür. Hünernâme minyatürlerinde nişancı, yandaki sedir üzerinde değil de kapıya yakın ayrı bir sandalye üzerinde oturuyor gibi görülmektedir8. Ancak, dîvânhâneye nasıl yerleştirilirse yerleştirilsin, nişancı daima elinde bir kâğıt olduğu halde resm edilmekte; hatta bazı minyatürlerde kâğıdın üzerine bir de tuğra çizilmektedir9 ki böylece, padişah adına yazılan belgelere tuğra çekmek vazifesinin nişancıya âid olduğu gösterilmiş olmaktadır10. Nişancı ve defterdarın "paşa" sıfatını hâiz olması bu oturuş şekillerini bozmaz. Yani, bu iki vazifelinin "paşalık"ları da bulunsa sadrazamın sağ tarafında ve vezirler arasında yer almaz; daima kendilerine mahsus olan mahallerde otururlardı11.

"Bu zümre-i hamîdenin adedleri münhasır olmayup ikiden yediye varınca nasb oluna gelmişdir. Yâni ki, gâh iki yahud üç, dört olur ki, bir vâcibü'r-reâyâıun ihtirâmı yahud dâmad-ı pâdişâhî olmak rütbesi ile irtifâ-ı nâmî maksûd olup ..." Künhü’l-ahbâr, Üniv. Ktb., TY, nr. 5959, 90a. 965 (1557-58)’de sadrazam Rüstem Paşa'dan başka üç vazir varken (İ.H.Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilâtı, Ankara* 1948, s .189) Sokollu Mehmed Paşa (978-80/1571-72: Peçuylu İbrahim Efendi, Tarih, İstanbul 1283, 1,485) ve Sinan Paşa (992/1584: Selânikî Mustafa Efendi, Tarih, M. İpşirli neşri, İstanbul1989, s.394)'nın sadaretlerinde bu rakamın sadrazamla birlikte yediye çıktığı görülmektedir.

Seyyid Lokman, Hünernâme, II, TSMK, H. nr. 1524 ,137b, 242a.

^ Seyyid Lokman, Süleymannâme, TSMK, H, nr. 1517, 37b.

Hünernâme, İ, TSMK, H. nr. 1523 ,19a.

Seyyid Lokman, Şahnâme-i Selim Han, TSMK, A, nr. 3596, İ la (Bu minyatür bugün mevcud değildir.)

7 *Kanûnnâme-i Al-i Osman’da. "Beğlerbeğiler vüzera altma... otururlar" denilmektedir. A. Özcan nşr., s. 33.

8 II, 237b ve 242a; 1,19a.9

Süleymannâme, vr. 37b.

Fatih Kanunnâme s i’ nde "tuğra-yı şerifi her vezîr çeküp nişancıya yardım etmek ka- nûnumdur" denilerek esas tuğra çekmek vazifesinin nişancıya âid olduğu belirtilmiştir. Özcan neşri, s. 36.

Es‘ad Efendi, Teşrîfât-ı Kadîme, Matbaa-i Âmire, İstanbul ts., s. 86.

Page 55: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MİNYATÜRLERDE DİVÂN-I HÜMÂYÛN VE ARZ ODASI 49

Dîvân toplantılarında ayakta hizmet gören bazı vazifeliler bulunurdu. Bunlar, reisülküttab, tezkireciler, çavuşbaşı, kapıcılar kethüdası, selâm çavuşu ve diğer vazifeli çavuşlardı. XVI. yüzyıl sonlarına kadar, dîvânda tezkire ve arzuhaller reisülküttab tarafından okunurdu12. Baştezkireci ise ikinci vezirin karşısında durarak buyuruldulan yazardı13. Ayrıca, görülecek dâvâların çok olması halinde sadrazamın emriyle ikinci vezir dâvâ dinlediğinde, reisülküttabın, sadrazamın önünde vazife yapması gibi tezkireci- lerden biri de ikinci vezirin önünde durup arzuhalleri okurdu14. Daha sonra reisülküttabın vazifesini tamamen "tezkireciler" üstlenmiştir. Şu halde, XVI. yüzyılda yapılmış minyatürlerde sadrazamın karşısında ayakta duran ve elinde okur vaziyette bir kâğıt tutan şahıs reisülküttabdıı. Esâsen, Fatih Kanûnnâmesi'nde reisülküttab, dîvânda hizmet edenler arasında sayılmakta ve oturmayacağına da ayrıca işaret edilmektedir15. Karara bağlanan meselelerle ilgili arz, arzuhal, mektub gibi belgelerin üzerine buyuruldulan yazmaları ve arzuhallerin okunmasında yardımcı olmaları dolayısiyle ayakta resm edilenlerden ikisinin de tezkireciler olduğu âşikârdır. Minyatürlerde ellerinde âsâ bulunan ve hemen daima odanın orta yerinde görülen şahıslar ise çavuşbaşı ve kapıcılar kethüdasıdır. Nitekim Hünernâme'de çavuşbaşı için "dâima kapucılar kethudâsıyla pişgâhda gümüşlü değneklere yasdanup müşîr-i mukaddem karşusmda hidemâtma müdâvemet edeler" denilmek­tedir16.

Görebildiğimiz minyatürlerde dîvânda ayakta görülenlerin sayısı iki ile dokuz arasında değişmektedir. Bu da her halde dîvânın henüz toplandığı âmil resm edilmesi veya "mesâlih-i mühimme" denilen doğrudan devlet işleriyle ilgili olarak yapılan görüşmeler yahut dâvâ dinlenmesinin gösterilmesine göre değişmesinden kaynaklanmaktadır. Meselâ, Süleymannâme'deki Dîvân-ı Hümâyûn minyatüründe ayakta sadece ellerinde âsâlariyle çavuşbaşı ve

Âlî, Kiinhü'l-ahbâr, Üniv. Ktb, TY, nr. 5959, vr. 90a..13

Hünernâme, 1,16b.14

Künhü'l-ahbâr, vr. 90a.

"Ve çavuşbaşı ve reisülküttab ve kapucular kethudâsı hidmetkârdır. Dîvânda oturmazlar" Fatih Kanunnâmesi, Özcan neşr., s. 35. Esin Atıl, Süleymanname. The Illustrated History of Süleyman the Magnificent, s. 96'da sadrazama göre sol sedirde oturan üç kişiden ikisini defterdar, uçtakini de reisülküttab olarak göstermiştir. Halbuki, bu minyatürün delâlet ettiği tarihte iki değil üç defterdar bulunmaktadır. Zira yakın zamanlara kadarki üçüncü defterdarlığın 1540-60 tarihleri arasında (Uzunçarşılı, Merkez, s. 328 n) ihdas edildiği yolundaki bilgilerimizin düzeltilmesi gerekmektedir. Gerçekten, Başbakanlık Arşivi’nde yeni açılan fonlardan A.DVN dosyalarındaki 934 ve 935 (1523) tarihli iki belgede (dosya 1, nr. 25/1 ve 29) biri başdefterdar İskender Çelebi olmak üzere üç defterdarın imzası bulunmaktadır. Bu iki kaynağın verdiği bilgiler muvacehesinde hazine tarafındaki sedirde oturan şahıslardan üçüncüsünün reisülküttab olması mümkün değildir..

^ I, vr. 16b.

Page 56: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

50 M.S. KÜTÜKOĞLU

kapıcılar kethüdası görülmektedir. Halbuki Hüner nâme'deki minyatürlerde ayaktaki şahıs sayısı fazladır. Meselâ,, Kayseri Kadısı hakkındaki şikâyetin17 dinlenmesini tasvir eden minyatürde sayı ondur. Bunlardan, hemen sadrazamın karşısında elinde kağıt tutan, her halde dâvâcıların iddiasını okuyan "reisülküttab" olmalıdır. Ellerinde âsâ bulunanlar çavuşbaşı ve kapıcılar kethüdasıdır. Diğer şahıslardan biri, belki arkası dönük olarak duran Kayseri Kadısmm kethüdasıdır. Diğerleri, dâvâcılar, tezkireciler ve bir çavuş olabilir. Başdefterdarm elinde bir kâğıt tuttuğuna bakılırsa, önündeki şahsın, imzalanmak üzere ferman veya berat gibi bir belge getirmiş olan genç bir kâtib olduğu söylenebilir18.

Kanûnî Sultan Süleyman'ın koyduğu içki yasağma rağmen bir sarhoşun yakalanması üzerine içki getiren levendlerin Dîvânda muhakemesini19 gösteren minyatürde ise altı kişi resm edilmiştir. Burada mahkûmlar dîvânhânenin dışmda birbirlerine zincirle bağlanmış olarak görülmektedir20. Şahnâme-i Selim Han'daki Sultan II. Selim'in askıya ok atışmı gösteren minyatürde ise ayakta sadece beş kişi resm olunmuştur21

Dîvân-ı Hümâyûn toplantıları sırasmda hazır bulunan ve kendi kalemleriyle ilgili konularda not alan, veya gerektiğinde bilgilerine müracaat edilen maliye kalemleri şefleri de vardır. Bunların yeri dîvân üyelerinin bulunduğu kubbenin altı değil, defterdarların arkasına isabet eden ikinci kubbenin altıdır. Eyyûbî Efendi Kanûnnâmesi, Mehmed b. Ahmed ve Mustafa Münîfin Defter-i Teşrifat adlı eserlerinde ikinci kubbe altında oturan dîvân hocaları, halîfe ve şâgirdleri sıralanmaktadır. En açık tarif Mehmed b. Ahmed tarafından yapılmış olup şöyledir:

"Defterdar Efendi'nin ard câniblerinde bir mahall olup cümle hâcegân-ı dîvân efendiler ve hulefâ efendiler müctemVolup kazasker efendilerin sırasında başmuhasebe ve Anadolu muhasebesi, atlu mukabelesi, cizye muhasebesi oturup anların altında haremeyn muhasebesi, büyük kal'a tezkirecisi, Avlonya mukata'acısı, İstanbul mukata'acısı, mevkuf atçı; defterdar efendinin ensesinde maliye tezkirecisi, baş mukata'acı, maden, Bursa, Haremeyn m ukata' acıları; başm uhasebenin m ukabelesinde m evkufatın karşısında ruznamçe-i evvel ve sânî, mukabele-i piyâde, anların altında teşrifat kalemi, muhasebe-i küçük ve tarihçi

17Bu şikâyetle ilgili olarak Hünernâme (II, 240b-242b)’de hayli tafsilâüı bilgi verilmektedir.

18Hünernâme, II, 237b.

19Hünernâme (II, 235a-237a)'de bu içki yasağının konuşu ve riâyet etmeyenlerin ce­zalandırılması ile ilgili tafsilât verilmiştir.

20Hünernâme, II, 242a.

21 TSM K.A.nr. 3595, İla.

Page 57: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MİNYATÜRLERDE DİVÂN-I HÜMÂYÛN VE ARZ ODASI 51

efendiler; ruznamçe-i evvelin sol canibinde başbakıkulıı, ahkâm-ı enderûn emîni; mukabelelerinde tarihçi efendinin tamam olduğu mahalde sâliyâne mukata'acısı, haslar mukata'acısı, küçük kal'a, mukata‘a-i ganem, şıkk-ı sânîye tabî piskopos, çeltük-i Anadolu ve Rumeli" kalemleri şefleri oturmaktaydılar22. Ancak bu tertib, XVIII. yüzyıla âiddir veXVI. yüzyılda bu kalemlerin hepsi mevcud değildir. Nitekim, maliye kalemleri hakkında bilgi verilen 974-75 (1567-68) mâlî yılma âid bütçede maliye kalemleri ruznamçe-i evvel ve sânî, muhasebeci-i Rumeli ve Anadolu, mukabeleci; her üç defterdara ayrı ayrı bağh olmak üzere mukata'acı-i evvel ve sânî, mevkufatcılar ve ahkâm tezkirecileri ile sadece bir tane ve başdefterdara bağh olmak üzere vâridatcı, üçüncü defterdar (şıkk-ı sânî)a tabî olmak üzere kıla' tezkirecisi, mevcudatcı, teşrifatçı ve teslîmatcı bulunmaktadır23. XVI-XVIII. yüzyıllar arasında yeni katılan kalemlerin şefleri hariç, sıralamada pek fazla değişiklik yapılmadığını24 düşünerek bu iki kaynaktaki bilgileri birleştirdiğimiz takdirde Hünernâme 'de kubbe altmı gösteren minyatürdeki ikinci kubbe altında oturanları şöyle bir sıralamaya tabî tutmak pek yanlış olmasa gerektir.

Anadolu kazaskerinin hizasmda başmuhasebeci, yanında sırasıyla Anadolu muhasebecisi, mukabeleci, büyük kale tezkirecisi, mevkufatcı; ikinci sırada yani defterdarın arkasında maliye tezkirecisi, başmukata'acı, mevkufatcımn karşısında ise ruznamçecilerin bulunduğunu söyleyebiliriz25. Ancak, o tarihteki bütün maliye kalemleri mensublarının da minyatüre alınamadığı muhakkakdır. Süleymanııâme'deki kubbealtını gösteren minyatürde ise maliye kalemleri mensublan Hünernâme'deki gibi muntazam resm edilmemişlerdir.

Dîvân-ı Hümâyûn kâtiblerinin sayısının XVI. yüzyıl sonlarında otuzu aşkın olduğunu ve bunların dîvân günlerinde nöbetleşe vazife yaptıklarını Mühimme defterleri’ndtkı kayıtlardan biliyoruz. Birinci grup cumartesi ve pazartesi, ikinci grup ise pazar ve salı günleri vazife görürdü. XVI. yüzyıl

22Mehmed b. Ahmed, Defter-i Teşrifat, Üniv. Ktb., TY, nr. 9810, 46b-47a. Eyyûbî Efendi, Kav'âninnâme-i Humâyûn-ı Âl-i Osman (Üniv. Ktb, TY. nr. 734, 4b-5a) ve Mustafa Münîf, Defter-i Teşrifat (Üniv. Ktb. TY, nr. 8892, 78b)'da oturuş şekillerine dair tafsilât verilmediği gibi sıralamalar da farklıdır.

23 -Ömer Lütfi Barkan, "H. 974-975 (M. 1567-1568) Malî Yılına Âit Bir Osmanlı Bütçesi" İktisat Fakültesi Mecmuası, XIX/1-4 (İstanbul 1960), 315-322.

243 Cemâzıyelâhır 1005 (22 Ocak 1597)'e kadar ruznamçeciler yanyana otururken bu tarihte mukabeleci tayin olunan Mi'marzâde İbrahim Efendi, ikisinin arasına oturmuşsa (Selânikî Tarihi, İpşirli nşr., s. 667 ve Selânikî'den naklen Uzunçarşılı, Merkez, s. 19) da daha sonra ruznamecilerin yine yanyana oturmağa başladıkları muahhar teşrifatnâmelerden anlaşılmaktadır.

Hünernâme, I, 19a.

Page 58: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

52 M.S. KÜTÜKOĞLU

sonlarında her günkü kâtib sayısı da 17-19 kadardı26. Bunların hepsinin bir arada oturması pek mümkün değildir. Her halde bir kısmı dîvânın akd edildiği kubbealtmda, bir kısmı ise belki ikinci mekânda, mevsimin müsaid olduğu zamanlarda dışarda revakların altında oturuyorlardı.-

îşte dîvânı toplantı halinde gösteren minyatürlerde bu kâtiblerin de resm edildiklerini görüyoruz. Ancak bunlar hakikî sayıyı göstermekten uzak olup sembolik olarak konulmuşlardır. Hünernâme'de dîvân toplantılarını gösteren üç ayrı minyatürde kâtib sayıları farklıdır. Kayseri kadısı davasmda iki, içki yasağım ihlâl edenlerin davasmda üç, İkinci avluyu tasvir edende, kubbealtuun kapısı yanında altı kâtib görülmektedir. Süleymannâme'de ise bu mekândaki kâtib sayısı dörttür. Hünernâme'nin I. cildiyle S üleymannâme’de, kâtiblerin, kubbealtmm kapısının yanında oturdukları mahal, kaynaklarda "reisülküttab tahtası" olarak adlandırılan yer olmalıdır. Gerçekten gerek Tevki’î Abdurrahman Paşa Kanunnâmesinde, gerekse Mehmed b. Ahmed ve Es'ad Efendilerin teşrîfatnâmelerinde ikinci vezir ve sadrâzamın kubbealtma gelişleri sırasında dîvân erkânının, onları karşılamak üzere kubbealtuun dışmda mevki almaları anlatıhrken kazaskerlerin "reis tahtası" yanında, defterdarların ise onların karşısında yer aldıklarından bahs edilmektedir27. Eyyûbî Efendi Kanûnnâmesi'nde ise kubbealtı haricinde ve iki kubbe arasında reis ve kâtiblerin mekânlarının bulunduğuna işaret edilmektedir ki, bu Hünernâme28 ve Süleymannâme29'de\d minyatürlerle tam bir mutabakat arz etmektedir.

Kâtiblerin bir kısmı ise kubbealtuun Bâbüsselâm tarafındaki duvarı yanında oturuyor olmalıydılar. Bu, Hünernâme'nin I. cildindeki ikinci avluyu gösteren minyatürde çok güzel bir biçimde tasvir edilmiştir. Süleymannâme'de ise -muhtemelen minyatürdeki yer kifâyetsizliği sebebiyle bu tarafta oturan kâtibler "zülüflü baltacılar koğuşu"nun yanındaki revaklar altında gibi gösterilmiştir.

26Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Mûh.imme Defteri, nr. LX, 3 ve LXI, 1. Ayrıca bk. Mübahat S. Kütükoğlu, "Mühimme Defterlerindeki Muâmele Kayıdlan Üzerine" Tarih Boyunca Paleografya ve Diplomatik Semineri 30 Nisan — 2 Mayıs 1986. Bildiriler, İstanbul 1988, s. 319.

27Tevki“! Abdurrahman Paşa, Kanunnâme, s. 506-507; Mehmed b. Ahmed, Defter-i Teşrifat, 42a-b; Es‘ad Efendi, Teşrîfât-ı Kadîme, 84-85.

28 1,19a.29

vr. 37b.

Page 59: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MİNYATÜRLERDE DİVÂN-I HÜMÂYÛN VE ARZ ODASI 53

Yine Eyyûbî Efendi Kanunnâmesi'nde kubbealtının dışında ve seki üzerinde matbah emini, şehremini^, tersane emini, gümrük emini, ganem / koyun emini ve mimarın oturdukları yazılmaktadır31 ki, Süleymannâme'de kubbealtı kapısının solunda görülenler bunlar olmalıdır.

Paraların sayılma ve tartılması gibi işler ise defterdarların arkasına isabet eden yerde veznedarlarca yapılırdı32. Hünemâme'de sadece para keseleri gösterildiği halde Süleymannâme'de paraların tartılma ve eritilme işlerinin de minyatüre aks ettirildiğini görüyoruz.

Arza Çıkma

Dîvân toplantılarının bitiminde yemek yenir ve daha sonra da "arza" girilirdi. Ancak, arza girmek için her defasında padişahın izni istenir; bunun için de reisülküttab tarafından hazırlanan telhis sadrazamın yanında yine reisülküttab tarafından bağlanıp mühürlenerek kapıcılar kethüdası ile padişaha gönderilirdi. Padişahdan kapıcılar kethüdası eliyle arz müsaadesi geldiğinde ise önce yeniçeri ağası yalnız olarak Arz Odasma girer; vezareti varsa çıktıktan sonra Bâbüssaade'de bekler; sadrazam ve vezirlerle birlikte ikinci defa tekrar girer, vezareti yoksa giderdi. Yeniçeri Ağasının arkasından kazaskerler girerler ve kendi kadılıklarına bağlı meseleleri arz ederlerdi. Onların da çıkmasını müteâkıb sadrazam ile vezirler arza girerlerdi33. Nişancı ve defterdarların, eğer pâyesi, Rumeli veya Anadolu beğlerbeğiliği yahut vezâretleri varsa onlar da vezirlerle birlikte arza girerlerdi34. Ancak yeniçeri ağası ve kazaskerlerin arza girişlerinin resm edildiği minyatüre rastlamıyoruz. Böyle olunca da Arz Odasının neresinde durdukları hakkında birşey söylemek mümkün değildir.

Kanunnâme ve teşrifatnâmelerde sadrazam ve vezirlerin arza girişlerinde sadrazamın, bir def1 a kapmm iç tarafında, bir def‘a da odanın ortasında olmak üzere iki kere yer öptüğü; nihayet padişahın eteğini öperek padişahın sağ tarafına geçip durduğu; vezirlerin ise iki def‘a yer öpüp sadrazamın yanında, mertebe sırasına göre, yerlerini aldıkları kayıtlıdır35. Fakat minyatürlerde, sadrazam ve vezirlerin, padişaha göre duruşları bazan

30 Bu tarihteki şehremini, XIX. yüzyıldan itibaren kurulan "§ehremâneti"nin başı ve bugünkü "belediye reisi"nin karşılığı olan "şehremini" değüdir. Bu, sarayın "Bîrûn" teşkilâtı içinde yer alan ve şehirdeki yapıların tamir vs. işleri yanında daha başka işleri de olan bir vazifelidir.

31 < vr. 5a.32

Hünernâme, 1,16b.33

Teşrîfât-ı Kadîme, s. 94 vd.34

Mehmed b. Ahmed, vr. 50a.35

Teşrîfât-ı Kadîme, s. 95; Tevki'î Abdurrahman Paşa (Kanûnnâme, s. 512), vezirlerin yer öpmelerinden bahs etmeyip "şâir vüzera ancak selâmlayup" demektedir.

Page 60: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

54 M.S. KÜTÜKOĞLU

sağ, baz an solda gösterilmiştir. Esasen Arz Odası'nı gösteren minyatürler, ya elçilerin veya serdarın sefere giderken, yahud sefer dönüşlerinde padişah tarafından kabûllerini tasvir etmektedir. Bir de Kanûnî Süleyman'ın koyun resminin iltizama verilmesinden dolayı sadrazam Semiz Ali Paşa (1561- 65)'ya hesab sorduğu arzı tasvir eden minyatür bulunmaktadır. Kanûnî tarafından gerek İran Şahı Tahmasb'm kardeşi Elkas Mirza'nm (ilticâsı: 1547), gerekse Kırım Ham Devlet Giray'm (hanlığı: 1551-77) kabûllerini gösteren minyatürlerde sadrazam ve vezirlerin duruş yeri, gerçekten padişahm sağıdır. Fakat Semiz Ali Paşa'dan hesab soruluşu ile İran elçisinin huzûra kabûlünü gösteren minyatürlerde sadrazam ve vezirler sol tarafta resm edilmişlerdir. Bunlardan sadece Semiz Ali Paşa'yı gösteren minyatürde vezir sayısı beş, diğerlerinde üçtür.

Sultan II. Selim ve m . Murad saltanatlarındaki elçi kabûlleri dolayısiyle Arz Odasını resm eden minyatürlerden Şahnâme-i Selim Han’daki E. . Selim'in, Safevî elçisi Şahkulu Han'ı kabûlü36 ile Şehinşahnâme'dekı El. Murad'ın yine Safevî elçisi Tokmak Han'ı kabûlünü37 gösterenler istisna edilirse, huzûra girenler hep padişahm sol tarafında gösterilmişlerdir. Sayılan ise üç vezirden başlayarak değişmektedir38.

Vezirler dışmda arza girenler içeride uzun kalmazlar, sadrazam arza başlaymca da vezirler sol tarafa geçip biraz uzakça dururlardı39. Ancak, Arz Odasını gösteren minyatürlerde bu husûsu tesbit edemiyoruz. Zîrâ, hepsinde de sadrazamla vezirler aynı tarafta durmaktadır. Yalnız, bazılarında sadrazam, âşikâr bir şekilde diğer vezirlerden ayrılmaktadır. Hem araya biraz mesafe konularak, hem de diğerlerine nazaran daha cüsseli çizilmiştir. Özellikle Sokollu Mehmed Paşanın sadareti sırasındaki olaylan aks ettiren minyatürlerde -belki de Sokollu'nun boyu da dikkate alınarak çizildiğinden- bu daha bâriz olarak görülmektedir40.

Elçilerin huzûra girmeleri normal arz merasimi yapılmasını müteâkıb olurdu. Defterdar dışındakiler, odanın kapısı içinde yer öperek hemen, defterdar ise ulûfe telhisini okuduktan sonra çıkardı. İçerde sadece sadrazam ve vezirler kaldıktan sonra elçinin arza girmesine müsaade edilirdi. İkişer

TSMK, A. 3595, vr.53b.

^ Üniv. Ktb. F.Y., nr. 1404, vr. 41b-42a.38

Meselâ, Nüzhetii'l-ahbâr der Sefer-i Sigetvâr (TSMK, H. nr._1339, vr. 178a)'daki Beç elçisi ile; Seyyid Lokmanbn Şehinşahp.âme'sinin II. cildindeki (TSMK, B. nr. 200) Safevî elçisi İbrahim Han'ın kabullerinde üç; (vr. 36b); yine Şehinşahnâme'dtki Fas elçisinin (vr. 141b) kabûlünde ise dört vezir bulunmaktadır.

39Tevki'î Abdurrahman Paşa, s. 512.

40Beç elçisi {Nüzhetü’l-ahbâr, vr. 178a) ve Şahkulu Han (Şahnâme-i Selim Han, vr. 53b) ın kabûllerini gösteren minyatürler.

Page 61: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MİNYATÜRLERDE DİVÂN-I HÜMÂYÛN VE ARZ ODASI 55

kapıcıbaşı, elçi ve beraberinde huzûra çıkacak olanların kollarından tutarak, Arz Odası'na sokup yer öptürürlerdi41. Elçiyle konuşmayı temin edecek olan dîvân- tercümânı ise yalnız girerdi42. Bu arada kapıcılar, elçinin getirdiği pişkeşi, padişahın görmesi için Arz Odasmm penceresi önünden geçirerek hazine hademelerine teslim ederlerdi. Elçinin getirdiği mektub ise en alt mertebedeki vezire verilir ve elden ele geçirilerek sadrazama gelir; o da tahtın yanma bırakırdı43. Minyatürlerde de bu hususların imkân nisbetinde aks ettirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Süleymannâme'deki, Safevî elçisinin Kanûnî'nin huzûruna çıkışını gösteren hariç diğer minyatürlerde, elçi ve yanmdakilerin kollarından kapıcıbaşılar tutmuş durumdadır. Ancak İbrahim Han'ın kabûlünü gösterende olduğu gibi bazan elçi henüz ayakta, hatta Fas elçisinin kabûlünü gösterende olduğu gibi vezirlerin arka tarafında, odaya henüz girmiş olarak resm edilmiştir. Beç elçisi, Şahkulu ve Tokmak Hanların kabûlünü gösterenlerde elçi yer öpmek üzere eğilmiş durumdadır. Süleymannâme’de ise hemen hemen yer öperken gösterilmektedir. Hemen hepsinde de sadrazamın elinde, içinde elçinin getirdiği mektub bulunan kubur vardır.

Elçi kabûllerini gösteren minyatürlerin karşı sayfalarında çok kere ikinci avludan Bâbüssaade'ye doğru hediyelerin getirilişine yer verilmiştir, ikinci avluyu gösteren bu sayfalarda dikkat çeken bir husus dâ kubbealtıdır. Mehmed b. Ahmed'in Defter-i Teşrîfat'mda. nişancı ve defterdarlar için "Hizmet-i arz itmam oldukdan sonra kubbealtına gelirler ve yerli yerlerinde karar buyururlar"44 deniyor ki bu durum minyatürlere de gayet güzel bir şekilde aks ettirilmiştir. Elçi kabûllerini tasvir eden minyatürlerden, arz vazifesini yerine getirdikten sonra nişancı ve defterdarların kubbealtma dönerek yarım kalmış işleri tamamladıkları anlaşılmaktadır. Gerçekten, İran elçisi Maksud45 ile Fas elçisinin46 kabûllerini gösteren minyatürlerde kubbe altında üç defterdarın kendilerine âid mahalde oturdukları; nişancının ise tuğra çekmekle meşgul olduğu görülmektedir. Birincide nişancının önünde iki kişi -ki her halde reisülküttab ile tezkireci olmalıdır-, İkincide ise bir kişi ellerinde kâğıtlar oldukları halde durmaktadırlar. Yine birincide reis tahtasının arkasında üç kâtibin vazife gördüğü anlaşılmaktadır. İbrahim Han'ın kabûlünü

"..elçinin arza girecek etbainın her birini ikişer nefer kapucıbaşı ağalar meyanlanndan tutup .." Teşrîfat-ı Kadîme, 75; ".. rikâb-ı hümâyûn ağalan elçiyi bâzûlanndan tutarak Arz Odası'na götürüp huzûr-ı hümâyûnda yer öptürürler" Tevki'î Abdurrahman Paşa, s. 514.

Teşrîfat-ı Kadîme, s. 75.

Tevki'î Abdurrahman Paşa, s. 514; Mustafa Münif, Defter-i Teşrifat, vr. 86b.

Üniv. Ktb., TY, nr. 9810, vr. 50a.

TSMK, B. nr. 200, vr. 29a.

a.g.e., vr. 142.

Page 62: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

56 M.S. KÜTÜKOĞLU

tasvir eden minyatürde47 ise defterdarlar yoktur. Her halde henüz arzdan • dönmemiş olmalıdırlar. Nişancı ile önünde reisülküttab, kapının sağ tarafında iki kâtib ile dışında iki kapıcı görülmektedir.

Sadrazamlar, serdar-ı ekrem sıfatıyla sefere gidecekleri zaman yine padişah tarafından Arz Odası'nda huzura kabûl edilirlerdi. Bu kabûlde sadrazama, serâsere kaplı hil‘at, murassa sorguç, mücevherli tirkeş ve kılıç verilirdi. Sadrazam İbrahim Paşa 1599'da Macar seferine serdar tayin olunup 20 Şevvalde padişahın huzûruna kabûl edildiğinde üç murassa sorguç ve mücevher tirkeş takınıp çıkmıştı48. Güzel bir tesadüfle, Sultan III. Murad Şehinşahnâme 'sinde bu kabûlün minyatürle tasvirini buluyoruz49. Paşa, sorguç, tirkeş ve kılıcı takınmış olarak tahtın sağmda padişahla konuşur vaziyette görülmektedir. Padişahın solunda ise iki hasodalı vardır. Bunun gibi Sinan50 ve Ferhad Paşa51'larm İran seferi serdarlıklan da çok benzer şekilde tasvir edilmiştir. Yalnız Ferhad Paşa padişahın sol tarafında olup başmda da iki sorguç görülmektedir. Daha sonraki devirlerde de sadrazamın serdâr-ı ekrem tayininde padişah tarafından Arz Odası'nda kabûlü usûlü aynı şekilde devam etmiştir52.

Son olarak dîvân üyelerinin kıyafetlerinden de bahs etmek uygun olacaktır. Tevki'î Abdurrahman Paşa Kanunnâmesi'nde53 Dîvân-ı Hümâyûn günlerinde vezirlerin başlarına mücevveze, sırtlarına ise kumaş üst ve lokmalı kumaş iç kaftan giydikleri kayıtlıdır. Mustafa Münîf, sadrazamın salı dîvânında beyaz üst, pazar günü dîvân olduğu takdirde ise kırmızı üst giymesinin "kanûn-ı kadîm" olduğunu kayd eder54. Es‘ad Efendi, yabancı

a.g.e., vr. 37a.48

Selânikî, M. İpşirli nşr. s. 807.49

TSMK, B. nr. 200, vr. 95b.5 0 O Ua.g.e., vr. 9b.51 o, •a.g.e., vr. 93a.52

Köprülü Fazıl Ahmed Paşa'nm Girid seferi serdar-ı ekremliği (Silâhdar Fındıklılı Meh-med Ağa, Tarih, I, İstanbul 1928, s. 409); ile Yeğen Mehmed Paşa'ya 1150 (1738)'de Avusturya ve Rusya ile yapılan harbdeki serdar-ı ekremlik tevcihi (Sami-Şakir-Subhi, Tarih, İstanbul 1198, 122a) misâl olarak verilebilir. Ayrıca bk. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, O sm an lı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilâtı, İstanbul 1948, s. 160.

53 <1« s. 515.54 "Sadnâzam efendimiz salı dîvânında beyaz üst ve pazar günü dîvân-ı hümâyûn olursa

kırmızı üst giymeleri kanûn-ı kadîmdir, deyü hatt-ı şerîf ile muanven olan defterde mukayyeddir" Defter-i Teşrifat, vr. 85a

Teşrîfût-ı Kadîme, s. 67.

Page 63: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MİNYATÜRLERDE DİVÂN-I HÜMÂYÛN VE ARZ ODASI 57

elçilerin kabûl edildikleri gün yapılan merasimi anlatırken sadrazamın dîvâna beyaz atlas üst ve kallâvi ile geldiğini belirtir55.

Dîvân-ı Hümâyûn toplantılarıyla Arz Odasım tasvir eden minyatürlerin bir kısırımda sadrazamın üzerinde renkli ve desenli, muhtemelen serâser üst varsa da çoğunda beyaz üst giydiği görülmektedir56 . Böylece, kanunnâme ve teşrifatnâmelerde verilen bilgilerle minyatürler arasında bir mutabakat sağlanmaktadır. Hatta, eğer bu kaideye tamamen riâyet edildiği, tasvirlerin ise sembolik olarak yapılmamış oldukları husûsunda kanaat hasıl olabilirse minyatürlerde resm edilen olayların gününü tesbit etmek dahi mümkündür.

56 Hünernâme, I, 19a; II, 237b, 242a; Şahnâme-i Selim Han, 53b; Şehinşahnâme, I, 41b.

Page 64: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

Res

ini

1: Ve

zir

sayı

sının

rt ola

rak

göst

erild

iği

bir

Dîv

ân-ı

Hüm

âyûn

to

plan

tısı.

Kas

r-ı

adlin

alt

ında

sa

draz

am,

sağı

nda

dört

vezi

r, so

lund

a ka

zask

erle

r, o

nlar

ın

altın

da

defte

rdar

lar,

sold

a tu

ğra

çekm

ekte

ola

n ni

şanc

ı gö

rülm

ekte

dir.

(Se

yyid

L

okm

an,

Hün

ernâ

me,

I,

TSM

K,

H. 1

523,

19a

)

Page 65: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

rM.S. KÜTÜKOĞLU 59

Resim 2: Vezir sayısının iiç olarak gösterildiği Dîvân-ı Hümâyûn.Sadrazamın solunda kazaskerler, alt tarafta üç defterdar ve arkalarında maliye kalemleri şefleri;

alt tarafta sağda dîvân kâtibleri görünüyor.(Seyyid Lokman, Süleymannâme, H. 1517, 37b)

Page 66: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

60 MİNYATÜRLERDE DİVÂN-I HÜMÂYÛN VE ARZ ODASI

Resim 3: Kubbealtı'nda Dîvân-ı Hümâyûn toplantısı.Sadrazamın sağında üç kubbe veziri görünüyor. (Seyyid Lokman, Hilnernâme,

II, TSMK, H. 1524, 237b) •

Page 67: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

M.S. KÜTÜKOĞLU

Resim 4: Kubbealtı'nda Dîvân-ı Hümâyûn toplantısı.Sadrazamın sağında üç kubbealtı veziri görünüyor. (Seyyid Lokman, Hünernâme,

II, TSMK, H. 1524, 242a)

Page 68: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

62 MİNYATÜRLERDE DİVÂN-I HÜMÂYÛN VE ARZ ODASI

Resim 5: Sultan II. Selim'in Kasr ı adl'den Kubbealtı'ndaki topa ok attığını gösteren minyatür.Vezir sayısı beş olarak görünüyor. (Şalmâme-i Selim Han, TSMK, A. 3595, İla)

Page 69: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

M.S. KÜTÜKOĞLU 63

Resim 6: Safevî elçisi Şahkulu Han'ın kabûlü merasimi.Vezir sayısı beş olarak görünüyor. (Şahnâme-i Selim Han, TSMK, A. 3595, 53b)

Page 70: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

64 MİNYATÜRLERDE DÎVÂN-I HÜMÂYÛN VE ARZ ODASI

Resim 7a: İran elçisi Maksud'un kabûlü sırasında’üç defterdann Kubbealtına dönüpoturduklan, nişancının ise tuğra çektiğini gösteren minyatür.

(Seyyid Lokman, Şehinşahnâme, II, TSMK, B. 200, 29a)

Page 71: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

M.S. KÜTÜKOĞLU 65

Resim 7b: İran elçisi Maksudun Arz Odasında huzûra kabûlünü gösteren minyatür.(Seyyid Lokman, Şehinşahnâme, II, TSMK, B. 200, 28b)

Page 72: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

66 MİNYATÜRLERDE DİVÂN-I HÜMÂYÛN VE ARZ ODASI

Resim 8a: Fas elçisinin huzura kabûlü sırasında Kubbcaltında oturan defterdarlar ve tuğra çekennişancıyı gösteren diğer bir minyatür. (Seyyid Lokman. Şehinşahnâme, II, TSMK, B. 200, 142a)

Page 73: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

M.S. KÜTÜKOĞLU

Resim 8b: Fas elçisinin Arz Odasında huzûra kabûlünü gösteren minyatür.Solda sadrazam ve dört vezir, arkada elçi görülüyor. (Seyyid Lokman, Şehinşaluıâme,

II, TSMK, B. 200, 141b)

Page 74: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

Resim 9: Avusturya elçisinin huzûra kabulü.Vezir sayısı dört olarak görünüyor. (Nushetii'l-ahbar der Sefer-i Sigetvar, TSMK, nr. 1339, 178a)

Page 75: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

Selânik'te Onsekizinci Yüzyılın Sonunda

MASARİF-İ VİLÂYET DEFTERLERİ

Merkezî Hükümet, Taşra İdaresi Ve Şehir Yönetimi Üçgeninde

Malî İşlemler

Chrıstoph K. Neumann*

Giriş: bir kaynak türü olarak masarif-i vilâyet defterleri

Masarif-i vilâyet defterleri, Yavuz Cezar'm "18. ve 19. Yüzyıllarda Osmanlı Taşrasmda Oluşan Yeni Mali Sektörün Mahiyet ve Büyüklüğü Üzerine" adlı makalesinden1 dolayı artık iyice bilinen Osmanlı vesika türlerindendir. Cezar, bu önemli çalışmasında özellikle Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde mevcut defterleri ayrıntılı bir şekilde ele almış ve bu kaynaklar hakkında derli toplu bilgi vermiştir. Bunun için masarif defterlerinin genel

*Dr. phil., M.A., DFG (Alman Araştırma Birliği) araştırma bursiyeri ve Prag Karlovâ Üniversitesi öğretim görevlisi. Her zamanki gibi Tiirkçemi düzelten Olcay Akyıldız'a (B.Ü., Oriyent Enstitüsü) her zamanki gibi sadece yetersiz şükranlarımı sunabiliyorum.

Yavuz Cesar, "18. Ve 19. Yüzyıllarda Osmanlı Taşrasmda Oluşan Yeni Mali Sektörün Mahiyet Ve Büyüklüğü Üzerine", Toplum Ve Ekonomi 9 (1996) : 89-145. Masarif-i vilâyeti ilk inceleyen araştırmacı ise Evgenij Radusev idi. Bkz.: "Les dépenses locales dans l'Empire Ottoman au XlIIe siècle: Selon les données des registres de cadi des Ruse, Vidin, et Sofia", Etudes Balkaniques XVI,/3 (1980): 74-94. ¡er'iye sicillerinin ihtiva ettiği çok zengin bilgilere dayanan bu çalışmada, Osmanlı malî sisteminin reayayı sömürmeği neredeyse mutlak bir şekilde amaçladığı varsayılıyor (krş. s. 82, 85 v.s.). Bu hipotez, elitler ile ahali arasında kesin bir ayrımın mevcut olduğu yönünde sun'î görüşe dayanıyor. Cezar, bu makaleden haberdar görünmüyor. Tevzi' defterleri, daha önce Bruce McGowan gibi avarız vergüeriyle ilgüenen araştırmacılar tarafından kullanılmakla beraber diplomatik bakımdan etraflı bir şekilde ele alınmamıştır. Bruce McGowan, Economic Life in the Ottoman Europe: Taxation, Trade and the Struggle fo r Land, 1600-1800, Cambridge v.s. (1981): krş. endeks "tax", özellikle 155-61. McGowan, tevzi'lerin Belgrad'da nasıl yapıldığım canlı bir şekilde tasvir eden bir hatirayı s. 161'de nakleder. Buna benzeyen bir metin için bkz.: Michael O.H. Ursmus, "'hane' in Kalkandelen, Tü'us' in Selanik: Regionalspezifische Verwaltungspraktiken und -begriffe im Osmanischen Reich bis zum Beginn der Tanzim at", Quellen zur Geschichte des Osmanischen Reiches und ihre Interpretation, Istanbul (1994): 25-49 [= Türkische Wirtschafts- und Sozialgeschichte von 1071 bis 1920: Akten des IV. Internationalen Kongresses, nşr. Hans Georg Majer, Raoul Motika, Wiesbaden (1995): 343-362], burada 27-28. Yerel tevzi'lerin genel bir nitelendirmesi için bkz.: s. 26-29.

Page 76: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

70 CHRISTOPH K. NEUMANN

içeriği üzerinde uzun uzadıya durmak, bu makalenin çerçevesinde lüzumsuzdur; ancak burada konu edilecek hususların anlaşılması için şart olan ba'zı muhtasar bilgiler vermekle iktifa edilecektir.

Öbür taraftan Cezar, bu defterleri makalesinde adından da belli olduğu gibi malî ta'rihin bir sektörünün gelişmesine ışık tutacak bir kaynak türü olarak kullanmıştır. Onu ilgilendiren, Osmanlı vergi sisteminin nasıl geliştiği, vergi tarhının ölçülmesinin istatistik yöntemlerle ne mertebe mümkün olduğu ve mâliyenin bir sektörünün nasıl ortaya çıktığıydı.- Burada ise, iki birbiriyle ilintili örnek üzerine durularak ba'zı diplomatik özellikler sayesinde merkezî devlet ile taşra toplumu arasındaki ilişkiler bu defter türünde nasıl gözlemlenebildiği, ilginin odağı olacak. Bakış zaviyelerinin arasındaki farkın yer yer yorum farklarına yol açması tabiîdir.

Masarif-i vilâyet defterlerinin bir başka adı tevzi' defterleridir. Tevzi' edilen ya'ni paylaştırılan, yerel yönetim tarafından toplanacak vergilerdir. Bunlar arasında avarız ve nüzul vergileri önemli bir yer işgal eder, ve Cezar bu vergileri masarif defterlerinin asıl esbab-ı mucibesi olarak görmektedir.2 Bütün tevzi'lerin kaza bazmda yapılması, bir ihtimal ile avarız vergileriyle ilişkilerine dayanır. Çünkü avarız tevzi'atı da kazalarca (hattâ 1620'lere kadar herhangi bir mübaşir ta'yin edilmeden kadılarca) tanzim olunuyordu.3

Avarız vergileri merkezî hâzineye ait bir gelirken,4 onları toplamak için yaratılmış hane sistemi, sonradan imdadiyeler5 gibi valilere ait olan vergiler ile yerel masrafları karşılayacak gelirlerin toplanması için de isti'mal edilmeğe başlanmışta. Tevzi' usulü böylece çok kullanımlı bir malî araca dönüşürken avarız hanesi ile tevzi' hanesi arasında farklılıklar meydana gelmeğe başlamış. Avarız hanelerinin adedi belirli bir yörenin avarız vergi yükünü tespite yarıyordu, tevzi' haneleri ise, mahalle olsun, köy olsun o yörenin meskûn yerlerinin malî yükün paylaşımında mahallî olarak kararlaştırılan hisselerini belirliyordu.6

Cezar, a.g.m .: 93-95.

Linda T. Darling, Revenue-Raising and Legitimacy: Tax-Collection and Finance Administration in the Ottoman Empire, 1560-1660, Leiden, New York, Köln (1996): 165-166, ayrıca s. 174-176.

Avarız hakkında bkz.: İslâm Ansiklopedisi 2: 13-19 (mad. "Avarız", Ömer Lûtfı Barkan); McGowan, a.g.e., 105-119, ayrıca endeks ("tax house" altında); Ahmet Tabakoğlu, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Mâliyesi, İstanbul (1985): 153-164; Yavuz Cezar, Osmanlı Mâliyesinde Bunalım Ve Değişim Dönemi: XVIII. yy'dan Tanzimat'a Mali Tarih, [İstanbul] (1986)-119-125.

İmdadiyeler hakkında bkz.: Tabakoğlu, Osmanlı M âliyesi: 266-269; Cezar, Bunalım Ve Değişim Dönemi: 53-64; Radusev, a.g.m.: 76-81.

Detaylı bir tahlil için bkz.: Michael O.H. Ursinus, '"Yavan3 İanesi' und 'tevz_Y İanesi' inder Lokalverwaltung des Kaza Manastır (Bitola) im 17. Jh.", Quellen zur Geschichte des

Page 77: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MASARİF-I VİLÂYET DEFTERLERİ 71

İmdadiyeler gibi düzenli bir şekilde toplanan ve bir fermanla meşrulaştırılan vergilerden ârızî ve yasal dayanağı olmayan ödemelere kadar farklı kalemler kapsayan bu tevzi'ler, ancak kısmen merkezî idarenin denetimi altındaydı. Cezar, bu kontrolsüzlüğün nasıl yerel inisyatife bırakılmış yeni bir malî sektörün ortaya çıkmasına yol açtığmı anlatıyor. Bu çekişmeli geçen inkişaf süreci esnasında, sultanın meşruiyet tekelini elinden bırakmamakta direnen Osmanlı bürokrasisi, kendi ideolojisinin gereği olarak uzaktan bir denetim mekanizmasını kurmaya çalıştı. Bu mekanizma, tevzi'leri ancak belli ta'rihlerinde (ruz-ı Hızır ile ruz-ı Kasım'da) düzenletmek, tertiplenen defterleri „salyane defteri"7 adıyla da anarak kontrol için bab-ı defterîye göndertmek ve defterlerde gösterilen rakamlardan indirimler („tenzilât") yapmaktan ibaret idi.8

Filizlenen merkezîleşme ve modernleşme çabası doğrultusunda bu uzaktan denetim teşebbüsünün tevzi'lerde belirli, bir standartlaşmaya yol açtığı düşünülebilirdi. Oysa, Cezar böyle bir eğilimi gözlemleyemediğini yazıyor.9 Hem 18inci yüzyılın sonlarında ve- 19uncu yüzyılın başlarında merkezî idarenin imparatorluğun her bölgesinde aym yasaları ikame etmek kaygısını taşımadığı bellidir, hem de uygulanabilir kaideler koymak için önşart olan bilgilere ancak kısmen sahip idi. Bu sebeple rapor veya şikâyet şeklinde taşradan hâzineye ulaşan bilgileri daha çok kestirme ve akıl yürütmeler ile değerlendirmek zorunda kalmıştır.

Tevzi' edilen masrafların murakabesi uzmanlaşmış bir kadroya değil, ancak „bir iki eski bürokratın eline" bırakılması ve altı ayda bir tevzi'den sonra yapılması,10 baştan beri kontrolün etkisini epey azaltmıştır. Üstelik,

Osmanischen Reiches: 13-24 [= Prilozi za Orijentalnu Filologiju 30 (1980): 481-49 (= III Med'unarodni simpozijum za predosmanske i osmanske studije: Sarajevo, 18-22. septem bra 1978)]. Farklı hane kotaları hakkında ayriyeten bkz.: Marianne Kathrin Neumann, Die Rückwirkungen des osmanisch-russischen Krieges auf den Gerichtssprengel Qaraferya (Veroia) im Jahre 1771: Nach dem Protokoll des Kadiamtes, neşredilmemiş master tezi, München (1988): 96-116.

Daha çok 15inci ve 16mcı yüzyıllarda oluşan ve özellikle İstanbul'dan nispeten uzak yerlere ta'yin edilen me'murlara mahsus olan bir maaş sistemi için kullanılan „salyane" kelimesi, burada yıllık vergi veya yıllık vergi hesabı anlamına gelir. Bu son anlama yakın bir tanımlama için bkz.: Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri Ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul (1946-54, 1983), 3: 111-12 (madde sonu). İki anlamın arasındaki köprünün, salyane maaşları için yıllık olarak düzenlenen ve salyane bürosunda işleneniltizamlar olduğu düşünülebilir. Büro için bkz.: Yavuz Cezar, "Osmanlı Devleti'ninMerkez Mali Bürokrasi Tarihine Giriş: XIII Yüzyılda Bâb-ı Defterî", Toplum Ve Ekonomi 4(1993): 129-160, burada 139,153.

Cezar, "Osmanlı Taşrasında Yeni Mali Sektör": 104-105.

Cezar, "Osmanlı Taşrasında Yeni Mali Sektör" : 108-110.

Cezar, "Osmanlı Taşrasında Yeni Mali Sektör": 104-105.

Page 78: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

72 CHRISTOPH K. NEUMANN

yasal olmayan ta'rihlerde yapılmış tevzi'lerin merkezî idareden gizli kalması, eksik defterlerin gönderilmesi veya defterlerin hiç gönderilmemesi gibi hadiselere mani' olmağa bab-ı defterinin şansı pek yoktu. Merkezî bürokrasinin bütün bunları pekâlâ bildiği varsayılabilir. O zaman bu uygulamalım mantığı ne idi? Doğrudan bundan bahseden kaynaklar şimdilik bilinmiyor; bundan dolayı kesin bir şey söylemekten kaçınmalı. Fakat uygulamamn, bir taraftan sembolik bir düzeyde padişahın hükümranlığını yaşatmak, öbür taraftan olası şikâyetler ve aksatmalar halinde bir emre isti'nat olabilecek bilgiler toplamayı amaçladığı akla yakındır. Bu varsayım doğru ise, tevzi'leri kontrol hadisesi çağdaşlaşma kuramlarına destek olmaktan çok uzaktır.

Yerel perspektiften bakılırsa bir tevzi’ kaleminin yasal olup olmamasının ancak taü' öneme sahip olduğunu tahmin edebiliriz. Defterlerin „masarif defterleri" olarak geçmesi, yerel bakışı iyi tanımhyor. Burada tarh edilen, şu veya bu sebeple yapılması gereken masrafların karşılığı idi. Masrafı icap ettiren husus, bir ferman ile emredilmiş olabiliyorken tamamıyla yerli, İstanbul'a belki hiç aksedilmeyen fakat masraf gerektirdiğine dair mutabakata varılan bir hadise de olabiliyordu.

Mutabık kalanlar ya'ni tevzi'in ayrıntılarına karar verenler kim idi? Kaynaklar genellikle bu konuda pek bilgi vermezler. Kadı veya naibin vazife gereği önemli bir rol oynadığı, defterin yazılmasına en azından nezaret ettiği, defterlerin ,,ma'rifet-i şer'le" bir araya getirilmiş olduğunu belirten standart formülden anlaşılır. Öbür sürece katılanlar ise genellikle "a'yan-ı belde” veya ,,vücuh-ı vilâyet" gibi pek yuvarlak ta'birler ile tanımlanıyor. Söz konusu kazanın İdarî ve İçtimaî yapısının belirleyici olduğu düşünülebilir.

Yüksek rütbeli me'murlar, a'yanlar, voyvodalar, mültezimler, ulema', esnaf, teşkilâtının önde gelenleri, büyük vakıfların yöneticileri muhtemel katılımcı olarak akla gelenlerdendir. Söz sahibi olan ve belki de organize edilmiş bir ödeme gücünü temsil eden insanlar, ancak tevzi' ile ilgili ve imza listeh bir mahzar mevcut olduğu hallerde tam olarak belli olur.

Tevzi' süreci ba'zen çok çekişmeli geçiyordu. Buna bir misal, 18inci yüzyılın sonlarına doğru Konya'da yıllar boyu evkaf-ı Celâliye ile şehrin öbür ileri gelenleri arasında süregelen kavgaydı. Mevlâna sülâlesi kendilerinin ve vakıfların muafiyetini korumak derdinde iken Konya'nın öteki söz sahipleri, onların da menzil masraflarının ağırhğını paylaşması gerektiğini savundular ve sonunda, merkezî idarenin de müdahalesiyle, galip geldiler.11

Ayrıntılar için bkz.: Christoph K. Neumann, "19'uncu Yüzyıla Girerken Konya Mevlevi Asitanesi İle Devlet Arasındaki İlişkiler", Türkiyat Araştırmaları Dergisi ü , 2 (1996 = II. Milletlerarası Osmanlı Devleti'rıde Mevlevîhaneler Kongresi: Tebliğler) : 167-179, burada 175-176.

Page 79: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MASARİF-I VİLÂYET DEFTERLERİ 73

Bu örnek, çatışmanın her zaman yerel toplum ile merkezî idare arasında cereyan etmediğini de gösteriyor. Öbür tarafta tevzi'ler, şark şehri paradigmasının öngörmediği kent özidaresi, şehir toplumunun kendi kendini bir şekilde temsili ve hattâ (çoğu zaman çok yüksek seviyede olmaması muhtemel olmakla beraber) şehir özyönetiminin kurumsallaşmasını gerektiriyordu. Burada da, bir şehrin örneği ele alınarak sorunun bu veçhesi üzerinde durulacak, ya'ni defterler taşra şehri, ile merkezî idare arasındaki ilişkileri aydınlatmak için kullanılacak.

Selânik'in yıllık masarif-i vilâyet defterleri

Transliterasyonu ekte verilmiş iki defter, Selanik şehir ve kazasma ait yıllık masraf-ı vilâyet defterleridir. İkisi de Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde muhafaza edilmektedir. Birincisine, Cevdet Dahiliye 4017 numarası verilmiştir. 3-3/4-1209 (21.6.1795) tarihini taşıyan bu liste, ruz-ı Hızır 1208 ile ruz-ı Hızır 1209 arasında sarfedilen meblâğlarla ilgilidir. İkincisi, Cevdet Belediye 4291 numarasıyla kayıtlı12 ve 1-3/4-1212, ya'ni 17.V.1798 tarihlidir. Defter, ruz-ı Hızır 1211 ile ruz-ı Hızır 1212 arasındaki zamanı kapsar. İki defter, İstanbul'a gönderilen ve üzerinde bab-ı defterî'ce yapılan tenkihler yazılan salyane defterleridir.

Defterlerin bir yıllık olmaları aslında bir kuraldışılık teşkîl ediyordu. Çünkü ruz-ı Hızır’dan ruz-ı Kasım'a ve ruz-ı Kasım'dan ruz-ı Hızır'a kadar yapılan masrafları kapsamak üzere her sene ikişer defter düzenlemek daha önce ferman olunmuştur. Oysa, Cezar'ın yayımladığı 1206 (1792/93) ta'rihli bir belge, o senede de Selanik kazası tarafından iki adet yıllık defterin bab-ı defterîye gönderildiğini gösteriyor.13 Tevzi'in yıllık ve iki ayn defter şeklinde hesaplanması, merkezî idare tarafından vaz'edilen kaidelere iki açık tenakuz arzediyor. Ancak yerel düzeyde gelenek olmuş gibi görünen bu uygulamaya karşı bab-ı defterî tahammülkâr bir tavır takınmıştır.

Defterlerin merkezî idarenin istediği gibi "her altı ayda bir değil, senede bir tertip edilmesi, Cezar'm sıklığından bahsettiği bir kuraldışılık.14 Merkezî idare, taşra mâliyesini mümkün olduğu kadar yakından ta'kip etmek şevkiyle yarım senede bir tevzi'ler hakkında muhasebeler irsalini emrederken, defterleri düzenleyenler için yılda bir bilanço çıkarmanın avantajları meydandadır. Osmanlı merkezî devletinin günlük idareye yaptırım zaafiyeti

Mahiyeti aynı iki listenin Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nin Cevdet tasnifinin farklı iki yerinde kayıtlı olması, özellikle XVIII inci yüzyılla Tanzimat öncesi XIX uncu yüzyıla ait önemli evrak içeren fakat amatörce hazırlanan bu tasnifi yeniden ele alma zaruretini belgeleyen ancak bir küçük misaldir.

Cezar, "Osmanlı Taşrasında Yeni Mali Sektör": 121.

Cezar, "Osmanlı Taşrasında Yeni Mali Sektör": 116-117.

Page 80: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

74 CHRISTOPH K. NEUMANN

göz önünde bulundurulursa, neticede tevzi'lerin çoğunun senede bir hesaplanması garipsenemez.15

Bu iki özelliğin daha ilginç olanı, iki koşut defterin hazırlanması idi. Birden fazla tevzi' defterinin hazırlanması tevzi'i tertip edenleri çoğu zaman etkili bir denetimden kurtaran bir usul iken, merkezî idare ile tevzi’ edilen meblâğları ödemekle mükellef reaya zaviyesinden su'-i isti'mallara çok açık idi: karışan hesaplar, gönderilmeyen defterler, sicil kayıtlarına uymayan salyane defterleri veya ayrı defterlerde mükerrer kalemler, basit fakat başarılı tahrif teknikleri idi.16 Bundan dolayı birden çok defter tertip etme usulü, usulsüzlük ve hattâ yolsuzluk sayılırdı.17

Selânik örneğinde ise, bu kabilden baştan aldatmaca olan bir düzenlemeden sözetmek daha zordur. Yıllar boyu muhafaza edilen iki defterli tertipteki devamlılık ve merkezî idarenin buna tahammülü, burada mahallî vergilendirme sisteminin inkişafına paralel teşekkül etmiş bir tevzi' usulünün söz konusu olduğuna işarettir. İki defterin, aynı anda Selânik'ten İstanbul'a gönderildikleri kuvvetle muhtemeldir,18 ya'ni merkezî idareye karşı şeffaf bir tavır .takınmıştı. Üstelik, belgelerimizde bab-ı defterî'ce yapılan tenkih ve tenzillerin hiç birisinde bir ödemenin başka bir defterde geçtiğinden bu yerde tekerrür edemeyeceği öne sürülmüyor. Selânik'te masarifin iki ayrı tevzi'e tabi' tutulması, tarh metodu ile mükellef grupların mahiyetinin ilgili olması, bu ikiliğin bir aldatmaca olmasından daha akla yakındır.

Elimizdeki belgeler, aynı seneye ait değil. Buna rağmen, birbirini bütünleyecek bir şekilde tertip edilen iki Selânik tevzi'ine ait olmasına i'timat edilebilir. Daha önce bahsi geçen belgede Selânik'in iki tevzi'i nitelendirilir: Birisi, bir maktu'at defteridir ve toplam 47,565 guruşa baliğ olan ödemeler ihtiva ediyor. Bunların arasında, bir maktu'-ı ehl-i İslâm ile, iki hassm ve koni­yi hümayunun maktu'atı var. İkinci defterin tarhı, 145,146 guruşluk bir meblâğdır. Bu ödemelerin mahiyeti hakkında ise bilgi verilmiyor.19 Manisa,

En geç 1830'ten sonra Selânik'te de yılda iki kere tevzi'ler düzenlenirdi. O zaman galiba iki paralel defterin tertibi sona ermiştir. Bkz. Ursinus,-"Hane - rüus": 38.

Cezar, "Osmanlı Taşrasında Yeni Mali Sektör": 102-105. Bütün bu uygulamalar ve su'-i isti'm allar II-3 /4a-1198 (2 6 .IX .-5 .X .1784) ta'rihli bir adaletnamede sayılıp yasaklanmaktadır. Metni için Cezar, Bunalım Ve Değişim Dönemi: 331-332.

17Cezar, "Osmanlı Taşrasında Yeni Mali Sektör": 136-141 (ek 15 ile 16'daki belgeler).

18Cezar, "Osmanlı Taşrasında Yeni Mali Sektör": 121 (ek 1): "... bu defa Selânik kazasının iki defa [!] masârif defteri vârid oldığına binâen..."

19a.g.y.; Radusev, a.g.m.: 90, ba'zen bir tek defterde farklı tarhların (çiftlikât ile avarız

haneleri) bir arada olduğuna dair bir örnek veriyor.

Page 81: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MASARİF-I VİLÂYET DEFTERLERİ 75

Ankara ve Kayseri'de toplanan vilâyet masrafları ile karşılaştırılırsa Selanik'te tarh edilen verginin değeri belli olur.20

Burada incelenen listeler bu tavsife uygundur. 1209 ta'rihli C.DAH 4017 numarak defter, kendini "bir sene zarfında cümle vücuh-ı ehalî ma'rifetleri ye ma'rifet-i şer'le maktu'ata tarh ve tevzi1 olunan mebaliğ taraf-ı vilâyet icün sarf olunub sicill-i mahfuzdan ihraç olunan masarifatın müfredat defteri(dir)" olarak nitelendiriyor.

Burada maktu' olan, listenin aşağıda daha ayrıntılı bir şekilde incelenecek olan muhtevası değil, masrafları karşılayacak olan paralardır. Beklenilen, maktu'21 olarak merkezî idarece istenen bir bedel veya bir avarız vergisi olurdu. Oysa, burada maktu' olarak ödenen vergiler ve bedellerin ba'zılan masraflara mahsup olurdu, ba'zılan ise birer fon olarak işlev görürdü. Birinci gruba girenler şehir kethüdasına verilen bir pişkeşle (firu-nihade) 1207 ta'rihli belgesine uyan ba'zı maktu' imdadiyeler: Bunlar, kömür-keşan reaya, hass-ı Lunguz [!] kurası reayası ile Selânik'te oturan müslümanlar tarafından toplanan paralar idi. Bu vergilerin nasıl tevzi' olunduğuna dair ise bilgi yok. Bu grup ödeme, listede "ihracat" diye geçiyor.

ikinci grup ise, maktu'ata taksim edilmiş "hisse"lerdir. Ba'zı maktu' vergi ödemelerinin mütenevvi' gaye ve ihtiyaçlara para bulunduran fonlar olarak isti'mal edildiği anlaşılıyor.22

Burada tabiî ki sadece Selânik kazasının mahallî masraflarıyla ilgili veçhe gözüküyor. C.DAH 4017'de verilen rakamlar -muhtemelen guruşun küsurları çıkmayacak şekilde hesap edildiği için- guruş guruşuna uymamakla beraber ortaya çıkan tablo şöyle: İhracattan sonra kalan 26,940 guruşluk masraflar, yediye bölünerek, yedide bir değerinde bir kısım, Selânik

Cezar, "Osmanlı Taşrasında Yeni Mali Sektör”: 101-102. Kayseri örneğinde 1813/14 için 155.586 guruşluk tevzi’at ilk bakışta çok farklı görünmüyor. Ancak 1798 üe 1813 arasında guruşun gümüş değerinin %25 oranında azaltılmış olması hesaba katılırsa (ve Kayseri'de avarız vergilerinin de meblâğa dahil olduğu düşünülürse) iki şehrin arasındaki açık fark belli olur. Balkanlar'da masarif-i vilâyetin yükseldiği krş. Radusev, a.g.m.: 91-93.

21M aktua "belli bir meblâğ karşılığı işletmeye verilen mukataadır" (Tabakoğlu, Osm anlı

hialiyesi: 121), veya "bir mukataada vergi miktar veya oranlan önemini yitirdiği ve vergi maktu olarak tahsil olunmaya başlandığı anda mukataa"nm dönüştüğü şekildir (Cezar, Bunalım Ve Değişim Dönemi: 23, ayriyeten endeks'e bkz.), veya "a lump sum agreed upon for payment of rent or taxes" (Halil İnalcık, "Glossary", An Economic and Social History o f the Ottoman Empire: 1300-1914, nşr. Halü İnalcık, Donald Quataert, Cambridge, New York, Melbourne (1994): 995-1002, burada s. 998).

22Mukataa mallarım taşralarda fon olarak isti'malı genelgeçer bir uygulama gibi görü-nüyor (bir misal için bkz. Neumann, a.g.m.: 173, n. 24). Ancak bu, mukataalann (ve özellikle hasların) gitgide merkezî kontrol altına girmesi ile_ mütenasip bir süreçtir. Buna göre, mukataa mallarından yapılan ödemelerin ferman veya emr-i âlîye müste'nit olması gerekirken, Selânik örneğinde bunun izi bile yok.

Page 82: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

76 CHRISTOPH K. NEUMANN

Yahudilerinin hissesi, yedide iki değerinde bir kısım ise Rumların hissesi i'tibar olunuyordu. Geri kalan yedide dört büyüklüğünde meblâğ 19'a taksim edilerek ortaya çıkan 19 paym biri tuzculara, ikisi îshak Paşa vakfına, sekizeri Gazi Evrenos vakfıyla avarız hanesi sistemine dahil civar köylere "hisse" olarak ödettiriliyordu.

Neticede, şu veya bu şekilde şehirde ve kazada yaşayan herkes, bu defterin tevzi'ine tabi' tutulmuş oluyordu. Ancak, büyük iki vakıf, civar köylerde yaşayan çiftçiler ve tuzcu veya kömürcü ameleler ile şehirde yaşayan Gayri-Müslimlerin vergi yükü, Selânik Müslümanlannkine nazaran çok büyüktü.

1212 ta'rihli C.BEL 4291 numaralı defterin yekûnu 190,463 guruştur, ya'ni hem C.DAH 4017'e göre çok yüksek, hem 1207 ta'rihli belgede zikredilen 145,146 guruşluk defterinkinin raddelerinde. Bu defterde ödeyenler hakkında malûmat verilmiyor. Ancak mukaddimesinde, kadı ("ma'rifet-i şer’") ~ ile şehirde yaşayan toplulukların ileri gelenlerinin ("vücuh-ı ehalî") defterin tahririnde ortak mesai yaptıkları tasrih ediliyor. Bu insanların kimler olduğu tahmin edilebiliyor. C.BEL 4291 numaralı defterin düzenlediği 1212 senesine ait, Selânik kazasının "ulema1 ve suleha' ve eimme ve hutaba1 ve a'yan u eşraf ve ashab-ı alâka ve sair fukara1 kullarının" bir zahire mübayaası ile ilgili önerileri bir mahzar olarak İstanbul hükümetine arzolunmuştur.23 Mahzarı unvan ve isim yazarak mühürleyenlerin vilâyet masraflarının tevzi'inde söz sahibi olanlarıyla büyük oranda aynı oldukları muhtemeldir.

imza atanlar arasında şehrin kadısı yok. Fakat listenin başında ulema' geliyor: bu grup, üç müderris, sonra nakib ül-eşrafm kaim-makamı ile müfti, sonra beş hatip, bir şeyh ül-kurra, aralarına bir hatip daha alan sekiz imam, nihayet îshak Paşa vakfının mütevellisinden ibarettir. Ondan sonra 25 "ashab-ı alâka" geliyorlar; ya'ni a'yanlar, çiftlik sahipleri, mültezimler, belki de voyvodalar. Birçoğunun elinde farklı hukukî statüye tabi' olan toprakların olduğu, kendilerinin türlü menfaatlarmm sayesinde türlü vazife ve unvanlarının olduğu beklenebilir. Bu kişilerin zahire mübayaası ile ilgili hususlarda önemli bir rol oynamalarıyla bu listede aldıkları mütemayiz yer izah edilebilir. Çünkü ancak onlardan sonra Selânik livasının mütesellimi (ya'ni vali vekili), gümrük emini, evlâd-ı fatihan zabiti ile cizye muhassılı gibi önemli vazifeleri haiz adamlarla, sadece ismiyle mührü basan Yusuf-Bey- zade Seyyid Abd ür-Rahman24 ve silihdar-ı hassa Seyyid İbrahim gibi

C. BEL 3363: var. 3.

Kapıcıbaşı olarak 5-N-1247 (7.11.1832) vefat eden Küçük-Yusuf-Bey-zade Abd ur-Rahman . Bey ve oğlu hakkında bkz.: Mehmed Süreyya, Sicili İnalcik-i Osmanî Yahud Tezkire-i Meşuhir-i Osmaniye, c. 3, [İstanbul] (1311): 326.

24

Page 83: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MASARİF-I VİLÂYET DEFTERLERİ 77

kişilerden ibaret bir grup geliyor. Listenin sonunda 19 askerî zabitin isim ile mühürleri geliyor.

Şehirde nüfuzun çoğunluğu olan Rumların ve özellikle Yahudîlerin, hak ve çıkarlarım nasıl ve ne derece muhafaza edebildiklerini tahmin bile etmek zordur. Bu nev'-i mahzarlara mühür basmadıkları bu tür toplantılara iştirak etmedikleri veya başka bir şekilde seslerini duyurmadıkları anlamına gelebilir de, gelmeyebilir de. Her hal ü kârda listeyi imzalayan 71 insanla mollâ ve valî Selânik müslümanlannın ileri gelenleri idi. Onların sözü, şehirde geçiyordu.

Üzerinde mutabakata vardıkları masrafların yekûnunun sonra şehrin avarız hanelerine taksim edildiği kuvvetle muhtemeldir.25 Fakat salyane defterleri, hanelere taksim hakkında bilgi ihtiva etmemekte; bu veçhe ancak kadı sicillerinden öğrenilebilir. Salyane defterlerinin ihtiva ettiği ise, merkezî idarenin emrettiği tenkihler. Bu hususa sonra dönülecek.

Şehir kethüdalığı

C.BEL 4291 numaralı defterin giriş kısmında başka bir husus da dikkat çekicidir. Düzenleyenler arasında ilk olarak "hâlâ şehir kethüdası Amiş Ağa"dan söz edilir. Bilindiği gibi Osmanlı hükümeti, a'yanlann nüfuzunu kontrol altına almak ve a'yanhğı bir devlet kurumuna dönüştürmek amacıyla özellikle 1774 barışından sonra birçok denemelere girişmiştir. Şehir kethüdalığı, bu teşebbüslerin başarısızlığı üzerine a'yanlığm yerine geçmek üzere 1786'da imparatorluk düzeyinde yaratılması istenen bir kurum idi. Oysa, şehir kethüdaları merkezî hükümetin çıkarım etkili bir şekilde korumak şöyle dursun, taşra elitleri ile merkezî idare arasında bir köprü bile oluşturamamışlar. Bunun için şehir kethüdalığı 1790 yılında lağvedilmişti.26

Bundan sekiz sene sonra şehir kethüdasının Selânik masarif defterinin girişinde mümtaz bir yere sahip olmasının nedeni için hazır bir açıklama yok (hangi sebeple Amiş Ağa'nın ne adıyla ne şanıyla yukarıdaki mahzarın altında gözükmediği de belli değiİ). Defter, şehir kethüdasının vazife ve fonksiyonları hakkında bilgi ihtiva etmemekle beraber, ona yapılan ödemeleri saymaktadır. Burada senelik ücret olarak aldığı 2,000 guruş, kurumun nispeten prestijli ve nüfuzlu olmasına delîl sayılabilir. Defterin zikrettiği ve kethüdalara yapılan ödemelerden hangilerinin ona, hangilerinin valî kethüdası

Cezar, "Osmanlı Taşrasında Yeni Mali Sektör": passim, verdiği bilgilerden başka bkz. Ankara Millî Ktp., Manisa ¡er'iye Sicilleri 231: 222-220 (sayfalar arkadan doldurulmuştur. Söz konusu belge, vilâyet masraflarının tevzi'atla ilgili ve IH-Ca-1207 ta'rihli bir fermanın sureti), 148-145 (böyle bir defter); 229: 45-48 (1205 senesine ait başka bir örnek).

Yücel Özkaya, Osmanlı İm paratorluğunda Âyânlık, Ankara (1977): 288-98. ¡ehir kethüdalığını lağveden ve Rumeli'nin orta ve sol kollan ile Anadolu'nun üç koluna gönderilen III-Ra-1205 (28.XI.-7.XII. 1790) ta'rihli fermanın bir nüshası için bkz. BBA- OA, C.DAH 2265.

Page 84: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

78 CHRISTOPH K. NEUMANN

gibi bu unvana sahip olan başka me'murlara verildiği ise sarahatle bilinmez. Ancak, listenin son kısmında müteferrik kayıt ve harçlar arasında gözüken „kethüda efendiye ber mu'tad" 200 guruşluk masraf, şehir kethüdasına ait olduğu kuvvetle muhtemel.27

C.DAH 4017 numaralı defterde ise, şehir kethüdası köprülerle özellikle Kara Irmak Köprüsünün28 inşaatı ile ilgili meşgul görülüyor. Bu defterde ona1,000 guruşluk bir ulûfe gözüküyor. Amiş Ağa'nın kethüdalıkla münasebetinin ise o seneye dayanıp dayanmadığı ise pek belli değil. Burada „Berber" lakabı ile tanmmiş bir Amiş Ağa, müsadere yönetmekle vazifelendirilmiş bir kapucubaşıya şehir tarafından ta’yin edilmiş muhatap olarak geçiyor. Şehir kethüdasının faaliyetleri ise isim vermeden zikrediliyor.

Her nasılsa, kurumun sultan tarafından kaldırılmasından yüksek ücretli ve salâhiyettar bir şekilde devam etmesi, Selanik şehrinin ne derece kendi kendini idare ettiğine işarettir. Selânik'te şehir kethüdalığınm Tanzimat öncesine kadar devam ettiği de biliniyor.29

"Umur-ı vilâyet içün sarfı muktezi"

İki defterin mukaddimesinde de bu ibare yer alıyordu: Buna göre, listeye dahil olan masraflar, lüzum ile vilâyetin işlerine mahsus olma şartlarını yerine getiriyordu. Ne gibi ödemeler bu çatı altında bir araya getiriliyordu? İki liste arasında mühim farklar var mı, varsa, neye isti'nat ediyor? "Umur-ı vilâyet" ibaresi nasıl kavramlaştınlabilir? Akla gelen sorular bunlardır.

Ekte tam metni tablo halinde verilen iki defterin kalemleri, tarafımca birkaç gruba ayrılmıştı. Gruplar, ödemenin amacına göre tertip edilmiştir. Böyle bir taksim, bir dereceye kadar keyfî ve sun'î olmağa mahkûmdur. Fakat sonradan yapılmış ve modem büçe tekniklerinden mülhem bir tasnif, mümkün olduğu kadar kaynağın sözlerine sadık bir sınıflandırma benimserse o zamanki mantığın daha iyi idrak edilebileceğini düşünmekteyim.

BBA-OA, C. BEL 4291:2.28

Kara Irmak, muhtemelen Selânik'in batısında geç Osmanlı döneminde büyük bir mahallenin yeri olacak fayır tarafında akan bir su idi. C.BEL 4291'deki "Selânik civarında Kara Irmak tayın ta'miri" buna bir delildir. Bkz. aşağıda n. ##. Belki de (daha zaif bir olasılıkla) Yenice Gölü'nden Vardar nehrine ulaşan ve Stielers Handatlas'ta. "Kara Azmak" olarak gösterilen su kastediliyor. Bkz. Stielers Handatlas, nşr. H. Haack, lOGotha (1934-1936): paf. 53, D2. Bu çaya, O. Tafralı, Topographie de Thessalonique, Paris (1913): 22, eskiçağın Lydias nehriyle özdeşleştirerek "Mavroneri ou Karaschmac" der. Öbür tarafta, eskiçağın Haliacmon'una "Vistritsa ou Carassou" dendiğini kaydeder (a.g.y.).

Ursinus, "Hane - rüus": 37-38. Buna göre, şehir kethüdasının 1834 senesinde.yarım yıllık ulûfe, 6,000 Er tutarında idi.

29

Page 85: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MASARİF-I VİLÂYET DEFTERLERİ 79

îmdadiye grubu pek problem yaratmamaktadır. Bu kaleme giren ödemeler, adlan üzerinde valilin kapı teşkilâtım geçindirmek üzere yaratılan vergilerdir. Burada incelenen defterler barış yıllarına ait olduğu için sözkonusu vergiler imdad-ı hazeriye türüne girer. Askerî olarak sınıflandırılan ödemeler, doğrudan savunma ve savaşa hazırlıklarla ilgilidir. Çoğu zaman ödeme yapılan birliğin ordu-yı hümayuna, valinin kapışma veya kazanın kendi teşkilâtına tabi' olduğu müphemdir. Ancak genellikle kaza üstü bir ordu ile ilgili olması ya kesin ya daha muhtemeldir. Asitane me'murları grubu İstanbul'daki hükümet tarafından ta'yin edilen, dışarıdan kazaya gelen ve Selânik'te devamlı bir görev üstlenen me'murlara yapılan masrafları kapsamaktadır. Buna göre, Selânik mollâsı, yeniçeri ağası tarafından gönderilen ve aylarca kazada kalan salma neferatı, azlolunan me'murlar veya vali, bu anlamda asitane me'murları. Oysa genellikle dışarıdan gelmeyen naip veya mahkeme kâtibi ile Selânik'e ancak uğrayan bir vezir bu gruba girmez. Mübaşiriye, bir fermanı tebliğ veya ikame etmek üzere Selânik kazasına uğrayan tatar, kapıcıbaşı veya kethüdalara yapılan ve çoğu zaman defterde de "mübaşiriye" olarak geçen ödemelerdir. Ağırlama grubuna, özellikle kadı veya vali gibi yüksek rütbeli me'murlarm "teşriflerinde" yapılan ziyafetlerde meydana gelen masraflar girer.

Bu ilk beş masraf türü, "ümur-ı vilâyetten" sayılmakla birlikte, doğrudan merkezî hükümetten gönderilenlere yapılan ödemelerdir. Bu kabilden iki grup daha var: Kira ve menzil. Şehirde kiralanan emlâklann, çoğu zaman dışarıdan gelenlere tahsis edildiği kesindir. Öte taraftan kirayı tahsil eden şahıs, büyük bir ihtimal ile Selânikli idi. Kira konusunda bu bakımdan belki bir çıkar dengesi varsayılabilir. Öte yandan menzil, kazaya ancak uğrayanlara hitap eden bir kurum idi.30 Bir kazanın normal altyapısından da sayılan bu pahalı servis, aym zaman çok yönlü su'-i isti'mallara açık olduğu için aym derecede normal şikâyetlere sebep olurdu.

Kazanın kendi ihtiyaçlarını karşıladıklarından dar ma'nada "ümur-ı belde" kavramana giren masrafların başında, vilâyet me'murlan'mn ücret ve maaşları geliyordu. Rum ve Yahudi cemaatlarının ileri gelenleri, naip, konakçı ve tabiî ki şehir kethüdası, başka birkaç görevliyle birlikte bu sınıfa dahil edilmiştir. Ancak yan askerî mahiyeti dolayısıyla bekçiler ayrı bir kategoriyi teşkil eder. Paşa konağı, buz kuyuları veya köprüler gibi farklı altyapı yatırından da kendi başına bir kategoridir. İki grup da, masrafların finansmanı ile alâkalıdır. Birincisi rüus'tur: Bu ta'bir, burada ma'lûm "küçük vazifelilerin

30Yücel Özkaya, "XVIII. Yüzyılda Menzilhane Sorunu", AÜDTCF Dergisi 28 (1970 [1977]):

339-368; Colin Heywood, "The Ottoman menzilhane and ulak System in Rumeli in the Eighteenth Century", Türkiye'nin Sosyal Ve Ekonomik Tarihi: 1071-1920; B irin ci Uluslararası Türkiye'nin Sosyal Ve Ekonomik Tarihi Kongresi, nşr. Osman Okyar, Halil İnalcık, Ankara (1980): 179-186; Yusuf HaIaçoğlu,."Osmanlı İmparatorluğu'nda Menzil Teşkilâtı Hakkında Bazı Mülâhazalar", Osmanlı Araştırmaları 2 (1981): 123-132.

Page 86: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

80 CHRISTOPH K. NEUMANN

tevcih ve vazifesi"31 anlamına gelmiyor. Burada kastedilen, tevzi'deki hisselerini ödeyemez duruma düşmüş olan veya borçlarım tesviye etmemekte direnen yerlerin masraf hisselerinin geri kalan mükelleflere dağıtılmasıdır.32 İkincisi ise faiz'dir: Acil bir ödeme yapabilmek- için sarrafa borçlanmış kaza, bundan kaynaklanan kredi faizini tevzi'e dahil eder. Son nev'-i masraf, defteri tertip ederken ödenmesi gereken harçlardır. Yerel me'murlara irat olan bu paralan da kazanın kendisi için yaptığı ödemelerden sayıyorum.

Eksik görünen, Cezar'a göre masarif-i vilâyet defterlerinin ortaya çıkmasına sebep olan dar anlamda avarız vergileridir. Bu, asbnda defter tertibindeki kurumsallaşmanın bir netice ve işaretidir. Çünkü merkezî hükümete ait olan resimleri ihtiva eden avarız ve nüzul defterlerinden mahallî ödentilerine mahsus defterlerin ayrılması masarif-i vilâyet sektörünün gelişmesini sonuçlandırıyor.

Tablo 1SELANİK'TE rrURLERE GORE MASAJRJF-I VİLAYET

C.DAH 4017 C.BEL4291

Eurus yüzde Ruruş yüzdeîmdâdiye 1076 3.14 16078 8.49askerî 4233.95 12.38 8282 4.37asitane memurları 5422625 15.85 30334.5 16.01mübaş iriye 5886.35 17.20 13692 723ağırlama 1010.375 295 1706 0.9kira 1190 3.48 7348 3.88menzil 1189575 3.48 ’49823 26.29vilâyet memurları 5884 17.20 3693 1.95bekçiler 66 0.19 1383 0.73altyapı 4216.05 12.32 13340.25 7.04ruus 3638.5 10.64 30339 16.01faiz 0 0 7750 4.09harç 400.5 1.17 5710 3.01Toplam-. 34213,925 100 189478,75 100

Tablo 1, iki defterde masrafların gruplara göre dağılımım gösteriyor. Toplamlar, defterlerde gösterilen meblâğlardan biraz farkhdır: C.DAH 4017'de 34,229 Er, C.BEL 4291'de ise 190,463 Er yekûn olarak hesaplanıyor, %1'den az olan bu farklar, ehemmiyet arzetmiyor. Şekil 1, tablo l'in içerdiği guruş

Nejat Göyünç "XVI. Yüzyılda Rüus Ve Önemi", Tarih Dergisi 17 ,22 (1968 [1969]): 17-34; Mübahat S. Kütükoğlu, (Osmanlı Belgelerinin Dili: Diplomatik), İstanbul (1994): 255-257.

Ursinus, "hane - rüus": 39-40. 19uncu yy'a ait olan bu bilgi C. BEL 4291: l'deki anla-tım tarafından desteklenmektedir.

32

Page 87: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MASARİF-I VİLÂYET DEFTERLERİ 81

meblâğlan görüntüye çeviriyor. İlk bakışta bile menzil masraflarının önemi belli oluyor. C.BEL 4291'deki bu kalem, beygir ("bargîr") kiralan gibi birçok küçük meblâğların yanında Selânik'in civar menzillerinden Kilisalu (Profytys)33 ile Gölge (Pyrgos)34 menzilhanelerine yapılan toplam 17,500 guruşluk yardımlar ("imdadiye"), şehirde görevlendirilen konakçı Osman Ağa ile mekkâri-başma 5,900 guruşluk ücret ve "imdadiye"lerden ibaret idi. En önemli yekûn ise, 20,000 guruşluk "menzil refi bedeli"dir. Bu ödemelerin anlamı nedir? 1003 (1594/5) senesinde Selânik'in menzil olmadığı bilinmektedir.35 Büyük bir ihtimal ile bu durum, 18inci yüzyılın başmda da değişmemiştir.36

"Menzil refi" ta'birini harfi harfine anlamak mümkün ise, 1212'de kaldırılmış bir ara bir Selânik menzilhanesi mevcut idi. Bir ihtimal ise, "menzil ref i"nin 18inci yüzyılın sonunda artık teknik bir terim olarak menzil işlerini, mevkufat kalemine karşı sorumlu bir mekkâribaşına bırakılmış olmasmı kavramlaştırdığıdır. Her ne ise, Selânik'te yüksek rütbeli misafirler bir konakçının hizmetinden yararlanabilirken resmî görevle geçen tatar ve ulaklar, at ve beygir ihtiyaçlarım mekkâribaşmda giderebiliyordu.37

Langaza veya Ayvasıl Gölü (Limnÿ Korönia) ile Beşik Gölü (Limnÿ Volvÿ) arasında olan Kilisalu, Elassonos'un doğusundaki Tsaritsani ile (Hans-Jürgen Komrumpf, Territoriale Verwaltungseinheiten und Kadiamtsbezirke in der europäischen Türkei (ohne Bosnien und Ungarn): Ein Versuch, Stutensee-Fr. (1995): 107) karıştırılmamalıdır. Bkz. Eberhard Krüger, D ie Siedlungsnamen Griechisch-Makedoniens nach amtlichen Verzeichnissen und Kartenwerken, Berlin (1994): 242,761. Tam yeri için bkz.: Stielers Handatlas: paf. 53, E2.

34Türkçe Gölge veya Köleke/Kûleke olarak bilinen ve Rumca Koulâkia denilen yer hakkında

bkz. Krüger, a.g.e., 39,454,767.35

Heywood, a.g.m.: 185, n. 7. Rumeli sol kolu, o zaman Kilisalu, 4 yol saati sonra Langaza (Lângadâs), 6 yol saati sonra Gölge üzerinden doğudan batıya gidiyordu. Güzergâh, Selânik'in batı kenarından geçiyordu. Heywood’un kaynağı olan KK 2555 numaralı defterin ilg ili varağı 9b’nin tıpkıbasımı, başka trir makalesinin çerçevesinde yayımlanmıştır: "The Via Egnatia in the Ottoman Period: The menzilİânes o f the Sol Kol in the Late 17th/Early 18th Century", The Via Egnatia under Ottoman Rule: 1380-1699, nşr. Elizabeth Zachariadou, Rethymnon (1996) [Halycon Days in Crete; II: A Symposium Held in Rethymnon, 9-11 January 1994]: 129-144, burada s. 142. Güzergâh bu makalede de anlatılıyor, bkz. s. 132.

1128 (1715/6) senesinde bir araya getirilen bir menzil mübayaa defterinde ancak bir "menzil-i Arablu der kurb-ı Selânik" geçiyor. Bu menzilin mubayaası Selânik kazasında gerçekleştiriliyor. Bkz.: BBA-OA, MM 3373:74-75.

Bu uygulamanın bir maksadı, menzil hizmetini izinsiz kullanmak isteyenlere (özellikle yerel iktidar sahiplerinin adamlarına) kapatmak veya en azından kullanmalarından kâr elde etmek idi. Mekkâribaşı hayvanlan isteyene kiralıyordu fakat resmî ulaklara her zaman at bulundurmak mecburiyetindeydi. 18inci yy. boyunca bu sistem ile alışagelmiş menzil kurumu yan yana denenmekteydi. Bkz.: Heywood, "menzilhane and ulak": 182- 183; Özkaya, a.g.m.: 354-357 (müellif, mekkâribaşına burada "kiracıbaşı" der). Gerçekten,

Page 88: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

82 CHRISTOPH K. NEUMANN

^Menzili kapatmak ve işleri bir mukataa çerçevesinde kazanca dönük çalışan mekkâribaşma devretmek,38 menzili finanse etmek zorunda olan kazayı aslında bu yükten kurtarmak gayesini de taşıyordu. Bu gayeye Selânik örneğinde ulaşılmadığı bellidir. Kazanın halkı, Selândk'in doğu ve batısında iki menzile para yetiştirmek ve şehre yerleştirilen bir mekkâribaşma (nispeten mütevazi) bir imdadiye ödemek zorunda kalmakla kalmadı; üstelik Selânik'in menzil olmaması için 20,000 guruşluk bir bedel veriyordu.

Buna C.DAH 4017 defterinin temsil ettiği tevzi1 tipindeki ödemeyi eklemek gerek. Bu, ilk bakışta mütevazi' bir meblâğ gibi gözüküyor. Fakat buna vilâyet me'murlan kalemine ithal edilmiş 2,500 guruşluk bir tutan ilâve etmek lâzım. Bu tutar, menzil hizmetinin bir kısmım üstlemiş konakçının ücreti idi. Nihayet yüksek rütbeli misafirler ve bi'l-hassa vezirler için kiralanan emlâk da benzer bir masraf türü idi.

Ve'l-hasıl menzili olmayan Selânik, Osmanlı kazalar mm çoğu gibi, menzilin yarattığı yükü pekâlâ hissetmiş olacak.39

C.BEL 429rnin ikinci büyük kalemi, asitane me'murlarma yapılan ödemeler. Sıralamada değilse de, oran olarak bu neV'-i masraf C.DAH 4017 defterinde benzeyen bir rol oynuyordu. Asitane me'murlarma verilen paralar bütün masarif-i vilâyetin C.BEL 4291'de %16.01, C.DAH 4017'de %15.85’idir.

"mekkâri" burada hukukî bir terim olarak "mülk [kiralık] yük atı" anlamına gelmektedir. Bkz: Heywood, menziliânes o f the Sol Kol: 136.

1108 (1696) ta'rihli menzil reformunun anahatlan için bkz: Heywood, menziliânes o f the Sol Kol: 134-136.

C.BEL 4291'de "menzil mirîsi tahsiline me'mur çavuş-başı çukadan Velî üd-Din Ağa’ya hizmet-i mübaşiriye ve tekmil-i mirîycün ve ücret-i bargîr"ye verilen 1,533 guruşun bir bölümünü de buna eklemek lâzım. Menzil masraflarının tevzi’lerdeki rolü hakkında bkz. Radusev, a.g.m.: 87-88.

Page 89: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MASARÎF-I VİLÂYET DEFTERLERİ ,83

Şekil 1MASRAF TÜRLERİNE GÖRE C.BEL 4291 İLE C.DAH 4017

alt ya

Page 90: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

84 CHRISTOPH K. NEUMANN

Yakından bakılırsa, önemli farklar ortaya çıkıyor: C.BEL 4291'de ödemeler büyük nispette valiye ve valinin kapışma mensup kişilere gidiyor. 28507,5 Er vali ve kapıhalkınm ileri gelenlerine ödeniyordu. Selânik 1212 senesinde önce Mustafa Paşa'nm,40 sonra Ebu Bekir Paşa'nm valiliğini gördü. 1250 Er Selânik kadısma verilmişti. Geri kalan tutarlar, önemsiz idi.

C.DAH 4017 numaralı defterde ise, asitane me'murlarma yapılan ödemeler daha çeşitlidir. Şehre gelen Mısır valisi Haccı Salih Paşa,41 müteferrik tutarların yanında muntazamen 10Q guruşluk bir mahiye verilen Selânik kadısı ile yeniçeri ağasım salmasıyla gezen neferat belli başlı alıcılar idi.

Kaza dışına giden başka önemli bir kalem, imdadiyeler. C.BEL 4291'de bunlar iki grup olarak ele alınabilir: Bir tarafta, imdad-ı hazeriye nev'inden ve valilere yapılan ödemeler ki onların meblâğı (3,898 Er) çok mühim değildi, ikinci grup, 12,180 Er ile daha ağır bir yük oluşturuyor. Bu, padişahın fermanıyla buyurulan 870 ağacm kesilmesi ve nakledilmesine harcanan paralara "taraf-ı vilâyetde virilen imdadiye"ler idi. Burada "imdadiye" kavramı "vilâyet" kavramı kadar belirsizdir. Akla yakın bir izah, kazanın kereste te'mini ile görevlendirilen valinin imdadına yetiştiği (veya yetiştirildiği) yönünde olabilir. Bu, ödemeye şeklen imdadiye olarak tavsife şart olan mahallî bir nitelik verirdi. (C.DAH 4017'de hiçbir masraf kalemine "imdadiye" denmez. Bu gruba dahil ettiğim ödemeler, benzeyen bir kereste işine harcanan paralardır.)

Mübaşiriyeler iki defterde önemli bir yere sahiptir; hattâ C.DAH 4017'de bütün masrafların altıda bir tutarıyla (vilâyet me'murlarma çok az farkla) en önemli masraf türüdür. Şimdiye kadar iki tip defterin içerdiği masraflar arasında belirli farklılıklar gözlenebilirken, bu kalemde* (ve müşabih harcamalar ihtiva eden ağırlama kaleminde) hangi ödemenin hangi sebeple hangi tip tevzi'ine dahil edildiğini anlamak zor. Burada belli bir kaide varsa, çok sarih değildir.

Kazanın askerî masraflarında ise, defterler arasında farklılıklar yine gözlenebilir. Bu tür harcamalar, iki defter barış zamanında tertip edildiği için

Büyük bir ihtimal ile felik ve Perişan lakaplarıyla tanınmış ve 1213 (1798/9) vefat eden Mustafa Paşa. Bkz. Mehmed Süreyya, S-O, c. 4, [İstanbul] ([1315]): 456. Burada Selânik valiliği 1210-1211 senelerine ta'rihlendiriliyor. II1-C-1210 (2.-10.I.1796) ta'rihli Selânik mutasarrıflığına ta'yin belgesi için bkz.: C.DAH 743. Selefi Vezir Ferhad Paşa'nm başı, Vodine (Edhessa) kaza'smın mubayaası yüzünden hükümetle belâya girmişti. Vezir, başkente verilecek buğday miktarını azaltmağa çalışan ve galiba mubayaacıyı da taraflarına çekmeğe başarmış olan Vodine a'yanı ile mahkeme baş kâtibine karşı mülâyim davramakla itham ediliyordu. Bkz.: C.BEL 7245 - belge, 9-R-1210 (24.X.1795) ta'rihini taşıyor.

Mehmed Süreyya, S-O, c. 3, [İstanbul] (1310): 209.

Page 91: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MASARİF-I VİLÂYET DEFTERLERİ 85

çok büyük yekûnlara ulaşmaz. C.BEL 4291'deki ödemeler, kaza dışından gelen birlik ve kumandanlara yapılmakla beraber, kazanın sahil güvenliğine mahsus harcamalardan ibaret. C.DAH 4017'de ise büyüklü küçüklü birçok ödeme mevcuttur. 3,000 Er ile nispeten önemli ve 36 cemaatının İstanbul'daki kasasma yapılan bir kalemden sarf-ı nazar, bütün paralar yine doğrudan kaza emniyeti ile ilgilidir: Kalyonlara konulan muhafızlar, kal'e ta'miri, eşkıya üzerine gönderilenler ile sahil güvenliği harcamalara sebep olan konulardır.

Selanik'te "riius" olarak bilinen fakat öbür yerlerde genellikle tevzi'hane denilen masraf kategorisi, özellikle C.BEL 4291'de mühim bir yere sahiptir. Birçok kalemde, daha önceki tevzi'lerde hisselerini ödeyemeyen mükellef grupların borçları ile (bir vak'ada) toptan bir şekilde bir tevzi'de karşılanmayan bir meblâğ tasfiye olunuyordu. Bundan yararlanan mükellefler arasında Evrenos-zade Mehmed Emin Bey,42 • Kesendire (Kassândra) yarımadasının halkı, Aynaroz (Athos) manastırlarının rahipleri, Sidre-Kapısı (Madenochöria) ma'den köyleri, sultam korunun orman köyleri ile aralarında Portariye olan ba'zı köylerin reayası ¿di. Ba'zen pek belli olmayan, burada söz konusu kazaca üstlenilen meblâğların hangi tevzi'ye veya tevzi'lere ait olduğudur. Büyük bir ihtimal i le . ancak masraf-ı vilâyet tevzi'lerinden kaynaklanan borçlar bu şekilde ödeniyordu. Oysa zaman zaman defterin kaydr belirsiz veya müphem oluyor. Meselâ "ba evamir-i alîye varide olan tekâlif-i vilâyet masrafları", birçok âdetten olan harcamaları da içeren bu tip defterlere çok uygun bir tavsif değildir.

C.BEL 4291 numaralı listede faizlerin büyük kısmı da (7,750 guruşluk yekûnun 7,500 guruşu) riius borçlan ile ilgilidir. Defterdeki kayıt, "rüusdan tahsil olunacak mebaliğe sarrafa virilen nema"dan söz ediyor. Yine, hangi tevzi'in kastedildiği belli değildir. Sarraf yasal faizle iktifa etmişse, kredi tutan 50,000 ile 75,000 guruş arasında idi. Bu yekûn, ne C.BEL. 4291'deki riius borçlarının tümüne, ne de tek bir kalemine uymamaktadır.

Buna karşılık, C.DAH 4017 numaralı defterde, faiz ödemeleri yok. "Rüus" harcamaları ise, kazanın "riius tahsildarlarına" olan borçlardan ibarettir. Burada gruplarından söz edilmiyor;, ya'ni tahsildara verilen, fon olarak maktu'attan veya imdadiyelerden birilerinin ödemediği bir mebâğ değiTdir. Defterin kayıtları hakikati aksederse, daha önce tevzi' edilip de parası denkleştirilmeyen önceki tevzi’lerin bakisi bıırada bir daha tevzi' edilip nihayet ödenmektedir.

O senelerde halâ büyük vakfını kontrol eden ve Yenice-i Vardar'm (Giânnitsa'nın) ileri gelenleri olan bu aile hakkında bkz.: TDVİA XI 539-541 (mad. "Evrenosoğüllan", Fahamettin BAjAR). Punda ve Galâni köylerinin vergi borçlarını tasfiye etmek için 700 Er verilen Seyyid Mehmed Emin Bey de muhtemelen aynı kişidir.

Page 92: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

86 CHRISTOPH K. NEUMANN

Kaza içinde harcanmış önemli bir masraf kategorisi, altyapı yatırımları. İki defterde birbirinden farklı yatırımlar sayılmaktadır. C.DAH 4017 belli bir ağırlık Vardar Çayı ve Kara Irmak üzerinde köprü inşaatına verilmiştir. Ancak bundan başka şehrin Rumları tarafından işletilen zindan,43 ve var olan binaların döşeme, ta'mirat ve temizlenmesi harcamalara sebep oluyordu. C.BEL 4291'de yine zindan için Rumlara 100 Er veriliyordu. Mefruşat ve ta'mirat da önemli bir rol oynuyor. Farklı bir şey ise, toplam 5,639 guruşun sırf paşa sarayına44 harcanması idi. Yukarıda değinilen kereste nakli, 4,255 guruşluk meblâğı ile pahalı görünen bir yolun küşadma sebep olmuştu. Geri kalan ödemeler daha küçük çapta idi. Yine de buz kuyularından, su yollarına, bir şehir kapısmda lağım tathirine ve Çayır'ın ta'mirine45 kadar değişik işler bu tür harcamalara sebep oluyordu.

Vilâyet me'murlarma ödenen paralar, bir bakımdan bir istisna teşkil ediyor: Bu kalem, C.DAH 4017'nin ihtiva ettiği meblâğın C.BEL 4291'dekinden yüksek olduğu tek masraf türüdür. Bu, biraz yanıltıcıdır. Çünkü C.DAH 4017 numaralı defterin saydığı bu kategoriye ait masraflar arasında, daha önce zikredildiği üzere, konakçıya giden 2,500 Er var. Bu kalem 5,884 guruşluk meblâğdan düşürülürse onun seviyesi (mutlak rakamlarla ifade edilirse) C.BEL 429 Linkinden aşağıya iner. Belki de C.BEL 4291'de öbür deftere göre çok daha yüksek harçlar, vilâyet me'murlarma “yapılan bir ödeme olarak görülebilir; ancak bu konuda kesin malûmatımız yok.

Harcamalardan faydalanan öbür me'murlar, C.BEL 4291'de, Rum ve Yahudi cemaatlarının vükelâsı, bir zaim, İstanbul'a gönderilen bir kurye, buz çuvalları için çok küçük bir meblâğ alan bir mütesellim, muhtesip, naip ve nihayet (daha önce değinildiği gibi) 200 Er alan şehir kethüdası idi. C.DAH 4017 numaralı defterde tevzi'den para alan yerel me'murlar çoğu, zaman aym görevliler. Fakat aldıkları miktar daha azdır. Şehir kethüdası 2,000 Er yerine1,000 Er, Rum ve Yahudi vükelâsı 300 Er ve 350 Er yerine 175'er Er alırlar. Fazla alan mütesellim: buz çuvallarına giden çok cüz'î ödemeden başka 200 guruşluk buzla 1,440 Er değerinde saman alır. Para verilen diğer me'murlar,

Bu hapsın yeri, büyük bir ihtimalle, eski (bkz. Heath W. LOWRY, "Portrait o f a City: The Population and Topography o f Ottoman Selanik (Thessaloniki) in the Year 1478", Studies in Defterology: Ottoman Society in Fifteenth and Sixteenth Centuries, Istanbul (1992): 65-100, burada s. 83 [= Diptycha 2 (1981): 254-293]), küçük ve merkezî Kadı Abd-ullâh Mahallesinde idi. Bkz. Vasflÿs Dymytriadys, Topographia tÿs Thessalonikÿs katà tÿn epochÿ tÿs tourkokratias: 1430-1912, Thessalonflcÿ (1983): 132-133 (mahalle için), 429 (zindan için).

44O ta'rihle'rde Hamza Bey Camii'nin yanında bulunması muhtemel. Bkz. Dymytriadys, a.g.e.,

410..45

Herhalde şehir surlarının batısında olan ve 19uncu yüzyıldı ikinci yansından sonra önemli bir mahallenin arazisi olacak tayır (Livâdhi) tarafları. Mahalle hakkında bkz. Dymytriadys, a.g.e., 235-238. Neyin ta'mir edildiği ise-belli değil.

Page 93: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MASARİF-I VİLÂYET DEFTERLERİ 87

yine bir kurye, subaşı, muhtesip ile muhzırbaşıdır. Bekçiler için harcanan yekûn ise, iki defterde de çok küçüktür.

Sonuç olarak, burada birer defter örneğiyle, incelenen iki tevzi' tipi arasında, harcama strüktürüne göre tespit edilir bir fark mevcuttur. Gerçi, "ümur-ı vilâyet icün sarfı muktezi" olarak listelere geçirilen ödemelerin tam hangi mahallî ihtiyaca cevap verdiği her zaman belli değil. Fakat C.DAH 4017'de, bir harcamanın kazanın çerçevesinde bir maksat için kullanıldığı daha sık vaki'dir. C.BEL 4291'de ise, meselâ "paşanın" ya'ni valinin rolü çok mühimdir. Ona verilen imdadiyeler , şahsına ve kapışma ödenen ücret ve bedeller, sarayına harcanan paralar toplanırsa, bu defterde ümur-ı vilâyetin hakikaten çoğu zaman valî işlerinden ibaret olduğu ortaya çıkar.

Bu intiba1, yakından incelendiğinde ispat edilebilir. Bunun için bütün harcamalara tek tek bakılarak üç kategori teşkil edilmiştir. "M" riimuzlu ilk kategori, doğrudan sultanın emri üzerine merkezî idarenin bir maksadına, Selânik kadısı dahil olmak üzere merkezî idare, ordu veya bahriye mensuplarının cebine, ya'ni bir anlamda merkez hâzinesine, yapılmış ödemeleri şamildir. "V" riimuzlu kategori, dar anlamda vilâyet ya'ni eyalet veya liva/sancak seviyesine yapılan harcamalardan ibarettir. "K" rümuzu, kaza ve kazada yaşayan fert veya cemaatlar için yapılan ödemelerin kategorisini temsil etmektedir. Nihayet "?" rümuzu, verilen bilgi üç kategoriden birisine dahil etmeğe yeterli olmayan ödemelere aittir.

C.BEL 4291

IM 0V DK El? İM IV DK El?Şekil 2

ALICILARA GÖRE İKİ DEFTERDE MASARİF-I VİLÂYET

Page 94: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

88 CHRISTOPH K. NEUMANN

Şekil 2 iki defterin arasındaki boyut farkıyla iki tevzi'de ödemelerin üç kategoriye dağılımım göstermektedir. V ile K kategorilerinin nispî önemi, iki defterde ikişer katlı büyük bir fark gösterir: V harcamaları, C.DAH 4017'de %20.18, C.BEL 4291'de %42.62'dır; K harcamalarında yüzdeler 34.94 ve 17.98 oluyor. Bufla karşılık, M kategorisi, her ne kadar farklı harcamaları içerirse de, ikisinde toplamın %40'ı civarında bir orana sahiptir (C.DAH 4017: %42.77; C.BEL 4291: %38.82).

Cezar, defalarca değinilen çalışmasında, tevzi' kalemlerinin kime ait olduğu ve merkezî büçeyle ilgisi soruların karışıklığına işaret .etmiştir. Ona göre, bu karışıklık defterin tertibinde su'-i isti'malan kolaylaştıran en önemli faktörlerden birisiydi.46 Defter düzenlemesini emreden fermanlarda,47 salyane defterleriyle beraber arzolunan mahzarlarda,48 nihayet defterlerin mukaddimelerinde de belirsizlikler ve karışıklıklar devam ediyor. Sözgelimi C.DAH 4017'nin giriş kısmı, listesi çıkarılan ödemeleri "taraf-ı vilâyet icün sarf" olunan "tekâlif-i örfiye ve şakka" olarak tanımlıyor. C.BEL 4291'in harcamaları ise "vürud iden mübaşiranm harc-ı rahına ve Selanik valîlerinin daire-i âlîyeleri ve konak kiralan ve sair ümur-ı vilâyet icün sarfı muktezi

46Cezar, "Osmanlı Taşrasında Yeni Mali Sektör": 95-99.

4 Cezar, "Osmanlı Taşrasında Yeni Mali Sektör": ek 1 ,7 , 11, 17, 18 (s.T21 ile 142 arasında) buna misaldir.

Cezar, "Osmanlı Taşrasmda Yeni Mali Sektör": ek 9 ,1 0 , 12 (s. 129 ile 133 arasında) bunuörneklendiriyor.

Page 95: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MASARİF-I VİLÂYET DEFTERLERİ 89

mebalığı imiş. Bu ta rifler ıkı defterin ne ortak ne de farklı yanlarım izah 4 9etmeğe yaramaz.

Belki bu belirsizliğin nedenini, defterlerin mahiyetinde aramak lâzım. C.DAH 4071'nin mukaddimesinde verilen tanım, hukuken bir zaman istenilene daha yakın olsa gerek: vilâyet bazında tarhedilip vilâyet idaresine harcanan ve prensipte olağandışı hattâ kuraldışı olarak kabul edilen vergiler. Böyle kaba ve müphem bir tanınım, C.BEL 4291'nin saydığı kalemlerle artık herhangi bir ta'rife haceti olmayan "sair ümur-i vilâyet icün sarfı muktezi mebaliği" içereceği normaldir. Başka yerde karşılanmayan masrafların tekâlife dönüştürülüp deftere dahil edilmesinin yolunu aramak hem İstanbul'daki idare, hem a'yanlar, hem şehirde nüfuzu olan kişi ile gruplar için cazip, ba'zen de kaçınılmaz olmalıydı.

İstanbul hükümeti için bu, nispeten kolay idi. Her zaman valî veya mutasarrıfı ferman ile görevlendirebilen merkezî idare, böylece bir masraf kaleminin bir şekilde masarif-i vilâyetine ithalini Sağlayabiliyordu. Örneğin, mekkaribaşı ile menzil ile ilgili kalemlerin bu şekilde burada incelenen defterlere girdiği tahmin edilebilir.

Kaza seviyesinde hareket eden yerel güçler ise, belirli bir harcamanın öteden beri masarif-i vilâyetlerden olduğunu iddia edebildiler. Selânik kadısının ağırlamasının ne derece "âdet-i belde" olduğu C.BEL 4291'de sorun olmuştur.

Böyle her türlü menfaat ta'kibine açık bir yapının yol açtığı düzensizliği, 18inci yüzyıl Osmanlı taşra idaresinin bünyesine hakim olan zaaf pekiştiriyordu. Timar sistemi olarak bilinen toprak idaresinin çöküşü tarafından yaratılan boşluk ve istihaleler, uzun zamandır münakaşa konusudur.50 Taşrada vakıflar, a'yanlar, mukataaya yatırım yapanların rolü üzerinde duruldu,51 yüksek rütbeli idarecilerin kapılarının gelişmesi ve

"tekâlif-i örfiye ve şakka" soyut ve ta’rih dışı bir İslâm mefhumu içinde izah edilememesi yer yer bu tür vergilerin inkâr edilmesine bile yol açmıştır: Ziya KAZICI, OsmanlIlarda Vergi Sistemi, İstanbul (1977): 156-161, bi'l-hassa s. 157. Bu tür vergüere OsmanlIların devlet yapısına yerleştiren bir yorum için bkz.: Halil İnalcık, "Military and Fiscal Transformaion in the Ottoman Empire, 1600-1700", Archivum Ottomanicum 6 (1980): 283-337, burada s. 317-327.

Son önemli katkı: Karen BARKEY, Bandits and Bureaucrats : The Ottoman Route to State Centralization. Ithaca, N.Y. (1994).

x v m . yüzyıla son kuşbakışı anlatım: Bruce McGowan, "The Age o f the Ayans, 1699- 1812", An Economic and Social History o f the Ottoman Empire, 1300-1914, nşr. Halil İnalcık, Donald QUATAERT, Cambridge, New York, Melbourne (1994): 637-758, burada s. 658-673, 710-717. Balkanlar'daki gelişmelerin özeti için; Gilles VEINSTEIN, "Les provinces balkaniques, 1606-1774", H istoire de ¡'Empire ottoman, neşr. Robert MANTRAN, Liguge, Poitiers (1989): 287-340, burada s. 323-334.

Page 96: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

90 CHRISTOPH K. NEUMANN

ehemmiyetine tetkikler hasredildi.52 Bildiğim- kadarıyla pek incelenmemiş olan, bütün bu transformasyonların vilâyet bürokrasisine te'sirleridir. Eyalet ve sancaklarının malîye kalemleri hakkında bilinenler,53 bunların daha çok timar ve zeamet idaresine tahsis edilmiş olmaları yönündedir. Onsekizinci yüzyılda ise hangi fonksiyonları yerine getirdikleri ve nasıl işledikleri pek bilinnjiyor.

Masarif-i vilâyetin vilâyet seviyesinde değil, kaza seviyesinde tarh edildikleri ve yine vilâyet defterdarlığı tarafından değil, İstanbul bürokrasisi tarafından denetlendiği, vilâyetlerin müessir bir malî idareye sahip olmadıklarına delildir. Var olan muhasebecilerin, sık sık değişen valî kapılarına bağlı çalıştıkları muhtemeldir. Kurumsallaşma derecesinin çok yüksek olmadığı bellidir. Taşrada murakabeyi paşalara bırakmakta çıkan olmayan İstanbul bürokrasisiyle kaza ve şehirlerin zımnen aym istikamete hareket ettikleri tahmin edilebilir.

Uzaktan ve sonradan denetim

Kaynaklar, bu varsayımı te'yid eder mi? Burada incelenen defterler, salyane defterleri olduğu ve üzerlerinde Rumili defatiri naznuun54 "tenkih ve tenzil ve muktezası ifade" lerini55 taşıdığından bab-ı defterinin görüşlerini çok iyi aksediyor. Çünkü kontrol eden me'mur, müdahalelerine kısaca gerekçeler • verdiği için burada bir tek kişinin gösterdiği tavrı net bir şekilde görmek mümkün.

Nazırların yaptığı şey, defterleri kritik bir okumaya tabi' tutarak kusurlu bulduğu kalemlerin üstüne surhla şerhler yazmak, altına kuraldışı saydıkları masrafın tümünü veya bir kısmım tenzil etmek, ya'ni düşürmek idi. C.DAH 4017 defterinin sonunda ortaya çıkan meblâğlar da bir protokol halinde gösterilmektedir. Bu defteri gözden geçiren me'murun şerhlerinde,' tenzil edilen meblâğm kimden geri alınacağı da yazıyor (sadece parayı alan yeniçeri olduğunda "her kim eki eylemiş ise" diye yazarak müphem bir formüle başvuruyor).

Nazırların şerhleri, bir harcamayı kuraldışı saymak için esasen üç nev’-i sebep veriyor: Bir harcama ya tamamıyla gayrı meşru’, ya da meblâğı fazla

Kapılar ve intisap, özellikle Rifa'at Ali ABOU-EL-HAJ'ın dikkatini çekmiştir: The Rebellion o f 1703 and the Structure o f Ottoman Politics, Leiden (1984).

53Ismail Hakkı UZUNfARjILI, Osmanlı Devletinin Merkez Ve Bahriye Teşkilâtı, 2nd baskı, Ankara (1984): 327-331; Cornell H. FLEISCHER, Bureaucrat and Intellectual in the Ottoman Empire: The Historian Mustafa Âli; 1541-1600, Princeton, NJ (1986): 313-314; Tabakoğlu, a.g.e., s. 45-59.

54 Vazifenin bu adı, C.BEL 4291 zeylinde bulunan buyuruldusunda kullanılmaktadır.

Bu ibareler için aynı yere bkz.!

Page 97: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MASARİF-I VİLÂYET DEFTERLERİ 91

yüksektir, ya da muhasebede şekil hatâsı vardır. Birincisi kategoriye "hilâf ve fasid" masraflar olarak girenler arasında, ancak şeriata ve kanuna (ikisi için "şer"' ta'biri kullanılmaktadır) aykırı görülen değil, ayrıca nazırların yerel âdet nosyonuyla çelişen ödemeler de var. Kalemleri umumiyetle "fahiş" olarak nitelendirilen ikinci kategoriye giren masraflar, ya önceki yıllara ait defterlere bakılarak ya da nazum kendi sağduyusuna güvenerek herhangi bir ölçek zikretmeden vardığı kanaata göre tespit edilmiştir. Bu muhasebede kullanılan metotların ilkelliği sebebiyle şekil hatâsı olarak sadece ba'zı harcamaların mükerrer listeye ithali, nazırların dikkatini çekebildi. Ba'zen onların da o kadar dikkatli çalışmadıkları belli oluyor. Meselâ C.DAH 4017'de konakçı Tahir Ağa'ya iki kere ödenilen ramazan "yevmiyesi" tekrar olduğu gerekçesiyle tenzil olundu. Oysa, burada söz konusu olan bir kâtip hatâsıdu: ramazan iki defa gözükürken, cemazi'l-ahır mahiyesi yoktu.

Bundan başka, C.BEL 4291 numaralı defterde 18,247 guruşluk bir meblâğ, "meşkûk olmağla ... şimdilik tenzil olundı". Demek ki, burada bir hesabm muvakkaten bloke edilmesine benzer bir muamele sözkonusudur. Defterlere bakılırsa tenziller buna göre şöyle özetlenebilir:

Tablo 2TENZİL SEBEPLERİNE GÖRE C.DAH 4017 İLE C.BEL.

4291'DE DÜŞÜRMELER

C.DAH nr4017 C.BEL nr. 4291Buruş yüzde euruş yüzde

hilâf 9.637,5 98,30 20.059 38,14fahiş 0 0 .9.725,5 18,49tekrar 166,5 1,70 4.561 8,67meşkûk 0 0 • 18.247 34,70Toplam 9.804 100 52.592,5 100

İki defterin tabi' olduğu muameleler arasındaki fark, ilk bakışta belli oluyor. Merkezî bürokrasisinin müdahalesi, daha çok nazırın ilgi ve bilgisine göre şekillendirilmişe benzer. Burada bir şeyi daha unutmamak gerekiyor: Cezar, 105 salyane defteri incelerken, %6.86'lik bir ortalama tenzilât oranım ortaya çıkarmıştır.56 Burada bu oran, %28.65 (C.DAH 4017) ile %27.76 (C.BEL 4291) büyüklüğündedir. Demek ki, burada tenzilât oranları epey yüksektir, fakat onlara çok değişik yollardan varılmıştır.

Bu rakam, Cezar, "Osmanlı Taşrasında Yeni Mali Sektör": 111-114 arasında düzenlenentablo IV'ün yekûnlarına göre hesaplanmıştır.

Page 98: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

92 CHRISTOPH K. NEUMANN

Bab-ı defterinin vilâyet masraflarını denetlemekle görevlendirdiği me'murlann ortak bir amaç gütmediğine kanaat getirmeden önce, tenzillerin öncelikle hangi tür masraflara uygulandığına bakılmak. Evvelâ, yukarıda teşekkül olunan "M", "V" ve "K" kategorilerine göre yapılan tenzilât incelenebilir:

Tablo 3ÖDEME ALICISI KATEGORİLERİNE GÖRE C.DAH 4017 İLE C.BEL.

4291’DE DÜŞÜRMELER

C.DAH 4017 C.BEL 4291

guruş tenzilyüzdesi

masarifyüzdesi

guruş tenzilyüzdesi

masarifyüzdesi

M 3.109 31,71 21,25 10.646,5 20.24 14.48

V 3.120,5 31,83 45,20 34.074 64.79 42.19

K 2.906,5 29,65 24,32 7.872 14.97 23.10

7 668 6,81 92,33 0 0 0

Toplam 9.804 100 - 52.592,5 100 -

Guruş meblâğları ile tenzil yüzdesine bakılınca pek anlamlı gözükmeyen rakamlar, tenzillerin düşürdükleri masarif kategorisinden ne kadar götürdüklerini gösteren son kolona gelince yakın bir paralellik arzediyor (değerler arızî olan "?" kategorisinden sarf-ı nazar edilebilir). İki tenzil işlemi, öncelikle liva ve eyalet uğruna harcanan ödemeleri, bundan sçmra kaza ve şehir için tevzi1 edilen paralan hedef alıyordu. Merkez bürokrasisi temsilcisi merkez idaresine giden paralara ise en az dokunuyordu.

Rumili defatir nazırlarının bu tutumu, akla yakın ve ikamesi kolay olanı idi. Kendilerinin mensup olduklan merkezî idare ve ordunun çıkarma yapılan ödemelerde daha az eleştirecek yan bulmalan beklenebilirdi. Tevzi'i fiilen yapan kaza temsilcilerinin menfaatma çok fazla dokunmadıkları da anlaşılır. Zaten bu tür masrafların kazanın içinde en çok desteğe sahip, geri ödettirilmesi en zor ve böylece merkezî idarenin buyurduğu tenzillerin yerine getirilmesi en problemli olduklan muhtemeldir.

Tenzillerin çoğu böylece liva veya eyalet tarafına yapılan harcamalara uygulanmıştır. Bu, valî ile kapısmı dolaylı veya dolaysız bir şekilde etkiliyordu. Yukanda ima' edildiği gibi burada, jstanbul ile Selânik'in çıkar ortaklığından kaynaklanan -ve elbette zımnî kalan- paşaların iktidarını sınırlandırmayı amaçlayan bir ittifaktan söz edilebilir mi? Durumun bu kadar belli olmadığım tablo 4 gösteriyor.

Page 99: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MASARİF-I VİLÂYET DEFTERLERİ 93

Tablo 4HARCAMA TÜRLERİNE GÖRE TENZİLÂT

C.DAH 4017 C.BEL 4291

guruş yüzde guruş yüzde

îmdâdiye 0 3.480 21.64askerî 3.000 70,86 1.750 21.13

asitane memurları 0 600 1.98

mübaşiriye 109 1,85 6.660,5 48,65ağırlama 800 79,20 . 245 14,36kira 0 5.089 69,26menzil 150 12,61 1.391 2,79vilâyet memurları 2.106,5 35,80 0bekçiler 0 900 65,08altyapı 0 2.501 18,75ruus 3.638,5 100,00 ‘ 25.726 84,80faiz 0 4.250 54,84harç 0 0

Toplam 9.804 52.592,5

Tablo, harcamaların türlerine göre tenzilâtın etkisini gösteriyor. Biraz incelenirse, masraf kategorilerinin iki gruba ayrıldığı göze çarpıyor: gerçekten ağır tenzillere uğrayanlar ile neredeyse bütünüyle olduğu gibi bırakılanlar. İlk grupta bi'l-hassa rüus başı çekiyor. Fakat askerî harcamalarla bekçiler için yapılan ödemeler, ağırlama ile konak kiralan ve nihayet faiz ödemelerinden düşürülen meblâğlar da önemli. Bu, ancak birer defterde böyleyse de, öbür defterde o masraf türüne ait önemli bir harpama yok.

Çok az tenzil gören masraflar, asitane me'murlanna, menzil sistemine ve altyapıya yapılan harcamalardır. Harçlardan ise hiç tenzil yapılmadı. Mübaşiriyeler ile vilâyet me’murlanna verilen paralardan düşürülen nispeten önemli meblâğlar bab-ı defterî'ce su'-i isti'mal olarak görülen münferit hallere aittir..

Ortaya çıkan, Rumili defatiri nazırlarının öncelikle paşaların çıkarlan ile uğraşmadıklarıdır. Tenziller daha çok iki gaye taşımışa benziyor: Birincisi, belli bir düzen sağlayarak an'anevî Osmanlı adalet kavramını hayata geçirmek idi. Fukaraya "zulm" (ya'ni yanlış mükellef grubundan tarh edilen vergiler) veya "eki" (ya'ni haksız kazanç) ile ilgili tenziller bu amacı ya taşıyordu ya da bunu iddia ediyordu.

Page 100: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

94 CHRISTOPH K. NEUMANN

İkincisi doğrudan siyasî bir mahiyete de sahipti: Mahallî güçlerin malî, askerî ve ideolojik hareket alanım sınırlandırmak. Bu, tenzile uğrayan masarif kategorilerden çok belli oluyor.

Rüus kategorisine ait olan ödemelerin mantığında, Selanik kazasının bütün vergilerini maktu'a çevirip kazanın istediği gibi toplamak yatıyordu. Bu, farklı vergilere ayrı defter düzenlenmesinden önemli bir adım ileri olurdu. Faizlşrin defterlere ithali ise, uzun va'dede finansman konusunda kazaya serbestiyet tanımağa yol açabiliyordu, ikisi de merkezî idarenin işine hiç gelmiyordu.

Tam tersi, tevzi' mekanizmasında finansman, gerçekle ilgisi olması imkân dışı bir faraziyeye dayanıyordu. Buna göre, herhangi bir meblâğa ihtiyaç ortaya çıktığında gereken para tevzi'hanelerden toplanacaktı ve harcanaktı. Bu işlem altı ay süresince defalarca tekrarlandıktan sonra defter tertip edilecekti ve İstanbul'a gönderilecekti. Bab-ı defterî'de yapılan tenziller parayı almış olanlardan tahsil edilecekti ve mükelleflere dağıtılacaktı.

Ne para toplayanlara pay veya ücret ödenmesi, ne de potansiyel masraflar için önceden para toplamakla veya tahsil edilen tenzilleri geri ödemeyerek fon teşkîli, ne de tevzi' için kazanın kredi alması öngörülmüş değildi. Sistemin böyle çalışmadığı kesindir. Bu bakımdan, bab-ı defterî'ce yapılan denetimin uzaktan yerine getirilmesinin beraberinde getirdiği te'sirsizliği,57 muhasebe ve denetimin sonradan yapılması pekiştiriyordu. Üstelik, tenzil kararlarına i'tiraz edilecek bir merci'fiı olmaması, ba'zen yersiz ve her zaman gecikmiş olmağa mahkûm olan bu kararların ikamesine bir engel teşkîl etmiş olmalı.

Buna rağmen, finansman konusunda bab-ı defterinin müdahaleleri, en azından mahallî malî özerkliğin kurumsallaşmasına bir mani’ idi. Askerî harcamalar ve bekçi istihdamına getirilen tahditler, yerel bazda emniyet alanında filizlenebilir herhangi bir kurumun ortaya çıkmasından duyulan endişeyi aksediyor. Nihayet ağırlama ve kira masraflarından düşürülen meblâğların önemi, sırf bunların su'-i isti'mallara çok açık olan harcamalar olmasında aranmamalı: Ziyafet çekmekle, misafirlere gösterişli bir mesken sunmakla her sosyal yapı gibi bir şehir de, zenginliğini, ehemmiyetini ve kollektif benliğini teşhir etmeğe firsat buluyor. Buna meşruiyet zemini tanımamak, merkezî idarenin menfaatına idi. Masarif-i vilâyetten düşürülen tenziller, kendi iktidar ve meşruiyet tekelini muhafaza etmek isteyen merkez bürokrasisinin genel siyasetinin bir parçası olarak görülebilir.

Bu, pek tenzil yapılmayan harcamalara bakarak te'yit edilebilir. Aslında su'-i isti'mallara çok açık olan menzil harcamaları maktu' ödemelere

Cezar, "Osmanlı Taşrasında Yeni Mali Sektör": 104-105.

Page 101: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MASARİF-I VİLÂYET DEFTERLERİ 95

dönüştürülerek en azından bu aşamada murakabeden korunmuş idi. Tevzi'i düzenleyen kişilerin menfaatlarına olan harçlar ile asitane me'murlannm yararına yapılan ödemelere de aynı mantıkla pek dokunmuyordu.

Adaletin ikamesi ile mahallî iktidarı sınırlandırmak gayeleri bir anlamda çakışıyordu, çünkü ikisi de bir anlamda padişahın şahsında sembolünü bulan patrimonyal devletin murakabe ve meşruiyetini devam ettirmeği hedefliyordu. Üstelik, Osmanlı İmparatorluğu'nda carî olan adalet anlayışı, padişahın (veya temsilcilerinin) her zaman şikâyetler arz edilebilir ve hakkı yerine getirtecek bir merci' olarak mevcut olmasına müstenit idi. Ona göre kadılar ve divan-ı hümayun ancak şikâyet veya emir üzere harekete geçerdi; ihtilâflı olmayan bir durumun yasallığını kontrol etmezlerdi. Bab-ı defterinin nezareti taşra mâliyesinin gün-be-gün kontrolünü sağlamamış olabilir, fakat padişahın adaletini temsil ediyordu. Üstelik herhangi bir niza'î durumda karar vermek gerektiğinde başvurulabilir bilgileri topluyordu.

Masarif-i vilâyet konusunda merkezî idarenin hedefleri, Selânik örneğinde kazanın çıkarlarına büyük bir tenakuz teşkil etmemişse, sebebi şehrin imparatorluk merkezine rakip olabilecek bir konumda olmamasında aramalı. Valiler ise, burada sözkonusu olan yıllardan önce ve sonra merkezin denetiminden çıkma potansiyeline sahip olduklarım gösteregelmişler. Onların aynı zaman da, taşra idaresinin ihtiyaçlarım karşılamak üzere yaratılan tevzi'lere muhtaç olması, merkezî hükümet için tevzi'lere müdahaleyi cazip bir denetim aracını yapıyordu. Aracın te'sirli olup olmadığı bu hakikati değiştirmezdi.

Osmanlı şehrini kuşatırken

Son birkaç senede, ma'lûm İslâm şehri paradigması, Osmanlı ta'rihçileri camiasında gitgide büyüyen eleştirilere ma'ruz kalmıştır.58 Osmanlı şehrini kavramlaştırmak, onu gözlemleek kadar önemli olmuştur. Bu bakımdan konu, şu sırada iki taraftan kuşatma altındadır. Bir yandan yeni kaynaklar ve bilgilerin getirdikleri veriler yeni evidens yaratarak bilinen Osmanlı şehri nosyonlarını tahrip ediyor. Öte yandan, esaslı ta'dillere ma'ruz kalan

Tartışmaya başka Yakıtı Doğu toplumlanyla ilgilenen tarihçilerle coğrafyacılar ve sosyologlar da katılmaktadır. Literatür artık bir dipnotta zikredilecek cesamette değildir. Bkz. Janet L. ABILLUGHOD, "The Islamic City: Historic Myth, Islamic Essence, and Contemporary Relevance", International Journal o f Middle Eastern Studies 19 (1987): 155-176; André RAYMOND, "Islamic City, Arab City: Oriental Myths and Recent Views", British Journal o f M iddle Eastern Studies 21 (1994): 3-18. Türkiye'de yaşayan tarihçilerin tartışmasını, şifahî münakaşaların metnini de veren bir cilt yansıtıyor: Kent Tarihçiliği: Kent Tarihleri Atölyesi 5-6 M art 1994, nşr. Ferzan BAY RA M O İLU - YTLDIRIM, İstanbul (1994). 1996/1997 akademik senesinde Tel Aviv ile Bir ¡iva Ben Gurion üniversitelerince ortaklaşa düzenlenen "Order in Anarchy" adlı bir atölye, bu probleme hasredilmişti.

Page 102: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

96 CHRISTOPH K. NEUMANN

nazariyeler, karmaşık verilerin zahirde düzensizliği boğuşarak onları yeniden mayalandırıyorlar. Selânik'in masarif-i vilâyet defterlerinden bu çerçevede bir şeyler öğrenilebilir mi?

îlk bakışta bu muhasebe defterlerinin mevcudiyeti bile, Selânik'in belli kendi kendini temsil etme ve kendi maslahatına karar verme kabiliyetine haiz olduğunu ispat etmiş gibi gözüküyor. Biraz daha yakından bakıldığında böyle bir iddianın, şehir organizasyonuna sahip olmayan İslâm şehri nosyonu gibi hatâlı olduğu meydana çıkar. Tertip süreci, defterlerin içerdiği maddeler ile ödemelerden yararlanan kişiler ne fazla kurumsallaşmış kurallara bağlı idi ne de üzerlerinde şehir tarafından karar verilmiş idi. Üstelik, kazanın şehir ile eşanlamlı olmadığı unutulmamalı. Masarif defterlerinin tertibi, tevzi'i ve nihayet İstanbul'a tevdi'inde şehrin dışmda alâkası olan, çoğu zaman şehrin dışmda da yaşayan toprak sahiplerinin katkısının ehemmiyeti gözardı edilemez.

Tevzi' sürecinde kazanın dışmda emir verme salâhiyetini kendilerinde bulan merkezî hükümet ile valinin rolü çoğu zaman belirleyici olmuştur. İstanbul'a gönderilen salyane defterleri, kazanın nasıl kendi isteklerine sahip çıktığının tespitine pek yaramaz. Oysa buna fırsat bulduğu akla yakandır: parayı veren düdüğü çalar.

Neticede, mahallî harcamaların her zaman pazarlığa tabi' olmağa mahkûm olmaları kaçınılmazdı, iktidar dengeleri dramatik bir şekilde herhangi bir tarafın lehine değişmediği müddetçe bu durumun herkesi ta'vizkâr kıldığı düşünülebilirse de, masarif-i vilâyetin tarh ve ödeme güvenilirliğinin pek yüksek olamadığı da açıktır. Bu, vilâyetin veya kazanın kendi başına hareket etme kabiliyetini azaltmış olacak da; fakat aym zaman bu vaziyetin, mahallî vergileri fonksiyonel yatırımlara imkân tanıdığından büyük ölçüde men' ettiği de kesin. Bab-ı defterinin bilgisizce ve bundan dolayı keyfî müdahaleleri, masarif-i vilâyet hesabından ödenecek yatırımların riskini daha da arttırmış olacak.

Bu tespitleri yukarıda yapılan inceleme desteklemektedir. İki farklı tevzi' türü ihdası, buna bir cevap olarak gelişmiş bile olabilir. Daha çok

-kazaya mahsus ödemeler içeren C.DAH 4017 tevzi'i, bunalımlara daha dayanıldı olduklarım tahmin edilebilir fonlar tarafından ödeniyordu.

Yatırım olarak tavsif edilebilecek kalemler iİd defterde de az iken (en önemlisi, Selânik civarında bir köprü inşaatı idi), kaza veya vilâyetin bir nev’-i özidaresine açık tek kalem olarak şehir kethüdasının mevcudiyeti gösterilebilir. Bir tür a'yan yedeği olarak husule getirüea, şehir kethüdahğı, Selânik'te toplumu yöneten bir merci' olarak boy göstermiyor. Kethüda, ücretli ve ale'l-âde bir idarecidir. Demek ki Selânik, kaza tarafından ödenen mahallî me'mur kurumuna doğru bir adım atmıştı.

Page 103: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MASARİF-I VİLÂYET DEFTERLERİ 97

Batı ve Orta Avrupa'da 18inci yüzyıl mutlak monarşilerinin baskısı altına girmiş şehirlerin çoğunun, Selânik'e göre çok daha fazla özyönetim ve özidare kabiliyetine sahip olup olmadıklarına iki muhasebe defteri ışığında hüküm vermek fazlasıyla cür'etkâr olurdu. 17nci yüzyıldan i'tibaren Osmanlı taşra-înerkez ilişkilerinde kurumsallaşmanm ötesinde siyasî bir kültür olarak büyük bir rol oynayan pazarlık ile ta'viz arayışları,59 burada incelenen muhasebelerde derin izler bırakmıştır. Ancak burada daha fazla söylemek imkânsızdır. Çünkü bu makalede incelenen kaynaklarımız şehrin, kazanın ve vilâyetin şahsî, İktisadî ve siyasî ilişkiler ağım tanımağa bu aşamada izin vermez.

BARKEY, a.g.e., Osmanlı İmparatorluğu'nun kendi kendine devam etmesinde pazar-Iığın sahip olduğu önemine dikkat çekiyor.

Page 104: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16
Page 105: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

OSMANLI ULEMASININ EKONOMİK DURUMU*

Hans Georg Majer**

Osmanlı uleması vergi vermezdi. Diğer askerîlerden farklı olarak onların mallarına devlet tarafından el konmazdı. Ulema genelde etkili ve hatırlı olarak görünür. Bunların bazıları ise gerçekten zengindir. Devlet ve toplum içinde dikkat çekici bir güce sahip olan ulema, toplumla iç içe geçmiş ve diğer sosyal gruplarla kaynaşmıştır. Bu duruma, konuyla ilgili kitaplarda - özellikle de Gibb ve Bowen tarafından - yer verilmiştir1. Bu yazarlar ulemayı tarif ederken “aristokrasi” terimini bile kullanırlar. Böylece son zamanlarda M. Zilfi tarafından teyid edilen2 Joseph von Hammer-PurgstalTın kanaatini tekrarlarlar3. Burada değinmek istediğim mesele ulema hakkında sahip olduğumuz bilgilerin, yukarıda belirtilmiş olan basmakalıplaşmış görünüme uyup uymadığıdır.

Ulemama geliri birkaç asır boyunca ilgi çekti. Osmanlı siyasi liderleri en azından I. Bayezid’den beri ulemanın gelirleri ile bizzat ilgileniyorlardı4.

,rOn the Economic Situation o f the Ottoman Ulema" adı altında V. M illetlerarası Türkiye Sosyal ve İktisat Tarihi Kongresi (İstanbul 21-25 Ağustos 1989), Tebliğler, Ankara 1990, s. 635-642'de yayınlanan bu yazı, adlı bu tebliğ, Dr. İbrahim Sezgin tarafından tercüme edildikten sonra müellifi tarafından kontrol edilmiş ve basılmasına izin verilmiştir.

** Münih Üniversitesi.* H.A.R. Gibb and Harold Bowen, Islamic Society and the West, vol. I, part II, London

1$57, s. 105,107-108.7

Madeline Zilfi, The Politics o f Piety: The Ottoman Ulema in the Pbstclassical Age (1600- 1800), Minneapolis, 1988.aJoseph von Hammer, Geschichte des Osmanischen Reiches, vol. 3, Pest 1828, s. 470, vol. 9, Pest 1833, s. X U .

4 Veziriazama göre düşük maaş, kadılar arasında^ suiistimalin yayılmasına sebep idi, Bk.Aşıkpaşazâde, Tevarih-i A l-i Osman, neşr. Â lî Bey, İstanbul 1332, s. 70-71. Vom Hirtenzelt zur Hohen Pforte. Frühzeit und Aufstieg des Osmanenreiches nach der Chronik “Denkwürdigkeiten und Zeitläufe des Hauses Osman von Derwish Ahmed, genannt Aşık-Paşa-Sohn", Übersetzt, eingeleitet und erklärt von Richard F. Kreutel. Graz 1959, s. 103-104.

Page 106: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

100 HANS GEORG MAJER

Yüksek ulemanın geliri Jacopo di Promontorio5 ve Theodora Spandugnino6 gibi Osmanlı İmparatorluğu’nu ziyaret eden ilk seyyahlann dahi ilgisini çekmişti. Çünkü bir şahsın geliri, onun politik mevkiini göstermekte ve Avrupalı görevlilerle mukayesesi için temel teşkil etmekteydi. Ulema hakkında hazırladığı kısım uzun zaman mevcut eri iyi kaynak kabul edilen D’Ohsson, ne yazık ki kaynaklan vermese de bulabildiği bütün verileri birkaç sayfada sıralamıştır7. Gibb, Bowen ve Uzunçarşıh8 ulema ücretlerine ilişkin kopuk bilgileri az çok zikrederler. XVIII. yüzyıldan XX. yüzyıla kadar değişik yazarlar ulema terimini, dinî vazifelilerin farklı tiplerini izafe etmek için kullanmışlardır. D’Ohsson ulema kelimesini, kadılar, müderrisler, müftiler, şeyhler, hatibler, müezzinler vesaireyi içine alacak şekilde en geniş manada kullanır. Gibb ve Bowen ulema terimini aynı gruplan belirtmek için kullanırken Uzunçarşıh ve Halil İnalcık daha dar manada kullanıp9 kadılar, müderrisler, naibler ve müftileri ele alırlar10.

İmam, hatib, müezzin vb. daha küçük dinî hizmetliler gibi imparatorlukta camilerde çalışanları da Şeyhülislâm tarafından görev yerlerine atandıklan, imparatorluğun her yerinde görev yaptıklan ve yerli halk için dini temsil ettikleri için, bu bildiriye dahil etmeği gerekli görüyorum.

Franz Babinger, Die Aufzeichnungen des Genuesen Jacopo di Promontorio - de Campis über den Osmanenstaat um 1475, München 1957, s. 37 (Kadıaskerler hakkında). Theodore Spandouyn Cantacasin, Petit Traicté de l’origine des Turcqs, neşr. Charles Schefer, Paris 1896, s. 95 (Kadıaskerler hakkında).Muradgea d’Ohsson, Tableau général de l'Empire Othoman, 3 vols. Paris 1787-1820, vol. 2, s. 291-293 Almancasi: Allgemeine Schilderung des Othomanischen Reichs. Aus dem Franzôsischen des Herrn von Muradgea d ’Ohsson ... übersetzt von Chris tiap Daniel Beck, vol 2, Leipzig 1793, s. 511-514.îsmail Hakkı Uzunçarşıh, Osmanlı Devletinin İlmiye'Teşkilâtı, Ankara 1965.Halil İnalcık, The Ottoman Empire. The Classical Age 1300-1600, London 1973, s. 171. Krş. Halil İnalcık, “Şikâyet Hakkı: Arz-ı Hâl ve Arz-ı Mahzar’lar”, O sm a n lı Araştırmaları 7-8 (1988), s. 42, 43.Afaf Lutfî al-Sayyid Marsot Kahire uleması hakkındaki araştırmasına dervişleri de dahil eder (bkz. not 11 ve 22). Bununla birlikte Haim Shaked, bir "alimin eğitim görmüş ve mevki sahibi bir kişi olduğunu" belirtir ve bu gruba daha alt düzeydeki dinî hizmetlileri de dahü eder ("The Biographies of ‘Ulamâ'in Mubârak’s Khitat as a Source for the History of the ‘Ulamâ1 in Nineteenth Century Egypt", The ‘Ulamâ’ in Modern History, neşr. Gabriel Baer, Jerusalem, 1971, s. 42-43). R.C. Repp ulemayı resmi ulema ve resmi olmayan ulema olmak üzere ikiye ayırır. Bkz. "The Altered Nature and Role o f the Ulema", Studies in Eighteenth Century Islamic History, neşr. Thomas Naff and Roger Owen. Carbond.ale and Edwardsville 1977, s. 285. Madeline Züfİ'nin "ulema piramiti", sadece en önemli şehirlerin kadılarını ve en önemli medreselerin müderrislerini içine alıyor; bunlar "ulema" zümresini meydana getirir. Ancak "ümiye sınıfı aym zamanda aşağı derecedeki kadıları, müftileri ve taşrada daha alt seviyedeki medreselerin müderrislerini" ve bütün bunlara ilaveten Osmanlı dinî hayatı için çok önemli olan cami vaizlerini de içine alıyordu (Politics and Piety, s. 24-26).

Page 107: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

OSMANLI ULEMASININ EKONOMİK DURUMU 101

Ulemanın ekonomik durumu hakkında bilgi bulmak oldukça zordur. Marsot’un “Wealth of the Ulema”11 adlı Mısır’dan bahsettiği ve dervişleri dâhil ettiği makalesinden başka bu konuda hiç bir araştırmadan haberdar değilim. Halbuki ulema hakkındaki ilk çalışmalar fazla fark gözetmeden delil olabilecek bütün ipuçlarını meydana çıkartma eğilimindeyken, daha yeni eserler çoğunlukla muayyen makamlara, zümrelere ve bölgelere ağırlık vererek, ulemanın ekonomik durumuna daha müdellel ve ayrıntılı bir şekilde yaklaşma temayülündedir. Zaman sınırlamasından dolayı bugüne kadar yapılmış birbirinden çok farklı araştırmalar hakkında bir fikir vermek için dikkatimi kadılar üzerinde yoğunlaştıracağım.

Uriel Heyd’in kadıların geliri hakkındaki mütalaalarından12, onların gelir kaynaklan hakkında birşeyler öğreniyor fakat oıevcut para miktan hakkında çok az bilgi ediniyoruz. Onların gelir kaynaklan 1. timarlar, 2. arpalıklar, 3. harçlar, 4. para cezalan, 5. kendi bölgeleri içinde, öngörülenden fazla aldıklan harçlar, kanunsuz olarak tahsil ettikleri para cezaları ve halktan talep ettikleri "sözde hediyeler" 6. ve hiçbir zaman eksik olmayan rüşvet gelirleri. Gelirlerinin miktarı yalnız harçlar için bellidir. Uriel Heyd’e göre kadılara, yalnız Osmanlı tarihinin ilk dönemlerinde timar verilirdi. Harçlar ilk olarak XV. ve XVI. asır kayıtlarında ortaya çıkmış ve daha sonra artmıştır. Bu muhtevayla Heyd, Celâlzâde’nin 1524’te “valilerin ve kadıların adaletsizlik ve baskılarından” şikayet ettiği bir raporu zikreder. Heyd veya onun kaynaklarına göre kadılığın yozlaşmasının sebeplerinden biri, belirli bir maaşa sahip olmamaları idi. Bu kaynakta, kadıların şahsî mülkleri ve gelirleri hakkında bilgi verilmiyor.

Ayn-ı Ali (1609)’ye dayanan Richard Repp, kitabında ilk şeyhülislâmlar hakkında daha fazla tafsilâtı bildiklerimize ekler13. Bu kaynak, yüksek rütbeli ulemanın bir kısmına hâzineden verilen maaşlar ve emekli aylıkları hakkında bilgi veriyor. İlâve olarak yazar kaynaklarda XVI. asrın ortalarından itibaren görülen önemli bir terim olan “Mahsul-i kaza”yı açıldığa kavuşturmağa çalışır. Bir kadının gelirini gösteren bu toplam, Uzunçarşıh’ya göre 1000 haneye 10 akçe esasma göre hesaplanıyordu. Bu hesaplamanın sonuçlan 70 veya 150 akçelik geliri olan kadılıklara rastladığımız defterlerde kaydedilmiştir. Repp'in güvenilir telakki etmediği Ebussuud’un bazı fetvalarına göre bu gelirlerin nâibler tarafından toplandığı kabul edilebilir. Tayin edilmiş bir kadının bir günlük akçe gelirinin kesin miktarım gösteren

Afaf Lutfl al-Sayyid Marsot, “The Wealth o f the Ulama in Late Eighteenth CenturyCairo”, Studies in Eighteenth Century Islamic History, s. 205-216.

^ Uriel Heyd, Studies in O ld Ottoman Criminal Law, ne§r. V.L. Menage, Oxford 1973, s. 212-215,295.

13 R.C. Repp, The Miiftii o f Istanbul. A Study in the Development o f the Ottoman LearnedHierarchy, Oxford 1986, s. 305-306.

Page 108: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

102 HANS GEORG MAJER

çok sayıda kayıttan Repp, kadıların derecelerine göre almış oldukları bir miktarı belirlemiştir. Ama bu bir istihkak ve tayin edilmiş gerçek bir maaş gibi değildir. Repp’e göre harçlardan elde edilen gelir ilâve idi. Çok daha yüksek bir yekûn tutan yıllık 5 keselik geliri olan Kaza (Çirmen)'e 150 akçeye tekabül eden bir gelir belirten Evliya Çelebi'nin Repp'in fikrini teyit ettiğine inanıyorum14. Diğer taraftan Halep Şer‘iyye Sicili’ndeki bir hüküm bu hususta şüphe yaratmaktadır15.

Halil İnalcık tarafından neşredilen 1431 tarihli “Defter-i Sancak-ı Arvanid”e16 dayanarak Repp, bu vilâyette bir kadının günlük gelirinin 9-18 akçe olduğunu hesaplamış ancak bu şekilde ödemenin yaygm olup olmadığının ve ne kadar süre devam ettiğinin tam bilinmediğini belirtmiştir. Buna karşın Nicoara Beldiceanu tahrir defterlerinden yola çıkarak timarlı kadıların mevcudiyetini kanıtlamıştır17. Bu kayıtlar kadılara timar tahsisatının bilinenden daha yaygın olduğunu gösterir. Fakat Beldiceanu detaylara girmez. Kayıtların bazılarında muayyen bir yerin kadısının timarı olarak açıkça belirtilmiştir. Bu yüzden memuriyet, tahsisat için esas idi. Beldiceanu 1479 tarihli bir belge ve 1512 ve 1520 araşma tarihlenen Hersekzade Ahmed Paşa'nm bir yazısmda, Kadılık harçlarına ilişkin daha fazla veri tesbit etmiştir.

XVII. ve XVIII. asırlarda kadıların bozulmasını ve ehliyetsizliklerini vurgulayan Yücel Özkaya, onların gelirleri hakkında da hayli tafsilat verir18. Madeline Zilfi XVIII. yüzyılda "en yüksek ulemanın muayyen ilmiye hizmetlerini ve mülâzemet vermede" âdil oldukları gerçeğini vurgular19. Bu muhtemelen bir tür gelir sayılmıştır. En azından nüfuz kullanmanın bir vasıtası idi.

Sancak ve kaza gibi küçük idari birimler üzerine yapılmış araştırmalar, kadıların gelirleri hakkında hemen hemen hiç bilgi ihtiva etmezler. Belki bu mahallî araştırmaların çoğu tahrir defterlerini esas aldıklarından bu konu

Bkz Hans Joachim Kissling, Beiträge zur Kenntnis Thrakiens im 17. Jahrhundert, Wiesbaden 1956, s. 38 Çirmen için; s. 49. 300 akçelik bir kaza olarak Filibe'nin yıllık geliri 10 kesedir.

^ İnalcık, “Şikâyet Hakkı”, s. 45,54.^ H icrî 835 Tarihli Sûret-i Defter-i Sancak-ı Arvanid, Ankara 1954.17 Nicoara Beldiceanu, Recherche sur la ville ottomane au XVe siècle. Etude et Actes, Paris

1973, s. 118-119; Nicoara Beldiceanu, Le Timar dans l’Etat ottoman (début XTVe - début XVIe siècle), Wiesbaden, 1980, s. 40-41.

18 Yücel Özkaya, XVHi. Yüzyılda Osmanlı Kurumlan ve Osmanlı Toplum Yaşantısı,Ankara 1985, s. 207-222.

19 Madeline C. Zilfi, "Elite Circulation in the Ottoman Empire: Great Mollas o f theEighteenth Century”, Journal o fthe Economic and Social History c f the Orient 26, 1983,s. 359.

Page 109: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

OSMANLI ULEMASININ EKONOMİK DURUMU 103

hakkında çok az bilgi verirler. Nejat Göyünç’e göre2° Mardin kadısının almış olduğu bir günlük gelir 50 akçe idi. 1518’de bu gelir, 18.000 akçelik bir timar olarak verildi. Bu timar gelirini birkaç evkaftan alıyordu. Ama bu uygulama 1526'daki bir suiistimal sebebiyle kaldırıldı. Daha sonraki yıllara ait kadı gelirlerinin hangi kaynaktan alındığı belli değildir. Bununla birlikte bu gelirlerin vergiden muaf olduklarını öğreniyoruz. Bir Canik kadısı, vergiden muaf olmasından başka kendine ait bir parça araziye, oğullarından biri bir timar. ve diğeri bir mâlikâneye sahipti. Bahaeddin Yediyıldız’m araştırmasında21, bölgedeki kadıların ekonomik durumları hakkında bulabildiği bilginin hepsi budur. Mısır ile ilgili bildiklerimiz biraz daha fazladır22. XVIII. yüzyılda ulema maaş ve tahsisatlarım aynî olarak alırdı. Sermaye, birazı ticaret olmak üzere çoğunlukla.gaynmenkule yatırılmıştı. Hatta toprak sahibi ulema aileleri bile vardı.

Repp, “Mufti of İstanbul” adlı kitabında ilk şeyhülislâmların ekonomik durumuna değinir23. Benzer bir yaklaşım Mehmet Ipşirli’nin yalanda çıkacak kadıaskerler hakkmdaki kitabından beklenebilir. Şimdiki halde ne kadıaskerlerin ve şeyhülislâmların servetlerini teferruatıyla tartışmak, ne de maaşlarını görevli oldukları vakıflardan alan müderrislerin ve cami personelinin24 durumlarına temas etmek mümkün değildir. Fakat yine de onların durumlarındaki pek çok soru, daha fazla araştırma ve tartışmaya ihtiyaç göstermektedir.

Nejat Göyünç, XVI. Yüzyılda Mardin Sancağı, İstanbul 1969, s. 47-48, 84.^ Bahaeddin Yediyıldız, Ordu Kazası Sosyal Tarihi, Ankara 1985, s. 63 ,70, 84, 91.22 Afaf Lutfi al-Sayyid Marsot, “The Political and Economic Functions of the Ulemâ in the

Eighteenth Century”, Journal o f the Economic and Social History o f the Orient 16, 1973, s. 135-152: kadılar bu araştırmaya dahü edilmemiştir. Galal H. El-Nahal, The Judicial Administration o f Ottoman E gypt in the Seventeenth Century, Minneapolis and Chicago, 1979, s. 23-24; kadıların ve Mısır Kadıaskerlerinin geliri hakkında birkaç mütalaa. Stanford J. Shaw, The Financial and Adm inistrative O rganization and Development o f Ottoman Egypt, Princeton N. J., 1962, s. 59-60. İbrahim el-Mouelhy, Etude documentaire: organisation et fonctionnement des institutions Ottomanes en Egypt (1517-1917), Ankara 1989, s. 91. Milletlerarası “XVIII ve XIX. Yüzyıllarda Suriye” konferansı (Erlangen, Temmuz 1989) esnasında okunmuş bildiriler arasında Karl K. Barbir ve Mozhe Ma’oz’un bildirileri Suriye ulemasının ekonomik durumlarına temas etmişlerdir. Bkz. K.K. Barbir, "Wealth, Privilege and Family Structure: The ‘Askar-'s o f 18th Century Damascus according to the Qass®m ‘Askar-> inheritance Records", The Syrian Lands in the 18th and 19th Century, neşr. Thomas Philipp, Stuttgart 1992, s. 179- 195; M. Ma‘oz, "Changes in the Position and Role of the Syrian ‘Ulam®’ in the 18th and 19th Centuries", The Syrian Lands in the 18th and 19th Century, s. 109-122.

^ Bkz. Repp, The Müftü, indeks, s. 322: “pay”.24 Onların ekonomik ve sosyal durumlarının aydınlatılması çalışmalarına bir örnek için

bkz. Hans Georg Majer, “Ulema und ‘kleinere Religionsdiener’ in einem Defter der Jahre vor 1683”, Osmanistische Studien zur Wirtschafts - und Sozialgeschichte. In memoriam Vanco Boskov, neşr. Hans Georg Majer, Wiesbaden 1986, s. 104-119.

Page 110: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

104 HANS GEORG MAJER

Özetlersek, şimdiye kadar Osmanlı ulemasının ekonomik durumuna dair araştırmalar, gelirin miktarı ve kaynaklarına dair bilgilerin toplanması üzerine yoğunlaşmıştı. Arpalık25 gibi kısa makaleler ve Ahmet Mumcu'nun kitabındaki26 rüşvet ve devre çıkmak gibi konular dışmda hemen hemen hiçbir sistematik çalışma yapılmamıştır. Benim görebildiğim kadarıyla kadıların masrafları hakkında hemen hemen hiçbir şey yazılmamıştır, ilmiye hakkında yayınlanmış incelemelerde kadıların servetleri veya ekonomik faaliyetlerine dair bilgi çok nâdirdir. Bu yüzden, ulemanın ve özellikle kadıların ekonomik durumları hakkında bildiklerimiz oldukça eksik tavsif edilmiş olabilir.

Kanaatimce ulemanm ekonomik durumu hakkmdaki bundan sonraki araştırmalar, hususi tahlillerden çıkmamış sınıflandırmalarla ve önceki genellemelerle etkilenmiş olmamalıdır. Herşeyden önce araştırma başkentin büyük ulemasına hasredilmiş olmamalıdır. Bu grup hakkmdaki araştırmalar için gereği kadar faydalanılmamış bazı kaynaklarda ve ilmiye hakkında tek merkezde toplanmamış araştırmalarda birkaç hareket noktası bulunabilir.

İlmiye hakkında bilgi ihtiva eden bazı kanunnâmeler araştırmacılar tarafından sık sık kullanılmıştır. İlâve metinlerin yayını27 bize, ulemanm gelirinin bir kısmının hukukî dayanaklarını daha sistemli olarak inceleme imkânı verir. Ulemaya, kadı ve nâiblere, imamlardan başka hatiblere ve hatta müezzinlere nerede ve ne zaman timarlann verildiğini ortaya çıkarmak çok önemli bir görevdir. Gelirin kaynağı ve miktarı da aynı şekilde açıklığa kavuşturulmak zorundadır. Bu ödev, en iyi şekilde haritacılık vasıtasiyle çözümlenebilir. Şu ana kadar yayınlanmış malzemeler, bu konudaki araştırmalar için yeterli değildir. Bununla birlikte Beldiceanu28 tarafından toplanmış referanslar belki bir başlangıç noktası olabilir.

Arpalıklar, harçlar, para cezalan, devre çıkmak ve rüşvet, kaynaklarda ve birkaç modem çalışmada -özellikle Heyd ve Mumcu’nun çalışmalannda- gösterilmiş olduğu gibi açıkça belgelenmiştir. Fakat biz, değişik pâyelerdeki, dönem ve bölgelerdeki ulemalar üzerine ayrıntılı kanılarda bulunmak

M. Tayyib Gökbilgin, “Arpalık”, İA, I, 592-595; Robert Mantran, “Arpalık”, E l2 , 1, 658; Mehmed Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I, s. 84-87; Birkaç farklı mütalaa için bakınız Hans Georg Majer, Vorstudien zur Geschichte der ilm iye im Osmanischen Reich. I: Zu Uşakîzade, seiner Familie und seinem Zeyl-i Şakayık, München 1978, s. 249-256.Rüşvet ve devre çıkmak metodu için bakınız Ahmet Mumcu, Osmanlı Devletinde Rüşvet (Özellikle Adlî Rüşvet), Ankara 1969, s. 125-155, 296-304.Selami Pulaha-Yaşar Yücel, “Le code (Kanunnâme) de Selim 1er (1512-1520) et certaines autres.lois.de la deuxième moitié du XVIe siècle”, Belgeler XII/16, (1987), s. 1- 99; Musa Çadırcı, “Tanzimat'ın İlanı Sırasında Osmanlı İmparatorluğunda Kadılık Kurumu ve 1838 Tarihli ‘Tarik-i İlm iyye’ye Dair Ceza Kanunname’si”, T arih Araştırmaları Dergisi 14/25,1981-1982, s. 139-161.Bkz. yukarıda not 17.

Page 111: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

OSMANLI ULEMASININ EKONOMİK DURUMU 105

durumunda değiliz. Sonuç olarak genellemeler yapmak vakitsiz gibi görünmektedir.

Resmi gelirlerine dahil olarak kendilerine oturacak bir yer tahsis edilen ulema daha ucuz yaşar. Kaynaklarda kadılar, müderrisler ve cami görevlileri için ayrılmış vakıf hâneler buluruz29. Referanslar düzenli olarak toplanmış ve farklı bir usulde kullanılmış olmalıdır. Suraiya Faroqhi tarafından hâneler hakkında yapılmış araştırma30, ne yazık ki umumiyet itibariyle askerî sınıf ile ilgili rakamlardan ulemaya dair rakamları ayırmaz. Yine de bu çalışma diğer bir hareket noktası olabilir.

Bir kısım ulemanın her yönüyle gelirinin başlıca kaynağı olan vakıf kuruluşları, ev ve yiyecek tayinlerinden başka özellikle ulema için mütevelli veya nazır gibi vazifeler vererek ilave gelirler njeydana çıkarmışlardır31. Fakat ulemanın ne kadarının bu görevlerde bulunduğu açıklığa kavuşmuş değildir32.

Çeşitli kaynaklar konunun aydınlatılmasına yarayacak yararlı bilgileri içermesine rağmen, ulemalara devlet kasasından yapılan ödemeler konusu henüz araştınlmamıştn33. Sultanlar, uzun bir zaman zarfında ödenen bir gelir veya bir ödeme, bir ihsan şeklindeki hediyeler vermek konusunda cimri davranmıyorlardı. Bu hediyeler, birkaçı muhafaza edilmiş ve yayınlanmış

Bkz. Ömer Lütfi Barkan-Ekrem Hakkı Ayverdi, İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953 (1546) Tarihli, İstanbul 1970, s. 16 (No. 113), 17 (No. (117), vd.; D as osmanische Registerbuch der Beschwerden (Şikâyet Defteri) vom Jahre 1675, neşr. Hans Georg Majer, Wien 1984, s. 114b/6,175a16.

Suraiya Faroqhi, Men o f M odest Substance. House Owners and House Property in Seventeenth-Century Ankara and Kayseri, Cambridge 1987.Örnek için bkz. Ömer Lütfi Barkan, “Edime ve Civarındaki Bazı İmâret Tesislerinin Yıllık Muhasebe Bilançoları”, Belgeler 1/1-2 (1964), s. 235-377, özellikle s. 248-250,271- 274,292-294,299-300,303-307, 316-317, 322-323, 328,338-339,349-353, 369-374.Ruth Roded, “Quantative Analysis o f Waqf Endowment Deeds: A pilot Project”, Osmanlı Araştırm aları, 9 (1989), s. 68. Analiz edilen 104 vakıftan 76'sı idari sistem üzerine bilgiler vermiştir. Yöneticilerin % 36'sı ulema sımfmdandı ve bunların çoğu bu mevkiye ulema sınıfından oldukları için atanmışlardı. Yalnızca bir alim başka bir nedenle bu göreve getirilmişti.Bkz. Halil İnalcık, “Osmanlı İdare, Sosyal ve Ekonomik Tarihiyle İlgili Belgeler: Bursa Kadı Sicillerinden Seçmeler”, Belgeler X /14 (1980-1981), s. 37-38, 80 (Nr. 108); Ömer Lütfi Barkan, “H. 933-934 (M. 1527-1528) Malî Yılma Ait Bir Bütçe Örneği”, İktisat Fakültesi Mecmuası (-İFM ) 15 (1953), s. 251-329, özellikle s. 308, 314, 320-321; Ömer Lütfi Barkan, “954-955 (1547-1548) Malî Yılma Ait Bir Osmanlı Bütçesi”, İFM 19 (1957), s. 219-276, özellikle s. 263, 266, 268; Ömer Lütfi Barkan,- ‘-‘974'-975 (1567-1568) Malî Yılma Ait Bir Osmanlı Bütçesi”, İFM 19 (1957), s. 277-332, özellikle s. 309 (Sâlyâne-i kadıaskerân-ı vilâyet-i Rumeli ve Anadolu); Shaw, The Financial and Administrative Organization, s. 184; L. Fekete, Die Siydqat-Schrift in der türkischen Finanzverwaltung, vol. I, Budapest 1955, s. 630-691,758-759,777, 783.

Page 112: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

olan “Inamat Defterleri”nde kaydedilmişti34. Ulema ve aileleri, özellikle şair oldukları takdirde hediye alan kimseler olarak görünmektedirler35. Yüksek dereceli ulema, başkentteki nüfuzlu meslektaşları ile iyi ilişkiler kurmak isteyen taşra ulemasından3 6 veya yabancı elçilerden de hediyeler almışlardır37.

Yukarıda belirtildiği gibi kadıların ve ulemanın masrafları üzerine şimdiye kadar çok az yazılmıştır. Timarlı kadıların bazısmm askerî görevlerinden başka, bir memuriyeti elde etmenin maliyeti ve aym zamanda bazı ulemanın lüks hayata dalma istidatları da bazı kaynaklarda ifade edilmiştir. Elbette kadıların ailesi ve hizmetçilerinin refakatinde değişik görev mahallerine yaptıkları seyahatlann masrafı mazul yaşamak zorunda kaldıkları zaman zarfındaki masrafları kadar yüksek idi. Bundan başka sicillerin kâğıt ve cilt masraflarım kim ödemişti? Kadıların bu masrafları kendi ceplerinden yapmaları mı bekleniyordu? Yoksa resmî masrafların karşılanması için bir bütçe mi tahsis edilmişti?

Masrafların belirlenmesinden artan miktar bir ailenin serveti için esastır. Ulemanın veya ailelerinin şahsî eşyası hakkında çok az şey yazılmıştır. Ancak vefat etmiş ulemanın mallarının listelerini ihtiva eden kassam sicilleri gelecekte bu boşluğu tamamen doldurmuş olabilecektir. Ne yazık ki ne Barkan38, ne Liebe-Harkort39, ne de Hüseyin Özdeğer40 çeşitli mülk envanterlerini çıkarırken ulema ve ulema olmayanlar arasında bir ayrım

106 HANS GEORG MAJER

34

35

36

37

38

39

40

Ömer Lütfi Barkan, “İstanbul Saraylarına Ait Muhasebe Defterleri”, B elgeler IX/13 (1979), s. 296-380.İsmail Eriinsal, “Türk Edebiyatı Tarihinin Arşiv Kaynaklan I: II. Bayezid Devrine Ait Bir İn'âmât Defteri”, Tarih Enstitüsü Dergisi 10-11 (1979-1980), s. 303-342; II: Kanunî Sultan Süleyman Devrine Ait Bir İn'âmât Defteri”, Osmanlı Araştırmaları 4 (1984), s. 1-17.Butrus Abu-Manneh, “The Husaynis: The Rise of a Notable Family in 18th Century Palestine”, Palestine in the late Ottoman Period, neşr. D. Kushner, Jerusalem, Leiden 1986, s. 98-99,103-105.Mary Lucille Shay, The Ottoman Empire From 1720 to 1734 as Revealed in Despatches o f the Venetian Baili, Urbana 1944, s. 52; A.H. de Groot, The Ottoman Empire and the Dutch Republic. A H istory o f the E arliest D iplom atic R elations 1610-1630, Leiden/istanbul 1978, s. 27.Ömer Lütfi Barkan, “Edime Askerî Kassamma Ait Tereke Defterleri (1545-1659)”, Belgeler IB/5-6 (1966), s. 1-479.Klaus Liebe-Harkort, Beiträge zur sozialen und wirtschaftlichen Lage Bursas am Anfang des 16. Jahrhunderts. Ergebnisse aus der Untersuchung einiger Erbschaftshefte mit einem Überblick über die zeitgenössischen Vorschriften und Vorgänge auf dem Markt der Stadt. Diss. Hamburg 1970.Hüseyin Özdeğer, 1463-1640 Yılları Bursa Şehri Tereke Defterleri, İstanbul 1988.

Page 113: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

OSMANLI ULEMASININ EKONOMİK DURUMU 107

yapmamışlardır. Bununla birlikte ulemanın tarihi için bu kıymetli malzemeyi kullanmak mümkün ve gereklidir41.

Kassam sicilleri kadar konuya açıklık getiren’kaynaklar mevcut değilse de ulemanın zenginlik veya fakirliği üzerine dolaylı bilgiler bulabilmekteyiz. Muhtelif tahrir defterlerinde, şehirlerde bulunan bahçelerin sahiplerini gösteren listelerde ulemaya da rastlarız42. Emlâk alım satımı veya para borçlanmalarının kayıtlarım ihtiva eden sicillerde ulema da bu işlemlerde taraf olarak görülmektedir. Mültezimler kendi sermayelerine ihtiyaç gösterdiği gibi, kaynakların bahsettiği ulemayı temsil eden mültezimler de bizim için faydalıdır. Bir vakıf kuruluşu, elbette vakfedenlerin ekonomik durumunun bir göstergesi olabilir. Sadece bir örnek verirsek: Madeline Zilfi’nin Şeyhülislâm Dürrizade Mustafa Efendi vakfiyesini tahlilinden, Mustafa Efendi'nin İstanbul ve civarında 17 hane, Konya’da bir değirmen ve birkaç arsaya sahip olduğu ortaya çıkar43. Bahaeddin Yediyıldız XVIII. yüzyılda yeni kurulmuş vakıfları tahlil etmiş ve vakıfların sadece % 15’inin ulema tarafından kurulmuş olduğu sonucuna varmıştır44. Bu durum XVIII. yüzyıl ulemanın siyasi tesirinin zirvesine vardığı devir olduğu için çok şaşırtıcıdır.

Şimdiye kadar yapılmış araştırmalar, Osmanlı İmparatorluğunda ulemanın ekonomik durumunun başarılı bir tasvirinin, mahdut birkaç kaynakla bile mümkün olduğunu gösterir. Şurası unutulmamalıdır ki ulema konusunun incelenmesine yalnızca bir meslek grubu olarak ulemalık ya da tek tek şahıslar değil, ulemanın ailesi de dahil edilmelidir. Ulema veya en azından ulemanın bazıları aristokrasi gibi birşey oluşturmuş ise, bu ulema aileleri birkaç kuşaktır zengin ve nüfuz sahibi olmalıydılar.

Özetlersek: Şimdiye değin yapılan araştırmaların ışığında ulemanın maddi durumu hakkında en fazla şu "genellemeyi" yapabiliriz: Bunların bazıları zengin, bazıları fakirdi; bazıları nüfuz sahibi, bazıları etkisizdi; bazıları bir dönemde, bazıları ise bir başka dönemde...

Bir örnek için bkz. Majer, Vorstudieıı, I, 182-194.Bruce McGowan, Sir em Sancağı Mufassal Tahrir Defteri, Ankara 1983, s. 7, 8, 11, 158, 160 vs.ZUfı, “Elite Circulation”, s. 350.Yediyıldız, Institution du vaqf, s. 163, 166.

Page 114: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16
Page 115: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

XIX. YÜZYIL SONLARINDA EBNIYE-I SENIYYE İDARESİ

(GÖREVLERİ VE TEŞKİLÂTI)

Arzu T. Terzi*

Giriş

Osmanlı padişahları XIX. yüzyıla kadar Topkapı Sarayı'nda ikamet ederler, nadiren de dinlenme ve özellikle avlanma amacıyla kasr-ı hümâyûnlarda kalırlardı. Tanzimat'ın ilânından sonra batı etkisiyle padişahlar ve hanedân üyeleri Topkapı Sarayı'ndaki kapalı hayatlarından tamamen sıyrılmışlardı. Nitekim bu dönemde- padişahlar Dolmabahçe ve Yıldız Sarayları'nda otururlar ve zaman zaman hafta sonlarını sahilsaray ve köşklerde geçirirlerdi. Diğer yandan şehzâde ve evlenen sultanlar için ayrı saraylar tahsis edilirdi. İstanbul'daki padişahlık makamına âit bu saray ve kasr-ı hümâyûnların hepsi "ebniye-i seniyye" adıyla anılır Ve inşaları ve onarımları şehremini1 ile mimarbaşılann müşterek çalışmaları neticesinde gerçekleşirdi. Şehreminleri inşâata âit malzemelerin tedarikini, masraflar ve yevmiyelerin verilmesini temin ederler ve bu husûslara dâir hesap defterlerini tutarlardı2. Mimarbaşılar ise tamir veya inşa edilecek binanın keşif, plân ve inşâ gibi teknik işleriyle meşgul olurlardı3. Ancak zaman içerisinde bu iki birim arasında varolan anlaşmazlıkların fazlalaşması neticesinde, 28

*Dr., İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü.

Burada şehreminliği ile son dönemde İstanbul'un şehir işleriyle meşgul olan ve yakın zamana kadar Şehremâneti adı verilen İstanbul Belediye Reisliği kast edilmemiştir. Şehreminliği, OsmanlIlarda Tanzimat'a kadar saray ve hükümete âit bina inşa ve tamirat işleriyle meşgul olan, Galatasarayı ve İbrahimpaşa sarayının yiyecek ve giyeceklerine, eski ve yeni sarayların, harem-i hümâyûnun maaş ve masraflarına bakan ve şâir vazifeleri olan önemli bir memuriyettir (İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti'nin Saray Teşkilâtı, Ankara 1984, s. 375.

2Şehreminliği ile ilgili tafsilât için bkz. Ahmet Işık, Osmanlı Devletinde Şehreminliği Müessesesi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi Anabilim Dalı Bitirme Tezi, İstanbul.

Tuncer Uzunok, Osmanlı imparatorluğunda Mimarbaşılık Müessesesi XVI. Asır, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Mezuniyet Tezi, İstanbul 1966, Tarih Seminer Kütüphanesi, nr. 967, s. 27.

3

Page 116: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

110 ARZU T. TERZİ

Cemaziyelevvel 1247 (5 Kasım 1831)'de her iki vazife yani şehreminliği ile mimarbaşılık birleştirilerek Ebniye-i Hassa Müdürlüğü kurulmuştu4 .

Tanzimat'ın ilânından soma devletin her kademesinde yapılan yeni düzenlemelere paralel olarak, padişahın gelir ve giderlerini idâre eden ve bütün saray ve kasr-ı hümâyûnların inşa, onarım, yiyecek, içecek, mefrûşat ve şâir masraflarıyla buralarda görev yapan personelin maaş ve tayinâtlannı karşılayan ve bu haliyle devletin bir iç hâzinesi görünümünde olan Hazine-i Hassa teşkil edilmişti5. Dolayısiyle bu yeni dönemde saray ve kasr-ı hümâyûnların inşâ ve tamirleriyle vazifeli Ebniye-i Seniyye Anbarı da, Hazine-i Hassa'nın emrinde görev yapan bir birim haline gelmişti6

1. Ebniye-i Seniyye İdâresinin Vazifeleri

Hazine-i Hassa Nezâreti'ne bağlı bir müdürlük şeklinde idâre edilen Ebniye-i Seniyye Anbarı İdâresi'nin XIX. yüzyıl sonlarında yükümlü olduğu vazifelerini ve bunları ne şekilde gerçekleştirdiğini, elimizde mevcud iki nizâmnâme sayesinde tespit edebiliyoruz7 .

Ebniyye-i Seniyye Müdürlüğü'nün vazifeleri iki ana bölüme ayrılıyordu. Bunlardan ilki müdürlüğün sorumluluğunda bulunan binaların belirli aralıklarla kontrollerinin yapılması; diğeri ise padişahın iradesi neticesinde yapılacak binaların inşaları ve tamire ihtiyacı olduğu tespit edilen yapıların onanmıydı.

a. Ebniye-i Seniyyenin Kontrolü

Öncelikle Ebniye-i Seniyye îdâresi, nezâreti altında bulunan binaları belirli aralıklarla kontrol etmek zorundaydı8 . Müdürlüğün sorumluluğunda bulunan Yıldız, Dolmabahçe ve Topkapı Sarayları ile kasr-ı hümâyûnlar kontrollerinin kolaylıkla yapılabilmesi için, bulunduktan mevkilere göre kendi içlerinde üç kısma ayrılmışlardı.

Ahmed Lütfi Efendi, Lütfi Tarihi, III, (İstanbul 1292), s. 165; Osman Nuri [Ergin], Mecelle-i Umûr-ı Belediye, I, İstanbul 1922, s. 980, 1365.ve onlardan naklen Uzunçarşılı, a.g.e., s. 377-378; Işık, a.g.tez., s. 17.

Bu konuda teferruatlı malûmat için bkz. Arzu T. Terzi, Hazine-i Hassa Nezâreti, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü basılmamış doktora tezi, İstanbul 1997.

Terzi, a.g.tez., s. 76.

Hazine-i Hassa Nezâreti, Matbaa-i Osmaniye, Dersaâdet 1310. Bu yayının içinde ebniye-iseniyyenin muayenesinin ve bina, inşasının ne şekilde yapılacağını ihtiva eden iki talimatnâme yer almaktadır. Atatürk Üniversitesi Seyfettin Özeğe Bağış Kitapları içinde yer alan bu eserin, fotokopisini gönderme lütfunda bulunan Dr. Ersin GUlsoy'a teşekkür ederim.

"Ebniye-i seniyyenin sûret-i muayenesi hakkında olup mer'iyyet-i ahkâmına fi 9 Mart sene1308 tarihinde irâde-i seniyye-i mülûkâne şeref-müte'allik buyurulan talimatdır", a.g.e.,s. 2-3.

Page 117: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

XIX. YÜZYIL SONLARINDA EBNİYE-1 SENİYYE İDARESİ 111

Buna göre, Yıldız Sarayı mabeyn-i hümâyûnuyla, bendegâna mahsus olan çeşitli dâireler, Ayazağa, Maslak ve Nüzhetiye kasr-ı hümâyunları ve Nişantaşı'ndaki Taş Konak birinci kısımdı.

Harem ve Efendilere âit dâireler ile Hırka-i Saâdet ve Emânete mahsûs yerlerin dışında9, Dolmabahçe ve Topkapı Sarayı; Koşu, Çağlayan ve Mîrahor kasr-ı hümâyûnları ikinci kısmın içinde yer almışlardı.

Beylerbeyi Sahilsarayı, Kalender, Beykoz, Tokad, Küçüksu, Hekimbaşı, Alemdağı kasr-ı hümâyûnları ise üçüncü kısımda bulunuyorlardı.

Her bir kısımda yer alan binaların tamirlerinin tespit edilmesi ve muhafazalarının sağlanması amacıyla, denetimlerini yapmak için bir kalfa ile bir mühendis görevlendirilmişti.

Her kalfa ve mühendis müşterek olarak kendilerine havale edilen saray ve kasr-ı hümâyûnların halihazırdaki durumlarını yazm nisan, haziran ve ağustos aylarında, kışın ise ekim, kasım, aralık, ocak, şubat, mart aylarında kontrol ederlerdi.

Binalarda zamanla oluşabilecek hasarlar iki kısma ayrılmıştı. Bunlardan ilki kurşun, kiremid ve borulardan akarak pencere, çerçeve ve pancurlardan binaya girebilecek su yerleri; saçak ve kurşunların taş, sıva ve boyalarının bozulması gibi az bir zaman zarfında büyük mahzurlara yol açabilecek dolayısiyle acil olarak tamir edilmesi gereken hasarlardı. Diğeri ise bina içinde onarımı geciktirilse dahi binayı herhangi bir tehlikeye maruz bırakmayacak hususlardı. Buna göre sorumlu oldukları saray ve kasırların, bu yerlerde vazifeli bekçibaşılar ile birlikte dikkatli bir şekilde muâyenelerini yapan kalfa ve mühendisler, tamire ihtiyaç hissedilen yerler tespit edildiği takdirde bir keşif defteri tanzim ederler; muâyenenin neticesini ihtiva eden bir rapor düzenleyerek, bekçibaşma da mühürlettikten sonra Ebniye-i Seniyye Anban Müdüriyeti'ne verirlerdi.

Saray ve kasr-ı hümâyûnlar padişahlık makamına âit seçkin yapılar olduklarından, bu gibi tamire muhtaç olan yerlerin aslına uygun olarak yapılmalarına, orijinalliklerinin bozulmamasma da özen gösterilmiştir. Nitekim bu yerler vaktiyle ne şekilde yapılmış ve bu esnada hangi tip harç ve

İstisna olunan bu yerler ve burada adı geçmeyen ebniye-i seniyyenin tamir ve inşası ise, bu husûsda padişahın vereceği iradeye uygun olarak hareket edilmek suretiyle yapılırdı (a.g.e s. 3). Meselâ Mehmed Selim Efendi'nin Istabl-ı Âmire'deki ahırlarının tamiri ve bir süthane inşası Lalası Baha Bey'in yazdığı bir müzekkire ile bildirilmiş, Ebniye-i Seniyye Müdürlüğünce ilk keşif yapılıp bu tamir ve inşaafın ne kadara mâl olacağının tespit edildiği bir keşif defteri hazırlanarak Hazine-i Hassa Nâzın'nın durumu bildirilen tezkiresi ile birlikte padişaha sunulup gerekli irade alındıktan sonra tamir ve inşa faaliyetine girişilmiştir (Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Yıldız tasnifi-Mütenevvî mâruzât (Y.MTV), nr. 191/65).

Page 118: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

112 ARZU T. TERZİ

levâzım kullanılmış ise, yine aynı malzemenin kullanılmasına dikkat edilmek sûretiyle, keşif defterleri tanzim edilmiştir.

Bir binada yukarıda zikr edilen iki tür hasarın ikisi de varsa, herbiri için ayrı keşif defteri düzenlenir, tamiratın yapılmasında bir aciliyetin olup olmadığı da ayrıca belirtilirdi. Yapılan kontrol neticesinde tamire muhtaç bir yerin olmadığı tespit edildiğinde ise, yine bir rapor düzenlenerek bu husûsa işaret edilir ve binanın bekçibaşısma da ilgili rapor mühürletilirdi.

Muâyene sırasında binalardan tamire muhtaç olanlar için harcanması gereken akçenin hakikî ihtiyaç nisbetinde olmasına ve onarımm gereksiz bir şekilde geniş tutulmamasma kalfa ve mühendisler dikkat ederlerdi.

Görevli oldukları binaların yukarıda belirtilen ayların başlarında kontrollerini yaparak rapor ve keşif defterlerini hazırlayan kalfa ve mühendisler, bunları, adı geçen ayların onbeşinci gününde Ebniye-i Seniyye Anbarı Müdüriyeti'ne teslim ederlerdi. Denetlenen aylar dışmda ebniye-i seniyyenin birinde herhangi bir hasar meydana geldiğinde ise, durum binanın bekçibaşısı tarafından Ebniye-i Seniyye Müdürlüğüne haber verilir ve ilgili binanın bulunduğu kısımda görevli mühendis ve kalfa, haber tarihinden itibaren üç gün içinde mahalline gidip, derhal gerekli araştırmayı yaparak raporu hazırlardı.

Muâyene ile görevli kalfa ve mühendislere, kendilerine bağlı binalara gitmek üzere binecekleri kayık, araba gibi ulaşım araçlarının ücretleri müdürlükçe karşılanırdı.

b. Ebniye-i Seniyyenin Tamir ve İnşasının Safhaları

Ebniye-i Seniyye Müdürlüğü tarafından bir yandan binaların sene içinde kontrolleri bu şekilde yapılırken, diğer yandan da yeni binaların inşaları ve tamire ihtiyaç görünenlerin ise onarım işlemleri gerçekleştirilirdi10.

Tamir ve inşa işlemlerinin yapılması için ise ebniye-i seniyye dört dâireye ayrılmıştı:

1. Yıldız Sarayı mabeyn-i hümâyûnu ile bendegâna mahsus olan çeşitli dâireler, Ayazağa, Maslak, Nüzhetiye kasr-ı hümâyûnları ve Nişantaşı'ndaki Taş Konak;

2. Harem ve Efendiler ile Hırka-i Saâdet ve emânete mahsus dâirelerin dışındaki Dolmabahçe Sarayı, Topkapı Sarayı, Koşu, Çağlayan, Mîrahor kasr- ı hümâyûnları;

"Ebniye-i Seniyye inşâat ve tâmiratına dâir talimatdır", 4 Mayıs 1309 (29 Şevval 1310/15Mayıs 1893), a.g.e., s. 4- 6.

Page 119: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

XIX. YÜZYIL SONLARINDA EBNÎYE-Î SENİYYE İDARESİ 113

3. Beylerbeyi Sahilsarayı, Kalender, Beykoz, Tokad, Küçüksu, Hekimbaşı, Alemdağı kasr-ı hümâyûnları;

4. Emlâk-ı hümâyûn komisyonu marifetiyle yönetilen yerlerdi.Her dâire içinde bulunan binaların tamir ve inşâ faaliyetleri için bir kalfa

tayin edilmişti. Bu kalfalar görevlerine gösterdikleri ihtimamdan dolayı zaman zaman daha da gayretlendirilmek amacıyla taltif ediliyorlardı11.

İlk Keşif

Binaların inşa ve tâmiratına geçilmeden önce, bu işlemlerde ne tür malzeme kullanılacağım ve ne mikdar meblağ harcanması gerektiğini tespit amacıyla bir ilk keşif yapılırdı.

İlk keşfin yapılabilmesi için Hazine-i Hassa Nezâreti'nden gelen evrak, Ebniye-i Seniyye Anbanndaki evrak defterine kayd edilerek keşif için görevlendirilen bir mühendise verilirdi. Mühendis evrakı aldıktan sonra keşfi yapılacak yer hangi dâireye âit ise, o dâireden sorumlu olan kalfa ile beraber ilk keşif yapılırdı. Keşif esnâsmda onanmın sırasına göre hazırlanacak ve içinde kullanılacak levâzımm cinsi, çeşidi ve ebâdınm yer alacağı bir keşifnâme tanzim edilirdi12. Bu ilk keşif defterlerinde tamir yeya inşa için kullanılacak malzemelerin fiyatlarının ve binanın inşa ve tamiri için ihtiyaç olan toplam meblağm tutarının da tahminî olduğu bizzat yazıyla belirtilir, bu yazı kalfa ve mühendis tarafından mühürlenirdi13. îlk keşifde yazılan ölçülerden mühendis ve kalfa müşterek olarak, tespit edilen fiyatlardan ise yalnız kalfa mes'ul tutulurdu.

Dört dâireden birine nezâret eden kalfanın meşru bir mazeretle ilk keşifde bulunamaması halinde, müdüriyetten diğer bir kalfa seçilirdi.

Binaların muâyeneleri sırasında tespit edilen cüz'î tamirlerin dışında, ilk keşfi yapılmadan ve Hazine-i Hassa Nezâretinden izin alınmadan inşaat ve tamir işleminin yapılması yasaktı. Ancak Ebniye Anban Müdüriyetine veya kalfalardan birine bir ameliyatın hemen icrâsı hakkında irade tebliğ olunduğu takdirde iradenin tebliğ tarihinden îtibâren bir hafta içinde ilk keşif yapılarak nezârete bildirilirdi. Eğer bu sırada keşifnâmenin tanzimi mümkün olamaz ise yine aynı zaman içerisinde nezârete bu konuda bilgi verilirdi14.

11

1213

14

Meselâ bu amaçla Ebniye Kalfası Mihran Efendi'ye "dördüncü rütbeden nişân-ı mecidî"ihsan edilmişti (BOA, Îrade-Dahiliye, nr. 74793).

Hazine-i Hassa Nezâreti, s. 4.

Y.MTV., nr. 14/71; nr. 191/65. Bu numaralarda birer ilk keşif defteri de bulunmaktadır.

a.g.e., s. 4.

Page 120: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

114 ARZU T. TERZİ

İnşa ve Onarım İşlemi

İlk keşiften sonra binaların inşa veya onarımma geçilirdi. Emâneten veya maktûen15 yapılan inşaat ve tamirat, binanın bağlı olduğu dâirenin kalfasının nezaretinde gerçekleşirdi.

Emânet usûlüyle tamir veya inşâ olunan her binada okur-yazar, işden ve levazımdan anlıyan bir mutemed bulunurdu. Genel olarak işinin başmda sürekli durmakla yükümlü olan mutemed, meşrû bir mazeretle gelemediği takdirde bunu Ebniye-i Seniyye İdâresine bildirir ve yerine idâre tarafından vekâleten bir mutemed tayin olunurdu. Bu gibi durumlarda işe başlamadan önce, mevcud eşya ve levâzımlar o dâirenin kalfası tarafından vekile devr olunur ve vekil kendi muâmelelerini ayn bir deftere kayd ederdi. Aynca vekil vekâlet işinin sonunda, asıl mutemede devir ve teslim işlemini yapmaya ve ilgili defteri dahi mutemede teslim etmeye mecburdu.

Mutemed binaya getirtilen eşyanın cinsi ve mikdarıyle çâlıştirılan işçilerin isimleri ve yevmiyelerini ihtiva eden bilgileri, Ebniye Anban'ndan verilecek tasdikli deftere günü gününe kayd eder ve her günün bitiminde kalfa ve mutemed müşterek olarak bu kısmı mühürlerdi. Binanın tamir veya inşâsının tamamlanmasından sonra bu defter anbara teslim edilirdi. Belirtilen defteri tutmayan veya tutup da eşya ve yevmiyeyi günü gününe kayd etmeyen ve kalfaya mühürletmeyen mutemedin bir aylık maaşı kesilir, hatta icabmda görevden dahi uzaklaştınlabilirdi.

İnşaat sırasmda bina için sarfına ihtiyaç görülen eşyanın taleb edilebilmesi için, üç gün önceden pusulasının hazırlanarak mutemed tarafından tasdik edildikten sonra Ebniye-i Seniyye Anban İdâresi kalemine verilmesi gerekirdi. Bunun üzerine idâre üçüncü günün akşamına kadar istenilen eşyayı mahalline gönderirdi.

Keşfi gereğince tamir veya inşâsına başlanan binanın aslma ve istenilene göre az veya çok değiştirilmesi, mutlaka hazine tarafından verilecek bir resmî evrakla mümkündü. Aksi halde meydana gelecek masraf ve zarardan ilgili kalfa sorumlu tutulurdu.

Keşfe gerek olmayan ve üç yüz kuruşa kadar levâzım ve nakdin harcanmasıyle yapılması mümkün olan cüz'î tamirler için istenilen eşya, o mahallin kalfası tarafından bir pusulaya yazılıp altı mühürlendikten ve eşyanın sarfını isteyen memura da tasdik ettirildikten soma, Anbar Müdüriyeti'nden

Ebniye-i Seniyye Anban tarafından yapılan ilk keşif neticesinde tamir veya inşa için tespit edilen masraf tutannm, ebniye-i seniyye anbarında yapılan münakaşa (açık eksiltme) neticesinde daha az bir mıkdara yapılması mümkün olduğu takdirde o zaman inşa veya tamirat maktuen ihale edilirdi. Maktuen yapılan inşa ve tamirlerde talibiyle Ebniye-i Seniyye Anban arasında bir mukavele senedi düzenlenir ve o şahsa kefil olan şahıs senedin üzerini mühürlerdi (Y.MTV., nr. 190/116).

Page 121: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

XIX. YÜZYIL SONLARINDA EBNİYE-İ SENİYYE İDARESİ 115

onayı alınır ve satın alınarak yerine ulaştırılırdı. Eşya tamamen teslim edildiğinde ise bir makbuz senedi tanzim olunur ve bu sened önce satıcı, sonra eşya isteyen memura mühürletildikten sonra Ebniye Anbarı îdâresi kalemine teslim olunurdu.

Satın alındıktan sonra yerine teslim olunan eşyanm numûnesine uygunluğundan, numûnesi olmayan eşyanm ise anbardan istenilen cinsden ve iyi olup olmamasından kalfa, satıcı ve mutemed; eşyanm adet ve mıkdanndan ise satıcı ile mutemed sorumluydu. Gelen eşya uygun olmadığı takdirde hemen iâde edilir ve bu durumdan Ebniye-i Seniyye Anban haberdar edilirdi.

Binalarda çalıştırılacak işçiler ve alacakları yevmiyeleri kalfa tarafından tayin edilirdi. İşçilerin yevmiyyeleri ise kalfa tarafından değil de, her haftanın sonunda anbardan görevlendirilecek memurlar marifetiyle bizzat ellerine ödenirdi.

Binaların emânet veya maktû şekilde tamirine başlanmasından sonra, ilk keşfin neticesi dışmda bir durum ortaya çıkması halinde kalfası veya müteahhidi bu konuda hemen bir rapor hazırlayarak-müdüriyete verirdi. Rapor müdür tarafından muâyene edilip tasdik edildikten sonra Hazine-i Hassa Hey'et-i îdâre'sine takdim edilir ve heyet tarafından resmî izin alınmadıkça onarım yapılamazdı.

Maktûen inşâ veya tamir olunan binanın fenne ve keşfine uygun olmayan bir şekilde yapıldığı tespit edildiğinde, ilgili dâirenin kalfası tarafından yazılı olarak Ebniye Anban Müdüriyeti'ne haber verilir ve inşaâtm tatili istenirdi16

İkinci Keşif

Binaların inşaları veya tamirleri bittikten sonra da bir takım işlemler yapılırdı. Buna göre sona eren inşaat ve tamirler maktûen icra olunmuş ise müteahhidinin vereceği arzuhal üzerine, emâneten yapılmış ise son sarfiyat jurnali hazırlandıktan soma, müdüriyetden seçilecek mühendis ve kalfa tarafından ikinci keşif yapılırdı.

Maktûen yapılan inşâ ve tamirlerde bir eksiklik görüldüğü takdirde uygun bir süre içinde müteahhidine tamamlattınlırdı. Noksanın ıslahı mümkün olmadığı zaman binaya herhangi bir zararı dokunmayacak bir eksiklik ise o kısma âit masraflar ödenecek mıkdardan indirilir ve bununla da yetinilmeyip beşte birlik bir ceza indirimi de uygulanırdı.

Her ne şekilde olursa olsun müteahhidin taahhüdü altmda olan işi noksan icra ederek ona karşılık ilk keşif haricinde bir iş yapdığı ortaya çıkar

Hazine-i Hassa Nezâreti, s. 5-6.

Page 122: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

116 ARZU T. TERZİ

da müteahhid bu husus için resmî bir evrak da ibraz edemez ise kesinlikle ihale iptal edilirdi.

Emâneten inşa ve tamir olunan binalarda fennen görülecek noksanlar kalfasına tazmin ettirilerek tamamlattırıiırdı. İnşaatın sağlamlığı, isteğe ve keşfine uygun olduğu ikinci keşif ile ortaya çıktığında, keşif haricindeki yüzde beşe kadarlık masraflar kabul edilebilirdi17 . İlk keşifte yapılacak masrafın tespitine karşılık ikinci keşifte bu meblağm beklenenden çok daha fazla çıkması halinde ise, Ebniye-i Seniyye mühendis ve kalfaları tarafından, yapılan inşa ve tamirat tahkik edilerek bir rapor düzenlenir ve Hazine-i Hassa Nezâretine sunulurdu18. Neticede beklenenden fazla harcamalardan kalfa sorumlu tutulurdu19.

İnşaâttan artan levâzım yeni ise satm alma fiyatı, iskele enkazı gibi kullanılmış şeyler ise değer fiyatı üzerinden keşifde hesaplanan mikdardan indirim yapılırdı.

Mühendis kendisine havale olunan ikinci keşfi bir ay içinde tamamlayarak idâreye vermek zorundaydı. Bu sırada herhangi bir engelle karşılaşırsa durumu bir yazıyla müdüriyete bildirir ve alacağı cevab doğrultusunda hareket ederdi20.

XIX. yüzyılın sonlarında Ebniye-i Seniyye tarafından inşa ve tamir edilen binaların masrafları çoğu zaman Hazine-i Hassa’dan bazan da, bir kısmı, o dönemde malî yönden Hazine-i Hassa'ya bağlı olan Ceyb-i Hümâyûn hâzinesinden karşılanırdı21. Ebniye-i Seniyye İdaresi tarafından tamir veya inşaları tamamlanan binalar için yapılan masrafların kalem kalem gösterildiği ve Hazine-i Hassa'dan ve Ceyb-i Hümâyûn Hazinesi'nden ne mikdar paranın ödendiğinin bildirildiği teferruâtlı defterler hazırlanıp, Ha^ine-i Hassa Nâzın'nın yazdığı tezkire ile birlikte padişaha sunulur ve bu şekilde padişah sonuçtan haberdâr edilirdi22.

"2. Ebniye-i Seniyye İdâresinin Teşkilâtı

Buraya kadar XIX. yüzyılın sonlarında Ebniye-i Seniyye Anbarının idâresi ve yükümlü olduğu vazifeleri ile bunları ne şekilde icra ettiği açıklanmaya çalışıldı. Aynı dönemde Ebniyye-i Seniyye İdâresinin teşkilâtına

17gös. yer.

18 Y.MTV., nr. 183/19.19

Hazine-i Hassa Nezâreti, s. 6.20

gös. yer.

21 Y.MTV., nr. 18/132; nr. 20/50; 30/22.

22 Y.MTV., nr. 20/50; nr. 30/22.

Page 123: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

XIX. YÜZYIL SONLARINDA EBNÎYE-İ SENİYYE İDARESİ 117

bakıldığında, Hazine-i Hassa Nâzırı'na bağlı bir müdür tarafmdan idâre edflfdiği görülmektedir. XIX. yüzyıl sonunda Hazine-i Hassa Nezâreti'ne âit teşkilâtm yeniden düzenlenmesi sırasında kaleme alman nizâmnâmede, Hazine-i Hassa'ya bağlı dâirelerin idârelerine de yer verilmişti. Buna göre Ebniye-i Seniyye anbarı müdürü dâirenin muâmelelerini, makbûzat ve sarfiyâtının nizamlara uygun bir şekilde yapılmasmı sağlamakla mükellefti ve aksi bir durumdan yine müdür sorumlu tutulurdu. El?niye-i Seniyye Anban'nm hesap işlerinin usûlüne uygun bir şekilde yapılmasının kontrolünü Hazine-i Hassa Muhasebecisi yapardı; Hazine-i Hassa'ya bağlı diğer birimlerin olduğu gibi Ebniye-i Seniyye Anbarı Müdürlüğünün idâresinden ise Hazine-i Hassa Nâzırı sorumluydu23.

a. Ebniye-i Seniyye Müdürü ve Vazifeleri

_Ebniye-i Seniyye Anbarı Müdürleri, binâlarm kontrollerinin neticesinde kalfa ve mühendislerin daha önce yukarıda zikr edildiği şekilde hazırlayacakları rapor ve keşif defterlerine kayd ettikleri âcil tamirâtı, Hazine- i Hassa Hey'et-i îdâresine takdim ederlerdi. Müdür vazifeli olarak çalışan işçilerin maaaşlannın dışmda, levâzım için veya nakid olarak üç yüz kuruşa kadar olan harcamaları yapabilme selâhiyetine sahipti. Üç yüz kuruşdan fazla meblağ ve levâzımâta muhtaç olan âcil tamirler ise rapor tarihinden îtibâren üç gün içinde Hazine-i Hassa Nezâreti'ne bildirilirdi. Müdür, ebniye-i seniyyenin muâyenelerinin yapıldığı ayların yirminci gününde bütün keşiflerin icmalini tanzim ederdi. Bu icmalde, her saray ve kasr-ı hümâyûn için âcil olarak yapılması gereken tamirâtı, bunlar iğin kalfa ve mühendis tarafmdan kaç kuruş harcanması gerektiğini, bunlardan hangilerinin kaç kuruşla tamirinin tamamlandığı, hangilerinin henüz gereğinin yapılmakta olduğunu veya izin istendiğini, ebniye-i seniyyeden birinin ay içinde muâyenesi yapılmadıysa sebebini ve âcil olmayan tamirat hakkında görüşlerini bildirirdi. Doğrudan doğruya vazifeli işçiler vasıtasiyle gerçekleştirilecek küçük tamiratların ve kalfası marifetiyle yaptırılacak mühim onarııriların, istenilen şekilde cereyanına, harcanacak paranın israf olunmamasına yine Ebniye-i Seniyye Müdürü nezâret ederdi24.

Ebniye-i Seniyye Anbarı Müdürü, emâneten inşâ ve tamir olunan binaları, ve bu binalar için satm alman eşyalar ile çalıştırılan işçileri haftada bir defa kontrol etmek ve mutemedlerin tuttukları defterleri incelemekle de vazifeliydi25 . Ayrıca bu dönemde Ebniye-i Seniyye Anbarı müdürleri Hazine-i Hassa'ya ve bağlı birimlere -ki buna Ebniye-i Seniyye idâresi de dahildi- açık eksiltmeli veya eksiltmesiz olarak yapılacak her türlü alım işinin yürütülmesi

BOA., Yıldız tasnifi-Husûsî mârûzât (YA.HUS), nr. 163/9, lef 5.

Hazine-i Hassa Nezâreti, s. 3.

a.g.e., s. 5.

Page 124: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

118 ARZU T. TERZİ

işin kunilmtiş olan Hazine-i Hassa Hey'et-i İdaresinin de üyesi olup toplantılarına iştirak ederlerdi26.

b. Kalemi ve Hendesehânesi

Ebniye-i seniyye müdürünün emri altında bu dâireye âit hesaplan tutan ve yazışmalan yapan bir kalem mevcut olup27 burada, başkâtip ve katipler görev yapmaktaydı28. Ebniye-i Seniyye Anbarı kâtipleri, anbar tarafından hergün satın alman levâzımâtm cinsi, mikdan, tutan, nereden ve kimden satın alındığı ve nereye sarf edileceğinin belirtildiği cetvelleri hazırlayıp, Hazine-i Hassa Nezâretine vermeğe mecburdular29.

Ebniye-i Seniyye Anban'mn yukarıda görevleri zikr edilen mimar ve mühendislerin bulunduğu bir de hendesehânesi vardı30.

Ayrıca 1318 (1900-1901) yılında ise Ebniye-i Seniyye Anbarı Müdürlüğü'nde anbar tarafından yapılan kontratlarla satm alınacak eşyaların kontrolünü yapmak ve kontrat dışmda alınacak eşyanın fiyatlarım incelemek amacıyla bir "muâyene hey'eti" teşkil edilmişti. Başkanlığını Ebniye-i Seniyye Anbarı başkâtibinin yaptığı, mühendis ve mimarların da yer aldığı hey'etde, aynca dâimi bir fen memurunun bulundurulması kararlaştırılmıştı31.

Sonuç

Yukarıda belirtildiği şekilde, XIX. yüzyıl sonlarında Hazine-i Hassa Nezâreti'ne bağlı bir dâire olarak görev yapan ve genel olarak masrafları Hazine-i Hassa'dan karşılanan Ebniye-i Seniyye Anbarı Müdürlüğü, bu durumunu II. Meşrûtiyet'in ilânına kadar devam ettirmiştir. II. Meşrûtiyet'in ilânından sonra Hazine-i Hassa'nın bünye itibâriyle küçülerek İdâresinin umum müdürlüğe çevrilmesinden sonra, Ebniye-i Seniyye İdâresinin ne şekilde yönetileceği bir mesele haline gelmiş ve bu husûsda bir türlü kesin bir karar verilemeyerek bir dizi kanun çıkarılmıştır.

Nitekim önceleri ebniye-i seniyyenin tamir masrafları için Maliye bütçesinin 82. faslmda yazılı meblağm maktûen Hazine-i Hassa'ya ödenmesi şeklinde 21 Mart 1329 (3 Nisan 1913)'da bir kanun yayınlanmıştır32.

Y.A.HUS., nr. 163/9, lef 5; Aynca bkz. Devlet Salnâmesi, Sene 1309, s. 142.

27 Y.A.HUS., nr. 163/9, lef 5.28

T.B.M.M., Dolmabahçe Sarayı Arşivi (D.S.A.), Defter (D), nr. 4374.29

D.S.A., Evrak II, nr. 1599.

30 D.S.A., D. nr. 4374; Y.MTV., nr. 203/114.

31 Y.MTV.,nr. 203/114.32

-Bu kanun gereğince adı geçen bütçenin ilgili maddesinde yer alan 4.600.000 kuruşHazine-i Hassa'ya ödenecek ve bu meblağın tesviyesi için hâzineden bir sorumlu muhasib

Page 125: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

XIX. YÜZYIL SONLARINDA EBNİYE-İ SENİYYE İDARESİ 119

Müteâkiben bu tahsisâtı ödeyecek âmirin sadrazam olduğuna dâir ilgili kanuna bir zeyl yapılmıştır (7 Mayıs 1329/20 Mayıs 1913)33.

7 Nisan 1330 (20 Nisan 1914)'da ise belirtilen kanun, zeyli ile birlikte fesh edilmiş, tamir masraflarının padişah ve hanedân bütçesine dahil edilerek maktû olarak Hazine-i Hassa idâresine verilmesi ve mabeyn-i hümâyûnda oluşturulacak bir hey'et tarafından da yapılan masrafların denetlenmesi esası getirilmiştir34. Yaklaşık üç ay gibi kısa bir süre sonra 20 Temmuz 1330 (2 Ağustos 1914)'da ise yeni bir kanun çıkarılarak ebniye-i seniyye tamirleri husûsunda neşr edilmiş olan bütün kanunlar kaldırılmıştır. Alman yeni karar gereğince, ebniyye-i seniyye masrafları 1330 senesinde sadaret bütçesine dahil edilmiş, dolayısiyle sadrazama tahsisâtm ödenmesi husûsunda yetki verilmiştir. Bir yıl sonra, yani 1331 senesinden îtibâren ise tahsisâtm Maliye bütçesine dahil edilerek, Maliye Nâzın'nm her sene bütçe ile beraber o sene içinde yapılacak tamirlerin yeri ve mıkdanm ihtiva eden bir raporu Meclis-i Mebûsan'a sunması ve verilecek tahsisâtm Maliye Nâzın'nm sorumluluğunda sarf edilmesi karara bağlanmıştır35 .

Ebniye-i Seniyye'nin idâresinde yapılan son değişiklik ise 1920 yılında gerçekleşmiştir. Nitekim sarayların idâre ve muhafazalarının Hazine-i Hassa'ya bağlı olmasından dolayı ebniye-i seniyye İdâresinin de hâzineye bağlanıp, Maliye bütçesinde bulunan tahsisâtının, her ay Maliye Hazinesi'nden Hazine-i Hassa'ya verilen tahsisât-ı seniyyeye ilâve edilerek, tahsisât-ı maktûa şeklinde ödenmesi husûsunda 17 Haziran 1336 (17 Haziran 1920)'da bir karamâme çıkarılmış36 ve mesele bu şekilde çözümlenmiştir.

tayin edilerek sene sonu hesaplan muhasib vasıtasiyle Divân-ı Muhasebât'a sunulacaktı (Düstûr, II. Tertip, V, Dersaadet 1332, s. 230).

Düstûr, n . Tertip, V, s. 433.

Düstûr, II. Tertip, VI, Dersaadet 1334, s. 540.

Düstûr, n . Tertip, VI, s. 1056.

BOA., Dosya Usûlü İradeler tasnifi, nr. 37-2/17.

Page 126: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16
Page 127: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MİLLİ MÜCADELE’DE İZMİT MUTASARRIFLARININ FAALİYETLERİ

Sabahattin Özel*

Milli Mücadele döneminde müstakil mutasarrıflık statüsünde bulunan İzmit, B.M.M.’nin kuruluşuna kadar İstanbul Hükümetlerinin atadığı mutasarrıflar tarafından yönetilmişti. Daha sonra B.M.M. Hükümeti’nin de mutasarrıf atamasıyla, İzmit çifte mutasarrıflar eliyle yönetilen bir sancak hüviyetini kazanmıştı. İstanbul’un atadıkları İzmit’te görev yaparken, Ankara'nın kiler merkez olarak kabul edilen Adapazarı’nm istikrarsız durumundan dolayı Geyve’de faaliyet göstermişlerdi1. Bu durum İzmit’in Yunan işgalinden kurtarılmasına kadar sürmüş (28 Haziran 1921), bu tarihten sonra İstanbul’un İzmit üzerinde hiçbir nüfuzu kalmadığından mutasarrıflık merkezi tekrar İzmit’e nakledilmişti. İzmit böylece Milli Mücadele’nin bundan sonraki döneminde -sadece Ankara’nın atadığı mutasarrıflar tarafından yönetilmişti.

Milli Mücadele döneminde İstanbul’daki yönetim İzmit Sancağı’mn idari statüsünde değişikliğe gitmişse de, kısa sürede bundan vazgeçilerek eski durumunun korunmasına karar verilmişti. Önce, Damat Ferit Paşa Hükümeti 16 Ekim 1920 tarihli bir kararnameyle İzmit Sancağı’nm vilayete dönüştürülmesini kararlaştırmıştı2. Kararnameyle İzmit Vilayeti İzmit merkez ve Adapazarı Livâlan olmak üzere iki livâ halinde teşkilatlandırılmış, Hüdavendigar Vilayetiyle, Bolu Sancağı’na bağlı bazı yerler de yeni vilayete bağlanmışlardı. Kastamonu Vah Vekili Sami Bey Meclis-i Vükela kararıyla İzmit Valiliğine atanmıştı. Ancak, Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin yerini alan Tevfik Paşa Hükümeti (22 Ekim 1920) bu düzenlemeden vazgeçerek, İzmit Vilayeti’nin tekrar sancağa dönüştürülmesine ve vilayete katılan yerlerin önceki vilayet ve sancağına bağlanmalarına karar vermişti3.

*Prof. Dr. İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırma Enstitüsü öğretim üyesi.

Türkiye Millet Meclisi Zâbıt Ceridesi, c. IV, 2. baskı, Ankara 1942, s. 235.2 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Dahiliye Nezâreti, Idare-i Umumiye (DH/I-

UM), dosya (d) 10-3, nu. 2-47; Akşam Gazetesi, 20 Ekim 1920, 743.3 Vakit, 7 Kasım 1920,1047.

Page 128: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

122 SABAHATTİN ÖZEL

İzmit Sancağı Genel Meclisi 11 Şubat 1922’de sancağın admm Kocaeli’ye dönüştürülmesini kabul ederek Dahiliye Vekaleti’ne yazılmasına karar vermişti. İzmit Sancağı 1923 yılında vilayete dönüştürülmüş ve resmî adı Kocaeli olmuştu4 .

Biz bu makalemizde esas olarak Milli Mücadele dönemi İzmit Mutasarrıflarının faaliyetlerini ele alacağız. B11 çerçevede özellikle Ahmet Anzavur’un İzmit Mutasarrıflığına ilk kez ışık tutacak, Ali Suat ve İbrahim Hakkı Bey’lerin mutasarrıflık dönemlerini ayrıntılı bir şekilde ortaya koyacağız. Bu vesileyle Heyet-i Temsiliye’yi uzun süre meşgul eden Çerkeş Bekir olayını, Nutuk’ta ve bu konuda yazılmış diğer basılı eserlerde değinilmemiş yönleriyle aydınlatmaya çalışacağız. Ayrıca, Dâhiliye Nezâretiyle mutasarrıflar arasındaki yazışmalardan İstanbul Hükümetlerinin Milli Mücadele karşısındaki tavırlarım bir kez daha görme imkanım bulacağız.

Makalemize esas olan kaynaklar Başbakanlık Osmanlı Arşivi Dâhiliye Nezâreti İdare-i Umumiye ve Kalem-i Mahsus belgeleridir. Yine, Milli Mücadele basmı kapsamlı bir şekilde taranmış ve elde edilen bilgi ve belgelerle, resmi belgelerin desteklenmesine ve tamamlanmasına çalışılmıştır. Nihayet konumuzu ilgilendiren basılı eser ve makalelerin değerlendirilmesi yoluna gidilmiştir.

İbrahim Süreyya Bey (Yiğit)

1917 Yılında İzmit Mutasarrıflığına atandı. LDünya Savaşı döneminde asker kaçaklarıyla, Rum ve Ermeni çetelerinin yarattığı asayişsizlikle uğraştı. Aym yıl özellikle Geyve civarındaki amele taburlarından kaçan Ermeniler, evvelce toprağa gömdükleri silahları alarak çeteler kurmuşlar ve eli silah tutan erkeklerin cephede o İm alarmdan yararlanarak kadm, çocuk ve yaşlı Müslümanları öldürmeye koyulmuşlardı. Geyve istasyon müdürü Boy acıyan Efendi’yle, demiryolu şirketinde amelelik, duvarcılık, taşçılık gibi hizmetlerde bulundukları için tehcir edilmeyen 100 kadar Ermeni de sözkonusu çetelere yataklık etmekteydi5 . Sotyo adlı bir İtalyan mühendis de suç işleyen Ermenileri himaye etmekteydi.

İbrahim Süreyya Bey gerek bu konuda, gerekse adi eşkıya çeteleriyle olan mücadelesinde başarılı oldu. Mondros ateşkesinden sonra İzmit önüne gelen İtilaf Donanmasının yetkilileriyle olan görüşmeleri yürüttü. Şubat 1919’da Adapazarı yöresindeki eşkıyadan Akyazı Nahiyesi’ne bağlı Bedii

Rifat Yüce, Kocaeli Tarih ve Rehberi, İzmit 1945, s. 123, 236. Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920), Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı

Yayını, Ankara 1994, s. 173-174.

Page 129: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MİLLİ MÜCADELEDE İZMİT MUTASARRIFLARININ FAALİYETLERİ 123

Kadirbey Köyü’nden Lagor Kazım6 , ünlü eşkıyadan Abaza Şahin Bey oğlu Kazım, Uzuncaorman Köyü’nden Hüseyin oğlu Ali, Hendek Nahiyesi’nin Soğuksu Köyu’nden Deli Ahmet teslim olmuşlardı7. 6 Mart 1919’da İzmit’te Rum mahallesinde Yorgancı Agob’un evinde toplanan Ermeniler arasında kavga çıkmış, kendisine silah çekilen ve ölümle tehdit edilen Agop polise başvurmuştu8. Olay yerine gelen polisler kendilerine karşı koyan Haçik ve Mıgranet'i yakalamışlar ve yaralı Ermeni daha sonra ölmüştü. Durumun İstanbul’a farklı bir şekilde aksettirilmesi üzerine Ermeni Patrikhanesi İzmit’te Baçecik’li Onnik Agustuyan’m jandarma tarafından öldürüldüğü iddiasıyla Dahiliye Nezareti’ne şikayette bulunmuştu9 . İzmit Mutasarrıflığı Dahiliye Nezareti’nin bu konudaki sorusuna, İzmit’te jandarma tarafından öldürülmüş hiçbir Ermeninin bulunmadığı10 , bu iddiayla yukarıda nakledilen olayda ölen Ermeninin kastedilmiş olabileceği cevabım vermişti11 . Bu konuda yapılan araştırmada Onnik’in sabıkalı takımından olduğu, kısa bir süre önce Musevi mahallesindeki bir hırsızlığa karıştığı anlaşılmıştı. İbrahim Süreyya Bey’in mutasarrıflığı döneminde aynca iki tren soygunu cereyan etmişti12 .

İbrahim Süreyya Bey İttihatçı olarak tanındığından, Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin kurulmasıyla 8 Mart 1919’da görevinden azledildi. Böylece Rauf Bey (Orbay)’le birlikte Anadolu’ya geçme, Erzurum ve Sivas Kongrelerine katılma ve nihayet Mustafa Kemal Paşa’mn yakın çevresinde yer alma imkanlarım bulmuştu.

Mahmut M ahir BeyDamat Ferit Paşa Hükümeti İbrahim Süreyya Bey’in yerine 9 Mart’ta

Mahmut Mahir Bey’i atadı. Kendisi özellikle ittihatçı olarak tanınmış kişilerin tutuklanmaları ve İstanbul’a şevkleriyle meşgul oldu. İzmit’ten Kaymakam Mümtaz, Rifat (Yüce), Hacı Ali, Abidin ve Eşref, Adapazan’ndan Sipahizade Hamit Beyler İstanbul’a sevkedilmişlerdi. Mahmut Mahir Bey’in döneminde Rumlar ve Ermeniler Müslümanlara karşı tavırlarını küstahlık boyutlarına vardırmışlar, sancağın asayişi büsbütün bozulmuştu. 6 Nisan 1919’da Imalat- Harbiye Hendek Hızar Fabrikası Müdürü Yüzbaşı Mustafa Efendi

23 Nisan 1920'de Adapazarı yakınlarında asiler tarafından öldürülen üç kişilik Nasihat Heyetinin mensuplarından.

Alemdar Gazetesi, 1 Mart 1919, 71-1381. BOA, Dahiliye Nezâreti, Kalem-i Mahsus (DH-KMS), d. 50-1, belge (b). 53, nu.5.

9 BOA, DH-KMS, d. 50-1, b. 53, nu. 1/1.10 BOA, DH-KMS, b.50-1, b. 53, nu. 2.11 BOA, DH-KMS, d.50-1, b.53, nu.3.17 Yusuf Çam, Milli Mücadele'de İzmit Sancağı, İstnbul 1993, s. 28-29.

Page 130: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

124 SABAHATTİN ÖZEL

Adapazarı’na gelirken soyulmuştu13 . Mahmut Mahir Bey kısa süren mutasarrıflık görevinde başarılı olamadı. Yöre halkını temsilen Karzak Süleyman Paşa’nın14 başkanlığındaki bir kurulun Dahiliye Nazın’na ve Zeki Paşa’ya başvurmaları üzerine15, yerine Anzavur Ahmet Bey atandı. Mahmut Mahir Bey 150’liklerin 53. sırasında yer almıştır.

Ahmet Anzavur Bey

Alaylı emekli jandarma binbaşısı Ahmet Anzavur Bey 23 Nisan 1919’da üçüncü sınıf maaşla İzmit Mutasarrıflığına atandı16 . Kendisini yakından tanıyan bir kişiye göre, kısa boyu, ince vücudu ve gür sesiyle derin çizgilerinde inat ve tahakküm dolaşan mütenâsip çehreli bir fiziğe sahipti. Cengaver, faziletli ve diplomat görünerek sevilmek ve sayılmak isteyen, cahil ve cesur bir adamdı17 Mutasarrıflığı sırasında resmi işlemler livâ erkanınca yürütülmüş, önüne getirilen evraka onbeş günlük okul çocuğunun kargacık burgacık yazısıyla imzasını atabilmişti. Diğer bir görüşe göre, okuma yazma da bilmiyordu18. Böylesine önemli bir göreve atanması, kendisini yakından tanıyanlar ve İstanbul basım tarafından şaşkınlıkla karşılanmıştı. Sadrazam ve Dahiliye Nazın bu şaşkınlık karşısında “İzmit eşkıyalarından malûm-ül esami eşhasın istisal ve derdestleri hakkında, şehrimizden bugün mahal-ı memuriyete azimet edecek olan İzmit Mutasarrıflığına evâmir-i lâzime ita edilmiştir” beyanatıyla yetinmişlerdi19 .

.Ahmet Anzavur Bey’in İzmit Mutasarrıflığına atanmasının başlıca sebepleri şöyle sıralanabilir. Öncelikle yöreden gelerek Dahiliye Nezareti’ne başvuran kurulun tercihi bu doğrultuda olmuştu. Geçmişte eşkıya takibinde başarılı olmuş, Çakırcalı Mehmet Efe’nin ortadan kaldırılmasındaki

Aynı Eser, s. 29.14 İstanbul Hükümeti ve Ingilizler Arifiye civarında bir miktar arazisi olan Karzak

Süleyman Paşa’yı emrine para tahsis ederek Adapazan havalisinde-Ankara Hükümeti’ne sadık olan Çerkesleri kışkırtmak üzere göndermişlerdi. Bkz. Anadolu'da Yenigün Gazetesi, 12 Ekim 1920, 433-53. Adapazan Kuvayı Milliyecilerinden Kazım Kaptan tarafından ele geçirilen Süleyman Paşa Eskişehir'de yargılanmış ve ölüm cezasıyla cezalandırılmıştır.

^ Feridun Kandemir, İstiklâl Savaşı’nda Bozguncular ve Casuslar, İstanbul 1964, s. 70. Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, İstanbul 1983, s. 385; Özcan Mert, Anzavur'un İlk Ayaklanması, Belleten, c. LVI, sayı: 217, Ankara 1992, s. 848.

^ Anzavur Paşa'nm Tarih-i Hayatı, İleri Gazetesi, 4 Aralık 1920, 1032.18 Özcan Mert, aym makale, s. 847.

Enver Konukçu, Heyet-i Temsiliye İzmit ilişkileri (Eylül 1919-Nisan 1920), Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, c. V, sayı: 13, Ankara 1989, s. 224.

19

Page 131: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

hizmetinden dolayı V. Mehmet Reşat tarafından kılıçla taltif edilmişti20 . Bu bakımdan İzmit Sancağı’nda bozuk olan asayişi düzeltmek için uygun bir aday olarak görülmüştü. İttihatçılara karşı olan tavrıyla Damat Ferit’le olan paralelliği, kızkardeşinin cariye olması sebebiyle Saray’a yakınlığı diğer tercih unsurlarıydı. Nihayet Çerkeş kökenli olan Anzavur’un Kafkas göçmenlerinin yoğun olduğu bir bölgede görevlendirilmesiyle İstanbul’un İzmit Sancağı’ndaki otoritesi pekişmiş olacaktı.

Adapazarı yöresindeki halkın asayişe dâir şikayetleri Ahmet Anzavur Bey’in göreve başlamasından sonra da dinmemişti. Adapazan’na bağlı birçok köyün ihtiyar heyetleri Dahiliye Nezareti’ne başvurarak Soğuksu Köyü’nden Kuru İbrahim, Bedii Köyü’nden Lagor Kazım, Kozluk Köyü’nden Besim, Uzuncaorman Köyü’nden Tahir Efendi mahdumları, Kayalar Köyü’nden Mehdi, Değirmendere’nin Adliye Köyü’nden Laz Memiş ve Çolak Mustafa’nm çetelerinden korunmalarını istemişlerdi21 . Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey bunun üzerine 7 Mayıs 1919’da İzmit Mutasarrıflığından çetelerin takip ve tenkiliyle, halkın can ve malının korunmasını istemişti. Ancak, Dahiliye Nezareti 12 Mayıs tarihli acele telgrafında Anzavur’a daha sonra bildirilecek tarihe kadar Adapazarı’na gitmemesini, merkezde kalmasını bildirmişti. Anzavur 16' Haziran tarihli cevabmda Adapazarı yöresindeki adı geçen eşkıya ve bu konudaki tutumu hakkında şu bilgileri vermişti: Kuru İbrahim, Bedil’li Kazım ve diğerleri pişmanlık duymuş eşkıyadan olmakla beraber, işledikleri suçlar ve cinayetler ıslah olmalarına imkan bırakmıyordu. Memleketin esenliği için bunların ortadan kaldırılmaları gerekmekteyse de eldeki jandarmayla buna imkan bulunmuyordu. Böyle bir girişimin onları tekrar eşkıyalığa yönelteceğini düşündüğünden, harekete geçmek için uygun bir zaman kolluyordu. Haklarında takibat yapmamasının bir sebebi de adı geçen eşkıyanın kendi mutasarrıflığı döneminde halka bir tecavüzlerinin görülmemesi, diğer eşkıyanın yakalanması için hükümetin emrinde çalışmaya söz vermeleriydi22 .

Ahmet Anzavur Bey, Sait Molla’nm Anadoludaki belediye başkanlanna çektiği, İngiliz mandasını ve koruyuculuğunu biricik kurtuluş yolu olarak gösteren telgrafı İzmit’e ulaştığında, 23 Mayıs’ta Dahiliye Nezareti’ne çektiği telgrafında Sait Molla’nm telgrafından ve mahiyetinden söz etmiş, ne yönde hareket edeceğinin bildirilmesini istemişti23 . Bu telgraf, Anzavur’un daha sonra Milli Mücadele karşısındaki tutumu hatırlanırsa, henüz o safhada İngilizlerle bir bağlantısının olmadığını göstermektedir.

MİLLİ MÜCADELEDE İZMİT MUTASARRIFLARININ FAALİYETLERİ 125

20 Uludağ iğdemir, Biga Ayaklanması ve Anzavur Olayları (Günlük Anılar), Ankara 1973, s. 91.

21 BOA, DH-KMS, d. 52-2, b. 24, nu. 1/1.22 BOA, DH-KMS, d. 52-2, b. 42, nu.2.23 BOA, DH-KMS, d. 52-2,1. 98, nu.2.

Page 132: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

126 SABAHATTİN ÖZEL

Ahmet Anzavur Bey aynı günlerde Dahiliye Nezareti’nden gizli bazı hususları acele ve sözlü olarak sunmak üzere İstanbul’a gitmek için izin istemişti24. Dahiliye Nezareti’nin 26 Mayıs tarihli cevabmda, ertesi gün İstanbul’dan İzmit yöresine gidecek teftiş heyetiyle dönmesi şartıyla hemen o akşam yola çıkarak İstanbul’a gelmesi bildirilmişti25. Ancak, Dahiliye Nezareti’nin aynı gün acele kaydıyla gönderdiği ikinci telgrafında teftiş heyetinin İzmit’e varmasına kadar yerinden ayrılmaması istenmişti26 . Telgrafta ayrıca heyet üyelerine 25 Mayıs’ta- görevlerinin tebliğ edildiği, heyet üyeleri arasında bir İngiliz yarbayıyla, Mülkiye Müfettişi Halil Rifat Bey’in bulunduğu ve teftiş heyeti ile birlikte çalışmasının gerektiği bildirilmişti. Yine Dâhiliye Nezâreti’nin aym tarihli üçüncü telgrafında Anzavur’dan teftiş heyetini çarşamba günü (28 Mayıs) Adapazarı hükümet konağında beklemesi istenmişti27 . Fakat o sırada Anzavur asayiş meselesiyle ilgili olarak Geyve Kazası’nm Doğançay İstasyonuna gitmişti. Bu sebeple Mutasarrıf Vekili Jandarma Alay Komutam Vahit Bey 27 Mayıs’ta Dâhiliye Nezâreti’ne verdiği cevapta, istenilen hususu Anzavur’a ilettiğini bildirmiş, ayrıca mutasarrıfın Geyve olayıyla ilgili olarak verdiği bilgileri nakletmişti28 . Anzavur ise Dâhiliye Nezâreti’nin Adapazarı hükümet konağmda beklemesini bildiren telgrafı kendisine ulaşmadan İzmit’e dönmüş bulunuyordu. Bu sebele 28 Mayıs’ta Dâhiliye Nezâreti’ne bir telgraf çekerek durumu açıklamış, Vahit Bey’i vekil bırakarak tekrar Adapazan’na hareket ettiğini bildirmişti29 . Adapazarı’na giden Anzavur, 28 Mayıs’ta Adapazarı’nda olacağı bildirilen heyetin gelmemesi üzerine Dâhiliye Nezâreti’nden İzmit’e dönüp dönmeyeceğinin bildirilmesini istemişti30. Dâhiliye Nezâreti’nin gayet acele kaydıyla verdiği cevapta, teftiş heyetinin İstanbul’dan hareket ettiği ve Adapazan’nda beklemesi bildirilmişti31 . Diğer taraftan Vahit Bey’in daha önce Dâhiliye Nezâreti’ne çekmiş olduğu telgraftan anlaşıldığına göre Geyve olayının içyüzü şöyleydi: Şerefiye Köyü civarında Lâz ve Gürcülerden oluşan 20 kişilik bir’ çetenin görüldüğü haberi üzerine Anzavur çetenin takibine çıkmışsa da, haberin asılsız olduğu anlaşılmıştı. Mesele, 13 yaşındaki bir çoban çocuğunun üç silahlı adam gördüğünü söylemesi, İtalyan Mühendis Moze ailesinin de telaşa kapılarak bir marşandiz treniyle Geyve’ye kaçmasından kaynaklanmıştı. Geyve

B'ÖA, DH-KMS, d. 52-2, b. 8, nu. 2.25 BOA, DH-KMS, d. 52-2, b. 8, nu. 1/1.26 BOA, DH-KMS, d. 52-2, b. 8, nu.3/1.27 BOA, DH-KMS, d. 52-2, b. 8, nu. 4/1.

0 BOA, DH-KMS, d. 52-2, b. 8, nu. 5.29 BOA, DH-KMS, d. 52-2, b. 8, nu. 6.30 BOA, DH-KMS, d. 52-2, b. 8, nu. 8.31 BOA, DH-KMS, d. 52-2, b. 8, nu. 7/1.

Page 133: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MİLLİ MÜCADELE'DE İZMİT MUTASARRIFLARININ FAALİYETLERİ 127

İstasyonu Müdürü Avakiyan Efendi de olayı İzmit İstasyon Müdüriyetine ve Direktörlüğüne son derece abartarak bildirmişti. Olaym içyüzünün anlaşılması üzerine Moze ailesi Doğançay’a dönmüşlerdi32 .

Ahmet Anzavur Bey bir taraftan bizzat eşkıya takibine çıkıyor, diğer taraftan da İttihatçıların yöredeki faaliyetlerini de dikkatle izliyordu. Bu konuda daha 24 Mayıs’ta Dahiliye Nezareti’ne gönderdiği raporunda şu hususları belirtmişti: Değirmendere yöresindeki eşkıya takibatında daha önce Hereke’yi basan çetenin ileri gelenlerinden oldukları anlaşılan iki Arnavut eşkıya ölü olarak ele geçirilmişti. Eşkıya, çatışma yerinin sarp olmasından yararlanıp diğer ölü ve yaralılarım kaçırmıştı. Çatışma öncesinde yakalanan bazı hempaların üzerlerinde bombalar ele geçirilmişti33 . Raporun diğer bölümü kanımızca Anzavur’un daha önce değindiğimiz Dâhiliye Nezâreti’ne sözlü olarak sunmak istediği gizli bilgileri içermekteydi. Bu bölüme göre Talat Paşa’mn akrabasından Nurettin Bey, eski mutasarrıf Süreyya Bey (Yiğit)’le birlikte Değirmendere’deki çiftliğinde siyasi amaçlı bir çete kurmuştu. Çete mensuplan çiftlikte saklanıyor, Nurettin Bey’in kayığıyla karşı sahile gidip geliyorlardı. Anzavur, Nurettin Bey’in çiftliğini basmışsa da, eşkıyaya rastlayamamıştı. Ancak, takibata büyük bir kuvvet ve şiddetle devam etmekteydi. Dahiliye Nezareti bu konudaki cevabında,- hakkındaki suçlamaların kesinleşmesi halinde Nurettin Bey’in Divân-ı Harb’e gönderilmesini istemişti34.

Dahiliye Nezareti 19 Haziran 1919’da İzmit Mutasamflığına Ermeni Patrikhanesi’nin 7 Haziran’da İzmit civarındaki Ali Kahya Çiftliğinde Samuel adlı bir Ermeninin, Başiskele’de Döngel Muhtarının öldürüldüklerine dair şikayetini bildirmiş, gereken soruşturmanın yapılarak gerçeğin ortaya çıkarılmasını istemişti35 . Yapılan soruşturma sonucunda Döngel Muhtarının öldürülmemiş olduğu anlaşılmış, Samuel oğlu Aleksan’ı kimin öldürdüğü tespit edilememişti36.

17 Haziran’da Ahmet Anzavur Bey’in ikinci dereceden maaşla, Karesi Sancağı Mutasarrıfı Hilmi Bey’in kendi maaşıyla becayiş ve nakilleri kararlaştınldıysa da, 7 Temmuz’da bundan vazgeçilmişti37 .

Ahmet Aıizavur Bey’in mutasarrıflık döneminde asayişin iâdesi, özellikle Değirmendere ve yöresinde asayişin sağlanması meselesi önemli

BOA, DH-KMS, d. 52-2, b. 8, nu. 9.33 BOA, DH-KMS, d. 53-1, b. 78, nu. 2.34 BOA, DH-KMS, d. 53-1, b. 78, nu.1/1.35 BOA, DH-KMS, d. 50-2, b.21, nu.1/1.36 BOA, DH-KMS, d. 52-2, b. 21, nu.2.37 Ozcan Mert, aynı makale, s. 849.

Page 134: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

128 SABAHATTİN ÖZEL

bir yer tutmuştu. Bu yörede asayiş daha önce İzmit’ten Yalova sahiline kadar olan alanda bahçıvanlık yapmakta olan Arnavutlarla, Lâzların Mondros Ateşkesi sonrasında silahlanarak dağa çıkmalarıyla bozulmuştu. Anzavur 200 kişilik Çerkeş maiyyetiyle Değirmendere’ye giderek aralarında düşmanlık oluşan Arnavutlarla, Lâzlardan birbirlerine karşı silaha sarılmayacaklanna dair söz alarak iki tarafı banştırmışsa da, daha İzmit yolculuğunu tamamlayamadan üç kişinin vurulduğunu haber almıştı38. Değirmendere ve yöresinde asayişin sağlanması sadece mutasarrıflığı değil, aym zamanda Hükümeti meşgul eden önemli bir mesele olmuştu. Dâhiliye Nezâreti’nin Sadarete sunduğu 22 Haziran 1919 tarihli bir arizada Değirmendere, Karamürsel ve Gebze civarlarında ötedenberi eşkıyalık yapmakta olan Arnavutların memleketlerine iade edilmelerinden başka bir çarenin görülmediği ifade edilmiş, onları koruyan Nurettin Bey hakkında gereken işlemin yapılması istenmişti39 .

Damat Ferit Paşa Hükümeti Erzurum Kongresi çalışmalarının tamamlandığı günlerde basma sansür uygulamayı kararlaştırmış, bu hususu Dahiliye Nezareti vasıtasıyla bazı vilayet ve sancaklara duyurmuştu. Bu konudaki 10 Ağustos 1919 tarihli genelgede gazetelerde zihinleri kurcalayan makalelerin yayınlandığı, resmi tebliğlere aykırı yaym yapanların muhakeme altına alınmaları istenmişti. Anzavur’un bu genelgeye verdiği cevaptan; İzmit dahilinde yayınlanan gazete olmadığı, livânın resmi gazetesi olan Kocaeli Gazetesi’nin makine ve hurufatının tehcirden dönen sahibine iade edilmesi sebebiyle yayınma ara verdiği anlaşılmıştı40 .

Ahmet Aznavur Bey’in İzmit mutasarrıflığı Ağustos 1919’a kadar devam etti. Adapazarı’ndan 11 Temmuz 1919’da padişaha çekilen bir telgrafta mutasarrıfın değiştirilmesi ve bu göreve Ali Faik Bey’in atanması istenmişti41. Hacı Seyitzâde İsmail, Mehmet Tevfik ve Dardağanzade Haşan imzalarıyla çekilen bu telgrafm Anzavur’un görevinin sona ermesinde herhangi bir etkisinin olup olmadığım bilmiyoruz. Sözkonusu telgrafm içeriği şöyleydi: İzmit Sancağı’nda düzen resmî görevlilerin iktidarsızlığı yüzünden bozulmuş, özellikle Türk ahali acınacak duruma düşmüştü. İnsanlar hergün vahşice öldürülüyor, evleri basılıyordu. İttihatçı güvenlik görevlileri ve amirleri tehcir ve diğer meselelerden dolayı firarda olduklarından, bu durumun devamı halinde mahalli asayiş bozulacak ve yakında da siyasi bir nitelik kazanacaktı. Bu sebeple Adapazarı ve Bolu Sancağı’nda 8 yıl jandarma komutanlığı, kaymakamlık ve mutasarrıf vekilliği yapan, yöneticilikteki becerisini kanıtlayıp halkın beğenisini kazanan Lazistan’lı emekli Ali Faik

-30

Anzavur Paşa*mn Tarih-i Hayatı, ileri, 4 Aralık 1920, 1032.39 BOA, DH-KMS, d. 53-1, b.78, nu.3/1.40 BOA, DH-KMS, d. 54-2, b.78, nu.1/1,2.41 BOA, DH-KMS, d. 54-1, b.38, nu.2,3,4,7/1.

Page 135: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MİLLÎ MÜCADELEDE İZMİT MUTASARRIFLARININ FAALİYETLERİ 129

Bey mutasarrıflığa atanmalıydı. Müslim ve gayrimüslim halk Şubat ayından bu yana bu konuda Dâhiliye Nezâreti’ne ve Sadârete defalarca telgraflar çekmişlerdi. Yetkililer adam kayırmaktan başka bir şey yapmadıklarından bir sonuç alınamamıştı.

Ahmet Anzavur Bey 20 Temmuz’da Dâhiliye Nezâreti’ne çektiği telgrafında hem bu iddiaları cevaplandırmış, hem de kendi döneminin asayiş balonundan adeta bir bilançosunu vermişti. Bu sebeple Anzavur’un telgrafım ana hatlanyla özetleyeceğiz.

Anzavur’a göre Ali Faik Bey meslek hayatında aldığı rüşvetlerden övünerek söz edecek kadar utanma duygusundan yoksun emekli bir albaydı. Padişaha çekilen telgrafı da asayişi bozuk gösterip mutasarrıf olmak istediğinden kendisi yazdırmıştı. Dardağanzâde Haşan cahil ve muhtemelen telgrafm içeriğinden habersiz bir adamdı. Ahlaksızlığıyla ünlü bir arzuhalci olan Mehmet Tevfik telgrafı bizzat imzalamamış, telgrafı yazana gafletle imzasını atma iznini vermişti. İsmail, Akyazı taraflarından bir köylüydü. Anzavur kısa süre önce Adapazarı’na giderek eşkıyanın faaliyet alanlarını dolaşmış, birçoğunu istiman ettirmişti. En meşhur eşkıyadan Abaza Kazım, Kuru İbrahim, Taraklı taraflarından Lâz Memiş, Çolak Mustafa ve İsmail bunlar arasındaydı. Değirmendere taraflarında Yetimoğulları ve Arnavut eşkıya, Ermişe (Akmeşe) tarafından Ermeni Minas çeteleri de istimana mecbur edilmişlerdi. Bunlardan Mushaf-ı Şerif’e el bastırılarak eşkıyalık yapamayacaklarına dair sözler alınmıştı. Çoğunlukla eşkıyalık yapan Abaza, Gürcü ve Lâzların ileri gelenleri bundan sonra eşkıyalığa meydan vermeyeceklerini, hükümetin emirlerine uyacaklarını garanti etmişlerdi. Kendi Mutasarrıflığından önce istiman ettikleri halde .yağmacılıktan geri kalmayan bazı eşkıya da, bu tutumlarmdan vazgeçmişlerdi. Eşkıyayı istimana zorlamaktan çok, ortadan kaldırmak daha uygun bir çözümse de hiçbir inzibatî değeri olmayan jandarmayla buna imkân bulunmuyordu. Bu sebeple eşkıyayı tehdit ve baskılarla istimana zorlamış, sancakta asayiş ve güvenliği sağlamıştı. Halkın yüzü gülmüş, her taraftan yüksek makamlara teşekkür telgrafları çekilmişti. Anzavur’un tüm çabası asayişi sağlamak ve hükümetin politikasına aykırı hedefler güdenleri cezalandırmak yönünde olmuştu. İstanbul’dan gelen Yüzbaşı Şevket ve Teğmen Tevfik adlı denizci subaylar Hüseyin Pehlivan adh İzmit’li klavuzlanyla Değirmendere’de hükümete karşı faaliyete başlamışlardı. Büyük kuvvetlere ve mühimmata sahip olduklarını söyleyerek sayıları 100’ü geçen Arnavutları ve 150 kadar avaneleri olan Yetimoğullarmı hükümete karşı gelmeye ve takibat halinde kendisiyle müsademeye teşvik etmişlerdi. Anzavur bu durum üzerine Adapazarı ve çevresinden sağladığı kuvvetlerle Değirmendere’ye giderek Arnavutları ve

Page 136: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

130 SABAHATTİN ÖZEL

Yetimoğullarını istimana zorlamıştı. Ayrıca, kaçan teşvikçi subayların yakalanmaları için çaba harcıyordu42.

Ahmet Anzavur Bey, mutasarrıflığı döneminde Çerkeş ve Abazalar üzerindeki şahsi nüfuzunu kullanarak, özellikle Adapazarı yöresindeki eşkıyanın dehaletlerini sağladı. Dini siyasete alet etmek, ittihatçılara düşmanlık beslemek belirgin kişilik özellikleriydi. Gerek bu saplantıları, gerekse şöhret budalası olarak nitelenebilecek kişilik yapısıyla Kuvayı Milliye ve Müdafaa-i Hukuk düşmanlığım benimsedi. İç ayaklanmalarda kardeş kanı dökülmesinin başlıca sorumlularından biri oldu. Birçok yiğit türk evladmm kanma girerek ihanetin zirvesindekiler araşma katıldı. 15 Nisan 1921’de Karabiga yakınlarındaki Adliye Köyü civarında Çiftlikköylü Mehmet Efe tarafından öldürüldü43 .

Ali Suat Bey

Damat Ferit Paşa’nın önerisiyle 9 Ağustos 1919’da İzmit Mutasarrıflığına atandı. Bununla beraber Damat Ferit Paşa’nın icraatmı eleştirmekten de geri kalmadı. Wilson ilkelerinden etkilendiğinden mevcut durum ve Türklerin istekleri hakkında açık bir mektup kaleme aldı44 . Mutasarrıflığa atanması İzmit halkı tarafından çok iyi karşılandı45 .

Ali Suat Bey görevine başlar başlamaz Dâhiliye Nezâreti'nin Tahrirat Müdürü Ali Galip Bey hakkında başlattığı tahkikatla karşılaştı. Tahkikat daha önce açılmış, 10 Ağustos 1919'da mutasarrıflık vekaletinden Ali Galip Bey'in İstanbul'a gönderilmesi istenmişti46. Kendisi memleketin huzur ve selametini ihlâl için gizli çalışmakla, başka bir deyimle Kuvayı Milliyeci olmakla suçlanmaktaydı. Ali Galip Bey 17 Ağustos'ta Dâhiliye Nezâreti'ne verdiği savunmasında, hakkmdaki suçlamaları reddetmiş ve hareket-i millîye adı altında uyandırılmak istenen anarşinin milletin geriye kalanının varlığını tehlikeye koyduğunu ifade etmişti47. Dâhiliye Nâzın Adil Bey 24 Ağustos'ta Ali Suat Bey’ den gerekli tahkikatı yaparak sonucu bildirmesini istemişti48. Ali Suat Bey 10 Eylül'de Ali Galip Bey'e yöneltilen suçlamaların doğru olmadığı kanaatine vardığım bildirmişse de bundan tatmin olmayan Dâhiliye Nezâreti hakkmdaki iddiaların çok güçlü olduğu gerekçesiyle tahkikatın

B.OA, DH-KMS, d. 54-1, b.38, nu.6.43 Ozcan Mert, aynı makale, s. 849.44 Enver Konukçu, aynı makale, s. 225.45 Rifat Yüce, aynı eser, s. 70.46 BOA, DH-KMS, d. 54-3, b.30, nu.2.

Page 137: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

derinleştirilerek sonucun bildirilmesinde ısrar etmişti49. Ali Suat Bey'in atandığını50 Ali Galip Bey'in de 1922'de İzmit Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti yönetim kuruluna seçildiğini bilmekteyiz51.

Dâhiliye Nezâreti 23 Eylül'de eski mülkiye müfettişi Mihran Boyacıyan'm bir ihbarına dayanarak İzmit ve Eskişehir Mutasarrıflıklarına, Divan-ı Harp tarafından aranan Rüştü, Yusuf, Harun v.s. beylerin kurdukları çetelerle Adapazarı ve Eskişehir dahilinde serbestçe dolaştıklarına, 6 mazul mutassanıf, birkaç kaymakam ve mebusun propaganda ve teşkilatla uğraştıklarına dair haberlerin doğruluk derecelerini sormuştu52 .

Ali Suat Bey, Sivas Kongresi'nin İstanbul'un İstanbul Hükümeti'yle idari ilişkilerin, İstanbul'la her türlü haberleşmenin kesilmesine dair genel tebliğine uymamış, İstanbul Hükümeti'yle ilişkisini kesmemişti53. Oysa, İzmit'in tüm kazaları 30 Eylül 1919 tarihine kadar İstanbul Hükümeti'yle ilişkilerini kesmişlerdi54. Hattâ, Adapazarı .ve İzmit yöresinde Kuvayı Milliye'nin önderleri hükümetin direnmesi halinde İstanbul'a hareket etmeye hazır olduklarım bildirmişlerdi. İstanbul'la ilişkiyi kestiklerini bildiren ilk telgrafı Kandıra'lılar çekmişlerdi. Fakat o sırada Adapazan'nda bulunan Ali Suat bey telgrafhaneye giderek Kandıra'lıları milli harekete katılmayıp, hükümete bağlı kalacaklarına dair ikinci bir telgraf çekmeye ikûa etmişti, bir görüşe göre Ali Suat Bey vatansever bir kişi olmasına rağmen, Milli Mücadele'yi desteklemeye korkuyordu55. Mustafa Kemal Paşa 2 Ekim 1919'da Ali Suat Bey'e tebligatm gereğinin yapılıp yapılmadığını sormuş, tatmin edici bir cevap alamayınca aym gün daha sert bir üslupta ikinci bir telgraf çekmişti56. Ali Suat Bey'in 3 Ekim cuma namazı ictimasma kadar süre istemesi üzerine Mustafa Kemal Paşa kendisine şu cevabı vermişti "İzmit gibi melce-i vatanperverân olan bir şehirde ne asker, ne memur ve ne de herhangi bir vatanseverin hariç kalmasını zaten tasavvur etmiyoruz. Bu konuda fazla açıklama istemeye lüzum kalmadığı kanaatıyla yarınki cuma namazı ictimaına kadar beklemeyi uygun görüyoruz..."57.

MİLLİ MÜCADELEDE İZMÎT MUTASARRIFLARININ FAALİYETLERİ 131

BOA, DH-KMS, d.54-3, b.30,nu.5/lHamdi Namık Gör, İstiklâl Mucizesi, s. 11.Kılıçzâde Hakkı, İzmit Mektubu, İleri, 29 Temmuz 1922, 1611; Vakit, 18 Temmuz 1 1922,1653.

52 BOA, DH-KMS, d.53-3, b.38, nu.2.^ Kemal Atatürk, Nutuk, c.I, İstanbul 1982, s. 191.

Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, İstanbul 1953, s. 227.^ Rahmi Apak, İstiklâl Savaşı'nda Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, İstanbul 1942, s. 130.^ Kemal Atatürk, Nutuk, c.I, s. 191,192.^ Kemal Atatürk, Nutuk, c.I, s .191,192.

Page 138: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

Ali Suat Bey'in İzmit Mutasarrıflığı dönemine rastlayan önemli gelişmelerden biri de, gönüllü subaylıktan ihraç edilmiş Bekir adlı birinin58 bölgedeki faaliyetleri ve bu faaliyetlerin Sivas'ta bulunan Mustafa Kemal Paşa'yı meşgul etmesidir. Bu konu gerek Nutuk'ta, gerekse Milli Mücadele'yle ilgili bazı çalışmalarda ele alınmış, ancak Bekir'in sadece 1919 Ekim'ine rastlayan faaliyetlerinden söz edilmiştir. Biz, Bekir'in daha önce değinilmemiş en geç 1919 Eylül'ü başlarında başladığını söyleyebileceğimiz ilk faaliyetlerine de yer vermek suretiyle konuya daha bir açıklık kazandıracağımızı umuyoruz.

Damat Ferit Paşa Hükümeti'nin Bekir'in Adapazarı yöresindeki ilk faaliyetlerinde bir rolü olmamıştı. Hattâ, hükümet Kuvayı Milliye yanlısı olduğu endişesiyle, bu faaliyetleri kaygıyla karşılamıştı. Bu husus gerek Dâhiliye Nezâreti'nin, gerekse mahalli idarecilerin konuyla ilgili yazılarında açıkça görülmektedir. Dâhiliye Nezâreti'nin bu konuda İzmit mutasarrıflığına gönderdiği 14 Eylül 1919 tarihli şifre şöyleydi: "Adapazarh59 Çerkeş Bekir Bey'in teşkilat'ı mahsusa ile iştigal etmekte ve oralarda propaganda yapmakta olduğu haber veriliyor. Devletin vaziyet-i hazırasım takdirden aciz ve menfaat-i zâtiyelerini temine sâi olan bir takım eşhasm şurada burada tahrikat ile uğraşmalarına ve biçare halkı iğfal ve ihlal etmelerine nazar-ı kaydî ile bakılması vatana karşı ihanet olacağından, Bekir Bey'in teşkilat-ı mahsusa ile ne dereceye kadar alakadar olduğunun ve ne yolda propaganda yapmakta bulunduğunun serian tahkikiyle mücrimiyeti tahakkuk ettiği halde mahfûzen Dersaadet'e izami"60.

Ali Suat Bey'in 16 Eylül tarihli cevabmda durum şöyle açıklanmıştı: "Adapazarlı Çerkeş Bekir Bey'in Akyazı- Handık (Hendek) taraflarında teşkilat-ı millîye için propaganda yapmakta olduğu haber alınarak 1 Eylül 1919 tarihinde Adapazarı Kaymakamı mahallinde tahkikat yapmak üzere o havaliye azimet eylemiş ve işbu propagandanın o mıntıkaya mücavir bulunan Düzce cihetlerine de sirayeti ihtimaline binaen hemen Bolu Mutasarrıflığına ihbar olunmuştu. Bolu'dan alman cevapta oralarda öyle bir hareket-i mahsus olmadığı bildirilmiş ve Adapazarı Kaymakamının netice-i tahkikatında filhakika Bekir Bey'i nevahi-i mezkûrede propaganda yapmış ise de bilhassa Çerkeş ihtiyarlarından hiç taraftar kazanamayarak İstanbul'a gittiği ve mesele bu haliyle ehemmiyetten ari olduğu için nezaret-i celilerini işgale cüret olunmamıştı. Bu defa Adapazarı'ndan bi't-tekrar tahkiki-i madde edilerek kaza-i mezkûr ahalisi erkanınm teşkilât-ı mahsûsaya meyyal bulunmadıkları kanaati hasıl olmakla arz olunur..."61.

132 SABAHATTİN ÖZEL

58 Hakkında daha geniş bilgi için mkz. Enver Konukçu, aynı makale, s. 231.59 Bekir, Adapazarlı olmayıp ManyaslIdır.60 BOA, DH-KMS, d. 53-3, b.36, nu. 1/1.61 BOA, DH-KMS, d. 53-3, b. 36, nu.2

Page 139: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MİLLİ MÜCADELEDE İZMİT MUTASARRIFLARININ FAALİYETLERİ 133

Dâhiliye Nezâreti bu cevaba rağmen konu üzerinde önemle durduğundan 23 Eylül'de Yalova'da bulunan Ali Suat Bey'e hemen Adapazan'na giderek gereken tedbirleri almasını bildirmişti62. Buna karşılık İzmit Mutasarrıf Vekili'nin Adapazarı Kaymakamı Tahir Bey'den aldığı telgrafta durum şöyle açıklanmıştı: Bolu Mutasarrıfı, Kastamonu Kuvayı Milliye Kumandanı Osman Nuri imzasıyla davet edildiği telgrafhaneye hastalığım bahane ederek gitmeyince görevinden alınmış, yerine şube reisi vekil olarak görevlendirilmişti. Mutasarrıf Vekili halkı hemen toplayarak merkezî hükümetle ilişkiyi kesmeye karar vermişti. Bu husus dün gece Adapazarı telgrafhanesini Kuvayı Milliye'yle temas kurmaya davet ettikleri sırada öğrenilmişti. Kastamonu Posta ve Telgraf Başmüdürüyle, bazı memurları tekliflerini kabul ettirebilmek için mahfuzen Ankara'ya sevkettikleri şâyi olmuştu. Tahir Bey bu durumun yakınlığı dolayısıyla Adapazarı'na sirayetinden şüphe ediyor, acil tedbirlerin alınmasını zorunlu görüyordu. Ayrıca, nasıl hareket etmesi gerektiğinin tebliğen bildirilmesini istemişti63 . Dahiliye Nezareti Tahir Bey'in telgrafından haberdar olur olmaz, 23 Eylül'de Yalova'daki Ali Suat Bey'e hemen Adapazarı'na giderek acil tedbirleri bizzat almasını ve durumu iletmesini bildirmişti64 . Ali Suat Bey aym gün verdiği cevabmda vasıtasızlık- yüzünden İzmit'e dönemediğini, İzmit ve Adapazarı'yla görüştüğünü, Adapazarı ve Düzce'de dâha bir şey olmadığını, sadece Bolu telgraf memurlarıyla temas vaki olduğunu ve kaymakama gereken talimatı verdiğini belirtmişti65. 25 Eylül'de İzmit'e dönebilen Ali Suat Bey, Dahiliye Nezareti'ne 26 Eylül’de Adapazarı’na gideceğini arz etmişti66.

Çerkeş Bekir gerek İstanbul'daki hükümeti, gerekse mahalli yöneticileri telaşlandıran bu ilk faaliyetlerinden sonra İstanbul' a döndü. O sırada Sivas Kongresi çalışmalarını sonuçlanmış, kongre umumi heyetinin girişimiyle Anadolu'nun İstanbul'la bağlantısı büyük ölçüde kesilmişti. Kuvayı Milliye'nin bütün yurt sathında olduğu gibi, İzmit Sancağı'nda da varlığım hissettirmesi işgalcileri ve işbirlikçilerini endişelendirmiş, karşı tedbirler almaya sevketmişti. Çerkeş Bekir işte bu tedbirler çerçevesinde Ekim aymda para ve talimatla Adapazarı yöresine gönderildi. Anlaşılan Bekir'in, bölgenin Kafkas kökenli sakinlerini kışkırtmakta daha etkili olabileceği düşünülmüş, böylece kendilerini maddî ve manevî bağlarla saraya yakın gören bir zümreye dayanılarak karşı bir hareketin yaratılması amaçlanmıştı. Bekir, Adapazarı yöresine süvariye 30, piyadeye 15 lira maaş verme yetkisiyle gelmişti. Bunun

u BOA, DH-KMS, d.53-3, b.36, nu. 3/1.63 BOA, DH-KMS, d.53-3, b.36, nu.5.64 BOA, DH-KMS, d.53-3, b.36,nu.6/1.65 BOA, DH-KMS, d.53-3, b.36, nu.7.66 BOA, DH-KMS, d.53-3, b.36, nu.8.

Page 140: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

için kendisine 25.000 liranın verildiği söyleniyordu67. Bekir'in bir taplantıdalri "İngilizler bize bir hafta için müsaade ettiler. Beş gün geçti. Daha iki gün kaldı. Tacil edelim"68 sözleri, İngilizlerle olan bağlantısını göstermektedir. Ayrıca yapılan toplantılarda halka bir takım emirlerin okunması, İstanbul'daki önemli bir İdarî birim veya kişilerden talimat alındığının göstergesiydi. Bekir ve beraberindekilerin ifadelerine göre, padişah da bu hareketlerinden haberdar bulunuyordu.

Bekir ve adamları 19 Ekim 1919'da Akyazı Nahiyesi dahilindeki Talustan Bey'in evinde toplandılar. Beraberlerinde 50-60 kadar silahlı

•adamları bulunuyordu. Toplantıya Geyve VI..Dâire tahsildân Sapanca'nın Akçay Köyü'nden Beslan, halktan bir takım kimseler ve ileri gelenler katılmışlardı. Durumu öğrenen Adapazarı Kaymakamı Tahir Bey çoğunluğu Çerkeş ve Abaza olan 12 süvari ve 12 piyadeden ibaret kuvvetiyle toplantı yerine giderek amaçlarını öğrenmeye çalışmıştı. Elebaşılar Adapazarı'nı yağmalayacakları, hükümeti işgal edip zenginlerden para isteyecekleri, İzmit’in zuntarla köylerinden, karşı sahilden adam getirtecekleri iddiâlannı reddetmişler, Mustafa Kemal'i padişah olarak tamyamayacaklarını ifade etmişlerdi. Talustan Bey ısrarla Adapazarı'na giderek telgraf başmda padişahın hangi tarafı onayladığını sormaktan başka bir amaçlarının olmadığım belirtmişti. Tahir Bey kendileriyle ertesi gün İbrahim Bey'in Yortan Köyü'ndeki evinde buluşmak üzere sözleşerek toplantı yerinden ayrılmıştı. Ancak, Bekir ve adamları aynı gece kendilerine karşı olan beylerin kaymakama katıldıklarım öğrendiklerinden Hendek yönüne kaçmışlardı. Tahir Bey bir hükümet darbesi girişimi olarak değerlendirdiği bu hareketin, gecikilmeden kuvvet kullanılarak bastırılması görüşündeydi. Bu sebeple elindeki kuvvetiyle kaçakların takibine çıkmış, bir taraftan da başka kuvvet gönderilmeyecekse Kandıra ve Geyve kazalarınm süvarilerini acele göndermelerini istemişti. I. Tümen Komutam Asım Bey bu durum üzerine kolordudan kuvvet isteğinde bulunmuştu. Ayrıca, olaym kendisini ele geçirebilmek amacıyla Mutasarrıf Ali Suat, emekli jandarma binbaşısı Hafız, emekli binbaşı ve çiftlik sahibi İzmit Merkez Heyeti ikinci başkam Çerkeş Kâzım ve Sapanca'dan Sefer Beylerin olay yerine gönderilmeleri kararlaştırılmıştı. Asım Bey IH. Kolordu Komutanlığına ve Heyet-i Temsiliye Başkanlığına adı geçenlerin girişiminden sonuç almayı ummakla beraber, kuvvet kullanarak boyun eğdirmeyi gerekli gördüğünü bildirmişti. Ayrıca, Ali Fuat Paşa'nm Düzce taraflarına bir miktar kuvvet göndermesini önemli gördüğünü belirtmiş, bu meselenin nerelere ve kimlere kök saldığının XXV. Kolordu Komutanı Mirliva Çerkeş Ali Sait Paşa'dan sorulmasını tavsiye

134 SABAHATTİN ÖZEL

Nuri (özel muhabir), Yenigiin Gazetesi, 28 Ekim 1919, 221.Özcan Mert, aynı makale, ek.II.

Page 141: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MİLLİ MÜCADELEDE İZMİT MUTASARRIFLARININ FAALİYETLERİ 135

etmişti69. Diğer taraftan Hendek yönündeki takip müfrezesi yaşlı bir kişi olan Talustan Bey'le, Beslan ve kardeşi Hüseyin Çavuş'u Beynevit Köyü'nde ele geçirmişti70. Ali Suat ve Asım Beyler de 21 Ekim gecesi Adapazan'na giderek Hendek'teki Tahir Bey'e telgrafla Bekir ve adamlarının yakalanmaları için gereken direktifleri vermişlerdi. 22 Ekim'de Akyazı'yla yaptıkları telgraf görüşmesinden de Beslan ve kardeşi Hüseyin Çavuş'un yakalandıklarını, Bekir'in gece kaçtığmı ve diğerlerinin de büyük bir pişmanlık içinde ayrıldıklarını öğrenmişlerdi71 . Yine, İzmit'ten getirdikleri 18 kişilik müfrezeyi Bekir'in kaçtığı yöne şevketmişler, İstanbul'a kaçması ihtimaline karşı bazı önemli istasyonlara özel memurlar göndermişlerdi.

Mustafa Kemal Paşa bu gelişmeler sırasında Amasya'da bulunmakta, cereyan eden olayları en ince ayrıntılarına kadar izleyip gereken direktifleri vermekteydi. 23 Ekim'de bir taraftan Asım Bey'e Hürriyet ve itilafçılarla, dış düşmanlar tarafından gönderilen Bekir'in bozguncu hareketlerinin önlenmesini, diğer taraftan da Tahir Bey'e Bekir- ve arkadaşları hakkında şiddetli ve acele tedbirlerin uygulanmasında asla tereddüt gösterilmemesini, zararlarına meydan verilmemesini bildirmişti72. Tahir Bey 27 Ekim'de Mustafa Kemal Paşa'ya durumu şöyle açıklamıştı: İstanbul'dan özel olarak gelen Bekir adlı şahsın ayartmalarıyla İzmit'in Derbent Nahiyesi'nden Düzce'ye kadar bazı köylerden silahlı insanlar davet edilmek suretiyle bir toplantı yapılmıştı. Bunların boguncu hareketlere giriştiklerinin öğrenilmesiyle derhal İzmit'ten celbedilen müfrezelerle takiplerine çıkılmış, mahalli halktan bazı vatan evlatlarının da yardımıyla toplantı dağıtılmış ve hareket sonuçsuz bırakılmıştı73. Beslan ve Hüseyin Çavuş teşvikçi ve tertipçi olduklarından Divan-ı Harb'e sevkedilmişler, tertipçilerden olduğu anlaşılan ve İzmit'te İngiliz İbrahim olarak tanınan kimseyle74, Talustan Bey'in yeğeni Kamil ve Kayalar'dan Tahir haklarında geçici tevkif müzekkereleri çıkarılmıştı. Kaymakam Tahir Bey İbrahim'in tutuklanmasını İzmit Mutasarrıflığına yazmış, diğerlerini yakalamak için de harekete geçmişti75.

Ali Suat Bey, Damat Ferit Paşa Hükümeti'nin yerini Ali Rıza Paşa Hükümeti'nin almasından sonra Heyet-i Temsiliye'ye daha yakın bir tavır içinde olmuş, ancak Bekir meselesinde Mustafa Kemal Paşa'yı bilgilendirmekten kaçınarak liva halkına bir beyanname yayınlamakla

6 QKemal Atatürk, Nutuk, c. III, ves. 162.

70 Rahmi Apak, aynı eser, s. 113.71 Ozcan Mert, aynı makale, ek. V.^ Kemal Atatürk, Nutuk, c.I, s. 256-257.

Kemal Atatürk, Nutuk, c. İÜ, ves. 166.74 Sonradan İzmit Mutasarrıfı İbrahim Hakkı. ^ Kemal Atatürk, Nutuk, c. III, ves. 168.

Page 142: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

136 SABAHATTİN ÖZEL

yetinmişti. Beyanname metni şöyleydi: Size başka bir şey dahasöyleyeceğim. Ama buna da iyi dikkat ediniz. Aklınızı başınıza toplayarak iyi kulak veriniz. Çünkü memleketimizin bu gün geçirdiği felaketlerle, bundan sonra göreceğimiz günler bu söyleyeceğim şey üzerinedir. Bu anlatacağım iş millet işi ve siyaset meselesidir. Görüyorum ki memlekette bilen bilmeyen siyaset işlerine karışıyor. Birbirine ben şu fırkadanım, sen şu fırkdansm diye ortalığa bir ayrılık koyuyor. Hemşehriler birbirinden soğuyor. İki müslüman birbirine emniyet etmiyor. Böyle şeylerden kendine bir kâr çıkarmak, bir külah kapmak için ahaliyi birbirine düşüren, tutuşturan hain adamlar yazık ki içimizde vardır. Aklısıra büyük adam olmak için böyle adamları kendi çıkarlarına kullanan, bir takım zavallı ahaliyi ve kendi işiyle gücüyle uğraşan köylü ve çiftçiyi kandırarak, Müslümanların arasına fesat koyarak hemşehrileri birbirine düşman eden din ve millet hainleri de vardır. Yalanla, parayla, düzme kağıtlar ve hikâyelerle yüreği saf zavallıları doğru yoldan çıkaran ve dünya malı için gözleri kör gibi etrafım göremeyen fena adamlara aldanmayınız. Bunlardan işte Bekir isminde bir serseri bundan birkaç gün evvel Adapazarı'nm Akyazı taraflarına gelerek bazı cahillere yalan uydurmuş, hükümete, devlete emniyet etmeyiniz demiş. Şuna buna biraz da para vererek evvelden tanıdığı bir kaç köy ahalisini ayağa kaldırmış ve bunu yapmak için hiçbir Müslümanm, hiçbir namuslu adamın kabul edemeyeceği hilelerle, yalanlarla, hiç aslı olmayan hikâyelerle, devlete karşı düşüncesizlerle memleketin şerefini lekelemek istemiştir. Böyle adamların maksadı herkes birbirini yesin, herkes birbirini isterse boğazlasm. Fakat ara yerde ben kazanayım gibi Allah'ın lanet ettiği bir fenalığı Sana bana bulaştırmaktır..."76.

1919 Eylül'ünde îzmit ve civarında İngiliz askerî aktivitesinin bir hayli arttığı gözlenmişti. Ali Suat Bey'le Dahiliye Nezareti arasındaki yazışmalardan anlaşıldığına göre: İngilizler 15 Eylül'de Derine^ İstasyonuna iki tank, bomba ve cephane sandıklan çıkarmışlar, 300 den fazla çadır kurmüşlardı. Zaman zaman Eskişehir yönüne topçu ve piyade kuvvetleri sevkediyorlardı. Yapılan araştırmada Tuzla'daki 1000 çadırdan fazla askerin de sevkedilmek üzere oldukları anlaşılmıştı.77 20 Eylül gecesi bir İngiliz generali ve maiyyeti 80 kadar İngiliz askeriyle birlikte ekspres trenle, 70 kadar Hintli İngiliz askeri de 1074 nolu trenle Eskişehir yönüne gitmişlerdi. Yine 23 Eylül gecesi 13 vagon Hintli İngiliz askeri, 8 vagon mekkari ve 2 vagon cephane aynı yöne sevkedilmişlerdi78. 23 Eylülde ayrıca 6 vagonda 100 kadar Hintli 'İngiliz askeriyle, 4 vagon mekkari aym yönde geçmişlerdi79 .

Yenigiin, 28 Ekim 1919, 221.77 BOA, DH-KMS, d. 53-3, b. 36, nu.4.

Page 143: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MİLLİ MÜCADELEDE İZMİT MUTASARRIFLARININ FAALİYETLERİ 137

Dâhiliye Nezâreti mutasarrıflıktan aldığı bu bilgileri Hariciye Nezâretine aksettirmiş, ayrıca İngilizlerin İzmit İstasyonu civarına yığdıkları büyük çaptaki cephaneye değinerek muhtemel bir tehlikenin önlenebilmesi için gerekli girişimin yapılmasını istemişti80. Hariciye Nezareti'nin Müzâkere Komisyonu nezdindeki girişimine karşılık, komisyonun İngiliz üyesi konunun yetkisi dışında olduğu gerekçesiyle durumun İngiliz komutanlığına yazılmasını tavsiye etmişti81. Böylece sorunun Harbiye Nezâretine iletilmesi üzerine82, Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Dâhiliye Nezâretine cephane meselesinin içyüzü hakkında bir açıklama göndermişti. Buna göre, Harbiye Nezareti İngilizlerin isteği üzerine Kütahya istasyonunda toplanmış olan piyade cephanesini kısmen İzmit'e, kısmen de Derince'ye nakletmişti. İzmit'teki cephane önce istasyon civarındaki gazhane binasına, daha sonra şehirden uzak bir camiye konulmuştu. Cemal Paşa bunun dışmda İngilizlere ait cephane olup olmadığının şüpheli olduğunu, bize ait bir cephanenin İngilizlere ait sanılması ihtimaline karşı durumun açıklığa kavuşturulmasını istemişti83. Dahiliye Nezareti'nin bu konuda açıklama isteyen yazışma Ali Suat Bey'in 4 Aralık 1919'da verdiği cevapta durum şöyle belirtilmişti: İstasyon civarındaki gazhane ve böcekliğe konulan ve İngiliz komutanın isteği üzerine camiye nakledilen 1700 sandık cephane bize âit olup, Kütahya'dan İzmit'e nakledilmişti. Cephanenin tamamı 60.000 sandığa ulaşıyordu. 4 Aralık'ta İngiliz generalinin daveti üzerine açıktaki cephanenin çadırlara alınması, camidekilerin eski yerine nakledilerek tümünün aynı yerde toplanması ve müşterek nöbetçilerin koruması altında bulundurulması kararlaştırılmıştı. General nakliye için araba yardımında bulunmayı da vaadetmişti84.

Ali Suat Bey döneminde İzmit Türk halkı işgal ve gayrimüslimlerin taşkınlıklarına rağmen zaman zaman düzenlenen müsâmerelerde bir araya gelmiş, çeşitli kültürel etkinlikler gerçekleştirmişti. Kasım 1919 başlarında düzenlenen bir müsâmerede Emin Ali Bey "Anadolu ve Türkler" konulu bir konferans vermiş, Yavuz Sultan Selim piyesiyle, Milli Piyesler Heyet-i Temsiliyesi tarafından "Ey Türk Genci Ümidini Kesme" adlı üç perdelik bir piyes oynanmıştı85.

Ali Suat Bey'in 1919 yılı sonlarında karşılaştığı önemli bir sorun da İngiliz'lerin hükümet konağmı boşaltması yönünde yaptıkları baskıydı. 31

BOA, DH-KMS, d. 56-2, b. 27, nu.1/1. 81 BOA, DH-KMS, d. 56-2, b.27, nu.3.09

BOA, DH-KMS, d. 56-2, b.27, nu.2/1.83 BOA, DH-KMS, d. 56-2, b.27, nu.5.84.ö BOA, DH-KMS, d. 56-2, b.27, nu.4/1,7. 85 Yusuf Çam, aynı eser, s. 27.

Page 144: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

138 SABAHATTİN ÖZEL

Ekim 1919'da İzmit'teki İngiliz Komutan Vekili Ali Suat Bey'e, İzmit'e yakında bir İngiliz generalinin geleceğini, bunun için Kasr-ı Hümayun'un hükümet konağı olarak kullanılan iki dairesinin boşaltılmasını bildirmişti86. Ali Suat Bey bu durumu Dâhiliye Nezâreti'ne bildirmiş, mesken buhranı yüzünden büyük bir güçlükle karşılaşabileceğinden boşaltma işleminin kesinleşmesi halinde inşaasma İttihat ve Terakki Kulubü olarak başlanan binanın tamamlanabilmesi için 3000 lira istemişti. Dâhiliye Nezâreti de bunun üzerine durumu Hariciye ve Maliye Nezâretlerine bildirmişti87. Hariciye Nezâreti sorunun mütareke Komisyonuna aksettirileceğim bildirerek, mutasarrıflığa İngiliz generali için uygun bir binanın hazır hale getirilmesinin yazılmasını tavsiye etmişti88. Dahiliye Nezareti'nin aynı tavsiyeyi İzmit Mutasarrıflığına bildiren şifresine89, Ali Suat Bey'in verdiği cevapta İzmit'teki son durum şöyle özetlenmişti: Ali Suat Bey 26 Kasım 1919'da döndüğü İzmit'te bir oldu bittiyle karşılaşmış, resmi dâirelerin Sultanî Mektebi'nin üst katma nakledildiklerini görmüştü. Sultanî öğrencileri işlerini takip eden vatandaşlar yüzünden ders yapamaz olmuşlar, aym binadaki Darülmuallimîn ise tatil edilmişti. Darülmuallimîn öğrencileri istasyonda karşıladıkları Ali Suat Bey'den durumlarına bir çözüm bulmasını istemişlerdi. Ali Suat Bey son ve acil çözümü resmî dairelerin 2-3 hafta içinde tamamlanacak İttihat ve Terakki Kulübü binasına naklinde görmekte, bunun içinde 3000 liranın iki güne kadar Ziraat Bankası vasıtasıyla gönderilmesini istemekteydi90 . Yaptırdığı keşfe göre 4000 liradan fazla gerekmekteyse de, 3000 liranın gönderilmesi halinde geriye kalan miktar teberru olarak toplanacaktı. Dâhiliye Nezâreti ise bir taraftan Maliye Nezâreti'ne para isteğini tekrarlamış91, diğer taraftan da 8 Aralık’ta Ali Suat Bey'e soruna İngiliz generaliyle görüşerek çözüm bulmasını bildirmişti92. Ancak, Ali Suat Bey o sırada İngiliz generali Montagu (Dah) İstanbul'da bulunduğundan, Dâhiliye Nezâreti'nden bu fırsattan yararlanılarak generalle görüşülmesini istemiş93, Dâhiliye Nezâreti de durumu Hariciye Nezâreti'ne bildirmişti94.

Ali Suat Bey döneminin en önemü sorunlarından birini de asayiş meselesi oluşturmuş, özellikle Değirmendere ve yöresindeki asayişsizliğin giderilmesi öncelikli konu olmaya devam etmişti. Eylül 1919'da İstanbul'dan

BOA, DH-KMS, d. 56-2, b.29, nu.3.87

BOA, DH-KMS, d. 56-2, b.29, nu. 1/1,2/1.QOBOA, DH-KMS, d. 56-2, b.29, nu.5.

89 BOA, DH-KMS, d. 56-2, b.29, nu. 4/1.90 BOA, DH-KMS, d. 56-2, b.29, nu. 7.91 BOA, DH-KMS, d. 56-2, b.29, nu.6/1.92 BOA, DH-KMS, d. 56-2, b.29, nu. 8/1.93 BOA, DH-KMS, d. 56-2, b.29, nu. 10.94 BOA, DH-KMS, d. 56-2, b.29, nu.9/1.

Page 145: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MİLLİ MÜCADELE'DE İZMİT MUTASARRIFLARININ FAALİYETLERİ 139

İzmit’e gitmekte olan Seyrüsefâîn İdaresinin Kırlangıç vapuru durmaya zorlanmış, vapurun durmaması üzerine açılan ateş sonucunda ölenler ve yaralananlar olmuştu95. Suçluların yakalanıp cezalandırılamaması eşkıyanın cüretini büsbütün arttırmaktaydı.

14 Kasım 1919'da İzmit'ten Dava Vekili Ali Vasfi imzasıyla Dâhiliye Nezâreti'ne çekilen bir telgrafta, İzmit'te güç bir durumun doğmaması için acil ve etkili tedbirlerin alınması istenmişti96. Ali Suat Bey Dâhiliye Nezâreti'nin bu başvuruyla ilgili şifresine97 18 Kasım'da verdiği cevapta durumu şöyle açıklamıştı: Ali Vasfi Bey, yapılan sorgulamasında amacının hükümeti uyarmak ve jandarmanın görev yapmadığını anlatmak olduğunu, Değirmendere taraflarında Lazlarla, Arnavutların intikam amacıyla çatışacaklarım duyduğunu ifade etmişti. Ali Suat Bey çatışma ihtimalini önceden gördüğünden bölgeye güvenlik kuvveti sevkederek şimdilik bu ihtimali önlediğini, ihtiyatı elden bırakmadığım, ancak bunların olağanüstü bir durumun doğmasma işaret etmeyeceğini belirtmişti98.

Yine Kasım aymda eşkiya Değirmendere eşrafından merhum Esat Ağa'nın büyük oğlu Adil Efendi'yi dağa kaldırarak on okka altın fidye istemişlerdi. Cesur ve kurnaz bir kişi olan Adil Efendi kaçmayı, Iznik-Mekece üzerinden Değirmendere'ye dönmeyi başarmıştı. Bir jandarma müfrezesi Bombacı Mustafa (Gürcü Mustafa) çetesiyle müsademeye ’ tutuşup çete mensuplarından ikisini yaralamışsa da, çete efradı yaralılarla birlikte kaçmışlardı. Ancak, jandarma İznik civarındaki Süleymaniye Köyü'nde Bombacı Mustafa ve iki adamım ölü olarak ele geçirmiş, yaralı olarak kaçan Hakkı Çavuş ve Rasim'in takibine başlamıştı. Ayrıca, Yalova'nın Çağşak Köyü civarında yol keserek köylüleri soyan üç Ermeni'den Ohannesoğlu Kabraeil ele geçirilmişti. Aynı günlerde İzmit Sancağı dahilinde cereyan eden asayişle ilgili olayların başlıcaları şunlardı: Jandarma, Adapazan'nm Akyazı Nahiyesi'nde Zeyur ve Çepenoğlu Ahmet çetelerinin reisi Ahmet’i ölü, Beldibi Köyü'nden eşkiya Fethullahoğlu Ömer'i sağ ele geçirmişti. Akyazı Nahiyesi'nde eşkiyalık yapanlar daha çok Mudurnu Kazası'na sınır olan Keremali Dağı eteklerindeki köyler halkındandı. Henüz vergi ve tapu kayıtlarına girmemiş olan bu köylerde her gün tarla açmak için ormanlar yakılıyordu. Yine, Akyazı'nın Yongalık Köyü'nden Kâmil, Haşan Faik, Kozluk Köyü'nden Râsim, Şerif, Mehdi, Bıçkıdere Köyü'nden Kâmil ve Rıza takip müfrezelerince yakalanmışlardı. Kandıra Kazasında Goncalar ve Sepetçioğlu köyleri arasındaki Değirmen Meşeliğinde barınan bir çetenin tüm mensuplan ölü ele geçirilmişti. Öldürülen çete mensupları Kandıra Kazası jandarma

93 Türk Dünyası Gazetesi, 13 Aralık 1919, 88.96 BOA, DH-KMS, d. 57-1, b. 20, nu.2.97 BOA, DH-KMS, d .57-l,b . 20, nu.1/1.98 BOA, DH-KMS, d. 57-1, b. 20, nu.3

Page 146: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

140 SABAHATTİN ÖZEL

bölüğünden firar eden Kaymas Nahiyesi Keremler* Köyü'nden Mustafa oğlu Arif, Gonca'lar Köyü'nden, İbrahim oğlu İsmail, Cabbarlar Köyü'nden Abdullah ve Armeşe Nahiyesi'nin Güvercinlik Köyü'nden Bayram'dı. Müsademe sırasında jandarma komutanı Sâmi Efendi sağ el parmağından, Halit adlı jandarma da ayağından yaralanmışlardı. Kandıra Kazası'nm Taşoluk Köyü'nden Mehmet Ağa'yı dağa kaldıran Taşgeçit Köyü'nden Mustafa ile Akkumluk Köyü'nden Yörük Demirali müsademe sonucunda yakalanmışlar, Mehmet Ağa sağ olarak kurtarılmıştı. Sapanca Nahiyesi ile Kırkpmar arasındaki şosede gelip geçen tüccarları, durdurduğu posta treni yolcularım soyan Kırkpınar'm Şadiye Köyü'nden Haprak'm oğlu Ekrem ölü ele geçirilmişti".

Ali Suat Bey 22 Kasım'da hükümete İzmit ve civarının durumu hakkında sözlü bilgi sunmak, alınması gereken tedbirler hakkında görüşmek üzere İstanbul'a gitmişti100. Burada Akşam Gazetesi muhabirine İzmit'in asayişine dair verdiği beyanatında şunları söylemişti: İzmit ve yöresinin asayişi sanıldığı kadar bozuk değildi. Belli başlı bir çete olmayıp, eşkiya dağınık halde faaliyet gösteriyordu. Eşkiyalığa daha çok Değirmendere ve Karamürsel taraflarında rastlanıyordu. Oralarda Lazlar, Amavutlar, Abazalar ve Çerkezlerle uğraşmak gerekiyordu. Jandarma nitelik ve nicelik olarak yeterli değildi. Umum Jandarma Komutanlığından gönderilen Albay Hilmi ve Yarbay Vâsıf Beyler jandarmanın ıslahıyla meşgul bulunuyorlardı. Karakol komutanı küçük rütbeli subayların daha iyi eğitilmesi, jandarmanın daha güvenilir kişilerden seçilmesi gerekiyordu. Eşkiyalığı önleyebilmek için halktan yardım istemiş, eşrafla görüşmüş ve bir bildiri yayınlamıştı. Selefi (Ahmet Anzavur) zamanında belli başlı olarak Yetimoğullan çetesi bulunuyordu. Bu çetenin ortadan kaldırılması yüzünden Arnavutlarla, Lazlar arasında bitmez tükenmez bir kan davası doğmuştu. Yerli halktan Türkler arasında eşkiyalık yapan mevcut değildi. Hükümet, isteklerini karşıladığı takdirde Değirmendere civarında mevzii mahiyette görülen asayişsizliğin önü almaGaktı. Ali Suat Bey, muhabirin özellikle Adapazarı'nda bazı kimselerin çete kurarak, kışkırtmalarda bulundukları rivayetlerine dair sorusuna şu cevabı vermişti: "Filhakika bundan evvel bazı kimseler siyasi mahiyette tahrikatta bulunmak istediler. Adapazarı civarında Çerkeslerden bazılan iğfal edildi. Fakat vaktiyle haber aldık ve derhal mani olduk. Şimdiki halde sükûnet câridir. Hiçbir şey yoktur".

99

100

Sapanca Rüştiyesindeki öğrenimi sırasında zekasıyla öğretmenlerinin dikkatini çeken Ekrem, zamanın İzmit Mutasamfı Mazhar Müfit Bey'in (Kansu) ilgisiyle İzmit Dariilmuâllimine kaydedilmişse de daha sonra öğrenimini terketmiş, köyüne dönerek önce baba mesleği olan arabacılığa, bir süre sonra da eşkiyalığa başlamıştı. .Akşam, 24 Kasım 1919, 422.

Page 147: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MİLLİ MÜCADELE'DE İZMİT MUTASARRIFLARININ FAALİYETLERİ 141

Aynı günlerde İzmit'ten İstanbul'a dönen Umum Jandarma Kumandan Muavini Albay Hilmi Bey İkdam Gazatesi muhabirine verdiği beyanâtında özetle şöyle demişti: İzmit yöresinde asayişi sağlamak amacıyla gittiği bölgede 15 gün kadar Değirmendere, Halıdere, Saraylı, Gorcun ve Döngel köylerini dolaşmıştı. Değirmendere yöresinde asayişi bazı Arnavutlarla, Lazlar bozuyorlardı. İzmit'in Mihaliç Rum köyüne nizamiye ve jandarmadan yeterli kuvvet gönderilerek köy halkının heyecan ve endişeleri giderilmişti. Karakolu olmayan Değirmendere'de, burasmm öneminden dolayı yeterli kuvvet bira kılmıştı. Şiddetli takibat ve alman tedbirler sonucunda çok bozuk olan asayiş düzeltilmişti. Son zamanlarda Düzce taraflarında bazı olayların meydanagelmesi üzerine Bolu yöresine yeterli jandarma, takip müfrezeleri ve mitralyöz sevkedilmiş, Bolu Livası'nm her tarafında asayiş sağlanmıştı101.

İstanbul basım konuya olan ilgisini sürdürmekte, Ali Suat Bey'in faaliyetlerine yer vermeye devam etmekteydi. Bu konudaki bir habere göre, Ali Suat Bey Adapazarı Kazası dahilinde, özellikle Düzce ve Mudurnu sınırlarında soygun ve cinayetlere tanık olunca İstanbul'a gitmiş, İzmit'e düzenli kuvvet gönderilmesi için ısrarlı girişimlerde bulunmuştu. B öylece girişilen takibat ciddi bir şekil almıştı102 . Adapazarı Kazası’nda eşkiyalığın başlıca sebebi olarak jandarmanın yerli halktan seçilmesi gösteriliyordu. Dâhiliye Nezâreti basında sıkça görülen haberler üzerine İzmit Mutasarrıflığına gönderdiği bir yazıyla gösterilen çabalardan duyduğu memnuniyeti ifade etmiş, ayrıca girişilen takibatın sonuçlarının bildirilmesini istemişti103. Ancak, mutasarrıflıktan beklediği sürede cevap alamadığından aym mahiyette telgraflar çekmeye devam etmişti104. Ali Suat Bey, İzmit'e dönüşünden soma Dâhiliye Nezâreti'ne gönderdiği cevabmda durumu şöyle özetlemişti: Jandarma takibatı başarıyla sonuçlanmıştı. Bazı yerlerde belirli kişilerin takibi için Hilmi Bey'le birlikte hazırlanan planın zamanı geldiğinde uygulanmasıyla önemli yararlar sağlanacaktı. Bazı jandarma subaylarının değiştirilmesi için istekte bulunacaktı. Hüdavendigâr Vilâyeti mülhakâtıyla yapılacak karşılıklı takibat için maruzatta bulunulmuş, bu vilayetle hemhudut Yalova, Karamürsel, Geyve, İznik kazaları takip müfrezeleri talimâtnâmesinin sunulmak üzere hazırlandığı bildirilmişti.

1919 yılı sonlarında İzmit Sancağı asayişine dair basında yer alan haberlerin başlıcaları şöyleydi: Geyve Jandarma takip müfrezesi Koru Divam'm basan çetenin mensuplarından Akyazı'lı Lâz Kola'yı ölü, Arslan oğlu Ömer'i yaralı, Azız ve Hacı oğlu Rıza'yı sağ olarak ele geçirmişlerdi. Yine takip müfrezeleri Sapanca'nm ilmiye Köyü'nden Harun ve Ömer'in evlerini

ikdam Gazetesi, 8 Aralık 1919, 8198.102 Türk Dünyası, aynı sayı.103 BOA, DH-KMS, d. 57-1, b. 58, nu.1/1.104 BOA, DH-KMS, d. 57-1, b. 18, nu.1/1,2/1.

Page 148: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

142 SABAHATTİN ÖZEL

basan Ömer oğlu İshak, Demircioğlu Şükrü ve Mahmut'u silahlı olarak yakalamışlardı106 .

Ah Suat Bey İstanbul'un işgali üzerine (16 Mart 1920) Mustafa Kemal Paşa'nm telgrafına verdiği cevapta Heyet-i Temsiliye'nin genelgesini aldığım, güvenliği sağlamaıun başhca görevi olduğunu, İzmit'teki İngiliz Savaş gemisi komutanının sözlü tebligatında ülkede alınacak kararların herhalde iyi olacağını bildirilmesi üzerine asayişin sağlanması için bir kat daha çalışıldığını bildirmişti107. Ali Suat Bey'in cevabı, elbette uğranılan muamelenin mahiyetini kavramış bir bürokratın tepkisini yansıtmıyordu. Ali Suat Bey, ayrıca İtilaf Kuvvetlerinin İstanbul'un işgalinden sonra bütün yurda telgrafla yaptıkları resmî tebliği alan ve cevaplayan iki yöneticiden biri olmuştu108. Bununla beraber yeniden işbaşma geçen Damat Ferit Paşa Paşa Hükümeti'nin güvenebileceği bir mutasarrıf da olmadığından görevinden alındı.

İbrahim Hakkı Bey

İbrahim Hakkı Bey, Ali Suat Bey'den sonra mutasarrıf vekili olarak atanmış ve 14 Nisan 1920'de görevine başlamıştı109. Sapanca'mn Akçay Köyifnden olup, İzmit Genel Meclisi ve Dâimi Encümeni üyeliklerinde bulunmuştu. Damat Ferit Paşa'nm güvenini kazanmış bir mutasarrıf olmasının yanısıra, İngilizler ve Yunanlılarla uyum içinde tam bir işbirlikçi olarak görev yaptı.

İbrahim Hakkı Bey göreve başlamasının ardından 18 Nisan'da Dahiliye Nezareti'ne genel durum ve Kuvayı Milliye hakkında şu bilgileri vermişti. Adapazan'nda ve livâ'nın diğer yerlerinde Kuvayı Milliye ile halk, arasında bir çatışma olmamış, askerlik şubesince asker yazımına teşebbüs edilmemişti. Başlarında Eşref Bey (Eşref Kuşçubaşı) olduğu halde Adapazan'na gelen Kuvayı Milliye bazı kişileri ücretli ve gönüllü olarak kaydedip, halktan para toplamaya kalkmışsa da gördüğü tepki karşısında Kandıra ve Taşköprü taraflarına çekilmişti. Kuvayı Milliye daha önce Sapanca taraflarına giderek Adapazan'ndan İzmit'e geçişleri engellemişse de, bir süre sonra çekilmişti. Livâ dahilinde durum henüz normal sayılmasa da, olağanüstü bir durum da mevcut değildi. Kuvayı Milliye'nin Geyve mıntıkasında Kaymakam Mahmut Bey komutasmda düzenli bir tümeni (24. Tümen olup), sükûneti muhafaza

Yenigün, 2 Ocak 1920, 287.107 Kemal Atatürk, Nutuk, c.III, ves. 256.108 Kemal Atatürk, Nutuk, c.I, s.414; Ali Fuat Cebesoy, aym eser, s. 308.^ Vakit, 14 Nisan 1920, 872; Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, sayı: 35, Ankara 1961, b.

874.

Page 149: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MİLLİ MÜCADELE'DE İZMİT MUTASARRIFLARININ FAALİYETLERİ 143

ediyordu. Geyve Ortaköy Rumlarmdan bazı heyecan verici haberler alınmışsa da, sonra bunların çok abartılmış oldukları anlaşılmıştı. İzmit I. Tümen Komutam ve subaylarıyla yaptığı görüşmelerde, Geyve'deki tümen komutanı ve erkanıyla temas sağlanarak kan dökülmeden bir anlaşmaya varılabileceği umudu doğmuştu. Yörede normal duruma geçilmesi, trenin Adapazarı'na kadar işlemesinin sağlanması kuvvetle ümit ediliyordu110 .

İbrahim Hakkı Bey, aynı gün Dâhiliye Nezâreti'ne çektiği diğer bir telgrafmda, nezaretçe gönderilen Hattı Hümayun ve Fetvâ-i Şerife suretlerinden yeteri kadanam livâ dahilinde dağıtıldığım, livâ gazetesiyle yayınlanmak ve gerekli yerlere asılmak suretiyle duyurulduğunu, geri kalan kısmının Anadolu içlerine gönderlimesi için gerekenin yapıldığını bildirmişti111. Aynca, livada tüm hükümet memurlarının, askerî görevlilerin yasal görevleriyle, halkın işleri güçleriyle meşgul olduklarım, livâ halkının ötedenberi hilafet makamına ve padişaha sadık olduklarım, bağlılıklarını bir kat daha arttırmak ve hükümetle aym görüşte olmalarım sağlamak için gerek bizzat, gerekse Adapazarı yöresine özel olarak gönderdiği adamları vasıtasıyla telkinlerde bulunduğunu belirtmiş; livâ merkezi dışma çıkarılmış olan I. Tümen Komutam ve subaylarıyla yaptığı temaslardan, tümenin Kuvayı Milliye'nin yöreye tecavüzle halktan para almak, asker toplamak ve karışıklık çıkarmak gibi hareketlerine meydan vermeyerek livânın huzur ve asayişi için çalışacağına kanaat getirdiğini ifade etmişti.

İbrahim Hakkı Bey 20 Nisan'da Dahiliye Nezâreti'ne kuryeyle gönderdiği kapsamlı raporunda beş günlük icraatım şöyle değerlendirmişti: Halk, memur ve subayları merkezî hükümetin görüşleri doğrultusunda aydınlatmış, kısa sürede görüşlerini değiştirmeyi başarmıştı. Özellikle subayların en müfritlerini bile işbiriliğine ikna etmişti. Adapazarı ve Geyve yöresine askerî harekât düzenlemek üzereyken I. Tümen Komutam Rüştü Bey'in İngilizlerce tutuklanarak İstanbul'a gönderilmesiyle, bu tasarisı sonuçsuz kalmıştı112. Rüştü Bey'in kendi görüşü alınmadan tutuklanması subaylar üzerinde kötü etki yapacak, bu da milliyetçiler lehine olacaktı. Anadolu'daki subaylar bundan soma hükümetin kesin beyanatına rağmen kendilerine katılmakta tereddüt edeceklerdi. Tüm imkansızlıklarına rağmen gayrimeşru bir harekâtla üzücü olaylara sebebiyet vermek istemediğinden, gelecekte yapmayı tasarladığı tedip harekâtı için kendisine yetki verilmeliydi. Harbokulu'nun yetiştirdiği kurmay bir subay olduğundan, askerî fikir ve icraatında bağımsız olmalıydı113. Kuvayı Milliye muktedir subaylarla hareket ettiğine göre, düzenli bir harekâtla karşılık verilmez ve Rüştü Bey meselesi

110 BOA, DH-KMS, d. 53-4, b. 47, nu.2.111 BOA, DH-KMS, d-53-4, b. 47, nu.3.112 BOA, DH-KMS, d. 53-4, b. 47, nu.5.113 BOA, DH-KMS, d. 53-4, b.47, nu.5.

Page 150: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

gibi siyasi hatalar yapılacak olursa rakiplerine karşı başarılı olamayacaklarını söylemek mecburiyetindeydi. Böyle tehlikeli bir oyunda mutasarrıflık vekâletiyle oynayabileceği rol zayıf kalacağından,, asaletinin onaylanmasını ve kuvva-i tedibiye komutanlığının uhdesine verilmesini gerekli görmekteydi. Raporda kazaların durumları şöle belirtilmişti: .

1- İzmit içi, Derince demiryolu Tuzla'ya kadar İtilaf kuvvetlerinin işgalindeydi.

2- Kandıra yöresi siyasi çetelerin (Kuvayı Milliye'nin) harekâtına sahne olmuştu. Rüştü Bey meselesi çıkmasaydı, buna da bir çözüm bulunacaktı.

3- Adapazarı, Hendek, Akyazı, Sapanca yöresinde henüz sükûnet devam ediyordu. Halk, hükümetin gücünü göstermesini bekliyor, Kuvayı Milliye'yi ezebilecek çok üstün bir kuvvet hazırlanmadıkça ferdî hareketlere izin vermiyordu.

4- Geyve yöresi fiilen kuvva-i gayri milliyecilerden bir tümenin bazı kısımları tarafından işgal edilmişti114. Bu kuvvetin Adapazarı ve Sapanca yönlerine sevkettiği zayıf müfrezeler etkili olmuyordu. Yakında tümen komutanıyla temas kurup, bir anlaşmaya varmayı umuyordu. Harbokulu'ndaki arkadaşlarından olduğundan, kendisiyle anlaşması pek doğalsa da Rüştü Bey'in tutuklanıp İstanbul'a gönderilmesi tüm cesaretini kırmıştı. Subaylar haklı olarak bundan böye kendilerine güvenmeyeceklerdi115.

5- Ortaköy hadisesi gerçek olmakla beraber, henüz ayrıntılarını öğrenememişti. Etraftan alınan bilgiler ise biraz abartılı görünmekteydi.

6- Geyve Boğazı halen gayrimilliyecilerden'tümen komutam Mahmut Bey'in işgalindeydi. Mevcut iki önemli köprü gerektiğin deuçurulmak üzere hazırlanmış durumdaydı. Mahmut Bey'in kuvveti en çok 500-600 kişiden ibaret olup, bir miktar süvari ve piyadeden oluşuyordu. Üç topu ve birkaç makine litüfeği vardı. Kendilerinin ise hiçbir şeyi yoktu. Rüştü Bey hadisesi olmasaydı, bu kuvvet ya kendilerine katılacak, ya da livâ dışma sürülecekti.

7- Karamürsel, Yalova yöresiyle haberleşme yolundaysa da maaşları ödenemediğinden jandarma efradının çoğu firar etmişti. Bu yüzden güvenlik tedbirleri ahnamıyordu.

8- Halk, saltanata bütün kalbiyle bağlıydı. Yalnız dışardan gelen gayritabir kuvvetleri çıkarmak ve tedip edebilmek için en önemli ihtiyaçları silah ve mühimmattı116 . Her şeyden önce en az 10.000 mavzer, 500.000

144 SABAHATTİN ÖZEL

114 XX. Kolordunun Kaymakam Mahmut Bey komutasındaki 24. Tümeni kastedilmektedir.

115 BOA, DH-KMS, d. 53-4, h.47, nu.6.116 BOA, DH-KMS, d. 53-4, b.47, nu.7.

Page 151: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MİLLİ MÜCADELEDE İZMİT MUTASARRIFLARININ FAALİYETLERİ 145

mermi, 8 mitralyöz, seri ateşli bir topçu bataryası, topçu mitralyöz ve piyade subaylarıyla, mümkün olduğu kadar nakit paranın en kısa zamanda İzmit'e ulaştırılması gerekiyordu. Bu hususta İngilizlere de bilgi verilmesi zorunluydu. Fransız mümessili 19 Nisan'da gelmiş, ertesi gün görevine başlamıştı.

9- Mühimmat meselesi halledilip, kendisine kesin yetkiler verilmedikçe Kuvayı Milliye'nin oldukça düzenli ve donanımlı kuvvetlerine karşı saf ve sadık halkı teşvik edip kırdırmayacaktı. Paradan vazgeçebilirdi ama yetki ve mühimmat meselesinin halledilmesi zorunluydu.

10- Sahil halkına erzak şevkine engel, olunması üzerine İzmit'teki İngiliz mümessiline başvurulmuş olup, olumlu cevap bekleniyordu.

İbrahim Hakkı Bey raporunun son kısmında kesin emirlerin, kuryesi Tahsin Bey vasıtasıyla gönderilmesini beklediğini arz etmişti117 .

Dâhiliye Nezâreti 22 Nisan'da İbrahim Hakkı Bey'e isteklerinin karşılanacağını bildirmişti. Rüştü Bey'in serbest bırakılması için Hâriciye Nezâreti'ne yazıldığı, silah ve mühimmatın gönderilmek üzere olduğu, diğer hususlarla ilgili sonucun yakında .biidirilecği ifade edilmişti. Dâhiliye Nezâreti'nin cevabından, iki taraf arısnda resmi yazışmaların dışmda bir kurye trafiğinin de mevcut olduğu, İzmit’ten Tahsin Bey’den önce Kâmil adlı bir kuryenin sözlü bilgiler sunmak üzere nezarete gönderildiği anlaşılmıştı118. Kâmil anlaşıldığına göre Dahiliye Nezareti üzerinde olumlu etkilerbırakmıştı. Dâhiliye Nezâreti İbrahim Hakkı Bey'e Kâmil'i gücüyle mütenâsip bir işte kullanarak hizmet ve gayretinden yararlanmasını tavsiye etmişti119.

İbrahim Hakkı Bey 27 Nisan 1920'de İzmit'ten hareketle ötedenberi tasarladığı tedip harekatına başladı. İstanbul Hükümeti taraftarı âsilerin 23 Nisan'da ele geçirdikleri Adapazarı'na giderek halka padişahın selamını duyurdu ve 150 lira maaşla gönüllü kaydma başladı120 . 28 Nisan'da girdiği Adapazarı'nda davullar çalınarak karşılandı. İbrahim Hakkı Bey aynı gün Dâhiliye Nezâreti'ne yolculuğunu ve Adapazarı'ndaki durumu şöyle bildirmişti: İzmit'ten dün hareket ederek geceyi I. Fırka karargâhında geçirdik. Bilumum zabitanla buluştuktan soma sabahleyin piyade ve süvari kuvvetleri ve mitralyözlerle hareket ettik. Sapanca'ya muvasalatımda ahali ile temas ettimve tedarükâtımızı tamamladıktan sonra köyü terkettik. Hükümetin kuvvetlerini istikbale gelen binlerce ahaliyle birlikte ve başta muzika

117 BOA, DH-KMS, d.53-4, b.47, nu.8.118 BOA, DH-KMS, d. 53-4, b.47, nu.1/1.119 Çerkeş Bekir olayına karışanlardan Talustan Bey'in yeğeni olan Kamil, 1920 yazı

boyunca yörede başgösteren ayaklanmalarda etkin bir rol oynayacaktır.1°0 Kemal Atatürk, Nutuk, c.II, İstanbul 1982, s. 444.

Page 152: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

146 SABAHATTİN ÖZEL

bulunduğu halde Adapazarı'na vâsıl olduk. Müfti-i belde Zât-ı Şâhâne'nin saadet-i hümâyûnları hakkında temenniyatta bulunduktan sonra ahaliye nesâyih-i lâzimede bulunduk. Hâlihazırda İzmit ile Adapazarı arasında ve civarda Kuvayı Milliye'den hiç bir eser kalmamıştır. Bunları Geyve'den tardedeceğimizi kaviyyen ümit ediyorum. Adapazarı ahalisinin hissiyât ve fedâkârlığı her türlü takdirin fevkindedir"121.

İbrahim Hakkı Bey'in verdiği haberlerden son derece memnun olduğu anlaşılan Damat Ferit Paşa İzmit Mutasarrıflığına çektiği telgrafında, Adapazarı Kazası'nm işgalinde hizmeti geçen subaylann birer derece terfi ettirilmelerinin kararlaştırılmasından dolayı isimlerinin bildirilmesini istemiş, kendisinin de mutasarrıflık görevine asaleten atandığım bildirmişti. 9 Mayıs 1920 tarihli İstanbul gazetelerinde de yayınlanan telgraf metni aşağıdaki şekildeydi: "Adapazarı Kazası'nm işgal ve usatm kâmilen tenkil edilmiş olduğu beşâretini nâtık telgrafnâmenin bilvusûl memnuniyet-i azimeyi mucip olup gerek size ve gerek bu hizmet-i vataniyeyi İfâ ve padişahımıza karşı fedakârlık ibraz edenlerin cümlesine mahzûziyet-i hilafetpenâhiyi tebşir ederim. Bu hizmet-i vataniyeyi ifâ eden zabitahm birer derece terfii mukarrer olduğundan isimlerinin telgrafla İş'ar-ı tebliğ ve zat-ı behiyyelerinin bu vesileyle asâleten mutasarrıflığa tayin edildiğiniz tebşir olunur"122.

İbrahim Hakkı Bey 30 Nisan'da Adapazan'nda Ziraat Bankası sandığna el koyarak, ileride gelirinden kesilmek üzere 100 lira almış, ancak daha sonra ödem em işti123. 24 Mayıs'ta Dahiliye Nezareti'nden İzmit Livâsı'nda sıkıyönetim ilanına dair izin almış124, 27/28 Mayıs'ta da Vilayetler Kanunu'nun 28. maddesine dayanarak sıkıyönetim ilan etmişti125.

İbrahim Hakkı Bey 12 Ekim 1920'de beraberinde Yunanlılar olduğu halde Sapanca'ya gitmiş, halka Kuvayı Milliye'yi kabul etmeleri halinde kasabayı yakma tehdidinde bulunmuştu. Halkın bir kısmı gözleri bağlanmak suretiyle düşmanın tahkimat ve nakliye işlerinde çalıştırılmışlardı126. Yine Kasım 1920 de beraberinde bazı gayrimüslim çeteleri de olduğu halde Adapazarı halkını Kuvayı Milliye'ye mensup oldukları gerekçesiyle cezalandırmak üzere harekete geçmişti. Fakat bu sırada Damat Ferit Paşa Hükümeti'nin yerini alan Tevfik Paşa Hükümeti (22 Ekim 1920) İbrahim Hakkı Bey'i azletmiş ve Adapazarı harekatıyla ilgili olarak da kendisini uyarmıştı. Dâhiliye Nezâreti'nin bu konudaki 20 Kasım tarihli telgrafında,

Vakit, 30 Nisan, 888.122 İleri, 9 Mayıs 1920,834.123 BOA, DH/İ-UM, c.I, d.3/1, nu. 1/82.194

BOA, DH-KMS, d. 59-1, b.21, nu. 1/1.125 BOA, DH-KMS, d.59-1, b.21, nu.3.126 Kâzım Araş, İstiklâl Savaşında Kocaeli Bölgesindeki Harekât, İstanbul 1936, s. 48.

Page 153: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

çetelerin devamlı saldırılarından bıkan Adapazarı halkının can ve mallarım korumak, şehrin tahrip edilmesini önlemek için bazı tedbirler aldıklarım, halkı hükümete bağlı olduğundan Adapazarı'na böyle düzensiz bir kuvvetle gitmesinin hiçbir şekilde uygun olmadığı, aksi bir durumun hakkında ağır bir sorumluluğu gerektireceği bildirilmişti. Ayrıca, İzmit Mutasarrıflık Vekaletine, Adapazarı Kaymakamlığı Vekaleti'nde bulunan Cezmi Bey'e İbrahim Bey'in azledildiği, hiçbir sıfat ve yetkisi kalmadığından vereceği emirlerin yerine getirilmemesi tebliğ edilmişti127. Buna karşılık İzmit Mutasarrıf Vekilinin 25 Kasım'da verdiği cevapta, İbrahim Bey'in bir hafta önce teftiş için Ermişe tarafına gittiği, iki gün önce gönderdiği mektuptan anlaşıldığına göre o yörenin inzibatını sağladıktan sonra Kandıra yönüne hareket ettiği belirtilmişti128.

Diğer taraftan 22 Kasım 1920'de Maanzâde Mithat129 imzasıyla Dâhiliye Nezâretine verilen bir dilekçede gerek İbrahin Hakkı Bey, gerekse İzmit Livâsı'ndaki Çerkeslerin tutumuna dair kapsamlı değerlendirmeler yapılmıştı. Maanzâde Mithat Bey’e göre İzmit, Adapazarı ve Kandıra havalisindeki asayişsizliğin, meydana getirilen feci olayların sorumlusu özellikle İbrahim Hakkı Bey'di. Kendisi eski ve yeni hükümetler tarafından defalarca azledildiği halde, işgalcilere dayanarak Mutasarrıflığı bırakmamıştı. İbrahim Hakkı üç yüzlü bir siyaset izlemekteydi. O’nun kandırdığı Çerkesler, kendisinin merkezi hükümetin ve sadece halifenin emriyle hareket ettiğine inanıyorlardı. İngilizler ise emrinde Kuvayı Milliye'ye karşı bir Çerkeş kuvvetinin olduğuna inandıklarından İbrahim Hakkı'yı koruyorlardı. Merkezî Hükümet de İngiliz himayesinde gördüğü İbrahim Hakkı’ya karşı bir şey yapmamaktaydı130. İbrahim Hakkı en son olarak Adapazarı halkım, emirlerine uymamaları halinde şehri yakmakla tehdit etmiş, bunun üzerine Adapazarı ve yöresinden İstanbul'a bu hususu Dâhiliye Nezâreti'ne sunmakla görevlendirilen bir heyet gönderilmişti131. İbrahim Hakkı'nm nüfuzunu kırmak, kötülüklerine son vermek kuvvet kullanmaksızm da sağlanabilirdi. Merkezî Hükümetin Çerkeş beylerinden dört-beşini celbederek devletin yüksek çıkarlarına aykırı hareket ettiklerini söylemesi ve ihtar etmesi halinde İbrahim Hakkı'nın maiyyetindeki Çerkesler silahlarını derhal bırakacaklardı. B öylece Adapazarı, İzmit ve Kandıra yöresinde eskiden olduğu gibi hükümetin otoritesi kurulacak, İbrahim Hakkı’nm emir ve istekleri geçerli olmayacaktı. O

MİLLİ MÜCADELEDE İZMİT MUTASARRIFLARININ FAALİYETLERİ 147

BOA, DH-KMS, d.60-1, b.19, nu. 1/1.128 BOA, DH-KMS. d. 60-1, b. 19, nu. 4.129 Maanlar yörenin tanınmış ailelerindendi. Bazı mensuplan Kuvayı Milliye karşıtı

hareketlerde yer aldıklarından 150'likler listesine konulmuşlardı.130 BOA, DH-KMS, d. 60-1, b.19, nu.2.131 29 Kasım'da Adapazan'ndan gelen heyet, Dâhiliye Nâzın izzet Paşa'yla görüşerek

vukua gelen mezâlim hakkında bilgi vermişlerdi, bkz. İleri; 30 Kasım 1920,1028.

Page 154: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

148 SABAHATTİN ÖZEL

takdirde îngilizler de İbrahim Hakkı'yı korumaktan kaçınacaklardı. Maanzâde Mithat o memleketin efradından olarak maddi ve manevi büyük zararlara uğradığım, bir yıldır aym soydan geldiği Çerkeslerin cahilâne hareketlerine katılmadan üzgün bir şekilde İstanbul'da kaldığını ifade etmiş; yine ihtiras sahiplerinin kışkırtmaları sonucunda Çerkeslerin cahil kesimiyle, dinî ve ailevî bağlarla bağlı oldukları Türkler arasında bir soğukluğun doğduğunu, bunun İbrahim Hakkı'nm son girişimleriyle feci bir hal alması ihtimalinden duyduğu üzüntüyle başvurduğunu belirtmişti132 .

İzmit Livâsı'nda aynı tarihlerde para darlığı yüzünden kamu görevlilerinin maaşları ödenememekteydi. Aşar bedellerinin Duyûn-ı Umûmiye'ye yatırılmasından dolayı idâre-i husûsiyeler aşar yardım payından yoksun kalmışlardı. Bu sebeple muhasebe-i umûmiye, idâre-i husûsiyenin isteklerini karşılayamıyordu. Muhasebe-i umûmiyenin idâre-i husûsiyeye olan sadece bir yıllık borcu 60.000 liraya ulaşmıştı. Muhasebe-i umûmiye şimdiye kadar maaş ve masrafların tamamım ödemişti. Ancak, idâre-i husûsiye ekmek bedellerini, iki aydır merkez memur ve öğretmenlerinin maaşlarını, kurum masraflarını; üç aydır da mülhakat memur ve öğretmenlerinin maaş ve masraflarını ödeyemiyordu133. Livâ muhasebesi maaşlarla, yardım masraflarını Derince'deki 3.5 milyon kum torbasını, çelik v.s. gibi levazımât ve eşyayı satarak karşılamıştı. Çünkü, tahsildarlar maaşlarının azlığından görev yapmaktan kaçındıklarından tahsilat yapılamıyordu. İzmit Kadılığı 20 Kasım'da Dâhiliye Nezâreti'ne başurmak suretiyle İzmit'in mülhakatıyla haberleşmesinin kesildiğini, memurların ve diğer maaş sahiplerinin zor durumda kaldıklarım bildirmiş, acele çözüm bulunmasını istemişti134.

Abdülvehab Bey

Tevfik Paşa Hükümeti tarafından mutasarrıflık görevine atanan Abdülvehab Bey 1 Aralık 1920 gecesi İzmit'e gelmiş, ancak İbrahim Hakkı Bey'in engellemeleri sebebiyle görev yapamadan İstanbul'a dönmek zorunda kalmıştı135.

Abdülvehab Bey maiyyetinde Kandıra Kaymakamı Ziyaeddin, Karamürsel Kaymakam Ali, Çanakkale eski istintak memuru Saib Beyler olduğu halde 1 Aralık'ta İzmit'e gitmiş ve belediye oteline yerleşmişti. İstasyona indiklerinde görevli komiser ve polisler ilgisiz davranmışlar, eski mutasarrıf ve adamlarının korkusundan halktan ve memurlardan karşılamaya

BOA, DH-KMS, d. 60-1, b.19, nu.3.133 Yenigün, 2 Ocak 1920,287.

l j 4 BOA, DH/İ-UM.c.1, d. 3/2, nu. 1/17.135 BOA, DH-KMS, d. 60-1,b.22, nu.3.

Page 155: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MİLLİ MÜCADELEDE İZMİT MUTASARRIFLARININ FAALİYETLERİ 149

gelen olmamıştı. Abdülvehab Bey'in İzmit Yunan işgal gücü komutam olan General Gargalidis'le görüşme isteği kabul edilmemişti136. Gargalidis buna gerekçe olarak İstanbul temsilciliğinden mutasarrıflığa atandığına dair kendisine tebliğât yapılmamasını göstermişti. Abdülvehab Bey'in İzmit'e gelmesi üzerine bazı Çerkeş ve Abazalar İbrahim Hakkı Bey'in başkanlığında toplanmışlar, merkez memuru Fuat bey'i sözcü olarak kendisine göndermişlerdi. Fuat Bey, Abdülvehab Bey'e İzmit ve havalisinin İtilaf Devletlerinin işgalinde olduğunu, onların onayı olmadan görev yapmayacağını, Abaza ve Çerkeslerden oluşturulan çetelerin Yunanlılarla birlikte hareket ettiklerini, Armeşe, Kandıra, Salmanlı ve Bahçecik'in işgallerinde olduğunu, dolayısıyla merkezî hükümetin emirlerine uymayacaklarını ve İstanbul'a dönmesi gerektiğini bildirmişti. Abdülvehab Bey de cevaben, görevine padişah taragfından atandığını, bu konudaki fermân-ı hümâyûnun ertesi gün okunacağını, Yunan generalinin de kesinlikle karışamayacağını ifade etmişti. Ancak, Abdülvehab Bey kaldığı otelde adetâ gözetim altına alınmış bulunuyordu. Otelinm bahçesinde üniformalı polisler beklerken, sivil bir araştırma memuru da Abdülvehab Bey'le görüşmeye gelenleri gözetliyordu.

Perşembe sabahı ileri gelen memurlar ve eşrafın bir çoğu otele gelerek eski mutasarrıfın keyfiîve zalim yönetiminden şikayetçi olmuşlar, zahire ve hayvanlarının çeteler tarafından gasbedilmesinden bıktıklarım, bundan böyle padişahın sayesinde bunların tekrarlanmayacağından şüphe etmediklerini ifade etmişlerdi. Abdülvehab Bey'in öğleden soma ziyaret ettiği İngiliz siyasî mümessili Perting bu durumdan üzgün olduğunu, İbrahim, İzmit'ten uzaklaştırılmadan durumun düzelmeyeceğini, bunun için İstanbul'daki İngiliz mümessiliğine yazacağım söylemişti. Absdülvehab Bey otele döndüğü sırada memurlar ve eşrafın bahçede, halktan birçok kimsenin de fermân-ı hümâyûnun okunması merasiminde bulunmak üzere cami-i şerifin önünde toplandıklarım görmüştü. Bunun üzerine Abdülvehab Bey ve kalabalık birlikte hükümet dairesine gitmişler, burada fermân-ı hümâyûn okunmuştu. Müftünün duası sırasında kalabalıktan ağlayanlara da rastlanmıştı. Daha soma tebrik töreni için mutasarrıflık makamına geçecekleri sırada bir polis komiseri kendilerine, İbrahim Bey'in izni olmadıkça binaya giremeyeceklerini bildirmişti. Bu durum karşısında binanın bitişiğindeki muhasebecilik dairesine geçilmiş ve kutlama töreni orada yapılmıştı. Abdülvehab Bey tören sonrasında bazı ileri gelen memurlara emirler vermiş ve daha sonra görüşme isteğine olumlu cevap veren Fransız mümessilini ziyarete gitmişti. Abdülvehab Bey ziyaret somasında otele döndüğünde bir polis memurunun Ziyâeddin ve Saib Beylerin merkez memuru tarafından karakola davet edildiklerini tebliğ ettiğini

136 Abdühvehab Bey raporunda Yunan generalini İzmit mıntıkasının güvenliğini sağlamaya memur bir görevli olarak nitelendirmekte ziyaret sebebinin de nezaket gereği ve ayrıca memlekette dolaşmakta olan çete efradı hakkında görüşmek olduğunu kaydetmektedir, bkz. BOA, DH-KMS, d.60-I, b.22, nu. 4/1.

Page 156: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

150 SABAHATTİN ÖZEL

görmüştü. Abdülvehab Bey önce maiyyetindekilerin götürülmelerine izin vermek istememişse de, ikinci bir polis memurunun gitmemeleri halinde zorla götürüleceklerini, dışarıda bir devriyenin beklediğini söylemesi üzerine muvafakat etmiş ve polis memurundan sonuç hakkında kendisine bilgi verilmesini istemişti.

Cuma sabahı Abdülvehab Bey'in nezdine gelen bir polis memuru derhal hareket etmek üzere olan bir Yunan vapuruyla İzmit'i terk etmesini tebliğ etmişti. Abdülvehab Bey cevaben ertesi gün bazı hususları arz etmek için terenle İstanbul'a gideceğini söylemişse de, ardından Merkez Memuru Fuat Bey ve adamlarının gitmemekte ısrar etmesi halinde vapura Yunan askerleri tarafından zorla bindirileceği tehdidinde bulunmaları üzerine İstanbul'a dönmek zorunda kalmıştı137. Abdülvehab Bey İzmit'ten ayrılırken müftü efendi de dahil olmak üzere fermân-ı hümâyûnun okunması törenine katılanlardan bir kısmının tutuklanmalarına başlanıldığını, bazılarının tutukevinde dövüldüklerini haber almıştı. Abdülvehab Bey İzmit'te hükümet otoritesinin kurulabilmesi ve asayişin sağlanması için alınması gereken tedbirleri sıralamıştı:

1- İstanbul'da bulunan İzmit Jandarma Alayı'nm gecikilmeden mahalline sevkedilmesi.

2- İzmit polis efradının tümüyle değiştirilmesi, kadrosunun geçici oarak genişletilerek sayısının arttırılması.

3- Hükümetin gerekli girişimde bulunarak İzmit Yunan Askeri Komutanı General Gergalidis'in livânın mülkî yönetimine karışmasının önlenmesi ve hiçbir resmî sıfatı olmayan eski mutasarrıf İbrahim Bey'le ilişkisinin kesilmesinin sağlanması İngiltere siyasî mümessili vekili Perting'in mercie yazdığı şekilde İbrahim'in İzmit'ten uzaklaştırılması.138 .

Diğer taraftan karakola götürülen Ziyâeddin ve Saib Bey'ler 2 Aralık'ta Abdülvehab Bey'e sundukları raporda başlarından geçenleri şöyle hikaye etmişlerdi. Karakolda nöbetçi komiser Şevki kendilerine İbrahim ve Fuat Beylerin Gargalidis'le görüştüklerini, bu sebeple bir süre bekleyeceklerini bilrdirmişti. Ziyâeddin ve Saib Beyler kırkbeş dakika süren bir bekleyişin ardından, İbrahim ve Fuat Beylerin huzuruna çıkarılmışlardı. Fuat Bey, Yunan komutanlığının beyannâmesiyle toplantı yapmanın yasaklandığım ileri sürerek, kendilerini Yunan divan-ı harbine göndermekle tehdit etmişti. Nazım Paşa'nın kayınbiraderi olan Fuat Bey, Abdülvehab Bey ve maiyyetinin gelişlerini Bâbıâli Baskım'na benzetmiş, yeni hükümeti (Tevfik Paşa Hükümeti) Ankara'dan aldıkları emirleri yerine getiren İttihat ve Terakki

BOA, DH-KMS, d. 60-1, b. 22, nu. 4/2.138 BOA, DH-KMS, d. 60-1, b.22, nu, 4/2-b

Page 157: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MİLLÎ MÜCADELEDE İZMİT MUTASARRIFLARININ FAALİYETLERİ 151

çetesinin adamları olarak nitelendirmişti. Hükümetin Ankara'dakilerle uzlaşarak kendilerini gözden çıkardığını iddia etmiş, sonuna kadar mücadeleye yemin ettiklerini bilrdirmişti139 . İzmit'in Boğazlar Komisyonu bölgesinde olmasından dolayı İstanbul'la hiç bir ilgilerinin bulunmadığım, İzmit'te anarşi hüküm sürdüğünden memura ihtiyaçlarının olmadığım, mevcut memurları da iâde edeceklerini söylemişti. Fuat Bey ayrıca ertesi gün kesinlikle İstanbul'a gönderileceklerini, bunu Abdülvehab Bey'e de söylemelerini bildirmişti. Ziyâeddin ve Saib Bey'ler ayrılmalarına izin verilmesi üzerine otele dönmüşlerdi140.

Dâhiliye Nezâreti bu durum karşısında bir taraftan İbrahim Hakkı Bey'in İstanbul'a getirilmesine çalışırken, diğer taraftan da 5 Aralık'ta Sadâret'e ve Hariciye Nezâreti'ne cereyan eden olayları bildirerek Abdülvehab Bey'in görev yapabilmesinin sağlanmasını istemişti141. İbrahim Hakkı Bey de buna karşılık mevkiini güçlendirip nüfuzunu arttırmak için adamlarım seferber etmiş, evleri Kuvayı Milliye tarafından yakılan Düzce ve civarı Çerkeslerinden oluşturduğu bir kuvvetle İzmit mülhakatında terör estirmeye başlamıştı. Ayrıca, 1920 yılı sonlarında İzmit ve köylerinde asayiş büsbütün bozulmuş bulunuyordu. Eşkıya çetelerinin soygun ve mezâlimi aralıksız sürmekteydi. İzmit'e iki saat' mesafedeki Üçgaziler Köyü halkının zahire ve hayvanlarının tümü ellerinden alınmıştı. Adapazan'ndan gelmekte olan iki araba patates gaspedilmiş, sahipleri de katledilmişlerdi142. Yassıbağ Divam'ndan Yakup Ağa'nın 600 lirası, Mestçi Köyü'nden Hacı Mahmut Ağa'nın parası işkence edilerek alınmışlardı. Çaynköy'de Hafız Abdullah Ağa'nın evi basılmış, köylülerin 1000 lira kadar* kadar paraları alınmıştı. İzmit'li Acem Ahmet Ağa'nın dağa kaldırılai} 5 yaşındaki çocuğu fidye karşılığında serbest bnakılmıştı. İzmit'in Ömerağa Mahallesi'nden dağa kaldırılan Arabacı İlyas Efendi'den 3000 lira fidye alınmıştı. 2 Ocak 1921'de Geyve'ye sığman Taşköprü Nahiye Müdürü kendisine kuvvet verilmediği taktirde Taşköprü'ye dönmeyeceğini ifade etmişti143 . Nahiye Müdürünün ifadesine göre İzmit'ten yedi gün önce gelen Cafer v.s. köylerini basmışlardı. İbrahim Hakkı Bey'in evvelce yörenin asayişini sağlamakla görevlendirdiği Beşdivan Köyü’nden Rıza Bey ve adamları çeteyle müsademeye girmişler, ölü ve yaralı olarak yedi kayıp veren çapulcular çekilmek zorunda kalmışlardı144 31 Aralık 1920'de Dağıstan Bey ve süvarileri yöreye gelerek yağma hareketlerinde bulunmuşlardı. Cereyan eden olaylardan şaşkınlık

y BOA, DH-KMS, d. 60-1, b.22, nu. 2/1.140 BOA, DH-KMS, d.60-I, b.22, nu. 2/2.141 BOA, DH-KMS, d.60-2, b.22, nu. 1/1142 BOA, DH-KMS, d.60-2,b.16, nu. 2/1.141

BOA, DH-KMS, d, 60-1, b.34, nu. 4-a, 4-b.144

Rıfat Yüce, aynı eser, s. 83.

Page 158: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

152 SABAHATTİN ÖZEL

içinde olan Taşköprü halkmdan bazıları av tüfekleriyle nahiye sınırında bekliyorlardı. Taşköprü'den bir heyet hükümetin yardımını veya İtilâf mümessil ¡erinin dikkatini çekerek gereğini yapılmasını sağlamak için İstanbul'a gönderilmişti. Benzeri olaylar daha seyrek de olsa Adapazarı yöresinde de yaşanıyordu. Maksudiye Köyü'nden Yaver oğlu Hacı İbrahim ile Döltukoğlu Küçük İbrahim Yeniköy ahalisinden zorla 500 lira almışlar, Ahmet kızı Elmas'ı zorla kaçırmışlardı. Veysel Ağa'nm kızı Emine'yi 60 lira fidye karşılığında serbest bırakmışlardı145.

1921 yılı başlarında I.İnönü Zaferi (6-10 Ocak 1921) sonrasında İzmit, Adapazarı ve Değirmendere civarındaki küçük çetelerin pek çoğu Yunanlılara karşı kazanılan başarıdan etkilenmişler, Kuvayı Milliye'ye katılmışlardı146.

Dâhiliye Nezâreti ise Abdülvehab Bey’in görevine başlayabilmesi için sürdürdüğü girişimlerinden bir sonuç alamamıştı. Hariciye Nezâreti'nin İngiltere Fevkalâde Komiserliği nezdindeki sözlü girişimlerine verilen cevapta, Damat Ferit Hükümeti zamanında İbrahim Hakkı Bey'in uygun olmayan hareketleri sebebiyle İzmit'ten uzaklaştırılmasını istemeleri üzerine görevden alındığını, yerine mutasarrıf atanmasının sürüncemede bırakılmasıyla mevcut durumun doğduğunu, eski mutasarrıfla, merkez memurunun yolsuz hareketlerinden kendilerinin de memnun olmadıklarım ve mahalline tekrar gerekli emri vereceklerini bilrdirmişlerdi147. İngiltere siyasî mümessili müşaviri Mister Rayane'da aym görüşleri ifade etmişti148. Ancak, resmî yetkililerin bu açık beyanlarına ramen İngiletere'nin izlediği iki yüzlü siyaset yüzünden olumlu bir sonuç alınamadı. İbrahim Hakkı ve Fuat Bey'lerin İstanbul'a celpleri için gerek Dâhiliye ve Hariciye Nezâretleriyle Sadâret arasındaki yazışmalar, gerekse İngiltere Fevkalâde Komiserliği nezdindeki sözlü ve yazıh girişimler 1921 yılının ilk yansı boyunca devam etti149. İngiliz komiseri bu konuda olumlu bir cevap vermedi. Hariciye Nezâreti'nin son bir girişimine gerekenin yapılacağı cevap vermedi. Hariciye Nezâreti'nin son bir girişimine gerekenin yapılacağı cevabı verilmişse de, bu da ingilizlerin tutmamak için verdikleri sözlerden bifi olarak kalmıştı.

Bu süre zarfında ilginç olan bir husus de İbrahim Hakkı Bey’in İzmit Mutasarrıfı sıfatıyla Dâhiliye Nezâretiyle yazışmalarını sürdürmüş olmasıydı150. 7 Mart 1921 tarihli raporuna göre, 200 kişilik bir Kuvayı Milliye müfrezesi 3 Mart sabahı beraberlerinde Karamürsel, Ereğli ve Ulaşlı

14 -•Türkiye Bütyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, c. XXVIII, Ankara 1961, s.249.

146 İleri, 25 Ocak 1921,1082.147 BOA, DH-KMS, d.60-I, b.34, nu.2.14R

0 Bkz. BOA, DH-KMS, d.60-2, b.34, nu. 1/1.149

Bkz. BOA, DH-KMS, d.60-2, b.16, nu. 1 /1 ,1 /2 ,3 /1 ,4 /1 ,5:7 /1/1 ,8 /9 /1 .150 Bkz. BOA, DH-KMS, d. 60-1, b.16, nu.l, 10...17.

Page 159: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MİLLÎ MÜCADELEDE İZMİT MUTASARRIFLARININ FAALİYETLERİ 153

köylerinden bir kaç kişi olduğu halde Karamürsel'in Gance Köyü'nü basmışlardı. Halkın taşınabilir mallarını almışlar, kadınlı erkekli 80 kişiyi bilinmeyen bir yere götürmüşlerdi. Kaçabilenler ise kayık ve sandallarla Derince'ye geçmişlerdi. Bir Yunan torpidosunun durumu öğrenerek Gance Köyü önünde top ateşi açması üzerine Kuvayı Milliye müfrezesi dağılmıştı. Kurtarılan üç kız, bir kadın ve iki erkek, İzmit'e getirilmişlerdi. 20 Nisan 1921 tarihli raporuna göre ise, 9 Nisan'da Sapanca'da bilinmeyen bir kişinin çıkardığı yangın sonucunda hükümet konağı, Posta ve Telgraf, Reji' idareleri dahil 106 bina yanmış, İzmit'teki askeri hastane Amerikalılar tarafından işgal edilmişti.

İbrahim Hakkı Bey İzmit'te Yunan işgali sona erdirilinceye kadar (28 Haziran 1921) mutasarrıflık makamından vazgeçmedi. Bu süre zarfında İzmit eşrafından Adapazarı mültecilerine yardım adı altmda her ay onar lira aldı. Zaman zaman Yunan cephesine otomobille ziyaretler yaptı . Bunlardan birinde otomobili Büyük Derbend de yüksek bir yerden yuvarlanmışsa da ölmeden kurtulmuştu. Yunanlılar da İzmit'te erkek nüfusun azalması üzerine Müftü Arif Efendi'yi tutuklayıp sebebini sormuşlar, Türk mahallelerinde aramalar yapmışlardı. Sonuçta İzmit'teki Kuvayı Milliyecilerin bir telefon hattıyla en yakın Kuvayı Milliye karargahıyla haberleştikleri, kanaatine varmışlardı. İzmit'te Kuvayı Milliyeci oldukları iddiasıyla 200 kişi tutuklanmış, bunların 40 kadarı Atina'ya götürülmüşlerdi151.

İbrahim Hakkı Bey İzmit'in Yunan işgalinden kurtarılmasından bir gün önce tellallara Mustafa Kemal Paşa'mn esir edildiğini, Ankara'nın düştüğünü ilan ettirmişti152. Ertesi gün Kuvayı Milliye'nin İzmit'i işgali sırasında kaçmak üzereyken yetişen iki polis tarafından tutuklanmıştı. Fakat duruma müdahele eden bir Ermeni çeteci ve iki Yunan askeri süratle İbrahim Hakkı'yı kurtarıp bir kayığa bindirmişlerdi. Polislerden biri sahilden açılan kayığı yakalayabilmek için denize atladığı sırada boğularak hayatını kaybetmişti. İbrahim Hakkı Bey Patris adlı Yunan vapuruyla kaçmayı başarmış, kaçmasına yardım eden' Ermeni çeteci ise tutuklanmıştı. İbrahim Hakkı Bey 150'liklerin 67. sırasında yer almıştır.

Sadettin Bey

Ali Fuat Paşa, B.M.M'nın kuruluşundan sonra Ankara Mebusu Ömer Mümtaz Bey'in İzmit Mutasarrıflığına atanmasını ve mutasarrıflık merkezinin nakledildiği Geyve'de göreve başlamasını önermişti153. Dâhiliye

Vakit, 19 Nisan 1921, 1208,25 Nisan 1921,1214.152 İkdam, 30 Haziran 1921,8726.153 Yûsuf Çam, aynı eser, s. 234.

Page 160: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

154 SABAHATTİN ÖZÇL

Vekâleti 21 Haziran 1920'de bu öneriyi benimsemiş, Ömer Mümtaz Bey'in kararnameyi beklemeden göreve başlamasmı uygun görmüştü. Mustafa Kemal Paşa da kendisine birinci sınıf maaşla İzmit Mutasarrıflığına atandığını, şimdilik merkez kabul edilen Geyve'ye hareket etmesini bildirmişti. Ancak atama gerçekleşmeyince, bu göreve Sadettin Bey atanmıştı.

Sadettin Bey İzmit'in gerek işgal altında olması, gerekse İstanbul Hükümetlerinin atadıkları mutasarrıflar tarafından yönetilmesi sebebiyle görevine Geyve'de başladı. Sadettin Bey'in bulunmadığı hallerde kendisine eski Kandıra Kaymakamı Şakir Bey vekalet etmişti154. Sadettin Bey, İzmit Livâsı Genel Meclisi’ni Geyve'de toplamış, hususî muhasebe bütçesini kanunu dairesinde onaylatmıştı. Yine Hilaliahmer Cemiyeti’nin İzmit merkezi 9 Nisan 1921’de Geyve'de Sadettin Bey'in başkanlığında kurulmuş, görev yaptığı 1922 yılı sonuna kadar 11787 lira yardım toplamıştı155. Sadettin Bey'in Geyve'deki mutasarrıflık görevi Adapazarı ve İzmit'in Yunan işgalinden kurtarılmasına kadar devam etti. Mutasarrıflık önce işgalden kurtarılan Adapazarı'na (21 Haziran 1921), İzmit'in kurtarılmasından sonra da (28 Haziran 1921) buraya nakledilmişti. Sadettin Bey'in İzmit'te görevine başlamasına kadar Portakal Hafız Rüştü Bey156. mutasarrıf vekili olarak düzeni sağlamıştı. Esasen Kuvayı Milliye İzmit'i kurtardıktan hemen sonra düzeni sağlamış, hiç kimsenin burnunun kanamasına meydan vermemişti. Bu husus gerek İzmit'teki Fransız okulunun müdürü, gerekse İstanbul'a nakledilen bir Ermeni ailesinin mensuplarınca da doğrulanmıştı. Okul Müdürü B. Gajbiyand'ın İzmit'ten Ermeni Patriği Zaven Efendi'ye bir Ermeni ailesinin İstanbul'a nakliyle ilgili olarak gönderdiği 11 Temmuz 1921 tarihli mektubun metni şöyledi. "Monsenyör, İzmit memurîn-i askeriyesi Yunan kıtaatının şehri tahliyesinden sonra burada kalmış olan yegâne Hıristiyan ailenin burada çıkarılmasını münasip görmektedir. Bu güne kadar bu âileyi nezdimde barındırdım. Fakat Yunanlıların Müslümanlar hakkında irtikap ettikleri katliam dolayısıyla, Türklerde Hıristiyanlara karşı kin ve adâvet hisleri mevcut olduğundan bu âilenin buradan uzaklaştırılmaları muvâfik-ı ihtiyattır. Türk memurları Hıristiyanların emvâl ve eşyasmı muhafaza etmektedirler. Kumandan, mezarlık ve kiliselerin taht-ı nezârette bulundurulacağını vaadetmiştir. Şimdiye kadar hiçbir Hıristiyan evi ne yakılmış ve ne de yıkılmıştır. Bahçecik eski hali üzere duruyor. Bedbaht kavimlerin bâdemâ hal­

1S4Rifat Yüce, aynı eser, s.233.

^ Türkiye Hilâliahmer Cemiyeti Merkezi Umumisi tarafından 1339 senesi Hilâliahmer Meclis-i Umumisine takdim edilen dört senelik devreye ait rapor, 1339, s. 149.

^ Kılıçzâde Hakkı Bey, Hafız Rüştü Bey'i İzmit'in en şerefli, en mübarek, hiçbir hayır işinden kaçmayan, en çok fedakarlık gösteren şahsiyeti olarak nitelendirmekte, Yunanlılar karşısında çok yaşlı olmasma rağmen en çok dayanıklılığı onun gösterdiğini kaydetmektedir, bkz. İleri, 13 Şubat 1922,1449.

Page 161: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MİLLİ MÜCADELEDE İZMİT MUTASARRIFLARININ FAALİYETLERİ 155

i sulhte yaşamasını temenni der ve hürmetlerimin kabulünü rica ederim efendim"157. Gülnihal Vapuruyla İstanbul'a gönderilen İstepan oğlu Agop ve üç kadından oluşan Ermeni âilesi İzmit'te hiçbir baskı görmeden Türk idaresinde refah içinde yaşadıklarını, Yunanlılar, kaçarken kendilerine de saldırınca Fransız okuluna sığındıklarını, Kuvayı Milliye'nin gelmesiyle asayişin iâde edildiğini söylemişlerdi.

Saddetin Bey'in İzmit'teki mutasarrıflık döneminin önemli gelişmelerinden biri de İstiklâl Mahkemesi'nin savaş suçlularını yargılamasıydı. Saruhan Mebusu Necati Bey'in başkanlığında Trabzon Mebusu Hamdi ve Kangırı Mebusu Neşet Beylerden oluşan mahkeme beraberlerinde bir başkâtip ve iki kâtip olduğu halde 31 Ekim 1921'de Adapazarı'ndan İzmit'e geçmişti158. İstiklâl Mahkemesi üyelerinin ayaklarında uzun konçlu ve bağlı fotinler, üzerlerinde avcı elbiseleri Ve başlarında siyah kalpakları bulunuyordu. Bir takım civarında yardımcı efradlan mevcuttu. Bunlardan birinin taşıdığı üçgen şeklindeki kırmızı bayrakta celî bir hatla -Büyük Millet Meclisi İstiklâl Mahkemesi- yazıyordu. Belediye dairesinin büyük meclis salonu mahkeme salonu haline getirilmişti. Mahkeme heyetinin arkasındaki duvarı sarkıtılmış durumdaki büyük bir Türk bayrağı kaplıyordu. Üstünde yeşil zemin üzerine -Büyük Millet Meclisi İstiklâl Mahkemesi mücadelesinde yalnız Allah'tan korkar- yazılı orta büyüklükte bir levha vardı. Salona hakimler için üç koltuk, zabıt kâtibi için bir koltuklu sandalya, üzeri Türk bayraklarıyla bezenmiş uzun bir masa konulmuştu. Masanın üzerinde bir Kur'an-ı Kerim mevcuttu.

5 Kasım 1921'de yapılan duruşmada Acem Ahmet Ağazâde Mehmet Ali adında bir genç yargılandı. Tam Iranlı tipinde olan bu gence yöneltilen suçlama, Yunanlılarla işbirliği yaparak hemşehrilerine acı çektirmek ve katliamı teşvik etmekıi. Ayrıca Danço adlı çete reisine kılavuzluk etmekle suçlanıyordu. Ondan fazla tanık suçlamaları doğrulamışlar ve sanık 15 sene küreğe mahkum edilmişti. Mahkeme başkam hükmün tebliğinden sonra mahkuma şöyle hitap etmişti: "Heyet-i hâkimenin hakkında ne kadar şefik davrandığım gördük. İnşallah tezkiye-i nefs, tehzib-i ahlak eder, vatana nâfi bir uzuv olursun". İstiklâl Mahkemesi daha sonraki duruşmalarmda Yunanlılarla işbirliği yapan polis Celâlettin adında birini 10 yıl küreğe mahkum etmiş, ikinci derecedeki bazı davaları da sonuçlandırdıktan sonra İzmit'ten ayrılmıştı159.

İzmit'in Yunan işgalinden kurtarılmasından sonra yeniden kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti yönetim kurulunun belirlenmesi amacıyla Ekim-

J ' Vakit, 15 Temmuz 1921, 1923.158 İleri, 8 Kasım 1921, 1355, Vakit, 12 Kasım 1921, 1410.159 İleri, 19 Kasım 1921,1359.

Page 162: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

156 SABAHATTİN ÖZEL

Kasım 1921'de seçimler yapılmıştı. Yönetim kuruluna seçilenler ve aldıkları oy miktarları şöyleydi: İptidaî muallimi Orhangazi Camii İmamı Osman Nuri Efendi 60, Hafız Rüştü Bey 51, emekli süvari kaymakamı Ömer Mümtaz Bey 38, Müftü Vekili Hoca Eyyüp Efendi 36, Yeni Belediye Reisi Hacı Salih Efendi 36, Hafız Binbaşı lakabıyla tanınan emekli Eşref Bey 34, Hacı Alibeyzâde Halit Bey 34, Muhbir lakabıyla tanınan Elhac Ali Bey 32, Hacı Murtazazâde Ahmet Efendi 31, Aktar Hafız Mehmet Efendi 32, Kalemcizâde Salih Efendi 31, Aktar Hafız Mehmet Efendi 31160 ■ Cemiyetin yönetimkurulu başkanlığına Hacı Ali Bey seçilmişti.

İzmit'in Yunar işgalinden kurtarılmasından .sonra kurulan cemiyetler arasında Türk Varlığı ve Müslüman Esnaf cemiyetleri de bulunmaktaydı. 1921 yılını 1922 yılma bağlayan günlerde belediye seçimleri yapılmış, eski başkan Salih Bey tekrar seçilmişti. Türk Ocağı seçimlerinde sürgün olduğu Malta'dan dönen Hoca Rifat Efendi umumî kâtipliğe getirilmişti161. Meclis-i Umumî seçimleri yapılmış, livâ meclisinin 1 Şubat'ta Yunanlıların ağır tahribatına uğradığı için onarılmaya çalışılan Kasr-ı Hümâyûn'da açılması kararlaştırılmıştı.

Diğer taraftan halkın millî orduya ve Hilâliahmer'e yardımları devam etmekteydi. Bu konuda her zaman fedakârlık gösterenlerden Katipzâde Sabri Bey orduya 120 kaput, 50 çift dolak bağışlamıştı. Mutasarrıf Saddetin Bey Müdafaa-i Hukuk heyetinden bir üye, bunu kendi yardımı gibi göstermek isteyince duruma el koyarak meselenin aydınlanmasını sağlamıştı. Yine Çubuklulu Mehmetzâde Mehmet Rıfat Efendi Hilaliahmer'e önemli bir yardımda bulunmuştu162.

Aralık 1921'de Sapanca Nahiyesi Müdürü Fuat Bey'in komutasındaki küçük bir müfreze yedi kişilik Deli Murat Çetesi'ni sıkıştırmış, çete reisi Kadem'i ölü olarak ele geçirmişti. Şükriye Köyü'nden Dağıstan oğlu Kadem Yunanlılar Sapanca'dayken Kuvâyı Milliye'ye önemli hizmetler yapmışken, daha sonra firar ederek eşkıyalığa başlamıştı163.

Haziran 1922 başlarında İzmit T.B.M.M. Başkanı ve Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa'yı karşılamaya hazırlanıyordu. Paşa'nm Ankara’dan hangi gün hareket edeceği bilinmemekle beraber, hazırlıklar büyük bir hızla sürdürülmekteydi164. Aynı günlerde İzmit Müftüsü Haşan Fehmi Efendi milleti, hükümete ve orduya yardıma çağıran bir beyannâme yayınlamıştı. İstanbul basmmda İkdam Gazetesi'nde bir kısmı sansürlü olarak yayınlanan

Kıhçzâde Hakkı, "İzmit Mektubu", İleri, 5 Kasım 1921,1352. ^ Kılıçzâde Hakkı, "İzmit Mektubu", İleri, 12 Ocak 1922, 1417.

Kılıçzâde Hakkı, "İzmit Mektubu", İleri, 29 Ocak 1922,1434.163 Yeni Sark Gazetesi, 1 Ocak 1922, 91; Vakit, 2 Ocak 1922, 1460.164

Kılıçzâde Hakkı, ileri, 8 Haziran 1922,1560.

Page 163: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

MİLLİ MÜCADELEDE İZMİT MUTASARRIFLARININ FAALİYETLERİ 157

beyânname metni şöyleydi; "Müslümanların dinlerini, canlarım, mallarım, ırzlarım muhafaza etmek için icabı halinde canlarıyla, mallarıyla düşmana müdafaaya, mücahadeye koyulmaları ve bu hususta sebat ve metânet göstermeleri şer'-i şerifin ve Kurân-ı mübinin emrettiği en büyük bir vazife-i mukaddesedir. Görüyoruz ki zâlim düşmanın eline geçen memleketimizdeki bedbaht ehl-i İslam hergün türlü türlü ezalara, cefalara duçâr oluyorlar. İşte hükümetimiz vatanımızı düşman istilasından kurtarmak, istiklâlimizi mevcudiyet-i milliyemizi âleme tanıttırmak ve bu sayede milletimizin, ahalimizin selametle, saadetle yaşabilmesi ve ahkam-ı dinyyemizin serbestçe icra olunabilmesi için muharebeye mecbur oluyor. Ordumuz çalışıyor, askerlerimiz Allahü azimüşşân hazretlerinin nusret ve inayetine sığınarak ve Peygamber-i zi-şân efendimizin ruhaniyet-i seniyyesinden istimdâd ederek her gün muharebe meydanlarında da düşmanla çarpışıyorlar ve nail-i muzafferiyet oluyorlar.

Ey Müslümanlar! Memleketlerinde oturan, işiyle, gücüyle, kazancıyla, ziraatıyla meşgul olan ahalimize de şeriât-ı garrâmız iki vazife gösteriyor. Birincisi, ordumuzun takviyesi için erbâb-ı isnânı davet vukuunda vakit ve zamanıyla mahalline göndermek askerlerimizin ihtiyaçlarının tesviyesi ve mecruhlarının, hastalarının tedavisi için elden geldiği kadar Hilâliahmer Cemiyeti vasıtasıyla muâvenette, tebemıâtta bulunmak ve asker âilelerinin imdatlarına koşarak işlerine, güçlerine yardım etmek. İkincisi, ordumuzun muzafferiyeti ve galebesi için kendimiz ahkâm-ı şer'iye dairesinde hareket ederek günahlardan, münkirattan, fuhşiyattan, ictinab eyleyerek ibadâta, tâata muvazebet ve hukukullaha ve hukuk-ı ibade riayet ederek daima Allahü azimüşşân hazretlerinin ordumuza fevz-i nusret ihsân etmesi hakkında beş vakitte duâda bulunmak lâzımdır.

Bilhassa bu gibi zamanlarda ehl-i İslam'ın erkek kadın bilcümle efrâd-ı namusunu ve şeref-i İslamiyetini muhafaza ile en küçük fenalıklardan bile sakınarak daima adâb-ı diniyye dairesinde hareket etmesi icab eder ki Cenab- ı Hak'da nusret inayât-ı ilahiyesini ihsan buyursun da amâl-ı milliyemiz husul bularak şan ve şerefle, selamet-i saaddetle yaşamaya muvaffak olalım165-

Mutasarrıf Saddetin Bey 14 Haziran 1922'de beraberinde müdafaa-i hukuk heyetleri ve eşrâf olduğu halde Mustafa Kemal Paşa'yı Doğançay istasyonunda karşıladı166. 17 Haziran’da İzmit'e gelen ve büyük bir çoşkuyla karşılan Mustafa Kemal Paşa’ya iki gün süresizce ev sahipliği yaptı. 19 Haziran'da Adapazan'na dönen Mustafa Kemal Paşa’ya refakat etti. Burada

165 İkdam, 11 Haziran 1922, 9064.* Bu gezi hakkında geniş bilgi için bkz. Sabahattin Özel, "Başkomutan Mustafa Kemal

Paşa'mn Adapazarı ve İzmit Gezisi", Türk Dünyası Araştırmaları, Haziran 1988.

Page 164: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

158 SABAHATTİN ÖZEL

konuk ettikleri Fransız edibi Claude Farrere ile birlikte İzmit Livâsımn en seçkin okulu olan Sabiha Hanım kız okulunu ziyaret etti.

Mustafa Kemal Paşa'nm bu ziyaretinin ardından İzmit'te Müdafaa-i Hukuk seçimleri yenilendi. Belediye dairesindeki özel bir törenle yapılan seçimlerde 36 delege oy kullanmıştı. Eski heyet başkanmın sadece iki oy alabildiği seçimlerde seçilen adaylar ve oy sayıları şöyleydi:

Emekli süvari kaymakamı Mümtaz Bey 34, Hafız Rüştü Bey 31, Hoca Rifat Efendi (Yüce) 31, Ali Galip Bey 27, Hüseyin Bedrettin Bey 26, kurmay binbaşılığından istifa etmiş Sait Bey 18. Heyet başkanlığına Mümtaz Bey seçilmişti167.

Saddettin Bey ve bazı arkadaşları bir ara ihbar üzerine Ankara İstiklâl Mahkemesine sevkedilmişlerse de, bunun bir iftira olduğunun anlaşılması üzerine kendisi tekrar görevinin başına dönmüştü. 26 Ağustos'ta Büyük Taurruz'un başlaması üzerine bir beyannâme yayınlamış16 , görevi esnasında eğitime, özellikle köylerde okul açılmasına ayrı bir önem vermişti.

Saddettin Bey'den Üsküdar Mutasarrıflığından gelen Halil Bey, daha sonra Vehbi Bey (Demirel) mutasarrıf olarak göreve yapmışlardı. Vehbi Bey aynı zamanda 1923 yılında vilayete çevrilen Kocaeli Vilayeti'nin ilk valisi olmuştu.

1 fnKılıçzâde Hakkı, "İzmit Mektubu", İleri, 29 Temmuz 1922,1611. Bu konuda Vakit Gazetesi'ndekı listede ayrıca çiftçi kesiminden Rauf bey'in adı geçmektedir, bkz. 18 Temmuz 1922,1653.

168 Metni için bkz. Rifat Yüce, aynı eser, s. 142.

Page 165: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

İNGİLİZ S. C. WYATT'IN TÜRKİYE MÂLÎ DANIŞMANLIĞI'NA TAYİN TEŞEBBÜSÜ VE İNGİLİZLERİN

BU KONUDAKİ ÇABALARI

Ali Arşlar *

Lozan Andlaşması ile sınırlandırılarak devam eden gümrük muafiyetlerinin 1929 yılında sona erdiği ve Türkiye'nin ekonomik alanda daha serbest uygulamalar yapabileceği bir sırada, 1929 yılında başlayan Dünya ekonomik buhranı Türkiye'yi de olumsuz yönde etkilemeye başlamıştı. Diğer taraftan 1927-28 yıllarındaki doğal afetler (kuraklık vs. gibi) dolayısıyla tarıma dayalı Türk ekonomisinin lokomotifi olan köy ekonomisinde de verim azalmıştı1.

Dünya ekonomik buhranının başlaması ile beraber, Türkiye'de döviz bunalımı ortaya çıkmış ve Batı sermayesinin ülkeye aktarılması lüzumu hasıl olmuştu2.

1928 yılında Türkiye Cumhuriyeti ile Osmanlı Düyûn-ı Umûmiyesi Hamilerinin Mümessilleri Arasında Aktedilen Mukavelename3 ile Türkiye hesabma düşen Osmanlı borçlarının ödeme şekli tesbit edilmişti4. Fakat, bu sözleşmeye göre borçların ödenmesinde, özellikle 1929 buhranının da katkısıyla güçlükler ortaya çıkmıştı5. 1930 başlarında ödeme yapılamıyacağının ortaya çıkması dolayısıyla Osmanlı Borçları Meclisi ve tahvil sahiplerinin çalışmaları ve tepkileri, Türkiye'nin dışarıdaki kredisini

*Doç.Dr., İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü öğretim üyesi.

1 A. Şükrü Esmer, "Türk Diplomasisi (1920-1950)", Yeni Türkiye, İstanbul 1959, s. 78-79.

^ Ludmila Jivkova, Türk-İngiliz İlişkileri, 1933-1939, İstanbul 1978, s. 24-27. ■

Bu mukavele için bakınız; T.C. Dışişleri Bakanlığı Cumhuriyetin ilk On Yılı ve BalkanPaktı (1923-1934), Ankara 1974, s. 136-144.

4İ. Hakkı Yeniay, Yeni Osmanlı Borçları Tarihi, İstanbul 1964, s. 130-137.

Rıfat Uçarol, Siyasi Tarih, İstanbul 1995, s. 569.

Page 166: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

160 ALİ ARSLAN

azaltıyor, yabancı sermaye çevrelerinin korkularını arttırıyordu6. Bu durum, özellikle Türk-Fransız ilişkilerinin gelişimini olumsuz yönde etkiliyordu7. Milli Mücadele döneminden itibaren dış ilişkilerde en önemli dayanak olan SSCB'nin dışında, Mussolini'nin liderliğindeki İtalya'nın da Akdeniz politikasına yönelmesi, Türk-İngiliz ilişkilerinin düzelmesine katkıda bulunmuş ve 1928'den itibaren Türkiye, başta İngiltere olmak üzere batılı devletlerle ilişkilerini sıklaştırmaya ve dolayısıyla, dış politikada meyil Batı'ya kaymaya başlamıştı8.

Dünya ekonomik buhranının yaşandığı bir sırada, Cumhurbaşkanı ve Türkiye'nin önderi olan Atatürk, ülke menfaatlerinin korunması şartıyla Norveç, Avusturya, İtalya ve İngiltere gibi Batılı ülkelerle ticaret antlaşmaları yapılarak, ticaretin canlandırılması ve Türk ekonomisinin iyileştirilmesini istiyordu. Atatürk, ayrıca İsmet İnönü başkanlığındaki hükümeti de bu istikamette yönlendiriyordu.

1- Osmanlı Borçları Konusunun Tekrar Alevlenmesi

Londra'daki Times gazetesi 1 Şubat 1930'da Türk hükümetinin dış borçlarım ödemeyi erteleme niyetinde olduğuna dair bir haber neşretmişti. Bunun üzerine, 3 Şubat’ta Türk hükümeti bir tekzib yayınlayarak, bütün taahhütlerin "muayyen tarihlerde ifa kararında" olduğunu bildirmişti. Ancak, bu tekzibe rağmen İstanbul’daki Times muhabiri eski istihbaratında ısrar ederek Türk hükümetinin dış borçları için beş yıllık moratoryum taleb edeceğini bildirmişti. Bu gelişmeler ve bazı tereddütlerin ortaya çıkması dolayısıyla "Taksim Edilmiş Düyûn-ı Umûmiye Meclisi İdaresi Reisi" Wyatt, Türkiye Mâlîye Vekili Saraçoğlu Şükrü Bey'den açıklama yapması için bir telgrafla müracaatta bulunmuştu. Wyatt, birbirlerini tekzib eden haberlerin "tefsirinden tevellüd edebilecek vahim mahzurlara" dikkati çekerek, hisse sahiplerinin aydınlatılması için ortaya çıkan haberlerin doğruluk derecesi hakkında Düyûn-ı Umûmiye Meclisi'ne malûmat verilmesine, Wyatt'in ifadesiyle "ricaya mücaseret" edilmişti9.

Şükrü Saraçoğlu’nun Osmanlı Düyûn-ı Umûmiye Meclisi'ne gönderdiği ve ortaya çıkan yeni hale göre bir düzenlemenin yapılması lüzumunu içeren

Mustafa Yılmaz, British Opinion and The Turkish Republic 1923-1938 (Manchester Üniversitesi, Sanatlar Fakültesi'nde kabul edilen basılmamış doktora tezi, 1993), s. 192.

Uçarol, a.g.e., s. 569.

Bu hususta bakınız; Annual Report 1928, PRO, FO 371, 13824, E. 906, s. 206-208; Jivkova, a.g.e., s. 26-29.

Wyatt'ın Türkiye Mâlîye Vekili'ne gönderdiği telgraf için bakınız; Hakimiyet-i Milliye,11.2.1930.

Page 167: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

İNGİLİZ S. C. WYATTIN TÜRKİYE MÂLÎ DANIŞMANLIĞI 161

llŞubatl930 tarihli cevabî telgrafı10, aynı gün Paris'e ulaşmış ve Osmanlı Düyûn-ı Umûmiye Meclisi'nde görüşülerek bazı kararlar alınmıştı. Bu kararlar, 11 Şubat 1930 tarihli telgrafla Wyatt tarafından Mâlîye Vekili Saraçoğlu Şükrü Bey'e bildirilmişti11. Düyûn-ı Umûmiye Meclisi, 1 Haziran 1930 tarihine kadarki ödemelerin Türk Hükümeti tarafından gerçekleştirildiğini, "mukavelede bizzat tafsilâtı ile derpiş edilmiş olan bir ihtimal muvacehesinde husûsi bir suret-i hal telkin etmenin kendisine ait olmadığı fikrinde" bulunduğuna karar vermişti. Ancak, buna rağmen, hâmillerin menfaati için Türk Hükümeti ile derhal temasa geçilerek, vaziyetin ortaklaşa olarak değerlendirilmesinin uygun olacağma oy birliği ile karar vermişti. Ayrıca böyle bir işbirliği için Meclis, M. des Closieres ile birlikte Wyatt'm Ankara'ya gitmeleri hususunu Türkiye Mâlîye Bakanı'na teklif ederken, bu ziyaretin Mart 1930'un ilk yarısında yapılmasının muvafık olup olmayacağının kendilerine bildirilmesini istemişti12.

Osmanlı Düyun-ı Umûmiye Meclisi'nin doğrudan görüşmeler yapma teklifini uygun bulan Mâlîye Vekili Saraçoğlu Şükrü Bey, gönderdiği telgrafla, "vaziyetin şümulüne göre vasi ve ciddi mütalaayı istilzam ettiğinden bu maksatla Türk hükümeti ile derhal .temasa gelmek" kararının çok yerinde olduğunu, hâmillerin menfaati ile beraber Türkiye'nin "mali ve iktisadi kudretinin zaruri kıldığı husûsi bir sûret-i hale" varılacağını ümit ettiğini ve Mart'ın ilk yarısında Ankara'da görüşmeler yapmak üzere Wyatt ile M. des Closieres’i beklediğini açıklamıştı13.

1928 yılında Türkiye ile Osmanlı borçları hamilleri arasında yapılan anlaşma ile bir takvime bağlanan dönem sona ererken, 1929 buhranının getirdiği şartlara uygun olarak Türk hükümeti de yeni atılmalar ve ciddi çabalar sergilemeye girişecektir.

2- Başbakan İsmet Paşa'nın Osmanlı Düyûn-ı Umûmiye Meclis-i İdare Başkanı Wyatt'a Türkiye'nin Mâlî Danışmanlığını Teklif Etmesi

1928'de, Osmanlı borçları konusunda Türkiye ile Osmanlı Düyûn-ı Umûmiyesi Hâmilleri Mümessilleri Arasında Aktedilen Mukavelename'ye

Mâlîye Vekili Saraçoğlu Şükrü Bey'in telgrafı için bakınız; Hakimiyet-i M illiye, 11 Şubat 1930.

Osmanlı Düyûn-ı Umûmiye M eclisi kararlarını bildiren Wyatt'ın 11.2.1930 tarihli telgrafı için bakınız; Hakimiyet-i Milliye, 13.2.1930.

Aynı yer.Mâlîye Vekili Saraçoğlu Şükrü’nün Wyatt'a gönderdiği telgraf; Hakimiyet-i M illiye,13.2.1930.

Page 168: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

162 ALİ ARSLAN

"İngiliz Flemenk hamilleri mümessili"14 sıfatıyla imza koyan ve 1930 yılında Paris'teki Osmanlı Borçları Meclisi'nde başkan olarak görev yapan S.C. Wyatt, 24 Şubat'ta İstanbul'a gelmiş ve Osmanlı Bankası direktörleri ile uzun bir görüşmede bulunmuştu15. Daha sonra, Osmanlı borçları konusunu görüşmek ve Türk Hükümetinin kupon ödemelerini ileri bir tarihe ertelemek husûsundaki düşüncesine bir çözüm bulmak amacıyla Wyatt ve M. des Closieres, daha önceden Türk hükümetinin kabul etmesi dolayısıyla, Ankara'ya gelecektir.16

9 Mart 1930'da Osmanlı Düyûn-ı Umûmiye Meclisi Başkam ve İngiliz Dayinler Vekili Wyatt, Fransız Alacaklılar Vekili M. des Closieres ve Türk Alacaklılar Vekili Zekâi Bey'le trenle Ankara'ya hareket etmişlerdi17. Ankara'da 10 Mart’ta Wyatt, des Closieres ve Zekâi Beyler, Mâlîye Vekili Saraçoğlu Şükrü Bey'le bir buçuk saatlik bir görüşme yapmışlardı18. 15 Mart'ta da Osmanlı alacaklılarının vekilleri Mâlîye. Vekili'nin nezdinde toplanarak problemleri müzakere etmişlerdi19.

Diğer taraftan Başbakan İsmet Paşa, 19 Mart'ta Fransız Alacaklıların Vekili M. des Closieres'i kabul ederek üç saatlik bir görüşme yapmıştır20. Başbakan daha sonra Wyatt ile de bir görüşme'yapacaktır. Bu arada Düyûn-ı Umûmiye temsilcileri ile Mâlîye Vekili arasında da müteaddid görüşmeler gerçekleştirilmiştir.

Türkiye'de yaptığı görüşmelerden edindiği intibalar neticesinde İngiliz Dışişleri Bakanlığı'na 6 Mart 1930'da gönderdiği mektup ve 8 Mart'ta gönderdiği not ile Türkiye'nin politikalarında değişiklik olacağım belirten Wyatt, 17 Mart 1930'da, Ankara'da Mâlîye Bakam Şükrü Saraçoğlu ile görüşmüş ve bu tahmininde isabetli olduğunu anlamıştı. Görüşme sonrasında, Wyatt, Ankara'da mali ve politik durumun oldukça ilgi çekici olduğunu, yakın zaman içerisinde Türkiye'de politika değişikliğinin görülmesinin sürpriz olmayacağım ve buna bakanların değişmesinin21 de dahil olabileceğini şifâhi

14

15

16

17

18

19

20 21

Cumhuriyetin ilk On Yılı ve Balkan Paktı, s. 136.

Hakimiyet-i Milliye, 25.2.1930.

Ankara’daki İngiliz Büyükelçiliğinden W .S. Edmonds'ın 26 Mart 1930'da İngiliz Dışişlerine gönderilen rapor, PRO. FO. 371,14668, E. 1661, s. 165.

Cumhuriyet, Hakimiyet-i Milliye, 10 Mart 1930.

Hakimiyet-i Milliye, 11 Mart 1930.

Hakimiyet-i Milliye, 16 Mart 1930.

Hakimiyet-i Milliye, 20 Mart 1930.

Gerçekten de Dördüncü İnönü Hükümeti 25 Eylül 1930'da sona ermiş ve kabinede değişiklikler yapılarak yeni bir çehre ile 27 Eylül 1930'da Beşinci İnönü Hükümeti

Page 169: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

İNGİLİZ S. C. WYATT'IN TÜRKİYE MÂLÎ DANIŞMANLIĞI 163

ve yazılı olarak İngiliz Büyükelçiliğine de bildirmişti22. 21 Mart'ta Başbakan İsmet Paşa ile görüşen Wyatt, uzun ve önemli bir görüşme yaptıklarını, Türklerin borç alma meylinin daha da belirgin hale geldiğini ve fakat bu mevzuda görüşmek için konunun yeterli olgunluğa henüz ulaşmadığını belirtmişti23.

Görüşme yapıldığı sırada Başbakan İsmet Paşa, Türkiye'nin maliye alanında yeniden yapılanmasının pratik ölçüleri konuşulurken Wyatt'm üzerine ısrarla giderek, onun Türk Hükümetinin danışmanı24 olarak faaliyet göstermesini istemişti. Başbakan İsmet Paşa, Wyatt'tan daha önceki danışmanlardan Herr Müller'in ki gibi artık rapor istememekte, rapor yerine, pratik ve uygulamalı rehberlik yapmasını istemekteydi. Wyatt ise bu teklife hemen olumlu cevap vermemişti. Wyatt'a göre, Türk Hükümeti, danışmanlık yapacak kişinin bağımsız ve yalnız Türk Hükümeti için çalışacak biri olmasını arzu ediyordu25.

Görüşmede, dış borç alma arzusunu ortaya koyan İsmet Paşa, Wyatt'i dışarıdan 20 milyon sterlinlik borç paranın Türk Hükümeti için temin edilmesi ve mali yapının tekrar kurulması için Türk Hükümetinin danışmam olmasını istemişti26.

Wyatt, bir taraftan Ankara'da görüşmelerde bulunurken, diğer taraftan da devamlı olarak İngiliz Büyükelçisi'ni yapılan görüşmelerden bilgilendiriyordu. Büyükelçilik de Fransa ile şıkı temasta bulunurken, gelişmeler hakkında ABD Büyükelçiliği'ni de özel olarak bilgilendiriyordu27.

İsmet Paşa, Wyatt'la görüşmesi sonrasında, Mâlîye Bakanı Şükrü Saraçoğlu ile görüşmesini ve iki konu üzerinde düşünerek cevap vermesini Wyatt'tan istemişti. Bu iki konu; bir "uzman (expert)"m seçimi ve 1 Haziran 1930'da Osmanlı borçlan hisse sahipleri ile ödeme yapılamaması dolayısıyla

kurulmuştu. (Neşe Erdilek, "Hükümetler Ve Programlan", Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, sayı: IV, İstanbul 1983, s. 972-975).

S. C. Wyatt'tan Sır. Frederick Butler'e 18 Mart 1930'da Ankara'dan gönderilen özel ve gizli yazı; PRO, FO, 371,14668, E 1508, s. 116. Aynca Wyatt'm tesbitleri ile ilgili rapor iŞin bakınız; PRO. FO, 371,14668, E 1508, s. 117-122.

Ankara'dan İngiliz Maslahatgüzan Edmonds'ın 21 Mart 1930'da İngiliz Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği telgraf, PRO, FO, 371,14668, E 1488, s. 101.

Vesikada,"... to act as Adviser to Türkish Government..." ifadesi kullanılmaştır.

Ankara'daki İngiliz Maslahatgüzan Edmonds'un 22 Mart 1930'da İngiliz Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği telgraf; PRO, FO, 371. 14668, E 1489, s. 104. Aynca bakınız; G.W. Rendel tarafından İngiliz Hazine Sekreterliği'ne 24 Mart 1930 tarihli yazı; PRO. FO. 371,14668, E. 1489, s. 108-109.

PRO. FO. 371,14668, E. 1661, s. 165.

A.g.v., s. 168.

Page 170: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

164 ALİ ARSLAN

karşılaşılacak durum idi. Başbakan İsmet Paşa'nm bu isteği doğrultusunda 24 Mart 1930'da Mâlîye Bakam Şükrü Saraçoğlu ile Wyatt arasında etraflı bir görüşme yapılmıştı. Wyatt'in hazırladığı rapora göre bu görüşmede başlıca şu konulara temas edilmişti:

Türk Hükümetinin borç para istediğini, fakat kendisini bu problemle uğraşmak ve çözmek için muktedir görmediğini, ayrıca, tayin edilecek uzmanın başlıca Avrupa ticaret gruplarma tâbi olmasından korktuğunu düşünen Wyatt, daha önce îsmet Paşa'ya söylediği gibi, atanacak uzmanın birinci sınıf, ticari gruplardan bağımsız, yalnız T.C. hükümeti için çalışması ve hükümet tarafından tesbit edilmesi gerektiğini açıklamıştı. Yeni uzmamn, daha önceki uzman Müller ve diğerlerinin bıraktığı yerden başlamasını, Türkiye'nin son durumu hakkında mali ve ekonomik bilgilerin verilmesi lüzumunu belirten Wyatt, uzmanın da, Hükümetin ne yapması ve alternatiflerin neler olduğunu ortaya koyması gerektiğini ifade etmişti.

T.C. Mâlîye Bakanı Saraçoğlu Şükrü Bey, Osmanlı Borçlan Meclisinin yabancı mali müesseseler nezdinde bir uzmandan daha etkili olarak, faaliyet gösterme kapasitesine sahip olduğunu ve bir uzmandan daha fazla uğraşabileceği görüşünü ortaya koymuş ve Osmanlı Borçları Meclisinin danışmanlık ve borç bulma noktasından yardım yapabileceğini söylemişti. Buna cevap olarak, Osmanlı Borçları Meclisinin bu yeteneğe sahip olması halinde bile, değişik menfaat gruplarını barındırması dolayısıyla, Osmanlı Borçları Meclisinin bu konuda başarılı olamıyacağını, Osmanlı Borçları Meclisinin T.C. hükümeti ile hisse sahipleri arasında tarafsız konumda kalma mecburiyetinin bulunacağım bildirmişti. Şükrü Bey, tahmini olarak, uzmanın ne yapabileceğini, ne kadar süreli olacağım, hangi yolun T.C. Hükümeti için daha faydalı olacağını sormuştu. Buna karşılık Wyatt, eğer borç alınacaksa bunun ya bağlantısız ve Osmanlı borçlarından ayrı, veya Osmanlı borçları hissedarlarının alacakları ile birleştirilmiş bir şekilde gerçekleştirilmesini ve bunun da yeni bir şekilde garanti edilmesini teklif etmişti. Wyatt'a göre, bu gibi çözüm yolları ile, bir uzman hükümete* tavsiyede bulunabilecek ve hükümet de görüşmelere başlıyabilecekti.

Mâlîye Bakam ile yaptığı görüşmede Türk hükümetinin mevcut kötü durumla başa çıkabilmesinin tek yolunu borç para bulmak olarak gördüğünü ve borcu "kabul etmek" düşüncesinden ziyade borç para "bulma" noktasmda gayret göstermesi gerektiğini düşünmekte idi.

Osmanlı Borçları Meclisi'nin 1930'lara kadar sadece kontratı takip ettiğini belirten Wyatt; Türkiye'nin 1 Haziran'daki ödemelerde, Osmanlı borçlarını sterlin olarak ödeyemiyecek konumda olduğunun ortaya çıktığını kabul ediyordu.

Mâlîye B akanı'mn 1 Haziran'dan önce borç alma konusunda bir karara varılabileceği düşüncesinde olduğunu belirten Wyatt, Mâlîye Bakanının borç

Page 171: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

İNGİLİZ S. C. WYATTIN TÜRKİYE MÂLÎ DANIŞMANLIĞI 165

görüşmelerinin ilk safhasında Osmanlı Borçlan îdaresi'nin aracılık yapmasmı arzu ettiğini söylüyordu. Ancak Wyatt, kendilerinin böyle bir rol üstlenemeyeceklerini belirtmişti. Wyatt, Osmanlı Borçları îdaresi'nin arabulucuğu reddetmesi halinde, Türk hükümetinin kendilerinin emniyetini sağlamayacağını ve borçlar hususunda Osmanlı Borçları îdaresi'nin murakabesini kabul etmeyeceği hususunda da bir kanaata varmıştı.

Türkiye'de gerekli incelemelerde ve görüşmelerde bulunan Wyatt'in bir kaç gün sonra Paris'e döneceklerini belirtmesi üzerine, Mâlîye Bakam ne zaman döneceklerini sormuştu. Bu soruya Wyatt’in Mâlîye Bakam'nm davet etmesi veya bazı gelişmelerin vukuu halinde Türkiye'ye gelebileceğini söylemesi karşısında Mâlîye Bakanı çok şaşırmıştı.

Toplantı sonunda, Mâlîye Bakanı, Wyattla bir gün sonra tekrar görüşmekten memnun olacağmı ve İsmet Paşa ile de bir görüşme yapacağını belirtmişti28.

Türk yetkililer, Wyatt'in isteği üzerine, Herr Müller'in hazırladığı rapor ile Dr. Schacht'm yorumları, yıllık gelir ve gümrük istatistikleri ile öteki bilgileri Wyatt'a vermişlerdi29. Bütün bu incelemelerden sonra bir değerlendirme yapan Wyatt, Türk hâzinesini, beklediğinden daha kötü bulmuştu.

26 Mart 1930'da, Ankara'daki İngiliz Büyükelçiliğinden W.S. Edmonds, Türkiye'nin durumu ve mali müşavir atanması konularında geniş bir değerlendirme yaparak, bunu İngiliz Dışişleri Bakanlığı'na bildirmişti30. Edmonds, Türk Hükümetinin mali zorluklar karşısındaki tavanda ilgi çekici değişiklikler ortaya çıktığını ve çare olarak iki seçenekten birine doğru artan bir berraklığın ortaya çıktığım ifade etmişti. Bunlardan biri, Türk hükümetinin görmek istemediği rüya olan, İsmet Paşa'nm 1930'lara kadar uyguladığı kendi kaynaklarına dayanarak "bütçe ekonomisi"ne devam etmekti, ikinci şık ise, diğer ülkeler gibi, ülke içini düzene sokmak için dış borç almaktı. Dış borç almaktan kaçınmayı düstur ittihaz eden îsmet Paşa'nm tutumunda değişiklik sinyalleri ortaya çıkmış ve dış borç alma konusunda eski sertliği ortadan kalkmıştı. Edmonds'a göre, bu durum, îsmet Paşa ve Mâlîye Bakam'nm Wyatt'la yaptıkları görüşmelerde dış borç konusundaki tavırlarının

24 Mart 1930'da Wyatt ile Mâlîye Bakanı Saraçoğlu Şükrü Bey arasındaki konuşmanın Wyatt tarafından hazırlanarak İngiliz Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği rapor; PRO, FO,371,14568, E. 1659, s. 148-153.

Herr Müller ve Dr. Schacht'ın raporlan Wyatt tarafından İngüiz Dışişleri'ne verilmiş ve bir kopyasının da Türkiye'deki İngiliz Ticari Ateşesi'ne verilmesi istenmişti. (Wyatt'tan Butler'e 10 Nisan 1930 tarihli mektup; PRO, FO, 371,14569, E. 1922, s. 209).

W. S. Edmonds tarafından hazırlanan rapor için bakınız; PRO, FO, 371, 14668, E. 1661, s. 163-168.

Page 172: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

166 ALİ ARSLAN

değiştiğinin kesin bir delili idi. Türk hükümetinin, dış borç alma kararırım önemli ve "doğru" bir karar olduğunu belirten Edmonds, tarihten ders alınarak Türk hükümetinin her şeyden önce yabancı para konusundaki "mutad menfi" düşüncelerini düzeltmesini ve yabancı para karşılığında külfetli şartlan kabul etmek mecburiyetinin olduğunu kabul etmesini düşünüyordu. Ancak yine Edmonds, Türklerin dış borç konusunda acı tecrübelerinin olduğunu da kabul ediyordu. Edmonds, Türk Hükümetinin isteği doğrultusunda, görüşmelerin başlaması halinde, finans gruplarının Ankara'ya gelmesinden ziyade, Türk temsilcilerinin Londra, Paris veya başka yere gidecekleri kanaatindedir.

İngiltere’nin Ankara Maslahatgüzarı W.S. Edmonds'ın İngiliz Dışişleri Bakanlığı'na bildirdiği değerlendirmesinde belirttiğine göre İsmet Paşa, daimiden ziyade geçici bir dönem için yabancı mali danışman atanmasını düşünmektedir. Atanması için uygun şahsın bulunması halinde, danışmanın gücü zayıf ve yaptırım gücü sadece tavsiye niteliğinde olsa bile, zaman içerisinde daha etkili konuma gelecektir. Mâlîye Bakanlığı ve Devlet Merkez Bankası'nda görev yapacak olan danışmanın, güçlü ve başardı olması halinde diğer kısımlar için de yabancı danışmanların atanması gündeme gelecektir. Ayrıca Edmonds'a göre, atanacak danışmanın bir görevi de, alman borçların yerli yerinde harcanmasına yardımcı olmaktır31. Özellikle Wyatt'm 27 Mart'ta Paris'e hareket etmesinden32 ve bilâhire Londra'ya gitmesinden sonra Wyatt'ın mali danışmanlığı konusu Londra'daki yetkililerin gündemine yerleşecektir.

3- Wyatt'ın Mâlî Danışmanlığa Atanması İçin İngilizlerin Çalışm aları

İsmet Paşa'mn Wyatt'a mali müşavirlik teklif etmesi üzerine, İngilizler de bu yönde çalışmalara başlamışlardı. Wyatt'ın mali müşavirliğe tâyine pek sıcak bakmaması dolayısıyla, bu çalışmalar, Wyatt'ı ikna etme veya İngiltere'nin istediği bir adayın atanmasını sağlama istikametinde hız kazanmıştı.

Ancak bu arada, bir Fransızm danışmanlığa tayin edümesine Türklerin pek sıcak bakmaması ve Wyatt'ın da tayini kabule yanaşmaması33 yüzünden yeni adayların tesbiti gündeme gelmişti. Türkiye'deki İngiliz Büyükelçiliği, Fransızlarla bozuşmamak için Wyatt'ın, İngiliz, Fransız, Amerikalı ve diğerlerinden muktedir ve Türklerin güvenine lâyık adaylar göstermesi

Edmonds'ın 1 Nisan 1930'da Dışişleri'ne gönderdiği rapor; PRO, FO, 371, 14586, E. 1790, s. 191-192.

Hakimiyet-i Milliye; 28 Mart 1930.

PRO, FO, 371,14668, E. 1489, s. 108.

Page 173: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

İNGİLİZ S. C. WYATTIN TÜRKİYE MÂLÎ DANIŞMANLIĞI 167

düşüncesini ortaya atmıştı. Bu yönde hareket eden Wyatt da, İngiliz Hazinesi'nden teklif edebileceği adayların kendisine-bildirilmesini istemişti34.

İlk önceleri bu görüşe katılan İngiliz Dışişleri Bakanlığı da teklif edilecek uygun adayların bir an önce tesbit edilmesini İngiliz Hazinesi'nden istemişti. Edmonds'ın işaret ettiği üzere, Wyatt, Ankara'dan ayrılmasından önce tesbit edilecek adayların isimlerinin en hızlı bir şekilde kendisine bildirilmesini özellikle vurgulamıştı35.

'Ancak, konu üzerine daha dikkatlice eğilen İngiliz Dışişleri Bakanlığı, Wyatt’m kendi yerine başkasının atanmasını teklif etme düşüncesini uygun görmemişti. 25 Mart 1930'da Ankara'daki Maslahatgüzar Edmonds'a gönderilen telgrafta, Wyatt'm Başbakan İsmet Paşa tarafından yapılan teklifi kesinlikle reddetmemesi gerektiği, konunun enine boyuna tartılmasının şart olduğu, Türkiye ve İngiltere için çok önemli ve ilgi çekici olan bu teklifin hatalı davranılarak heba edilmemesi gerektiğine işaret edilmişti. Türkiye mali danışmanlığı konusunun önemli açılımlar sağlayabileceği düşünülmüş ve konunun etraflıca değerlendirilmesi için Wyatt'm Londra'ya gelişinin beklenmesi gerektiği ortaya konmuştu36.

İngiliz Dışişlerine paralel olarak Hâzinede, Wyatt'm Türk, Hükümetine mali danışman olarak atanabileceklerin listesini vermeyi uygun görmemiş ve konunun Nisan başlarında Londra'ya gelecek olan İngiltere'nin İstanbul'da bulunan Büyükelçisi Sir George Clerk ve S. C. Wyatt'm da katılacağı görüşmelerde iyice tahkik edilerek, Türkiye Mâlî Müşavirliği konusunda en iyi stratejinin belirlenmesini uygun bulmuştu37.

Hazine ve Dışişleri'nin bu tavrı doğrultusunda İngiltere'nin Türkiye Büyükelçisi Clerk'in Londra'ya gelmesinden sonra, Büyükelçi Sir G. Clerk ve Hazine'den F. W Leight - Ross, 1 Nisan 1930'da Hazmede bir araya gelerek, Wyatt'm Ankara'da yaptığı görevi ve bu vesile ile başta mali danışmanlık olmak üzere ortaya çıkan konulan görüşmüşlerdi.

Türkiye'nin mali durumunu çok ciddi bulmayan, mevcut zorlukların kötü iki hasat mevsiminin geçirilmesinden kaynaklandığım belirten Clerk, Türklerin heyecanlarının kendi "memleketlerini düzene koymak" tan kaynaklandığmı Ve bunun için pratik tedbirlerin alınması gerektiğini belirtmişti. Clerk, Türkler tarafından tamamen bir Fransız kuruluşu olarak kabul edilen Osmanlı Bankası'nın tesbit edeceği mali danışman adaymm Türk hükümeti tarafından

PRO, FO, 371,14668, E. 1489, s. 104.

PRO, FO, 371,14668, E. 1489, s. 109.

PRO, FO, 371,14668, E. 1489, s. 113.

Hazine Sekreteri RWN'den İngiliz Dışişleri Bakanlığı'na 28 Mart 1930 tarihli cevabi yazı; PRO, FO, 371,14668, E. 1601, s. 124.

Page 174: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

168 ALİ ARSLAN

tayin edilmeyeceğine işaret ederek, Wyatt'in danışman olarak atanması gerektiğini vurguluyordu. Clerk, Wyatt'in "birinci sınıf kaabiliyet" olmadığım, fakat, tecrübeli, duygulu ve kesinlikle doğru bir insan olduğunu ve Türklerin güvenini kazanmada başarılı olacağma inandığım belirtiyordu.

F. W. Leith-Ross da, danışmanlığa bir İngiliz'in atanmasının en fazla arzu edilen hadise olduğunu, Türk Hükümetinin isteği doğrultusunda Wyatt'in danışmanlığa atanması gerektiğini savunuyordu. Leith-Ross, Wyatt'in atanmasını Osmanlı Bankası'nm da desteklemesi gerektiğine, zira, yapılacak mali reformların hem Osmanlı borç hissedarları ve hem de Osmanlı Bankası için temel nokta olduğuna işaret ediyordu38.

1 Nisan 1930'da, Ankara Maslahatgüzarı Edmonds'm belirttiğine göre, mali danışmanın Fransız ve İtalyanlardan seçilmesi mümkün değildir ve bunlar politik olarak Türkler tarafından şüpheyle karşılanmaktadır. îsmet Paşa'hm da işaret ettiği gibi en uygun olanı bir İngiliz'in danışmanlığa tayinidir. îngilizin olmaması halinde ikinci sıradaki en uygun adayın Amerikalılardan olması yerinde olacaktır. Türklerin, mali danışman ile Gümrük danışmanının aynı milletten olmasını kabullenecek durumda olmadıklarım da belirten Edmonds, bir danışmanın İngiliz diğerinin de ABD'li olabileceğim belirtmiştir39.

4 Nisan 1930'da Hazine'den F. Leith-Ross tarafından Wyatt'a gönderilen mektupta, eğer Türklerden özel bir davet almış ise Wyatt'in Türklerin mali danışmanlığım kabul etmesinin şart olduğu bildirilmişti. Yalnız Wyatt'in Osmanlı Borçları İdaresi'nden ayrı olarak danışmanlığı kabul etmesinin Wyatt'i büyük güçlüklere iteceğini belirten Leith-Ross, yine de Wyatt'in Türkiye mali danışmanlığına tayin edilmesinin ilk alternatif olarak ele alınmasını istemişti. Bu konuda benzer bir mektup Leith-Ross. tarafından Sir George Clerk'e de gönderilmişti40.

Yine 4 Nisan 1930'da, Türkiye'nin mali durumunu daha derinlemesine müzakere etmek üzere, F. W. Leith-Ross, Waley, Sir G. Clerk, Sir O. E. Niemeyer ve Wyatt bir araya gelmişti.

Fransa'nın ilgisi ve ticari ilişkileri dolayısıyla, Fransa'mn rızası olmadan mali danışman konusunda bir şey yapılamıyacağım belirten Leith- Ross, Türklerin Fransız danışman istememesi dolayısıyla Fransa'nın da

1 Nisan 1930'da yapılan görüşmenin metni için balanız; PRO, FO, 371, 14568, E. 1753, s. 182.

Edmonds'tan 1 Nisan 1930'da Dışişlerine gönderilen rapor, PRO, FO, 371, 14568, E. 1790, s. 191-193.

F. Leith-Ross’un 4 Nisan 1930'da Wyatt’a gönderdiği mektup; PRO, FO, 371, 14568, E. 1780, s. 185-186.

Page 175: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

İNGİLİZ S. C. WYATT'IN TÜRKİYE MÂLÎ DANIŞMANLIĞI 169

İngiliz danışmanın atanmasını "veto" etmeyeceği görüşünde idi. Ona göre Fransız hisse sahipleri için de, en iyi olanın İngilizlerle işbirliği yaparak, bir İngiliz'in danışman tayin edilmesine yardımcı olmaktı.

Türklerin ABD'ye yönelebileceğine dikkat çeken Leith-Ross, İstanbul'daki Fransız Büyükelçisinin bir İngilizin atanmasına çok karşı bulunmadığını, ancak Paris için bunu söylemenin mümkün olmadığını söylemişti.

Leith-Ross'a göre Fransızlarla üç yolla yakmlaşılması gerekiyordu. Bunlar;

a- Diplomatik yollarla,

b- İngiltere Bankası ile Fransa Bankası vasıtasıyla vec- Osmanlı Bankası kanalıyla idi.Sir G. Clerk, konunun Milletlerarası Bankalar Birliği tarzında ele

alınmasını, Osmanlı Bankası'nm da burada ortak olmasını ve fakat lider olmaması gerektiğini savunmuştu.

Bunlara karşılık, Sir O. E. Niemeyer, çeşitli banka gruplarının danışman tekliflerinin, bankaların adayı olması dolayısıyla Türkler tarafından hoş karşılanmıyabileceğine dikkat çekmişti. Niemeyer, en iyi yolun Türklerin kendi danışmanlarım kendilerinin seçmesinin ve mali danışmanın da hiçbir yabancı grupla bağlantılı olmadan yalnızca Türkiye'ye hizmet etmesinin en iyi yol olacağmı belirtmişti. Niemeyer, ayrıca, Fransızlara yaklaşılması ve fakat Fransızların bir Fransız danışman üzerinde ısrar etmeleri halinde, İngiltere'nin bağımsız bir şekilde hareket etme imkânının da ortadan kalkacağmı ve dolayısıyla durumun İngiltere açısından daha da zorlaşacağmı ifade etmişti.

Yapılan görüşmelerde Fransa'yla işbirliği yapılması veya bağımsız davramlması konusunda kesin bir neticeye varılamamıştı.

Mâlî danışmanlık için aday teklifi konusunda, Sir O.E. Niemeyer, bir veya iki yıl atanmak üzere Jeremiah Smith, Wyatt ve Rist'ten birinin seçilmesi için Türklere teklif edilebileceğini savunmuştu. Bu tekliflerden J. Smith sağlık sebepleri ile reddedilecek ve başka bir Amerikalı ortaya çıkmayacaktı. Niemeyer'e göre, Türkler Fransız Rist'i de reddedecekleri için geriye sadece İngilizlerin adayı Wyatt kalacaktı. Türkiye'deki İngiliz Büyükelçisi Clerk de, Türklerin Wyatt'i Türkiye'ye davet etmiş olmaları ve Wyatt'a güvenmeleri dolayısıyla, Wyatt mali danışmanlığa tayin için büyük bir avantaj kazanmış olacaktı.

Page 176: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

170 ALİ ARSLAN

Mâlî danışman hususunda gelinen bu noktada, Wyatt, böyle bir görevi, Osmanlı Borçlan Meclisi'ndeki meslektaşlarının kabul etmeleri halinde kabul edebileceğini açıklamıştı.

-.Vanlan bu sonuca rağmen, İngiltere'nin Fransızların danışman adayı Rist'e karşı olunduğunu Fransızlara hissettirilmemesine ve fakat görünüşte Rist'in adaylığına karşı çıkılmadığının Fransızlara açıklanmasının uygun olacağma karar verilmişti. Ayrıca, Clerk de, danışmanlık konusundaki politikanın kesinlik kazanmasına kadar Londra'dan Türkiye'ye dönmek istemediğini açıklamıştı41.

Daha sonra Hazmeden F.W. Leith, S.C. Wyatt ve Sir G. Clerk 4 Nisan 1930'da Hâzinede bir araya gelerek Türkiye mali danışmanlığı konusunu etraflıca incelemişlerdi42. Bu toplantıda şu konulara temas edilmişti: Ortaya atılan bütün teklifler olgunlaşmamış olarak kabul edilmekteydi. Türklerin mali müşavirden Türkiye'nin mali durumunu araştırmasını, uzun raporlar ve teklifler üretmesini istemediğini; bunların yerine Türklere birinci sınıf mali fikir ve bilgi verecek ve kendilerine muhalif olan bankalara karşı Türkleri koruyacak dostça bir uzman istiyorlardı. Bir danışmanın atanması ve Türklerin güvenini kazanması halinde bu şahsın ileride Türkiye'nin düzenli mali danışmanı olacağı ve fakat bu husustaki gelişmelerin yavaş olacağı düşünülüyordu.

Sir G. Clerk, Türk Hükümetinin yabancı mali danışman atama ihtimali konusunda Ankara'da meydana gelenleri açıklamasını Wyatt'tan istemişti. Wyatt, Türklerin yabancı mali danışman arzusunu ifade etmesi üzerine, Fransız Monsieur Rist'in aday olarak teklif edildiğini, fakat Türklerin açıkça bu teklifi reddettiklerini ve bir Fransız danışman istemediklerini belirtmişti. Türklerin bu tavrına rağmen Wyatt, bir İngiliz yardımcısının atanması halinde Monsieur Rist'in halen muvakkaten danışman tayin edilebileceğini söylemişti. Yapılan teklifin sadece deneme kabilinden olduğunu ve hiçbir işlemin yapılmadığını belirten Wyatt, Rist'in güvenilir ve uygun bir adam olduğunu belirttiğinde, Türkiye Mâlîye Bakanı, "neden kendisinin (Wyatt'in) Türkiye'ye yardım etmediğini" sormuştu. Bunun üzerine Wyatt, bazı güçlüklere dikkat çekerek Osmanlı Borçları îdaresi'nde çeşitli menfaat gruplarının temsil edilmesi dolayısıyla bunun zor olacağma işaret ederek danışmanlığa pek hevesli gözükmemişti43.

4 Nisan 1930'da F.W. Leith-Ross, Mr. Waley, Sir. G. Clerk, Sir. O.E. Niemeyer ve Wyatt arasında Türkiye'nin mali durumu hakkında yapılan konuşmalar için bakınız; PRO, FO,371,14568, E. 1810, s. 198-201.

Bu konuşmaların kayıtlan için bakınız; PRO, FO, 371, 14668, E. 1741, s. 170-178.

PRO, FO, 371,14668, E. 1741, s. 170-178.

Page 177: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

r

Wyatt'm mali danışmanlığı hususunun İngiliz yönetiminin büyük arzusuna rağmen, Londra'da yapılan görüşmeler neticesinde zor gerçekleşeceği ortaya çıkmıştı. Bu durumu değerlendiren, Hazine'den Sir R. Hopkins, Wyatt'm Türkiye'den danışmanlık için teklif alsa bile, Osmanlı Borçları Meclisi'nin desteği olmadan veya 'Fransızlarla görüş birliğine varılmadan bunu kabul etmesinin çok zor olduğunu kabul ediyordu. Ayrıca, 4 Nisan'daki konuşmalardan sonra bir kaç günlüğüne Paris'e giden Wyatt'm Londra'ya dönüşünde konunun tekrar konuşularak en iyi adımın atılabileceği, yine Sir Hopkins tarafından ortaya konmuştu44. Bu durum, aynı zamanda İngilizlerin Wyatt'm mali danışmanlığının tehlikeye girdiğini kabullenilmesinin de bir ifadesi idi.

4- Türk Hükümetinin Mâlî Danışman Atama İsteği Karşısında Fransa'nın Tutumu

Türk hükümetinin bir mali danışman atamak istemesinin ortaya çıkması üzerine Fransızlar harekete geçmişti. Türkiye'deki Fransız Büyükelçiliği, Monsieur Rist'i öne çıkarmaya çalışıyor ve karşısındakilerin değerini düşürme yönünde gayret sarfediyordu. Fakat, Monsieur Rist’in, Osmanlı Bankası tarafından teklif edilmesi dolayısıyla, Türk hükümeti tarafından kabul edilmesi zor gözüküyordu45. Çünkü, Türkler açıkça bu teklife karşı çıkıyor ve tamamen Fransız bir danışmanın atanmasına sıcak bakmıyorlardı. Wyatt'a göre, bir Fransız danışmanın yani Rist'in atanması, ancak bir İngiliz yardımcının tayin edilmesi ile mümkün olabilirdi46.

Wyatt ile beraber Ankara'ya gelen Fransız hissedarları vekili M. des Closieres, Başbakan İsmet Paşa ile görüşmüş, Paşa'nm dış borç alma arzusunu açıklaması üzerine, ona bir yabancı mali danışman olarak M. Rist'in atamasmı teklif etmişti. M. des Closieres, danışmanın Osmanlı Bankası tarafından seçilmesini zarûri buluyor ve itirazsız olarak kabul edilmesini istiyordu.

"M. des Closieres'in M. Rist'in atanması yönündeki çabalan, hissedarların menfaatları yerine Osmanlı Bankası menfaatlerine yarayacağı düşüncelerinin ortaya çıkmasına neden olmuştu. Bu yüzden Wyatt, bağımsız bir danışmanın atanması yönünde düşüncelerini ortaya koymuştu. Fransa'nın Türkiye'deki büyükelçisi de, Wyatt'm Rist'i desteklemesi için Wyatt'i garantiye almaya büyük gayret sarfediyordu. İngiltere'nin Ankara

İNGİLİZ S. C. WYATT'IN TÜRKİYE MÂLÎ DANIŞMANLIĞI 171

Hazine'den Sir R. Hopkins'in Dışişleri'ne gönderdiği 7 Nisan 1930 tarihli yazısı; PRO, FO, 371,14569, E. 1811, s. 203-204.

PRO, FO, 371,14668, E. 1489, s. 104.

PRO, FO, 371,14668, E. 1741, s. 178.

Page 178: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

172 ALİ ARSLAN

Maslahatgüzarı W.S. Edmonds da, Wyatt'ın M. des Closieres ile "vefalı" işbirliğinin M. des Closieres tarafından da Wyatt'ın elinin güçlenmesine yardımcı olduğunu belirtiyordu47. Ancak, İngiltere'nin Türkiye Büyükelçisi SirG. Clerk, Osmanlı Bankası tarafından Türkiye'ye baskı yapılarak Rist'i mali danışman olarak atanmaya davet edilmesini yerinde bulmamaktadır. Türklerin tamamen Fransız kuruluşu olarak kabul ettikleri Osmanlı Bankası'nm adayının Türkiye'ye yardımcı olmayacağı, bunun Türkiye tarafından da kabul edilmeyeceği ve Türklerin bu konudaki hissiyatlarının çok kuvvetli olduğu Clerk tarafından ayrıca ifade edilmişti48.

5- İngilizlerin Başarısızlığı ve FraAsız Rist'in Uzman Olarak Atanması

Mart 1930 başlarından itibaren Fransızlar Rist'in danışman olarak atanması yolunda çalışmalarını sürdürürken, îngilizler de Wyatt'm danışmanlığını Türk Hükümetine kabul ettirmenin yollarını arıyorlardı, îngilizler, Osmanlı Bankası ve Osmanh Borçlan konularında Fransızların ağırbğım dikkate alarak, bir yolunu bulup Fransızlan da ikna etmek suretiyle Wyatt'ın damşmankğım gerçekleştirmek istiyorlardı. İsmet Paşa'nm Wyatt'a yaptığı tekliften ötürü oldukça ümitlenen îngilizler, Türk Hükümetinin Fransızlardan hoşlanmadığı ve Fransızlardan bir danışman atamıyacağı fikrine kapılmışlardı.

Diğer taraftan bu sırada, Paris Büyükelçiliğinde bulunan ve daha sonra Atatürk'ün isteğiyle Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın liderliğini üstlenecek olan Ali Fethi Okyar'ın Başbakan îsmet Paşa karşısında giderek güçlendiği noktasında fikirler belirmeye başlamıştı49.

Türkiye'deki olayları dikkatle izleyen îngilizler, yeni gelişmelerin Osmanlı borçları, mali danışman ve diğer konulardaki politikaların oluşturulmasında etkili olacağı kanaatine varmışlardı. Bu doğrultuda İngiliz Dışişleri 9 Nisan 1930'da Ankara Maslahatgüzarı Edmonds'tan İsmet Paşa'nm gücünü, tabanım kaybedip kaybetmediğini, eğer kaybediyorsa Ali Fethi’nin50 îsmet Paşa'nm yerine geçip geçmiyeceğini araştırmasını istemişti.

İngiltere'nin Ankara Maslahatgüzarı W.S. Edmonds'ın 26 Mart 1930 tarihinde İngiliz Dışişlerine gönderdiği rapor; PRO, FO, 371,14668, E. 1661, s. 165-167.

PRO, FO, 371,14568, E. 1754, s. 182.

PRO, FO, 371,14569, E. 1910, s. 206.

Daha sonra SCFnin lideri olacak olan Fethi Bey de, İsmet Paşa hükümetinin iktisadi ve mali politikasını eleştirerek, yabancı sermayenin girmesi için Türk parasının istikrar kazanması gerektiğini belirtmiş, "yabancı sermayeyi ürküten müşkilât ve güvensizliğe" son verilmesini istemiş ve Düyûn-ı Umûmiye'nin tasfiyesi ile ilgili fikirler ortaya atmıştı (Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, Yay. Haz. Cemal Kutay, İstanbul 1980, s. 476-478).

Page 179: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

İNGİLİZ S. C. WYATTIN TÜRKİYE MÂLÎ DANIŞMANLIĞI 173

Ayrıca, İngiliz Dışişleri Türkiye'de güçlenen muhalefetin Fransız Rist'e karşı takındığı tavrı da incelemesini istemişti51.

Wyatt'a danışmanlık teklif eden İsmet Paşa'nın gücü yeni parti karşısında zayıflarken, daha sonra Paris Büyükelçiliğimden gelerek SCF lideri olacak olan Ah Fethi'nin Fransız Rist konusunda takınacağı tavır çok önemli hale gelmişti. Bu durum Wyatt'm atanmasını biraz daha zayıflatmıştı.

İtalyan, Fransız ve Alman banka temsilcilerinin de katıldığı Osmanlı Borçlan Meclisi'nin toplantısı için Paris'e giden Wyatt, 13 Nisan 1930'da yapılan toplantıda adı geçen bankaların, Türk Hükümetinin bir uzman seçmesinden sonra Türkiye'nin borç meselesinin ele alınmasını istediklerini bildirmişti. Osmanh Borçlan Meclisi de, Wyatt'm görüşüne uygun olarak, hiçbir aday teklif etmeyerek, seçimi Türk Hükümetinin kendisine bırakılması gerektiğini kabul etmişti. Fakat Fransız banka çevreleri, Fransız olmayan bir danışmanın atanmasına karşı tavır almışlar ve Monsieur Rist'i danışmanlık için hazırlamaya girişmişlerdi52.

Paris'te iken Türkiye'nin Paris Büyükelçisi Ali Fethi'den görüşme teklifi alan53 Wyatt, Nisan sonlarında M. des Closieres ile birlikte Türkiye'ye gelmişti. İngiltere'nin Türkiye Büyükelçisi George Clerk, Wyatt, des Closieres, Chambrun ve Monsieur Mallet mali danışman konusunu görüşmüşlerdi. Osmanlı borçlarının yabancı hissedarlarının temsilcisi olan Wyatt ve des Closieres bir danışman atanmasını, ancak belli bir ad üzerinde ısrar edilmemesini istemişlerdi. Fransız Mallet, Rist üzerinde ısrar edilmesini savunurken, Wyatt, des Closieres, Chambrun ve G. Clerk delegelerin Rist'in adaylığı üzerinde baskı yapılmaması konusunda anlaşmışlardı54.

Daha sonra Ankara'ya geçen Wyatt ve arkadaşları, Türk yetkililerle görüşmelere başlamışlardı. Bu arada Wyatt, görüş ve isteklerini içeren bir notu55 Türkiye Cumhuriyeti Mâlîye Bakam'na vermişti. İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi Clerk'e danışman konusunda gelişmeleri bildiren Wyatt, Türk hükümetinin ya danışman atamasını kökten red edeceğini, ya da prensip olarak danışman atamayı kabul edeceklerini, ancak alternatif olarak yalnız

İngiliz Dışişleri'nden Edmonds'a çekilen 9 Nisan 1930 tarihli telgraf; PRO, FO, 14568, E. 1790, s. 196.

Wyatt'm 14 Nisan 1930'da Paris'ten İngiliz Dışişleri'ne gönderdiği yazı; PRO, FO, 371, 14569, E. 1930, s. 276-279.

PRO, FO, 371,14569, E. 1930, s. 277.

George Clerk'den İngiliz Dışişleri'ne gönderilen 30 Nisan 1930 tarihli yazı; PRO, FO,371,14569, E. 2309, s. 349.

29 Nisan 1930 tarihli bu not için bakınız; PRO, FO, 371,14569, E. 2309, s. 357-360.

Page 180: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

174 ALİ ARSLAN

Rist'in kaldığını, Türklerin de Rist'i atayıp atamama gibi bir durumla karşı karşıya olduklarım ifade etmişti. Rist'in "uzman" olarak atanmasının en iyi çözüm yolu görüldüğünü belirten Wyatt, kendisinin de herhangi bir şekilde Rist'le işbirliği yapması gerektiğine inanıyordu. Wyatt, bunun Îngiliz-Fransız işbirliğini açıklayacağını, Türkler'in de Rist'i kabul etmelerini kolaylaştıracağım ve bu çözümün Osmanh borçlan hissedarları için de faydalı olacağım düşünüyordu56.

İngiltere'nin Türkiye Büyükelçisi G. Clerk de, 1 Mayıs'ta Wyatt'm mektubunu aldıktan sonra, Wyatt'la aynı görüşte olduğunu, Rist veya herhangi diğer bir Fransızm uzman olarak seçilebileceğini ve Wyatt'm da seçilecek şahısla işbirliği yapmasmm en iyi çözüm olacağmı Londra'ya bildirmişti57.

Başbakan İsmet Paşa ile yapılan görüşmeler sırasmda İsmet Paşa Wyatt ile M. des Closieres'e danışmanlık için akıllarında herhangi bir uzmanın admm olup-olmadığmı sorduğunda, M. des Closieres bu iş için sadece Rist'in en iyi adam olduğu, fakat Türk hükümetinin bazı sebeplerle Rist'e olumlu bakmadığım söylemişti. Bundan sonra, İsmet Paşa, bu konuda Rist'in en iyi adam olduğu hususunda prensip olarak aynı şekilde düşündüklerini ve bundan dolayı Rist'i uzman olarak atayacaklarını bildirmişti. Hükümetin Rist'i bu kadar istekle atamayı kabul etmesi üzerine, Wyatt hiçbir şey söyleyememişti.

Rist'in atanmasının Türk hükümeti tarafından kabul edilmesinden sonra, bu görüşme sırasmda Mâlîye Bakam, Wyatt ve des Closieres'e Rist’in görevini ne kadar bir sürede yapabileceğini sormuştu. M. des Closieres, bu süreyi iki ay olarak tahmin etmiş ve aldığı özel bir mesajdan Rist'in daveti kabul ettiğini ve 1 Haziran 1930'da Ankara'da olacağını haber .aldığını söylemişti58.

7 Mayıs 193Û'da Wyatt, Ankara'dan İstanbul'a gelmiş ve bir gün sonra Paris'e gitmeyi plânlamıştı. Wyatt, Türkiye'den ayrılırken, Türk hükümeti, Türkiye'nin mali durumu ile ilgili rapor hazırlamak üzere Monsieur Rist'i Türkiye'ye davet edilmişti59

Wyatt'ın G. Clerk'e Ankara'dan 30 Nisan 1930'da özel/şahsi mektup; PRO, FO, 371, 14569, E. 2309, s. 350-51.

G. Clerk'in İngiliz Dışişleri'nden Loncelot Oliphant'a gönderdiği 1 Mayıs 1930 tarihli mektubu; PRO, FO, 371,14569, E. 2309, s. 349.

30 Nisan - 6 Mayıs 1930 tarihleri arasında Osmanlı Borçlan Meclisi ile Türk hükümeti arasında Ankara'da yapılan konuşmalann özetleri için bakınız; PRO, FO, 371, 14569, E. 2513, s. 371-378.

Wyatt'm 7 Mayıs 1930'da İstanbul'da Waley ile yaptığı müzakerenin kayıtları için bakınız; PRO, FO, 371,14569, E. 2367, s. 363-364.

Page 181: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

İNGİLİZ S. C. WYATT'IN TÜRKİYE MÂLÎ DANIŞMANLIĞI 175

M. Charles Rist, uzmanlığa atanmasından soma hemen çalışmalara başlamıştı. Rist, bu faaliyetlerini ekleriyle beraber 150 sayfalık bir rapor hazırlayarak60, 15 Eylül 1930'da Türkiye Mâlîye Bakanhğı'na sunmuştu. Rist'in bu raporunda yer alan teklifler arasında âcilen bir "mali danışman"m atanması hususu da mevcuttu.

SONUÇOsmanlı döneminden kalan ve Türkiye Cumhuriyeti'nin hissesine düşen

borçların ödemesi 1928 yılında bir takvime bağlanmasına ve Türkiye'nin 1930 yılma kadar bunu düzenli olarak ödemesine rağmen, 1929 dünya ekonomik buhranının Türkiye'yi de etkilemesi dolayısıyla, ödemelerde yeni güçlükler ortaya çıkmıştı. 1930 başlarından itibaren, Türkiye, ödemelerde ortaya çıkan duruma göre, yeni bir uygulamaya geçilmesi için çalışmalara başlamıştı. Bundan haberdar olan ve Osmanlı borçlarının ödenmesinde aracı rol oynayan Osmanlı Borçlan Meclisi, eski ödeme usûlünün devamını istemekle beraber, safdışı bırakılmak endişesi dolayısıyla Türk hükümeti ile görüşmeler yapmaya mecbur kalmıştı.

Türkiye'nin ekonomik zorluklan aşmak için bir mali danışman atamak niyetinde olduğunun ortaya çıkması üzerine, Osmanlı borçlarından en fazla alacak paya sahip olan Fransızlar, Osmanlı Bankası’m da kullanarak mutlaka bir Fransız danışmanın atanmasını istemişlerdi. Fransız Alacaklılar Vekili M. des Closiers, Başbakan İsmet Paşa ile görüşmesinde, mutlaka Fransız bir danışmanın atanmasının itirazsız olarak kabul edilmesi gerektiğini ve en uygun adamın da M. Rist olduğunu söylemişine karşılık, İsmet Paşa, İngiliz Alacaklılar Vekili ve Osmanlı Borçları Meclisi Başkam Wyatt’la 21 Mart 1930 tarihinde yaptıkları görüşmede, Türkiye'nin mali danışmam olarak görev yapmasmı istemişti. Ancak Wyatt, Osmanlı Borçlan Meclisindeki görevi dolayısıyla bu danışmanlığa sıcak bakmamıştı.

İngilizler, bu teklifi ve Türk yöneticilerinin ifadelerini dikkate alarak bunu, Türk hükümetinin bir Fransız danışman atamak istemediği şeklinde yorumlamışlardı. Danışmanlık konusunu, Türk-îngiliz ilişkilerinin iyileşmesi ve kendi menfaatleri açısından değerlendiren İngilizler, mutlaka bir İngiliz mali danışmanın atanması için çalışmalara başlamışlardı.

Başlangıçta, Wyatt'm kabul etmemesi dolayısıyla, yeni bir İngiliz aday aramaya ve bunu Wyatt tarafından Türk Hükümetine empoze etmeye kalkışan İngilizler, bilâhire, İsmet Paşa'mn teklifini dikkate alarak hazırı, gaib ile değişmemek için Wyatt"m Türkiye mali danışmanlığına atanması çalışmalarına başlamışlardı. Bütün çalışmalarım Türk hükümetinin bir Fransız

Wyatt'tan F. Butler'e 18 Ekim 1930'da gönderilen mektup; PRO, FO, 371, 14571, E. 5682, s. 96.

Page 182: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

176 ALİ ARSLAN

danışman tayin etmeyeceği esâsı üzerine kuran îngilizler, Fransızların ağırlığım dikkate alarak, mutlak bir şekilde Fransa'nın ikna edilmesi yollarım aramaya başlamışlardı. Temel ilkelerini bir İngiliz atanması üzerine oturtan îngilizler, doğrudan Fransızların adayı M. Rist'e de karşı çıkmayı göze alamamışlardı. Görünüşte Fransızların adayma karşı çıkmayan îngilizler, Wyatt'm atanması için çalışmalarım yoğunlaştırmışlardı. Ancak, îngilizler de Fransızlamrkabûlü olmadan bir İngiliz'in maü danışmanlığa tayin edilmesinin oldukça güç olduğunun farkında idiler.

îngilizlerin bütün çalışmalarına rağmen, Osmanlı borçlarında Fransız hissesinin büyüklüğü, Osmanlı Bankası'mn doğrudan Rist'i önermesi ve Fransa'nın desteği dolayısıyla, Rist'in Türk hükümetine uzman olarak atanması gerçekleşmişti. Fransızlar karşısında mağlup olan îngilizler, bu defa Wyatt'm Rist ile işbirliği yapmasmı ve bunun İngiliz-Fransız ilişkilerinde işbirliğini güçlendirici bir unsur olarak kullanılmasını istemişlerdi.

Page 183: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

K İ T Â B İ Y A T

Prof. Dr. Işın Demirkent, Haçlı Seferleri, Dünya Yayıncılık - İstanbul 1997, 306 sayfa + 236 adet harita, resim, minyatür, gravür.

Birinci Haçlı Seferi ordularının Türk dünyası ile ilk teması ve çatışmasının gerçekleştiği 1097 senesinin 900. yılında çıkan bu eserinde Prof. Dr. Işm Demirkent, Haçlı Seferlerinin genel bir tasvirini ortaya koymaktadır.

Kitap, Türk tarih literatüründe bu konudaki boşluğu doldurmakta olup aynı zamanda ilk olma özelliği taşımaktadır. Anlaşılabilir bir dil ve sürükleyici bir üsluba sahip olan eser, konularla birlikte verilmiş olan 236 adet renkli fotoğraf, minyatür gravür ve harita ihtiva etmektedir.

Önsözde, Haçlı Seferleri konusuna ülkemizde bugüne kadar gereken önemin verilmediğini belirten Prof.Dr.Işın Demirkent, "Haçlı Seferleri tarihinin sadece Batı'nm değil Doğu'nun da bilimsel çalışmalarla ortaya koyduğu ve koyacağı sonuçlarla değerlendirilmesinin bizleri daha doğru sonuçlara ulaştıracağı kanısında olduğunu... Türk aydının biraz da bizim düşünüş ve değer yargılarımızla tanışmasını istediğini kitabını da bu istek doğrultusunda yayınladığını" belirtiyor.

Önsöz'de ayrıca Haçlı Seferleri hareketinin, nasıl başladığı ve asıl hedefinin ne olduğu da kısaca anlatıldıktan sonra "XIV. yüzyılda düzenlenen Haçlı Seferlerinin de hep aynı düşüncenin eylemi olduğu, Osmanlı devletinin yıkılışından sonra Batılılann günümüze kadar devam eden Doğu'yu kolonize etmek gayret ve çabalarının da bu anlamda değerlendirile­

bileceği" ifade ediliyor.Eserde Önsöz, Haçlı Seferi Düşüncesinin

Doğuşu (s. 1-4), Haçlı Seferi İçin Çağrı (s. 5-10) bölümlerinden sonra şu bölümler yer alıyor.

Pierre I'Ermite İdaresindeki Haçlı Seferi bölümünde (s. 11-20), 20 Mayıs'da Köln'den yola çıkan Pierre I'Ermite'in, içlerinde eşkiya, hırsız ve katillerin de bulunduğu büyük ordusunun 1 Ağustos 1096'da İstanbul'a ulaşması, Anadolu'ya geçtikten sonra 21 Ekim 1096'da İznik yalanındaki Drakon vadisinde Türkler tarafından pusuya düşürülerek imha edilmesi anlatıldıktan sonra Pierre I'Ermite'in arkasından ayrı ayrı yola çıkan Voİkmar, Gottschalk ve Leisingen kontu Emich'in idaresindeki orduların Macaristan'dan öteye geçemeyen başarısız Haçlı Seferi girişimleri hakkında bilgi verilir ve bu seferlerin Yahudilerin için çok felaketli olduğu belirtilir.

Birinci Haçlı Seferi (1096-1099) bölümünde (s. 21-28), Hugue de Vermandois; Aşağı Lofraine dükü Godefroi de Bouillon; Norman reisi Bohemund; Trablus kontu Raymond de Saint-Gilles; Normandia dükü Robert ile eniştesi Blois kontu Etienne ve kuzeni Flandre kontu n . Robert'in idaresinde Birinçi Haçlı Seferine katlan beş ayrı ordunun İstanbul'a gelişi, Anadolu'ya geçişi, yol boyunca yaptıkları yağma ve taşkınlıklar, Bizans ile Haçlılar arasındaki kötü ilişkiler hakkında bilgi verilir.

Türklere Karşı Savaş bölümünde (s. 29-60), Anadolu'da ilk hedef olarak seçilen İznik'in 6 Mayıs’da Haçlılar tarafından kuşatılması, altı hafta süren kuşatma sonunda şehrin Bizans'ın eline geçmesi, 26 Haziran'da Anadolu içine doğru yürüyüşe geçen Haçlıların Sansu

Page 184: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

178 EBRU ALTAN

ovasında I. Kılıç Arslan'ın baskınına uğramaları v e D o r y la io n savaşı (1 Temmuz 1097) anlatıldıktan sonra Haçlı ordusunun Anadolu içindeki yürüyüşü, Antakya'nın Haçlılar tarafından kuşatılması (21 Ekim 1097) ve ihanetle ele geçirilmesi (2 Haziran), Kudüs'ün Haçlılar tarafından kuşatılması ve zaptı (15 Temmuz 1099) hakkında bilgi verilir ve Kudüs'e giren haçlıların görülmemiş bir vahşet sergiledikleri, şehirdeki bütün müslümanlan katlettikleri, yanlızca vali ve adamlarının şehirden canlı çıktığı belirtilir.

1101 Yılı Haçlı Seferleri Bölümünde (s. 61- 72), bu yılda, birincisi Milano başpiskoposu Anselm de Buis'nin idaresindeki Lombardlar ile kont Etienne de Blois'mn kumandasındaki Fransızlar ve Alman hükümdarlarının marşal'ı Konrad'ın idaresindeki Alınanlardan; İkincisi Nevers kontu II. Guillaume'un kumandasındaki Fransızlardan; üçüncüsü ise Aquitania dükü IV. Welf in idaresindeki Alınanlardan oluşan üç ayrı ordunun arka arkaya Anadolu'ya gelişi, Türkiye Selçuklu sultanı 1. Kılıç Arslan'ın, Türk milletinin Anadolu'daki varlığını tehdit eden bu ordularla mücadelesi ve onlara karşı kazandığı zaferlerin önemi anlatılır.

Haçlı Devletlerinin Kuruluşu bölümünde (s. 73-100), Birinci Haçlı Seferi sırasında Urfa'da, Antakya'da Kudüs'de, Trablus'da Haçlı devletlerinin kuruluşu ve bunların İkinci Haçlı Seferine kadar olan dönemdeki tarihleri hakkında bilgi verilerek bu devletlerden Urfa Haçlı Kontluğu'nun, 24 Aralık 1144'de İmaddedin Zengi'nin Urfa'yı fethiyle gerçek anlamda son bulduğu, fakat II. Joscelin idaresindeki Haçlıların Tell-Bâşir'de bir süre daha varlıklarını devam ettirdikleri belirtilir.

İkinci Haçlı Seferi (1147-1148) bölümünde (s. 101-116), 24 Aralık 1144 tarihinde Urfa'nm Türkler tarafından fethi üzerine yeni bir Haçlı Seferi' düzenlenmesi 1147 Mayısında yola çıkan Alman kralı Konrad'ın 10 Eylül 1147'de İstanbul'a gelişi, Anadolu'ya geçişi ve 25 Ekim 1147'de Türkiye Selçuklu sultam I. Mesud tarafından Dorylaion'da ordusunun imha edilmesi, Fransa kralı VII. Louis'nin 4 Ekim’de İstanbul'a gelişi ve Anadolu'ya geçişi, İznik'de

buluşan iki kralın Balıkesir-Bergama-İzmir- Efes-Denizli üzerinden Türklerin taaruzuna uğrayarak Antalya'ya oradan da gemilerle Antakya'ya geçişleri ve Haçlıların başarısız Dımaşk kuşatması (24-28 Temmuz 1148) ve İkinci Haçlı Seferinin sona ermesi hakkında bilgi verilir.

İkinci Haçlı Seferi'nden Sonra Doğu'da Durum bölümünde (s. 17-144), İkinci Haçlı Seferi başarısızlığının Haleb hükümdarı Nureddin Mahmut'un Suriye'deki nüfuz ve hakimiyetini artırmasına yardım ettiği ifade edilir ve bu büyük Türk hükümdarının Haçlılara karşı kazandığı başarılar, Kudüs kralıI. Amaury ile Mısır mücadelesi ve 4 Ağustos 1167'de Mısır'ın fethi anlatıldıktan sonra Nureddin Mahmut'un ölümü üzerine onun yerine geçen Salaheddin'in İslâm birliğim yeniden kurması, Kudüs krallığına karşı mücadelesi ve 4 Temmuz 1187'de Hıttin savaşında Haçlılara karşı büyük bir zafer kazandıktan sonra 2 Ekim'de Kudüs'e girmesi anlatılır.

Üçüncü Haçlı Seferi (1189-92) bölümünde (s. 145-162), Kudüs'ün müsiümanlar tarafından fethinin Avrupa'daki akisleri anlatıldıktan sonra 11 Mayıs 1189'da yola çıkan, Çanakkale boğazını geçtikten sonra Balıkesir-Alaşehir- Denizli-Akşehir üzerinden Konya'ya oradan Karaman'a gelen ve Silifke nehrinde boğulan (10 Haziran 1190) Alman imparatoru Friedrich Barbarossa'nm Haçlı Seferi hakkında bilgi verilir. Sonra, 4 Temmuz 1190'da beraberce yola çıkan ve Sicilya üzerinden Doğu'ya gelen Fransa kralı II. Philippe ile İngiltere kralı Arslan yürekli Richard'ın Haçlı Seferi ve 1189 Ağustosundan beri kuşatma altında bulunan Akka'nm yeniden Haçlıların eline düşmesi ve Richard'ın savaş esirlerini büyük bir vahşetle katletmesi anlatılır ve Üçüncü Haçlı Seferinin de hedefine ulaşamadan sona erdiği, fakat Haçlıların Akka'yı ele geçirmekle bir yüzyıl daha krallığın devamını sağladıkları, bu seferin hristiyanlar açısından en yararlı ve en uzun başarısının Kıbrıs adasının zaptı olduğu belirtilir.

Üçüncü Haçlı Seferi'nden Sonra Doğu'da

Page 185: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

KİTÂBİYAT 179

Durum bölümünde (s. 163-166), Salaheddin Eyyubî'nin 3 Mart 1193’de ölümünden sonra İslam birliğinin parçalanması ve ismen Kudüs krallığı veya ikinci Krallık olarak bilinen Akka krallığının durumu anlatılır.

Dördüncü Haçlı Seferi (1203-04) bölümünde (s. 167-182), Doğu kilisesine boyun eğdirmek, hristiyanlann sadece Papalığın bayrağı ve Papa’nın egemenliği altında toplanmasını ve Kudüs'ün tekrar zaptedilmesini arzu eden papa IH. Innocentius'un çağrısı üzerine Boniface de Montferrat, Flandre kontu Baudouin, Venedik doge'u Enrico Dandolo, Geoffroi de Villehardouin ve bütün asillerin katıldığı Haçlı Seferi tasvir edilerek Enrico Dandolo'nun teklifi üzerine Mısır yerine Bizans'ın hedef seçilmesi ve İstanbul üzerine bir sefer düzenlenmesi, 13 Nisan 1204'de şehrin haçlılar tarafından zaptı, yağmalanması ve Doğu Roma Devleti yıkıldıktan sonra 1261 yılma kadar sürecek olan İstanbul Lâtin İmparatorluğunun kuruluşu anlatılır ve Dördüncü Haçlı Seferinin müslümanlara hiçbir zararı dokunmadığı, fakat başından beri Doğu'daki din kardeşlerine yardım sözüyle hareket eden, aslmda Bizans'ı yok etmek ve Anadolu'yu ele geçirmek isteyen Haçlıların asıl niyetlerini şimdi gösterdikleri belirtilir.

Beşinci Haçlı Seferi (1218-21) bölümünde (s. 183-194), önce Dördüncü Haçlı Seferinden sonra Avrupa'nın durumu hakkında bilgi verilerek papa III. Innocentius'un Güney Fransa’daki hristiyan Albililer üzerine düzenlediği ve hristiyam hristiyana öldürttüğü Haçlı Seferi anlatılır. Sonra, Avusturya dükü V. Leopold, Macar kralı H. Andreas, papa IH. Honorius'un hazırladığı ordunun başında bulunan Santa Lucia kardinali Pelagius ve Alman İmparatoru Friedrick'in büyük bir kuvvetle gönderdiği Bavyera dükü Ludwig'in katıldığı Haçlı seferi tasvir edilerek Haçlı ordusunun 5 Kasım 1219'da Dimyat'ı ele geçirmesi, Mısır hükümdarı el-Kâmil tarafından yenilgiye uğratılan Haçlıların müslümanlarla bir mütareke imzalayarak 8 Eylül'de Mısır'dan ayrılmaları anlatılır ve bu

Haçlı Seferinin asıl faturasını Mısır'ın yerli hristiyan halkının ödediği belirtilir.

Altıncı Haçlı Seferi (1228-29) bölümünde (s. 195-204), Akka kralı Jean de Brienne'nin kızı Jolande ile evlenen ve papa IX. Gregorius tarafından aforoz edilen (Eylül 1227) Alman İmparatoru ü Friedrich'in Haçlı Seferi anlatılır ve imparatorun 18 Şubat 1229'da el-Kâmil ile imzaladığı anlaşma sayesinde Haçlıların hiç savaşmadan sadece diplomasi yoluyla Kudüs bölgesini yeniden el'e geçirdikleri ve bu anlaşmanın Haçlıların hiç savaşmadan sadece diplomasi yoluyla Kudüs bölgesini yeniden ele geçirdikleri ve bu anlaşmanın Haçlı Seferleri tarihinde bir benzeri daha olmadığı ifade edilir.

Altmcı Haçlı Seferinden Sonra Doğu'da Durum bölümünde (s. 205-210), 1229'da Eyyubî devletinin idaresini elinde birleştiren el-Kâmil ile Haçlılar arasındaki ilişkiler, XII. yüzyüm sonunda Moğolların tarih sahnesine çıkışı, sultan el-Kâmil ile İmparator Friedrich arasında yapılan ve 10 yıl süren banş anlaşmasının sona ermesinden sonra Haçlı- Eyyubî ilişkileri anlatılır.

Yedinci Haçlı Seferi (1248-52) bölümünde (s. 211-220), 1248 Ağustosunda Doğu'ya doğrü denize açılan Fransa kralı IX. Louis'nin Haçlı Seferi hakkında bilgi verilerek 5 Haziran 1249'da, Dimyat'm Haçlıların eline geçmesi,

.Kral Louis'nin Memlûkler tarafından esir alınması ve 6 mayıs 1250'de Dimyat’m teslim edilmesiyle berabeer serbest bırakılması ve seferin sona ermesi anlatıldıktan sonra Mısır'da Memlûk hakimiyeti ve Haçlı-Memlûk ilişkileri hakkında bilgi verilir.

Yedinci Haçlı Seferi'nden sonra Doğu'da Durum ve Moğollara Karşı Memlûk Devleti bölümünde (s. 221-234), İtalyan deniz cumhuriyetlerinin ticarî rekabet yüzünden ortaya çıkan korkunç mücadeleleri ile krallığın bir iç savaşa sürüklenmesi, Moğolların Yakındoğu'yu istilası, Memlûklerin Moğollara karşı mücadelesi ve Ayn Câlut savaşında (3 Eylül 1260) elde edilen mutlak başarı ile beraber Moğolların yürüyüşünün durdurulması ve müslümanlann tekrar Yakındoğu'ya hakim olmaları, Memlûk sultanı Baybars döneminde

Page 186: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

180 BİRSEL KÜÇÜKSİPAHİOĞLU

Haçlılarla mücadele ve Antakya'nın Haçlılardan geri alınması (1268) anlatılır.

Sekizinci Haçlı Seferi (1270) bölümünde (s. 235-238), Antakya'nın fethinden sonra sultan Baybars ve Haçlılar arasında yapılan ateşkes anlaşması hakkında bilgi verildikten sonra, 1 Temmuz 1270'de ordusuyla beraber Aigues- Mortes limanından denize açılan Fransa kralı IX. Louis'nin Tunus'a düzenlediği Haçlı Seferi anlatılır ve bu seferin de aynen Dördüncü Haçlı Seferi gibi müzlümanlara zarar veremediği, fakat binlerce hnstiyanın canına kıydığı ifade edilir.

Doğu'da Haçlı Hakimeyitinin Son bölümünde 1270 yılından sonra sultan Baybars'ın Haçlılar ve Moğollara karşı mücadelesi ve ölümü (1 Temmuz 1277) anlatıldıktan sonra Baybars'ın, Nureddin ve Salaheddin'den sonra, Doğu'da kurulan Haçlı Devletine karşı mücadele eden en büyük sultan olduğu ve Haçlı devletinin kaçınılmaz sonunu onun hazırladığı belirtilir. Sonra 1279'da Memlûk devletinin başına geçen sultan Kalavun'un Haçlılar ve Moğollarla ilişkileri, sultan Eşrefin 18 Mayıs 1291'de Akkâ'yı fethi ve Yakındoğu'da ikiyüz yıldan beri devam eden Lâtin hakimiyetinin sona ermesi hakkında bilgi verilir.

Son Haçlı Seferleri bölümünde ise (s. 257- 276), 1291’de Akkâ'mn Memlûkler tarafından fethinden sonra Avrupa toplumunda Haçlı ruhunun ölmediği ve Haçlı Seferi propagandalarının devam ettiği belirtilir. Sonra XIV. yüzyılda Anadolu'nun batı kıyılarına ve Ege adalarına sahip olmak düşüncesiyle Aydın beyi Umur'a ve yine Doğu’ya hakim olmak düşüncesiyle doğrudan OsmanlIlara karşı düzenlenen Haçlı Seferleri tasvir edilir ve 1444 Varna savaşı ile Avrupa'nın Türklere karşı fiilen düzenlediği Haçlı Seferleri döneminin kapandığı belirtilir.

Haçlı Seferlerinin sonuçlan hakkında bilgi verilen son bölümden (s. 277-286) sonra Seçilmiş Bibliyografya (s. 287-290) ve Genel Dizin (s. 291-306) yer alır.

Sonuç olarak kitap, akademisyen, aydın, öğrenci vs. her kesimden insanın

faydalanabileceği ve zevkle okuyacağı bir çalışma olup, Doğu-Batı ilişkilerinin dünü ile bugünü arasında bir köprü kurmaktadır.

Ebru Alton

Ahmet Ağırakça, Salâhaddin Eyyûbi ve Kudüs'ün Yeniden Fethi, Beyan Yayınlan, İstanbul 1997, 221 Sahife, Bibliyografya, Dizin.

Haçlılara karşı verdiği amansız mücadele ile ölümsüzleşen, İslâm'ın kutsal saydığı mekânlardan biri olan Kudüs'ü haçlızulmünden kurtararak müslümanlara hediye eden Salâhaddin Eyyûbi hakkında ülkemizde son derece az olan müstakil çalışmalara Prof. Dr. Ahmet Ağırakça tarafından bir yenisi daha eklenmiştir.

Müellif, İslâm tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biri olarak gördüğü ve Kudüs fatihi olarak nitelendirdiği Salâhaddin Eyyûbi'nin biyografisini doğumundan itibaren ele almakta ve Mehmet Aktif Ersoy'un "Şarkın en sevgili Sultam" dediği bu devlet adamım bütün yönleriyle gözler önüne sermaye çalışmaktadır.

Eser; önsöz, üç bölüm ve sonuç olarak takdim edilmiş, her bölüm kendi içinde alt başlıklarla anlatılmaya çalışılmıştır.

Prof.Dr. Ahmet Ağırakça önsözünde (s. 7-11) İslâmi cihad anlayışından bahsetmekte, Salâhaddin Eyyûbi'de fazlasıyla var olan bu duygunun ona Kudüs'ün kapılarını açtığını ve Hz. Ömer'den sonra ikinci Kudüs fatihi olma heyecanını yaşattığını ifade etmektedir. Müellif bunu söylerken Salâhaddin'in manevi alemine, haçlılarla savaşa girişmeden önceki ruhi durumuna da değinmekte; Sultanın ordusu ile bütün silah arkadaşlarım da aynı takva ve ibadetlere sevk etmek için çok çaba sarfettiğini dile getirmektedir.

I. Bölümde (s. 12-46); Salâhaddin'in doğumu, babası Eyyûb İbn Şazi ile amcası Esedüddin Şîrkûh'un önce İmâdüddin Zengi daha sonra Nureddin Mahmud Zengi'nin hizmetine girmeleri, Salâhaddin'in amcası Şîrkûh'un yanında Şarkiyya kentini zaptedip

Page 187: Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 16

KİTÂBİYAT 181

Bilbays kalesini kuşatacağı I. Mısır seferine, ardından da yine amcasıyla birlikte Nureddin Mahmud’un isteği üzerine Fatımî veziri Şâver İbn Mucir'e rakibi vezir Dırgam İbn Âmir el- Lahmî'ye karşı yardım edeceği II. Mısır seferine çıkması, Fatımî devletinde vezir olması ve buradaki faaliyetleri, adı geçen devlete son vererek 10 Eylül 1171 tarihinde Mısır'da Abbasi halifesi adına hutbe okutması ve İslâmi birliği gerçekleştirme gayreti anlatılmaktadır.

II. Bölümde (s.47-164); Salâhaddin'in Nureddin Mahmud'un ölümünden sonra (1174) onun devletine hâkim olarak Haçlılar üzerine 117 yılındaki ilk seferi ve bunun başarısızlıkla neticelenmesi, durumdan güç alan haçlıların İslâm topraklarına saldırıya geçmeleri, ancak 9 Haziran 1179 tarihinde Mercu' I-Uyûn savaşında yenilgiye uğratılmalan; Ra'ban kalesine hücum eden Anadolu Selçuklu SultanıII. Kılıçarslan'm mağlup edilmesi, Musul Atabekleri'nin Salâhaddin'e tavır almaları, fakat akabinde hâkimiyetini tanımaları hakkında bilgi verilmekte; Haçlı seferlerinin çok kısa bir tarihçesinden sonra Kerâk hâkimi Renaud de Châtillon'un 1186 yılı Aralık ayında Kahire'den Dımaşk'a giden bir kervana saldırmasıyla başlayan Müslüman-Haçlı

gerginliğinin Hıttîn mevkiinde Salâhaddin'in zaferiyle son bulması (4 Temmuz 1187) ve bu sevincin 88 yıldır işgal altındaki Kudüs topraklarının fethedilmesiyle güçlendirildiği belirtilmektedir.

Kudüs zaferinin Avrupa'nın güçlü İmparatorlarının (Alman İmparatoru Friedrich Barborassa, Fransa Kralı Philippe Auguste ve İngiliz Kralı Arslan Yürekli Richard) iştirakiyleIII. Haçlı seferim başlatması fakat hedefine varamadan bitmesi de II. bölümün önemli konulanndandır.

İÜ. Bölümde (s. 165-207); Salâhaddin'in ölümü (4 Mart 1193), kişiliği ve birçok meziyetleri üzerinde durulmakta, Allah korkusu, cihad aşkı, ibadetleri, merhameti, adalet anlayışı, birleştirici vasfı, ilme olan sevdası ve yaptırdığı eğitim kurumlanndan bahsedilmektedir.

Prof.Dr. Ahmet Ağırakça sonuç bölümünde (s.208-210) Salâhaddin'e Kudüs'ü aldıran etkenler üzerinde durmakta ve okuyucularına Salâhaddin'i tanımalarını tavsiye etmektedir.

Eser, Salâhaddin Eyyûbi hakkında bilgi edinmek isteyen herkesin faydalanabileceği bir çalışmadır.

Birsel Küçüksipahioğlu