36
Ağaya Beleş 1.sayı yıl:2009 Düşlere renk dedik, renklerimizi bir araya getirerek bir kutu oluşturduk.

Kutu Dergisi

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Dergi Atölyesi'nden cikan sinir konulu ilk sayi.

Citation preview

Page 1: Kutu Dergisi

Ağaya Beleş1.sayı yıl:2009

Düşlere renk dedik, renklerimizi bir araya getirerek bir kutu oluşturduk.

Page 2: Kutu Dergisi

-GURU FASÜLYE-‘Kuru fasulye’ ve ‘sınır’ kelimelerini aynı cümle içinde kullanmanın bin-lerce yolu olmalı. Bu cümlede olduğu gibi.

Cümle (tümce):Çoğunlukla özne, tümleç ve yüklemden meydana gelen; bir ifade, soru, ünlem veya emiri dile getiren; kendi başına anlamlı kelimeler dizisidir.

Cümleler yapısına göre 4’e ayrılır.

Cümlenin tanımını, içinde kuru fasulye geçen bir kelimeyle yapmaya çalışırsak kendimizi biraz sınırlamış oluruz.

Derdimiz anlatmak için sınırlı sayıda cümle kullanıp, bünyede kuru fasulye etkisi yaratmaksa zor olmasa gerek.

Efendim merhaba!

Elinizdeki bu 36 sayfalık fotokopi, kasmadan, yukarıdaki gibi kasılmadan, mesaj kaygısı motivasyonuyla asla tanışamayacak olan bir tanışıklık hi-kayesinin derlemesidir.

Mart 2008’de Kısa Dalga Gençlik Merkezi’nde başlayan atölyelerden biri de ‘Görsel Sanatlar Atölyesi’ydi . Atölyede 14 hafta boyunca, farklı sanat dallarıyla tanışıp çeşitli uygulamalar yapma fırsatı bulduk. Edebiyat-tan heykele, ebrudan resime, sanat tarihinden fotoğrafa çoook renkli bir

Yüklemine Göre:İsim CümlesiFiil Cümlesi

12Anlamına Göre:

Olumlu CümleOlumsuz CümleSoru CümlesiÜnlem CümlesiEmir CümlesiGereklilik Cümlesiİstek CümlesiDilek CümlesiŞart Cümlesi3 Öğelerinin Dizilişine Göre:

Kurallı CümleKuralsız CümleParantez CümlesiEksiltili Cümle

4 Yapısına Göre:Basit CümleBirleşik CümleSıralı Cümle

Page 3: Kutu Dergisi

programımız vardı. Her buluşmada o haftanın konusuyla ilgili bir uzman gelerek bizimle deneyimlerini paylaştı. Atölyenin, son haftalarına doğru ‘e bitmeye az kaldı şimdi ne yapmalı?’ diye düşünmeye başladık. Karışık zihinlerimizdekileri, özgürce paylaşabileceğimiz bir dergi yapmaya karar verdik. Çünkü atölyeler süresince farkettik ki zihnimizin, hissettikleri-mizin karmaşık olması ve bu karmaşayı birbirimizle paylaşabiliyor olmak kendiliğinden karşı konulamaz bir heyecan yaratmıştı.

Eylül 2008’de buluşmalar yeniden başladı. Bazen internet üzerinden, bazen Kısa Dalga’da biraraya gelerek havadan sudan konuşmaya başladık. Dergi-ye adını veren ‘kutu’ da burdan çıktı. Kısa Dalga’da bir kutu var.Her buluşmada yanımızda olan bir kutuydu bu. Kim ne alatmak isterse o hafta, önce derdini dillendirdi. Sonra kutuda bulduklarımızla bazen resmettik, bazen yazdık, bazen çizdik bazen de boş boş baktık kutuya. Çok emeği var o kutunun bizde, çok kahrımızı çekti sağolsun.

Diyalog kurabilmek zor zanaat. Neler neler keşfettik kendimizle, birbiri-mizle ilgili bu süreçte bir bilseniz. Hepimizde bol bol hikaye, bol bol hayal, ohoooooo attık da attık. Tutabildiklerimizi ise bu derlemye koy-duk, hikayemiz olsun diye.

Bu derlemeyi hazırlarken ne entellendik farklı olabilmek için, ne de en iyisi olsun diye kastık. Küçük bir serüvendi her hafta buluşmalar. Bazen dünyayı kurtardık ‘kıt’ aklımızla, bazen de ‘ne oluyor yahu burda’ dedik halimize şaşırarak. Bütün o, masa başı sohbetlerinden sonra ‘sınır’ de-mek geldi aklımıza. Aklımızın bir köşesinde saklı tuttuğumuz ‘sınır’dı bu seferki serüvenin adı. Hadi dedik bu seferki KUTU’nun adı SINIR olsun.

Özgürlük müdür yoksa engel mi sınır? Bu sorunun cevabı, her nerede ne yapıyorsak değişir. Sorunun tek bir cevabının olması ‘sınır’ın bünyesine aykırı zaten. Nereye çekersen oraya gelir hesabı, tam da hayat gibi, be-denlerimiz, emeklerimiz, hayallerimiz gibi birşey bu sınır.

Kuru fasulyeyi şimdi cümle içinde kullanmak daha kolay. Doğru - yanlış kavgası yapmadan, basit - zor hesabına düşmeden, kaç ölçek su - kaç kaşık salça diye ezberlemeden. Çünkü geldiği gibi olma derdimizin içinde, ka-rizmatik olmaya çabalamak hiç aklımıza gelmedi ne yazık ki!

NESLİHAN ÖZTÜRK

FASÜLYeYİ pİşİRmek İçİn BİR gÜn önceSİnDen SUDA BekLetİn.

Page 4: Kutu Dergisi

SoRDUk cevApLADıLAR.

..

SnR ?

-makyaj çantam-

-babam-

-kural-

-Ankara İstanbul-

-annem-

-yasaklanmış-

-evlilik-

-kızlığım-

-yatak odası-

-ben--burnumun ucu-

-mini etek--para- -karne-

-ahlak--sınırsızlık- -sevgilim-

-anlamsızlık-

-mesafe--karşı komşum- -kapı-

-herşey-

-özgürlük-

-abim--ihtisas-

Page 5: Kutu Dergisi

kenan ışık

SÜRREALİZM

Page 6: Kutu Dergisi

hayata başlanan andır kalem ..bazıları için öğretim hayatının başlangıcıdır; bazıları

içinse hayatın başlangıcıdır. bazen sadece yazmak için kullanılır, bazense hayatı anlatmak

için... bazıları kalemi araç olarak görür, bazıları ise kalem de

hayatı bulur. yazmak mı yazılan olmak mı?

incecik bir uç nokta koyan, incecik bir uç, yazılara dökülüp uzayan.

evet incecik bir uçtu sayfalarımı dolduran.evet düşlerimi sana taşıyan,duygularımı gören, duyan,

beni hayata bağlayan noktadan doğan; hayellerimle büyüyüyen o kalem ucu...

kalem bir...

Kerim ARSLAN

Page 7: Kutu Dergisi

Fırat şAHİn

KOLAJ

Page 8: Kutu Dergisi

2008

malzemeler:1-kağıt2-kalem3-sprey boya(renkler:göz kararı)4-yumurtanın akı(cila için)5-duvar(ebat:elde ne varsa)hazırlanışı:bir adet a4 kağıdına ilk olarak eskiz dediğimiz taslak çizilir bundan sonraki iş seninle duvar arasındaki em-patik geçişler.sonra kağıda çizdiğin eskizi duvara çizmeye başlarsın.boyama tarifi bir sonraki sayıda.soru:bir sonraki sayı ne zaman? cevap:30 şubat ...

111

1112

1349

1685

Eray SAYRAC

oRıALtUt

Page 9: Kutu Dergisi

1349

Eray SAYRAC

kemal, Alibeyköy’den Bildiriyor...

Dünya top sektirme şampiyonu İbrahim Dindiren, nam-ı diğer Sasu İbrahim’le roportaj yaptık. 8 saatte 50.000 kere top sektirebilen Sasu, kısa Dalga gençlik merkezi’nden, gözleri gibi kişiliği de renkli arkadaşımız kemal’in sorularını yanıtladı.

kA: Biraz kendinizden bahseder misiniz?Sİ: 8 kuşak İstanbulluyum. Evliyim ve 2 oğlum var. 25 sene Eminönü Belediyesi’nde hizmet ettim. Bunun yanında sanatçıyım, müzisyen-lik yapıyorum. Şu anda Bağcılar’da Yeni Yılmazlar Düğün Salonu’nda sahne alıyorum. Aynı zamanda ekstra işlere gidiyorum.

kA: Lakabınızın hikayesi nedir?Sİ: 1968 yılında Fenerbahçe’ye bir romen futbolcu gelmiş. Adı da Sasu’ymuş. Ben de o yıllarda 9 yaşındaydım. Küçükköy Spor Kulübü’ndeki abiler benden 5 yaş büyükler-di. Beni yanlarına alıyorlardı, bir-likte top oynuyorduk. Onlar, Sasu’yu iyi tanıdıkları için benim tarzımı O’na benze-tip, ismini bana lakap olarak taktılar.

kA: Rekor kırma hikayenizi anlatır mısınız? Sİ: Top sektirme olayına iddia ü-zerine başladım. 10.000 ile başladığım rekoru daha sonra 50.000’e çıkardım. Her televizyon kanalında en az 50 tane roportajım vardır. Her sene Avrasya Maratonu’nu topla koşuyorum. 20 senedir böyle devam ediyorum. 1989 yılında TRT 1’de Köksal Engür’ün sunduğu, ‘Türkiye’nin İlkleri ve Rekorları’ adlı programda, Beşiktaş 1. Noter, milli futbolculardan Selçuk Yula ve Cem Pamiloğlu huzurnda not-er tasdikli, Türkiye Top Sektirme Rekoru bana aittir; ve gençlere Türkiye’de futbol tekniğini ben yaymışımdır.

kA: Biraz gençliğinizden bahseder misiniz?Sİ: Bizim zamanımızda, yani ben 10 yaşlarındayken, ayakkabı yok, top yok, babamın maddi durumu yok... Futbolcu olana kız vermiyorlardı. Futbola boş iş diyorlardı. Babamız karşı geliyordu top oynamamıza ama bu benim içimde bir aşktı. Annemin çetik ördüğü yumaklardan top yapıp oynuyorduk. O zamanlar bütün futbol kulüpleri bana teklif ediyordu. Antrenmanlara gidiyordum. Yaptığım güzel hareketlerle, attığım güzel paslarla hay-ran bırakıyordum herkesi kendime. Fakat gel gelelim beni anlayan fut-bolcu yoktu. Benim attığım pasları alabilecek kimse olmadığı için ben Türkiye’de lisanslı futbol oynamadım.

Page 10: Kutu Dergisi

Türkiye’de lisanslı futbol oynamadım.

kA: Unutamadığınız anılarınızdan bazılarını paylaşabilir misiniz?Sİ: Avrupa kupası Euro 2000 zamanında, Adidas’ın çıkarmış olduğu içinde zil olan özel bir futbol topu vardı. Adidas’ın davetlisi olarak Prestij Otel’de milli takımla birlikte, dünya basınına o topu ben tanıttım.

Bir GSM şirketi reklamında, Pierluigi Collina’yla birlikte Türkiye’de çeki-lecek reklamda ben oynayacaktım. Topla ön çekimleri yaptık ama bütçe bulamadıkları için o proje olmadı.

Kosova’dan beni televizyonda seyre-den Dartoni Beşeri buraya gelmiş. Özel bir televizyon kanalını getirmiş. Biz de gittik. Kosova’da top sektirme şampiyonu olmaya çalışan biriyle be-nim aramda bir yarışma düzenlenecekti. Yarışma başlamadan önce topla bir iki gösteri yaptım. Yarışacağım o arkadaş da ‘pes’ dedi. Benim yarışmaya birlikte gittiğim kişiler de ‘Sasu abi, bu arkadaş senin yeteneğinden korktu gide-lim’ dediler. Biz de gittik.

1995 senesinde Beşiktaş - Pertol Ofisi maçından önce, Dolmabahçe Stadı’nda seyircilere 2 saat gösteri yaptım.

kA: Formunuzu nasıl koruyorsunuz? Sİ: Haftada 2 gün Küçükköy - Alibeyköy arasını topla koşuyorum.

kA: gençlere iletmek istediğiniz bir şey var mı?Sİ: Bütün genç kardeşlerime de sporu öneriyorum. Özellikle koşmayı. Bunun yanında Türk futboluna birçok kardeşimi kazandırdım. Şu an bayrağı ve teorik olarak bildiğim bütün bilgileri oğlum Serhat’a verdim. Kendisi şu an Küçükköy Spor Kulübü’nde oynuyor.

kA: Son olarak söylemek isteğiniz birşey var mı?Sİ: Ne topumu anladılar ne de beni. Ben, topla konuşan adam, Sasu İbrahim, bu dergide görev yapan tüm arkadaşlarıma saygılarımı ve teşekkürlerimi sunarım.

kA: Biz de size bize vakit ayırdığınız ve anılarınızı bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz.

Roportaj: kemal Abir Fotoğraflar için Sasu’ya ayrıca teşekkür ederiz.

Page 11: Kutu Dergisi

SınıRLARın öteSİnDen nAZımBen bir insan,

ben bir Türk şairi Nazım Hikmet ben tepeden tırnağa insan

tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret... Ben hem kendimden bahseden şiirler yazmak istiyorum, hem bir tek insana, hem milyonlara seslenen şiirler.Hem bir tek elmadan, hem süpürülen topraktan, hem zindandan dönen insan ruhundan, hem kitlelerin daha güzel günler için savaşından, hem bir tek

insanın sevda kederlerinden bahseden şiirler yazmak istiyorum, hem ölüm korkusundan, hem ölümden korkmamaktan

bahseden şiirler yazmak istiyorum.

nAZım Hİkmet RAn...

Gerçek şair kendi aşkı, kendi mutluluğu ve acılarıyla uğraşmaz.

Onun şiirlerinde halkının nabzı atmalıdır... Şair başarılı olmak için, yapıtlarında maddi yaşamı

aydınlatmak zorundadır.Gerçek yaşamdan kaçan ve onunla bağıntısız konuları işleyen kimse, saman gibi anlamsızca yanmaya

yargılıdır.

Nazım HİKMET

Page 12: Kutu Dergisi

DAvet

Dörtnala gelip Uzak Asya’dan Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan

Bu memleket bizim! Bilekler kan içinde, dişler kenetli

ayaklar çıplak Ve ipek bir halıya benzeyen toprak

Bu cehennem, bu cennet bizim! Kapansın el kapıları bir daha açılmasın

yok edin insanın insana kulluğunu Bu davet bizim!

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür Ve bir orman gibi kardeşçesine

Bu hasret bizim!nazım Hİkmet

kAR YAĞıYoR

Lambayı yakma, bırak, sarı bir insan başı

düşmesin pencereden kara. Kar yağıyor karanlıklara.

Kar yağıyor ve ben hatırlıyorum. Kar...

Üflenen bir mum gibi söndü koskocaman ışıklar... Ve şehir kör bir insan gibi kaldı

altında yağan karın.

Lambayı yakma, bırak! Kalbe bir bıçak gibi giren hatıraların

dilsiz olduklarını anlıyorum. Kar yağıyor

ve ben hatırlıyorum.nazım Hİkmet

Page 13: Kutu Dergisi

Jean-paul Sartre (1905-1980)

“Ben her şeyden önce onun insan olarak büyüklüğünü ve kabına sığmaz enerjisini hatırlatmak istiyorum. Onu ağır hastalığı sırasında tanımış, yaşamak ve savaşmak iradesi karşısında şaşıp kalmıştım. Ama beni asıl etkileyen onun hüzünlü ve alaycı uyanıklığı oldu. Eziyetlerden, ölüm-lerden kaçıp kurtulan bu adam - başkalarının yaptığı gibi - dinlenmi-yordu. Biten hiçbir şey yoktu onun için. Dıştaki düşmanla savaşırken içteki dostların hatalarına karşı da kardeşçe bir savaşı sürdürüy-ordu. Herkesle birlikte barış uğruna, emperyalizme ve faşizme karşı

savaştığı sırada bile, Moskova’da oynanan bir piyesinde, bürokrasinin tehlikelerine karşı arkadaşlarını uyarıyordu. Ne militan disiplinin-den geçti, ne de yazar eleştiriciliğinden. Bu çelişmeyi sonuna kadar yaşadı. Bu sürekli gerginlik, son yıllarda, mahpusluktan artakalan

güçlerini de yedi bitirdi. Ama asıl bu yönüyle bugün bir örnek insan olarak kalıyor aramızda.

“Vefalı dost, yiğit militan, insan düşmanlarının amansız düşmanı, her yerde hizmet etmek ama hiçbir şeyi görmezden gelmek istemiyordu. (...)“Durup dinlenmeden nöbet tutan bir insanın eserleri, ölümünden sonra da, sizin için aynı işi yapıyor.”(“ Nâzım Hikmet’e Saygı” başlıklı

yazısından.)

cahit Sıtkı tarancı (1910-1956)

BİR şeY...Bir şey ki hava gibi ekmek gibi su gibiLazım insana lazım onsuz yaşanılmıyorAna baba gibi dost gibi yavuklu gibi

Kalp titremeden göz yaşarmadan anılmıyor.

Bir şey ki gözümüzde memleket kadar azizAşk ettiğimiz kendimize dert ettiğimiz

Adını çocuklarımıza bellettiğimizBir şey ki artık hasretine dayanılmıyor.

Bir şey daha var yürekler acısıUtandırır insanı düşündürür

Öylesine başka bir kalp ağrısıAlır beni ta Bursa’ya götürür.

Yeşil Bursa’da konuk bir garip kuşOtur denmiş oracıkta oturmuş

Ta yüreğinden bir türkü tutturmuşNe güzel şey dünyada hür olmak hür.

Benerci Jokond Varan Üç BedrettinHey kahpe felek ne oyunlar ettinEn yavuz evladı bu memleketinNâzım ağbey hapislerde çürür..

Page 14: Kutu Dergisi

Cemal Süreya (1931-1990)

“Nâzım Hikmet’in önemi şurda : Bir devrim düşüncesini toptan üstlenmiş ve sonuna kadar götürmek cesaretini göstermiştir. Öte yandan şiirinde - anlatımında, kullandığı imgelerde, dil tutumunda - düşüncesinin, hayatının, varoluşunun karşılığını bulmuştur. Başka şairlerde görmeye alıştığımız, düşüncenin süs ve biçim olarak, iğreti olarak serpilişi, fikrin biçim cilveleri ve anlam oyunları halinde kalıp sırıtışı yok-tur onda. Düşünce biçimsel olarak değil, yapısal [structurel] olarak yerleşir Nâzım Hikmet’in şiirine. Tümdengelmez onda düşünce. Daha çok hayatın verilerinden çıkışını yapar. Bu yüzden Tevfik Fikret gibi düşünceye boğulmaz. ‘Bereketli bir ırmak’ gibi çoğala çoğala büyür. “Nâzım Hikmet, şiirini hayatıyla tam doğrulamış bir şairdir. Ama daha önemlisi, siyasal tutumdaki birçok şairin aksine, hayatını şiiriyle eksiksiz bir planda doğrulamayı da bilmiştir. Devrim düşüncesiyle şiirsel yük müthiş bir bütünlenme içindedir onda. Ve bu bizim şiirimizde Nâzım Hikmet’e kadar rastlanmayan, dünya şiirinde de sey-rek rastlanan bir özelliktir. Şiirsel onur yiğitlik tavrıyla bir arada gider Nâzım Hikmet’te. Şiirin en büyük deneylerinden biri.” (“Sonuna Kadar” adlı yazısından)

Yevgeni Yevtuşenko (D.1933) Sovyet şairi

nÂZım’ın YÜReĞİUsanınca gerçeklerin yalanından,kaygan, yüzsüz baskıdan,tunç Nâzım’ı anımsarımve sesini biraz hançerimsi : “Merhaba kardaşım... Ne o, neden yüzün asık öyle Boş ver! Yoksa şiir mi takıldı bir yerde? Gel, birlikte bitirelim. Paran mı yok? Bakarız bir çaresine, dert değil.Kız mı? Aldırma bulunur...”Oysa asıl kendisinde var bir şey, içini kemiren yüz çizgilerinden dehşetle akan : “Hepsi iyi de, şu yürek ağrısı... Adam sen de ağrıyadursun, yaşıyoruz ya...”Kimisi için şiir bir roldür,Kimisine bir dükkân, kazançtır.Onun içinse ağrıdır şiir, rol değil.Nâzım’ın yüreği de ağrıdı durdu işte.Üzerine titreyen doktoru bir gün,hani pek de güvenemiyerek,tenbih etmişti bana : “Bakın” demişti, “Keskin konulardan kaçının ki ağrımasın Nâzım’ın yüreği...”

Page 15: Kutu Dergisi

Hey gidi doktor... Hastanız gitti.Yaramadı çabalarınız.Yüreğiyse onun gizli gizli çarparak sürdürdü ağrısını ölümünden sonra da.İçimdeki acı için ağrıyor,Türkler için, Ruslar için ağrıyor,kendisi gibi mapusta özgür olanlar içinözgürlükte mapus gibiler için ağrıyor.Hapisane acılarıyla yanan o yürek - ölümden sonra bile - dinlemiyor doktorları,korkak olduğumuz zaman ağrıyor.neme gerek dersek ağrıyor.onun gibi açık yürekle : “Merhaba kardaşım...” diyemezsek ağrıyor...Varsın ağrısın hepsi için yüreklerimiz, tek ağrımasın

Çeviri: Ziya YAMAÇ

Page 16: Kutu Dergisi

Sın(d)ır(ım) Sistemi

Sınırlar… Sınırlar… Sınırlar…

Olması ve olmaması gereken sınırlar, olursa bize hayatı zehir eden sınırlar ya da -ilginçtir- olmadığı zaman hayatımızı karar-tan sınırlar, aşılınca şaşılan, şaşılınca aşılan sınırlar.

Bardağın boş tarafından baktığımızda hep bir ‘sınır’ ile çevrili olduğumuzu görürüz yaşamımızı; öyle değil mi? Oysa ki dolu tarafından baktığımızda, sınırları aşabilmek için sarf edilen çaba bile tatlı ruhiyatı kaplayabiliyor.

Vakti zamanında sınırların getirdiği ihtiyaç doğurganlığa sebebiyet verdi ve icatlar, mu-citler var oldu. Teknolojinin uzak olduğu bir dünya hayal ede-lim. Dünyada büyük bir pazar sa-hibi olan ‘tekerlek’ örneğin; neden icat konusu olabilir ki? Çünkü kağnıların, öküzlerin, develerin işlevsel haldeyken bile sebebiyet verdiği ‘zaman kaybı’ ve ‘masraflar’

artık daha modern bir yapıya ihti-yaç olduğunu gösterdi ki ‘vakit na-kittir’ dendi. Bildiğimiz yuvarlak kara lastik, şambrel ortası çember çelik bir tekerlek o zamanlarda kolay bir icat olmamıştır belki de. Ama düşünün ki; şu an lügatımızda neden yer kapladığını bilmediğimiz, aklımızın ucundan geçmeyen ‘teker-lek’ hayatımızın olmazsa olmazıdır. İlk bakışta bunun neresi icat de-dirten o materyal aslında çok büyük bir emek. Tekerlek olmadan kara yolları ulaşımı mümkün olur muydu? Mucit, bu icat oluşumunda hangi safhalardan geçti, ne deneyimler yaşadı tahmin bile edemeyiz. ‘Ama o an ki sınır, siniri değil gelişimi ve yeniliği getirdi farkında ol-madan.’

Çin Seddi malum; o anki durum sebebiyle umutsuz vaka ile gelişen dünyanın en büyük sınırıdır, hatta uzaydan görülebilen tek izlenim sahibi(imiş.) Dünyanın 7 harikasında biri ve kilometrelerce uzunlukta olan taştan duvardan koca bir ‘sınır’ bu setin çıkış noktasını bilmeyenler için kısaca hikâyecik geçelim.

Çin Seddi’yle ilgili söylenenler :— Mısır piramitlerinde kullanılandan daha fazla taş kullanılmıştır.—Kuzeyden gelen akıncıları kesmek amacı ile yapılmıştır.—Sınırlarını, bizi belirlemek için yapılmıştır.—Diğerlerinden (ötekilerden), ‘Çin vatandaşı olmayandan ayırt ede-bilmek için’ yapılmıştır.

Dünyada bütün ülkelerin sınırları vardır ama hiçbir ülke Çin gibi sınır çizmemiştir. Çin Seddi, dünya tarihine ve coğrafyasına büyük bir damgadır.

Hayvanlar da sınır sahibidir. Toprağı kazıp, pisliğini örtebilen

Page 17: Kutu Dergisi

canlılardır. Hayatımızın her yeri sınırlar ile doludur; bahçemizin çitleri, şehirlerin kaleleri, ül-kelerin sınır çizgileri.

İçimizdeki yasak kentler ve zihni-mizdeki sınırlar! İçinizdeki yasak şehri başkalarına açın; renklerini, seslerini, zengin-liklerini paylaşın.

Çocukken boş bulduğumuz her yere resimler çizerdik; çöp adamlar, Cin Aliler... onlara bile sınır koyarmışız. Bir de kendinize aynada bakın. Yukarıdaki örnekler gibi çevrenizde sınır çizgileri var mı? (Var olduğunu düşünüyorsanız en kısa zamanda doktorunuza danışın.)

Çocukluğumuzdan bu yana aileleri-miz bizlere kendilerine göre haklı olarak sınırlar koymuşlardır, özgürlüğümüzü kısıtlamışlardır. “Aman çocuğum onunla arkadaş olma!”, “Aman evladım oraya git-me!” “Koşma düşersin!” gibi cüm-leler kurarak zindan ederler hayatı bize değil mi?

“The Last Lecture” (Türkçesi “Son Konuşma”) kitabının yazarı, Carn-egie Mellon Üniversitesi Bilgisa-yar Mühendisliği profesörü Randy Pausch der ki: “Çocuklar Odalarının Duvarını Boyamak İstiyorsa, Bırakın Boyasınlar. Evin Satış Değeri Düşmez!” Aslına bakarsanız “O” çok haklı, ayrıca kendisini bir araştırmanızı öneriyorum.“Sınır sizsiniz!” Reklam kokan hareketler değil bunlar.

Zamanımız bile sınırlıdır. İnsan doğar, büyür, ölür. (Ölüm hepi-mizin ortak sonu, bu kadar acımasız olduğum için üzgünüm.)Belleklerimize kazınan, bazen

altından çıkamayacağımız bir sistem söz konusu. Sınırları sindirmeyi bilelim. Bilmiyorsak öğrenelim :)

Umarım yazıya ‘ı-sınır’ hale gelmişsinizdir…Ama bu yazı da burada bitsin. Bizim de ‘sınırımız’ bu kadar.

Sevgi ile kalın.

Yusuf ozan taşdemir“çelişki baş çerisi”

Page 18: Kutu Dergisi

Hayat güzel ve biz y

aşıyoruz. Belki mutluy

uz, bel-

ki biri daha yeni ağla

dı, bekli de can sıkın

tısından

öleceğiz ama biz yine de

yaşıyoruz. Hem de belli

kalıplar

içinde, sınırlarımızı

aşmadan. Sınırladığımız

hiç bir

şeyi aşmadan yaşıyoruz

. Aslında sınırlar biz

i istediği

şekilde yaşatıyor.

Bizler, küçüklükten beri sınırları

aşmamak için

yetiştirilmiş insanlarız

. Seksek oynarken bile s

ınırları

aşmamak gerek. Kural basit, sınırları aşmadan iler-

leyeceksin. Biz bu konud

a oldukça başarılıyız.

Peki bu sınırları koyan

kim, biz o kadar özgür m

üyüz aca-

ba? Ben sanmıyorum. Zate

n sınırları da bizim koy

duğumuzu

düşünmüyorum; ama sınır

larımıza da bazen bizi

m sözümüz

geçmiyor değil hani. Gel

eceğimizin sınırlarını y

ine biz

belirliyoruz çoğunlukla

. Biz gençler. Ama baz

en meslek

seçimi olsun, okul seçim

i olsun aileler belirliy

or. De-

mek ki sınırları belirle

yenlerden birisi aileymi

ş. Tabi

çevreyi de unutmamak laz

ım, bir de okul var, akr

abalar,

arkadaşlar, yolda karşı

laştığın ve hiç tanıma

dığın in-

sanlar, hatta gördükle

rin – televizyon, inte

rnet vb.-

duydukların, okudukların

… Galiba gelecek o kadar

da bize

bağlı değilmiş.

Nerdeyse söz sahibi ol

madığımız bu sınırları

nasıl da

sahiplenmişiz. Nasıl be

nimsenmişiz. Birilerini

içeriye

de almıyoruz dışarıya

da çıkmıyoruz. Hep ayn

ı şeyleri

görüyoruz. Sadece kend

imize benzer insanlarl

a arkadaş

oluyoruz. Yeri geldiği

nde sadece bizden fark

lı olduğu

için çok rahat başkaları

nı eleştire biliyoruz. B

unların

hepsi sınırlar yüzünden.

Birşey var unutulan sanki. Herkes için farklı yol

çizilmiş, herkesin çev

resi, ailesi farklı. B

u nedenle

sınırları da; ancak biz

bunu hiç düşünmeden hare

ket edi-

yoruz. İnsanları çok r

ahat suçluyabiliyoruz

yada direk

düşman görüyoruz. Hangim

iz kendini bir kere onun

yerine

koyuyor? Onun gibi düş

ünmeye çalışıyor? Çok

az kişi.

Geri kalanların hepsi ya

rgısız infaz yapıyor, ha

tta yeri

geliyor hepimiz yapıyo

ruz. Kendimize göre ha

klıyız, o

sırada bir şeyin farkı

nda olamıyoruz ‘O’nu s

uçlarken,

SekSek mİ? SekmeSek mİ?

Page 19: Kutu Dergisi

Ümit BADEM

‘O’ da kendini haklı hissediyordu.Her ne kadar sınırları biz çizmiyoruz desem de ye-

rine göre genişletebiliyoruz işimize gelenleri. Kendi-

miz için istemediğimiz şeyi başkası için isteyebiliyor,

yeri geldiğinde de yapıyoruz. İnsanların sınırına girip

saldırıyoruz. Yada yeri geldiğinde kötülüğün sınırı

açabiliyoruz. Kötülük olmaması gereken bir şey ama biz

onu her zaman ‘bu kadar da olmaz’la sınırlayıp her şeyi

yapabilme yetkisini kendimizde buluyoruz; ve yarattığımız

bu sınır bizi daha özgür kılıyor. Ne kadar gerekli bir

özgürlük onu bilemiyorum.Yine de ‘sınırları bazen biz belirliyoruz’ diye birşey

yok. Sınırlarımız öyle çizilmiş. Yeri geldiğinde aş

sınırı, uzat ki ezilmeyesin en güçlü sen ol. Bir yerde biz ezelim istiyoruz. Yine biz istemediğimiz şeyi

başkasına yapıyoruz yani.Hiç sınır olmasın demiyorum. Sınır elbette olacak, hatta

bazılarını çok geniş tutarak –saygı, sevgi- bazılarını

da yok ederek... İnsanlara biraz daha saygı göstermek

gerek, ne ezen olmak için uğraş ne de kendini ezdir.

Önemli olan onları düşman gibi görmek değil kardeş gibi

yaşayabilmek, ne olursa olsun kendini eşit görebilmek.

Hatta bunların sınırını sınırsız yapmak gerek. ”Başkaları

yapmadıkça ben yapsam ne olur?” demeyin uğraşalım ge-

rekirse. Hem unutmayın ‘en büyük değişimler insanın ken-

disinden başlar’.

Page 20: Kutu Dergisi

01

gURURUm

Söylesem, söyleyebilsem derdimi.Yıldızlı bir gecede açabilsem kalbimi.

Desem, diyebilsem seni seviyorum Ve çılgın gibi aşığım sana.

Ama demem diyemem Çünkü aramızda denizler dağlar

Ve benim o kahrolası gururum var.Bu böyle sürüp gidecek.

Seni sevdiğimi bilmeyeceksin, öğrenmeyeceksin.Her gece seni sevdiğimi söyleyeceğim

Yıldızlara... Ama sana asla! Çünkü aramızda denizler dağlar

Ve o benim kahrolası gururum var...

AFFetmem

Beni öldürecek silah da olsan,Azapta yaşatacak günah da olsan,Elimde içtiğim sigaram da olsan,Fırlatıp atarım seni AFFETMEM.

Tüm gerçekleri pişmanlıkla anlatsan,

Sefil olup sokaklarda yatsan,Son nefesimdeki ilacım olsan,Zehir derim yine AFFETMEM.

Gözyaşalarım deniz de olsa,

İsyanım feryadım semalarda duyulsa,Kalbimde ki sancı da olsan,

Allahım affetmesse cehennemde olsa AFFETMEM.

Serap ERDEN

Page 21: Kutu Dergisi

Benİ UnUtAmAYAcAkSın

Senden bana kalan son birşey vardı,O da hayalin.

Bir kavak yeli esti,O da uçup gitti.

Ayrıldık işte ne oldu sanki?Onda mutluluğu bulamadın ki!Beni arıyacaksın demiştim,Eski sevgimi bulamazsın ki!

Düşünüyorum da ne kadar aptalmışım,Senin gözlerine kanmışım,Tatlı rüyalara dalmışım,

Seni insan sanmışım.Beni unut dediğinde dünyalar başıma yıkıldı.

Sanki hayat sensiz yaşanmaz diyen sen değildin,Sana söylemiştim beni arayacaksın,Ama hiç bir zaman bulamayacaksın...

Serap ERDEN

Page 22: Kutu Dergisi

KISA DALGA GENÇLİK MERKEZİ

GÖRSEL SANATLAR ATÖLYESİNDENNOTLAR

Page 23: Kutu Dergisi

KISA DALGA GENÇLİK MERKEZİ

DERGİ ATÖLYESİ

Page 24: Kutu Dergisi

gRAFFİtİ’nİn tAnımLARı

1)Türkiye’de vandalizm olarak adlandırılan bir sanat türü.

2)Hiphop kültürünün bir parçası.

3)Çok güzel bir şey, her duvara lazım.

4)Eski Mısır’da yolculuğa çıkanların geçtikleri yerlerin duvarına adlarını ya da resimlerini çizerek iz bırakmasıyla doğan sokak sanatı.

5)Ana malzeme olarak sprey boyaların kullanıldığı tek veya grupça yapılabilecek şekilli janjanlı cafcaflı duvar yazıları. Bazen bu yazıların yanına resimler de yapılarak güzelleştirilebilir. Graf-fitiyi yapanlar yazının altına kendi nicklerini eklekler ki gören tanısın.Bu nicklerin graffiti alemindeki adı ‘tag’ dir. Türkiye’de yasal izin ve-rilme ihtimali çok düşüktür. İnsanlar bu yüzden izinsiz yapmaya mecbur kalıyor.

6)Yazın gece sokaklara dökülmemizin, karakollara düşmemizin sebe-bi olacak bir buluş.

7)Türkiye’de yapanların genelde anarşist nidalarıyla kovalandığı daha da ileri giderek terörist muamelesi gördügü sanat türüdür.

8)İtalyanca kökenli bir kelime. Eski Roma, Yunan, Mısır medeni-yetlerinde anıtların duvarlarına yazılan veya çizilen ve genel-likle hiciv karikatür niteligi taşıyan yazı ya da resimlere ver-ilen bir ad. Resim çizmek, iz bırakmak, karalamak ile verilen mesaj anlamınıda taşır.

9)Dünyada, bugün mesajdan öte daha büyük bir şeyi ifada eden graffitinin doguşu, Amerika’da New York’a denk düşer. Türkiye’de özellikle 80 öncesi,varoşların duvarlarını süsleyen siyasal içer-ikli düz duvar yazılarıyla, graffiti arasında direk Hiçbir bağ bulunmamasına karşın, Amerika’da graffitinin oluşumunda bu düz duvar yazılarının ana kaynak oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bugün, Türkiye’nin dört bir yanında ‘Nuri Alço’ imzasıyla yazılan basit duvar yazıları, Amerika’da graffitinin doguş şekline benzemekte-dir.

10)1970’li yılların başlarında, New York’un tüm sokaklarındaki 183 imzalı yazı duvarları kaplamaya başlar. New York’lular da me-rak uyandıran bu düz duvar yazılarını, 1971’de New York Times ‘kim bu Taki?’ başlıklı haberi manşetlere taşıyıncaya Taki ismi efsane gibi yayılmaya başlar. Taki’nin bir postacı olduğu ve 183 rakamının da oturdugu aparmanın numarası olduğu anlaşılır.Bu-nun üzerine insanlar Taki gibi ünlü olmak için kendi isimlerini kalemlerle duvarlara yazmaya başlarlar.1992 yılında New York’un her yerinde, metro istasyonlarında, bina duvarlarında, koridor-larda, trenlerde, kamyonlarda, duraklarda, graffitiler yer almaya başlar. Gündüz, şehrin egemen sosyal ve kültürel yapısı arasında ezilen, aşağılanan gençler gece olunca içlerindeki öfkeyi kusmaya başlarlar. Gecenin karanlığında, graffitilerle bomba-lanan yerlerin gündüz karalanmasına, silinmesine, sprey-lerin kullanımının yaskalanmasına, graffiticilerin göz altına alınmasına, tutuklamasına karşı bir tepki olarak özellikle belir-li çetelere mensup olan gençler siyahlar ve Portorikolular aynı eylemi gecenin karanlıgı çöktükten sonra tekrarlamaya devam eder-ler.

Page 25: Kutu Dergisi

BANKSY

Page 26: Kutu Dergisi

emotıonAL çİZgİLeR

kendisini uzun zamandır ‘EMO’ olarak bildiğimiz Merve Tekeoğlu (nam-ı diğer Mervecik) kendi türüyle ilgili bazı açıklamalarda bulundu. Mervecik, ‘emo’ yani duygusal ergenler diyor anlatmaya başlamadan önce. 13-16 yaş arası daha bir popüler hal alıyormuş mevzu.

‘Emo’ adı emotional (duygusal) kelimesinden türemiş, popüler kültüre karşı 1980’lerde çıkmış bir akımmış. Bu akımdan biri olarak tanımlanmanız için şekil şemal çok önemliymiş. Saçlarınızın, makyajınızın, ayakabılarınızın, pantolonlarınızın kısacası dış görünüşünüzü oluşturan herşeyin çok önemi varmış ‘emo’ olmanız için... Siyah ve pembe en fa-vori renkleriymiş, makyaj ve kıyafet seçimlerinde. Renkli saçlarıyla gözlerinin bir kısmını gizlemek de dikkat edilmesi gereken ‘şekil’lerden biriymiş. Bu imaj meselelerinde piercing en önemli noktalardan biriymiş.

Bu hayatta herşey dış görünüş değil tabi... Önemli olan insanın içi. Façayı (dış görünüşü) bir emo gibi toparlamak emo olmaya yetmiyormuş. Duygusal bir takım halleri varmış bu emoların. ‘Özgür takılan aileleriyle sorunları olan tipelrdir’ diyor Mervecik ‘emo’lar için. Hiç bir amaçları yokmuş bu hayatta ‘emo’ ‘emo’ takılmaktan başka. Kendilerini toplum-dan soyutlayıp daha da yalnız kaldıktan sonra depresyona giriliyormuş. İsyankar tavırları en belirgin özelliklerinden biriymiş. Genelde aileleriye dertleri varmış, hepimizin olduğu gibi.

Bildiğimiz türden davranış şekilleriyle kadın - erkek ayrımı yapmak çok görünen bir durum değilmiş emolar arasında. Mesela erkekler de oje süre-biliyor makyaj yapabiliyormuş. Temizlik onlar için ön planda olmadığı için bir t-shirt’ü 15 gün giyebilirlermiş. Biseksüel olma hali de ‘emo’cular arasında yaygın bir durummuş. Ayna karşısında fotoğraf çek-mek çok popülermiş kendi aralarında. Çektikleri fotorafları da inter-net sitelerine yüklüyorlarmış. Çokca sanal alemde, özellikle de MSN’de takılıyorlarmış. Sanal olmadıkları zamanlarda da daha ziyade Kadıköy Reks Sineması civarında, Taksim’de Karınca Bar ve Bahane’de, Bakırköy sahilde görmek mümkünmüş kendilerini.

Yemeğe para vermiyorlarmış. Sigara ve alkol paranın harcandığı tek yer. Paraları bitince birbirlerine ‘sinyal’ çekiyorlarmış yada başkalarından istiyorlarmış.

Örnek aldıkları ünlü ‘emo’ kişiler varmış mesela Avril Lavingne, Evanesence’den Emili... Dinledikleri müziğin adı ‘hüzünlü punk’mış. Genelde rapper’dan ‘emo’ olurmuş.

Bunlar Mervecik’in ‘emo’lar hakkında bildikleri. E tabi bir de ola-ya bakış açısı, yorumu var. Kendisi de bir zamanlar ‘emo’ymuş. Hatta bir sürü ‘emo’ arkadaşı varmış. Saçlarını kabartıp, ayna karşısında fotoğraf çekip ‘shop’ladıktan sonra internete koyarmış. Bir süre sonra insan ‘emoluktan sıkılıp normal yaşama dönüyor’ diyor. En çok saç model-lerini beğeniyormuş. İnsanın ailesiyle problemi olunca, farklı birşeyler yapıp kendini kanıtlamak istiyormuş; bu yüzden de insanın hayatının bir aşamasında ‘emo’ olmasının iyi bir fikir olduğunu düşünüyor. Emo’ların

Page 27: Kutu Dergisi

bazı fikirlerini farklı buluyormuş, kendiyel bağdaştıramadığı tarzları varmış.’ Emo’yken sokakta insanların dönüp baktığında hoşunuza gidiyor, çünkü ilgil çekiyorsunuz’ diyor Mervecik. Yani O emoyken öyleymiş en azından. Ama şimdi 17 yaşında ve ilgi çekmenin başka yolları da olduğunu düşünüyor. Mesela fotoğraf çekiyor olması, O’nu özel kılan durumlar-dan biri. Artık çok doğal biri olduğunu, düşünüyor. Farklı görünmek için uğraşmadığım ve farklı insanlarla iletişim kurabildiğim için çok özelim diyor.

‘Her şekilde göze çarpıyorum çünkü kendimi saklamıyorum...’

Pirsing (İngilizce: piercing): cildin ve altındaki yağ tabakasının ya da kıkırdağın delinmesi ve takı ya da iğne takılması usulü ile gerçekleştirilen vücut süsleme sanatı. Bu şekilde takılan takılara da pirsing denir. Pirsing çoğunlukla kişisel bir kendini ifade yöntemi olarak kullanılır. Biseksüellik: Duygusal ve/veya cinsel yönelimi hem kendi hem de karşı cinsine dönük olan canlı. Sinyal: Birbirlerinden para istemek. Rapper: Rap müzikle ilgilenen kişi. Shop-lamak: Photoshop programı kullanıp, fotoğrafı biçimlendirmek.

merve tekeoĞLU

Page 28: Kutu Dergisi

Graffiti Yaparken

Page 29: Kutu Dergisi

Semih & Yunus GÜNDÜZ

Page 30: Kutu Dergisi

Sınırlarım var ve yaklaşma,Dokunma, uzak dur bana,İyiliğimize, bu olan.Sınırlar geriyor tenimi, bedenimi.Sınırsızca zevk yaşayabilirim, biliyorum.Ama fevrileşemem, cehennemle sevişmek istemem.Hayatımı bu şekilde idame ettirebilirim ancak,Sınırlı bir biçimde yani...Sınırın çimenli tarafındayım şu an,Sağ tarafta.Dikenlere batmak hoşuma gidiyor aslında;İsmi ‘nefis’ olan canavar kulağıma meleksi tınıda bir şeyler fısıldıyorSınır geliyor aklıma...git demek istiyoırum, diyemiyorum.Saçlarımı okşuyor çünkü aynı zamandaBuna ihtiyacım var ve karşı koyamıyorum.Bir yandan saçlarıma yapışkan zehrini sürüyor.Sınır geliyor aklıma..geçiyorum tekrar çimenli tarafa.Zehrin tadı ağzımda...Hem acı, hem şekerli gibi...Sınır belli fakat adımlarımı belirleyemiyorumSınırlar zaten var, uymak önemli olanBıçakladıkça şahlanan canavara ‘dur!’ demekZor.İmkânsız değil.gerekli.

Sümeyra AçıkeL

Page 31: Kutu Dergisi

Hayatımız genelde bir sürü şeyle sınırlandırılmıştır. Yok yaş sınırı, hız sınırı vs vs...

Hayat böyle gereksiz sınırlarla doludur. Bazen bu sınırları biz koyarız hayatımıza...

Başkalarına karşı davranışlarımıza da sınır koyarız; yeri gelir en yakın arkadaşımızla aramıza sınır koyarız. Ailemizle aramıza sınır koyarız...

Bazen hayat koyar bize bu sınırları... Yeri gelir yaşımızı sınırlar yeri gelir söz hakkımızı sınırlar. Bu hayatta, neyi ne zaman nasıl yapman veya yap-maman gerektiğini söyleyen, senin kendi birikimin, hayat görüşün, içinde yaşadığın toplu-mun kuralları ve onlara ne dere-cede uymak istediğine bağlıdır. Sınırlarını bilemiyor, tahmin edemiyor, çizilen sınırları ka-bullenemiyorsan toplum yada kendi benliğin seni cezalandırır. Belki en düşük ceza olarak kendi içi-mizde acı ve vicdan azabı çe-keriz... Ağır olansa başkaları tarafından yargılanmamız veya

dışlanmamızdır. Ama bunlar bir en-gel değildir hayatta... Asıl en-gel bizim koyduğumuz sınırlardır. Bizim koyduğumuz sınırlar, çoğu zaman bir duvar gibi çıkar karşımıza... Aşamayız çoğu zaman o duvarları, aşmamız gerekir belki ama buna ya cesaretimiz yoktur ya da sınırlarımız dışına çıkmak ye-rine kolay olanı, başkalarının bi-zim sınırlarımızın içine girmesini bekleriz. Bu bekleyişlerimizin sonucu çoğu zaman boşa çıkar. Bi-zim sınırlarımıza girenler her za-man doğru kişiler olmaz; bazıları bizi sınırlarımızın dışına taşımak isterken bazıları ise bizi sınırlarımız içinde yok eder. Bunların yanı sıra sınırlarımıza yaklaşmadan bizim aşmamızı bekle-yenler de olabilir. İşte bu doğru olanı, yani sınırları kendimizin aşması sınırlarımızı kendimizin genişletmesi değil midir? Hayat sınır koymak için çok kısa. Bence hayata sınır koymak yerine bütün sınırlarımızı ve engellerimizi aşmalıyız. Hayatı sınırlarla ve engellerle ne kadar sürdürebiliriz ? Unutmayın tek bir hakkımız var bu dünyada, bir daha dönüşü yok... Yayılalım çimlerin üzerine içi-mizden geldiği gibi o bizim üzeri-mize yayılmadan önce...

Yayılalım çimlerin üzerine içimizden geldiği gibi o bizim üzerimize yayılmadan önce...

Aylin BADEM

Resim:Kenan Işık

Page 32: Kutu Dergisi

İnADınA “Avuçlarımda cam kırıkları var ve çiviler üzerindeyim. Üzerime küçük bir yük daha koyduklarında çiviler batıyor ayaklarıma. Sesimi çıkarmamak için avuçlarımı sıkıyorum ve cam kırıkları batıyor ruhuma…” İçimde aslında dinmeyen fırtınalar başlıyor yeniden es-meye. İçimdeki bu fırtınaları dindirmek istiyorum. Ama nafile! Aynanın karşısına geçip kendimle konuşuyorum, sorular soruyo-rum ve cevaplar bekliyorum umutsuzca. Sonra “O kadar sessiz-sin ki kulaklarım patlıyor sessizliğinden. Sayende boğuldukça öğreniyorum girdaplı vakitlerde yüzmeyi…” diyorum karşımda gördüğüm bedeni bana ait ama içi benden tamamıyla bağımsız olan yalancı siluete. Şimdi düşünüyorum da canımı bu kadar acıtan sensizlik miydi yoksa seninle olmak mı? Anlamaya çalışırken daha da derinlere batıyor can kırıkları. Derinlere gittikçe sonu olmadığından korktuğum bir boşluk oluşuyor benliğimde ve ben bütün gücüm-le tutmak istiyorum, kayıp giden zamanı uçurumun ucundaki bir genç kızı kurtarmak ister gibi. Biraz daha benimle kalsın bi-raz daha nefes alabileyim diye tutmak istiyorum. En çok da hep ufuk çizgisine varmadan bitirdiğim hayallerimin sınırlarını zorlamak için istiyorum. Biliyorum ki zamanı, aşkı, mutluluğu sınırlayamadığımız gibi hayalleri de sınırlayamayız. İşte tam burada sen çıkıyorsun karşıma. Hep tertemiz kalsın hiç kirlen-mesin diye uğraştığım ama sonunda esiri olduğum RUHUM… Sinsi sinsi körebe oynuyor benimle… O ebe, bense ebelenmemek için uğraşan bir zavallı gibiyim. Sonunda her şey yoluna girdi di-yorum ve şaka gibi gerçek burnumun ucunda bitiyor hayat, ben ve sensizlik. Evet, ruhum sensizlik, bir sevgili, arkadaş, anne, baba, kardeş gibi inandığım sevdiğim kimlik verip karşıma alıp konuştuğum ruhum sonunda yakalıyor beni. Öylece duruyo-rum ismimi yanlış söylesin ve ben gene kaçıyım bu sefer beni hiç yakalayamasın diye. Fakat beni benden daha iyi tanıdığını kanıtlar gibi üstüne basa basa söylüyor ismimi. Bu seferde ben ebe oluyorum ama yakalanacak bir ruh bulamıyorum. Her yer bir anda kararıyor. Önce ılık bir rüzgâr esiyor ama bu-nun başlangıç olduğu anlaşılıyor ve bir anda fırtınalar kopuyor. Kasırganın orta yerinde kalıyorum. Hiçbir şey eskisi gibi ola-maz biliyorum. Ama hayat denen film devam ediyor ve edecek. Ben de bu filmde ruhunun oyun oynadığı ve sonunda ruhunu kaybetmiş biri olarak dimdik duracağım ayakta. Herkes ağlayıp gülerken susacak, mevsim ilkbahara dönerken sonbaharda kalacak ve za-man akıp giderken durağan olacak bir bedenle yaşayacağım. Hayat, “İnadına” senin inadına yaşayacağım…

Hatica ALkAn

Page 33: Kutu Dergisi

Karşılıksız aşk… En zorudur aşkların, en acı vereni, gözyaşı döktüreni, insanı olgunlaştıran, sahici, yalancı ve öğretici acıdır. Tüm güzel geceleri gözyaşına boğar ve rüyaları kâ-busa çevirir. Bir perdedir insanların gözüne inen. Sevdiğinden başkasını göremez olursun. Kim ne derse desin umurunda olmaz, onu istediğin gibi görür, seversin. Bir kelimesi, bir dokunuşu içini yakmaya yeter, ömür boyu tenine hapsolur elleri. Bir daha bırakmamacasına sımsıkı tutmak istersin ellerini ama sadece bir hayaldir bu. Belki olduğundan fazla büyütürsün onu gözünde ya da kalbinde; belki de hak etmiyordur sevgini. Ama bilemezsin işte aşk denen hastalık işlemiştir bir kere bedenine. En kötü yanı tedavisi imkânsızdır. Onun açtığı yaralar asla kapanmaz, kapandı dediğin anda mutlaka bir yerden sızar kalbine.

Bilirsin unutmak en büyük cezadır sevilene ama yapamazsın. Bir tür diyet gibidir, her haftanın başı başlarsın ama devamı gelmez. Çünkü kendini tutamaz, kandıramazsın. Seni aşka tutsak bırakan gözleridir belki de onlardır unutmana engel ya da bir sözüdür seni tekrar kendine bağlayan. Buda bir nevi bahanedir kalmana.

Her karşına çıktığında bedenin karlarda üşüyen bir serçe misali titremeye başlar. Kalbin seni seviyorum diye çığlıklar atar; bu o kadar kuvvetlidir ki duymasından korkarsın. Gözlerine bak-maya cesaret edemezsin sevginin şiddeti o kadar büyüktür ki bakışların ele verir diye geri adım atmaya başlarsın. Hiçbir zorluk yıldıramaz seni, belki o bilmez kıymetini hercai gibi. Ama sen ne pahasına olursa olsun yeryüzüne çıkmak istersin tıpkı bir kardelen çiçeği gibi.

Seni görmez basar geçer, umut edersin, belki dersin, belki bir gün ardına bakar. Çünkü sevgin hiç eksilmeyecek, seni hiç bırakmayacak gibi demir atmıştır bir kere kalbine engelleyemez-sin. Umut etmek, vazgeçmemek bunlar kaderinin bir parçasıdır artık. Bir kere çıkmışsındır o uzun yola, geri dönüşü yoktur. Kabullenmişsindir her türlü zorluğunu yolun, karanlığıyla, soğuğuyla. Belki bir gün karşılığını alırsın sevginin güneşler doğar, aydınlık sarar her yanını. Bir bakmışsın ki yolun sonu gelmiş hercai sevmeyi de öğrenmiş. Ama çok geç, kardelen bir daha çıkmamak üzere çoktan kara toprağın altına girmiştir.ŞİMDİ ETRAFINIZDA OLUP BİTENLERE DİKKAT EDİN‘GELECEĞİ SATIN ALABİLECEK TEK ŞEY BUGÜNDÜR.HAYAT GEÇ KALANLARI ASLA AFFETMEZ…’

Hatice TURE

kARşıLıkSıZ Aşk...

Page 34: Kutu Dergisi

Hatice A

lkan

Ben hep sonbaharlardayım,Yerden yere savrulan aciz bir yaprak

misali.Benim rüzgarımda sensin.

Bir gülüşün, bir bakışın öteye savurur beni.

Baharlara hasret kaldım Bir kelamına hasret kaldığım gibi.İsmini her fısıldadığında rüzgar,İçimden büyük bir parça kopar.

Hiçbir zaman duyamayacağım sevgi sö-zlerin, çınlar kulağımda,

Yine o içimi yakan gözlerin gelir aklıma.

Her yağmur yağdığında gizlenip ıssızlığıma,

Gidilmeyecek yerlerin hayalini kurarım, adı bile olmayan diyarlarda.

Aşinası olduğum şarkı yine dudaklarımda;

''.....biz bu sonbaharda buluşacaktıkbahar geldi geçti sen gelmez oldun''

SONBAHAR

Page 35: Kutu Dergisi

Kalbimiz kadar temiz bu sayfayı sizin için ayrıdık...:)

SNR

Page 36: Kutu Dergisi

kutu çıkarken

Mart 2008’de Kısa Dalga Gençlik Merkezinde gerçekleşen Görsel Sanatlar Atölyesi’ne 14 hafta boyunca katkıda bulunan ve Kutu’nun çıkmasına ce-saret veren herkese TEŞEKKÜRLER.

Deniz TEZUÇANEvren SELÇUK

Can ERENEzgi Ceren KAYIRICI

Cansu KARASU

Bilgi Üniversitesi Sinema Kulübü / Tuğçe ÇOTUK

Erkan SAKA ve Milli İstirahat

Karga Dergisi / Tayfun POLAT

Sokakta Çalışan Çocuklara Yardım Derneği / Esin SEVGİN

Kısa Dalga Gençlik Merkezi

Gençlik Çalışmaları Birimi Kısa Dalga Gençlik Merkezi santralistanbul

Kazım Karabekir Cad. No: 1 E4-103 Eyüp / İstanbul

Tel:(212) 311 75 91 www.kisadalga.org

msn: [email protected]

Grafik Tasarım:Fırat ŞAHİN & Eray SAYRAC

İletişim