18
1 KAYGUSUZ ABDAL Yaşadığı Çağ ve Yaşamı Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI Çoğu Yesi kentinden olmak üzere, Horasan Erenleri de denilen pek çok Türk- İslâm âlim, şair ve mutasavvıf, 12.yy. sonu ile 13.yy başlarında Anadolu’ya gelmiştir. Mânevi bir göç halinde Anadolu’ya gelen Horasan Erenleri Anadolu’da büyük şahsiyetler yetişmesine katkı koymuş ve Türkçe’nin saygınlığını arttırmışlardır. 13. yüzyılda Moğolların Anadolu’ya saldırmaları hem Selçuklu devletini zor duruma sokmuş, hem de baskılar, isyanlar, eşkıyalar halkı canından bezdirmiştir. Kaygusuz Abdal’ın yaşadığı 14. yüzyıl sonu ile 15. yüzyıl başlarında ise Selçuklu Anadolusu kültürel yönden oldukça iyidir. Çocuklara okuma yazma amacıyla her mescidin yanına bir okul, yurdun her köşesine de medreseler yapılmıştır. Bu dönemde Kaygusuz Abdal’ın yaşadığı Teke ili çevresindeki kültürel yapı da Türk ruhuna uygun olarak gelişmiş ve Tasavvuf bu yörede hızla yayılmaya başlamış, çok sayıda tekke ve dergâh açılmıştır. Teke iline bir dönem Antalya, bir dönem de Korkud-eli başkentlik yapmıştır. Selçuklular zamanında Antalya’yı idare eden Teke Beyi ilim adamlarını himaye etmiştir. Tasavvuf, saray ve konaklarda yürütülen şiir ve edebiyat toplantılarının sanat unsuru olurken, halk arasında da ahlaki öğütler biçiminde gelişim göstermiştir. Bunun yanında bazı dergâh ve tekkelerde de âşıkların terennüm ettiği nefes, deyiş, nutuk, şathiye vb. biçimde yayılma alanını sürdürmüştür. O çağlarda Teke ilinde kurulan tekke ve zaviyelerden; Antalya’da Ahi Yusuf Zaviyesi, Elmalı’da Abdal Musa Tekkesi, Kalkanlı’da Ahi Devlethan Zaviyesi, Kaş’ta Şeyh Orhan Zaviyesi bunlardan birkaçıdır. Bu yörede çok sayıda açılan tekke ve zaviyeler nedeniyle Antalya bölgesi Tasavvuf akımlarının hızla yayıldığı bir bölge olmuştur. İşte Alaiye Beyi’nin oğlu Alâaddin Gaybî Bey (Kaygusuz Abdal) de bu manevi kapıdan içeri girenlerden biridir. Alaiye Sancağı Beyi’nin oğlu olan Kaygusuz Abdal’ın asıl adı Alâeddin Gaybî’dir. Çocukluğunda zamanın bütün ilimlerini tahsil etmiş, silahşörlük, pehlivanlık, avcılık gibi hünerleri çok iyi öğrenmiş tam bir bey oğlu olarak yetiştirilmiştir. Doğum tarihi tam olarak bilinmeyen ve 14. yüzyılın sonları ile 15. yüzyılın başlarına yaşadığı söylenen Kaygusuz Abdal’ın ölüm tarihi pek çok araştırmacı tarafından 1444 olarak belirtilmektedir.

KAYGUSUZ ABDAL - · PDF fileBu mesnevilerde Vahdet-i Vücud anlatılmı, sözün önemi üzerinde durulmu, ilahi ak, nefis, gönül, birlik ve beraberlik konuları ilenmitir. 5

  • Upload
    voliem

  • View
    250

  • Download
    1

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: KAYGUSUZ ABDAL -  · PDF fileBu mesnevilerde Vahdet-i Vücud anlatılmı, sözün önemi üzerinde durulmu, ilahi ak, nefis, gönül, birlik ve beraberlik konuları ilenmitir. 5

1

KAYGUSUZ ABDAL

Yaşadığı Çağ ve Yaşamı

Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI Çoğu Yesi kentinden olmak üzere, Horasan Erenleri de denilen pek çok Türk-

İslâm âlim, şair ve mutasavvıf, 12.yy. sonu ile 13.yy başlarında Anadolu’ya gelmiştir.

Mânevi bir göç halinde Anadolu’ya gelen Horasan Erenleri Anadolu’da büyük

şahsiyetler yetişmesine katkı koymuş ve Türkçe’nin saygınlığını arttırmışlardır.

13. yüzyılda Moğolların Anadolu’ya saldırmaları hem Selçuklu devletini zor

duruma sokmuş, hem de baskılar, isyanlar, eşkıyalar halkı canından bezdirmiştir.

Kaygusuz Abdal’ın yaşadığı 14. yüzyıl sonu ile 15. yüzyıl başlarında ise

Selçuklu Anadolusu kültürel yönden oldukça iyidir.

Çocuklara okuma yazma amacıyla her mescidin yanına bir okul, yurdun her

köşesine de medreseler yapılmıştır.

Bu dönemde Kaygusuz Abdal’ın yaşadığı Teke ili çevresindeki kültürel yapı da

Türk ruhuna uygun olarak gelişmiş ve Tasavvuf bu yörede hızla yayılmaya başlamış,

çok sayıda tekke ve dergâh açılmıştır.

Teke iline bir dönem Antalya, bir dönem de Korkud-eli başkentlik yapmıştır.

Selçuklular zamanında Antalya’yı idare eden Teke Beyi ilim adamlarını

himaye etmiştir.

Tasavvuf, saray ve konaklarda yürütülen şiir ve edebiyat toplantılarının sanat

unsuru olurken, halk arasında da ahlaki öğütler biçiminde gelişim göstermiştir.

Bunun yanında bazı dergâh ve tekkelerde de âşıkların terennüm ettiği nefes,

deyiş, nutuk, şathiye vb. biçimde yayılma alanını sürdürmüştür.

O çağlarda Teke ilinde kurulan tekke ve zaviyelerden; Antalya’da Ahi Yusuf

Zaviyesi, Elmalı’da Abdal Musa Tekkesi, Kalkanlı’da Ahi Devlethan Zaviyesi, Kaş’ta

Şeyh Orhan Zaviyesi bunlardan birkaçıdır.

Bu yörede çok sayıda açılan tekke ve zaviyeler nedeniyle Antalya bölgesi

Tasavvuf akımlarının hızla yayıldığı bir bölge olmuştur.

İşte Alaiye Beyi’nin oğlu Alâaddin Gaybî Bey (Kaygusuz Abdal) de bu manevi

kapıdan içeri girenlerden biridir.

Alaiye Sancağı Beyi’nin oğlu olan Kaygusuz Abdal’ın asıl adı Alâeddin

Gaybî’dir.

Çocukluğunda zamanın bütün ilimlerini tahsil etmiş, silahşörlük, pehlivanlık,

avcılık gibi hünerleri çok iyi öğrenmiş tam bir bey oğlu olarak yetiştirilmiştir.

Doğum tarihi tam olarak bilinmeyen ve 14. yüzyılın sonları ile 15. yüzyılın

başlarına yaşadığı söylenen Kaygusuz Abdal’ın ölüm tarihi pek çok araştırmacı

tarafından 1444 olarak belirtilmektedir.

Page 2: KAYGUSUZ ABDAL -  · PDF fileBu mesnevilerde Vahdet-i Vücud anlatılmı, sözün önemi üzerinde durulmu, ilahi ak, nefis, gönül, birlik ve beraberlik konuları ilenmitir. 5

2

Kaygusuz Abdal’ın Sanatı

Kaygusuz Abdal mahlasını “Gaybî, kaygudan rehâ buldun, şimdiden sonra

Kaygusuz oldun” diyen şeyhi Abdal Musa’dan almıştır.

Abdal Sözcüğü tasavvuf terimi olarak kendini Tanrı’ya adamış, nesnel

yaşamın dışında mutlu, tinsel bir yaşamın varlığına inanmış kimseler için

kullanılmaktadır.

Abdal, yeryüzünde bağımsız bir inancın etkisiyle görünüşe aldırmayan,

gösterişe önem vermeyen, belli bir düşünceye bağlanmış kişilere verilen addır.

Bursa fethinden önce Buhârâ’dan gelen kırk abdaldan biri olarak gösterilen,

doğum ve ölüm tarihleri net olarak bilinmeyen, Abdal Musa’nın babası Gazi Hasan

Ata’dır. Denizli’de yatan Bektaşî ulularından Büyük Yatağan Baba’nın yetiştirmesi

olduğu söylenmektedir.

Abdal Musa, yetiştirdiği müridlerle etrafına yaymaya çalıştığı insanî değerlerle

halkımızın en güzel gelenek, görenek ve özelliklerinin korunmasına hizmet etmiş, bir

tarikat olan Bektaşî geleneğini güçlü temellere oturtmuştur.

Geyikli Baba - Abdal Musa - Kaygusuz Abdal üçlüsü bir birine bağlı üç eren

olarak karşımıza çıkmaktadır. Takip ettikleri yol ise Hacı Bektaş Veli yoludur.

Abdal Musa, Sevindik Dede, Kilerci Baba, Kâfi Baba ve Kaygusuz Abdal gibi

pek çok kudretli halife yetiştirmiştir. Bunların en meşhuru ise Gaybî adıyla da bilinen

Kaygusuz Abdal’dır.

Menâkıbnâme’deki bilgiler, Abdal Musa ile Kaygusuz Abdal arasında, Tapduk

Emre ile Yunus Emre arasındakine benzer bir mürşid - mürid ilişkisinin varlığını

ortaya koymaktadır.

Hem hece, hem aruz ölçüsüyle şiirler yazan Kaygusuz Abdal, özgün ve güçlü

bir âşıktır. Deyişleri içerik kadar biçimsel açıdan da belli bir olgunluğa ulaşmıştır. O,

Anadolu’da Yunus Emre’nin en coşkun takipçisidir.

Dili yalın, yapmacıksız, halk dilinin sıcaklığı, doğallığı ve akıcılığı içindedir.

Yaşadığı dönem gereği şiirlerinde Eski Anadolu Türkçesinin bütün özelliklerini

kullanmıştır.

Sözcük dağarcığı oldukça geniş olan âşık, anlatımda sade ve açık bir dil

kullanmıştır.

Tasavvuf kurallarını ise, halkın anlayacağı biçimde basit ve yalın bir biçimde

vermiştir. Öğretme amacını ön plana aldığı için Tahkiye, delil ve kanıt yoluna kadar

bütün anlatım yollarına baş vurmuştur.

Kaygusuz, üslubunu kurarken hitap ettiği kitlenin dilini mukaddes bir emanet

gibi korumaya özen göstermiştir. O, eserlerini sade ve anlaşılır bir üslupla

biçimlendirmiş, halkın diline ve kültürüne büyük saygı duymuştur. Türkçeyi halkın

kolay anlayabileceği biçimde kullanmıştır.

Kaygusuz, Türkçenin berrak, devamlı ve kalıcı bir bilim dili olduğunu

“Biz yalnız Türkîceyi biliriz… bu dil dünya durdukça duracaktır ve bu dili

herkes de öğrenecektir.” biçiminde savunmuştur.

Page 3: KAYGUSUZ ABDAL -  · PDF fileBu mesnevilerde Vahdet-i Vücud anlatılmı, sözün önemi üzerinde durulmu, ilahi ak, nefis, gönül, birlik ve beraberlik konuları ilenmitir. 5

3

Kaygusuz, Türkçenin, Hz. Adem’den beri varlığını sürdürmekte olduğunu

Gülistan adlı eserinde Türkçe olarak “Ya Cibril! Git Âdem’e Türki dilince söyle,

durmasın, cenneti en kısa zamanda terk etsin:” buyurarak ortaya koymaktadır.

Yine Dilgûşâ adlı eserinde:

Ey derviş, mî-danî mî-danî dir durursun

Sen hiç Türkîce bilmez misün?

deyişi Türkçe şuurunun dillerde ve gönüllerde yaşamasına çabalarının güzel

örnekleridir.

Anadolu’da Alevi-Bektaşî edebiyatının kurucusu kabul edilen Kaygusuz Abdal,

Bektaşî edebiyatının en özgün şiirlerini söylemiştir.

Alevî Bektaşî edebiyatının en güçlü âşıklarından biri olması nedeniyle

şiirlerinde bu gelenekle ilgili terimlere, atasözleri ve deyimlere oldukça geniş yer

vermiştir.

Bitmeyecek yere tohum ekmegil

Boynunu sun yola başun çekmegil [Bitmeyecek yere tohum ekme]

Yorganun kadar uzatgıl ayagun

Söz işik sagır degülse kulagun [Ayağını yorganına göre uzat]

Su görmeden etegün çemrenürsin

Meger sen bülbüli leglek sanursın [Suyu görmeden paçanı sıvama}]

Taş atana çömleği tutma siper

Anlaya hâlin ki anun aklı var [Taş atana çömlek tutulmaz]

gibi atasözlerinin yanı sıra:

Tuz ekmek hakkını sakla iy safâ

Ta ki hoşnud ola senden Mustafa [Tuz ekmek hakkı]

Şöyle meşguldur bular kim işine

Elleri değmez ki başun kaşına [ Başın kaşımak]

biçiminde deyimlere de özenle yer vermiştir.

Mısır, Hicaz, Suriye ve Irak dolaylarını gezen Kaygusuz, Anadolu’un daha çok

Güney ve Batı yörelerinde bulunmuştur. Bunun yanı sıra şiirlerinden Edirne,

Yanbolu, Filibe ve Manastır’a da gittiği anlaşılmaktadır. Gezginciliği nedeniyle etki

alanı oldukça genişlemiştir.

Pek çok şiirini aruz ölçüsüyle yazan Kaygusuz daha çok düz kalıpları

kullanmıştır. Hece ölçüsü ile yazdığı şiirlerinde ise genellikle yedi ve sekizli hece

ölçüsünü kullanmıştır.

Uyak konusunda oldukça serbest davranan Kaygusuz, tam, zengin ve yarım

uyağa yer vermiştir. Kimi zaman benzer sesleri uyak olarak kullanmış, kimi zaman da

göz uyağına önem vermeyip iç seslerle uyak yapmıştır.

Genellikle dini tasavvufi halk şiirine ait nazım şekilleriyle divan edebiyatına ait

nazım şekillerini ustaca kullanmıştır.

Page 4: KAYGUSUZ ABDAL -  · PDF fileBu mesnevilerde Vahdet-i Vücud anlatılmı, sözün önemi üzerinde durulmu, ilahi ak, nefis, gönül, birlik ve beraberlik konuları ilenmitir. 5

4

Kaygusuz Abdal’ın Eserleri

Bilindiği gibi dini ve tasavvufi Türk edebiyatı türler açısından zengin bir

malzemeye sahiptir.

Konuları bakımından birbirlerine çok yakın olan tasavvufi halk edebiyatı ile

Alevi-Bektaşi halk edebiyatı arasında birtakım küçük ayrılıklar bulunmaktadır.

Birisi aynı bağlamdaki şiire ilahi derken diğeri deyiş, deme, nefes, duvaz vb.

demektedir.

Örneğin Kaygusuz Abdal da pîri Abdal Musâ’nın ölümünden duyduğu

üzüntüyü dile getirmek için yazdığı şiire nefes adını vermiştir.

Her ikisinde de Allah, Hz. Muhammed ve Hz. Ali sevgisi yer alırken Tasavvufi

halk edebiyatında Sünni kurallar ön planda gözükmekte, Alevi-Bektaşi halk

edebiyatında Batınî özellikler ön planda gözükmektedir.

Yunus Emre yolunda giden âşıkların başında gelen Kaygusuz Abdal, genellikle

hece ölçüsüyle yazdığı şathiye türü şiirleriyle tanınmıştır.

Çok sayıda aruzla yazılmış şiiri bulunan âşık aruzlu şiirlerinde daha çok

tasavvuf esaslarını dile getirmiştir.

Çok çeşitli konuları işleyen Kaygusuz’un şiirlerinde yaşama bağlılık ve

mutluluk özlemi ön plandadır. Manzum, mensur, manzum ve mensur karışık eserleri

bulunmaktadır.

Kaygusuz Abdal’da güzel örneklerine rastladığımız çoğu Alevi Bektaşi

edebiyatına özgü, Dini ve Tasavvufi Türk edebiyatına ait türler şunlardır:

A. Manzum eserleri

a. Divan Kaygusuz Abdal’ın klasik anlamda müretteb bir divanı yoktur.

Ancak, bir katalogda 130 kadar olduğu ileri sürülen bir kısım şiirleri toplu halde

Divan adı ile verilmiştir. Bunların yüzde sekseni gazeldir. Terci-i Bend, Terkib-i

Bend, ve Dolabnâme adlı 39 beyitlik kasidesi de Divan içinde sayılmaktadır.

Divandaki şiirlerin, gazellerin çoğu tasavvufi konulardan bahsetmekte, ilahi bir

duygu sergilemektedir, heceli şiirleri ise nutuk ve şathiye özelliğindedir. Bu şiirlerde

Kaygusuz ya Tanrı’yla senli benli konuşmakta ya da dünyanın geçici zevklerine

kapılan insanlarla alay etmektedir.

b. Gülistan “Cevherin kıymetini nasıl sarraf bilirse, can içinde gizli olan hazineyi de ancak

Ehl-i dil olanlar bilir” biçiminde ki ifadelerle Vahdet-i Vücûd’u anlatmakla başlar.

Eser Kâinatın ve Hz. Ademin yaratılışını, Kısas-ı Enbiya’yı, anlattıktan sonra

tasavvufun çeşitli konularını heyecanlı bir anlatımla dile getirmektedir.

c. Mesnevî-i Baba Kaygusuz (I, II, III) Belirli bir konuyu işlemeyip yüksek derecede tasavvufi duygu

ve heyecanla kaleme alınmış Kaygusuz Abdal’ın üç mesnevisidir.

Bu mesnevilerde Vahdet-i Vücud anlatılmış, sözün önemi üzerinde durulmuş,

ilahi aşk, nefis, gönül, birlik ve beraberlik konuları işlenmiştir.

Page 5: KAYGUSUZ ABDAL -  · PDF fileBu mesnevilerde Vahdet-i Vücud anlatılmı, sözün önemi üzerinde durulmu, ilahi ak, nefis, gönül, birlik ve beraberlik konuları ilenmitir. 5

5

ç. Gevhernâme Tanrı’nın birliği; elmas. cevher, inci gibi değerli olup bir şeyin aslı, esası

anlamına gelen Hz. Muhammed’in özellikleri ve yüceliği üzerine yazılan eserlerdir.

Hz. Muhammed’i övmek için kaleme aldığı ve Vahdet-i vücûd görüşünü

deryadan kenara atılan gevhere benzeterek dile getirdiği 71 beyitlik kısa bir

mesnevidir.

d. Minbernâme Minbernâme, camilerde hatiplerin Cuma ve bayram günleri çıkıp hutbe

okuduğu kürsü ve kürsüde bulunan hatip hakkında yazılan eserlere denir.

Kaygusuz Abdal’ın bir Cuma namazından sonra hatibin kendisine bakarak

söylediği sözler karşısında verdiği cevaptan oluşan mimbernâmesi çok ünlüdür.

Kaygusuz Abdal’ın Akıl ile hâli bildim, Hakk’ı buldum diyerek minberi tepenler

ve halkı irşad etmeye kalkanlara seslendiği 58 beyitlik küçük bir mesnevidir.

e. Dolapname Dolabname, Allah aşkının terennümünü ifade eden sorulu, cevaplı yazılan

manzum eserlerdir.

Kaygusuz Abdal ve yanındakiler, Hac’dan gelirken Asi suyu kenarında

otururlar.

Görürler ki bir dolap su çeker ve bunun iniltisi bir günlük yoldan duyulur.

Bu dolabın iniltisi karşısında Kaygusuz Abdal coşa gelip:

Su’âl itdüm bugün ben bir dôlâba

Didüm niçün sürersin yüz bu âba

Neden bagrun delükdür gözlerin yaş

Sebeb nedür sataşdun bu ‘itâba

Kararun yok gece gündüz dönersün

Dökersin dertlü gözlerden hun âba

………….

Dolabın Cevabı

Tolab eydür eyâ çeşmüm çerâgı

İşidmege cevâbım aç kulagı

Benüm budur sorarsan ser-güzeştüm

Ki ben yaylarıdum bir yüce tagı

İrişmezdi boyuma altmış arşun

Belüme dahi on âdam kucagı

biçiminde soru cevaplı bir kaside söyler ve bu olaydan sonra Dolab’ın adı

literatüre geçer. Bu tip şiirlere de Dolapname denir.

Dolapname, dolaba hitap ile ağacın başından geçenleri tasavvufi görüşle

anlatmaktır.

Page 6: KAYGUSUZ ABDAL -  · PDF fileBu mesnevilerde Vahdet-i Vücud anlatılmı, sözün önemi üzerinde durulmu, ilahi ak, nefis, gönül, birlik ve beraberlik konuları ilenmitir. 5

6

f. Salatnâme Namaz hakkında yazılan eserlere salatnâme denir. Bu hususta pek çok eser

yazılmıştır.

Bunlar içinde Kaygusuz Abdal’ın namaz kılıp kılmadığı hakkında yapılan

dedikodulara kızarak yarı öfkeli, yarı alaycı bir dille:

Farzı sünneti kıluram

Bir yıllık namazı bilürem

biçimindeki dizeleriyle cevap verdiği salatnâmesi en meşhurudur.

g. Şathiye Ciddi bir düşünce ya da duyguyu iğneleyici ve alaycı bir dille anlatan, ilk

bakışta anlamsız gibi görünen aslında derin anlamlar taşıyan şiirlerdir.

Tasavvufi aşk halinin sarhoşluğu ile, halkın anlayamayacağı ya da hoşuna

gitmeyeceği sözler söyleme olarak da izah edilmektedir.

Kaygusuz Abdal’ın

“Yücelerden yüce gördüm, erbabsın sen koca Tanrı”,

“Bir kaz aldım ben karıdan”,

“Kaplu kaplu bağalar”,

“Yamru yumru söylerim”,

“Benk ile seyretmeye”,

“Bugün bana bir paşacuk”,

“Filibe’de bir karı”,

“Erdene şehrinde bugün”,

“Yanbolu’da bir karı”

dizeleriyle başlayan ilginç şathiyeleri bulunmaktadır.

B. Mensur Eserleri

a. Budalanâme Kimi kaynaklarda Risâle-i Kaygusuz, kimi kaynaklarda da Budalanâme adı ile

geçmektedir. Beş ana konuyu işleyen eserde İlk konu Kendini bilmek olup İnsan

sûret midir, can mıdır, kul mudur, sultan mıdır temaları üzerinde durularak bir

mürşid-i kâmil’e bağlanmanın gereğini anlatır.

Mürşit hekim gibidir, derdi de dermanı da bilir, Hakk’ı kendinde görür.

“Hakk’ı bilmek istersen kendini bil, arifler sohbetine gir.” demektedir.

İkinci konuda, Gönülde gizli mâna yazılıdır dile gelmez deyip gönül temini

irdeler.

Üçüncü konuda, Hakk’ı dünyada iken bulmak ve kendini bilerek hakikati bilmek

üzerinde durur.

Dördüncü konuda, dünyanın ve kâinatın yaratılışına değinip kendinden söz

eder.

Beşinci konuda İnsanın dünyaya gelmekten amacının kendini ve Hakk’ı bilmek

olduğu üzerinde durur. Eserde, beş konu içinde çeşitli tasavvufi duyguları dile getirir.

Page 7: KAYGUSUZ ABDAL -  · PDF fileBu mesnevilerde Vahdet-i Vücud anlatılmı, sözün önemi üzerinde durulmu, ilahi ak, nefis, gönül, birlik ve beraberlik konuları ilenmitir. 5

7

b. Kitâb-ı Miglâte Bir derviş’in rüya aleminde gördüklerini dile getirdiği, rüyalarında bazen

geçmişte, bazen gelecekte seyahatini konu alan ilginç bir eser olup günümüzdeki

zaman tüneli konularını işleyen kurgu filmlerini andırmaktadır.

Derviş her defasında karşılaştığı şeytanla mücadele etmekte ve her seferinde

galip gelmektedir.

c. Vücûdnâme Vücûdnâme, İnsanoğlunun yaradılışını, Kur’an ve hadislerin ışığı altında, tıbbî

veriler doğrultusunda ifade etmek olan bir türdür.

Yaratılışı, Levh-i mahfuz’dan başlayarak yıldızlar, ay, güneş, anasır-ı Erbaa ve

insanın ana rahmine düşüşü, insanın doğuncaya kadar geçirdiği aşamalar, hem tıbbi

yöntemler hem de tasavvufi sembollerle açıklanmaktadır.

İnsan vücudunun çeşitli uzuvlarıyla, bazı dini, tasavvufi ve kozmik kavramlar

arasında teşbihler yapan, ilişkiler kuran bir eserdir. Remizler (semboller) âlemi

anlatılarak vücudun kısımlarına tasavvufi anlamlar verilmekte; gezegenlerin, burçların

önemi ve anlamı izah edilmektedir.

İnsan vücudunda 366 damar, 777 sinir ve 444 kemik olduğu belirtilmektedir.

Dünyada bütün eşyanın fâni olduğu, yalnız Tanrı’nın ezeli ve ebedi olduğu

anlatılmakta, insanoğlu kâinatın defteridir. Yerde ve gökte her şey onda mevcuttur

denmekte, kara kaş şeriâta; yüz, tarikata; baş, devlet tacına; teşbih edilmektedir.

C. Manzum Mensur Karışık Eserleri

a. Dilgüşâ Vahdet-i vücûd’u anlatan uzun bir mesnevi ile başlayan eser bir dervişin

tasavvuf gereklerini anlatması ile devam eder.

Eserde dünya ve ahretin birer mertebe olduğu, âriflerin her menzili geçişte bir

mertebeye eriştiği, Muhammed Mustafa’nın da kırk yılda kâmil olduğu anlatılır.

Eserde insanlara dünya malına kapılmamaları, kendilerini tanımaları tavsiye

edilmekte, baştan sona tasavvuf konuları işlenmektedir.

b.Saraynâme Cihan sarayı teşbihiyle yola çıkarak, dünyaya gelmede amacın ibadet etmek ve

Allah’ı tanımak olduğu anlatılır. Kaygusuz Abdal’ın şeriat hususlarına en çok yer

verdiği eseri Saraynâme’dir.

Eserde Mensur ve manzum olarak kısaca Allah’a yalvardıktan sonra Kaygusuz,

bu cihanın bir saray olduğunu, içindeki insanların her birinin bir işe daldığını ve

cihanın sahibini (Tanrıyı) düşünmediklerini mesnevi uyak düzeni içinde anlatmaktadır.

Fasıl başlığı altında saraya benzetilen cihan anlatılmaktadır. Daha sonra sarayın

insan olduğu, ve Tanrı’nın kendini insanda gizlediği anlatılmaktadır. Tanrı’nın

insanlara peygamberler gönderdiği de anlatıldıktan sonra ademin halife olduğu

üzerinde durulur. Manzum bölümlerde yıldızların, güneşin, ayın ne olduğu sorulur.

Kısa mensur parçalarda da insanın kulluk için dünyaya geldiği anlatılır. Bu sarayda

âdem padişahtır. Her haberi ondan almak gerekir.

Bu saraya insanlar ibadet için gelmişlerdir. Bu âlem bir kervansaraydır. Konan

göçer. Bu sarayda insan cümle yaratılmışları kendi nefsinden kem görmez. Hangi

nakışa baksa nakkaşı görür. Nefsi kırık, gönlü alçaktır.

Page 8: KAYGUSUZ ABDAL -  · PDF fileBu mesnevilerde Vahdet-i Vücud anlatılmı, sözün önemi üzerinde durulmu, ilahi ak, nefis, gönül, birlik ve beraberlik konuları ilenmitir. 5

8

Kaygusuz Abdal’ın Eserlerinde Dini ve Tasavvufi Unsurlar

A. Dini Unsurlar: Kaygusuz Abdal’ın şiirlerinde:

a. Tanrıya İman,

b. Meleklere iman,

c. Kitaplara iman,

ç. Peygamberlere iman,

d. Ahiret gününe iman,

e. Hayır ve şerrin, kaza ve kaderin Tanrı’dan geldiğine iman

konuları şiirlerinde sık ve o denli yerli yerinde kullanılmıştır ki, dinin bütün

kurallarına vakıf olduğunu ve yürekten inandığını göstermektedir. Yine: İbadet,

kavramı, Kelime-i Şahâdet, namaz, oruç, zekât ve hac konuları saygın ve özgün

biçimde işlenmiştir.

B. Tasavvufî Unsurla Kaygusuz Abdal’ın tasavvuf teorilerinden ziyade yaşama

uygulama yönüyle ilgilendiği görülmektedir.

Kaygusuz Abdal’a göre dört kapı

a.Şeriat,

b.Tarikat,

c.Marifet,

ç.Hakikat

kırk makam düşüncesini temel kabul etmiş ve tasavvufî düşüncesini bu sistemle

yaşama geçirmeye çalışmıştır.

Kaygusuz Abdal’ın eserlerinde yaşama sevgisi, onu yaşadığı dünyaya doğru

çeker. Güzel dünya ve doğa onun vaz geçemediği unsurlardır. O eserlerinde pek çok

konuyu çok farklı yöntemlerle işlemiştir.

Kaygusuz Abdal’ın Mahlas Alışı Gaybî Beyin "Kaygusuz" mahlasını alışı kayıtlarda şöyle anlatılmaktadır:

Gaybî, bundan sonra beyzâdeliği tamamen terk ve maddî hayatın

alâyişinden ferâgatla, dervişliği ihtiyar etmiş, zahir âlemin kayıt ve alâikinden

nefsini tecrîd etmiştir.

Bundan sonra Abdal Mûsâ Sultan, sünnet nazariyle Gaybî'nin yüzüne baktı

ve:

"Gaybî, kaygudan rehâ buldun, şimdiden sonra K a y g u s u z oldun" dedi.

Gaybî yüzünü yere koyup meskenet gösterdi.

Sultan bu sözleriyle Beyzâde'nin ismini"Kaygusuz" diye söyledi.

Bundan itibaren Gaybî Bey'in adı "K a y g u s u z" oldu.

Page 9: KAYGUSUZ ABDAL -  · PDF fileBu mesnevilerde Vahdet-i Vücud anlatılmı, sözün önemi üzerinde durulmu, ilahi ak, nefis, gönül, birlik ve beraberlik konuları ilenmitir. 5

9

Kaygusuz Abdal’ın Şeyhinden İcazetname Alması

Rivayet bu cihetledir ki Kaygusuz, Abdal Mûsâ Âsi-tânesinde kırk yıl

hizmet eyledi. Nasibini aldı. Menzil ve merâtib sahibi oldu. Hacc'a gitmeğe

niyetlendi. Aşağıdaki şiiri okuyarak Abdal Musa'dan icazet istedi:

Cânûmı (Pîrüm) yolına kurbân iderem ben

Belürsiz olıcak can u cihanı niderem ben

Şey'en li'l-lâh benüm gıybetüme kılıç salan

Hercâyî yüze gülici yârı niderem ben

Hayvan ü âdeme zencîr yular dahi dayanmaz

Ehl-i tarîki binnefesde yederem ben

Hüsnün cemâlün göreli geldüm imâna

Muhammedî'yem bu dîne ikrar iderem ben

Hâl diliyle icazet ister Kaygusuz Abdal

Şâhum assı kıl1 kuşum uçdı giderem ben"

Bunun üzerine Abdal Mûsâ,

"Bana divit ve kalemi getürün" diye emretti.

Dervişler istenilenleri getirip hazır eylediler. Sultan, kalemi kâğıdı alıp

Kaygusuz'a bir "İcâzetnâme" yazdı. İcazetname aynen şöyledir:

"Bismi 'ilâhi 'r-Rahmâni 'r-Rahîm!

Elhamdüli'l-lâhi'l-lezî ca'ale kulûbe'l-'arifine ilâ âhirihi.

Her ne kim uardur cevâb içinde mestur kıldu. Dahi buyurdı kim bizüm ile

müşahede kılmak murâd eyleyen Kaygusuz'a nazar eylesün. Ve bizden hayr dua iltimas

eyleyen Kaygusuz'dan alsun. Safâ nazarın ve himmetin recâ ve niyaz kılsun ve her ne

diyara ki azm idüb (varsa) gerekdür ki, ol velâyetün erbâb ü a'yân ve ekâbir ve eşraf

ve agniyâ ve fukara, her kim olsa, mezbûr Kaygusuz'un üzerinde bir veçhile nazar-ı

inayet ve merhamet ve şefkat diriğ buyurmayalar. Bu cânibün riayet hâtırıçün ana

'izzet ve hürmet kılalar. Anun kadem-i kudûmın kendülere minnet-i 'azîmile ra'iyyet

hileler; dîdârlanyla müşerref olup safâ-nazar himmetiyle mugtenim olalar; ve ana

olan riâyet ve himâyet mahzâ bu canibe olmış gibidür, şöyle hileler. Bakî ne ola ki

ma'lûm-ı saadet olmaya ve's-selâm."

Kaygusuz Abdal icâteznâmeyi aldı, şeref-i dest-i bûs kıldı. Niyaz edip

meskenet gösterdi.

Makamına geldi, karar eyledi. Şevk ve muhabbetinden ona bir susuzluk

arız oldu. Bir keşkül içine bir miktar yoğurt koyduktan sonra üzerine su kata -

rak ayran yapar ve Erenlerin yazıp verdiği icazetnameyi ufak parçalar halinde

ekmek lokması gibi ayranın içine doğrayarak içer. Zira, bu icazetnameyi en iyi

bir şekilde yemek suretiyle kalbinde saklayabileceğini gönlünden geçirmişti.

Bu hâli gören dervişler taaccüp edip, durumu hemen Abdal Mûsâ Sultana haber

verdiler.

Page 10: KAYGUSUZ ABDAL -  · PDF fileBu mesnevilerde Vahdet-i Vücud anlatılmı, sözün önemi üzerinde durulmu, ilahi ak, nefis, gönül, birlik ve beraberlik konuları ilenmitir. 5

10

"Sultânum, bir divâneye, bunca zahmet çeküb mübarek elünüzle icazetname yazup

verdinüz, o bunun kadr ü kıymetüni bilmeyüb yoğurt içine dograyub yidi." diye

şikâyette bulunurlar.

Abdal Mûsâ Sultan bu haberi işitince sâdece tebessüm e-der ve "Bana

Kaygusuz'ı çağının haber sorayum niçün böyle eylemiş?" der.

Kaygusuz'a haber verilir ve hemen Kaygusuz, Abdal Musa'nın huzuruna gelir.

Abdal Mûsâ, Kaygusuz Abdal'a sorar:

— "Niçün böyle eyledim?"

Kaygusuz özr ü niyaz eyliyerek şöyle cevap verir:

—"Sultânum, sizün yâdigârunuzu saklamağa hiç bundan daha ma'kûl bir yir

bulamadım. Kendü kalbümde saklayam." Bu cevap Sultanın çok hoşuna gider ve

şöyle der:

—"Başka kimesneler dışarudan söyler, sen içünden söyleyesün."

O saat Kaygusuz'un gözü gönlü açıldı ve söylemeğe başladı. Bundan

sonra Kaygusuz'un mânâ denizine dalıp söylediği her sözü bir kitap oldu,

arifler yazdılar ve onun mânâsını bildiler, câhiller bilmeyip şaşakaldılar.

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

N E F E S

Bu âdem dedikleri

El ayakla baş değil

Âdem mânaya derler

Sûret ile kaş değil

Gerçi et ü deridir

Cümlenin serveridir

Hakk’ın kudret sırrıdır

Gayre bakmak hoş değil

Âdem mânâyı mutlak

Âdemdedir nutk-ı Hak

Âdemden gafil olma

Nefsi de serkeş değil

Kendi özünü bilen

Maksudûn bulan kişi

Hakk’ı bilen doğrudur

Yalancı kallaş değil

Bu kaygusuz Abdal’a

Âşık demen dünyada

Nakş u sûret gözetir

Maksûdu nakkaş değil

Kaygusuz Abdal

Page 11: KAYGUSUZ ABDAL -  · PDF fileBu mesnevilerde Vahdet-i Vücud anlatılmı, sözün önemi üzerinde durulmu, ilahi ak, nefis, gönül, birlik ve beraberlik konuları ilenmitir. 5

11

NUTUK

Gel Hakka olma asi

Ta gide gönlün pası

Dört kitabın ma'nîsî

Var edeb öğren edeb

Gaflet içinden uyan,

Edebsüz olma iy cân

Edebdür asl-ı îmân

Var edeb öğren edeb

Edeb gerektür kula

Tâ yolı doğru vara

Edebsüz olma yire

Var edeb öğren edeb.

Kaygusuz Abdal uyan

Işkı bil ışka boyan

Şöyle dimişdür diyen

Var edeb öğren edeb*

Kaygusuz Abdal

* Şiirin tamamı 13 dörtlüktür. Bkz. Prof. Dr. Abdurrahman Güzel, Kaygusuz Abdal, Akçağ Yay. 2. bas.

Page 12: KAYGUSUZ ABDAL -  · PDF fileBu mesnevilerde Vahdet-i Vücud anlatılmı, sözün önemi üzerinde durulmu, ilahi ak, nefis, gönül, birlik ve beraberlik konuları ilenmitir. 5

12

ŞATHİYE

Âdemi balçıktan yoğurdun yaptın,

Yapıp da neylersin, bundan sana ne

Halk ettin insanı saldın cihana

Salıp da neylersin bundan sana ne

Bakkal mısın teraziyi neylersin

İşin gücün yoktur gönül eğlersin

Kulun günahını tartıp neylersin

Geçiver suçundan bundan sana ne

Katran kazanını döküver gitsin

Mümin olan kullar didara yetsin

Emreyle yılana tamuyu yutsun

Söndür su ateşi bundan sana ne

Sefil düştüm bu âlemde naçarım

Kıldan köprü yaratmışsın geçerim

Sol köprüden geçemezsem uçarım

Geçir kullarını bundan sana ne

Kaygusuz Abdal der cennet yarattın

Cehenneme nice kulları attın

Nicesin ateş-i aşk ile yaktın

Yakıp da neylersin bundan sana ne KAYGUSUZ ABDAL

Page 13: KAYGUSUZ ABDAL -  · PDF fileBu mesnevilerde Vahdet-i Vücud anlatılmı, sözün önemi üzerinde durulmu, ilahi ak, nefis, gönül, birlik ve beraberlik konuları ilenmitir. 5

13

Kaygusuz Abdal’ın Menkıbevi Yaşamı

Teke ili Alâiye Sancak Beyi’nin oğlu Gaybî Bey, 18 yaşında iken, yanında

adamları ile birlikte ava çıkar. Avlanırken bir tepe üzerinde bir âhû görür. O esnâda

ahu önüne çıkagelir. Gaybî Bey, onu görünce hemen bir ok çıkarıp kirişe kor, nişan

alıp oku atar. Ok âhûnun sol koltuğunun altına saplanır. Âhû yıkılmaz ve sıçrayıp

kaçar. Gaybî Bey de ardına düşer. Âhûdan durmadan kan akar. Gaybi bey de ciddi bir

şekilde onun üzerine at sürer. Dağlar, vadiler geçip nihayet bir sahraya inerler.

Yaralı âhu büyük bir âsitâne kapısından içeri girer. Gaybî de arkasından

dergâha girerek dervişlere geyiği sorar.

Meğer o sahradaki bu dergâh, velâyet erenlerinden Seyyid Abdal Mûsâ Sultan’a

aitmiş. Abdal Mûsâ burada büyük bir âsitâne yaptırmış. Onun hizmetinde pek çok

kişiler varmış. Yanına gelenler mutlaka mürîd ya da muhib olup kalırlarmış. Hepsi

Abdal Mûsâ’ya lâyıkı veçhile hizmet ederlermiş.

Dervişler Gaybî Bey’i görüp karşılarlar. Atının dizginini tutup:

-“Buyurun, ziyarete geldünüz ise aşağı inün” derler.

Gaybî Bey:

- “Buraya oklanmış bir âhû geldi, o benim şikârımdur, nice oldı, onu bana

virün” dedi. Dervişler de:

- “Buraya böyle bir âhû gelmedi ve biz görmedük.” Dediler.

Gaybî Bey:

-“Hiç dervîşler yalan söyler mi, niçün inkâr idersünüz? Ben âhûyu kendi

gözümle gördüm, buraya gelüb içeri girdi” dedi. Dervişler bu sözler karşısında hayret

ettiler:

-“Bizüm haberimüz yok, bilmiyoruz” dediler. Beyzade bu durum karşısında

hayli melûl ve perişân oldu. Bir müddet öyle kaldı, “Aceb bu âhû nice oldu, nereye

gitdi? Bunlardan gayri kimünle söylmeşsek” diye düşünürken, dervişler dergâha doğru

dönüp:

-“Sultânum! Alâiye Sancağı Begi oglı Gaybî Beg, buraya gelüb bizden şikâr

talebi der” dediler. Bu esnâda zaten durumu içeriden dinleyen Sultan:

- Onu benüm katuma getürün, gelsün ben ona cevâb vireyüm” dedi. Dervişler

Gaybî Beye:

-Sizü erenler gelsün diye buyurdılar. Hem ziyaret kılasun, hem de kifâyetlü

cevâb alasun” dediler. Gaybi Bey de Sultan’ın bu hitabını işitdi ve hemen atından

aşağı inerek;

“N’ola varalum, o mübârek cemâlüni görelüm, ellerini bûs idüb, hâk-i pâyüne

yüzümüzi sürelüm.” dedi. İçeri meydana girdi, Sultanı gördü, hemen eğilerek selam

verdi, ileri yürüyüp elini öptü, alnını yere koyup, hâki pâyine yüzünü sürdü. Daha

sonra geri çekilip, karşısında el kavuşturarak ayakta durdu. Seyyid Abdal Musa

hazretleri, onun selâmını izzetle aldı.

-“Hoş geldünüz oğlum, safâ geldünüz, kadem getürdünüz. Gönlün, dilegün

nedür, dile bizden, şöyle işidelüm, bilelüm” dedi. Gaybi Bey, keyfiyet-i hâli beyân etti.

Vâkıayı olduğu gibi anlattı. Sultan:

-O âhû, neden senün şikârun oldı?” diye sordu. Gaybi Bey:

-“Sultânum! Ben onı ok ile vurdum, üzerine at sürüp hayli koşdum. Çok menzil

aldı, yoruldu, güç ile buraya geldi” cevâbını verdi. Sultan:

-“O okı görünce bilür misin? Diye sordu. Gaybî Bey:

Page 14: KAYGUSUZ ABDAL -  · PDF fileBu mesnevilerde Vahdet-i Vücud anlatılmı, sözün önemi üzerinde durulmu, ilahi ak, nefis, gönül, birlik ve beraberlik konuları ilenmitir. 5

14

-“Bilürem, Sultânum dedi. Abdal Musa:

-“Bak imdi, gör okunı” dedi. Kendi mübarek kolunu yukarı kaldırdı.

Koltuğunun altında saplı bulunan oku gösterdi. Gaybî Bey, bakıp gördü ki, attığı ok,

Sultan Abdal Mûsâ’nın koltuğuna saplanmış duruyor. Meğer o geyik suretinde

görünen, bu âsitânenin şeyhi Abdal Musa Sultan imiş. Beyzade bu durumu görünce

çok pişman oldu.

Utandı; bir vakit korku ve heyecanından kendine gelemedi. Kendine gelince

hemen Sultanın elini öpüp, ayağına baş koydu, özür diledi, tazarrû ve niyaz eyledi.

Abdal Mûsâ da koltuğunun altındaki oku çıkarıp, Gaybî Beğin önüne koydu ve şöyle

dedi:

—"Dergâhunuzda 'itizar ehline lutf u ihsan kapusı her zaman açukdur. Biz geçtük

suçundan, bir dahi böyle etmeyesün, her gördüğün cana ok atmayasun."

Beyzâde pişmanlık duydu. Aklı başına gelince Abdal Musa'nın hizmetine alınması

için niyâzda bulundu:

—"Sultânın! Bendemizi hizmetünüze lâyık görüp, oğulluğa kabul eyleyün.

Allah'un kudretiyle hizmetünüzü idelüm." Sultan şöyle karşılık verdi:

—"Oğlum! Bu erenler yoluna gitmekliğe mutlak mücerredlik gerekdür. Zîrâ bu

yol, ince, sarp bir yoldur ve bu yolun derd ü belâsı, mihnet ü cefâsı boldur. Halkdan

kendüsine her ne cefâ gelürse sab-reyleye ve cânib-i Hakk'dan ne belâ nazil olırsa

kendüsine ganimet bile, feryâd kılmaya, incinüb me'lûl ve mahzun olmaya. Hakk

Te'âlâ Hazretinün, her işde bir hikmeti vardur. Meselâ dünyâ ve âhiret, cehennem ve

cennet, gice ve gündüz, kış ve yaz, gam ü şâdî, ağlamak ve gülmek, tag ve sahra,

yokuş ve iniş hep birbirinin mukâbilidür. Senün pederün bir (Sancak Begi)dür. O sana

riyâzâtı çekmeğe rızâ virmez. Var imdi pederünden icazet al, ondan sonra bizüm

katumuza gel. Gönlüne de danış ki, sonra peşîmân olmayasun."

Beyzâde:

—"Sultânum! Benüm pederüm sizsünüz. Burada kaldıguma razı olmazsanuz, ben

gayri yire gidemem ve bu âsitâneyi terk itmem. Gelmek var, gitmek ve dönmek yok."

dedi.

Bu müşavereden sonra Abdal, Mûsâ, bir halîfesine buyurdu:

— "Gaybî Bey’in başını tıraş idün."

Bu emir üzerine, onu tarikat usulünce tıraş ettiler, taç ve hırka giydirdiler,

beline kemer bağladılar. Daha sonra âsitâne-i saâdetde yer gösterip, bir posta

oturttular. Gaybî Bey de bu post üzerine çıkıp iki diz üzerine, erkân üzre

oturdu. Fahr libâsını kabul edip, dünyâdan el etek çekti, her şeyden, uzak kalıp

Hakk'a tevekkül kıldı.

Menâkıbnâme'de bundan sonra Gaybî Beg'in babasının Teke Begine Abdal

Musa'yı şikâyet etmesi; Teke Begünin Abdal Musa'yı cezalandırmak üzere

harekete geçmesi ve ölümü anlatılmaktadır:

Beyzâdenin yanında bulunan refâkatçılar, âhtînun arkasın dan yalnız başına

giden Gaybî Beyi kaybetmişlerdi. Dağları, ovaları, sahraları tamâmiyle

aradıkları halde onu bulamamışlardı. Nihayet hizmetkârlardan biri kan izini

takiben âsitâne-i saadete geldi. Kapıdan içeri baktı. Gördü ki, Beyzâde

buradadır. Hemen diğer yol arkadaşlarına durumu haber verdi:

— "Gaybî Beyi burada buldum, gelün, " dedi.

Page 15: KAYGUSUZ ABDAL -  · PDF fileBu mesnevilerde Vahdet-i Vücud anlatılmı, sözün önemi üzerinde durulmu, ilahi ak, nefis, gönül, birlik ve beraberlik konuları ilenmitir. 5

15

Bunun üzerine ne kadar atlı varsa hepsi âsitâne'ye geldiler. Atlarından inip,

âsitâne kapısından meydâna girdiler. Orada Beyzâdeyi gördüler. Beyzâde,

atından ve donundan feragat etmiş, bir post üzerinde oturuyordu. Selâm verip

durumu Gaybî Beyden sordular. Gaybî Bey de, olduğu gibi anlattı. Maiyetinin

tereddüdünü izâle maksadıyla: "Bundan sonra benüm babam Abdal Mûsâ

Sultândur. Siz, Hemen at ve tumanumu alup benden fârig olun!" dedi.

Bunun üzerine maiyeti de bu emre uyarak atını ve elbisele rini alıp; babası

katına geldiler.

— "Gaybî Bey avdan geri dönmedi, gâib oldı, hiç görünmez. Nerede ve ne hâlde

oldugını bilmeyüz" dediler. Zaten merak içinde bulunan 'Alâ'iye Sancağı Beği bu

konuşmaları içeriden duydu. Aklı başından gitti. Durumu tafsilatıyla onlardan

sordu.

— "Hani oğlum Gaybî nice oldı? Sizünle beraber gitmüş idi, neyledünüz?" dedi.

Onlar da Beğzadenin durumunu gördükleri ve Gaybî'den duydukları şekliyle

babasına anlattılar.

'Alâ'iye Sancağı Begi, oğlu Gaybî'nin bir derviş olup, Abdal Mûsâ

Tekkesi'nde kaldığını işitince ciğeri yandı, acısı tepesine çıktı. Hemen yerini

yurdunu bırakıp, oğlunun kurtarılması için ricada bulunmak üzere Teke

Beyi'nin huzuruna geldi. Selâm verdi, yüzünü yerlere sürdü, ağladı. Abdal

Mûsâ hazretlerinden şikâyette bulundu:

— "Bir 'âşık dünyâyı tutdı. Dört-beş yüz adbalı var. Benüm oğlunu dahi efsunlar

idüb alakoymuş! Bana meded eyle! Tut, onun hakkından gel! Bu yüregüme bir su

serpüp bana derman eyle” dedi.

Meğer o esnada Teke Beyinin yanında meşhur bir kimse vardı. Adı Kılağılı

îsâ idi. Bu, bahâdır bir kişiydi. Teke Beyi, nerede bir cenk olsa, dâima onu

gönderirdi. Zira onun beceremediği iş yoktu. Hiçbir kimsenin bitiremediği işi

bu bitirirdi. Kaf Dağı bile olsa o giderdi. Hiçbir kimse ona karşı durup

savaşamazdı. Civânmerd idi. Teke Beyinin en çok güvendiği i timat ettiği bir

kişiydi.

Teke Beği, Abdal Musa'yı getirmesi için en çok güvendiği Kılağılı İsa'yı

katına çağırdı ve şöyle dedi:

— "Var, o Abdal'ı bana tut getür, nice kişidür göreyüm, andan haber sorayum"

dedi.

Bu emri müteakip Kılağılı îsâ, el baş üstüne koyup Saray kapısından çıktı,

hemen atını eğerleyip üzerine bindi ve sür'atle at koşturarak Abdal Mûsâ

Âsitânesi'ne geldi. İçeri girdi. Dervişler onu görünce, hürmetle karşıladılar,

atının başın tutup:

— "Aşağı in de, atımı bagluyalum" dediler. Bunun üzerine Kılağılı îsâ:

— "Ben aşağı inmem, bana tiz haber virün, Abdal Mûsâ Sultân sizün

hanginüzdür? Ana söyleyün gelsün, benümle Teke Begine gidelüm" dedi. Dervişler:

— "Sultân seccadesinde oturup halîfkeleri ile sohbet ider. Sen dahi sözün var ise

içerü meydâna gir, mübarek elüni öp, sonra ne hâcetün var ise huzurunda arz eyle,

dilegüni dile" dediler. Kılağılı îsâ:

—"Söyleyün gelsün! Bana zahmet virmesün, ben atumdan aşağı inmem" dedi.

Sultan, bu karşılıklı konuşmaları işitti ve hemen nida kıldı:

—"Sana kim dirler ve adun nedür?"

Page 16: KAYGUSUZ ABDAL -  · PDF fileBu mesnevilerde Vahdet-i Vücud anlatılmı, sözün önemi üzerinde durulmu, ilahi ak, nefis, gönül, birlik ve beraberlik konuları ilenmitir. 5

16

Kılağılı: 'Bana Kılağılı îsâ dirler" diye cevap verdi. Sultan;

"Hemen edebünle geri dön, geldiğin yola git, biz senün didigün âdem degilüz." dedi.

Kılağılı İsa'ya bu sözler pek hoş gelmedi. Hiddetlendi. Hemen atından aşağı

inip, içeri girerek, Sultânı tutup zorla dışarı çıkarmak ve Teke Beğine götünmek

istedi.

Sağ ayağını üzengiden çıkardı, fakat sol ayağı üzenginin içinde kaldı.

Çıkarmak için uğraşırken, ayağı ile atın karnına tekme vurunca at ürküp dur -

duğu yerden hızla uzaklaştı. Durdurmak mümkün olmadı. At, kapıdan dışarı

çıkıp, öyle koşuyordu ki, ne atı durdurabiliyor, ne de ayağını kurtarabiliyordu.

Çünkü at, yel gibi uçuyordu. Kılağılı îsâ da atın arkasından sürünüp gidiyordu.

Böylece at, Teke İline kadar bu minval üzre vardı, Kılağılı îsâ ise, taştan taşa,

yerden yere çarpıla çarpıla, pâre pâre oldu, baş kol dağılıp ancak üzen gide

takılı bir budu kaldı.

Karşıdan gördüler ki, Kılağılı İsa'nın atı kaçıp gelir, nihayet at bu haliyle

menziline geldi. Ama üzerinde kimse yoktu. Bu ne haldir diye ileri vardılar ve

atı tutup gördüler ki, atın sol üzengisine asılmış bir insan budu var, başka hiç

nesne yok. At ise, koşmaktan kan tere batmıştı. Kılağılı İsa'nın başı, kolu,

gövdesi gitmiş, yalnız bir budu üzengide asılı kalmıştı. Bu hâli hemen Teke

Beğine bildirdiler.

Bunun üzerine Teke Beği melûl ve perişan olup çok hiddetlendi. Zira

Kılağılı îsâ, Teke Beği'nin hem güvenilir bir mas lahatgüzarı, hem de kıymetli

bir cengâveriydi. Durumu etrafına sordu. Herkes ayrı ayrı tahmin yürüttü. Teke

Beği, daha fazla gazaplandı ve bütün adamlarını yanına çağırarak şu emri

verdi:

—"Askerler atlanma binsünler, filân yire azîm bir âteş yaksunlar, o münafığı

âteşde yakayum, temaşa ideyüm" dedi.

Alâiye Sancağı Beği ve bütün askerleri arkasına süvâr olup alemler,

sancaklar kaldırılıp, davul ve zurna çalınıp, munzam süvârler halinde durdular.

Beğ buyurdu:

—"Öncüler önde gidecek âteşi yakacaksunuz. Abdal Mûsâ yanacak; biz de

arkadan geliyoruz" dedi.

Bu durum, Abdal Mûsâ hazretlerine önceden malûm oldu. Oturduğu yerden

"Yâ Allah!" diye bir nâra vurdu. Bu ses üzerine dört-beş yüz mürîdiyle beraber

Abdal Mûsâ semâ ede ede Teke Beğine karşı yürümeğe başladı.

Âsitâne'nin batısında yüksek bir dağ vardı Abdal Mûsâ ve mürîdlerinin

semâ etmesi esnasında bu dağ da hemen onların ardınca yürüdü. Sultan, dağın

yürüdüğünü görünce; ona bakıp mübarek eliyle işaret edip "Dur! Dağum dur!

"dedi ve dağ durdu. Daha sonra Abdal Mûsâ ile taş ve ağaçlar cûşa gelip

Sultan'ın ardınca Teke Beğine doğru yürüdüler. Dur Dağında ne kadar ağaç -

taş varsa hepsi halka halka olup Abdal Mûsâ ile semâ girdiler. Sultan ve

mürîdleri semâ ederek ateşin içine doğru yürüdüler ve ateşi tamamen mahvedip

söndürdüler.

Teke Beği, askeri ile gelirken bu durumu görünce Ç a t a l Derbendi'ne

doğru yürüdü. Askeri de onun ardınca geldiler. Beri taraftan Abdal Mûsâ,

halifeleri ve dervişleri ile semâ ederek ateşi tamâmiyle söndürdükten sonra

Page 17: KAYGUSUZ ABDAL -  · PDF fileBu mesnevilerde Vahdet-i Vücud anlatılmı, sözün önemi üzerinde durulmu, ilahi ak, nefis, gönül, birlik ve beraberlik konuları ilenmitir. 5

17

Tekke'ye doğru yürüdüler. Yolda gelirken, dağdan bir "Kara Canavar"ın

gelmekte olduğunu gördüler. Yaklaşınca, Sultan onu gördü ve

"İşte Teke Beği'nün rûhı" dedi.

Tekke'ye odun getiren B a l t a s ı g e d i k adında bir derviş vardı. Bu

derviş baltasıyla o canavarı vurup öldürdü. Bu esnada Teke Beği de at

üzerinden düşüp ölmüş ve askerleri dört bir yana giderek dağılmıştı.45

Menâkıbnâme'nin bundan sonraki kısmında Gaybî Beğin babasının oğlunu

kendi rızasıyla Abdal Musa'ya teslim edişi anlatılmaktadır:

Teke Beğinin ölümü ve askerlerinin dağılmasını bizzat gö ren Alâiye

Sancağı Beyi, 'bildi ki Sultan Abdal Mûsâ, velayet ve keramet sahib idir. Bu

işlere biraz da kendisinin sebep olduğunu düşünen Sancak Beyi pişman oldu.

Tevbe ve istiğfar eyliyerek

"Varub o er ile buluşalum, mübarek elini öpüp, ayakla rına yüz sürüp,

özür dileyüp kendüsine tâbi olalum" diye düşündü.

Bir müddet sonra, Alâiye Sancağı Beği, üç yüz adamıyla birlikte,

Alâ'iye'den kalkıp, Abdal Mûsâ Sultan'ın âsitânesi'ne mü teveccih hareket etti.

Öte yandan Abdal Mûsâ halîfeleriyle sohbet etmekteydi. Başını kaldırıp

şöyle söyledi:

—"Filân mahalde iki punar çıkdı. Bininden bal ve bininden de yag revân olup

akdi. O punarlardan bal-yağ alup mutfakda bir yire doldurun. Bizim Gaybî'nün babası

Alâiye Sancağı Begi, kendüsine tâbi üç yüz adamıyla gelüp bizümle mülakat olmağa

azm kıldı. Erte bir gün gelürler. Onlan ziyafet idüb konaklık eyliyelüm."

Dervişler, Sultanın dediği yere vardılar. Gördüler ki iki bü yük pınar

çıkmış, birinden bal, diğerinden de yağ-ı safı akmaktadır. Dervişler bundan üç

gün üç gece taşıyıp mutfağı doldurdular. Bu pınarlardan bu nimetler üç gün üç

gece aktı. Duyan herkes gelip bu pınarlardan bal-yağ aldılar. Kaplarını

doldurdular. Dördüncü gün olunca Abdal Mûsâ Sultan;

"Şimdüden sonra punarlardan su aksun!"dedi.

Halifeler ve dervişler;

"Sultanum, bu punarlan koyun, tâ kıyâmete değin böyle bal yağ aksun, nice

kimseler faydalansunlar, size hayır du'â kılsunlar ve hem sizin yâdigannuz olsun"

dediler.

Sultan Abdal Mûsâ,

—"Didigünüz olur, lâkin mîr-î cânibden âdemler gelürler, bizden sonra üzerlerine

nazır olurlar, çok mücâdele olur, fukaraya virmezler." dedi. Sultan 'm dediği gibi,

dördüncü gün vardılar gördüler ki, o pınarlardan bal-yağ yerine su akar. Buna

binâen bu pınarlara

"Bal ve Yağ Çeşmeleri" derler.

Bu taraftan Alâiye Sancağı Beği üç yüz adamıyla Âsitâne kapısına

geldiler. Atlarından aşağı indiler. Sultan'dan destur alıp içeri girdiler. Sultanın

mübarek cemâlini gördüler. Ellerini öpüp ayaklarına yüz sürdüler. Her biri,

önce Sultan'dan özür dilediler ve "Kem bizden, kerem erenlerden; bizüm

eksükligümüze kalmıyasmuz" dediler. Sultan, onların özürlerini kabul ed ip

"Dergahumuzda itizar sahiplerine lutf u ihsan kapıdan açukdur. Hoş geldünüz, safâ

geldünüz" diyerek her birine yer gösterdi.

Page 18: KAYGUSUZ ABDAL -  · PDF fileBu mesnevilerde Vahdet-i Vücud anlatılmı, sözün önemi üzerinde durulmu, ilahi ak, nefis, gönül, birlik ve beraberlik konuları ilenmitir. 5

18

Alâ'iye Beği, maiyeti ile birlikte, Asitâne misafirhanesinde üç gün üç gece

konakladı. Ev sahipleri bunlara büyük ziyafetlerde bulundu, dervişler de

hizmet ettiler.

Gaybî Beğ dahi babasıyla görüştü. Babası onun iki gözle rinden öpüp

nevâziş (gönlünü aldı, okşadı) eyledi ve:

— "Oğlum, fahrün mezîd olsun! Akluna fikrime kurbân olayum. Bu fâni dünyâda

'Akil odur kim bir mürşîd eteğine yapışa, salihler-velîler güruhuna karışa, âhiret de

dahi onlar ile haşr ola!" dedi.

Alâ'iye Sancağı Beği, bu sözleri söyledikten sonra oğlu Gaybî'yi hatır u

safâ, hüsn ü rızâ ile Abdal Mûsâ Sultan hazretlerine teslim edip, onun terbiyesine

bıraktı. Daha sonra Sultan Abdal Musa'dan destur alıp vedâlaştı. Bu vedalaşma

esnasında Gaybî Beğ, Abdal Musa'ya intisabının babası tarafından da hüsn ü rızâ

ile husul bulduğunu görmekten mütevellid, memnuniyetle babasının elini

öperek son oğulluk vazife ve hürmetini gösterdi. Gaybî Beğ, Âsitâne'de kaldı.