64

Click here to load reader

İrfan Mektebi

  • Upload
    asd-asd

  • View
    294

  • Download
    8

Embed Size (px)

DESCRIPTION

İrfan Mektebi

Citation preview

Page 1: İrfan Mektebi

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Sonsuz hamdolsun Rabbimize ki, bizlere ‘kell

lâm’ı ve ‘kalem’i ihsan etti ve bizleri ‘Kelâm’ının manalarını yazan ‘Kalem’e tilmiz eyledi. Yazılmış ve yazılacak; okunmuş ve okunacak harfler adelldince Âlemlerin Rabbine şükürler olsun!

Merhaba!‘İrfan Mektebi’nin ilk sayısı ile huzurlarınızdall

yız; andolsun ki O’nun rızasından başka maksûdullmuz, matlûbumuz yok!

Risâleli Nûr müellifi Bedîüzzaman Hazretllleri şöyle der: “Hâneniz bir küçük Medrese-i Nuriye, bir mekteb-i irfan olsun ki; bu sünnet tam yerine gelsin. Sünnet-i seniyenin meyvesi olan çocuklar âhirette size şefaatçı olsunlar. Dünyada da îman dersini alıp size hakikî evlâd olsunlar.”

İrfan ehli olmak, ârif olmak demektir. Ârif olmak, marifet sahibi olmak demektir. Marifet ilmi ise ilimlerin şâhı, insanlığın en yüksek makamı ve insan karakterinin ulaşabileceği en kâmil noktadır.

Bunun için evlerimizin birer ‘İrfan Mektebi’ olma vakti gelmedi mi?

Bu nazar ve niyetle yola çıktı ‘İrfan Mektebi’: ‘Müfettihu’llEbvâb’ olan Hak Teâlâ, bütün semâvî fermanlarıyla mânen “Yol açık, yola çık!” buyurdu; biz sadece yola çıkmaya azm u cezm ü kasd eylelldik; bu yolda bize isâbet eden her hasenât O’ndan, bütün seyyiât ve kusurlar nefsimizdendir.

İlk sayımızda asıl gâyemize münâsip olması için ‘Tebliğ’ dosyasını hazırladık ve dedik: “Tebliğde sınır yok!” Sınırların manasızlaştığı, dünyanın küllçüldüğü, küçüldükçe dertlerinin büyüdüğü âşikâr bir hakikat.

Hendek Harbi’nde Şam’ın, Bizans’ın, İran’llın fethini müjdeleyen Efendimiz’in ümmetiyiz hamdolsun!

Hendek’te işâret edilen şuur bize Tokyo’ya, Pekin’e, Washington’a, Santa Cruz’a, Santiago’ya, Madrid’e ve Moskova’ya Allah’ın Kelâm’ını ulaştırllmamızı ders veriyor!

Siyah, beyaz, sarı demeden tüm insanlığa ‘iki cihan saadetinin’ anahtarını ulaştırmakla mükellellfiz!

Alışveriş ettiğimiz bakkala, tıraş olduğumuz berbere, âilemize, sınıf ve iş arkadaşımıza, komllşumuza, akrabalarımıza, işverenimize, işçimize,

İRFAN MEKTEBİ �

editö[email protected]

Merhaba!elimizin ulaştığı, sesimizi duyan, dilimizi anlayan herkese… Her hak vâsıtayla, her hak sahibine!

“Sath-ı arz bir mescid, Mekke bir mihrap, Medîne bir minber” cümlesinde tebellür eden cihanşümûl anlayış bize açıkça “Sınır tanıma!” diyor. Bu ‘sınır tanımama’ ameliyesi sadece coğrafyaya münhasır değil elbette; ilmî derinlik olmazsa, manevî techillzât eksik olursa ne ile, kime gidilebilir?

İşte bu derin ve ince meseleyi başta İdris Ferid olmak üzere Dr. Semih Esad Güner, Mustafa Emek, Mustafa Yankın İrfan Mektebi için masaya yatırdılar; hepsine teşekkür ediyoruz.

Bu sayımızda ve daha sonra nasipse ‘İrfan Sohllbetleri’ni Muhammed Çetin ve Osman Aktaş hocalarımızdan okuyacak, derûnî dünyanızda âdetâ beşinci mevsimi yaşayacaksınız.

Uzun seneler Hıristiyanlık mevzusunda çalışllmalar yapan Prof. Halil İbrahim Pirahmed, “Îsâ (as)’ın en büyük müjdesi” başlıklı yazısında, Merhum Ahmet Deedat’ın çalışmalarından da istifade ederek Hıristiyanlığın şu anki durumunu sorguladı ve Îsâ (as)’ın Resûlullah (sav)’i müjdelllemesini doyurucu bir dizi yazı ile îzah ve ispat ediyor; istifadenize sunuyoruz.

16 sayfalık âilelçocuk ekimizi münevver hallnım kardeşlerimiz hazırladı; bu vesileyle şükranlallrımı arzediyorum. İnşâallah önümüzdeki aylarda âilelçocuk ekimiz zenginleşerek genişleyecek. Sizlerin teklif ve desteklerinizle âilecek elinizden düşüremeyeceğiniz bir mecmua hâline gelecek inşâallah.

Bu sayımızı yazılarıyla zenginleştiren tüm yallzarlarımıza şükranlarımı arzediyorum. ‘İrfan Meklltebi’mizi şereflendirdiler; Rabbimiz, tüm yazıları istifâdeye medar, rızâsına vesile kılsın. Âmîn.

Önümüzdeki aylarda hem doyurucu hem câzip köşelerle yine huzurlarınıza çıkacağız. Sizlerllden istirhamımız, duâlarınızı eksik etmemeniz ve İrfan Mektebi’ne yeni talebeler bulmanızdır.

Şimdi sizleri İrfan Mektebi’nin sayfaları arasınllda yolculuğa davet ediyorum. Buyurun, feyziniz bol olsun efendim!

Gayret bizden, tevfîk ve inâyet Âlemlerin Rabbi’ndendir.

A. Cihangir İşbilir

Page 2: İrfan Mektebi

fihrist

� İRFAN MEKTEBİ

Nübüvvetin parlak yolu: ‘Sırât-ı Müstakîm’

“Yâ Rab! Bizi kuvveli akliyenin hikmet mertebesine, kuvveli gadabiyenin şecaat mertebesine, kuvveli şehevillyenin iffet mertebesine hidâyet eyle! İfrat ve tefrit mertellbelerinden bizleri muhafaza eyle!”

“Ölüm en güzel ibrettir evladım!”

O’ndan geldik O’na döneceğiz. Şüphesiz hüküm O’nundur. Ey nûr yüzlü Kemalettin Amca! Mekânın Cennet olsun!

Hayat: Samed aynası

Bir çöldeki taş ile insan arasındaki en mühim fark nedir acaba? Elbette hayat... Çevremize dikkatlice baktığımızda hayatın bu kâinatta temel bir unsur olduğunu görmekteyiz.

Tarihten takdir alabilmek

Ne mutlu o kimselere ki nübüvvet yolunun yolcuları olup da Rablerini razı etmişler; veyl o kimselere ki şecereli zakkum yolunu tutup birkaç dünya lezzeti ile ebedi bir azap kazanmışlardır…

Kırk senelik ömrün bir mahsulü: ‘Niyet’

“Kimin hicreti Allah’a ve Resûlüne ise onun hicreti Allah ve Resûlünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalllığa veya nikâhlanacağı kadına ise onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir.” (Kütübli Sitte, c.16, s.114)

İnsan kader mahkûmu mudur?

İnsan ihtiyar sahibidir. İhtiyar ise, hiçbir dış zorlama olmadan kişinin kendi inanç ve kararına göre en uygununu, en doğrusunu seçip ona yönelmesidir.

�0

��

Îsâ Aleyhisselâm’ın en büyük müjdesi

Meryem oğlu Îsâ: “Ey İsrâil oğulları! Muhakkak ki ben, benden önce (gönderilmiş) olan Tevrât’ı tasdîk edici ve benden sonra gelecek ismi Ahmet olan bir peygamberi müjdeleyici olmak üzere size Allah’ın (gönderdiği) bir peygamberiyim!” demişti. (Saff, 6)

04

07

08

14

�6

Yıl: 1 - Sayı: 1 Aralık 2006

Zilkâde/Zilhicce 1427

İrfan Mektebi Yayıncılık adına sahibi

ÇAĞLAYAN AVCIOĞLU

Genel Yayın Yönetmeni A. CİHANGİR İŞBİLİR

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü GÖKHAN ÖZDEMİR

Yayın Kurulu MUHAMMED ÇETİN

MUHAMMED ALİ ENSÂRÎ İDRİS TÜZÜN MÜNİR SALİH

Tashih TARIK SAYAR

MURAT YILMAZER

San’at Yönetmeni ERDEM KÖYMEN

Fotoğraf Editörü MUSTAFA YILMAZ

Grafik M. AKİF GÜLER

Mizanpaj, Tasarım GAZALİ ÇAKMAK

Teknik Destek ARİF AKTAŞ

FATİH TOLGA ATA

Baskı Yeri FORART Basımevi 0212 501 82 20

Yönetim Yeri Maraşel Fevzi Çakmak Cad.

Mert Yıldırım İşhanı. Kat:3 No:22 Şirinevler / İSTANBUL

© Dergideki yazıların tüm hakları İrfan Mektebi Yayıncılık’a âittir. Kaynak gösterilerek iktibas edilebbbilir. İlanların sorumluluğu ilan sahiplerine âittir.

Abone ve irtibat P.K. 7 - 34290 - K.Çekmece / İST.

+90 505 884 33 49

Web www.irfanmektebi.com

Ebmektub [email protected]

Page 3: İrfan Mektebi

İRFAN MEKTEBİ �

��Hüsn-i hat

Hat, sözün veya ruhta cerellyan eden fikir ve duyguların alfabe ve yazı vasıtaları ile resmedilmesidir.

Sabret yâ Hû!

“Hiçbir kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir nimet verilmemiştir.”

Dünya evinde misafir olmak

İnsan bu dünyada ev sahibi değil misafirdir. Kendisine ikram edilenleri yer, içer, Veren’e şükreder.

Resûlullah (sav)’in dilinden tebliğ

“Sizden kim (dînimize uymayan) bir münker görürse (seyirci kalmayıp) onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse lisanıyllla düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu kadarı îmanın en zayıf mertebesidir.”

Gül kırmızı ve aşk sızı (Şiir)

Sen gittin, hazan düştü bahçemize Sen gittin, tarumar oldu her şey Sen gittin, geriye doyumsuz bir aşk bıraktın bize.

Sil gözyaşlarını baba (Hikâye)

Mücteba sabah kalktığında kendini çok farklı hissediyorlldu. Biraz uykusu var gibiydi; ama içinde başka kıpırtılar koşuşuyordu.

Dikkat! Gazozlarda alkol var!

Bilindiği gibi içki (alkol) tedrici olarak kaldırılmış, nihaî olarak Mâide Sûresinde yasaklanmıştır.

�6

54

�8

5�

Osmanlı mezar taşı kitâbeleri

Osmanlı mezarlıkları ve mezar taşları dün olduğu gibi bugün de herkesin ilgisini çekmektedir. Çünkü bu mezarlıklar, endamlı servileri, rengârenk çiçeklellri ve sanat şâheseri taşlarıyla insana huzur veren mekânlardır.

56

Teknoloji 6� Bulmaca 64

Tebliğde sınır yok!

İslâmî ilimleri bilmeden tebliğ yapmak mümkün değildir, ama yalnızca İslâmî ilimleri bilmek de sağlıklı bir tebliğ için kâfi değildir. Aynı zamanda ‘kime’, ‘neyi’, ‘niçin’, ‘nasıl’ anlatılallcağının da bilinmesi gerekir.

Âilenize tebliğ yapıyor musunuz?

Tarih birçok kahraman kumandanlar ve toplum önünde çok sevilen örnek şahsiyetler görmüştür. Cephede zaferleri kazallnan bu kahramanlar evlerinde ateşten gömlek giyerler.

Tebliğde başarının sırrı: Hisleri iyi bilmek

İnsan eğer adâvet edecekse, kalbindeki adâvete adâvet etmeli, onun izâlesine çalışmalıdır. Hem, en ziyâde insâna zarar veren nefsli emmâreyeve hevâlyı nefse adâvet edip, ıslâhına çalışmalı.

��

42

Terazinin iki kefesi

Bizler amelli sâlihi tercih etmekle mükellefiz. Duâlarımızla, ibâdetlerillmizle, çalışmalarımızla hayırların celbine, tövbe ve istiğfarla ve de her türlü kötülükten Rabbimize sığınmakla şerlerin def’ine çalışmalıyız.

46

49

�5

58

Dosy

a

Page 4: İrfan Mektebi

eygamberimizin (sav) nübüvvetinin delil ve burhanları had ve hesaba gelmez. Onllların hepsini izah etmek hem bizim hadlldimizin fevkindedir hem de böyle bir yazı veya sohbet ile de îzah edilecek bir mesele değildir. Ancak nübüvvetin parlak bir delili olan Resûlli Ekrem (sav) efendimizin güllzel ahlâkı ile Rabbimizden bize getirdiği Kur’ânlı Azîmüşşan ve Hadîsli Şerîflerin nübüvveti ne sûretle ispat ettiklerinden bir nebze bahsetmeye çalışacağız.

Nübüvvetin parlak yolu: ‘Sırât-ı Müstakîm’

Muhammed ÇETİN [email protected]

4 İRFAN MEKTEBİ

Nübüvvetin parlak yolu: ‘Sırât-ı Müstakîm’

Fâtiha’da “Bizi dosdoğru yola hidâyet eyle!” dediğimizde Allah’tan şunu istiyoruz: “Yâ Rab! Bizi kuvve-i akliyenin hikmet mertebesine, kuvve-i gadabiyenin şecaat mertebesi--ne, kuvve-i şeheviyenin iffet mertebesine hidâyet eyle! İfrat ve tefrit mertebelerinden bizleri muhafaza eyle!”

Page 5: İrfan Mektebi

sahip çıkmamak, mukaddesâtına, ırz ve nallmusuna hakaret edildiği halde onları mülldafaa etmemektir. Haddli vasatı ‘şecaat’tir. Yani cesaret sahibi olup başkasının hakkına hukukuna tecavüz edip zarar vermediği gibi kendi hakkına hukukuna sahip çıkıp hakkıllnı kimseye çiğnettirmemektir. Bu şecaati de en güzel ve en mükemmel bir şekilde hayatlarına tatbik eden başta ‘şehidler’dir.

Kuvve-i şeheviyenin de ifrat mertellbesi ‘fücur’dur. Yani Allah’tan korkmayıp, insanlardan sıkılmayıp, fuhşiyat başta olmak üzere haramları günahları alenen, açıktan işlemektir. Tefrit mertebesi ise ‘humut’lltur. Yani haramları işlemediği gibi helâl dâiresinden dâhî istifâde etmemektir. Âdeta bitkisel bir hayat yaşamaktır. Haddli vasalltı ise ‘iffet’tir. Yani namuslu olarak bütün âzâlarını, hisler ve duygularını başta fuhşiyat olarak haramlardan muhafaza edip helâl dâlliresinde yaşamaktır. Zâten, “Helâl dâiresi geniştir, keyfe kâfidir; harama girme-lye hiç lüzum yoktur.” Bu mertebeyi en başta kendi hayatlarına tatbik eden, başkalallrına da güzel örnek olan sâlih insanlardır.

Bu noktada baktığımızda hikmet, şellcaat ve iffeti harfiyen kendi hayatına tatbik edip, ifrat ve tefritten; cerbeze ve aklı kullllanmamak; zulüm ve korkaklık; fücur ve humuttan tertemiz olarak en mükemmel bir şekilde hayatını devam ettiren, dost ve düşmanın ittifakıyla Muhammedli Arabî (sav)’dir. İşte böyle bir Zât’ın yaptıklarının, yaşadıklarının, sözlerinin ve hareketlerillnin her birisi, nevli beşere, insanlara birer model hükmüne geçmeye lâyık iken, îmân eden ve ümmetinden olan gâfillerin onun sünnetine ehemmiyet vermemelerinin vellyahut sünnetini bozmak isteyenlerin ne kalldar bedbaht ve fenâ olduklarını divaneler de anlar.

Demek ki Fâtiha’da “Bizi dosdoğru yola hidâyet eyle!” dediğimizde Allah’tan şunu istiyoruz: “Ya Rabb! Bizi kuvve-i akliyenin hikmet mertebesine, kuvve-i gadabiyenin şecaat mertebesine, kuvve-i şeheviyenin iffet mertebesine hidâyet eyle! İfrat ve tefrit mer--tebelerinden bizleri muhafaza eyle!”

İşte “Emrolunduğun gibi istikamet bul!” bir cihette “Hikmet, şecaat ve iffet--

Resûlullah (sav)’in güzel ahlâkını dost ve düşman ittifakla kabul etmişlerdir. Hatta en büyük düşmanları olan Mekke müşrikllleri, başta Ebû Cehil olmak üzere Ona Mullhammedü’llEmîn demişlerdir.

Allah ise, Kur’ânlı Azîmüşşan’da, “(Ha--bîbim Ya Muhammed) sen azîm (büyük) bir ahlâk üzeresin” diye ferman eder. Sahih rivayetlerde de Hazreti ‘Âişeli Sıddıka (ra) gibi seçkin sahabeler, Hazreti Peygamber (sav)’i tarif ettikleri zaman “Hulukuhü’l-Kur’ân” diye tarif ediyorlardı.

Kur’ân’ın beyan ettiği güzel ahlâkın misâli ve bütün güzel ahlâkı yaşayarak gösllteren Hazreti Muhammed (sav)’dir. Ve o güzelliği herkesten evvel, bizzat yaşayan ve fıtraten o mehâsin üzerine yaratılan odur. Hem Fâtihali Şerîfe’de ‘sırât-ı müstakîm’ diye tâbir edilen dosdoğru yolda giden ve o yolda gidebilecek fıtrat üzere yaratılan en başta Peygamberimiz (sav)’dir.

İSTİKAMET ÜZERE OLMANIN MÂNÂSI

Bedîüzzaman Hazretleri, ‘sırâtlı müslltakîm’i, İşâratü’l Î’caz’da ve Otuzuncu Söz’de ve On Birinci Lem’a’da şöyle îzâh etmiştir: İnsanda kuvve-i akliye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i şeheviye olmak üzere üç duygu vardır. Hayvanlardaki gibi bunlllara bir hudut tâyin edilmemiştir. Bu kuvllvelerin her birisinin üçer mertebesi vardır; ifrat (ileri gitmek), tefrit (geride kalmak) ve haddli vasat (normalini yaşamak)tır.

Kuvve-i akliyenin ifrat mertebesi ‘cerbeze’dir. Yani bâtılı, yanlışı doğru gibi göstermeye çalışmaktır; bu bir safsatadan ibârettir. Tefriti ‘gabâvet’tir. Yani doğrullyu bulmak için aklı kullanmamaktır, bu da bir mantıksızlıktan ibarettir. Haddli vasatı ise ‘hikmet’tir. Yani her işin ve her fikrin doğrusunu hikmetlisini yararlısını bulup ona göre yaşamaktır. Bu hikmet mertebellsini de en mükemmel şekilde yaşayan en başta peygamberlerdir.

Kuvve-i gadabiyenin ifrat mertebesi ‘tehevvür’dür. Yani başkasına saldırmak, hak ve hukuk tanımamaktır; bu bir zulümden ibârettir. Tefrit mertebesi ise ‘cebânet’tir. Yani korkudan dolayı hakkına hukukuna

İRFAN MEKTEBİ 5

“Helâl dâiresi geniştir, keyfe kâfidir; harama girmeye hiç lü--zum yoktur.”

Nübüvvetin parlak yolu: ‘Sırât-ı Müstakîm’

Page 6: İrfan Mektebi

6 İRFAN MEKTEBİ

le yaşayınız!” demektir. Bu hakikati bize emrediyor. Hatta katiyetle şunu diyebiliriz: İslâmiyet, hikmet, şecaat ve iffet demeklltir. İslâmiyet’e inanıp kabul etmek, bunları kabul etmek demektir; Yani zulüm etmellmek, cinayet işlememek, başkasının ırzına namusuna el uzatmamak, fâiz yememek, ne insanların ne de Allah’ın hukukuna tecavüz etmemek demektir. İslâmiyet’i istememek ise, bütün bu menfî şeyleri kabul ediyorum demek mânâsına gelir.

KUR’ÂN, ZAMAN GEÇTİKÇE TAZELEŞİYOR

Esasında Kur’ân ve Hadîsli Şerîfler Peygamberimiz (sav)’in nübüvvetini ispat için yeter ve artar delilleri ihtiva etmektelldir. Çünkü tarihe bakıyoruz, araştırıyoruz ve görüyoruz ki, bir bilim adamının, fikir ehlinin Kur’ân ve Hadîs’ten ders almadan yazdığı kitaplar ve o kitapların içindeki bilgilerin birçoğu sekiz on sene geçtikten sonra geçerliliğini kaybediyor, yanlış oldullğu ortaya çıkıyor. Hatta dünyanın en zekî, en dâhî insanları kabul edilen Eflâtun, Arisllto, Sokrat vs. gibilerin, yazdıkları kitapların üzerinden ellilyüz sene geçtikten sonra, neredeyse bu kitapların yüzde doksanı gellçerliliğini kaybedip yanlış oldukları ortaya çıkıyor.

Hâlbuki Kur’ân ve Hadîsli Şerîfler için bu kaide geçerli değildir. Kur’ân’ın 6666 âyetillnin, aynı zamanda İmam Ahmed Bin Hamllbel, bir milyon Hadîsli Şerîf’i rivâyet ettiğillne göre, milyonu geçen Hadîsli Şerif’lerin üzerinden bin dört yüz küsur sene geçmellsine rağmen bir tek âyetin veya bir tek halldîsin geçerliliğini kaybetmemesi, yanlış olllduğu tespit edilmemesi, daima hakkâniyet ve doğruluk üzerinde gitmeleri âyetlerin hem lafzı hem mânâsı Allah’tan olduğuna ve Hadîsli Şerif’lerin dahi mânâ itibârîyllle Allah’tan geldiğine bir delildir. Demek Hazreti Muhammed (sav) hevâlyı nefsiyle konuşmuyor. Kesinlikle onu Allah konuştullruyor; O da konuşuyor. İşte bu durum Kur’ânlı Hakîm’llin Allah’ın kelâmı olduğunu Hadîsli Şerîf’lerin mânâsının da Allah’tan geldiğini isbât

ediyor. Eğer bunlar bir insan fikrinin nellticesi olsaydı, insanların yazdıklarında hata ve yanlışlar olduğu gibi bunlarda da birçok hata ve yanlış bulunacaktı. Mâdem ellilyüz sene değil bin dört yüz sene üzerlerinden geçtiği halde bunlar geçerliliklerini kayllbetmiyorlar; Demek onlar Allah tarafından Hazreti Muhammed (sav) vâsıtasıyla bize geliyorlar.

Bedîüzzaman Hazretleri’nin dediği gibi “Zaman ihtiyarlandıkça Kur’ân genç-lleşiyor, tevazzuh ediyor (daha iyi an-llaşılıyor).” Evet, nasıl ki insanlar doğuyor, büyüyor, ihtiyarlanıyor onların fikirleri ve bilgileri de onlar gibi ihtiyarlanıyor. Öyle de insanların sanatları tecrübeler neticesinllde kemâle doğru gidiyor. İnsanların ilk yaplltıkları bir cihazın modeli ile son yaptıkları aynı cihazın modeli ve mükemmelliği bir olmuyor. Bu da insanın âcizliğini ve eksikllliğini ifade ediyor. Bu kural Cenâblı Hak için geçerli değildir; İlk yaptığı sanat ile son yaptığı sanat arasında mükemmellik noktallsında bir fark yoktur. Çünkü Allah sonsuz İlim, Hikmet ve Kudret sahibidir. İlk yallrattığını en son ve en mükemmel model ile yaratıyor. Onun için sanatı arasında bir model değişikliği olmuyor. Aynen öyle de Allah, İslâmiyet’i ve Kur‘ân’ın hükümlerini ilk olarak indirirken en son mükemmellikle indirmiştir. Zaman geçtikçe Kur’ân ve İslâllmiyet’in hükümleri de gençleşiyor. Allah’ın hükümlerinde bir değişiklik söz konusu olllmadığı gibi, onlara uymak saadet ve selâmet vesîlesidir. Onlara muhalefette ise şekâvet ve ebedî azap vardır.

Demek hadîslerin ve âyetlerin hakkâllniyetleri aynı zamanda onları bize getiren Habîbli Rabbü’l Âlemîn’in de sıdkına ve nübüvvetine en kuvvetli bir delildir.

Allah hepimizi sırâtlı müstakîme hidâyet eyleyip rızâsına mazhar eylesin. Âmîn.

İrfan dolu bir sohbet

“Zaman ihtiyarlandıkça

Kur’ân gençleşiyor,

tevazzuh ediyor (daha iyi

anlaşılıyor).”

6 İRFAN MEKTEBİAZİZ KAYIŞOĞLU

Page 7: İrfan Mektebi

edildi. Bense bir mezar taşının kenarında ağlıyordum, öleceğim ve gömüleceğim günü düşünerek!

Omuzlarımdan tutan ellerin desteğiyle kalktım. Baktım ki Osman beni teselli etllmek istiyor. “Allah! Allah!” dedim, kendi kendime ve “Dedesi vefat eden o, teselliye muhtaç olan benim! Ne garip şey!” diye düşündüm. Osman, o mûnis sesiyle başladı ölümü anlatmaya: “Ölüm… Önü zahmet, arkası rahmet… Rahmet bunun neresinde mi? Âlemler Sultanı’na kavuşma kapısıdır ölüm. İncil’in Ahmed’i (sav), Tevrat’ın Ahllyed’i (sav), Kur’ân’ın Muhammed’i (sav) etrafında milyonlarla evliyalar olduğu hâlde bizi bekliyor. Âhirete göçmüş, bütün sevlldiklerimiz bizi bekliyor. Onlara kavuşmaklltır ölüm.’’ Gözlerim faltaşı gibi açılmıştı.

Neredeyse nefes bile almadan onu dinledim. Daha sonra uzun uzun anlattı Osman’llım. Îmanı, nûru, îmandan gelen kuvveti ve huzuru…

O’ndan geldik O’na döllneceğiz. Şüphesiz hüküm O’nundur. Ey nûr yüzlü Kemalettin Amca! Mekânın Cennet olsun!

O gece rüyamda Kemalllettin Amca’yı gördüm. O mütebessim haliyle şunları söyledi: “Ölüm en güzel ibrettir evlâdım. İbretini al, îmana sarıl! Îmanla yaşa ki âkıbetin hayır olsun! Âmîn.”

Âkıbetimiz hayır olsun inşallah! Âmîn.

sman’ı düşündüm. Ne çok severdi dedesillni. Çocuk yıkılmıştır herhalde. Abdest alıp cenazeye gitmek lazım…

Yağmur altında kılınan bir cenaze nallmazı, duâlar ve tekbirler. “İyi bilirdik! İyi bilirdik! İyi bilirdik!” Ne güzel gerçekten iyi bilinmek…

Büyükçe bir kabristana girdik; mezar taşlarının arasında yürüyoruz. Her yer çallmur, sanki toprak bizi de almak istiyor içine. Yeni kazılmış mezarlar… Bir gün buradan tabut içinde geçmek ne kadar acı geliyor insana! Bir an için kurtulmak istedim bu düşünceden. Hiç de hoşuma gitmedi ölüm, soğuk ve yağmurlu bir günde!

İmam efendi ve cemaat hazır. Cenaze kabre indirilecek! Osllman, yanında inmek ve cenazeyi yerleştirmek için birini ararken yemyeşil gözleriyle beni buldu. Daha önce hiç yapmadığım bir şey, ama “Hayır!” diyemedim! Beraber indik kabre. Yukarlldan naaşı uzattılar. Boyun ve diz kısmından şeritle bağlanmış, bembeyaz kefeniyle Kemalettin Amca! Yağmur damlaları saçlallrımı, gözyaşlarım yüzümü yıllkarken, elimdeki o soğuk vücut sanki vücudumdaki bütün kanı çekip almıştı. Hareket edemez hâle geldim! Soğuk ve kaskatı bir ceset ellerimde! Ancak besllmele çekebildim. Zorlzahmet cenazeyi yerleştirdik, dışarı çıklltık. Süratle üzeri örtüldü, duâlar

“Ölüm en güzel ibrettir evlâdım!”

Kerem GÜNDOĞAR

“Allah rahmet eylesin evladım! Mekânı Cennet olsun. İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn. Kemalettin Amca vefat etmiş oğlum. Osman aradı az önce. Atalar’da öğle namazından sonra namazı kılınıp, Bü--yükbakkalköy Kabristanı’na defnedilecekmiş. Allah rahmet eylesin! Nûr yüzlü bir adamcağızdı. Sabah

namazından sonra duâda kapamış gözlerini…”

İRFAN MEKTEBİ 7

“Ölüm en güzel ibrettir evladım!”

MUSTAFA YILMAZ

Page 8: İrfan Mektebi

ir çöldeki taş ile insan arasındaki en mühim fark nedir acaba? Elbette hayat... Çevremillze dikkatlice baktığımızda hayatın bu kâillnatta temel bir unsur olduğunu görmektellyiz. Hayat hakikati o kadar parlak ve zahir ki inkar edilmesi mümkün değildir. Öyle ki en basit maddelerden dahi çok harika ve sallnatlı canlıların var edildiğine şahit olmaktallyız. Bir şeyin çokça yapılması, o şeyde çok mühim gayeler gözetildiğini bildirdiği gibi, hayatın bu şekilde yaygın olarak bulunllması onun da büyük bir vazifesi olduğunu bildirir.

Hayat: Samed aynası

Dr. Ali CERRAHOĞLU

Yeryüzündeki ışıkları takip etsek bizi güneşe götürdüğü gibi, yeryüzündeki hayat hakikati anlaşılıp takip edilse, onun sanatkarı olan Zât’ı, bütün sıfatları ile bize buldurur ve Samediyet’ini anlamamızı sağlar.

Hayat hakikati pek çok sıfatların tecellisine mazhar çok geniş özelliklere sahip bir ayna hükmündedir. Nasıl ki bir cihazın özelliklerinin fazlalığı nispetinde ihtiyaç duyulan şeylerin artması gibi, hayat da bu

geniş özelliğinden dolayı, o nispette pek çok şeylere muhtaçtır. Bu özelliği, hayatı Samediyet’in en geniş aynası yapmıştır.

Hayat: Samed aynası

8 İRFAN MEKTEBİ

Page 9: İrfan Mektebi

Hayat hakikati bu cihetle pek çok sıfatllların tecellisine mazhar çok geniş özelliklllere sahip bir ayna hükmündedir. Nasıl ki bir cihazın özelliklerinin fazlalığı nispetinde ihtiyaç duyulan şeylerin artması gibi, hayat da bu geniş özelliğinden dolayı, o nispette pek çok şeylere muhtaçtır. Bu özelliği hallyatı Samediyet’in en geniş aynası yapmıştır. Allah Samed’dir. Yani hiçbir şeye muhtaç olmadığı gibi her şey her şeyinde O’na muhtaçtır. İşte hayat bu geniş özelliği ile Cenâblı Hakk’ın ekser isim, sıfat ve şuunâlltının tecellisine vesile olmakta ve o nisbette Samediyet’e aynadarlık yapmaktadır. Yazın şiddetli sıcağı altında, bir çöldeki taş ile yine aynı çölde aç, susuz ve bineksiz kalmış bir insanın Samediyet’e aynadarlığının farkı, ancak hayat ile zevk edilebilir.

İşte yeryüzündeki ışıkları takip etsek bizi güneşe götürdüğü gibi, yeryüzündeki hayat hakikati anlaşılıp takip edilse, onun sanatkarı olan Zât’ı, bütün sıfatları ile bize buldurur ve Samediyet’ini anlamamızı sağlllar. Gündüz ortasında güneşi bulamamak ne büyük bir bedbahtlık ise, hayatı görüp de onun güneşi olan Şemsli Ezeliyi bulllamamak ondan bin defa daha büyük bir bedbahtlıktır.

Evet güneşe baktığımızda, onu bize bildiren ve tanıttıran en parlak şeyin onun ışığı olduğunu görmekteyiz. Yeryüzünde yayılmış olan ışık uzantılarından hangisini takip etsek bizi güneşe götürür. Bununllla birlikte güneş ışığının başka bir özelliği daha var ki, o da tek bir ışık gibi görünllmesine rağmen, aslında yedi rengi ihtiva ettiğini bilmekteyiz. Yani aynada yansıyan ışıkta bu yedi renk de beraber yansır. Ancak bir prizmadan ışığı geçirmekle veya ışığın varlıklar üzerine düşmesiyle o renkleri fark edebiliyoruz.

Hayat da öyle bir hakikattir ki pek çok sıfatı içine almıştır. Hayat tecellisi ile birlikte pek çok sıfat da tecelli eder. Hayat ile tecelli eden bu sıfatları anlamamız için bir prizmalldan geçirmek gerekmektedir. İşte hayatın canlılarda tecelli etmesi ve bize görünmesi adeta ışığın prizmadan geçmesi gibi berallberindeki sıfatların ortaya çıkmasına hizmet etmektedir. Yani bir hayat sahibinde görllme, işitme, dokunma, tat alma gibi duygulllar hayat hakikatindeki sıfatların bu şekilde inkişafı olduğu gibi, yine sevmek, tefekkür etmek, anlamak, şefkat etmek, memnun olllmak gibi hissiyat dahi diğer birçok sıfatların tecellileridir.

Hayat da öyle bir hakikattir ki pek çok sıfatı içine almıştır. Hayat tecellisi ile birlikte pek çok sıfat da tecelli eder.

Hayat: Samed aynası

İRFAN MEKTEBİ 9

Page 10: İrfan Mektebi

nsanlık tarihi, ibretler manzumesidir. Eğer ona dikkatle bakılırsa farklı cümlelerle başlllayıp benzer kafiyelerle bittiği görülecektir. Biz insanlar günübirlik yaşamaktan ziyade geçmiş zamanın Hâdiselerine bakarak ve onlardan çıkartılması lazım gelen yaşanlltı, düşünce ve hareket tarzlarını tazallüm

Tarihten takdir alabilmekKudret YAZIR

�0 İRFAN MEKTEBİ

Onlara manevi zincirlerle bağlanmış olanlar ne kazanacak--lar dersiniz? Hem dünya saadeti hem bütün lezâizi ile cennet ve bütün lezzetlerin fevkinde olan ru’yetullaha mazhar olmak gibi âlî bir makama nâil olacaklardır.

ÖMER KAPUKAYA

Tarihten takdir alabilmek

Page 11: İrfan Mektebi

beşeriyete birer ‘urvetü’llvüska’ ve birer ‘hablü’llmetin’ olmuşlar. Onlara manevi zincirlerle bağlanmış olanlar ne kazanacaklllar dersiniz? Hem dünya saadeti hem bütün lezâizi ile cennet ve bütün lezzetlerin fevllkinde olan ru’yetullaha mazhar olmak gibi âlî bir makama nâil olacaklardır.

O müthiş ‘Şecereli Zakkum’u temsil edenler ise afaki âlemde şeytan ve desiseleri, enfüsi âlemde ise nefis ve bitmek bilmeyen arzulara giriftar olmuşlardır. Bu iki düşman ise, perde arkasından dünya sahnesine nemllrutları, şeddatları, sanemleri, firavunları ve her dönemde ehlli hakka muarız olan kâfirllleri, müşrikleri çıkarmış onları ehlli imana karşı kukla olarak kullanmışlardır. Onlar ki bütün beşeriyetin etrafını zehirli lezzetlerle süsleyip iptalli his nev’indeki gençliklerinin ellerinden gitmesiyle dünyada hem kendilllerinin hem başka insanların karın ağrılarıllna gark olmalarına ve ahirette ise şekavetli ebediyelerine sebep olmuşlardır.

Onlara ihtiyarlarıyla sefih birer asker olmuş olanlar ne kazandılar dersiniz? Hem dünyada felaket hem ahirette helaket hem de en büyük nimetten mahrumiyet!

İşte, tarih, ondan hakikati veya şekallveti görmek ve ders almak için bakanların önündeki iki yol ve o iki yolun neticeleri bunlardır.

Ne mutlu o kimselere ki nübüvvet yolllunun yolcuları olup da Rablerini razı etllmişler; veyl o kimselere ki şecereli zakkum yolunu tutup birkaç dünya lezzeti ile ebedi bir azap kazanmışlardır…

ederek istikbalimize yön versek daha isabetli ve esefsiz bir hayatımızın olacağı muhakkaktır.

Bir kısım tarihçiler, tarihi düz bir çizllgiye benzetmekten ziyade spiral bir çizgiye benzetmişlerdir. Çünkü onlara göre zaman değişse de, imkân ve teknoloji ilerlese de, sahnedeki dünyalıların isimleri, unvanlallrı farklılık gösterse de, ferdin hayatındaki nefsin sefih arzularına uymak veya vicdanın sesine kulak vermek hakikati değişmemeklltedir. İçtimaî hayatta ise toplumların birllbirlerini tahakküm altına almak veya kendi istiklâliyetlerini temin etmek hakikati hep aynı kalmaktadır.

Bu hal ise, dünyanın, kuruluşundan bu zamana ve kıyamete kadar aynı hakikat üzerinde durduğunu ve duracağını gösterllmektedir.

Bu durum Üstad Bedîüzzaman Hazllretlerine göre hakikatte şöyledir: Zamanlı Âdemden beri âlemli insaniyetin etrafına dal budak salan nuranî bir ‘Şecereli Tûbâ’ ile müthiş bir ‘Şecereli Zakkum’un çekirlldeğidir.

O nuranî ‘Şecereli Tûbâ’yı temsil eden başta yüz yirmi dört bini bulan peygamllberler silsilesidir. O nuranî silsilenin hem çekirdeği hem de meyvesi olan Resûlli Ekrem (sav) ve onun maddi ve manevi ahllfadından olan evliyalar, asfiyalar, imamlar, müçtehidînler silsilesi ise o nuranî şecereli tûbânın kıyamete kadar gelecek insanların hidayet membaları, berrak hayat kaynakları olmuşlar ve olacaklardır. Onlar ki bütün

İRFAN MEKTEBİ ��

Tarihten takdir alabilmek

Page 12: İrfan Mektebi

slâmiyet’in en ziyade ehemmiyet verdiği meselelerden birisi niyettir.

Niyet: Azmetmek, bir şeyi kastetmek, kalben tasdik etmek istemek manalarına gelllir. İlmin üçte biri veya dörtte birini niyetin teşkil ettiğini âlimler söylemektedirler.

Bütün ameller kıymetini niyete göre kazandığı için âlimler eserlerine niyetle ilgillli Hadîslerle başlamayı âdet edinmişlerdir.

İbâdetlerin ibâdet olabilmesi için niyete muhtaç iken bazen niyet tek başına ibâdet olur.

Kırk senelik ömrün bir mahsulü:

‘Niyet’

Muhlis AYDINLI “Niyette öyle bir hâsiyet vardır ki, seyyiatı hasenata ve hasenatı sey--yiata tahvil eder. Demek, niyet bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlâstır. Öyleyse, necat, halâs, ancak ihlâs--ladır. İşte bu hâsiyete binaendir ki, az bir zamanda çok ameller husule gelir. Buna binaendir ki, az bir ömürde Cennet, bütün lezâiz ve mehâsiniyle kazanılır. Ve niyetle insan daimî bir şâkir olur, şükür sevabını kazanır.” (Mesnevî-i Nûriye, s.58)

“Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyle ise kimin hicreti Allah’a ve Resûlüne ise onun hicreti Allah ve Resûlünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlanacağı

kadına ise onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir.” (Kütüb-i Sitte, c.16, s.114)

�� İRFAN MEKTEBİ

Kırk senelik ömrün bir mahsulü: ‘Niyet’

İ

Page 13: İrfan Mektebi

o padişah, o biçarenin o büyük ve küllî niyetini ve arzusunu, en büyük bir hediye gibi kabul eder.

Aynen bu misaller gibi bütün varlığa zâllbitlik eden ve hayvânat ve nebâtâta kumanlldanlık yapan ve yaratılanlara halifelik etmellye müsait olan ve kendi hususî âleminde kendini herkese vekil telâkki eden insanın, bütün varlığın ibâdetlerini ve yardım tallleplerini kendi namına Mâbûdlı Zülcelâl’e takdim etmesidir külli niyet.

Veya âciz bir kul, namazında “Ettahiyllyâtü lillâh” der. Yani, “Bütün mahlûkatın hayatlarıyla Sana takdim ettikleri kulluk helldiyelerini, ben kendi hesabıma, umumunu Sana takdim ediyorum. Eğer elimden gelllseydi, onlar kadar tahiyyeler Sana takdim edecektim. Hem Sen onlara, hem daha fazlllasına lâyıksın.” demektir külli niyet.

Veya

لوقاتك يع م سبحانك بميع تسبيحات جيع مصنوعاتك و بالسنة ج

diyerek, bütün mevcudatı kendi hesabına söylettirmektir külli niyet.

Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm bullyurdular ki:

“Ameller niyetlere göredir. Herkese nillyet ettiği şey vardır. Öyle ise kimin hicreti Allah’a ve Resûlüne ise onun hicreti Allllah ve Resûlünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlanacağı kadına ise onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir.” (Kütübli Sitte, c.16, s.114)

Bu konu hakkında Bedîüzzaman Said Nursî Hazretleri şöyle demektedir:

“Bu niyet meselesi, benim kırk senelik ömrümün bir mahsulüdür. Evet, niyet öyle bir hâsiyete mâliktir ki, âdetleri, hareketlellri ibâdete çeviren pek acîb bir iksir ve bir mayadır.

Ve kezâ niyet ölü ve meyyit olan hâllletleri ihya eden ve canlı, hayatlı ibâdetlere çeviren bir ruhtur.

Ve kezâ niyette öyle bir hâsiyet varlldır ki, seyyiatı hasenata ve hasenatı seyyiata tahvil eder. Demek, niyet bir ruhtur. O rullhun ruhu da ihlâstır. Öyleyse, necat, halâs, ancak ihlâsladır. İşte bu hâsiyete binaendir ki, az bir zamanda çok ameller husule gelir. Buna binaendir ki, az bir ömürde Cennet, bütün lezâiz ve mehâsiniyle kazanılır. Ve niyetle insan daimî bir şâkir olur, şükür sellvabını kazanır.” (Mesnevîli Nûriye, s.58)

Demek niyet bir iksir, bir maya, bir ruhtur.

KÜLLÎ NİYET

İnsan ‘küllî niyet’ sayesinde daimî zâkir ve şâkir ve âbid olabilir. Küllî niyet adeta bir komutanın kendi neferlerinin yapmış oldullğu bütün hizmetleri kendi namına padişallhına takdim etmesidir. Veya bir adam, beş kuruş kıymetinde bir hediye ile padişahın huzuruna girer. Ve görür ki, her biri milllyonlara değer hediyeler, makbul ve büyük adamlardan gelmiş, orada dizilmiş. Onun kalbine gelir: “Benim hediyem hiçtir, ne yapayım?”

Birden der: “Ey seyllyidim! Ey padişahım! Bütün şu kıymetli hedillyeleri kendi namıma sana takdim ediyorum. Çünllkü sen onlara lâyıksın. Eğer benim iktidarım olllsaydı, bunların bir mislini sana hediye ederdim.”

İşte, hiç ihtiyacı olllmayan ve halkının sadallkat ve hürmetlerindeki dereceye alâmet olarak hediyelerini kabul eden

İRFAN MEKTEBİ ��

Kırk senelik ömrün bir mahsulü: ‘Niyet’

“Evet, niyet öyle bir hâsiyete mâliktir ki, âdet--leri, hareketleri ibâdete çeviren pek acîb bir iksir ve bir mayadır.” Bedîüzzaman Hazretleri

Page 14: İrfan Mektebi

nsan ihtiyar sahibidir. İhtiyar ise, hiçbir dış zorlama olmadan kişinin kendi inanç ve kararına göre en uygununu, en iyisini, en doğrusunu seçip ona yönelmesidir. İhtiyarıllnı kullanan kimseye ‘muhtar’ denir. Muhlltarın manası, iki şeyi inceleyip aralarında bir karşılaştırma yapan ve iki şeyin gerçekte veya kendince hayırlısını, bir zorlama olllmaksızın, irade eden (seçen) kişiyi anlatır.

Herkes ihtiyarını hisseder. Mesela insan, kalbin çalışması, kanın temizlenmesi, hücllrelerin büyümesi, çoğalması, ölmesi gibi fiiller ile; yemek, içmek, konuşmak, yürüllmek gibi fiillerini mukayese etse, ızdırârî ve ihtiyarî fiilleri farkeder ve kendi ihtiyarını hisseder.

Risâleli Nûr külliyatından Kader Risâlell

“Kader üzerine ince bir mütâlâa”

İnsan kader mahkûmu mudur?

Ahmed YAVUZ si’nde (26.Söz, Tılsımlar Mecmûası) “Kader, ilim nev’indendir. İlim, ma’luma tabi’dir. Ya’ni nasıl olacak öyle taalluk ediyor. Yoksa malum ilme tabi’ değildir” denilir. “Kader ilim nev’indendir” ifadesinde, kaderin billlmek/bilgi olduğunu; yapmakta, yaratmakta, icatta esas olmadığını anlıyoruz.

Sonraki “İlim, maluma tabi’dir” cümlllesi ise, bilmek ve bilgi olan kaderin, ma’lumla ilişkisini nazara veriyor. Şöyle ki; İlim, bilmek/bilgi manasına gelir. Malllûm ise bilinen manasına gelir. Madem, “İrâdeli Külliyeli İlâhiye, İrâdeli Cüziye’’ye nâzırdır. Yani Allah (c.c.), abdin ef’âlli ihtiyariyesini (seçme hürriyetini) irade ve icad için, kendi iradesine basit bir şart ve sebep kılmıştır.

Demek insanlar, itibari olan ihtiyallri fiillerini nasıl işleyeceklerse, Cenâblı Hak ezelde öyle bilmiş ve takdir etmiştir.

Hem bilmek başka, yapmak başkadır. Yani bilmek, yapmak demek değildir. Mesela Peygamberimiz (sav) İstanbul’un fethini müjdelemiştir, bilmiştir. Ama fetih fiilini Fatih Sultan Mehmed işlediği için

Fâtih ünvanını o almıştır.

14 İRFAN MEKTEBİ

İnsan kader mahkûmu mudur?

TAHSİN KIVANÇ

Page 15: İrfan Mektebi

BİLMEK BAŞKA, YAPMAK BAŞKADIR

“Mâlûm ilme tâbi değildir” cümlesinllde verilen ders ise, malum (kulların itiballri fiil ve amelleri), kaderde öyle yazıldığı için oluyor, demek değildir. Çünkü ilmli ilâhînin bir ünvanı olan kader, bizim iradi fiillerimizle müessir değildir. Yani ilim sıfalltı, bizim fiillerimizi icad etmez ve hâdisellleri meydana getirmez. Belki varlıkları ve hâdiseleri bilmek, ilim olur. Hem bilmek başka, yapmak başkadır. Yani bilmek, yapllmak demek değildir. Mesela Peygamberillmiz (sav) İstanbul’un fethini müjdelemişlltir, bilmiştir. Ama fetih fiili Fatih Sultan Mehmed’e müyesser olduğu için, Fâtih ünllvanını o almıştır. Demek ki fâil olmak için, o olayı bilmek yetmiyor bilâkis iradesiyle o fiili tercih etmek, eyleme dökmek gerekillyor. Demek ki biliplyazmak, kimseyi bir işi yapmaya zorlamaz ve o fiil üzerinde zorlallyıcı bir etki oluşturmaz. Mesela biz mektup yazmayı biliyoruz. Fakat bilmemiz, mektullbu vücuda getirmiyor.

Hulâsa olarak, biz ma’lumu, kadere isllnad edersek; ilim nevinden olan kadere, yapmak, yaratmak manasını yükleriz ki bu, kudretin eseridir. Bu da ilmin esası değillldir. Demek bizim hakkımızdaki takdir, ilim nev’indendir. İlim de yaratmada, yapmada esas ve müessir olmadığından bizim itibari olan ihtiyari fiillerimize tesir etmez. Allah (c.c.), insanın amellerini ve fiillerini bilir, ama ihtiyarını sarf eden ve onları işleyen insandır. Sevab da, günah da ona âittir.

O halde malum (seçme hürriyeti) nasıl bir keyfiyet üzre olursa, ilim onu bilir. Yani işlediğimiz bütün itibari olan ihtiyari fiilleri Cenâblı Hakk’ın ezeli ilmiyle bilmesi, ilim; işlediğimiz itibari fiiller ise, malumdur.

Madem Cenâblı Hak olacak şeylellri, olacağından dolayı biliyor. Bu durumllda bizim ihtiyarımızdan neşet eden isteğe bağlı fiillerimiz olacak ki bizim hakkımızda sevap ve ikab tahakkuk etsin. Mesela Astllronomiye vâkıf bir zât, gelecek falan gün ve dakikada güneş veya ay tutulacak, diye şimdiden haber verir. Fakat ay ve güneş, bu zâtın, bu sûretle bilmesinden dolayı tutulllmaz. Belki ay ve güneşin tutulması, bu zâtın bilgisine sebeptir. Aynen bunun gibi Cenâblı Hakk’ın bizden sudur eden itibari olan ihtiyari ef’âlimizi bilmesi, bizi o fiile zorlllamaz. Çünkü ilim, yaratmada müessir ve esas değildir. Demek ki, Cenâblı Hak geçmişi, geleceği ve şimdiki zamanı bir anda kucaklayan ilmiyle, bizim ihtiyarıllmızla yaptığımız, yapmakta olduğumuz ve yapacağımız fiilleri, ezelden bilir.

Yani Cenâblı Hak olacak şeyleri olallcağından dolayı bilir. Yoksa bildiği için o şeyler vücuda gelmez. Cenâblı Hak bir şey hakkında kulum böyle böyle yapacak diye yazmıştır. Yoksa şöyle şöyle yapsın diye yazmamıştır.

Gerçi, işin aslında itibari irademiz (seçme hürriyetimiz) de Cenâblı Hakk’ın elindedir. İsteseydi, bize irademizi de kullandırmazdı zira meşietli ilahiye esasdır. Cenâblı Hak dilemezse hiçbir şey olmaz. Ancak şu dünya bir imtihan olduğu için bizim irademize Cellnâblı Hak karışmıyor, bizi serbest bırakmış.

İRFAN MEKTEBİ �5

İnsan kader mahkûmu mudur?

Cenâb-ı Hak olacak şeyleri ola--cağından dolayı bilir. Yoksa bil--diği için o şeyler vücuda gelmez. Cenâb-ı Hak bir şey hakkında böyle olacak diye yazmıştır. Yoksa şöyle şöyle olsun diye yazma--mıştır.

Page 16: İrfan Mektebi

ani Meryem oğlu Îsâ: “Ey İsrâil oğulları! Muhakkak ki ben, benden önce (göndellrilmiş) olan Tevrât’ı tasdîk edici ve benden sonra gelecek ismi Ahmet olan bir peygamllberi müjdeleyici olmak üzere size Allah’ın (gönderdiği) bir peygamberiyim!” demişti. (61: 6)

Îsâ aleyhisselâm’ın en büyük müjdesi

Prof. Dr. Halil İbrahim PİRAHMED [email protected]

Gerçekten de bir tercüme problemi var, yani isimlerin tercüme edildiğini, ilaveten Îsâ Aleyhisselâmın Yunanca konuşmadığı (Grekçe) gerçeğini lütfen unutmayalım. Paraklet’in okunuşunun öyle veya böyle

olmanın ötesinde (her iki mana da Peygamberimiz (sav)’e bakmaktadır esasında), Îsâ (as) ne dediği önemli, çünkü Îsâ (as) ne Yunanca ne de İngilizce ne de Türkçe konuştu, Onun lisânı İbraniceydi.

�6 İRFAN MEKTEBİ

Îsâ Aleyhisselâm’ın en büyük müjdesi

Kur’ânlı Kerîm’de, Sûreli Saff 6. âyetllte, Cenâbı Hak Îsâ Aleyhisselâm’ın Peyllgamberimiz (sav)’i ismiyle müjdelediğini haber vermektedir. (Âyetle ilgili Risâleli Nûr’da geçen veciz tahlil ve kutsal kitapta geçen yerler dipnotta verilmiştir.) Bu âyette geçen her bir ifadenin tek tek doğrulandıllğı ehli kitabın Yeni Ahit’ten gösterilebilir. Fakat bir ehli kitap mensubu ile karşılaşıllldığında, yukarıdaki âyet ve izahını (ezberll

Page 17: İrfan Mektebi

(as)’a, ‘Jesus!, Jesus!’ diye seslensek, dönüp bakmaz bile, çünkü hayatında bu ismi hiç duymadı.” Başka önemli bir misâl, İbrallnicesi mevcut olan Eski Ahit’te Ezgiler Ezgisi’inde (Süleymanın İlahileri) (5: 16), “Muhammedim” İbranicesinde geçmeklltedir. Bu dahi tercüme edilerek, İngilizcesi ‘Altogether lovely’, ‘Tepeden tırnağa güzel’ diye tercüme edilmiştir. Bu anlamıyla dahi Peygamberimize (sav) baktığı bize göre aşikârdır.

Bu mevzuda Îsâ (as) muhataplarına şöyllle diyor: “Bana, ‘Yâ Rab, yâ Rab! ’ diye seslenen herkes Göklerin Egemenliği’ne girmeyecek. Ancak göklerdeki Babam’ın isteğini yerine getiren girecektir. O gün birçokları bana diyecek ki, ‘Ya Râb, yâ Rab! Biz senin adınla peygamberlik etmelldik mi? Senin adınla cinler kovmadık mı? Senin adınla birçok mucize yapmadık mı? ‘O zaman ben de onlara açıkça, ‘Sizi hiç tanımadım, uzak durun benden, ey kötülük yapanlar! ’ diyeceğim. ” (Matta, 7: 21–23) Bu mesajın muhatabı kim acaba? Mademki orijinal İbranice ifadeye sahip değiller öyle ise bir tahlil yapma zarureti var.

AHMED DEEDAT’IN İSPATI

Aşağıdaki bilgiler, Ahmed Deedat’ın, Allah rahmet etsin, kırk yılı aşkın ehli killtabın üniversitesinde, sair üniversitelerde halka açık ehli kitap otoriteleriyle on binllleri bulan Müslüman olmayan dinleyicilellre sunduğu bu beşâretle alâkadar tahlillellrinin ana hatlarıdır (kısmen tercümedir). İlgili İngilizce referanslar yazının sonunda verilecektir. Bu yazıyı dikkatle okuyarak yukarıdaki âyeti ve îzahı lütfen ezberleyelim çünkü iyice daralan dünyada mutlaka ehli kitapla karşılaşacağız ve bu mesajın ulaşması gerekmektedir yoksa onların (misyonerlellrin) fütursuz konuşmalarına muhatap olullnacaktır. Buradaki tahlilden sonra Hıristillyanların delilden yoksun, onların sadece programlandıkları görülecektir. Onların ezberini/programlanmışlığını bozmak bize düşmektedir, bu gerçekten de çok kolaylldır. Verilen referansları lütfen Eski ve Yeni Ahitten kontrol edelim, bu şüphe ettiğiniz için değil, çünkü verilenler o kadar şaşırtıcı ki, belki abartıyor zehabına kapılabilirsiniz.

lemek suretiyle) sunabiliriz. Vereceği tepki umumiyetle: “Hayır benim kitabımda ne Muhammed ne Ahmed var!” şeklindedir.

Türkçe hazırlanan ‘İncil’ internet sayllfasında şöyle denilmektedir: “Hıristiyanlallrı ve Müslümanları aynı çelişkiye düşüren tüm yanlış anlama İncili tercüme eden kişilllerin ‘teselli edici veya yardımcı’ anlamında kullandıkları paraklet sözcüğünün yazılış ve okunuşundan gelmektedir. Biz bu sözü paraklet olarak mı yoksa periklit olarak mı okuyacağız? ”

“Müslümanlar orijinal Yeni (Ahit) Anlllaşma’nın Grekçe yazıldığını çok iyi billlmektedirler (doğrusu çok kimse bilmez! H.İ.Pirahmet). Grekçe dilindeki ‘periklet’ kelimesi ‘yüce, göksel, methedilmiş’ anlllamlarına gelirken; İncil’de kullanılan asıl sözcükse ‘teselli edici, avutucu, savunullcu’ anlamlarına gelmektedir. Bu nedenle, Müslümanlar Kur’ân’daki (61: 6) bu sureye dayanarak, İncil’de (Yuh. 14: 16 ve 16: 7) geleceği bildirilen kişinin kendi peygamberllleri olduğunu ileri sürmektedirler. Çünkü yukarıdaki Kur’ân âyetinde geçen Arapça sözcük ‘Ahmed’ Muhammed’in adlarından biridir ve övülmüş, medhedilmiş anlamına gelmektedir.”

Gerçekten de bir tercüme problemi var, yani isimlerin tercüme edildiğini, ilaveten Îsâ Aleyhisselâmın Yunanca konuşmadığı (Grekçe) gerçeğini lütfen unutmayalım. Paraklet’in okunuşunun öyle veya böyle olmanın ötesinde (her iki mana da Peygamllberimiz (sav)’e bakmaktadır esasında), Îsâ (as) ne dediği önemli, çünkü Îsâ (as) ne Yullnanca ne de İngilizce ne de Türkçe konuşlltu, Onun lisânı İbraniceydi. İki bin lisâna tercüme edilen Kutsal Kitap’ta, Hıristiyanllların dehası iki bin defa farklı tercümeyi bir isim için gerçekleştirmişlerdir: Yunancada Paraklit/Periklet; Türkçede, Yardımcı/Tesellici/medh edilmiş; İngilizcede Comllforter/Advocate ve Arapçada Muazzî gibi farklı isimler verilmiştir. Ahmed Deedat’ın incelemesine göre, bu isimlerde oynama o dereceye gelmiş ki Îsâ (as) (ve başka peyllgamberlerin) isimlerine İbranicede olmallyan ‘J’ harfi konarak mesela Îsâ Jesus haline gelmiş. Deedat, “Eğer ikinci gelişinde Îsâ

İRFAN MEKTEBİ �7

“Eğer ikinci gelişinde Îsâ (as)’a, ‘Jesus!, Jesus!’ diye seslensek, dönüp bakmaz bile, çünkü hayatında bu ismi hiç duymadı.” Ahmed Deedat

Îsâ Aleyhisselâm’ın en büyük müjdesi

Page 18: İrfan Mektebi

Îsâ Aleyhisselâm’ın en büyük müjdesi

Ruhtur” der (oraya sonradan yerleştirildiği belli olan bu ifade aslında parantez içinde olmalıydı). Bu Kutsal Ruh, İngilizcesi Holy Ghost (Kutsal Hayalet anlamına gelen), teslllis akidelerinde olan üç şahıstan ikincililâhlşahıs. Bu beşâretin gerçekten Holy Ghost olması mümkün mü? Yukarda teklif ettikllleri testin ışığında tahlil edelim…

KUTSAL RUH: KUTSAL PEYGAMBER

Ahmed Deedat, “Hiçbir Kutsal Kitap âlimi Parakliti Holy Ghost’la eşitlememişlltir” der. Ayrıca bu Kutsal Ruh’un peyllgambere eşdeğer anlamı kitaplarında kullllanılmaktadır. Yuhanna iki mektub daha yazmıştır orda: “Sevgili kardeşlerim, her ruha inanmayın. Tanrı’dan olup olmadıklllarını anlamak için ruhları sınayın. Çünkü birçok sahte peygamber dünyanın her tarallfına yayılmıştır. (Yuhanna Mektup 1.4: 1) Yanlış Ruh, yanlış peygamber; doğru ruh doğru peygamber anlamında kullandığı göllrülmektedir. Aynı ölçü Matta 7: 13’de tekllrarlanmaktadır.

Aziz Yuhanna bizi muğlak bırakmıyallrak bir test teklif eder: “Îsâ Mesih’in bellden alıp bu dünyaya geldiğini kabul eden her ruh Tanrı’dandır. Tanrı’nın Ruhunu bununla tanıyacaksınız. Îsâ’yı kabul etmellyen hiçbir ruh Tanrı’dan değildir. Böylesi, Mesihlkarşıtının ruhudur.” (Yuhanna 1. Mektup 4: 2l3) Ruhu peygamber olarak tanımlamıştı Yuhanna yukarda, dolayısıyla Tanrının Ruhu: Tanrının Peygamberi dellmek istiyor.

Gidip yerinde onları görmek gerçekten farklı bir tecrübe, ilaveten sizde daha kalıcı etki yapacaktır.

Hıristiyanlığı tanıtan Türkçe bir sitede şöyle davranmamız istenmektedir: “Pek çok Müslüman, Kitabı (İncil’i) açıp Yuh 16: 7 ile birlikte bu âyeti (Sûreli Saff: 6) okur ve Kitab’ı kapatır. Onların kavrayallmadıkları husus Kitabın bir bölümünü alıp diğer yerleri görmezlikten gelmenin çok sakıncalı olduğudur. Bir okuyucu gerçekllten de samimi bir şekilde ilgileniyorsa kenlldi amacına uygun olan âyetleri veya tümllceleri okumadan önce bölümün tümüne bakmalıdır.”

Açıkça Müslümanları kavramamakla suçlamaktalar (aşağıda nasıl Îsâ (as) onları kavrama noktasında suçladığı görüleceklltir!), hâlbuki İslâm âlimleri dikkatle incellleyerek bu beşâretlerin birçok veçhiyle gerçekleştiğini göstermişlerdir. Fakat kenlldileri bu âyetleri hiç okuyorlar mı acaba? Teklif ettikleri bu yolu gerçekten de Ahllmed Deedat takip edip mükemmel tahllliller yaparak bu beşâreti ispatlamaktadır. Öyle kitabın yarısını almak ve mevzu dışı konuşmak sadece kendilerine mahsustur (bunu dahi ispatlıyor). Yuhanna’da “Ama Baba’nın benim adımla göndereceği Yarlldımcı, Kutsal Ruh, size her şeyi öğretellcek, bütün söylediklerimi size hatırlatacak. (Yuhanna 14: 26)” Bu âyetin bütününe döneceğiz. Bahsinde bulunduğumuz ‘Yarlldımcının’ mademki İbranice orijinaline sahip değiliz, o halde kim bu yardımcı? Hıristiyanlar tereddüt etmeden “Bu Kutsal

�8 İRFAN MEKTEBİ

Page 19: İrfan Mektebi

den (as) yardım ister. Hâlbuki İbrahim (as) öleli ne kadar olmuş (Îsâ (as)’a göre fakat yaşamakta). Sonunda İbrahim (as) yardım (veya en azından dünyaya dönüp arkadaşlallrını uyarmak) isteyene hitaben: “İbrahim, ‘Onlarda Mûsâ’nın ve peygamberlerin sözllleri var, onları dinlesinler.’ demiş.” Îsâ (as) 1300 sene sonra “Benîlİsrail peygamberleri âhirete gitmelerine rağmen, onların irşatları bizlerle beraberdir” diyor.

Yine Hıristiyan internet sitesinde geçen, “Sonsuza dek sizinle kalacak”, ibaresinllde sonsuz Muhammed’e uymuyor iddiası böylece halloldu. Fakat bapta geçen “size” ile kastın, hemen Îsâ (as) ümmetine oldullğu 600 sene sonra gelecek kimseye olmalldığını söylüyorlar. Hâlbuki teşbihlerle dolu bir Şark kitabını batılı kafasıyla, kelimenin zahiri anlamıyla yorumluyorlar. Ahmed Deedat’ın cevabı şu şekilde: “Dünyanın başladığından, bin yıllar geçene dek ortaya çıkmayan Kutsal Kitaptaki ihbarların tevilllinde Hıristiyanlar hiç zorluk görmüyorlar. Meselâ Petrus’un ikinci hutbesinde zamallnındaki Yahudilere hitaben: ‘Mûsâ şöyle demişti: ‘Tanrınız Rab size, kendi kardeşlellrinizin arasından benim gibi bir peygamber çıkaracak. O’nun size söyleyeceği her sözü dinleyin. O peygamberi dinlemeyen herkes Tanrı’nın halkından koparılıp yok edilellcektir.’ (Elç. 3: 22l23)

Buradaki ‘Sana’, ‘Size’, ‘Sizlerin’ (Eski Ahit Yasa. 18: 18) Mûsâ (as) kendi ümmelltine hitaben demesine rağmen, Petrus bullnun 1300 sene sonra kendilerine baktığını söylüyordu. Ayrıca İncil yazarları benzer

Evet, Îsâ (as) Kur’ânda 25 defa geçllmekte, annesi övülmekte ve kendisi Mellsih, Rûhullah gibi sıfatlarla anılmakta. Bu gün Müslümanlar Hıristiyanların ispatlamallsına gerek duymadan onun yüce bir peyllgamber olduğuna, mucizevî doğumuna ve ölüyü dirilttiğine inanırlar, vakıa modern Hıristiyanların çoğu bunları ret etmekteler. (Kur’ân 3: 45)

HZ. MUHAMMED (SAV): ÖTEKİ YARDIMCI

“Ben de Baba’dan dileyeceğim ve O, sonsuza dek sizinle birlikte olsun diye size başka bir Yardımcı, Gerçeğin Ruhunu vellrecek.” (Yuhanna 14: 16)

Burada yine Hıristiyanlar ilk Yardımcı için Îsâ (as) diyorlar, öyle ise öteki Yardımllcı da onun gibi biri olması icap etmez mi? Yani yiyecek içecek yorulacak üzülecek vb. Ayrıca burada Yardımcının sonsuza dek sillzinle kalacak deniyor. Îsâ (as) ölümlü oldullğuna göre ötekinin de öyle olması gerekellmez mi? İnsanoğlunun hepsi ölümlü değil mi? Ruh gerçekten ölmez fakat bedenden ayrılırken ölümü tadar. Burada ki Yardımllcı ebedî bizimle kalacak. Evet, bütün Yarlldımcılar getirdiği çağrılarla yanımızda değil mi? Mûsâ, Îsâ ve Muhammed Aleyhimüsllselâmlar irşatlarıyla yanımızdalar. Bu benim meseleyi açıklamak için orijinal yorumum değil diyor Ahmed Deedat. Luka 16. bapllta ‘Dilenci ile Zengin Adam’ hikâyesini Îsâ (as) şöyle anlatıyor: Zengin ve dilenci vefat edince biri cehennemi diğeri cenneti yallşar. Ceheneme gidecek olan kişi İbrahim’ll

İRFAN MEKTEBİ 19

Îsâ Aleyhisselâm’ın en büyük müjdesi

Page 20: İrfan Mektebi

Îsâ Aleyhisselâm’ın en büyük müjdesi

Evet, buradaki Tesellici (Yardımcı) kellsinlikle Holy Ghost değildir. Gelecek Yarlldımcı şarta bağlıdır: “Gitmeliyim yoksa O gelmez eğer gidersem Onu gönderirim.” Kutsal kitaplarında o kadar çok vâkıa var ki Îsâ (as) doğumundan ve ayrılışından sonra Holy Ghost’un çok defa geliş gidişi vardır (aşağıda Kutsal Ruh, Holy Ghost olarak okunmalı).

“O, Rab’bin gözünde büyük olacak. Hiç şarap ve içki içmeyecek; daha annesinin rahmindeyken Kutsal Ruh’la (Holy Ghost) dolacak.” (Luka 1: 15) (Yahya (as) için)

“Elizabet Meryem’in selamını duyunca rahmindeki çocuk hopladı. Kutsal Ruh’la (Holy Ghost) dolan Elizabet, yüksek sesllle şöyle dedi…” (Luka 1: 41l42) (Yahya (as)’ın validesi)

Yukarıdaki kısımlar Holy Ghost’un Îsâ (as)’ın doğumundan önce geldiğini göstellriyor. Îsâ (as) mûcizelerini Holy Ghost’un yardımıyla yaptığını da anlatıyor. Fakat zamanındaki Yahudiler ona yardım edenin Şeytan olduğunu söyleyince, Îsâ (as) bu iddianın en büyük küfür olduğunu şöyle ifade ediyor: “İnsanların ettiği her günah, her küfür bağışlanacak, ama Kutsal Ruh’a (Holy Ghost) yapılan küfür bağışlanmayallcak.” (Matta 12: 31)

Evet, Kutsal Kitap âlimi olmaya gerek kalmadan Îsâ (as)’a yadım edenin Holy Ghost olduğu anlaşılıyor. Ayrıca havarilellre de misyonerliklerinde yardım eden yine odur. Hâlâ şüphe varsa şu ibareyi de okullyabiliriz: “Îsâ yine onlara, ‘Size esenlik olllsun!’ dedi. ‘Baba beni gönderdiği gibi, ben de sizi gönderiyorum.’ Bunu söyledikten sonra onların üzerine üfleyerek, ‘Kutsal Ruh’u (Holy Ghost) alın! ’ dedi.” (Yuhanllna 20: 21l22)

Bu herhalde boş bir vaat değildi. Demek ki havariler, Yahya (as) ve başkaları Holy Ghost’la beraberdi. Ahmed Deedat burada bize bir ricada bulunur. Mısırlı Kıpti bayallna Arapça Yuhanna 16: 7 yi anlattığı zaman hissettiği manevî zevki anlatamayacağını ve bizim de kendi seçeceğimiz bir iki lisânda bu babı iyice hazmederek anlatmanın İslâllm’ın hayrına olacağını söylüyor.

ihbaratı Îsâ (as)’ın ağzıyla aktarırlar ki 2000 yıldır hâlâ gerçekleşmesi beklenmektedir. Bir örnek yeter: ‘Bir kentte size zulmettiklllerinde ötekine kaçın. Size doğrusunu söyllleyeyim, İnsanoğlu (Îsâ (as)) gelinceye dek İsrailin tüm kentlerini dolaşmış olmayacakllsınız.’ (Matta 10: 23)

Hatırlarsak ilk Hıristiyanlar durmadan zulümden kaçtılar ve misyonerler bu iki bin yıldır yerine gelmeyen haber için hiçbir anormal durum görmezler. Hâlbuki Allah onları 600 sene sonra Paraklit, Yardımllcı veya Övülmüş Ahmed (sav)’i gönderdi. Evet, Allah’a bu son Resûlünü kabul edellrek şükranınızı göstermek zamanı geldi.”

YARDIMCININ/PARAKLİTİN GELİŞİ ŞARTLARA BAĞLI

“Amma ben, size hakkı söylüyollrum. Benim gittiğim, size fâidelidir. Zira ben gitmeyince, tesellîci size gelmez.” (Yuhanna 16: 7)

�0 İRFAN MEKTEBİ

Ahmed Deedat (1918l2005) Dünya çapında yaptığı davet çalışmaları ile bilinen

Güney Afrikalı düşünce adamı Şeyh Ahmed Hüsellyin Deedat, 1996 yılında Avustralya’ya yaptığı tebliğ amaçlı ziyaretinden kısa bir süre sonra yatağa düştü. Felç olunca gözleri hariç vücudunun hiçbir yerini hallreket ettiremez oldu. Ancak bu durum bile onu tebliğ çalışmalarından alıkoymadı.

Özellikle 1980’li yıllarda Batı insanına dönük tebliğ ve davet çalışmaları sonucunda binlerce insanının İslllâm ile şereflenmesine vesile olmuştur.

Getirdiği yaklaşımlar ve açıklamalar ile misyonerlellrin tüm propaganda çalışmalarını boşa çıkarıp, Afrika, Avrupa, Asya ve Amerika’daki insanların kalplerine hitap ediyordu. Kaynak: ahmed-deedat.co.za

“Amma ben, size hakkı söy--

lüyorum. Benim gittiğim, size

fâidelidir. Zira ben gitmeyince,

tesellîci size gelmez.”

(Yuhanna 16:7)

Page 21: İrfan Mektebi

basitçe tekrar tekrar anlatıyor ve sonunda kızarak: “Siz de mi hâlâ anlamıyorsunuz? diye sordu Îsâ” (Matta 15:16) artık onlara dayanamayarak: “Îsâ şöyle karşılık verdi: ‘Ey îmânsız ve sapmış kuşak! Sizinle daha

ne kadar kalıp size katlanacağım?” (Luka 9: 41) Kendi akrabaları dahi onu anlamamış ve aklını kaçırmış zan etll

mişler: “Yakınları bunu duyunca, ‘Aklllını kaçırmış’ diyerek O’nu almaya geldilller.” (Markus 3:21) Ahmed Deedat diyor

ki: “Eğer Îsâ (as) Japon olsaydı bütün bu olanlara karşı Harakiri yapardı.” Kenlldi ümmeti dahi Îsâ (as)’ı kabul etmelldi: “Kendi yurduna geldi, ama kendi halkı onu kabul etmedi.” (Yuhanna 1:11) Havarileri onu terk ettiler, on iki seçilmiş havarileri ki, “Annem ve Kardeşlerim!” (Markus 3: 4) diye çağırdıklarının durumu nasıldı?

Prof. Momeririe o taklit edilmeyen ifadesiyle: “Hemen yanındaki havarilell

ri onu ve işlerini daima yanlış anlıyorlarlldı: Göklerden ateş getirmesini istediler; onun Yahudilere kendini kral ilan etmesini istediler; krallığında onun sağına ve soluna oturmak istemişlerdi; Allah’ı dünya gözüyle onlara göstermesini istediler; Onun büyük planına uymayacak her şeyi yapmasını istelldiler. Ve sonuna kadar ona böyle davrandılllar. O vakit (krallığın ilanı) geldiğinde hepsi onu terk etti (çarmıha gerilme hâdisesi önllcesi).” (Sayed Amir Spirit of Islam, s.31)

Îsâ (as)’ın kendi ümmetini seçme durumu yoktu ve hiçbir ümmet onun gibi peygamberini yüzüstü bırakmadı: “Öğrenllcilerinin yanına vardığında onları uyumuş buldu. Petrus’a, ‘Demek benimle birlikte bir saat uyanık kalamadınız!’ … Ruh isteklllidir fakat beden güçsüzdür.” (Matta: 26: 40–41) Gerçektende Îsâ (as), kendinden sonra gelecek olan “Gerçeğin Ruhu’na” emaneti bırakacaktı.

DEVAM EDECEK…

KAYNAKLAR:

1l Ahmed Deedat, What the Bible says about Muhummed (pbuh), Kutsal kitap Muhammed (sav) hakkında ne diyor?

2l Ahmed Deedat, Muhammed (pbuh) the Natullral succesor to Chirst, Mesihin (as) Tabii Halefi: Mullhammed (sav)

“DEMEK BENİMLE BİRLİKTE BİR SAAT UYANIK KALAMADINIZ!”

Yuhanna 16.bap oldukça şümullüdür ve açıkça Îsâ (as) halefinin kim olacağını çözllmektedir; burada denilmektedir ki: “Size daha çok söyleyeceklerim var, ama şimdi bunlara dayanamazsınız” (Yuhanna 16: 12) Bu bap ve hemen devamındaki “Çok söyllleyeceklerim var”, “Bütün hakikatlere (her gerçeğe)” meselesini bağlıyacağız.

Şimdi “Bunlara dayanamazsınız. ” Yeni Ahitin her tarafında bu cümlenin işaretillni buluruz. “Ey îmânı kıt olanlar, neden korkuyorsunuz? (Matta: 8: 26) Ve Petrusa hitaben: “Îsâ hemen elini uzatıp onu tutlltu. Ona, ‘Ey îmânı kıt adam, neden kuşllkuya düştün? ’ dedi. (Matta 14: 31) Yine Havarilerine hitaben: “Bunun farkında olan Îsâ şöyle dedi: ‘Ey îmânı kıt olanlar! Ekmeğiniz yok diye aranızda ne konuşup duruyorsunuz?” (Matta:16:8) Yahudilerin kararsızlıkları karşısında her şeyi o kadar

İRFAN MEKTEBİ ��

Îsâ Aleyhisselâm’ın en büyük müjdesi

Page 22: İrfan Mektebi

at, sözün veya ruhta cereyan eden fikir ve duyguların alfabe ve yazı vasıtaları ile resllmedilmesidir. Zihinde latîf bir halde bulullnan mânânın vücudu için kesîf bir mahalle yani kâğıt, mürekkep, harf ve kelimelere ihtiyaç vardır. Sesler sözlerin, sözler zihinllde var olan, idrâk olunan bir mânânın, his ve hayallerimizin ifadesidir. Söz ve yazı her ikisi de hayal, his ve idrâk sahasında doğan bir mânâyı açıklar. Ancak söz dinleyenin idrâki ile sınırlı kalırken, yazı hem dinlellyenin hem de uzakta bulunan kimselerin ve gelecek nesillerin his ve akıllarına kadar uzanır. Şüphesiz ki medeniyetler de yazıyllla devredilen bu ilim ve kültür mirasının üzerinde yükselir.

“Yazmak, çizmek, kazmak, alâmet koymak” anlamındaki Arapça hatt masdallrından türeyen ve “yazı, çizgi, çığır, yol” gibi manalara gelen hat kelimesi (çoğulu hutut, ahtat) terim olarak “Arap yazısını

Hüsn-i hat

Yusuf BİLEN

Hz. Peygamber (sav)’in bizzat belirttiği bazı kaideler bilinmektedir. Mesela, Hz Muâviye (ra)’a hitaben şöyle diyor: “Ey Muâviye, divitine lika koy, kalemini eğri kes, bâ’yı uzat, sin’i fark

ettir, mim’i köreltme, Lafzatullahı güzel yaz, er-Rahmân’ı uzat, er-Rahîm’i güzel yaz, kalemini sol kulağına koy ki, kolay hatırlayıp alasın.”

�� İRFAN MEKTEBİ

Hüsn-i hat

TEZHİB: TEVÂFUKLU KUR’ÂN-I KERÎM, HAYRÂT NEŞRİYAT“Nûn. Kaleme ve yazmakta oldukları şeylere yemîn olsun!” Kalem Sûresi, 1

Page 23: İrfan Mektebi

bir sanat dalı olmuştur. Hz. Peygamber (sav)’in bizzat belirttiği bazı kaideler bilinllmektedir. Mesela, Hz Muâviye (ra)’a hitallben şöyle diyor: “Ey Muâviye, divitine lika koy, kalemini eğri kes, bâ’yı uzat, sin’i fark ettir, mim’i köreltme, Lafzatullahı güzel yaz, erlRahmân’ı uzat, erlRahîm’i güzel yaz, kalemini sol kulağına koy ki, kolay halltırlayıp alasın.”

Başta Kur’ânlı Kerîm olmak üzere, Hadîsli Şerîfler, hikmetli sözler, şiirler aşkllla, şevkle hüsnli hat zarfında ibâdet kastıyla yazılmıştır. Zamanla Mushaflarda, cüzlerde, levhalarda, murakkaalarda, mimarî eserlerllde yüksek bediî (estetik) kıymeti hâiz şâhellserler vücûda gelmiştir.

BİR HATTATIN EN BÜYÜK ARZUSU: KUR’ÂN YAZMAK

Hat sanatında harflerin anatomisi, kelimelerin, cümlelerin, istiflerin veya çok farklı kompozisyonların esâsı, kaynağı her zaman İslâm Kültür ve Medeniyeti ve buna bağlı olarak hayata bakış felsefesi olmuştur. Zaten bütün İslâm sanatları tevhîd akîdesi çerçevesinde şekillenmiş ve âdetâ hepsini bir âhenk içinde telakkî etmek mümkün olmuştur.

Hattatların en büyük arzusu bir Kur’ânlı Kerîm yazmaktır. Çünkü Kur’ân’ın lafzı gibi yazısı da kudsî bir karaktere sahiptir.

estetik ölçülere bağlı kalarak güzel bir şekilllde yazma sanatı” (hüsnü’llhat, hüsnli hat) anlamında kullanılmıştır. Bazı kaynaklarda ise; “Cismânî aletlerle meydana getirilen ruhânî bir hendesedir.” şeklinde tarif edilllen hat sanatı, bu tarife uygun bir estetik çerçevesinde yüzyıllar boyunca gelişerek süregelmiştir. Hat, sanatkârın elindeki kallmış kalem ve ona can olan is mürekkebinin iş birliğiyle kâğıt, deri vb. yazı malzemesi üzerinde ortaya konur.

İslâm dinini kabul eden hemen hemen bütün kavimlerin dinî bir gayretle benimllsediği Arap yazısı, hicretten birkaç asır sonllra İslâm Ümmeti’nin ortak değeri haline gelmiş, aslı ve başlangıcı için doğru olan “Arap hattı” sözü zamanla “İslâm hattı” vasfını kazanmıştır. Arap yazı sisteminde harflerin çoğu kelimenin başına, ortasına ve sonuna gelişine göre yapı değişikliğine uğrar. Harflerin birbirleriyle bitiştiklerinde kazandıkları görünüş zenginliği, aynı kelllime veya cümlenin çeşitli kompozisyonlllarda yazılabilme imkânı, hat sanatında da aranılan sonsuzluk ve yenilik kapısını açık tutmuştur.

Vahiy kâtiplerinden başlayarak günüllmüze kadar Kur’ânlı Kerîm’i en güzel bir tarzda yazmak gayret ve titizliğiyle ortaya çıkan hat sanatı, zamanla kendine mahsus kâideleri olan ve müstakil değerlendirilen

İRFAN MEKTEBİ ��

Hüsn-i hat

ERDEM KÖYM

EN

Hüsn-i hat bazı kaynak--larda “Cis--mânî aletlerle meydana getirilen ruhânî bir hendesedir.” şeklinde tarif edilmiştir.

Page 24: İrfan Mektebi

Hüsn-i hat

Bu tecelli bazen taşları sanki dantel gibi işlenmiş muhteşem bir caminin inâyetle yazılmış kitâbesi, âbide bir mezar taşı, renllgârenk altınlarla tezyîn edilmiş bir levha, mâşâallah, bârekâllah dedirten bir Mushaf, cüz, ferman, berat, kitap, meşk murakkaı ve bazen de Hilyeli Şerîf şeklinde tezâhür eder.

KAYNAKLAR:

Alparslan, Ali. Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, İstanllbul, 1999.

Çetin, Nihad M. “İslâm Hat San’atının doğuşu ve Gelişmesi”, İslâm Kültür Mirâsında Hat Sanatı, IRCIllCA, İstanbul, 1992.

Derman, Uğur. “Hat San’atında Osmanlı Devri” İslâm Kültür Mirâsında Hat Sanatı, IRCICA, İstanbul, 1992

Serin, Muhittin. Hat Sanatı ve meşhur Hattatlar, İstanbul, Kubbealtı Akademisi Kültür ve San’at Vakfı, 1999.

Hatta bazı İslâm âlimleri Kur’ân’ın lafllzı ve mânâsı gibi, yazısının da ilâhî vahye dayandığını bildirmektedirler. Hattatlar bu anlayışla bir ibâdet coşkusu, disiplini içinde Kur’ân’ı istinsah etmişler, ilâhî mesajın göllnüllere iletilmesine vâsıta olmuşlardır.

San’at bir terbiye sistemidir. Hat sanatıllna baktığımızda bunu âşikâr olarak görebillliriz. Bunun farkında olan ecdâdımız gençllleri icrâ ettikleri mesleği yanında bir san’at dalına teşvik etmişlerdir. Bu sanat san’atkâra sabrı, düzeni, ölçülü olmayı, haddini billlmeyi, aczini, fakrını bilmeyi adım adım hisllsettirerek öğrenir ve öğretir. “Rabbi yessir” meşkiyle, ben eriyip şekillenmeye geldim, der. Sonra elif, be… ve tamamen müfredât meşkiyle eriyip, mürekkebât meşkiyle şellkil almaya başlamış, sabrı, aczini, haddini, hududunu öğrenmiş ve kıvama gelmiştir. Artık cüz’î kesbiyle, küllî irâdenin kapısını çalacak ve ilâhî tecelli bir san’at eseri olarak ortaya çıkacaktır.

24 İRFAN MEKTEBİ

Bazı İslâm âlimleri

Kur’ân’ın lafzı ve mânâsı gibi,

yazısının da ilâhî vahye dayandığını

bildirmektedirler.

Page 25: İrfan Mektebi

Yoksa misafir olduğu evde izinli izinllsiz her yere girip çıkan ve izin verilmeyen şeyleri de yiyip içmekle ev sahibine karşı edebsizlik eden kaba bir misafir olmak islltemeyiz. Rabbimizin, bu nezaketli misafirllliğimizi de dikkate alarak bizleri Cennete de davet edeceğini temenni ederiz. Yoksa nezaketsiz, kaba bir misafiri hangi ev sahibi ikinci defa kabul eder ki?

Dinimizdeki haram ve helallerin temeli, bir şeyin faydalı ve zararlı olmasından önce o şeyin izin verlilip verilmediği ile alakalllıdır. Gerçi izin verilen şeylerin bir çok faydası elbette vardır, yasaklanan şeylerin de bir çok zararı vardır. Ama bu fayda ve zararlar sadece birer hikmettir, yoksa onun emredilmesinin veya yasaklanmasinin hakillki sebebebi ve illeti değildir.

İslâmiyet’teki haram ve helallerin temellli Cenâblı Hakk’ın izin verip vermemesine bakıyor. Mülk O’nundur. O kendi mülküllnü istedigi gibi idare eder, diledigini helâl kılıp bize ikram eder, dilediğini de yasaklallyip nehyeder.

Dünyayı ve içindekilerin istifademize sunulması tamamen Allah’ın ikramıdır. Ev sahibinin misafirine ikramı tarzında… Dellmek hiç kimse bu dünyadan istifade husullsunda hakiki hak sahibi degildir ve Allah’a karşı hak iddia ederek, bu dünyada her islltediği şeyi yapma yetkisini kendisinde göllremez.

Evet, bütün ahlaksızlığın kaynağı olan “Hayat benimdir, istediğim gibi yaşarım!” “Mal benimdir, istediğim gibi kullanırım!” tarzındaki bir anlayış, iman ile taban tabana zıttır ve hiçbir Müslüman bu anlayışta olallmaz. Bu rezil anlayışı hayat felesefesi haline getiren şu dünya misafirhanesindeki nezallketsiz misafirlerin kulaklari çınlasın!

nsan bu dünyada ev sahibi değil misafirdir. Kendisine ikram edilenleri yer, içer, Veren’e şükreder. Kendisi yapmadığı/yaptırmadığı veya satın almadığı, dolayısıyla kendisine âit olmayan, hatta kirasını bile ödemediği bir evde, belirli bir süre ikamet eden bir kişi ev sahibi değil, misafirdir.

Hem insan kendi evinde her istediğini yapma yetkisine sahip olsa da, misafir oldullğu evde aynı yetkilere sahip degildir. Misallfir, sadece ev sahibinin izin veridiği şekilde davranabilir. Yoksa kendi evindeymiş gibi her şeyi yiyip içmeye, her odaya rastgele girip çıkmaya kalkışsa hata eder. Ev sahillbine karşı saygısızlık olur. Ve bu nezaketsiz misafir ikinci defa davet edilmez.

Bizler de kendimize âit olmadığı halde, belirli bir süre içinde yaşadığımız şu dünyallda ev sahibi değil sadece birer misafiriz. Cellnâblı Hakk’ın izin verdiği her şeyi yer içer, O’na şükrederiz. Ama izin vermediği hiçbir şeyi yemeye hakkımız olmadığını bilir ve yemeyiz içmeyiz. Yanlışlıkla yersek de hellmen dönüp tevbe ederek özür dileriz.

Çünkü içinde yasadığımız şu dünyayı kendimiz yaratmadık, yahut Yaratan’a belldelini ödeyip satın da almadık. Geldik ve gidiyoruz. Demek içinde yaşadığımız şu dünya bize değil Yaratan’a âittir. O yaratmış ve kimseye satmamıştır. Demek ki ev sahibi O, bizler misafiriz.

İste haram helale dikkat ederek Müslllümanca yaşamak, yani ev sahibimiz olan Allah’ın müsaadesi çerçevesinde yaşamallya çalışmak şu fani dünyada nezaketli bir misafirliktir, biz Müslümanlar bunu tercih ederiz.

Dünya evinde misafir olmak

Ahmet YÜKSEL

İRFAN MEKTEBİ �5

Dünya evinde misafir olmak

İ

Page 26: İrfan Mektebi

ilindiği gibi içki (alkol) tedrici olarak kallldırılmış, nihaî olarak Mâide Sûresinin şu meâldeki âyetiyle yasaklanmıştır: “Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal okları, ancak şeytan işi birer pisliktir; ondan kaçının ki felâha eresiniz.” (Mâide, 90)

Bu âyette dikkat edilirse içki (rics) pislik olarak nitelendirilmiştir. İslâm âlimleri bu âyetten yola çıkarak içkinin “idrar ve kan gibi necasetli galiza” olduğuna hükmetllmişlerdir. Azı da çoğu da haram kılınmıştır. (Fetavalyı Hindiye, c.12, s.279)

Dikkat!Gazozlarda alkol var!

İdris FERİD [email protected]

İbn Abidin’in “Şürb Haddi” bölümünllde şöyle deniliyor:

“Eğer (şarap) suyla karıştırılır ve şarap çok olursa (onu içene) had (içki cezası) tatllbik edilir. Eğer su çoksa had tatbik edilmez ancak sarhoş olursa başka . (c.4,s.38) Burada “Su çok olursa had tatbik edilmez” ifadesi “O helâldir” manasına da gelmiyor.

Vehbe Zuhayli “İslâm Fıkhı Ansiklopelldisi” adıyla tercüme edilmiş kitabında şöyle diyor: “Şarap ile karıştırılmış suyun içilmesi ittifakla haramdır. Çünkü o suyun arasında şarap zerrecikleri vardır. Böyle içki içen kişi tazir edilir. Eğer şarap sudan daha fazla ise had vacip olur. Çünkü bu durumda şarabın

Bildiğimiz kadarıyla gazoz, yüzeyi 65 metrekarelik havuzlarda üretilmiyor. Fabrikalarda değişik hacimlerde (mesela 4, 5 tonluk) tanklarda üretim yapılıyor. Bu tankların yüzeyi 65 metrekare değil ki!

İlmihaldeki bilgilere göre bu tanklardaki su “az su”dur ve karıştırılan alkol onu necis hale getirir.

�6 İRFAN MEKTEBİ

Dikkat! Gazozlarda alkol var!

Page 27: İrfan Mektebi

câizdir” diye dinde bir hüküm ve cevaz da mevcut değildir. Mevzubahis olan gazoz meselesi buna kıyas edilemez.

Ömer Nasuhi Bilmen İslâm İlmihalinin “Kuyular Üzerindeki Hükümler” kısmında şöyle diyor: “Kuyular suları ne kadar çok olursa olsun, yüzeyleri 100 arşın (takriben 65) metrekareye ulaşmadıkça, yahut daima akıp giden bir su yolu üzerinde bulunmalldıkça, küçük sular (küçük havuzlar) hükllmündedir. (s.58). “Bir kuyunun suyuna bir damla dahi olsa kan, şarap, idrar gibi akıcı bir pislik karışsa, o su pis olur. (s.59).

Bildiğimiz kadarıyla gazoz, yüzeyi 65 metrekarelik havuzlarda üretilmiyor. Fabllrikalarda değişik hacimlerde (mesela 4, 5 tonluk) tanklarda üretim yapılıyor. Bu tankların yüzeyi 65 metrekare değil. İlmill

haldeki bilgilere göre bu tanklardaki su “az su”dur ve karıştırılan alkol onu necis hale getirir.

Şarap sirkeye döllnüştüğünde câiz olur. Çünkü istihale nellticesinde onun aynı değişmiş ve temiz olmuştur . (Bahrli Raik, c.1, s.239, Dallrü’llMarife, Beyrut). Hâlbuki gazozlara

katılan alkol bir tepkimeye girmemektedir.

Hulâsa, gazozların esansına katılan alllkol esansı necis hale getirdiğinden, esansta suyun renk, tat ve kokusunu değiştirdillğinden, fabrikalardaki tanklardaki su, az su niteliğinde olduğundan ve su içindeki alkol tepkimeye girerek değişmediğinden, bu günkü gazozlara cevaz verilemez. Ona “Haram değildir” demek yanlıştır. Tam terllsine “Haramdır” demek doğrudur.

DİPNOTLAR:

1- ولو خلط باملاء فان كان مغلوبا حد وان كان املاء غالبا ال حيد اال اذا سكر2l Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı. Abdurrahll

man Ceziri. C.1.s.27. çağrı yy. 2. Baskı.1990.

3- انقالب العني فإن كان يف اخلمر فال خالف يف الطهارة

ismi de manası da değişmeksizin kalmaktalldır. (İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, Vehbe Zullhayli, c.4, s.345, Muğni’llMuhtac ve Muğllni’den naklen)

Bir kimse su ile karışık şarap içse bakılllır; eğer çoğu şarap ise had vurulur. Çoğu şarabın tat ve kokusu gidecek şekilde sulldan ibaretse had uygulanmaz. Ancak şarap ile karışık suyu içmek, içinde gerçek olarak şarap parçaları bulunduğundan haramdır. (İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, c.7, s.442)

Ömer Nasuhi Bilmen de “Hukuklı İslllâmiye Kamusu”nda aynı şeyleri zikreder ve ekler: “Bu mesele eimmeli Hanefiye göredir. Sair müctehidlere göre ise [içkiyle karışık fakat suyun daha çok olduğu karıllşım içilirse] bu halde had lazım gelir. (c.3, s.252.) (Fetavalyı Hindiye’de de mevzu ayllnıdır. bkz. c.4, s.55.)

GAZOZA KATI-lLAN ALKOL

Gazoza katılan alllkol, doğrudan suya karıştırılmıyor. Çünkü gazozda kullanılan alllkol aslında esansın suda çözülmesi için katalizör olarak kullanılmaktadır. Alkol önce esansa kallrıştırılmakta bu yüzden esans necis olmaktadır. Ortalama 1,6 litre alkol, onun üçte bir oranında (300–500 gram) esansla karıştırılmakta, daha sonra bu karıllşım bir ton suya aktarılmaktadır.

Esans kendisinden üç misli fazla alkolle birleşip necis olmakta ve dolayısıyla suyun renk, tat ve kokusunu değiştirmektedir. Dolayısıyla suyun renk, tat ve kokusu dellğiştiği için su bütünüyle necis duruma gelllmektedir.

Çok suya necasetin karışması tabiatllta gayrlı ihtiyari, kasıt olmaksızın karışan necasetle ilgili fıkıh ilminde zorluk ve zallruretten dolayı bir fetva verilmiştir . Hâlllbuki gazoz mevzuunda zorluk ve zaruret diye bir şeyden bahsetmek mümkün dellğildir. İnsanların içtiği çok ve temiz suya para kazanmak için “kasten necaset katmak

İRFAN MEKTEBİ �7

“Şarap ile karıştırılmış suyun içilmesi ittifakla haramdır...”

Dikkat! Gazozlarda alkol var!

Page 28: İrfan Mektebi

uhârî ve Müslim’in rivâyet ettikleri bir Halldîsli Şerîfte şöyle buyrulmaktadır: “Hiçbir kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir nimet verilmemiştir.”

Bu Hadîsli Şerîften anlıyoruz ki, sabır kuvveti ve bu kuvvetin yerli yerinde kullllanılması bir insana verilen nimetlerin en büyüğünü teşkil etmektedir. Zira hayır ve iyilik olarak düşünebildiğimiz bütün güzelllliklerin ve başarıların elmas anahtarı sabırdır.

Şöyle ki: İnancı taklitten kurtarıp tahkik

Sabret yâ Hû!

Osman AKTAŞ “Yâ Rabbi! Bana çok uzuvlar verdin. Onlardan birini aldın, diğerlerini bana bıraktın. Hâlbuki hepsini alabilirdin. Çünkü hepsini veren sensin. Sen ise birini aldın, diğerlerini bana bıraktın. Bana çok evlatlar verdin. Birini aldın, diğerlerini bana bıraktın. Hâlbuki hep--sini de alabilirdin. Sen ise birini aldın, diğerlerini bana bıraktın. Sana sonsuz hamd ü senalar olsun yâ Rabbi!” Bunu duyan dost ve tanıdıklar: “Bunun bizim tesellimize ihtiyacı yok!” Diyerek dönüp gitmişler.

Gözü haramdan, dili yalandan ve gıybetten, mideyi haram lokmadan ve sâir azâyı haramlardan koruyabilmek sabırla mümkün olur. Öfkeyi yutarak yüz kızartıcı hallere düşmekten korunabilmek yine sabırla mümkün olur. Her türlü belalar, musibetler ve sıkıntılar karşısında olgunluğa zarar verecek fenâ

sözler sarf etmekten ve alçaltıcı durumlara düşmekten sakınabilmek sabırla olur.

�8 İRFAN MEKTEBİ

Sabret yâ Hû!

Page 29: İrfan Mektebi

duyulan sabır hasletine sahip olmanın fevllkalade önemli bir mazhariyet olacağından şüphe yoktur. Binaenaleyh bu pek müstesllna fazileti elde etmenin yollarını öğrenip uygulamaya koymakta çok önemli bir vallzife olarak karşımıza çıkıyor.

Allah’ın izniyle şu çare ve metotları iltillzam etmek suretiyle sabır zenginliğine erişllmiş oluruz:

1. Allah’a duâ etmek: Her işin başı ve her başarının şartlı evveli duâdır. Çünkü Allah’ın yardımı geldiği zaman en zor işler kolay hale gelir. O’nun yardımı gelmedillğinde de en kolay işler dahi imkânsız olur. O’nun için her mevzu ve meselede olduğu gibi sabır hususunda da evvelemirde duâya sarılmak gerekir. Kur’ânlı Kerîm’de meâlen, “Resûlüm sabret, şüphesiz Senin sabretmen de ancak Allah’ın yardımı iledir” (Nahl, 127)

derecesine yükseltebilmek ve her türlü tehlllikeye karşı inancı koruyabilmek ve dahi bu mühim vazifenin gerektirdiği dikkat ve hasllsasiyeti son nefese kadar taşıyabilmek sabırla olur. İbâdetleri zahirî batınî şart ve âdâbına riâyetle layıklı vechile edâ edebilmek ve bütün hayır ve ibâdetlerde bu sağlıklı çizgillyi sonuna kadar devam ettirebilmek sabırla mümkün olur. İbâdet ve iyilikleri riyâ, ucb, ezâ, minnet ve pişmanlığa kapılma gibi boşa çıkartan âfetlerden koruyabilmek sabırla olur. Kulluğun gizli açık bütün gereklerini pratik hayata taşıyabilmek için sabra ihtiyaç vardır. Ahlâk ve şahsiyete gölge düşüren her nevi basitlik ve bayağılıklardan sakınıp ahlâki güzelliklerin her çeşidiyle tanışabilllmek için sabretmeye ihtiyaç vardır. Kötü alışkanlıklardan kurtulup iyi alışkanlıklara katlanabilmek için sabra ihtiyaç duyulur. Gözü haramdan, dili yalandan ve gıybetllten, mideyi haram lokmadan ve sâir azâyı haramlardan koruyabilmek sabırla mümllkün olur. Öfkeyi yutarak yüz kızartıcı hallllere düşmekten korunabilmek yine sabırla mümkün olur. Her türlü belalar, musibetler ve sıkıntılar karşısında olgunluğa zarar vellrecek fena sözler sarf etmekten ve alçaltıcı durumlara düşmekten sakınabilmek sabırla olur. Gözetilen ve arzu edilen başarılara imza atabilmek sabırla imkân dâhiline gillrer. Nefsin fena istek ve temayüllerine karşı koyabilmek şeytanın ardı arkası gelmeyen çeşitli tuzaklarını boşa çıkartabilmek, cenllnet yolundaki engelleri aşabilmek, cehenllnem yolundaki sûrî câzibelere kapılmamak hep sabırla olur. Keza ilim yolunun yolcusu ancak sabırla olunur. Kalbi, gönlü hastalıklı hallerinden temizleyip o hastalıkların zıdlldı olan Memduh hasletlerle bezeyebilmek sabırla olur. Sünnete ittiba esasına göre hallyatı tanzim ve idâme ettirebilmek sabırla olur. Tesettür ve mahremiyet mevzuatında Kur’ân ve sünnet çizgisini gerektiği şekilllde muhafaza edebilmek sabırla olur. Hatta sabredebilmek bile ancak sabır ile mümllkün olabilir. Çünkü Aleyhisslâtü Vesselâm Efendimiz, “Bir kimse sabretmek isterse (sabır yönünde gayret gösterirse) Allah ona sabır verir” diye buyurmuşlardır. (Buhârî, Müslim)

İşte böylesine geniş bir sahada ihtiyaç

İRFAN MEKTEBİ 29

“Hiçbir kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir nimet verilmemiştir.”

Sabret yâ Hû!

Büyüklerimizden biri dillyor ki: “İnsan maruz kallldığı musibetleri daha büyükleriyle kıyaslamış olllsaydı, yaşadığı musibeti afillyet olarak telakki ederdi.” Rivâyete göre bir savaş esllnasında büyüklerimizden birinin gözüne ok isabet ediyor ve o gözünü kaybelldiyor. Hazret hemen “Dillğer gözümü bana bağışlayan Allah’a hamdolsun” diyor.

Page 30: İrfan Mektebi

Sabret yâ Hû!

dıran hakiki birer dosta inkılâp ederler ki bu durumu bağlı olarak sabır içinde şükür vazifesi de ilaveten terettüp eder.

Sabretmemekte dinî, uhrevî yönden de çok büyük zararlar vardır. Rivâyete göre Allah u Teâlâ’dan şöyle bir hitâblı izzet vâllrid olmuştur: “Kim benim takdirime razı olmazsa o gitsin kendisine başka bir rab arasın.” Bir mü’min böyle bir itâba muhalltap olmayı göze alamayacağına göre sabretllmekten başka yolları kapalı demektir.

5. Zahmette rahat, rahatta zahmet olduğunu unutmamak da sabır yolun-lda önemli adımlar attıracak bir düstu-lrun ifadesidir. Bu hakikati vaktinde fark edip hayatına hâkim kılan insanlar zahmeti rahata, yorulmayı istirahata tercih etmişler ve büyük insan olmanın kapısını bu sayede aralayabilmişlerdir.

6. Vehmi bırakıp, hakikati gör-lmek: Sabredebilmenin bir başka çaresi de şudur: İnsan vehim ve gaflet sebebiyle gerllçekte olmayan zahmetleri, sıkıntıları, acı, ağrı ve yorgunlukları omuzlarına yükletir. Şöyle ki: Geçmiş acılar ve sıkıntılar artık geride kalmıştır. Onları hâlli hazıra getillrip yok hükmünde oldukları halde onların yükü altına girmek akıl kârı değildir. Gelllebileceği düşünülen muhtemel sıkıntılar da henüz gelmemiştir. Bu itibarla onlar da yok hükmündedir. Binâenaleyh Bedîüzzallman Hazretleri’nin ifadesiyle, Dövülmeden ağlama(malı), hiçten korkma(malı), yok olan şeye var rengi verme(melidir). Hulâsa olmayan şeyleri hazır zamana getirip adellmîlerin mevhum yükü altına girmemelidir. Bu noktada Hz Osman’ın şu sözünü nakletllmeden geçemeyeceğiz: “Dünyaya ait istikllbal endişesi kalbi karartır. Âhirete müteallik gelecek endişesi ise kalbi nûrlandırır.”

7. Sabır yolculuğunda kolaylık sağ-llayan başka bir husus da dünyanın imtihan yeri olduğunu unutmamaktır. Bu hakikate müteallik yakîn, ne kadar mülltekâmil bir keyfiyette olursa, hoşa gitmeyen mukadderat tecellilerine sabretmek de o nispette kolaylaşacaktır. Asla unutmamalıdır ki dünya hizmet yeridir. Ücret ve mükâfat yeri değildir. Dünyada oldukça üzüntü ve kederlerin olmasını çok görmemeli, hatta

2. Sabrın mükâfatını düşünmek: Ulaşllmak ve elde edebilmek istenilen şeyin önellmini düşünmek, insanın o yöndeki gayretini artırır ve netice olarak o hedefle buluşmallda önemli adımlar atılmasına medar olur. Âyetli Kerîme’de meâlen şöyle buyrulur: “Ancak sabredenlere mükâfatları hesapsız olarak verilir.” (Zümer, 10) Hadîsli Şerîfte ise, “Sabır bir ışıktır.” diye buyrulur.

3. İçinde bulunduğu nahoş duru-lmu daha kötüsüyle kıyaslamak: Sabır yolunda mesafe kat etmede bu düsturun hayata ne kadar egemen kılınabilirse sabırlı olabilme avantajı o nispette artacaktır. Büllyüklerimizden biri diyor ki: “İnsan maruz kaldığı musibetleri daha büyükleriyle kıyaslllamış olsaydı, yaşadığı musibeti afiyet olallrak telakki ederdi.” Rivâyete göre bir savaş esnasında büyüklerimizden birinin gözüne ok isabet ediyor ve o gözünü kaybediyor. Hazret hemen “Diğer gözümü bana bağışlllayan Allah’a hamdolsun” diyor. Yine büllyüklerden birinin ayağında şiddetli bir yara çıkıyor. Dostları “Bu yara sebebiyle sana acıyoruz!” dediklerinde o mübarek zât cellvaben şöyle diyor: “Eğer beni seviyorsanız bana acımayı bırakın da bu yarayı kulağımllda, midemde ve ye daha hassas başka bir yellrimde çıkarmayan Allah’a benimle beraber şükredin.”

4. Sabra muhâlif hareket etmenin zararlarını düşünmek: Sabırsızlık yolullnu tutmakta hiçbir fayda ve kazanç yoktur. Buna mukabil çok büyük zarar ve kayıplar söz konusudur. Belalara katlanmayıp şikâllyet yoluna sapmak musibeti ikileştirir. Üslltad Bedîüzzaman Hazretleri’nin “Kadere itiraz eden başını örse vurur!” sözü ne kadar manidardır. Yine O’nun ifadesiyle musibellte sabretmeyip “Âh, Vah!” ile feryat etmek kırık kolla mücadele etmeye benzer. Hasllmıyla kavga ederken kolu kırılan kimsenin yapacağı en uygun davranış hasımla barışıp kolu tedavi ettirmektir. O vaziyette kavgallya devam etmek acı ve ızdırabı katlandırllmaktan başka bir şeye yaramayacaktır.

Musibetler zahiri yüzleri itibariyle billrer düşman olarak insana gelirler; insanın ortaya koyacağı tavır ve mukabeleye göre ya düşman olarak kalırlar veya sevap kazanll

�0 İRFAN MEKTEBİ

“Kadere itiraz eden başını

örse vurur!” Bedîüzzaman

Hazretleri

Page 31: İrfan Mektebi

temem. Onun için de ayık vaziyette yapallcağınızı yapın. Bunun üzerine gözleri baka baka bacağını kesiyorlar. Mübarekte zerre kadar bile bir sızlanma ve hoşnutsuzluk belllirtisi gözükmüyor. Aynı günün gecesi çok sevdiği oğullarından birisi vefat ediyor. Hallberdar olan dost ve akrabaları hem geçmiş olsun hem baş sağlığı temennisinde bulunllmak için hazretin evine geliyorlar. Kapıya geldiklerinde O’nun şöyle münacatta bulllunduğunu işitmişler: “Yâ Rabbi! Bana çok uzuvlar verdin. Onlardan birini aldın, dillğerlerini bana bıraktın. Hâlbuki hepsini alallbilirdin. Çünkü hepsini veren sensin. Sen ise birini aldın, diğerlerini bana bıraktın. Bana çok evlatlar verdin. Birini aldın, dillğerlerini bana bıraktın. Hâlbuki hepsini de alabilirdin. Sen ise birini aldın, diğerlerini bana bıraktın. Sana sonsuz hamd ü senâlar olsun Yâ Rabbi!” Bunu duyan dost ve tallnıdıklar: “Bunun bizim tesellimize ihtiyacı yok!” diyerek dönüp gitmişler.

Cenâblı Vâcibü’llVücud verdiği sabır kuvvetini hayatın her safhasında azami dellrecede kullanıp değerlendirmeye muvaffak kılmakla bizleri nîmetlendirsin! Âmîn.

normal karşılamalıdır. Çünkü dünyada başa gelen ve karşıya çıkan her şey ama her şey bir imtihan sorusudur. Bunun hiçbir istisllnası da yoktur. Her bir hâdise vazifeli olarak başa gelir. Vazifesi de insanın sabredip etmellyeceğini ortaya çıkarmak, Allah u Teâlâ’nın bildiğini insanın da bilmesini ve görmesini sağlamak veya gözlerin görmediği kulaklallrın işitmediği nimetlerle dolu cennet için hikmetli ilahinin iktiza ettiği bedeli ödemiş olmaktır. Çünkü “Cennet ucuz değil, cellhennem dahi lüzumsuz değildir”.

8. Sabır yolunda iltizam edilmesi gereken düsturlardan biri de –lihikme-ltin- verilmemiş olanları değil, sahip olduklarını düşünmek ve gündemin-lde tutmaktır. Meşhur ifadesiyle bardağın boş tarafını değil, dolu tarafını görmeye çalışmaktır. Rivâyete göre Hz. Âişe (ra) validemizin de akrabası olan Urvetubna Zübeyir (rh)’ın ayağında kangren oluşmuş. Bacağın kesilmesi gerekiyor. Zamanın hellkimleri soruyorlar “Bayıltarak mı ameliyat yapalım yoksa ayık vaziyette mi ameliyat olmak istersin?” Hazret cevaben diyor ki: “Ben Rabbimden bir an bile gafil olmak isll

İRFAN MEKTEBİ ��

Sabret yâ Hû!

TAHSİN KIVANÇ

Page 32: İrfan Mektebi

İdris Ferid [email protected]

KARAKALEM: ÖMER KAPUKAYA

Tebliğde sınır yok!

Page 33: İrfan Mektebi

“Sath-ı arz bir mescid,Mekke bir mihrab,Medîne bir minber...”

Page 34: İrfan Mektebi

Tebliğde sınır yok!

Bedîüzzamân Hazretleri bu fevkalade inkılâbı şöyle tasvir eder:

“Şu Cezîreli vâsıada, vahş î ve âdetlllerine mutaassıb ve inatçı muhtelif kallvimleri, ne çabuk âdât ve ahlâklı seyyieli vahş iyânelerini def’aten kal’ ve ref’ ederek bütün ahlâklı hasene ile techiz edip bülltün âleme muallim ve medenî ümmetlere üstâd eyledi. Bak! Değil zahirî bir tasallut, belki akılları, ruhları, kalpleri, nefisleri fetih ve teshir ediyor. Mahbûblu kulûb, muallllimli ukûl, mürebbili nüfûs, sultanlı ervah oldu.”

Bir insanın yaptığı icraatların büyüklllüğüne en büyük delil düşmanlarının bile bunu itiraf etmeleridir. Bu hususta Peyllgamberimiz emsal kabul etmez. Oryantalist Sir Muir şöyle der: “Hiçbir zaman beşerin ıslâhı, Muhammed’in geldiği zamandan, daha zor ve ulaşılmaz değildi. Fakat vefat ettiğinde, geride bıraktığı ıslah ve başarıdan, daha kâmil bir ıslah ve başarı da bilmiyoruz. “Meşhur Osmanlı dostu şair Lamartin de şöyle der: “İnsan dehası için; amacın büllyüklüğü, araçların küçüklüğü ve muhteşem sonuçlar, üç kıstas ise tarihte, Muhammed ile mukayese edilebilecek birisini kim gösllterebilir.”

İşte Peygamberimiz (sav)’in Ceziretü’llArap’ta hârikulâde bir tarzda gerçekleştirlldiği bu inkılâp, daha sonra onun sahabellleri tarafından devam ettirildi ve bu din milyonlarca insana ulaştırıldı. Ve İslâmiyet sonraki yüzyıllarda milyonlarca insana, şahsî ve sosyal hayatın her alanında rehberlik etti. 1400 seneye yakın bir zaman ümmetli Mullhammed de bu minval üzere geldi.

Peygamberimiz (sav)’in muvaffakiyyelltinde en mühim unsurlar nelerdir?

Onu modellerken nelere dikkat etmellliyiz?

Peygamberimiz (sav)’in hayatını incelelldiğimizde, onun cahiliye dönemini asrlı salladete dönüştürmesinde dört önemli unsur olduğunu görürüz:

1. Allah’ın yardımları:

Peygamberimiz (sav)’in başarısında hiç şüphesiz, en mühim âmil Allah’ın inâyet

slâmî ilimleri bilmeden tebliğ yapmak mümkün değildir, ama yalnızca İslâmî ilimllleri bilmek de sağlıklı bir tebliğ için kâfi dellğildir. Aynı zamanda ‘kime’, ‘neyi’, ‘niçin’, ‘nasıl’ anlatılacağının da bilinmesi gerekir. Aksi halde bu alanda elde edilecek başarılllar kısmî olmaktan öteye geçmez. Daha da kötüsü bazen yanlış hareketler kazanılacak insanların kaybedilmesine veya bir kısım insanların Müslümanlara ve İslâm’a soğullmalarına sebep olabilir. Bu yüzden tebliğde başarılı olmak için ‘tebliğ usûlü’nü bilmellnin büyük ehemmiyeti vardır. Atalarımız buna işaret olarak, “Vusûlsüzlüğümüz usûlllsüzlüğümüzdendir” demişlerdir.

Başarılı olma yollarından biri, başarılı insanları taklit etmektir. Bu cihetle, tebliğ usûlünü öğrenmenin en kısa yolu bizden önce İslâm tebliğinde başarılı olmuş inllsanların hareket tarzını öğrenmek ve uyllgulamaktır. İslâm tebliğinde başarılı olmuş insanlar bize ne yapacağımızı, nasıl yapacallğımızı, nelere dikkat edeceğimizi lisânlı hâllliyle gösteren birer rehber niteliğindedirler.

İslâm tarihinde başarılı tebliğ (irşad) faaliyeti gerçekleştirmiş yüzlerce büyük şahsiyet vardır. Hiç şüphesiz onların başınllda Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) gelir.

Bundan 1400 sene önce Peygamberillmiz, (sav) şartlar tamamen aleyhinde oldullğu halde, tarihin hiçbir devrinde görülmellmiş ve hiçbir beşerin de gerçekleştirememiş olduğu bir inkılâbı, çok kısa bir zamanda gerçekleştirdi. Câhiliye devrini ortadan tallmamıyla kaldırıp, Kur’ân ve sünnete göre şekillenmiş, yepyeni bir toplum, (bir ümllmet) oluşturdu.

34 İRFAN MEKTEBİ

Dosy

a

Page 35: İrfan Mektebi

lümanlar arasındaki iletişimi bitiriyor, düşmanlığı netice veriyor. Müslüllmanların bu davllranışları bazen gellrekebiliyor ise de, herkese her zaman böyle bir yaklaşım daha çok Müslüllmanların aleyhine neticeleniyor.

Hâlbuki Kur’ân’ın dinsizlere yaklaşımı ayırım gözetmeksizin hepsine düşmanlık etmek tarzında değil. Kur’ân dinsizleri iki kısma ayırıyor ve onlara nasıl davranılacağıllnı da şöyle belirtiyor:

“Umulur ki Allah, sizinle onlardan (müşriklerden) düşmanlık içinde bulunllduğunuz kimseler arasında (onlara hidâyet vererek) bir dostluk meydana getirir. Allah Kadîrdir (böyle bir dostluğu tesise gücü yeter). Allah Gafûrdur (mağfiret eder), Rallhîmdir (merhamet eder).

Allah, din uğrunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten ve onlara karşı âdil davranllmaktan sizi nehyetmez. Muhakkak ki, Allllah adaletli olanları sever.

Allah sizi ancak din hususunda sizinle savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıllkarılmanıza yardım eden kimselere dostluk etmekten nehyeder. Kim onlara dostluk ederse, işte onlar zalimlerin tâ kendileridir.” (Mümtehine, 7l9)

Bu âyetler bize düşmanlık yapanlara karşı kendimizi müdafaaya izin veriyor. Fakat bize düşmanlık yapmayan kimselere karşı iyi muameleyi de yasaklamıyor.

Öyleyse muhataplarımızın durumlarını tahlil ederek bize düşmanca bir tavır gösterllmeyenlere karşı bizim de esnek olmamız ve onların dostluğunu kazanmaya çalışmamız gerekir.

Bizim için önemli olan insanların düllşünce ve davranışlarını değiştirmekse, bu değişikliği insanları kırarak ve gücendirerek gerçekleştiremeyiz.

ve yardımlarıdır. Allah onu doğumundan peygamberliğine kadar, peygamberliğinden vefatına kadar daimî gözetiminde bulunlldurmuştur.

2. Peygamberimiz (sav)’in îman ve ibâdet yönü (ubûdiyet ciheti):

Peygamberimiz (sav) her şeyden evvel, kendi tebliğ ettiği dine başta kendisi îman etmiş, dinindeki bütün ibâdetlerin hepsinllde en ileri olmuştur. Bu hâliyle etrafındallki insanlara hem büyük bir emniyet hissi telkin etmiş, aynı zamanda onlara model olmuştur.

3. Güzel Ahlâk Ciheti:

Peygamberimiz (sav)’in ciddiyeti, güler yüzlülüğü, yumuşaklığı, nezaketi, tevazuu, zühdü, sabrı, affediciliği, velhasıl güzel ahlllâkıyla insanların güven ve muhabbetini kallzanması pek çoklarının ona îman etmesine, davasına bağlanmalarına vesîle olmuştur.

4. Risâlet Ciheti:

Peygamberimiz (sav)’in Allah’tan inllsanlık âlemine getirmiş olduğu Kur’ân’ın ve ahkâmın muhtevâsı ve mükemmelliği akılları, kalpleri, ruhları celb, cezb ve iknâ etmiştir.

Madem peygamberimiz, bu üç vasfıyla etrafındaki insanları etkileyerek, toplumsal bir inkılâbı gerçekleştirdi. Ve madem ballşarılı insanları modellemek (taklit etmek) başarının bir yoludur. Öyle ise, biz de Peyllgamberimiz’in bu üç özelliğini kendi şahllsımızda aksettirebilirsek, yani, îmanımızı tahkiki hale getirir, İslâm’ı samîmâne yaşar, lisanlı halimizle örnek olur ve insanların güvenini kazanırsak, güzel ahlâkımız ve davranışlarımızla kendimizi insanlara sevlldirirsek, İslâm’ı iyi öğrenip, muhataba sevlldirerek ve ikna ederek anlatabilirsek, her halde Allah’ın inâyetine de mazhar oluruz.

TEBLİĞİN BİRİNCİ ŞARTI: İNSANLARI OLDUĞU GİBİ KABUL ETMEK

Bir kısım Müslümanlar dinsiz veya güllnahkâr olanlara karşı oldukça katı ve kırıcı bir tavır sergilemektedirler. Bu hal dinsiz ve günahkârların ıslahını değil, onlarla Müsll

Tebliğde sınır yok!

İRFAN MEKTEBİ �5

Peygamberimiz (sav) her şeyden evvel, kendi tebliğ ettiği dîne başta kendisi îman etmiş, dinindeki bütün ibâdetlerin hepsinde en ileri olmuştur.

Dosya

Page 36: İrfan Mektebi

Tebliğde sınır yok!

lanmamış tabii ki. İkinci vezir müsaade isteyerek “Padişahım bu rüya çok müballrek bir rüyaya benziyor. Bu rüya akraballlarınız içerisinde en uzun ömürlü olanın siz olacağına işaret ediyor” demiş. Padillşah bu tabirden hoşlanmış ve ikinci veziri mükâfatlandırmış.

İki vezirin söylemiş oldukları sözlerin birbirinden ne farkı var? Aslında iki vezir de aynı şeyleri söylüyor fakat aralarındaki tek fark üslûp. Birisi padişahın moralini bollzarken, diğeri onu memnun ediyor.

Anlattığımız şeyin muhtevâsı mühim ve güzel olabilir. Fakat aslında anlattığımız şeyi mühim ve güzel yapacak olan şey muhtellvâdan ziyade üslûbumuzdur.

Burada üslûp derken kastettiğimiz şey, sözü ‘nasıl’ söylediğimizdir. Tebliğde de inllsanlara yaklaşırken Müslümanların tavrı bu iki halden farklı değil.

Bazıları insanlara nasıl yaklaşacağını, neyi nasıl söyleyeceğini biliyor ve insanları rencide etmeden ikna edici bir üslûpla kollnuşarak neticede İslâm’ı benimseyip, yaşallmalarına vesîle olabiliyor.

İkinci kısım tenkit edici, baskıcı, korllkutucu bir üslûbu benimsemiş olanlardır. Maalesef bu tarz ise insanları kaçırıcı bir rol oynuyor ve aksülamel yapıyor.

Bu kısım içerisinde İslâmî bilgisi az olanların yanında, bilgili olanlar da var fakat bilgileri genelde neyin farz, neyin haram, neyin küfür, neyin İslâmî olduğuna odaklllanmış vaziyette.

Genelde bu grubun tebliğdeki tavllrı baskıcı, âmirâne bir tavırla “Şu farzdır yap, şu haramdır yapma!” şeklinde formüle edilebilir. Onları bu şekilde harekete iten şey Kur’ân’ın emir ve nehiyleridir. Onlar kendilerince haklı olarak şöyle düşünüllyorlar: “Madem Müslümansınız, öyleyse Kur’ân’a uymamız gerekir. Hiçbir Müslüllman Kur’ân’a ve sünnete muhalefet edemez ve etmemelidir”. Etraflarındaki insanlar zallten doğuştan Müslüman olduklarına göre, geriye “Bizim haram ve helalleri onlara halltırlatmamız” kalıyor, diye düşünürler.

Hakikatte bu tarz yaklaşım ters teper.

Pek çok âyet günâh işleyenlere aldırış etmemeyi affetmeyi onların günâhkârlıklallrını Allah’a havale etmeyi tavsiye eder.

“Îmân edenlere de ki: Allah’ın (cezalllandırma) günlerinin geleceğini ummayan kimseleri bağışlasınlar. Çünkü Allah her topluluğu kazandıkları günâhlarla cezalanlldıracaktır. Kim sâlih bir amel işlerse kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Sonra Rabbinize döndürülellceksiniz. (Câsiye, 14l15)

“Şimdilik sen (müşriklere) güzel muallmele et. ” (Hicr, 85)

Âyette geçen “Safh” kelimesi: Terk ve iraz eylemek, günâhı afveylemek manalarıllna gelmektedir. İbn Abbas ve Hz Ali (r.a) ise “Azarlamaksızın rızadır” demişlerdir.

TEBLİĞDE ÜSLÛP

Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı; Söz ola ağulu aşı, yağ ile bal ede bir söz.

Yunus Emre

Bir padişah rüyasında dişlerinin döküllldüğünü görmüş ve vezirlerinden birine rüllyasını anlatıp, tabir etmesini istemiş. Vezir “Anneniz ölecek, dayınız ölecek” diyerek padişahın sülalesini saymış ve sonunda “Ve sonra siz de öleceksiniz. Rüya buna işaret ediyor” demiş. Padişah bu tabirden hoşll

�6 İRFAN MEKTEBİ

“Şimdilik sen (müşriklere)

güzel muamele et.”

(Hicr, 85)

Dosy

a

Page 37: İrfan Mektebi

kırıcı bir tek söz söylemedi. Bu hâdiseden sonra da şu âyet nazil oldu.

“Allah’ın bir rahmeti olarak sen onlallra yumuşak davrandın. Eğer katı kalpli ve kırıcı olsaydın etrafından dağılır giderlerdi” (Âlli İmrân, 159)

Bu âyete göre Peygamberimiz insanları etrafına yumuşaklığı ile toplamıştır. İnsanlar katı, kırıcı bir insanı peygamber bile olsa terk ederler. Eğer biz insanları etrafımıza toplamak, onlara İslâm’ı anlatmak ve yallşatmak istiyorsak, bu ancak bizim yumullşaklığımızla olacaktır. Söylediğimiz sözler hakikat olabilir, muhatabımız da bunların doğru olduğunu bilebilir. Fakat onları bize bağlayacak olan beşeri münasebetlerdeki duygusal bağdır.

Allah u Teâlâ Mûsâ ve Hârûn (as)’ı Fillravuna göndermiş ve onlara “Ona yumuşak söz söyleyin! Olur ki nasihat alır veya korllkar” diye emretmişti. (Tâha, 44)

Anlatıldığına göre: Halifeye vaaz ve nasihat eden bir vâiz, konuşması sırasında sert bir dille nasihatte bulundu. Halife, vâllize: “Be adam, mülâyim ol, görmez misin

Çünkü tebliğ yapanlar belki farkında dellğiller ama bu tarz yaklaşımda karşımızdaki kimsenin şahsiyeti, duygu ve düşünceleri hesaba katılmamaktadır. Hâlbuki muhatallbın duygu ve düşünceleri hesaba katılmadıllğı takdirde yapılacak tebliğler muhatapların dinî yaşamalarını değil, dinden kopmalarıllna ve dindarlardan nefret etmelerine sebep olur.

Bir şahsın kanaatlerini doğrudan doğllruya bu kanaatlerin yanlış olduğunu söyllleyerek değiştiremeyiz. Böyle bir teşebbüs, çoğu zaman muhataplar tarafından bir saldıllrı olarak yorumlanır ve savunma mekanizllmalarını harekete geçirir. İnsanlara bu yolla hiçbir şey öğretmek mümkün değildir.

Değişmek istemeyen bir insanı hiç kimllse değiştiremez. Bir atasözünde şöyle denilllmiştir “Atı zorla suya götürebilirsiniz fakat zorla su içiremezsiniz”. İnsanları değiştirellbilmenin yolu onları değişmeleri gerektiğillne ikna etmek, onlarda değişmeye karşı bir istek oluşturabilmekle mümkün olur. Belldîüzzaman Hazretleri’nin dediği gibi “Melldenîlere galebe iknâ iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbâr ile değildir.”

TEBLİĞDE PEYGAMBER AHLÂKI: YUMUŞAK HUYLULUK

“Halîm insan, nerdeyse peygamber olacaktı”Taberânî

İnsanlarla sohbetimiz esnasında veya davranışlarımızda, öfkeli ve sert halimiz muhataplarımızın davranışlarını değiştirellbilir mi? Elbetteki hayır. Tam tersine haklı bile olsak sert tavrımız, insanlarla bizim arallmızdaki iletişimi bitirir, düşmanlık ve kinin yerleşmesine sebep olur.

Büyük âlimlerden EbunlNecib Suhllreverdi şöyle der: “Kasırga denilen rüzgâr, kuvvet ve şiddetiyle ağaçların dallarına isallbet eder, ama köklerine tesir edemez. Yullmuşak akan akarsulara gelince bunlar ağaçllların köklerine tesir eder ve söker” .

İnsanların düşünce ve davranışlarını anllcak yumuşaklığımızla değiştirebiliriz.

Peygamberimiz (sav) mağlubiyetle nellticelenen Uhud Savaşı’ndan sonra Medillne’ye geri döndüklerinde hiçbir sahabesine

Tebliğde sınır yok!

İRFAN MEKTEBİ �7

Dosya

Page 38: İrfan Mektebi

Tebliğde sınır yok!

Allah, senden daha hayırlı olan (yani Hz. Mûsâ ve Hârun’u), benden daha hayırsız olana (yani Firavun’a) gönderdi de mülâllyim olmasını emretti ve: ‘Ona yumuşak söz söyleyin, olur ki nasihat dinler yâhut da korkar’ dedi.”

Rıfk, kelime olarak mülâyemet, letâfet, yumuşaklık, tatlılık mânalarına gelir, sertlllik ve kabalığın zıddıdır. İslâm ahlâkında gerek insanlara ve gerekse hayvanlara karşı muamelede en mühim prensiplerden biri rıfkdır. Rıfk, Resûlullah (sav)’in Kur’ânlı Kerîm’de yer verilen mümtaz ahlâklarınlldan biridir.

Hadîsli Şerîfte, “Halim kimse nerellde ise peygamber olacaktı” buyrulmuştur. İsmail Hakkı Bursevi, “Bundan malum olur ki, nebînin aglebi sıfatı hilmdir” der. Diğer bir ifadeyle ‘hilm’ bütün peygamberlerde olan mühim bir haslettir.

TEBLİĞDE GÂYE: İNSANLARI KIRMADAN DEĞİŞTİRMEK

Tebliğde muhataplarımızı kırmadan ballşarılı olmak için şu düsturlara dikkat etmellmiz gerekir:

A. Dolaylı yoldan konuşmak:

Nasihatte doğrudan hitap, çoğu zaman muhatabın savunma mekanizmalarını harellkete geçirir. Hatasını savunan insan ise halltasını değiştirmemeye şartlanmış demektir. Dolaylı anlatım, hem savunma mekanizmalllarını harekete geçirmez hem de tesirlidir.

Dolaylı yoldan nasihat Peygamberimillzin uyguladığı bir metottur: Hz. Aişe (ra) şöyle der “Resûlullah (sav) bir adamdan kendisine menfi bir söz ulaştığı vakit: ‘Falllan niye böyle söylemiş?’ demezdi. Fakat: ‘İnsanlara ne oluyor da şöyle şöyle söylüllyorlar?’ derdi.”

Risâleli Nûr müellifi Bedîüzzaman Hazretleri de bu sünnete aynen ittiba etllmiş ve eserlerinde uygulamıştır. Meselâ, Bedîüzzaman Hazretleri 21. Söz isimli esellrinde namaz kılmayan bir şahsa hitaben şöyle der:

“Bir zaman sinnen, cismen, rütbeten büyük bir âdem bana dedi: ‘Namaz iyidir.

�8 İRFAN MEKTEBİ

İngilterede 70 mühtedî (hidayete ermiş) üzerinde yapılmış bir araştırmada onları müslüman olmaya sevk eden unsurlar üzerinde durulmuştur. Onları en çok et--kileyen mevzular tablo halinde aşağıya alınmıştır.

Motifler Toplam70

Erkek50

Kadın20

Entelektüel 50 (%71) 38 (%76) 12 (%60)

Duygusal 46 (%66) 28 (%56) 18 (%90)

Deneysel 42 (%60) 28 (%56) 14 (%70)

Mistik 10 (%14) 9 (%18) 1 (%5)

Yukarıdaki tabloda görüldüğü üzere 70 mühtedînin Müslüman olmasında dört madde üzerinde durulmuştur. Entelektüel motifte, mühtedînin İslâmiyetin muhtevâsını çeşitli şekillerde araştırarak öğrenmesi, Duygusal motifte ise, şahsın Müslüman--larla diyaloğu, onların davranışlarından, yaşantılarından etkilenmesi, deneysel mo--tifte; din değiştirecek olan şahsın, İslâm’ın emrettiği ibâdetleri, Müslümanlarla beraber, tatbik ederek “bakalım ne olacak” gibiler--den, bir tecrübe etmesi. Mistik motifte, kişinin kendisini etkileyen, rûhî bir halle karşılaşması anlatılmaktadır .

Bu araştırmaya göre mühtedîleri Müs--lüman olmaya sevk eden en mühim un--sur % 70’lik bir oranla dinin aslî yapısı, muhtevâsı olarak görünüyor. İkinci derecede ise Müslümanların kendi yaşantıları ve in--sanlara davranış şekilleri görülüyor.

Bu inceleme, tebliğde bizim en çok muhtevâ ve davranışlar konusunda hassas olmamız gerektiğini ihsâs ediyor diyebiliriz.

KAYNAK: Neden İslâm’ı Seçiyorlar. S. 80. Dr. Ali Köse.

İSAM yayınları. 1997

Dosy

a

Page 39: İrfan Mektebi

“Allah senin yüzünü güzel yapmış, sen de ahlâkını güzelleştir.”

Burada şu akla gelebilir: Peygamberimiz (sav) “Meddahların yüzüne toprak saçınız” buyurduğuna göre, insanları yüzlerine karşı övmek dinen, ne derece doğru olur?

İmam Gazâlî Hazretleri meşhur esellri İhyâ’da insanları methetmekle ilgili bir bölüm açmış ve insanları yüzlerine karşı övmenin bazen haram, bazen de caiz olacallğını delilleriyle ortaya koymuştur.

Eğer birini yüzüne karşı överken müllbalağaya, yalana, riyakârlığa giriyorsak, bir şahsı fısk veya zulmünden dolayı övüp, onu bu alanda teşvik ediyorsak ve muhatap da bizim övgümüzden dolayı gururlanıyor, kibirleniyor veya güzel amellerde tembelllleşiyorsa bizim onu yüzüne karşı övmemiz haramdır. Fakat bu mahzurlar olmadığı ve bir maslahat olduğu takdirde durum değillşebilir.

İmam Gazâlî Hazretleri, bu mahzurllları anlattıktan sonra medhin bazen câiz olacağını şöyle anlatır:

“Eğer medih, öven ve övülen hakkındaki bu âfetlerden sâlim olursa insanları övmekte

Fakat her gün her gün beşer defa kılmak çoktur. Bitmediğinden usanç veriyor.’ O zâtın o sözünden hayli zaman geçtikten sonra, nefsimi dinledim. İşittim ki, aynı sözleri söylüyor ve ona baktım gördüm ki; tembellik kulağıyla şeytandan aynı dersi alıllyor. O vakit anladım: O zât o sözü, bütün nüfuslı emmârenin namına söylemiş gibilldir veya söylettirilmiştir. O zaman ben dahi dedim: Madem nefsim emmâredir. Nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez. Öyle ise, nefsimden başlarım. Dedim: Ey nefis! Cehlli mürekkeb içinde, tenbellik döşellğinde, gaflet uykusunda söylediğin şu söze mukabil [beş ikazı] benden işit!”

Bu tarz hitaplarda dolaylı nasihat yapıllldığı için muhatab rahatsız olmaz ve dersillni alır. Hatta çok ağır ifade bile kullanılsa kişinin ağırına gitmez. Mesela Bedîüzzallman Hazretleri, Birinci Söz’de nefsine “Ey mağrur nefsim” diyerek hitap eder. Eğer öyle değil de “Ey mağrur kişi” denilerek hitap edilmiş olsa idi, elbette bu muhatabın ağırına gidecek ve hemen onu müdafaaya sevk edecekti.

“Nefsi muhatap kabul ederek insanlara dolaylı nasihat etme” metodunun Risâleli Nûr’un bütününde uygulanması Risâleli Nûr’un insanlar üzerinde çok tesirli olmallsının en önemli sebeplerindendir.

B. Dostça yaklaşın, iltifat edin, muhatabın gönlünü alın, sonra hata-lları düzeltmeye çalışın!

Marifet iltifata tâbi’dir. Müşterisiz mal, zâyi’dir.

Bir insana ilk önce onun iyi, güzel tallraflarını takdir edip, övüp, arkasından da eksiğini veya yapması gereken şeyleri söylllediğimiz zaman bu muhatabımızı kırmaz, gücendirmez, hatta bu tarz tavır bizim istelldiğimiz şekilde hareket etmesine de vesile olabilir.

Peygamberimiz (sav) İbni Ömer (ra) hakkında, “İbni Ömer çok iyi bir insandır. Keşke teheccüd namazı da kılsa” buyurunllca bunu duyan İbni Ömer, o günden sonra teheccüd namazını bırakmadı.

Bir sahabeye hitaben de şöyle buyurdu:

Tebliğde sınır yok!

İRFAN MEKTEBİ 39

Peygamberimiz (sav) İbni Ömer (ra) hak--kında, “İbni Ömer çok iyi bir insandır. Keşke teheccüd namazı da kılsa” buyurun--ca bunu duyan İbni Ömer, o günden sonra teheccüd nama--zını bırakmadı.

Dosya

Page 40: İrfan Mektebi

Tebliğde sınır yok!

araları telif edilebilir.”

Bu izahlardan yola çıkarak, bir insallnı ıslah etmek, İslâm’ı yaşamasını temin etmek istiyorsak, lyalana, mübalağaya, riyaya düşmemek şartıylal ona iltifat etmek, bazı hasletlerini ön plana çıkarıp övmek, arkasından da yönlendirici bazı sözler söylllemek dinen mahzurlu olmadığı gibi menllduptur denilebilir.

TEBLİĞDE MÜKÂFÂT VE CEZA

İnsanları bir şeyi yapmaya yönlendirllmenin yolu ya mükâfâttır ya da ceza. Diğer ifadeyle sevdirmek veya korkutmaktır.

Bütün peygamberler de insanları Allah’a davet ederken ‘beşir’ ve ‘nezir’ yani ‘müjdeleyici’ ve ‘korkutucu’ olarak vazife görmüşlerdir. Onlar, insanları hem Allah’llın azâbı ve cehennemle korkutmuşlar, hem de Allah’ın rahmet, kerem ve cennetiyle de müjdelemişlerdir.

Mesela, Kur’ân bize Allah’ı tanıtırken bazen Allah’ın Kahhâr, Şedîdü’llİkab oldullğunu ifade ederek bizi korkutur. Bazen de Allah’ın Rahmân, Rahîm, Tevvâb, Gafûr, Mün’îm, Kerîm olduğunu zikrederek, hem müjdeler, hem de teselli verir. Kur’ân’daki bu isimler arasındaki orana dikkat ettiğimiz zaman Rahmân, Rahîm, Kerîm gibi isimlllerin daha çok olduğunu görürüz.

bir beis yoktur. Hatta bazen mendup da olur. Bu yüzden Peygamberimiz (sav) sahabeleri(ni) övmüştür. Hz. Ebû Bellkir hakkında ‘Ebû Bekir’in îmanı bütün âlemin îmanıyla tartılsa onunki ağır gelllir’, Hz. Ömer hakkında da ‘Eğer ben peygamber olarak gönderilmeseydim, Ömer gönderilirdi’ demiştir. Bundan daha büyük övgü, medih olur mu? Fakat peyllgamberimiz (sav) bunları sıdk ve basîret üzere söylemiştir.

Sahabeler (r.anhüm) ise yüksek bir rütbede olup bu medihler onlarda kibir, ucub ve tembelliği netice vermiyordu. Hatta insanın kendini methetmesi kibir ve tefahür olduğu için daha çirkindir. Hâlbuki peygamberimiz (sav) ‘Ben Ademoğlu’nun efendisiyim. Fakat bunu fahr için övünmek için söylemiyorum’ demiştir. Yani ‘Ben bunu insanların kendi nefislerini övmeleri tarzında söylemiyorum’ demektir. Onun iflltiharı insanlara takaddümden ve insanlara üslltün olmaktan değil, Allah’a olan yakınlıktan, Allah’ın rızasını kazanmaktan dolayı idi.

Nasıl ki bir melikin makbulü olan bir zat, melik katında büyük bir iltifata mazhar olunca, o zat melikin onu kabul etmesinden dolayı iftihar eder ve sevinir. Onun bu sellvinmesi bazı raiyyete takaddümünden dolllayı değildir. Medhi zemmetmek ve medhe teşvik etmek, bu afetlerin açıklanmasıyla

40 İRFAN MEKTEBİ

Bütün peygam--berler insanları Allah’a davet ederken ‘beşir’ ve ‘nezir’ yani

‘müjdeleyici’ ve ‘korkutucu’ olarak vazife görmüşlerdir.

Dosy

a

Page 41: İrfan Mektebi

önüne alınacak olursa, ceza ve cezalanlldırmak anlamına gelen bu iki kelimenin toplam olarak 72 âyette yer aldığı görülellcektir. Burada yeri gelmişken bir noktayı belirtmekte fayda vardır. Cezanın Kur’ân’llda 72 âyette yer almasına karşılık, mükâfâlltın 160 yerde geçtiği dikkate alınacak olursa Kur’ânlı Kerîm’in cezalandırmaktan ziyallde mükâfâtlandırmayı öngören bir mesaja sahip olduğu söylenebilir. Nitekim “Rahllmetim ise herşeyi kaplamıştır” (Araf, 156) meâlindeki âyet de yukarıda ifade edilenlllerin özüdür.

İnsanlara İslâm’ı tebliğ ederken yeri geldiği zaman cehennemden, Allah’ın gazâbından bahsederek korkutmamız gellrekir. Fakat konuşmalarımızda Allah’ın şefllkatinden, rahmetinden, bağışlamasından ve cennetten bahsetmemiz bu korkutmalardan daha fazla olmalıdır.

Bizim cehennemle korkutarak değil, daha çok cennetle müjdeleyerek tebliğde bulunmamız gerekir. Elbette yeri geldillği zaman cehennemden de bahsetmeliyiz, fakat bir kere “cehennem” demişsek iki kere “cennet” demeliyiz. İnsanları imtisale sevk edecek olan daha çok cehennem korllkusu değil, cennete olan iştiyaktır.

Zaten peygamberimiz meşhur bir hadîsinde “Kolaylaştırın zorlaştırmayın, müjlldeleyin, nefret ettirmeyin” buyurmuştur.

Besmelede Allah’ın “Rahmân ve Rahîm” olduğu zikredilir ve Kur’ân’ın bütün surelerinin başında Besmele varlldır. Besmelenin haricinde Rahmân ismi Kur’ân’da 56 defa, Rahîm ismi 94 defa zikredilir.

Şiddet ve ceza ifade eden isimlerden Şelldîdü’llİkab 17 defa, Serîü’llHisâb ve Serîü’ll İkab 10 defa, Kahhâr 6 defa zikredilir.

Bir kelamın çokça tekrar edilmesi onun kıymet ve ehemmiyetini gösterdiğine göre, Kur’ân’ın bu ifadelerinden yola çıkarak şöyle diyebiliriz: Allah kullarının kendisinllden korkmalarını istemekle beraber, daha çok onların kendisini sevmelerini ister. Nitekim bir Hadîsli Kudsîde de “Rahmelltim gazâbımı geçti” buyrulmuştur.

Kur’ân’da cezadan çok mükâfâtın ön plana çıkarıldığının başka bir delili de Kur’ân’da zikredilen cennet ve cehennem kelimeleri arasındaki orandır.

Cennet kelimesi Kur’ân’da tekil 66, çoğul “Cennât” tarzında 69, toplam 135 defa geçer. ‘Cehennem’ kelimesinin çoğulu Kur’ân’da yoktur, tekil olarak ‘cehennem’ kelimesinin Kur’ân’daki sayısı ise 77’dir. ‘Cennet’ ortalama ‘Cehennem’den iki misli fazla zikredilmiştir. Üstelik cennet 8, cehennem ise 7 tabakadır.

“Gerek ceza gerekse ikab kelimesi göz

Tebliğde sınır yok!

İRFAN MEKTEBİ 41

AZİZ KAYIŞOĞLU

Dosya

Page 42: İrfan Mektebi

arih birçok kahraman kumandanlar ve toplllum önünde çok sevilen örnek şahsiyetler görmüştür. Cephede zaferleri kazanan bu kahramanlar evlerinde ateşten gömlek gillyerler. Dışarıda huzuru bulup bazen içeride kaybederler. İşte âile ve içtimai hayat denllgesi, ahir zaman hayatında böyle garip halllleri görünen nice mevzulardan biridir.

Âilenize tebliğ yapıyor musunuz?

Semih Esad GÜNER [email protected]

Bu dengesizliği şöyle de ifade edebiliriz: Âileyi ihmal, çocukları ihmal, başkalarını ve başkalarının çocuklarını tekmil.

Kalenin dışını muhkem tutup, kalenin içini ve duvarlarını tamir etmeyen bizler, kalenin içine ve duvarlarına sirayet eden sıkıntılar ve belalar, kale içindekilerle büllyüyüp yeşerinceye kadar farkına varmayız. Tâ ki zamanla bu ilgisizliğin ve metotsuzllluğun meyvelerini çocuklarımızın üzerinde

Evlerine girdiklerinde selam vermeyen ve gönüllere hitap etmeyen âile babaları, kapıyı güler yüzle açmayan anneler, ilgi eksikliğiyle elmas gözleri kararmış evlatlar... Oysa onlar nasıl ninniler söyleyerek büyütülürler: “Dandini dandini donatmış, Allah neler yaratmış, gözleri kudret halkası, burnu Kâbe hurması…” Büyüyünce kendini donatandan habersiz, burnu Kâbe kokusu almayan, gözleri kudret

hakikatlerine kapalı ilgisiz bırakılan çocuklar.

42 İRFAN MEKTEBİ

Âilenize tebliğ yapıyor musunuz?

Dosy

a

Page 43: İrfan Mektebi

çocuklarına her şeyi verirler ve sonucunda hiç bir şey alamazlar. Başkalarının ellerinde büyüttükleri, kendi rahatları için rahatlarını bozdukları, “Boşver, nasıl olsa büyür!” delldikleri çocuklarından...

Cenâblı Hak Kur’ân’da meâlen “İhsallnın/iyiliğin karşılığı ancak ihsan/iyilik değil midir” (1) buyurduğu halde vermeden almak gibi hayallerin peşinde olan ebeveynler...

bizim çizgimize hiç yakışmayan hareketlellri görünceye kadar. Bu öyle bir hastalıktır ki sessizce büyür, zamanla vurur ve tamiri zordur. Çoğu zaman, ilerleyen yaşların zor kabullenebileceği ve kaldırabileceği zaman ve sabır ister.

Hepimiz bu konularda, âile ve âileye tebliğ ile ilgili çok yazılar okumuş ve sözler duymuşuzdur. Şüphesiz bunların çoğu da doğrudur. Doğru olan bir başka şey vardır ki o da üzerinde bu kadar yoğunlukla kollnuşulan şeylerin hayata yansıtılamayışıdır.

Evlerine girdiklerinde selam vermeyen ve gönüllere hitap etmeyen âile babaları, kapıyı güler yüzle açmayan anneler, ilgi ekllsikliğiyle elmas gözleri kararmış evlatlar... Oysa onlar nasıl ninniler söyleyerek büyülltülürler: “Dandini dandini donatmış, Allah neler yaratmış, gözleri kudret halkası, burllnu Kâbe hurması …” Büyüyünce kendini donatandan habersiz, burnu Kâbe kokusu almayan, gözleri kudret hakikatlerine kapalı ilgisiz bırakılan çocuklar.

Bunun tam tersi hâdiseler Müslüman toplumlarda oldukça fazla görülmektedir. Aşırı derecede çocuklarının üzerine yüklllenen anne ve babalar, çocukların sorulallrına çocuğun o tertemiz dimağını bozucu verilen cevaplar, zorla bıktırıcı baskılarla güya ibâdete teşvik etmeler ve nihayette dinden soğumuş, mâneviyata yanaşmayan çocuklar.

“NE VERDİNİZ Kİ NE İSTİYORSUNUZ?”

Hep bu ikilemde olan çocuklar, ortada kalmışlar, İslâm’ı dengesiz yaşayan âileler (gerçekte buna yaşamak denilemez!), hayatlllarında hiçbir dînî eseri tetkik etmeyen ve kendilerine mâl etmeyen anne ve babaların sırf bir şeyler söylemek adına çocuklarına söyledikleri sözler… Bir çocuğa dîni eğitim hangi yaşta, nasıl, verilir? Onun o tertemiz aklına ve kalbine en uygun bir şekilde nallsıl konuşulur? Tüm bu sorularının cevabını karşılamayan hareketler…

Çoğu anne ve babalar dost meclislellrinde hatta şimdi otobüs kuyruklarında birbirlerine çocuklarından yakınırlar. Sanllki onlar çok mükemmel bir muallim gibi

İRFAN MEKTEBİ 43

Aşırı derecede çocuklarının üzerine yük--lenen anne ve babalar, çocukların sorularına çocuğun o ter--temiz dimağını bozucu verilen cevaplar, zorla bıktırıcı baskılarla güya ibâdete teşvik etmeler ve ni--hayette dinden soğumuş, maneviyata yanaşmayan çocuklar.

Âilenize tebliğ yapıyor musunuz?

Çocuklarımız ile beraber zallman geçirelim! Medine’de Resûlullah’ın elinden tutan ve sırf elini bırakmadığı için onun elini kendi elini bırallkana kadar bırakmayıp bekllleyen, hem namazda seclldede mübarek omuzlarına çıkan evlatları için secdesini uzatan, hem çocuk ağlaması duyduğunda namazını kısa kesen, zorlamadan sevdillren, bir meclise girdiğinde çocuklara da büyükler gibi ilgi gösteren, kuşu ölen bir çocuğa taziyeye giden bir peygamberimiz olduğunu unutmayalım!

Dosya

Page 44: İrfan Mektebi

Âilenize tebliğ yapıyor musunuz?

“Dağlık bir bölgede adam küçük oğluyla yürürken oğlan ayağını taşa çarpar ve can acısıyla ‘Ahhhh!’ diye ballğırır. Dağdan ‘Ahhhh!’ diye bir ses gelllir ve bu sesi duyan çocuk hayret eder. Merakla “Sen kimsin?” diye bağırır. Aldığı cevap ‘Sen kimsin’ olur. Çocuk bu cevaba kızar ve ‘Sen bir korkaksın!’ diye bağırır. Dağdan aldığı cevap “Sen bir korkaksın!” olur. Babasına bakar ve ‘Baba ne oluyor?’ diye sorar. ‘Oğlum dikkat et!’ diyen baba, vadiye doğllru, ‘Sana hayranım!’ diye bağırır. Ses ‘Sana hayranım!’ diye cevaplar. Baba, ‘Sen harikasın!’ diye yine bağırdığında, bu kez dağdan, ‘Sen harikasın!’ cevabı gelir. Çocuk şaşırmıştır. Ama hâlâ ne olduğunu pek anlayamamıştır. Baba oğluna durumu açıklar: ‘Oğlum inllsanlar buna yankı derler, ama gerçekte yaşamın kendisidir. Yaşama ne verirsen sana onu yansıtır. Yaşam senin davrallnışlarının bir aynasıdır. Eğer yaşamında daha çok sevgi istiyorsan, insanları daha çok sev. Eğer sana saygılı davranılmasını istiyorsan, insanlara saygılı davran. Eğer başkaları tarafından anlaşılmak istiyorllsan, önce başkalarını anlamaya gayret göster. Eğer insanların sana hoşgörülü ve sabırlı davranmasını istiyorsan, önce sen insanlara karşı hoşgörülü ve sabırlı olmalısın. Oğlum, yaşamda ne ekersen onu biçersin. Bu bir kanundur ve yaşallmın her yönü için geçerlidir.’” (2)

İşte Kur’ân, Müslümanları daha başından âilelerini ve yakınlarını kallzanmak noktasında “Ve (önce) en yallkın akrabalarını korkut”(3), “Ey îman edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateşten korullyun!” (4) gibi âyetlerle îkaz eder. Müllfessirler bu âyetleri tefsir ederken âile içi ‘terbiye’ ve ‘ahlâk’ kavramlarının

ehemmiyetinden bahsederek ve âile içi dini eğitimin ve âileyi kazanmanın ne derece elllzem olduğunu ifade etmektedirler.

Hakikatler böyle iken; “Ben ancak mullallim alarak gönderildim” diyen Peygamber Efendimizin, hayatımızın her alanını nurlllandıran sünnetleri ile işe başlamalı değil mi?

Onlara “Ne verdiniz ki ne istiyorsunuz?” sorulduğunda kara kara düşüncelere dallldıklarını görürsünüz. Biraz daha konuşunca itiraflar bölümüne geçerler. “Evet haklısıllnız!” ve benzeri cümleleri ile başlayan ve devam eden sıralı ifadeler…

Bu meyanda çok mânidar bir hâdise vardır:

44 İRFAN MEKTEBİ

Bu âyet indirildiğinde Resûlli Ekrem Aleyllhisselâtü Vesselâm Efendimiz akrabasını topllladı ve: “Ey aşîretim! Allah u Teâlâ’ya îman ve itâatle kendinizi O’nun azâbından muhâllfaza ederek kurtarın! Aksi takdirde benimle olan akrabalığınız faydası olmaz!” buyurdu. (Celâleyn Şerhi, c.9, 413)

Kaynak: Muhtasar Meâl, Hayrât Neşriyat, 2001, sh.375

“Ve (önce) en yakın akrabalarını korkut” (Şuâra, 214)

Dosy

a

Page 45: İrfan Mektebi

taziyeye giden bir peygamberimiz olduğullnu unutmayalım!

Eve geldiğimizde önümüze yemeğimillzi koyan, evden çıktığımızda elmas gözlü çocuklarımızı emanet ettiğimiz, Resûlullah Efendimiz (sav)’in son nefesinde bize haklllarına dikkat etmemizi öğütlediği eşlerimize ve çocuklarımızın annelerine onlara yakışır biçimde davranalım!

Bedîüzzaman Hazretleri, dünya ve ahillret hayatını kazanmak için, “Din, hayatın hayatı, hem nuru, hem esası” kaidesinden bahseder. Bizlerde âile hayatımızı kazanllmak gayesi ile hep birlikte kendimizin ve özellikle de çocuklarımızın peygamberi bir ahlak üzerine yetiştirilmesi için sünnetli sellniyeye sarılalım. On sekiz bin âlemin Mullhammed Mustafa’sı (sav) hürmetine isimlllerini koyduğumuz çocuklarımız; Mustafa, Ahmed, Mehmet, Zeynep, Fatma, Gülsüm ve Haticelerimizi kendi eksikliklerimizden ve ilgisizliğimizden dolayı hebâ etmeyelim.

Zaman geçmeden!

Tren kaçmadan!

Ecel gelmeden!

DİPNOTLAR:

(1) Rahmân, 60 (2) Tebliğ Notları (3) Şuarâ, 214 (4) Tahrim, 6 (5) Tirmizi, İsti’zan 10, (2699)

“GELİN EVE GİRERKEN SELÂM VERELİM!”

Âile reisleri olarak çocuklarımıza maddi ve manevi nasıl muallim olabiliriz sorusunu kendimize sorarak başlayabiliriz. Eksiklerillmizi düzeltebiliriz. Bilemiyorsak öğrenebilllir veya bilenlerden sorabiliriz, öğrenince hayatımıza tatbik edebilir, çocuklarımıza örnek olmak için gayret edebiliriz.

Gelin önce eve girerken selam verelllim! Zira Hz. Enes radıyallahu anh anlalltıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana buyurdular ki: ‘Ey oğulcuğum, âilene ulaştığın zaman selam ver ki, selamın, hem senin üzerine hem de âile halkına bereket olsun!’” (5).

Sonra âilemiz ve çocuklarımıza teşekllkür etmesini bilelim. Bu onları kazanmallmızı kolaylaştıracak, şevklendirecek ve âile hayatımızın rengini değiştirecektir. Zira Resûlli Ekrem Efendimiz (sav), “Başkasıllna teşekkür etmeyen Allah’a şükür etmez!” buyurmaktadır.

Çocuklarımız ile beraber zaman geçirelllim! Medine’de Resûlullah’ın (sav) elinden tutan ve sırf elini bırakmadığı için onun elini kendi elini bırakana kadar bırakmayıp bekleyen, hem namazda secdede mübarek omuzlarına çıkan torunları için secdesini uzatan, hem çocuk ağlaması duyduğunda namazını kısa kesen, zorlamadan sevdiren, bir meclise girdiğinde çocuklara da büyüklller gibi ilgi gösteren, kuşu ölen bir çocuğa

İRFAN MEKTEBİ 45

Âilenize tebliğ yapıyor musunuz?

“Ey iman edenler! Kendi--nizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateşten koruyun!” (Tahrim, 6)

Dosya

Page 46: İrfan Mektebi

stâd Bediüzzamân Hazretleri, ‘Dokuzuncu Mektûb’da şöyle der: “Tahmîn ederim ki, nâsihlerin (nasîhat edenlerin) nasîhatlari, şu zamanda te’sirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler: ‘Hased etme! Hırs gösterme! Adâvet (düşmanlık) etme! İnâd etme! Dünyayı sevme!’ yani, ‘Fıtratını değiştir!’ gibi, zâhiren onlarca mâlâyutak (tâkat yetmez) bir teklîfte bulunurlar. Eğer deseler ki: ‘Bunların yüzlerini hayırlı şeyll

lere çeviriniz, mecrâlarını değişlltiriniz!’ hem nasîhat te’sir eder, hem dâireli ihtiyârlarında bir emrli teklîf olur.”

Tebliğde başarının sırrı:

Hisleri iyi bilmek

Mustafa EMEK Demek ki insandaki hisler, Cenâblı Hakk’ın fıtratlı beşere derc ettiği, imhâsı ve set çekilmesi mümkün olmayan, bir su memba’ı gibidir. Nasıl ki, bir su memba’ını yerin altına hapsetmek mümkün değildir. Aynen öyle de, hislerin önüne set çekllmek ve yok etmek mümkün değildir. Bir su memba’ının üzeri reddedilse, başka bir menfezden yol bulup yine yeryüzüne çıkar. Çıktığı yer tekrar reddedilse, başka bir yerllden yol bulup yine çıkar. İmhâsı ve seddi mümkün olmayan bu su memba’ının, çıklltıktan sonra yönünü çevirmek ve istenilen tarafa tevcîh etmek gâyet derecede mümllkün ve kolaydır.

İşte, insanda binlerce his vardır. Her billrisinin de iki mertebesi vardır. Biri mecâzî, diğeri de hakîkî. Aşağıda, insânda tesîrini en çok icrâ eden bazı kuvvetli hislerin ve mall’nevî cihâzların mecâzî ve hakîkî mertebellleri, ya’ni meşrû’ ve gayrli meşrû’ cihetleri ile, mecâzî cihetten hakîkî cihete inkılâbın nasıl olacağı, Risâleli Nûr’daki tarzlı beyâllnıyla ifâde edilmiştir:

1. Muhabbet (sevgi): İnsan, kalbinlldeki sevgisini, fâni ve kırılmaya mahkûm cam parçaları hükmünde olan firak ve zeval kılıcı ile boynu vurulan mâsivâya sarf ederllse, o sevgi, sahibini daimî azâb ve elemde bırakır. Hâlbuki nihayetsiz bir muhabbete lâyık, ancak cemâl, kemâl ve ihsânı bâkî bir Zât olabilir.

İnsan eğer adâvet edecekse, kalbindeki adâvete adâvet etmeli, onun izâlesine çalışmalıdır. Hem, en zi--yâde insâna zarar veren nefs-i emmâreyeve hevâ-yı nefse adâvet edip, ıslâhına çalışmalı. Hem, Kur’ân

ve îman düşmanları çoktur, onlara düşmanlık etmek gerektir.

46 İRFAN MEKTEBİ

Tebliğde başarının sırrı: Hisleri iyi bilmek

Dosy

a

Page 47: İrfan Mektebi

7. Hubb-ı câh (makam sevgisi): İnsanda, ekseriyet itibâriyle hubblı câh denilen şöhret hırsı ve hodfuruşluk ve şan ü şeref denilen riyâkârâne halklara görünllmek ve umûmun nazarında mevki’ sâhibi olmağa, cüz’îlküllî bir arzu vardır. Hatta o arzu için, hayatını feda eder derecesinllde şöhretperestlik hissi onu sevk eder. Ehlli âhiret için bu his gayet tehlikelidir, ehlli dünya için de gayet dağdağalıdır; çok kötü ahlâkın menşeidir ve insanların da en zaîf damarıdır. Hâlbuki rızâlyı İlâhî ve iltifâtlı Rahmânî ve kabûllu Rabbânî öyle bir mallkâmdır ki; insânların teveccühü ve beğenllmesi, ona nispeten bir zerre hükmündedir. Hubblı câh hissi eğer susturulmazsa ve izâle edilmezse, yüzünü başka cihete çevirllmek lâzımdır. Şöyle ki: Âhiret sevâbı için, insânların duâlarını kazanmak niyetiyle ve hizmetin hüsnli tesîri noktasında bu hissin meşrû’ bir ciheti bulunabilir.

8. Havf (korku): Halktan korkmak, elîm bir belâdır. Hayatı zehir hükmüne getirir. İnsan, bu havfı, yani korku hissini, öyle birisine tevcih etmeli ki, insanın havfı lezzetli bir tezellül olsun. Havf, bir kamçılldır; O’nun rahmetinin kucağına atar. Malllûmdur ki, bir vâlide, meselâ bir yavruyu korkutup sinesine celbediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü şefkat sîllnesine celbediyor. Hâlbuki bütün vâlidelllerin şefkatleri, rahmetli İlahiyenin bir lellm’asıdır. Demek havfullâhta bir azîm lezzet vardır. Hem Allah’tan havf eden, başkaların kasâvetli, katı, belâlı havfından kurtulur.

9. Adâvet (düşmanlık): Hissli adâllvet, mü’minlere tevcîh edilmek için vellrilmemiştir. Nasıl ki, âdî ve sıradan çakıl taşlarına, Kâ’be’den daha kıymetli ve Uhud dağından daha azametli denilemiyorsa, müll’mine de, Kâ’be ve Uhud dağı azametinde ve kıymetinde olan îmân, İslâmiyet, namâz gibi hasletleri varken, çakıl taşı hükmünde olan bazı küçük kusûrlarından ve hatalallrından dolayı da adâvet edilemez. Edilirse, bu bir zulüm ve insafsızlık olur. İnsan eğer adâvet edecekse, kalbindeki adâvete adâvet etmeli, onun izâlesine çalışmalıdır. Hem, en ziyâde insâna zarar veren nefsli emmâllreye ve hevâlyı nefse adâvet edip, ıslâhına çalışmalı. Hem, Kur’ân ve îman düşmanları

2. Aşk: Aşk, şiddetli bir muhabbettir; fâni mahbuplara müteveccih olduğu vakit ya o aşk kendi sâhibini dâimî bir azâb ve elemde bırakır, veyahut o mecâzî mahbup, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için bâkî bir mahbûbu arattırır; aşklı mecallzî, aşklı hakikîye inkılap eder.

3. Ene: Enenin, hikmetli hilkati unulltulup, vazifeli fıtrîyesi terk ettirilip, manalyı ismiyle eneye bakılırsa, kendini mâlik îtikad etse; o vakit emânete hıyânet edilir. Bütün şerler, şirkler, küfür ve dalâletler enellnin bu yüzünden neş’et eder. Eğer, eneye ma’nâlyı harfî ile bakılsa, kendisi bir âyine îtikad edilse, mâhiyetindeki ölçücükler ve numûneler ile Hâlık ve Sâni’i tanıma cihelltine gidilse, o vakit ene Allah’a abd olur, ubûdiyetin menşe’i olur makâmlı ahsenli takvîme çıkar.

4. Endişe-i istikbâl (gelecek endi-lşesi): İnsan, dünyevî istikbâlinden ziyâdellsiyle endişe ettiği zamân görür ki, o endişe ettiği istikbâle yetişmek için elinde senet yok. Hem rızık cihetinde Cenâblı Hakk’ın garantisi altında ve kısa olan bir istikbâl, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakikî ve uzun ve gâfiller için garanti altına alınmamış ebedî bir istikbâle teveccüh eder. Bu hissinin hallkîkî mecrâsını bulmuş olur.

5. Hırs: İnsan, mala ve makama karşı şiddetli bir hırs gösterir. Bakar ki, muvakllkaten kendi nezaretine verilmiş o fâni mal ve âfetli şöhret ve tehlikeli ve riyâya medâr olan makam, o şiddetli hırsa değmiyor. Onlldan, hakikî makam olan manevî makamlara ve Allah’a yakınlık derecelerine ve hakikî mal olan sâlih amellere teveccüh eder.

6. İnat: İnsan, şiddetli bir inat ile ehemmiyetsiz, fâni işlere karşı hissiyâtını sarf eder. Bakar ki, bir dakika inada değllmeyen bir şeye, bir sene inat ediyor. Bakar ki, bu kuvvetli his, böyle şeyler için verilllmemiş. O şiddetli inadı, o lüzumsuz fâni işlere vermeyip, âlî ve bâki olan hakâikli îmâniyeye ve esâsâtlı İslâmiyeye ve âhiret hizmetlerine sarf eder. O hasletli rezile olan inâdlı mecazî, güzel ve âlî bir haslet olan hakikî inada, yani hakta şiddetli sebâta inllkılap eder.

İRFAN MEKTEBİ 47

Nasıl ki, bir su memba’ını yerin altına hapsetmek mümkün değildir. Aynen öyle de, hislerin önüne set çekmek ve yok etmek mümkün değildir.

Tebliğde başarının sırrı: Hisleri iyi bilmek

Dosya

Page 48: İrfan Mektebi

Tebliğde başarının sırrı: Hisleri iyi bilmek

Hiss-i adâvet, mü’minlere

tevcîh edilmek için verilme--

miştir.

13. Akıl: Hakkı bâtıl, bâtılı da hak göslltermek demek olan ‘cerbeze’ ile, hiçbir şey’i bilmemek demek olan ‘gabâvet’ zulümdür. ‘Hikmet’ ise, hakkı hak bilip imtisâl etmek, bâtılı bâtıl bilip ictinâb etmek demektir. Aklın meşrû’ ve vasat mertebesidir.

14. Gadâb: Maddî ve ma’nevî hiçbir şeyden korkmamak demek olan ‘tehevvür’ ile korkulmayacak şeylerden dahi korkmak demek olan ‘cebânet’ zulümdür. ‘Şecâat’ ise, dinî ve dünyevî hukûku söz konusu olduğunda canını verebilecek derecede bir kahrâmanlığa sahip olmak demektir ve galldâb hissinin vasat ve meşrû’ mertebesidir.

15. Şehvet: Irz ve nâmusları pâyli mâl etmek etmek demek olan ‘fücûr’ ile, ne helllâle ne de harâma meyli olmamak demek olan ‘humûd’ zulümdür. ‘İffet’ ise, helâle işlltâhlı olup harâma iştâhlı olmamak demektir ve ‘kuvveli şeheviye’nin vasat ve meşrû’ mertebesidir.

çoktur, onlara düşmanlık etmek gerektir.

10. Haset: Haset, evvelâ hasetçiyi ezer, mahveder, yandırır. Hasedin çaresi: Hasetllçi, haset ettiği şeylerin âkıbetini düşünsün. Tâ anlasın ki; rakîbinde olan dünyevî hüllsün ve kuvvet ve mertebe ve servet; fânidir, muvakkattir. Eğer uhrevî meziyetlere haset ediyorsa, zâten onlarda haset olamaz. Eğer onlarda dahi haset yapsa; ya kendisi riyâkârlldır, âhiret malını dünyada mahvetmek ister veyâhut haset ettiği şahsı riyâkâr zanneder, haksızlık eder, zulmeder. Rahmete i’tirâz eden, rahmetten mahrum kalır.

11. Sabır: İnsan ibâdetlere, günahlallra ve musîbetlere sabretmekle mükelleftir. Cenâblı Hakk’ın kendisine verdiği sabır kuvvetini, geçmiş ve geleceğe, vehminin tahakkümü, gafleti ve fâni hayatı bâki tellvehhüm etmesi ile dağıtmazsa, şu ‘sabır kuvveti’ her musîbete karşı kâfi gelebilir. Fakat insan ‘sabır kuvveti’ni geçmiş ve gellleceğe dağıtsa, o vakit, hâlli hazırdaki musibet ve ibâdet ve günâhlara karşı sabrı kâfi gelmez, şekvâya başlar.

12. Milliyetçilik His-lsi: Vatan, dil ve din unsurllları temelinde teşkîl edilen birliğe ‘millet’ denir. Hatta bunlardan birisi dahi nokllsan olsa yine millet birdir. İşte bu ‘milliyet’ fikri, İslllâmiyet’e hâdim olmalı, kal’a olmalı, zırhı olmalı ve İslâmiyet’e hizmet etlltiği nisbette medârlı fahr ve gurûr olmalı. Yoksa İslâmiyet’in yerine geçllmemeli. Böyle bir vaziyet kalenin surlarındaki taşları, kalenin içindeki mücevher hazinesinin yerine koyup, mücevherleri dışarı atmak gibi bir ciddi hatâ ve cillnâyettir. Bütün Müslüman milletler ve unsurlar, ancak ‘İslâmiyet pederi’nin birer evlâdıdır. Birbirinin kardellşidir. Kimisi büyük ağabey, kimisi de küçük kardeş…

48 İRFAN MEKTEBİ

Dosy

a

Page 49: İrfan Mektebi

İRFAN MEKTEBİ 49

Terazinin iki kefesi

er şey kaderde yazılıdır. Hatta cennetlik ve cehennemlikler bile Kaderli İlahide bellilldir. Nitekim sahabeli güzîn efendilerimiz sormuş:

—“Ey Allah’ın Resûlü, her şey kaderde yazılıysa çalışmayı bırakıp Allah’ın takdirine bağlanmalı değil miyiz? (Bizler niçin bu kalldar zahmete giriyoruz, niçin cihad ediyollruz?) Çünkü bizden kim saadet ehlinden ise saadet ehlinin ameline yönelecek, kim de şaki ise şaki ehlinin ameline yöneleceklltir. Resûlullah (sav): Ancak, iyilik ehline

“Îman ve Kur’ân hizmeti mukaddes bir vazifedir”

Terazinin iki kefesi

Mustafa YANKIN iyilik ameli kolaylaştırılacak, günah ehline de günah ameli kolaylaştırılacaktır.” (sizler amelli sâlihi tercih edin) buyurdu. (Sahihli Buhârî)

Bizler amelli sâlihi tercih etmekle müllkellefiz. Duâlarımızla, ibâdetlerimizle, çalllışmalarımızla hayırların celbine, tövbe ve istiğfarla ve de her türlü kötülükten rabbillmize sığınmakla şerlerin def’ine çalışmalıllyız.

Zihnimiz her zaman Kur’ân ve îman hizmetiyle meşgul olmalı; zira temel vazillfemiz budur. Diğer dünyevi çalışmalarımız ve meşgalelerimiz aslî değil; tâli vazifeler

Zihnimiz her zaman Kur’ân ve îman hizmetiyle meşgul olmalı; zira temel vazifemiz budur. Diğer dünyevî çalışmalarımız ve meşgalelerimiz aslî değil; tâli vazifeler olup âhireti kazanma noktasında ba--samak ve vesilelerdir. Dünya âhiretin tarlasıdır. Âhiretin yerini tutacak kıymeti yoktur. Bu itibarla

dünyaya dünya kadar, âhirete de âhiret kadar kıymet vermek gerekir.

Dosya

Page 50: İrfan Mektebi

Terazinin iki kefesi

Kâinatta zerre kadar da olsa

hakiki mânâda tesadüfe yer

yoktur. Her şey bir hikmet, bir

gayeye matuf olarak kaderde planlanmıştır

medim. Sizin çalışmalarınıza gelirim, zira sizin benim üzerimde emeğiniz çok.

Karşılıklı telefonlarımızı alıp verdik ve ayrıldık. O arkadaşımız şimdi bizimle berallber güzel çalışmalara imza atıyor.

Her gün okula yaya gittiğim halde o gün arabayla gidişim, arabayı okulda unutuşum tesadüf olabilir mi sizce? Elbette hayır! Zira tesadüf; bir şeyin plansız, programsız, rast gele yapılması demektir. Hâlbuki kâinatta zerre kadar da olsa hakiki mânâda tesadüfe yer yoktur. Her şey bir hikmet, bir gayeye matuf olarak kaderde planlanmıştır. Yine, kalem almak için kırtasiyeye uğramam, cellbimde paramın olmayışı, çantamın cebini yoklamak zorunda kalıp arabamın anahtallrını fark edişim tesadüfe havale edilebilecek kadar basit Hâdiseler olmasa gerek. Üst üste gelen bu tevafukların sırrı sonradan daha iyi anlaşılıyor. Meğer bu saydıklarım ne kadar hikmetliymiş! Kaderli İlahî yıllar sonra o delikanlıyla beni buluşturmak için ne de güzel program yapmış!

BİR KELİME KURTULUŞ SEBEBİ OLABİLİR

Bu, küçük hâdiseden çıkarılabilecek güzel, bir o kadar da büyük neticeler var elbette:

1. Başta da ifade ettiğimiz gibi, her şey kaderde programlanmış. Bizler vazifemizi hakkıyla yapmaya çalıştıktan sonra Cenâblı Hak, hiç beklemediğimiz zamanlarda, beklllemediğimiz fırsatlar karşımıza çıkarabilir. Cüz’î iradesini îman ve Kur’ân hizmetinde kullanmak isteyen nasipli kimselerle bizleri değişik vesilelerle buluşturabilir.

2. Îman, Kur’ân hizmeti mukaddes bir vazifedir. Bu yolun yolcusu, şefkat ve merhametiyle bütün insanları kucaklayabilllmelidir. Onları gönülden sevmeli, onlara kendini sevdirmesini bilmelidir. Bu frekansı yakalamadan başkaları üzerinde etkili olmak elbette mümkün değildir. Seni sevmeyen, senin yaptıklarını da sevmez. Sana iti-lmadı olmayanın senin çalışmalarına da itimadı olamaz.

3. Değişik vesilelerle tanıştığımız, tellmas kurduğumuz kimseler vardır elbette.

olup âhireti kazanma noktasında basamak ve vesilelerdir. Dünya âhiretin tarlası-ldır. Âhiretin yerini tutacak kıymeti yoktur. Bu itibarla dünyaya dünya kadar, âhirellte de âhiret kadar kıymet vermek gerekir. Düşünce dünyamız buna göre şekillenirse Rabbimizin lütuf ve înayetiyle nice güzelllliklere ulaşabilir, nice muvaffakiyetlere erillşebiliriz. Bu meyanda küçük bir hatıramı sizlerle paylaşmak istiyorum.

MÂNÂLI BİR TEVÂFUK

Bir gün akşama yakın okuldan çıktım, eve doğru gidiyorum. Beynimde hizmet düşünceleri, hayalleri, projeleri var. Bir ara kalem almak için yolumun üzerindeki kırlltasiyeye girdim. Kalemin ücretini vermek için elimi cebime attım, param yok. Üzerillme para almayı unutmuşum. Çantamın cellbinde para olabilir düşüncesiyle elimi çanlltama attım, arabamın anahtarı geldi elime. Eyvah, arabayı okulda unutmuşum. Çoğu zaman okula yaya gidiyordum. O gün arallbayla gittiğim halde, her zamanki alışkanlllıkla yaya olarak evin yolunu tutmuşum. Durumu fark edince derhal geri döndüm. Dalgın biraz da yorgun bir şekilde okula doğru giderken birisi selam verdi. Kafamı kaldırıp baktım, hafiften uzun boylu bir delikanlı. Yüzü pek de yabancı gelmiyor bana.

—Sen Mustafa olmalısın.

—Evet, hocam, ben O’yum.

—Ne kadar da büyümüşsün. 7. sınıfta senin dersine girmiştim. Acaba aradan kaç yıl geçti?

—Yaklaşık 6 yıl oldu hocam. Ben ilköğllretimden sonra hafızlığımı tamamladım ve şu anda İmam Hatip Lisesine gidiyorum.

—Seni zaman zaman arayıp sordum.

—Doğru hocam, selamlarınızı hep allldım; ancak sizi ziyaret etmekte tembelliğim oldu, kusuruma bakmayın.

—Her ne ise, artık geleceğe bakalım. Biz öğrencilerle çalışmalar yapıyoruz. Sen de aramıza katılırsan çok memnun olurum.

—Hocam bu zamana kadar çok kişiden böyle teklifler aldım, ancak hiçbirine gitll

50 İRFAN MEKTEBİ

Dosy

a

Page 51: İrfan Mektebi

limeyi söylemekteki cimriliğimiz o kadar kazancın kaçıp gitmesine sebep olur. Üslltüne üstlük üzerimize büyük bir mesuliyellti de yıkarak gider. Terazinin iki kefesi var. Birinde sevap, diğerinde mesuliyet söz konusu… Sevabı çok olan fiillerin manevi mesuliyeti de o nispette çok olur. Hadîsli Şerifin ifadesiyle; bir kişinin bizim vasıtallmızla imanını kurtarması bizim için sahralllar dolusu koyunu Allah yoluna vermekten daha hayırlıdır. Öyle ise, hizmet ve vazifede lakayt kalmak, hem o müthiş kârı kaçırmallya, hem de indli ilâhide şiddetli mesuliyete sebep olur.

Akıllı insan kâr ve zararını iyi hesap eder. O kadar kârı niçin kaçıralım? Bir killşinin ebedi selameti uğruna birkaç kelimellyi veya cümleyi niçin esirgeyelim? Verilen ücret az mıdır ki bu noktada tembel davrallnalım ve birkaç kelime söz söylemede veya yapacağımız diğer fedakârlıklarda cimriliğillmiz olsun?

Cenâblı Hakkın, vazifemizi müdllrik, nice güzel çalışmalar ihsan etmesi dileğiyle…

Onlarla irtibatı kesmemek gerekir. Dolaylı da olsa, uzaktan da olsa aradaki bağı devam ettirmekte fayda var. Nihayetinde aradan yıllar geçse dahi onlarla tekrar karşılaşabilir ve onlara hizmetimizi, teklifimizi, tebli-lğimizi yineleyebiliriz.

4. İlk defa karşılaştığımız kimseler olallbilir. Muhatabın durumuna göre, uygun bir şekilde düşüncelerimizi ve çalışmalarıllmızı anlatmakta fayda vardır. Madem kallder, o kimseyi bizimle buluşturmuş, bizim de üzerimize terettüp eden vazifeyi ifa etmemiz icap eder. Bu noktada gevşeklik göstermemiz uygun olmaz. Nitekim Üstad Bedîüzzaman Hazretleri’nin ifadesiyle; “Bazen bir kelime sebeb-i necat olur.” Yani, bazen bir kelime bir kimsenin kurtuluşuna vesile olabilir. Bizler o, bir kelimeyi söylellmekle şu Hadîsli şerife mazhar olabiliriz:

“Yâ Ali! Allah senin vasıtanla tek bir kişiye hidayet ederse; Allah’a ye-lmin ederim ki o, senin için kızıl deve-llere sahip olmaktan daha iyidir.”

Meseleyi diğer yönüyle ele aldığımızda da şunu görürüz: Tebliğe ait o birkaç kell

İRFAN MEKTEBİ 5�

İyilik ehline iyilik ameli ko--laylaştırılacak, günah ehline de günah ameli kolaylaştırıla--caktır.” (Sizler amel-i sâlihi tercih edin) (Sahih-i Buhârî)

Terazinin iki kefesi

TAH

SİN

KIVA

Dosya

Page 52: İrfan Mektebi

عن أبي سعيد اخلدري رضي اهلل عنه

قال مسعت رسول اهلل صلى اهلل عليه وسلم يقول من رأى منكم

منكرا فليغريه بيده فإن مل يستطع فبلسانه فإن مل يستطع فبقلبه وذلك أضعف اإلميان

رواه مسلم والرتمذي وابن ماجه والنسائي Ebû Saîdu’llHudrî: “Ben Hz. Peyll

gamber (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle söylediğini işittim:”

“Sizden kim (dînimize uymayan) bir münker görürse (seyirci kalmayıp) onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse lillsanıyla düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu kadarı îmanın en zayıf mertebesidir.”

(Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbnu Mâce)

وعن ابن عباس رضي اهلل عنهما عن النيب صلى اهلل عليهوسلم قال

ليس منا من مل يرحم صغرينا ويوقر كبرينا ويأمرباملعروف وينه عن املنكر

رواه أمحد والرتمذي واللفظ له وابن حبان يف صحيحه İbn Abbas (ra) Peygamberimiz (sav)’in

şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

“Küçüğümüze şefkat etmeyen, büyüllğümüze saygı göstermeyen, iyiliği emrelldip, kötülükten de nehyetmeyen bizden değildir.”

(Ahmed, Tirmizi, İbn Hibban)

وروي عن ذرة بنت أبي هلب رضي اهلل عنها قالت قلت يا رسول اهلل من خري الناس قال أتقاهم للرب عز وجل وأوصلهم للرحم وآمرهم باملعروف وأنهاهم عن

Resûlullah (sav)’in dilinden tebliğ

املنكر رواه أبو الشيخ يف كتاب الثواب والبيهقي يف الزهد الكبري وغريه

Zerre bt. Ebû Leheb (ra)’den şöyle rillvayet edilmiştir:

(Bir gün) “Ya Resûlallah! İnsanların en hayırlısı kimdir?” diye sordum. O da “Rab azze ve celleden en çok korkanı, en çok sılali rahim yapanı, iyiliği emredip, kötülllükten de nehyedenidir.” buyurdu.

(EbuşlŞeyh, Beyhaki)

وعن النعمان بن بشري رضي اهلل عنهما عن النيب صلى اهلل عليه وسلم قال

يف حدود اهلل والواقع فيها كمثل قوم استهموا على سفينة فصار بعضهم أعالها وبعضهم أسفلها فكان الذين يف أسفلها إذا استقوا من املاء مروا على من فوقهم فقالوا

لو أنا خرقنا يف نصيبنا خرقا ومل نؤذ من فوقنا فإن تركوهم وما أرادوا هلكوا جيعا وإن الشاة على أيديهم

جنوا وجنوا جيعا رواه البخاري والرتمذي

Numan b. Beşir (ra)’dan Peygamllberimiz (sav)in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Allah’ın hududuna riayet eden (helâl ve haramlara dikkat eden) ve o hududa tellcavüz edenler, bir gemiye binen topluluğa benzerler. Bu topluluğun bir kısmı gemillnin üst kısmına, bir kısmı da alt kısmına yerleşirler. Alt kısımda olanlar kendilerine su lazım olunca yukarıdan temin ederler. (Bu gidip gelmeden yukarıdakileri rahatsız ederler). Alttakiler kendi aralarında ‘Eğer nasibimize düşen geminin bu alt kısmından bir delik açarsak, (kolayca su temin ederiz ve) üstümüzdekileri rahatsız etmeyiz’ desell

5� İRFAN MEKTEBİ

Resûlullah (sav)’in dilinden tebliğ

Dosy

a

Page 53: İrfan Mektebi

عن أبي بكر الصديق رضي اهلل عنه قال يا أيها الناس إنكم تقرؤون هذه اآلية يا أيها الذين آمنوا عليكم أنفسكم ال يضركم من ضل إذا اهتديتم املائدة وإني مسعت رسول اهلل صلى اهلل عليه وسلم يقول إن الناس إذا رأوا الظامل فلم يأخذوا على يديه أوشك أن يعمهم اهلل بعقاب من

عندهرواه أبو داود والرتمذي وقال حديث حسن صحيح وابن ماجه والنسائي وابن حبان يف صحيحه ولفظ النسائي إني مسعت رسول اهلل صلى اهلل عليه وسلم يقول إن

القوم إذا رأوا املنكر فلم يغريوه عمهم اهلل بعقابHz. Ebû Bekir (ra)’dan rivayet edilmiştir:

“Ey insanlar! Sizler şu âyeti okuyor, fallkat yanlış anlıyorsunuz: «Ey iman edenler! Siz kendinize bakın! Hidâyete erdiğiniz takdirde, dalâlete düşenler size zarar verllmez.» (Maide: 5/105). Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm)’ın: «İnsanlar, zâlillmi görüp elinden tutmazlarsa, Allah kendi katından hepsine ulaşacak umumî bir belâ göndermesi yakındır» dediğini işittim.”

(Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesei, İbn Mâce)

Nesei’nin rivayeti şöyledir: Ben, Rellsûlullah (aleyhissalâtü vesselâm)’ın: “Bir kavim İçlerinde kötülükler işlendiğini görlldüğünde, (bu kötülükleri bertaraf edecek güçte oldukları halde) seyirci kalır, müdâllhale etmezlerse, Allah onların hepsini cezalllandırır» dediğini işittim.”

وعن أبي هريرة رضي اهلل عنه قال

كنا نسمع أن الرجل يتعلق بالرجل يوم القيامة وهو فيقول له ما لك إلي وما بيين وبينك معرفة فيقول كنت

تراني على اخلطإ وعلى املنكر وال تنهانيذكره رزين ومل أره

Ebû Hureyre (ra) şöyle demiştir:

Şöyle dendiğini işitirdik: Kıyamet güllnünde bir adam bir adamı yakalar. O da “Beni niye tutuyorsun? Ben seni tanımıllyorum.” der. Diğer adam “(Hayır) sen dünyada iken benim hata ettiğimi, kötülük işlediğimi görürdün de, beni bundan nehllyetmezdin” der (ve ondan davacı olur).

(Rezin)

ler (ve bunu uygulamak isteseler). Yukarılldakiler aşağıdakilerin yapmak istediklerine engel olmazlarsa hep beraber boğulurlar. Eğer onlara engel olurlarsa hep beraber kurtulurlar.”

(Buhari, Tirmizî)

EMRlİ BİLlMARUF NEHYlİ ANİLlMÜNKER YAPMAYANLAR HAKKINDA

وعن حذيفة رضي اهلل عنه عن النيب صلى اهلل عليه وسلم قال

والذي نفسي بيده لتأمرن باملعروف ولتنهون عن املنكر أو ليوشكن اهلل يبعث عليكم عذابا منه ثم تدعونه

فاليستجيب لكمرواه الرتمذي وقال حديث حسن غريب

Huzeyfe (ra) anlatıyor: Resûlullah (aleyllhissalâtü vesselâm) buyurdular ki:

“Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder ve kölltülükten nehyedersiniz veya Allah’ın kalltından umumî bir belâ üzerinize yakın bir zamanda gelir. O zaman yalvar yakar olurllsunuz da duânız kabul edilmez.”

(Tirmizî)

عن ابي هريرة قال قال رسول اهلل صلى اهلل عليه وسلم

اذا عظمت اميت الدنيا نزعت منها هيبة اإلسالم واذا تركت األمر باملعروف والنهي عن املنكر حرمت بركة

الوحي واذا تسابت اميت سقطت من عني اهللأخرج احلكيم

Ebû Hureyre (ra)’dan rivayet edilmiştir. Peygamberimiz şöyle buyurdu:

“Ümmetimin gözünde dünya büyürse, ondan İslâm’ın heybeti çıkarılır. Emrli billmaruf ve nehyli anillmünkeri terk ettikleri zaman, vahyin bereketinden mahrum kalllırlar. Ümmetim birbirine sövdüğü zaman Allah’ın gözünden düşerler.”

(Hakimü’tlTirmizi)

İRFAN MEKTEBİ 5�

Resûlullah (sav)’in dilinden tebliğ

Dosya

Page 54: İrfan Mektebi

Gül kırmızı ve aşk sızı

Zafer ŞIK

en gittin, hazan düştü bahçemize Sen gittin, tarumar oldu her şey Sen gittin, geriye doyumsuz bir aşk bıraktın bize.

Sevgili! önce kum deryalarına düştük sonra serâba bugüne kadar umutlardı bizi ayakta tutan sevdandı kimsesiz çöllerde yürekleri bir tutan, yalnızlığa açılır bütün kapılar sensiz sen yoksun diye, sicim sicim karanlık yeşerdi içimizde dalga dalga hasretindi kalbimizde alevlenen gönlümüze batan dikenler ne ki büyüttüğümüz güller sadece sen kokmak içindi.

Sevgili! en haşin haliyle girdaba düştük sensizliğe sürgün edildik ilkin sonra mağara arkadaşın bırakıp gitti bizi sonra kılıçların efendisi ardından cennet gençlerinin efendileri ve diğerleri birer birer bırakıp gittiler bizi dilimiz lâl, âmâ kaldı gözlerimiz

sen olmasaydın kalpler sevmeyi öğrenebilir miydi! ey, ihsanda nisan bulutunu geçen Sevgili. örümcek, gözlerde hâlâ en kalın perdedir sırların sırrı kisranın sarayında ondört burcunun düştüğü yerdedir. en büyük mucizen Kur’ân’dı, sonra Sen’din güneşi sağ eline, ayı da sol eline alsaydın yine de çözülmezdi ebterlerin kalbindeki kir!

ey ay yüzlü güzel! bütün kelamları yazan kalemin emriydi gidişin oysa ne kadar çok beklemişti gelişini Hira ne kadar da çok yolunu gözlemişti Râhip Bahira bir tek Bilâl değil, cihan alışmıştı sana hüzündü ardında biriktirdiğimiz yokluğunun vadilerinde yuvarlanırken yaralı kalbimizin fısıltısına günâha battık ama konuşan gözlerimizin hıçkırığına

54 İRFAN MEKTEBİ

Gül kırmızı ve aşk sızı

Page 55: İrfan Mektebi

hizmetkârın olmayı istemişti. şimdi bahtsız bir kıtada iz süreriz sana kavuşmak için şimdi resimlerle tarifsiz uçurum kenarında dünya gül iklimini çoktan yitirdik Sevgili hicran mevsimine düştük, masallarla büyütüldük oysa adın anılınca susuyor bütün masallar kırmızı kokuyor özlemin, gül kırmızısı ne çok yakışırsınız birbirinize Sen ve kırmızı!

Sen gittin, hazan düştü bahçemize Sen gittin, tarumar oldu her şey Sen gittin, geriye doyumsuz bir aşk bıraktın bize.

kirli yağmurlarla ıslanıyor dünya güneş, ışığını suçlu indiriyor yeryüzüne yokluğunda geceler kavuşur mu gündüze! gel, yıldızlar dökülsün yollarına müjdelesinler tek tek Muhammed Mustafa’yı gel, yorgunluk çöreklendi yokluğunda omuzlarımıza gel, gülü koparmadan sevmeyi öğret bize

seni yaşayınca gülistan oluyor dünya seni yaşayınca gül kokuyor insan. geldin! bin dört yüz seneler geçti rüzgârlara kapıldık firakınla, izini kaybettik sen sevmeyi, sevilmeyi öğretirken bize anne karnında kurşun sesleriyle tanıştı bebekler sen sevgi ekerken, biz ölüm, biz zulüm biz sevgisizlik koklamaya başladık ey Nebi! senin getirdiğin nurla yeniden dirileceğiz düştüğümüz yerden, kaybolduğumuz yerllden kalkacağız yeniden ey gelişiyle karanlıkları aydınlığa çeviren Sevgili! bugün gibi, yine bir pazartesiydi gidişin yüz yirmi beş bin değil şimdi milyonlar diyor ki ey Resûl: «Allah’ın elçiliğini ifa ettin vazifeni hakkıyla yerine getirdin bize vasiyet ve nasihatte bulundun!»

«Şâhid ol yâ Rab! şâhid ol yâ Rab! şâhid ol yâ Rab!»

“tebessüm sadakadır” fermânınla bir damla bengisu ver n’olur n’olur nûrunu gönder yoksul umutlarımıza. asırlardır yetimliğe açılır gözlerimiz bir pazartesi ilk defa, aşk gibi aşk yaşamıştı dünya ilk defa karşı karşıya gelince Bedir’de, baba ve oğul çoğalmıştı dillerdeki keşkeler, haberler uçuran bir güvercinin kanatları altında eleverir bizi ahir zaman.

Sen gittin, hazan düştü bahçemize Sen gittin, tarumar oldu her şey Sen gittin, geriye doyumsuz bir aşk bıraktın bize.

hicretimiz var kervan kervan yurduna bizi de coşkuyla karşılar mı Medineli kadınlar kardeş kabul eder mi ensar bizi de ondört asırdır takvimlerde kalınca bahar adı Muhammed olmayan güller dövünür. omuzlarımızda taşıyamadığımız en ağır yük bestelenmemiş gidişindi, sevdandı hasretindi her taşa desen desen nakşettiğimiz!

ey gecemizi gündüze çeviren Sevgili kardeşin “Yusuf’u görüp ellerini kesen kadınlar seni görselerdi kalplerini keserlerdi” nisanı unuttu yokluğunda dünya nisyan sardı bütün cihanı sen olmayınca her hayat bir ırmaktır sana akan yolu sana kavuşamayanın daim zehirdir damarlarında dolaşan. yüzünü göster ağustos gülü oluversin ateş, çöller vaha sen olmayınca gökler bir damla rahmet indirir mi hasretinden çatlamış dudaklarımıza! Necâşi’nin Zeylâ’sından davet var yine! gel ki nisanı nisan gibi, baharı bahar gibi aşkı aşk gibi yaşalım bir daha! müjdelediğin gibi altı asırdır ezanlar hala dalgalanır Konstantin burçlarında.

heybemizde senin özlemin dünya saltanatına bedel kaç insan

İRFAN MEKTEBİ 55

Gül kırmızı ve aşk sızı

Page 56: İrfan Mektebi

smanlı mezarlıkları ve mezar taşları dün olduğu gibi bugün de herkesin ilgisini çekmektedir. Çünkü bu mezarlıklar, enlldamlı servileri, rengârenk çiçekleri ve sanat şâheseri taşlarıyla insana huzur veren mellkânlardır. Eski mezarlıklarımızda ölümün, insana ürperti veren soğuk yüzü görülmez. Osmanlı Medeniyeti buraları birer ‘mânevî istirahat bahçesi’ne çevirmiştir. Mezar taşı kitabeleri yapıları itibariyle de sanat ve eslltetiğin konusu olmuşlardır. Çok ince taş işçiliği, çeşitlilik arz eden başlıkları, taşıdıkllları edebî ifadeler ve yazı sanatının çok güllzel örneklerini taşımaları onları önemli kılllmıştır. Ayrıca kişi ile ilgili en doğru bilgiler mezar taşlarından elde edilmiştir. Meselâ, Sicillli Osmâni müellifi Mehmed Süreyyâ kitabını telif ederken büyük ölçüde mezar taşlarından faydalanmıştır.

Her zaman öğündüğümüz medeniyetillmizde, mezarlık alanları şehir dışına, hayalltın dışına taşınmamış, devamlı göz önünde olan yerlere yapılmıştır. Önemli kişilerin türbelerinin etrafı, câmi hazîreleri, bazen mahallenin en mevkî yeri, mezarlık alanı olarak tahsis edilmiştir. Bir manada insanlar ölüleri ile birlikte yaşamış, bundan da hullzur duymuşlardır. Bu sayede, devam edip giden hayatta fâniliklerini hiçbir zaman unutmamış, devamlı iyilik ve güzellik pellşinde olmuşlardır. Her gün beraber oldukllları yahut önünde geçerken hayır duâ ile andıkları bu mezar sakinleri, onlara hayatın fâniliğini, geçiciliğini hatırlatarak, kalıcı güzelliklere yönelmelerini hatırlatmıştır.

Hayatın her safhasında gerçek güzellill

Osmanlı mezar taşı kitâbeleri

Mustafa YILMAZ [email protected]

ği yakalama gayreti, mahallenin bu mezar köşesinin de estetikten nasiplenmesini sağlllamıştır. Kadın mezar taşına ayrı bir güllzellik, erkek mezar taşına ayrı bir özellik verilmiştir. Mezar taşına yazılan edebî ifalldeler, düşürülen tarih mısraları, hayatı şullurla yaşamanın bir ifadesi olarak görülebilir. Mezardaki kişi ile ilgili bilgiler taşa kaydelldilmiş, en doğru bilgiler taşa kaydedilerek sağlam bir kaynak oluşturulmuştur.

Mezar Taşı Kitâbelerinin Yapısı

Mezar taşı kitâbelerinde üç önemllli özellik ve sanat göze çarpmaktadır. Taş işçiliği, yazı sanatı ve mezar taşlarında bulllunan dinî ve edebî ifadeler... Yapı olarak mezar taşları birbirlerine benzer özellikler göstermektedir. Ana farklılık erkek ve hallnım mezar taşlarında görülür. Erkek mezar taşlarında ölünün statüsüne göre bir başlık bulunmasına karşın, hanım mezar taşlarında çiçek motifleri başlık olarak yer alır.

Osmanlı’da batılı anlamda bir heykel geleneği yoktur. Batıda en, boy ve derinliği olan insan ve hayvan figürleri çalışılmasıllna karşılık, Osmanlı’da özellikle mimarî unsurlarda çok farklı bezemelere sahip taş işçiliği kullanılllmıştır. Bunun yanında mezar taşı kitâbeleri, taş işçiliği olarak çok zengin örnekler olarak karşımıza çıkmaktadır. Gellnelde, kadın ve erkek mezar taşı olarak iki gurupta toplanan bu taşll

Kişinin genç yaşta ölmüş olduğunu belirten çiçek, hacı olduğunu belirten hurma ağacı, idam edildiğini anlatan boyun kısmındaki kement, mesleklerini yansıtan tulumba, çapa, ok-yay – ki namlı bir

kemankeş olduğuna işaret eder - ve okur-yazarlığına delalet eden kalem-divit gibi simgelerde de, kişinin kimliği ile ilgili daha özel bilgiler verilmeye çalışılmıştır.

56 İRFAN MEKTEBİ

Osmanlı mezar taşı kitâbeleri

FOTO

ĞRAF

LAR:

MUS

TAFA

YIL

MAZ

Page 57: İrfan Mektebi

bilmiştir. Şüphesiz erkek mezar taşlarının en dikkat çeken kısmı başlıklardır. Başlıklar üç ana kısma ayrılabilirler:

KAVUKLAR 1. Kallavi Kavuk, 2. Mücevveze Kavuk, 3. Burma Sarıklı Kavuk, 4. Kafesi Sarıklı Kavuk, 5. Kâtibî Kavuk, 6. Örfî Kavuk, 7. Yeniçeri Başlığı,

FESLER 1. Mahmûdi Fes, 2. Azîzi Fes, 3. Hamidî Fes, 4. Tarikat Başlığı, 5. Mevlevî Başlığı, 6. Kadirî Başlığı, 7. Nakşî Başlığı, 8. Beklltaşî Başlığı, 9. Melâmi Başlığı, 10. Sünbüliye Başlığı

Osmanlılar’da mezar taşlarının asıl amacının bir insan tasviri yapmak olmalldığı, aksine, o insanın pâyesini, daha alt katmanda kimliğini ortaya çıkarmak, kısacası taşın sahibini tanıtmak oldullğu görülecektir. Kişinin genç yaşta ölmüş olduğunu belirten çiçek, hacı olduğunu belirten hurma ağacı, îdam edildiğini anlatan boyun kısmındaki kement, mesleklerini yansıtan tulumba, çapa, oklyay –ki namlı bir kemankeş olduğullna işaret eder– ve okurlyazarlığıllna delalet eden kalemldivit gibi simgelerde de, kişinin kimliği ile ilgili daha özel bilgiler verilmeye çalışılmıştır. Bu yüzden, serpuşun ve diğer simgelerin mezar taşlarınlldaki anlamı, son derece büyüktür. Osmanlılarda sosyal statünün en önemli göstergesi mezar taşlarının, taş işçiliği ve edebî özelliği yanınllda yazı sanatı bakımdan önemi bulllunmaktadır. Tarihi mezar taşı killtâbelerinde, Osmanlı’nın önemli hattatlarının yazdığı imzalı mezar taşı kitabeleri bulunmaktadır.

Mezar taşlarında genellikle celî sülüs, celî talik, kûfi yazı çeşitleri kullanılmıştır. Sanatta üslup sahibi hattatlar yazdıkları mezar taşı kitâbelllerinin sonuna imzalarını atmışlardır. İmza sadece hattat ismi olduğu gibi genelde ‘bunu yazan’ anlamına gelen Arapça “ketebehû” fiiliyle birlikte de kullanılmıştır.

lar, kendi içinde de farklılıklar göstermeklltedir. Erkek Mezar taşlarında, sosyal statü gereği başlıkları çok çeşitlidir. Erkek mellzar taşları başlık taşımalarına karşılık, kadın mezar taşlarında daha çok hanım zarâfetini yansıtan çiçek motifleri bulunmaktadır.

Kadın olsun erkek olsun bir mezar taşı kitabesinin yapısı (farklı tasnifler yapılabilirllse de) şu sınıflara ayrılabilir.

1lBaşlık ve Sembol, 2lSerlevha, 3lKimlik, 4l Duâ, 5l Tarih

Şüphesiz bu tasnif ana başlıkları itibariyllle yapılmıştır. Bu isimler çoğu zaman yer değiştirebildiği gibi, birbiri içine yedirilmiş olarak da yer alabilmektedir. Yine bazı taşlllarda bu bölümlerin biri yahut ikisi yer alllmamaktadır. Bazı mezar taşlarında manzum ifadeler yer almakta, bazı mezar taşlarında ölüm tarihi bulunmadığı gibi bazı mezar taşlarında, mevtanın ölüm günü saati ile verilmiştir.

Mezar Taşı Başlıkları

Erkek mezar taşı kitabelerinde mevtanın sosyal hayattaki statüsünü yansıtan, başlıklar ve semboller mezar taşı kitabelerine işlenllmiştir. Her halde dünya üzerinde pek az toplum, mezar taşlarını usta işi bezemeler, lâleler, sümbüller ve sair nebâtât ile süsleyip mezarlıklarını Osmanlılar kadar şenlendirell

İRFAN MEKTEBİ 57

Osmanlı mezar taşı kitâbeleri

Page 58: İrfan Mektebi

ücteba sabah kalktığında kendini çok farklı hissediyordu. Biraz uykusu var gibiydi; ama içinde başka kıpırtılar koşuşuyordu. Tekrar yatmayı hiç düşünmedi. Hemen perdeyi açtı. Dışarısı her günkünden daha farklı göllrünüyordu. Bu farklılık havanın biraz bulutlllu olmasından değildi tabiî ki. Pencereden etrafa şöyle bir göz attı. Sarı, beyaz alacalllı bir kedi evlerinin yanındaki duvara bir sıçrayışta çıktı ve ön ayaklarını ileri atarak

Sil gözyaşlarını baba!

Sedat EROĞLU Hastaneye vardığında babasının kapıda beklediğini gördü. Sadece bakıştılar. Babasının gözleri dolmuştu. Bir damla yaş yana--ğından aşağı süzüldü. Mücteba sil gözyaşlarını baba diyecekti. İkisi de üzüntüsünden bir şey söyleyemedi. Babası elini oğlunun omzuna attı, birlikte yürümeye başladılar.

Mücteba üzülüyordu. Yemek yerken bile boğazında bir şey düğümleniyordu sanki ve zor yutkunuyordu lokmaları. Alelacele kahvaltı yapıp masadan kalktı.

Bir an önce hastaneye gidip dedesini görmek istiyordu.

58 İRFAN MEKTEBİ

Sil gözyaşlarını baba!

hikâye

Page 59: İrfan Mektebi

lediğini gördü. Sadece bakıştılar. Babasının gözleri dolmuştu. Bir damla yaş yanağından aşağı süzüldü. Mücteba sil gözyaşlarını baba diyecekti. İkisi de üzüntüsünden bir şey söyleyemedi. Babası elini oğlunun omzuna attı, birlikte yürümeye başladılar.

Ne garip bir yerdi burası. Hastaneyi ilk görllmesiydi bu. Çok etkilenmişti. Dedesinin kaldığı odada başka hastalar da vardı. Bazıllları inliyor, bazıları sanki hiç kıpırdamadan yatıyordu. Hastanenin kapısından girdiğinllden beri hep etrafını incelemiş, orasının nasıl bir yer olduğunu anlamaya çalışmıştı. Aslında biraz ürpermiş ve korkmuştu. Hallyalinden kendisinin de bir gün buraya hasta olarak gelebileceği geçmişti. Zaten onu asıl ürperten de bu ihtimaldi. Dedesinin kallldığı odaya doğru ilerlerken sağlı sollu açık kapılardan içeriye baktı. Ayağı alçılı, kafası sargılı, hırıltılı nefes alabilen, ağzına oksilljen tüpü takılmış olan birçok kişi görmüşlltü. Acaba hangisinin yerinde olmak daha iyidir diye düşündü. Sonuçta hepsi de çok zordu.

Bir de onu en çok etkileyen hemen hemen kendi yaşlarına yakın bir çocuğun acı içinde feryat etmesi oldu. Bir sedyenin üzerinde

gerindi gerindi. Ön patilerindeki tırnaklallrını o kadar açtı ki sanki hepsi birer hançer gibiydi. Kedi, Mücteba’nın ilgisini çekmişllti. Fakat daha fazla izleyemedi. Heyecanını biraz olsun yatıştırmak için derin nefes aldı, ellerini yüzüne kapattı ve bir süre öyle kallldı. Ellerini yüzünden çekti yerde terliğinin tekini gördü sağ ayağına giydi.

Her zaman terliklerini ve ayakkabılarını gillyerken önce sağı sonra solu giyerdi. Daha küçükken babasından bunun sünnet oldullğunu duymuştu.

İnsan kimi severse her şeyi onun gibi yapllmak ister. O sevilmeye en layık insanın Peygamberimiz aleyhissalati vesselam olllduğunu düşünürdü. O’nu hep taklit etmek isterdi.

Mücteba dışarı çıkınca önce yüzünü yıkadı ve mutfağa doğru yürüdü. Her sabah mutllfağa ilk girdiğinde annesi orada kahvaltı hallzırlıyor olurdu. Bu sabah mutfakta annesini göremeyecekti. Bu onu hüzünlendirmişti ama içindeki asıl sıkıntı dedesinin hastalıllğının ilerlemiş olmasıydı. Mutfaktan içeri girdiğinde teyzesinin kahvaltı masasında kendisini beklediğini gördü.

Masaya doğru ilerlerken teyzesine;

l Selamün aleyküm, dedi.

l Aleyküm selam yeğenim, hevesinden erllken kalktın herhalde

l Doğru dürüst uyuyamadım ki zaten teyllze. Bir o tarafa bir bu tarafa dönüp durdum. Hep dedem gözümün önündeydi. Babamla annem de mi yanında şimdi?

l Evet onlar sabah namazından sonra gittilller hastaneye. Biraz önce annenle telefonda görüştük merak etme iyiymiş.

Mücteba üzülüyordu. Yemek yerken bile boğazında bir şey düğümleniyordu sanki ve zor yutkunuyordu lokmaları. Alelacele kahvaltı yapıp masadan kalktı. Bir an önce hastaneye gidip dedesini görmek istiyordu.

Teyzesi ona hangi dolmuşla gideceğini ve nerede ineceğini tarif etti. Dalgın gibi dullruyordu mücteba yinede dişlerini misvakla fırçalamayı unutmadı.

Hastaneye vardığında babasının kapıda bekll

İRFAN MEKTEBİ 59

Sil gözyaşlarını baba!

Page 60: İrfan Mektebi

Sil gözyaşlarını baba!

l Ben şimdi O’na itiraz mı edeyim? Halllbuki hayatım boyunca bana sayısız nimetlller vermişti. Onlara itiraz etmedim. Çok hikmetli olarak nefsime sıkıntı veren bu durumda; Ey Allah’ım verdiğin nimetler güzeldi. Ama bu hastalığı beğenmedim mi diyeyim. Bak şimdi! Bir güz mevsiminde Ahmet Emmi uzak memleketteki bir doslltunu ziyarete gitmiş. O dostu Ahmet Emllmi’yi karşılamış ve güzelce misafir etmiş. Ertesi gün de bağa götürmüş. Ahmet Emmi bağdaki çeşit çeşit lezzetli üzümleri yeyince hızını alamamış. “Ya Hu arkadaş” demiş. Eliyle bağın etrafındaki tarlaları gösterellrek “şuraları şuraları da bağ yapsaydın ya”. Arkadaşı biraz gülümsemiş ve Ahmet Emllmi’yi beş altı ay sonrası için tekrar davet etmiş. Ahmet Emmi o güzel üzümlerin hatırına bahar mevsiminde yine dostunu ziyarete gelmiş. Biraz hoşbeşten sonra “Hadi bağa gidelim” demiş Ahmet Emmi.

Tabi baharda bağda bolca iş olur. Gitmişlller ellerinde bel, çalışmaya başlamışlar. Bir az sonra Ahmet Emmi “Yâhu arkadaş” demiş. Eliyle bağın bir kısmını göstererek “Şu kadar bağ neyine yetmezdi”.

İşte insan böyledir. Nîmetler gelirken daha yok mu? der. Biraz sıkıntıyı görünce de bu kadar da olmaz ki der.

l Dede peki Allah bizi sevmiyor mu? Nellden bu hastalıkları, musibetleri veriyor? Bize ne faydası var?

l Allah bizi tabi ki seviyor. Başımıza gelen musibetlerin farklı hikmetleri vardır yavllrum. Bazı hastalıklar ve musibetler vardır ki insan kendinin ne kadar aciz, zayıf ve fakir olduğunu anlayarak sonsuz güç ve kudret sahibi olan Allah’a sığınır. Böylelikllle ibâdetlerini daha ihlaslı yapmaya gayret eder. Hem dünyada huzurlu yaşar. Hem de sonsuz ahiret hayatında cennet gibi ebedi saadet mükafatını kazanmış olur. İnsanın başına gelen bazı sıkıntılar ise şefkat tokatlllarıdır.

l Şefkat tokadı ne demektir? dede.

l Bir çocuk tehlikeli bir şeyle oynarken anllnesinin ikazlarını dinlemezse annesi ona bir tokat atar. O da bu tokadın korkusuyla o tehlikeli şeyi bırakır. Hemen annesinin şefll

taşıyorlardı. Sedye hızla Mücteba’nın yallnından geçti. Çocuğu görememişti ama sanki sesi tanıdık geliyordu.

Dedesi kapının girişine yakın bir yatakta yatıyordu. Kolunda serum bağlıydı. Serum çok yavaş damlıyordu. Bu hızla dörtlbeş saat sürer diye düşündü içinden.

Mücteba;

l Geçmiş olsun dede. dedi. Burada çok sıllkılıyorsundur herhalde.

Dedesi;

l Bazen öyle oğlum. Dedi. Fakat güzel ballkan güzel görür, güzel gören hayatından lezzet alır. Benim de burada olmaktan dolllayı kazandığım bir şeyler var.

l Nasıl olur dedeciğim dedi. Mücteba, bullrada olmayı kim ister?

l Doğru söylüyorsun burada olmayı kimllse istemez. Ama ben şu anda buradayım ve burada olmam gerekiyor. Öyleyse burada olmanın güzel taraflarını görmeye çalışıyollrum.

l Nasıl yani?

l Bak oğlum! Biliyorsun bizi ve bütün kallinatı yaratan Allah’tır. Her şey O’nun elinlldedir ve her şey O’nun isteğiyle olur. Öyle mi?

l Tabi ki öyledir dede.

l Peki bana bu hastalığı veren de O dellğimlidir?

l Evet Allah’tır.

60 İRFAN MEKTEBİ

- Dede peki Allah bizi

sevmiyor mu? Neden bu

hastalıkları, musibetleri

veriyor? Bize ne faydası var?

Page 61: İrfan Mektebi

Dedesinin anlattıkları onu mantıken ikna etmişti ama yine o durumlara düşmek istellmezdi. Ya Rabbi beni ve tüm Müslümanllları buralara hasta olarak düşürme diye duâ etti.

Babası refakatçi yani dedesine yardımcı olallrak hastanede kaldı. Mücteba ise annesiyle beraber hastaneden ayrılıyorlardı. Dedesini öptü. “Allah sana hayırlı şifalar versin” diye duâ etti.

Tam hastaneden çıkacaklardı ki, iki sokak ilerideki müstakil evde oturan komşulallrı Hatice hanıma rastladılar. Mücteba’nın annesi;

l Hayrola Hatice Hanım? Diye sordu.

Hatice Hanım çok üzgün görünüyordu. Gözündeki yaşları silerken;

l Sorma komşu, dedi. Bizim Tayfun balllkondan aşağı sarkarken düştü.

l Geçmiş olsun komşum. Durumu nasıl?

l Sağ bacağı kırıldı. Şu anda ameliyatta. Sonra da alçıya alacaklarmış.

O zaman Mücteba’nın kafasında şimşekler çaktı. Hastaneye ilk girdiğinde ağlayarak sedyede götürdükleri çocuğun sesi Tayfulln’a benziyordu. O’nu en son gördüğünde mahalledeki kedilere ve kuşlara taş atıyor ve onları yaralıyordu.

Mücteba içinden şefkat tokadı dedi. Yine de arkadaşının durumuna çok üzülmüşlltü. Dedesine ve Tayfun’a hayırlı şifalllar vermesi için Allah’a tekrar duâ etti.

katli sinesine sığınır. Şimdi bu tokat kimin işine yaradı? Annenin mi? Çocuğun mu? İşte insan bazen kendisinin cehenneme gitllmesine vesile olacak durumlara girer. Gaflellte dalar. Allah’ı, ahireti, ölümü unutabilir. Allah ona bir sıkıntı verir. O kişi kendine gelir. İstikametli yola yani Allah’ın istediği şekilde yaşamaya geri döner. Kurtulur.

Dedesinin anlattıklarını dikkatle dinlerken hastaneye girdiğinden beri gördüğü hastalllar tekrar canlandı gözünün önünde. Ben olsam dedem gibi düşünüp rahatlayabilir miyim acaba? derken;

l Dedeciğim son bir şey daha soracağım dedi. Mücteba.

l Bu sıkıntılara ya da hastalıklara hiç itiraz etme hakkımız yok mu?

l Usta, sanatkar bir terzi düşün. Bu terzi parayla kendine modellik yapması için fakir bir adamı kiralıyor. Diktiği bir elbiseyi ona giydiriyor. Elbisenin nasıl durduğuna bakllmak için o adamı oturtuyor, kaldırıyor, sağa, sola döndürüyor. Bazen de elbiseyi kesip biçiyor, kısaltıp uzatıyor. Şimdi, bu parayla modellik yapan fakir adam, dese ki mahallretli terziye; “sen bana oturup kaldırmakla zahmet veriyorsun. Hem beni güzelleştiren elbiseyi kesip biçmekle beni çirkinleştirillyorsun”. Ne kadar ahmaklık eder değil mi? Çünkü o bir modeldir ve o elbise de onun kendi malı değildir. İşte bizim bedenimiz dahi bizim malımız değildir. Madem bize veren ve onu güzelleştiren Allah’tır. Öyleyllse onun üzerinde istediği gibi tasarruf etme hakkına sahiptir.

Mücteba o gün dedesinden çok etkilendi. Çünkü etraftaki çoğu hastalar ya inliyorlldu ya da morali bozuk, kaşları çatık, hem bedenen hem ruhen ızdırap çekiyorlardı. Dedesinin ise belki oradaki çoğundan daha fazla acıları vardı. Çünkü hastalığı o kadar ilerlemişti ki birkaç gün sonra vefat etmişllti. Ama buna rağmen ne inliyordu ne de kaşlarını çatıp isyankar bir vaziyet alıyordu. Hatta gülümsüyordu.

İRFAN MEKTEBİ 6�

Sil gözyaşlarını baba!

Page 62: İrfan Mektebi

Bilgisayarımda Osmanlıca yazmak istiyorum ne yapmam lazım?

www.irfanmektebi.com/osmanlica sitesinden gerekli programı indirip kurmallnız gerekiyor.

Osmanlıca klavyeye ihtiyacım var mı?

Hayır, gerek yok mevcut Türkçe klavllyenizi kullanabilirsiniz

Peki, dikkat etmem gereken bir durum var mı?

Sitede teferruatlı bir izah var. En çok dikkat edeceğiniz hususlar şunlardır:

Bildiğiniz gibi okutucu "ه", kendinden sonraki harf ile birleşmez. Bunun için okulltucu "ه" harfinden sonra Shift () tuşu ile beraber boşluk tuşuna basmanız gerekiyor. Sadece boşluk tuşuna basarsanız ayrı bir kelllime gibi işlem görür.

Ayrıca "ى" ile biten bir kelime "ى" ile başlayan ek ile birleşmez. Bunun için yine Shift+boşluk tuşları kullanılmalıdır.

Dört tane hemze vardır. Bunlar, Hemzeli (ؤ) ,Hemzeli Elif (أ) ,Hemze (ء)Vav, (ئ) Hemzeli Ye olup, duruma göre gerekli olan harfi kullanmamız gerekiyor. Kelime ortasındaki hemze, (ئ) Hemzeli Ye ile kullanılır.

İnternette Osmanlıca öğrenebileceğim bir site var mı?

Evet, www.islamharfleri.com adında çok güzel bir site var. Hatta tamamen Osllmanlıca bir bölümü de var. Ziyaret etmenizi tavsiye ederiz!

Bilgisayarda Osmanlıca

Arif AKTAŞ[email protected]

6� İRFAN MEKTEBİ

Bilgisayarda Osmanlıca

HARF KLAVYE KARŞILIĞIH

F

SHIFT + F

J

E

Ğ

SHIFT + Ğ

P

O

Ü

SHIFT + Ü

V

Ç

SHIFT + Ç

S

A

W

Q

İ

SHIFT+İ

U

Y

T

R

Ş

SHIFT + Ş

SHIFT + K

G

L

K

Ö

I

B

D

N

SHIFT + H

SHIFT + Y

Z

C

M

SHIFT + I

X

Page 63: İrfan Mektebi
Page 64: İrfan Mektebi

64 İRFAN MEKTEBİ

Bulmaca

İ

R MF EA K

N T

E

B

İ

İ

R M

F E

A K

N T

E

B

İ

v

İ

R M

F E

A K

N T

E

B

İ

14. Bir sayı ~ Eksiksiz, noksansız, tam olarak ~ Bebek içeceği 15. Göz atmak, bakmak ~ Memllleketler.

YUKARIDAN AŞAĞIYA:1. Maddenin en küçük birimi ~ Bir enerjinin ışık demeti halinde yayılması 2. Cennetin bir ırmağı ve tatlı suyu ~ Kazakistan’ın başkenti 3. El yazısı sanatı ~ Bedîüzzaman Saîd Nursî’nin 1916 yılında esarette iken ikamet ettiği Volga Nehri kıyısınlldaki Tatar kasabası 4. Teknenin ters dönmesi ~ Çalışır halde olan, durmayıp işleyen ~ Kiloampellr’in kısa yazılışı 5. Bizmut elementinin simgesi ~ Doymuş alifatik hidrokarbon, parafin ~ Kendi ihlltiyacı varken, diğer din kardeşine yardım etmek, kendi nefsini geride tutmak 6. Yapabilme gücü ~ Nîmet vermek 7. Adıyaman’da bir ilçe ~ Meşllguliyet ~ Küçük mağara ~ Ebced hesabında kırk sayısının karşılığı 8. Osmanlılardaki saray okulu ~ Abdullah ismini taşıyanlar 9. Dinden bahseden tefsir, Hadîs, kelam gibi ilimler ~ Emmekten emir 10. Zahmetlere göğüs geren, kendini feda eden ~ Japon kültüründe çiçeği süsleme sanatına vellrilen isim 11. Matematikte bir sayı ~ Vücudun dış yüzü, cilt 12. Çirkin, yoğun, kaba ~ Yetişme, olgulaşma ~ İstanbul E yüp’te bir semt 13. Bayllramdan önceki gün ~ Güçlük çekmek, müşkilat içinde olmak 14. Yarım, nısf ~ Endonezya’da bir ada ~ Taamlar, yemekler 15. Fasıla ~ Sevgili ~ Güneş doğmak, ışıklandırmak

SOLDAN SAĞA:1. Kur’ânlı Kerîm’de bahsedilen, üçyüzdokuz yıl bir mağarada uyutulan, yedi mü’min ve makbul zatlar ~ Afrika’da bir ülke 2. Yüce olmak, yükllselme ~ Lahza, kısa bir zaman ~ Sırlar 3. Balık tutmaya yarayan alet ~ Kur’ânlı Kerîm’de bahllsedilen, Cenâblı Hak’a îman edenleri çukurlara doldurup yakan zalim güruh (Ashablı ……..) ~ Güneş gibi parlamak, parıltı 4. Milisaniyenin kısa yazılışı ~ Brom elementinin simgesi ~ Lif lif olma, birbirine sarmaşma 5. Yankı ~ Hak ile batılı birbirinden ayıran, Hz. Ömer’in (r.a) bir ismi ~ Arapça’da bir harf 6. Şiddetli rüzgarın bir türü ~ Ummakta olan ~ Kalsiyum elementinin simgesi 7. Ekseriyetle îman hakikatlerinin îzah edildiği asllrımızın en meşhur Kur’ân tefsiri ~ Namaz daveti. 8. Üst’ün zıddı ~ Kuruşun kısa yazılışı ~ Bir şeyi tatbikden önce deneme 9. Küçük ~ Kur’ânlı Kellrîm’de bir sûre 10. Dostlar, arkadaşlar ~ Bir kısım kuş türlerinin kafasında bulunan genelde kırmızı renkli deri parçası ~ Yabancı 11. Üzüm kütüğü ~ Lütuf, yardım, ihsan ~ Gelecek 12. Rusya’da 1881l1953 yılları arasında yaşamış olan tarihin kaydettiği en zalim diktatörlerden biri ~ Kur’ânlı Kerîm’de bahsedilen, üçyüzdokuz yıl bir mağallrada uyutulan, yedi mü’min ve makbul zatlarlldan birisinin adı 13. Bir bağlaç ~ Temel olarak Araplardan, Yahudilerden ve diğer bazı Ortadoğu etnik kökenli gruplardan oluşan bir ırk ~ İçel’in bir ilçesi. Haz

ırla

yan:

Dr.

Fahr

i Cem

il

B

ulm

acan

ın c

evap

ları

irfa

nmek

tebi

.com

’da

ve g

elec

ek s

ayıd

a!