of 32 /32
5 I. ULUSLAR ARASI İSLÂM TARİHİ VE MEDENİYETİNDE ŞANLIURFA SEMPOZYUMU (25-27 Mart 2016) TEBLİĞLER -II-

I. ULUSLAR ARASI İSLÂM TARİHİ VE MEDENİYETİNDE ŞANLIURFAisamveri.org/pdfdrg/G00121/2016/2016_SABUNCUO.pdf · Şişe içerisine de büyük bir maharetle yazılar yazan Ahmet

  • Author
    others

  • View
    3

  • Download
    0

Embed Size (px)

Text of I. ULUSLAR ARASI İSLÂM TARİHİ VE MEDENİYETİNDE...

  • 5

    I. ULUSLAR ARASI

    İSLÂM TARİHİ VE MEDENİYETİNDE

    ŞANLIURFA SEMPOZYUMU (25-27 Mart 2016)

    TEBLİĞLER -II-

  • 4

    Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü Kültür Yayınları No: 2 –

    Bilim 2.

    İslâm Tarihi ve Medeniyetinde Şanlıurfa Sempozyumu Tebliğleri: -I-

    ISBN: 978-975-8168-20-9

    Takım Numarası: 978-975-8165-18-6

    Mizanpaj: Gelişim Ofset - Şanlıurfa

    Kapak: Gelişim Ofset - Şanlıurfa

    Baskı: Semih Ofset Matbaacılık - Ankara

    Ankara, Mart 2016

  • 380

    Urfalı Hattat Behçet Arabî ve

    Eserlerinden Örnekler

    Ömer Sabuncu*

    Giriş Hat sanatı, Arap harflerinden doğarak İslâm medeniyetinde müstakil ve olağan

    üstü bir mevki kazanan güzel yazı sanatıdır. Bu tebliğde Şanlıurfalı hattat Behçet

    Arabî’nin tanıtılmaya çalışılacak ve eserlerinden örnekler verilecektir.

    Konumuza başlarken hüsn-i hat kavramına kısaca değinmenin faydalı

    olacağını düşünüyoruz.

    Hüsn-i hat: Kelime ve Terim Anlamları

    “Yazmak, çizmek; kazmak; alâmet koymak” anlamlarındaki Arapça hatt

    mastarından türeyen ve “yazı, çizgi; çığır, yol” gibi manalara gelen hat kelimesi terim

    olarak “Arap yazısını estetik ölçülere bağlı kalıp güzel bir şekilde yazma sanatı

    (hüsnü’l-hat, hüsn-i hat)” anlamında kullanılmıştır.

    Kaynaklarda genellikle “cismanî aletlerle meydana getirilen ruhanî bir

    hendesedir” şeklinde tarif edilen hat sanatı, bu tarife uygun bir estetik anlayış

    çerçevesinde yüzyıllar boyunca gelişerek süre gelmiştir.

    İslâm dinini kabul eden hemen hemen bütün kavimlerin dinî bir gayretle

    benimsediği Arap yazısı, hicretten birkaç asır sonra İslâm ümmetinin ortak değeri

    haline gelmiş, aslı ve başlangıcı için doğru olan “Arap hattı” sözü zamanla “İslâm

    hattı” vasfını kazanmıştır.

    Arap yazı sisteminde harflerin çoğu kelimenin başına, ortasına ve sonuna

    gelişine göre yapı değişikliğine uğrar. Harflerin birbirleriyle bitiştiklerinde

    kazandıkları görünüş zenginliği, aynı kelime veya cümlenin çeşitli kompozisyonlarla

    yazılabilme imkânı, sanatta aranılan sonsuzluk ve yenilik kapısını aralamıştır.1

    Zamanla Kur’ân-ı Kerîm, hadis-i şerifler ve kelam-ı kibar denilen güzel sözler

    hat sanatıyla estetik bir anlam kazanmıştır. Kur’ân’ın en güzel şekilde yazıldığına

    vurgu yapmak için “Kur’ân Mekke’de indi, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı.”

    sözü meşhur olmuştur. İstanbul’un yanı sıra Ülkemizin birçok şehrinde önemli

    hattatlar yetişmiş; dün olduğu gibi bugün de Kur’ân, en güzel şekilde yazılmaya

    devam etmektedir. Bu hattatlardan biri de Şanlıurfalı hattat Behçet Arabî’dir.

    Urfa’da Hat Sanatı

    Behçet Arabî’nin hayatına geçmeden önce Kur’ân’ın güzel yazılışındaki

    gelişmelerin Şanlıurfa hat sanatına yansımalarına değinmek istiyoruz. Şanlıurfa’da

    önceleri mezar taşları ve mimari süslemelerde görülen hat sanatı daha sonraları yazı

    çeşitlerinin de artmasıyla deri ve kâğıt üzerine tablolar oluşturmak suretiyle farklı bir

    boyut kazanmıştır.

    Şanlıurfa’daki hat sanatının en eski örnekleri Harran Ulu Camii kalıntıları

    arasındaki binalar ve Harran eski mezarlığında kazılar sonucu ortaya çıkartılan mezar

    taşlarında görülmektedir. Ayrıca Harran Kapısı kuzey cephesinde yer alan Eyyûbi

    nesihi ile yazılmış şerit kitâbe, Eyyûbi medresesinin kuzey duvarındaki çiçekli nesih

    kitâbe ve Şeyh Mes’ûd Zaviyesi’nin sarnıç kitâbesi, Şanlıurfa’daki hat sanatının XI

    ve XII. yüzyıl örnekleri arasında yer almaktadır.

    * Yrd. Doç. Dr., Harran Ü. İlahiyat F. İslâm Tarihi Anabilim Dalı. [email protected]

    1 M. Uğur Derman, “Hat”, DİA, İstanbul, 1997, c. 16, s. 427.

  • 381

    Eyyûbiler’den Osmanlı dönemine kadar geçen süre içerisinde ortaya konan hat

    eserlerinden günümüze ulaşan eserler tespit edilememiştir. Ancak Osmanlı döneminden

    kalma çok sayıda kitâbe, mezar taşları ve evler üzerindeki dekorasyon amaçlı sülüs,

    nesih, celî sülüs, celi ta’lik ve makili tarzlarındaki kompozisyonlar zengin bir çeşitlilik

    göstermektedir.

    Urfa’daki Hat Sanatı’nın güzellikleri -taşra olmasına rağmen yine de- özgün

    eserlerin verildiği mezar taşları ve mimari süslemelerde görülmektedir. Urfa’da

    görebildiğimiz kitabelerde hemen hemen yazı çeşitlerinin tümüne rastlamak

    mümkündür. Bu yazıların Şanlıurfa mezar taşları üzerinde oldukça ustaca yazıldığı

    görülmektedir. Mezar taşları kitabelerinin bir kısmının şairleri bellidir. Fakat

    hiçbirinde hattatların ismine rastlanmamıştır. Bazı hattatların yazı ve işaretlerinden

    kim oldukları tanınıyorsa da, bunlar ancak bir veya iki kişiyi geçmemektedir. Bu

    hattatların içinde Cumhuriyetten önce Urfa’da meşhur olmuş ve Lobut Ahmet diye

    tanınan Ahmet Vefik Bey ve öğrencisi Arabîzâde Behçet Efendi bulunmaktadır.

    Yalnız Nakıpzade İbrahim Efendi Medresesi’nin Ulu Camii kapısının 1775 tarihli

    büyük hücre kitâbesinin hattatının Urfa Nâibi Hakkı olduğu yazılıdır. Bu taş üzerine

    yazılı isimlerden başka bazı levhalarda ve el yazmalarda da hattatlara

    rastlanmaktadır. Mesela Sakıp Efendi’nin yine şair mutasavvıf Saffet’in aynı

    zamanda hattat oldukları bilinmektedir.

    Bunlardan Şair Sakıb’ın Halepli Bahçe’de kendi adına yaptırdığı köşkün

    ikinci kattaki büyük odasının iç duvarlarını dolaşan, mavi zeminli tahtalar üzerine

    beyaz boya ve ta’lik hattı ile yazdığı şiir, şairin hattatlık yönünü göstermesi

    bakımından önem taşımaktadır. Rızvaniye Camii’nde asılı bir levhada imzası görülen

    “Naciye” adlı bayan hattatın Urfalı olup olmadığı hakkında elimizde bilgi

    bulunmamaktadır.

    Urfa’da yetişmiş hattatların en ünlülerinden olan Ahmet Vefik Efendi ve

    öğrencisi Arabîzade Behçet Efendi, eserlerinin bir kısmını Osmanlı dönemi

    sonlarında, bir kısmını da Cumhuriyet döneminde vermiştir. Osmanlı’nın son

    döneminde; İstanbul’da icazet alıp Urfa’ya gelmiş Ahmed Vefik Efendi ve ondan

    icazet alan Arabîzade Behçet Efendi olmak üzere iki Urfalı meşhur hattat

    yetişmiştir.

    Cumhuriyet dönemi hat sanatı uzun yıllar sadece Behçet Arabî ile devam

    etmiştir. Behçet Arabî’nin hayatına geçmeden önce hocası Ahmet Vefik Efendi

    hakkında bilgi vermek istiyoruz.

    Behçet Arabî’nin Hocası Hattat Ahmet Vefik Efendi (Lobut Ahmet

    Efendi)

    Asıl adı Ahmet olup, Vefik mahlasını kullanmış hem şair hem de hattattır.1860

    yılında İstanbul’da doğmuştur. Babası Balibeyzâde Lobut Bey’dir. İlk tahsiline

    Sultani’de başlamış fakat yarıda bırakmıştır. 1882 yılında babası Lobut Bey

    İstanbul’dan sürgün olarak Halfeti Nahiye Müdürlüğü’ne gelince, o da babasıyla

    gelmiş, 1884’de Kaymakam olan babasıyla Suruç’a, 1886 yılında babasının emekli

    olması üzerine ailesi ile birlikte Urfa’ya yerleşmiştir.

    Ahmet Vefik, 1887 yılında Urfa Tahrirat Kalemi Mukayyıtlığı2 ile memuriyete

    başlamış, yazısı güzel olduğu için üç yıl sonra aynı kalemin Sermübeyyizliğine3 terfi

    etmiştir. 1923’de emekli olmuştur.

    2 Temize çeken. İlk yazılan müsvedde sahifeyi temizce tekrar yazan.

    3 İç yazışmalar, yabancı hükümdarlarla yazışmalar.

  • 382

    Diyarbakırlı Cenânzâde Hacı Abbas Efendi ve Urfa Tahrirat Müdürü Asaf

    Bey’den icazet alan Ahmet Vefik, Urfa’nın birçok mektep ve medresesinde yazı

    dersleri vermiştir. Mûsikiye ve bütün makamlara vakıf olan, armonika, ud ve kanun

    çalmasını bilen Ahmet Vefik, mütevazı, iyi huylu, ince ruhlu, yardımsever biri olarak

    tanınmıştır. Kitâbeler ve mezar taşları için yazdığı şiirlerinde büyük bir ustalıkla tarih

    düşüren ve mahalli olaylara destanlar yazan sanatçı, 1917 tarihli Harb-ı Umumi

    Şehitleri Abidesi üzerine “Cây-ı cihâda giden erlere nusret ola”4 mısrasını yazmış,

    böylece anıtı yaptıran Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey’in adını zikretmiştir.

    Şişe içerisine de büyük bir maharetle yazılar yazan Ahmet Vefik Efendi’nin

    ölüm tarihi bilinmemektedir.5

    Ahmet Vefik Efendi’nin, “Âla Külli Şey’in Kadîr” kompozisyonu.

    4 Cepheye giden erlere yardım ola.

    5 Ömer Sabuncu, Geçmişten Günümüze Şanlıurfa’da Dinî Hayat, “Geleneksel El Sanatları”, Şanlıurfa

    İl Müftülüğü Yayınları, Ankara, 2011, s. 237.

  • 383

    Ahmet Vefik Efendi’nin, “Allah Celle celâlühu - Lafza-i Celâl” kompozisyonu.

    “Allah” yazısının içinde Esmâü’l-Hüsnâ yer almaktadır.6

    6 Eser, Mustafa Hakkı Ertan koleksiyonunda bulunmaktadır.

  • 384

    Ahmet Vefik Efendi’nin, “Muhammed Aleyhi’s-selâm” kompozisyonu.

    “Muhammed” yazısının içinde Esmâü’n- Nebî/Sîret-i Nebî yer almaktadır.7

    Behçet Arabî’nin Hayatı

    Behçet Arabî, hat sanatında Urfa’da yetişmiş son ve nadir ustalardan biridir.

    Kıvrak eliyle kalem ve fırçada mahir, üstün bir kabiliyete sahiptir. Bu Urfalı usta

    hattat, çağdaş hat sanatımıza -hat sanatının geleneğini bozmadan- gerçekten zevkli

    yeni çağdaş biçimler getirmiş başarılı istifler yapan hattatlarımızdan biridir.

    Behçet Arabî 1893 yılında Urfa’nın Kaleboynu mahallesinde doğdu. Ebû

    Eyyûb el-Ensâri’nin torunlarından olan ve 400 yıl önce Urfa’ya yerleşmiş bulunan

    “Arâbizâdeler” lakaplı bir aileye mensuptur. Bu nedenle, yazdığı levhalarda “Behçet

    Arabî” imzasını kullanmıştır. Babası Hamid Efendi’nin tek evladıdır. Bu aile

    günümüzde “Arabîzâdeler” lakabıyla bilinmekte ve “ Görgün” soyadını kullanmaktadır.

    Behçet Arabî, 13-14 yaşlarında iken Şer’i Mahkeme’de kâtiplik yapan

    akrabalarından birinin yanına hat sanatını öğrenmesi için verilir. Bu hattatın yanında ilk

    bilgilerini alan Behçet, sanatında büyük ilerlemeler kaydedince kendisinin daha usta

    birisinin yanına verilmesine gerek duyulur. Şer’iye’de Kâtip ilk hocası, Behçet’i,

    Hattat Ahmet Vefik Efendi’ye götürüp, “Ahmet Efendi, işte sana kabiliyetli bir genç,

    ben bildiklerimi öğrettim, gerisi sana kalıyor.” diyerek yeni hocasına teslim eder.

    Behçet Arabî şimdiki Balıklıgöl Rızvaniye Camii’nde Osmanlı mimarisinin önemli

    eserlerinden olan tarihi medresede gün boyunca yeni hocasından Hüsnü hat meşk

    eder. Geceleri de eve gitmeyip Hüsnü hat yazısının ilerlemesi için Ahmet Efendi’nin

    dizinin dibinden ayrılmamaya gayret ederdi. Bu değerli hocanın bilgilerinden istifade

    7 Eser, Mehmet Emin Ertan koleksiyonunda bulunmaktadır.

  • 385

    etmeye özen gösterirdi. Arabîzade tam bir teslimiyetle yazıdan meşk, hocasından

    feyz; ruhun sanatta aradığı inceliği, nazeninliği ve özellikle estetiği yakalayabilmek,

    Hüsn-i hatın ruhani mühendisliğine erişebilmek için sabahlara kadar meşk ederdi.8

    Hüsn-ü Hatt’ın her çeşidinden icazet alıp, icazet vermiş, şair ve mûsikişinas

    Ahmet Vefik Efendi’den hat dersleri alan Behçet, kısa süre sonra icazet alır. İcazet

    almasını hızlandıran şöyle bir olay nakledilmektedir: Halilürrahman Medresesi’nde

    ders alan Behçet hocası Ahmed Vefik’e, “Hocam, yazıyı yazarken kamış kalemi kâğıt

    üzerinde cızırtıya benzer sesler çıkartıyor, bunun sebebi nedir? diye sorduğu zaman

    Ahmet Efendi şu cevabı verdi:

    “Kalem feryâd eder ağlar mürekkeb,

    Beni cahil eline verme Yâ Rab!”

    Buna içerlenen Behçet daha azimle işe sarıldı ve çok güzel kompozisyonlar

    üreterek icazetnamesini aldı. Behçet Arabî’nin imla hocası Abdulvahap Efendidir.

    17 yaşında evlenen Behçet, 24 yaşında üç çocuk sahibi iken 1. Dünya

    Savaşı’nda askere alınır. Medine’de 5,5 yıl askerlik yaptığı sırada Peygamberimizin

    makamına Urfalı Şair Nâbi’nin;

    “Sakın terk-i edebten kûy-ı mahbub-ı Hüdâdır bu

    Nazargâh-ı ilâhidir makam-ı Mustafadır bu.”

    Dizeleriyle başlayan ünlü kasidesi başta olmak üzere Mescid-i Nebevî’de

    çeşitli yazılar yazar. Bu yazılarından dolayı Fahri Paşa tarafından Fırka Yazıcılığı’na

    alınır ve terhis olduğunda Urfa’ya götürmek üzere kendisine Peygamberimizin

    Sakal-ı Şerifi hediye edilir.9

    Behçet Efendi askerlik dönüşünde bazı okullarda hüsn-i hat dersleri verdi.

    Harf devriminden sonra işsiz kalınca Urfa Tekel memurluğu görevine başladı. Kırk

    yaşlarında Siverek’e aynı görevle tayin oldu. Siverek’te 1 yıl çalıştıktan sonra istifa

    ederek Urfa’ya geldik. Kendisini tamamıyla hat çalışmalarına verdi ve geçimini bu

    yolla sağlamaya başladı. Memuriyetten istifası onun için sanat açısından bir dönüm

    noktası olmuştur. O güne kadar sınırlı sayıda eser veren Behçet Arabî bundan sonra

    daha çok ve daha güzel eserler vermeye başlamıştır. Elimizdeki mevcut eserlerin

    büyük bir kısmının 1940’lardan vefatına kadar olan zaman dilimini yansıtmasının

    sebebi de bu olsa gerektir.

    Kendisine bu güzel yazıları nasıl yazıyorsun? Diye soranlara büyük bir tevazu

    ile “Ben yazmıyorum, yazdıran yazdırıyor, bu sanat bana Cenab-ı Allah’ın bir lütuf

    ve ihsanıdır” derdi.10 Behçet Efendi’nin yazmış olduğu şaheser levhaları bugün

    Urfa’daki çoğu cami, dükkân, ev ve mezar taşlarına sanatının en ince ayrıntılarını

    aksettirmiştir.

    Mareşal Fevzi Çakmak ve Diyanet işleri eski reisi Ahmet Hamdi Akseki’ye

    göndermiş olduğu levhalar çok beğenilmiş ve bu zatlardan takdir ve teşekkür almıştır.

    Bundan başka İstanbul Ayasofya Camii mihrabının sol tarafında ve Üsküdar’daki

    Özbekler Tekkesi’nin mihrabında birer levhası asılıdır.

    Bugün Urfa’nın bütün camilerini çok sayıda ev ve dükkânlarını Behçet Arabî

    imzalı yüzlerce levha süslemekte, yüzlerce mezar taşında yazıları bulunmaktadır. Bazı

    8 Adnan Alpay, Ruhî Mühendislik: Hüsn-i Hat ve Arabizade Mehmed Behçet Efendi, Sanatsal Mozaik

    Dergisi, İstanbul, 1988, s. 65.

    9 Günümüzde Peygamber (Çarhoğlu) Camii’nde muhafaza edilen bu Sakal-ı Şerif, Ramazan aylarında

    Urfalılar tarafından ziyaret edilmektedir.

    10 A. Cihat Kürkçüoğlu, Urfalı Hattat Behçet Arabî, Şanlıurfa Belediyesi Kültür ve Eğitim Müdürlüğü

    Yayınları, Şanlıurfa 1997, s. 12.

  • 386

    yazı ve kompozisyonları Sebilürreşad ve Hilal mecmualarında yayınlanan Behçet

    Arabî’nin 1960 yıllarında Hilal takviminde bazı güzel yazıları yayınlanmıştır. Türkiye

    ve diğer bazı İslâm ülkelerinde dağıtılan bu takvimler o yıllarda İslâm âleminde

    büyük ilgi görmüş bu hizmetinden dolayı Behçet Arabî birçok tebrik almıştır. Bugün

    bile bazı firmalarca yayınlanan ve hat sanatının güzel örneklerini içeren

    kartpostallarda kendisinin eserlerine yer verilmektedir. Behçet Arabî, yazmış olduğu

    nefis bir yazıyı sabahleyin eline alıp bazı tanıdık kişilerin kapısını çalarak bir kaç

    liraya satar; bazen kırtasiyeye karton karşılığı yok pahasına vermek zorunda kalır,

    çoğu kez satamadan eve eli boş dönerdi. Yine de Behçet Arabî bu durumdan yılmaz,

    sürekli yazmaya devam ederdi.

    Behçet Efendi, hazır mürekkep kullanmamış eski geleneği sürdürerek özel

    mürekkebi kendisi yapar ve hazırlardı. Kendi yaptığı özel mürekkebi hazırlarken

    zeytinyağı kandilini etrafı kapalı bir sacın altında yakar, bunun saca yapışan islerini

    kazıyarak toplardı. Sonra bu isleri yakarak kararttığı pirinçle birlikte iyice döver,

    daha sonra bunları kaysı ağacı sakızıyla uzun müddet karıştırmak suretiyle kaynatır,

    mürekkebe parlaklık versin diye de bazen bu karışıma kaynama safhasında soğan

    kabuğu ilave ederdi. Elde ettiği bu mürekkep gayet parlak ve uzun ömürlü olur, su ile

    dahi çıkmazdı.

    Behçet Arabî, kûfi hariç, nesih, sülüs, divanî ve rik’â gibi yazı çeşitlerini

    büyük bir ustalıkla kullanmış, ancak en çok celi sülüs ve celi tâ’lik yazı çeşitlerinde

    eser vermiştir. Özellikle celi sülüs tarzındaki “Aman Yâ Muhammed”, “el-İzzetü

    Lillâh” ile yıldız ve tuğra şeklindeki “Kelime-i Tevhid” ve “Vehüve Alâ Külli Şey’in

    Kadîr” kompozisyonları kendisinin çok beğendiği, sürekli yazdığı özgün istifli

    yazılarındandır. Behçet Arabî, celi sülüs eserlerinin altına celi divanî, celi ta’lik

    eserlere de celi ta’lik imza kullanırdı. Eserlerinin altına rika ve divanî yazı

    çeşitleriyle ay, gün ve tarih yazar, eserinin sol tarafına ta’lik yazı çeşidiyle “Urfa”

    yazardı.

  • 387

    Behçet Arabî’nin yukarıda bahsi geçen çok beğendiği yazıları şunlardır:

    “Amân Yâ Muhammed” (Müsennâ, Celî Sülüs).

    Üstte Ortada “Allahümme Salli Alâ Şefîi’l-Ümmeti”

    Sağda “Es-Salâtü ve’s-Selâmü Aleyk”

    Solda “Lâ Tühsâ ve lâ Tü’ad”

  • 388

    “el-İzzetü Lillâh” (Müsennâ, Celî Sülüs)

  • 389

    “Ve hüve alâ külli şeyin kadîr” (Celî Sülüs)

  • 390

    Yıldız: “Besmele” (Müsennâ Celî Sülüs)

    Hilâl: “Lâ ilahe illallâh Muhammedün Resûlüllâh” (Celî Divânî)

    Behçet Arabî Urfa’nın zor şartlarda; sınırlı imkânlarla yetişen önemli

    hattatlardandır, Kendi zamanında hat sanatıyla pek ilgilenilmemesi onu çok üzerdi. Bir

    defasında meşk ederken ağlamış, niçin ağladığını soran öğrencilerine: “Bu eyvanda

    hocam Ahmet Efendi talebelere meşk veriyordu, bayağı kalabalıktı. Saydım yüz on

    talebe vardı. Bazı talebeler gelmemişti ve bazı talebeler de meşki alarak gitmişti.

    Tahminime göre gidenler otuz kırk kişi vardı.” Demiş çok az talebe olduğunu ve

    sanata ilginin yok denecek kadar az olduğunu ifade etmiştir.11

    Onun, hat sanatının örneklerinin pek bulunmadığı Urfa’da yetişmiş olması,

    askerliğini yapmış olduğu Medine ve Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin Mezar

    taşını yazmak için götürüldüğü Adana hariç ömrü boyunca Urfa dışına çıkmamış

    olması göz önünde tutulacak olursa bu şartlar altında verdiği eserlerle sanat

    dünyasındaki yeri ortaya çıkacaktır. Urfa camilerinde kendisine iham verecek bir tek

    yazının bulunmaması; İstanbul, Edirne, Bursa gibi hat sanatının doruk noktasına

    ulaştığı şehirlerdeki yazıları inceleyememiş olması, en büyük şanssızlığı olmuştur.

    11 Abubekir Avni Dörtbudak, Son Dönem Urfa Hattatları, Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler

    Enstitüsü, (Basılmamış Yüksek Lisans Semineri) Şanlıurfa, 2011, s. 9.

  • 391

    Diyarbakırlı rahmetli Hattat Hamit gibi kültür ve sanat merkezi İstanbul’a

    yerleşebilseydi, oradaki sanat çevresinde bulunabilseydi, oradaki muhteşem

    eserlerden ilham alabilseydi sanatını daha da ileriye götürebilecekti. Hattat Hamid’i

    Hamit yapan İstanbul olmuştur. Acaba Üstat İstanbul’a yerleşmeyip de Diyarbakır’da

    kalsaydı bu olgunluğa erişebilecek miydi? Günümüzde bile taşrada kalan sanatkârlar

    ile büyük şehirlere gidebilenler arasında sanatlarının gelişi açısından büyük farklar

    olduğu gözlenmektedir.

    Aynı zamanda iyi bir musikişinas olan Behçet Efendi çok güzel gazel okurdu.

    Ahmed Vefik Efendiden icazet alan Behçet Efendi sanat hayatı boyunca kimseye

    icazet veremeden bu dünyadan göçmüştür. Kendisinden Dr. Münip Görgün

    (Arabîzâde) ve Mahmut Dörtbudak meşk etmiştir ama üstadın ölümüyle icazet

    alamamışlardır. Hamud, Bahattin, Fazlı, Reşit, Emine, Ayşe ve Saime adında

    çocukları vardır. 1965 yılında 76 yaşında Urfa’da vefat eden Behçet Efendi Harran

    kapıdaki aile mezarlığına defnedilmiştir.12

    Urfa camilerinin büyük çoğunluğunu Behçet Arabî’nin yazdığı Hat Eserleri

    süslemektedir. Yazdığı hatlar A. Cihat Kürkçüoğlu tarafından derlenerek Şanlıurfa

    Belediyesi tarafından albüm olarak bastırılmıştır.13

    Behçet Arabî

    12 Sabuncu, Geçmişten Günümüze Şanlıurfa’da Dinî Hayat, “Geleneksel El Sanatları”, s. 238.

    13 A. Cihat Kürkçüoğlu, Urfalı Hattat Behçet Arabî, Şanlıurfa Belediyesi Kültür ve Eğitim Müdürlüğü

    Yayınları, Şanlıurfa, 1997, 107 sayfa.

  • 392

    Behçet Arabî’nin imzası

    “Behcet Arabî” (Celî Divanî)

    Behçet Arabî’nin Urfa Müzesi’ndeki

    Rihdan, Hokka ve kamış kalemleri

  • 393

    Behçet Arabî’nin Eserlerinden Örnekler:14

    Besmele (Celî Sülüs)

    14 Fotoğraflar A. Cihat Kürkçüoğlu ve Adnan Alpay’ın çalışmaları ile Yasin Küçük’ün özel arşivinden

    istifade edilerek derlenmiştir. Bazı yazıların etrafındaki tezhip ve ebru süslemeleri Adnan Alpay

    tarafından konulmuştur.

  • 394

    “Tuğra Besmele (Celî Sülüs)

    Sağ boşlukta “İnnehû min Süleymâne veinnehû” (Celî Divânî)

  • 395

    “Maşâallahu kâne” (Celî Sülüs) Üstündeki Besmele (Celî Divanî)

  • 396

    Allâh - Celle Celâluhû (Celî Sülüs)

  • 397

    “Muhammed Aleyhi’s-selâm” (Celî Sülüs)

  • 398

    “Allah Celle celâlühu - Muhammed Aleyhi’s-selâm” (Celî Sülüs)

  • 399

    “Allah Celle celâlühu - Muhammed Aleyhi’s-selâm” (Celî Sülüs)

    “Ebû Bekir - Ömer - Osmân - Ali- Fâtımâ - Hasan - Hüseyin”

  • 400

    “Besmele”

    “Allah Celle celâlühu - Muhammed Aleyhi’s-selâm”

    “Ebû Bekir - Ömer - Osmân - Ali- Fâtımâ - Hasan – Hüseyin - Selmân” (Celî Sülüs)

  • 401

    “Men sabera zafera – Sabreden zafere erer.”

    Hadis-i Şerif (Müsennâ, Celî Sülüs)

  • 402

  • 403

    Ashâb-ı Kehf’in İsimleri

  • 404

    “Er-rizku Alellâh - el-Kâsibu Habîbullâh” (Celî Ta’lik)

  • 405

    “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm” (Celî Sülüs)

  • 406

    “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm” (Celî Sülüs)

  • 407

    “Fallahu hayrün hâfizan ve hüve erhamü’r-râhimîn” (Celî Sülüs)

  • 408

    “Fetebârakallâhu ahsenü’l-hâlikîn” (Tuğra)

  • 409

    Behçet Arabî - Harrankapı Aile Mezarlığı

    Behçet Arabî - Harrankapı Aile Mezarlığı