29
1

halkın takımı dergisi 16. sayı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

halkintakimi.com resmi yayınıdır

Citation preview

Page 1: halkın takımı dergisi 16. sayı

1

Page 2: halkın takımı dergisi 16. sayı

2

Page 3: halkın takımı dergisi 16. sayı

3

Page 4: halkın takımı dergisi 16. sayı

4

Merhaba dostlar… Bu sayımızın temel konusu geçen sayımızın devamı gibi; genelde sponsorluk ve özelde stadımızın ismine yapılan ekleme. Kapağımız, kapak içimiz ve arka kapağımız Şeref Bey’in kirletilen adı üzerine biçimlendi. Sözle söylenecekleri de kapak konusu yazısında Barbaros Tantan söylüyor. Kabataş Hakan. Çarşı’nın bu yiğit abisini kanser illeti sol ciğerinden vurdu. Erken teşhi sonucu gördüğü yoğun tedaviyle Beşiktaş’ımızın beyazına tutunan Kabataş Hakan’ı kader dostları ziyaret ettiler. Ziyaret izlenimleri ile Hakan’ la yapılan sohbeti Çene Ergin (Demir) yazıya döktü. Halkın Takımı ailesi olarak Hakan kardeşimize, ağabeyimize, dostumuza acil şifalar diliyor ve yeni açık Mustafa’nın dediği gibi “Sensiz bir kişi eksiğiz” diyoruz. Yeni açık amigosu Mustafa Şakıma yine tribünlerdeki taraftar profiline dair eleştirilerini eskilerden dem vurarak getiriyor. En yalın haliyle Beşiktaşlılığı da tarif etmeyi ihmal etmemiş Mustafa. Dergimizde ilk kez yazan Bülent Coşkun, gitgide ve hızla tüketim toplumu olmaya evrilişimiz üzerine evrimin en karakteristik örneklemelerinden birini kullanıyor yazısında; maymun-insan. Aradaki farkın doğal olarak artması gerekirken gerçekten süreç doğru mu işliyor yoksa biz mi süreci yanlış anlamışız? Bülent’i okuyun, kendinizle tartışın. Bu sayımızda, yazılarını ileriki sayılarımızda da görmek umudunu taşıdığımız bir dost, Can Abanazir konuk oluyor sayfalarımıza. Kendisi de aslen bir Selanik’li olduğunu belirten yazısında PAOK’u anlatmış bizlere; evet, bildiğiniz bizim PAOK’u işte. Siyah-beyaz sevdası, kartal kardeşliği ve Beşiktaş’lılık üzerine nefis yazısını zevkle okuyacağınızı biliyoruz. Ellerine sağlık Can hocam… Bir başka konuğumuz da Özdeniz Pektaş. Bir yazarlık geçmişi de olan Özdeniz bu sayımız için bize bir çevirisini yollamış. Konusu Afrika’lı gençlerin futbol hayalleri ya da Afrika’nın futbol

köleleri. Jean Claude Mbvoumin’in şahsında Afrika’lı gençlerin Avrupa macerası üzerine Soccer Lens’te yayımlanan yazının bu çevirisi siyah futbolculara dair bakış açımızı değiştirir mi bilemeyiz ama etkileyeceği kesin. Bu ay konuğumuz oldukça fazla. Ahmet Özdemiroğlu diğer ikisinin bize dair bakış açısı üzerinden yaptığı eleştirilerini “biz bu filmi daha önce de izledik” diyerek özetliyor. Bu film vizyondan kalkmadığı sürece daha da çok izleriz. Bu sayımızda Bucaspor tribünleri de konuğumuz oldu. Buca tribünlerinin isyankarlarından Oğuz Tokdemir ve Cem Unutmuş baş başa vererek Buca’yı ve Bucaspor’un güncel sıkıntılarını masaya yatırmışlar. Konuyu bizler için Cem Unutmuş oldukça detaylı bir biçimde kaleme almış. Buca’lı kardeşlerimizin anlattıklarını okuyunca sıkıntının sadece onlara ait olmadığını rahatlıkla görebileceksiniz. Teşekkür ederiz arkadaşlar. 16. sayımızla birlikte Paşa Yılgın’ın detaylı bir araştırmasını yayımlamaya başlıyoruz; Tarihimiz… Osmanlı’dan başlayarak Cumhuriyet dönemi tarihini Beşiktaş’ımızın tarihiyle paralel olarak işleyen Paşa Yılgın’ın bu araştırması, konunun niteliği dolayısıyla öyle üç beş sayfada toparlanabilecek gibi olmadığından, gelecek sayılarda da dizi olarak sunmaya devam edeceğiz. Konu geniş ve Paşa kararlı olduğu sürece tatmin edici ve aydınlatıcı bir tarihçe okumaya hazırlanın. Fercani Bey’i bilir misiniz?.. Ya Vahap’ı?.. Peki Kalecimiz Arap Sadri’yi hiç duymuş muydunuz?... Atölye sayfamızda, geçmişte Beşiktaş’ımızda oynamış olan siyah futbolcuları tanıtmaya çalıştık. Elbette ki onlar siyah olmalarına siyahtılar ama bu siyahlık sadece derilerinin renklerinden dolayı değil yaşadıklarının karalığından dolayı konumuz oldu. Bir kere bu futbolcular yabancı değillerdi; devşirme Türk de değiller; bildiğiniz anadan babadan Türk vatandaşı olarak doğmuşlar ve bakın başlarına neler gelmiş. Ve son olarak, Aykut Đlker Mete üstadımız satranç derslerine devam ediyor. Umarız hocamızın bu çabaları yerini buluyordur. 17. sayımızda görüşmek üzere…

Page 5: halkın takımı dergisi 16. sayı

5

Yapınıza da… Adını anmayacağım. Hangi stadyum diye sorduklarında, Đnönü bile demeden, ‘’Beşiktaş Şeref Bey Stadyumu’’ yanıtı vereceğim.

Bunu neden söylediğime gelince; Biliniz ki piyasacılar, değerlerimizi peşkeş çekenler unutulmayacaktır. Onlar, Büyük Beşiktaş tarihine kara harflerle yazılacaktır ve belki de onların giydiği forma siyah-beyaz hiç olmayacaktır... Hay sizin yapınıza ! Büyük Beşiktaş’ı, tarihi önemli bir toplamın yüz akı olan Karakartal’ı, halkın sırtından geçinen sermaye asalaklarına peşkeş çekmeye çalışan bu zihniyet Beşiktaş yönetiminden derhal uzaklaşmalı; kulüp adına milyonlarca insanın yüzyılı aşkın süredir yaşattığı bu değer daha fazla kirletilmemelidir. Đşbirlikçilerin unutmaması gereken tepkiler vardır Beşiktaş ve ülke tarihinde. Haydi, bunlardan birini daha örgütleyelim… Beşiktaşlı olmak önemlidir ama Beşiktaş’ın değerlerine sahip çıkmak daha da önemli. Gelin, stadyumumuzun adını ‘’Beşiktaş Şeref Bey Stadyumu’’ yapalım. Onlar stadyumun girişine altın harflerle yazmıyorlarsa, tribünlerde koca pankartlar açarak anımsatalım. Bilmem ne yapı ismini hiç kullanmayalım… Beşiktaş’ın değerlerini peşkeş çekenler belki utanır, belki yüzleri kızarır da son yüzyılın harikası gibi sunulan sponsorluk anlaşmasını iptal ederler çünkü bu tarz anlaşmalar büyütmez, aksine küçültür ve esir eder. Düşünsenize, borç yükü altında olan her değer önüne bilmem ne yapı ismini alarak kurtulabiliyor mu? O zaman neden ‘’Beşiktaş

Şeref Bey Stadyumu’’ adının önüne bilmem ne yapı ismi geliyor ki? Bu konuyu öyle kolay kolay geçiştiremezler. Biz yönetimiz, istediğimizi yaparız diye çıkamazlar işin içinden. Orada, bir tarihi doku yatıyor. BEŞĐKTAŞ TARĐHĐ’ni koklamak isteyenler için o stadyumun kendisi gibi adı da çok önemlidir. Futbol Takımı Süper Lig’de kötü gidiyormuş; tartışılır… Kulüp yönetimi başarısızmış; tartışılır… Taraftarların isteği pek dikkate alınmıyormuş; tartışılır… Ancak; Beşiktaş futbol takımının maçlarını oynadığı, Beşiktaşlı olanların mazilerini gömdüğü stadyumun adının paraya peşkeş çekilmesi asla tartışılmaz, tartışılamaz… Yarın, bir başkası da parayı bastırır, stadyumun adını satın alabilir. Beşiktaş kulübünün, futbol takımının ve milyonlarca taraftarının yarattığı ve yıllardır da özenle korumaya çalıştığı değerler bu kadar kolay yok sayılamaz; inadına, elden çıkarılır gibi davranılamaz. Kısacası BEŞĐKTAŞ’ın ONURLU GEÇMĐŞĐ özelleştirilip, peşkeş çekilemez… O yüzden, bu yanlış karardan bir an önce dönülmeli, Beşiktaş taraftarlarının ve kulübün yarattığı değerler gerçek sahiplerine teslim edilmelidir. Edilmemesi halinde; Endüstriyel futbola şapka çıkartıp gereklerini eksiksiz yerine getirmek için çırpınırken değerlerini unutan ya da unutulmaması için mücadele verip HAYATA BEŞĐKTAŞ KATMAYA çalışanları yok sayan anlayışlar, kulüp tarihinin çöplüğündeki yerini alacaklardır. Yok etmeye çalıştıkları değerler anılırken, onlar anılmayacaktır bile… ‘Hayata kattıklarımızın yanına bir de Beşiktaş’ı koyalım’ diyenler nerede maç seyrettiklerinin önemi olmadığını düşünürler ama HAYATA BEŞĐKTAŞ KATANLAR, Fi Yapı Đnönü Stadyumu’nda değil, ‘Beşiktaş Şeref Bey Stadyumu’nda maç izlemek istiyor. Sağır sultanın bile duyduğu bu talebe kulaklarını tıkayan yönetim kurulu üyeleri, umarım kulaklarını yıkattıktan sonra duyacakları BEŞĐKTAŞ, BEŞĐKTAŞ, ŞANLI BEŞĐKTAŞ seslerinden rahatsız olmazlar…

Barbaros TANTAN

Page 6: halkın takımı dergisi 16. sayı

6

KABATAŞ HAKAN’I ZĐYARETĐMĐZ Mare Nostrum; Romalıların hedefi vardır, Akdeniz’i bir iç deniz haline dönüştürme… Bu nedenle kendi dillerinde “bizim deniz” anlamındaki bu ifadeyi kullanmışlar. Sonra Can baba değerlendirmiş bu sözcüğü; Deniz sevgisini adeta deryalara sunmuş… en uzun koşuysa elbet Türkiye'de de devrim o, onun en güzel yüz metresini koştu en sekmez lüverin namlusundan fırlayarak... en hızlısıydı hepimizin, en önce göğüsledi ipi... acıyorsam sana anam avradım olsun ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun...

Bizler o kadar açız ki aşkı, sevdayı, dostluğu bile hunharca tüketip harcayabiliyoruz.

Yılmaz GÜNEY’i Che’yi sever, takdir eder, posterlerini asar, tişörtlerini giyeriz ama iş Che’yi, Yılmaz GÜNEY’i anlamaya gelince nedense hep ihmal ederiz. Kendi içimize dönersek; Beşiktaş aşkını tartma konusunda hiç kimse birbirine üstünlük sağlayamaz desek doğru kabul edilir ancak iş Beşiktaş’lı duruşuna dönerse, aklımıza, ona son 30 yıldır ivme kazandıran çArşı’nın tarihi gelir. Nasıl bir şeydir acep bu “duruş”? Öyle ya… Bilinmeyen bir şey mi var yoksa? Maalesef öyle… Kimi dostlarımızla internet üzerinden paylaşımlar yapıyoruz, kimisiyle birebir tanışıyoruz; bu nedenle ilişkilerimiz sadece bunlarla sınırlı. Oysa çArşı kültürünün ilk oluşumunun başındaki isimlerdir çArşı’yı “çArşı” yapan. Çevreye, dünyaya, emeğe, insana ve Ülkemizin sorunlarına karşı kendiliğinden gelişen cesaret ve akıl yüklü bir duruştur. Đstisnasız o dönemde yaşayan herkesin katkısı var ve bu katkı aynı şekilde sunulmaya da devam ediyor. Peki hiç isimlerini merak ettiniz mi? Đçimizden kaç kişi Tarkan’ı, Sarı Şenol’u, Camgöz’ü, Ercü’yü, Nenem Ağız’ı, Ceviz Ali’yi tanır… Đşte o dönemin savaşçılarıdır onlar ve biri de Kabataş Hakan. Belki semte yolu düşenlerle paylaştığı birkaç ortamı olmuştur, kısa süreli ve geçici. Bu durumda dahi Kabataş’ın sorunlara yaklaşımı, biçim verişi ve müdahalesi, akıl ve cesaret yüklüdür. Duymuş olduğu özgüveni karşısındakine de aktarabilecek kabiliyete sahip bir dost, bir candır. Bir çok kavgada ön saflarda yer almış, yara almış, yara vermiş, yiğit bir insan. Ticari hiçbir kaygı ve tasası olmamıştır; çArşı ürünlerini satıp para kazananlara inat o sadece Beşiktaş sevgisini taşımıştır cebinde. Ve duyduk ki kendisi rahatsızlanmış… 1 Mayıs günü göğüs ağrısı şikayeti vardı, “üşüttüm herhalde” deyip geçiştirdi. “1-2 aspirin beni keser de artar bile” … Sonra tümör denilen bir illetin tam da “sol akciğerini” kapladığını duyduk. Kendisi her zamanki soğukkanlılığını korumasına karşın

Page 7: halkın takımı dergisi 16. sayı

7

bizler paniklemeye başladık. Ne oluyor yaa? Bütün kötülükler “karabasan” gibi bizi mi buluyor anasını satayım? Neyse ki Zeytinburnu Göğüs Hastalıkları hastanesinde, başta kadim dostlarımız Miço, Hüseyin, Ünal, Recep’in olağan üstü çaba ve yardımlarıyla doktorlar tarafından cerrahi müdahale yapıldı ve tahlil sonuçları da iyi çıktı.

Bayram günü arayalım, ziyaret edelim, hal hatır soralım dedik ancak Silivri’de bulabildik kendisini. Şehrin gürültüsünden uzakta dinlenmek ve çabuk toparlanmakla meşgul. Nedir dedik son süreç? Aramızda ne zaman olabilirsin? “Kemoterapi ile ciğerimdeki kesilen parçanın yaralarını kapatıyorlar. Doktorlar erken teşhis ve müdahalenin yanı sıra, genç olmamın da bir avantaj olduğunu ifade ediyor. Niye diyorum, Niye ben? Nükleer santrallere, GDO’lu ürünlere, havaya verilen her türlü kirli gaza karşı koyan biz; hastalanan da biziz. Sanki birileri bize kasıtlı bir şeyler yapıyor ve güzel olan her şeyi hoyratça tüketiyor. Bazen kontrole gittiğimde benden daha kötü durumda olanları görünce üzülüyorum tabii. Rahatsızlığımın başından beri Zeytinburnu’ndaki arkadaşlar cansiperane beni yalnız bırakmadı. Sadece onlar değil, tüm dostlar bu sıkıntıyı

benimle birlikte yaşadı ve yaşamaya da devam ediyor. Beni hayata bağlayan en büyük unsur da bu işte; karşılıksız bir sevdanın yarattığı dostluklar. Bütün bu olan bitene karşı hayata bakışım elbet de değişmedi ancak yaşam biçiminizi bir anda değiştirme zorunluluğu, kötü ve sonuçlanması gereken bir kabus gibi geliyor. Israrla uyanmak istiyorum bu kabustan… Belki sebebi olmayabilir ama tetikleyicisi olduğunu düşündüğüm şu sigara denilen illetten daha geç olmadan herkesin kurtulmasını tavsiye ediyorum. Yaşlısı genci şu mereti içmese hayat daha güzel olacak, bunu şimdi daha iyi görebiliyorum. Sabahlamalar da verdiğimiz bedel karşılığı; yaralar aldık yaralar verdik ama bu bıçak yarası benim için hepsinden beter oldu. Halkın Takımı dergimizi her fırsatta tekrar tekrar okuyorum; verdikleri destek için ayrıca teşekkür ederim. Kimi değerleri pratikte gençlere aktarmamız gerekiyor. Kirlenmemiş, onurlu bir duruşun öncüleri olarak bu konuda sıkıntılar yaşıyorduk. Her fırsatta (Ahde vefa gösteren) değerli arkadaşlarımız yeni nesillere ulaşma konusunda gayet fedakarca hareket ediyor ve ben de bu çabaları takdirle karşılıyorum. Đşte Halkın Takımı’nın sergilediği bu tutum Beşiktaş’lı duruşu dediğimiz şeyin özünü oluşturmaktadır. Ben de her 1 Mayıs’ta olduğu gibi omuz omuza, kol kola yolları aşındırmaya devam edeceğimiz günü iple çekiyorum. Tüm dostlara selam.. Ha bir de beni dergisiz bırakmayın..." Ve bitiriyoruz sohbetimizi; biliyoruz ki daha kat edilmesi gereken çok yolumuz var. Vira Kartal yürekli dost, acil şifalar…

Çene Ergin (DEMĐR)

Page 8: halkın takımı dergisi 16. sayı

8

HEY AMĐGO NEDĐR BEŞĐKTAŞ SENCE? “ÖNCE ADAM OLMAKTIR BEŞĐKTAŞ “ARKADAŞ…

Sevgili Beşiktaş’lılar, yeni bir sayıda yeniden merhaba. Geride bıraktığımız kurban bayramınızı tebrik ederek yazıma yüksek müsaadenizle başlamak istiyorum. Đki aylık aradan sonra yeniden Halkın Takımı okuyucularıyla buluşmak, dertleşmek, gönülden gelen Beşiktaş sevgimizi sizlerle paylaşmak bizleri onurlandırmaktır diyorum.

Arkadaşlar, vefa nasıl bize göre bir semt adı değilse, sadece vefalı olmanın anlamını düşünmek gerekirse, saygı da sevgi de aynıdır bizim için. “Önce adam olmaktır Beşiktaş’lılık”. Bunu niye mi söylüyorum? şunun için; taraflı tarafsız herkesin gıptayla baktığı tribünlerimizin ünü artık 7 tepeli Đstanbul’u aşarak dünyayı sarmıştır; unutmayın. Ne olduğumuzu bir kez daha hatırlayalım hep beraberce. Arkadaşlar, bu tribünün bu güne gelmesinde emeği geçen tüm abilerimizi saygıyla ve sevgiyle anarken şunu iyice herkesin aklına sokmasını istiyorum. 15 yıl şampiyonluk görmeden yaşayan bir nesil, tribündeki, semtteki ezikleşme ihtimaline karşı kurmuşlardı Çarşıyı. Aslında onlar çarşıda toplanmış, halk da onlara bu ismi takmıştı ama Pazar değil onlar gerçek “Çarşı”ydı. Herkesin imrendiği bir arkadaşlıkları, birbirlerine büyük saygıları ve sevgileri vardı. Büyükler, toplanın dediğinde sorgusuz sabahlamalar yapılır ve araçlardaki “R” harfi hep geride bırakılırdı. Aralarında öyle bir bağ oluşmuştu ki ağabeylerin, semtler farklı olsa da grup da tekti, ölümüne sevdikleri Beşiktaş da. Ölüm bile olsa uğruna, öyle ölüme hoş bakılacağından ölümüne sevilmişti Beşiktaş; sevgiyle, saygıyla ve değerlerine bağlılıkla.

O değerler ki Şeref’ ti, Baba Hakkılar’ dı. Peki neydi bu tılsım da diğerleri kapalıya giremiyordu? Çünkü herkes tek yumruktu; birdi. Öyle reklâm kokan hareketlerde olanlar, internet tribüncülüğü yoktu. Kameralısından cep telefonu imal edilmiş miydi bilmem ama uğramamıştı henüz o stada. Onlar için varsa yoksa mevzuu Beşiktaş’tı ve geri kalan ise sadece teferruattı. Kimse ‘sen değil benim baş’ yarışında değildi. Herkes asker misali, Çanakkale geçilmezi resmen semt için, takım için sahneliyordu tribünde ama takım da iyi değil çoğu kez. Yalnız onlara endüstriyel futbol henüz uğramamıştı (zaten uğrasa da bir şey değişmezdi). Onlar müşteri veya seyirci değil resmen adam gibi taraftardı. O yüzden bu kadar büyük ve şerefli bir şeydir Beşiktaş taraftarı olmak; kıymetini bilelim. Onlar için 1 BJK li 10 tane diğerine yeterdi çünkü saygı vardı bir yaş büyüğüne ve bir yaş küçüğüne de sevgi. Şimdi ünü yedi düveli aşmış o oluşum 25 yılı çoktan devirdi ve hep var olmaya devam edecek ancak bizler miras yedi mi olmak istiyoruz yoksa abilerin izinden giden ve bu tribünün ününü devrine göre yükselten; değerlerinden bir şey kaybetmemiş, geleneğine bağlı bir taraftar mı olmak istiyoruz? bunu iyi düşünün kartallar. Türkiye’de gerçek rakip kalmayınca karşımızda gerçekten miras yiyip yemediğimizi belki anlamasak da şu an için ayık olun. Bu tribün hepimizin, sahip çıkalım ve tek vücut olalım. Herkes komutan olmak sevdası iken, komutanlığı herkesçe kabul görmüş edebiyat kokulu abilerin izinden gidin. Ordunun komutanları da belli, askerleri de arkadaşlar. Devir teslim yapılırsa yine komutana itibar edilip aynen devam edilir.

Burada bir parantez açmak istiyorum; Ağabeyler de yeni nesil tribün için, belki iyi belki kötü, internetin tuzağına düşmemesi için, gerçek taraftarın arada bir tüm yönleriyle konuşulacağı geniş katılımlı ve parça toplantılar yapmalıdır ki arada bir silkelenelim, kendimize gelelim diye düşünüyorum.

Page 9: halkın takımı dergisi 16. sayı

9

Buradan takıma gelirsek; hepimiz Beşiktaş’lıyız arkadaşlar hepimiz, yalnız göremediğimiz nokta şu; eskiden taraftar maç alırdı. Şimdi ise bekleniyor ki 2–3 olsun sonra kopalım; bu yanlış. Sen taraftarsan 90 dakika sahip çıkacaksın takıma, sen de tribünde maçı yaşayacaksın, gerektiğinde defans olacaksın 14 kişiyle üzerine gelen rakip takımlara, gerektiğinde forvet.

Bir de futbolcu tarafına gelirsek olayın onlar da şunu bilecek; gerektiğinde 20 saatte otobüsle

deplasmana giden, evimizde yağmur çamur demeden bu taraftar bizi destekliyor, gücümüze güç katıyor. ‘Yahu tamam, forma aşkımız yok. profesyoneliz ya! (istisnalar hariç). Tamam da en azından aldığımızın hakkını verelim hiç değilse yahu’ diye düşünmesi gerekiyor veya birilerinin düşündürmesi gerekiyor onlara. Bizim sevinmek için sevmedik mentalitesini yanlış anlayarak tabelayı hep bize ters yazdırmasınlar; ölümüne adam gibi oynasınlar. Oyna da 5 ye yahu, oyna ama görsün seni taraftar. Oynasan, zaten 5 tane yemezsin, yiyemezsin. Sen kartalsın yahu Karakartal’sın bunu unutma sakın. Arkadaşlar, işler kötü gidince kimse üzerine sorumluluk almak istemiyor ancak şunu iyi analiz edin; 15. dakika; takım 0–1 mağlup ve yuhalanıyor. Ne diye? Yenik diye. Eğer bu yuhalayan kişiler 15 yıl şampiyonluk görmeyen devrin çocukları veya o neslin devamı olsalardı Beşiktaş ‘lı sayılırlar mıydılar? Bunu bir kendilerine sorsunlar; başka Beşiktaş yok. Yine de olurdum diyorsan 15. dakikada skorbortta takım yenik ise, durum kötü ise daha fazla destek yap ki değerin artsın. Biz de senin kadar istiyoruz dakka 1 gol 1 olsun, Beşiktaş’ım öne geçsin. Olmuyorsa bırakalım mı yani? Dönelim mi sırtımızı hemen? Yeri, zamanı gelmeden protesto yapılmaz beyler. Bir de bazılarınca istenen bu zaten. Taraftarın da sesini kıs ki dünya derbisi 17.000 kişiye oynanmaya devam etsin; neyin dünya derbisi ise o? Dünya derbisi dediğin 100.000 kişiye oynar, Sözü özü şudur; kıssadan hisse Beşiktaş’lıyım diyorsan, adamlığı kabul etmişsin demektir. Beşiktaşlıysan armanın anlamı bilerek yaşıyorsun ve bunun peşinde koşuyorsundur. Bir tek mevzuat var o da geçmişe bağlı, saygıyla ve sevgiyle yürüyen geleceğe odaklı, oyunları önceden görebilen, karakartala sevdalı, bayrağı yedi düvele dikili bir tribünü ilelebet yaşatmak mücadelesinde olan, gerektiğinde bütün benliğinle, Beşiktaş’ımıza siper olacak kadar yüreklisindir, tarafsındır ve sen bizdensindir. Bu mantıkla düşünen tüm kartallara kucak dolusu sevgilerimi ve saygılarımı sunarım.

Kolay mı göğüs germek aşkına senelerce kolay mı sabahlamak uğruna gecelerce kolay mı şampiyonluk görmeden senelerce kolay mı Beşiktaş’ım kolay mı söyle görmedi gözlerimiz senden başka bir aşkı yıllardır dilimizde her zaman aynı sarkı istersen döndürürüz bu dünyayı tersine sen yoksan Beşiktaş’ım her şey boş bize Beşiktaş lı olmanın mutluluğunu yaşayanlara selam olsun.

Page 10: halkın takımı dergisi 16. sayı

10

Đlkel

toplumdan tüketim

toplumuna ve oradan

maymunlar dünyasına ''5 Dakka''

Đlkel insanın oluşturduğu ilk toplumlardan bu yana ihtiyaçlarını karşılama isteği, günümüze ulaşan sanayi toplumları, sonrasında tüketim toplumlarına değin varlığını sürdürmüştür.

Amma velakin buradaki problem son ekonomik krizde göstermiştir ki geldiğimiz süreçte asıl mesele varlığının ta kendisidir! Neden derseniz; kapitalizm kendisini oluşturan kar ve sermaye düzeneğinde bile kendisini kurtaramamıştır; bu açık seçik ortada duran gerçeğin ta kendisidir ve tüketim toplumu artık sonun başlangıcına gelmiştir.

Ama tabii ki bunu tarih ve kültürden yoksun toplumun bazı kesimlerine anlatmanın deveye hendek atlatmaktan daha zor olduğunu söylemeye bile gerek yok çünkü düşünen bir toplum olmak, özgür bireyler yaratmanın ilk şartıdır!

Tanrı dünyayı yarattığında bizi diğer türlerden ayıran en önemli farkın düşünebilmek olduğunu söylemeye bile gerek yok ama düzen ve global trend der ki; maymunlar dünyasının en iyileri.

En iyi zıplayan muza ulaşır!

Alexis Carrel'in Nobel ödülü alan 'Đnsan Denen Meçhul' isimli kitabında anlatmaya çalıştığı gibi; insanlara, toplumlara sunulan her görsel, işitsel

reklam-medya, sadece ve sadece bireylerin kendi ihtiyaçlarından daha fazlasını almasını sağlar. Tüketime yönelik hiç bir reklam, bireyin kendisine yarar getirmez. Bu yasa aç olmasan bile sırf tüketim ve açgözlülükle elinin ulaşabildiği her şeyi alabilmenin, sömürebilmenin kanunudur; bir diğer deyişle muz cumhuriyetinin anayasasıdır fakat göz önünde duran bunca neden bile insanın en önemli özelliklerinden biri olan düşünebilme ve karar verebilme yetilerini harekete geçirememiştir.

Tüm bu dalalet ve toplumsal çöküntünün nedeni budur. Çok uzağa gitmeye gerek yok, televizyonlardaki haber veya magazin bültenleri en iyi örneklerle doludur. Sabahtan akşama kadar yayınlanıp gözümüzün içine sokulan çoğu medya programı, maymun toplumu yaratmanın takdire şayan örnekleriyle doludur. Toplum ahlaki çöküntünün resmidir artık ve burada sana düşen, elinde kalan son şeyle, insan olabilmenin tüm duyuları ve vicdanıyla oturup ''bi 5dakka'' düşünebilmektir ama sen zaten bunu bile yapamıyorsan, maymunlar dünyasında o “son muzu” alabilmek için her maymunluğu yapacaksındır.

Page 11: halkın takımı dergisi 16. sayı

11

PAOK SEVDASI

Ben Konya’

lıyım ve bazılarına göre

memleketim olduğu için

Konyaspor’u tutmam benim için en mantıklı

ve doğal şey

ama ben Beşiktaş’lıyım. Hep iyi bir taraftardım ve hep öyle kalacağım; bu garanti, biliyorum. Konyaspor’un renkleri, Konya Đdmanyurdu ile birleşmeden önce siyah-beyazdı. Bu benim için belki bir teselli ama Konya’nın çift başlı kartalı benim kartalımın yerini tutamaz. Ayrıca eğer bir çift başlı kartala bağlanacaksam bu benim esas memleketim Selanik’in siyah-beyaz kartalı, PAOK’un kartalı olur; zaten öyle de oldu.

PAOK veya taraftarlarının söylediği şekliyle Bizim Paok (Türkçe söyleniyor) ilginç ve sıradışı bir takım. Aslında her kulüp gibi birçok farklı spor şubesini barındırıyor içinde ama sadece futbol ile sınırlamak gerekiyor ilgiyi. Bu elbette basketbol skorlarına bakmadığım anlamına gelmiyor. PAOK’lu arkadaşlar günlerdir “takımımıza Iverson geldi” diye sevinip duruyorlar. Bu şaşırtıcı, sevindirici ve aynı zamanda gurur veren bir durum. Benim PAOK’u tutmak için birçok nedenim var. Önce ailem Selanik göçmeni; yani suyun öbür tarafındanım ve birçok diğer göçmen ailesi gibi ‘muhacır’ tavrı ve önyargısıyla karşılaşıldı geçmişte. Beşiktaş’lıyım. Hepimizin duyduğu o iç sızlatan, göze yaş getiren, insanı deli eden sevdayla bağlıyım Beşiktaş’a. Beşiktaş’ımın

dışında bir şeye ilgi duyacaksam bu elbette yine Beşiktaş perspektifinden olacak çünkü hiçbir sevgi Beşiktaş’sız veya onun dışında olamıyor. Siyah-beyaz renkler benim için çok önemli ve özel renklerdir. Bazı zavallıların iki boyutlu, kişiliksiz, renksiz benzetmeleri sadece acınacak kalitesizliklerdir çünkü siyah ve beyaz temel renklerdir. Siyah ve beyaz tez ve antitezi temsil eder, düşünmeyi temsil eder, sonucu temsil eder, sonuca ulaşmak için diğer renklerle bulaşıp kıvrılmayı değil temizliği temsil eder, hayatı temsil eder, sonu ve başı bir arada bulundurur. Ölüm ve yaşamdır. Zıtları içinde bulundurur. O nedenle benim doğal seçimim siyah- beyaz bir takımdır. Diğer bir neden Beşiktaş’ımın kartalıdır. Aslında tarafsız olarak düşününce kartal, faşist Lazio’dan El Salvador’un Aguila’sına kadar birçok takımın sembolüdür ama benim kartalımın başı diktir, dik başlıdır. Hayatına amblemin bir parçası olarak başlamamıştır o. Daha sonra kendi gayretiyle, savaşçılığı, yırtıcılığı ile formamda armanın üzerine konmuş, orada yer edinmiştir. Đstanbul’un bu mağrur kartalının yanına yine Đstanbul’un diğer bir kartalı konabilir ancak.

PAOK aslında Hermes Atletizm Kulübü adı altında 1875 te Đstanbul’da kurulmuş ama PAOK (Panthessaloníkeios Athlētikós Ómilos Kōnstantinoupolitōn - Bütün Konstantinopolis’liler Atletizm Birliği) adını alması 1926 senesinde gerçekleşiyor. Mübadelede Yunanistan’a göçmek zorunda kalan Rumların büyük bir kısmı Selanik’e yerleşmiş ve bunlar arasında Beşiktaş’ta oturup futbolla yakından ilgilenenler, hatta denen o ki bazı eski Beşiktaş’lı futbolcular da var. Onlar sevgilerini, tutkularını, özlemlerini ve renklerini Yunanistan’a götürüp PAOK’u siyah-beyaz renklerle kurdular. Bu renkler aynı zamanda memleketlerinden ayrılmanın hüznünü de ifade ediyordu. Amblem

Page 12: halkın takımı dergisi 16. sayı

12

olarak ise Bizans’ın çift başlı kartalı seçildi. Her ne kadar bazı unsurlar Anadolu kültür mozaiki, Bizans kültür mirası deyimlerini duyunca nefretlerini akıtsalar da bu, bizim şu anda eski Bizans’ın başkentinde yaşadığımız gerçeğini değiştiremez. PAOK 1929 da AEK Thessaloniki ile amblem sorunu yaşadı. Pera’da çok etkin olan Hermes kulübünün arması yerine hem acıyı hem de Istanbul’u temsil eden siyah-beyazı ve kartalı seçti. AEK da Đstanbul’dan göçenler tarafından kurulmuştur. Atina’nın AEK’sı (Athletiko Enosis Konstantinoupoliton- Konstantinopolisliler Atletizm Birliği) Đstanbulspor’la aynı renkleri yani sarı-siyahı taşır. Bu renkler Bizans Đmparatorluğu’nun resmi bayrağının renkleridir. AEK takım ve taraftar olarak hep FB’ye yakın oldu. Bu neden ve Yunanistan’ın iki büyük şehri yani Atina ve Selanik arasındaki çekişme iki kulübü ayrı taraflara koydu. Şimdi AEK iki büyük Atina takımının gölgesinde düşman bir takımdır. Asıl ilginç olan, PAOK’lu dostlarımızın, gerçek Đstanbul derbisinin abartılmış GS-FB maçları değil Beşiktaş ve PAOK arasında oynanacağını söylemeleridir. Diğer bir söylem ise Dublin’deki finali bu iki siyah-beyaz takımın oynamasıdır. Umarım öyle olur.

Kendini Đstanbul’lu olarak gören, Beşiktaş’ımı kardeşi olarak bilen, Facebook dostluk grubunda iki kartalı birlikte uçarken resmeden bu insanlar; Beşiktaş’ıma küfür eden, düşman olan, binalarını boşken (başka türlü yemez) basan, siyah-beyaz görünce saldıran bazı Türk takımlarının taraftarlarından elbette tartışılamayacak kadar değerlidir benim gözümde. Anadolu-Đstanbul ayrımı çıkartarak bölgecilik yapan bazı taraftar gruplarını göz önünde bulundurursak Avrupa maçlarında

elbette PAOK’u destekleyeceğim, Hırant Dink’in katiline tezahürat yapanları değil....

PAOK taraftarları, en azından benim tanıdıklarım, benimle aynı dünya görüşünü paylaşıyorlar; yani haksızlığa karşı, sömürüye karşı, yoksulluğa karşı, ırkçılığa karşı ve herkesin kardeş olduğu bir dünya istiyorlar. Elbette PAOK taraftarlarının hepsi bizim gibi düşünmüyor ama her taraftar grubu politik açıdan homojenlik gösterir demek safdillik olur. Ben kendi dünya görüşüme sahip çıkarım, buna sahip çıkanlara da sahip çıkarım. PAOK taraftarları Atina takımlarıyla ve Selanik’in diğer takımı Aris’ le yaptıkları maçlarda Türk bayrağı açarlar; bu resimler internette görülebilir ve bunun karşılığı “Türkler” ve “çingeneler”dir. Solucanlar takma adlı Aris’le aralarında ciddi bir düşmanlık vardır ve bu düşmanlığın kaynağı Yunanlı ve Türkiye kökenli olmaya dayanmaktadır. PAOK önemlidir çünkü Atina takımları dışında başarılı olan tek takımdır. Diğer takımlara karşı verilen mücadele PAOK’lular için bir onur mücadelesidir çünkü PAOK yabancıdır, farklıdır, ötekidir. Kimseye yaltaklık, yalakalık etmez. Paok Beşiktaş gibidir, karşıdır.

Page 13: halkın takımı dergisi 16. sayı

13

PAOK taraftarı tribünde büyük ve ateşli gösterileriyle ünlüdür; ciddi hazırlanırlar. Gate 4 diye bilinen taraftar grubu Çarşı’yı örnek alır, sever ve destekler. Çarşı’nın birçok Yunanlı taraftarı vardır. Selanik’te birçok yerde Gate 4 + Çarşı yazıyor, kendim gördüm. Bu destek ve sevgi sözde kalmaz. PAOK’ta bu konuda örnek çok:

1992 yılında oynanan Efes Pilsen - Partizan maçında PAOK ve Partizan taraftarlarının arasında bulunan Beşiktaş’lı seyircilerin büyük desteği sayesinde maç kazanılmıştır. Bunu Partizan taraftarları söylüyor, taraftar sitelerinde bulabilirsiniz. 1999 yılında oynanan Olympiakos-PAOK maçında Olympiakos’lular Kahrolsun PAOK, Kahrolsun Beşiktaş, Kahrolsun Partizan pankartı açmışlardır. Siyah-beyaz korkusu çok ciddi birşey olmalı...

1997 yılında Koraç Kupası finalinde Aris ile oynayan Tofaş takımını havaalanında çiçeklerle karşılamış ve uğurlamışlardır PAOK taraftarları. 2004 yılının eylül ayında tüm PAOK yönetim kurulu Đstanbul'da Beşiktaş’ımızı ziyaret etmiş ve dostlukların temelini atmıştı..

1998 yılında Aris-Beşiktaş maçında çıkan olaylarda PAOK'lu seyirciler takımımızın kamp yaptığı otelin önünde beklemiş, Arislilerin olası bir baskınını önlemişlerdir. Maç esnasında da Aris’lilerle ciddi şekilde kavga etmişlerdir.

PAOK Beşiktaş’a benzer, Beşiktaş’ı sever ve destekler. Ben de Beşiktaş’ı seveni severim. Bir özel not ise hayatta en sevdiğim kadının da PAOK taraftarı olmasıdır. Đşte bütün bu nedenlerden , YASU VRE BĐZĐM PAOK. Bir şarkıları şöyle, OO PAOKara, eho trela, Me sto mialo Opu kena pezsis pada ta sa koluto, Jasena ta petano ke ja sena mono zo Yani; OO PAOKara, beynimde delilik var, nerede oynarsan seninleyim, senin için ölürüm,tek senin için yaşarım... Tanıdık değil mi?

Page 14: halkın takımı dergisi 16. sayı

14

AFRĐKA’NIN FUTBOL HAYALLERĐ, AFRĐKA’NIN FUTBOL KÖLELĐĞĐ

FĐFA başkanı Sepp Blatter “kölelik” kavramını gelişigüzel bir biçimde, Madrid’te futbol oynamak için dünyanın en muhteşem takımından [Manchester United – Ö.P.] ayrılarak “hayaller”ini gerçekleştiren ve milyonlarca euroluk bir sözleşmeye imza atan Cristiano Ronaldo’ya atıfta bulunarak kullanıyor. Belki, Jean Claude Mbvoumin kölelik ve rüyalar haklındaki gerçekleri onlara anlatabilir.

J.C.Mbvoumin & S.Blatter

Bu yıl (2008), Mbvoumin, Birleşik Devletler Đnsan Ticareti Đzleme ve Mücadele Dairesi tarafından, “Modern Köleliğin Sonlandırılması için Mücadele eden Kahramanlar” olarak belirlenen on yedi kişiden birisi oldu. Eski bir futbolcu olan Mbvoumin, bir Afrika ülkesi olan Kamerun’dan, 1995 yılında futbol oynamak üzere Fransa’ya getirilmişti. Futbolu bıraktıktan sonra Mbvoumin, yasal olmayan yollardan Afrika’dan genç futbolcuların getirilmesine ve futbol oynatılmasına karşı bir kamuoyu oluşturmak amacıyla, Fransa’da Culture Foot Solidiare (CFS) organizasyonunu oluşturdu.

Mbvoumin, “Bu, modern köle ticaretinin, birçok farklı biçim de alabilen, bir versiyonudur” diyor.

Binlerce Afrikalı genç, içinde bulundukları sefaletten kurtulup, Avrupa’da futbol oynamak istiyor. Bu gençlerin büyük çoğunluğu, Kamerun, Gana, Nijerya, Senegal ve Fildişi sahilleri’nden Avrupa’ya getiriliyor. CFS’nin yaptığı tahminlere göre, yalnızca Fransa’da, profesyonel bir kulüpte futbol oynamakta başarısız olduktan sonra sokakta yaşamaya başlayan 7.000’in üzerinde genç Afrikalı var. Bunların ise, yüzde doksan sekizi kaçak göçmen ve yüzde yetmişi 18 yaşın altında.

Didier Drogba ve Samuel Eto’o gibi oyucuları görerek heyecanlanan, lisanssız ve ahlaki değerleri hiçe sayan aracı ve yetenek avcıları tarafından kandırılan fakir aileler, tüm birikimlerini tüketerek ya da borç altına girerek, çocuklarının Avrupa’ya yolculuğunu finanse etmeye çalışıyorlar. Fildişi Sahilleri gibi ülkelerde faaliyet yürüten binlerce lisansız futbol “akademi”si, ailelere, belli bir bedel karşılığında, oğullarının bir Avrupa kulübünde futbol oynama şansını yakalayabileceğine dair söz veriyorlar. Bu sebeple, Afrika’da çocuklara [insan ticaretinin kurbanı olmalarını önlemek için –Ö.P] destek sağlanması giderek önem kazanan bir konu haline geldi.

Fildişi Sahilleri yardım derneği yöneticisi Heather Kerr, “Futbol ticaretinin ve sözümona mükemmellik [Futbol – Ö.P] okullarının yaygınlaşması, Çocukları Koruyalım organizasyonuna olan ilginin artmasına neden oldu” diyor ve ekliyor, “bu çocukların, futbol okullarına katılmalarının ve ülke dışına çıkmayı amaçlarının sebebi tamamıyla paradır ve aileleri inanılmaz derece de fakir oldukları için, bu şaşırtıcı bir şey değil. Biz genelde çocuklarını Avrupa’ya gönderen ya da futbolcu olması için çocuklarını okuldan alan aileleri buluyoruz. Çünkü aileler, gençlerden aile için daha fazla para kazanmalarını istiyorlar.”

Page 15: halkın takımı dergisi 16. sayı

15

Antrenörler ve aracılar, binlerce genç oyuncunun içinden en iyilerini, bağlayıcı bir ön-sözleşme imzalatarak, Avrupa’da onları bir kulübe satarak kar etme umuduyla, seçiyorlar. Bu oyunculardan çok az bir kısmı, profesyonel sözleşme imzalıyor ve oynama garantisine sahip oluyor ama bu durum nadir olarak gerçekleşiyor. Bazı gençlerin, Mbvoumin’in de yardımıyla, aldıkları vizeler ve yaptıkları sözleşmeler bile daha sonra yenilenmiyor, bazıları ise Fransa’ya vardıkları anda sahipsiz kalıyorlar. (…)

The Observer gazetesi, Metz takımıyla antremana çıkma sözüyle Gana’dan Fransa’ya gelen, 17 yaşındaki, Bernard’ın şu sözlerine yer veriyor, “Benim yolculuğumu karşılayabilmek için, annem evimizĐ sattı ve benden küçük olan iki kardeşim günde 12 saat çalışmaya başladılar. Fransa’ya geldim ancak Metz kulübü benim hakkımda bir bilgiye sahip değildi ve beni, polise teslim etmekle tehdit ettiler. Şimdi burada, Clichy-sous-Bois’te (Paris banliyölerinde kötü namlı bit getto), bir arkadaşımın dairesinde kalıyorum.”

Mbvoumin, zorlanmadıkları müddetçe kimsenin sistemi değiştirmeye niyeti olmadığını çünkü hem aracılar hem de futbol kulüpleri, ailesini

fakirlikten kurtarmak için her şeyi göze almış ve futbolcu olmak için eğitim hayatını bırakmış olan, genç Afrikalıların yeteneğinden olabildiğince ucuz bir şekilde yararlanmak istiyor.

International Herald Tribune gazetesine, konuyla ilgili olarak, konuşan Mbvoumin, birçok çocuğun ailesinin de fakirlikten kurtulmak için, profesyonel bir sözleşmenin Avrupa’da çocuklarını beklediği umudu ile, 3000 ya da 4000 Euro’yu, vizeler ve uçak biletleri için, lisansız aracılara ödediğini açıkladı. Ancak sıklıkla, bu çocuklar evsizliğe terk ediliyor ve sokaklarda sahipsiz bırakılıyorlar. Beş parasız, yalnızca süresi dolmuş bir turist vizesiyle, yasadışı olarak, eve dönme korkusuyla, şehrin içinde kayboluyorlar. (…)

“Burada, Fransa’daki çoğu çocuk geri dönmek istemiyor. Çocuklar, eğer geri dönerlerse, ailelerinin onları para ve araba getirmedikleri için öldüreceklerini söylüyorlar. Asıl mesele de bu” diyor ve ekliyor Mbvoumin, ““Hayal etmek önemlidir… ancak, futbol hakkındaki hayaller gerçekçi değil.” (…) Ve Cristiano’nun “hayali”? Belki, bu genç insanlardan bir kaçıyla yapılacak kısa bir sohbet, “hayal”in tam manasıyla ne demek olduğunun anlaşılmasına yardımcı olabilir.

Soccer Lens’den çeviri

Page 16: halkın takımı dergisi 16. sayı

16

BĐZ BU FĐLMĐ DAHA ÖNCE DE ĐZLEDĐK Her sezon başında aynı senaryo… -Galatasaray Başkanı; Tek rakibimiz Fenerbahçe

-Fenerbahçe Başkanı; Alex 10 Guti eder… Bu tür demeçler artık bizi şaşırtmıyor. Renkli medyanın isteği de bu yönde zaten. Beşiktaş her zamanki gibi yok sayılsın, tüm basılı ve görsel spor medyasının tirajı ve ratingleri iki takımın rekabetine odaklansın, Beşiktaş arka sayfalarda birkaç satırla haber yapılsın, Anadolu’dan sakın her hangi bir takım parlamasın, Fenerbahçe – Galatasaray derbileri dünyanın en önemli maçları arasında gösterilsin. Endüstriyel futbol denen şey pastadan kocaman dilimler kapma çabasıdır. Vahşi kapitalizmin yeşil sahalar üzerindeki gölgesidir. Burada sponsorlar, bahisler, yayıncı kuruluşlar, rating ve tiraj kaygıları, menajerler, komisyonlar, reklam gelirleri vardır. Kim daha güçlü ise o, futbol pazarından daha kazançlı çıkar; yüz milyonlarca Euroluk bir pazardır Peki neden bizi rakip görmezler ? Biz Beşiktaşlıyız. Türkiye’de en çok şampiyon olan takım değiliz. Avrupa’ da büyük başarılarımız yok ve en çok seyirciye de sahip değiliz. Beşiktaşlı duyarlıdır. Kalbi Zonguldak’ta göçük altında kalan maden işçisi ile atar; Ankara’da soğukta titreyerek hakkını arayan Tekel emekçileri ile bütünleşir; Dünyanın herhangi bir yerinde rengi ya da ırkı yüzünden ikinci sınıf sayılan insanların yanındadır. Renkliler forma satışları ile övünürler, biz paranın satın alamayacağı etik değerlerimiz ile… Onlar pankartlarına ‘’ Rıza efendi iki ekmek bir süt ‘’ yazacak kadar genel tavırlarını belli ederler, biz ‘’halkın takımıyız, hepimiz kapıcıyız, helal lokma olsun yeter, Allah’tan RIZA’cıyız ‘’ yazarız. Onların popüler kültüründe kişilerin önemi yoktur, başarıya giden her yolu mübah sayan anlayışları vardır; bizim Baba Hakkı’ larımız, Baba Şeref’ lerimiz, Vedat Okyar’ larımız, Metin-Ali-Feyyaz’ larımız, atom karıncalarımız vardır.

Sonuçta futbol bir skor oyunudur; yenmek de vardır yenilmek de ama ne olursa olsun yeşil saha üzerinde olmalıdır. Masa başında elimizden en az üç şampiyonluğumuzu alan ‘’dost takım’’ istemiyoruz. Dünya derbisi oynayan iki takımın aslında pek de farkı yoktur birbirinden. Bütün başarılarını birbirlerini yenmeye odaklayan iki takımın hedef ve beklentileri, Türk sporuna ne tür bir katkı yapabilir ki? Tribünlerinde sadece rakip takıma küfür etme kültürü olan bir seyirci topluluğu takıma ne kadar itici güç olabilir? Ne ozon tabakasının delinmesi, ne nükleer silahlanma, ne tiyatro yıkımları, ne de eğitimde fırsat eşitsizliği hiç birinin umurunda değildir. Bizim seyircimiz yoktur, taraftarımız vardır. Otuz bin kişilik bir korodur kalbi ülke gerçekleri ile çarpan taraftarımız. Nerede haksızlık, adaletsizlik, onursuzluk varsa tepkimizi bir şekilde ortaya koyarız. Dünyanın en önemli derbilerinden birine sahip iki takımın seyircileri de, sadece gıpta ile bakarlar bizlere. Tarihsel süreçte, zaman zaman bazı değerler maddi değerlere üstünlük sağlamıştır. Kişinin ideolojileri ve ahlakı belirler duracağı noktayı. Güçlüden ya da mazlumdan yana olmak, sıradan ya da sıra dışı olmak, sosyal statüden yana ya da halkın içinden olmak. Örnekler çoğaltılabilir. Geneline bakıldığında Beşiktaşlıyı Beşiktaşlı yapan halkın içinden olması, mazlumdan ve ezilenden yana olması ile sıradışı olmasıdır. Formaya eklenen yıldız sayısı ile övünmenin hiçbir anlamı yoktur. Bazı değerlere sahip değilsen bin kez şampiyon olsan ne olur? Bizim yıldızımız armamızın içindedir. Evet Sayın Başkan, sizin tek rakibiniz Fenerbahçe’dir. Aksini iddia etmiyoruz zaten. Sahip olamadığınız değerler sizi sadece birbiriniz ile rakip olmaya zorunlu hale getirmiş durumda, Beşiktaş’a rakip olabilmeniz için daha çok fırın ekmek yemeniz gerekmektedir.

Evet sayın Başkan, Guti iyi bir futbolcu değildir. Alex, 10 tane Guti eder. Futbol müteahhitlikten farklı bir branş, bunu anımsatmak isterim sadece.

Page 17: halkın takımı dergisi 16. sayı

17

ENDÜSTRĐYEL TRĐBÜN KÜLTÜRÜ, BUCASPOR VE ENDÜSTRĐYEL FUTBOL

Bu ülkenin hayat damarlarından birisi olması gereken sanat ve sanatçı ile alakalı olarak ülkemizin genelinde olan biteni ve de verilen önemin yetersizliğini hepimiz bilmekteyiz. Sanatla fazla haşır neşir bir toplum sayılmayız ancak hayatımızın her alanında, köşesinde ve bucağında sanat ve kültürümüzün temellerini görebilmekteyiz. Özellikle, bizlere özgü sanat dallarında büyük bir erozyon söz konusu.

Geleneksel Türk el sanatları Çini işlemeciliği bölümünde öğrenim gördüğüm yıllarda bu bölümün adı çok fazla bir şey ifade etmezdi benim için. Bazı öğretmenlerimin katkılarıyla sonradan konunun derinliklerine dair bilgi ve anlamına hakim olabilme şansını buldum. Düşünebilmem açısından büyük yatırımlar yapmıştır bana Prof. Dr. Faruk Şahin. Kendisiyle olan seyahatlerim ve de sohbetlerimizi unutabilmem mümkün değildir. Şimdi kim bilir kendisi nerede… Öğrencilerin, öğretmenlerine karşı umursamaz ve sorumsuzca hareket etmesini ve bu hayhuy içerisinde geçmişinden koparılması amacını güden çağın sistemi içerisinde bizler de yapmamız gereken özeleştiriyi, çarpık sisteme olan giydirmelerimizi ve analizlerimizi kısıtlamamalıyız.

Neden bu girişi yaptım böyle bir konuya? Kopyala yapıştır dönemleri; kendini başkasının oyunculuğunda, kitapları ve felsefelerinde, aşkında, şarkılarında, siyasetinde, sanatında, sporunda beslemek değildir iş. Ülkemizde spor yöneticiliği ne iş yapar? Toplumu futbol dalında kontrol etmek, ona dair dinamikleri kendi idarecikleri ile sürekli sisteme hizmet ederek vermek adına programlanmış bir yapıda yeniden kodlanan haliyle var olurken, esen rüzgara göre bir sağa bir sola savrularak kendilerini yönetenlerin istediklerini yapmaktır yöneticilik. Dönüp yönetmen gereken kitleye, halka sana aynen dayatılanları dayatman, arada bir katalizör gibi görev yapmandır. Kendi bilinçleri ile değil, kendi mantıkları ile değil, kendi doğruları ile değil, kendi olguları ile değil, kendi kültürleri ile değil, sistemin dayatmaları ile, yönettiklerini iddia etmektir Đstediğiniz teknik direktör ile çalışamıyorsunuz. Çünkü ülke futbolunu yöneten sistem teknik direktörlerini belirlemiş ve de menajerleri dayatmış konumdadır. Đstediğiniz futbolcuları seçemiyorsunuz ve de belirleyemiyorsunuz çünkü 83 maddelik bir imtiyaz vermişsiniz. Đstediğiniz stadyumu yapamıyorsunuz çünkü size dayatılan böyle her tribünü ayrı, saçma sapan projede yapılmış büyütseniz büyütülmesi problem olan, mahkeme kararı ile mühürlenen bir zemine kurban edilmişsiniz. Đstediğiniz paralara imza attıramıyorsunuz çünkü sistemin ortalama 700.000 dolarlık futbolcu başı bir payı var. Alacağınız paralar ve de harcamanız gereken yerler belirlidir. Günümüzde havuzdan ve toplanan puanlardan elde edilen yüksek miktarda gelirleri alt yapınıza aktaramamaktasınız çünkü sistem bir eliyle verirken diğer eliyle sizi yüksek miktarlar ödemeye zorlamaktadır.

Her işin bir kolayı vardır. Gol sorunu yaşıyorsanız bunu transfer yaparak çözebileceğinizi size fısıldar tüm dünya.

Page 18: halkın takımı dergisi 16. sayı

18

Oysa ki transferler ile içi formanın renklerinden, duruşundan, taraf oluşundan bihaber milyon dolarlar saçılmış yetenekler!, globalleşen dünyanın futbolcu dayatmaları ve sınırı gitgide genişletilen, aynı zamanda da futbol kalitesini düşüren yabancı kontenjanı tavanı. Anadolu sürekli sisteme hizmet eden insanların rüzgarları ile kendi beyninin, aklının, mantığının doğrularına gidemeyen bir döngü içerisinde yoğrulmaktadır uzunca bir süredir. Đnsanlar gazetelerdeki spor haberlerini, yorumcuları okuyamadan ve de dinleyemeden algılayamaz hale geldi. Đki laflarına bakılarak yönetilir oldu tüm ülkenin dengeleri ve de düşünceleri. Kendi aklını kullanamayan futbolcuları da kullanarak neden bu kadar kısır bir futbol izlediğimizi sorarız sonra birbirimize. Neden Bucaspor gibi böyle bir kültüre sahip derinlik küme düşer ve de halk izler? Bu amatörlüklerine, en üst ligde iken ağzını açmak isteyen neden anında cezalandırılır. Tribün bir kültürse, endüstriyelleşmiş futbola karşı tribün kültürü lafı ağızlarda sakız olmuş ise; bu sistemin takımlarını, dayatmalarını, mantığını, futbolcularını, teknik adamlarını taklit ederek; transfer ederek; tribün gruplarına özenerek; kısacası bu kültürün ne olduğunu bilmeden ve de kendisi de endüstriyelleşen tribün kültürü ile saf ve öz tribün kültürünü bilemeden, algılayamadan birbirine karıştırırsanız; her kalabalık bağıran grubu stadyuma gelip girmiş diye tribün ve de yaşadıklarını kültür zannedersiniz. Endüstriyelleşmiş tribün kültürüne ve de futboluna katkısı bulunan her insan sayesinde bugün Bucaspor bu haldedir. Bu anlatılanları anlamadan, kendi kültürünün farkına varamadan, o kültürü yaşayamadan isterseniz şampiyonlar ligi kupasını alın. Sistemin rüzgarlarına hizmet etmeden, direnerek, savaşarak kazanılan tribün ve de takım ve de arma bizlerindir. Diğer tüm pompalanan başarılar sistemin birer yanılsamasıdır...

Globallaşme kavramını duymaktayız çoğu

zaman, dünya pazarına hakim hamburgercilerin, bankaların, arabaların, petrol şirketleri ve bunun gibi oluşumların her ülke pazarını esir alması, her ilçesinin köşesini bucağını gasp etmesi, paralarımızı cebimizden süper marketlerine, bankalarına, arabalarına, petrol şirketlerine sürekli sorgusuzca yatırmamız. Peki ya futbolda? Yabancı futbolcu transferleri ülke futbol piyasasının kalitesini arttıracak, Avrupa'da mücadele veren kulüpler büyük başarılar elde edeceklerdi. Avrupa'da mücadele eden kulüplerimizin bir dönem bahanesi bunlardı. Sınırlama sekiz oyuncuya kadar çıkarıldı. Bugün futbol demek transfer demek, globalleşen değerler demek, kendi liginde x ülkenin futbolcularıyla Anadolu kulüplerini ezerek ne kadar büyük bir takım olduğuna inandırılman demek, başarının büyük isimler yetiştirmek değil de büyük transferlerle olacağına inandırılman demek. Her ülkeye menajer şirketlerinin dünyada bağlantıda oldukları yapılanmalarının, mafyavari tarzlar ile ürettikleri Bülent Uygun'ları yetiştirerek dünya futbol piyasasına hükmetmesi demek. Bir alt ligde futbol oynayamayacak yabancıları Bucaspor takımına doldurarak milyon dolarları havaya saçmak demek, Fransız menajerler ile ikinci lig oyuncusu olan bir futbolcuyu anlaşarak süper ligde fiziksel görüntüsü ile futbolcu olarak pazarlamak demek. Sakat olsa bile, Osasuna'dan, koşmakta zorluk çeken Dady'ye milyon dolar vermen demek. Bu ligde kalmak için bu ligin teknik adamlarından birisini tercih etmen, bu ligin oyuncularını transfer etmen, bu rakamları ödemen ve içi boşalan forma dolusu lejyoner.

Globallaşme, sponsorlar, stadyum isimleri kiralanması, göğüs kol reklamları kafamızı karıştırmaktadır iyiden iyiye. Futbol her ülkede aynı mantık ve de sistem ile oynanamaz. Đngiltere'de işe yarayan bir uygulama burada işe yarayacak diye bir öngörü taşınarak uygulanamaz. Đsimler ve reklamlar formaları arka plana, sponsorlarını ve futbolcuların isimlerini ön plana taşımıştır. Futbolcular oynadıkları, maç kazandırdıkları başarılar ile değil aldıkları ücretler ile konuşulmaktadır. Sistem Bucaspor'un göğüs reklamı almasını da önlemektedir! Sistem Đzmir takımlarının süper ligde var olmasını istememektedir. Stadyumlarına dünyanın en büyük kira bedelini ödemektedir Bucaspor takımı.

Page 19: halkın takımı dergisi 16. sayı

19

Globalleşme sadece sahada mı, sponsorlarda mı, isimlerde mi? Hayır, en büyük globalleşme tribünlerde. En büyük yanılsama tribünlerde. Değişik bir on sene yaşadık. Bir çok tribün globalleşmeye kalktı. Kardeş ve dost kulüp uygulamaları ve ortak düşmanlara karşı savaş alarmı. Kardeşlik ve de dostluğa her birimiz sınırları bilindikçe ve birbirlerine şaibe lekesi bırakmadıkça saygıyla karşılayabileceğimiz güzellikler. Büyük camia olmayı Ankara'da, Đzmir'de Adana'da ve her yerde kardeşler ilan ederek, biz orda olmasak da onlar işimizi görür, başımıza bir durum geldiğinde hemen yetişirler tarzı düşünceler ile büyüklükler kanıtlanmak istendi. Her şehirde atkılarını değiştirdiler insanlar. Sistemde ortak düşmanlarına karşı hasım olsalar bile geçmişlerinde birleştiler. Alt yapısında birilerine karşı duyulan kin ve öfke temeli vardı. X deplasmana gittiklerinde kendilerine bilet ayarlanması büyüklüklerinin işaretiydi endüstriyel tribün kültüründe. Đzmir'de Galatasaray, Bucaspor deplasmanında açık tribünde dev bir formayı stadyuma sokmuştu, üzerinde x şirketin reklamı bulunan! Kardeşlerinin galibiyetlerinin çok daha önemli oldukları haller yaşanmıştı. x dakikada y takım için bağırma modası çıktı. Özenenler alt liglerde bu uygulamaları çok daha ileri götürerek iyice seviyeleri düşürebildiler. Taraf olamadan, taraftar olundu. Birileri paralar verip her maçın biletlerini karşılamaya başladı, yiyecek ve içecekler karşılanarak bir sektör oluşturuldu. Eller kalktı, en ağır protestolar yapıldı; eller indirildiğinde memnun olmadığınız, yuhaladığınız, ıslıkladığınız futbolcularını iki hafta önce kendileri yuhalarken sana bu şans tanınmadı. Tribünler de tayfalar ile globalleşmeyi tetikledi. Şehrin çeşitli yerlerinde, ülkenin ve dünyanın çeşitli yerlerinde. Karaborsasından bir çok yanına bu kültür ile gerçek arma sevdası arasında en ufak bir bağlantı bulunmamaktır. Çoğu insan Barcelona'yı beğenir, en iyilerin mücadele verdiği en yüksek paraların ödendiği bir kulüptür, ekonomik açıdan pek de parlak bir ülke değildir oysa ki Đspanya. Herkes Barcelona'yı över ancak şu vardır, Barcelona'yı Barcelona yapan kulüp başkanları ve yöneticileri midir? Hayır katalan kültürüdür, kendilerine ait, kendilerine özgü o kültürdür. Barcelona'nın büyüklüğünü görmek ve araştırmak isteyenler yıldız futbolcularına ödenen miktarları tartışmaktadır, ancak kimse Katalan kültürünün bu yapıyı oluşturuşunu irdelememektedir. Çok temiz olduğunu düşündüğüm için vermedim bu örneği. Đzmir

şehri ve de kültürü bu ülkede hiçbir destek bulmadan şampiyon çıkartabilecek Đstanbul dışında tek şehirdir. Kendi kültürüne bir türlü dönememektedir. Kendi kültürünü yıkmak için siyasal olarak kullanılan planların birer parçasıdır. Bazı kulüpleri de, Bülent Uygun'da bu planın siyasal bir parçası olarak ülkenin en demokratik şehrine en irticai söylemlerde bulunan teknik adamının transferi bilinçli ve Đzmir kulübünün kasasını boşaltıp kaçarak bir alt lige düşürmek adına oynanmış bir oyunun ufak bir parçasıdır. Bu dokunun Đzmir ile uyuşmayacağı uzun uzadıya söylense de çok fazla dinlenilmedi Đzmir halkı ve bu isim söylemleri ve arada sırada yaptığı o müthiş alıntılarıyla büyük tepkiler çekti üzerine. Dini futbola alet etmeye çalışan zihniyet işte bu şehir ile doku uyuşmazlığı yaşayacağını düşünmeden, mimarisiyle, yiyecekleriyle, içecekleriyle, her alanda bir kültürü temellendirmedikçe tribünlerin her şehirde aynı globalleşen aynı tezahüratları ve taraf olamadan tribünleri dolduran seyircileri arasındaki dengeyi Đzmir'in çok iyi analiz edip küreselleşmesi değil, kendisine net çizgiler çizip o çizgilerin dışına çıkmadan kalıplarını oturtarak kendisini ülke genelinin sisteminin değerlerinden arındırmalıdır.

Elindeki kültürünü korumadan, tarihi değerlerine sahip çıkmadan, kendisini iki senedir şampiyon yapan kadrosunun dağılmasına tepkisiz kalmadan başarılı olabilirdi Bucaspor kulübü. Maalesef bu acı derslerden de en acısı birilerine sürekli inanmak ve de güvenmek ihtiyacı içerisinde, kendisini en iyi şekilde temsil edeceğine inandığı onca yöneticinin sistem içerisinde yönetilen kişiler olduklarını anlamaları, bu acı deneyimler ile kaybedilen seneler ile gerçekleşti. Unutmayın, endüstriyel tribün (globalleşen) kültürü sizleri tüketen ve sonsuz tekrarı içeren yaratıcılıktan uzak bir dengedir. Transferler bu dengelerin en büyük afyonudur. Hatırlamalıyız Đzmir Marşı'nı ve inanarak söylemeliyiz sistemin karşısında marşımızın nakaratlarını

Page 20: halkın takımı dergisi 16. sayı

20

TARĐHĐMĐZ…

Dünya var olduğundan bu yana ama bilinçli ama bilinçsizce yapılan savaşlar ve siyasi çatışmalar sürekli olmuştur. Bu savaş ve çatışma ortamı o kadar çetin geçmiştir ki zaman içerisinde dünya tarihine yön vererek bu günkü bütün sınırları belirlemiştir. Yazımız kısa bir yazı dizisi niteliğinde olacağından biz sadece Ülkemizin Cumhuriyet dönemini kapsayan tek partili siyasi oluşumu ile çok partili sürece geçişi Beşiktaş’ımızın tarihi ile harmanlayarak yorumlamaya çalışacağız. Đleriki süreçte ise dilimiz-kalemimiz yettiğince post-modern (etik-ahlaki sınırı olmayan) anlayışın izlediği politika ve stratejilerini aktarmaya çalışacağız. 1902 yılında Beşiktaş muhitinin gençleri ara sıra toplanarak kendi aralarında sportif çalışmalara başlamışlar. Medine Muhafızı Osman Paşa’nın oğlu Mehmet Şamil Bey ile semtin diğer gençleri, Ahmet FETGERĐ, Mehmet Ali FETGERĐ, Nazım NAZĐF, Cemil FETĐ, Hüseyin BEREKET, Haydar, Cemil, (Tayyareci) Fehmi ve Şevket Bey’in bu çalışmaları “asiler toplanıyor” denilerek saraya ihbar edilmiş, yukarıda saydıklarımızın hepsi de 2. Abdülhamit’in adamları tarafından tutuklanmışlar ancak çalışmaların içerisinde saraydan insanların da bulunması işe yaramış ve salıverilmişlerdi. 1903 Mart’ında özel bir izinle Beşiktaş Bereket Jimnastik Kulübü Mehmet Şamil Bey ve arkadaşları tarafından kurulmuştur. Tarih itibariyle Osmanlı Devleti’nin parçalanmaya başlaması, istila ve işgallerin yoğunlaştığı bir süreç. Halk arasında Devlet yönetim biçimi ağır bir şekilde eleştirilse de mevcut sistemi (mandacılığa razı) savunan sözde Padişahçı bir ulema kesimi vardı. Padişahların sıkıştığı vakit Fetva yetkisi aldığı ulemalar ile tefeci ve tüccarların ortak bir amacı vardı; Osmanlı Devletinin zayıfladığı bu süreçte kendi yerlerini

korumak, geliştirmek ve yükünü tutmaya çalışmak. Anadolu halkı gayet saf ve temiz olduğundan bu konulardan kopuk, zaman zaman cılız direnişler sergilemekten başka bir şey yapamıyordu. Đşte bu nedenle din adamlarının büyük bir bölümü ve tüccarlar Padişahın yanında (güçlülerin) işgalcilerin sırtını sıvazlar bir duruş izlediler. Hatta durumlarını daha da ileri taşıyarak Đttihat ve Terakki’ciler ile diğer Vatansever oluşumları ihbar etmelere kadar götürdüler.

13 Ocak 1910 tarihinde ise Beşiktaş Osmanlı Kulübü tescil edildi. Đlk tescil edilen Kulüp olması münasebetiyle armasında Ay-Yıldız taşıma hakkı sadece Beşiktaş Kulübüne verilmiş olup başka bir takıma böyle bir hak tanınmamıştır. 1911 yılında ise Kulüp Başkanı Şükrü Paşa ile Jimnastik dalında ilk şampiyonluğunu kazanmıştır. 1914 yılındaki verilere göre nüfusun yüzde 82’sinin tarımla uğraştığı görülür; toprak Devlete ait olduğundan, Osmanlı kendi beylikleri aracılığı ile köylüden Tımar adı verilen bir vergi topluyordu. Toplanan bu vergilerle Devlet memurlarının ve Sipahilerin masrafları karşılanıyordu. 1914-1920 tarihleri arasında Mustafa Kemal ATATÜRK, sürekli olarak akaretlerdeki kulüp binasını ziyaret eder, sporcuları izler ve il dışına çıktığında da annesi ile kız kardeşini Kulüp idarecilerine ve sporcularına emanet ederdi. Balkan Harbi öncesi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün

Page 21: halkın takımı dergisi 16. sayı

21

Kurtuluş Savaşı şifrelerini el altından Beşiktaşlı sporcu ve yöneticilere aktardığı bilinir. Şeref Bey’in Romanya cephesinden dönmesinden sonra Kulüp tekrar toparlanır. 13 Kasım 1918 günü Đstanbul işgal altına alınır ve Kulüp binası mecburen Kilise binasına taşınır. Kulübümüzün sahip olduğu madalya, şilt ve kupaların büyük bir bölümü işgalciler tarafından talan ve tahrip edilerek yağmalanır. Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Beşiktaş Kulübüne olan yakın ilgisi, sıcak bir gönül birlikteliğine dönüşür. O süreçte semtte yaşayanlar ile Neyzen TEVFĐK ve arkadaşları Mustafa Kemal ATATÜRK’ün mücadele anlayışına bilfiil katılarak destek sunar. Beşiktaş taraftarlarındaki ATATÜRK ve Cumhuriyet sevgisinin temelleri de böylece atılmış olur.

1919 yılında Türk Đdman Birliği Ligi kurulur ve iki yıl üst üste futbol şampiyonluğunu tadan Beşiktaş bu süreçten sonra başta semtte ve Đstanbul’da, daha sonra Türkiye ve dünyada taraftarlarının gönlünü kazanır.

1918-1925 yılları arasında Kulüp Başkanlıklarını sırasıyla Fuat BALKAN, Salih Bey ve Ahmet FETGERĐ yapmıştır, teknik direktörümüz ise Şeref Bey’dir. Kurtuluş Savaşı sonucu ümmetçi devlet yaklaşımının mantığa ve bilime aykırı olduğunu düşünen Mustafa Kemal ATATÜRK, Fransız

Devriminin “Ulus Devlet” modelinden etkilenmiştir. Kurtuluş Savaşı sonrasında medeni bir devlet yapılanması için harekete geçer. Đlk iş olarak 23 Nisan 1920 tarihinde TBMM açılır. Böylece ümmet devlet anlayışını yıkarak “Ulus devlet” modeline geçişin temeli atılır. “Ulus-Devlet” modelinin tercih edilmesinden sonra ilk Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 20 Ocak 1921’de kabul edilerek, Devletin yönetim biçimi korumaya alınır. Kanunların tek başına yetersiz olduğunu düşünen Mustafa Kemal ATATÜRK, henüz adı belirlenmemiş olsa da “burjuva demokrasi” sinin alt yapısını oluşturmaya çalışır ve sınıflar arası dengenin oluşabilmesi için devlet kapitalizminin gelişmesi gerektiğine karar verir. Kara Kuvvetleri Komutanlığınca bastırılan “Atatürk’ün Ekonomi Görüşü” adlı kitapta “Karma ekonomisi-Ahenk ekonomisi” adı altında devletin gerektiğinde inisiyatif kurabileceği (burjuva demokrasisi) yönetim biçimine yakın bir görüş ortaya konulur. Yine aynı kitapta komünizm ve liberal kapitalizmin seneler içinde birbirine daha çok yaklaşacağı öngörülür ve “Milli Ekonomi”nin alt yapısı olan güçlü Devlet Kapitalizmini oluşturmaya çalışır, ” Ahenk Ekonomisi” modeli de gerektiğinde müdahale etmeyi gerekli kılacaktır. Lenin Rusyası, Kurtuluş Savaşı döneminde işgalci emperyalistlere karşı mücadele eden Türkiye’ye silah ve mühimmat yardımı yapmıştı. Mustafa SUPHĐ ve yoldaşları TKP’yi (Türkiye Komünist Partisi) kurarak Ülkeyi komünist bir rejime geçirmek istiyordu. Rusya üzerinden Kars’a ve oradan da Erzurum ve Ankara’ya geçmek istiyordu. Devlet erkanı ise bu olaya sıcak bakmadığından Erzurum Valisi Hamit bey aracılığı ile halkı galeyana getirir, Mustafa SUPHĐ ve arkadaşlarının Erzurum’a girişi engellenir ve apar topar Trabzon’a götürülür. 28-29 Ocak 1921 gecesi Trabzon’da bekleyen bir tekne ile Batum’a geri gönderilirler. Ardından, başka bir motorla Yahya KAHYA ve adamları denize açılarak, Sürmene açıklarında Mustafa SUPHĐ ve 17 yoldaşını öldürür ve denize atar. Emri kimin verdiğine ilişkin bir sürü rivayet vardır. Ankara, Kazım KARABEKĐR, Vali Hamit bey ya da Mustafa SUPHĐ ve yoldaşlarının yanında bulunan 8.000 altını gasp etmek için Enver Paşa hayranı olan Yahya KAHYA’nın kendiliğinden bu işi yaptığı rivayet edilir. Đşin özü ise Ankara’da kurulan hükümet siyasi ve ekonomik modelini belirlediğinden, ayrıca dışarıdan ithal bir rejime sıcak bakmıyordu. Ancak burada bir sorun vardır. Đlk meclis üyeleri atama usulü seçilmiş olup, içlerinde toprak ağaları, din adamları, tüccarlar, bürokratlar ya da şehirlerdeki diğer kanaat önderleri vardı. Ülke insanı ümmetçi ve toprak ağalarına hizmet eden

Page 22: halkın takımı dergisi 16. sayı

22

köylülerden oluştuğundan feodal ilişkiler hala Devlet yapılanmasından daha fazla önemseniyordu. Netice olarak; Ülkenin yönetim şekli değiştirilmiş olsa da halk içerisinde eski yönetimi savunan unsurlar Mecliste de aynı fikirlerini ifşa etmekten çekinmiyordu. Bunun üzerine bir takım Devrimlerin gerçekleştirilmesi gerektiğine karar verilir. Hilafet 1 Kasım 1922 tarihinde kaldırılarak, Laik Devlet anlayışı kabul edilir. Bu ne demekti? Padişahlar döneminde palazlanan Dini önderlerin tasfiye edilmesi. Ülke içinde bir dizi ayaklanmalar da bu döneme denk düşer. Koçgiri, Şeyh Sait, Çerkez Ethem, Menemen (Kubilay’ın katledilmesi), Dersim isyanları Cumhuriyet karşıtlığı olarak değerlendirilir. Đçlerinden bir tanesi özellikle önem arz etmektedir. Đşte günümüze kadar yaşayan ve yaşatılan nihayetinde iktidara gelen Hilafet düşkünü anlayışın temsilcisi, Şeyh Sait ve onun öğrencisi Said Nursi ve onunda devamı olan malum cemaat. Değişim rüzgarı onları da etkiler ve TBMM’ye başlarda destek sunarlar. Nitekim Đngilizler Irak ve Anadolu’nun güneyini işgal ettikten sonra casuslarını görevlendirerek, Sait Molla isimli bir ajanı devreye sokar ve muhafazakar insanları etkileyerek isyana teşvik eder. (Araplar; Osmanlı’ya ihanet ederek on binlerce askerin katledilmesini sağlamıştır, Arabistanlı Lawrence taktiği)

Devrim karşı devrim ile karşılaşarak çetin bir mücadeleye başlar ve seyyar mahkemeler (Đstiklal Mahkemeleri) kurularak şu an için pek de adil olmayan yöntemlerle soruşturmalar yürütülür. 29 Ekim 1923’te kurulan Cumhuriyet, seçim yoluyla yıkıma uğrayabilir düşüncesiyle yıkıcı ve bölücü unsurlara karşı son derece sert tutum izler ve sistem karşıtları ağır bir şekilde cezalandırılır.

Ülkede 1923-1940 yılları arasında toprak reformu gerçekleştirilmeye çalışılır. Yani; toprağı olmayan köylüye toprak dağıtılarak, ekip-biçmesi, kazanç elde etmesi ve Devlete sahip çıkması, Cumhuriyetin nimetlerinden bir fiil yararlandırılması düşünülür. Topraksız köylüye yapılacak toprak dağıtımı, Osmanlı döneminde ekonomik piyasayı elinde bulunduran toprak ağaları, tüccarlar, şeyhler vs. açısından pek de iyi bir haber değildi. Bu, ellerindeki iş gücünün azalması, dolayısı ile karlarının azalması demekti.

Ey Türk; senin köyün hür bir yuvadır çiftlik değil, yoktur beyi ağası, her köylünün var bir çift tarlası, Öz evinde o hem beydir hem ağadır, Hiç kimsenin yarıcısı-rençberi olmaz Ancak; olur Vatan askeri. Lakin ey Türk; bu mesut köy bitiyor Mültezimin, faizcinin, tüccarın pençesinde diyor“Beni kurtarın” bu üç işi senden çabuk istiyor Kaldır aşar usulünü, aç banka Yap her semtte zirai bir sendika.

Yukarıdaki dizelerin sahibidir Ziya GÖKALP. Tarımcılığın ve kapitalist üretim biçiminin gelişmesi için Devletin öncülük yapmasını savunuyor. Bunun üzerine Mustafa Kemal ATATÜRK iktisadi kalkınma için Mart 1922’de

Page 23: halkın takımı dergisi 16. sayı

23

yapılması gereken 6 maddelik bir program yayınlıyor. 1- Tarım ve sanayii canlandırarak modernize etmek. 2- Ormanları geliştirmek. 3- Genel refahla ilgili olan iktisadi teşekkülleri millileştirmek. 4- Maden zenginliklerinden yararlanmak. 5- Mevcut sanayii ve yeniyi canlandırmak. 6- Milli iktisadi yapıya uygun dengeli bir bütçe yaratmak.

Siyaset ile uğraşanlara bir güvensizlik vardır o dönemlerde. Birçok insan siyasete uzaktır, ilgisini çekmez (Şu anda olduğu gibi). Zaten nüfusun çoğu köylü ve bütün olan bitenlerden habersizdir. Oysa toprak ağaları, tüccarlar, ulemalar ise yapılan işlerin hiç birinden memnun değildir. Siyaset ile uğraşarak Devlet işlerine karışmak istediği halde uzak tutulmaya çalışılıyorlardı. Bu nedenle Şubat 1923 yılında tertip edilen Đzmir Đktisat Kongresinde yapılmak istenen toprak reformu, kongreye katılan din adamları, toprak ağaları ve tüccarların oyları ile reddedilmiştir.

Cumhuriyete ve demokrasiye karşı gelenlerden biri şunu ifade ediyor; “şimdi ne demek seçim; ben idareye sahibim ve talibim. Karşımda da dağda çobanlık yapan bir zat var. Bu cahil insanlar ona oy verecek olursa idareye o gelecek. Yani cahil köylü ile benim oyum bir sayılacak olmaz kardeşim.” “Şark kurnazlığı” denilen bir yaklaşım sergileyenler, ”biat kültürünü” sürdürmek ve dolayısı ile gücü elinde bulundurmak istiyor. Neyse ki cahil insanları kandırmanın daha kolay olduğunu anlayan bu kurnazlar, izlediği politikayı da halkın yoksul ve cahil kalmasına göre uyarlıyor. (Menfaat için taktiksel esneklik-Postmodernist yaklaşımın ilk adımları denilebilir) Bir yandan da 3 Mart 1924 tarihinde Tevhidi Tedrisat Kanunu çıkarılarak, din dersi eğitimi okullarda seçmeli hale getirilir. 1927 yılında din dersi tamamen kaldırılarak her yurttaşın kendi inançları doğrultusunda çocuğuna din eğitimi vermesi sağlanır. Buradaki amaç farklı inançlardaki insanlara Devletin benimsediği laik sistemi aktarabilmek. Türkiye Cumhuriyetini “Muassır Devlet Seviyesi”ne çıkarmak ve diğer gelişmiş ülkelerde yaşanan refahı Ülke açısından kalıcı hale getirmek.

Ancak burada Türkiye Cumhuriyetini kuranların tahmin edemediği birkaç unsur var; a) Yaratılan burjuva sınıfının önlenemeyen kazanma hırsı yani mülkiyetçi yaklaşımı ile emperyalistlerle ekonomik işbirliğinin ne gibi sonuçlarının olacağı.

b) Đtibarları ve çıkarları sarsılan muhafazakarların tekrar güçlenerek (yasal-yasadışı) Cumhuriyeti yıkma, hilafeti getirme çalışmasına girip girmeyeceği. Daha da berbatı; yaratılan burjuva yapının emperyalist işbirliğine muhafazakarları da dahil etmeleridir ki şu anda yaşanan da budur. (Postmodern anlayış)… (devam edecek…)

Page 24: halkın takımı dergisi 16. sayı

24

BEŞĐKTAŞ’IN SĐYAHLARI FERCANĐ BEY 1922 yılında, attığı gollerle Beşiktaş’a Đstanbul Pazar Ligi şampiyonluğunu kazandıran Fercani Bey’i tanıyan var mı? Fercani Bey, siyah renkli bir Türk vatandaşıydı. Futbolcuydu; Harbiye ve Beşiktaş’ta oynadı. O yıllarda Türkiye spor çevrelerinde 1924 Paris Olimpiyatları heyecanı vardı. Hükümet üyeleri, bütçede yeterli paranın olmaması nedeniyle olimpiyatlara sporcu gönderip göndermemeyi tartışırlarken, Atatürk’ün, örtülü ödenekten 17 bin lira vereceğini söylemesiyle Paris’e gitme kararı çıktı. Olimpiyatlarda yarışılacak branşlardan biri de futboldu. Rakibimiz de belliydi: Çekoslovakya.

Olimpiyat komitesi, Türkiye’yi temsil edecek futbolcuları seçmek için Đstanbul Lig şampiyonluğu müsabakası düzenledi. Şampiyon Beşiktaş oldu; en iyi futbolcu ise forvet Fercani Bey’di. Milli takım kadrosu açıklandı, kadroda Beşiktaşlı Fercani Bey de vardı doğallıkla ancak... Ne olduysa, nasıl olduysa kadrodan Fercani Bey çıkarıldı! Konuya ilişkin spor tarihçisi Vala Somalı şunları söylüyor :"Yıllar sonra kendisine sordum; ’Rengim siyah olduğu için beni kadrodan çıkardılar’ dedi. ’Olur mu canım böyle bir şey’ dedim. O da, ’Bana böyle açıkladılar’ diye konuştu. Sordum, soruşturdum, doğruymuş!"

O dönem Avrupa’sı farklıydı. 1924 Olimpiyatları’nın yıldız futbolcusu Uruguaylı Andrede’nin, yarışmalar sonucu Avrupa’da oynayacak takım bulamamasının nedeni de aynıydı; siyah olması… Fercani Bey de rengi dolayısıyla milli takımdan çıkarılmıştı ama işin garip yanı, Fercani Bey aynı zamanda subaydı. Milli takıma girememişti ama Türk Silahlı Kuvvetleri’nde rütbe almayı hep sürdürdü ve albaylığa kadar yükseldi. Siyah renkli vatandaşına askeri üniformayı verenlerin, ay yıldızlı formayı vermemeleri garipti. Peki, Fercani Bey’in TSK’da yıllarca görev yapması, bu iddiayı çürütüyor mu? Aslında tam değil...

Page 25: halkın takımı dergisi 16. sayı

25

ALTAYLI GOLCÜ VAHAP

Adı; Vahap… Onun rengi de siyahtı. Đzmir’in efsanevi takımı Altay’ın kurucu ve aynı zamanda yıldız futbolcusuydu. Bu nedenle soyadını da Özaltay olarak almıştır. Gazeteler milli takıma çağrılacağını yazdı hep ama o hiç davet edilmedi. "Milli takıma çağrılırım" umuduyla, kurucusu olduğu Altay’ı bırakıp Beşiktaş’a transfer oldu. Olmadı, yine kadroya alınmadı. Bunun üzerine şansını yurtdışında denemeye karar verdi Vahap ve Fransızların bugün adı Paris Saint Germain olan Racing takımına transfer oldu. Orada çok başarılı olarak Paris karmasına seçildi ve 2-2 biten Madrid-Paris karması maçının son dakikasında bir gol attı. Vahap, nihayet yıllarca beklediği teklifi 1932 yılında alarak Türkiye’nin ilk siyahi milli takım futbolcusu oldu. 4 Kasım 1932’de, 2-2 biten Bulgaristan maçında 90 dakika görev yaptı fakat parlak futbol kariyerine rağmen sadece bir kez milli formayı giyebildi; neden? Vala Somalı bu soruya aynı cevabı veriyor; rengi siyah olduğu için. Bir başka spor tarihçisi Ergun Hiçyılmaz’a göre ise siyahi futbolcuların milli takıma girememesinin nedeni, bazı yöneticilerin aşırı

milliyetçi tutumundan kaynaklanıyordu. Yani, bu konuda genel bir devlet politikası yoktu; sadece bazı yöneticilerin ırkçı tavırları söz konusuydu Hiçyılmaz’a göre. Göğsünde ay yıldızlı bayrağı bulunan bembeyaz milli takım formasını, siyah renkli futbolcuların giymesini kim istememişti acaba? 1923-1930 yılları arasında Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Başkanlığı görevini yürüten Selim Sırrı (Tarcan) Bey olabilir mi? Selim Sırrı, Đttihat ve Terakki Cemiyeti’nin radikal milliyetçi kanadına mensuptu ve kendisinin komiteden ayrılmasından sonra Vahap’ın kadroya çağrılması sadece tesadüf müydü? Bilinmiyor.

* * * BEŞiKTAŞ KALECiSi ARAP SADRi

Adı Sadri Usuoğlu, nam-ı diğer Arap Sadri. Onun rengi de siyahtı...

Basra'da doğan Usuoğlu öğrenim için Đstanbul'a geldi ve Robert Koleji'nde okudu. Atletizm, futbol ve basketbolla ilgilendi. Okul hayatının sonunda ise Beşiktaş'ta futbol hayatına başladı. 1924'te kaleci olarak girdiği takımda 1930'a kadar kalecilik yaptı. Beşiktaş'ta oynadığı dönemde ten renginden dolayı "Arap Sadri" lakabıyla anılmıştır.

Page 26: halkın takımı dergisi 16. sayı

26

Defalarca Đstanbul karmalarına seçilse de bir iddiaya göre ten renginden dolayı hiçbir zaman milli takıma seçilmedi. 1930'dan sonra da kaleyi takımın bir başka önemli kalecilerinden Mehmet Ali Tanman'a devretti.

1936'da Robert Koleji'nden aşina olduğu için Türkiye'de yeni kurulan millî basketbol takımında yer aldı. 24 Haziran 1936'da Yunanistan milli takımıyla oynanan ilk basketbol maçını 49-12 kazanan kadroda bulundu ve 1936 Berlin Olimpiyatları'na katıldı.

Futbolu bıraktıktan sonra yine Beşiktaş'ta yöneticilik yaptı. 1952 Haziran'ında Türk Milli Futbol Takımı teknik direktörlüğüne getirildi ve iki maç takımda görev aldı.

Usuoğlu, Türk milli takımının bugüne kadarki ilk ve tek siyahi antrenörü olmuştur. 1952-53 sezonunda Beşiktaş'ın teknik direktörlüğünü de yaptı ve takımı Đstanbul Ligi'nde 2. yaptı. 1950'lerin sonunda Türk futbolunun profesyonelliğe geçiş yönetmeliğini hazırlayan grubun içinde yer aldı.

Arap Sadri’den bir anekdot;

O zamanlar maç öncesi basit bir pikapta 45

devirlik plaklar çalınarak stat hoparlörlerinden

müzik yayını yapılırmış. Billy Eckstein’in

seslendirdiği Jelousy adlı parçanın çalındığı bir

kaç maçta Beşiktaş peş peşe sahadan galip

ayrılınca Beşiktaş tribünleri bu şarkıyı uğurlu

olarak kabul etmişler.

Billy Eckstein

* * *

Bir Fenerbahçe maçı öncesi -bu uğura onlar da inanmış olacaklar ki- birkaç sarı lacivertli taraftar, müzik yayının yapıldığı odaya girerek plağı kırmışlar. Maçın başlamasına az bir süre kala uğurlu plağın

henüz çalınmadığını fark eden dönemin umumi kaptanı Sadri Usuoğlu (nam-i diger Arap Sadri) sormuş, soruşturmuş ve durumu öğrenmiş. Hemen bir adamını Beyoğlu’na plak almaya yollamış. Bu arada da allem etmiş, kallem etmiş, maçın başlamasını geciktirmiş.

Beyoğlu’ndan plak gelmiş, stat hoparlörlerinden çalınmış ve ancak ondan sonra Arap Sadri takımı sahaya çıkartmış. Ne mi olmuş? Ne olacak, Beşiktaş Fenerbahçe’yi bir güzel yenivermiş.

* * * Yıl 1916. Güney Amerika Kupası için Uruguay ve Şili karşı karşıya geliyor ve Uruguay maçı 4-0 kazanıyor ancak Şili milli takım heyeti sonuca itiraz ediyor. Gerekçe? ; Maç ertelenmelidir, çünkü Uruguay iki zenci futbolcu oynatmıştır; zenciler futbol oynayamaz!

Bu olaydan 20 yıl sonra Hitler’in, Berlin Olimpiyatları’na siyahi sporcularla katıldığı için ABD’yi ağır eleştirdiği dönemdi o yıllar. Evet, dün başkaydı...

Page 27: halkın takımı dergisi 16. sayı

27

Uluslararası Satranç Federasyonu (FIDE)’nun iki yılda bir düzenlendiği en büyük organizasyonu olan Dünya Satranç Olimpiyatı 19 Eylül – 04 Ekim 2010 tarihlerinde Khanty-Mansiysk Rusya’da düzenlendi. Ocak ayı sıcaklık ortalamasının -24 ile -18 arasında olduğu, temmuz ayı ortalamasının ise + 18 ile + 15 derece olduğu Khanty-Mansiysk, 10 Aralık 1930’da kurulmuş, petrol ve petrol ürünleri yönünden zengin bir bölge.

Dört kişilik takımlar halinde milli takımlar düzeyinde

yapılan organizasyon, 149 takımın katıldığı açık ve 115 takımın katıldığı kadınlar olmak üzere iki ayrı kategoride oynandı. Đsviçre Sistemi ile 11 tur üzerinden oynanan maçlarda

254’ü büyük usta (GM), 67’si WGM olmak üzere 1305 sporcu mücadele etti. 03 Ekim 2010 Pazar günü oynanan son tur maçları sonunda Açık kategoride birinciliği Ukrayna, ikinciliği Rusya-1, üçüncülüğü ise Đsrail elde etti. Kadınlarda ise birinci Rusya-1, ikinci Çin ve üçüncü Gürcistan oldu. Milli takımlarımız ise açıkta 149 takım arasında 45., bayanlarda ise 115 takım arasında 38. oldu. Khanty-Mansiysk’te ülkemizi temsil eden olimpiyat kadromuzda ise şu isimler yer aldı; Antrenörümüz GM Efstratios Grivas, sporcularımız; GM Kıvanç Haznedaroğlu, IM Barış Esen, GM Emre Can, IM Mustafa Yılmaz, IM Mert Erdoğdu. Kadın milli takımımızda antrenörümüz GM Adrian Mihalcisin, sporcularımız; WIM Betül Cemre Yıldız, WIM Kübra Öztürk, Emel Kaya, Selen Sop, Burcu Şaşmazel.

Son on yılın satranç olimpiyatları ve açık kategori şampiyonlarını incelediğimiz zaman aşağıdaki ülkeleri görüyoruz; 29. Satranç Olimpiyatı Novi Sad 1990 : SSCB 30. Satranç Olimpiyatı Manila 1992 : Rusya 31. Satranç Olimpiyatı Moscow 1994 : Rusya 32. Satranç Olimpiyatı Erivan 1996: Rusya 33. Satranç Olimpiyatı Elista 1998 : Rusya 34. Satranç Olimpiyatı Đstanbul 2000 : Rusya 35. Satranç Olimpiyatı Bled 2002 : Rusya 36. Satranç Olimpiyatı Calvia 2004 : Ukrayna 37. Satranç Olimpiyatı Torino 2006 : Ermenistan 38. Satranç Olimpiyatı Dresden 2008 : Ermenistan BUNLARI BĐLĐYOR MUSUNUZ? ** 2010 Dünya Problem Çözme Şampiyonası 19-20 Ekim günlerinde Girit’te gerçekleşti. 70 yarışmacının katıldığı şampiyonada 1955 doğumlu ve 1978 yılında GM (büyük usta) ünvanını kazanan, Đngiliz büyük usta John Nunn (ELO 2602) dördüncü defa Problem Çözme Dünya Şampiyonu oldu. ** 39. Satranç Olimpiyatları sırasında düzenlenen 81. FIDE Kongresinde yapılan başkanlık seçimleri sonunda dünya satranç eski şampiyonu Anatoly Karpov’a 95-55 üstünlük sağlayan Kirsan Ilyumzhinov yeniden başkanlığa seçildi. 2014 yılına kadar başkan seçilen Ilyumzhinov 1995 yılından bugüne başkanlık görevini sürdürüyor. SATRANCIN BÜYÜSÜ : Hamle sırası beyazlarda ve siz olsanız nasıl oynarsınız?

SÖZÜN ÖZÜ : "Satranç hayat gibidir David," demişti babası. "Her parçanın kendi işlevi vardır. Bazıları zayıftır, bazıları ise güçlü. Bazıları oyunun başında işe yarar, bazılarıysa sonunda. Ama kazanmak için hepsini kullanmak zorundasın. Aynen hayatta olduğu gibi, satrançta da skor tutulmaz. On parçanı kaybedip, yine de kazanabilirsin oyunu. Satrancın güzelliği budur işte. Đşler her an tersine dönebilir. Kazanmak için yapman gereken tek şey tahtanın üzerindeki olası hamleleri ve anlamlarını iyi bilmek ve karşındakinin ne yapacağını kestirebilmek." Adam Fawer / Olasılıksız... …………………………………………………………………………… Satranç sporu ile ilgili soru ve görüşleriniz için eposta adresim : [email protected] …………………………………………………………………………… Cevap : 1.Vd8+ Şxd8 2.Fg5+ Şc7 [2...Şe8 3.Kd8#] 3.Fd8# +-

Page 28: halkın takımı dergisi 16. sayı

28

Page 29: halkın takımı dergisi 16. sayı

29