99
ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİ T.C. KAHRAMANMARAŞ SÜTÇÜ İMAM ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANA BİLİM DALI İsmail FİRDEVSOĞLU YÜKSEK LİSANS TEZİ KAHRAMANMARAŞ HAZİRAN – 2013

adıyaman aşiretleri

Embed Size (px)

Citation preview

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİ

T.C.

KAHRAMANMARAŞ SÜTÇÜ İMAM ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANA BİLİM DALI

İsmail FİRDEVSOĞLU

YÜKSEK LİSANS TEZİ

KAHRAMANMARAŞ

HAZİRAN – 2013

III

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİ

T.C.

KAHRAMANMARAŞ SÜTÇÜ İMAM ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANA BİLİM DALI

DANIŞMAN: Doç. Dr. Faruk SÖYLEMEZ

İsmail FİRDEVSOĞLU

YÜKSEK LİSANS TEZİ

KAHRAMANMARAŞ

HAZİRAN – 2013

IV

KAHRAMANMARAŞ SÜTÇÜ İMAM ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANA BİLİM DALI

İsmail FİRDEVSOĞLU

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Kod No:

Bu Tez 25/06/2013 Tarihinde Aşağıdaki Jüri Üyeleri Tarafından

Oy Birliği ile Kabul Edilmiştir.

Doç. Dr. Faruk SÖYLEMEZ

Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ

Prof. Dr. Mehmet TIRAŞ

BAŞKAN ÜYE ÜYE

Yukarıdaki imzaların adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım.

Doç. Dr. Murat KARABULUT Enstitü Müdürü

Bu çalışma Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri

(BAP) Koordinasyon Birimi tarafından desteklenmiştir. Proje No: 2012/1-5YLS

Not: Bu tez ve projede kullanılan özgün ve başka kaynaktan yapılan bildirişlerin,

çizelge, şekil ve fotoğrafların kaynak gösterilmeden kullanımı, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunundaki hükümlere tabidir.

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİ

V

KAHRAMANMARAŞ SÜTÇÜ İMAM ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANA BİLİM DALI

ÖZET

YÜKSEK LİSANS TEZİ

İsmail FİRDEVSOĞLU

Danışman : Doç. Dr. Faruk SÖYLEMEZ

Yıl : 2013, Sayfa : 89+10

Jüri : Doç. Dr. Faruk SÖYLEMEZ (Başkan)

: Doç. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ (Üye) : Prof. Dr. Mehmet TIRAŞ (Üye)

Çalışmanın amacı Adıyaman yöresinde bulunan aşiretler araştırmaktır. Bu

araştırmada Adıyaman yöresini yaylak-kışlak olarak kullanan ya da buraya iskân olmuş aşiretler incelenmiştir. Başbakanlık Osmanlı Arşivinden alınan belgelerin ışığında aşiretlerin sosyal münasebetleri, mali durumları, devletle ilişkileri, iskân hareketleri incelenmiştir.

Stratejik bakımdan birçok devletin sınırlarının kesiştiği yerde bulunan Adıyaman yöresi son dönemlere kadar aşiretlerin en önemli güzergâhlarından biridir. Bundan dolayı yöre pek çok aşiret ve cemaate ev sahipliği yapmış ya da konargöçerler için geçici mekân olmuştur. Yörede adı geçen aşiretlerin tamamı çalışmaya dâhil edilerek elde edilen tüm veriler çalışmada kullanılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Hısn-ı Mansur, Adıyaman, Aşiret, Türkmen, Konargöçer, Osmanlı.

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİ

VI

DEPARTMENT OF HISTORY INSTITUTE OF SOCIAL SCIENCES

KAHRAMANMARAŞ SÜTÇÜ İMAM UNIVERSITY

ABSTRACT

MA THESIS

İsmail FİRDEVSOĞLU

Supervisor

: Assoc. Prof. Dr. Faruk SÖYLEMEZ

Year : 2013, Pages : 89+10

Jury : Assoc. Prof. Dr. Faruk SÖYLEMEZ (Chairperson) : Assoc. Prof. Dr. Selahattin DÖĞÜŞ (Member)

: Prof. Dr. Mehmet TIRAŞ (Member)

The aim of this study was to investigate the tribes in Adiyaman Region. In this study, Adiyaman in the region was inhabited by tribes or use as pasture-winter quarters examined.

In the light of the documents received from the PrimeMinistry Ottoman Archives tribal social relations, financial situations, state relations, settlement movements were investigated.

Adiyaman Region strategically located at the intersection of many of the state borders of the tribes until recently one of the most important routes. Therefore, the region has been home to many tribal or nomadic, and the congregation has been around for space. All the tribes in the region included in the study mentioned all the data used in the study was obtained.

Keywords: Hisn-i Mansur, Adiyaman, Tribal, Turkmen, Nomadic, Ottoman

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİ

VII

ÖNSÖZ

Günümüzde sosyal tarih alanında çalışmalar önem kazanmıştır. Birçok akademisyen ve yazar bu alanda eserler vermeye başlamıştır. Akademisyen eserlerinde arşiv belgeleri kullanarak eserlerinde bilgilerin geçerliliğini kuvvetlendirmektedir.

Hazırlamış olduğum bu çalışma, Adıyaman yöresini yurt, yaylak, kışlak olarak kullanan aşiretleri öncelikle Başbakanlık Osmanlı Arşivindeki belgeler ve alanında uzmanlaşmış kişilerin çalışmalarından faydalanılarak hazırlanmıştır.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden alınıp transkripsiyon edilen ve günümüz Türkçesine çevrilen evraklar çalışmada ele alınmıştır. Belgeler çoğunlukla Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarına aittir. Belgelerde genellikle aşiretlerin olay çıkaranları ve ödüllendirilenleri yansımıştır. Bazı aşiretler hakkında yüzlerce belge ortaya çıkarken bazı aşiretler hakkında ise az sayıda belge ortaya çıkmıştır. Yine de günümüzde birçok aşiret hakkında yapılan çalışmaları da referans alarak Adıyaman yöresi aşiretleri hakkında bilgiler elde edilerek özgün bir çalışma ortaya çıkarılmıştır.

Sosyal alanda artan araştırma meraklıları için iyi bir referans kaynağı olabilir. Benzer konularda başka bölgelerin aşiret ya da sosyal yapısı üzerine yapılacak çalışmaların bir bakıma rehber olabilir.

Çalışmalarımda bana sürekli destek olan ve özveri de bulunan eşim Deniz FİRDEVSOĞLU’na sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Beni bu çalışmayı yapmaya yönlendiren, sürekli yardım ve ilgisini gördüğüm danışman hocam Doç. Dr. Faruk SÖYLEMEZ’e her zaman teşekkürü bir borç bilirim.

İsmail FİRDEVSOĞLU Haziran – 2013

VIII

İÇİNDEKİLER Özet ............................................................................................................................. V Abstract ....................................................................................................................... VI Önsöz ........................................................................................................................ VII İçindekiler ................................................................................................................ VIII Kısaltmalar Listesi........................................................................................................ X Ekler Listesi ................................................................................................................ XI

1. GİRİŞ ........................................................................................................................ 1

1.1. Kaynakların Değerlendirilmesi ............................................................................ 2 1.2. Adıyaman Yöresi Tarihçesi ................................................................................. 5 1.3. Osmanlı Toplumu İçinde Aşiretler ...................................................................... 6

2. KONU İLE İLGİLİ ÖNCEKİ ARAŞTIRMALAR ................................................... 11

3. ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNE GENEL BAKIŞ ..................................... 12

3.1. Adamanlı Aşireti ............................................................................................... 12 3.2. Atmalı Aşireti ................................................................................................... 12 3.3. Balyan Aşireti ................................................................................................... 13 3.4. Bereketli Aşireti ................................................................................................ 14 3.5. Beydili Aşireti ................................................................................................... 14 3.6. Çakallı Aşireti ................................................................................................... 15 3.7. Hevidi Aşireti .................................................................................................... 15 3.8. İzollu Aşireti ..................................................................................................... 17 3.9. Karalar Aşireti................................................................................................... 17 3.10. Kavi Aşireti ..................................................................................................... 18 3.11. Kayalar Aşireti ................................................................................................ 18 3.12. Merdisi Aşireti ................................................................................................ 19 3.13. Rişvan Aşireti ve Cemaatleri ........................................................................... 19

3.13.1. Celikan Cemaati ....................................................................................... 20 3.13.2. Dalyanlı Cemaati ...................................................................................... 21 3.13.3. Gelerli Cemaati......................................................................................... 21 3.13.4. Hıdırsor Cemaati ...................................................................................... 22 3.13.5. Köseyanlı Cemaati .................................................................................... 22 3.13.6. Mülükanlı Cemaati ................................................................................... 22 3.13.7. Rumyanlı Cemaati .................................................................................... 23 3.13.8. Zerukanlı Cemaati .................................................................................... 23

3.14. Sinemilli Aşireti .............................................................................................. 23 3.15. Şambayat Aşireti ............................................................................................. 24 3.16. Tilkiler Aşireti ................................................................................................. 25 3.17. Adıyaman Yöresindeki Diğer Aşiretler ............................................................ 26

4. ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN SOSYAL MÜNASEBETLERİ ............. 27

4.1. Adıyaman Yöresi Aşiretlerinin Birbiriyle Çekişmesi ......................................... 27

IX

4.2. Rişvan-Kavi Aşiretleri Çekişmesi ...................................................................... 30 4.3. Adıyaman Yöresi Göçebe-Yerleşik Çekişmesi .................................................. 31 4.4. Adıyaman’da Göçebe Aşiretlerin Yaylak-Kışlak Hayatı .................................... 32 4.5. Adıyaman Yöresi Aşiretlerinin Ermeni Sorununa Karşı Tutumu ....................... 34

5. ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN İKTİSADİ DURUMU .......................... 36

5.1. Osmanlı Devletinde Göçebelerden Alınan Vergiler ........................................... 36 5.1.1. Resm-i Yatak, Ağıl Vergisi, Kışlak Vergisi ................................................ 37 5.1.2. Koyun Vergisi ............................................................................................ 37 5.1.3. Otlak Vergisi .............................................................................................. 38 5.1.4. Yaylak Vergisi............................................................................................ 38 5.1.5. Diğer Vergiler ............................................................................................ 39

5.2. Adıyaman Yöresi Aşiretlerinin Vergilerinde Yaşanan Sorunlar ......................... 40 5.3. Adıyaman Yöresi Aşiretlerinin Vergi Dışı Mali Sorunları ................................. 42

6. ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRET-DEVLET İLİŞKİSİ.............................................. 45

6.1. Osmanlı Devletinde Aşiretlerin İdaresi .............................................................. 46 6.1.1. Boybeyleri .................................................................................................. 48 6.1.2. Aşiret Ağası ................................................................................................ 48 6.1.3. Aşiret Voyvodası ........................................................................................ 51 6.1.4. Aşiret Kethüdası ........................................................................................ 52 6.1.5. Aşiret Müdürü ............................................................................................ 53 6.1.6. Aşiret Kadısı............................................................................................... 53 6.1.7. Aşiret İhtiyarları ......................................................................................... 54

6.2. Adıyaman Yöresi Aşiretlerinin Eşkıyalık Olayları ve Devletin Tutumu ............. 54

7. ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN İSKÂNI ................................................ 60

7.1. Osmanlı Devletinin İskân Siyaseti ve Adıyaman Yöresi Aşiretleri ..................... 61 7.2. Kendiliğinden Yerleşik Hayata Geçen Aşiretler ................................................ 65 7.3. Adıyaman Yöresinde Memurların İskân Girişimleri .......................................... 65

8. SONUÇ VE TARTIŞMA ........................................................................................ 68

KAYNAKLAR ........................................................................................................... 70 ÖZGEÇMİŞ Ekler

X

KISALTMALAR LİSTESİ A. : Ansiklopedi BOA : Başbakanlık Osmanlı Arşivi

DT : Doktora Tezi H. : Hicri Yıl

M. : Miladi Yıl N. : Numro (Şeriye Sicillerdeki Numara)

ss. : Sayfa Sayısı TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi

YLP : Yüksek Lisans Projesi YLT : Yüksek Lisans Tezi

XI

EKLER LİSTESİ Ek 1) Adıyaman İlinin Haritası Ek 2) BOA, İ.MSM: 69/2009

Ek 3) BOA, İ.MSM: 69/2009 Transkripsiyonu Ek 4) BOA, İ. DUİT: 68/80

Ek 5) BOA, İ. DUİT: 68/80 Transkripsiyonu Ek 6) BOA, BEO: 2069/155131

Ek 7) BOA, BEO: 2069/155131 Transkripsiyonu Ek 8) BOA, BEO: 1559/116921

Ek 9) BOA, BEO: 1559/116921 Transkripsiyonu Ek 10) BOA, A.}MKT: 64/89

Ek 11) BOA, A.}MKT: 64/89 Transkripsiyonu

GIRIŞ İsmail FİRDEVSOĞLU

1

1. GİRİŞ

Güneydoğu Anadolu’da yer alan Adıyaman; Kahramanmaraş, Malatya, Gaziantep, Şanlıurfa ve Diyarbakır ile sınırdır. Coğrafi olarak engebeli bir yapıya sahip olan Adıyaman’da karasal iklim hâkimdir.

İnsanoğlu için eski tarihlerden beri yerleşim yeri olan Adıyaman yöresi birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Adıyaman yöresi incelendiğinde ev sahipliği yaptığı uygarlıklardan kalma ve günümüzde hala ilk günkü yapısını koruyan eserlere rastlamak mümkündür.

Adıyaman Yöresi, Evliya Çelebi tarafından Türkmen diyarı olarak adlandırmıştır. Arap-Türk sınır şehri Osmanlı hâkimiyetine kadar birçok devletin hâkimiyet sahasına girmiştir. Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Osmanlı hâkimiyeti döneminde Arap-Türk sınırının biraz içinde kalmasından dolayı eski dönemlerdeki savaşlar yaşanmamıştır. Bu savaşsız ortam ve engebeli arazi bu dönemde yaylak-kışlak hayatı süren konargöçerler için adeta cazibe merkezi olmuştur. Ayrıca kışlak olarak Halep, yaylak olarak Sivas taraflarını kullanan konargöçerler içinde Adıyaman geçiş güzergâhı olmuştur. Konargöçer aşiretlerin zenginliği çalışmayı daha anlamlı kılmıştır.

Milli Mücadele döneminde herhangi bir yabancı gücün işgaline uğramamıştır. Fakat işgale uğramış komşu illerine yardımlar göndermiştir. Özellikle Antep savunmasına Adıyaman’dan fazlasıyla destek gelmiştir. Birçok ilin işgali de çekilen telgraflarla protesto edilmiştir. Osmanlı’dan kopma fikrine sürekli olarak karşı olan Adıyaman ahalisi Mustafa Kemal’in vatanı kurtarma idealine de bağlı kalmıştır. Doğu’yu Osmanlı’dan koparma çabalarına katılmadığı gibi yörede ne Osmanlı nede Türkiye Cumhuriyet’i döneminde bir isyan görülmemiştir. Diğer bölgelerde çıkan isyanlara da destek olmamışlardır.

Eskiden beri farklı isimlerle anılan Adıyaman artık Türkiye Cumhuriyetinin gelişmeye açık illerindendir. Günümüzde Kâhta’da petrol çıkarılması ve Atatürk Barajı’nın da burada olması şehre yeni bir gösterim kazandırmıştır.

Çalışmanın anlaşılır olması için öncelikle kullanılan kaynaklar hakkında kısa bilgiler verilmiştir. Burada bu tür çalışma yapacak olanlar içinde örnek olacağı düşünülmüştür. Kaynaklar hakkında kısa bilgi verilmesinden sonra Adıyaman yöresinin kısa tarihçesi ve Osmanlı toplum yapısı hakkında kısa bilgi verilmiştir.

Adıyaman yöresi aşiretlerinin, genel durumu, kendi aralarında ve ahali ile sosyal münasebetleri, iktisadi durumları, devletle olan ilişkilerine ve iskânlarına değinilmiştir. Günümüzde etkisine yitirmekte olan aşiretlerin tarihleri çalışma da ele alınarak bilimsel olarak yeni bir çalışma ortaya konulmak istenmiştir.

GIRIŞ İsmail FİRDEVSOĞLU

2

1.1. Kaynakların Değerlendirilmesi Çalışmada Osmanlı arşivi belgeleri, TBMM arşivindeki tutanak ve zabıtlar,

kitap, sözlük, bilimsel dergilerde yayınlanmış makale ile ansiklopedi maddesi, yüksek lisans ve doktora tez çalışması, ulusal ve resmi gazete, internet bağlantılı çevrimiçi kaynaklar kullanılmıştır. Osmanlı arşiv belgelerinin tamamı ile kitaplardan Naima Mustafa Efendi’nin kitabı Osmanlıcadır. Osmanlıca kaynakların transkripsiyonu ve günümüz Türkçesine çevirisi yapılarak çalışma da kullanılmıştır.

Çalışmamın ana kaynaklarının Başbakanlık Osmanlı Arşivinde bulunan belgeler1 oluşturmaktadır. Arşivde yapılan taramalar ve araştırmalar neticesinde çalışmamıza kaynaklık edecek belgeleri alıp transkripti ve günümüz Türkçesine çevrimi yapıldı. Yararlandığımız kaynaklar hakkında bilgi vermek faydalı olacaktır.

Ali Emiri Tasnifi Belgeleri AE; Ali Emiri Efendi başkanlığında bir heyet tarafından 1918-1921 seneleri arasında gerçekleştirilen bir tasnif olmasından dolayı Ali Emiri Tasnifi adı verilmiştir. Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarından başlayarak Sultan Abdülmecid zamanına kadar gelen vesikaları ihtiva eder. 54 adet katalog hazırlanarak araştırmaya açılan bu fonun, 54. cildi katalogların indeksidir. Sultan İkinci Ahmed’e kadar olan dönemi ihtiva eden ilk 7 katalog Latin harflerine çevrilmiştir.

Babıali Evrak Odası Evrakı BEO; Resmi dairelere gönderilen ve buralardan gelen yazıların kaydına özel defterlerdir.

Cevdet Tasnifi Belgeleri C; 1931 yılında Maliye deposundaki bir kısım belgelerin ihmal ve gaflet sonucu Bulgaristan’a satılması üzerine 8 Ekim 1932 tarihli İcra Vekilleri Heyeti kararıyla Muallim Cevdet’in başkanlığında yeni bir tasnif heyeti oluşturulmuştur. Bu tasnif, 17 ana bölüm altında 960-1322/1553-1904 tarihleri arasındaki kayıtları ihtiva eden 216.572 adet belgeden oluşup 87 adet kataloğu mevcuttur.

Dâhiliye Nezareti Evrakları DH; Gerek Sadarete bağlı olduğu dönemde, gerekse müstakil olduğu dönemde, Dâhiliye Nezareti’nin görev alanı, devletin iç işleriyle alakalı konular olmuştur. Emniyet-i Umumiye, Muhaberat-ı Umumiye, Matbuat, Heyet-i Teftişiye gibi kalemler tarafından işleri yürütülen Dâhiliye Nezareti’nin bu birimlere ait evrak grupları, memur tayinleri, asker ve jandarma tensîki, çekirge istilası, sansür, çete faaliyetleri, mezhep çatışmaları, asayiş vukuatı, doğal afetler ve zarar gören ahaliye yapılan yardımlar, surre alaylarının hazırlıkları, arkeolojik kazı izinleri gibi konuları içerir.

Hatt-ı Hümayun HAT; Genellikle padişahların el yazılarına verilen isim olup, padişahların yazılı emirleri anlamında kullanılmaktadır. Hatt-ı hümayunlar, sadrazamların tahriri olarak ve kısaca arz ettikleri meseleler dolayısıyla telhis denilen kâğıdın üzerine yazıldığı gibi, doğrudan doğruya da sâdır olurdu. Bu ikincisine beyaz üzerine Hatt-ı hümayun denirdi. Hatt-ı Hümayunlarla ilgili ilk tasnif 1883 yılında yapılmış olup, bu tarihte hazırlanan fihrist defterleri 1940 yılına kadar kullanılmıştır. 1 Belgeler hakkında daha fazla ayrıntı ve bilgi için bakınız (Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, 2010).

GIRIŞ İsmail FİRDEVSOĞLU

3

Yeni yapılan düzenlemelerle Hatt-ı Hümayunların tamamı bilgisayar ortamında kataloglanmış ve dijital görüntüleri ile araştırmaya açılmıştır.

İbnülemin Tasnifi Belgeleri İE; İbnülemin Mahmud Kemal’in başkanlığında kurulan tasnif heyeti, 1921 yılından itibaren belgeleri konularına göre tasnif etmiştir. İbnülemin Tasnifi 23 ana bölüm altında toplanmış olup, her konu kendi bölümü içinde kaba bir kronolojik sıra takip etmektedir. 30 kataloğu bulunan bu tasnifin, 829-1290/1425-1873 yılları arasındaki muhtelif konuları havi 47.125 adet belgesi vardır.

Maliye Nezareti Maliye Nezareti Mektubi Kalemi Defterleri ML.MKT.d; Bu defterler, Osmanlı Devleti’nin mali konulara dair muhtelif yerler ile yaptığı yazışmaların özet kayıtlarını içermektedir.

Meclis-i Vala Evrakı MVL; Meclis-i Vala belgelerinin tasnifinde şu usul uygulanmıştır: Dağınık hâlde bulunan evraklar, defter kayıtları esas alınmak suretiyle belli bir düzene kavuşturulmuştur. Neticede birbirinden ayrılmış bulunan vesikalar bir araya getirildiği gibi, bu defterlerin evraka ulaşmada birer vasıta olarak kullanılabilmesi ve evrakın geçirmiş olduğu muamelelerin takip edilebilmesi sağlanmıştır.

Meşihat Şeriye Sicilleri MŞH.ŞSC.d ; Osmanlı devletinin en önemli yargı organı Şer’i Mahkemeleri idi. Devletin hukuki, iktisadi, dini, askeri ve idari müesseseleri hakkında çok değerli bilgileri, bu mahkemelerin defterlerinde bulmak mümkündür. Bu belgeler din, dil, renk farkı gözetmeksizin toplum bireyleriyle ilgili bütün olayları ve bu olaylara ilişkin mahkeme kararlarını ve idari düzenlemeleri kapsamaktadır. Şeriye sicillerini, eski mahkeme kararlarının tutanak defterleri olarak da düşünebiliriz. Daha önceden Milli Kütüphanede bulunan bu katalog Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ne devredilmiştir.

Sadaret Mektubi Kalemi Deavi Evrakı A.}MKT.DV; Bu fonda Sadaret adına Deavi Nezaretince çeşitli makamlara gönderilmek üzere kaleme alınan tahrirat ve tezkireler mevcuttur. Bu belgelerin H. 1258-1266/M. 1840-1850 tarihleri arasındaki belgeleri ihtiva edenleri Mektubi Kalemi Deavi Kataloğunda toplanmıştır.

Sadaret Mektubi Kalemi Evrakı A.}MKT; Sadrazam tarafından çeşitli makam ve kişilere yazılan resmi mektuplar ve önemli işlere ait emirler, buyruldular bu kalem tarafından yazılır ve bu kalemi, Mektubi Efendi adı verilen Sadrıazam mektupçusu yönetirdi. Bu katalogdaki evraklar Hicri, 906-1255; Miladi, 1500-1839 yılları arasıdır.

Sadaret Mektubi Kalemi Meclis-i Vala Evrakı A.}MKT.MVL; Meclis-i Vala tarafından Sadarete takdim edilen mazbatalar, Sadaret adına Meclis- i Vala tarafından çeşitli makamlara yazılan tahrirat ile tezkire-i sâmiler ve Sadaret ile Meclis-i Vala arasındaki yazışmaları muhtevidir. Belgeler H. 1256-1284/ M. 1840-1867 tarihleridir.

Sadaret Mektubi Kalemi Nezaret ve Devair Evrakı A.}MKT.NZD; Sadaretin, İstanbul’da bulunan nezaret ve dairelerle yaptığı yazışmaları ihtiva etmektedir. H. 1266/ M. 1849-1850 yılında defter sistemindeki vilayet-nezaret ayrımına binaen, itibaren Mektubi Kalemi Nezaret ve Devâir Kataloğu teşkil olunmuştur.

Sadaret Mektubi Kalemi Umum Vilayat Evrakı A.}MKT.UM; Sadaret ile vilayetler arasındaki yazışmaları ihtiva etmektedir. 1266 yılında defter sistemindeki

GIRIŞ İsmail FİRDEVSOĞLU

4

vilayet-nezaret ayrımına binaen teşkil olunmuştur. H. 1266-1309/M. 1849-1891 tarihlidir.

Sadaret Mektubi Mühimme Kalemi Evrakı A.}MKT.MHM; Mektubi Kalemiyle birlikte ilk yıllardan beri devam edegelen ve onun bir şubesi durumunda bulunan kalemdir. Önemli ve acil olan hususları ayırt edebilmek için gerek evrakta, gerekse defterlerde mühim ve adi ayırımı yapıldığı görülmüştür. Bu kısmın belgeleri 1256-1275/1840-1858 tarihlerini havi olup, 4 ciltten oluşan Mektubi Kalemi Kataloğunda toplanmıştır.

Şura-ı Devlet Evrakı ŞD; Şûra’yı Devlet, 1284 (1868) tarihinde, Meclis-i Vala’yı Ahkâm-ı Adliye’nin lağvedilmesinden sonra Divan-ı Ahkâm-ı Adliye ile birlikte teşkil edilmiş olan istişari, icra ve adli bir teşekküldür. 8 Zilkade 1284/2 Mart 1868 tarihli kuruluş nizamnâmesinde Şûra-ı Devlet’i meydana getiren dairelerin en önemlilerinden birisi, Anayasa Mahkemesi durumunda olması bakımından Tanzimat Dairesi iken, Sultan İkinci Abdülhamid zamanında, eski adı Dâhiliye Dairesi olan Mülkiye Dairesi olmuştur. Mahkeme-i Temyiz ile birlikte diğer yüksek mahkemeler, Başsavcılığı, yani Muhâkemât Dairesi’ni oluşturmuştur. Görüldüğü gibi Temyiz ve İstinaf Mahkemeleri, Adliye Nezareti’ne değil Şûra-ı Devlet’e bağlı idiler. Şûra-ı Devlet’in, yalnızca bugünkü Danıştay gibi idari bir mahkeme olmadığı, Meclis-i Vala’nın en önemli görevi olan kanun yapmaya da izinli olduğu bilinmektedir.

Arşiv çalışmalarına ek olarak konuyla ilgili kitap, makalelerden de faydalanılmıştır. Günümüzde yoğun şekilde çalışma alanı olan sosyal tarih alanında birçok çalışma ortaya atılmaktadır. Bu çalışmalar genellikle makaleler oluşturmaktadır. Bu alanda birçok çalışma olup önemli kısmı arşiv kaynaklarını esas almaktadır.

Rişvan Aşireti konusunda makaleleri ve özgün kitabı olan Doç. Dr. Faruk Söylemez son dönemlerde aşiretler hakkında çalışma yapanlara kaynaklık ve yol göstericilik yapmaktadır. Faruk Söylemez’in söz konusu çalışmaları kaynak olarak çalışma da kullanılmış olup, kendisi danışmanım ve hocam olması nedeni ile de arşiv kaynaklarını okuma ve anlama da katkıları olmuştur. Lisans ve Yüksek Lisans dönemlerimde kendisinden arşiv derslerine ayrı bir ilgim olmuştur. Kendisi de bu ilgiye karşılık bana ve ilgili öğrencilere bu konuda fazlası ile yardımcı olmaktadır.

Kaynaklarda yer alan eserler genellikle özgün çalışmalardır. Kitap ve makalelere ek olarak doktora ve yüksek lisans tezleri de çalışmaya kaynaklık etmiştir. Özellikle Söylemez tarafından danışmanlık yapılan tezlerin Malatya-Adıyaman bölgesine ait arşiv belgelerinin incelenmesi bakımından çalışmada bu tezlerin kullanılmaması eksiklik olacağı kanaati hâsıl olmuştur.

Günlük gazetelerde yer alan bölge aşiretlerini ilgilendiren haber ve köşe yazıları da çalışmada kullanılmıştır. Herhangi geçerli bir kaynağı olmasa da yazıyı kaleme alanın bilgisel birikimi ve yazıyı yazan kişinin toplumun aynası olması gazetelerden de faydalanmayı yararlı hale getirmiştir.

GIRIŞ İsmail FİRDEVSOĞLU

5

1.2. Adıyaman Yöresi Tarihçesi

Türkiye Cumhuriyet yıllarına kadar ismi Hısn-ı Mansur olarak anılan Adıyaman’ın bu ismi aynı adı taşıyan kaleden gelmektedir. M.Ö. 7. yüzyılda buraya gelen Emevi komutanlarından Mansur bin Cavena’nın Bizans’a karşı yaptırdığı kaleden dolayı bu adı almıştır (Yurt A., 1981: 191; Darkot, 1997: 455.) “Hısn” Arapça bir kelime olup, sağlam, sarp yer, kale anlamına gelmektedir.

Hısn-ı Mansur isminden sonra Adıyaman için, “Vadi-i Leman” (Güzel Vadi) ismi kullanılmıştır. Bu isim zamanla “Yedi Yaman” şeklini almış ve Adıyaman’a dönüştüğü rivayeti edilir. Bu rivayetin dayanak noktası ise Adıyaman ismi yörede hâkim olan putperest inanca karşı geldikleri için putperest olan babaları tarafından öldürülen ve kentin güneyinde “Yedi Yaman” adlı yerde gömülü olduğu söylenen yedi kardeşten gelmektedir (Yurt A., 1981: 191). Rivayet edilen hikâye yedi uyurlar olarak bilinen Ashab-ı Keyf’e oldukça benzerlik göstermektedir.

11. yüzyılın ikinci yarısında Müslüman Oğuzlar, Selçukluların Anadolu’yu yurt edinmek için akınlarını yoğunlaştırdığı sırada Adıyaman da bu akın sahaları içine girdi. 1066 yılında Alparslan’ın komutanlarından Gümüştekin’in yanında Afşin Bey ve Ahmet Şah olduğu halde Adıyaman yakınlarına yaptığı akınlar sırasında Bizans uç komutanı Aruandanos Selçuklu kuvvetlerinin önünü kesip, baskın yaptıysa da Hoşin Kalesi yakınlarındaki çarpışmalarda mağlup olarak Selçuklulara esir düştü ve ancak 40 bin altın karşılığı esaretten kurtuldu. Bu başarıdan sonra Adıyaman bir müddet için Türk egemenliğine girdiyse de, 1098 de tekrar Hıristiyanlar eline geçti ve bu durum 1144’e kadar devam etti (Halaçoğlu, 1988: 377; Taştemir, 1999: 2).

Adıyaman, Besni, Kâhta ve Gerger, 1399 yılında Yıldırım Bayezid tarafından Osmanlı topraklarına kısa süreli olarak dâhil edilmiştir. Yıldırım Bayezid’in Ankara Savaşı’nı kaybetmesi üzerine, Timur tarafından bölge istila edilmiş ancak Anadolu’dan çekilmesinden sonra bu bölgeler tekrar Dulkadiroğullarının hâkimiyetine girmiştir. Böylece Adıyaman, Dulkadiroğulları, Memlukler ve Osmanlılar arasında tampon bir bölge konumuna gelmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Seferi esnasında Dulkadiroğlu Beyi Alaüddevle’nin yardım talebini reddetmesi hatta Osmanlı ordusunun zahire kollarını arkadan vurması Beyliğin sonunu getirmiştir. Yavuz Sultan Selim’in 1515 Turnadağ Savaşı’yla Dulkadiroğlu Beyliğini ortadan kaldırması üzerine Beyliğin toprakları Osmanlı egemenliğine girmiştir. 1516 yılında da Adıyaman ve yöresi tamamen Osmanlı hâkimiyetine geçmiştir (Doğan, 2012: 557). Bu tarihten sonra da Gerger, Kâhta ve Besni ile birlikte Maraş eyaletine bağlı bir sancak haline getirildi.

17. yüzyılın ikinci yarısında Evliya Çelebi burayı gezdiğinde Adıyaman’ın; Maraş’a bağlı 150 Akçelik bir kaza olduğunu, 70 den fazla köyünde Türkmenlerin oturduğunu, kethüda yeri, yeniçeri serdarı, kale dizdarı ve askerleri, muhtesibi, naibi, bacdarı, olduğunu söyler. Müftü ve naibinin Maraş’ta oturduğunu, halkın Malatya’ya, Malatyalıların da Adıyaman’a öğle vaktine kadar gidip gelebildiğini bildirmektedir. Kale hakkında halk arasında yanlış olarak “Hasan Mansur” denildiğini de söyler. Ayrıca

GIRIŞ İsmail FİRDEVSOĞLU

6

Evliya Çelebi, bu kalenin küçük ama oldukça zorlu bir kale olduğunu, Mısır Halifelerinin sürgün edecekleri kimseleri buraya hapsettiğini belirtir (Evliya Çelebi, 1986: 134).

Evliya Çelebi’nin Adıyaman’a uğradığı ve kitabında yer verdiği yıllarda Adıyaman yöresi Sivas ve Halep arasında konargöçerlerinde geçiş güzergâhlarından biridir.

Adıyaman birçok tarihi esere sahiptir. Bunların en önemlilerinden biri, turistik bir niteliği olan Nemrud Dağı Tapınağı’dır. Emevi kumandanı Mansur b. Cavene tarafından yaptırılan Adıyaman Kalesi ile Besni, Gerger, Kâhta, Keysun ve Samsat kaleleri ise bugün harap bir haldedir. Dulkadiroğlu Alaüddevle Bozkurt Bey tarafından yaptırılan Ulucami, 1557 yılında Hacı Abdülgani tarafından inşa ettirilen Çarşı Cami, 1638’de İbrahim Bey’in yaptırdığı Eski Saray Cami, 1768’de inşa edilen Kab Cami, 1720’de yapılan Yeni Pınar Cam başlıca tarihi eserler arasında sayılabilir. Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait 1989 yılı istatistiklerine göre Adıyaman’ın il ve ilçe merkezlerinde 73, köylerinde ise 373 cami bulunmaktadır (Halaçoğlu, 1988: 379).

Günümüzde Adıyaman iline bağlı Besni, Çelikhan, Gerger, Gölbaşı, Kâhta, Samsat, Sincik, Tut ilçeler bulunmaktadır.

Çelikhan ilçesi Malatya ile Adıyaman arasında, iki dağ arasına sıkışmış bir ilçedir ve bu ilçe de Hıdırsor ve Kavi Aşiretlerinin aşağı yukarı 30 bine yakın insanının yaşamaktadır (TBMM, 2002: 81).

Günümüzde eski dönemlere nazaran aşiret bağı zayıflamış olsa da Adıyaman’da bazı köylerin nüfusunun tamamına yakınının aynı aşirete mensup kişilerin olması aradaki bağı kuvvetli tutmaktadır.

1.3. Osmanlı Toplumu İçinde Aşiretlerin Yeri

Osmanlı toplumsal yapısı, genel bir tasnifle, yöneten-yönetilenler olarak iki kategoride ele alınabilir. Bu ikili yapı, aynı zamanda yönetenler-yönetilenler ayrımını da ifade eder. Osmanlı Devleti içerisinde yönetici kesimi teşkil eden askeri sınıf, kendi içinde bir homojenlik arz etmesine karşın, reaya sınıfı sosyal konum, etnik köken, dini inanç, merkezi otorite ile ilişkiler bakımından karmaşık bir yapı göstermekteydi. Bu farklılıklardan dolayı devlet, reayanın sınıflandırılması çeşitli özellikleri ölçüt olarak kullanmıştır. Bu ölçütlerin basında “din” faktörü gelmektedir. Bu faktörde reaya, Müslim ve gayrimüslim olarak iki temel gruba ayrılmıştır. Ancak bu iki temel grubun içinde de sosyal farklılaşmalar mevcuttu. Bu sosyal farklılaşmaların devlet tarafından tasnifinde ise etnik menşe, ekonomik faaliyet ve yasayış tarzı gibi ölçütler göz önünde bulundurulmuştur (Şahin, 1995: 253).

Fatih Kanunnamesindeki reaya kanunun ilk üç faslı ceza maddelerini içerir. Ceza kanunları, Hristiyan-Müslüman bütün tebaa için ortaktır. Fakat dördüncü fasıl, birincisi Müslüman Reayayı, ikincisi Yörükleri, üçüncüsü ise Hıristiyan reayaya ait olmak üzere üçün kısımdır. Bu taksim şekli devlet içinde tebaanın üç büyük gruba

GIRIŞ İsmail FİRDEVSOĞLU

7

ayrıldığı görülmektedir (İnalcık, 1959: 32). Osmanlı ismi altında bütün ahali ayrım yapılmaksızın yönetilmek istenmiştir. Bir Osmanlı vatandaşı ruhu oluşturmak için her kesimin hakkına saygı gösterilmiştir.

Osmanlı Devleti’ni kuran aile, Oğuzların, Kayı Boyuna mensuptu. Devleti kuran aile, konargöçer bir boya mensup olmasına rağmen, konargöçerlerin tarihi ve etnik menşei konusu üzerinde ayrıntılarıyla durmak veya bunu tespit etmek, devlet nezdinde bir önem arz etmiyordu. Bu durum daha çok, toplumun din faktörüne göre bir tasnife tâbi tutulmasından ileri geliyordu. Osmanlı döneminde konargöçerler, genellikle Türkmen ve Yürük (Yörük) adıyla bilinirdi. Bu isimlendirmeler çoğu defa, etnik unsuru adlandırmaktan ziyade, onların yasayış tarzlarını ifade etmek için kullanılmıştır. Bunun yanı sıra, konargöçerlerin hayat tarzlarını ifade etmek için, diğer bazı kelimelerin kullanıldığı da görülmektedir. Bu kelimelerden en yaygın olarak kullanılanı konargöçerdi. Bundan başka göçer-evli, göçer-evliler, göçerler, göçer-Yörük ve konargöçer Yörük gibi kelimeler de kullanılmıştır. Aynı anlamda kullanılan bu ifadelerin tümüne, arşiv belgelerinde rastlamak mümkündür (Şahin, 1995: 254-255).

Konargöçerlik, Osmanlı Devletinin kuruluşunda bey olmanın şartı sayılıyordu. Yazıcızade Ali’den nakledilen bir rivayete göre Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey evlatlarına “Olmasın ki oturak olasızki beylik, Türkmenlik ve Yörüklük edenlerde kalur” şeklinde öğüdü sık sık tekrarlanmak suretiyle dinamik bir yapıya sahip olan Türk milletinin, bu sayede köylü durumuna düşmeden, konup göçerek sahip olduğu bu değerleri korumalarını tavsiye ediyordu (Söylemez, 2011: 7-8). Osmanlı Devleti’nde, fethedilen yerlerin Türkleştirilmesinde olduğu kadar, boş yerlerin şenlendirilerek ekonomik bir hareketlilik sağlanmasında, kasaba ve köyler kurulmasında konargöçer aşiretler son derece önemli rol oynamaktaydı.

Osmanlı kuruluş döneminde konargöçer hayat yerleşik hayata göre üstün sayılıyordu. Yerleşik hayatın insanı uyuşuk ettiğine göçebe hayatın ise insanı sürekli dinç tuttuğuna inanılırdı. Yaylada otlak ve içecek sularını korumayı beylik sayarlardı. Tüm bunlar anonim olan şu dörtlük daha iyi açıklamaktadır. “Ekin ekme eğlenirsin / Bağ dikme bağlanırsın / Çek deveyi, güt koyunu/ Yaylaya çık beylenirsin. Burada ekin ekmenin ziraatla meşgul olmanın ve bağ dikerek bağı sürekli tımar etmenin insanı belli bir noktaya bağlayacağı yani yerleşik hale getireceği vurgulanmıştır. Fakat konargöçer olmanın ise insanı bey yapacağı anlatılmaktadır. Ziraatla uğraşan yerleşin sürekli aynı yerde ikamet etmekte oysa konargöçer olan sürülerini otlamak için sürekli dağlardadır. Sınırlar yoktur, dağların hâkimi olduğundan kendilerini bey olarak görmektedirler.

Aşiret statüsünde olan yerleşikler ile göçebelerin resmi konumlarında birtakım farklılıklar vardı. Kanunnamelerin “yürük lâ-mekândır, tayini toprak olmaz, her kanda dilerse gezerler”, kaydına bakılarak mekânca başıboş oldukları da düşünülemez. Onların bu serbestlik içinde mazbut mekân ve zaman kayıtları ile bağlı oldukları görülmektedir. Hayat şartları dolayısıyla yazları yaylaklara, kışları kışlaklara giderek hayat geçiren bu taifenin bu gidiş ve geliş anlarında muvakkaten konaklayacakları yerlerde bile

GIRIŞ İsmail FİRDEVSOĞLU

8

istedikleri kadar kalamayacakları kanunnamelerde görüldüğüne göre bunların başıboş bir halde her dilediklerini yaptıklarına pekte hükmedilemez (Çetintürk, 1943: 114).

Aşiret, bir asıldan ayrılmış olup birlikte yaşayan ve birlikte konup göçen halk, kabile, oymaktır (Sami, 1989: I, 938). Yani aşiret mensupları arasında bir kan bağı söz konusudur. Bundan dolayıdır ki aşiret mensupları birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdır. Çünkü aynı ailenin mensubudurlar.

Arapça bir kelime olan aşiret, kabile karşılığı kullanıldığı gibi kabilenin altında daha küçük bir topluluğu da ifade etmektedir. Türkçede ise yaygın olarak göçebe unsurlar için kullanılmış, özellikle Osmanlılar döneminde boyun altında, cemaatin üstünde bir topluluğa ad olmuştur. Osmanlı kanunname ve belgelerinde genel olarak konargöçer veya Yörük olarak kaydedilen teşekküller, yukarıdan aşağıya bir sıraya göre, boy (kabile, taife), aşiret, cemaat, oymak, mahalle, oba (aile) şeklinde bölümlere ayrılmıştır (Halaçoğlu, 1994: 9).

Göçebe hayatının bir gereği olarak daha çok hayvancılıkla uğraşan aşiretler, bu bakımdan yerleşik ahaliyle iktisadi bakımdan bir bütünlük teşkil etmişlerdir. Yaylak ve kışlakları arasındaki hareketleri, biraz da hayvanlarına otlak bulma düşüncesinden doğmuştur. Bununla beraber göçebe hayatlarının, merkezi otoritenin zayıflamasıyla başıboş telakki edilebilecek bir tarza dönüştüğü ve bunun onların tedip ve iskânları için bir sebep teşkil ettiği görülmektedir. Aşiretlerin kontrol altında tutulmaları ihtiyacı, devletçe eski aşiret düzenlerinin bozularak kethüdalıklar şeklinde teşkilâtlandırılmalarına ve ancak belli güzergâhlar içinde hareketlerine izin verilmesine yol açmıştır (Halaçoğlu, 1994: 9).

Göçebe topluluklar için hayvancılık önce bir ekonomi türüdür ama aynı zamanda bu kültüre öz bir biçim veren bir gelenekler bütünüdür. Anadolu göçer toplulukların yaşayan kültürlerinde hayvancı toplum olma özelliklerinin en canlı örnekleri geleneksel hayvancılık uygulamalarıyla karşımıza çıkar. Nitekim hayvanların bakımı, beslenmesi ve korunması, hayvan hastalıklarının teşhis ve tedavisi, çoban ve çobanlık hayatı, hayvan ürünlerinin elde edilişi, hayvancılıkla ilgili araç-gereçler konusundaki tüm uygulamalar, bu kültürün bilgi, beceri, yaratı ve deneyimlerle dolu zengin bir görünümünü vermektedir (Kutlu, 1992: 64) .

Arşiv belgelerinde aşiret, cemaat, oymak gibi isimlerle geçen konargöçerler, yaşadıkları hayat tarzına göre mevsimden mevsime yaylak ve kışlakları arasında sürekli olarak hareket etmektedirler. Yaylak ve kışlak bölgeleri bazen birbirinden çok uzakta bulunmaktadır. Birçok belgede bu aşiretlerin yaylak-kışlak arasındaki göçleri sırasında yerleşiklerin ekinlerine, bağ-bahçelerine verdikleri zararlardan dolayı belgeler yansımış pek çok olay mevcuttur. En çok karşımıza çıkan ikinci olay ise aşiret içlerinde yer alan eşkıyanın etraflarına verdiği zararlardır.

Osmanlı Devleti sınırları dâhilinde yaşayan Türk aşiretlerinin, Anadolu’nun fethiyle birlikte Orta Asya’da buralara göç eden Türk boylarının birer kolu oldukları bilinen bir gerçektir. Yüzyıllarca süren bu göç hareketiyle beraber muhtelif Türk boy ve aşiretleri, Anadolu’nun Türkleşmesini sağladılar (Söylemez, 2011: 1).

GIRIŞ İsmail FİRDEVSOĞLU

9

Aşiretler özellikle göçebe olanları etnik kökenlerini daha iyi muhafaza edebilmekteydiler. Çünkü yerleşikler gibi başka etnik unsurlardan kız alıp-verme gerçekleşmiyordu. Aşiretlerin, Osmanlı toplumunu içinde Türk tabakasını devamlı ölçüde beslediğini vurgulamaktadır. Göçebeler, Osmanlı için Türklük unsurunu artıran tabaka iken son devirler de yapılan yerleşik hayata geçişle köylü-şehirli olan göçebe unsurlar Türklüklerini yine muhafaza etmişlerdir (Wittek, 1963: 265).

Osmanlı devletinde konargöçerler, devlet tarafından madenlerle ilgili muhtelif işlerde, ordunun nakliyat işlerinde, iç ayaklanmaların bastırılmasında, güvenlik ve asayişin sağlanmasında, kale, derbent ve geçitlerin tamir ve korunmasında, yol, köprü, camii, inşa ve tamirinde, gemi ve suyolu hizmetlerinde her yıl altı aylık sürelerle görevlendirilmiştir. Ayrıca davet edildiklerinde ordu ile birlikte bizzat seferlere katılmışlardır (Armağan, 1999: 145).

Anadolu göçer kültürünün sosyal temellerini aşiret halindeki toplumsal örgütlenme biçiminde aramak gerekir. Gerek Osmanlılardan önce, gerekse Osmanlı İmparatorluğu döneminde konargöçer toplulukların tümümün il ya da ulus adı altında toplandıklarını ve kendi içinde boy, aşiret, oymak, cemaat gibi bölümlere ayrıldıklarını bilinmektedir. Hatta Kara-ulus ve Boz-ulus adında cemaatler vardır.

Yakın zamana kadar varlıklarını hissettiren aşiretler; bu tarihsel geçmişin günümüzdeki uzantılarıdır. Sosyolojik anlamıyla kan bağına ve geniş akrabalık tabanına dayalı, gelenekçi, kapalı, cemaat tipi toplum özellikleriyle tanımlanan aşiretler aynı zamanda göçebe hayvancılık ekonomisiyle bütünleşmiş topluluklardır. Aşiret tipi örgütlenme biçiminin taşıdığı bu özellikler göçebe kültürün korunup saklanmasında ve fazla bir değişikliğe uğramadan sürdürülmesinde önemli bir etken olmuştur. Nitekim konargöçer aşiretler yerleşikliğe geçtikten sonra da büyük ölçüde bu yaşama biçimini sürdürmüşlerdir (Kutlu, 1992: 61).

Aşiretler konusunda önemli bir sorun ise yerleşik-göçebe, Türkmen-Yörük ayrımıdır. Bu konulara açıklık getirmek gerekmektedir. Yapılan birçok çalışmada konular farklı boyutlardan ele alınmış ya da tek bir örnek üzerinden yola çıkılmıştır.

Türkler, yerleşik hayata yabancı değillerdir. Özellikle XII. yüzyılda dahi kaynaklardan uç bölgesinde bulunan Türkmenlerin hepsinin göçebe olmadığını görmek mümkündür. Yaşadıkları hayat tarzına göre yaylak ve kışlak bölgeleri arasında sürekli hareket eden konargöçerler genellikle hayvancılıkla uğraşmışlardır. Yaylak ve kışlak mahalleri arasında hareket halinde olduklarından göçebe olarak adlandırılsalar da bu tam bir göçebelik değildir. Yazları yaylakta hayvanlarını otlatan aşiretler, kısın da zirai faaliyetlerle meşgul olmuşlardır (Sayılır, 2012: 569).

Konargöçer ya da yarı-göçebe olarak adlandırılan aşiretler kışlak-yaylak hayatı sürmekte idiler. Kıpti, Çingene, Bedevi, Abdal gibi mevsimlik sürekli farklı bölgelere göç eden gruplar konargöçer aşiretlerden farklıdır.

Türkmen ya da Yörük olarak adlandırılan aşiretler genellikle yarı göçebe bir hayata tarzı benimsemişler, her aşiretin kendine has yaylak-kışlak bölgeleri vardır. Harput Sancağından Behisni Kazası ahalisinin Müslim ve Gayrimüslim fukaraları

GIRIŞ İsmail FİRDEVSOĞLU

10

tarafından yapılan bir şikâyette Behisni kazası civarında bulunan Çakallı ve Mihmanlı ve Köseyanlı Aşiretleri ahalileri sahibi oldukları koyun vesair davarlarıyla kışlak ve yaylak yerlerine gidip gelirken eski yollarını terk ederek etraftaki Besni halkına ait tarlalara zarar verdiği şikâyet edilmiştir (BOA, C.DH: 50/2483).

Yörük, kelimesi yürümek fiilinden gelip o dönemde hala yerleşmeyip konargöçer hayatlarını devam ettiren Türkmenler için kullanılan bir kelimedir. Yörükler de esasen göç vakti, göç kondu gibi tabirleri kullanmaktadırlar. Göçküncü Yörükler, göçer Yörükler tabirleri kullanılmıştır.

Türkmen, Müslüman olan Oğuzlara Müslüman devletlerin Türk’e benzeyen anlamına gelmektedir. Türk ve iman kelimeleri birleşerek imanlı Türk anlamını kastedilmiştir. Fakat Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Devleti’nin ilk zamanlarında bu durum biraz daha değişme göstermiştir. Zira artık Anadolu’da Türkmenlerden yerleşik hayata geçenler için Türk denilmeye başlanmıştır. Türkmen ismi ise yalnızca konargöçer olanlar için kullanılan bir tabir haline gelmiştir.

Zaman zaman Türkmen sözcüğü, sıradan göçebeleri, İran şahının etkisi altındaki gruplara katılanlardan ayırmak için, devlet yönetimi tarafından Yörük olarak değiştirildi. Bu yüzden göçebelerden bahsederken Yörük, Kızılbaş tarikatlarından bahsederken de Türkmen sözcüğü kullanılmıştır (Saydam, 2009: 16). Anadolu daki aşiretler bazen Yörük, bazen de Türkmen olarak adlandırılmışlardır. Genel olarak Kızılırmak Nehrinin batısında kalan yerlerdeki aşiretlere Yörük, doğu ve güneyinde kalanlara ise Türkmen denilmiştir (Arıcanlı, 1979: 27).

Trakya ve Ege bölgelerinde hemen hemen bütün aşiretlere Yörük denilmiştir. Doğu Anadolu bölgesi aşiretlerine de genellikle Türkmen denilmiştir. Fakat bu ayrımın tam ortasında bulunan Maraş, İçel, Yeni-il bölgelerinde kalan aşiretlere her iki tabir birden kullanılmıştır.

Hısn-ı Mansur da bulunan aşiretler için genellikle Türkmen tabiri kullanılmıştır. Adıyaman’ın Kâhta ilçesi anlatılırken “ahalisi hep Türkmen’dir” tabiri kullanılmış ve Adıyaman’ın 70 parçadan fazla köyünde Türkmenlerin oturmaktaydı(Sevinç, 2009: 57).

Yörük ve Türkmen olarak adlandırılan Türklerin, yaşam biçimlerinden veya yaşadıkları coğrafyadan kaynaklanan nedenlerden dolayı kısmi kültürel farklılaşmaları Türk kültürü içerinde ancak alt kültür olarak değerlendirilebilir (Gelenekçi, 2004: 17).

Yörük terimine ilk defa Yazıcıoğlu Ali’nin kitabında (Tarih-i al-i Selçuk) rastlanılmıştır. “Sahra nişin ve göçküncü, yani yaban yurtlu ve Yörük” sözlerini kullanmıştır. Yine aynı yazar “Yörük evi” kelimesini kullanmıştır (Doğan ve Doğan, 2004: 17; Sümer, 1949-1950: 518).

Yörükler, Türkmenlere nazaran aşiret bağı daha zayıftır. Bundan dolayıdır ki Yörükler yerleşik hayata geçiş yaparken Türkmenler konargöçer hayatı sürdürmüşlerdir. Yörüklerin önemli bir kısmı devlet hizmetine girmişlerdir. Türkmenler ise genellikle devletle pek barışık olmamışlardır.

KONU İLE İLGİLİ ÖNCEKİ ARAŞTIRMALAR İsmail FİRDEVSOĞLU

11

2. KONU İLE İLGİLİ ÖNCEKİ ARAŞTIRMALAR

Çalışmamızdan önce benzer konularda çalışmalar mevcuttur. Fakat özel olarak çalışma sahamız olan Adıyaman yöresi ile ilgili bir çalışma yoktur.

Söylemez (2011), tarafından yapılan Osmanlı Devleti’nde Aşiret Yönetimi -Rişvan Aşireti Örneği- adlı çalışmasından Adıyaman ve Anadolu’nun dört bir yanına dağılmış olan Rişvan aşiretini esas alarak Osmanlı devletinden aşiretlerin yönetimini, karşılaşılan sosyal ve mali sorunları ele alarak, bu aşiretin iskân meselesini ve devlet tarafından bu aşiret mensuplarına verilen resmi görevleri ele almıştır.

Türkay (2005), aşiret, cemaat, oymakların Başbakanlık Osmanlı Arşivi belgeleri ışığından yerleri tespit edilerek alfabetik sıra şeklinde verilmiştir.

Halaçoğlu (1997)., XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi adlı çalışması ile aşiret konusunda çalışma yapanlara özellikle aşiretlerin iskanı konusu üzerine yapılan çalışmalara kaynaklık etmektedir.

Ateş (2010) ise çalışmamıza yakın bir konu üzerinde çalışarak Maraş Bölgesindeki Türkmenler (19. ve 20. Yüzyıllar) ele almıştır. Yüksek lisans tezi olarak çalışma yapılmıştır. Maraş ve çevresinde yaşamış Türkmen aşiretleri araştırılmıştır. XI. yüzyıldan başlamak üzere bölgedeki Türkmenlerin faaliyetleri, katıldıkları isyanlar ve devletle olan ilişkileri ele alınmıştır. Sonra elde edilen bilgiler ışığında Maraş ve çevresinde yaşayan aşiret ve cemaatlerin isimleri, yaşadıkları bölgeler belirlenerek aşiretlerin sosyal, kültürel ve ekonomik yapısı incelenmiştir.

Canpolat (2006), XVIII. yüzyıl sonları ile XIX. yüzyılda, Antakya ve çevresinde, Türkmen aşiretlerinin durumu ile bu aşiretlerin iskânlarını araştıran yüksek lisans tezi Hatay Türkmen Aşiretleri ve Bu Aşiretlerin İskânı (18. ve 19. Yüzyıllar) başlıklı çalışmasında Antakya ve çevresinin o döneme ait sosyal, kültürel ve ekonomik yapısı incelenerek, bölgenin tarihi ele alınmıştır. XVIII. yüzyıl sonları ile XIX. yüzyılın tamamını kapsayan dönemde, Antakya ve çevresi ile Gâvur Dağı bölgelerinde yasayan aşiret, cemaat ve oymakları konu edinen çeşitli arşiv belgeleri incelenerek elde edilen veriler ışığında aşiret, cemaat ve oymakların sosyal, kültürel ve ekonomik yapılarını aydınlatacak; bölgede yaşayan aşiretlerin birbirleriyle ve devletle olan münasebetleri, bölgede eşkıyalık ve eşkıyalığı doğuran sebepler gibi birçok önemli hususu ortaya koymuştur.

Arslan (2009) tarafından hazırlanan XIX. Yüzyılda Hısnımansûr, Behisni, Gerger ve Kâhta’nın Sosyal ve İktisadî Durumu çalışmasında Adıyaman bölgesinin sosyal tarihi açısından oldukça önemlidir. Merkez ve ilçelerinin geçmişten günümüze yaşadıkları sosyal ve iktisadi özellikler ele alınmıştır.

Taştemir (1999), XVI. Yüzyılda Adıyaman (Behisni, Hısn-ı Mansur, Gerger ve Kâhta) Sosyal ve İktisadi Tarihi adlı kitabında Adıyaman’ın sosyal ve iktisadi durumu başta tahrir defterleri olmak üzere arşiv belgelerine dayanılarak hazırlanmıştır.

ADIYAMAN YÖRESI AŞIRETLERINE GENEL… İsmail FİRDEVSOĞLU

12

3. ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNE GENEL BAKIŞ

Anadolu’nun kapısının Türklere açılmasından sonra Orta Asya’dan Anadolu’ya yoğun şekilde Türk göçü yaşanmıştır. Bu göç dalgasında Anadolu’ya gelen Türkler genellikle birbirine sıkı sıkıya bağlı ailelerin oluşturduğu aşiretler mevcuttur. Anadolu’ya geldikten sonra da beraber hareket eden aşiret mensupları benliklerini uzun yıllar korumuşlardır. Birçok aşiretin adı öz Türkçedir.

Türkmen aşiretlerinin, isimlerini bazen boy beylerinden, bazen de kethüdalarından veya cemaat ileri gelenlerinden birinin adından aldıkları tarihi bir gerçektir. Nitekim Halep Türkmenleri arısında yer alan İnallu boyunun 1520’de İnal-oğlu Hamza Bey idaresinde olması boyun, adını ya Hamza Bey’in babası İnal’dan ya da daha önce yasamış ayni isimli başka bir atasından, 1519’da Ramazanlu ulusu arısında yasayan Ulaş boyunun, ismini daha önce boyu idare etmiş olan Ulaş Bey’den, yine Halep Türkmenlerine dâhil olan Toktemürlü boyunun, ismini 1525-1530 tarihleri arasında Boybeyi olan Toktemür Bey’den aldığı belirtilmektedir (Söylemez, 2002: 41)

Behisni, Hısn-ı Mansur, Gerger, Kâhta, kazalarındaki konargöçerlerin tahmini nüfusuna yıllara göre bakıldığında göçerlerin hangi coğrafi bölgelere kadar yayıldıkları ortaya çıkmaktadır. Dağlık ve engebeli bir araziye sahip olan Gerger ve Kâhta kazası konargöçerlerin en yoğun olduğu alandır (Taştemir, 1999: 120).

3.1. Adamanlı Aşireti

Adamanlı Aşireti, Merdisi Aşireti’nden olup Ankara Sancağı, Rakka, Erzurum, Diyarbekir, Alucra Kazası, Sivas, Karaçam Kazası, Çıldır, Kars, Kocaeli, Tutak ve Patnos Kazaları, Ahıska, Kilis, Maraş, Bayezid, Bala Kazası, Kilis, Ayıntab, Kütahya, Aydın Sancağı yaşamakta idiler (Türkay, 2005: 49-50).

“Behisni kazasına tabi Adamanlı Aşireti” (BOA, A.}MKT.UM. 518/100), “Arabgir’de on bin nüfusu aşan Adaman Aşireti” (BOA, DH.MKT. 2767/55) hükümlerinden Adamalı Aşireti bölgede yaşadığı iki yer tespit edilmiştir. Osmanlı devleti hâkimiyetinde Arabgir’de on binden fazla nüfusa sahip Adamanlı Aşiretinden söz edilmektedir. Bu o dönem için oldukça fazla bir sayıdır.

Osmanlı tahrir defterlerinde, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde meskûn bulunduğu tespit edilen Adamanlı (Adamanlu) Cemaati’nin adı Adam’dan gelmekte olup -an çokluk eki ile Adamanlı olmuştur. Doğu Türkistan’da bu adı taşıyan bir boy vardır. (Başbuğ, 1985: 163).

3.2. Atmalı Aşireti

Konargöçer taifesinden olup Darende (Kayseriyye Sancağı), Rakka, Malatya, Maraş, Arabgir Sancağı, Keban Madeni (Malatya), Sivas, Trabzon, Of Kazasında ikamet etmiştir (Türkay, 2005: 54).

ADIYAMAN YÖRESI AŞIRETLERINE GENEL… İsmail FİRDEVSOĞLU

13

“Behisni kazasında haymenişin Atmalı ve Hevidi aşiretleri” (BOA, A.}MKT.UM: 567/39), Pazarcık kazası seyyar aşiretlerinden Atmalı, Kılıçlı ve Çakallı aşiretlerinin iskân edilmeleri ve Atmalı Aşireti’nin Bozağa Oymağına tahsis olunan ve Behisni kazası hududu dahilinde ki arazinin Pazarcık’a ilhakı (BOA, DH.MKT: 1494/139) hükümlerinden Atmalı Aşiretinin Besni de bulunduğu anlaşılmaktadır.

Behisni kazasında bulunan Atmalı Aşireti’nden altı yüz kadar hanenin Maraş tarafında göçebelik ettikleri (BOA, MVL: 631/24; MVL, 639/38) hükmünden ise aşiretin nüfusu hakkında bil edinmekteyiz. 600 hane kaba bir hesaplama ile 3000 kişilik bir nüfusa tekabül eder. Kaldı ki burada Atmalı Aşiretinin tamamından söz edilmemektedir sadece 600 hanesinden bahsedilmektedir. Bu bize aşiretin nüfusunun daha da fazla olduğu yönünde bilgi vermektedir.

Besni kazası aşiretlerinden Tökelli Aşiretinden Atmalı yurdunda sakin Rabia nam kadın, eşi olan Hasan oğlu Vakkas nam kimseden nafaka talebiyle dava açılmıştır (Sakarca, 2011: 77). Nafaka talebinde bulunan kişinin Atmalı yurdu sakini olarak tanımlanması Atmalı Aşiretinin Adıyaman yöresinde kendi namında yurt tuttuğunu göstermektedir.

1920 tarihli kadı sicilinde Besni’nin Atmalı adından ki köyün mensubu hakkında davada aşiretin adının kullanıldığı köye 10 ayrı hükme rastlamaktadır (Özden, 2007: 31-77). Günümüzde Besni ilçesine bağlı bulunan Şambayat’ın Atmalı adında köyü bulunmaktadır.

3.3. Balyan Aşireti

Balyan Aşireti’nin Adıyaman Gölbaşı’na Elazığ’dan geldiği belirtilmektedir. Yarbaşı Köyü ve Çataltepe’ye bağlı Tecirli Mezrası’nda ve Yeni Köy’de yerleşik olan Balyan Aşireti mensuplarının bir kısmı da Adıyaman’a bağlı Yaylakonak Köyü’nde yaşamaktadır. Aşiretin büyük bir bölümünün Malatya’nın Doğanşehir ve Yeşilyurt ilçelerinde yaşadığı bunun yanı sıra Çatalağaç Köyü Durak Mezrası’nın Adıyaman Balyan’dan geldiği de belirtilmektedir. 1855-1856 tarihli devlet salnamesinde de Balyan Aşireti’nin Malatya Sancağı dâhilinde yaşadığı belirtilmektedir (Göksu, 2008: 81).

1905 tarihli belgede Kaya, Balyan ve Derecik köylerinde muhtaç çiftçilerine borç para verilmesi hakkındaki hükümden (BOA, BEO: 2722/204077) aşiretin adını taşıyan köy vardır. Günümüzde Balyan Aşireti mensuplarının bulunduğu en önemli yer Adıyaman merkeze bağlı olan Yaylakonak Beldesidir. Nüfusu 2011 itibariyle 2062 kişi (TUİK, 28.10.2012, www.tuik.gov.tr) olan bu beldenin hemen-hemen tamamı Balyan aşireti mensubudur. Beldenin ismi daha önceleri Balyan iken sonradan değişmiş ve Yaylakonak olmuştur.

ADIYAMAN YÖRESI AŞIRETLERINE GENEL… İsmail FİRDEVSOĞLU

14

3.4. Bereketli Aşireti

Konargöçer taifesinden olup Diyarbekir, Hısn-ı Mansur, Paşa Sancağı, Niğde sancağındadır (Türkay, 2005: 62). Türkay’ın (2005; 62) ayrıca Bereketoğlu, Berehatlı, Berekhatlı, Berekhatlu, Berekatlı diye bahsettiği aşiretlerde Bereketli Aşiretidir.

Malatya sancağında bilhassa Hısn-ı Mansur (Adıyaman) çevresinde konargöçer hayatı yaşadıkları ayrıca Adana, Paşa (Rumeli’nde), Selanik sancaklarında bulundukları anlaşılmaktadır (Söylemez, 2011: 31).

1897’de Behisni Kazasına tabi Bereketlü köyü sakinlerinden Süleyman’ın oğlu Musa’nın davasını konu alan şeriye sicilinden Bereketli Aşireti adını taşıyan köye rastlamaktayız (Kenger, 2006: 145).

Bereketli Aşiretinin adını taşıyan Bereketli Köyü şeriye sicillerinde köy sakinleri pek çok davaya konu olmuştur. Buradan aşiretin nüfusça büyük olduğunu anlaşılmaktadır. Davaların konusu ise sicillerin özelliği gereği miras davalarıdır.

3.5. Beydili Aşireti

Kaşgarlı Mahmut Beğdili boyunu Oğuz boyları arasında yedinci, Reşideddin ve Yazıcıoğlu ise 24 Oğuz boyu arasında on birinci sırada göstermişlerdir. Reşideddin’in Oğuz soy kütüğüne göre Beğdililer Oğuzların en şerefli kolu olan Bozok koluna mensupturlar. Beğdili boyunun atası, yine 24 Oğuz boyundan olan Kızık, Avşar ve Karkın boylarının ataları ile kardeş olup, dördü birden Oğuz Han’ın oğlu Yıldız Han’a bağlanmaktadır (Sevinç, 1983: 20).

1536 yılında Beydili Taifesine bağlı cemaatler: TaşbaşArab Ömerlü, Cumalu, Atgüden Bey (boy beyleri), Atgüden Bey, Bekir Bey ve Mürsel Bey veledan-ı Mahmud Bey (boy beyleri), Bekir Bey ve Mürsel Bey veledan-ı Mahmud Bey, Güvenler, Yağrınçlu, Halilcelü, Dimleklü, Dimleklü(-i diğer, Ayntab nahiyesi, Ağcamezraa köyünde), Kotanlu, Ulaşlu, Ulaşlu(-i diğer, Şark vilâyetinde), Kıyaslu, Çalcıyan, Yalvaç (Şark vilâyetinde), Karaburç, Mihmad Hacılu, Hallaclu, Tatalu, Sülmenli Eminliği ve Otamış ve Hacı Arab ve Gökçe ve Döğer, Büyük Karacalu, Fakılar, Kuzucaklu, Kadılu, Mahmudlu, Bekillü, Boz Geyiklü, Alagözlü, Çakırlu, Çakırlu(-yı diğer), Topaklu, Necmüddinlü ve Bozlu’dur (Sarınay, 2010: 22).

Yazıbeğdili Aşireti bu aşiretten olup, Yörük ve Türkmenler arasında düz araziye, inişi çıkışı aza ovaya Yazı denilir (Eröz, 1982: 174). Beğdili aşireti mensuplarının ovalık alana yerleşmelerinden dolayı bu adı almış olmaları kuvvetli ihtimaldir. Bugün Adıyaman’da Yazıbeydili adında bir köy bulunmaktadır.

Beğdili bazı yörelerde bozularak Badıllı olmuştur. Osmanlı kayıtlarında Beğdili, Beydili, Beydilü, Badılı (Badılu), Badili (Badilü), Badilli, Badillü, Badilliler, Badili şeklinde geçmiştir.

ADIYAMAN YÖRESI AŞIRETLERINE GENEL… İsmail FİRDEVSOĞLU

15

Naima (1280: 8), Beğdili Aşireti hakkında Haleb, Rakka ve Diyarbekir arasında yurt tuttuğunu ve yaylak-kışlak hayatı sürdürdüğünü ifade etmektedir. Ayrıca Bozulus ile akrabalıkları olduğu vurgulanmıştır.

Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanatının ilk yıllarında kuzey Suriye’deki Türk Boyları arasında 40 oymak halinde yaşayan Beğdili taifesi ki sayıları hesapsız olup, kasaplık hayvanları ve atları ve malları nihayetsiz olarak anlatılır (Sevinç, 1983: 21).

Beğdili aşireti Antep-Halep-Rakka civarlarına yapılan iskân edilmiştir. Fakat aşiret bu iskândan memnun olmayarak biryandan Arap aşiretleri ile savaşırken biryandan da Osmanlı birliklerine karşı direnmek zorunda kalmışlardır. Beğdili’ye tabi Bozkoyunlu ve Karaşeyhli oymakları 1698’de Elbistan üzerine yürüyerek Elbistan’ı 40 gün süre ile kuşatmıştır (Refik, 1930: 79).

XIX. yüzyılın ortalarında İran’ın Fars eyaletindeki Türk oymakları arasında görülen Ağaçeriler’in bin çadır kadar oldukları, Çağatay ve Keştil adlı obaları bulunduğu ve aynı zamanda varlıklı oymaklardan biri sayıldıkları bildirilmektedir. XX. yüzyılın başlarında ise Ağaçeriler’in iki bin çadır olduğu ve Kuhigîlûye’de yaşadıkları, Avşar (Afşar), Beydili ve Tilki adlı obalara ayrıldıkları haber verilmektedir (Sümer, 1988: 461).

Halaçoğlu’na (2010: 105) göre Besni’de Oğuzların Beğdili boyu mensuplarının bulunmaktadır. Sümer (1999: 413) ise XVI. yüzyılda Behisni’de Beğ-dili adında 3 vergi nüfusuna sahip bir köyün ve bir ekinliğin olduğunu ifade etmektedir.

3.6. Çakallı Aşireti

Konargöçer Türkmen taifesinden olup, Çakal, Çakallı, Çakallu, Çakallar ismi ile bilinen aşiret Urfa, Hısn-ı Mansur, Behisni, Mağnisa (Saruhan Sancağı), Kandıra Kazası, Maraş, Musul ve Hamid sancaklarındadır (Türkay, 2005: 70).

Tamamen Besni kazasında yaylak ve kışlak hayatı sürmekte olan Çakallı cemaati Antep, Rumkale, Malatya, Urfa ve doğu bölgelerimizde mevcudiyeti görülmektedir (Taştemir, 1999: 108).

Hısn-ı Mansur’a tabi olan ancak Behisni kazasının Akviran köyünde kışlayıp yaylayan Çakallı Cemaati, defter-i atikte Çakal nam karyeye Raiyyet kaydolunmuştur. Daha sonra ise mezkûr karyeden kalkıp Behisni çevresine yerleşmeye başlayınca cemaat olarak kaydoldular. Mezkûr cemaatin bir kısmı XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu sınırların dışına çıkarak, Maraş’a gittikleri ve orada yaşadıkları ifade edilmektedir (Söylemez, 2011: 26). 1868-1869 yılı kayıtlarında ise Halep Salnamesinde Maraş Sancağı idari yapılanması göre Maraş kazasına bağlı bir nahiyede kaydı geçmektedir. Çakallı Nahiyesini ise Hasan Ağa, Çullu, Ferhuşoğlu ve Çamçakallusu isimli köyler oluşturmaktaydı (Ateş, 2010: 32).

Besni’de Çakallıağauşağı, Çakallıaptallar, Çakallıkömürcü, Çakallıömer, Çakalyusuf-ağa adında yerleşim yerleri vardır (Eröz, 1982: 207-208). Başka illerde de Çakallı aşiretinden ismini alan yerleşim yerleri vardır.

ADIYAMAN YÖRESI AŞIRETLERINE GENEL… İsmail FİRDEVSOĞLU

16

Kilis’e bağlı Çakal ve Çakallıpınar köylüleri Adıyaman’ın Besni İlçesinden gelip buralara yerleştiklerini ve köylülerin söylediğine köyün ismi Türkistan’dan alınmıştır. Çakal, İslamiyet öncesinde bir Türk totemi olduğudur. Çakallı Aşireti de adı Çakal’ın türevidir (Sevinç, 1983: 78).

3.7. Hevidi Aşireti

Hüveyda, Hüveydanlı olarak kayıtlı olan Hevidi aşireti Behisni Kazası, Haleb Eyaleti, Diyarbekir, Malatya, Maraş, Ayıntab, Kilis, Rakka, Cizre kazalarındadır (Türkay, 2005: 86).

Anadolu’ya ilk Türkmen göçleri esnasında Avşarlardan bir grup Adıyaman civarına gelip yerleştiler. Adıyaman’ın Besni ilçesi ve çevresine gelip ilk yerleşenler de bu Avşarlardan bir bölüktür. Ardından 1350 yılına girildiğinde Akkoyunlular Kafkasya ve İran’dan Fırat ve havzasına gelirler. Bunlarla birlikte gelen Afşarlar daha önce gelip yerleşmiş olan boydaşlarının yanına yani Besni ve Keysun Ovasına yerleşirler. Böylece Besni civarında önemli bir Afşar nüfusu oluşur. Bunların bir kısmı bölgedeki siyasi olaylar ve baskılar sonucu Kafkasya’ya gitmişlerdir. Günümüzde Kafkasya’da Besni adlı yerleşim birimleri ve Besni boyu vardır. Ayrıca Arnavutluk’taki Besni ilçesinin adı da oraya göç eden Avşarlardan kalmadır. Günümüzde ilçe merkezinde yaşayan Afşarların bir bölümü ile Eskiköy, Mamadikli (Kurugöl), Kitiş (Karagüveç), Sarıyaprak, Köseceli, Tetirli, Birişme (Toklu) ve Kevcali (Çaykaya) köyleri ile Boncuk mezrasında (Toklu’ya bağlı) yerleşmiş olan Hüveydi Aşiretidir (Kaya, 2004: 99-100).

Hevidi aşiretin Abdullah Kethüda, Kara Hüseyin Kethüda, Mehmet Kethüda, Okcu İzzeddinlü, Ömerli adında cemaatleri vardır (Taştemir, 2006: 108-109).

Behisni kazasında kışlayan Atmalı ve Hevidi Aşiretleri arasındaki uygunsuzluğun giderildiğini (BOA, A.}MKT.UM: 567/39), Behisni kazasında sakin Hevidi Aşireti BOA, C.DH: 259/12948) hükümlerinden bu aşiretin Besni’de bulunduğu anlaşılmaktadır.

Mamüratülaziz vilayeti dâhilinde Malatya Sancağına tabi Behisni Kazasının Hevidi Nahiyesinden geçen olayı konu olan davadan Hevidi Aşireti adını taşıyan nahiyeye vardır (Kenger, 2006: 126). Aşiretin adında ki nahiyenin olması aşiretin buraya yerleştiği ya da burayı kışlak olarak kullandığı anlaşılmaktadır.

3.8. İzollu Aşireti

İzoli kelimesi Divan-ü Lügat-ı Türk’te yerde ve derede uzunlamasına olan çizik olarak geçmektedir. İzlik de kesilen hayvanların derisinden yapılan Türk çarığıdır. Türkçede -li,-lı ekleri bilindiği üzere yer belirleyen anlamındadır. İzoli bu açıdan iz bırakanlar veya iz takip edenler anlamına gelmektedir (Yakar, 2004: 67).

ADIYAMAN YÖRESI AŞIRETLERINE GENEL… İsmail FİRDEVSOĞLU

17

Şiro1 Kazası (Malatya), Rakka, Mardin, Diyarbekir, Malatya, Erzurum’da yaşamışlardır (Türkay, 2005: 89). Ayrıca bir belgede İzol aşireti Kâhta Kalesi’nde sakin olduğu yönündedir (BOA, C.ADL. 63/3774).

İzol Aşireti hakkında ki belge (BOA, DH.ŞFR: 656/73) de Siverek livasına tabi İzol Aşireti ile Malatya sancağına tabi Kâhta ve Hısn-ı Mansur kazalarında bulunan aşiret reisleri arasındaki sorunları anlatan hükümde aşiretin Siverek’e tabi olduğunu aşiret reislerinin ise Kâhta ve Hısn-ı Mansur’da olduğundan bahsetmektedir. Buradan aşiretin günümüzde bilindiği üzere Siverek’te olduğu fakat aşiret mensuplarının bir kısmının da Kâhta ve Hısn-ı Mansur’da olduğudur.

İzol Aşireti’nin kökeni M. Şerif Fırat’ın “Doğu İlleri ve Varto Tarihi” isimli eserinde İzollu Aşireti ile ilgili önemli bilgiler vardır. Eserde Varto’nun yerli halklarını olarak bahsedilen Cibran, Lolan, Abdalan ve Çerkezler isimli Türk oymaklarıyla beraber adı geçen Hormek oymağının Şarik soy kütüğünde İzollu Aşireti’nden de söz edilmiştir. Varto’nun Şarik köyünde ortaya çıkan sülale şeceresi üzerinde, Selçuklu hükümdarı Sultan Alaaddin Keykubat ve Osmanlı padişahları Orhan Gazi ile Murat Han’ın mühürlerinin bulunduğuna dikkat çekilmiştir. Şecerenin belirttiğine göre aralarında İzollu Aşireti’nin de bulunduğu 12 Türk aşireti, Selçuklular devrinde Horasan’dan Erzincan’a, Bağın ve Hüsnü Mansur kasabalarına gelmiştir. Aşiretin kökeni ile ilgili olarak bir diğer kaynakta ise Edip Yavuz, İzollu Aşireti’nin Hicri 1186 tarihinden öncede Urfa’da bulunana Milli Oymağı ile birlikte Urfa’da bulunduğunu, daha sonraları bunlardan bir kolun Elazığ’a geldiğini ve Baskil’in İzol köyüne adını verildikten sonra, Malatya’nın Besni Merkez ve Keysun bucaklarına yerleştiklerini belirtmiştir (Çetintaş, 2002: 54).

3.9. Karalar Aşireti

Kara kelimesi Türkçede sert, sağlam, çetin anlamalarına gelmektedir. Ayrıca kuzey anlamına da gelmektedir. Kuvvetli olan erkeklere genellikle kara lakabı kullanılmaktadır. Gözü kara olmak gibi. Aşiretin ismi de muhtemelen kuvvetli anlamına gelen kara kelimesinden gelmektedir.

Karalar aşireti Mamüratülaziz vilayeti dâhilinde Malatya Sancağına tabi Behisni Kazası aşiretlerindendir (Kenger, 2006: 38, 49; Ekiz, 2011: 35).

Günümüzde Adana taraflarında yoğun olan aşiret mensupları geçmiş dönemlerde bir kısmı Adıyaman yöresindedir. Karalar Aşireti’nden Elif’in yaşadığı olayı anlatan belge de aşiretten Behisni Karalar Aşireti olarak söz etmektedir (BOA, DH.EUM.2.Şb: 24/34). Bu gün Besni’ye bağlı Karalar adında köy bulunmaktadır.

1 Malatya iline bağlı Pötürge ilçesinin eski adıdır.

ADIYAMAN YÖRESI AŞIRETLERINE GENEL… İsmail FİRDEVSOĞLU

18

3.10. Kavi Aşireti

Konargöçer taifesinden olup Taşeli Kazası (Malatya), Hısn-ı Mansur’da yaşamışlardır (Türkay, 2005: 95), yine konargöçer taifesinden Kömür Kavisi Aşireti de vardır. Malatya, Kâhta, Hısn-ı Mansur Kazalarında yaşamışlardır (Türkay, 2005: 100).

Günümüzde aşiret mensupları ve halk arasından Kav, Gav Aşireti şeklinden telaffuz edilmektedir. Bunun nedeni zamanla söylene-söylene aşınma meydana gelmesidir.

1530 yılarına tekabül eden dönemde Hısn-ı Mansur’da bulunan bu Yörük taifesinden çok az bahsedilmektedir. Bunların toplam 84 hane 5 mücerred nüfusa sahip oldukları görülmektedir. 1540 yılında Yörük taifesi içerisinde en kalabalık olanıdır. Maraş Yörüklerinden olan bu taifenin çoğunluğu yaylak ve kışlak olarak kaldıkları yerlerde kendi boylarına ait yer isimleriyle anılmaktadırlar. Bu cemaatlerin yayıldıkları alanlar Kınık-ı Kebir, Kınık-ı Sağir, Ak Kavi, Korti, İsmaillü, Harun, Kuyucak, Ak Alan, Eygündür, Kalburcu, Kesrin, Kilyos, Bezirlü, Küçük Çerkezi ve Kızılca köyleridir. Mezraları ise Kalecik, Keşiş Kalesi, Küregan, İrağ Atlı, Arıkluk, Çatak, Kilisecik, Gödeli, Kızılsöz, Şamani ve Toylan’dır (Taştemir, 1999: 114-115).

Arşiv belgelerinde Kavi aşireti Kalyon, Kömür, İç-il, Taş-il Semmur, Paşa Kavisi şeklinde bahsedilmektedir. “Harput eyaleti dâhilinde Behisni kaymakamlığı idaresinde vaki’ Hısn-ı Mansur kazasında kâin Kömür Kavisi ibaresi bulunmaktadır (BOA, A.}MKT.MHM: 2/53). Bunun nedeni aşireti bulunduğu yerle birlikte kullanılmasıdır. Kalyon, Kömür, İç-il, Taş-il Semmur, Paşa bunlar Adıyaman yöresinden yer adlarıdır. Günümüzde bu yerlerin adları değişmiştir. Buradan aşiretin Adıyaman yöresinde geniş alana yayıldığı görülmektedir.

3.11. Kayalar Aşireti

Bozulus Türkmen Aşiretinden olan Kayalar cemaati Bozok Sancağı, Maraş, Adana, Haleb, Ankara, Karahisar-ı Şarki, Erzurum, Hama, Hums, Biga, Sığla, Beğşehir Sancakları, Toyran Kazası, Yeni il ve Hafik Kazaları, Rumeli, İznikmid Kazasında yaşamaktadır (Türkay, 2005: 427).

Birçok çalışmada özellikle Şeriye sicillerinin transkripsiyonunda Kayalar ve Kabalar Aşiretleri karıştırılmaktadır. Osmanlıca harflerinden be (ب) ve ye (ي) arasındaki tek nokta farklılığı bu hatanın temel nedenidir. Özellikle sicillerin yazım şekli bu hatalı okumaya sebebiyet vermektedir.

Adıyaman merkez ve ilçelerine bağlı birçok köyün adında Kaya geçmektedir. Bunların bir kısmı bu adı aşiretten gelmektedir.

ADIYAMAN YÖRESI AŞIRETLERINE GENEL… İsmail FİRDEVSOĞLU

19

3.12. Merdisi Aşireti

Merdasi, Merdesi, Merdisi, Mirdisi adlarıyla anılan aşiret Erzurum, Diyarbekir, Rakka, Mardin, Malatya, İçel, Kengiri, Kars, Eskişehir Kazası ahalilerinden olup göçebe taifesindendir (Türkay, 2005: 107-108). Mirdisi Aşireti ise Rakka, Maraş, Kerker Kazalarında idi (Türkay, 2005: 110).

Mirdas adından bir de hanedanlık vardır. Halep bölgesinden Selçuklular döneminden hâkimiyet süren ve daha sonra Diyarbekir ve Urfa taraflarına dağılmıştır. Mirdasiler ile Merdisi Aşireti aynı olması muhtemeldir.

Mirdas devletinin kurucusu Salih bin Merdas’dır. Salih bin Merdas, Cezire’deki büyük Beni Kileyyib aşiretinin reisiydi. H. 414’te Halep ve bağlılarını Fatımi devletinden savaşarak ele geçirdi ve devlet kurdu. H. 430’da Ramle’de Mısırlılarla yaptığı savaşta öldürülmüştür (Eroğlu, 2007: 78). Aşiretin ismi devletin kurucusu olan şahıstan gelmektedir.

Akkoyunlu devletini meydana getiren aşiretlerden biride Buldukani-Mardasi aşiretidir. Diyarbekir, Eğil’de bulunan aşiretin reisinin adı Buldukani olduğundan bu adla anılmaktaydı. Akkoyunlularla aralarından sıkı bir dostluk olan aşiret Akkoyunluların sona ermesiyle 1504’de Dulkadir Beyliğine tabii oldular (Erdem, 1991: 248-249).

Osmanlı Devleti döneminde bölge aşiretleri arasında pek sorun çıkarmamıştır. 1892’de Kâhta karyesinde Merdisi Aşireti ağası Abuzer Ağa Karınca Karyesinde kendi parası ile inşa ettirmiş olduğu Cami-i Şerif’i Sultan Abdülhamit Han Hazretlerinin adını vermiştir (BOA, İ.DH: 1275/100267). Aşiret ağasının vefat padişah adına cami yaptırması ve Sultan Abdülhamid Han’ın adını vermesi Haziran 1892’de Osmanlı Devleti tarafından dördüncü rütbeden Mecidi Nişanı verilmiştir (BOA, İ.DH: 1276/100404).

Kâhta haberi adlı internet sitesinde Merdisi aşireti hakkında ilginç bilgiler mevcuttur. Mirdasi gibi devlet kurmuş bir kavim nasıl olurda bu kadar kolay hem dil hem ırk değiştirir. Mirdasilerin henüz devlet kurmadan çok önceleri bazı aşiretler ile beraber yaşadığı Mirdasiler Haleb’e girdiğinde beraberinde bin kadar aşiret mensubu, Deylem, Avc (Bizans asıllı Müslümanlar) ve Türk vardır. Arapların müthiş bir korkuya kapıldığını ve gerek karşılıklı evlenmeler, gerekse irsi akrabalıklar o kadar çoktu ki nerede ise Mirdasilerin tüm askeri gücü ve idari bürokrasisini bu aşiretler teşkil ettiğini ve daha sonrasında tüm bunlardan dolayı Arap asıllı Mirdasilerin değişim yaşadığından söz eder. Daha sonra devletin yıkılması ile çeşitli bölgelere göç ettiklerinden bahsedilir (28.10.2012, www.kahtahaberi.com).

3.13. Rişvan Aşireti ve Cemaatleri

Konargöçer taifesinden olan Rişvan, Rişvanı, Rişvanlı Aşireti, Malatya, Ankara, Rakka, Haleb, Ayıntab, Kırşehri, Tosya Kazası, Maraş, Hısn-ı Mansur kazası, Nizib

ADIYAMAN YÖRESI AŞIRETLERINE GENEL… İsmail FİRDEVSOĞLU

20

Kazası (Haleb), Birecik, Siverek, Sivas ve Bozok’dadır. (Türkay, 2005: 125). Rişvan, Arapça “irşa” kelimesinden gelmekte olup; hızlı koşan ve iyi silah kullanan grup anlamına gelmektedir (Söylemez, 2011: 12).

Osmanlı Devleti döneminde birçok vilayetin yöneticiliği Rişvan aşiret mensubu beylere verilmiştir. Sadece Hısn-ı Mansur değil Malatya, Adana, Maraş başta olmak birçok vilayette yöneticiler atanmıştır. Birçok arşiv belgesinden Rişvanzade Bey’e, Rişvanzade Paşa’ya, beylerbeyi Rişvanzade’ye hüküm ki” gibi hükümler yer almaktadır. Maraş valisine ve Adana Mutasarrıfı Rişvan zadeye ve Rişvan voyvodasına hitaben emr-i ali ısdar (BOA, C.DH: 268/13368).

Rişvanzadeler; XVI. yüzyılın başlarında Malatya Sancağı sınırları dâhilinde yaylak-kışlak hayatı yaşayan ve daha sonraki tarihi süreç içerisinde Batı Anadolu, Orta Anadolu ve hatta Rumeli’ye kadar yayılan, XIX. yüzyılın ortalarına gelindiğinde ise Malatya’dan başlayarak İzmir’e kadar Anadolu’nun büyük bölümüne dağılan Rişvan Aşireti’nin beyleridir. Söz konusu aşiretin XVI. yüzyılın sonlarında bölgede önemli bir güç haline gelmesi sonucu aşiret-devlet ilişkilerinin olumlu bir zeminde başlaması ve gelişmesi sürecine girilmiştir. Nitekim XVII. yüzyılın başlarında aşiret beylerinden Mustafa Bey’in, paşa rütbesiyle Osmanlı Ordusunun 1618’deki İran Seferi’ne katıldığı ve Osmanlı-İran savaşında şehit düştüğü tarihi kaynaklardan anlaşılmaktadır (Söylemez, 2010: 166).

Rişvan Aşiretine bağlı birçok cemaat bulunmaktadır. Bu cemaatler Hacı Ömerli, Hıdırsorlu, Geleri, Celikanlı, Mülükanlı, Mendollu, Zerukanlı, Boğrası, Rumiyanlı, Mansur, İzdeganlı, Mansurganlı, Rişvan, Çakallı, Dalyanlı, Dımışklı, Hacılar, Halikanlı, Hamdanlı, Hacı Musa, Hamo, Hamidli, Hoşnişin, Şefikanlı, Azizli, Bektaşlı, Bereketli, Benamlı, Cudikanlı, Rudikanlı, Mahyanlı, Belikanlı, Baziki, Dumanlı, Hacebanlı, Hacı Bereketli, Hıdıranlı, Mesdikanlı, Okçuyanlı, Keleçorlu, Köseyanlı, Şeyhbalanlı, Terkenli, Terziyanlı, Sevirli’dir (Söylemez, 2011: 20-37). Bu cemaatler her ne kadar Rişvan Aşireti cemaatleri olsalar da zamanla nüfus olarak büyümeleri ve farklı alanlara gitmelerinden dolayı aşiret diye bahsedilmiştir.

Bazı belgelerde Rişvan adı cemaatin adıyla beraber kullanılmışsa da “Behisni ve Hısn-ı Mansur kazaları havalisinde bulunan Dalyanlı Rişvan Aşireti” (BOA, A.}MKT: 64/89) gibi, bazı belgelerde Rişvan adı hiç kullanılmayarak “Behisni Kazasına tabi Köseyanlı Aşireti sakinlerinden” (Kenger, 2006: 59)1 cemaatten aşiret olarak bahsetmiştir.

3.13.1. Celikanlı Cemaati

Yörük Taifesinden Çalikanlı, Çelikanlı, Çelikanlı Muroğlu adını taşıyan aşirette vardır. Bu aşirette Adana, Sivas, Maraş, Hısn-ı Mansur Malatya sanacaklarında yaşamaktaydı (Türkay, 2005: 70) ayrıca Celikanlı Aşireti de yine bu aşiretle aynı olup Türkmen Taifesinden, Maraş ve Malatya Sancağındadır (Türkay, 2005: 68). Rişvan 1 BOA, MŞH.ŞSC.d: 1843 olarak kayıtlı Şeriye Sicilini yüksek lisans tezi olarak çalışılmıştır.

ADIYAMAN YÖRESI AŞIRETLERINE GENEL… İsmail FİRDEVSOĞLU

21

Aşireti cemaatlerinden olan ve tahrir defterlerinde Celikan olarak kaydedilen cemaat XVI. Yüzyılda Kâhta’da konargöçer hayatı yaşamaktaydı. XIX. Yüzyıl belgelerinde Çelikanlı olarak kayıtlıdır (Söylemez, 2011: 21).

Cumhuriyet döneminden önce küçük bir köy olan Çelikan, Cumhuriyetten sonra 1954 yılına kadar “Çelikan” adıyla Malatya’ya bağlı bir bucak merkezi idi. Bugünkü Adıyaman iline bağlı bir ilçe merkezi olan Çelikhan, ismini Rişvan Aşiretinin Çelikanlı Cemaati’nden almıştır (Söylemez, 2002: 45). Aşiretlerin birçok köy-bucaklara isim verdiği bilinmekle beraber ilçeye de isim verdiği görülmektedir.

Çelikanlı Aşiretinin ismi Osmanlıca yazımdan dolayı ismi farkı okunmaktadır. Osmanlıca yazımda kullanılan Arapça harfler arasında “ç” harfi bulunmadığından “ç” yerine “c” kullanılmıştır. Fakat Osmanlıcaya Arap alfabesinden olamadığı halde Türk dilinde var olan “ç, p, j” harfleri eklenmiştir. Arapçadaki cim(ج) harfine ek olarak çim(چ) harfi Osmanlıcaya eklenmiştir. Çelikanlı Aşiretinin adının geçtiği belgelerde 1859 tarihli (BOA, A.}MKT.MHM: 156/43) ve 1862 tarihli (BOA, MVL: 647/69)’de .şeklinde yazılmıştır. Bu yazılış Celikanlu, Cilikanlu şeklinde okunabilmektedir جلیكانلو1892 tarihli (BOA, DH.MKT. 1960/37) ve 1866 tarihli (BOA, A.}MKT.MHM: 348/64) şeklinde yazılmıştır. Bu yazılış Çelikanlu, Çilikanlu, Çelikanlı, Çilikanlı چلیكانلي - چلیكانلوşeklinde okunabilmektedir Hatta bazı kimseler Osmanlıca yazım şekillerinden kaynaklanan ve zamanla aşınmalardan dolayı “ye” harfini “be” olarak okumakta ve Celebkanlu şeklinde telaffuzlarda söz konusudur.

3.13.2. Dalyanlı Cemaati

Rişvan Aşireti cemaatlerinden olan Dalyanlı Cemaati, konargöçer taifesinden olup Hısn-ı Mansur kazası, Halep ve Maraş Eyaleti, Sivas, Malatya, Rakka, Ruha Sancaklarında yaşamışlardır (Türkay, 2005: 264).

İsmine XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren rastlanmaktadır. XIX. Yüzyıl başlarından itibaren Sivas Uzunyayla’da yaylayıp Halep taraflarında kışlamaktaydı (Söylemez, 2011: 27).

3.13.3. Gelerli Cemaati

Rişvan Aşiretinden olan Kelleli Cemaati, Keler ve Kelerli şeklinde geçmektedir. XVI: yüzyılda Malatya, Kâhta ve Hısn-ı Mansur çevresinde konargöçer hayatı yaşayan Kelleli Cemaati’nin daha sonraki dönemlerde Arapkir sancağının Eğil Kazası, Antep ve Kilis sancaklarında konargöçer olarak bulundukları ifade edilmektedir. Günümüzde Malatya ve Adıyaman’da yerleşik olarak yaşamakta ve Gelerli olarak zikredilmektedir (Söylemez, 2011: 21).

Adıyaman bölgesi aşiretlerinden Geler aşireti, Keler olarak da yazıldığı görülmektedir. Bunu sebebi Osmanlıcada Arapça harflerin kullanımıdır. (BOA,

ADIYAMAN YÖRESI AŞIRETLERINE GENEL… İsmail FİRDEVSOĞLU

22

DH.MKT: 2381/29)’da كلرى şeklinde yazılmaktadır. Bu isim Keleri, Geleri şeklinde de okunabilmektedir. Bundan dolayı iki isimde aynı aşireti kastetmektedir. 3.13.4. Hıdırsorlu Cemaati

Hısn-ı Mansur Kazası Yörük taifesinden bir cemaattir (Türkay, 2005: 359). Rişvan Aşireti cemaatlerinden olan Hıdırsorlu son zamanlara kadar Rişvan Aşireti yaylağı olan Bulam’ı kullanıyordu (Söylemez, 2011: 21).

Adıyaman yöresi aşiretlerinden olan Hıdırsorlu Aşiretinin isminin yazımında imla hataları mevcuttur. Şeriye sicili çalışmalarından Hızır Sorlu, Hıdırasor, Hızır Resul şeklinde yanlış okumalar mevcut olmakla beraber aşiret mensupları günümüzde dahi Hıdırsorlu olarak zikredilmektedir. Tahrir defterlerinin inceleyerek kitabında yer veren Taştemir (1999: 117), aşiretin adını Hızır Sevrani Cemaati olarak zikretmişse de bu Hıdırsorlu Aşireti’dir.

3.13.5. Köseyanlı Cemaati

Rişvan Aşiretinin XVI. yüzyıl cemaatlerinden olan Gelerli Cemaatinin bir kolu olarak sonraki asırlarda Köseyanlı ismiyle ayrılan bir cemaat olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu cemaat XVIII. yüzyıldan itibaren Malatya, Besni, Samsat ve Hısn-ı Mansur kazalarında göçebe hayatı yaşamaktaydı. Günümüzde aynı yerlerde kalabalık bir cemaat olarak bulunmaktadırlar (Söylemez, 2011: 36).

Çelikhan ilçesine bağlı Köseuşağı, Samsad Nahiyesine tâbi Köseler Köyüi, Kâhta ilçesine bağlı Köseler, Besni Çakırhöyük Bucağına bağlı Kösyanlı ve Köseceli köyleri, yine Besni’nin Tut Nahiyesine tâbi Köseli Köyü de, isimlerini Rişvan Aşiretine tâbi Köseyân (Köseyânlı) Cemaati’nden almışlardır (Söylemez, 2002: 45).

3.13.6 Mülükanlı Cemaati

Mülükanlı, Mülükanlu, Müyükanlı, Müyükanlu, Mülikanlı Hasan, Mülikanlı Hacımusa, Mülükanlı Hamo, Mülikanlı, Mürikanlı, Mülikanlı Hacıbekir isimlerinin kullanıldığı Mülükanlı Aşireti konargöçer taifesi Hısn-ı Mansur ve Kâhta kazaları, İnecik kazası, Malatya, Bozok sancağı, Ergani kazası, Sivas’ta yaşamakta olup Rişvan Aşiretindendir (Türkay, 2005: 510).

Koyunculuğu ile meşhur olan bu Rişvan Aşireti cemaati günümüze kadar konargöçer hayatı yaşayarak koyun beslemeye devam etmiştir. Malatya çevresinde yaşayan Mülükanlılar, Rişvan Aşiretinin XVI. yüzyılda yaylağı olan Sürgü ve Bulam köyü arasında yaylalara XX. Yüzyıl boyunca gitmeye devam ediyorlardı. Bugün Malatya ve çevre köylerde bulunan Mülükanlı cemaati için Molikanlılar tabiri kullanılmaktadır (Söylemez, 2011: 22).

ADIYAMAN YÖRESI AŞIRETLERINE GENEL… İsmail FİRDEVSOĞLU

23

3.13.7. Rumyanlı Cemaati

Rakka, Maraş, Hısn-ı Mansur, Erzurum, Kars ve Çıldır eyaletlerinde yaşamaktadırlar (Türkay, 2005: 125).

1519 ve 1524’te Hısn-ı Mansur’da meskûn olarak gösterilmekte ve İzzeddin Bey reayası arasında zikredilmektedir. 1536 tahririnde ise Kâhta kazasına tabi olarak kaydedilmiştir (Söylemez, 2011: 24).

Rum tabiri Anadolu için kullanılmıştır. Daha önceden Anadolu’da Roma İmparatorluğu olduğundan Rum tabiri Anadolu toprakları için kullanılmıştır. Anadolu kadını için Baciyan-ı Rum kullanılmış olup Anadolu Bacıları anlamına gelmektedir.

3.13.8. Zerukanlı Cemaati

Konargöçer taifesinden olup Rakka, Hısn-ı Mansur, Aksaray, Diyarbekir, Erzurum, Mardin, Kâhta, Eyübeli (Aksaray) kazalarındadırlar (Türkay, 2005: 146).

Zerukanlı Cemaati, Rişvan Aşiretinden olup, XVI. yüzyılda da Malatya sancağının Kâhta kazasında, konargöçer iken 18. yüzyılda başlarında Hısn-ı Mansur kazasının Gülek karyesinde meskûndular (Söylemez, 2011: 23).

3.14. Sinemilli Aşireti

Sinemilli sözcüğünün kökenine ilişkin hikâye şöyle anlatılır: ‘Altı yüzyıl önce Harput’un gümüş madenlerinden buraya göç ettik. Orada hamile olan bir genç kız yaşamaktaydı. Onu canlı canlı gömdüler. Kapatıldığı kabirde çocuğunu doğurdu ve onu emzirdi. Sonunda yoldan geçen birisi, bebeğin ağlamasını duydu ve mezarı açmak için adam topladı. Çocuk büyüdü ve ‘Mezardan gelenler’ (Sinemilli) diye anılan aşiretin kurucusu oldu. Sinemilli adının kökeni hakkında Sinemilli kaynak kişilerce verilen diğer bir açıklıma ise şöyledir: Ocağın/aşiretin kurucusunun gerçek adı Sinan’dır. Dolayısıyla Sinemilli bileşik sözcüğünün ilk kısmı bu Sinan adının ilk hecesi olan Sin’den gelmektedir. Kelimenin ikinci kısmı ise millidir. Dolayısıyla Sinemilli, Sin-i Milli yani Mil’li Sinan anlamına gelmektedir (Karakaya, 2006: 39-40).

Sinemilli Aşireti eskiden beri Maadin-i Hümayun reayasından olup bir müddetten beri Maadin-i Hümayuna bağlı kimselerin tecavüzü ile rahatları bozulduğundan Maraş eyaletine nakl ve iskân eylemişler fakat Maadin-i Hümayundaki rahatlığı bulamadığından ve bu aşiretin hoş-nişin1 olduğundan her ne tarafta zulüm görürler ise oldukları mahalli terk etmek ve rahat his eyledikleri mahalle gitmek adetleri idi (BOA, C.DH: 18/871). Sinemilli Aşiretinin başlı başına müstakil bir aşiret olarak eskiden her nerede olurlarsa olsunlar kendilerinin Maadin-i Hümayun reayası olarak gördükleri ve madene yıllık yedi bin beş yüz guruş kömür bedeli ödedikleri görülmektedir (BOA, C.DH: 49/2444). 1 Hoş-nişin (خوش نشین): Rahat yerleşmiş, göçebe (Develioğlu, 2008: 376).

ADIYAMAN YÖRESI AŞIRETLERINE GENEL… İsmail FİRDEVSOĞLU

24

Maraş tarafı aşiretlerinden olmasına rağmen, 1827 yılında “Maraş eyaletine nakl ve ikameleri bu tarafın uygunsuz eylediği müstecab eylediği misülli bu defa bu tarafa dehaletleri eyalet-i merkumeye bir gün vergi ve maktuaları olmayarak kendi başlarına hoş-nişin aşiretten oldukları celb ile Behisni Kazası dâhilinde caddeye karib bed-hali mahalle de ikamet ettikleri surette beytüllahü’l-haram ve alel-husus İran hicacının da rastları olan tarik bir kat daha kesb-i emniyet edeceği ve aşiret-i mezkurenin eyalet-i mezbureye emval-i miri vesair cihetle bir nafakaları olmadığından başka an-asıl dahi Maadin-i Hümayun reayasından olduklarından senevi ol-miktar kömür bedeliyesi vermek şartıyla kaza-i mezkûrun bir mahaline ikameleri hem Maadine menfaati muceb hem emniyet-i tarike medarı müstecib olacağından ol-vechle Behisni kazasında bed-hali mahallede iskânları hususuna müsaade-i aliye istihsaliyle ol-bab da lazımü’l-sudur olan emr-i aliyenin ısdar ve irsaline hemt” şeklinde Harput Valisine hüküm gönderilmiştir (BOA, C.DH: 18/871). Bu aşiretin vergi borcu olmadığından ve rahatı sevdiğinden bahsedilerek zulme uğradığından Besni’ye yakın (caddeye karib) bir yere nakilleri söz l-konusudur. Üstelik nakil edildikleri yer İran hacılarının yolu olmasından dolayı bu yolunda güvende olacağı vurgulanmıştır.

Sinemilli aşiretinin Orta Asya’dan gelmiş oldukları bilinmektedir. Her ne kadar dillerinde değişme olmuşsa da Türkmen Alevisi’dirler. Pazarcık’ta bulunan Sinemilli aşiretinin köyleri: Başpınar, Bozlar, Milyanlı, Üngütlü, Bayırlı, Milyanlısoku, Karaağaç, Çamlıca, Tetirlik, Çiçekalanı, Şallıuşağı, Armutlu, Söğütlü, Çınarlı, Alibeyuşağı, Maksutuşağı, Zeynepuşağı, Emiruşağı, Denizli, Halkaçayırı, Kelibişler, Cennetpınarı, Bayramgazi, Akdemir, Bölükçam, Salman-ı Pak, Yolboyu ve İncirli’dir (12.04.2013, www.pazarcik.gov.tr).

3.15. Şambayat Aşireti

Bayat, Oğuz boylarından biridir. Kaşgarlı Mahmud Divan-ı Lügati’t-Türk’te Oğuz boyları listesinde Bayatlar’a dokuzuncu sırada yer vermiştir. Fahreddin Mübarekşah’ın Türk ve Oğuz boyları listesinde de Bayatlar zikredilmiştir. Reşidüddin ise listesinde Bayat’ı Bozok boyları arasında saymış ve boyun adına “devletli ve nimeti bol” şeklinde mana vermiştir. Yine aynı müellif Bayatlar’ın damgasını göstermiştir (Sümer, 1992: 218).

XVI. yüzyıla ait tahrir defterlerinde Anadolu’da Bayatlara ait 42 yer adı olup, bunların hepsi de Anadolu’nun orta ve batı bölümlerinde bulunmaktadır. Bu yer adlarından Bayatların Anadolu’nun fethine katılmış olduklarını anlayabiliriz. Bu yer adlarından başka, XIV. yüzyıldan beri Kuzey Suriye’deki Türkmenler arasında önemli sayıda bir Bayat kümesinin yasamakta olduğu da görülmektedir. Yine aynı dönemden itibaren kendilerinden bahsedilmeye başlanan Dulkadir oğulları, İnal oğulları, Köpek oğulları, Gündüzlüler gibi ailelerin Bayat veya Avşar boyundan çıktığı anlaşılmaktadır. Bayatlar; Halep Türkmenleri Bayatı, Sam ve Trablus Bayatları, Bozulus Bayatları, Dulkadirli Bayatları (Bozok, Yeni il, Ulu Yörük, Ankara, Maraş), Kütahya Bayatları,

ADIYAMAN YÖRESI AŞIRETLERINE GENEL… İsmail FİRDEVSOĞLU

25

Irak ve El Cezire Bayatları, İran Bayatları (Ak Bayatlar, Kara Bayatlar, Şam Bayatı) adlarıyla çok geniş bir sahaya yayılmışlardır (Sümer, 1980: 223-236).

949 tarihli Bozok sancağı defteri göre, bu mıntıkada yaşayan Şambayadı kabilesi, başta onun muhtelif yerlerde yaylayan Hızırlı adlı büyük oymağı olmak üzere Kızıl Donlu, Küştemürlü, Şeyhlü, Şereflü, Eğlenlü ye Şambayadı adlarını taşıyan oymaklardan müteşekkil bulunmaktadır. Bu kabile adı geçen defterin tetkikinden anlaşıldığına göre, umumiyetle iki cepheli bir hayat yaşamaktadır. Yani yazın Bozok’ta muhtelif ekinliklerde çiftçilik yapan, bu kabile, umumiyetle kışın Arabistan1da kışlamaktadır ki, kendisine Şambayadı diye adlandırılmasının sebebi de buradan gelmektedir (Demirtaş, 1949: 325).

Dulkadir iline dâhil bulunan Bayatlar Şambayadı adını taşırlar. Bu Bayat kolu, Kuzey Suriye’deki Bayatlara mensuptur. Şambayadı’na mensup bir oymağın Behisni’ye tabi Korucu adlı köyde 40 vergi nüfusu vardı (Sümer, 1999: 248-250).

Behisni Kazasının Korucu adlı köyü ile Malatya Sancağının 1560 yılı tahririne göre Behesni Kazasına tabi Devle Köyü’nün “Koru” adlı bir mezraası aynı yer olmalıdır. Muhtemelen bu köyde yaşayan Şambayadı Türkmenleri daha sonra, Besni ilçesine bağlı bugünkü Şambayat Nahiyesine iskân edilmişler ve bu yerleşim yerine kendi adlarını vermişlerdir (Söylemez, 2004: dipnot 52). Şambayat bugün Besni’ye bağlı bir beldedir.

Anadolu’da çıkan Sahte Şah İsmail isyanında başı Şambayadı Türkmenleri arasında birisi çekmiştir. Anadolu Türkmenlerine yönelik olan bu yoğun Şiileştirme faaliyetinin bir sonucu olarak da, bu bölgede bulunan Şambayat Türkmenleri arasında bir şahıs ortaya çıkarak “Ben Şah İsmail’im” deyip halkı etrafında toplamaya başlamıştır (Söylemez, 2004: 78). İsyan daha sonra bastırılmıştır.

Dulkadir Türkmenleri, Safeviyye tarikatının en eski müritlerinden olup tarikatın erken dönemlerinden itibaren Erdebil’e yerleşmeye başlamışlar, Şeyh Cüneyd ve Haydar’ın faaliyetlerine fiilen destek olmuşlardı. Şah İsmail’in Erdebil’de gizlenmesi de yine Dulkadirliler tarafından sağlanmıştı. Şah İsmail’in çağrısına en büyük desteği veren ve kalabalık bir şekilde onun hizmetine girenlerden önemli bir bölümü yine Dulkadirli Türkmenleriydi (Döğüş, 2012: 372).

3.16. Tilkiler Aşireti

Türk asıllı olan fakat Kurmançça konuşan “Yilkü”lerin, Orta Asya’dan gelirken Luristan’da Farsçanın tesirinde kalarak, karma bir dil öğrendikleri anlaşılmaktadır. Batı Türkmenistan’da, Horasan taraflarındaki Teke Türkmen ırkı iki büyük oymaktan ibaret olup, Ödemiş ve Tohtamış’tır. Tohtamış ise 64 gruba ayrılmış bunlardan biride

1 Birçok arşiv belgesinde de konargöçer aşiretlerinin Arabistan’da kışlamakta olduğunu belirtir. Söz

konusu mahal günümüzde ki Arabistan değil Güney Anadolu ve Kuzey Suriye (Maraş, Antep, Halep) bölgesidir (Söylemez, 2011: 178).

ADIYAMAN YÖRESI AŞIRETLERINE GENEL… İsmail FİRDEVSOĞLU

26

Tilki’dir. Türkiye’de Tilkili, Tilkiler, Tilki isimlerini alan 15 köy vardır (Eröz, 1982: 110-111) .

Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş kitabında yabancılaşan boy ve oymaklar sayarken bunlar arasında Tilki’de vardır (Kaya, 2004: 133).

3.17. Adıyaman Yöresindeki Diğer Aşiretler

Bakuki (Bozuklu), Binkanlı, Biziki Geylan, Boykanlı, Böyek, Cuybanlı, Çevganlı, Dirikanlı, Fıskılı, Günganlı, Gürgenli, Hacıhalanlı, Halikanlı, Horanlı, Kabalar, Kartal Uşakları, Kavadzi, Kazırlı, Kerişan, Kerker, Malikani, Mihmadlı, Musaoğulları, Nohutlu, Partibaşı, Payamlı, Puskilan, Reşi, Rutan, Sakallı, Seçen, Sinanlı, Tirebeğli, Türkoğlu, Zağfiranlı, Zukan Aşiretleri de Adıyaman yöresindedir. Fakat bu aşiretler hakkında yeterli bir bilgiye ulaşılamamıştır.

Dirikanlı, Özellikle Malatya yöresindeki Diricanlı, diğer bölgelerde ise Dirijan olarak bilinen aşiretle ile aynı olmalıdır.

Partibaşı Aşireti; Milli mücadeleye verdiği destekle ön plana çıkmaktadır. Daha önceki dönemlerde adına rastlanmamıştır. Birçok protesto telgraflarında Partibaşı aşireti ağalarının imzası bulunmaktadır.

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN SOSYAL… İsmail FİRDEVSOĞLU

27

4. ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN SOSYAL MÜNASEBETLERİ

Sosyal bir varlık olan insanoğlu sosyal ilişki ile varlığını, kültürünü devam ettirmektedir. Aşiret mensupları soysal varlık olan insan oldukları için bir diğer aşiret ya da normal halk ile ilişki içinde olmaları doğaldır. Aşiretler yerleşik halk ile genellikle yayla-kışlak arasında gidiş dönüşlerde hayvanların ziraat alanlarına zarar vermesi üzerinedir. Aynı zamanda başka aşiretlerle, yaylak-kışlak yeri sorunu ya da eşkıyalık olayların gibi nedenlerden dolayı ikili ya da çoklu ilişkiler mevcuttur.

Sinemilli Aşireti eskiden beri Maadin-i Hümayun reayasından olup bir müddetten beri Maadin-i Hümayuna bağlı kimselerin tecavüzü ile rahatları bozulduğundan Maraş eyaletine nakl ve iskân eylemişler fakat Maadin-i Hümayundaki rahatlığı bulamadığından ve bu aşiretin hoş-nişin olduğundan her ne tarafta zulüm görürler ise oldukları mahalli terk etmek ve rahat his eyledikleri mahalle gitmek adetleri idi (BOA, C.DH: 18/871).

4.1. Adıyaman Yöresi Aşiretlerinin Birbiriyle Çekişmesi

Aşiretler, bazı durumlarda birlikte hareket ettiği, bazı durumlarda ise karşı karşıya geldikleri olmuştur. Bu konuda hem arşiv belgeleri hem de yazılı kaynaklarda birçok bilgi mevcuttur.

Aşiretler arasından çekişme yaşanması oldukça doğal bir olaydır. Çünkü kendi hâkimiyet alanlarını, hayvanları için tuttukları yayla ve su kaynaklarını sürekli olarak korumak durumunda idiler. Hal böyle iken hayvanlarının besin ve su kaynaklarına yapılan en ufak bir işgal dahi çekişme sebebidir. Aşiretler için hayvanları ekonomik olarak gelir kaynaklarının en önemlisi bazıları için tek gelir kaynağıdır.

Kâhta aşiretleri arasında bir müddetten beri çekişme, bozukluk olduğu kaza kaymakamlığı tarafından taraflara nasihatte bulunulunca aşiret ağaları yaptıklarından pişman olmuşlardır. Yapmış oldukları hareketlerden dolayı Hatt-ı Ali (ferman) ile inat nakdiyesi adı altında on beş bin küsur guruş vermeyi de taahhüt etmişlerdir. Ayrıca aralarında yine sorun çıkması muhtemel olduğundan bunun iyice tahkim edilmesi istenmiştir (BOA, BEO: 3327/249490).

Kâhta aşiretleri arasında yaşanan başka olaylardan dolayı mahkûm olan ahali ve aşiret reislerinin, şimdilik aşiretlerin iyi geçindiği için bir defaya mahsus olmak üzere af edilip gönderilmesi istenmiştir (BOA, DH.MKT: 2696/64, 1). Hükmün devamında Samsad Aşireti reisi imzası ile Sadrazam makamına çekilen telgrafta Kâhta Aşiret ağalarının tahliye oldukları halde kendisinin hala tutuklu olduğunu ve telgrafı gözyaşları ile yazdığını kendisinde aynı kanundan yararlanmak istediğini belirtmiştir (BOA, DH.MKT: 2696/64, 2).

Urfa Mutasarrıflığına gönderilen hükümde Atmalı ve Hüveydi Aşireti ile Dalyanlı Rişvan Aşireti arasında meydana gelen fenalığın önünün alınması istenmiştir.

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN SOSYAL… İsmail FİRDEVSOĞLU

28

Aşiretlerin şimdi yaylalarında olduğu dönüş zamanında tedbirlerinin alınması istenmiştir (BOA, MVL: 633/69).

Kâhta Aşiretleri arasında karşılıklı düşmanlığın kaldırılması için Kâhta aşiret ağaları merkez kazaya davet edilerek Kanun-ı Esasiye hükümlerine göre adalet içinde yaşamaları ve düşmanlığın terk edilmesi eylenmesi istendiğinde aşiret ağaları tutuklu bulunan aşiret mensuplarının tutukluluğunun devam etmesinin düşmanlığı artırdığından bahsederek bunların bir defaya mahsus olmak üzere af edilmeleri talebinde bulunmuşlardır. Eğer tekrardan düşmanlık eden olursa hükümet tarafından derhal takip edilerek her kim olursa olsun ister ahali ister ağa tutuklanmasını istemişlerdir (BOA, DH.MKT: 1288/16).

Kâhta ve Gerger kazaları aşiretleri arasına nifak sokmak için Kâhta ve Gerger aşiretlerince Bucak nahiyesine yapıldığı bildirilen saldırının Bucaklılar tarafından yapıldığının anlaşıldığı, Siverek merkezinden bazı muhtarların imzasıyla Gergerli Ali Kâhya hakkında çekilen telgrafın sahte imzalı olduğunun anlaşılması gerekli tahkikatın yapılması istenmiştir (BOA, DH.MKT: 1755/13). Böylesi bir girişimin sebebi başka aşiret ya da bölge ahalisinin birbirini çekememesi aralarında yaşanan başkaca sorunlarından dolayı kendilerince intikam olarak görmüş olabilir.

Kavi, Rişvan ve Merdisi aşiretlerine mensuplarının birbirleriyle çatışmasına sebebiyet verdikleri suçlamasıyla mahpus bulundurulduklarından bahisle Kâhta eşrafından Osman ve Bekir arkadaşlarının imzasıyla çekilen telgrafta şikâyette bulunmuşlardır (BOA, DH.TMIK.M: 188/19). Bu şikâyetten şu çıkarılabilir ki hatırı sayılır kişiler olmasına rağmen devlet aşiretler arasında düşmanlıklara yol açacak bir hareketin yaşanmasını istememektedir.

Aşiretler arasındaki çekişme ve mücadeleler bazen vahim boyutlara kadara ulaşabiliyordu. Kâhta kazasında aşiretler arasında geçmişten beri devam eden sorunlardan dolayı aşiret mensupları diğerinin köylerine hücum ederek ölüm getirip ve yağma yapmalarından aşiret ağaları sorumlu tutulmuştur. Olaylara il jandarması müdahale edip dördüncü ordunun da yardımı ile aşiret ağalarından Bedir ve Abuzer Ağalar, Malatya’ya götürülerek adliyeye teslim olunmuş daha sonra Malatya Mutasarrıfından gelen yazıda olaylara Hacı Ahmet, Narinceli Emin ve Hamik Ağaların sebep olduğu bildirilmiştir. Konunun önemli olmasından dolayı cezaların karşılığı olarak verilecek hükümler öncesi Adliye Nezaretinin görüşü istenmiştir (BOA, DH.TMIK.M: 160/46).

Kâhta aşiretleri sürekli bir düşmanlık içinde olması ve bunun önünün alınmadığı görülmektedir. Yaşanan olayların cahilane ve adat (gelenekler) halini aldığını aşiret mensuplarının diğerine saldırı da bulunan bazı aşiret halkının saldırının men edilmesi için bazılarının tutuklandığı belirtilmiştir. Tutuklananlardan bazılarının dağlara, Urfa ve Siverek bölgelerine kaçtığını jandarmanın bölgelere sevk edildiği güvenliğin sağlandığı belirtilmiştir. Sorun çıkaran aşiretlerin yerini değiştirmek yerine aşiret ağaları arasındaki husumet giderilmiştir (BOA, DH.TMIK.M: 225/15).

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN SOSYAL… İsmail FİRDEVSOĞLU

29

Kâhta kazası Geler Aşiretiyle Bulam, Çelikan ahalisi tarafından Kavi Aşireti köylerine hücum ederek Kavi Aşiretinden üç kişinin katledilmesi bize aşiretler arası çekişmenin boyutunu göstermektedir (BOA, DH.MKT: 2381/29). Geler Aşiretinin yerleşik köylülerle işbirliği yaptığı görülmektedir. Fakat kuvvetle muhtemeldir ki bu köylerde eski göçebe aşiretlerden yerleşenlerin varlığı söz konusudur. Bulam ise Hıdırsorlu Aşireti’nin yaylağıdır (Söylemez, 2011: 21). Zaten Çelikan adından bir aşiret olduğu aşikârdır.

Hısn-ı Mansur aşiretlerinin mücadele-çekişme içinde olması devlet tarafından hoş karşılanmamıştır. Osmanlı devleti halkının huzuru ve asayişinin temin edilmesi konusunda çok hassas olduğundan Halep ulemasından Küçük Mehmet Efendi zade Süleyman Salim Efendinin mücadelede bulunan aşiretlere dini meselelerde vaaz ve nasihatlerde bulunmak üzere görevlendirilmiştir (BOA, BEO: 2069/155131).

Kâhta ve Hısn-ı Mansur kazaları aşiretleri arasında husumet-i kadime yani eskiden beri devam eden düşmanlık vuku bulduğundan dolayı düşmanlıkların şimdilik bertaraf edildiğinden bahisle mücadelenin olduğu iki bölge sınırında bulunan yerli yersiz ikamet eden otuz kadar köylü yerinden olmuştur (BOA, ŞD: 2707/30). Aşiretlerin arasındaki olayları önlemeye yönelik doğru bir tespit 1901 yılında yapılmıştır. Hısn-ı Mansur ve Kâhta kazaları aşiretleri arasındaki gasp, katliam ve çatışma hareketlerinin ancak aşiret reislerinin haklarında kanuni takibat ifası ile durdurulabileceği görüşü öne sürülmüştür (BOA, DH.TMIK.M: 92/22).

Aşiretlerin devamlı olarak hasmane hareketlerde bulunduğunu düşünmekte doğru değildir. Yerine göre aşiretlerin beraber hareket ettiği de olmuştur. Aşiretler adına hareket ettiğini söyleyen Şerif Paşa’nın Ermenilerle yaptığı anlaşma neticesinde bir yandan Ermeni isteklerini kabul ederken diğer yandan da aşiretlerin Osmanlı idaresinden ayrılıp İngiliz himayesine girmesini öngörmekteydi. Bu anlaşmanın gazetelerde yayınlanması bölge insanı arasında ciddi tepkilere yol açmış ve İstanbul’a protesto telgrafları gönderilmiştir. Adıyaman ve Kâhta halkı da bu duruma duyarsız kalmamış, 1 Mart 1920 tarihinde Sadrazama çekilen telgrafın altında Hısn-ı Mansur Müftüsü Hakkı, Belediye Başkanı Ahmet, Bezliki Aşireti Reisi Hüseyin Ağazade Şeyh Hasan, Melvekani Aşireti Reisi Hüseyin Ağazade Ali, Hıdırsor Aşireti Reisi Ali Ağazade Abuzer, Kavi Aşireti Reisi Nebi Ağazade Mehmet, Kâhta ilçesinde Merdisi Aşiret Reisi Hacı Abuzer zade Emin, Rişvan Aşireti Reisi Hacı Hüseyin beyzade Hacı Bahaeddin’in imzaları bulunmaktaydı (Doğan, 2012: 567).

Aşiretler arasındaki mücadeleler devlet memurları tarafında dizginlenmekteydi. Öyle ki 1901 yılında Kâhta Kaymakamlığından Hısn-ı Mansur kaymakamlığına atanan Mehmed Refik Bey’in Kâhta’dan ayrılmasının aşiretler arasındaki teskin edilen mücadelenin yeniden başlayacağını bu yüzden bu yer değişikliğinin yapılmaması istenmiştir. Hısn-ı Mansur kaymakamlığına Kâhta kaymakamı yerine Behisni kaymamı ile yer değişikliği yapmasının daha uygun olacağı belirtilmiştir (BOA, DH.MKT: 2566/71).

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN SOSYAL… İsmail FİRDEVSOĞLU

30

4.2. Rişvan-Kavi Aşiretleri Çekişmesi

Adıyaman yöresi hakkında yapılan Başbakanlık Osmanlı Arşivi taramasında genellikle Rişvan Aşiretine ait belgelere rastlamaktayız. Kavi Aşireti ise Rişvan aşiretine göre küçük bir aşirettir. Fakat birçok arşiv belgesinde Rişvan-Kavi Aşiretleri çekişmesinden, kavgasından bahsetmektedir.

Birçok arşiv belgesinde Rişvan ve Kavi aşiretleri arasında mücadelelerde aşiretlerin ismi zikredilirken bazı belgelerde Kâhta ve Hısn-ı Mansur aşiretleri mücadelesi olarak geçmektedir. Kâhta ve Hısn-ı Mansur aşiretlerinin mücadelesi şeklindeki belgelerin Rişvan-Kavi aşiretlerinin mücadelesini kastettiği bu iki aşiretin tanınmış ağalarının isimlerinin geçmesinden anlaşılmaktadır. Kâhta ve Hısn-ı Mansur Kazaları aşiretleri arasında meydana gelen katl ve gasptan dolayı Malatya’ya gönderilmiş aşiret ağalarından Bedir ve Hacı Ahmet mutasarrıflıkça tevkif haneden çıkarılarak Hısn-ı Mansur’a gönderilmiştir (BOA, DH.TMIK.M: 113/11) hükmünden Kâhta ve Hısn-ı Mansur aşiretleri derken ağaların isimlerinden Kavi ve Rişvan aşiretlerini anlamak mümkündür.

Kavi-Rişvan Aşiretleri mücadelesi için bidayet-i teşekküllerinden beri meyanları nifaktan ihtilaftan hali kalmaz (BOA. DH.TMIK.M: 87/24), Kâhta ve Hısn-ı Mansur kazalarında zuhur edip Hilmi ve rüfekası imzalarıyla çekilen telgraf namelerle şikâyet edilen vukuat mezkûr kazalarda husumet-i kadimeleri olan birkaç aşiret meyanındaki mücadelattan ibaret olduğudur (BOA, BEO: 1900/142429) bu tabirlerinin kullanılması bu aşiretlerin eskiden beri husumetli oldukları anlaşılmaktadır.

Kavi ve Rişvan Aşiretleri mücadelesi tekrar baş gösterince Malatya Mutasarrıflığı olayların önünü almak için iki bölük askeri Hısn-ı Mansur’a göndermiştir. Bu seferki mücadeleyi aralamak için bulunan zabıtalara bile silah kullanıldığı belirtilmiştir. Gönderilen kuvve-i zabıtaya da topladığı haşarat ile birlikte kurşun atmaya cüret etmişlerdir (BOA, BEO: 2356/176690, 3) hükmündense aşiretlerin ellerinde gücün boyutunu göstermektedir.

Bu iki aşiret arasında mücadeleler esnasında yapılan saldırılarda eşkıyalık faaliyetlerinin de yapıldığı görülmektedir. Hısn-ı Mansur’un Kavi Aşiretine mensup sekiz köy ahalisinin Rişvan Aşiretine mensup bir köye hücum edip iki yüzü aşkın koyun, bir beygir, bir katır ve zahire, vesaire eşyayı gasp ederek iki kişiyi de öldürmeleri üzerine iki aşiret arasında yeni bir mücadele olacağından yerel zabıta kuvvetlerine ek olarak Malatya nizamiye taburundan da iki bölüğün derhal Hısn-ı Mansur’a gönderildiği halde aşiret reislerinin ve ahalinin bir kısmı derdest edilmiştir. Kavi Aşiretinin, Rişvan Aşireti ahalisinin zararını tanzim etmesiyle olayların önü alınmıştır (BOA, BEO: 2313/173435).

Kavi-Rişvan Aşiretleri mücadelesinden dolayı İçişleri Bakanlığına (Dâhiliye Nezareti) yazılan yazıda Hısn-ı Mansur’da yedi tabur asker-i şahane olduğunu daha önceden de görüldüğü üzere buranın jandarmayla idaresinden başka çare görülemediği öngörülmüştür. Çünkü sürekli devam eden olaylar sırasında Malatya’dan asker sevkinin

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN SOSYAL… İsmail FİRDEVSOĞLU

31

yapıldığı bunun yerine bölgede sürekli bir jandarmanın bulunması gerekliliği bakanlığa iletilmiştir (BOA, BEO: 1559/116921). Kâhta yaşanan başka bir olayda ise Malatya Nizamiye Taburundan gelecek askerlerin geç kalmasında Kâhta’da aşiretler arasında meydana gelen olaylarda jandarmaya ek olarak asker talep edilmiştir (BOA, BEO: 2756/206662). Buradan Adıyaman’a jandarmanın kurulduğunu fakat olaylar karşısından yine de Malatya’daki Nizamiye taburundan yardım istediği görülmektedir.

Kavi ve Rişvan aşiretleri arasındaki mücadele bölgede bulunan diğer aşiretlerinde ilgisini çekmiştir. Diyarbekir Vilayetinden olup bu aşiretlere civar olan ve Şemmer ve Karakeçi Aşiretiyle mücadele ve mukatelat-i şedide de bulunan Milli Aşireti reisi İbrahim Paşa reislerini tenkil ettirmek vaadiyle kendisine muavenette bulunmaları için mezkûr kazalar aşiretlerine müracaat ve istimdadda bulunduğunu haber alınmasına ve bunların paşa-i mumaileyha iltihakı halinde şu gailenin daha ziyade kesb-i ehemmiyet ve cesamet edemeyeceğine hükmünden anlaşılmaktadır ki Kavi ve Rişvan Aşiret ağalarının tutuklu bulunmasından faydalanmak isteyen Milli Aşireti reisi İbrahim Paşa, Kavi ve Rişvan aşireti reislerinin hapiste olmasından dolayı bu aşiretler halkını kendi aşiretinin Şemmer ve Karakeçili Aşiretleri ile olan mücadelesi için yardım almaya çalışmıştır. Bu durumu anlayan Hısn-ı Mansur Kaymakamlığı ve Malatya Mutasarrıflığı görülen lüzum üzerine serbest bırakmıştır (BOA, DH.TMIK.M: 113/11). Milli Aşireti reisi İbrahim Paşa’nın uygunsuz hal ve hareketlerine dair Kâhta ve Haleb’den şikâyetnameler gönderilmiştir (BOA, DH.TMIK.M: 55/42).

4.3. Adıyaman Yöresi Göçebe-Yerleşik Çekişmesi

Göçebeler ile yerleşikler arasında birbirini tamamlayan bir paralellik vardır. Göçerler ürettikleri her nevi eşyayı yaylak pazarlarında satarlardı. Bununla birlikte devlet tarafından kendilerine bir güzergâh çizilmesine rağmen, bu sınırları aşıp ekili dikili alanlara zarar verdikleri de oluyordu. Devlet, bu konuda göçebe zümreye sert davranmıştı; çünkü yerleşiklerin ziraat alanlarına göçebelerin vermiş olduğu zarar devletin büyük bir vergi kaybına neden oluyordu.

“ve yörükleri evvelden yörüye geldikleri yerde yörüyeler ammâ kimesnenin ekinine ve biçinine zarar itmeyeler iderlerse hâkimü’l-vakt olanlar seran eftis idib tazmin itdire ve illâ eslemeyüb girü zarar ve ziyan iderse men idüb yörütmeyeler” (Barkan, 1943: 103). Cümlesinden hareketle devletin konargöçerlere belli bir hareket serbestliği tanıdığı fakat bunun belli kuralları olduğu gözlenmektedir.

1620’li yıllarda Beğdili Türkmenleri lideri olan Koçurlu yerleşikler üzerinde o kadar baskı kurmuştur ki her ne derse yapılsın istemiştir. Naima tarihinde bu konudaki kayıt oldukça ilginçtir. Koçurlu, ziraatla uğraşan yerleşiklere “ya kişi kaldır tarlanı koyu geçsin” şeklinde sözler söylemiştir (Usta, 2011: 35-36).

1688-1689 tarihleri arasında Adıyaman ve çevresinde bazı Türkmen oymakları, yörede bulunan köylere büyük zayiat vererek ekili dikili alanları tahrip ettikleri gibi çok sayıda insanın hayatını kaybetmesine de neden olmuşlardır. Türkmen oymaklarından

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN SOSYAL… İsmail FİRDEVSOĞLU

32

Bozkoyunlu, Bozkoyunlu Murtaza, Herikli, Pir Budakoğlu, Dimleklü, Hardallı, Beğmişlü, Karaşeyhlü, Araplu Musa, Kızıl Ahmed ve diğerleri Beydili ile beraber Hısn-ı Mansur kasabasında ekili yerleri, köyleri tahrip ettikleri gibi yüzlerce insanı katlettiler (Orhonlu, 1987: 43; Yurt A. 1981: 200).

Siverek sancağı aşiretleri geçen yetmiş dört senesine1 mahsuben Çöteli oğlu Hüsnü Bey kefaletiyle kayını Mahmud Ağa der-uhde ve iltizam edilmiştir. Sancağa tabi Hısn-ı Mansur Kazası aşiretleri kaza dâhilinde bulunan Ezirgin, Kabalı, Battal Öyük, Balya ve Ziraf adındaki köyler aşiretlerini yirmi bir bin guruş bedel ile çakerlerine ihale eylemiş ise de mahsul henüz tarla da iken Rumyanlı ve Dalyanlı Aşiretleri birbirleriyle mücadele ederken zikrolunan köylerin tarlalarına ziyan ederek mahsulatı hayvanlarına yedirmişlerdir. Hatta öyle ki ekilen tohumları dahi alamayacak kadar ziyan oluşmuştur. Bu cihetle çakerleri tesir edecek mahsul bulamayarak pamuk vesaireden altı-yedi bin guruş kadar öşür almış ise de on iki bin guruştan fazla ziyan ederek hallerinin gerek çakerleri ve gerek köy ahalisi Harput’a gelip durumlarını ifade etmeleri üzerine, bölgeye asker gönderilerek aşiretlerden ele geçirilenler yakalanarak Harput’ta hapis edilmiş ve bunlardan zarar ve ziyan tanzim ettirilmiştir (BOA, A.}MKT.DV: 175/5).

Çakallı, Mihmanlı, Köseyanlı Aşiret ahalisi sahibi oldukları hayvanlarını salıvererek yedirip külli zarar ve ziyan eyledikleri beyanıyla kanunlara göre işlem yapılması verilecek ferman ile böylesi hal ve hareket vukua getirilmemesi istenilmiştir (BOA, MVL: 611/30).

Mayıs 1899’da Hısn-ı Mansur’un Körpınar köyünden Mehmed Hazal ve altı arkadaşının zirai ürünlerinin telef edilmesi ve arkadaşı olan Hacı’nın oğlu Hamo’nun darp edilmesinden dolayı Hıdırsor Aşireti’nden İmamo ve oğlu Dedo hakkında dava açılmıştır. Görülen davada şahitler Körpınar köyünden Mehmed oğlu Hasan, aynı köyden Kasım oğlu Hasan, Halil ve Hamo’nun ifadeleri dinlenmiştir. Neticede şahitlerin ifadeleriyle İmamo’nun silah çektiğini, Dedo’nun ise Hamo’yu darp ettiği anlaşılmış, İmamo ve Dedo’nun ceza kanununun yüz yetmiş dokuzuncu maddesine göre üçer ay hapsedilmelerine ve yüz yetmiş guruş olan mahkeme masrafının suçlulardan tahsil edilmesine mahkeme heyeti tarafından karar verilmiştir (Gökdeniz, 2006: 80-81).

4.4. Adıyaman’da Göçebe Aşiretlerin Yaylak-Kışlak Hayatı

Göçebe aşiret için hayvancılık ana geçim kaynağıdır. Hayatları bir bakıma hayvanlarından aldıkları ürünlere bağlıdır. Bundan dolayı hayvanların otlatılması ve korunması temel prensiptir. Hayvanları otlatmak için kışlaklarından uzak bölgelere gittikleri olmuştur. Her aşiretin sürekli kullandığı hatta kendi malı yerine konulan yaylası vardır. Bu durum günümüzde yaylak bölgelere aşiretlerin isimlerinin verilmesi ile daha da anlaşılırdır. Fakat kendi yaylasında hayvanları besleyecek otun az olması ya da erken tükenmesi ya da hayvan sayısındaki artışlardan dolayı başka yaylalara

1 Hicri olarak 1274 yılı miladi olarak 1856-57 yıllarına tekabül etmektedir.

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN SOSYAL… İsmail FİRDEVSOĞLU

33

yönelmeler olması muhtemeldir. Bundan dolayı aşiretle arasında yaylak sorunu gündeme gelmektedir.

Aşiretlerdeki hareketlilik yaşanan arazinin konumuna sıkı sıkıya bağlıdır. Doğudaki aşiretlerin yaşadığı bölgeler dağlık, engebeli ve sarp bir coğrafyaya sahiptir. Bu konum hayvancılığı bir geçim kaynağı olarak gündeme getirmektedir. Aşirete göçebe karakterini kazandırıp onu hareketli yaşamaya sevk eden özellik budur. Bu koşular hayvancılığı doğurur. Böylece hayvanları doyurabilecek otlakların aranması, aşiretleri yazın serin, kışın sıcak bölgeler arasında konup-göçen topluluklar haline getirir (Özer, 1990: 7).

Baharın gelmesiyle birlikte hayvanlarını otlatacakları yaylak mahalline doğru hareket eden konargöçer aşiretler kış aylarında ise iklim bakımından daha ılıman olan kışlak mahalline giderlerdi. Her göçebe grup, muayyen bir yaylak-kışlak mahalline sahipti. Harput Sancağından Behisni Kazası ahalisinin Müslim ve Gayrimüslim fukaraları tarafından yapılan bir şikâyette Besni kazası civarında bulunan Çakallı ve Mihmanlı ve Köseyanlı Aşiretleri ahalileri sahibi oldukları koyun vesair davarlarıyla kışlak ve yaylak yerlerine gidip gelirken eski yollarını terk ederek etraftaki Besni halkına ait tarlalara zarar verdiği şikâyet edilmiştir (BOA, C.DH: 50/2483). Bu cümleden olarak kışlak-yaylak hayatı süren aşiretlerin hem belli bir yaylak-kışlakları olduğu hem de eskiden beri belli bir yoldan gidip geldikleri anlaşılmaktadır.

Rişvan Aşireti, Bulam Nahiyesindeki yaylaya, diğer aşiretler ise Bulat, Sürgü yakınındaki Beydağı Yaylası’na giderlerdi. Aynı şekilde Hısn-ı Mansur’daki aşiretler Akdağ’daki yaylaya, Kâhta’daki aşiretler ise Nohutlu Dağı’ndaki yaylaya giderlerdi (Arslan, 2009: 120).

Rişvan Yürür aşiretinden dağ u bağ taifesinin meştaları yani kışlakları çölde ve yaylalarının ise Sivas’tan yukarda olduğu belirtilmiştir (BOA, C.ML: 450/18222). Burada yarı göçebe olduğu belirtilmek istenmektedir. Yaylak ve kışlak hayatı süren tipik bir yarı göçebe aşiretten bahsedilmektedir.

Rişvan konargöçerleri XVI. yüzyılda Kâhta ve çevresinde kışlamakta, yazları ise Malatya Sancağı Besni Kazası Subadra Nahiyesine tâbi Sürgü Karyesi yaylalarında sürülerini otlatmaktaydılar. Rişvan Aşiretinin bahar başlangıcında yaylaya giderken, umumi bir yol üzerinde olan ve büyük bir derbende sahip olan Sürgü yolunu kullandıkları, güz mevsiminde de ayni güzergâhtan kışlaklarına geri döndükleri kaydedilmektedir (Söylemez, 2002: 43).

Dalyanlı Rişvanı, Atmalı, Çakallı, Mihmanlı, Köseyanlı Aşiretlerinin kışları kışlak olarak Behisni, Rumkale, Ayıntap, Maraş, Elbistan kazalarının Arabistana gider yolu üzerini kullanmakla yazları ise yaylak olarak Hısn-ı Mansur, Behisni, Elbistan dağlarını kullanmaktaydılar (BOA, MVL: 611/30)

Aşiretlerin yaz ve kış aylarında farklı yerlerde ikamet eylediklerinden her aşiretin belli bu mahallerin dışına çıkması sorun oluşturmaktaydı. Devlet yer değiştiren aşiretleri ivedilikle ya eski yaylak-kışlak mahallerine gönderiyor ya da iskâna tabi tutuyordu. Behisni kazasına tabi Atmalı Aşiretinin Mayıs 1862’de me’va-i kadimlerini

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN SOSYAL… İsmail FİRDEVSOĞLU

34

terk ederek yaz ve nişin (kış) yani temelli Maraş toprağına geçmeleri ve Maraş tarafında rahat durmamalarından dolayı eski yerlerine gönderilmeleri istenilmiştir (BOA, MVL: 631/24).

Sürgü’den başlayıp bir tarafı Kornuz ve bir tarafı Meled ve bir tarafı da Bulam ile sınırlı olan mahallin dâhilindeki arazi, ağaçlık alan ve yaylak eskiden beri Kurucaova köyü halkının olup, birkaç seneden beri Göçer Hıdırsorlu Aşireti mensuplarımım kendi yaylakları olan Bulam vesaire yaylak mahallerinden yaz mevsimi sahalarında ikamet ederek yayladıkları ve bu arazinin Hıdırsorlu ile alakası olmadığını belirtmişler. Hıdırsorlu Aşiretinin bu yaylaya gelmesini şikâyet ederek kadıya başvurdukları, görülen mahkeme neticesinde ise yaylanın Kurucaova köyü halkının olduğu, Hıdırsorlu Aşiretinin burası ile alakası olmadığına hükmedilmiştir (BOA, MŞH.ŞSC.d: 172/256, N. 6).

Göçebe Aşiretler için yaylak-kışlak hayatı, hayati önem taşımaktaydı. Öyle ki bu konuda devleti bile karşılarına aldıkları oluyordu. Osmanlı devleti için ise madenlerden maden üretimi hazineye büyük katkı sağladığından devlet ne olursa olsun madenleri işletme de tutmak istiyordu. Tevfik Madeni olarak adlandırılan Kâhta, Gerger, Şiro, Burga (bugünkü Pötürge olmalı) 1780’de maden bulunması ile buranın Maadin-i Hümayun’a bağlanması için yazılan ferman hükmü verilir. Şefrinderesi ve Kâhta’da Pursga başlayan madencilik faaliyetleri Mülükanlı Aşiretinin harekete geçirir. Çünkü buralar Mülükanlı Aşireti yaylağıdır. Aşiret mensupları maden çalışanlarına “fırınlarınızı yakarız ve açtığınız mağaralara sizleri defnederiz” şeklinde tehditlerle engellemeye kalkışmışlardır. Madencilik faaliyetleri durma noktasına gelince Malatya Mutasarrıfı Rişvanzade Ömer Paşa ve Mülükanlı Aşireti önde gelenlerince bulunulan girişimlerden de olumlu sonuç alınamaz. Mülükanlı aşireti mensupları madeni basarak gasp ve yaralama yapsa da Maden Emini ve Rişvanzade Ömer Paşa’ya yazılan fermanlarla madenin açılması sağlanır (Tızlak, 1997: 22-23).

Tevfik Maden’inden dolayı eskiden beri gitmekte oldukları yaylalarına gidemeyen Mülükanlı Aşireti Divriği, Eğin ve Arabgir arasından yer alan Sarıçiçek Yaylasına konmuşlar ve burada toplumsal düzeni bozucu hareketlere aşlamışlardır (Tızlak, 1993: 772-773).

4.5. Adıyaman Yöresi Aşiretlerinin Ermeni Sorununa Karşı Tutumu

Osmanlı İmparatorluğu son yüzyılında iyice yıkılmaya yüz tutunca devleti dıştan ve içten yıkma çalışmaları ortaya çıkmıştır. Dıştan özellikle son yüzyılda Osmanlı-Rus savaşları yüzünden Osmanlı oldukça yıpranmış fakat hala ayakta varlığını devam ettirmiştir. Rusların sıcak denizlere inme girişimleri için yaptıkları Osmanlı Devleti ile savaşlara ek olarak Avrupa’nın da Osmanlı’ya karşı düşmanca tavırlara gün yüzüne çıkmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu birçok devlete karşı ayakta kalma mücadelesi verirken, mücadele verdiği devletler Osmanlı’yı dıştan olduğu kadar içten de zayıf duruma

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN SOSYAL… İsmail FİRDEVSOĞLU

35

düşürmek için Osmanlı himayesinde yaşayan Rum, Ermeni vatandaşları da bu konuda kullanma yoluna giderek bu etnik grupları kışkırtmıştır. Böylece içte de birçok isyan gündeme gelmiş bunlardan biri olan Ermeni isyanları neticesi günümüze kadar yansıyan hadiselere yol açmıştır.

Adıyaman’da Ermenilerin varlığı Bizans-Arap mücadeleleri sırasında Bizans tarafından Araplara karşı tampon vazifesi görmesi için sınır bölgelerine yerleştirilmesiyle oluşmuştur. Bu dönemde Arap-Bizans seferleri yüzünden harap olmuş sınır boylarına Ermenilerin göç etmesini kolaylaştıran en büyük etken, onların Bizans tarafında yer almalarıydı. Adıyaman, Malatya, Maraş gibi bölgelerde Ermenilerin iskânını arttıran olay ise, o dönem seferler nedeniyle muhtemelen mülteci olan Ermenilerin başı olan Melias (Melh) ve Baasakios (Vasak) gibi önde kimselerin Bizans İmparatoru Leon’a mektup yazarak Adıyaman’ında içinde bulunduğu hudut bölgelerinin kendilerine verilmesini istemeleri ve bu isteklerinin kabul edilmesidir. Böylelikle Ermenilerin Adıyaman ve çevresinde nüfusu hızla arttığı gibi tarihleri de başlar (Dalyan, 2010: 81). 1517 ve 1520 sayımına göre Hısn-ı Mansur’da 187 hane Müslümanın yanında 70 hanede Ermeni bulunmaktaydı (Yurt A. 1981: 201).

26 Ağustos 1896 tarihinde Ermeni Taşnak Komitesi, başkent İstanbul’da Osmanlı Bankasına baskın yapmışlardır. Baskını dışardan gelen Ermeni ihtilalciler tarafından gerçekleştirilmiştir. Osmanlı hükümeti teröristleri bankadan zorla çıkarmak istemiş fakat büyük devletlerin elçilerinin araya girmesiyle yaşanan uzun tartışmalar neticesinde elçilikler bankaya girip 17 teröristi bankadan çıkarıp yurt dışına çıkmalarını sağladılar. Ancak olay esnasında Ermeni teröristlerin asker, polis ve halk üzerine ateş etmeleri İstanbul’da Müslümanları ayağa kaldırdı (Çaycı, 2006: 40).

19 Eylül 1896 tarihinde Mamüratülaziz Vilayeti, Malatya Mutasarrıflığından çekilen şifreli telgrafta İstanbul hadisesinden dolayı Hısn-ı Mansur Müslüman ahali ve aşiret köylerinin olay çıkartmak fikrinde olduklarından dolayı ahalinin önde gelenlerine ve aşiret reislerine nasihat bulunulduğu Hısn-ı Mansur kaymakamlığından bildirilmiştir. Bir bölük terhis olan askerin talim bahanesiyle bölgede silahaltına alındığı lüzum gösterilmesi durumunda karşı kullanılmak istenmiştir. Müslümanlar tarafından zinhar bir rahatsızlık bile vukua getirmemesine gayret gösterildiğini Malatya Kumandanlığıyla müzakere içinde olduklarını beyan etmiştir. Merkez vilayete on saat mesafe de olan, halkının Müslüman, Rum ve Ermeni ile karışık bir yapıya sahip kasabanın kaymakamı ve heyetinden alınan telgraf namelerde dahi geçen seneki karışıklıklarda olduğu gibi bir takım konargöçer grubun kasabaya yarım saat kadar mahalde toplandıkları, hücum ve saldıra da bulunacakları anlaşılmış olduğu bildirilmesiyle cevaben bir taraftan da alay beyi mevcut süvarilerle önlem alındığı ve herhangi bir uygunsuzluğa meydan verilmeksizin üç yüz nüfus kadar tahmin edilen konargöçer def olundukları haberi verilmiştir. Bu hale ön ayak olanları başka yerlere sürülmüşlerdir. (BOA, A.}MKT.MHM: 659/6).

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN İKTİSADİ… İsmail FİRDEVSOĞLU

36

5. ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN İKTİSADİ DURUMU

Konargöçer aşiretlerin ekonomik gücünün göstergesi ellerinde ki hayvan sürülerinin sayısıdır. Genellikle koyun sürüleri vardır. Deve ve at ise daha çok göç esnasında binek olarak ve yük taşımak için kullanılırdı. Ayrıca yerleşik hayata geçen aşiretlerinde koyunların yanı sıra sığır sürülerine sahip oldukları görülmektedir.

Göçebe veya yerleşik aşiretlerin, normal köylülerden farklı daha özel bir vergi nizamına tabi oldukları görülmektedir. Ayrıca her aşiret grubu da aynı vergilere tâbi değildi. Bu, biraz da aşiretlerin geçim kaynaklarının niteliğine bağlıydı. Bazı aşiretler daha ziyade koyun üretirken, bir kısmı sığır yetiştiriciliğini tercih etmekte, dolayısıyla vergilendirme buna bağlı olarak tanzim olunmaktaydı. Göçebeler toprağından geçtikleri mukataa sahibine otlak vergisi ödemekteydiler (Saydam, 2009: 30).

Osmanlı devleti vergi konusunda taviz vermemeye çalışmıştır. Devletin vergi konusunda taviz vermemesi Anadolu üzerinde özellikle Türkmen grupları arasında ki Şah’a olan sevgiyi arttırmıştır. Bugünkü İran’da kurulan Safevi devleti şahları Türkmenlere sınırsız ve vergisiz yaylalar vadediyordu. Bu konargöçerler için cazip gelmekteydi. Devletle vergi konusunda sorun yaşayanlar için Şah’ın ülkesi daha cazip gelmekteydi.

Konargöçerler belli sistem altında vergilere tabi tutularak devletin ekonomik kaynaklarından birini oluşturmaktaydılar.

5.1. Osmanlı Devletinde Göçebelerden Alınan Vergiler

Resim; Osmanlılarda hükümet adına tahsil edilen vergilere verilen addır (Sami, 1989, III, 28). Fatih Kanunnamesinde arazisi olan köylüden bir çift yılda üç (hizmet) veya üç akçe, bir orak ve bir döğen, bir odun, boyunduruk resmi olarak iki akçe, bu yedi kulluktan ötürü 22 akçe alınması, toprağı olmayan köylüden ise üç, alt veya dokuz akçe alınması öngörülmüştür. Ayrıca çerçi, arabacı gibi çiftin bozan ki ilerden de bennak resmi alınması emredilerken, Tatara ve Yörüğe bu adet yoktur; zira bunlar eşkincidür denilerek bu verginin Yörükler tarafından ödenmeyeceği belirtilmiştir (Gökbunar, 2003: 61).

Devlet bir göçeri üç şekilde vergilendirmekteydi. Hayvanlarından, hayvanlarından alınan çeşitli ürünlerden ve insan gücündendir. Göçer ailelerin başlıca ekonomik faaliyetleri hayvan yetiştirmeleridir. Servetlerini koyun sürüleri, deve, sığır ve at yetiştirerek sağlıyorlardı (Doğan ve Doğan, 2004: 27). Kanunnamelere göre konargöçerler, hayat tarzları sebebi ile kimseye Raiyyet kaydedilmemiş olup, mükellefleri bennak, mücerred ve kendi kendine yeten haneden ibarettir (Halaçoğlu, 2010: 30).

Osmanlı Devleti’nde, vergi mükellefi olan reaya sınıfına mensup konargöçerler, yaşantıları bakımından şehirli ve köylülerden birçok konuda farklılık arz ederlerdi. Konargöçerler, yerleşik ahalinin mükellef olduğu vergileri ödemezlerdi. Ancak

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN İKTİSADİ… İsmail FİRDEVSOĞLU

37

bunlardan yaşam tarzlarına uygun olarak başta adet-i ağnam olmak üzere resm-i yaylak, resm-i kışlak, resm-i ağıl, adet-i çoban-beyi, bâd-ı hevâ (niyabet) ve diğer bazı vergiler alınırdı (Halaçoğlu, 1997: 22-25).

5.1.1. Resm-i Yatak, Ağıl Vergisi, Kışlak Vergisi

Osmanlılarda hayvan sürülerinin barındırıldıkları yer için alınan bir vergidir. Kışlamak için koyun ve keçi sürüleri herhangi bir tımar sahibinin arazisine getirilir ve etrafı çevrilerek ağıl yapılırsa, o yerin vergilerini toplayan sipahi, sürü hesabına göre miktarı kanunnamelerle belirtilmiş olan bir vergiyi sürü sahibinden isteme hakkına sahip olurdu. Osmanlı sancak kanunnamelerinden anlaşıldığına göre bir sürü 100 ilâ 300 hayvandan meydana gelir ve bu miktar ağıl resminin tayininde esas kabul edilirdi (Emecen, 1988a: 467).

Koyunların sayısı 300 olduğu zaman bir sürü tabir olunur ve 5 akçe ağıl resmi alınır (Halaçoğlu, 2010: 30). Ağıl resminin alınma zamanı olarak kanunnamelerin bazılarında abril ayının iptidasında, bazılarında da kuzu kırkımında, alınır denmektedir (Çağatay, 1947: 485). Abril, Nisan ayıdır. Kuzu kırkım vakti yörelere göre değişmekle birlikte Adıyaman yöresinde haziran ayıdır.

Kışlak resmi için evli bir kimse bir sipahinin tımarında kışlarsa, altı akçe kışlak resmi verirdi. Kışlayan kimse ziraat ederse, kışlak resmi yerine resm-i zemin verirdi. Ayrıca kışlakça üç yıl bu yerde kalırsa bu üç yıl için kışlak resmi verir, bu üç yıldan sonra ise bennâk resmi alınırdı (Halaçoğlu, 1997: 24).

Kışlalar konargöçerler için hayvanlarını soğuktan koruma yeri olarak bilinir. Bundan dolayı kışlak, kışla terimleri ağıl yani hayvanların barınakları ile eşdeğerdir. Hayvanlarını yani ekonomik güçlerini korudukları yerin yöneticilerine vergilerinde herhangi bir sorun çıkmamaktaydı. Çünkü kışlalar, yaylalar gibi değildi. Sürülerini sürüp gidecekleri alanlar sınırlı olduğundan kışlak vergisinde pek bir sorun yaşanmamıştır.

5.1.2. Koyun Vergisi

Osmanlılarda küçükbaş hayvandan alınan bir vergidir. İslâm devletlerinde çeşitli adlarla rastlanan bu vergi, Osmanlı resmi kayıtlarında resm-i ganem, âdet-i ağnam şekillerinde de geçer. Şeri vergilerden sayılan ağnam resmine bazı sancak kanunnamelerinde âdet-i zekât da denmektedir. Bu vergi genellikle koyun yavruladıktan sonra nisan veya mayıs aylarında alınır, kuzulu koyun kuzusu ile bir hesaplanırdı. Vergi miktarı Fâtih kanununa göre üç koyundan bir akçe iken daha sonra iki koyundan bir akçe olarak tespit edilmişti. Ağnam resmi bilhassa büyük ölçüde koyun besiciliği yapan konargöçer Türkmen ve Yörük cemaatleri için önemliydi. Büyük kısmı padişah haslarına dâhil olan konargöçerler de iki koyuna bir akçe vermekte idiler. Ancak bu hüküm koyun sayısına bağlı idi (Emecen, 1988b: 478).

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN İKTİSADİ… İsmail FİRDEVSOĞLU

38

Aşiretler sahibi oldukları büyük sürüler -koyun, keçi, deve, at, katır- ile Osmanlı devletinin ihtiyaçlarını gideriyorlardı. Sürülerinin hastalık nedeniyle kırılması veya eşkıya saldırıları sonucunda çalınması durumunda aşiret bireylerinin maddi durumları sarsıntıya uğramaktaydı. Vergilerini ödeyemez hale geldiklerinden ellerinde kalan malların yeni bir tahriri yapılırdı (Armağan, 1999: 147).

Koyunlar için en önemli tehdit dağda kurt idi. Konargöçerler bir asker gibi sürekli olarak sürüleri her türlü tehdit ve tehlikeden korumaktaydılar. Çünkü sürülerinden belli bir kısmı veya tamamının telef olması durumunda hem vergi konusunda hem de hayatlarını devam ettirmede gerekli ekonomik varlıklarını kaybediyorlardı.

Yerleşik hayata geçen aşiretler özellikle aşiret ağalarının koyun yerine sığır sürüleri vardır. Aşiret içinde varlıklı kimseler sığır sürüleri edinirken varlığı olmayanlarda bu sürüler sığırtmaçlık yani sığır çobanlığı yapmaktaydılar.

5.1.3. Otlak Vergisi

Sürülerini, başka bir tımar sahibinin topraklarında otlatan veya miri topraklarda yaylatan sürü sahipleri ve göçebe topluluklardan yılda bir defaya mahsus olmak üzere alınmaktaydı (Gökbunar, 2003: 63).

Hayvanlarını yaylalarda güderek onları besleyen konargöçerler çeşitli sebeplerden dolayı yaylalarında otun az olmasından veya hiç olmamasından dolayı genellikle başka yerlere kaymaktaydılar. Başka yerlere hayvanlarını otlamak için gidildiğinde iki türlü sorun ortaya çıkmaktaydı. Birincisi başka bir aşiretin yaylasında giriliyor ki bu durumda çatışmalar çıkması doğaldı, ikincisi ise kendilerinin vergisini verdiği alandan başka bir alan gidildiğinde buranın yöneticileri vergi istemekteydi. Vergi verilmemesi veya vergiden kaçma pek olmamıştır. Çünkü zenginlik kaynakları olan sürülerin otlatılması gerekmektedir.

5.1.4. Yaylak Vergisi

Kanunnamelerde, yaylak resmi, resmi merâi olarak geçen sürülerini başka tımar sahibinin tımarında otlatan veya miri yaylaklarda yaylatan sürü sahipleri ve göçebe kabilelerden ve Yörüklerden yılda bir defa olmak üzere, bazı yerlerde sürü başına bazı yerlerde de koyun başına alınan vergidir (Çağatay, 1947: 510).

Yaylak resmi bazı yerlerde, 300 koyun bir sürü hesap edilip, bir sürüden bir koyun, bazılarında, sürüler, âlâ, mutavassıt, edna olmak üzere ayrılıp, ona göre hesap edilmekte, meselâ Kütahya havalisinde âlâsından 20 akça, ortasından 15 akça, ednasından onar akça alınmaktadır; Diyarbekir’de de bir sürüden bir koyun alındıktan sonra, her haneden bir nüği1 yağ; Ergani’de, sürüden bir koyun alındıktan sonra, dört nüği yağ (800 dirhem), dört nüği kıl, dört nüği keş alınırmıştır. Şark vilâyetlerinde 1 Nüği, 200 dirhemlik bir ağırlık ölçüsüdür (Çağatay, 1947: 509).

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN İKTİSADİ… İsmail FİRDEVSOĞLU

39

yaylak resmi olarak Yörüklerden umumiyetle sürüden otuz üçer akçe Aydın’da 17 şer akçe; Mardin ve Erzincan’da sürü adedine bakmadan otlak resmi olarak her sürü sahibi haneden bir nüği yağ alınmıştır. Yaylak resminin alınma zamanı, ilkbahar mevsiminde, nevruzdadır (Çağatay, 1947: 510).

Yayla, konargöçerler için çok önemlidir. Çünkü hayvanlardan verim yaylada alınır. Süt sağımı ve kuzuların gelişimi yaylada yaşanırdı. Yaylaların sınırlarının geniş olması vergi toplamada sıkıntılara yol açmaktaydı. Devlet ise buna çözüm olarak yaylaya çıkma döneminden önce yaylaya çıkış güzergâhlarını tutarak hayvanların sayımlarını yaparak vergiyi tahsil ediyordu. 5.1.5. Diğer Vergiler

Konargöçerlerden bu vergilerden başka vergi resm-i arus (gerdek vergisi), yave akçesi (sahipsiz tutulan hayvanlardan alınır), bad-ı hevâ (bir kimsenin mal ve mülküne, davarına zarar verenden alınır) gibi vergiler vardır (Halaçoğlu, 2010: 31).

Bac vergisi, Farsça olan Bac hisse, pay anlamına gelmektedir. Osmanlı Devletinde pazarda satılan mallardan alınan vergidir. Konargöçerler kendi ürettikleri ürünleri yaylak-kışlak güzergâhlarına yakın pazarlara götürerek satarlar ve ihtiyaçlarını da yine bu pazarlardan sağlarlardı. Özellikle konargöçer hayatı sürdüklerinden kendilerinin üretimini yapamadıkları ürünleri satın alırlardı. Hayvanlarından elde ettikleri süt, süt ürünleri, kıl ve yünleri pazarda satarlardı.

Yörükler ve sair göçebe zümreler, dağdan veya hali araziden bir çiftlik yer ihya ederse, daha az, aynı yeri köylü ihya ederse, daha fazla resim alınmaktadır; bu göçebe zümreler reayaya ait bir yer ziraat ederlerse defterde evvelce yazılı resmini verirler, eksik vermezler (Çağatay, 1947: 498). Burada göçebe unsurların yerleşik hayata geçişi teşvik edildiği gibi boş arazilerinde şenlendirilmesi istenmiştir.

Osmanlı döneminde göçebeler, yerleşik ahali gibi devletin kayıtlı tebaası durumunda idiler. Bu bakımdan onların yaşadıkları hayat tarzının bir gereği olarak yaylak-kışlak mahalleri arasında hareket halinde olmalarına rağmen başıboş diyebileceğimiz bir hayat tarzına sahip oldukları söylenemez. Konaklamaları için tahsis edilmiş yaylak ve kışlakları arasındaki gidiş gelişleri sırasında bir yerde geçici olarak üç günden fazla konaklayamamaları kanunnamelerde belirtilmiştir (Yavuz, 2012: 116). Konaklamanın uzaması durumunda bulundukları yer için devlete vergi vermeleri gerekmektedir.

5.2. Adıyaman Yöresi Aşiretlerinin Vergilerinde Yaşanan Sorunlar

Besni kazasına bağlı bulunan Çakallı Aşiretine mensup Şems Uşağı oymağı Sivas eyaleti Çorum ve Osmancık kazalarına yerleşip ziraatla uğraşmaya başlamışlardır. Mükellef oldukları vergileri Besni Mal Sandığı’na teslim ettikleri halde Çorum ve Osmancık tahririnde aşiret mensupları artık bu bölgede olduğundan vergi tahsil edilmek

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN İKTİSADİ… İsmail FİRDEVSOĞLU

40

istenilmiştir. Fakat aşiret ahalisi geldikleri yerde vergi ödediklerini beyan etmelerinden dolayı Sivas eyaleti yöneticileri söz konusu vergi borçları için gelmiş bulundukları Behisni mal sandığı defterlerinin maliye nezaretince incelenerek neticesinin bildirilmesi istenmiştir. (BOA, A.}MKT.MHM: 7/93). Osmanlı arşiv kayıtları incelendiğinde vergi konusunda her ne kadar sorunlar yaşansa da aşiretlerden alınacak vergiler konusunda aşiret her nereye giderse gitsin geride kalan vergileri yine tahsil edilmiştir.

Harput Eyaleti tabi Besni kazasında bağlı Dalyanlı, Çakallı ve Atmalı Aşiretleri 1855 yılında yedi sekiz seneden beri vergi vermedikleri gibi etraflarına saldırarak rast geldikleri mal ve eşyayı da gasp etmişlerdir. Besni önde gelenlerinden ve kaza müdürü olan Ömer Bey’e bu durumu önlemesi için görev verilmiştir. Ömer Bey topladığı askerlerle aşiretlerin kışlaklarına gidince aşiretler karşılarındaki kuvvetle baş edemeyeceklerini anlayınca vergi borçlarını ödeyeceklerini bildirdikleri gibi gasp etmiş oldukları mal ve eşyaları da geri vermişlerdir (BOA, A.}MKT.NZD: 167/77).

Tahsilat için Balyan Aşireti nezdine gönderilen askeri birliğe karşı silah kullanılması üzerine müfrezeye takviyesi talep olunması üzerine Köysancak’taki taburdan tertip olunacak jandarma müfrezesine gönderilmesi için Altıncı Ordu-ı Hümayun kumandanlığından telgrafla emir verilmiştir (BOA, DH.TMIK.M: 190/1). Aşiret vergi tahsilatı için askeri kuvvete karşı silah kullanılması ilginçtir.

Devlet tarafından vergi toplamak için görevlendirilen Taş-il Kavisi Aşiretinden Hasan Bey ve Ali Ağa kulları Gerger mütesellimi tarafından mezbur aşiret üzerinde olan vergilerin tahsil ederken İbiş ve Paşo adındaki kişiler kendilerine düşen vergileri vermeme konusunda muhalefet edip yanındaki avanesi ile Hasan Bey ve Ali Ağa’yı katletmiştir. Ayrıca bu kişilerin malları da gasp edilmiştir. Bundan dolayı bu kişilerin katledilmesi gerektiğinden padişahtan bunun için ferman istenmiştir. Padişah ise bunun için Enderun Çavuşlarından Hacı Mehmed görevlendirilerek konunun şer’i kurallar ne gerektiriyorsa yapılmasını ferman buyurmuştur (BOA, C.ADL: 73/4424).

Osmanlı devleti vergi toplamada her ne kadar taviz vermek istemese de bu konu da memurların usulsüzlük yapmasına da müsaade etmemiştir. Besni dâhilindeki aşiretlerin zimmet-i miriyyesi olmadığı halde hanelerini naklederek başka yerlere gidenlerin biriken zimmetlerinin mevcut ahaliden alınması için jandarma süvarisiyle zabıta görevlendirilmiştir. Ayrıca bu görevliler zorla ahaliden zorla tahsile gitmek istemelerinden dolayı aşiret ileri gelenleri durumu dahiliye nezaretine şikayet etmiştir (BOA, DH.TMIK.M: 124/21). Devlet vergileri topladığı gibi bu konudaki usulsüzlük ve yanlışlıklara da asla müsaade etmemekteydi. Adıyaman ve Besni kazaları arasındaki ihtilaftan dolayı hiçbir tarafa kayıt olunamayan Tökenli, Torunlu ve Sinbikanlı Aşiretleri vergi vermemekte idi. Bu durumu araştıran maliye müfettişi yaptığı incelemede nüfus memurluğu ile belediyenin kusurlu olduğunu saptamıştır (BOA, DH.MKT: 1763/33).

Osmanlı Devleti’nin ekonomik sıkıntılar nedeniyle çeşitli bölgelerde malikâne sistemine geçmesine paralel olarak Malatya’da da malikâne sistemi uygulanmaya başlanmış ve Malatya bölgesindeki mukataalar da bölgenin en nüfuzlu hanedanı olan

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN İKTİSADİ… İsmail FİRDEVSOĞLU

41

Rişvanzadelere verilmiştir. Halil Paşa, Mehmet Paşa, I. Ömer Paşa, I. Süleyman Paşa, I. Abdurrahman Paşa, II. Ömer Paşa, II. Abdurrahman Paşa ve II. Süleyman Paşa gibi Rişvan Aşiretine mensup kişiler XVIII. yüzyılın başlarından XIX. Yüzyılın ortalarına kadar Malatya Mutasarrıflığı ve belli dönemlerde de Maraş, Adana ve Sivas valiliklerinde bulunmuşlardır (Söylemez, 2010: 166).

1801 yılında Rişvan Aşiretinin Hısn-ı Mansur tarafı Abdurrahman Paşa’ya ve Yürür Aşireti kendisine malikâne olarak verildiği irade olunan Süleyman Bey, Rişvan Yürür Aşiretinin dağ u bağ taifesi yani yaylak-kışlak hayatı yaşadığını ve kışlakları çölde yaylakları Sivas tarafından olduğunu belirterek, iki yıldır bu aşiretin yaylaya çıkmamasından dolayı vergi tahsilinde sorun yaşanmıştır. Yürür Aşiretinin malikâne olduğu gibi mirimizi malikâne sahibi verir diyerek çölden yaylaya çıkmayacakları aşikâr olduğundan dolayı Abdurrahman Paşa’nın payına düşen kısmının da kendisine verilmesinin istemiştir (BOA, C.ML: 450/18222).

Rişvan Aşiretine mensup yöneticilerle diğer beyler arasında bu türden çekişmeler eskiden beri mevcuttur. Rişvanlılar bölge halkı ve merkez tarafından sürekli olarak yönetici olarak atanması muhatap kabul edilmesi diğer beylerce pek hoş karşılanmıyordu. Özellikle Yeni-il ve Keban (Mamüratülaziz) yöneticileri Rişvan Aşireti beylerine düşen hisselerin, malikânelerin kendilerine verilmesinin istemekteydi. Yeni-il voyvodası Cabbarzade Süleyman Bey, takdim ettiği 7 Eylül 1790 tarihli bir takrirde: Rişvanzade Ömer Paşa’nın malikâne suretiyle uhdesinde bulunan Rişvan Mukataasının yarısının padişah fermanı ile kendisine verildiğini belirtmiştir. Süleyman Bey’in iddiasına göre, 1787 Mart ayından itibaren söz konusu mukataanın yarısı kendisine verilmişti ve 1789 senesine kadar bu mukataaya ait 45.220,5 kuruşluk alacağı da birikmişti. Bu tartışmalar sürerken, Sultan III. Selim 28 Mart 1789’da tahta cülus etti. Rişvan mukataası, Sultan III. Selim tarafından valide sultan hassı olarak düzenlendi. Cabbarzade üzerinde görünen zimmetin de silinerek, Rişvanzade Ömer Paşa’nın zimmetine eklenmesi kararlaştırıldı (Söylemez, 2010: 167-168).

Osmanlı vergi sisteminden aşiretlere kolaylıklarda sağlamaktaydı. Öyle ki Besni ve Maraş-Elbistan bölgesi aşiretlerinden Sinemilli Aşireti hoş-nişin bir aşirettir. Her ne tarafta zülüm ve kötülük görürse o mahalli terk ederek kendilerinin rahat hissetleri yere gitmek adetleri idi. Fakat her nereye giderlerse gitsinler Maadin-i Hümayun reayası idiler. Senelik yedi bin beş yüz guruş kömür bedeli vermek şartıyla istedikleri yerde nakl ve iskân ediyorlardı. Besni’ye gelen bu aşiretin daha önceden de hiç vergi borcu olmadığı daha önce Maraş tarafına da gitmişlerdir (BOA, C.DH: 18/871).

Maadin-i Hümayun aşiretleri vergilerinin odun, kömür şeklinde tahsil ediyordu. Bazı aşiretler ise odun veya kömür taşımak yerine bunun bedeli her ne ise bunu nakit olarak ödemekteydi.

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN İKTİSADİ… İsmail FİRDEVSOĞLU

42

5.3. Adıyaman Yöresi Aşiretlerinin Vergi Dışı Mali Sorunları

Aşiretler mali hususlarda özellikle vergi konusunda bazen uygunsuz tutumlara girmişlerdir. Hisselerine düşen vergileri vermemek için memurlarla uzun soluklu mücadele içine dahi girilmiştir. Vergi dışında mali sorunların başında aşiret mensuplarının özellikle de aşiret ileri gelenlerinin külliyetli mirasının paylaşımı ve çalınan eşya-mallar konusunda sorunlar yaşanmıştır. Kadı sicillerinde aşiretlerle ilgili genellikle bu yönde davalar görülmektedir.

Besni’nin Karalar aşiretinden olup daha önce vefat eden Haso oğlu Hekrubu’nun küçük kızı Meryem’e kalan mirasın idaresine annesi Elif’in vasi tayin edilmiştir. Elif ölen kocasından kendisine ve kızı Meryem’e kalan mirasa ölen kocasının amcazadesi Haso oğlu Haso tarafından müdahale edildiği için dava açmıştır. Görülen dava da Besni’nin Karalar aşiretinden olup daha önce ölen Hüso oğlu Hekrubu’nun mirası dul eşi Bilal Ağa kızı Elif ile büyük kızlar Fatma ve Zehra ile küçük kızı Meryem ve amcazadesi Süleyman oğlu Hüso’ya kalmıştır. Küçük Meryem’in vasisi Elif vekili olan Hristiyan Mahallesinden Erakil mahkemede Süleyman oğlu Hüso’yu dava etmiştir. Davacı Erakil davalı Hüso’nun terekenin yazımı sırasında kendisininde mirasçı olması sebebiyle mirasın büyük kısmını sakladığını belirtmiş. Saklanan mirasın nerede ve neler olduğunu saydıktan sonra müvekkilleri Elif ve Meryem’e ait kısmın mahkemece Hüso’dan alınarak kendilerine teslimini istemiştir. Davalı hüso’dan iddia edilen tereke mallarının varlığının bir kısmını inkâr etmiş, bir kısmını da kabul ederek onların kendisine babasından kaldığını savunmuştur. Şahitlerin Hüso’yu doğrulaması ve Erakil’in şahitlerinin de beyanları doğru ve haklı bulunmuş ve malların Hüso’ya ait olduğu tespit edilmiştir (Kenger, 2006: 38; 49).

Kasım 1861’de Behisni Kazasında tabi Atmalı Aşireti mensup bir grubun Maraş Sancağı dâhilinde Okçuklu nahiyesinde on beş hane ahalinin kendiişleriyle meşgul bulundukları halde eski mutasarrıfları Hurşid Paşa tarafından üzerlerine sevk olunan askerlerin ahalinin yirmi üç bin beş üz doksan beş guruş kıymetindeki hayvan ve eşyalarının yağmalamamıştır. Bu hayvanların bir kısmı başka aşiretlere otlatılmak üzere verilmiş ise de yapılan şikâyetler üzerine yapılan tahkikatta aşiret ahalisinin herhangi bir uygunsuzluk içinde olmadığı anlaşılınca yağmalanan malların geri teslimi sağlanmıştır (BOA, A.}MKT.UM. 518/100).

1895 yılında Antep’in merkez Körtenciyan Mahallesinden Mehmed oğlu Ahmed Besni’nin Köseyanlı aşiretinden Mehmed Hasan oğlu Osman’ı bir ay önce Antep yakınlarında Güllüce denilen yerde otlarken kaybolan 16 koyununu elinde tutuğundan dolayı dava ederek, koyunların Osman’ın elinden alınarak kendisine teslimini istemiştir. Osman’da cevabında koyunları Hısn-ı Mansur’un Hıdırsor Aşireti mensuplarından satın aldığını söylemiştir. Şahitlerin ifadeleri sonucu mahkeme koyunların Davacı Mehmed oğlu Ahmed’in çalınan koyunları olduğuna ve davalı Osman’ın koyunları teslim etmesine karar vermiştir (Kenger, 2006: 67).

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN İKTİSADİ… İsmail FİRDEVSOĞLU

43

1912 Kasım ayında Besni Kazası Karalar Aşireti’nden Mori oğlu Ali Bey, bundan on gün evvel geceleyin iki yüz guruşluk bir ineğinin ve yüz elli guruşluk bir tosununun çalındığını, şu anda bu malların hükümet konağında olduğunu ve kendisine teslim edilmesini istemiştir. Görülen dava da davalı mal müdürü Artin Efendi iddiaların külliyen yalan olduğunu hükümet konağından bulunan söz konusu hayvanların satın alındığını belirtmişse de Kadı tarafından dinlenilen şahitler malların Ali Bey’e ait olduğunu beyan etmişlerdir (Ekiz, 2011: 35-36).

1913 Mart ayında Maraş Sancağının Sinemilli Aşiretinden Mehmet oğlu Ali, Besni kazası Kebsut nahiyesi müdürü Artin Efendi tarafından kırk üç gün önce kaybolan kısrağının bulunup başkasına satılmasından dolayı Artin Efendi’yi dava edip dolayı bunun parasının kendisine ödenmesi talebiyle dava açılmıştır (Sakarca, 2011: 86).

Osmanlı devletinde hukuki konulara en kötü dönemlerde bile özenle itina gösterilmiştir. Ahali çalınan mallarının davasını her zaman açmıştır. Davalar neticesinde haksızca gasp edilen el konulan mallar araştırılarak sahiplerine iade edilmiştir. Miras ve çalınan malların davaları dışından birde aşiretler arasındaki alacak verecek davaları mevcuttur.

1859’da Harput Valiliğine takdim olunan arzuhalde Behisni Aşiretinden Şeyh Ağaya eliyle verdiği paranın geri ödenmesi konusunda Halid Bey’in şikâyeti söz konusudur. Halid Bey parasının geri ödenmesi konusunda yardım talep etmektedir (BOA, A.}MKT.DV: 140/72). Yine aynı yılda aynı Halid Bey ikinci şikayetinde Hüveydi Aşireti ağası Hüseyin Ağa ve Behisni kazası müdürü Ömer Bey’in misafirlerinin iki ay müddetle kendisine ait yerde konaklayıp, yiyip içmesinden dolayı bu kişilerin kendisine bunun karşılığında on bin guruşu aşkın bir masrafın olduğunu bunun kendisine ödenmesini istemektedir. Yine aynı yıl içerisinde Harput Valisi Ali Rıza Paşa’ya yazılan arzuhallerde olayın doğruluğu teyit edilerek Halid Bey’in mağduriyeti dile getirilmiştir (BOA, A.}MKT.UM: 362/71).

1897 yılında Besni’nin Hamra Mahallesinden Karayılan Mehmet oğulları Hasan ve Yusuf Meydan Mahallesinden Hasan oğlu Hacı Mehmed’den davacı olarak, bundan önce ölen amcaları Köseyan aşiretinden Yakup bey oğlu Mehmed’in davalı Hacı Mehmed de 80 guruş alacağı olduğunu ve bunun varisleri olmaları sebebiyle kendilerine teslimini istemiştir. Davalı Hacı Mehmed de borcunu kabul edip davacıların varislik iddiasını ret etmiştir. Şahitlerin ifadeleri sonucu davacıların varislik iddiaları doğrulandığından davalı Hacı Mehmed in borcu ödemesine karar verilmiştir (Kenger, 2006: 121-122).

1912 Aralık’ta Besni Kazası Çakallı Aşiretinden Gediz oğlu İbo bin Hasan, Köseceli köyünden Esma oğlu Camuk bin Hüseyin’in kendisine Tezeli köyünde Çamlık mevkiinde doğusunda fıstıklık, batısının dağlık, kuzeyinin Aliş oğlu Ali’ye ait, güneyinin ise Mamo oğlu Hüseyin’in bağları ile çevreli bağı on sene evvel on üç liraya sattığını, satış işlemlerinin yapılmadığı ifade ederek bağın kendisine ferağ edilmesini

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN İKTİSADİ… İsmail FİRDEVSOĞLU

44

istemiştir. Bağın sahibi de bu iddiayı doğrulaması üzerine bağ İbo bin Hasan’a verilmiştir (Ekiz, 2011: 48).

1913’te Besni kazasında Berete Aşiretinden olup ticaret için El-aziz vilayetine giderken vefat etmiştir. Osman’ın kardeşi Bekir vefat kardeşinin Behisni Kazası Meydan mahallesinden Şükür oğlu Mustafa’dan dört yüz kuruş alacağı alacaklı olduğunu bu paranın kendisine ve diğer varislere verilmesini istemiştir (Ekiz, 2011: 53-54).

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRET-DEVLET İLİŞKİSİ İsmail FİRDEVSOĞLU

45

6. ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRET-DEVLET İLİŞKİSİ

Osmanlı toplumunda aşiretler sosyal hayatın önemli birer unsuruydular. Zira iktisadi bir teşekkül olarak ortaya çıkan aşiretler, hayvancılıkla uğraştıklarından devlet ve topluma bu hususta önemli bir hizmet sunmaktaydılar. Örneğin temel iktisadi özelliği koyun yetiştiriciliği olan aşiretler, imparatorluğun et ihtiyacını karşılamakta, at ve deve yetiştiriciliğiyle uğraşan aşiretler ise, askeri veya sivil taşımacılık hizmetini yerine getirmekteydiler (Orhonlu, 1987: 19-20).

Aşiretlerin Osmanlı kuralcılığına gösterdikleri tepkilerin yansıması, Osmanlı fetihlerinde onların ciddi direnç göstermeleri şeklinde ortaya çıktı. Bilhassa dağlık kesimlerde yaşayan Türkmenler üzerinde hâkimiyet kurmak kolay olmadı (Saydam, 2009: 15).

Aşiretleri devletle karşı karşıya getiren problemler de çeşitliydi. Devletin tahsis ettiği otlak ve yaylakların yetersizliği, iskân edilen yerin beğenilmemesi, ürün kıtlığı ve susuzluk gibi sıkıntılar aşiretleri devlete karşı tavır almaya sevk etmekteydi. Aşiretlerin birbirlerine olan baskıları nedeniyle bazıları yerini yurdunu terk ederek başka mekân arayışına girmekteydiler. Suriye’deki Arap aşiretlerin kuzey yönüne baskıları sebebiyle bazı aşiretlerin batıya doğru göç etmelerine neden olmaktaydı. Savaş zaruretlerinin gereği veya yerel idarecilerin yüklediği mükellefiyetler geliri yeterli olmayan konargöçerleri yerlerinden etmekte ya da vergilerini vermemeye itmekteydi. Bu durum münferit veya toplu eşkıyalık hareketlerine neden olmakta, sarıca ya da sekban hareketlerine katılma veya destek olmaya kadar gidebilmekteydi (Kaya, 2006: 250).

Aşiretlerin, Osmanlı Devletine iyi niyet veya bağlılık göstergesi olarak devletin yapacağı seferlere katılmaya söz verdikleri görülmektedir. Yeni-il, Türkmen-i Haleb, Kilis, İfrazı Zülkadiriyye, Danişmendlü, Mamlu, Hacı Ahmed Türkmen’i, Bozulus, Rakka, Adana, Kars, Zülkadriyye, Piyas, Bilan etrafında vaki cemaatleri ve Mardin Voyvodalığına tabi aşiretler ve Badıllı cemaati vesair sefer-i hümayunuma memur olan aşiretlerinin Boybeylerine, kethüdalarına ve iş erlerine hüküm gönderilmiştir. Gönderilen hükümde İ’lai kelime-i din ve ifa-i sünen-i seniyye-i fahrül-mürselin1 için yapılacak sefer için Edirne sahrasında bir araya gelinmesi emredilmiştir (Refik, 1930: 90-91). Aşiretler yapılacak sefere davet edilmiştir. Aşiretlerin sefere katılmak için önceden devlete söz vermeleri aşiretlerdeki dini duyguyu yansıttığı gibi devletle aralarını iyi tutmak içinde olabilir. Sefer için aşiretlerin davet edildiği başka bir hükme karşılık Şeyh Hasanlı Aşireti Ağası Deyyab Ağa’nın merkeze yazdığı bir yazıda “bu defa Elhac Hasan Paşa efendimiz hazretlerinden buyurdu şerif-i vurud edip cümle aşiret kullarınız dinimiz yoluna ve efendimiz uğurlarına mal ve can feda eyleyeceğimiz malum devletiniz olup benim efendim biz aşiret ağalarıyla olacağı mümkün değildir bir emr-i şerif olur ise külliyetli asker ile geliriz ve dahi Muhammedin yolunda canımız feda eyleceğimiz malum devletimiz ola baki ferman efendim Sultanım hazretlerinindir”

1 İslâm dininin tevhit akidesini, Hz. Muhammed’in sünnetinin gereği ve şanına layık şekilde yüceltip,

yayma

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRET-DEVLET İLİŞKİSİ İsmail FİRDEVSOĞLU

46

(BOA, HAT: 1033/42894_N) ifadesinden aşiret ağasının devletin verdiği ferman karşısında, fermandaki söz konusu işin aşiretten temin edilecek adamlarla mümkün olmadığını belirtmekle birlikte yine de ferman gereği ellerinden geleni yapacağını belirtmiştir. Ağanın devlete olan sadakatinin yanı sıra öngörüsüyle merkeze cevap verdiği görülmektedir.

6.1. Osmanlı Devletinde Aşiretlerin İdaresi

Osmanlı devleti döneminde ve daha önceki dönemlerde konargöçer bir hayat tarzı benimseyen aşiretleri bu hayat tarzına iten sebep hayvancılıkla uğraşmalarıydı. Zira konargöçer aşiretlerde her nerede hayvanları için ot ve su bulunsa o tarafa gitme eğilimi vardı. Konargöçerler kışlak ve yaylak hayatı sürerler ve kışlak-yaylak mahalleri belli olup havanın sıcaklığına göre göre bu iki mahalde yaşarlar. Böylesine hareketli bir yaşam tarzına merkezden müdahalenin zor olduğu için Osmanlı Devleti aşiretleri yerleşiklerden ayrı bir yönetim tarzı uygulamıştır. Aşiretlerin yöneticilerini devlete yakın olan güçlü aşiret beylerinden seçerek hem vergisini toplamakta zorlanmamış hem de istediği hükümleri aşiret beylerine uygulattırmakta başarılı olmuştur.

Göçebeler, herhangi bir kasaba veya şehre bağlı olmaksızın, bağımsız idari birimler haline getirilerek adeta “hareketli kaza ve nahiyeler” biçiminde teşekkül ettirilmişlerdi. Bir merkez kasabası olmayan “hareketli” kazaların oluşturulması göçebe hayatının ortaya çıkardığı bir zorunluluktan kaynaklanmış, böylelikle onların yönetime ısındırılmaları hedeflenmiştir (Saydam, 2009: 25).

Osmanlı İmparatorluğu vakayinamelerinde aşiretlerin münhasıran karışıklık ve isyan yuvaları gibi gözükmesi keyfiyeti şaşırtmamalıdır. Vakanüvisler yalnız olayları kaydeder ve normal hayatı meskût geçerler. Devletin bünyesini ve iyi hükümet etme prensiplerini inceleyen siyaset ilmi kitaplarında da, bu göçebelere idare sistemleri içinde yer bulunmaz; göçebelerden, yabancı ve hasım bir unsur olarak bahis olunur. Osmanlı devleti aşiret reislerini kendi memurları arasına katarak, onlara asker ve amele vermek, vergi ödemek gibi bazı mükellefiyetler yükleyerek onları siyasi ve idari teşkilat kadrolarına sokmak istemiştir (Wittek, 1963: 265). Böylece devlet kendi gücünü aşiret mensupları üzerinde aşiret reisleri sayesinde hissettirtiyordu.

Konargöçerlerin sancak ve kaza şeklinde idari organizasyonu, asayişin temini için zapt u rabta alınmalarının yanında vergi tahsilatının da nizamı için yapılmaktaydı. Aşiretlerin organizasyonu hiyerarşik sıra ile tayin edilmiş görevlilerin en mühim vazifeleri, verginin sağlıklı bir şekilde tahsili ve hazineye intikalinin temini idi (Sakin, 2010: 61).

Doğudaki aşiretler, her biri kabile esasıma göre idare edilen, merkezle ilişkileri az topluluklardı ki, Osmanlı devletinin bunlarla ilişkisi, daha çok has reayası olmalarından dolayı has voyvodaları ve Ümera-i aşâir denilen boy beyleri arasında kalıyordu (Arıcanlı, 1979: 28). Osmanlı memleketlerindeki göçebeler ulus adı altında birlik oluşturarak resmen aşiret, cemaat ve oba gibi idari birimlere bölündüler. Bunların

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRET-DEVLET İLİŞKİSİ İsmail FİRDEVSOĞLU

47

başında bulunan bey, ağa veya şeyh denilen reisleri ile onlara bağlı olan kethüdalar, oymakbaşları hem aşiretin iç meselelerini çözümlemek, hem de aşiretlerle devlet arasındaki ilişkileri düzenlemek üzere hükümet tarafından muhatap kabul edildiler. Meselâ Yörüklerle ilgili bir kanunnamede “Makarr ve yerleri ve sancağa taallukları ve ihtisâbları olmayub ağaları subaşılarıdır” denilmektedir (Saydam, 2009: 19).

Aşiret aynı zamanda siyasi bir birliktir. Bu birlik aşiret reisliği kurumu tarafından idare edilir. Aşiret reisi aşiretin mülkünün manevi sahibi, aşiretin de babası sayılır. Bu nedenle aşiretin çıkarlarını korumak, prestijini sürekli yüksek tutmak, onun görevleri arasındadır. Bu çıkarlar şunlardır. Aşiretin diğer aşiretler arasında önemli olan yerini korumak hatta daha üst düzeylere çıkarmaktır. Aşiretin veya mensuplarının devlet ile olan ilişkilerinde, aracılık yapmak. Bürokrasi ile kurulacak kontak yoluyla, aşireti devlet katında temsil etmek ve olup bitecek işlerini halletmektir (Özer, 1990: 101). Bu sistem günümüzde batıya göç eden aşiret mensuplarından dolayı biraz kırılmış gibi de olsa etkisini hala göstermektedir. Aşiret ağası veya şeyhi seçimlerde ön plana çıkmaktadır.

Aşiret üyeleri devlet gücü olarak sadece ağa ile yakın çevresini tanıdıklarından devlet nizam ve kanunları, ağanın benimsediği ölçülerde uygulanmaktaydı. Devlet otoritesi ile doğrudan yüz yüze gelmediklerinden, aşiret mensupları için devlet demek, ağa ile yakın adamlarının otoritesi ve emirleri demekti. Hayatlarına, gelenek haline gelmiş kurallar yön vermekteydi. Çoğu zaman bu kurallar, aşiret yöneticisi ile kethüda ve muhtarların çıkarlarından ve şahsi isteklerinden kaynaklanıyordu (Saydam, 2009: 23).

Osmanlı Devletinin yıkılması ardına kurulan Türkiye Cumhuriyeti ise döneminde aşiretlerin iskânı iyice gerekli bir hale gelmiş olup bunun için 1 Temmuz 1926 tarihinde yürürlüğe giren İskân Kanunu çıkarılmıştır.

İskân Kanunu’nun 10. Maddesi A fıkrası “Kanun aşirete hükmi şahsiyet tanımaz. Bu hususta her hangi bir hüküm, vesika ve ilama müstenit de olsa tanınmış haklar kaldırılmıştır. Aşiret reisliği, beyliği, ağalığı ve şeyhliği ve bunların her hangi bir vesikaya veya görgü ve göreneğe müstenit her türlü teşkilat ve taazzuvları kaldırılmıştır” gereği aşiret ağaları ve ileri gelenlerinin ellerindeki imtiyazlar ellerinden alınmıştır. Yine aynı kanunun 10. Maddesinin B fıkrasında ise “Bu kanunun neşrinden önce her hangi bir hüküm veya vesika ile veya örf ve adetle aşiretlerin şahsiyetlerine veya onlara izafetle Reis, Bey, Ağa ve şeyhlerine ait olarak tanınmış, kayıtlı, kayıtsız, bütün gayrimenkuller Devlete geçer. Bu kanun hükümlerine ve Devletçe tutulan usullere göre bu gayrimenkuller muhacirlere, mültecilere, göçebelere, nakl olunanlara, topraksız veya az topraklı yerli çiftçilere dağıtılıp tapuya bağlanır. Bu gayrimenkullerin aidiyeti tapu sicillerindeki kayıtlara göre tesbit olunur. Tapu sicillerinde aidiyete dair bir kayıt yoksa veyahut kayıtlar yalnız şahıslar namına olupta halk arasında bunların aşirete ait olduğu şayi bulunuyor ve aşiret fertleri de bu gayrimenkullerden başkasına sahip bulunmuyorlarsa aidiyet, tahkikat üzerine, o yerin idare heyeti kararıyla hall olunur; idare heyetlerinin valilerce tasdik edilen bu kararı katidir” (İskân Kanunu, 1926: 943-

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRET-DEVLET İLİŞKİSİ İsmail FİRDEVSOĞLU

48

944) aşiret ağalarının ellerindeki toprakları ve imtiyazların halka verilmesi amaçlanmıştır. Fakat bu kanunun bu maddeleri uzun yıllar uygulanamamıştır.

6.1.1. Boybeyileri

Aşiretlerin bir araya gelmesiyle oluşan boylar aşiretler üzere güce sahipti. Her boyun idari işlerini yapan bir Boybeyi mevcuttur. Boybeyleri, boy içerisinde doğruluğu cesareti, mali gücü ile tanınan kimseler arasından boyu oluşturan kethüdaların bir araya gelerek ittifakla seçtikleri kişilerden oluşuyordu (Taştemir, 1999: 103).

Rişvan Aşireti mukataasından Hısn-ı Mansur’da sakin Boybeyi Bereket oğlu Hasan adındaki kişilerin kanunsuz hareket ettiğinden bahsedilerek konunun araştırılması istenmektedir (BOA, C.ADL: 85/5133)

Anadolu da aşiretler güçlü olan bir aşiret etrafında toplandığı görülmektedir. Özellikle nüfus ve ekonomik güç olarak güçsüz olanlar güçlü olanların yanında yer almakta idi. Bazı durumlarda ise gönüllü bir birliktelik söz konusudur. Bu durumda büyüyen aşiretler bir boy olarak adlandırıldığı gibi itibarlı, güçlü olan aşiret ağası boy beyi oluyordu.

Boybeylerine boy içinden seçilmekte idi. Hısn-ı Mansur Kadısı, Rişvan Voyvodası ve Rişvan halkının 22 Şubat 1726’da verdiği bir dilekçe de Rişvan mukataası aşiretlerine henüz bir boy beyi seçilmediği halde, Mehmet adında birinin “ben boy beyiyim” diyerek elinde beraatla dolaştığı belirtilmiştir (Söylemez, 2011: 216). Buradan anlaşılmaktadır ki halkın oyunu, rızasını almadan Boybeyi olmak mümkün değildir.

Hısn-ı Mansur Kadısına Rişvan Boybeyi Mehmed’in tahsilâtı hakkında gönderilen hüküm de “Aşiret halkından Rişvan Göçer Boybeyi devletlü Mehmed Bey” (BOA, AE.SAMD.III: 92/9152) hükmünden bir Boybeyi için devletlü tabiri kullanılması onun ne kadar itibar sahibi olduğunu ve itibarın padişah nezdinde olduğu görülmektedir.

6.1.2. Aşiret Ağası

Osmanlı Devleti, aşiretleri daima daha fazla kontrol altında tutmak eğilimindeydi. Denetim kurmanın en belirleyici yöntemlerinden biri, aşiret reislerinden daha üst idari birim olarak Türkmen Ağalığının teşkil edilmiş olmasıdır. Türkmen Ağaları sancak beyinin adamları arasından yahut da aşiret hanedanlarından ahalinin rızası alınarak tayin olunurlardı. Bunlar birer devlet memuru idiler. Yetki alanlarına birkaç aşiret dâhil edilerek yeni ağaları teklif etmek, aşiretlerden ağaları vasıtasıyla gelen vergileri toplamak, muhtelif konulardaki fermanları duyurarak gereğinin yapılmasını sağlamak ve aşiretler arasındaki çatışmaları gidermekle yükümlü kılındılar. Yaptıkları hizmetlere karşılık olarak topladıkları vergiden % 25 hisse almaktaydılar (Saydam, 2009: 21). Aşiret ağaları maaş yerine ağalık hakkı tabirinin kullanıldığı payı

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRET-DEVLET İLİŞKİSİ İsmail FİRDEVSOĞLU

49

alıyorlardı. Bu yüzden aşiret ağaları ahali üzerinde ekonomik olarak da etkili bir konuma gelmelerini sağlamıştır.

Aşiret ağalığı genellikle babadan oğula geçmekte ve ağanın tayininde aşiret halkının belirleyici olduğu görülmektedir. Bazı durumlarda devlet tarafından da ağa atandığı olmuştur (Söylemez, 2011: 224).

Konargöçerlerle ilgili kanunda “Yörük taifesi konar ve göçer halktır ve makarr ve yerleri ve sancağa taallukları ve ihtisabları olmayub ağaları subaşıdır” (Saydam, 1999: 182-183). Yani aşiret ağaları aşiretin içinde güvenlik, asayişten de sorumludur.

Şeyh Hasanlı Aşireti Ağası, Deyyab Ağa’nın merkeze yazdığı bir yazıda “bu defa Elhac Hasan Paşa efendimiz hazretlerinden buyurdu şerif-i vurud edip cümle aşiret kullarınız dinimiz yoluna ve efendimiz uğurlarına mal ve can feda eyleyeceğimiz malum devletiniz olup benim efendim biz aşiret ağalarıyla olacağı mümkün değildir bir emr-i şerif olur ise külliyetli asker ile geliriz ve dahi Muhammedin yolunda canımız feda eyleceğimiz malum devletimiz ola baki ferman efendim Sultanım hazretlerinindir” (BOA, HAT: 1033/42894_N) ifadesinden aşiret ağasının devletin verdiği ferman karşısında, fermandaki söz konusu işin aşiretten temin edilecek adamlarla mümkün olmadığını belirtmekle birlikte yine de ferman gereği ellerinden geleni yapacağını belirtmiştir. Ağanın devlete olan sadakatinin yanı sıra öngörüsüyle merkeze cevap verdiği görülmektedir.

“Kâhta karyesinde Merdisi Aşiretinden Haydar ağa zade Abuzer Ağanın Karınca Karyesinde kese-i sahibiyetinden inşa ettirmiş olduğu Cami-i Şerif’i cenab-ı hilafet penahi cennet mekân Sultan Abdülhamit Han Hazretlerinin nam-ı aliyelerine nisbetle tevsim olunması ” (BOA, İ.DH: 1275/100267) aşiret ağasının vefat padişah adına cami yaptırması aşiret-devlet ilişkisi açısından önemlidir. Buradan aşiretin padişaha olan sevgisini ve devlete olan bağlılığını görmek mümkündür.

Merdisi Aşireti ağası Haydar Ağazade Abuzer ağanın yaptırmış olduğu camiye Sultan Abdülhamid Han’ın adını vermesi Haziran 1892’de Osmanlı Devleti tarafından dördüncü rütbeden Mecidi Nişanı verilmiştir (BOA, İ.DH: 1276/100404).

Aşiret ağalarına bazı imtiyazlar tanınmasına rağmen aşiret mensuplarının yapmış oldukları saldırı, eşkıyalık gibi hareketlerden dolayı ağalarda sorguya çekilmekteydi. Çünkü aşiret mensuplarının ağanın emri olmadan fena hallere kalkışmasına mümkün görünmemektedir. Ayrıca ağaların sözü aşirette kanun yerine geçmektedir.

Kâhta da aşiretler arasındaki düşmanlık diğerinin köylerine hücum ederek ölüm getirip ve yağma yapmalarına kadar vahim boyutlara ulaşınca bundan aşiret ağaları sorumlu tutulmuştur. Olaylara il jandarması müdahale edip dördüncü ordunun da yardımı ile aşiret ağalarından Bedir ve Abuzer Ağalar, Malatya’ya götürülerek adliyeye teslim olunmuş daha sonra Malatya Mutasarrıfından gelen yazıda olaylara Hacı Ahmet, Narinceli Emin ve Hamik Ağaların sebep olduğu bildirilmiştir. Konunun önemli olmasından dolayı cezaların karşılığı olarak verilecek hükümler öncesi Adliye Nezaretinin görüşü istenmiştir (BOA, TMIK.M: 160/46).

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRET-DEVLET İLİŞKİSİ İsmail FİRDEVSOĞLU

50

19. yüzyıl ortalarında getirilen toprak reformu, toprağı aşiretsizleştirme sürecini başlatmış ve böylece birçok aşiret ağası, içinde oturmadığı halde tapulu geniş arazilere sahip olabilmiştir. Özellikle 1920’lerden sonra toprağın, özel mülkiyet unsuru olarak aşiret ağalarının şahısları adına tapuda düzenlenmesi birçok aşiret mensubunu topraksız çiftçi konumuna düşürmüştür (Karadeniz, 2010: 34).

Aşiret Ağaları eski dönemlerde olduğu kadar olmasa da günümüzde etkilerini hala göstermektedirler. Özellikle siyaset konusunda oy verilecek partilerin belirlenmesinde ve etkili oldukları bölgelerdeki seçilecek kişilerin belirlenmesinde etkilidirler. 2002 genel seçimlerinde Doğu ve Güneydoğu’daki 12 ilde 60’ın üzerinde aşiret lideri ve şeyh ailesinden gelenler Meclis’e girmek için aday olmuştur (Balıkçı, 2002: 1).

Aşiret mensuplarının oylarını “topluca” almak isteyen siyasi partiler de, onlardan ilgilerini esirgememişlerdir. Günümüzde aşiret, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da hala çok önemli bir siyasi güç; aşiret reisi de bu gücün temsilcisidir. Bir sözüyle kitleleri harekete geçirebilen aşiret liderleri, uzun yıllardır siyasi partilerin sandıktaki önemli kozlarından biri durumunda varlıklarını hep sürdürmüşlerdir (Çitlioğlu, 2009: 23).

Aşiretlerde toplu hareket etme duygusunu araştıran Kaya (2002: 1) partilerin toplam oy sayısını ve hangi partiye vereceklerin yaptığı araştırma neticesinde ortaya koymuştur. Söz konusu araştırma bize oy verilecek parti için toplu hareket edildiği göstermektedir.

Cumhuriyet’in kuruluşundan beri devam eden aşiretlerin etkisi kırılmamış. Batı’da Cumhuriyet ve demokrasi feodalizmi tasfiye ederek ortaya çıkarken, Türkiye’de ise Osmanlı’dan kalan miras günümüze kadar devam ediyor. Eskinin aşiret reisleri, bugünün işadamları veya siyasetçileri olarak ortaya çıkıyor. Türkiye’deki siyasi partiler, seçmenle birebir ilişki kurmaktansa bir aşiret reisi ile ilişki kurup 20-30 bin oyu denetlemesi daha kolay olduğu için bu sistemi devam ettirmiştir. Siyasi partiler bu aşiret yapısının değişmesi için ciddi bir çaba göstermemiştir (Balıkçı, 2002: 1).

Ağa-milletvekillerine en bilinen örneği Rişvan Aşiretinden Hacı Bedir Ağa’dır. Atatürk tarafından desteklenen Hacı Bedir Ağa mecliste II. dönem Malatya ve III. dönem Kars milletvekilliği yapmıştır. Kendinden sonra oğulları ve torunları da mecliste milletvekilliği yapmışlardır.

Osmanlı Devleti tarafından Kâhta ve Hısn-ı Mansur Kazaları ile Siverek Livası dâhilinde aşiretler arasında dokuz aydan beri devam iden çekişme, düşmanlığı ve çalınmış olan eşyaların geri verilmesinde güzel hizmetlerde bulunan Kâhtalı Hacı Bedir Ağa dördüncü rütbeden Mecidi Nişanı verilmiştir (BOA, İ.DUİT: 68-80: 2)

07 Mart 1909 tarihli Malatya’dan Meclis-i Mebusan başkanlığına çekilen telgrafta Hacı Bedir Ağa’dan “Kâhta Kazası dâhilinde Ziravkan Aşireti reisi Bedir Ağa” şeklinde bahsetmektedir (BOA, DH.MKT.MKT: 2789/51).

Mustafa Kemal’in, Hacı Bedir Ağa’nın evinde misafir kaldığı ve kahvesini içtiği, kahvenin hatırını unutmayan Hacı Bedir Ağa, Şeyh Sait isyanına katılmayı

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRET-DEVLET İLİŞKİSİ İsmail FİRDEVSOĞLU

51

reddederek, Kemal Paşa geldi, benim ekmeğimi yedi, kahvemi içti dediği rivayet olunur (Ilıcak, 2007: 1)

Hacı Bedir Ağa, TBMM tarafından azayı kiram muamelatına uygun görülerek Kırmızı-Yeşil Kurdelalı İstiklal madalyası verilmiştir. (TBMM, 1961: 109). Madalyanın verilme gerekçesi olarak da Milli mücadeleye bilfiil ateş hattında yapmış olduğu hizmetlerden dolayıdır (TBMM, 1975: 310). Hem TBMM üyesi olup hem de cephede görev alanlara Yeşil-Kırmızı kurdeleli İstiklal Madalyası verilmiştir. Hacı Bedir Ağa’nın soyadı kanunu ile birlikte Fırat soyadını almıştır. Kendisinin soyundan gelenler ise Fırat ve Turanlı soyadlarını almışlardır.

Malatya ve Adıyaman yöresinde Rişvan Aşiretinde aşiret ağalığı son zamanlara kadar devam etmiştir. Aşiret ağaları, mensubu oldukları oymak içerisinde liyakati ile kendini göstermiş şahısların, yine kendi oymakları halkı tarafından seçilip, benimsenmesiyle bu görevi yerine getirmişlerdir (Söylemez, 2011: 225). Zaten aşiret ağaları mensubu oldukları aşiret içinde sevilen, sayılan kimseler olmak durumundadır. Halkı tarafından benimsenmemiş ağaya rastlamak mümkün değildir. Çünkü halk birinden kötülük gördüğünde hemen ağaya sığınır. Ağa kendine sığınan her kim olursa olsun korur onu himayesinde tutar. Böylelikle ağanın halkı arasında itibarı daha da artar.

6.1.3. Aşiret Voyvodası

Ağa, reis subaşı gibi anlamlara da gelen voyvoda tabiri Tanzimat Dönemine kadar kullanılmış olup tahsil memuru demektir (Pakalın, 1983-III: 598). Voyvodalık, Türklerin Balkan Slovenlerinden almış oldukları idari bir müessese olup, Türk idare sisteminde muhtelif anlamlar taşımaktadır. Vilayet, şehir ve nahiye voyvodalarının vazifeleri, kendi voyvodalığındaki umumi asayiş ve emniyeti temin etmek, hasları idare temek, gelirleri toplamaktır. Voyvodaların idare ettikleri bölgeler sultana, beylerbeylerine, vezirlere, sancak beylerine ait arazilerdi (Söylemez, 2011: 218).

Osmanlı bürokratları aşiret bölgelerinden gelen vergileri zeamet ya da has denilen dirlikler kapsamında toplamaktaydılar. Buna bağlı olarak her aşiretin idari ve mali açıdan bağlı oldukları kaza ve sancak idaresi kanunnamelerde belirtilmekteydi. Bunlar üzerinde yaşadıkları toprağın şekline göre yani tımar, zeamet ve has oluşuna bağlı olarak tımar ya da has reayası idiler. Meselâ Yörükler umumiyetle tımar reayası, Türkmenler ise has reayası idiler (Saydam, 2009: 24).

Aşiretler içerisinde voyvoda seçilmesindeki amaç hasların gelirlerinin toplanmasının kolaylaştırmak istenmesidir. Hısn-ı Mansur’da bulunan padişah haslarının gelirlerini toplamak üzere merkezden memur gönderilmiş olsa bu gelirleri toplamasında sıkıntı çıkmaktadır. Fakat aşiret içinden kendisine sorumluluk verilen voyvodalar aşiretleri üzerinde saygın kişiler olduğundan gelirlerin toplanmasında sıkıntı giderilmiş oluyordu.

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRET-DEVLET İLİŞKİSİ İsmail FİRDEVSOĞLU

52

Osmanlı Devletindeki konargöçerler, üzerinde bulundukları toprakların tımar, has, zeamet olmasına göre sınıflandırılıyordu. Yörükler genelde tımar, Türkmenler ise has reayası idi. Türkmen Aşiretlerinden has reayası olanlara, bu hasları idare etmek üzere voyvodalar atanırdı. Bu voyvodalar aşiret hanedanından halkın rızası ile seçiliyordu. Bu voyvodalara genelde Türkmen Voyvodası ya da Türkmen Ağası olarak adlandırılırlardı (Söylemez, 2011: 218-19; Şahin, 1982: 292). “Maraş valisine ve Adana Mutasarrıfı Rişvan zadeye ve Rişvan voyvodasına hitaben emr-i ali ısdar”(BOA, C.DH: 268/13368), “Hısn-ı Mansur Kadısına ve Rişvan Voyvodasına” (BOA, AE.SAMD.III: 92/9152) hükümlerinde görülmektedir ki vali, kadı, mutasarrıf kadar voyvoda da yetkilidir.

Voyvodaların, aşiretleri üzerinde sahip oldukları gücün farkında olan Osmanlı Devleti Rişvan voyvodasına gönderdiği hükümde “kudretlü, riyasetlü Rişvan Voyvodası” hükmünden anlaşılmaktadır (BOA, AE.SAMD.III: 92/9152).

Voyvodalar aşiretlerinde söz dinlenen ve yaptırım gücü bulunan kimselerdir. Hısn-ı Mansur’a tabi Rişvan Aşireti eşkıyası Voyvoda İbrahim Ağa tarafından uzaklaştırılmıştır (BOA, SMST.III: 40/2865).

Voyvodalar, kendilerine bağlı bulunan aşiretlerin bir derbentte görevlendirilmeleri halinde de, derbent ağası olurlardı. Derbent Ağası, maiyetinde bulunanlara zulmettiği ve idarede acizlik gösterdikleri zaman, hükümet tarafından azledilirdi. Voyvodalıklardan bazısının bir kişinin uhdesinde toplandığı da görülmektedir (Halaçoğlu, 1988a, 21).

Konargöçerlerin vergilerinin tahsilinden ve merkeze ulaştırılmasından sorumlu olan kişi Türkmen ağası diye de bilinen voyvodadır. Tahsil edilen vergiden % 25’e yaklaşan oranlarda pay alırlardı (Gündüz, 2002: 162). Aynı oran aşiret ağalarında da vardır.

Voyvodalar, bağlı oldukları Sancakbeyinin gediklilerinden veya mahalli hanedanlardan, ahalinin rızası alınmak suretiyle voyvoda tayin edildiği için iskâna tabi tutulan aşiretlerle birlikte iskân sahasında bulunmaktaydılar. Zira bunlar, kendilerine bağlı yerleşik veya konargöçerlerin sayımını düzenli bir şekilde tespit ederek ona göre vergisini tahsil etmekteydi.

6.1.4. Aşiret Kethüdası

Kethüda büyük devlet adamlarıyla zenginlerin işlerinin gören adama için kullanılan tabirdir. Halk arasında kâhya denilir (Pakalın, 1983-II: 251). Osmanlı devletindeki göçebeler ulus adı altında birlik oluşturarak resmen aşiret, cemaat ve oba gibi idari birimlere bölündüler. Bunların başında bulunan bey, ağa veya şeyh denilen reisleri ile onlara bağlı olan kethüdalar, oymakbaşları hem aşiretin iç meselelerini çözümlemek, hem de aşiretlerle devlet arasındaki ilişkileri düzenlemek üzere hükümet tarafından muhatap kabul edildiler (Saydam, 2009: 19). Aşiretlerin bir alt birimi olan cemaatleri kethüda temsil etmekteydi (Söylemez, 2011: 221).

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRET-DEVLET İLİŞKİSİ İsmail FİRDEVSOĞLU

53

İdari bakımından cemaati temsil eden kethüdalar, cemaat ileri gelenleri veya ahalisinin kararıyla tespit edilir, bu durum mahallin kadısına iletilir, kadı durumu merkeze bildirir ve merkez bu ismi resmi olarak tasdik ederdi. Kadı merkeze teklifini yaparken, kethüda adayının vasıflarını “yarar kimisnedür, mahaldür, maslahat-güzar, kethüdalık uhdesinden gelür, kethüda oğlu kethüda” şeklinde ifade ederlerdi (Şahin, 1995: 261).

Kethüdalarda devlet tarafından aşiret ağaları kadar itibar görmekteydiler. “ve Rişvanlu Aşireti boy beyleri ve ağavat ve kethüdaları” (BOA, HAT: 280/16617). Söz konusu işin halli konusunda Boybeyi, Ağa kadar kethüdaya da iş havale olunmuştur.

Aşiret kethüdaları savaşlara katılmaları durumunda sipahi olarak savaşa katılıyorlardı (Armağan, 1999: 145).

6.1.5. Aşiret Müdürü

Osmanlı kalabalık nüfusa sahip olan konargöçer aşiretleri daha kolay yönetmek için aşiretlere sancak ya da kaza statüsü veriyordu. Böylece merkezin etkisini kurmak istiyordu. Kaza statüsü verilen aşiretlere bir müdür ataması yapılıyordu (Söylemez, 2011: 226-227). Aşiretlerin sürekli yer değiştiriyor olması devletin aşiretler üzerinde ki tesirini azaltmakta idi. Aşiretlere müdür ataması yapılarak devletin aşiretler üzerinde kontörlü sağlanmaya çalışılmıştır.

“Zerikanlı Aşireti müdürü Alişan Beyin” (BOA, MVL: 3/38), “Diricanlı Aşireti Reisi olan Deli Süleyman’ı müdür nasb ederek” (BOA, A.}MKT.UM: 512/90). Burada hem aşiretleri kolay yönetmek için onlara kaza statüsü veriliyor hem de aşiret önde gelenleri devlet kadrolarına atanarak devlet-aşiret ilişkisi kuruluyordu.

6.1.6. Aşiret Kadısı

Osmanlı hükümdarları, ağanın mahalli otoritesine karşılık merkezi otoriteyi temsil edecek başka görevliler bulundurmayı da ihmal etmemişlerdir. Kaza statüsündeki aşiretlerin başına tayin edilen kaymakamlar genelde merkezin memurlarıydı. Aşiretlerin kazada olan işlerine bakan kadılar ise görevleri gereği bağımsız olup hükümetin en etkili temsilcisi durumundaydılar. Göçebe aşiretlerin dini ve hukuki ihtiyaçlarını karşılamak için tayin edilen kadılar, onlar gibi aylar süren yaylak-kışlak arasındaki hareketlerde belli bir yerde ikamet etmemekte, oymaklarla beraber dolaşmaktaydılar (Saydam, 2009: 21; Gündüz, 2002: 162).

Kadılar, aşiret nezdinde devleti temsil eden yetkili şahıs olarak, merkezi hükümetin emirlerinin aşirete tebliği, emirlerin uygulanmasının takibi, hukuki ve idari nizamın işleyişinin takipçisidir. Öte yandan aşiret mensuplarının kendi aralarındaki adli sorunların çözümleri hususunda aşiret kadılarına müracaat mecburiyeti yoktu (Sakin, 2010: 54).

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRET-DEVLET İLİŞKİSİ İsmail FİRDEVSOĞLU

54

Aşiret Kadılığına benzer bir uygulamada Cumhuriyet döneminde yapılmak istenmiştir. Bazı vilâyetlerde seyyar aşiret muallimleri teşkilâtı hakkındaki kanun layihasıyla Maarif vekâleti 1933 senesi bütçesinin 558. faslı adının değiştirilmesine dair olan kanun lâyihasının geri verilmesi halikında Başvekâlet tezkeresi Büyük Millet Meclisi Yüksek Reisliğine bazı vilâyetlerde seyyar aşiret muallimleri teşkilâtı yapılmasına ve 1933 senesi Maarif vekilliği bütçesinin 558. Faslının aşiretler seyyar muallimlerinin maaş, ücret ve harcırahları faslının muvazene umumiye kanununa bağlı (E) cetveline geçirilmesi ve fasıl adının değiştirilmesi (TBMM, 1934: 34) yönünde teklifte bulunulmuş fakat bu girişim başarılı olmamıştır.

6.1.7. Aşiret İhtiyarları

Aşiretlerin yapmış oldukları zararları geri ödemesi için mahkemeler ve devlet memurları tarafından belirlenen tazminatlara güvence olarak aşirette sözü geçenlerinde onaylaması istenmiştir. Eğer aşiret ileri gelen ihtiyarları tazminat senetlerine imza atmazlarsa zararı gerçekleştiren aşiret mensupları hapis cezasına çarptırılıyordu.

Türkmen aşiretlerinin eşkıyalığına karşı devlet oymaklara kendi içlerinden başbuğ tayin etmeye başladı. Oymak ihtiyarları ile il erleri başbuğa yardımcı olmakla görevlendirildi (İlgürel, 1995: 466).

Behisni ve Hısn-ı Mansur Kazaları havalisinde bulunan Dalyanlı Rişvanı Aşireti eşkıyasının bölge halkına yönelik eşkıyalık ve zulümlerinden dolayı oluşan zararı ödemek ve biriken vergi borçlarından dolayı hem ödemelerin yapılacağına hem de eşkıyalık hareketinde bulunanların teslim edilmesini aşiret boy beyi ve ihtiyarları taahhüt etmişlerdir (BOA, İ.MSM: 69/2009).

Aşiret ihtiyarları genellikle aşiret halkı arasında çözülmeyen sorunları bir araya gelerek oturup konuşarak çözen kimselerdir. Kendileri mensubu oldukları aşiretlerin yaş olarak büyükleri olduklarından eskiden beri yaşanan hadiseleri bilirler, buna göre de hareket ederlerdi. Özellikle aşiret mensuplarının kendi aralarında ki sorunları rahatlıkla çözerken, başka aşiretler ile yaşanan sorunlar da ise yine o aşiretin ihtiyarları ile bir araya gelerek meseleleri hal yoluna bağlamaya çalışırlardı.

6.2. Adıyaman Yöresi Aşiretlerinin Eşkıyalık Olayları ve Devletin Tutumu

Sözlükte eşkıya; bedbaht, talihsiz, günahkâr, âsi gibi manalara gelen şaki kelimesinin çoğuludur. Ancak eşkıya Türkçede farklı bir anlam kazanmış olup yol kesen manasına gelen haydut, harami anlamına gelen muharip kelimelerinin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Bu sebeple eşkıyalık ve eşkıya, İslâm ceza hukukunun klasik sistematiğinde had suçları arasında yer alan hırâbe suçunun ve suçlusunun Türkçedeki karşılığını teşkil eder (Bardakoğlu, 1995: 463).

Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde devlet otoritesi fazlasıyla sarsıldı. Sefere gitmemek veya seferden firar etmek yaygın bir hal aldı. Artık önemi kalmayan

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRET-DEVLET İLİŞKİSİ İsmail FİRDEVSOĞLU

55

tımar sisteminin çöküşüyle sipahilerin ağır masraflı uzak seferlere gitmemesi bunların tımarlarının ellerinden alınmasına yol açtı. Tımarlarını terk eden sipahiler, savaş zamanları istihdam edilip sonradan işsiz kalan eli silahlı sekbanlar, vergilerini ödemeyen bir kısım aşiretler eşkıya grupları oluşturdular. Bu dönemlerde özellikle tüfeğin yaygınlaşması ve kolayca alınıp satılması da söz konusu grupların teşkilinde ve tesirli bir hale gelmesinde önemli rol oynadı (İlgürel, 1995: 467).

Yapı itibariyle kendi başlarına hareket etme kabiliyetine sahip bulunan aşiretler, gerek sağladıkları iktisadi imkânlar gerekse birlikteliğin verdiği güç sebebiyle Osmanlı Devleti tarafından bu dönemde mümkün mertebe hoşgörüyle karşılanmışlardı. Ancak aşiret idaresinin bulunduğu yerde devlet otoritesinin zayıflayacağının da her dönemde farkında olan Osmanlı, ona göre tedbirlerini almış, aşiretleri merkezi sistemin bir parçası yapmak, devletin bilgisi dışında göçerliğe engel olmak istemişti. Merkezileşen devletin kurallarına uymak istemeyen aşiret eşkıyalığı sadece aşiret ruhu ile meydana gelmeyip, devlet otoritesinin birçok alanda sarsılması ile maddi çıkar sağlamaya yönelik hareketler şeklinde de cereyan etmiş ve saklanmaları kolay olduğundan Osmanlı’yı uzun süre uğraştırmışlardı. Bir kısım aşiretler de yaylak-kışlak güzergâhı üzerinde eşkıyalık ve soygun yaparak bölge ahalisini tedirgin etmişlerdir. Malatya ile ilgili belgelerin mahiyetinden anlaşılacağı gibi, aşiretlerin hareketleri kalabalık gruplar halinde veya birkaç kişilik küçük gruplarla yapılmıştır (Akçadağ, 2012: 58).

Osmanlı Devleti bünyesinde bulunan konargöçer Türkmen aşiretleri bazen yer yurt darlığı nedeniyle birbirleriyle çatışmışlar, bazen de yerleşik halkın ekinlerine zarar verdikleri gerekçesiyle ziraatla uğraşan köylülerle aralarında kavgalar meydana gelmiştir. Osmanlı devlet adamlarının daha sağlıklı vergi toplamak, asker temin etmek ve yerleşik halkın ekinlerini korumak amacıyla uygulamaya koydukları iskân çalışmalarına, konargöçer aşiretlerin direnip, iskân memurlarına karşı geldikleri de olmuştur. Bütün bu nedenlerden dolayı konargöçer Türkmenler, çoğu kez hem yerleşik halk hem de devlet memurları tarafından eşkıya olarak kabul edilmişlerdir. Konargöçerler açısından bakıldığında durumun pek de böyle olmadığı iddia edilebilir. Bununla birlikte, yukarıdaki hususlar konumuzun dışında tutulup, bu tartışmalara girilmeyecektir. Gerçekten, konargöçer aşiretlere mensup birtakım şahıslar yağmalama, gasp, yol kesme ve hırsızlık gibi kanunsuz hareketlerde bulunuyorlardı ki; ancak bunları eşkıya olarak nitelemek mümkündür. Yoksa bir kısım şahıslar yüzünden bütün konargöçerleri eşkıya olarak görmek doğru olmasa gerektir (Söylemez, 2007: 71).

1578-1606 yılları arasındaki uzun ve ganimet getirmeyen İran ve Avusturya savaşları devletin mali yükünü, para ihtiyacını ziyadesiyle artırmış, tekâlif-i divaniye vergileri her seneye mahsup olmak üzere artan miktarda tahsil olunmaya başlanmıştır. Aynı zamanda İstanbul’da oturan rical, iltimasla Anadolu’daki haslarını artırma yoluna gitmiş, sipahileri namına da bir sürü dirlik ele geçirmişlerdi. III. Murat devrinde ehl-i örfü kötüleyici emirlerle ve I. Adalet Fermanı ile ayaklandırılmış olan halk 1595 yılında III. Mehmet’in Avusturya seferine çıkacağı zaman yayınladığı adalet fermanı ile benzeri hareketlere devam etmiştir. Anadolu’da yöneticilerin halka zulmetmekle suçlanması

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRET-DEVLET İLİŞKİSİ İsmail FİRDEVSOĞLU

56

sonucu, bu fermanın tesiri ile meydana gelen olaylardan birisi de 1595’de Kâhta’da olmuştu. Kâhta’da bir abdal, çevresine bir grup toplayarak, padişah hasları olan köylere girmişti. Bu durum karşısında kasaba halkı kaleye sığınmak zorunda kalmıştı (Akçadağ, 2012: 58).

1701 yılında Malatya sancağında Gerger ve Kâhta kazalarına tabi yirmi altı köye yerleştirilen Zerukanlı Aşireti mensuplarının yerleşik halka zulmetmeleri ve eşkıyalık yapmaları üzerine Rakka’ya sürülmüşlerdir (Karagöz, 1994: 200 ).

Kâhta kalesinde sakin İzol Aşiretinden Hanbey Oğlu Ahmet Bey ve kardeşi vesairenin 1747’de Merdis Aşiretinden olup Gerger Kazası muzafatından İç-il nahiyesi oturan Gerger mütesellimi Mehmet Efendi ile bazı kimselerin mallarını talan etmesi ve bu esnada bazı kimseleri de katledilmesinden dolayı Rakka Valisine hüküm gönderilmiştir. Vezirim diye hitap edilen Rakka Valisi saadetli Mehmet Paşa hazretlerinden gerekenin yapılması istenmiştir. Ahmed Bey ve yandaşları Kadı karşısına çıkarılarak gerekli cezaların verilmesi buyrulmuştur (BOA, C.ADL: 63/3774).

Rişvan Aşireti’nin koyunları sürekli Hısn-ı Mansur’un kuzeyinde Taşköprü ve Altınköprü adındaki mahallerin voyvoda ve kadıları marifetiyle sayılmakta iken 1753 yılında yine sayılacağı zaman eşkıyadan Seferi Mehmed ve arkadaşları muhalefet eylediklerinden ve bunlarında daima adam öldürme ve yol kesicilik etmekte olduklarından bunların uzaklaştırılması, ibretlik bir ceza verilmesi ricasında bulunulmuştur (BOA, C.ZB: 32/1553).

1777’de Malatya’ya bağlı Kâhta nahiyesi sakinlerinden Rişvan Aşiretine mensup Şerefhan oğlu Halil ve akrabaları ile oluşturdukları eşkıyalık gruba iki yüzden fazla kişilik eşkıyalık grubunun bölge de üç yüz otuz adet davar ve Malatya tüccarlarından birini Süsrek köyünde basıp iki katır ve sekiz merkebini yüküyle zorla el koymuşlardır. Bu eşkıyalık olayının araştırılması ve mağduriyetin giderilmesi Rakka Valisi, Maadin Emini, Malatya Mutasarrıfı ve Malatya Naibi Efendi ferman gönderilmiştir (BOA, C.DH: 7/320).

Behisni Kazasında sakin Hüveydi Aşireti 1792’de adam öldürme ve malları gasp ettikleri ve bunu da beş senedir yaptıkları ahaliden yüz bin guruşluk mal gasp ettikleri gibi fukaralara dahi zararları dokunmuştur. Budan dolayı bunların Rakka’ya iskân olunmaları babında ferman ihsan buyrulmuştur. Eşkıyalık hakkında Behisni naibinin iki kıta ilamı ve ahalinin iki kıta dilekçeleri vardır (BOA, C.DH: 259/12948).

Sivas Valisi İbrahim Paşa’ya 1814 yılında gönderilen fermanda Hüveydi Aşiretinin Behisni Ahalisi üzerlerine saldırılarının ve Malatya çevresinde bulunan Mülükanlı, Alcalı ve İzoli aşiretlerinin mazarratlarının defini emredilmiştir. Aşiretlerin külliyetli fakat nizama altına konulabileceğinden İbrahim Paşa’ya bu görev verilmiştir (BOA, HAT: 1339/52361).

1847’de Behisni ve Hısn-ı Mansur Kazaları havalinde bulunan Dalyanlı Rişvanı Aşireti eşkıyasının bölge ahalisine karşı çeşitli zülüm ve düşmanlık etmişlerdir. Eşkıyalık hareketlerinde silah dahi kullanmışlardır. Fakat bu eşkıyalık hareketi affedilmiştir. Behisni Kazası ahalisini zararı üç yüz küsur guruş ödenmesi mümkün

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRET-DEVLET İLİŞKİSİ İsmail FİRDEVSOĞLU

57

olamayacağından yüz elli bin guruş ve Hısn-ı Mansur Kazasından köy ahalisinin zararlarının dahi otuz bin guruş olduğu toplamda yüz seksen bin guruşun otuz bin guruşu nakden alınmıştır. Kalan kısmı yüz elli bin guruş ise senete bağlanarak alınmasına karar verilmiştir. Ayrıca seksen bin guruş vergi borcu ise her sene Behisni mal sandığına verilmesi eğer bunda bir aksama olursa aksama yapanlar derhal ahz u girift ile memleket zabitine teslim ve esra olunmak üzere aşiret Boybeyi ve ihtiyarları tarafından senetle taahhüt verilmiştir. Eşkıyalık hareketinde bulunan bu aşiretin Hısn-ı Mansur Kazasına tabi Turuşhas ve havalinde boz ve hali olan mahallede iskân edilmiştir. İçlerinden bir kısmı dahi rehin olarak ahz olunup bunların uzun zaman tevkifleri edilmeleri her altı ayda iadeleriyle yerlerine diğerlerinin tevkifleri münasip olacağı uygun görülmüştür. Aşirete ait hayvanların ise satılarak elde edilen gelirle yüz elli bin guruş tazminat akçesinin ödenmesine istenilmiştir. Behisni Kazası Kaymakamı ve Müdürü tarafından işar ve tembih olunarak aşiret eşkıyaları bu suretle nizama alınarak havali de bulunan ahali ve fukarasının emniyet ve asayişleri iade ve istikmal kılınmış oldu. Tüm bu hükümlerin Anadolu Ordu-ı Hümayunu müşiri ve Harput Valisi atufetlü paşalar hazretleri taraflarından müştereken yerine getirilmesi emr edilmiştir (BOA, A.}MKT:64/89; BOA, İ.MSM: 69/2009; BOA, A.}MKT.MVL: 4/47; BOA, A.}MKT.MVL: 4/50).

1847’de yaşanan başka bir eşkıyalık hareketinde ise Harput eyaleti dâhilinde Behisni kaymakamlığı idaresindeki Hısn-ı Mansur kazasında bulunan Kömür Kavisi Aşireti taifesi önceden Haleb’den gelen Malatya garibanını gasp etmişlerdir. Hısn-ı Mansur’da bulunan Nizamiye taburu bölgeye sevk edilerek eşkıyaların üzerlerine gidilmek üzere tabur kumandanı İslam Bey ve Behisni Kaymakamı Abdullah Bey’in kulları memur edilmiştir. Kâhta’da bulunan bazı aşiretlerde Kömür Kavisi Aşireti gibi hareketlerde bulununca bir kısmı yakalanmış ve gasp ettikleri mallar ellerinden alınmıştır. Eşkıyalık hareketinde bulunanlar zorla baş edilmiştir (BOA, A.}MKT.MHM: 2/53).

Hısn-ı Mansur tarafından gelen der kenarlı ilam ve Rişvan voyvodasının arzuhalinde 1851 tarihinde Yerli Rişvan aşiretinin katl-i nüfus, malların çalınması, şekavet ve fenalık ile meşhur olan Bereket oğlu Kara hasan ve karındaşı Hüseyin Kasım zadeleri ve havalelerine tabi 70-80 nefer eşkıya ile dört kasaba da gündüz ve gece kaza ahalisinin ırz ve mallarına saldırışlar ve ayandan İbrahim ağa nam kimesneyi dahi katl ve eşyasını gasp etmişlerdir. Rakka valisine hitaben gönderilen fermanda istenilen hususlar yerine getirilememiştir. Aşiret eşkıyaları haklarında lazım gelenin icra olunması için Maraş valisine, Adana Mutasarrıfı Rişvan zadeye ve Rişvan voyvodasına hitaben başka bir ferman gönderilmiştir. Söz konusu aşiretin eşkıyalık hareketlerinin men ve def edilmesi istenmiştir (BOA, C.DH: 268/13368).

1858’de Harput Eyaletine tabi Siverek Sancağı dâhilinde olan Hısn-ı Mansur Kazası ahalisinden Hacı Ali oğlu Yusuf ağa bir takım süvari ve piyade ile Rişvan Aşiretinin havalide bulunan göçebe haneleri üzerine hücum ederek Maadin-i Hümayun Sancağında vaki Eğil ve Şiro Kazalarının zabıtalarına dahi helal gelmesi üzerine ne

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRET-DEVLET İLİŞKİSİ İsmail FİRDEVSOĞLU

58

suretle tedbir alındığına dair Anadolu Ordu-ı Hümayun müşiri devletli paşa hazretlerinin gelen bilgide zikrolunan mahallerin ıslahatı çarçabuk hâsıl olacağını beyan ederek bu konuda Padişahın fermanı olmasına an hazret-i padişahi buyurulduğu halde daha sonra ayrıntılı cevap verileceği belirtilmiştir (BOA, İ.DH: 408/27025).

Sivas Valisi Hazretlerine ve Maraş Mutasarrıfına 1859 yılında gönderilen hükümde Çelikanlı ve Beydili aşiretleri ahalisinden olup bir müddetten beri eşkıyalık yapan ve ahaliden birçok kişiyi rencide etmiş olan Yunus oğlu Ahmed’in ortadan kaldırılmasından dolayı memnuniyet bildirilmiştir (BOA, A.}MKT.MHM: 156/43). Burada eşkıyalık yapan Yunus oğlu Ahmed’in etrafındakiler Çelikanlı ve Beydili aşiretlerinden oldukları muhtemeldir.

Siverek Sancağının Behisni Kazasına tabi Atmalı Aşiretine mensup 600 hanenin bedeviyet sureti ile 1862 yılında yine aynı kazaya bağlı Hüveydi Aşiretinden Şeyh Ağa’nın yardımıyla Maraş’a tabi Yumaklı Ceridi köyünden Nasırlı ahalisinin mal ve eşyalarını gasp etmişlerdir. Gasp edilen malların geri verilmesi ve bunu yapanların men edilmesi için ferman buyrulmuştur. Olayların çıkmasına yardım eden Şeyh Ağa Harput’a gönderilmiştir. Şeyh Ağa geçen yıllarda da bu tür olaylarda bulunduğu anlaşıldığından bir takım yandaşları ile birlikte Harput’ta tevkif edilmiştir (BOA, MVL: 639/38). Atmalı Aşireti ileri gelenleri ve müdürlerinden birkaçından birkaç ay önce senet alınmıştır. Yumaklı Ceridi ahalisinin gasp edilen mallarına karşılık zararları aşiretçe tanzim edilmiştir. Zararın giderilmesi ve gasp edilen malların geri verilmesinde Atmalı Aşiretinden Hasan Ağa etkili olmuştur. Bizzat bölgeye giderek sorunu çözmüştür. Aşiret mensupları her ne kadar hemen yaylalarına kaçmış olsalar da Hasan Ağa’nın çabası sayesinden sorun ortadan kaldırılmıştır (BOA, MVL: 631/24).

Aşiretlerde eşkıyalık olaylarının yaygın olmasındaki en büyük sebeplerden biri aşiretlerin hareketli yapısıdır. Bazen birkaç aşiret karışık durumda eşkıyalık hareketlerine başvurmakta idi. 1893’te Akçadağ Kazasına tabi Kabalar Aşireti ahalisinden olup bir müddetten beridir Pazarcık ve Ayıntab sınırları dâhilinde ve Behisni Kazasına tabi Binkanlı Aşiretinde ikamet eden eşkıya vardır (BOA, DH.MKT: 54/34). Binkanlı Aşireti içinde ikamet eden eşkıya Miz oğlu İbrahim’dir. Bu şahıs hakkında eşkıyalıktan dolayı adli işlem yapılması öngörülmüştür (BOA, BEO: 214/16022). Hakkında yapılacak işlemler için İbrahim’in bölgedeki adliyeye teslimi ve konu ile de Haleb Vilayeti vasıtasıyla İçişleri Bakanlığı’na bilgi verilmesi istenilmiştir (BOA, BEO: 276/20693).

1897’de Hısn-ı Mansur’a tabi Hıdırsorlu Aşiretinden bazı şahısların gasp ve katl gibi haklarında vaki olan eşkıyalık hareketi yerel yönetim tarafından men edilemediğinden yöre ahalisinden kırk hane başka yere göç eylemiştir. Ahali, eşkıyaların çaldıkları mallarını geri alamadığı için kendileri de başka yerlere göç etmek mecburiyetinde kalmışlardır. Bu olaylarla ilgili Behisni merkezinden Hasan ve arkadaşları imzasıyla çekilen telgrafta eğer önlemler alınmazsa kendilerinin de diğer ahali gibi başka yerlere göç edeceklerini bildirmiştir. Merkezi yönetim derhal havalinin

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRET-DEVLET İLİŞKİSİ İsmail FİRDEVSOĞLU

59

asayiş ve emniyetinin tesis edilmesini ve eşkıyaların ise idam edilmesini istemiştir (BOA, DH.MKT: 1658/131).

1919’da Besni’nin Karanlıkdere mevkiinde Karalar Aşiretine Ali oğlu Çavuş ve Binkanlı Aşiretinden Hasan oğlu İbrahim’in postaya taarruz ederek eşkıyalık hareketinde bulunmalarından dolayı derdest olunarak kaymakamlık tarafından hapishaneye teslim edilmişlerdir (BOA, DH.EUM.AYŞ: 26/26).

Osmanlı Devletinin aşiretlerin çıkardığı eşkıyalığa karşı aldığı en önemli tedbirler, onları çoğu zaman bölerek farklı bölgelere yerleştirmek, hatta bazı bölgelerde mecburi iskâna tabi tutmak olmuştur. Bu tedbir daha çok devam edip tekrarlanan aşiret eşkıyalıklarına karşı uygulanırdı (Demirci ve Aslan, 2012: 89).

Osmanlı Devleti’nde işlenen suçun niteliğine göre çeşitli cezalar öngörülüyordu. Taşrada işlenen suçların, şayet mahallin kadısı tarafından mahkemesi yapılamaz veya kadının verdiği karara itiraz olunursa, saltanat makamına başvuruluyor, saltanat makamı da meydana gelen olayın durumuna göre çeşitli tedbirlere başvuruyordu. Arşiv belgelerinden anlaşıldığı kadarıyla suçun ilk defa işlenmesi ile tekerrür etmesi durumuna göre bu tedbirler de giderek ağırlaşıyordu (Söylemez, 2007: 77). Eşkıyalık yaparak ahalinin ırz ve mallarına saldıran Yörük taifelerin bu yaptıklarına karşılık Kıbrıs Adasına iskân edilecekleri hükmü verilmiştir (Refik, 1930: 145).

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN İSKÂNI İsmail FİRDEVSOĞLU

60

7. ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN İSKÂNI

Arşiv belgelerinde aşiretlerin nizamı temin için göçebe aşiretlerin iskânına gayret gösterdiğini, iskân edilen aşiretlere geçimlerini sağlamak amacıyla toprak tahsisi sağlandığını göstermektedir. Aşiretler, ayrı ayrı yerlere ve dağınık hâlde yerleştirilmiştir. Devletin bu konudaki genel politikası, hâkim coğrafyada yer alan eyalet ve sancaklarda da kendini göstermiştir. Doğu Anadolu’da bu politika tam olarak uygulanamazken Batı Anadolu’da iskân siyaseti büyük oranda yapılmıştır. Ayrıca 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başından itibaren göçebe aşiretler devlet için ciddi sorunlara yol açmaktaydılar. Özellikle yerleşik halkın ekinlerine verdikleri ziyanlar devlet için halledilmesi gereken bir sorundu. Çünkü yerleşik durumda bulunan çiftçiler mallarının ziyana uğradığı için hem vergiden vermiyor hem de devletten kışlık yiyeceklerinin ziyana uğramasından dolayı yardım talep ediyorlardı.

İskân; sakin kılma, oturtma, ev sahibi etme, yerleştirme anlamlarına gelmektedir (Develioğlu, 2008: 451). İskân, en geniş manasıyla beşeri bir yerleşmedir. Mevsimlerin seyrine uyarak yer değişikliği yapan, yazın yaylaya çıkan, kışın kışlağa inen yarı göçebe toplulukların bir süreliğine yerleşmeleri, meskûn insanların oturdukları münferit mesken, çiftlik, köy, kasaba ve şehir, geçici veya devamlı, toplu veya dağınık, küçük veya büyük bütün yerleşmeler, iskân olayı olarak telakki edilmektedir (Halaçoğlu, 1997: 1).

Göçebe çobanın kurduğu çadırgah, bu çadırları kuran ve işgal eden insan grubunun (aşiret, kabile, soy, sop, aile) yahut olsa-olsa nihayet dağın, meranın veya çadırgahın yanı başındaki pınarın adı ile anıldığı halde, oturaklı yerleşmenin daima kendisi gibi sabit, bir yere bağlı, o yerin toprağına dâhil olmuş, kayda, vesikaya geçmiş, anıldığı zaman daima o yerde aranan bir adı vardır (Tanoğlu, 1954: 10).

Osmanlı’da modernleşmenin/merkezileşmenin temel amacı, tamamıyla tahta sadık yeni bir ordu ile ayanlar ve ekonomik kaynaklar üzerinde hükümetin kontrolünü sağlamaktı. Bunun için de, gerekli ekonomik kaynağın etkin bir vergilendirme sistemi ile sağlanması zorunluluğu doğmuştur. Bu ise, modern ve etkin bir merkez-taşra yönetimini gerektirmekteydi. Fakat bu uygulamalar hayata geçirilmeye başlandığında, imparatorluğun doğusunda, yüzyılların geleneksel yapısının bir sonucu olarak ortaya çıkan yerel güç unsurları, yani aşiretler tarafından kendilerine yönelik bir tehdit olarak algılanmıştır (Karadeniz, 2010: 30).

Modernleşmeye ve her konuda ıslahat hareketlerine girişmiş olan Osmanlı Hükümetleri aşiretlerin yönetim ve denetimini ve itaat altına alınarak kontrol edilebilir hale gelmelerini sağlamak için yeni nizamnameler ve kanunlar çıkarmıştır. Ayrıca aşiretler ile ilgili yeni layihalar ve ıslahat raporları yayınlanarak uygulanmak üzere vilayetlere gönderilmiştir. Bunları dört temel madde altında izah edebilir. İlk olarak; 11 Haziran 1896 tarihli belgede Anadolu Vilayat-ı Şarkiye’sinde icrası mühim olan Islahat-ı İdare Layihasında aşiretlerin nizam altına alınması için hükümet tarafından her vilayette yetkilerle donatılmış bir “Aşiret Memurluğu” ihdası ile göçebe ve meskûn

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN İSKÂNI İsmail FİRDEVSOĞLU

61

aşiretler hakkında alınması gerekli tedbirlerden bahsedilmiştir. İkinci olarak; Dâhiliye Nezareti Emniyet-i Umumiye Müdüriyetinden 2 Haziran 1914 tarihinde “Bir kaza dâhilindeki içtimaı teşkilat” başlığı altında Osmanlı ülkesinde bulunan göçebe ve yarı göçebe aşiretler hakkında esaslı malumat verilmesi için muhtıraların gönderildiği beyan olunmuştur. Üçüncü olarak; iskân hizmetlerinin tamamıyla yürütülmesi ve takibi amacıyla 9 Mart 1916 tarihinde “Muhacirin ve Aşair Müdüriyet-i Umumiyesi” kurulmuş ve aşiretler hakkındaki bütün işlemler bu kurum vasıtasıyla yürütülür hale getirilmiştir. Dördüncü olarak; Aşair ve Muhacirin Müdüriyet-i Umumiyesi kurulduktan sonra çeşitli dış ülkelerin muhaceret kanunları incelenerek 8 Eylül 1917 tarihinde yeni bir kanun taslağı düzenlenmiştir. Bu kanun taslağında aşiretler hakkında alınacak tedbirler konusunda çok detaylı maddeler mevcuttur (Öğmen, 2011: 89-90).

7.1. Osmanlı Devletinin İskân Siyaseti ve Adıyaman Yöresi Aşiretleri

17. yüzyıldan itibaren merkezi idarenin zayıflaması, göçebe aşiretlerin çevredeki yerleşik halka zarar vermelerine sebep olmuştur. Göçebeler, yaylak ve kışlak arasında gidip gelirken, yolları üzerinde bulunan halkın ekinlerine, mallarına ve hatta canlarına zarar vermişlerdir. Bu ise yerleşik halkın büyük oranda yerlerini terk ederek daha güvenli gördükleri yerlere göç etmelerine sebep olmuş, böylece pek çok yer harap olmuş ve boşalmıştır. Ayrıca bu göç hareketleri ülkede kargaşa çıkardığı gibi ekonomisi tarıma dayalı olan devleti de zor durumda bırakmıştır. Bu sebeplerden dolayı devlet bir takım tedbirler alarak göçebeleri boş ve harap yerlere yerleştirmek istemiştir. Böylece boş ve harap yerler şenlenecek, tarıma açıldığı için de devlete ekonomik getiri sağlayacaktı. Üstelik eşkıyalık hareketleri de son bulacağından asayiş temin edilmiş olacaktı. Diğer bir husus ise bu iskân metoduyla önemli geçit ve stratejik mevkiler korunmuş olacak, yerlerini terk etmiş olan ahali ise tekrar yerlerine dönecekti. Böylece iç göç önlenmiş olacaktı. Ancak şunu belirtelim, bütün bu tedbirler göçebe aşiretlerin taşkınlıklarını bir anda bitirememiş, sorun uzun zaman devam etmiştir (Kaya, 2004: 89).

17. ve 18. yüzyılda yapılan iskân hareketlerinin sebepleri; ● Konargöçerlerin devlet nizamına aykırı hareket ederek yerleşik halka zarar vermeleri, ● Harap ve ıssız yerleri yeniden imara açıp buraları şenlendirmek, ● Yerini terk eden ahalinin tekrar eski yerlerine dönmelerini sağlamak, ● Derbent, han, köprü, vakıf gibi tesislerin yeniden faaliyete geçirilmesi, ● Konargöçerlerin hareket sahalarının kısıtlanarak yaylak ve kışlaklarına iskânı, ● Aşiretlerin cezalandırılması amacı ile sürgün, ● Güneyde asi Arap kabilelerine karşı set oluşturmaktır (Halaçoğlu, 1997: 28) .

Osmanlı İmparatorluğu’nu 18. ve 19. yüzyıllarda uğraştıran en büyük meselelerden biri de reayanın yerini yurdunu terk etmesi ve aşiretlerin iskânı meselesidir. Osmanlı İmparatorluğu, kuruluş, genişleme, duraklama ve gerileme devrelerinde siyasi, iktisadi ve içtimai vaziyetin değişmesine bağlı olarak, iskân politikasında farklı bir şekilde hareket etmiştir.

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN İSKÂNI İsmail FİRDEVSOĞLU

62

Diyarbakır Vilayetindeki aşiretlerin sayısı, yaşayışları ve bölgeye verdikleri zararlar hakkında Diyarbekir Gazetesi’nde şu bilgiler mevcuttur. Dâhil-i Vilâyette bulunan aşiretler ve kabileler tahminen 20.000’den fazla haneyi ve 100.000’den mütecaviz nüfusu şamil oldukları halde, ne daniş ve marifet ve ne de ticaret ve sanat bilerek hayvanat ve haşiye gibi ömür geçirmektedirler. Avrupa ve Amerika kıtalarında pek çok mahalle vardır ki bizim çöl havalisi mamur ve medeniyet ve servet iken oraları servet ve imarattan yoksun idi. Bizim çöl havalisinin bu halli gelişmesinin nedeni ise bu mahal halkının iltizam eylediği gayret ve hamiyet sayesindedir. Ancak bu çöl havalisinin saadet ve imaret nedenini bilmeyen aşiretler ve haşiye yüzünden havali harab ve bitab oldu. Çöl havalisi beş on sene evvellere gelinceye kadar bir veçhile nazar-ı itinaya alınmadığından, aşiretler burada gelişi güzel ve çöl ağzında olan yerleri işgal ederek, buraların huzurunu bozdular. Bu aşiretlere karşı tedbir olarak bir kaç yüz nefer asker tertib ve istihdam olunmuş ise de bu kuvvetler göstermelikten öteye gitmemiştir. Bu bilgilerden de anlaşılacağı üzere zamanında Diyarbakır bölgesi, gelişmiş medeniyet seviyesine çıkmış iken son 5-10 senede bölgeye gelip gelişi güzel yerleşen aşiretlerin yüzünden harap olmuş ve bölge halkının huzuru bozulmuştur (Karaman, 2012: 231-232). Bu dönemde Adıyaman yöresi de Diyarbekir Vilayetinin Malatya Sancağına bağlıdır. Burada verilen bilgiler aşiretlerinin iskânını gerekli kılmaktadır.

1865 yılında Çukurova, Kozan dağları ve Cebelibereket’te asi aşiretlere yola getirmek Fırka-i Islahiye kurulmuştur. Yola getiren askeri birlik anlamına gelmektedir. Devlet kontrolden çıkmış durumdaki bölgeyi itaat altına almak, eşkıyalığa son vermek, vergileri düzenli bir şekilde almak ve birçok karışıklığa yol açan konargöçer teşekkülleri yerleşik hayata geçirip ziraatı teşvik etmek için bir askeri güç oluşturmak istemiştir. İskenderun’dan Maraş ve Elbistan’a, Kilis’ten Niğde ve Kayseri’ye, Adana eyaletinden Sivas eyaleti sınırına kadar olan bölgeleri kapsayan Fırka-i Islâhiye’nin başına Dördüncü Ordu kumandanı Derviş Paşa, halkla ilgili işleri görmek üzere de Ahmed Cevdet Paşa tayin edildi.

Cevdet Paşa’ya göre Fırka-i Islâhiye’nin kurulmasında Hısn-ı Mansur’un durumunu etkisi; Cevdet Paşa “havass-ı vükela mürekkep bir encümen” de asker alma işleri konuşulurken Müslüman nüfusun azalmakta olduğuna dair söz açılınca “Hin-i fetihden beri, yani Cebel-i Bereket bir hal-i isyandır. Kozan Dağlarına Hükümet-i Devlet-i Aliye hiç girmedi. Hısn-ı Mansur tarafı bir hal-i serkeşi de ve Akçadağ ve Dersim dahi Gâvur Dağı tavrunda bulunuyor ve buralar birer eşkıya yuvası olup etraftaki caniler buralara iltica ile hükümetin pençesinden kurtuluyor ve bu dağların sebebine birçok aşair dahi bevadi-i isyan ve ser-keşide dolaşıyor. Bunlar taht-ı inzibata alınsa nüfusca elimize pek çok sermaye geçer. Kur’a daireleri teneffüs eder İbtida buralarının ıslahına himmet olunmalıdır” dediğinde “Evet diğer bazı taraflardan vuku bulan ihtarat üzerine Anadolu cihetinin ıslahatı için bir fırka-i askeriyye tanzim kılınmalıdır” denilerek bahar mevsiminde bunun icrasına karar verilmiş ve Fırka-i

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN İSKÂNI İsmail FİRDEVSOĞLU

63

Islâhiyye namıyla bir fırka teşkil edilerek kumandanlığına dördüncü ordu-ı hümaun müşiri Derviş Paşa tayin olunmuştur (Yurt A., 1981: 202).

Fırka-i Islâhiye’ye Girit, Halep, Maraş ve Adana’dan da birer tabur düzenlenerek Fırka’nın gücü 11 tabura çıkarıldı. Bu durumda Fırkanın gücü 11 tabur ve 1 süvari alayından oluşuyordu. Ancak, Mirliva Kurt İsmail Paşa Fırkaya iltihak etmek üzere bir alay süvari ve 4 tabur piyade ile Sivas tarafından harekete geçmiş bulunuyordu. Bununla birlikte, Gürcü Beylerinden Mirimiran Arslan Paşa 200’ü aşkın atlı ile Eleşkirtli Mehmet Bey’de 300 kadar atlıyla Fırka-i Islâhiye’ye iltihak etmek üzere Maraş’a doğru harekete geçmişlerdi (Yavuz, 2012: 121).

Fırka-i Islâhiye Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da herhangi bir ıslahat ve iskân girişiminde bulunmamıştır. 1866’da Fırka-i Islâhiye’ye destek olarak Sivas’tan harekete geçen Mirliva İsmail Paşa’ya Hısn-ı Mansur’daki memurlar ve soylu aileler tarafından 14 katır ve 3 beygir olmak üzere 17 adet binek hayvanı bağışlanmıştır. Söz konusu binek hayvanları Kolağası Mehmed marifetiyle Maraş’a gönderilerek Fırka-i Islâhiye’nin hizmetine sunulmuştur (BOA, A.}MKT.MHM: 355/35). Fırka-i Islâhiye’nin aşiretleri iskân konusunda büyük yararlılıkları olmuştur. Adıyaman yöresinden böylesi bir yardımın gelmesi devlete bağlılığı göstermektedir. Soylu ailelerden bağışta bulunanlar aşiret ağalarıdır.

Nisan 1888’de, II. Abdülhamit’e sunulmak üzere Memalik-i Mahruse-i Şahanede bulunan ve nüfusu birkaç milyona aşan aşiret ve kabilelerin iskânı ittihazı lazım gelen tedbirleri ve bundan devlet ve memleketçe husule gelecek faydalarına dair bazı ifadeler ve düşüncelerin belirtilmesi için Dâhiliye Nezaretinin Tezkere, Maliye Nezaretinin Tezkere hazırlanması ve meclis azasından izzetlü Minas1 Efendi tarafından da layiha hazırlanması istenmiştir (BOA, ŞD: 318/21).

II. Abdülhamid Hana sunulan layihalardan birinde yasa ve yönetmeliklerin bütünüyle uygulanamadığı yörelerle, göçebe aşiretlerle ilgilidir. Gerekli görülürse askeri güçlerden de yararlanılarak aşiretlerin denetim altına alınarak vergilerini ödemelerinin sağlanmasını, Olağanüstü önlemler alınması gerekirse durumun Bâb-ı Ali’ye iletilmesi, örfü idare ilanı, iskânı mümkün olanlarının iskân edilmeleri de bu madde de yer almaktadır. (Çadırcı, 1992: 416).

Yapılması planlanan aşiret iskânlarının her yönüyle enine boyuna tartışılarak karar alınmakta idi. Diyarbekir aşiretlerinin iskânında imar, asayiş açısından göçer ve diğer aşiretlerin iskânı gerektiği belirtilerek bunun daha sonra kapsamlı bir şekilde mütalaasının gerektiği belirtilmiştir (BOA, DH.MKT: 1368/102).

Osmanlı devleti aşiretleri iskân etmezden evvel yerel yöneticilerden iskân edilecek aşiret ve iskân yeri hakkında görüş istemekteydi. 1867 yılında Harput Valiliğinin görüşü sorulmuştur. Padişahlık makamına gönderilen cevabi yazıda Dalyanlı Rişvan aşiretinin 600 hanesinin bulunduğunu belirterek, bu aşiretin Ayıntab kazası ile Harput Vilâyetine bağlı Behisni kazasının Urban Ovası denilen yerde iskân edilmesinin daha uygun olacağını belirtmiştir (BOA, A.}MKT: 162/8). 1 Belgede مناص şeklinde yazılıdır.

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN İSKÂNI İsmail FİRDEVSOĞLU

64

Ağustos 1858’de Sivas Sancağı dahilindeki Hısn-ı Mansur kazası ahalisinden Hacı Ali oğlu Yusuf namındaki birisi Rişvan Aşiretinin göçebe haneleri üzerine hücum etmesi ve bundan dolayı Maadin-i Hümayun Sancağı kazalarından Eğil ve Şiro zabıtalarına helal gelmesi üzerine bunun sebebi Anadolu Ordu-ı Hümayun müşirinden sorulmuştur (BOA, A.}MKT.MHM: 136/78).

Nisan 1859’da Hısn-ı Mansur kazasında icra-i ıslahatla aşiretlerin ne suretle iskân ettirilmiş olduğuna dair Anadolu Ordu-ı Hümayun müşirine sorularak iskân konusu araştırılmak istenilmiştir (BOA, A.}MKT.MHM: 144/77; BOA, A.}MKT.NZD: 268/59). Osmanlı devleti aşiretleri iskân etme siyaseti izlerken bunun düzgün ve sorunsuz olmasını istemiştir. Halka baskı yolunu seçmemiştir. Seçmiş olsa burada neden iskâna teşebbüs edildiğinin araştırmaya gerek duymazdı.

1863’te Rişvan aşireti takımında olan Çelikanlı ve Delikanlı Aşiretlerinin iskânları ile beraber yaylak yerlerine gidememeleri konusunda yolların muhafaza edilmesi Maraş ve Haleb’e daimi ve kadimi olarak iskân edilmeleri uygu görülmüştür. İskân teşebbüsünün sürekli olması için Ahmed Paşa’nın Maraş’ta kalması uygun görülmüştür (BOA, MVL: 647/69).

Devletin iskân girişimi konargöçerler tarafında pek olumlu karşılanmadığı gibi Devlet-Aşiret çekişmelerine neden olmuş ve beraberinde birçok problemin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Göçebe aşiretler iskâna karşı tepkilerinin Dadaloğlu’nun meşhur “Hakkımızda devlet etmiş fermanı/Ferman padişahın, dağlar bizimdir” sözü özetlemektedir.

Göçebe aşiretlerin tamamı Osmanlı Devleti döneminde yerleşik hayata geçirilememiştir. Türkiye Cumhuriyeti döneminde ise çıkarılan İskân kanununun 3. maddesinde “Dâhil memleketteki seyyar aşiretlerle alelumum göçebelerin ve sıhhi esbap dolayı ile nakli icab eden veya ormanlar dâhilinde vasıtai maişetten mahrum bulunan köylerin münasip ve müsaid mahallere nakil ve iskânları ve evleri çok dağınık olan bazı köylerin münasip merkezler etrafında teksifi ve casusluklarından şüphe edilen eşhasın hudutlardan uzaklaştırılması, İcra Vekilleri Heyeti karar ile Dâhiliye vekâletince icra edilir” hükmü konulmuştur (İskân Kanunu, 1926: 943). Bu kanunla aşiretler tamamen yerleşik düzene geçirilmeye çalışılmıştır. Fakat günümüzde sayıları az da olsa yarı göçebe hayat yaşayan aşiretler vardır.

Cumhuriyet’in yürürlüğe koyduğu toprak reformunun da amaçlandığı gibi sonuçlar doğurmadığı görülmüştür. 1950 yılında yeni biçimiyle kabul edilen yasa, artık büyük arazi mülklerinin devlet tarafından kolayca kamulaştırılmasını engelliyordu. Bu nedenle, aşiret yapısının hâkim olduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki geleneksel toprak yapısı, olduğu gibi devam etmiş ve üstelik daha da pekişmiştir. Çünkü yeni yapı, aşiret reislerinin toprak ağalığına dönüşmesini tamamlamakla kalmamış, aynı zamanda, sosyal ve siyasal sermayelerini kullanarak zenginleşmelerini de sağlamıştır (Karadeniz, 2010: 34).

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN İSKÂNI İsmail FİRDEVSOĞLU

65

7.2. Kendiliğinden Yerleşik Hayata Geçen Aşiretler

Osmanlı iskân politikası çerçevesinde aşiretleri yerleşik hale getirerek tarım sınıfına katarak daha düzenli vergi toplamak ve karışıklıklardan kurtulmak istemiştir. Göçebe hayat süren aşiretler hem yerleşiklerin ziraat alanlarına zarar veriyorlar hem de vergi vermekte muhalefet oluyorlardı. Göçebe olduklarından dolayı düzenli vergi talebi de gerçekleşemiyordu. Bu ve benzer sebeplerden dolayı Osmanlı Devleti, göçebe aşiretleri yerleşik hayata geçirmek istemiştir. Devletin iskân politikasından önce kendiliğinden yerleşik hayata geçen aşiretlerde vardır. Özellikle arşiv belgelerinde belli bir bölgeye yerleşik olarak gösterilen aşiretler vardır. Aşiretlerin adının verildiği köyler oluşmuştur.

Malatya Sancağının 1560 yılındaki idari yapılanmasına göre Kâhta Kazasına bağlı olan Kâhta, Turuş ve Paginik nahiyelerindeki muhtelif köy ve mezralarda Rişvan Aşiretinden bazı kimselerin yerleşip, ziraatla uğraştıklarını Tahrir defterlerinden tespit edilmektedir. Kâhta Nahiyesi, Asker-Baba Karyesine tâbi Kozkenar, Hartut ve İncurlu mezralarında, ziraat yapıldığı, yine Kâhta Nahiyesi Tiginkâr Karyesi Korkmaz Mezrasında Rişvan taifesinden Hamza Ağa’nın değirmen işlettiği belirtilmektedir. Aynı nahiyeye bağlı Karye-i Gün-i Kenar’a tâbi Günez ve Güllük mezralarında, Samek-Bala Karyesine tâbi Til Mezrasında ve Kâhta Kazası Paginik Nahiyesine bağlı Zerni Karyesinde Rişvan taifesinin yerleşip ziraat ile uğraştıkları belirtilmektedir (Söylemez, 2002: 44).

1865’te Hısn-ı Mansur sancağına bağlı Kefozi, Merdisi ve Cihanbey nahiyelerinin Siverek Sancağına ilhakı hakkında keyfiyetin araştırılması istenmiştir. Burada adı geçen nahiyelerin birer aşiret ismi olması aşiretlerin iskân oldukları ve aşiret adlarını nahiyeye verdiği görülmektedir (BOA, MVL: 701/37).

1905 tarihli arşiv belgesinde; Kaya, Balyan ve Derecik karyeleri muhtaç çiftçilerine borç para verilmesi hakkındaki yazıdan anlaşılan aşiretleri hem isimlerini vermişler hem de çiftçilikle meşgul olmaya başlamışlardır (BOA, BEO: 2722/204077). Burada aşiretlerin kesin olarak yerleşik hayata geçtiğine çıkarılamaz çünkü yarı göçebe hayat süren aşiretlerden kışlak ya da yayla yerlerinde küçük çaplı ziraatla uğraştıkları da oluyordu.

1909’da Hısn-ı Mansur dâhilindeki köylerden Kavi, Hıdırsor, Bulam ve Çelikan Aşiretleri sakinlerinden sakin oldukları dağ cihetinin karla kaplı olmasından dolayı askere alınacakların bakaya kaldıklarının bunun sebebinin karla her tarafın kaplı olması öne sürülmüştür. Burada dağ ciheti ile kastedilen yayla olmalıdır (BOA, DH.MKT: 2846/32).

7.3. Adıyaman Yöresinde Memurların İskân Girişimleri

Memurlar öteden beri devletin temsilcisi olarak görev yapmışlardır. Devletin çıkardığı kanun ve emirleri bölgelerinde uygulamakla mükelleftirler. Fakat birçok kez

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN İSKÂNI İsmail FİRDEVSOĞLU

66

görülmüştür ki devletle halka bir araya getiren memur kadroları bazen de devletle halk arasında onarılmaz yaralar açmışlardır.

Mamüratülaziz Sancağını dâhilinde bulunan Hısn-ı Mansur Kazası’nda, küçük nüfuslar şeklinde bulunan Atmalı, Çakallı, Muhamanlı, Bukalki, Çukanlu, Dalyanlı ve Rişvan Aşiretleri göçebe olarak çadırlarda yaşıyorlar ve yerleşik ahaliye zarar veriyorlardı. Ahalinin artık bu duruma son verilmesi için valiliğe şikâyet etmesi üzerine, İsmail Hakkı Paşa tarafından Hısn-ı Mansur kaymakamı Halil Efendi, Diyarbakır’a çağrılarak, bu aşiretlerin iskân edilmesi konusunda talimat verildi. Hısn-ı Mansur’a geri dönen Halil Efendi, aşiretlerin iskânlarına muvaffak olup, aşiretlere ait nüfus defterini Diyarbakır’a göndermişti (BOA, İ. DH: 580/40416).

Hısn-ı Mansur’da aşiretlerin iskânında, güzel hizmetler sergilediği ve gayret gösterdiği için Kaymakam Halil Efendi’ye 15 Ekim 1868 beşinci rütbeden “mecidi” nişanı verilmiştir (BOA, A.MKT.MHM: 420/96).

Hısn-ı Mansur’da bulunan aşiretlerin iskân edilmesine rağmen, Hısn-ı Mansur’a bağlı Gerger, Dere-ili ve Kâhta nahiyeleriyle ahalisi asker ve vergi vermeyerek isyan halindedirler. Hısn-ı Mansur Kaymakamı, Gerger Nahiyesine vergi tahsili için memurlar çıkarmış ise de gönderdiği Kolağası Mahmud Ağa ile birlikte sevk olunan bir bölük piyade askerinin karşısına büyük bir kuvvetle çıkarak zayiat verdirdiler. Bu durum Siirt’te ıslah çalışması yapmakta olan Diyarbekir Valisi İsmail Hakkı Paşa’ya bildirildi. İsmail Hakkı Paşa, derhal vilayette bulunan altı bölük nizamiye askerinin Diyarbakır yoluyla Gerger’e hareket etmesini emretti. Daha sonra kendisi de önce Diyarbakır’a gelip daha sonra bu bölgeye hareket etti (Karaman, 2012: 236).

Halit Efendi gibi Kâhta kaymakamı Mehmed Refik Bey’de yörede sevilen devlet memurlarındandır. Bu cümleden olarak 1901’de Kâhta Kaymakamlığından Hısn-ı Mansur kaymakamlığına atanan Mehmed Refik Bey’in Kâhta’dan ayrılmasının aşiretler arasındaki teskin edilen mücadelenin yeniden başlayacağını bu yüzden bu yer değişikliğinin yapılmaması istenmiştir. Hısn-ı Mansur kaymakamlığına Kâhta kaymakamı yerine Behisni kaymamı ile yer değişikliği yapmasının daha uygun olacağı belirtilmiştir (BOA, DH.MKT: 2566/71).

Ağustos 1856 tarihinde Behisni kazası müdürü ve rikab-ı hümayun Kapıcıbaşılarından Ömer Bey’in Behisni’de aşiretlerin1 tedibi için iki bin kadar askerle aşiretlerin üzerine giderek yirmi kişinin ölümüne sebep olmuştur. Ayrıca yaralanan ve sağ kalanlarında perişan bir vaziyette bırakarak kaza da asayişi ihlal ettiğinden azliyle yerine Hayri-zade Hacı Mehmed’in tayini istenmiştir. Olayların araştırılarak asayişin yeniden temin edilmesi görevi de Malatya kazası müdürü Ferhad Ağa’ya verilmiştir. Ömer Bey’in yaşlı ve miskin olduğunu ayrıca kardeşi Mehmed’in de halka hayli fenalığı dokunduğundan göreve devam etmesinin uygun olamayacağı vurgulanmıştır (BOA, A.}MKT.MVL: 81/18).

Mirliva Mustafa Paşa tarafından 1858’de Hısn-ı Mansur’da ıslahat icra ettiği görülmektedir. Bu ıslahata oldukça başarılı olmuş iskân edilen aşiretler ziraatla 1 Burada Behisni Kazasına bağlı “ھویلى” ve “ضورطلى” adında iki aşiretten bahsedilmektedir.

ADIYAMAN YÖRESİ AŞİRETLERİNİN İSKÂNI İsmail FİRDEVSOĞLU

67

uğraşmaya başlamışlar ve ziraatla de uğraşmaya devam edeceklerini yazılı olarak taahhüt etmişlerdir (BOA, İ.DH: 415/27488).

Çakallı ve Köseyanlı aşireti halkının 274 hane halkının 1886’da iskânları emrinde hizmeti geçen Behisni eşrafından ve meclis-i idare-i kaza azasından Abidin ve Kuddusi Beylerin Kapıcıbaşılık rütbesiyle taltif edilmişlerdir (BOA, DH.MKT: 1707/122).

Günümüzde de geçerliliğini göstermekte olan memurların devleti temsil etmesi Osmanlı Devletinde de vardır. Devlet reayasını sürekli her türlü iç-dış tehlikelerden korumak uğruna at üstünde ve ölüm döşeğine düşünceye kadara seferlere çıkarak huzur, refah sağlamak isteseler de memurların tutumu halk için önemlidir. Adıyaman yöresinde görüldüğü üzere hüsn-i hidmet yani güzel hizmetler veren, reaya tarafından sevilen memurlar ve yöneticiler olduğu kadar halka zulüm eden memurlarda vardır.

SONUÇ VE TARTIŞMA İsmail FİRDEVSOĞLU

68

8. SONUÇ VE TARTIŞMA

Adıyaman yöresi, sıcak ve soğuk iklimlerin sınır yeri olmasından dolayı pek çok aşiret tarafından yaylak veya kışlak olarak kullanılmıştır. Osmanlı devleti zamanında Adıyaman, Türkmenler tarafından genellikle Halep ve Sivas arasında yaylak-kışlak yolu olarak kullanılmıştır.

Çalışmadan da anlaşılacağı üzerine Adıyaman yöresinde pek çok aşiret bulunmaktadır. Aşiret üyeleri mensubu oldukları aşiret hakkında fazla bilgisi olmasa da ait oldukları aşireti gurur kaynağı olarak görmektedir. Bundan dolayı pek çok aşiretin mensubu çalışmadan az da olsa faydalanarak kendinden bir şeyler bulacaktır.

Sosyal alanda yapılan çalışmalar ortaya atılan tezlerin soyut kaldığı sanılsa da Osmanlı arşivinden faydalanılarak yapıldığından oldukça somut bilgilerin ortaya çıktığı görülmektedir. Ülkemizde son dönemlerde sosyal alanlarda yapılan çalışmaların hatırı sayılır bir okuyucu kitlesi bulduğu görülmektedir. İşin daha güzel yanı ise soyut iddialardan ziyade Osmanlı arşivine dayalı ya da diğer arşivlerden faydalanılarak yapılan çalışmalar daha da güvenilir ve sağlıklı bulunmaktadır. Bundan dolayı özellikle yapılan akademik çalışmalar konusu itibariyle Osmanlı arşivinden faydalanılması gerekmektedir. Hem böylece geçmişi daha sağlam ve güvenilir bilgiler ortaya çıkacaktır.

Araştırılmayı bekleyen birçok konu ve milyonlarca okunmayı bekleyen Osmanlı arşiv belgesi araştırmacıları beklemektedir. Böylece hem ilk elden kaynaklar kullanılmış olur.

Başbakanlık Osmanlı Arşivinde konu ile ilgili tarama yaparken orada pek çok yabancı akademisyen ve öğrencinin bizim ecdadımızın yazdığı belgeleri okuyor ve çalışmalarında kullanıyor olması utanılacak bir durumdur. Biz kendi ülkemizde bulunan Osmanlı arşivini tam olarak yolunu, yerini dahi bilmezken yabancı ülke insanının gelip belgeleri incelemesi üzüntü vericidir. Osmanlı Arşivi, İstanbul’da dururken çalışmalarda fazlası ile kullanılmalıdır.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi esas alınarak hazırlanan bu çalışmada Adıyaman yöresi aşiretleri çalışma neticesinde tarihleri biraz daha aydınlanmıştır. Fakat bir sonraki aşama olarak bu aşiretler teker-teker ele alınarak tarih disiplini içinde ve Osmanlı arşivi belgeleri ile yeni çalışmalar yapılmalıdır. Her aşiret hakkında birer makale yazılabilir.

Çalışmada kullanılan yöntem neticesinden aşiretlerin mali durumu, sosyal münasebetleri, devletle ilişkileri ve iskân hareketleri tek-tek değil toplu olarak ele alınmıştır.

Sosyal münasebetlerde olarak Rişvan-Kavi aşiretleri mücadeleleri dikkat çekicidir. Kavi Aşireti, Rişvan’a göre daha küçük bir aşiret iken sürekli olarak birbirlerine kafa tutan iki aşiret görülmektedir. Bunun nedeni ise eskiden beri devam eden meseleler olduğu görülmektedir. Konuyla ilgili daha ayrıntılı bir çalışma yapılması gerekmektedir.

SONUÇ VE TARTIŞMA İsmail FİRDEVSOĞLU

69

Mali konulardan Adıyaman yöresinden pek sorun yaşandığı söylenemez. Vergilerin tahsilinde ferdi olaylar dışından aşiretler sürekli olarak düzenli ödemeler yapmışlardır.

Osmanlı devleti ile Adıyaman yöresi aşiretleri arasından sıcak ilişkiler vardır. Devlet tarafından aşiret ağası onura edilirken başka bir aşiret ağasının da padişahın adını verdiği camii yaptırdığı görülmektedir. Devlet her ne kadar aşiretleri iskân etmek için yoğun çaba harcamış olsa da usulsüz iskânlara da karşı çıkmıştır. Adıyaman yöresinden iskânların daha yapıcı yollarla olması istenmiştir. Bundan dolayı Fırka-i Islahiye, Adıyaman yöresine uğramamıştır. Hatta Adıyaman yöresinden fırkaya destek için mal bağışı dahi yapılmıştır.

Sonsöz olarak belirtmek gerekirse transkripsiyonu ve değerlendirilmesi yapılmamış olan milyonları bulacak sayıda Osmanlı arşiv belgesinin biran önce ele alınması gerekmektedir. Cevdet Türkay ve Yusuf Halaçoğlu’nun aşiretler hakkında yaptıkları çalışmalar yeterli görülmeyerek bütün aşiretler hakkında bir ansiklopedi hazırlanmalıdır. Her aşiret bir ansiklopedi maddesi gibi çalışılarak ortaya mükemmel bir eser çıkarılmalıdır. Aşiret mensupları için ilk elden kaynak olmalıdır.

.

KAYNAKLAR İsmail FİRDEVSOĞLU

70

KAYNAKLAR

AKÇADAĞ G., 2012. 16. Yüzyılda Bir Osmanlı Sancağı’nda Eşkıyalık Hareketleri: Malatya Sancağı Örneği, Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, II (3), ss. 43–68.

ARICANLI İ., 1979. Osmanlı İmparatorluğu’nda Yörük ve Aşiret Ayırımı, Boğaziçi Üniversitesi Beşeri Bilimler Dergisi, VII, ss. 27–34.

ARMAĞAN L., 1999. Osmanlı Devletinde Konar Göçerler, Osmanlı, IV, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, ss. 142–150.

ARSLAN R., 2009. XIX. Yüzyılda Hısn-ı Mansur, Behisni, Gerger ve Kâhta’nın Sosyal ve İktisadî Durumu, DT, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Ana Bilim Dalı İktisat Tarihi Bilim Dalı, Sivas, ss. 296.

ATEŞ F., 2010. Maraş Bölgesindeki Türkmenler (19. ve 20. Yüzyıllar), YLT, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı, Kahramanmaraş, ss. 116.

BALIKÇI F., 2002. Aşiret Reisleri ve Şeyhler Meclis’e, Hürriyet Gazetesi, 26.09.2002. BARDAKOĞLU A., 1995. Eşkıya, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,

Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları , XI, İstanbul, ss. 463–466. BARKAN Ö. L., 1943. XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Ziraî

Ekonominin Hukukî ve Malî Esasları, Kanunlar, İstanbul. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, 2010, Başbakanlık Basımevi, İstanbul, ss. 639. BAŞBUĞ H., 1985. Doğu Anadolu Aşiretleri, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi,

(37), ss. 160–185. ÇADIRCI M., 1992. II. Abdülhamit’e Sunulan Bir Layiha, Osmanlı Tarihi Araştırma ve

Uygulama Merkezi Dergisi, (3), ss. 413–485. ÇAĞATAY N., 1947. Osmanlı İmparatorluğu’nda Reayadan Alınan Vergi ve Resimler,

Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, V (5), ss. 483–511. ÇAYCI A., 2006. Türk-Ermeni İlişkilerinde Gerçekler, Atatürk Araştırma Merkezi

Yayınları, Ankara. ÇELEBİ E., 1986. Evliya Çelebi Seyahatnamesi, III-IV, Çeviren: T.Temelkuran - N.

Aktaş, Üçdal Neşriyat, İstanbul. ÇETİNTAŞ A., 2002. Aşiretlerin Sosyal Yapısı Üzerine Sosyolojik Bir İnceleme (İzollu

Aşireti Malatya Örneği), YLT, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı, Denizli, ss. 162

ÇETİNTÜRK S., 1943. Osmanlı İmparatorluğunda Yürük Sınıfı ve Hukuki Statüleri, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, II (1), ss. 107–116.

ÇİTLİOĞLU E., (Proje Sorumlusu ve Danışmanı), 2009. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri Sosyo-Ekonomik ve Sosyo-Politik Yapı Araştırması ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinden En Fazla Göç Almış Olan İllerin Sosyo-Ekonomik ve Sosyo-Politik Yapı Araştırması: Sorunlar, Beklentiler ve Çözüm

KAYNAKLAR İsmail FİRDEVSOĞLU

71

Önerileri, Bahçeşehir Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Proje Raporu, İstanbul, ss. 563.

DALYAN M. G., 2010. Amerikan Misyonerlerinin Osmanlı Ermenilerinde Meydana Getirdiği Bölünme ve Çatışmalar Süleyman Demirel Üniversitesin Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, (21), ss. 81–97.

DARKOT B., 1997. Hısn-ı Mansur, İslam Ansiklopedisi, V/I Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, ss. 454–455.

DEMİRCİ S., ve ASLAN H., 2012. Osmanlı Türkiyesinde Eşkıyalık Faaliyetlerini Önlemeye Yönelik Alınan Tedbirler Ve Uygulanan Cezalara Dair Gözlemler: Maraş Eyaleti Örneği (1590-1750), History Studies, Prof. Dr. Enver Konukçu Armağanı, ss. 74–103.

DEMİRTAŞ F., 1949. Osmanlı Devrinde Oğuz Boyları Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, VII (2), ss. 321–365.

DEVELİOĞLU F., 2008. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi, Ankara, ss. 1281.

DOĞAN H., 2012. Milli Mücadelede Adıyaman ve Çevresi, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, (11/2), ss. 555–585.

DOĞAN M. S., ve DOĞAN C., 2004. Tarihsel Gelişim Sürecinde Yörükler, Sosyoloji Konferansları Dergisi, (30), ss. 15–29.

DÖĞÜŞ S., 2012. Dulkadir Türkmenleri Ve Safevilik, Uluslararası Dulkadir Beyliği Sempozyumu Bildirileri, II, Kristal Reklam ve Matbaacılık Yayınları, İstanbul, ss. 369–388.

EKİZ H., 2011. 202 Nolu Besni Şer’i Mahkeme Sicillerinin 101–220 Sayfalarının Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi, YLT, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı, Kahramanmaraş, ss.154..

EMECEN F., 1988a. Ağıl Resmi, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, I, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, ss. 467–468.

______,1988b. Ağnam Resmi, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, I, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, ss. 478–479.

ERDEM İ., 1991. Akkoyunlu Devletinin Meydana Getiren Aşiretler, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih İncelemeleri Dergisi, VI, ss. 243–265.

EROĞLU C., ve BAŞUÇOĞLU M., ve KÖÇER M., 2007. Osmanlı Vilayet Salnamelerinde Halep, Kozan Ofset, Ankara, ss. 660.

ERÖZ M., 1982. Doğu Anadolu’nun Türklüğü, İrfan Yayınevi, İstanbul. GELEKÇİ C., 2004. Türk Kültüründen Oğuz-Türkmen-Yörük Kavramları, Hacettepe

Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, (1), ss. 9–18. GÖKBUNAR A. R., 2003. Osmanlı Devletinde Yörüklerin Göçerlikten Yerleşik

Yaşama Geçirilmesinde Uygulanan vergi Politikalar ve Sosyal Sonuçlar, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, I (2), ss. 59–66.

KAYNAKLAR İsmail FİRDEVSOĞLU

72

GÖKDENİZ Ö. F., 2006. 262 Numaralı Hısn-ı Mansur (Adıyaman) Kadı Sicilinin Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi, YLT, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı, Kahramanmaraş, ss. 238.

GÖKSU C., 2008. Adıyaman İli Gölbaşı İlçesi’nin Tarihi, Sosyo–Ekonomik, Kültürel Yapısı, YLT, Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlköğretim Anabilim Dalı Sosyal Bilgiler Öğretimi Programı Bilim Dalı, Niğde, ss. 664.

GÜNDÜZ T., 2002. Konargöçer, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, XXVI, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, ss. 161–163.

HALAÇOĞLU Y., 1988. Adıyaman, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, I, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, ss. 377–379.

______,1994. Aşiret, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, IV, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, ss. 9.

______,1997., XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, TTK Yayınları, Ankara.

______,2010. Osmanlı Kimliği ve Aşiretler, Babıâli Kültür Yayıncılık, İstanbul. ILICAK N., 2007. Hacı Bedir Ağa’nın Torunu, Sabah Gazetesi, 26.09.2007. İLGÜREL M., 1995. Osmanlılarda Eşkıyalık Hareketleri Türkiye Diyanet Vakfı İslam

Ansiklopedisi, XI, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, ss. 466–469. İNALCIK H., 1959. Osmanlılarda Raiyyet Rüsumu, Belleten Dergisi, XXIII (92), ss.

575–610. İskân Kanunu, 1926. Resmi Gazete, (409), 01.07.1926. KARADENİZ S., 2010. Osmanlıdan Cumhuriyete Merkezileşme Politikalarının Aşiret

Sistemine Etkileri Mukaddime Dergisi, (3), ss. 27–41. KARAGÖZ M., 1994. XVIII. Yüzyılın Başlarında Malatya ve Çevresinde Eşkıyalık

Olayları, Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, V, ss. 193–207.

KARAKAYA S. A., 2006. Sinemilliler Bir Alevi Ocağı ve Aşireti, Kırkbudak Dergisi, (6), ss. 19–59.

KARAMAN O., 2012. Diyarbakır Valisi Hatunoğlu Kurt İsmail Hakkı Paşa’nın Diyarbakır’daki Aşiretleri Islah ve İskân Çalışması (1868–1875), History Studies, Prof. Dr. Enver Konukçu Armağanı, ss. 227–249.

KAYA A. M., 2004. Avşar Türkmenleri, Geçit Yayınları, Kayseri, ss. 164. KAYA F., 2002. 900 Bin Aşiret Oyu Hangi Partiye Gidecek Turkish Daily News,

23.09.2002. KENGER S., 2006. 190 Numaralı Besni (Behisni) Kazası Osmanlı Şer’iyye Mahkemesi

Kayıtlarının 118–236 Sahifelerinin Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi, YLT, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı, Kahramanmaraş, ss. 215.

KURT M., 2010. Urartu Devleti’nin Batı Politikası ve Yayılımı Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, VII (1), ss. 75–92.

KAYNAKLAR İsmail FİRDEVSOĞLU

73

KUTLU M. M., 1992. Yaşayan Bir Alt–Kültür Geleneği: Anadolu Göçer Kültürü, IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri, I, Feryal Matbaası, Ankara, ss. 59–66.

NAİMA M., 1280. Tarih-i Naima, III, İstanbul, ss. 660. ORHONLU C., 1987. Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskânı, Eren Yayınları,

İstanbul. ÖĞMEN M., 2011. Aşiret Yapılanması ile Bingöl ve Civarında Bulunan Aşiretler,

Arşiv Vesikalarına Göre Bingöl Kolokyumu, Bingöl Belediyesi Yayınları, ss. 85–100.

ÖZDEN M., 2007. 184 Numaralı Besni (Behisni) Kazası Osmanlı Şer’iyye Mahkemesi Kayıtlarının 1-100. Sahifelerinin Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi, YLP, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı, Kahramanmaraş, ss. 199.

ÖZER A., 1990. Doğu Anadolu Aşiret Düzeni, Boyut Yayınevi, İstanbul, ss 187. PAKALIN M. Z., 1983. Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I–II–III, Milli

Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul. REFİK A. 1930. Anadolu’da Türk Aşiretleri 966-1200, Devlet Matbaası, İstanbul. SAKARCA A., 2011. 202 No’lu Besni Şer’i Mahkeme Sicillerinin 1–100. Sayfalarının

Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi, YLP, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı, Kahramanmaraş.

SAKİN O., 2010, XVI. Yüzyılda Anadolu’da Türkmenler ve Yörükler, Ekim Yayınları, İstanbul.

SAMİ Ş., 1989. Kamus-ı Türki, Çağrı Yayınları, İstanbul. SARINAY Y., 2010. 397 Numaralı Haleb Livası Mufassal Tahrir Defteri ( 943 / 1536 )

I, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayınları, Yayın Nu: 109, Ankara.

SAYDAM A., 1999. Reformlar ve Engeller: Tanzimat Döneminde Aşiretlerin Yol Açtığı Asayiş Problemleri Osmanlı, IV, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, ss. 180–189.

______, 2009. Sultanın Özel Statüye Sahip Tebaası: Konar-Göçerler, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, (20), ss. 9–31.

SAYILIR S. B., 2012. Göçebelik, Konar-Göçerlik Meselesi ve Coğrafî Bakımdan Konar–Göçerlerin Farklılaşması Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, (12/1), ss. 563–580.

SEVİNÇ N., 1983. Gaziantep’de Yer Adları ve Türk Boyları, Türk Aşiretleri, Türk Oymakları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul.

______, 2009. Güneydoğu Türkmenleri, Türk Dünyası Türk Kültür Dergisi, (271), ss. 46–57.

KAYNAKLAR İsmail FİRDEVSOĞLU

74

SÖYLEMEZ F., 2002. Rişvan Aşiretinin Cemaat, Şahıs ve Yer Adları Üzerine Bir Değerlendirme, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (12), ss. 39–52.

______, 2004. Sahte Şah İsmail İsyanı, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (17), ss. 71–90.

______, 2007. XVIII. Yüzyıl Başlarından XIX. Yüzyıl Ortalarına Kadar Maraş ve Çevresinde Eşkıyalık Hareketleri, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (22), ss. 69–85.

______, 2010. Malatya Mutasarrıfı Rişvanzade Ömer Paşa’nın Muhallefâtı, Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, (27), ss. 165–194.

______, 2011. Osmanlı Devleti’nde Aşiret Yönetimi -Rişvan Aşireti Örneği-, 2. Baskı, Kitabevi Yayınları, İstanbul.

SÜMER F., 1992. Bayat, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, V, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, ss. 218–219.

______, 1949–1950. XVI. Asırda Anadolu, Suriye ve Irak’ta Yaşayan Türk Aşiretlerine Umumi Bakış, İktisat Fakültesi Mecmuası, XI (1–4), ss. 509–523.

______, 1988. Ağaçeriler, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, I, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, ss. 460–461.

______, 1999. Oğuzlar (Türkmenler), Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul.

ŞAHİN İ., 1982. Osmanlı İmparatorluğunda Konar-Göçer Aşiretlerin Hukuki Nizamları, Türk Kültürü Dergisi (227), ss. 285–294.

______, 1995. XVI. Yüzyılda Osmanlı Anadolu Göçebelerinin İdari ve Sosyal Yapısı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü Dergisi (15), ss. 253–264.

TANOĞLU A., 1954. İskân Coğrafyası Esas Fikirler, Problemler ve Metod, Türkiyat Mecmuası, XI (7), ss. 1–34

TAŞTEMİR M., 1999. XVI. Yüzyılda Adıyaman (Behisni, Hısn-ı Mansur, Gerger ve Kâhta) Sosyal ve İktisadi Tarihi, TTK Yayınları, Ankara.

TIZLAK F., 1993. XVIII. Yüzyılın İkinci Yarısı ile XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Yukarı Fırat Havzasında Eşkıyalık Hareketleri, Belleten Dergisi, LVII ( 220), ss. 751–780.

______, 1997. Osmanlı Döneminde Keban-Ergani Yöresinde Madencilik, TTK Yayınları, Ankara.

TÜRKAY C., 2005. Başbakanlık Arşivi Belgelerine Göre Osmanlı İmparatorluğunda Oymak, Aşiret ve Cemaatler, İşaret Yayınları, İstanbul.

USTA O., 2011. Türkmen Voyvodası, Tribesmen And The Ottoman State (1590-1690, YLT, İhsan Doğramacı Bilkent University of Graduate School of Economics and Social Sciences, Ankara.

WITTEK P., 1963. Osmanlı İmparatorluğunda Türk Aşiretlerinin Rolü, (Çeviren: Ercümend Kuran), İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, XIII (17–18), ss. 257–268.

KAYNAKLAR İsmail FİRDEVSOĞLU

75

YAKAR Ö. Y., 2004. Sosyal, Kültürel ve Ekonomik Yönleri ile Malatya, Malatya Valiliği İl Planlama ve Koordinasyon Müdürlüğü Yayınları, Malatya.

YAVUZ N., 2012. Fırka-i Islahiye Ordusunun Özellikleri ve Faaliyetleri, Akademik Bakış Dergisi, V (10), ss. 113–127.

Yeni Rehber Ansiklopedisi, 1994. Adıyaman, I, Türkiye Gazetesi Yayınları, İstanbul, ss. 109–114.

Yurt Ansiklopedisi, 1981. Adıyaman, I, Anadolu Yayıncılık, İstanbul, ss. 182–247. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) A.}MKT (Sadaret Mektubi Kalemi Evrakı) Dosya/Gömlek No: 64/89, 162/8. A.}MKT.DV (Sadaret Mektubi Kalemi Deavi Evrakı) Dosya/Gömlek No: 140/72,

175/5. A.}MKT.MHM (Sadaret Mektubi Mühimme Kalemi Evrakı) Dosya/Gömlek No: 2/53,

7/93, 136/78, 144/77, 156/43, 348/64, 355/35, 420/96, 659/6. A.}MKT.MVL. Sadaret Mektubi Kalemi Meclis-i Vala Evrakı) Dosya/Gömlek No:

4/47, 4/50, 81/18. A.}MKT.NZD (Sadaret Mektubi Kalemi Nezaret ve Devair Evrakı) Dosya/Gömlek No:

167 /77, 268/59. A.}MKT.UM (Sadaret Mektubi Kalemi Umum Vilayat Evrakı) Dosya/Gömlek No:

362/71, 512/90, 518/100. AE.SAMD.III (Ali Emiri Ahmed III) Dosya/Gömlek No: 92/9152. AE.SMST.III (Ali Emiri Mustafa III) Dosya/Gömlek No: 40/2865. BEO (Babıali Evrak Odası Evrakı) Dosya/Gömlek No: 214/16022, 276/20693,

1559/116921, 1900/142429, 2069/155131, 2313/173435, 2356/176690, 2722/ 204077, 2756/206662, 3327/249490.

C.ADL (Cevdet Adliye) Dosya/Gömlek No: 63/3774, 73/4424, 85/5133. C.DH (Cevdet Dâhiliye) Dosya/Gömlek No: 7/320, 18/871, 49/2444, 50/2483,

259/12948, 268/13368. C.ML (Cevdet Maliye) Dosya/Gömlek No: 450/18222. C.ZB (Cevdet Zabtiye) Dosya/Gömlek No: 32/1553. DH.EUM.AYŞ (Dâhiliye Emniyet-i Umumiye Asayiş Kalemi Evrakı) Dosya/Gömlek

No: 26/26. DH.EUM.2.Şb ((Dâhiliye Emniyet-i Umumiye İkinci Şube) 24/34. DH.MKT (Dâhiliye Nezareti Mektubi Kalemi) Dosya/Gömlek No: 54/34, 1288/16,

1368/102, 1658/131, 1707/122, 1755/13, 1763/33, 1960/37, 2381/29, 2566/71, 2696/64, 2767755, 2789/51, 2846/32.

DH.TMIK.M (Dâhiliye Nezareti Tesri-i Muamelat ve Islahat Komisyonu) Dosya/Gömlek No: 55/42, 87/24, 92/22, 113/11, 124/21, 160/46, 188/19, 190/1, 225/15.

HAT (Hatt-ı Hümayun) Dosya/Gömlek No: 280/16617, 1033/42894_N, 1339/52361.

KAYNAKLAR İsmail FİRDEVSOĞLU

76

HRT.h (Haritalar) Gömlek No: 1880. İ.DH (İrade Dâhiliye) Dosya/Gömlek No: 408/27025, 415/27488, 580/40416

1275/100267, 1276/100404. İ.DUİT (İrade Dosya Usulü) Dosya/Gömlek No: 68/80. İ.MSM (İrade Mesail-i Mühimme) Dosya/Gömlek No: 69/2009. MŞH.ŞSC.d (Meşihat Şeriye Sicilleri) Gömlek/Eski No: 172/256. MVL (Meclis-i Vala Evrakı) Dosya/Gömlek No: 3/38, 611/30, 631/24, 633/69, 639/38,

647/69, 701/37. ŞD (Şura-yı Devlet Evrakı) Dosya/Gömlek No: 318/21, 2707/30. Tutanak Dergisi, 2002. 03.01.2002, 46/2. Oturum, TBMM Matbaası, Ankara. Zabıt Ceridesi, 1934, Onbirinci İnikat 09.12.1933, TBMM Matbaası, Ankara. Zabıt Ceridesi, 1961. Yedinci İçtima 21.8.1339, TBMM Matbaası, Ankara. Zabıt Ceridesi, 1975, Elliüçüncü İçtima 11.2.1341, TBMM Matbaası, Ankara. İnternet Kaynakları http://www.kahtahaberi.com/?Bid=361564 (28.10.2012). http://www.pazarcik.gov.tr/sosyal_yapi.asp (12.04.2013). http://rapor.tuik.gov.tr/reports/rwservlet?adnksdb2&ENVID=adnksdb2Env&report=wa

_idari_yapi_10sonrasi.RDF&p_il1=2&p_yil=2011&p_dil=1&desformat=pdf (28.10.2012)

TTK (Türk Tarih Kurumu), http://193.255.138.2/takvim.asp, Tarih Çevirme Kılavuzu (28.01.2013).

77

ÖZ GEÇMİŞ

Kişisel Bilgiler

Adı – Soyadı : İsmail FİRDEVSOĞLU

Doğum Yeri ve Tarihi : Kahramanmaraş – 20.09.1987

Eğitim Durumu

Lisans Öğrenimi : Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Fen-Edebiyat

Fakültesi, Tarih Bölümü

Yüksek Lisans Öğrenimi : Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Sosyal

Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı

Doktora Öğrenimi : ---

Bildiği Yabancı Diller : İngilizce

Bilimsel Faaliyetleri

İş Deneyimi

Stajlar : Pedagojik Formasyon Eğitim Stajı

Projeler : 111K240 numaralı TÜBİTAK Projesi (Projenin burslu

araştırmacı olarak yer aldı)

Çalıştığı Kurumlar : Tokat T Tipi Kapalı ve Açık Ceza İnfaz Kurumu

İletişim

E-Posta Adresi : [email protected]

Telefon GSM : +90 507 632 95 43

Tarih : 25.06.2013

EKLER İsmail FİRDEVSOĞLU

78

EKLER Ek 1: Adıyaman İlinin Haritası

K

EKLER İsmail FİRDEVSOĞLU

79

Ek 2: BOA, İ.MSM 69/2009

EKLER İsmail FİRDEVSOĞLU

80

Ek 3: BOA, İ.MSM 69/2009 Transkripsiyonu

Seniyyü’l-hiama, devletli, inayetli, atufetli efendim hazretleri

Behisni ve Hısn-ı Mansur Kazaları havalinde bulunan Dalyanlı Rişvanı Aşireti eşkıyasının havali-i merkume ahalisi hakkında mütecasir oldukları envai zulüm ü teadinin suret-i indifana bit-teşebbüs aşiret-i mezbure tarafından teşhir-i silaha ve harekât-ı bağıyaneye cesaret olunmasıyla bil-mukabele eşkıya-yı merkume tab-aver mukavemet olamayarak müteşebbüs-i damen-i afv u merhamet olmuş ve Behisni Kazasına muzafa çend adet nevâsi ahalisi haklarında vukua bulan teadiyatdan dolayı iddia olunan üç yüz küsur guruşun hakkıyla zahire ihracı mümkün olamayacağından tarafeyn bit-terazi yüz elli bin ve Hısn-ı Mansur Kazasından bazı kura ahalisi zararlarının dahi otuz bin guruşuna ceman yüz seksen bin guruş üzerine bade’l-müsalaha zikr-olunan otuz bin guruş nakden istifa birle marü’l-beyan yüz elli bin guruş dahi senede rabıt olunmuş ve aşiret-i merkumeye meclisçe tahsis kılınan seksen bin guruş vergi hadd-i itidalde görünmüş idüğine binaen vergi-i mezkûr sene be sene Behisni emval sandığına ita ve bundan böyle muğayyer rıza-i harekette bulunanlar olur ise derhal ahz u girift ile memleket zabitine teslim ve esra olunmak üzere aşiret-i merkume boy beyi ve ihtiyarları tarafından verilen taahhüt-i senedatının mümza suretleriyle emval-i magsubenin miktarını mübeyyen defteri ve ol-bab da tanzim kılınan mazbata gönderilmiş ve aşiret-i merkumenin Hısn-ı Mansur Kazasına tabi Turuşhas derininde kain boz ve hali olan mahallede iskân ve ivaları bil-icra içlerinden çend nefer kesan dahi rehin olarak ahz olunup bunların müddet-i medide tevkifleri muğayyer usul-ı muadelet olacağından beher altı ayda iadeleriyle yerlerine diğerlerinin celb ve tevkifleri münasip olacağı misülli aşiret-i merkume ahalisinden ahz u girift olunan on beş nefer katl ve carih makulelerinin iktiza edenleriyle icra-i müdafaa şeriyeleri kaymakamlık meclisine havale kılınmış ve mütesaddi-i harb u kıtal olanlardan ahz olunan hayvanatın dahi emsali misülli alenen firuhtuyla esmanının Harput Eyaleti emval-i sandığına ita ve marü’z-zikr yüz elli bin guruş tazminat akçesinin berveci hakkaniyet sürat-i tahsiline itinabla makbuz-ı senedatın esrası icab edenlere yazılmış ve saye-i kudret-vaye-i hazret-i mülükane de aşiret-i merkume bu suretle taht-ı nizama idhal ve ol-havali ahali ve fukarasının emniyet ve asayişleri iade ve istikmal olunmuş olduğu ve işarat-ı ahire üzerine vurud edecek cevaba göre dahi icra-i icabına bakılacağı Anadolu Ordu-yı Hümayunu müşiri ve Harput Valisi atufetli paşalar hazeratı taraflarından müştereken ba-tahrirat inha ve tahrirat-ı merkume evrak-ı sehere ile meclis-i valaya ita olunmaktan naşı onun üzerine kaleme alınan bir kıta mazbata da aşiret-i merkumenin ol-vechle iva ve iskânları pek münasip ve yolunda olduğu misillü-i mezkur rehinler her ne kadar muteberan aşiretten olsalar bunlara yine kamilen itimat olunamayacağından ol-bab da bazı usul-ı makule dermiyan ve hayvanat-ı mehuze esmanının emval sandığına teslimi pekte muvaffak muadelet olamayacağından aşiret-i merkumeden tahsil olunacak tazminat akçesine ve fazlası görünüyor ise vergi-yi maktualarına mahsup olunmak üzere marü’z-zikr hayvanatın eshabına iade ve itasına mevad- seherenin dahi

EKLER İsmail FİRDEVSOĞLU

81

müşarünileyhimanın işarı vechle icra-i icabına himmet olunması tezekkür ve istihsan kılınıp meclis-i vala-ı mezkur bu bab da olan mütalaası dahi muvaffak maslahat olmasıyla bir merzuk mazbata-i hususat muharrenin icra-i muktezaları bit-tensip mazbata-i merkume evrak-ı melfuze ile mean manzur-ı ali buyrulmak için savb-ı valalarına gönderilmiş olmakla ol-bab da her ne vechle emr u ferman isabet-i unvan hazret-i şehinşahı müteallik ve şeref sudur buyrulur ise ona göre harekete ibtidar olunacağı beyanıyla tezkere-i şenaveri terkim kılındı efendim. 29 Safer sene 1263

EKLER İsmail FİRDEVSOĞLU

82

Ek 4: BOA, İ. DUİT 68/80

EKLER İsmail FİRDEVSOĞLU

83

Ek 5: BOA, İ. DUİT 68/80 Transkripsiyonu

Bab-ı Ali

Dâhiliye Nezareti

Emniyet-i Umumiyesi Müdüriyeti

Huzur-ı Sami-i Cenab-ı Sedaret-penahi

Hısn-ı Mansur’lu Mehmet Ali Efendi ile rüfekasının taltifatlarına dair

Maaruz çaker kimesneleridir.

Kâhta ve Hısn-ı Mansur Kazaları dâhilinde bulunan aşayiri ile Siverek Livası dâhilinde aşayiri arasında tahdis edüp dokuz aydan berü devam iden münazaatı ve muhasamatın telifi ve emval-ı mağsubenin istirdadında hüsn-i hidmet ve gayretleri meşhud ve aynen kendilerinden istifade memul olan Hısn-ı Mansur eşrafından Hacı Mehmet Ali Efendinin dördüncü rütbeden Osmani ve Kâhtalı Hacı Bedir Ağa ile Canik Aşireti Reisi Abuzer Ağa zade Şükrü Ağanında dördüncü rütbeden Mecidi Nişan-ı Zişanları ile taltifleri lüzumu Mamüratülaziz Vilayeti Vekâletinden bildirilmiş ve aşayiri-i mezkure arasında saike-i cehalet ve bedavet ile tekevvün iden mahal-i mücavireye sirayeti muhtemel olan ihtilafat ve münazaatın haliyle sükut ve asayişin istikrarına hidmet etdikleri anlaşılan mumaileyhin o suretle taltifleri nezaret-i acizice de münasib görülerek tanzim olunan idare-i Seniyye layihası leffen arz ve takdim kılınmış olmağla muktezi idare-i Seniyye-i canib-i padişahinin istihsal ve emr ve tebliğ buyrulması menut müsaade sami-i sadaret-penahileridir. Ol bab da emr ü ferman hazret-i veliü’l-emrindir. Fi Receb 338 ve fi Mart 336

Dâhiliye Nazırı

EKLER İsmail FİRDEVSOĞLU

84

Ek 6: BOA, BEO 2069/155131

EKLER İsmail FİRDEVSOĞLU

85

Ek 7: BOA, BEO 2069/155131 Transkripsiyonu

Sadrazam Mektubi Kalemi

Taraf-ı Vala-ı Hazret-i Meşihat-ı Penahiye

Hısn-ı Mansur kazası dahilindeki aşaire mesail-i diniyye müteallik vaaz ve nasihatte bulunmak üzere ulema-i mahalliyeden Küçük Mehmed Efendi zade Süleyman Salim Efendinin tavzifi hakkında Mamüratülaziz Vilayet Behiyelerinden Dahiliye Nezaret-i Celilesine meb’us-ı tahrirat nezaret-i müşarünileyhanın tezkeresiyle mean Halep ali-i meşihat-ı pehanilerine seyyar kılınmakla mealinin nazaran iktizasının ifa ve enbası ve evrak-ı risalenin iadesi beyanında

Ba işaret ali-i cenab-ı müsteşari

EKLER İsmail FİRDEVSOĞLU

86

Ek 8: BOA, BEO 1559/116921

EKLER İsmail FİRDEVSOĞLU

87

Ek 9: BOA, BEO 1559/116921 Transkripsiyonu

Sadaret-i Mektubi Kalemi

Dâhiliye Nezaret-i Celilesine

Hısn-ı Mansur ve Kâhta Kazaları aşayiri meyanında vukua gelen mücadelat ve muhasematın meni zımnında o cihetlerde ikame olunmak üzere Malatya’dan iki bölük asker-i şahane sevki lüzumu Mamüratülaziz vilayetinden bildirildiğine ve vilayet-i mezkure dahilinde yedi tabur asker-i şahane mevcut olup sibakı kuva-i nizamiye vilayetlerden gösterilen lüzum üzerine mevaki-i mühime-i lazımaya dağıtılmış olduğundan bahisle mezkur mahallin jandarmayla idaresinden başka çare görülemediği 4. Ordu-yı Hümayun müşirin celilesinden işarı kılındığından 9 Eylül sene 316 tarihli ve 1045 numaralı tezkere-i aliye ser askeri nezaret-i celilesine havale ve tevdi olunmuş ise de aşayir-i mezkure beyninde münazaa ve mücadele olduğundan men-i tevsii zımnında Malatya’dan istenilen iki bölüğün sürat-i sevki lüzumu vilayet-i müşarünhadan ordu-i müşirit celilesine tekiden bildirilmiş olduğundan leffen savb- hemtine gönderilen 21 eylül sene 316 tarihli ve 1105 numaralı tezkere behiye-i pehdari de beyan olunmasına ve jandarma ile idare-i mesluhat edilmesi hakkındaki tezkere-i mezkure üzerine vilayete icra kılınmış olması tabir bulunan tebligatın neticesine göre icab mesluhat-ı sürat-i icra ve enbasına iadesine hemt

Ba işaret aliye-i müsteşari

EKLER İsmail FİRDEVSOĞLU

88

Ek 10: BOA, A.}MKT 64/89

EKLER İsmail FİRDEVSOĞLU

89

Ek 11: BOA, A.}MKT 64/89 Transkripsiyonu

13 Sa sene 63

Maliye Nezareti Paşa Hazretlerine

Behisni ve Hısn-ı Mansur kazaları havalisinde bulunan Dalyanlı Rişvan Aşireti eşkıyasının saye-i şevket-vaye-i hazret-i mülükane de bu kere istihsal-i esbab tedibiyeleriyle aşiret-i merkumun Behisni Kazasına muzafa çend aded nevahi ahalisi haklarında vuku bulan teadiyatlarından dolayı iddia olunan üç yük küsur guruş hasar için yüz elli bin ve Hısn-ı Mansur kazasından Boz Kura Ahalisi zararları için dahi otuz bin guruşun ceman terahi-i tarafeyn ile yüz seksen bin guruş üzerine ba’del-mesalihe zikr olunan otuz bin guruş iktiza edenlere tevzi’ ve ita olunmak üzere nakden istifa birrle marü’l-beyanlar yüz elli bin guruş dahi senete rabt olunmak ve güzeran eden altmış iki senesinden itibaren aşiret-i merkumeye tahsis kılınan seksen bin guruş vergi olarak sene-be-sene Behisni emval sandığına tediye kılınmak üzere olunan taahhüd-i senedatının mümza suretleriyle emval-ı mahsubenin mikdarını mübeyyen defteri takdim ve esra kılınmış ve esna-i mukatele de mutasaddi-i darb olunanlardan ahz kılınan altı yüz rey’ davar ve doksan altı sığır ve yirmi üç deve dahi emsal misillü alenen bil-müzayede füruht olunarak esman hasılasının ba-defter müfredat-ı Harput Eyaleti emval sandığına ita ve zikr olunan yüz elli bin guruş tazminat akçesinin dahi sürat-i tahsiliyle ber-vech hakkaniyet ashabına tevzi’ ve ifa ve alınacak makbuz-ı senedatının esrası hususu Behisni Kazası Kaymakamı ve Müdürü tarafından işar ve tenbih olunarak aşiret-i merkume bu suretle taht-ı nizama idhal ve ol-havali ahali ve fukarasının emniyet ve asayişleri iade ve istikmal kılınmış olduğu Anadolu Ordu-ı Hümayun müşiri ve Harput Valisi atufetlü paşalar hazreti tarafından bil-iştirak varid olan tahrirat da inha ve beyan ve tahsis olunan vergi ve tazminat akçesinin ve füruht olunacak hayvanat bahalarının Harput sandığına teslimi beyan olunmuş ise de madem ki aşiret-i mezkure işar olduğuna göre şimdi ki halde kabul-ı terbiye ederek iva olunacaklarından ve senevi kati olunan vergiden başka iki kalem yüz seksen bin guruşun altı yüz bin guruşunu peşinen tediye eyledikleri misillü maadasını dahi ifaya taahhüd eylemiş bulunduklarından bu halde hayvanat bahasının mal sandığına teslimi suretinin icrası muadeletsiz mugayyer ve merhameten bunun afvı gerek bunlar ve gerek ümenası haklarında hüsn-i şüyu’ müstelzim olarak bununla bir kat dahi husul-ı emniyetleri emr bahir olmak mülabesiyle zikr olunan hayvanatın esmanı bit-takrir her neye baliğ olur ise aşiret-i merkumenin taahhüd oldukları tazmin akçesine ve fazla görünür ise üst tarafı vergi-i maktualarına mahsub olmak üzere hayvanat-ı mezkurenin esman mukadderasıyla ashabına iade ve itası meclis-i vala-i ahkâm-ı adliye de tensib ve istihsan olunmuş ve irade-i seniyye-i cenab-ı mülükane dahi ol-vechle müteallik ve şeref-sudur buyrularak icabı vechle keyfiyet taraf-ı senaveriden müşhir ve varid-i müşarünşleyha hazratına ba-tahrirat tevci ve işar ve zikr olunan senedat suretleriyle defter-i mezkur leffen savb-ı alilerine tesyar kılınmış olmakla zat-ı valaları dahi mevad-ı merkumenin ber-muceb irade-i seniyye hazinece tesviye-i icabına hemt buyruldu. Ferman-ı Ali